DÖNEM : 21 CİLT
: 37
YASAMA YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
119 uncu Birleşim
26 . 6 . 2000
Pazartesi
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
OTURUM BAŞKANININ KONUŞMALARI
1. – TBMM Başkanvekili Murat Sökmenoğlu’nun, kamuoyunun sürekli
gündeminde bulunan trafik sorununun, vakit kaybedilmeden çağdaş tedbirler
alınmak suretiyle mutlaka çözülmesi gerektiğine ilişkin açıklaması
B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – İstanbul Milletvekili Mustafa Düz’ün, turizm bölgelerindeki
hanutçuluğa ilişkin gündemdışı konuşması ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun
cevabı
2. – Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa’nın, Ordu İlinin ekonomik ve sosyal
problemlerine ilişkin gündemdışı konuşması
3. – Ardahan Milletvekili Saffet Kaya’nın, Kırklareli ve Trakya
yöresindeki çiftçi, esnaf ve sanayicinin sorunlarına ilişkin gündemdışı
konuşması
IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. – Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş Yıllık (2001-2005) Kalkınma
Planının Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(3/600) (S. Sayısı : 516)
V. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, Kırıkkale-İzzettin
Köyünün kanalizasyonunun ne zaman yapılacağına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Mustafa Yılmaz’ın cevabı (7/2156)
2. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın;
Domuz yağı ve etinin gıda tüketiminde kullanılmasına,
– Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın;
Kırıkkale İzzettin Köyünün sellektör ihtiyacına,
– Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in;
Kütahya İline bağlı bazı ilçelerin veteriner hekim ihtiyacına ve bölgede
görülen şap hastalığına karşı alınacak önlemlere,
– Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz’ın;
GAP Bölgesinde seracılığın teşvik edilmesine ilişkin soruları ve Tarım
ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı (7/2155, 2159, 2160, 2161)
3. – Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan’ın, bakanlık müfettişlerince
hazırlanan TTKK teftiş raporuna ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı
Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı (7/2173)
4. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Karaman’da dolu afetinden zarar
gören çiftçilere ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf
Gökalp’in cevabı (7/2181)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açılarak beş oturum yaptı.
Sekizinci Beş Yıllık (2001-2005) Kalkınma Planının (3/600) (S. Sayısı :
516) görüşmelerine başlanarak; 1, 2, 3, 4, 5 ve 6 ncı bölümlerinin görüşmeleri
tamamlandı.
Alınan karar gereğince, Sekizinci Beş Yıllık (2001-2005) Kalkınma
Planının görüşmelerine devam etmek için, 26 Haziran 2000 Pazartesi günü saat
14.00’te toplanmak üzere, birleşime 01.07’de son verildi.
Nejat Arseven
Başkanvekili
Mehmet Elkatmış Şadan Şimşek
Nevşehir Edirne
Kâtip Üye Kâtip Üye
Melda Bayer
Ankara
Kâtip Üye
No.
: 163
II. – GELEN KÂĞITLAR
26 . 6 . 2000 PAZARTESİ
Tasarı
1. – Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Kuruluş ve Teşkilât Kanunu
Tasarısı (1/712) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.6.2000)
Teklifler
1. – Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin; Dahiliye Memurları Kanunu ile
Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/564)
(İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :
19.6.2000)
2. – Ordu Milletvekili Sefer Koçak ve 9 Arkadaşının; Yükseköğretim
Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanuna Bir Madde Eklenmesi Hakkında
Kanun Teklifi (2/565) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.6.2000)
3. – Bursa Milletvekili Teoman Özalp’ın; Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Ait
Tesislere ve Binalara Ad Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/566) (İçişleri
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.6.2000)
4. – İzmir Milletvekili Hakan Tartan’ın; 647 Sayılı Cezaların İnfazı
Hakkında Kanunun 4. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun
Teklifi (2/567) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.6.2000)
5. – Ankara Milletvekili Uluç Gürkan’ın; Ankara İline Bağlı Olarak
Çayırhan Adıyla Bir İlçe Kurulmasına İlişkin Yasa Önerisi (2/568) (İçişleri ve
Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 20.6.2000)
6. – Muğla Milletvekili İbrahim Yazıcı’nın; Muhtar Ödenek ve Sosyal
Güvenlik Yasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi (2/569)
(İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :
26.6.2000)
Raporlar
1. – İstanbul Milletvekili Sulhiye Serbest’in, Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/518) (S. Sayısı : 471) (Dağıtma
tarihi : 26.6.2000) (GÜNDEME)
2. – Sivas Milletvekili Mehmet Ceylan’ın, Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/519) (S. Sayısı : 472) (Dağıtma
tarihi : 26.6.2000) (GÜNDEME)
3. – Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar’ın, Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/520) (S. Sayısı : 473) (Dağıtma
tarihi : 26.6.2000) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1. – Adana Milletvekili M.Halit
Dağlı’nın, Adana-Karaisalı İlçesinde vakfiye kapsamı içerisinde kalan
köylere ilişkin Devlet Bakanından (Yüksel Yalova) sözlü soru önergesi (6/747)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.6.2000)
2. – Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman’ın, Şanlıurfa’nın turizm
potansiyeline ilişkin Turizm Bakanından
sözlü soru önergesi (6/748) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.6.2000)
3. – Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman’ın, Şanlıurfa Bağ-Kur hizmet
binasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi
(6/749) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.6.2000)
4. – Şanlıurfa Milletvekili Ahmet Karavar’ın, Şanlıurfa Bağ-Kur İl
Müdürlüğü binası ve personel sayısına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından sözlü soru önergesi (6/750) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.6.2000)
Yazılı Soru Önergeleri
1. – Hatay Milletvekili Mustafa
Geçer’in, İskenderun Limanı Konteyner Terminaline ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2266) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.6.2000)
2. – Hatay Milletvekili Mustafa
Geçer’in, deprem bölgesinde verilen ihalelere ilişkin Bayındırlık ve
İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2267) (Başkanlığa geliş tarihi :
23.6.2000)
3. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in, Koç Üniversitesine kiraya
verilen araziye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2268) (Başkanlığa
geliş tarihi : 23.6.2000)
4. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in, A.O.Ç. arazilerine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2269) (Başkanlığa geliş
tarihi : 23.6.2000)
5. – Bursa Milletvekili Teoman Özalp’in, organize sanayi bölgelerine
tahsis edilen belediye arsalarına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2270) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.6.2000)
6. – Adana Milletvekili Mehmet Metanet Çulhaoğlu’nun, Nergizlik Barajı
sulama kanalı projesine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/2271) (Başkanlığa geliş tarihi :
23.6.2000)
7. – Sivas Milletvekili Mehmet Ceylan’ın, Suriye’de bulunan Süleyman Şah
Türbesine ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2272)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.6.2000)
8. – Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay’ın, Gaziantep İline kültür merkezi
kurulup kurulmayacağına ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/2273)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.6.2000)
Meclis Araştırması Önergesi
1. – Ankara Milletvekili M.Zeki Çelik
ve 46 arkadaşının, Ankara İlinin ekonomik, sosyal, kültürel ve kentsel
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105
inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/138) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.6.2000)
Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı
Soru Önergeleri
1. – Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Adana İli ve ilçelerinde
yürütülen proje ve hizmetlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2029)
2. – Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Adana İli ve ilçelerinde
yürütülen proje ve hizmetlere ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2031)
3. – Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Adana İli ve ilçelerinde
yürütülen proje ve hizmetlere ilişkin Turizm Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2038)
4. – Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Adana İli ve ilçelerinde
yürütülen proje ve hizmetlere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2048)
5 – Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Adana İli ve ilçelerinde
yürütülen proje ve hizmetlere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(H. Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/2052)
6. – Ankara Milletvekili Saffet
Arıkan Bedük’ün, valiler dışındaki mülkî amirlere temsil tazminatı
verilmemesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2069)
7. – Karaman Milletvekili Zeki
Ünal’ın, Avrupa’da Diyanete bağlı camilerde okunan cuma hutbelerine ilişkin
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H. Hüsamettin Özkan) yazılı soru
önergesi (7/2078)
8. – Karaman Milletvekili Zeki
Ünal’ın, depremden zarar gören belediyelere ilişkin Bayındırlık ve İskân
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2079)
9. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa İli sınırları
içindeki bazı yol projelerine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2082)
10. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa’daki bazı yol projelerine ilişkin Bayındırlık ve
İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2083)
11. – Çankırı Milletvekili Hüseyin Karagöz’ün, ilçe cezaevlerindeki
bayan gardiyan ihtiyacına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2097)
12. – Şanlıurfa
Milletvekili Mehmet
Yalçınbayır’ın, Şanlıurfa – Diyarbakır Karayolu projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2103)
13. – Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener’in, tutuklu bir bayanın yaralı olduğu halde hastaneye sevkedilmediği
iddialarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2107)
14. – Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal’ın, Osmaniye-Kadirli Anadolu
Lisesi Vakfınca düzenlenen bir programa ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2108)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 14.00
26 Haziran 2000 Pazartesi
BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU
KÂTİP ÜYELER : Vedat ÇINAROĞLU (Samsun), Hüseyin ÇELİK
(Van)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119 uncu Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) OTURUM BAŞKANININ KONUŞMALARI
1. – TBMM Başkanvekili Murat
Sökmenoğlu’nun, kamuoyunun sürekli gündeminde bulunan trafik sorununun, vakit
kaybedilmeden çağdaş tedbirler alınmak suretiyle mutlaka çözülmesi gerektiğine
ilişkin açıklaması
BAŞKAN – Affınıza sığınarak bir şeyi ifade etmek istiyorum efendim.
Sayın milletvekilleri, kamuoyunun sürekli olarak gündeminde olan çok
önemli bir konuyu, bir kere daha altını çizmek ve değerli dikkat ve
takdirlerinize sunmak istiyorum.
Zaman zaman yaptığımız kanun ve diğer mevzuat değişiklikleri ve
düzenlemelerine rağmen, trafik sorunu, hepimizi derinden yaralayan kaza
haberleriyle maalesef devam ediyor.
Evladını trafik kazasında kaybetmiş, yüreği evlat acısıyla yanmış bir
baba, İstanbul'dan, Başkent Ankara'ya yürüyerek geliyor. Acılı baba Boray
Uras'ın şahsında, trafik kazalarında kurban verdiğimiz bütün vatandaşlarımıza
Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Sayın milletvekilleri, her yıl binlerce insanımızı kaybediyoruz,
binlerce insanımız sakatlanıyor; çok büyük maddî zarar meydana geliyor. Artık,
bir an evvel, bu sorunu, çağdaş tedbirleri almak suretiyle mutlaka çözmemiz
gerektiği açıktır. Daha fazla beklemenin, çalışmaları sürüncemede bırakmanın
mazur görülecek hiçbir tarafı yoktur.
Sayın milletvekilleri, bu büyük sorunun acısını hepimiz hissediyoruz,
sıkıntılarını hepimiz yakından yaşıyoruz. En acil sorunlarımızın başında yer
alan, hemen hemen her gün yaşadığımız trafik kazalarının sonrasında, başta
medya olmak üzere, her yerde, Trafik Yasasının günün şartlarına uygun hale
getirilmesi gerektiğini konuşuyoruz; ama, nedense, bir türlü, yasayı
hazırlayıp, sonuçlandıramıyoruz, hazırlanan yasayı da komisyonda bekletiyoruz.
Değerli milletvekilleri, Boray Uras, büyük acısını yüreğinde taşıyarak
günlerdir yollarda yürüyor. Onun gibi, aynı acıyı paylaşan binlerce ana var,
baba var; hepsi bizden, Türkiye Büyük Millet Meclisinden acil çözüm bekliyor.
Trafik Yasası değişikliği kanun tasarısının bir an evvel Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunulması gerekiyor.
Meclis gündeminde, sayın milletvekillerince verilmiş, trafik kazalarına
neden olan hususlarla ilgili Türk Ceza Kanunundaki değişiklikler ile
Karayolları Trafik Kanununda değişiklik yapan kanun teklifleri bulunmaktadır.
Bu konuyu, Meclisimiz tatile girmeden çözmemiz gerektiğini ve önemini
yüce takdirlerinize sunuyorum.
Sayın milletvekilleri, sizlerle aynı hassasiyet içinde bulunduğumuzdan
eminim; ama, eylemden emin değilim. Geliniz, milletle yüzleşmeye, özleşmeye, 1
Temmuzda çıkmayalım da, trafik canavarına, Azrail'e yol açan bu insafsız
hadiselere Türkiye'yi daha fazla kurban etmeyelim. Geliniz, kanunu gündeme
alalım. Geliniz, acılı babanın yaralı yüreğinin Türk Milleti adına yaptığı
eyleme eylemle cevap verelim.
Her yıl binlerce insanımızı kaybediyoruz, binlerce insanımız
sakatlanıyor, çok büyük maddî zarar meydana geliyor. Artık, bir an evvel, bu
sorunu, çağdaş tedbirler almak suretiyle, mutlaka çözmemiz gereği açıktır. Daha
fazla beklemenin, çalışmaları sürüncemede bırakmanın mazur görülecek bir tarafı
yoktur.
Ayrıca, Selin'in acılı babasını yolda karşılayıp, gündemdeki Trafik
Yasası yerine, Karayolları Yasasının 57 nci sırada olduğunu söylemek de hiç
doğru değil sayın milletvekilleri. Hükümetten gelen bir tasarı olmamakla
beraber, Sayın Ahmet Tan ve arkadaşlarının ve Anavatan Partisi Grubunun kanun
teklifi Adalet Komisyonunda bekliyor. Geliniz, bunu hep beraber gündeme alalım
ve gündeme aldıktan sonra da kalbi huzurla gideceğimiz yere gidelim diyor, en
derin saygılarımı arz ediyorum efendim. (Alkışlar)
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Bir açıklama yapmama izin verir misiniz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bedük.
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Yapmış olduğunuz bu gündemdışı konuşmaya
hükümet cevap verecektir Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kim efendim?..
ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Hükümet cevap verecektir.
BAŞKAN – Cevap değil, cevabı biz bulacağız; olur mu efendim!.. Bu,
hükümet işi değil. Kanun var; biz istersek, çıkarırız.
Buyurun Sayın Bedük.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
trafik suçunun her sebebinin taksirli bir suç olarak kabul edilmesi kadar, aynı
zamanda trafik kazasına maruz kalmış olan kişinin de bir kaderi olarak
değerlendirilmemesi lazım trafik suçlarının. Onun için, Sayın Başkanın biraz
evvelki duyarlılığına katılıyoruz.
Trafikle ilgili olarak Doğru Yol Partisi Grubunun vermiş olduğu bir
kanun teklifi vardır. Bu kanun teklifi, Türk Ceza Kanununun ilgili
maddelerinde, bilinçli taksirli suç adı altında trafikle ilgili olayların özellikle
cezalandırılmasını öngörmektedir. Bilinçli taksirli suçtan maksat şudur:
1- Hız sınırını aşma.
2- Alkol sınırını aşma.
3- Trafik işaret ve levhalarına uymama.
Bunlar, aslında, zaten, trafik kazasının meydana gelmesine neden olacak
en önemli unsurlardır. O itibarla, bununla ilgili, bilinçli taksirli suç adı
altında Türk Ceza Kanununda değişiklik yapılması bir zaruret haline gelmiştir.
Bu kanun teklifimizin bir an evvel Adalet Komisyonumuzda görüşülmesi,
gerçekten, önemli bir meselenin çözümlenmesine vesile olacaktır.
Ayrıca, Trafik Kanunuyla ilgili olarak da, yine yaptığımız hazırlıklar
vardır. Daha evvel verilmiş olan kanun tekliflerine aynen katılıyor ve
ilavelerimiz var, bu ilavelerimizi yapmak suretiyle... Gerçekten, medenî bir
ülkede böylesine fazla trafik kazasının olması, fevkalede ayıptır. O nispette
de, devlet açısından alınması gereken tedbirleri süratle almak da, hükümetlerin
ve kamu görevlilerinin görevidir. Ben buna inanıyorum ve Doğru Yol Partisi
olarak da, getirilecek olan her türlü çalışmaya destek vermeye de hazır
olduğumuzu belirtmek istiyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bedük.
Elimde, diğer partilerin ve diğer arkadaşlarımızın verdiği kanun
teklifleri de var ve tahmin ediyorum ki, öbürsü gün, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Sayın Başkanı, Selin'in acılı babası Sayın Uras'ı kabul edecek. Ama,
ben de diyorum ki, o kabulde Sayın Başkanı mahcup etmeyelim; bu tasarıyı, nasıl
halledeceksek halledelim, komisyondan indirelim ve Sayın Uras geldiği zaman,
Sayın Meclis Başkanı da bunun bu dönem çıkacağını...
Bakın, bir şey söyleyeyim: Kimse, Trafik Yasası bekleyebilir diyemez;
çünkü, Azrail ile ilgili kimsenin de bir kontratı yok.
Teşekkür ederim. (MHP sıralarından "Bravo" sesleri)
"Bravo" demek değil, eylem yapacağız, burada bunu çıkaracağız.
(MHP sıralarından alkışlar)
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Avrupa normlarına göre,
birkısım trafik suçlarıyla ilgili cezaî hükümleri, Trafik Yasasındaki
değişiklikleri getirmek lazım; çünkü, Avrupa normlarına göre, özellikle
Türkiye'deki Trafik Yasasındaki değişiklik halen ne tespit edilebilmiş ne de
bir çalışma var; bir an evvel bu çalışmanın gündeme gelmesi gerek.
BAŞKAN – Vallahi, Sayın Bedük, bilmiyorum, Avrupa normları, Türk
normları... Ama, neticede, buna, bir çareyi, Meclis tatile girmeden evvel
bulmamız gerektiğine inanıyorum.
Sayın Kahraman da aynı şeyi söyleyecek; buyurun efendim.
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
Başkanımızın bu konudaki hassasiyetine aynen iştirak ediyor, kendisine teşekkür
ediyoruz.
Tabiî, geçen dönem çıkarılan Trafik Yasasının hedefi de, yine, bu
anarşinin önlenmesiydi. Bu, bir kültür meselesi, topyekûn, bir yapı, doku,
ahlak, anlayış meselesi. Kanunlarla aşacağımız bir konu olarak görmüş olmamız
yanlıştır bence. Kanunun yanında, o kanunun işlerliğini sağlayacak yapılaşmayı
da temin etmemiz, ona ait kültürü, ahlakı geliştirmemiz lazım. Hepimiz büyük
acılar içerisinde kalıyoruz ve buyurduğunuz gibi, bu acıyı paylaşıyoruz.
Geçen dönem, çok derinlemesine bir inceleme neticesi Trafik Kanunu
çıkarıldı ve çok seri çıkarıldı; yani, Meclisten seri çıkarıldı; ama,
komisyonda derinlemesine incelendi. Sadece cezalarla bu hadise olmuyor.
Buyurduğunuz bir kanun metnini çıkarmayla da, yine, neticeye gidecek değiliz.
Bunu, ciddî olarak, teferruatıyla incelememiz, cidden üzerine eğilerek ele
almamız bizim borcumuz. Bizim her katkıyı yapmaya hazır olduğumuzu tekrar beyan
ediyorum.
Hassasiyetinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Efendim, tabiî, benim ifade etmek istediğim, bu yaralara bir
merhem... Kafaların değişmesi lazım, o, ayrı; ama, arzu buyuruyorsa Yüce
Meclisimiz, bir Meclis araştırması da yapabiliriz; ama, neticede, bu insanlara
cevap vermemiz bizim aslî görevimiz.
Sayın Kahraman, teşekkür ediyorum size.
Sayın Çakan, buyurun efendim.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; önce, Meclis
Başkanvekilimiz çok hassas bir konuya değindiği için, kendilerine teşekkür
ediyorum. Ayrıca, diğer konuşmacıların biraz önce belirttikleri hususlara da
katılıyorum.
Ancak, 1 Temmuzda, Genel Kurulumuz büyük bir ihtimalle tatile girecek.
Dolayısıyla, tatile girmeden önce görüşülecek olan yetki kanunu tasarısına, bir
önergeyle, Genel Kurul tarafından bu katılım sağlanır ve dolayısıyla Bakanlar
Kuruluna bu konuda yetki verilirse, konunun çözümlenmiş olacağı kanaatindeyim.
Dolayısıyla, önümüzdeki günlerde, yarın veya öbür gün görüşülecek, 518 sıra
sayısı almış olan bu yetki kanunu tasarısında, bir önergeyle değişiklik yapmak
suretiyle, Genel Kurul, bu yetkiyi Bakanlar Kuruluna verir; dolayısıyla, bu
mesele de çözümlenmiş olur ve bir an önce de, bu konu halledilir. Acısı dinmesi
gereken, gerçekten, hepimizin katıldığı, trafikte yavrularını kaybeden analara,
babalara da, ben, buradan, Anavatan Partisi Grubu adına başsağlığı diliyorum.
Anavatan Partisi Grubu olarak, meseleyi böylelikle çözmüş oluruz diye
düşünüyoruz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum Sayın Çakan.
İşte, eylem başlamıştır. Maksat bu.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Efendim, bir dakika... Sayın Adalet Komisyonu Başkanına söz
vereceğim.
Sayın Karaa, buyurun efendim.
EMİN KARAA (Kütahya) – Sayın Başkan, teşekkür ederim. Meclisin bu konuda
gösterdiği duyarlılığa da teşekkür ederim.
Elbette, kızını trafik kazasında kaybeden bir baba yürüyor. Türkiye,
sürekli, trafik teröründe vatandaşlarını kaybediyor. Tarafımızdan, bu konuda,
Meclis Başkanlığına verilmiş olan, Türk Ceza Kanununda iki maddeyi değiştiren
ve Karayolları Trafik Kanununda düzenlemeler yapan iki teklif vardır; ancak,
takdir edilir ki, Meclisin çalışma sistemi içinde, bu iki yasa teklifi, Meclis
Başkanlığı tarafından komisyonlara intikal ettirilmiştir. Ne var ki, ilgili
bakanlıkların görüşü alınmak zorundadır. Adalet Bakanlığının ve İçişleri
Bakanlığının bu konuda görüşleri henüz gelmemiştir. Dolayısıyla, bugünden
yarına, bu tekliflerin hemen yasalaşması çok doğru bir hareket değildir. Bu
konuda fitil ateşlenmiştir, gereken çalışmalar yapılmaktadır. Türkiye'deki ceza
hukuku profesörlerinden görüşler alınacaktır, tartışmaya açılacaktır. Trafik
konusunda yetkili uzmanların, derneklerin, sivil toplum örgütlerinin ve
Bakanlığın görüşleri alınacaktır. Biz, bugünü değil, trafik terörü konusunda,
Türkiye’nin yarınını da emniyet altına almak için, bir çalışma içerisindeyiz. O
nedenle, bu işin aceleye getirilmesinin uygun olduğunu sanmıyorum.
Takdirlerinize sunarım.
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Sayın Bedük; buyurun.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Uras’ın acısını bütün
millet olarak paylaşıyoruz ve zatıâlinizin de, biraz evvel, şu birleşimi açma
noktasında gösterdiğiniz tepkiye de, gerçekten canı gönülden katılıyoruz.
Ancak, üzerinde durulması gereken nokta şu: Doğru Yol Partisi olarak
Türk Ceza Kanununda değişiklik öngörmek suretiyle, bir teklif verdik.
Aslında, yetki kanunlarıyla, ceza tespit edilemez, ceza verilemez;
Anayasa gereğidir. O sebeple, yetki kanununa bir madde ilave etmek suretiyle,
trafikle ilgili bir konuda ceza getirmenin mümkün olmadığını dikkate almak
suretiyle, Türk Ceza Kanununda yapılacak olan değişiklikle ilgili vermiş
olduğumuz kanun teklifinin, Adalet Komisyonunun Sayın Başkanı tarafından
gündeme alınması halinde, meselenin önemli ölçüde çözümlenmiş olabileceğini
değerlendiriyoruz; çünkü, aşırı hız, alkol sınırını aşma ve trafik işaretlerine
ve ışıklarına uymama gibi noktaları ihtiva ediyor. Sayın Başkanın, özellikle
bütün kurum ve kuruluşlardan görüş almayla ilgili noktadaki değerlendirmesine
katılıyorum; ama, bizim verdiğimiz kanun teklifi, Türk Ceza Kanunuyla ilgili
tekliftir ve bu, Adalet Bakanlığımızda halen bulunmaktadır. Prof. Dr. Sayın
Sulhi Dönmezer’in başkanlığındaki heyet tarafından hazırlanmış olan, Türk Ceza
Kanunundaki değişikliğin bir parçasıdır. O sebeple, diğer kurum ve
kuruluşların, özellikle, görüşünü beklemeden de öyle zannediyorum ki, görüşme
imkânı olabilecektir şeklinde değerlendiriyor ve takdirlerinize sunuyorum;
Sayın Başkan, sizin de takdirlerinize sunuyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim, hassasiyetinize de teşekkür
ediyorum. Ben de, zaten, şunu ifade etmek istemiştim: Nasıl ki, bugün, Millî
Güvenlik Kurulunda, olağanüstü halin -daha bir ay sonra gelecekse de- 31 Temmuz
yerine, Meclis tatile gireceği için, tatilden evvel görüşülmesi kararı
alınmışsa, onun da böyle bir eylemle olması gerektiğine inandığım için ifade
ettim.
Yüce Meclise teşekkürlerimi arz ediyorum.
Efendim, gündemdışı birinci söz, turizm bölgelerindeki hanutçuluk
hakkında söz isteyen, İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Düz’e aittir.
Buyurun Sayın Düz. (DSP sıralarından alkışlar)
B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – İstanbul Milletvekili Mustafa
Düz’ün, turizm bölgelerindeki hanutçuluğa ilişkin gündemdışı konuşması ve
Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun cevabı
MUSTAFA DÜZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; turizm
bölgelerimizde yaşanmakta olan bazı sorunlara değinmek üzere şahsım adına söz
almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türk turizminin yaşamış olduğu sorunları zaman zaman hepimiz tartıştık;
tüm ilgili kurum ve kuruluşlarca sorunları ortaya koyup çözüm önerileri
üretmeye çalıştık.
2000 yılında ülkemize gelen turist sayısında bir artış söz konusudur ve
bu artışın devam edeceği beklenmektedir.
Türk turizminin krize girdiği dönemlerde, sektörde faaliyet gösteren
işletmeler hemen devlete yüklenmekte ve her şeyi devletten beklemektedir;
ancak, ben bu kısa süre içerisinde, turizmimizin genel sorunlarından çok,
turizm bölgelerinde sıkça rastlanılan ve turistlere büyük rahatsızlık veren hanutçuluk
uygulamasına değinmek istiyorum.
Bilindiği gibi, hanutçuluk, gelen turistlerin, daha çarşı pazar
bakmadan, ayakçılar vasıtasıyla alışverişlerini yönlendirme olarak tanımlanan
bir davranıştır. Bazı işletme sahipleri, ülkemize gelen turistlere, başka bir
seçenek bırakmaksızın, ticarî faaliyetlerini kendi istedikleri yerlerden
yaptırmaktadırlar; bu da, turistlerin ülkemize karşı kötü imaj edinmelerine
neden olmaktadır. Şöyle ki: Turistlere, kendilerinin söyledikleri yerler
dışında herhangi bir yerden alışveriş yapmamalarını, bunu yapmaları halinde
kendilerinin kazıklanacaklarını ve mağdur olacaklarını ifade etmektedirler.
Bunu yapmalarındaki amaç, kendi çıkarlarını gözetmek ise de, sonuçta bu
davranış ülkemizin imajını zedelemektedir. Bu uygulama, her ne kadar, uzaktan
bakıldığında pek önemli görünmese de, özellikle yabancı turistler bakımından
son derece rahatsızlık verici olmaktadır. Hanutçuluk uygulamasına engel
olamadığımız takdirde, Turizm Bakanlığı ne kadar tanıtım yaparsa yapsın, kendi
yurttaşlarımızca oluşturulan bu kötü imajı silmek zor olacaktır. Üstelik, bu
uygulamaya bazı yerel yöneticilerin de en azından göz yumduğuna dair iddialar
vardır. Bu da, işin ayrı bir boyutunu oluşturmaktadır.
Hemen akla gelebilir ki, bu uygulamadan rahatsız olan var ise, kanunî
yollara başvurabilir; ancak, hanutçunun turisti rahatsız eden davranışı, Türk
Ceza Kanununda "takibi şikâyete bağlı suçlar" olarak tanımlanmıştır;
fakat, muhatabın yabancı olması, Türk hukuk sistemi hakkında bilgi sahibi
olmaması, ziyaret sürelerinin kısa olması, tatil amacıyla kullanacağı süreyi
adlî tahkikatla geçirmek istemeyişi nedeniyle, şikâyetleri söz konusu
olamamaktadır.
Değerli üyeler, şimdi, sizlere, asıl olarak hanutçuluğun ortadan
kaldırılmasına yönelik yerel bir uygulamayı anlatmak istiyorum. Önemli bir
turizm merkezimiz olan Marmaris'te, Kaymakam Sayın İsa Küçük, hanutçuluğun
önlenmesiyle ilgili ciddî ve başarılı çalışmalar başlatmıştır; kendisini,
içtenlikle kutluyorum. Tabiî, bu arada, Muğla Valimizi de unutmayalım; çünkü,
onun onayıyla olmuştur.
Marmaris'te başlatılan uygulamalar kısaca şöyledir:
Öncelikle, Marmaris'te turizm sektöründe çalışan 4 500 kişi sağlık
kontrolünden geçirilmiş, sonuçta, 40'a yakın turizm çalışanında bulaşıcı
hastalığa rastlanmış ve bu kişilere çalışma vizesi verilmemiştir.
Sektörde çalışanlar, bir haftalık eğitime tabi tutulmuştur. Mart ayından
itibaren başlatılan eğitim çalışmalarına, bugüne kadar 4 500 kişi, katılmıştır.
Bu eğitim halen devam etmektedir.
Bu eğitim sonrasında, çalışanlara, "Turizm Sektöründe Çalışan
Tanıtım Kartı" verilmiş ve bu kişilere, bir yıllık çalışma vizesi
tanınmıştır. Çalışanlarla ilgili şikâyet olması halinde, vizelerinin bir
sonraki yıl uzatılmayacağı kayda bağlanmıştır.
Burada, sizlere, turizm sektöründe çalışan ve eğitim alanlar için
verilen tanıtma kartlarını göstermek istiyorum: (M) mutfak, (Yİ) yiyecek
içecek, (Ş) şoför, (Y) yatçılık gibi konularda eğitim almışlar ve sağlık
kontrolünden geçirilmişlerdir; en azından çalışanlar için.
İşletmelerle ilgili şikâyette ise, 5 gün kapatma cezası, tekrarı halinde
ise 10 gün kapatma cezası uygulaması getirilmiştir. Üçüncü tekrarı halinde ise,
ruhsatın iptaline gidileceği, karara bağlanmıştır.
Bu uygulamayla, Marmaris'te görüntü ve gürültü kirliliği ortadan
kalkmış, işletmeler ve çalışanlar kendilerine çekidüzen vermişlerdir.
Bu uygulamalarla, Marmaris esnafı arasındaki haksız rekabetin ortadan
kaldırılması hedeflenmiştir.
Bu uygulamanın, diğer turizm yörelerindeki yetkililere de iyi bir örnek
olacağı inancındayım.
Marmaris'te, Sayın Bakanın ve bütün sektör temsilcilerinin de katıldığı
toplantıya bizzat katıldım. Turizm temsilcilerinin en büyük şikâyetleri,
devletin, yeterince tanıtım ve reklam yapmadığı konusundaydı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
MUSTAFA DÜZ (Devamla) – Biliyorsunuz, iki senedir, turizm sektörü kötü
bir darbe yedi; burada, hep devlet suçlandı. Halbuki, önce kendimizde hata
aramamız lazım; yeterince hizmet veremedik. Burada da, turistlere, sanki
ülkemize gelmeye mecburlarmış gibi davranılmış; yeterince hizmet verilmemiş,
tesislerde gerekli onarımlar yapılmamış. Oysaki, işletmelerin, yeniden
yapılanma için, yıllık amortisman paylarının ayrılmış olması gerekmektedir.
Bizler, dersimize iyi çalışamadık; yaşananlar hepimize ders olmalı.
Öncelikle, iyi hizmet sunmalıyız; ardından, doğayı, güneşi, denizi, ormanı ve
kültürümüzü sunmalıyız; bunları bir bütün olarak sergilemediğimiz zaman,
turistlerin tercihlerinde değişiklik yapmalarını yadırgamamalıyız.
Burada hepimize görevler düşmektedir; bunların başında, eğitim, sağlık,
temizlik, güleryüz ve rahatsız etmeme gibi konularda gereken hassasiyeti
göstermek gelmelidir.
Sizler de takdir edersiniz ki, bu çalışmaların, Turizm Bakanlığının
desteği ve denetimiyle, bütün turizm alanlarında daha kapsamlı bir çalışmayla
uygulanması halinde, kısa sürede daha olumlu sonuçlar doğuracağı inancındayım.
Sayın Bakanımızın da, bu çalışmalara destek vereceğine ve bu vesileyle,
ülkemize, 1 milyon dolar da olsa, katkıda bulunmanın hepimizin beklentisi
olduğuna inanıyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere, Turizm Bakanı Sayın Erkan
Mumcu; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
TURİZM BAKANI ERKAN MUMCU (Isparta) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerimin başında sizleri saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekili arkadaşıma, turizme ilişkin bir meseleyi Meclis
gündemine getirdiği için çok teşekkür ediyorum. Gerçekten önemli bir meseledir;
yalnız, bu mesele sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde önemli bir
mesele olagelmiştir. Türkiye'deki yansımalarına ilişkin olarak genellikle
basında yer alan iddialar bir ölçüde abartılı iddialardır. Yani, Türkiye'de de,
bizi rahatsız edecek, turizm kalitesini aşağı çekecek boyutlarda bir hanutçuluk
hadisesi vardır; ancak, bu, bütün dünyada olageldiğinden çok daha büyük boyutta
bir şey değildir.
Doğrusunu isterseniz, hanutçuluğa karşı kurumsal mücadele çok fazla
mümkün değil. Çünkü, işletmeler ve özellikle rehberler arasında cereyan eden
gizli sözleşmelerin, anlaşmaların içeriğine vakıf olabilmek, ona o an, orada
müdahil olabilmek çok fazla mümkün olmuyor; ancak, yerel yönetimlerin bu konuda
başlattıkları girişimler var, ilgili sektör örgütlerinin bölgelerde
başlattıkları girişimler var. Bu girişimlerin çok pozitif sonuçlar vermeye
başlamış olduğunu görüyoruz.
Yasaklayıcı, önleyici tedbirlerle konunun büsbütün halledilmesinin
mümkün olmadığı dikkate alınırsa, başka bir yaklaşım geliştirmenin, belki yeni
bir tedbire ulaşabilmek bakımından, bu konuda kaliteye ulaşabilmek bakımından
bir çözüm olabileceği aklımıza geliyor; bu konuda bir hazırlık içerisindeyiz.
Bu hazırlığımızı da, çok fazla zamanınızı almadan, sizlerle paylaşmak isterim.
Bir kalite kurumu ve bir kalite kavramı geliştirmeye çalışıyoruz. Bu kalite
kurum ve kavramı, turizm ürünlerinde yüzde yüz müşteri tatmini esası üzerine
kurulmuş bir sistem olarak planlanıyor. Bu sisteme dahil olacak, bu kurumun
markasını taşıyacak, ibaresini taşıyacak bütün işletmeler, konaklama
işletmeleri olabilir, günübirlik işletmeler olabilir, restoranlar, eğlence
yerleri ve satış yerleri olabilir. Buralardan yapılan alışverişin tamamının
yüzdeyüz müşteri tatmini güvencesi altına alınacağı bir sistem geliştiriyoruz.
Bu sistem içerisinde, tıpkı bir kredi kartını kabul eden işletmenin yaptığı
gibi, o kalite kurumunun üyesi olduğunu gösterir bir markayı, bir ibareyi
işletmeler kapılarına, görünür yerlerine asacaklar. Biz bunun tanıtımını
yapacağız. Yani bu sisteme üye olan, bu sistemin içinde yer alan kuruluşlardan
yapılacak alışverişlerin, yapılacak mal ve hizmet alımlarının tamamının tam bir
müşteri güvencesi, müşteri tatmini güvencesi içinde olduğunu, bu sistemle
alışveriş yapan insanların ilave olarak başka hizmetlerden de
yararlanabileceklerini bütün dünyaya duyuracağız.
Sistemin finansmanı, sistemin üyeleri tarafından, yapılan alışverişlerin
ya da yapılan mal ve hizmet satımlarının belli bir yüzdesini karşılamak, belli
bir yüzdesinin sisteme aktarılması suretiyle olacak; yani, diyelim, halı
satıyorsunuz, mücevher satıyorsunuz ya da konaklama hizmeti veriyorsunuz,
faturanızın belli bir yüzdesini, belki yüzdeyle, belki bindeyle ifade edilecek
bir kısmını sisteme aktaracaksınız ve bu sistem, oluşturduğu fonla, sistem
içinde turizm ürününden yararlanan herkese yüzdeyüz bir tatmin güvencesi
verecek. Bu, sanıyorum, dünyada, turizm sektöründe uygulanan ilk örnek olacak.
Bu, değişik piyasalarda çeşitli kart uygulamalarında denenmiş ve başarılı bir
olmuş bir model. Biz, bu modeli hayata geçirerek, kalite konusunda bir rekabeti
başlatıyoruz. Piyasada, özellikle turizm ürününü geliştiren bütün işletmelerin
kalite konusunda birbirleriyle rekabet edecekleri bir sistemi inşa etmeye
çalışıyoruz. Bunun, hem bu şikâyetleri bertaraf edecek bir çözüm olabileceğine
hem de, genel olarak, Türk turizm ürününün kalite imajını yükseltecek bir çözüm
olduğuna inanıyoruz. Bu alanda uzmanlarımız çalışıyorlar. Sektörle yaptığımız
temaslar, bu konunun, gayet heyecanla karşılandığını, müspet karşılandığını
bize gösteriyor; yaşama umudu, yaşama şansı var. Önemli olan, bu kurumun
işleyişini sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek ve bu kurumun nasıl işlediğini,
bu kavramın nasıl çalıştığını bütün dünyaya gösterebilmek, sanıyorum, önemli bir
rekabet üstünlüğü sağlamamızda da bize yardımcı olacak diye düşünüyorum. Onun
dışında, dediğim gibi, valiler marifetiyle, il turizm müdürlüğü personeli -ki,
son derece sınırlıdır, biliyorsunuz, Turizm Bakanlığının taşra teşkilatındaki
kadro imkânları- ve diğer kamu kuruluşlarının yardımlarıyla, bilhassa, yerel
yönetimlerin ve sektör örgütlerinin yardımlarıyla, bu mücadeleyi sürdürüyoruz.
1999 yılı içinde yaşadığımız sorunlar, esasında, bize birçok şeyi
öğretti. Hani, derler ya, bir musibet bin nasihatten hayırlıdır diye;
geçtiğimiz yıl piyasada yaşadığımız daralma, çok şeyi bize öğretti. Bu yıl
kendiliğinden bir pozitif gelişme var; ancak, şunu unutmamak lazım: Türkiye,
turizm gelirlerinde, turist başına ortalama gelir istatistikleri oldukça yüksek
kaydedilen bir ülke. Bunun en önemli sebebi, Türkiye'nin halı gibi, mücevher
gibi, deri giyim eşyası gibi, kaliteli, kendine özgü ve mukayeseli olarak makul
fiyatlarla sunulan mallarının olmasıdır. Ortalama turist harcaması, diğer
Akdeniz ülkelerinde 700-800 dolar civarında hesap edilirken, Türkiye'de
istatistikler 1 000 dolara yaklaşan bir harcamanın olduğunu gösteriyor.
Hiç şüphesiz, turizm, sadece konaklama, restoran ya da eğlence
hizmetinin satılacağı bir sektör değil. Özellikle, değişik malların satılabilmesi,
son derece önemli; çünkü, işin esası, ihracatta, mal ve hizmetleri eksport edip
başka pazarlara sunarken, burada yaptığınız şey, tüketiciyi, mal ve hizmetleri
ürettiğiniz ortama, tüketmek üzere getirmek. Dolayısıyla, burada maksimum
tüketimi tahrik etmemiz gerekiyor. Bunun da kaliteli olması, hiç şüphesiz, çok
önemli. Bir taraftan alışverişi teşvik etmemiz gerekiyor, bir taraftan
turizmden yararlanan alışveriş sektörünün, genel olarak turizm sektörünün
ihtiyaçlarının karşılanmasına, vergiler dışında başka yöntemlerle de, katkı
sağlamasını temin etmemiz gerekiyor.
Bu, gerçekten, sistem olarak, çözülmesi zor bir sorun. Bizim bulabildiğimiz en
iyi çözüm, zorlayıcı olmayan, ancak, sağladığı avantajlar dolayısıyla herkesin
içinde yer almak isteyeceği bir kalite kurumunun, yine sektörün kendi finansman
imkânlarıyla hayata geçirilmesi ve böylece, hem şikâyet edilen hususların önüne
geçilmesi, turistlerin tam bir mal ve hizmet
tatminine kavuşturulması hem de genel olarak tüm turizm ürünlerinin, mal
ve hizmetlerinin ürün kalitesine ilişkin imajı ve tabiî ki, Türkiye'nin bir
turizm ülkesi olarak imajını yukarıya çekecek bir girişim olduğunu düşünüyorum.
Bu vesileyle, turizme ilişkin önemli bir meseleyi gündeme getirdiği için
değerli milletvekili arkadaşıma, yeniden çok teşekkür ediyorum. Tabiî, Yüce
Meclisin önünde, Türkiye'nin ihtiyaçlarına göre kurgulanmış çok önemli
meseleler var; ancak, kürsüye gelmişken, bir hususun altını tekrar çizmek
istiyorum. Yüce Meclis ve siyaset müessesesi, turizm meselesini yeniden ele
almak durumundadır. Türkiye, turizmini yeniden planlama ihtiyacıyla karşı
karşıyadır. Şu anda toplam döviz gelirlerimizin üçte 1'ine yakın bir kısmını
turizm sektöründen elde ediyoruz ve turizm, bizim sahip olduğumuz en geniş
rekabet avantajlarına sahip sektördür. Başka hiçbir sektörde turizmde sahip
olduğumuz rekabet üstünlüklerine sahip değiliz. Bu alanın yeniden ele alınmaya,
yeni yatırımlarla güçlendirilmeye ihtiyacı var. Yüce Meclisin bu ilgisine turizm sektörünün mazhar
olabilmesi, ben eminim ki, bir kalkınma aygıtı olarak turizm sektörünün
Türkiye'nin geleceğine çok önemli katkılar sunabilmesine, sağlayabilmesine de
vesile olacaktır, yardımcı olacaktır.
Bu vesileyle, Yüce Meclise yenide saygılarımı ve şükranlarımı sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ederim efendim.
Gündemdışı ikinci söz, Ordu İlinin ekonomik sorunları hakkında söz
isteyen Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'ya ait.
Buyurun Sayın Fatsa. (FP sıralarından alkışlar)
2. – Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa’nın,
Ordu İlinin ekonomik ve sosyal problemlerine ilişkin gündemdışı konuşması
EYÜP FATSA (Ordu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ordu İlimizin
ekonomik ve sosyal problemleriyle ilgili gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Ordu İli, Karadeniz Bölgesinin en fazla nüfus
yoğunluğuna sahip ikinci ilidir. Türkiye genelinde, nüfus bakımından 19 uncu,
ekonomik ve sosyal gelişmişlik açısından ise 56 ncı sırada bulunmaktadır. Bu
bile, başka hiçbir şey söylemeden, ilimizde durumun vahametini ortaya
koymaktadır.
Son yıllarda ülkemizde yaşanan enflasyonist baskılar, yatırımı iyice
azaltmış, işsizlik ve ekonomik sıkıntılar had safhaya ulaşmıştır. Millî
gelirden hak ettiği payı alamayan illerin başında gelen Ordu İlimiz de, bu kötü
sonucun faturasını ağır bir şekilde ödemektedir. 54 üncü hükümet zamanında
kalkınmada öncelikli yöreler kapsamına alınmış olması dahi, sosyoekonomik
sıkıntıların ortadan kalkmasına yetmemiştir.
Değerli arkadaşlar, 1998 yılı itibariyle, Türkiye'de kişi başına millî
hâsıla 3 200 dolar iken, Ordu İlimizde bu, 1 600 dolar seviyesindeydi. İlimizin
bu dönemdeki büyüme hızı ise, eksi 5 dolaylarında gerçekleşti. Bu nedenle, köy
kapsamına alınan Ordu İli, bu teşvik mevzuatıyla da yeterli kalkınmayı
yapamayacağı anlaşıldığından, 4325 sayılı teşvik mevzuatı kapsamına da
alınmıştır; ancak, gerekli finansman ve fizikî altyapı yetersizliğinden, arzu
edilen gelişmeyi sağlayamamıştır.
Değerli milletvekilleri, Ordu, göç veren illerin başında gelmektedir.
Ordu İlinin göç oranı her geçen gün bir kat daha artmaktadır. Göç, 1998
verilerine göre yüzde 53,76 seviyesine ulaşmıştır; buna mukabil, kentleşme
oranı yüzde 40-50 seviyelerinde kalmıştır. Bu oran, Karadeniz Bölgesindeki
üçüncü büyük kentleşme oranıdır.
Değerli arkadaşlar, nüfusun yüzde 80'i okuryazar olan ilimizde,
üniversite mezunlarının oranı yüzde 3'tür; ancak, ilimizde istihdam alanı
bulunmadığından, eğitilmiş insangücü ya atıl durumda kalmakta ya da beyin
göcüyle ilimizi terk etmektedir.
Kamu yatırım harcamaları açısından 56 ncı sırada bulunan ilimizin mevcut
iktisadî sorunlarını ve buna bağlı olarak sosyal ve kültürel sorunlarını
aşabilmesi için, hızlı bir şekilde, gelir ve istihdam yaratıcı yatırımlara
yönelmesi gerekmektedir. Meri teşvik mevzuatı kapsamında oluşturulmaya
çalışılan imalat sektörü yatırımları, finansmanından enerjiye kadar büyük bir
darboğazla karşı karşıyadır.
Değerli arkadaşlar, en son, TEDAŞ'ın Hazineyle uyuşmazlığından
kaynaklanan problemler, yatırımcının sabrını iyice taşırmıştır. İki kurum
arasındaki uyuşmazlık -teşvik kapsamında yatırımcıya uygulanan enerji indirimi
belli bir süre uygulanmış; ancak, Hazine ve TEDAŞ arasındaki uyuşmazlık-
yatırımcıya fatura edilmiş; icraî yollarla, bu zamana kadar yapılan indirim
bedelleri de, faiziyle birlikte geri talep edilmektedir. Bu durum, zaten zor
ayakta duran sanayiciyi tamamen yatağa düşürmüştür. Bu krizin en kısa sürede
çözümlenmemesi, felçli olan yatırımcıyı ölüme terk etmek anlamına gelecektir.
Hükümet, bu büyük sorumluluğun altında kalmamalıdır.
Uygulanan istikrarsız ekonomik politikaların vebalini vatandaş ödüyor.
Çekler, senetler protesto oluyor; bankalar ihracatçıyı teslim aldı; esnaf
kepenk kapatıyor; sanayi kuruluşları kapanma tehlikesiyle karşı karşıyadır;
icradaki dosyalar dağ gibi yığılmıştır. İlimiz, her geçen gün, bir sosyal
patlamaya doğru adım adım gitmektedir. Bu vebali, bu hükümet taşıyamaz.
Değerli arkadaşlar, diğer taraftan, eğitim ve kültür açısından zaruret
haline gelen Ordu üniversitesinin de bir an evvel kurulması gerekmektedir.
Kalkınmada öncelikli illerdeki öğretim görevlilerine verilen ek tazminat,
ilimizde, fakülte ve yüksekokullarda görev yapan öğretim görevlilerine
verilmediğinden, fakülte ve yüksekokullarımızda öğretim görevlisi sıkıntısı
çekilmektedir.
Orduluların, sahil yolu problemi; Ordu havaalanı problemi vardır; bir
asrı aşkın zamandır İç Anadolu'ya bağlanma sevdası vardır; ama, bu problemlerin
tamamını unutturan, yatırımcıyı ve fındık üreticisini felçli yatağına düşüren
56 ve 57 nci hükümet uygulamalarının bir an evvel düzeltilmesi gerekmektedir.
Fındık üreticisi, buğday üreticisine...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Fatsa, toparlar mısınız efendim.
Buyurun.
EYÜP FATSA (Devamla) – Fındık üreticisi, buğday üreticisine yapılan kötü
sürprizle karşılaşmak istememektedir. Yeni sezon fındık fiyatlarının bir an
evvel belirlenmesi zaruret haline gelmiştir.
Ayrıca, Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca uygulanması gereken bölgesel
kalkınma projeleri de unutulmuştur. Bu unutulmuşluk, ilimiz insanlarının kaderi
değildir, olmamalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; saydığım bu problemlerin, hükümet
tarafından ciddiye alınacağı ümidiyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(FP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Fatsa.
Hükümet cevap verecek mi?.. Hayır, cevap vermiyorlar.
Gündemdışı üçüncü söz, Kırklareli'nin sorunları hakkında ve trafikle
ilgili olarak söz isteyen Ardahan Milletvekili Sayın Saffet Kaya'ya aittir.
Buyurun Sayın Kaya. (DYP sıralarından alkışlar)
3. – Ardahan Milletvekili Saffet
Kaya’nın, Kırklareli ve Trakya yöresindeki çiftçi, esnaf ve sanayicinin
sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması
SAFFET KAYA (Ardahan) – Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlarım; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli Meclis Başkanvekilimizin açış konuşmasında gündeme getirdiği ve
Meclisin dikkatine sunduğu olayda, acısını çileye çeviren, Bağdat Caddesinde
kızını trafik canavarına kurban veren baba Boray Uras, tam 18 gündür yollarda
ve Ankara'ya yaklaştığı haberleriyle birlikte, yarın Meclisimizi ziyaret
edecekler.
Baba Boray Uras, İstanbul-Ankara arasını -sizler de biliyorsunuz-
yürüyerek geliyor ve yarın Meclisin kapısına dayanacak; kamuoyundan destek
alarak, arkasına binlerce insanı katarak, sizlerin, Meclisin huzuruna, trafik
yasasının çıkması ve bazı düzenlemelerin yapılması noktasında, bu konuya -tüm
kamuoyunu yönlendirme aşamasında- tüm milletvekillerimizin, tüm Parlamentonun
sahip çıkmasını istiyor.
Bu vesileyle, ben, Doğru Yol Partisi adına, Kırklareli'nde ve Trakya
bölgesinde, esnafımıza, çiftçimize yaptığım ziyarette, oradaki esnafımıza,
tüccarımıza, sanayicimize söz vererek -Kırklarelimizin de çok değerli
milletvekilleri olmasına nazaran- sorunları hakkında söz almış bulunmaktayım.
Kırklareli'nde, gerçekten, cumhuriyet tarihinden bugüne kadar yaşanan en büyük
kriz yaşanmakta. Yalnızca, Kırklareli'nde değil, Trakya'da, Edirne'de,
Çanakkale'de, Balıkesir'de, çiftçi, çok ciddî sıkıntılarla karşı karşıya.
Trakya'da, bu manada, çiftçimizin, esnafımızın çektiği çile, gerçekten,
cumhuriyet tarihinden bugüne kadar çekmiş olduğu çilenin en acısı ve en
zorlusu. Bugün çiftçimiz, gerçekten, kan ağlıyor; çünkü, çiftçimiz diyor ki: Bu
hükümet, bize, buğday fiyatlarına yüzde 17 taban fiyatını reva gördü. Bizim
yüzde 17'yi kabul edebilmemiz mümkün değil; çünkü, zaten, durumumuz perişan.
Yüzde 17'yi kabul etmemiz mümkün değil; çünkü, gübre fiyatlarında yüzde 200
artış var. Yine, mazot fiyatlarında, akaryakıt fiyatlarında yüzde 200 artış
var. Çiftçimizin, buğday fiyatlarını, IMF'ye söz vererek, Toprak Mahsulleri
Ofisinin aldığı yaklaşık olarak 5 milyon ton buğdaya, hiç olmazsa, Ziraat
Odasının taban fiyat olarak belirlemiş olduğu, en düşük fiyat olarak 130 000
lirayı Anasol-M hükümeti, bugünkü hükümet kabul etseydi, daha da müreffeh bir
noktaya gelebilirdik, belki sıkıntılarımızı biraz daha giderebilirdik diye
feryatları var.
Buradan, huzurunuzda, yalnızca Kırklareli, Trakya değil, gerçekten, tüm
Türkiye'nin, buğdayla ilgili verilen fiyattaki huzursuzluğunu arz etmek
istiyorum Yüce Parlamentomuza. Yine, oradaki çiftçi, oradaki esnaf diyor ki:
Beş banka batarken 5 milyar dolar verildiğinde, 5 milyon ton buğdaya yüzde 30
zam verilseydi, hükümet, daha farklı olarak, yüzde 30'u fedakârlık yaparak bu çiftçiye
verseydi, 150 trilyon lira hükümetin bütçesinden çıkacaktı veya kaynak olarak
ayırmış olacaktı. Çitçiye 150 trilyon lirayı reva görmeyen hükümet, 57 nci
hükümet, maalesef, görüyoruz ki, beş bankanın 5 milyar doları battığında, 5
milyar doları, maalesef, beş banka patronuna vermekten acze düşmüyor ve
sevinerek verebiliyor.
Buradan, 57 nci hükümete, tekrar ve tekrar seslenmek istiyorum ve
diyorum ki: Bugünkü koşullarda çiftçimiz, esnafımız, tüccarımız, memurumuz,
gerçekten perişandır; cumhuriyet tarihinden bugüne kadar yaşanmış en büyük
sıkıntıyla karşı karşıyadır.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, yine, Kırklareli'nde şunu
söylüyorlar; Kırklareli'nde, vatandaşın hükümeti başarılı bulduğu yanlar da
var; o da şu: Hükümet üç konuda başarılı. Birincisi, bizlere cezaevinde koğuş
ayarladılar; bu sıkıntılara rağmen, borcunu ödeyemeyen çiftçilere bir koğuş
ihdas ettiler.
İkincisi, Bağ-Kurlu diyor ki, bugünkü hükümetin yanlış ekonomik
politikalarından dolayı, gerektiği zaman 10 milyonu, 100 milyonu ödeyemediğimiz
için, bize, yine, cezaevinde koğuş ayarladılar. Bu, Kırklareli'ndeki ve
Tekirdağ'daki vatandaşın, bize, bizzat söylediği ifadedir. Oraya giden
arkadaşlarımız varsa, oradaki vatandaşlarımızın sıkıntısını zaten çok iyi
biliyor.
Yine, bu hükümetin üçüncü başarısı olarak şunu diyor: Bize icra
daireleri açtılar; çünkü, çiftçi, esnaf borcunu ödeyemediği için, burada iki
tane icra müdürlüğü vardı, üçüncüsünü hükümet ihdas etti.
Evet, hükümetin bu manadaki başarısını böyle sıralamak lazım.
Kırklareli'nin talebi olarak, yine, bize iletilen notlarımda, Demirköy
ve Kofçaz İlçelerinde gölet sayısının artırılması var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MÜKERREM LEVENT (Niğde) – Sayın Başkan, Sayın Kaya üç aydan üç aya
Meclise geliyor, siz de gündemdışı söz veriyorsunuz.
BAŞKAN – Yoo, Sayın Kaya her dakika gelir, her 15 günde de söz ister.
SAFFET KAYA (Devamla) – Değerli arkadaşım, bir milletvekili olarak size
bu ifadenizi yakıştıramadım. Herhalde, siz, seçilmenin ulviyetini unutmuşsunuz.
Sizi uyarıyorum.
BAŞKAN – Biliyorsunuz, Sayın Kaya, aynı zamanda İdare Amirimiz.
Buyurun efendim.
SAFFET KAYA (Devamla) – Diğer şekliyle, herhalde arkadaşlar çok
rahatsızlar. Tabana çıkmaktan, halka inmekten, çiftçiye, esnafa gitmekten çok
rahatsızsınız.
BAŞKAN – Siz Genel Kurula hitap edin efendim.
SAFFET KAYA (Devamla) – O çiftçinin, o esnafın karşısına çıkamazsınız,
çıkamazsınız! Dikkat edin buna; çünkü, gerçekten, bu 57 nci hükümet, cumhuriyet
tarihinin en basiretsiz hükümetlerinden birisidir. Tekrar ifade ediyorum ki,
çiftçi perişandır, memur perişandır.
Ben, geliyorum, Kırklareli'ndeki vatandaşlarımdan aldığım bilgiyi arz
ediyorum. Burada, Demirköy ve Kofçaz İlçelerinde gölet sayısının artırılması
talebi var. Dereköy sınır kapısında, TIR trafiğinin açılması noktasında
talepleri var halkımızın ve organize sanayi sitesindeki fabrikalarımızın
faaliyete geçmesi noktasında, hükümetten destek bekliyorlar. Yine,
Kırklareli'nden bir haykırış var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, toparlıyorsunuz değil mi...
SAFFET KAYA (Devamla) – Sözlerimi tamamlıyorum.
O bölgenin coğrafyası gereği, hayvancılık ve çiftçilik, tarım sektörü
ciddî manada sıkıntılar içerisindedir. IMF'nin güdümünde olan bu uygulamaları
ve o bölgenin hakkının... Bugün, Amerika'da çiftçiye düşen pay 7 000 dolardır,
Avrupa Birliğinde 5 000 dolardır, bizde 150 dolardır. IMF politikalarını bir an
önce lağvedip, çiftçimizin ve esnafımızın sorunlarına, Kırklareli'nin
sorunlarına ve Trakya'nın sorunlarına gerçekten göğüs germek lazım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaya.
İHSAN ÇABUK (Ordu) – Kırklareli milletvekillerine sataştı.
BAŞKAN – Sataştı mı? Yok, belki sataşmadı da, Ardahan'dan gelip oraya
karıştı. Onu gördük efendim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Bir şey mi söyleyeceksiniz?.. Yerinizden efendim, buyurun.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Ardahan milletvekili
milletin vekilidir.
BAŞKAN – Ben de onu söyledim efendim. "Sataşma var" deyince,
onu ifade ettim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sadece Ardahan'ın değil, Türkiye'nin
geneliyle ilgili görev ve sorumluluğu vardır. Sadece bölgesel milletvekilliği
veya temsilciliği yeterli değildir.
BAŞKAN – Efendim, bendeniz de onun için söz verdim zaten. Ona muttali
olmasam, kalkıp da gündemdışı söz verecek halim yok.
NECDET TEKİN (Kırklareli) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun efendim.
NECDET TEKİN (Kırklareli) – Mikrofon açılmadı.
BAŞKAN – Bugünlerde elektronik cihaz biraz arızalı, açıl susam açıl
diyeceksiniz ona.
NECDET TEKİN (Kırklareli) – Sayın Başkan, Sayın Kaya'ya teşekkür ederim.
Ardahan'ın sorunları bitti demek istemiyorum. Kırklareli'nin sorunlarını
gündeme getirdi; ancak, bir tane eksik var. ("Duymuyoruz" sesleri)
BAŞKAN – Efendim, elektronik bu kadar. Bizi mahcup etmeyin. Açıldı
efendim. Açıl susam açıl diyecek dedik ya. Şifresi var...
NECDET TEKİN (Kırklareli) – Sözlerimi tekrarlamak istiyorum. Sayın
Kaya'ya çok teşekkür ederim. Kırklareli'nin sorunlarını gündeme getirdi. Bu
sorunlar, sadece Kırklareli'nin değil, ülkemizin temel sorunlarıdır. Ben demek
istemiyorum ki, Ardahan'da bu sorunlar yok; ama, yine de teşekkür ederim.
Sadece bir düzeltme yapmak istiyorum. Kırklareli, 315 000 nüfuslu, küçük
bir il. Bu sene 7 tane gölet yapıyoruz. Sırası gelmek üzeredir. Demirköy'deki
göletlerimizin bir kısmını temizleyeceğiz, 2 tane de ilave yapacağız. Çalışma o
yönlüdür.
İkinci söylemek istediğim -düzeltme değil- konu şudur: Büyük sanayi
sitesinde, yaklaşık 20'ye yakın fabrikamız çalışır hale gelmiş durumdadır;
ancak, ekonomik krizden dolayı, birkaç tanesinin gelişmeleri biraz aksadı.
Onları da takip ediyoruz.
Kendisine teşekkür ederim, sağ olsun.
BAŞKAN - Ben teşekkür ederim Sayın Tekin.
Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.
SAFFET KAYA (Ardahan) – Sayın Başkan, ben, çok kısa bir saptama
yapayım müsaade ederseniz.
BAŞKAN - Yapmayın efendim.
SAFFET KAYA (Ardahan) – Çok kısa...
BAŞKAN - Hayır, yapmayın; lütfen...
SAFFET KAYA (Ardahan) – Efendim, sataşma değil...
BAŞKAN - Sonra efendim, allahaşkına... Plana geçtim efendim.
SAFFET KAYA (Ardahan) – Sataşma değil ama, bakın bir şey
söyleyeceğim.
BAŞKAN – Buyurun.
SAFFET KAYA (Ardahan) – Ben, konuşmamda, bölge milletvekillerine
teşekkür ederek, onların bölgedeki duyarlılıklarını ifade ederek söyledim...
BAŞKAN - Sayın Tekin de öyle ifade etti, mikrofon açılmadığı için siz
duymadınız efendim.
SAFFET KAYA (Ardahan) – Halbuki, ben, Hocamı çok iyi tanırım, çok
saygı duyduğum bir insandır. Tekrar ifade edeyim...
BAŞKAN - Efendim, onu da söyledi.
SAFFET KAYA (Ardahan) – Bir yanlış anlaşılma olmasın diye tekrar
ifade ediyorum.
BAŞKAN - Hayır efendim, yanlış anlaşılma yok, biz anladık.
Teşekkür ediyoruz efendim.
Efendim, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının tümü üzerindeki
görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.
IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1. – Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci
Beş Yıllık (2001-2005) Kalkınma Planının Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/600) (S. Sayısı : 516) (1)
BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
Sayın milletvekilleri, bugün görüşülecek bölümleri arz ediyorum:
Yedinci Bölüm, bölgesel gelişme hedef ve politikaları; Sekizinci Bölüm,
sosyal ve ekonomik sektörlerle ilgili gelişme hedef ve politikaları; Dokuzuncu
Bölüm, kamu hizmetlerinde etkinliğin artırılması; Onuncu Bölüm, ekonomide
etkinliğin artırılması.
Sayın Bakan, hükümet adına konuşacak mısınız efendim?
SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Sonra
konuşacağım.
BAŞKAN - Öyle bir imkânımız yok.
SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Başta yaptık
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Başta yapıldı; ama, şimdi isterseniz, bölümün başında konuşabilirsiniz.
SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Sonunda cevap
vereceğim.
BAŞKAN – Öyle bir cevap hakkınız yok; ama, teşekkür konuşmasıyla
belki o olabilir. Artık, yarın sabahleyin o da; çünkü, 90 tane önergemiz var.
Söz alan üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum efendim. Gruplar adına,
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Isparta Milletvekili Sayın Ramazan Gül, Samsun
Milletvekili Sayın Kemal Kabataş; Anavatan Partisi Grubu adına, Balıkesir
Milletvekili Sayın Agâh Oktay Güner, İstanbul Milletvekili Sayın Aydın Ayaydın,
İstanbul Milletvekili Sayın Yılmaz Karakoyunlu, Ankara Milletvekili Sayın
Birkan Erdal; Demokratik Sol Parti Grubu adına, Bartın Milletvekili Sayın Cafer
Tufan Yazıcıoğlu, Sakarya Milletvekili Sayın Ramis Savaş; Fazilet Partisi Grubu
adına, Adana Milletvekili Sayın Ali Gören, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat
Ayhan, Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu, Manisa Milletvekili Sayın
Bülent Arınç; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın
Mehmet Arslan, Erzincan Milletvekili Sayın Mihrali Aksu, Gümüşhane Milletvekili
Sayın Bedri Yaşar, Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Doğru Yol Partisi Grubu
adına birinci konuşmayı Samsun Milletvekili Sayın Kemal Kabataş yapacaklar.
BAŞKAN – Efendim, oraya daha gelmedim. Müsaade ederseniz...
(1) – 516 S. Sayılı Basmayazı 25.6.2000
tarihli 118 inci Birleşim tutanağına eklidir.
Şahısları adına, Konya Milletvekili Veysel Candan, Sıvas Milletvekili
Cengiz Güleç, Adana Milletvekili Ali Tekin, Erzurum Milletvekili Aslan Polat,
Tokat Milletvekili Bekir Sobacı, Rize Milletvekili Ahmet Kabil, İstanbul
Milletvekili Bozkurt Yaşar Öztürk, Erzurum Milletvekili İsmail Köse söz
istemişlerdir. Malumunuz, bunlardan yalnızca iki kişiye söz verebileceğim.
Şimdi, görüşmelere başlıyoruz.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Kemal Kabataş.
Sayın Kabataş, 1 saat süre almışsınız; doğru mudur efendim?
KEMAL KABATAŞ (Samsun) – Evet Sayın Başkan.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Doğru Yol Partisi Grubu
adına ikinci konuşmacı Isparta Milletvekili Sayın Ramazan Gül, üçüncü
konuşmacımız da Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın.
BAŞKAN – O yoktu efendim... Bir dakika... Üçüncü konuşmacı, Aksaray
Milletvekili Murat Akın; tamam. Geri kalan süreyi, yarımşar saat olarak
böleceğiz -ona göre, bilesiniz- değil mi?
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Onlar kendi aralarında ayarlarlar.
BAŞKAN – Yok, ben yarım saat yapayım da efendim; ondan sonrası kolay.
Sayın Kabataş, buyurun efendim.
DYP GRUBU ADINA KEMAL KABATAŞ (Samsun) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında "İkinci
Bölüm" başlığı altında yer alan konulara ilişkin Doğru Yol Partisinin
görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, Yüce
Heyetinizi, partim ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün, Türkiye için 1960 sonrası dönemde
fevkalade önemli ve âdeta, Türkiye'nin 1960 sonrası ekonomik kalkınmasını,
ekonomi yönetimini, ülke ekonomisi yönetimini, büyümesini, bir şekilde,
ilkeleriyle, öncelikleriyle ve performans için ortaya koyduğu kriterlerle
yönetmeye çalıştığımız planlardan sekizincisini tartışıyoruz.
Gerçekten, 1961 sonrası dönemde, o yıllarda, kalkınma planları, planın
kalkınmaya bağlanması, planlı kalkınma meselesi, bütün dünyada güncelliği olan
bir konu. Türkiye de, ihtilal sonrası dönemde, Türkiye'nin ekonomik açıdan
yönetimini, kalkınmasını, büyümesini, geleceğini, planlı kalkınma ilkesine,
modeline oturtmuştur.
Hepimiz, 1960 sonrası dönemin ünlü karma ekonomi politikalarını yakından
hatırlıyoruz. Yani, bir tarafta devletçilik, bir tarafta özel teşebbüs olacak;
Plan, her şeyin yönlendiricisi olarak devlet açısından bağlayıcı, özel sektör
açısından da yönlendirici olacak. Bu politikalar, bu uygulamalar bugüne kadar
devam etmiştir. Sadece, dünyadaki ekonomik konjonktür değişmiştir.
Değerli milletvekilleri, 1960'lar sonrasının karma ekonomi sloganı,
1970'lerdeki uygulamada, ithal ikamesine dayalı, dışa kapalı, Türkiye'de,
Türkiye şartlarına uygun yeni bir tip, yeni bir model ithal ikamesine dayalı
sanayileşme modelini gündeme getirmiştir ve bu model içinde Türkiye pek çok
yatırım yapmış, belli sektörlerde ciddî korumalar yaratmış ve bir anlamda millî
sanayi yaratma hamlesini, aşamasını bir şekilde başarıya da ulaştırmıştır.
1980'ler dünyası dışa açılma ve Türk ekonomisini ihracat yoluyla, dış
ilişkilerdeki büyüme yoluyla büyütme ve dışa açma politikalarını öne
çıkarmıştır. Bütün bunlarda, plan hep vurgulayıcı olmuştur; ama, ekonomideki
genel yönelim, genel yöneliş, liberal, olabildiği kadar devletin müdahalesinden
arındırılmış bir yapıda yürütülmek istenmiştir.
1980 sonrası dönemde, 1990'lardan sonra, dünya yepyeni bir yörüngeye
oturmuş, dünyada artık globalleşme sürecinden, dünyada artık globalleşmenin
etkilerinden, globalleşen ve birbiriyle entegre olan dünyadaki yeni
gelişmelerden Türk ekonomi yönetimi, Türk plan yönetimi de etkilenmeye
başlamıştır; ancak, şunu biraz üzüntüyle vurgulamak istiyorum: 2000 yılında,
hâlâ, 1960'larda hazırladığımız planların modeli, genel yapısı, sistematiği
dışına çıkabiliyor değiliz. Merak ediyorum, dünyada bugün, Türkiye'dekine
benzer, kaç ülkede beşer yıllık planlar, bu planlarla bağlantılı yıllık
uygulama programları bu kadar yoğun bir yapıda uygulamaya konuluyor; ama, büyük
ölçüde de uygulanamıyor.
Değerli milletvekilleri, önümüzde bulunan plan metni, gerçekten, bugünün
çağdaş değerlerine; yani, insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasinin ortak
değerler olduğu hususuna vurgular yapıyor; bugünün dilini, terminolojisini
kullanıyor; bugünün değerlerinden plan metnine güzel vurgular yapıyor; ama, özü
itibariyle 1960'lardakinden çok değişmiş değil.
Plan metninde 2 088 tane paragraf var; bu paragraflar, Türkiye'nin
2001-2005 yılları arasında, Türkiye'deki ana konularda, ana sektörlerde, ana
stratejilerdeki ayrıntılı, irili ufaklı, öncelikli önceliksiz pek çok konunun
vurgusunu içeriyor.
Gerçekten, bu anlamda, 2000 yılının plan anlayışı bu mu olmalı; pek çoğu
temenniden ve tespitten ibaret olan, böylesine 2 088 adet paragrafta
vurgulanmış, öncelikleri ve sistematiği tartışmaya açık, kendi iç yapısı, iç
dengeleri yönünden tartışmaya açık bir metin mi olmalıydı, konusunu gerçekten
düşünmek durumundayız.
Benim temennim, bu yapıda, Türkiye'nin dokuzuncu plan hazırlamak
durumunda kalmamasıdır; çünkü, bu plan -bizim çok değerli yetişkin bir planlama
ekibimiz var- bu ekibin oluşturduğu ve pek çoğu temennilerden ibaret, kimin ne
şekilde uygulayacağı, kimin hangi takvim içerisinde uygulayacağı belli olmayan
ilkeler, temenniler, iyi niyetler setinden ibaret. Oysa, Türkiye'nin,
gerçekten, 2000 yılının değerlerine uygun, yeni stratejilere, yeni önceliklere,
yeni vurgulara ve bu vurgular içerisinde de ciddî iç tutarlılığı olan
düzenlemelere ihtiyacı var. Getirilen metin, bu düzenlemelerden yoksun, çok iyi
ve resmî bir dille anlatılmış, dünkü sorunların envanteri, sıralanması, yarına
ilişkin sorunların da değerlendirilmesi ve bir şekilde -yönlendirici olmamak anlamında-
tespit ve ileride yapılabilecek değerlendirmelerde de birer referans olması
anlamında bir değer taşıyor; yani, şunu, öncelikle vurgulamak istiyorum:
Değerli arkadaşlarım, bugün, planı hazırlayan arkadaşlarımıza bile
"Türkiye'nin her sektöründeki önceliklerden öncelikli 10 tane konusu ve
çözümü nedir" sorusuna, bu geliştirilmiş metinde, 2 088 paragraftan oluşan
metinde yer yok. Oysa, Türkiye, artık,
önceliklerini çok fazla detaylandırmadan ortaya koymak, bunları programlamak,
genel yönelişini, çağdaki aradığı yeri bulma çabasını bunlara göre yönlendirmek
zorunda. Plan, bu anlamda, bize, bir
açılım, bir vurgulama, guidance
(yönetme) görevi, maalesef, icra etmiyor.
Değerli arkadaşlarım, planın çeşitli bölümlerine bakarken, benim ilgimi
çeken birkaç noktaya, daha önceki konuşmalarda değinildi; ama, ben de özetle
değinmek istiyorum; çünkü, Sekizinci Planın çok önemli bir noktası, 2001-2005
dönemini yönetirken, 2001-2005 döneminin öncelik setlerini, temennilerini,
vurgularını belirlerken; aynı zamanda, bir önceki planla ilgili, geçerli,
doğru, objektif değerlendirmeler de yapmış olmasıdır. Planı, dört sene sonra
konuşursanız, bunlar, güncel olmaktan çıkar; ama, 2001 yılını konuşuyorsanız,
2000 yılının gelişmeleri, 2000'den önceki beş yıllık gelişmeler, bugün, çok
taze, çok yeni verilerle değerlendirilmiş vaziyette. Bunlara baktığımda, şunu
görüyorum: Planda, 1996-2000 döneminin değerlendirmeleri, oldukça objektif,
doğru ve yerinde tespitlerle ortaya konulmuş; Türkiye'nin, 2000 yılı dahil,
geçmişte kalan beş yıllık ekonomik uygulamalarının, politika uygulamalarının
bir eleştirisi, bir değerlendirilmesi verilmiş.
Değerli milletvekilleri, buradan, 2001 yılı uygulamalarına geçmek için
bir, iki örnek vermek istiyorum: 1994'te, Türkiye'nin yaşadığı malî krizi, hep
beraber hatırlıyoruz; ama, bu krizin özelliği şudur: Bu kriz, aşağı yukarı üç
mevsimlik bir dönemde kontrol altına alınabilmiştir. 1994'ün ilk aylarında
döviz piyasalarında başlayan kriz, 1994'ün sonbaharında aşağı yukarı kontrol
altına alınmıştır.
Türkiye, 1995 yılından itibaren, normal seyrinde, normal trendine uygun
olarak, büyüyen, gelişen, dışa açık yapısında hiçbir sorunu olmayan bir ülke
haline gelmiştir. 1994'te alınan tedbirler doğrudur, 1994 sonrası uygulamalar
doğrudur. Bu, 1995, 1996 ve kısmen de 1997'de devam etmiştir.
1995'te, baktığınızda, Türkiye'nin yüzde 6'lık, gerçekten herkesi şoke
eden küçülmesinden sonra, yüzde 8,3'lük bir büyümesi vardı. Bu büyüme 1996'da
da devam etmiş ve iki yılın ortalama büyüme rakamı 7,7 gibi, son yılların rekor
denebilecek bir büyüme büyüklüğüne, yüzdesine ulaşmıştır; ancak, bu, sadece tek
kalemden ibaret olumlu bir gelişme değildir; aynı şekilde, ihracat yüzde
10,2'lik bir artış göstermiştir, ödemeler dengesinde sorun yoktur, kamu
dengesinde, bütçe açığının millî gelire oranı yüzde 4'ler seviyesine
çekilebilmiştir; yani, Türkiye'de, hem üretim hem kalkınma hem büyüme hem
dışticaret hem kamu dengeleri, yerli yerine oturan bir trendin içerisine,
sağlıklı bir gelişme trendinin içerisine girmiştir.
Değerli milletvekilleri, 1997 ortalarından itibaren, hükümet
değişikliğiyle birlikte, Türkiye'deki ekonomik politikalar ve uygulamalar, o
günden bu yana ve bugünden itibaren de, 2000 yılı ortalarından itibaren de
benzer bir yapı içerisinde sürüp gitmektedir. Nedir yapılanlar? Bunları
hatırlamakta yarar var.
1997 ortalarından itibaren, hükümet, bugün yaptığının tersine, hızla,
bilinen tüm KİT ürünlerine inanılmaz ölçüde zamlar yapmıştır ve enflasyon yüzde
99'lara çekilmiştir. İddia şudur: Önce yükseltelim, sonra aşağıya çekeriz;
yani, hükümet, kamudaki tüm finansman açığını, ihtiyacını, KİT zamları yoluyla,
vergiler yoluyla, kontrol altına almaya çalışmıştır. Bu trend, 1998'de devam
etmiş, 1998 yazında, tüm ekonomik beklentileri altüst eden ünlü vergi düzenlemeleri
gelmiştir.
Şimdi, bu iki strateji doğru idiyse, bugün de bunların sürdürülmesi
lazımdı; ama, bu iki stratejinin yanlış olduğu kanaatindedir bugünkü hükümet.
Ne yapmaktadır: 2000 yılındaki KİT zamlarını, hedeflenen enflasyon oranına
endekslemiştir, KİT'lerin maliyetleri ile fiyat artışları arasındaki ilişkiyi
koparmış, KİT'leri zarar üreten merkezler haline getirmiştir. Vergide geri adım
atma düzenlemelerini hep beraber yaşadık. Bunun da, bu anlayışın da bir çıkar
yol olmadığı konusunda, ortada, açık ve net bir tablo vardır.
Değerli milletvekilleri, tabiî, bu programa nasıl gelindiğine, 2001
yılında yürürlüğe girecek Sekizinci Plan hazırlıklarına nasıl gelindiğine
işaret etmek anlamında şuna da bakmamız lazım: Türkiye, 1998 yılı yaz
ortalarından itibaren, IMF'ye, bugünkü programın ana unsurlarını oluşturan, bir
yakın gözetim anlaşmasını -staff monitaring agreement diye anlatılan ve bugünkü
politikaların esasını teşkil eden politikalar setini- IMF tarafından, tek
taraflı olarak izlenmek ve üç aylık değerlendirmelerle ortaya konulmak üzere
yürürlüğe koymuştur; ama, maalesef, enflasyonu düşürme, Türkiye'yi daha düzenli
bir yapıda büyütme hedefine dayalı bu programdan hiçbir sonuç alınamamıştır. Bu
program, bir şekilde uygulanmış ve 1999 yılı başından itibaren, 1999 yılı ekim
ve kasım ayından itibaren, bugün bildiğimiz, çok ünlü –artık, IMF'nin, dünyada
da örnek göstermeye çalıştığı– stand - by anlaşması imzalanmıştır. Stand - by
anlaşması, daha birinci yılının yarısındadır ve beş yıllık bir dönemi içerecek,
2005 yılına kadar sürecek programın, bizim resmî programımızın, bizim
Parlamentonun onayından geçen beş yıllık planımızın iki yıllık bölümü, stand-by
anlaşması içinde formüle edilen ve şu anda bütün şiddetiyle uygulanmakta olan
programın ilkelerini içermektedir. Yani, beş yılın iki yılında, IMF'nin ve IMF
yönetiminin açık ve net iddiaları ve programı vardır.
Bunun anlamı nedir, değerli milletvekilleri; pek çok defa konuşuldu;
ama, ana vurgularına ben de işaret etmek istiyorum. IMF, 1998'den itibaren
başlattığı programda ne diyor; diyor ki, Türkiye, enflasyonda bu büyüklüklerle
ayakta kalamaz. Yüzde 70-80 ortalama enflasyon, Türkiye'yi, gerçekten, ekonomik
yönden büyük bir çıkmazın içine itme riski taşımaktadır. Bu doğru bir
tespittir; biz, bu doğru tespite katılıyoruz; ama, bu tespitle beraber
getirilmiş politikalar vardır, dayatmalar vardır. Bunlar nedir –bu bir model,
Güney Amerika ülkelerinde uygulanmış– enflasyon, üç yıllık bir dönemde tek
haneli rakamlara inecektir. Ne olacaktır; yüzde 10'un altına inecektir. Peki,
bu üç yıllık perspektifte 2000 yılının hedefi nedir; yüzde 25 TÜFE enflasyonu
(tüketici fiyatları enflasyonu), yüzde 20 de TEFE enflasyonu (toptan eşya
fiyatları enflasyonu.)
Değerli arkadaşlarım, tabiî, bu ana tespite dayalı alt tespitler var.
Buna bağlı olarak, Merkez Bankası Başkanı, 2000 yılı kur artışını yüzde 18,3
olarak ilan etmiştir. Buna bağlı olarak, gelir politikaları tespit edilmiştir.
Ne yapılmıştır; tarımda yaşadığımız büyük yangının, büyük feryadın, büyük
acının uç noktası, kökü burasıdır; Hükümet, açık ve resmî beyanlarıyla,
imzasıyla, bu gelir politikaları tanımında, tarımdaki 2000 yılı fiyat
artışlarını –destekleme kapsamında olsun veya olmasın– bütün ürünlerde yüzde
25'le sınırlamıştır. Hükümet bununla da yetinmemiştir, KİT zamlarını yüzde 25'e
endekslemiştir; bununla da yetinmemiştir, gayrimenkul sahiplerinin kira
gelirlerini yüzde 25'e endekslemiştir; bu, kesin bir inancın, kesin bir
dayatmanın, kesin bir iddianın kanıtı olarak ortaya konulmuştur. Denilmiştir
ki: "Bu program, bütün bu yüzdelerle beraber uygulanacak ve inandırıcı bir
yapı oluşturacak, güven oluşturacak; Türkiye de bu enflasyon meselesini böylece
çözecek." Bakın, aşağı yukarı beş aylık dönem geride kaldı. Gerçekten, bu
noktada mıyız, değil miyiz; bu rakamlar kendi içinde tutarlı mı, değil mi
değerli milletvekilleri? Bunu, milletin vekilleri olarak her birimizin
kendimize ve etrafımızda bu işte sorumluluk taşıyan herkese sorma
yükümlülüğümüz var; çünkü, bu yüzdeler, magic dediğimiz, böyle olağanüstü
anlatımlarla ortaya konulan yüzdeler, sistemi tanımlıyor. Bu yüzdelerin bugün
itibariyle geçerli olup olmadığına hep birlikte bakmak zorundayız. Değerli
milletvekilleri, bunlara bakmazsak, bunların sonuçları, inanılmaz ölçüde, ülke
için, hepimiz için rahatsızlık yaratıcı, geleceğimizi karartıcı bir tablo
ortaya çıkarabilir.
Nedir olay; beş aylık enflasyon, yüzde 18,3 toptan eşyada; 17,1 tüketici
fiyatlarında. Yıl için hedefimiz nedir değerli milletvekilleri; 18 dediğimiz
rakam için yüzde 20; 17,1 dediğimiz rakam için de yüzde 25. Arada daha yedi
ayımız var. Yedi aylık dönemde, herhalde, hiç kimsenin, aritmetik olarak 18,1
rakamının yüzde 20'de kalacağına, yani, sadece yedi ayda enflasyonun Türkiye'de
yüzde 1,9 artacağına, diğerinin de yedi ayda yüzde 8 seviyesinde kalacağına
inanması mümkün değil. Eğer, buna inanıyorsak, bu, birbiriyle bağlantılı
yüzdeler geçerli demektir; ama, yıl bazında bunlara bakıyoruz değerli
milletvekilleri; tüketici fiyatları yüzde 62,7; yani, bu rakam yüzde 25'e
inecek yedi aylık dönemde ve toptan fiyatlarda yüzde 59; bu da yüzde 20'ye
inecek. Önümüzde sadece yedi ay var.
O halde, bundan çıkan sonuç şu: Kesinlikle, bu hedeflerin dışında
kalacağız, üstünde kalacağız. Peki, üstünde kalırsak, ne olacak? Bunu, ben
vermiyorum; dünyanın en saygın uluslararası rating kuruluşu S&P'nin
(Standard and Poor's) verdiği rakam, 2000 yılı için, enflasyonda yüzde 50,
IMF'nin verdiği rakam da, yüzde 46,5 değerli arkadaşlarım. Eğer, biz, yüzde 20
hedefine göre, her şeyi ortaya koyuyor, ölçüyorsak ve gerçek rakam yüzde 45-46 oluyorsa, o zaman, bütün diğer
yüzdeler tartışılabilir, irdelenebilir bir noktaya geliyor demektir.
Peki, bunların sonuçları ne olacaktır? Teker teker bakalım. Evet, bir
ülkede kur artışı yüzde 18,3 olur, enflasyon artışı yüzde 45 olursa değerli
arkadaşlarım, Türk parasındaki yüzde 20-25'lik aşırı değerleme, Türkiye'nin
ödemeler dengesini mahveder. Maalesef, bunun işaretleri var. İkibuçuk aylık,
bizim, carî denge açığı dediğimiz açık, ödemeler dengesinin en önemli
kalemindeki açık, 2,5 milyar dolar.
Değerli arkadaşlarım, yakın tarihimizde değil, hiçbir zaman, Türkiye'nin
dış ödemeler dengesinde üç aylık carî açığı 2,5 milyar dolar olmamış. Bugüne
kadar, kriz dönemleri dahil, 1993-1994 dahil, açığın gelebildiği en üst nokta
1,3 milyar dolar. Türkiye, ayda, ortalama 1,6-1,7 dışticaret açığı veriyor,
ayda 1 milyar dolar düzeyinde de carî açığı var. Bunun anlamı şu: Türkiye, 2000
yılında, bu kur politikasıyla; yani,
sizin kur politikanız resmî olarak Merkez Bankasının yönetiminde yıllık
18,3'te, artışla kalacak, enflasyonunuz 45 olacaksa, ödemeler dengesindeki
riski hesaplamanız lazım. Ödemeler dengesindeki risk ne demek; ihracatınız
daralıyor demek değerli arkadaşlarım. İhracatınız yüzde 1,3 daralmış. İhracatın
daralması ekonomide büyüme yok demek. İhracatın daralması, ödemeler dengesinin
büyük risk altına girmesi demek. Buna karşılık neyimiz artıyor; ihracatımız
artmıyor, ithalatımız artıyor. Üç aylık ithalattaki artışımız, yüzde 40.
Dengede de üç aylık artışımız, açıktaki artışımız, 4,5 milyar dolar. Yani, 2000
yılı sonunda bu trend devam ederse, tedbir almazsak, 18-20 milyar dolarlık
dışticaret açığımız olacak, 10-12 milyar dolar düzeyinde de cari açığımız
olacak. Türkiye'nin, bu düzeyde açığı, dış dengede bu düzeyde bir açığı
taşıması mümkün değil.
Peki, faizde ne yapıyoruz; faizde benzer yaklaşımımız var. Büyük bir
şölenle ilan ettiğimiz faiz düşüşleri doğrudur. Faizin, bütçe üzerindeki
dengesini önemli ölçüde düzeltiği doğrudur; ama, faiz, sadece bütçeye yük
getiren bir unsur değil; ekonomide en temel enstrümanlardan birisidir. Gayet
tabiî ki, bu faizler bu düzeyde olursa, dayanıklı tüketim malları, otomotiv
ithalatı artar, kuyruklar oluşur; ama, ekonomi büyümez. Bu faizlerle, negatife
yaklaşmış bu faizlerle, Türk insanının ortalama tasarrufu 4-5 milyar dolar
olanın gözü, kur nedeniyle ucuzlatılmış otomobil ithalatında olur. Bunu,
sağlıklı bir gelişme diye kabul etmek mümkün mü; değil. Türkiye büyümek
zorunda. Türkiye'nin büyümemesi, işsizliğin artması demek. Türkiye'nin
ihracatının artmaması demek, Türkiye'nin ödemeler dengesinde ciddî sorunlar
yaşaması demek. Türkiye'de turizm gelirinin 2000 yılında 6 milyar yerine, 8
milyar dolar olması, 10 milyar dolar açık karşısında hiçbir şey ifade etmez
değerli milletvekilleri.
Peki, tarımda ne yapıyoruz; ifade ettim, bu müthiş gelir politikası,
yani yüzde 25 enflasyon olacak politikası, tarımda çalışan 30 milyon insanı
ezmiştir değerli arkadaşlarım. Bakın, ezmeye de devam edecektir. Bu program
devam ederse, 2001 yılında tarımdaki fiyat artışları yüzde 15'te kalacaktır.
Hükümetin, IMF ile imzaladığı sözleşmede, açık ve net taahhüdü budur. Ne
olmuştur 2000 yılında; tütündeki artış yüzde 25, buğdaydaki yüzde 24, çaydaki
yüzde 25 -devam ediyor- ayçiçeğinde yüzde 25 olacaktır, fındıkta budur, pamukta
budur, incirde budur, üzümde budur.
Değerli arkadaşlarım, peki, 2000 yılında devlet tarafından alımı söz
konusu olan bu ürünlerde üreticinin maliyeti ne olmuştur; devletin resmî
rakamlarına göre, yüzde 70'tir. Üretici maliyetinde ortalama yüzde 70 artış
olan çiftçi, 2000 yılında bu ürünlerden elde etttiği artışın yüzde 25'in
altında kaldığını görmüştür. 70 ile 25 arasındaki fark, tüketicinin cebinden
alınmıştır ve vergidir bunun adı.
Peki, bu yüzde 25 ile 70 arasındaki farkı bu yıl aldık. Bu yılki
enflasyon yüzde 45 olacak değerli arkadaşlarım. 2000 yılında, hükümet, çiftçiye
vereceği artışı ilan etmiş durumda, yüzde 15. Yüzde 15 ile 45 arasındaki farkı,
yüzde 30'u da 2001 yılında alacağız.
Peki, ne olacak; bu politikayla enflasyonu düşüreceğiz diyoruz;
enflasyon düşmüyor. Niye düşmüyor; çünkü, Türkiye'deki 30 milyon çiftçinin,
üreticinin millî gelirden aldığı pay yüzde 12'dir değerli arkadaşlarım. Siz,
eğer satın alma gücünü kısacaksanız, insanları fakirleştirecekseniz, fakirler
içinde en fakir kesimden başlamayın kesmeye; çünkü, çiftçinin gelirini keserek
Türkiye'deki satın alma gücünü düşürme ve enflasyonu aşağıya çekme yaklaşımı,
öncelikleri itibariyle yanlış bir yaklaşımdır. Çiftçinin gelirinden yüzde 45
alıyorsanız birinci yılda, ikinci yılda da yüzde 30 alıyorsanız, Türkiye'de
çiftçiyi üretemez, Türkiye'de çiftçiyi perişan, Türkiye'de çiftçiyi sefil hale
getirirsiniz.
Bu ülkede yaşayan 100 insandan 45'inin ekonomik şartlar itibariyle bu
noktaya taşınmasını, siyaset olarak, siyasetçi olarak hiç kimse, kalkıp, burada
savunamaz. Biz, istikrara karşı değiliz; ama, yapılan iş, ortada oynanan oyun
yanlıştır değerli arkadaşlarım.
Şimdi, tarımda bu böyle, çalışanların durumu daha da zorda. Onların da,
emeklilerin, memurların artışları da yüzde 25'e endekslenmiş; ama, orada hiç
değilse bir küçük düzeltme için bir marj bırakılmış. Enflasyon bu oranları
aşarsa, aradaki farkı öderiz diyoruz. Gerçekten de ödeme hazırlıkları devam
ediyor. Burada yumuşatılmış bir düzenleme söz konusu; ama, hepiniz,
etrafınızda, çoğu akrabanız, yakınınız olan emeklilerin halini görüyorsunuz,
çalışanların halini görüyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla, 2001-2005 arasını planlamak üzere
ortaya koyduğumuz bu metnin iki yıllık dönemi -2001, 2002 ve kısmen 2003 yılı-
üç yıllık dönemi, Türkiye'de ekonomiyi ne hale getireceğini izah etmeye
çalıştım. Bakınız bu üç yıllık dönemin sonunda ortaya çıkan tabloyu bu plan, bu
kadar geniş, 2 088 paragraf içeren bu metin, tartışmıyor değerli arkadaşlarım;
hiçbir yorumu yok. IMF'nin kur politikasını, IMF'nin gelir politikasını,
IMF'nin kamu dengesi politikasını, IMF'nin vergi politikasını satır satır aynen
benimsemiş durumda. Bunu ciddiyetle bağdaştırmak mümkün değil değerli
arkadaşlarım; çünkü, IMF'nin programının uygulanabilirliği, geçerliliği ve
hedeflediği sonuca ulaşabilirliği tartışmalı. Plan, daha geniş bir perspektife,
daha doğru bir stratejiye oturtulmak zorundadır. Eleştiri olarak, bu noktaya
dikkatinizi çekmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, 2001 yılında yürürlüğe koyacağımız Sekizinci Beş
Yıllık Plan, bir başka açıdan da çok özel bir dönemde hazırlanmış bir plan. Bu
özel dönem de, 10-11 Aralık 1999 tarihinde Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle
ilişkilerinde başlattığı yeni dönemdir. Hiç şüpheniz olmasın ki, doğru
hazırlanmış bir plan, beş yıllık plan, Türkiye'nin tam adaylık statüsüne
kavuştuğu 10-11 Aralık 1999 Helsinki Zirvesinde alınan kararlara göre,
Türkiye'yi Avrupa Birliği tam üyeliğine hazırlama, bu uyumu sağlama,
gerçekleştirme planı olmak zorunda idi; bunda hiç tartışma yok. Eğer mantıklı
düşünüyorsanız, rasyonel düşünüyorsanız, Türkiye, önünde bir hedefi
tutmaktadır. Bu hedefin kaç yıllık bir perspektifte gerçekleşeceği belirli
değildir. 10-11 Aralık 1999 tarihinden itibaren, Türkiye, Avrupa Birliğine tam
aday ülke statüsünü kazanmıştır. Bu ne demektir; Türkiye, bundan böyle, Avrupa
Birliğine üye ülkelerin, genişleme sürecindeki ülkelerin tüm hak ve
imtiyazlarından yararlanma konumuna getirilmiştir. Çok önemli bir olaydır ve
Türkiye'nin hedefi, çok kısa sürede, Avrupa Birliği tam üyeliğine geçişin
şartlarını, kriterlerini kazanmaktır. Bir şeyi planlamak için önünüzde bundan
daha iyi bir hedef olamaz. Çağdaşlaşmanın hedefi bu, büyümenin hedefi bu ve
medenî olmanın hedefi bu; çünkü, dünyanın en gelişmiş, en yüksek standartlarını
haiz topluluğu, en büyük ekonomik topluluğu "buyurun hazırlığınızı yapın,
sizi tam üye olarak kabul etmeye karar verdik" mesajıyla size bir statü
kazandırıyor. Evet, Türkiye'nin Sekizinci Beş Yıllık Planının bu hedefe göre
hazırlanması ve bu planın ana omurgası, 2000 yılından itibaren, Türkiye'yi,
Avrupa Birliğine tam üye yapma stratejilerine, önceliklerine, normlarına,
kriterlerine uygun şekilde yönetme ve bunu planlama, bunu stratejik olarak
ortaya koyma hedefine dayanmalıdır; bu yok değerli arkadaşlarım planda. Akla
gelen gelmeyen binlerce temenniden ibaret bir plan; ama, 2000 yılından
itibaren, Türkiye'yi Avrupa Birliğine tam üyeliğe hazırlayacak bir içerikte
değildir değerli arkadaşlarım. Bu, çok önemli bir fırsattı, bunu yapmadık.
Bakınız, iki gün önce burada konuşuldu, konuşulmaya da devam edilecek;
Türkiye, Aralık 1999'dan Haziran 2000'e kadar, ancak 5-6 maddelik, Türkiye'nin
şartlarına hiç de uygun olmayan, hiçbir şekilde Türkiye'nin meydan okuma
iradesine, tarzına, tavrına uymayan bir genel sekreterlik oluşturma yarışına
girdi. Maalesef, kurumlararası çekişme sürecinden Türkiye'yi daha büyük
açılımlara taşıyamıyoruz; Başbakanlığa bağlı, Dışişlerinin yönetiminde,
güdümünde bir genel sekreterlik kurarak, bu büyük hedefe ulaşacağız diyoruz.
Plan, sadece bu kadarını içeriyor değerli arkadaşlarım. Oysa, bakınız,
Türkiye, bugün, gerçekten -ben, bunu eleştiri olarak söylemiyorum- IMF, Dünya
Bankası mihveri etrafında büyük bunalım yaşıyor. IMF'nin, 3 yıllık -biraz önce
ifade ettiğim- ağır fedakârlıklar getiren program karşısında Türkiye'ye
verebildiği, sadece 4 milyar dolar. Evet, bu kredi değil, sadece, ödemeler
desteği değerli arkadaşlarım; yani, Merkez Bankasının rezerve ihtiyacı olursa,
bu hesaptan 4 milyar dolar kullanabilme imkânı, kredi değil.
Her sektörde bizi darboğaza sokan Dünya Bankasının kullandırmaya
çalıştığı, sözde, ekonomik reformu destekleme paketi için verdiği destek, şu
ana kadar 750 milyon dolar; daha 250 milyon dolarını kullanamadık. Oysa, bizim
hedeflediğimiz Avrupa Birliğinde, konuşulan rakamlar, gerçekten bizim
rüyalarımızı süsleyecek büyüklükte. Türkiye'yle tam üyelik yarışına girmiş,
genişleme sürecinde tam üyeliğe aday ülke statüsü kazanmış 6 ülke için Avrupa
Birliğinin 2000 yılında ortaya koyduğu plan, 2,2 milyar euroluk birinci seri
destek, peşinden de 8,5 milyar euroluk kredi değerli arkadaşlarım.
Buradan, şuraya gelmek istiyorum: Türkiye, stratejik olarak, bir önemli
yanlışın içinde. Avrupa Birliği tam üyeliğini hedef almak, artık,
vargeçemeyeceğimiz, erteleyemeceğimiz bir hedef; ama, Avrupa Birliğiyle
ilişkilerimiz, gerçek anlamda yönetilmiyor. Bunu yönetmek ve Avrupa
Birliğinden, bu dönüşüm karşılığında, Türk ekonomisini, Türk sistemini, bir
ortak üyelik statüsüne taşırken alacağınız fonları, dev kaynakları doğru
hesaplamak zorundasınız. Bu ilişki, çok büyük ölçüde bir ekonomik ilişki; bu
ilişki, çok büyük ölçüde bir malî ilişki. Buna dair, hükümetin önünde ve plan
çerçevesinde ortaya konulabilmiş tek somut bir çalışma yok.
Geleneksel olarak, bu işin merkezinde bulunmuş olan Devlet Planlama
Teşkilatımız, bugün, sadece, başka bir kurumun koordine edeceği bir kurum
statüsüne dönüştürülüyor. O zaman, benim, şunu sormaya hakkım var: Türkiye'de,
her biri birer köy görüntüsünde olan 3 227 mahallî idarenin, belediyenin
altyapı ihtiyacı için fonu nereden bulacaksınız; ekonomik dönüşümün esası olan
altyapıyı, size kim hazırlayacak?! Evet, bu bölgeye, bir birliğe ortak
olacaksanız, işte, bu birlikten alacaksınız. Siz bir adım atacaksınız, doğru ve
zamanında adım atacaksınız; karşılığında, destek alacaksınız. Türkiye, bu
hazırlığı yapıyor mu? Değerli arkadaşlarım, Türkiye, bu hazırlığı yapamıyor;
ama, yapmak zorunda.
İşte, plan, bütün bunlar için, gerekirse emredici, gerekirse zorlayıcı
hükümler içermek zorunda. Türkiye, tarihinin hiçbir döneminde, bu kadar
stratejik, bu kadar önemli, bu kadar vazgeçilmez bir tabloyla karşı karşıya
gelmedi; ama, çok üzülerek ifade etmek istiyorum; hükümet, olayı, sadece, bu
aile fotoğrafında bir karenin içinde yer almak kadar yüzeysel görüyor. Buna
tepki göstermek ve bu meseleyi Türkiye'nin birinci derecede gündemine taşımak,
hepimizin görevi değerli arkadaşlarım. Biz ne yapıyoruz burada, neler
yapıyoruz, gece saat 12.00'lere kadar çalışıyoruz. Kaç tane Avrupa Birliği
bağlantılı gündem maddemiz var? Benim hatırladığım, ekspres, sadece, buradan
bir şeyi geçirdik; Gümrük Kanununu -hazırlıkları bitmiş bir kanunu- gümrük
birliğiyle uyum anlamında bir iki küçük düzenleme daha var, şimdi de bu
muhteşem genel sekreterliği geçiriyoruz.
Değerli arkadaşlarım, soruyorum, Türkiye'de, KOBİ dediğimiz 4 milyon
adet küçük işletme var. Bu küçük işletmelere, Avrupa'nın milyar dolarlık
fonlarından, kim, hangi kaynağı getirecek, var mı bir hazırlık? Soruyorum,
kendi bölgenizde, yani 10 kişiye, 20 kişiye, 50 kişiye ekmek veren, işveren
konumundaki küçük işletmeci, Avrupa Birliğine hangi kanalları kullanarak
erişecek, bir hesabı var mı Türkiye'nin? Yok değerli arkadaşlarım.
Türkiye, bu işin yönetiminde, inanılmaz bir kargaşayı yaşıyor; ama,
planda, bu kanalları açacak, Türkiye'yi bu büyük değişime, büyük kaynakları
kullanmaya, büyük bir ekonomik kurumla, birimle, entegrasyonla birleştirmeye
yönelik, maalesef hiçbir önemli vurgu yok, hiçbir önemli tespit yok, hiçbir
önemli strateji yok. (DYP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, plan üzerinde konuşmayı düşündüğüm bölümle ilgili
değerlendirmelerime biraz az zaman kaldı; ama, bu konu, gerçekten önemli.
Türkiye'nin, 2000 yılı ortalarında, IMF, Dünya Bankası eksenindeki sorunlarını
ve Türkiye'nin gelecekte çıkış noktası olacak Avrupa Birliği üyeliği meselesini
birlikte değerlendirmeden ve bu planla beraber ortaya koymadan, yaptığımız her
değerlendirme yanlış değerli arkadaşlarım. Planı, biz, on ayrı versiyonda
çıkarırız, hiç önemli değil; ama, önceliklerimiz ne, stratejilerimiz ne,
bunlara bakmak zorundayız.
Şimdi, Türkiye'nin gündeminde, planın da gündeminde gayet iyi ifade
edilmiş, kamuda yeniden yapılanma meselesi var değerli arkadaşlarım. Bu olay
da, Avrupa Birliği meselesinin, Avrupa Birliğiyle paralel düşünme meselesinin,
üyelikle paralel düşünme meselesinin vazgeçilmez bir unsuru.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, ekonomik aktivitenin ve ekonomideki
payın yaklaşık yüzde 50'si kamuya ait; hepimizi çıldırtan, hepimizi bizar eden,
hepimizi, gerçekten, şikâyet eder konuma getiren kamuya ait. Kamu, gerçekten,
Türkiye'de küçülme değil, büyüme trendini devam ettiriyor; Kadrolarıyla
büyüyor, teşkilatlarıyla büyüyor, verimsizliğiyle büyüyor.
Kamuda küçültme, kamuyu yeniden yapılandırma adı altında, ben, hükümete
ve bugünkü yönetimin sorumluluğunu taşıyanlara sormak istiyorum, gerçekten,
kamuyu nasıl küçülteceğiz, buradaki planınız nedir ve bu planda, bu konuda
uygulanabilir olmak anlamında, gerçekten ne vardır? Temenniler vardır
arkadaşlarım. Ben söyleyeyim, bugün, biz, kamuyu küçültme politikası olarak ne
koyduk ortaya? Özelleştirme koyduk değerli arkadaşlarım. Ne yapıyoruz?
Türkiye'de değeri olduğunu; yani, satarsak birazcık bize destek sağlayacağını
düşündüğümüz herşeyi satışa çıkardık; güzel. Peki, ben, karşılığında şunu soruyorum:
Türkiye'de zarar eden, senede 300 trilyon, 500 trilyon zarar eden kurumların
yeniden yapılandırılması için hangi hazırlık içindeyiz değerli arkadaşlarım?
Senede 300 trilyon zarar eden Devlet Demir Yollarını, Taşkömürü Kurumunu,
Toprak Mahsulleri Ofisini, Şeker Şirketini büyük zararlardan kurtaracak hangi
planınız var?
Biz, devletin verimli asetlerini, verimli kurumlarını olur olmaz
iddialarla, çeşitli sıkıntılarla satmaya devam ediyoruz. Hükümette ortaya
koyabildiğimiz, hükümet olarak tek strateji bu, özelleştirme. Devleti
küçültüyoruz; ama, devletteki verimsizliği, devletteki zarar yaratma
sistematiğini, zarar yaratan merkezleri düzeltme yönünde, gerçekten, bir
stratejimiz yok değerli arkadaşlarım. Varsa, ben izliyorum, ortaya koyalım;
ama, yok; bu, KİT bölgesinde. Aynı şeyi genel idare için de, mahallî idareler
için de görmek mümkün. Bir şeyi ifade edeyim, daha önce de ifade ettim; yani,
enflasyona endeksleme, beklenen enflasyon oranında artış yapma yaklaşımı
içinde, KİT'lerin her türlü verimsizliği içeren maliyetlerinden doğan fiyat
artışlarını engelliyoruz. Elektriği 5 sente mal ediyoruz; 2 sente, 2,1 sente
satmaya çalışıyoruz; aylık 5,3 zam yapmamız gerekirken, yüzde 2,1 yapıyoruz. Ne
yapıyoruz; zararı gelecek yıllara taşıyoruz.
Evet; Türkiye'nin en değerli asetlerini özelleştirerek, 2 milyar dolar
elde ettiğimizde "kurtulduk" diyoruz; ama, sadece, bu fiyat
yanlışlığı, bu maliyetlerin doğru yönetilmemesi nedeniyle, senede 2,5–3 milyar
dolar zarar ediyoruz. Kamu bankaları eliyle 20 milyar dolar zarar yaratmışız, o
zararın finansmanı için de, faizlerin bugünkü düzeyinde bile, senede 4–5 milyar
dolar zarar ediyoruz. O halde, uyguladığımız program bir bütünlüğü ifade etmek
zorunda. Yani, elektrik sektöründe, enerji sektöründe bu fiyatları uyguluyorsanız,
bu maliyetleri aşağıya çekecek başka tedbirlerinizin olması lazım. Nerede o
tedbirler; yok. Ne var; fiyat artışlarından doğan zararı gelecek yıllara
ertelemek var; maalesef, yapabildiğimiz bundan ibaret değerli arkadaşlarım.
Şimdi, Türkiye, bir merkezî idare–mahallî idare çekişmesi içinde,
hepimizi bunaltan bir çekişme içinde. Değerli arkadaşlarım, her türlü
motivasyonla, her türlü gerekçeyle izah etmemiz mümkün; Türkiye'yi bir şehirler
mozaiği olan, şehir tanımında olan bir ülke haline getirmeye çalışıyoruz,
belediyeleri kuruyoruz, 3220 tane belediye var. Bu belediyelerin çok önemli
kısmı, dünkü muhtarlıklardan devşirme organizasyonlar. Her birisinin altyapıda
ciddî sorunları var; ama, bunları aşacak hangi planımız var?! Avrupa
Birliğinden bunlara fon mu getiriyoruz?! Uluslararası kuruluşlardan fon mu
veriyoruz?! Altyapılarını doğru yönetsinler diye bunları birlikte hareket
etmeye mi zorluyoruz?! Hayır. Ne yapıyor bu belediyeler; tarihte yaşadığımız en
büyük doğal afetten, onun sonuçlarını düzeltme arayışından kaynaklanan bir
kanunun uygulamasında zorlamalar yaparak, birinin, olmayan parasını, diğerine
aktarmaya çalışıyoruz değerli arkadaşlar. Yani, ayda sadece 3,5 milyar lira
merkezî idareden geliri olan Havza'nın Bekdiğin Belediyesinin aylık gelir payından
1 milyar lirayı kesip -vaktiyle orada doğal afet olduğu gerekçesiyle- Samsun'un
başka bir ilçesindeki belediyeye aktarıyoruz. Bunlar, tabiî ki, sempatik gelen
yaklaşımlar, bizi üzen olaylar; ama, siyasette de olan uygulamalar; ama, hangi
sorunu çözüyor? Bayındırlık ve İskân Bakanımızın emrine 40-50 trilyonluk bir
küçük fon veriyoruz, siz bundan destek sağlayınız diyoruz. Sayın Bakan,
bilebildiği ölçüler içerisinde sadece 3 milyar, 5 milyar dağıtıyor. Aynı
şekilde İçişleri Bakanımıza "size de Mahallî İdareler Fonunu verdik
beyefendi" diyoruz, o da kendi anlayışına göre liste oluşturup, her tarafa
dağıtıyor; aynı şeyi Çevre Bakanımıza veriyoruz, o da kendi bölgesinde aynı
şeyleri yapıyor.
Eğer biz, bunlarla mahallî idareler meselesini çözüyorsak, mahallî
iderelerdeki kargaşayı önlüyorsak sorun yok; ama, önlemediğimiz kesin. Bu
plandaki tedbirleri burada görmek istiyorum. Türkiye'deki 3 227 belediyeyi,
bugünkü yönetim kargaşasından, bugünkü finansman konusundaki bataktan, bugünkü
devlete, kamuya yakışmayan yapıdan kim kurtaracak değerli arkadaşlarım; bununla
ilgili bir stratejimiz var mı? Yok. Aynı şeyi merkezî idarede de yapıyoruz.
Merkezî idarelerin teşkilatlarını, görevlerini, yetkilerini sınırlayacağız,
mahallî teşkilatlarını çalışır hale getireceğiz.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, bugün itibariyle, kamuda etkinliği,
verimliliği, hızlı hizmeti teşvik edecek ciddî bir planımız var mı? Yok. Bir
iyileştirme planımız var mı? Yok, oysa olmak zorunda. Türkiye'yi, 2000 yılından
itibaren Avrupa Birliğine üye statüsüne taşıyacaksanız, bu ekonominin yüzde
45-50'sini teşkil eden kesimdeki bu verimsizliği, bu inefficciency, bu
hantallığı yok etmek zorundasınız.
Değerli arkadaşlarım, İşte bunun için bize plan lazım, bunun için bize
strateji lazım; ama, bu stratejinin, bu planın buralarda, maalesef, eseri yok;
temennileri var. Ne güzel şey, yani, bu, rüya görmek gibi bir olay.
Temenni ediyorsunuz; kimin ne zaman yapacağı, hangi sorumlulukla, hangi
yetkiyle yapacağı konusunda gerçekten elinizde hiçbir şey yok, hiçbir enstrüman
yok; hiçbir takvim yok, hiçbir plan yok.
Bu kadar kötümser olmak için bir neden yok diyebilirsiniz; ama,
gerçekten kötümser olmak için neden var, ben, bu kötümserliği vurguluyorum;
çünkü, buradan bir çıkış yolu bulabiliriz, bu yönde harekete geçebiliriz, bu
yönde bir temenniyi ortaya koymak, bu vurguyu ortaya koymak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, gerçekten, bunu, bizler yapacağız. Taşrada kime
giderseniz gidin, şikâyeti ayyuka çıkan müflis belediye başkanından, devlet
dairesinde bir işi için her gün kapı kapı dolaşan ve sonuç alamayan vatandaşa
kadar herkes bizi hedef gösteriyor "siyasetçiler, ne yapıyorsunuz"
diyorlar. Siyasetçilerin yapacağı bir şey yok; işte, biz, bunları,
hazırlıyoruz; ama, gelin, bunları, işi çözmek anlamında hazırlayalım;
temennileri sıralamak anlamında değil. Bunu yapabiliyor muyuz, bunu yaptığımıza
inanıyor muyuz?
Evet, devlette yeniden yapılanmayı savunuyoruz değerli arkadaşlarım,
sağlık konusunda Türkiye'nin karşı karşıya olduğu tabloyu hep beraber
yaşıyoruz. Bir tarafta Sağlık Bakanlığı, bir tarafta üniversiteler; bir tarafta
SSK, bir tarafta kurumların hastaneleri, bir tarafta belediyelerin
hastaneleri; bir tarafta yeşil kart,
akla gelen tüm statüleri ilan etmişiz, akla gelen tüm kurumları kurmuşuz; peki,
bu kargaşayı kim yönetecek değerli arkadaşlarım, bir planımız var mı? Maalesef,
yok; ama, olmak zorunda; çünkü, Türkiye'yi, bu kargaşa içerisinde yönetmek
bundan sonra çok daha zor olacak.
Peki, tarımda ne yapıyoruz? Değindim; iki şey yapıyoruz değerli
arkadaşlarım "bu tarım, bu köylü, bu çiftçi, bu memleketteki ekonomiyi
mahvetti, çözelim" diyoruz; nasıl çözüyoruz arkadaşlarım? Bu yıl için,
adamın, maliyetiyle fiyatı arasındaki yüzde 40'ı bir şekilde elinden alıyoruz,
yüzde 30'unu da gelecek sene alacağız; böylece, kamu finansman dengesindeki
sorunu çözeceğiz!.. Değerli arkadaşlarım, bunun böyle ifade edilmesinden, bir
milletvekili olarak, gerçekten hicap duyuyorum.
Bu memlekette 30 milyon insan üretimde, tarımda; sadece yüzde 12 geliri
var, millî gelirden aldığı pay bu. Çaresiz insanlar, hepiniz görüyorsunuz,
hepinizin yakınları bunlar; ama, bir vurguyu yanlış yapıyorsunuz "size
verilen destekler bu memleketi batırdı" diyorsunuz ve haksızlık
ediyorsunuz, yok böyle bir şey. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)
Siz, Ziraat Bankasından, çiftçiye, fiyat desteklemesi için 3 trilyon
lira kredi vereceksiniz, bir yılda bunu 3 katrilyona çıkaracaksınız, hesapları
alt alta yazacaksınız, devleti işte bu 3 trilyon batırdı diyeceksiniz; ama,
öbür tarafta, Ziraat Bankasında vaktiyle bu kaynağı temin edemediğiniz için
hesaben yarattığınız 3 katrilyonu götürüp, çiftçiye verilen paradır diye ilan
edeceksiniz. Değerli arkadaşlarım, buna inanmak mümkün değil.
Peki, ne yapıyoruz şimdi; topyekûn desteklemeden vazgeçtik; güzel... Bu,
bir politika; ama, biz, Avrupa Birliğine üye olmaya adayız. Avrupa Birliği ne
yapıyor bu konuda; Türkiye'nin yapmak istediğ ile Avrupa Birliğinin uyguladığı
sistem arasında bir benzerlik var mı değerli arkadaşlarım; yok. Sayın Başbakan
neyi vurguluyor; bundan sonra fakir çiftçileri daha çok destekleyeceğiz diyor.
Ne yapacaksınız destekleyeceksiniz de; doğrudan gelir desteği sağlayacağız.
Uluslararası literatürde direct subsidy dediğimiz olay; güzel... Değerli
arkadaşlarım, bunun için, beş altı milyon üretici aileyi yakından
tanıyacaksınız, toprağını, gelirini, giderini, ekimini, verimini, her şeyini
ölçeceksiniz. Efendim, pilot uyguluyoruz; kim yapıyor pilot uygulamayı;
efendim, Polatlı'daki Tarım Bakanlığının Ziraî Araştırma Enstitüsü uyguluyor.
Değerli arkadaşlarım, altı milyon işletmenin henüz toprak sorununu
çözememiş bir ülkebu kadar ayrıntılı işletme hesaplarına girecek ve bunun için
de, Tarım Bakanlığında bugüne kadar fonksiyonel olamamış bir idareyi
kullanacak; sonra da, çiftçilere dönüm başına 5 dolar sadaka verecek!.. Değerli
arkadaşlarım, bunlar, ciddiyetten uzak yaklaşımlar; bunlar, dışarıdan
birilerinin bize dikte ettirdiği yanlış yaklaşımlar. Bunları dikte ettirenler,
buradaki resmi benim gibi görmüyorlar. Ben, bu resmin tamamını görüyorum,
Türkiye'nin her noktasını biliyorum, her noktasına ulaştım, her noktasındaki
sorunu da biliyorum. (DYP sıralarından alkışlar) Evet, buyurursunuz, koyarsınız
organizasyonu, devleti de yeniden yapılandırıyorsanız... Maliye Bakanlığındaki
bürokratla, akşama kadar bütçeyle uğraşan bürokratla, Tarım Bakanlığında
personel işiyle uğraşan ziraat mühendisiyle ortak bir yeniden yapılandırma
kurulu kurduk; ee, peşinden ne yaptınız; ziraî araştırma enstitülerinde de
pilot uygulamayı başlattık; tarımda destekleme modelini değiştiriyoruz, tamam;
işte bundan sonra, çiftçilere, doğrudan gelir desteği vereceğiz. Girdi desteği
vermeyeceksiniz, onları sıfırladınız; fiyatı da desteklemiyorsunuz, onları
anladık. Bundan sonra, artık, ıspanak üreticisi, tütün üreticisi, piyasadaki
sinyali görecek, ona göre ekim planı yapacak; ne güzel bir memleket!
Çiftçi nereye gitse batıyor değerli arkadaşlarım; adam, karpuz ekiyor,
10 000 liraya satıyor; dünyanın en iyi tütününü üretiyor, batıyor; fındığını
üretiyor, batıyor; çayını üretiyor, batıyor. Peki, kim bunu yönetecek? İşte,
devlette yeniden yapılanma burada bize lazım; ama, bu planda bunun yeri yok.
İşte bunu planlamak zorundayız. İşte, bunu, Cottarelli ekibine bırakmayacak
kadar, bu memlekette bilinçli, doğru ve haklı yaklaşmak zorundayız sorunlara
değerli arkadaşlarım. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Bunu, hiç kimseyi
eleştirmek için söylemiyorum, bir doğruyu tespit etmek için söylüyorum değerli
arkadaşlarım. Hepimiz, bu ülkenin her köşesinden gelmiş, her seviyede insanı
temsil ediyoruz; ama, bu memleketteki 30 milyon üreticiyi kahredecek
politikaların doğruluğunu sorgulamak herkesten çok bizim görevimizdir; bunu
vurgulamak istiyorum, sadece, çiftçi battı edebiyatı yapmak istemiyorum. Bir
ucuz lafa burada tepki gösteriyorum değerli arkadaşlarım. Popülizm, olmayan
şeylerden vaatte bulunmak, olmayan şeyleri konuşmaktır; ama, şimdi, biz,
Türkiye'nin her noktasında feryat eden esnafı, çiftçiyi konuştuğumuz zaman,
birtakım çevreler bize "popülizm yapmayın" diyorlar. Hadi, adına
popülizm demeyin de; bunları kim konuşacak değerli arkadaşlarım? Başka bir
kurumu, başka bir organizasyonu mu var bu ülkenin? Evet, bütün bu sorunları
burada konuşmak zorundayız, burada da çözmek zorundayız.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de 4 milyon adet küçük işletme var.
Bunlara verebildiğimiz kredi sadece 350 trilyon lira düzeyinde. Türkiye'nin
yaklaşık 48-50 katrilyon lira düzeyinde kaynağı var, plase edilebilir kaynağı
var. Ben şimdi şunu soruyorum: Biz, 300 trilyon lirayı 1,5 katrilyon liraya
çıkarırsak -yani, aşağı yukarı bu ülkedeki gelirin yüzde 1'i- gerçekten, bu
kesimi ekonomik olarak canlandırmış olmayız mı; oluruz. Ama, hiç şüpheniz
olmasın, Cottarelli ne derse desin, biz, 1,5 katrilyon lirayla, bu ülkedeki
kamu finansman dengesini alt üst etmeyiz arkadaşlar. (DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Niye yapmıyoruz bunu; önceliğimiz yok.
Niye yapmıyoruz bunu; çünkü, bunun üzerinde, bu anlamda düşüncemiz yok, bu
anlamda görüşümüz yok. Yüce Heyetinizi, hiçbir parti ayrımı yapmadan, bu konularda
düşünce üretmeye, çözüm üretmeye davet ediyorum arkadaşlar.
Ben, uzun süre bürokraside görev yapmış bir arkadaşınızım. Türkiye'nin
meseleleri, dışarıdan gelecek 7 kişilik heyet ile Türkiye'deki muhatabı 7
kişilik heyetin konuşarak çözebileceği kadar basit değil. (DYP sıralarından
alkışlar) Niye değil değerli arkadaşlarım; bugün, Türkiye'de, Samsun'daki
çiftçiden, Amasya'daki buğday üreticisine kadar, Trakya'daki ayçiçeği
üreticisine kadar, herkes, IMF dersi alıyor. Yüce Heyetiniz de, bu olayın ne
olduğu üzerinde düşünmek, çözüm üretmek ve bunları eleştirmek zorunda.
Eleştirilemez çözümler yok dünyada arkadaşlarım. Yani, biz, kalkıp bu konularda
konuşursak, bizim bürokrasideki değerli arkadaşlarımız, bu programın
kredibilitesine hasar veriyorsunuz demeye getiriyorlar. Program önemli değil
arkadaşlar. Benim vatandaşımın içerisinde bulunduğu durum, benim ülkemin
stratejik olarak nereye gittiği konusu her şeyden önemli. Bakınız, bu
önceliğimiz yok, bunları böyle tartışmıyoruz. Biz, program yapılamaz,
programlara karşıyız demiyoruz; ama, yapılan programlar tartışılmalı ve
sonuçları da görülebilmeli.
2001 yılı, 2000 yılını hep birlikte arayacağımız bir yıl olacak
arkadaşlar. Eğer bu hatalı uygulamalar devam ederse, eğer bu düzeltmeler
yapılmazsa, eğer bu ikazlar dikkate alınmazsa, 2001 yılında, çok zor olduğunu
düşündüğümüz 2000 yılını arar hale geleceğiz.
Yalan yanlış düzeltmeler yapılmasın. Gelin, bu olayın düzeltilmesini, bu
uygulamalardaki düzeltmeyi doğru bir stratejiye oturtalım, doğru düşünelim.
Hepimiz komisyonlarda görev alıyoruz. Benim de görev yaptığım Plan ve Bütçe
Komisyonu, gelen metinleri, ekspres, birkaç saatte tartışıp buraya getiriyor.
BAŞKAN – Sayın Kabataş, benden aldığınız süre doldu.
KEMAL KABATAŞ (Devamla) – Sayın Başkan, bağlıyorum.
İki noktayı tekrar vurgulayarak sözlerimi tamamlamak istiyorum. Değerli
arkadaşlarım, 2001 yılından 2005 yılına kadar sürecek bu ekonomiyi planlama
faaliyetlerinin içerisinde iki yıllık IMF planı vardır. Bu plana, lütfen, iyi
bakın. Bundan sonrasında, Türkiye'nin planı, Türkiye'nin, medenileşmede,
çağdaşlaşmada, bilgi toplumu olmada hedefi olan Avrupa Birliğine üyelik
noktasından değerlendirilmek zorunda. Bu plan, bu çalışma, bu büyük göznuru,
büyük emek ürünü olan bu değerli belge bunları içermiyor.
(Mikrofon otomotik cihaz tarafından kapatıldı)
KEMAL KABATAŞ (Devamla) – Bunu, burada ifade etmek benim görevim.
Bir saate yakın süre bu konularda beni dinleme sabrını gösterdiniz.
Teşekkür ediyorum, saygı sunuyorum. Her şeye rağmen, bu planın, bu güzel
ülkeye, bu büyük millete hayırlar getirmesini diliyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kabataş.
Efendim, Doğru Yol Partisi Grubu adına ikinci söz, Sayın Ramazan Gül'de.
Sürenizi yarım saat mi kullanacaksınız Sayın Gül?
RAMAZAN GÜL (Isparta) – Evet.
BAŞKAN – Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA RAMAZAN GÜL (Isparta) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 516 sıra sayılı Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş Yıllık
Kalkınma Planı hakkında Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum;
Yüce Heyetinizi ve aziz vatandaşlarımı saygıyla selamlarım.
Sayın Başkan, değerli milletvekileri; Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci
Beş Yıllık Plan hakkında görüşlerimi arz etmeden önce, malumunuz olduğu üzere,
planlamayı, sınırlı olan ekonomik kaynakları en verimli şekilde, memleketin
çıkarlarına uygun olarak kullanmak amacıyla yapıyoruz.
Şühpesiz, her kalkınma planının sadece ekonomik boyutu yoktur; planlama,
aynı zamanda, bir sosyokültürel olaydır; bir ülkeyi tümüyle ele alıp
değerlendiren ve yönlendiren bir belgedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; plan düşüncesi, ülkemizde yeni
değildir. Büyük Atatürk'ün Millî Kurtuluş Savaşından sonra başlattığı ekonomik
kalkınma hamlesi de planlarla yürütülmüştür. O yıllarda hazırlanan beşer yıllık
sanayi planları ve kurulan Âli İktisat Meclisiyle ekonomiye yön verilmiş ve
Türkiye Cumhuriyeti, o dönemdeki çok sınırlı kaynaklarıyla büyük atılımlar
gerçekleştirmiştir. Daha sonra, çok partili hayatla birlikte, plan fikri daha
da ağırlık kazanmış ve bugün, Devlet Planlama Teşkilatı artık anayasal bir
kurum haline gelmiştir. Bugün Anayasamız, ekonomide, planlamayı öngören bir
Anayasa konumundadır.
Değerli milletvekilleri, kalkınma planları, her şeyden önce tutarlı
olmalı ve ülke kaynaklarının en verimli şekilde kullanımını sağlamayı
amaçlamalıdır. Günlük siyasî çekişmelerin ötesinde, tutarlı, ekonomik ve
sosyal, kültürel politikalar oluşturmalıdır. Ülkenin, gelecekle ilgili
stratejilerini belirlemeli ve vatandaşlara daha güvenli, daha sağlıklı çalışan
bir yapıyı oluşturmayı hedeflemelidir. Bunlar yapılmadığı takdirde, planların
bir anlamı kalmayacağı da açıktır.
Değerli milletvekilleri, alacağımız her kararın özünde, insanımızın
mutluluğu yatmalıdır. İnsanları mutlu etmeyen, onlara gelecek için güvence
vermeyen bir sistem, planlı bir sistem olamaz; böyle de düşünülemez; çünkü,
planlar daha mutlu bir toplumun geleceğini belirler, daha doğrusu
belirlemelidir. Şimdi, izninizle Sekinci Beş Yıllık Kalkınma Planı dolayısıyla
bazı düşüncelerimi ve gözlemlerimi sizlere sunmak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; planlamanın, her şeyden önce
insandan başlaması gerektiğini unutmayalım. İnsanı eğittiğimiz ölçüde, toplumda
kalkınmayı sağlarsınız. Eğitilmiş toplumlarda demokrasi kök salar.
Bakınız, biz, eğitilmiş toplum yaratalım diye hemen hemen her ilimize
bir üniversite kurmaya çalıştık, kalkınma planlarımıza bunu koyduk. Bu karara
kadar her şey güzel; ancak, üniversite açmak demek bina demek değildir.
Üniversiteler, birer kültür ve bilim yuvaları olmalıdır, burada ciddî bir
öğretim kadrosu bulunması gerekmektedir; ama, buyurun gidin bakın, Anadolu'daki
pek çok üniversitemizde hoca yoktur, öğretim elemanı sıkıntısı had safhadadır.
Eğitim ve öğretim elemanlarının olmadığı bir üniversite olabilir mi? Bazı
üniversitelerimize gidin, çoğu öğretim üyesi, profesör kadrosu almak için
oralara gitmekte ve o kadroyu aldıktan sonra da tekrar büyük şehirlere geri
dönmektedir. Böyle bir eğitim sistemi olamaz. Daha acı olanı ise, bugün bilim
adamları üniversiteleri artık tercih etmiyor; çünkü, bir bilim adamına
ödediğimiz ücret, onun insanca yaşamasına yetmemektedir, öğretim üyesi,
öğrencilerine yeterli zaman ayıramamaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üniversitelerimizin durumu fena
da, diğer eğitim kurumlarımızın durumu çok mu iyi! Hiç kuşkunuz olmasın,
ortaöğretimde de, ilköğretimde de ciddî sorunlar yaşamaktayız. Bakınız, biz, bu
Parlamentoda, daha eğitimli bir toplum yaratmak için sekiz yıllık eğitimi kabul
ettik ve çoğu okullarımızda, taşımalı eğitim dediğimiz uygulamayı başlattık.
Peki ne oldu; açıkça söylemek gerekirse, maalesef, sonuç fiyasko olmuştur,
istenilen sonuçlar elde edilememiştir.
Bırakınız ülke ekonomisini planlamayı, millî eğitimi bile planlayamadık.
Bugün çok uzağa gitmeye gerek yok, Ankara'daki ilköğretim kurumlarına gidiniz,
her sınıfta 70-80 kişilik yığılmalar göreceksiniz. Bu kadar çok öğrencinin
yığıldığı bir eğitim sisteminin, sağlıklı bir eğitim olduğunu söyleyebilir
miyiz?!
Yine, acı olmakla beraber, altının çizilmesinde yarar gördüğüm bir başka
konuya da değinmek istiyorum. Anadolu'daki pek çok okulda, öğretmen açığı hâlâ
kapatılamamıştır. O halde sormak gerekiyor, biz, neyin planlamasını yapıyoruz?
Öğretmenini açlığa mahkûm eden bir toplum, geleceğe umutla bakamaz. Lütfen, bu
gerçeği unutmayınız.
Biz, başlangıçta, aslında, güzel şeyler yapıyoruz, belli ideallerle
hareket ediyoruz. Kalkınma planlarını okuduğumuzda, bu planlarda çok güzel
şeylerin yazıldığını göreceksiniz. Bunu, şunun için söylüyorum: Bir dönem, bir
Anadolu liseleri uygulaması başlattık; ama, sonra ne yaptık; bu kurumlarımızı
yozlaştırdık. Yani, eğitimi, yaz boz tahtası haline getirdik. Bugün, neredeyse,
eğitilmiş araelemanı yetiştiremez duruma geldik. Böyle bir eğitim sistemi
olamaz ve olmamalıdır da.
Her şeyden önce şunu kabullenmek durumundayız: Lütfen, geliniz, eğitimde
bir devlet politikası oluşturalım, çağdaş düşüncelere açık bir eğitim modelini
benimseyelim. Bu yapılmadığı sürece, toplumsal yapımızın düzelmeyeceğini de
bilmemiz gerekmektedir.
Mutlaka ama mutlaka, öğretmenliği, cazip meslek haline getirmek
zorundayız. Yoksa, geleceğimizi, toplum olarak tehlikeye atmış oluruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizlere, yaşadığımız bir başka
sorunu da sunmak istiyorum. Lütfen, söyler misiniz, planlı döneme geçtiğimizden
bu yana, sağlıklı bir kamu personel politikası oluşturabildik mi? Aynı işi
yapan kamu görevlileri, bugün, farklı farklı maaşlar almaktadırlar. Yan yana
aynı masada çalışan görevlilere farklı statüler belirleyemezsiniz. Bunu
yaparsanız, kamuda verim alamazsınız. Nitekim, bugün hepimizin şikâyet ettiği
hantal devlet yapısının temelinde de bu yatmaktadır. Bunu biz düzeltemezsek, bu
kalkınma planlarının hiçbir fonksiyonunun olmadığını da kabullenmemiz
gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, olay, sadece, kamu görevlilerinin ücret sorunu
değildir. Bugün, kamu hizmetlerinin sunumunda ciddî sorunlar vardır; aynı işi
değişik kurumlar yaptıkları için, ciddî kaynak savurganlığı ortaya çıkmaktadır.
Köy yolunu başka, çeşmesini başka, kent yolunu başka, suyunu başka kuruluş
yaparsa, hizmette verim alamazsınız. Bunların önlenmesi gerekiyor. Bu, aynı
zamanda, kaynak israfını da önleyecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sağlıkta da bir politikamız var
mı?!. Sağlıkta kim ne yapıyor belli değildir. Söyler misiniz, Sağlık
Bakanlığının izlediği politika nedir? Günlük politikaların içinde ezilen,
geleceğe yönelik projeler üretmeyen bir bakanlığın fonksiyonu olabilir mi?
Hastalar perişan vaziyettedir, sosyal güvenlik kurumlarının verdiği sağlık
hizmetlerinin kalitesi ortadadır; bu, bizim yüreğimizi yakmıyor mu...
Sayın milletvekilleri, bizim, yasama görevi dışında en büyük görevimiz
de, Ankara'ya hücum eden hastaları tedavi etmek için hastane hastane dolaşmak
değil midir. Bir düşünün sayın milletvekilleri, bu insanlar, acaba, Ankara'ya
niçin geliyorlar; çünkü, bulundukları illerde doktor yoktur; doktor var ise,
tıbbî donanım yoktur. Peki, bu insanlar, o zaman ne yapıyorlar; zorunlu olarak
Ankara'ya gelip, otel odalarında, doktor muayenelerinde sürünmektedirler. Yazık
günah değil mi; bu insanların ayağına, bugüne kadar hizmet götüremeyen bir
planlama olabilir mi...
Binlerce sağlık ocağı açmışız; ama, çalıştıramıyoruz. Tıp fakülteleri
kurmuşuz; ama, iyi doktor yetiştiremiyoruz. Kadavra görmeden tıp fakültesinden
mezun olan hekime biz canımızı nasıl teslim edeceğiz; böyle bir sağlık
politikası olabilir mi?!.
Buradan sayın bakanlara bir çağrıda bulunmak istiyorum. Siz, devlet
olarak, yaptığınız hastanelere hekim gönderemezseniz, lütfen, o koltuklarda
oturmayınız; çünkü, sizin göreviniz vatandaşlara hizmet etmektir, hizmeti
vatadaşın ayağına götürmektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sağlık konusunda ivedilikle
yapılması gereken bir diğer şey de genel sağlık sigortasına geçmektir.
Vatandaşları sağlık konusunda sınıflandırmaya hakkımız yoktur. Hekimle hasta
arasına para ve menfaat girmemelidir. Doktorlara yeterli maaş verilmeli ve
sağlık sistemi sil baştan yeniden düzenlenmelidir. Özel sağlık kurumları
özendirilerek rekabet ortamı yaratılmalı ve köhnemiş uygulamalara son
verilmelidir. Genel sağlık sigortasına geçişte, yeşil kart uygulaması da dahil
edilmeli ve sağlığa ayrılan kaynaklar da bir havuzda toplanmalıdır. Bu
yapılmadığı sürece sağlıkta da bir mesafe alamayız ve kaynak israfına devam ederiz.
Değerli milletvekilleri, şimdi, izninizle, görüşmekte olduğumuz
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planından bir bölümü okumak istiyorum. Bakınız,
Sekizinci Plan bir çarpıklığı nasıl belirtiyor: "Kırsal alanda bulunan köy
ve köyaltı yerleşimlerinin tamamına elektrik ve yol hizmetleri
götürülmüştür." 1999 yılı itibariyle bu yerleşmelerin yüzde 75'inde
yeterli, yüzde 11'inde sağlıklı, ancak, yetersiz içmesuyu bulunurken yüzde
14'ünde sağlıklı içmesuyu bulunmamaktadır. Köylerin yüzde 7,5'inde ise
kanalizasyon sistemi bulunmaktadır.
Avrupa Birliğine aday bir ülkenin 2000'li yıllarındaki bu tablosunun pek
de iç açıcı olmadığını vurgulamak isterim. Böyle bir yapı içerisinde, kırsal
kesime elbetteki sağlık hizmetini götüremezsiniz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin bir türlü aşamadığı
sorunlardan biri de enerji; çünkü, kalkınmanın temeli enerjidir. Çok zengin
doğal kaynaklarına rağmen, bu konuda Planlama başarılı olamamış ve Türkiye,
enerji, darboğazını bir türlü aşamamıştır. Yüksek malumlarınız olduğu üzere,
enerji sanayinin candamarıdır. Enerjisiz bir ülkeyi aydınlığa çıkarmak mümkün
değildir. Türkiye, bu konuda, hızlı ve kararlı adımlar atmak zorundadır.
Nükleer enerjiden korkmamalıdır. Bu konuda kamuoyu sağlıklı
bilgilenirilmeli ve nükleer enerjinin hiç de sanıldığı gibi ciddî bir tehlike
oluşturmadığı kamuoyuna açıklanmalıdır. Bugün, bütün Avrupa Birliği ülkelerinde
nükleer enerji vardır ve kullanılmaktadır.
Nükleer enerji dışında, bugün için, başka çıkış yolu yoktur. Bu gerçek
gözardı edilirse, Türkiye, yakın bir gelecekte karanlıklara gömülebilir. Bu
tehlikenin altını çizerek hükümeti uyarmak istiyorum.
Öte yandan, enerji yatırımlarına daha fazla kaynak ayrılmalı ve ayrılan
kaynakların zamanında serbest bırakılması büyük önem taşımaktadır. Hatta,
Türkiye'nin, enerji yatırımlarında, yap-işlet-devret gibi değişik yatırım
modellerine de yönelmesi, kaynak sorununu daha rahat aşması açısından faydalı
olacaktır.
Bakınız değerli milletvekilleri, enerjinin, bir ülke için hayatî önem
taşıdığını hepiniz biliyorsunuz; ancak, geçmiş planlarda öngörülen yatırımların
dahi yapılmaması bizi, bugün, oldukça zor duruma sokmuştur. Altıncı Plan
döneminde 12 milyar dolar düzeyinde ögörülen plan hedefine karşılık, ancak 8
milyar dolar düzeyinde bir enerji yatırımı yapılmıştır. Keza, Yedinci Plan
dönemi için öngörülen 18 milyar dolarlık yatırıma karşılık ise, dönem sonu
itibariyle 11 milyar dolar düzeyinde bir yatırımın gerçekleşmesi
beklenmektedir. Böylece, son iki plan döneminde öngörülen yatırımın ancak yüzde
60'ı ve 70'i gerçekleşmiş olmaktadır. Dileğimiz odur ki, Sekizinci Planla
birlikte, bu ciddî soruna da kalıcı çözüm üretilmesi ve yeterli kaynak
ayrılmasıdır, özellikle, özel söktörün özendirilerek, bu alanda yatırım yapması
için yönlendirici politikalar oluşturulmasıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; adalet sistemimiz kan
kaybetmektedir. Planlı dönemde cezaevleri yol geçen hanına dönmüştür. Bazı
cezaevlerini 3 yıldızlı otel lüksünde yaparak, içeriyi yaşanılır kılıp,
dışarıyı kendi haline bırakırsanız, sonucuna acaba nasıl katlanacağız?! Bu
nasıl sistemdir ki, çeteler cezaevlerinde kendi otoritelerini kurmakta ve
devleti, âdeta, yok saymaktadırlar. Hâkimler, savcılar görev yapamaz duruma
gelmişlerdir. Yurt dışında yakalanıp hapse atılanlar, artık, gönüllü olarak
Türkiye'ye gelmektedirler; çünkü, buradaki cezaevlerinde krallar gibi yaşıyor;
ayrıca, bu kişiler cezaevlerini yönetmektedirler.
Şüphesiz, adalet sisteminin bu duruma gelmesinin temelinde kaynak
yetersizliği gelmektedir. Uzun yıllar devam eden yargılama süreci yargıya olan
güveni büyük ölçüde törpülmektedir. Bir toplumda adalet duygusunun yara alması,
yurttaşın devlete olan güvenini sarsar. Maalesef, Türkiye, bugün bu durumdadır.
Bu gerçeği, Sekizinci Plan da belirtmektedir. Bugün, ceza infaz sorunları büyük boyutlara ulaşmıştır.
Tutuklu ve hükümlülerin sahip olduğu asgarî hakların yasayla düzenlenmemiş
olması, ceza yerine geçen diğer infaz yöntemlerinin yokluğu, ceza infaz kurumları
ve tutukevlerinin güvenliği alanında yaşanan çiftbaşlılık ve koğuş sistemi gibi
büyük sorunlara yol açmıştır. Ceza infaz sisteminin acilen bütün boyutlarıyla
ele alınması gerekmektedir.
Adalet hizmetlerinin sorunları çok büyük boyutlara ulaşmış
bulunmaktadır. Bu sorunların başında yargıya olan inançsızlık gelmektedir.
Öte yandan, yargı sisteminin modern araç ve gereçlerle takviyesi
sağlanmalı ve adalet hizmetlerinde aynen, tıpta ve teknolojide meydana gelen
değişmelerden azamî ölçüde yararlanılmalıdır; çünkü, bilim ve teknolojide
meydana gelen değişikliklere uyum, adalet hizmetlerinin sunumunda da kaliteyi artıracak ve topluma güven verecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada üzerinde durulması
gereken bir diğer konu da esnaf ve
sanatkârlardır. Bu konuda izlenen politikaların sağlıklı yürümediği
görülmektedir. 1980 sonrası izlenen politikalarla orta sınıf yok edilmiş ve
toplum, ciddî sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Bugün orta ve küçük boy
işletmeler, devletten yeterli destek görememektedirler. Halk Bankası, sanki
KOBİ'ler için kurulmamış gibi, kaynaklarını daha çok başka alanlara
kaydırmaktadır. Oysa, KOBİ'ler, bir ülkede işsizliğin önlenmesi ve ciddî
ekonomik dönüşümlere rahat uyum sağlayabilmek açısından çok önemlidir. Birebir
büyüklükleri kontrol edilebilen bu işletmelerdeki üretimler de, sanayie ciddî
katkılar yapmakta ve düşük maliyetlerle üretim yapmaktadırlar.
Bugün, esnaf ve sanatkârlar siciline kayıtlı küçük işletmelerin sayısı
3,5 milyona ulaşmıştır. Sicile kayıtlı olmayan işletmelerle birlikte, bu
rakamın 4 000 000'un üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Bu kesim, sosyal
yaşamımızda önemli bir istikrar unsurudur. Merkezî hükümet, bu kesimin
sorunlarına yeterince eğilmediği gibi, belediyelerin de, esnaf ve sanatkârların
sorunlarına yeterince eğildiği söylenemez. Halk Bankası, bu kesimle ilgili
duyarsızlığını korumaya devam etmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halk Bankası denilince, kamu
bankalarının içinde bulundukları açmaz kendiliğinden gündeme gelmektedir.
Bugün, bu bankaların zararları, tam olarak kamuoyuna yansımamaktadır; Yüce
Parlamentonun önüne gelen bütçelerde de yoktur. Oysa, bu bankaların zararları,
bugün için ciddî boyutlara ulaşmıştır. Açıkça söylemek gerekirse, siyasal
iktidarlar, bu bankaların içini boşaltmıştır. Ziraat Bankası köylüye kredi
açamaz duruma düşürülmüştür. Çiftçinin dostu olması gereken bu Banka, bugün,
çiftçinin ulaşamayacağı bir yerdedir. Banka, bir borç batağındadır ve sorunları
çözüm beklemektedir. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, mutlaka özelleştirme
yapılması gereken alanlardan birinin de bankacılık sektörü olduğuna inanıyoruz.
Kamu bankalarının sık sık yolsuzluklara konu olması, bu bankaların sağlıklı
denetlenememesi, öteden beri bir sorun olarak karşımızdadır. Bu bankaların,
siyasî amaçlarla kullanılmamasının tek ve en sağlıklı çözüm yolu, kamu
bankalarının özelleştirilmesidir. Kaldı ki, gerçekçi olarak söylemek gerekirse,
finans kesimi, henüz oturmamıştır; malî kurumlarımız, henüz, kendi
geleneklerini oluşturamamışlardır, bir başka anlatımla, özlediğimiz kurumsallaşma,
henüz yeterince sağlanmış değildir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; planlı dönemde tam bir plansızlık
örneği yaşayarak, devleti, bir borç çıkmazına sürüklediğimiz görülmektedir;
bunun tek nedeni de, vergi toplayamamaktır ve kamu finansman açıklarıdır. Vergi
toplayamayan bir ülke, kendi hayatî masraflarını bile karşılamak için borçlanma
gereği duymaktadır. Bakınız, 2000 yılı malî bütçesinde, bir yılda toplanan
vergilerin yüzde 70'e yakını, içborç faizi olarak ödenecektir. Böylesine vahim
bir tabloyu, hiçbir kalkınma planının öngörmediğini biliyoruz. O halde, şu
soruyu sormamız gerekiyor: Hiçbir kalkınma planı, böylesine çarpık bir
borçlanmayı öngörmediğine göre, biz bu duruma, kalkınma planlarını ve yıllık
programları gözardı ederek geldik. Bir başka anlatımla, burada
konuştuklarımızın genelde bir anlam taşımadığı ortaya çıkmaktadır. Görüşülmekte
olan bu kalkınma planının akıbetinin de, aynı olacağını belirtmek isterim.
1980'li yıllardan bu yana süregelen yüksek faiz ödemeleri, kamu
kesiminin dengesini koruyamaz duruma getirmiştir. Türkiye, yüksek reel faizler
ödeyerek, gelir dağılımını bozmuştur. Bunun, bir devlet politikası haline
gelmesiyse, bir başka acı sorundur. Şimdi, hükümet, vergide tüm hedeflerin
tuttuğunu söylemektedir. Aslında, bu, bir aldatmacadır. Vergide hedefler, ancak
ve ancak Deprem Vergisiyle tutturulmuştur. Yoksa, bu hükümetin vergide
hedeflerin gerisinde kaldığını herkes bilmektedir. Bunu, Sekizinci Beş Yıllık
Kalkınma Planı da söylemektedir. Bakınız, planın 315 nci paragrafında aynen
şöyle denilmektedir: "Kamu vergi gelirlerinin gayri safî millî hâsılaya
oranı, depremlere bağlı olarak uygulamaya konulan ekvergi ve vergi benzeri
uygulamaların sona ermesiyle, plan dönemi sonunda 2000 yılına göre 0,5 puanlık
bir düşüş kaydedecektir."
Bu da, gösteriyor ki, geçen yasama döneminde büyük propagandalarla
çıkarılan ve vergi reformu olarak kamuoyuna sunulan yasa, tam bir fiyaskoyla
sonuçlanmıştır. Dileğimiz, ciddî kaynak sorunu yaşayan ülkemizin, sağlıklı
kaynaklara kavuşturulması için, hükümetçe, daha ciddî ve daha tutarlı adımlar
atılmasıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada üzerinde önemle durmamız
gekeren bir diğer konu da kayıtdışı ekonomidir. Bu ekonominin çok ciddî
boyutlarda olduğunun bilinmesine karşın, yeterli önlem alınmadığı da
bilinmektedir. Karaparayla mücadele için kurulan kurulun varlığı tartışılır
hale gelmiştir. Karapara aklamaları devam ediyor. Borsa siyasî oyunlar haline
geldi, borsada vurgunlar devam ediyor; siyasîlerimizin beyanlarıyla bazı küçük
tasarruf sahipleri ezilme noktasına gelmiştir. Sayın İçişleri Bakanının bu
kurulun çalışmalarından duyduğu rahatsızlığı hepimiz biliyoruz.
BAŞKAN – Sayın Gül, size ayrılan süre bitmek üzere, çok az kaldı,
toparlar mısınız. Tabiî, takdir sizin, onu bilemem, süreyi Sayın Akın'la
paylaştığınız için söylüyorum.
RAMAZAN GÜL (Devamla) – Peki efendim... Dikkat edeceğim...
Bu da, açıkça gösteriyor ki, karapara ya da kayıtdışı ekonomiyle
mücadelede ciddî adımları bilerek atmıyoruz; çünkü, hükümet, âdeta, kendi geleceğini
kayıtdışı ekonomiye bağlamış durumda. Devlet Planlama Teşkilatı, ilk kez,
kayıtdışı ekonomi konusunda bir özel ihtisas komisyonu oluşturmuş ve bu
komisyon da, bir rapor düzenlemiştir. Sonuçlarını tam olarak bilmemekle
birlikte, Planlamanın böyle duyarlı bir konuya eğilmesini saygıyla
karşılıyoruz. Ancak, Maliye Bakanlığının bu konudaki duyarsızlığını
sürdürmesini ise, doğrusunu söylemek gerekirse, hâlâ anlayabilmiş değiliz.
Geçen yasama döneminde, hükümetin yaptığı, yaptığını söylediği vergi
reformunun en büyük amacı, kayıtdışı ekonomiyi önlemekti. Açınız Meclis
tutanaklarını, açınız ilgili yasanın gerekçesini bunu göreceksiniz.
Şimdi, değerli milletvekilleri; yaptığınız alışverişlerde, size, fiş
veyahut da fatura veren var mı? Kayıtdışı ekonomi nasıl daraldı ki, vergi
gelirleri bir türlü reel anlamda artmıyor. Demek ki, yapılan tümüyle yanlış
olmuştur. Kayıtdışı ekonomi önlenememiş, sistem, daha da hantal hale gelmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Gül.
RAMAZAN GÜL (Devamla) – Kayıtdışı ekonomiyi önleyeceğim diye,
milyarlarca dolarlık kaynağın yurtdışına ve yastık altına kaçmasına zemin
hazırlanmıştır ve açıkça söylemek gerekirse, ülkeye yazık edilmiştir.
Bu düşüncelerle, Sekizinci Kalkınma Planının ulusumuza, milletimize
hayırlı, uğurlu olmasını diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gül.
Şimdi, söz sırası, Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın'da.
Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı üzerinde, Grubum adına söz
almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, çağımız -bilgi toplumu ve sanayiötesi dönümüşü
diye isimlendirdiğimiz bu çağda- beraberinde karmaşık, ekonomik ve sosyal
yapıların dinamik oluşumlarını gündeme getirmektedir. Bu dönüşümün baş
köşesinde, küreselleşme sürecinde yaşanan hızlı değişim mevcuttur. Hizmet sektörünün
egemen olduğu bu yeni yapılar içinde bölgesel bütünleşmeler, dışa dönük ihraç
ekonomileri, KOBİ'ler, rekabet gücü, buna uygun olarak oluşan esneklik,
özelleştirme ve yeni üretim ve yönetim teknikleri, kalite, verimlilik, çıkar
birliğine dönüşmüş ve diyaloglara dayalı yeni işçi işveren ilişkileri söz
konusudur. Bu çerçevede, uluslararası platformda küreselleşmenin yaşandığı bir
dönemdeyiz. Ekonomik yaşamın, artık, mutlaka sosyal refahla pekiştirilmesi
gereken günümüz dünyasında, bu tür plan dokümanlarının belirleyici olmaktan
çok, yol gösterici karakterinin ağırlıklı olması gerektiğine inanarak, aynı
zamanda, bu yol gösterici istikâmette, hükümetin, yeni, düzenleyici mevzuatlar
tanzim etmesi gerektiğini ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, bu planı hazırlayan DPT'nin mümtaz kadrosuna
ayrıca teşekkür etmeyi bir borç biliyorum; ancak, ufak bir sitemim olacak,
bunu, konuşmamın sonunda, inşallah, belirteceğim.
Değerli milletvekilleri, Sekizinci Beş Yıllık Plana baktığımız zaman,
gerçekten de, objektif bir bakış açısıyla hazırlandığına inandığımız bu plan
dokümanının "Genel Durum Değerlendirmesi" bölümünün ikinci
paragrafında, Yedinci Beş Yıllık Planın, DYP'nin iktidarda olduğu ilk 2
yılında, büyümenin ortalama 7,7 oranında artış gösterdiği, son 2 yılın düşük
performansı nedeniyle -1998'de yüzde 3,9, 1999'da eksi 6,4'tür- Yedinci Beş
Yıllık Planın ilk 4 yılının ortalama 3,1 büyüme oranında gerçekleştiğinin
altını çizmek istiyorum.
Söz konusu genel değerlendirmenin ikinci paragrafına baktığımızda, aynen
şu ifadeler yer almaktadır: "Yedinci Planın ilk 2 yılını oluşturan
1996-1997 döneminde gayri safî millî hâsıla büyüme hızı, yıllık ortalama yüzde
7,7 olmuştur." Yani, bugünkü hükümetin beğenmediği, iktidarı oluşturan
partilerin beğenmediği, Doğru Yol Partisinin CHP ile hükümette olduğu ve daha
sonra Refahyolla hükümette olduğu o dönemdeki, hatta Altıncı Beş Yıllık
Kalkınma Planının son 1995 yılını da ilave ettiğimizde, Doğru Yolun hükümette
olduğu 3 yıllık büyüme, ortalama 8,8 oranındadır. 1995 yılını Yedinci Beş
Yıllık Kalkınma Planına dahil etmediğimizde, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma
Planında 7,7 oranındaki büyüme, 1998-1999 yılında da mevcut hükümet tarafından
kullanılmak suretiyle 3,1 oranında gerçekleşmiştir.
Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı süre olarak daha bitmemiştir, 2000
yılı vardır. 2000 yılında da, mevcut hükümet artı büyümeyi temin edemezse -ki,
edemeyeceği son uygulamalarla ortaya çıkmıştır- 2000 yılının ilk 3 ayında,
büyüme olarak gösterilen rakamlar, yine 1999 yılında olduğu gibi, mayıs ve
haziran aylarında eksiye doğru dönüşmüştür. Eğer, 2000 yılında da -temenni
etmeyiz, arzu etmeyiz- eksi büyüme gerçekleştirilirse, işte, Doğru Yol
Partisinin hükümette olduğu o büyümenin bir kısmını da 2000 yılında
harcayacaksınız, tüketeceksiniz, belki 2001 yılının Ocak ayında, dört yılın
büyümesi, bugünkü gibi ortalama 3,1 değil, belki 2'lerde gerçekleşmiş
olacaktır.
İşte, sık sık, buralarda veya muhtelif yerlerde "Doğru Yol Partisi
ne yaptı?.. Ne yaptı?.." diye sitem ettiğinizde veya "ülkeyi
küçülttü" dediğinizde, kendi bakanlığınıza bağlı devletin resmî kuruluşu
DPT'nin genel değerlendirme raporunu okuduğunuz zaman, bakacaksınız ki, Doğru
Yol Partisi döneminde, ekonomide Türkiye 7,7; 1995 yılını da dahil ettiğimiz zaman
8,8 büyümeyi gerçekleştirmiştir.(DYP sıralarından alkışlar) OECD ülkeleri
içerisinde en fazla büyümeyi gerçekleştiren bir ülke olarak, Doğru Yol Partisi
buna damgasını vurmuştur.
Değerli milletvekilleri, bir ülkenin ekonomisinin büyüklüğü, bir yıl
içinde, o ekonomide üretilen mal ve hizmetlerin toplam değerini veren gayri
safî millî hâsıla rakamıyla ölçülür. Ancak, gayri safî millî hâsıla, tek
başına, o ülkedeki ekonomik performansı ölçmekte yetersiz kalmaktadır.
Örneğin, 1998 yılında, Hindistan 428, Rusya 338 milyar dolarla
Türkiye'nin 200 milyar dolarlık gayri safî millî hâsılasından daha fazla mal ve
hizmet üretmektedir.
Diğer yandan, Türkiye'nin, yaklaşık olarak yirmidörtte 1'i kadar bir
yüzölçümü ve Türkiye'nin altıda 1'i kadar nüfusu olan Belçika'nın gayri safî
millî hâsılası 259 milyar dolardır.
Bu nedenle, bir ülkenin ekonomik performansını değerlendirirken,
yüzölçümü, nüfus, nüfus yoğunluğu, kişi başına düşen gelir ve gayri safî millî
hâsılanın yıllar içinde gösterdiği gelişme eğilimine de bakmak gerekir.
Diğer yandan, bir ülkenin ekonomik performansını değerlendirirken,
sadece, ulusal verilerle yetinmek doğru olmaz. Herkesin koştuğu bir yarışta,
yürümekle yetinmemek için, uluslararası karşılaştırmaları da yapmak gerekir.
Uluslararası kuruluşların sağladığı veriler, bu karşılaştırmaları yapmamıza
imkân vermektedir. Bu çalışmada, Dünya Bankasının "Dünya Kalkınma Raporu
1999-2000" adlı çalışmasından ve Devlet İstatistik Enstitüsü verilerinden
yararlanarak, Dünya Bankası, ülkeleri, gelir durumlarına göre, düşük gelirli,
orta gelirli ve yüksek gelirli ülkeler olmak üzere üç ana gruba ayırmıştır.
Kişi başına düşen millî geliri 3 000 doların altında olan ülkeler düşük
gelirli, 3 000 ilâ 9 000 dolar arasında olanlar orta gelirli, 9 000 dolar ve yukarısında
olanlar ise yüksek gelirli ülkeler olarak tanımlanmaktadır. Orta gelir
grubundaki ülkeler de, kendi aralarında, alt orta gelir grubu ve üst orta gelir
grubu olmak üzere iki gruba ayrılmıştır.
Türkiye, Doğru Yol Partisinin hükümette olduğu 1995, 1996 ve 1997
yıllarında, kişi başına düşen 3 255 dolarlık gelirle orta gelir grubunda yer
alırken, 1998 ve 1999 yıllarındaki hükümetin icraatlarıyla, maalesef, kişi
başına 2 800 dolarlara düşmek suretiyle, orta gelirin alt grubunda yer
almıştır. İşte, 1998'de ve 1999'da mevcut hükümetlerin, ülkemizi getirdiği
nokta, dolar bazında tespit edilen rakamlarla, orta gelir grubundan, fakir
ülkeler, yani Asya'nın fakir ülkeleri seviyesine indirmiştir. İşte, Doğru Yol
Partisinin hükümette olmadığı üç yıl içerisinde getirilen nokta, Türkiye'nin,
fakir ülkeler grubunda yer almasını sağlamaktadır. Sadece Doğru Yol Partisi
döneminde değil, mevcut hükümetin uygulaması, Adalet Partisinin hükümette
olduğu 1980 öncesinde, bugünkü sayın hükümetin başı o dönemde de yine hükümet
olmuştu; o dönemlerde ülkenin geldiği nokta ile şimdiki nokta aynı, birbirinin
benzeridir; uygulamada ve neticede hiçbir farklılık yoktur. İşte, biz, diyoruz
ki, Demokrat Partinin devamıyız, Adalet Partisinin devamıyız. Niçin diyoruz; bu
ülkenin vatandaşının gelir seviyesini yükseltmek ve medenî ülkeler seviyesine
çıkarmak sonucuyla övünüyoruz.
Değerli milletvekilleri, dünyada, en hızlı nüfus artış hızına sahip olan
ülkelerin, genellikle, en yoksul ülkeler olmasının bir rastlantı olmaması
gerekir; ama, nedenselliği de hemen kurmamak gerekiyor. Nüfus hızlı arttığı
için mi bu ülkeler yoksul ya da yoksul oldukları için mi nüfus hızlı artıyor?
1998 yılında dünya nüfusu 5,9 milyardı. Bunların 3 milyar 515 milyonu, toplam
nüfusun yüzde 59'u düşük gelir grubu ülkelerinde; 1 milyar 496 milyonu, toplam
nüfusun yüzde 25'i orta gelir grubu ülkelerinde; 885 milyonu ise toplam nüfusun
yaklaşık yüzde 15'i yüksek gelir grubu ülkelerinde yaşıyor.
Türkiye, 63 milyonluk nüfusuyla, dünyanın en fazla nüfusa sahip ülkeleri
arasında, 15 inci sırada yer alıyor. Türkiye'nin dünya nüfusu içindeki payı
yüzde 1,07. 1980 yılında 4 milyar 430 milyon olan dünya nüfusunun yüzde
56,6'sı, yani, 2 milyar 509 milyonu düşük gelir grubundaki ülkelerde yaşarken,
yüzde 25,5'i, 1 milyar 132 milyonu orta gelir grubundaki ülkelerde, yüzde
17,8'ine karşılık gelen 789 milyonu ise yüksek gelir grubuna giren ülkelerde
yaşıyordu. Görünen o ki, yaklaşık yirmi yıllık bir süre içinde, düşük gelir
grubunda yaşayan insanların dünya nüfusu içindeki payları, yüksek gelir
grubundaki ülkeler aleyhine artmış görünüyor. Bunun temel nedeni, nüfus
artışları arasındaki farklardır.
Değerli milletvekilleri, bilhassa, Türkiye nüfusunun yüzde 45'i olan 30
milyon insanın geçimini tarımdan temin ettiği muhakkaktır. Bu nüfusun 20
milyonu, doğrudan, hububat geliriyle, üretim yapıp geçimini sağlamaktadır. Bu
kadar geniş bir kitlenin tek geçim kaynağı olan hububat fiyatları, yüzde 24'lük
bir artışla 102 000 lira olarak açıklanmıştır.
Çiftçinin karagün dostu olan Toprak Mahsulleri Ofisinin, açıkladığı bu
fiyatlarla, Türk çiftçisinin değil, yabancı çiftçinin karagün dostu olduğu
gösterilmiştir. Fiyatların açıklandığı günden bugüne kadar, konuyla ilgisi
olanlar tarafından basına yansıtıldığı gibi, Türkiye Ziraat Odalar Birliği
tarafından açıklanan hububatın maliyet fiyatının 122 000 lira, müdahale
fiyatının da 158 600 lira olması gerekirken, 1999 yılı haziran ayında 82 000
liralık fiyatın üzerinde bir fiyatın, aylık gecikmeyle 102 000 lira olarak
açıklanmış olmasıyla, Türkiye, tahılda da dışa bağımlı hale getirilmiştir.
Toprak Mahsulleri Ofisi, hasat döneminin başladığı bugünlerde,
deposundaki 500 000 ton buğdayı, tonu 97 dolar, yani, 57 000 Türk Lirası
bedelle, dahili işleme rejimiyle üç beş firmaya satmıştır. Böylelikle, hasat
döneminde çiftçiye değil, sanayiciye destek vermiştir, çiftçinin rakibi olmuş,
sanayicinin kasası ve deposu olma görevini üstlenmiştir.
Değerli milletvekilleri, yine karagün dostu olarak Toprak Mahsulleri
Ofisi, FOB 96 dolardan tonunu, CIF 144 dolar/ton dış darı alımıyla, Türk
çiftçisi malı yerine, yabancı çiftçinin malını destekleyen, alımını yapan bir
kuruluş haline getirilmiştir. Yine, alımlarda maliyetin altında fiyat veren
Toprak Mahsulleri Ofisi, 500 trilyon liralık krediyi, yerli tasarrufçular
yerine, Cottarelli'nin talimatıyla, dış tasarrufçulardan sağlamıştır. Böylece,
300 trilyon liralık bir destek çiftçiden esirgenmiş, yerli tasarrufçuya
kullandırılmamış, yabancı sermayeye aktarılmıştır.
Buğdaya verilen bu fiyatla, geçen yıl 1 kilogram buğdayla 2 ekmek, 2,560
kilogram gübre, 0,443 litre mazot alabilen çiftçi, bu sene aynı miktarda
buğdayla 1 ekmek almaya mahkûm edilirken, 0,231 litre mazot, 1,397 kilogram
gübre alabilir duruma getirilmiştir. Böylece, çiftçinin alımgücü yüzde 45
kaybettirilmiştir. İşte, Türk çiftçisine verdiğiniz destek budur!
Ayrıca, bu da yetmemiş, biraz önce Doğru Yol Partisinin sözcülerinin
ifade ettiği gibi, Türk ekonomisini batıran Türk çiftçisiymiş gibi göstererek
suçlamış bulunmaktasınız. Acaba, Türk çiftçisinin hak ettiği, sizin bu
suçlamalarınız mı olacaktı?!
Değerli milletvekilleri, bankalarda kumar oynayanların borcunu bir
gecede ödeme kararı alan hükümet, çiftçinin 300 trilyon lirayı aşan alacağını
10 ayda ödememiştir. Yine, sizlerin de bildiği gibi, son aylarda hükümet, bazı
bankalara, borçlarıyla birlikte elkoymuş, bu bankalara 6 milyar dolarlık kaynak
aktarmıştır. Türk ekonomisinin, Türkiye'de millî gelirin düşmesine ve ekonomik
istikrar tedbirlerinin bozulmasına sebep olan bunlar değil de, bu ülkeye,
yağmurda yaşta, güneşte çalışıp, emeğinin karşılığını alamayan -hatta bu
verdiğiniz fiyatların belki yarısını verseniz, kendisini yine çalışmak zorunda
hisseden- çiftçilerimiz, kendilerinin suçlanmasını bu Meclise, bu hükümete çok
görmektedir; çünkü, bunların başka bir geçim kaynakları yoktur. Buğdaya 102 000
lira değil, 20 000 lira verseniz, bu insanların başka alternatif çalışma
yolları, şekilleri yoktur; ama, belki, onlar, size, o fiyatı verdiğinizde bu
kadar sitem etmezlerdi; suçlanmaları, hakir görülmeleri, zavallı görülmeleri,
ne yazı ki, 20 milyon insanımızı, Türk çiftçimizi üzmüştür. Maalesef, sizler
özür dilemiyorsunuz; ama, sizin adınıza ve hükümet adına ben, bu Türk
çiftçisinden özür diliyorum. Bu Türk çiftçisi, her zaman, bu milletin
efendisidir, bu Meclisin efendisidir, bu hükümetin efendisidir, bu şehirlinin
efendisidir.
Değerli milletvekilleri, yetmişbeş yıllık cumhuriyet döneminde, her ilde
bir üniversite kurmakla övünen Türkiye, bu hükümetle, ekonomisini,
Cottarelli'ye muhtaç hale getirerek, kendi ekonomisini de küçük düşürmüştür.
Şekerpancarı, çiftçiyi, tarlaya ve köye bağlayan, ailenin tüm fertlerine
çalışma imkânı ve istihdam sağlayan, yan ürünlerinin tamamının
değerlendirildiği bir bitkidir. Ne yazık ki, Cottarelli'yle imzalanan iyiniyet
mektubunun -10 veya 11 inci sayfasında- şekerpancarına ait bölümünde "bu yıl, kotalar tespit edildi. 2001
yılında, bu yıl tespit edilen kotalardan daha aşağı pancar üretimi tespit
edilecek" diye, Türk çiftçisini, şekerpancarı üreticisini bağlayıcı
unsurlar vardır.
Değerli milletvekilleri, üretime kota koyarak üretimi kısmak, üretim
fazlası diye, kotayı aşan kısmın düşük fiyatla alımı, üretimi baltalamaktır.
Üretimin düşük olduğu yıllarda, ithalatımız büyük miktarlarda gerçekleşmiştir.
1991 yılında, ülkemizin kampanya başı şeker stok miktarı 416 000 ton iken; bu
miktar, 1997 verilerine göre, 71 000 tona inmiştir. Ülkemizin şekerpancarı
üretiminin artırılması zorunludur. Ülkemizin nüfus artış hızı ve şeker güvenlik
stokları dikkate alındığında, ihtiyacın buna bağlı olarak artması
kaçınılmazdır. Gerçek olan, ülkemizin ihtiyacının arttığı ve üretimin
artırılması gereğidir. Bu nedenle, ülkemizin, gerek halkımızın ve sanayimizin
ihtiyacının karşılanması gerekse güvenlik stokları bakımından üretim artışına
ihtiyacı vardır.
Değerli milletvekilleri, bugün, şekerpancarında fiyat problemi yoksa,
1997 yılında, Doğru Yol Partisinin hükümeti tarafından; yani, onun Tarım Bakanı
Sayın İsmet Attila ve Sanayi Bakanı tarafından, bir önceki yıla göre yüzde
150'lik artışla, şekerpancarı fiyatının, kilosu 4 400 liradan 11 000 liraya
çıkarılması nedenine bağlamak gerekir. İşte, bugün, şekerpancarı üreticileri
varsa, şekerpancarı üretebiliyorlarsa, o zor şartlar altında üretim
yapabiliyorlarsa, Doğru Yol Partisinin, 1997 yılında iktidarda olduğu dönemde,
şekerpancarı üreticilerine vermiş olduğu fiyat seviyesinde devam etmektedir.
Şimdi, siz, hangi şeyle hükümet olarak övüneceksiniz? Acaba hububatta
verdiğiniz fiyatlarla mı? Şekerpancarı fiyatları daha açıklanmadı; ama,
Cottarelli ile yaptığınız anlaşmaya göre, bu fiyatın 32 000-33 000 lira
civarında olması gerekir. Halbuki, geçen sene 27 000-28 000 lira olan
şekerpancarı fiyatının, bu sene 33 000 lira mı olması lazım?
Yine, buğdayda, geçen sene 80 000 lira olarak verilen fiyat bu sene 102
000 lira olarak verildi ki, bu fiyatlardan daha alım yok; Doğru Yol Partisi
sözcülerinden Sayın Mehmet Dönen'in ifade ettiğine göre, Amik Ovasında 80 000
ilâ 90 000 lira arasında alınıyor. Zaten, Urfa'da kuraklık olduğu için,
bilhassa kuru alanlarda arpa, buğday yok. Halbuki, geçen sene verdiğiniz 80 000
liralık fiyat, bu yıl 102 bin lira. Buğdayı 90 bin liradan alıyorsunuz... Geçen
sene ile bu sene arasında, sadece çiftçinin girdilerinden mazota 133 kez zam
geldi. Soruyorum sizlere; bir malın fiyatına, bir yılda 133 kez zam geldiğinde,
geçen seneki fiyatın 10 000 lira, 15 000 lira fazlasına ürününü almak suretiyle
mi bu çiftçiyi memnun ettiğinizi zannediyorsunuz? İşte, bu çiftçi, maalesef,
hararetle, sandığın önüne gelmesini bekliyor. Şimdi bir şey söyleyemiyorum; çünkü,
Karadenizlilerin ifadesiyle, çiftçinin diklenecek hali kalmamıştır, ayakta
duracak hali kalmamıştır; tek istediği, önüne sandığın gelip, mutlaka,
kendisini cezalandıran insanlara ders vermektir.
Değerli milletvekilleri, ayçiçeğinde durum aynı, tarım satış
kooperatifleri ve birliklerinin özelleştirilmesinde uygulamalar, yine, Türk
çiftçisinin aleyhine. Gübre destekleme uygulamasında, oranlama desteğine
dönülmelidir; maalesef, hükümet bunu yapmamıştır. Bilhassa, gübre destekleme
uygulamasında, daha önce uygulanan; yani, Doğru Yol Partisinin hükümette olduğu
dönemde uygulanan yüzde 50 oranındaki desteklemenin yerini, gübre çeşidine
göre, belli miktarda yapılan destekleme ödemesi almış, bu ödeme miktarları,
artan gübre fiyatları karşısında erimiş, yüzde 50 olan bu destekleme, zaman
içerisinde, yüzde 15'lere, yüzde 7'lere düşmüştür; desteklemenin etkisi
azalmış, üretici, bu uygulamadan mağdur olmuştur. Bir tarafta, tekniğe uygun ve
yeterli miktarda gübre uygulaması konusunda üreticiye yönelik eğitim çalışmaları
yapılması gerekirken, bir yandan da, artan fiyatlarla gübre kullanımı
engellenmiş ve bu destek verilmemiştir. Bu nedenle, en kısa zamanda, mevcut
sistem terk edilerek, eskiden olduğu gibi, Doğru Yol Partisinin hükümetleri
döneminde uygulandığı gibi, yüzde 50 destekleme uygulamasına geçilmelidir.
Tarım sigorta kanunu çıkarılmalı, tarımsal destekleme artarak devam
ettirilmelidir. Ne yazık ki, Türkiye, Avrupa Birliğine gireceği için, mutlaka,
Avrupa Birliği tarım politikasını uygulamak ve desteklemek zorundadır; ancak,
bilindiği üzere, AB tarım politikası, IMF ile çelişkili. Kim en ucuza mal
üretirse, gümrük duvarları bozulmadan, o fiyatlardan satılsın şeklinde bir
öngörüşünün bulunduğu IMF, bu noktada, ülkelerinin üreticilerinin de
desteklenmesini istemiyor. İşte, IMF ile yapmış olduğumuz iyiniyet anlaşması,
maalesef, girmek istediğimiz Avrupa Birliği ülkelerinin tarım politikasına da
aykırıdır.
Değerli milletvekilleri, açıkçası, IMF demek, ABD demektir. IMF
istekleri de, ABD'nin talepleri olarak biliniyor. IMF, Dünya Bankası ve ABD
üçgeninde, tarım reformuna ilişkin söylenecek şeylerden çok, fiilî durum,
ABD'nin lehine işlemektedir. Bilindiği üzere, Amerika'da tarımsal girdiler,
dünyanın en ucuz girdisi. Amerika'da petrol fiyatları bütün dünya ülkelerinden
daha ucuz; bu nedenle, üreticiyi desteklemeye de ihtiyaç yok. Ayrıca,
Amerika'da hane başına ortalama 2000 dönüm tarım arazisi var; bu rakam
Avrupa'da 200, Türkiye'de ise 20 dönüm. Amerika'da verim Avrupa'nın 2 katı,
bizim ise 3 katımız. Ayrıca, Amerika'da, Allah vergisi bir tabiat var, bir de
finans sorunları yok. Bu avantajlara sahip olan ülke, tüm engelleri kaldırıp,
tarımsal anlamda, dünya pazarlarını ele geçirmek istiyor. İşte, bu hükümetin
Hazineden sorumlu Bakanının, Türk
tarımını, Türk çiftçisini havale ettiği, anlaşma imzaladığı IMF, ABD'nin bir
malî politika aracısı, çiftçi ve üretim yolunda, tarım politikasını uygulamada
bir araç. Ne yazık ki, biz, bu araçla, kendi Türk çiftçimizin amaçlarına ve
Avrupa Birliği ülkelerinin de amaçlarına mugayir bir şekilde anlaşma imzaladık.
Soruyorum size; biz, IMF'nin mi üyesi olacağız, Avrupa Birliğinin mi üyesi
olacağız?
BAŞKAN – Sayın Akın, toparlar mısınız...
MURAT AKIN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, nasıl bir anlaşma
yaptığımızı müdrik değiliz.
Şimdi, ufak bir sitemimiz olacak dedim. Bu sitemimiz, daha ziyade,
DPT'nin çalışanlarına değil, bu hükümetin, bilhassa bu hükümetin iki kanadına,
manevî değerlere ehemmiyet veriyoruz diyen MHP ve Anavatan Partisinin sayın
yetkililerine. 2001 ve 2005 yılları içerisinde uygulanacak beş yıllık planda,
bu ülkenin insanlarının yüzde 99,99'u müslüman olduğu halde, hiçbir bölümünde,
hiçbir kısmında dinle, diyanetle ilgili en ufak bir ibare, bir cümle
bulunmamaktadır. Türkiye, üçüncü bir bin yılın eşiğinde, hâlâ, bu toplumun dini
nasıl zapturapt altında tutarız yaklaşımında bulunan bir ülke görüntüsüne
mahkûm edilmemeli. Bir İslam ülkesi olmanın kendisine verdiği kavşak ülke,
merkez ülke misyonunu, İslamla gerçekten sağlıklı bir ilişki geliştirerek
üstlenmeli, İslamı azaltma projelerinin...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Sayın konuşmacı, üç parti yok mu bu
hükümette?
BAŞKAN – Efendim, Sayın Halıcı, haklı olarak alındı.
MURAT AKIN (Devamla) – Bunu telafi edeceğim.
BAŞKAN – Telafi ederseniz, bitirmenize müsaade edeceğim; etmezseniz,
etmeyeceğim. Doğru söylüyor Sayın Halıcı. İki partiyi alakadar etmiyor bu.
MURAT AKIN (Devamla) – ...Türkiye'nin İslamla birlikte oluşan misyonunu
yaralayacağını unutmamalıdır.
Sayın DSP Grubu da, tabiî ki, bu konuşmamın muhatabıdır; o da
unutmamalıdır.
Türkiye'de bir gelenek var. Devlet mantığı, toplumu yukarıdan aşağıya
bilinçlendirme, tanımlama geleneği üzerine oturmuş. O yüzden, devlet adına
hareket edenler, tüm sivil alanı, din dahil, belirleyebileceklerini
düşünüyorlar. Bu, devletin, halkın belirlediği çağdaş, demokratik yaklaşımlarla
uyuşmuyor. Çağdaş, özgürlük ve insan hakları çerçevesinde, tepeden inmece
yaklaşımlardan, bu hükümeti oluşturan üç parti de vazgeçmeli.
Bu programda, verilecek bir önergeyle, 65 milyonu Müslüman olan
insanların diniyle ilgili, diyanetiyle ilgili ufacık bir ibareye yer verilmesi
duygu ve düşüncesiyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Efendim, çok teşekkür ediyorum.
Birleşime, 17.15'te toplanmak üzere, 15 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 17.00
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 17.15
BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU
KÂTİP ÜYELER : Vedat ÇINAROĞLU (Samsun), Hüseyin ÇELİK
(Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 119 uncu Birleşimin İkinci Oturumunu
açıyorum.
Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının tümü
üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.
IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. – Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci
Beş Yıllık (2001-2005) Kalkınma Planının Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/600) (S. Sayısı : 516) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerinde.
Gruplar adına konuşmalara devam ediyoruz.
Anavatan Partisi Grubu adına ilk söz, Balıkesir Milletvekili Sayın Agâh
Oktay Güner'de.
Zatıâlinize 30 dakika talepte bulunmuşlar; doğru mudur efendim?
AGÂH OKTAY GÜNER (Balıkesir) – 40 dakika Sayın Başkan.
BAŞKAN – 30'du; peki, 40'a çıkaralım efendim.
BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sayın Başkan, konuşmacı sayısını 3'e indirdik;
40'ar dakika olacak. Bu konuda dilekçe de verdim.
BAŞKAN – Şimdi düzeltiriz efendim.
Buyurun Sayın Güner. (ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA AGÂH OKTAY GÜNER (Balıkesir) – Sayın Başkan, Yüce
Meclisin sayın üyeleri; muhterem heyetinizi, Anavatan Partisi Grubu ve şahsım
adına saygıyla selamlıyorum.
Plan müzakereleri başladığından beri, Meclisimizde grubu bulunan siyasî
partilerimizin değerli temsilcileri, çok acı gerçekleri samimiyetle ifade
buyurdular. Bu gerçekler ifade edilirken, sık sık, bir kavram, âdeta moda olmuş
bir kavram da bu kürsüye taşındı: Globalleşme, küreselleşme. Hatta, biz, bölge
planları yapımını bile, plan dokümanımıza göre, bu globalleşmenin bir sonucu
veya bir zarureti olarak ifade ediyoruz.
Müsaade buyurursanız, globalleşme dediğiniz olay, en gelişmiş
teknolojiye, en ileri üretim gücüne, ekonomiye sahip olan devletin dünya
hâkimiyetinden ibarettir. 1980'lere kadar literatürde bunun adı emperyalizmdi.
Şimdi, emperyalizm kavramı terk edildi, onun yerine, bilgisayar ve internet
gelişmesi de kullanılarak, bir globalleşmeden bahsediliyor. Mutlaka kıymetli
arkadaşlarım görmüşlerdir, eski Amerika Dışişleri Bakanı Brezinski'nin
"Büyük Satranç Oyunu" adlı eserinde, globalleşmenin ne olduğu ve
Amerika'nın dünyaya nasıl baktığı çok güzel ifade edilmektedir.
Aziz arkadaşlarım, globalleşme, küreselleşme, güçlü olana hizmet eden
bir gelişmedir. 1960 yılında dünya nüfusunun yüzde 20'si en zengin
memleketlerde yaşıyordu. Bunlar, dünyadaki 12 fakir memleketin -ki, onların
nüfusu da yüzde 20'dir- gayri safî millî hâsılalarından 30 kat fazla gelire
sahiptiler. 70'ten fazla ülkede fert başına gelir, yirmi yıl öncesine göre daha
düşüktür ve bugün, dünya üzerinde yaklaşık 3 milyar insan, günde 10 franktan az
parayla yaşamaktadır.
Şimdi, bu gerçeklerin daha acısı var. Dünya üzerindeki toplam servetin
yüzde 4'ü olan 225 büyük serveti, yoksul ülkelerin yiyecek, içecek, su, eğitim,
sağlık gibi temel ihtiyaçlarına tahsis edebilsek, bu insanların acıları son
bulacak.
Diğer bir gerçek de, Amerika Birleşik Devletlerinde yaşayan ve Avrupa
Birliğinde yaşayan insanların lüks bir tüketim maddesi olan parfüme ödediği
yıldaki 13 milyar dolar harcama, yine, yoksul ülkelerin temiz su, ilaç ve
eğitim masraflarını karşılıyacak; ama, bunu duyan ve bunu gören bir dünyadan
uzağız. İşte, uzak olduğumuz için, kaynaklarımızı en iyi şekilde
değerlendirebilmek amacıyla plan yapıyoruz. 1963'ten bu yana, yaklaşık kırk
yıldır, plan çalışmaları Türkiye'de devam ediyor.
Avrupa Birliği dünya nüfusunun yüzde 2'sine sahip, dünya hâsılasından
aldığı pay yüzde 26'dır. Amerika Birleşik Devletleri dünya nüfusunun yüzde
4,6'sını barındırıyor, dünya hâsılasından aldığı pay yüzde 25'tir. Japonya
dünya nüfusunun yüzde 2,2'sini barındırıyor, dünya hâsılasının yüzde 16'sını
alıyor. Almanya dünya nüfusunun yüzde 1,4'ü miktarında vatandaşa sahip, dünya
hâsılasının yüzde 7,7'sini alıyor. Türkiye'nin dünya nüfusundaki payı yüzde
1,1; dünya hâsılasından aldığımız pay binde 7!
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de nüfusun en zengin yüzde 20'si gelirin
yüzde 55'ini, en yoksul yüzde 20'si gelirin yüzde 5'ini alıyor. Türkiye'de
gelirin tek başına yüzde 27,5'ini kullanan İstanbul'da en zengin 356 000 aile,
gelirin yüzde 64'ünü alıyor ve hiç şüphesiz ki, o oranda da İstanbul vergi
ödüyor. İstanbul'un en zengin ailesi ile en yoksul ailesi arasındaki gelir
farkı 1 437 kattır. 1998 yılı itibariyle 39 milyon 650 bin 200 hesapta 6
katrilyon 427 trilyon lira bulunuyor; bunun yüzde 76,7'sine sahip olanlar ise,
hesap açtıranların yüzde 2,9'u. Mevduatın yüzde 50'si Marmara'da, yüzde 33,5'i
Orta Anadolu'nun kuzeyinde.
Şimdi, her zaman ifade ettiğimiz bölgeler ve zümreler arasındaki gelir
dağılımındaki dengesizlik ve Türkiye'nin kendi içindeki pek çok ekonomik
meseleyi çözememiş olmasının üç ciddî ifadesiyle karşı karşıyayız.
Değerli arkadaşlarım, iktisatçılar, sağlıklı bir ekonominin 3 unsuru var
diyorlar: Gayri safî millî hâsılanın yüzde 3'ünü aşmayan bir kamu açığınız
olacak; ne yazık ki, Türkiye'de kamu açığı yüzde 14! Gayri safî millî
hâsılanızın bir yılda ürettiğiniz mal ve hizmet toplamının yüzde 60'ını aşmayan
iç ve dışborç toplamınız olacak; şu anda, 150 milyar dolar iç ve dış borcumuz
olduğuna göre, gayri safî millî hâsılamızın yüzde 79-yüzde 80'ine varmışız.
Avrupa Birliği üyesi 15 ülke içerisinde enflasyon oranı en yüksek olan iki
ülkenin enflasyon oranını aşmayan çizgide bir enflasyonunuz olacak; Avrupa
Birliğinde şu anda en yüksek enflasyon yüzde 2 ve yüzde 3; Türkiye'nin üç
yıllık hedefi de bu oran. Demek ki, Sekizinci Beş Yıllık Plan, şu anda,
sağlıklı bir ekonomik yapıdan fevkalade uzak bir Türkiye'ye hitap ediyor.
Değerli arkadaşlarım, İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planının
hazırlanmasında ve uygulanmasında görev almış bir arkadaşınız olarak, plan
çalışmalarının çilesini yakinen biliyorum. Değerli uzman arkadaşlarımıza, alt
komisyon üyelerine, Planlamanın bütün kadrolarına teşekkür ediyor, bu planın,
ülkemize saadet, sağlık ve huzur getirmesini niyaz ediyorum. Ancak, birkaç acı
gerçeği, dost acı söyler ölçüsüyle ifade etmeyi de siyasî ahlak ve siyasette
namus anlayışımın zarureti olarak ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Plan dokümanı,
şu anda Planlamanın başında bulunan, yetişmesinde benim de emeğim olan çok
kıymetli ve kendisinden çok büyük hizmetler beklediğimiz müsteşarımızın
herhalde dikkatini aşmış olan bir maharetle yazılmış. Çünkü, plan, millî
kalkınma arzu ve iradesinin ifadesi. Bu belge, önce, hitap ettiği milletin
diliyle konuşacak, bu milletin diliyle yazılacak. Siz, millî bir kalkınma
hamlesini, milletle bütünleşmeden gerçekleştiremezsiniz. Peki, siz, millete ne
söylüyorsunuz; üzülerek ifade ediyorum, Türk dili açısından bu plan, tam bir
felaket dokümanıdır; üstelik, birtakım bölümlerindeki bazı iddialara rağmen.
Planın 72 nci sayfasında 477 nolu bir ifadeyi nakledeceğim, Türkçenin
felaketini anlayınız: "Bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılması ve
gerikalmış bölgelerin gelişmesinin sağlanmasında önem arz eden altyapı
yatırımlarının nakit akış, ödenek yetersizlikleri gibi nedenlerle zamanında
tamamlanamaması, bölgesel gelişmeyi olumsuz yönde etkilemeye devam etmekte ve
özel sektörün kamu yatırımlarının yarattığı dışsallıktan yararlanmasını
geciktirmektedir."
Değerli arkadaşlarım, ben, bunu on defa okudum ve anlamadım.
Diğer bir tedbir, 82 nci sayfada 566 sayıyla yer alıyor, aynen şöyle:
"Hayvancılığın öncelikli faaliyet dalı olduğu illerde mera ıslahına ve
mera yönetimi çalışmalarına önem verilerek önem verilecektir." Ne yazık
ki, eğer, bugün, Türkiye'de "hâkim" ile "hakimi" ayıramayan
Türkçe, zaman zaman bu Meclis kürsüsüne de geliyorsa, bunda, plan dokümanının
çok büyük günahı vardır. Türkçenin fukara, uyumsuz bir dil haline gelmesinde,
plan belgeleri, hep, bu dili tahrip eden zihniyetleriyle çok ağır günahlar
işlemişlerdir. Bizim son ümidimiz, Sayın Devlet Bahçeli gibi millî kimlik ve
millî şuur uyanıklığına sahip bir şahsiyete bağlı olan Devlet Planlama
Teşkilatının, bu dil yıkımını, dil tahribatını mümkün olan en kısa zamanda
önleyeceği yolundadır.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, bakınız, plan, zaman zaman da, güzel Türkçe
kullanıyor, diyor ki: "Anaokullarından başlayarak, eğitimin bütün
kademelerinde, Türkçe'nin güzel kullanımını gerçekleştirecek müfredat programları
uygulanacaktır." Ama, ben, huzurunuza bir acı gerçeği getireceğim: Talim
ve Terbiye Kurulumuz, geçtiğimiz ay, anaokullarında İngilizce tedrisat
yapılmasını ve ilkokulların birinci, ikinci, üçüncü sınıflarında İngilizce
öğretilmesini kabul etti; Tebliğler Dergisinde yayımladı. Talim ve Terbiye
Kurulunun çok onurlu iki üyesi, bu karara muhalefet ettiler. Birisi diyor ki,
muhalefet şerhinde, "bu, Türk Milletinin millî varlığına ihanettir."
Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosu buradayken, bu
kadrolar buradayken, böylesine hayatî önemde bir karar, Mecliste müzakere
edilmeden alınıyorsa, demek ki, Türkiye, önce dükkân levhalarında başlayan
yabancılaşmayı, artık, devlet okullarında resmî politika haline getirecektir.
Gönlümüz arzu ederdi ki, planın bir ruhu olsun, planın bir heyecanı olsun,
planın bir aşkı olsun, bir şevki olsun.
Çok iyi bildiğiniz gibi, planlamayı, teorik ve pratik manada ilk
uygulayan, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğidir. Büyük devlet adamı De
Gaulle, ünlü iktisatçı François Peroux'yu Moskova'ya gönderdi. Peroux,
Moskova'da planlamayı inceledi, döndü, Fransa'ya geldi; demokratik planlamayı
kurdular. Biz de, Planlama Teşkilatımızı kurarken, Fransız modelini aldık ve
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planında da, bu Fransız etkisi çok rahat görülür.
Değerli arkadaşlarım, 1961'de kurulan teşkilat, 1963'te ilk ürününü
verdi. Birinci Plancı kadrosu, son derece katı ideolojik tutum ve tercih
içerisindeydi. Devrin Başbakanı İnönü, onlara iltifat etmedi; o arkadaşlar da
ayrıldılar. Sonra, Birinci Beş Yıllık Plan, Türkiye'yi bir tarım toplumu olarak
ele alıyor ve 1963-1967 yılları arasında, tarımın modernleşmesini amaç
ediniyordu.
1967'de, sorumlu kadrolar, politikada da değişti, Planlamada da değişti
ve İkinci Beş Yıllık Plan geldi. İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Türkiye'yi
şehir toplumu olarak ele alan ve şehirleşme, sanayileşme ufuklarına sahip olan
bir plandır. Plan modeli görüşülürken, ünlü Hollandalı plancı Tinbergen
Türkiye'ye davet edildi. Plan, kolokyumlarda tartışıldı; üniversite, basın,
işçi sendikaları, çiftçi kuruluşları ve esnaf teşkilatına, ayrı ayrı, plan
modeli anlatıldı ve bütünüyle, hem bürokrasi hem özel sektör hem bağımsız
çalışanlar hem yazarlar hem çizerler, planı benimsediler ve bilindiği gibi, İkinci
Beş Yıllık Kalkınma Planı, 7,5 kalkınma hızı ve yüzde 5 enflasyonla, Türkiye'ye
bir altın dönem yaşatmış olan plandır.
Şimdi, ne görüyoruz?.. Bu plan hazırlanıyor; Türkiye öylesine hareketli
bir dönemdeki, Türk Milleti, ben Avrupa Birliğine aday olacağım diyor; Avrupa
Birliğinin de hiçbir kuruluşunda temsil edilmeden, gümrüklerini açmış, gümrük
birliğine üye olmuş ve sanayii, bütün yanlış politikalara rağmen direniyor buna
ve Türk Parlamentosu, âdeta askerlerin mecburî yürüyüşüyle, gece gündüz demeden,
önüne gelen, hükümetin getirdiği kanunları, uyum kanunlarını çıkarıyor.
Bin yıldır sahip olmadığımız bir baht ufku açılmış; 11 milyon
kilometrekarede 300 milyon Türk, bağımsız yaşıyor ve bunlarla ilgili, kültür
hayatında, ekonomi hayatında, ticaret hayatında, sanat hayatında çok büyük
gelişmeler var; ama, ne yazık ki, üzülerek ifade ediyorum, bu büyük gelişme ve
bu büyük sancıyı yakalayacak, yönlendirecek bir irade, bu plan dokümanında yok
ve plan dokümanında, önce, birleştirici unsur olan dile, coğrafyaya, tarihe ve
dine toplu bir kültür bakışı getiremiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, çoğunuzun çocuğu var ve ne yazık ki, bu
çocuklar, artık, sokaklarda oyun oynayan, çelik çomak oynayan, topaç çeviren
mutlu çocuklar değil. Ne yazık ki, bu çocuklar, evde dedelerinin kahramanlık
hikâyeleri ve namaz kılan beyaz başörtülü ninelerinin dinî hikâyeler anlattığı
bir zenginliğin çocukları da değil. Bunlar, sadece ve sadece, cahil
hizmetçilere terk edilmiş, televizyon kültürüne mahkûm yavrular.
Batılı dizileri takip buyurunuz, hepsinde kilise vardır, hepsinde nuranî
bir papaz vardır ve hepsinde, Hıristiyanlığın, o, çok sıcak ambalajı vardır;
ama, bizim bir tek dizimiz yoktur. Rahmetli Tarık Buğra'nın Küçük Ağa'sı bu
memlekette televizyon ekranına dizi olarak geldiği zaman, imam efendiler teravi
namazını geç kıldırıyorlardı, Küçük Ağa'yı millet seyretsin diye. Bir nuranî
veli tipi yok bizim dizilerimizde, bir hoca tipi yok. Hoca, kocaman göbekli,
siyah sakallı, dişleri fırlamış, ağzından salyalar akan adam olarak hep
karikatürlere çizildiği ve hep öyle anlatıldığı için, hafızalarının en güçlü
olduğu 4 ve 7 yaş arasındaki çocuklarımızın ve dünya ilminin bugün geldiği,
bizim dünkü Osmanlı eğitim sistemimizde, sübyan mekteplerine çocukların
gittiği, 4 ve 7 yaş dönemi, tamamen Hıristiyan kültürüyle dolduruluyor.
Şimdi, siz, buna, bütün anaokullarının İngilizce eğitim yapmasını ve
ilkokullarda da üçüncü sınıfa kadar İngilizce tedrisatın planlanmasını
getirirseniz, millî hassasiyet, millî şuur ve kültür vermediğiniz bu yavruları
kimler için yetiştireceksiniz, bunlar kimlerin çocuğu olacak? İşte, ben,
huzurunuzda üzülerek görüyorum ki, Balkanlarda, Avrasyada büyük bir kültür
savaşı yaşanırken, bizim plan dokümanımızda "biz, bu coğrafyada kültür
merkezleri açacağız" gibi tek cümle ve tek tedbir de yok.
Aziz arkadaşlarım, eğer, biz, bu topraklarda millî kimliğimizle
yaşayacaksak, millî değerlerimizle var olacaksak, bu tedbirler bizi felakete
götürür. Uyanalım, her türlü siyaset endişesini bir tarafa bırakarak, parçalanmak, bölünmek istenen bir vatan
coğrafyasının, bir devletin vatandaşları olarak gerçeklere gözlerimizi açalım
ve bu gerçeklerin ışığında halimizin bir muhasebesini yapalım: Biz neyiz,
nereye gidiyoruz ve ne yapmak istiyoruz?
Değerli arkadaşlarım, planlar, ancak, inanç veren kadrolarla başarıya
ulaşır. Bütün büyük mücadelelerin temelinde bir felsefe, bir inaç ve o inanç
uğruna kendini aşmış kadrolar vardır. Bunu yapamazsanız; çok güzel dokümanlar
hazırlarsınız, doktora tezlerine konu olur, lisans tezlerine konu olur; ama,
millete hiçbir şey getirmez.
Türkiye'de, siyasî katılım olayını ve topyekûn katılım olayını, plan,
teşvik etmelidir. Türkiye Parlamentosu, memleketin bin derdiyle uğraşırken,
demokrasiyi bu çatının altına getirmeye, demokrasiyi siyasî partilerin
yapısında daha geliştirmeye ve vatandaşın katılımını temin etmeye mecburdur ve
Türkiye'de, her gün, milletvekili odalarına 15 000 vatandaş geliyorsa, bunun
anlamı, Türkiye'nin, hızla, bir merkezî hükümet ve taşra teşkilatı reformuna
muhtaç olduğudur.
Plan dokümanı başta olmak üzere, devletin bütün belgelerini, ancak ve
ancak, iyi işleyen bir devlet teşkilatıyla uygulamaya intikal ettirebilirsiniz.
Vatandaşa hizmet götürmek için 1 milyon lira masraf yapan devlet yapısıyla
Türkiye nereye gidecektir?.. Gelebildiğimiz yer ortadadır.
Biraz önce, burada, değerli arkadaşlarımız "hükümetin IMF'ye teslim
olduğunu" ifade ettiler; ama, eğri oturup doğru konuşalım, IMF'ye teslim
oluşumuz, bir yıllık hükümetin günahlarından mı ibarettir?.. Acaba, bunda,
topyekûn iktidarların hatası yok mudur?.. Diğer dünya devletleri, akıllı bir
biçimde, ekonomileri huzurlu ve iyi işlerken IMF'yle kredi anlaşmaları
yaparken, neden Türkiye, devamlı bir biçimde ekonomi arabasının tekerleri
çamura gömüldüğü zaman IMF'ye gitmektedir?..
Türkiye tarımı, yılların ağır problemlerini yaşıyor. Türkiye, hâlâ, köye
giren para ile köyden çıkan parayı dengeleyememiş ve Türkiye, tüketici
rakamlarına göre alınan enflasyonun geçen yıl yüzde 62,9 olduğunu göz önüne
alırsak, topyekûn tarım ürünlerine yüzde 30 zam vererek, köylüsünü, yarı yarıya
yoksulluğa mahkûm etmiş.
Şimdi, bir darboğazdan geçiyoruz, bir istikrar paketinden geçiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu kürsüye "sizin tarım politikanız yanlıştır,
doğrusu şudur ve finansmanı da budur" diyerek gelmelidirler. Finansman
tablosunu düşünmeden, hayalî vaatlerle bir yere varamayız. İşte, vardığımız
nokta budur.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin dışında, Avrasya'da, Ortaasya'da,
Balkanlar'da, büyük ve müthiş baht imkânları doğarken, Türkiye'nin
koalisyonlara mahkûm olması, Türkiye'nin güçlü siyasî iradeden mahrum kalması,
büyük talihsizliği olmuştur ve üzülerek ifade ediyorum, bu talihsizlik,
bürokrasiyi de perişan etmiştir. En gözde kurumlarda en kör yanlışlar olağan
hale gelmiştir. Boyacıyı şoför yapmak, sekretere uzman kadrosu vermek gibi
aklın alamayacağı işler, artık, bürokraside tabiî sayılmaktadır. Müsteşarlık
gibi, genel müdürlük gibi, demlenmeyi, yetişmeyi, devlette pişmeyi elzem kılan
görevlere, siz, dostumuz, ahbabımız, militanımız, yakınımız, adamımız diye
bazılarını getirirseniz, bunlar, sizin emrettiğiniz her işi yaparlar; ama,
yapmanız gerekeni size söylemezler, söyleyemezler. Akıllı bir siyasî kadro,
bürokrasiyi tahrip etmez ve bürokrasinin yetişmiş elemanlarını daima değerlendirir.
Almanlar, kalkınırken, asla ve kata memurlarının rızkını kesmediler.
Alman kalkınmasında sorumluluk taşıyan ve bu sorumluluğu ölçüsünde tatmin
edilen memur vardır. Biz, memurları açlığa mahkûm ettik. Keyfî tayinler, layık
olmayanların yükselmesi, layık olanların itilmesi, öyle bir tablo meydana
getirdi ki, bir mühendis 240 milyon lira alıyor, onun arabasını kullanan şoför
500 milyon lira alıyor. Bu tabloyla, siz, planı, ekonomiyi zor taşırsınız.
Eğer, bir ülkede hâkimler, velevki bunlardan birisi "biz, cüzdanımızla
vicdanımız arasında sıkıştık" diyorsa, bu alarm zillerini duymak lazımdır.
Bu alarm zilleri duyulup, bürokrasi, hem reorganize edilmiş devlet
teşkilatıyla, merkezde, taşrada ve mahallî idarelerde nefes alır hale
getirilmeli hem de bu yamalı, dağınık, adaletsiz ücret politikası son
bulmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, Devlet Planlama Teşkilatı, kurulduğundan bugüne,
ne yazık ki, çok geniş kadroları kızakta tutan bir kuruluştur. Planlamada büyük
insan israfı vardır. Dünya üzerinde istihbarat kavramı değişti. Artık,
devletler istihbaratı ekonomi alanında yapıyorlar. Ne yazık ki, Türkiye gibi
birkaç devlet, bütün istihbarat birimlerini kendi vatandaşlarına karşı
kullanıyor. Kendi vatandaşından bu kadar korkarak bir yere varmak mümkün
değildir. İstihbarat, ekonomi alanında olmalıdır. Büyükelçiliklerimize,
Planlamanın yetişmiş kadrolarını hızla göndermekte sayısız faydalar görüyorum.
Aynı şekilde, mahallî idareler reformu, merkezî hükümet ve taşra
teşkilatı reformu yapılırsa, valiler yeni bir kimliğe, yeni bir ufka, yeni bir
sorumluluk çizgisine taşınacağı için, Planlamanın yetişmiş kadrolarını
valiliklere dağıtmakta da sayısız faydalar görüyorum.
İlk defa, Türkiye'de, bölge planlamasının, Akdeniz Bölgesinde
yapıldığını biliyoruz. Çok başarılı bir projeydi, Birinci Plan döneminde
bitirildi. Sonra GAP geldi. GAP İdaresi, uygulama açısından, plancılara
fevkalade yardımcı olacak ciddî projeleri geliştiriyor ve uyguluyor. Doğu
Karadeniz'de bir projemiz var; bu, fevkalade büyük önem taşıyor. Orta Anadolu
Projesi var; bu da çok önemli.
Yalnız, bu planın mantığında büyük bir yanlış var; plan, sosyal ve
ekonomik bölümlere geçmeden, yani, millî seviyedeki plana geçmeden bölge
planlamasına giriyor. Arkadaşlar, bu çok yanlıştır. Bu milletin düşmanlarının
istediği budur; bu oyuna gelmeyelim. Önce millî plan yapılır. Millî planı, siz,
borçla değil vergiyle finansmana kavuşturmanız lazımdı; çünkü, akıl alacak
rakamlar değildir elimizdeki rakamlar; 150 milyar dolar iç ve dışborçla Türkiye
ekonomisi kilitlenmiştir. Demek ki, Türkiye, planını da dışborçla finanse
edecektir, vergiyle değil. O zaman, siz ne yapacaksınız; çok ciddî bir biçimde
millî seviyede planınızı yapacaksınız, bu millî seviyedeki planın uygulamaya
geçmesinde bölge planlaması kavramını destekleyeceksiniz; ama, çok gariptir,
Sekizinci Planda bölge planları yapılıyor, bölge planlarından millî plana
geçiliyor... Bu, fevkalade tehlikeli gelişmeyi, başta Sayın Müsteşar olmak
üzere, siyasî kadroların göreceğine inanıyorum.
Değerli arkadaşlarım, unutmayalım ki, sağlıklı plan, sağlıklı
istatistiklerle yapılır. Sağlam, güvenilir, gerçek rakamlara dayanmayan
planlarla netice almak mümkün değildir.
Türkiye'de bir kadastro problemi var ve İkinci Beş Yıllık Plandan beri
devam ediyor. Üstünde plan yaptığınız ülkenin kadastrosu hâlâ bitmiş değil.
Tek düzen muhasebe sistemine geçtik; ama, millî hesap planınız hâlâ yok.
Millî hesap planı olmadan plan yapıyoruz.
Ayrıca -üzülerek, huzurunuzda ifade ediyorum- kalkınma, manevî ve maddî
değerlerin, bir kartalın iki kanadı gibi açılmasıyla gerçekleşir. Siz, kültür
konularını, eğitim konularını, güzel sanatları bütünüyle ihmal ederek, sadece
rakamları büyütürseniz, parası olan cahil zümreleri yetiştirmiş olursunuz.
Türkiye'nin, artık, yeniden, kalkınmanın millî temellerini, millî esaslarını,
millî değerlerini görmesi ve bunları gündeme getirmesi lazım.
İkincisi, insanımız... Sayın bakanlarım kusura bakmasınlar, dünyanın
hiçbir memleketinde, demokrasiyle idare edilen hiçbir memleketinde, bakanların
zam yapıp, gerekçesini vatandaşa açıklamadıkları bir ülke yoktur. Bu ülke,
Türkiye'dir. Vatandaşlar, zammı omuzlamak zorundadırlar; sanki, müstemleke bir
ülkenin vatandaşlarıdır. Bu anlayış terk edilmelidir.
Plan, Meclisten çıktıktan sonra, il il toplantılar yapılarak, plan
hazırlanırken ihmal edilmiş olan kitlelere, vatandaşlara anlatılmalıdır; ama,
bu dille konuştuğunuz zaman, yanınızda tercüman götürmenizi tavsiye ederim.
Değerli arkadaşlarım, halkın değerlerini idrak etmek zorundayız, halkın
güzelliklerini bilmek zorundayız. Osmanlı kolonizasyon politikasında müthiş bir
deha var; Hıristiyan ahalinin devam ettiği bir türbeye katiyen dokunmuyorlar,
onun adını değiştiriyorlar; ikinci nesil, o türbeyi, Müslüman kabul ediyor;
çünkü, önemli olan Allah'a inanmak değil mi, Allah'a dua etmek değil mi...
Şimdi, biz ne yapıyoruz, halk nerede, halkın değerleri nerede, halkın sancıları
nerede, biz neredeyiz?..
Şimdi, bölge planlamasıyla bölgelerarası dengesizliği gidermeniz çok
zordur; ancak, millî planla siz bunu giderirsiniz.
İkincisi, sanayileşmek, ısmarlamayla olmaz. Her bölgenin özelliği var;
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde de çok işler yapılmış, Karadeniz'de de çok işler
yapılmış; vaktim olursa o rakamları da sunacağım; ama, ince bir mesele var;
insanı tanımak, sosyal yapıyı tanımak, sosyolojiye önem vermek... Kime hitap
ediyorsunuz, bu insanların sancısı ne, derdi ne; bunu bilmek fevkalade önemli.
Değerli arkadaşlarım, 1980 yılında, anapara ve faizleriyle birlikte
toplam borcun toplam vergi gelirlerine oranı yüzde 12. 1995 yılına geldiğimiz
zaman, bunu, yüzde 175 seviyesine çıkarmışız. Şimdi, siz, aldığınız
tedbirlerle, şehirleşmeyle, doğum artış hızını 1,6'lara düşüren bir ülkenin
sorumlu kadrolarısınız. Şimdi, burada da çok ince işler vardır. Fransa gibi,
doğum artış hızını bütünüyle durdurursanız, 50 milyon, bir çocuğa,
cumhurbaşkanının hediye götürmesi bile nüfus artışını sağlamaz. O zaman,
Türkiye'deki yaşlanan kadroların sosyal güvenlik sistemine getireceği yükü çok
iyi görmeli ve genç nüfusun, onların yerini nasıl alacağını ciddî bir biçimde
planlamalıyız. Artık, Türkiye, çok ciddî bir işgücü planlaması yapmalıdır. Bu
ülkenin ziraat mühendisleri karpuz sergilerine diplomalarını asarak karpuz
satıyor; ama, hâlâ bu ülkede ziraat fakülteleri açılıyor... Arkadaşlarım, bu
bir cinayettir.
Planlamaya düşen, Planlamanın görevi, hükümete alternatif teklifler
vermektir; kuruluş kanunu da böyledir, Anayasadaki planlama anlayışı da budur.
Planlama demelidir ki, ben şu işgücü planlamasını yaptım; eğer, bu ülkenin
çocukları şu şu eğitim dallarına giderse iş bulurlar; ama, zevk için, kendi
özel işi için ziraat mühendisi olacakmış; olsun, ben ona karışmıyorum.
Yüzbinlerce vatan çocuğu, üniversiteye girmek için trilyonları özel
dershanelere ödeyecek, imtihana girecek, kazanacak ve işsiz kalacak...
Değerli arkadaşlarım, bir ülke için iki büyük felaket vardır; birisi,
diplomalıların işsizliği; ikincisi, o ülkenin parasının değer kaybetmesi. Millî
paranın geçersiz olması, bütün felaketlerin başlangıcıdır; diplomalı aydınların
işsiz kalması, felaket çanlarının çalmasıdır.
Ben de, aynen, buradaki muhalefet sözcüleri gibi, off-shore bankalarına
para yatırarak kumar oynayanların parasını devletin karşılamasından rahatsızlık
duyuyorum. Batık bankalarda devlet garantisi var; savunmak mümkün; ama,
kazandığı zaman devlete hiçbir şey vermeyen, birtakım maceraya giren adamları,
biz, devamlı kurtarırsak, sahip olmamız gereken vatandaş kesimlerinin ve
zümrelerinin battığını görürüz.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, bir düyunu umumiye tecrübesi yaşadı.
Cumhuriyet, çok büyük fedakârlıklarla kuruldu. Okuduğunuz, gördüğünüz,
dinlediğiniz gibi, cephelerdeki askerin bir bölümü, yaktığı ateşin üzerinde
çarığını çevirerek yedi. Cumhuriyet yönetimi, düyunu umumiye borçlarını ödedi,
milletin haysiyetini, itibarını iade etti. Düyunu umumiyenin getirdiği acılar,
yoksulluğun acılarından çok fazlaydı. Çok gariptir, Türk Milleti, o gün düyunu
umumiyenin borçlarını öderken, dünyada yeni bir düzen kuruluyordu; üç büyük
imparatorluk tasfiye edilmiş, millî devletler gündeme gelmişti. Şimdi, Türkiye,
yine, yeni bir dünya düzeniyle karşı karşıyadır ve yine, düyunu umumiye
şartlarını yaşıyoruz.
Dünkü Türkiye'nin bir devlet planlama teşkilatı yoktu; o günkü Türkiye,
düyunu umumiye şartlarında, devlet planlama teşkilatına sahip değildi. Bugün,
çok şükür, böyle bir teşkilatımız var; bu, bizim için büyük bir şanstır; çünkü,
içerisinde bulunduğumuz şartlar, Devlet Planlama Teşkilatı gibi bir kuruluşla
aşılabilir. Bu kuruluşta, ülke meselelerini, ülkelerarası seviyede ele alıp,
çözme kapasitesine sahip, çok iyi yetişmiş uzmanlar olduğunu biliyoruz ve
temenni ediyoruz ki, bu uzmanlar, şu veya bu ayırıma tabi tutulmadan, hepsinden
faydalanma yolları aransın. Ancak, Yedinci Plandaki umut kırıklığımızı,
Sekizinci Planda, henüz, aşmış değiliz. Yedinci Planı hazırlayanlar
"piyasa ekonomisinde plan olmaz; olursa da, birtakım projeler halinde
olur" dediler.
Değerli arkadaşlarım, bu mantık yanlıştı. Şimdi, Türkiye'deki Planlama
Teşkilatı, emredici bir teşkilat değil, yol gösteriyor. Sizin özelleştirme
projelerinizin varlığı, uygulanması, başarıya ulaşması, planı asla rahatsız
etmez, daha çok memnun eder; çünkü, daha sağlam bir finansman tablosuna
kavuşur; ama, siz, topyekûn, ülkenize, o ülkenin bütün problemlerine, ancak,
planla toplu halde bakabilirsiniz.
Değerli arkadaşlarım, plan dokümanının, Meclisten çıktıktan sonra,
uygulamaya intikal ederken, bu metni esas alacağını biliyorum; ama, şunu ümit
ediyorum, buradaki tenkitler ve tavsiyeler, planın uygulanmasında, tedbirlerin
takibinde, Planlamaya büyük ölçüde ışık tutacaktır ve ışık tutmalıdır.
Aziz arkadaşlarım, Bölgesel Gelişme Özel İhtisas Komisyonunun raporunu
okuduğumuz zaman, bunun, büyük ölçüde, plan dokümanına intikal ettiğini
görüyoruz; ancak, vakitlerinizi almamak için, lütfen, not buyurun ve her
biriniz odanıza döndüğünüz zaman, 44 üncü sayfayı bir kere okuyun. Özel ihtisas
komisyonları teşkil edilirken, böylesine garip mantıklı, söylediği anlaşılmayan
kadrolardan hayırlı ön veri sağlamak mümkün değildir. O sebeple, güçlü
kadroları davet etmek ve söylediğimizi anlayan, anladığını anlatabilen
kalemlere bu dokümanlarda yer vermek çok doğru olur.
Sekizinci Planda, iktisadî planlama basit notlar halindedir; sosyal
planlama ise, dilek ve temennilerden ibarettir. Hem iktisadî hem de sosyal
planlama, hedeflere nasıl ulaşılacağına dair kantitatif araç göstermemektedir,
kalitatif politikalar hâkim durumdadır. Halbuki, bir politikayı, planlama aracı
haline getiren, onun kantitatif olarak yer alması ve işler bir biçimde tarif
edilebilmesidir.
Değerli arkadaşlarım, Sekinci Plan, Türkiye ile ilgili rakamlarda da çok
zayıf. Üzülerek ifade ediyorum, yurt dışında yayınlanmış Türkiye ile ilgili
ekonomik raporları okuduğunuz zaman, Sekinci Plan dokümanından daha zengin
olduğunu göreceksiniz. Bizim, plan modellerinde bir sıkıntımız yok; bugün, bir
plan modeli kasetini bilgisayara taktığınız zaman, model gayet rahat önünüze
gelir. Esas mesele, uzmanlık dalında yetişmiş, meslek sahibi olmuş ve o
mesleğin bilgi birikimiyle, ülke problemlerine bakabilecek olan kadroların
görüşlerine yer vermektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Yarım dakika istirham ediyorum efendim...
Değerli arkadaşlarım, öylesine bir zaman dilimindeyiz ki, şahsî, siyasî,
dar ve basit hesapları bir tarafa iterek, millî gerçekler doğrultusunda
birleşmeyi ve her doğru fikirle mağlup olmayı onur bilmeye mecburuz.
Doğrulardan kaçmamak, doğruları kucaklamak, yarınlarımızı kurtarır. Doğruların
söylenmesine müsaade etmezsek, o zaman, akıbetimiz, yıkılmış evinin başında
ağlayan adama döner. Ev dile gelir, adama der ki, “ne zaman ağzımı açtıysam,
sen, beni, biraz saman ve biraz toprakla karıştırdığın çamurla sıvadın...”
Bu inanç ve ölçülerle, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının ülkemize
hayırlı olmasını diliyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Efendim, şimdi söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Aydın Ayaydın'da.
Buyurun efendim.
ANAP GRUBU ADINA AYDIN A. AYAYDIN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı üzerinde, sosyal ve
ekonomik sektörlerle ilgili gelişme hedef ve politikaları hakkında Anavatan
Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinize,
Grubum ve şahsım adına saygılar sunuyorum.
Globalleşme süreci, ekonomik, sosyal ve kültürel sonuçları itibariyle
oldukça karmaşık bir gelişme göstermektedir. Zaman ve mekân boyutları
değişmektedir; dolayısıyla, ülkeler arası kültür alışverişi hızlanmaktadır.
Toplumların hayat standartları da, bu gelişmelere göre etkilenmektedir.
1997-2000 sürecinde temel eğitim süresi sekiz yıla çıkarılmış, kısa
sürede çağ nüfusunun tamamına yakını eğitim sistemine dahil edilmiştir. Ülkemiz
eğitiminde her kademede fizikî altyapı ve insangücü altyapısı eksiklikleri
mevcuttur. İşgücü eğitimi açısından hep Avrupa Birliği normlarının altında
kalmışızdır; ama, bunlarla ilgili sürekli olarak yeni yasalar çıkarılmakta ve
bunların düzeltilmesi konusunda çaba sarf edilmektedir.
Bilim ve teknoloji yeteneğimizin artırılması, gelişmiş ülke refah
düzeyini yakalayabilmemizi sağlayabilecektir. Bu da, bilim ve teknoloji
ar-ge'si için ayrılan kaynakların artırılmasına ve yeterli bilim adamına
bağlıdır.
Dengeli ve sürdürülebilir kalkınma için, ülkemiz nüfusunun eğitilmiş
olması, sağlık niteliklerinin artırılması, yaşam standartlarının artırılması,
bölgelerarası farklılıkların giderilmesi gerekmektedir.
Bebek ölümlerinin, plan dönemi sonunda binde 28,28'e düşmesi
beklenilmektedir.
Nüfus sayımları, günümüz standartlarına uygun olmalı ve veri tabanı
sağlıklı hale getirilmelidir. Her beş senede bir yapılan bu sayımlar, artık,
halkı eve kapatmadan yapılmalı, MERNİS projesi hızla bitirilmelidir.
Aile planlaması yönündeki çalışmalar, kırsal kesimde etkinleştirilerek
sürdürülmelidir.
Ülkemizde eğitimdeki gelişmelere baktığımızda, okulöncesi eğitimde yüzde
9,8'e, ilköğretimde yüzde 97,6'ya, ortaöğretimde yüzde 59,4'e, yükseköğretimde
ise yüzde 27,8'e ulaştığımızı görmekteyiz.
Eğitim politikamızın temel amacı, çağdaş, Atatürk ilke ve inkılaplarına
bağlı, demokratik düzene inanan, yeni fikre açık, millî kültürü özümsemiş,
bilgi çağı insanını yetiştirebilmektir.
Eğitimin her kademesinde bilgisayar teknolojisini kullanarak, yeni
eğitim metotlarını uygulamaya geçirmek gerekmektedir.
Öğretmenlerin, batının en uç noktasından doğunun en ücra köşesi arasında
bir fark gözetmeden, temel bir plana bağlı olarak, ülke genelinde her bölgede
görev yapması, bu durumun da, terfilerinde değerlendirilmesinin sağlanması
gerekmektedir.
Öğretmen tayinleri için, illerde, yetkili valiler üzerinde siyasî
baskılar kaldırılmalıdır.
Meslek eğitimine geniş tabanlı bir eğitim sistemiyle başlanılmalıdır.
Etkin bir harç-burs-kredi sistemi kurularak, ödeme gücüne uygun eğitime
katkı paylarının, yükseköğrenimde finansman kaynaklarından biri haline gelmesi
mutlaka sağlanmalıdır.
Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi, kamu ve özel kesime verdiği
hizmetler için yeniden yapılandırılmalıdır. Devlet memurları sınavının merkezî
sistemle yapılması son derece olumlu bir adımdır; ancak, bölgeler arasında bir
eğitim dengesizliğinden dolayı bu sınavlar rekabetçi bir yapı kazanmamaktadır.
Her bölgede ayrı bir merkezî sınav sisteminin yapılaşması, bölgeler arasındaki
eşitlik ilkesini önplana çıkaracaktır.
Yükseköğretimde hedef, özerk yapıda tam rekabet ortamı sağlanarak,
kalitenin, Avrupa Birliği bilgi çağı normlarının yakalandığı bir eğitim ve
öğretim olmalıdır.
Sağlık politikasında, temel sağlık hizmetleri yanında, koruyucu sağlık
hizmetlerine de öncelik verilmelidir. Hızla, aile hekimliği yönünde yeni
organizasyonlar geliştirilerek, hastaya, öncelikle bölgesinde ilk müdahale
yapılabilmeli ve tam teşekküllü hastanelerin sayısı artırılmalı ve bu
hastanelerdeki doktor, ebe, hemşire açığı süratle giderilmelidir.
Sağlık eğitimine önem verilmeli, sağlık meslek okullarının sayısı
artırılmalı ve bunlara etkinlik sağlanmalıdır.
Özellikle trafik yoğunluğunun fazla olduğu yol güzergâhlarında acil ve
ilkyardım hizmetleri büyük önem arz etmektedir. Buralarda mutlaka mobil sağlık
hizmetleri de, destek hizmeti olarak hizmete sokulmalıdır.
Hastanelerimiz, malî ve idarî özerkliğe ve çağdaş, kendi kendini
yenileyebilen bir yapıya kavuşturulmalı. Muhtar kanalıyla fakirliği belirlenen
kişi için, yeşilkart uygulaması, sağlık sigortası tabana yayılıncaya kadar
devam etmelidir.
Gıda laboratuvarları, Avrupa Birliği normlarında kurulmalı, tüketici
sağlığı yönünden gıda üretim tesisleri denetim altında tutulmalıdır.
Türk aile yapısının korunması esastır. Toplumun çekirdeğini teşkil eden
ailede kadının eğitimi büyük önem arz etmektedir. Öncelikle, kırsalda kadının
okuma-yazma oranını yüzde 67,8'den daha yukarılara çekmek zorundayız.
Türk kültürünün gelecek nesillere taşınması büyük önem arz etmektedir.
Türk cumhuriyetleriyle ortak değer ve bağlarımızın araştırılarak, ortaya
çıkarılması gerekmektedir. Türkiye Türkçesi, Türk kültür merkezleri açılarak,
Türk cumhuriyetlerinde öğretilmeli ve karşılıklı üniversitelerarası kültür
alışverişi hızlandırılmalıdır.
Geleneksel Türk sanatı ve folkloru tanıtılmalı, çağdaş hale getirilmeli,
Türk sinemasının günün koşullarına uyumu için destek sağlanmalıdır.
Ülkemizde gelir dağılımı bozularak, devam etmektedir. Yüksek boyutlu
enflasyon, sosyal olguları yıpratmakta, aileler üzerinde büyük erozyona neden
olmaktadır. Ülkemizde mutlak yoksul durumunda bulunan nüfusun yüzde 95'inin
eğitim düzeyi, ilkokul ve altı ve okuma-yazma bilmeyenlerdir.
Enflasyon, gelir dağılımını bozan en önemli faktörlerin başında
gelmektedir. İçborç faiz ödemeleri, gelir dağılımını düzeltici politikaları
imkânsız kılmaktadır. Eğitim, sağlık ve sosyal hizmetler yatırımları
bölgelerarası gelişmişlik farklarını azaltarak, fakirliği azaltacaktır.
Merkezî idare ile mahallî idarelerin, sivil toplum örgütlerinin, özel
sektörün müştereken fon transferine katılmaları teşvik edilmeli, bu konuda
Sosyal Hizmetler Fonu dikkatli kullanılmalıdır.
Yoksul kesimler için temel sağlık hizmetleri kolaylaştırılmalı, sosyal
mesken kolaylığı getirilmelidir.
1999 yılında toplam işgücümüz
23,2 milyona, istihdamımız ise 21,5
milyona ulaşmıştır. Yıllık ortalama, yüzde 1,3 civarında gerçekleşen istihdam
artışımız, hızla hizmetler kesimine kaymaktadır. Toplam istihdam içinde
tarımsal istihdam yüzde 45,1, sanayi istihdamı yüzde 15,2, hizmetler ise, yüzde
39,7'yi oluşturmaktadır.
Kalkınmada öncelikli bölgelerde, özellikle, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgesinde gençlere mutlaka iş imkânları geliştirilmelidir. Özellikle, terörden
yıllardır huzursuz olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde eğitime önem
verilmeli ve bu bölgenin gençlerinin çalışabilecekleri yeni istihdam alanları
mutlaka açılmalıdır.
İstihdamın artırılmasında KOBİ'lerden yararlanmak önem taşımakla
beraber, eğitime hız verilmesi, gelecekte duyulacak yetişmiş bilgi toplumu
işgücünün yetişmesini sağlayacaktır. Özellikle, kırsal kesimde katma değeri
artırıcı ve yaratıcı projeler üzerinde çalışılmalıdır.
Çalışma hayatıyla ilgili, Avrupa Birliği Çalışma Örgütü (ILO) normlarına
uyumlu 39 sözleşme onaylanmıştır. Katılımın, sosyal diyaloğa açık danışma
mekanizması, çalışma hayatında mutlaka yer almalıdır.
İşgücü piyasasında kayıtdışı çalışma, sosyal fonları da
zayıflatmaktadır; sosyal barışı bozmaktadır. Ücret politikasında verimlilik
esas alınmalıdır. Sendikal eğitime önem verilmelidir.
Sosyal sigorta sistemlerine bakacak olursak, hiç de iç açıcı durum göze
çarpmamaktadır. Ülkemizde aktif sigortalılar ile pasif sigortalılar arasındaki
denge, olumsuz yönde gelişme göstermektedir. 1999'da sosyal sigorta
sistemindeki aktif sigortalı sayısı yüzde 19, pasif sigortalı sayısı ise yüzde
33,6 oranında artmıştır.
1999 itibariyle, Sosyal Sigortalar Kurumu prim tahsilatı yüzde 84,5;
Bağ-Kurda ise yüzde 56'da kalmıştır.
Öncelikle, tüm sigorta risklerini azaltacak, tüm nüfusu kapsayacak
şekilde kamu sigorta programları mutlaka geliştirilmelidir.
Kayıtdışı istihdamlarımız azaltılmalıdır. Prim vergi affı yönünde
herhangi bir çalışma yapılmamalıdır; bu durum, prim gelirlerini menfî yönde
etkilemekte, beklentiye yol açmaktadır.
İşsizlik sigortası programı etkin uygulanmalı, fon yönetimi ilkelerine
bağlı kalınmalıdır.
Sosyal hizmet ve yardımları fonu, özellikle Marmara depremi sonrasında,
önemini bir kere daha göstermiştir. Sadece 1999 yılında 1,4 milyon kişiye
yardımda bulunulmuştur. Ayrıca, bu Fondan 65 yaş üstü 937 878 kişiye yardım
imkânı sağlanmıştır. Bu Fonla ilgili olarak, özel sektör ve sivil toplum
örgütleri de faaliyet alanına çekilmelidir. Yoksul kesimin, eğitim ve sağlık
hizmetlerinden yararlanması sağlanmalıdır.
Esnaf ve sanatkârlarımızın, sicile kayıtlı küçük işletme sayısı 3,5
milyon olup, Halk Bankası, KOBİ kredilerinin yüzde 43'ünü esnaf ve
sanatkârlarımıza kullandırmaktadır.
Esnafımızın korunması için, büyük alışveriş merkezlerinin şehir dışında
çalışması sağlanmalı; böylelikle haksız rekabete karşı örgütlenmesi
gerekmektedir.
Tüketicinin korunması: Globalleşen dünyada markalararası savaş,
elektronik ticaret acımasız bir piyasa oluşturmaktadır. Tüketici mahkemelerinin
kurulamamış olması boşluk yaratmaktadır. Tüketici sorunlarında, hakem
heyetlerinin yaptırıcı gücü bulunmamaktadır. Gıda katkı maddeleri yönünden,
ulusal düzeyde laboratuvar teşkiliyle, tüketici, bilgilendirilmeli ve
korunmalıdır. Tüketici, hızla örgütlenmeli, desteklenmeli; elektronik ticaretle
ilgili işlemler, bir kurala oturtulmalıdır.
İmalat sanayii üretimimiz, dünya yıllık ortalama hızı olan yüzde 3,3'ün
çok üzerinde, yüzde 5,9'a ulaşmıştır.
Artan kamu açıkları, yurtiçi faiz oranlarının yüksekliği, yüksek
finansman maliyetleri, özel kesim fonlarının para piyasalarına yönlenmesi,
Yedinci Kalkınma Planı döneminde, imalat sanayii yönündeki yatırımları
etkilemiştir. Kamunun imalat sanayiinden çekilmesi Yedinci Kalkınma Planı
döneminde hızlandırılmıştır.
Çağdaş, ar-ge harcamalarına fon ayırabilen, yetişmiş işgücü ve bilgi
teknolojisine uyumlu organizasyonlar kaçınılmaz olarak gözükmektedir.
Küçük ve orta boy işletmelere ağırlık verilmeli; bunlar, krizlere
dayanıklı, piyasa maliyetine uygun, rekabetçi ortama ayak uydurabilen
işletmeler haline getirilmelidir. Yüksek katma değer sağlayacak, yeni ürün
yaratacak destekler yaratılmalıdır. Elektronik alanda ve dolayısıyla, dünya
ticaretinde pay almaya çalışmalıdır.
KOBİ'lerin geliştirilmesi: Küçük ve orta ölçekli işletmeler, ülkemizde,
örgütsüz ve dağınık durumdadır; teknik bilgi ve finansman yetersizliği
mevcuttur; kayıtdışılık yaygındır, dolayısıyla, haksız rekabet vardır. Ortalama
1 500 kişinin çalıştığı küçük sanayi sitelerinde, 437 000 kişi istihdam
edilmektedir. Devletçe, KOBİ'lerde, finansman, istihdam, kalite sorunu için,
kredi, vergi istisnası, yatırım indirimi, KDV desteği, enerji desteği gibi
teşvik unsurları getirilmiştir.
İhracata yönelik KOBİ'lere, ihracat ürün tanıtımı, ar-ge alanlarında
devlet yardımı sağlanmıştır.
KOBİ'lerin bankalardan aldıkları kredi payı yüzde 4-5 dolayında,
yarattıkları katmadeğer ise yüzde 24,2 oranındadır.
KOBİ'ler, imalat sanayii sektöründe hizmet veren işletmelerin yüzde
99,2'sini, istihdamın da yüzde 55,9'unu karşılamaktadır.
KOBİ'lerle ilgili kararname, imalat sanayii içinde yer alan küçük ve
orta boy işletmeleri içermektedir; oysa, bu boyutun tartışılmasında yarar
vardır. İmalat sanayii dışında yer alan, ekonomi için vazgeçilmez durumda olan
diğer sektör alanları da, bu tartışma alanına mutlaka alınmalıdır. Özellikle
Güneydoğu Anadolu'da, tarım ve tarıma dayalı imalat sanayii dallarında büyük
gelişmeler beklenmektedir.
KOBİ'leri sıkıntıya sokan en büyük darboğaz, finansman sıkıntısıdır.
KOBİ'lerde kurumsal altyapı eksikliği görülmektedir.
KOBİ'lerde teminat gösterimi, problem olarak göze çarpmaktadır.
KOBİ'ler için özel çalışma holleri açılmalı, kaliteyi artırma yönünde
müşterek çalışmalar yapılmalıdır.
KOSGEB bölgesel kalkınma enstitüleri kurularak, kalkınmışlık düzeyi ve
bölgesel gelişme önplana çıkarılarak teşvikte seçiciliğe gitmekte yarar
bulunmaktadır.
Ar-ge harcamalarının vergiden düşürülmesine imkân tanınmalıdır.
KOBİ'lerde enerjinin maliyet içindeki payı büyük önem arz etmektedir.
Plan dönemleri olarak, tarım kesimi yatırım dağılımı, Birinci Kalkınma
Planından Yedinci Kalkınma Planına kadar olan dönemde bir düşüş trendi
göstermektedir. Birinci Planda toplam yatırımların yüzde 15'ini bulan tarım
projeleri, Dördüncü Plan döneminde yüzde 10'a, Yedinci Plan dönemindeyse yüzde
3 civarına düşmüştür.
Yine, aynı şekilde, tarımın gayri safî millî hâsıla içindeki payı, 1987
fiyatlarıyla, Birinci Plan döneminde yüzde 36,2'den, Dördüncü Plan döneminde
yüzde 23,6'ya, Yedinci Plan döneminde ise, yüzde 14,1'e gerilemiştir. Tarımın
millî gelir içindeki payı azalırken, nüfusun, hâlâ önemli bir kısmı tarımla
geçimini sağlamaktadır.
Yedinci Kalkınma Planı döneminde, üretimin, ortalama yüzde 1,8,
ihracatın, yüzde 4, ithalatın ise, yüzde 3,9 oranında artması temel hedef
olarak alınmıştır.
Ülkemizde, 78 milyon hektarlık toplam tarım arazisinin yaklaşık 26
milyon hektarlık kısmı sulanabilir arazilerden oluşmaktadır.
1999 yılı sonu itibariyle, içmesuyu koruma ve taşkına yönelik 196 adet
sulama ve hidroelektrik barajı inşa edilmiştir. Toprakta verimin artırılması için,
139 000 hektarda toplulaştırma işlemleri yapılmıştır.
Bitki zararlılarıyla mücadele büyük önem taşımaktadır. Çiftçinin bitki
için attığı ilaçların çevreye zararlı olmaması için, eğitim
yoğunlaştırılmalıdır. Ziraî ilaç üretimi yakından takip edilmeli, Avrupa
Birliğince yasaklanmış, insan sağlığı yönünden zararlı bileşimlerin ülkemizde
üretimine izin verilmemelidir. Geçmişten gelen ziraî ürün çeşitliliği muhafaza
edilmeli ve bunlar, gen bankası kapsamına alınmalıdır.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da terörün sona ermesinden sonra, bölgede
uygun damızlık, küçük ve büyükbaş hayvan ihtiyacı hızla artmaktadır.
Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Plan döneminde, Mera Kanunu ve yeni Haller
Yasası çıkarılmıştır.
Tarım ürünleri sigortası yönündeki çalışmalar hızlandırılmalıdır.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi Projesi kapsamında, Aşağı Fırat ile 108 000
hektarlık alan sulanmakta olup, 1999 yılı sonunda bu alan, Fırat ve Dicle
havzalarında 212 000 hektara ulaşacaktır. Dünya Ticaret Örgütü tarım
anlaşmaları çerçevesinde, ülke yükümlülükleri yerine getirilmiştir. Avrupa
Topluluğuyla ortak tarım politikasında beklenen uyum sağlanamamıştır.
Tarım ürünleri sübvansiyonlarından, tarım taban fiyat uygulamalarından
uzaklaşmak, artık, şart ve kaçınılmaz olmuştur. Çiftçinin günden güne artan
maliyetleri karşısında, tespit edilen taban fiyatları yetersiz kalmaktadır;
bunu önlemenin tek yolu olarak, girdi fiyatlarının düzeltilmesi, düşürülmesi ve
ürün çeşitlemesi mutlaka yapılmalıdır.
Dünya tarım fiyatları üzerinde açıklanan fiyatlar, stokların artmasına
ve gelir kayıplarına yol açmaktadır.
Tarım birliklerinin yeniden organizasyonu önem arz etmektedir. Tarım
ürünlerinde borsa teşkiline yardımcı olmak gerekmektedir.
Hayvancılık sektöründe verimlilik düşüklüğü göze çarpmaktadır. Ortalama
sığır karkas ağırlığı 250 kilogram iken, Türkiye'de bu ağırlık, 160-170
kilogram civarındadır. Hayvanların ıslahı için sunî tohumlama yanında, damızlık
sığır ithali önem arz etmektedir. Sektörle ilgili kooperatifleşme ve üretici
birlikleri yönünden örgütlenme kaçınılmaz olmuştur. Irk ıslahı geliştirilerek,
et ve süt verimi artırılmalıdır. Ülkemiz flora çeşitliliği, mera çalışmalarıyla
korunmalıdır. Arıcılık enstitüleri kurulmalıdır. Özellikle geliştirilecek
hayvan ırklarının hayvan gen bankası aracılığıyla korumaya alınması ve ar-ge
çalışmalarının yoğunlaşması önem kazanmaktadır.
Su ürünlerimizde, özellikle içsularımızda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
baraj göl alanlarının değerlendirilmesi gerekmektedir. Avrupa Topluluğu ortak
balıkçılık politikasına uyum sağlanmalı, hijyenik ortamlı balık işleme
işletmeleri kurulmalı, bu işletmelerin KOBİ teşviklerinden yararlandırılması
sağlanmalıdır.
Enerji üretimimiz, planlı dönemde, büyüyen ekonomimize paralel olarak,
talep baskısı altında kalmıştır. Ülkemiz, kişi başına enerji tüketimi
itibariyle, Avrupa Birliği üyeleri içerisinde 16 ncı sırada yer almaktadır.
Ülkemiz enerji kaynaklarının üretim ve temin maliyeti yüksektir. Bu projeler
yüksek finansman ihtiyacı gerektirmektedir. Enerjide dışa bağımlılığımız halen
yüzde 62 civarındadır.
1980 sonrasında özel sektöre açılan elektrik enerjisi üretim ve dağıtım
hatlarında dünya birim fiyatlarının yakından izlenmesi gerekmektedir. Malın
bünyesine giren birim elektrik maliyeti, ihracata yönelik yatırımlarda büyük
önem arz etmektedir. Otoprodüktör yatırımlarında engeller kaldırılmalı,
yatırımcının kendi elektriğini üretirken, kalanını bölge sanayicisine
enterkonnekte sistemle aktarması özendirilmelidir.
Doğalgaz çevrim santralları için yap-işlet-devret, yap-işlet ya da işletme
devri şeklinde yatırım özendirilmeli; ama, dünyanın birim kilovat alış
fiyatları gözardı edilmeden, enerji üretimi fiyatlandırılmasına gidilmelidir.
Küçük tenörlü linyite dayalı, Elbistan, Kütahya gibi santrallarda
mutlaka çevreye duyarlı davranılmalı, kül ve kükürt filtre sistemleri devreye
sokulmalıdır.
Ulaştırma sektörümüzde, ulaştırma anaplanının bulunmaması, ulaştırma
altsektörlerinde kısa vadeli çözümlere yönelmeyi kaçınılmaz kılmaktadır.
Ulaştırma sektöründeki yatırımcı ve işletmeci kuruluşların aynı bakanlıkta
toplanması sağlanabilirse, bu durum yatırım ve işletme düzeninde verimliliği
mutlaka artıracaktır.
Karayollarının toplam yük taşıma içindeki payı 1990-1999 yılları
arasında yüzde 75,6'dan yüzde 89'a yükselmiştir. 1996 sonrasında karayolu ve
otoyol yapımı azalma seyrine girmiştir; ama, yolcu ve yük taşımacılığında artış hızla devam
etmektedir.
Havayolu taşımacılığında yüzde 19,7 artış olmuştur. Bunlar, ulaştırma
altsektörlerinde yatırım dengesizliklerini göstermektedir.
Yük ve yolcu taşımacılığında, özellikle demiryolu bağlantılarımızın,
kuzey-güney istikametinde, Doğu Karadeniz Bölgesi Gelişme Planında belirtilen
güzergâhlarda oluşturulması gerekmektedir.
Gerek GAP nedeniyle elde edilen ürünlerin Kafkas pazarlarına sevki ve
gerekse Mersin, İskenderun petrokimya kompleksleri ile Kuzey Karadeniz ve
Ekonomik İşbirliği üyesi ülkelerarası ticarî ilişkilerin yoğunlaşmasıyla
alternatif demiryollarına ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır.
Kafkas ve Ortaasya ülkeleriyle ulaştırma sistemlerinin geliştirilmesi
yönünde çalışmalar, mutlaka gündeme alınmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğünün yeniden
yapılandırılmasında büyük yarar vardır.
Kars-Tiflis demiryolu bağlantısı hızla bitirilmelidir.
Deniz ulaşımında, Avrupa Birliğine üyelik halinde, kabotaj hakkı ortadan
kalkacaktır.
Sekizinci Plan sonunda, deniz ticaret filosu tonajının 13 milyon dwt'a
çıkması hedeflenmektedir.
Liman işletmeciliği, hızla, Avrupa Birliği normlarına ulaştırılmalı ve
özellikle, konteyner taşımacılığına uygun yeni liman projelerinin hayata
geçirilmesi sağlanmalıdır.
Müteşebbislerin, finansal kiralama yöntemiyle gemi sahibi olma yönündeki
istekleri, denizcilik mevzuatında değişiklik yapılarak sağlanmalıdır.
Gemi inşaı ve gemi inşa tesisleri endirekt teşvik araçlarıyla teşvik
edilmelidir.
1995 yılında, Devlet Hava Meydanları İşletmesi sayısı 24 iken, 1999
yılında 38'e ulaşmıştır.
1995 yılında, uçak sayısı 64 iken, 1999 yılında 75 uçağa ulaşılmıştır.
Bu arada, iç ve dış hatlarda çalışan 8 özel havayolu işletmesinin elinde
47 uçak mevcuttur.
Sektörde, sivil havacılık, inisiyatif kullanabilecek yapıda değildir.
Öncelikle, bazı havaalanlarımızın terminal ve radarlarının yenilenmesi, yeni
teknolojilerin monte edilmesi gerekmektedir.
Kara ulaştırmamıza baktığımızda, Yedinci Plan döneminde de, yurtiçi
taşımaların karayolu tercihli olduğunu görmekteyiz. Yolcu taşımalarının yüzde
96'sı karayoluyla yapılmaktadır. 1999 yılı itibariyle yük taşımacılığının payı
ise, yüzde 89'a yükselmiştir.
Yük ve yolcu taşımacılığında, sektöre uygun sigorta sistemi
oluşturulmalıdır.
Otoyol yapım ve işletiminin özel sektör tarafından gerçekleştirilmesinde
yeni model arayışlarına ihtiyaç vardır.
Yeniden yapılanma kapsamında çıkarılacak mahallî idareler yasasıyla, köy
yollarının yapımı ve onarımı da il özel idareleri tarafından yaptırılacaktır.
Boru hattı ulaşımında, bugüne kadar, enerji planlamasıyla koordineli bir
çalışma, maalesef, yapılamamıştır. Doğalgazın kullanılmasının artırılması için
yatırımlara devam edilmektedir. Bursa-Çan doğalgaz hattı, 1996 yılında
tamamlanmıştır. Bu hat, özellikle çevrim santralları ve bölge sanayi
yatırımlarında kullanılmakta, sanayie önemli katkı sağlamaktadır.
Doğalgazın arz yönünden tek merkezden alınması, ülke stratejisi
açısından büyük sıkıntılar yaratabilir. Bu nedenle, birden fazla doğalgaz
kaynağının bulunması önem arz etmektedir. İran'la 1996 yılında imzalanan
anlaşma çerçevesinde, 10 milyar metreküplük gaz için hat döşenmesine
başlanmıştır. Rusya'dan alınacak 16 milyar metreküplük doğalgazın Karadeniz'den
geçirilerek Samsun-Ankara hattının yapım kararı alınmıştır. Ayrıca, 1999
yılında, Türkmen gazının ithali yönünde anlaşma imzalanmıştır. Hazar
bölgesindeki en önemli petrol ve gaz üreticileri, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan
ve Özbekistan'dır; bölgenin toplam rezervleri, bu dört ülkeye aittir. Bu
rezervler, 200 milyar varil hampetrol ve 6,5-18 trilyon metreküp doğalgaz
olarak tahmin edilmektedir. Bu rezervler, dünya petrol rezervlerinin yüzde
17'si, doğalgaz rezervlerinin ise yüzde 12'si civarındadır.
Türkiye'de, BOTAŞ, iki önemli proje üzerinde çalışmaktadır. Bunlar,
Bakü-Tiflis-Ceyhan hampetrol boru hattı ve Türkmenistan-Türkiye-Avrupa doğalgaz
boru hattıdır. Güvenilir ve istikrarlı bir geçiş ülkesi olan Türkiye, coğrafî
konumun da verdiği avantajla, Hazar bölgesinde üretilen petrolün düşük fiyatla
ve emniyetli bir şekilde taşınmasını sağlayacak olan Bakü-Tiflis-Ceyhan
Hampetrol Ana İhraç Boru Hattı Projesini geliştirmiştir. Bu projeyle, petrolün
uluslararası piyasaya ihracatının, hem emniyetli hem de güvenilir, ekonomik ve
çevre şartlarına uygun bir şekilde yapılması sağlanmış olacaktır.
Bu projenin amacı, Azeri petrolünün bir kısmının Akdeniz'e taşınmasıdır.
Kazak, Rus ve Türkmen petrollerinin sisteme kısmî ilavesiyle proje,
Hazar-Akdeniz Hampetrol Boru Hattı Projesi adını almaktadır. Bu boru hattının
kapasitesi 1milyon varil/gün olacaktır. Boru hattının kapasitesi, Azeri ve
Kazak üretiminden karşılanmakla birlikte, isteklerine bağlı olarak, bölgede yer
alan diğer üretici devletlerden de sağlanabilecektir.
Türkiye, halihazırda, bölge petrolü açısından önemli bir pazar
konumundadır. Taşınacak petrolün bir bölümüyle de, Türkiye petrol talebinin
karşılanması planlanmaktadır; geri kalan kısmı ise, Avrupa ülkelerine
götürülecektir.
Bakü-Tiflis-Ceyhan Hampetrol Ana İhraç Boru Hattı Projesi, Güney
Kafkasya ve Ortaasya'yı Türkiye ve Akdeniz'e bağlaması planlanan doğu-batı
taşıma koridorunun en önemli basamağıdır. Bu proje, Türk Boğazlarındaki aşırı
trafik yükünden kaynaklanan geçiş risklerinin en aza indirilmesi açısından
önemli bir avantaj sağlayacaktır.
Ülkemizde doğalgaz kullanımı yaygınlaşmaktadır; önümüzdeki dönemde daha
da yaygınlaştırılması planlanmaktadır. Bu nedenle, hem ithalat miktarımızı
artırmak hem de kaynak çeşitlendirmesini sağlamak amacıyla, büyük ve önemli
doğalgaz projeleri üzerinde çalışılmaktadır. Bu projeler, Türkmenistan ve diğer
doğu ülkelerine ait doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa'ya ulaştırılmasına
yöneliktir. Söz konusu projelerle, Türkiye doğalgaz talebiyle birlikte batı
pazarlarının ihtiyacının da karşılanması planlanılmaktadır.
Türkmenistan-Türkiye-Avrupa Doğalgaz Boru Hattı Projesi, Türkiye
gündeminde önemli yer almaktadır. Bu konuda, Türkmenistan ve Türkiye
hükümetleri arasında, 29 Ekim 1998 tarihinde, Hazar Geçişli Türkmenistan
-Türkiye, Türkiye-Avrupa Doğalgaz Projesinin Gerçekleştirilmesi ve
Türkmenistan'dan Türkiye'ye Doğalgaz Satış Anlaşması imzalanmıştır. Bu
anlaşmaya göre, Türkmenistan'dan taşınacak olan 30 milyar metreküp/yıl doğalgazın
16 milyar metreküpünün Türkiye'de tüketilmesi ve geri kalan miktarının ise
Avrupa'ya iletilmesi planlanmaktadır.
Özetle, tarih boyunca Doğu ile Batı arasında doğal köprü olan Türkiye,
günümüzde, Doğu ile Batı arasında enerji köprüsü olmaya da aday konumdadır.
Turizm sektöründe, ülkemiz, 1980'li yılların ikinci yarısından
başlayarak gerçekleştirdiği yatırımlarla dünya turizmi içindeki payını yüzde
1,4'ten 1,6'ya, yabancı turist sayısını 7,7 milyondan 9,7 milyon kişiye
yükseltmiştir. 1995-1998 yılları arasında ülkemiz, en çok turist kabul eden
ülkeler sıralamasında 12, gelirlerinde ise 8 inci sırada bulunmaktadır. Yatak
sayımız, 1999 sonu itibariyle 312 000 civarındadır. Ülkemiz, bu önemli
gelişmelere rağmen, dünya turizm pazarlarında tanıtım ve pazarlama
sıkıntılarını yenebilmiş değildir. Bu konuda reformist hareketlere ihtiyaç
vardır.
Tur operatörlerinin tek yanlı fiyat politikaları, ülkemizi
zorlamaktadır.
Turizm konaklama tesislerinin ihtiyacı olan destek personelinin hizmet
kalitesinin, meslek okullarında kısa süreli kurslarla giderilmesi ve bu
konularda Avrupa Birliği normlarına uygun eğitim sağlanmalıdır.
Yeni eğilimlere bağlı olarak, sektörde oluşan küçük ölçekli işletmelerin
gelişmesine izin vererek, bunların KOBİ statüsünde devlet yardımlarından
istifade ettirilmesine imkân sağlanmalıdır.
Mevcut kapasiteler kullanılıncaya kadar turizm teşviklerinde ağırlık,
pazarlama, hava ulaştırması ve toplam kalitenin yükseltilmesine verilmelidir.
Turizm sektörüyle ilgili sivil toplum örgütlenmesi, turist rehber
odaları, Turizm İşletmeleri Birliği, Pansiyon İşletmecileri Birliği gibi
kuruluşların kanun tasarılarının bir an önce yasalaşmasına imkân tanınmalıdır.
Ülkemizde kentsel ve kırsal altyapıya bakacak olursak, 2000 yılı sonunda
kentsel nüfusun 43,3 milyona ulaşarak toplam nüfusun yüzde 66,4'ünü
oluşturacağı tahmin edilmektedir. Özellikle büyük şehir metropollerinde oluşan
yığılmalar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki teröre dayalı göç olgusu, bölgede
yer alan şehirlerde sosyal patlamalara, yoksulluğun kentlere taşınmasına neden
olmuştur.
BAŞKAN – Sayın Ayaydın, zatıâlinize ayrılan süre bitmek üzere efendim.
AYDIN A. AYAYDIN (Devamla) – Hay hay efendim, bitiriyorum.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde terörün sona ermesiyle birlikte,
köyden kente göç eden vatandaşlarımızın bir an önce köylerine geri dönmesine
imkân sağlayacak ekonomik ve sosyal altyapının hazırlanması büyük önem arz
etmektedir.
Kentlerin karakteristik, kültür ve turistik dokuları korunmalı, kamu
alanlarının tespiti ve planlaması hızla bitirilmelidir.
Organize sanayi bölgeleri için arazi tahsisleri yapılmalı; sanayi
işletmecilerinin ortak olarak kullanabilecekleri teknoparklarını oluşturmaları,
mutlaka, sağlanmalıdır.
Kamu hizmetlerinde etkinlik artırılmalı; adalette, güvenlikte önemli
atılımlar yapılmalı ve özellikle, yargıda çalışan hâkim ve savcıların
ücretlerine yönelik iyileştirmeler süratle yapılmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Eksüre istiyorsanız, vereyim efendim. Keseden yiyorsunuz zaten.
AYDIN A. AYAYDIN (Devamla) – Hayır efendim, bitiriyorum.
Bu vesileyle, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının ülkemize ve
milletimize hayırlı olmasını diler; hepinize, Anavatan Partisi Grubu ve şahsım
adına saygılar sunar, teşekkür ederim. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayaydın.
Şimdi, söz sırası, Sayın Birkan Erdal'da.
Oturumun bitmesine 15 dakika var efendim. İsterseniz, erken ara
vereyim...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Devam edelim.
BAŞKAN – Bir dakika efendim, istirham ederim... Niye karışıyorsunuz?
Konuşmacıya soruyorum.
Saat 19.00'da keseceğim de onun için efendim; konuşmayı bölmemiş olurum;
öyle değil mi?..
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?
BAŞKAN – Buyurun efendim.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Genel Kurulun onayına sunmanızı arz ediyoruz.
Konuşmacının konuşması bitinceye kadar, Genel Kurul çalışmasının uzatılmasını
arz ediyoruz.
BAŞKAN – Yani, 19.30'a kadar. Siz bizim hakkımızdan yarım saat
yiyeceksiniz....
BEYHAN ASLAN (Denizli) – Saat 19.15'e kadar...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Lütfen, Genel Kurulun onayını alalım;
arkadaşımızın konuşmasını bölmeyelim.
BAŞKAN – Öyle mi yapalım?
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Öyle yapalım efendim.
BAŞKAN – Bir dakika efendim...
Sayın Yılmaz'a sordum. Allah, Allah!.. Siz de herkes adına
konuşuyorsunuz.
Peki efendim. Sayın Birkan Erdal, siz buyurun; ben, sonra Genel Kurulun
onayını alırım. (ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA BİRKAN ERDAL (Ankara) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Sekizinci Beş Yıllık Plan üzerinde konuşmak maksadıyla,
Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Grubum ve şahsım adına
hepinizi saygıyla selamlarım.
Sayın Başkan, toplantıya ara verilmesine az bir süre kaldığını da
dikkate alarak, mümkün olduğu kadar hızlı olmaya ve kısa konuşmaya çalışacağım.
İnanıyorum ki, saat 19.00'u çok fazla geçirmeden bitiririm.
Bugün, Sekizinci Beş Yıllık Planla ilgili, iki gündür devam eden
konuşmalarımızın nihayete ereceği gün. Ben, mümkün olduğu ölçüde, planı, kamu
yönetiminin iyileştirilmesi ve yeniden yapılandırılması ve ekonomide
verimlilikle ilgisi açısından ele almaya çalışacağım.
Esasen, kamu yönetiminin iyileştirilmesi ve sistemde verimliliğin
artırılması, birbirinden ayrılamayacak iki konudur. Verimlilik, her sahada
önemli olduğu gibi, tabiî ki, planlarda ve planların ekonomik yönlerinde de
büyük önem taşımaktadır. Verimlilik artışı, özellikle ülkemizde, içerisinde
bulunduğumuz yeni ekonomik düzende, yeni çağda en önemli konudur.
Ekonomide verimliliğin artması ne demektir? Ekonomide verimliliğin
artması, ülke kaynaklarının daha verimli işletilmesi demektir; ekonomik
mekanizmanın düzenli ve verimli şekilde işlemesi demektir; 1 dolar gelişmiş
ülke ekonomilerinde ne kadar mal ve hizmet üretiyorsa, bizim ülkemizde de aynı
miktarda mal ve hizmet üretebilmesi demektir; herhangi bir işi yapabilmek için
gelişmiş ülkelerde kaç kişi çalışıyorsa, bizde de, aynı işi aynı sayıda kişiyle
yapabilmek demektir; gelişmiş ülkelerde bir otomobil fabrikasında 100 kişi
çalışarak günde 100 otomobil üretiyorsa, bizde 100 otomobil üretebilmek için
500 kişinin çalışmaması demektir. Dolayısıyla, ekonomide verimliliğin artması,
düzgün işleyen bir devlet çarkı, tam rekabet ortamının mevcudiyeti, eğitilmiş
insan, en yeni teknoloji, en son bilgi ve yaratıcılık demektir; insanımızın
birey olarak sahip olduğu potansiyeli en iyi şekilde geliştirebileceği, en iyi
şekilde değerlendirebileceği, fırsat eşitliği içerisinde, tam rekabet ortamında
yarışarak, en mükemmeli başarması demektir. Böyle bir ortamın sağlanması da,
gelişmiş ülkelerin dünyasında devletin görevi olmaktadır. Devlet, bireyin en
mükemmel şekilde gelişmesini sağlayacak fırsat eşitliği olan yarışma ortamını
sağlamakta ve bu ortamın bozulmamasını, kimsenin bu ortamı kendi lehine bozacak
hilelere başvurmamasını denetlemektedir. Böylece, verimliliği artan ülkede,
vatandaşın mutluluğu, sistemin doğal sonucu olarak sağlanmaktadır. Yani,
ekonomide verimliliğin artması da, hükümetler de, yıllık ve beş yıllık, on
yıllık planlar da ve dolayısıyla, görüşmekte olduğumuz Sekizinci Beş Yıllık
Plan da, halkın mutluluğu içindir. Hedef, halkın refahı ve mutluluğudur. Bu
hedefi önümüze koyduktan sonra, Sekizinci Beş Yıllık Plan üzerinde konuşmak çok
kolaylaşmaktadır.
Sayın milletvekilleri, 1980'li yılların başında her alanda uygulamaya
konulan reformlar ve ekonomik politikalar, Türkiye ekonomisinin güçlü bir
yapıya kavuşması yönünde ciddî ilerlemeler sağlamış, içe kapalı ekonomimiz,
dünyayla bütünleşme yönünde önemli mesafeler kat etmiştir; Türk firmaları, içeride
ve dışarıda, dünya rekabetine açılabilecek gücü yakalamıştır. Günümüzde,
kendisine güvenen genç ve dinamik Türk girişimcileri, dünyanın dörtbir yanında
varlığını duyurmaktadır; ancak, hâlâ, yapılması gereken birçok yasal ve idarî
düzenleme, yenilik ve reform beklemektedir.
Piyasa ekonomisine geçiş sürecinde ekonomide yapısal değişikliği
sağlamaya yönelik çabalar, kamu maliyesi reformlarının yetersizliği ve devletin
ekonomideki varlığının yeterince küçülememesi gibi nedenlerle, hâlâ, arzu
edilen sonuçlara ulaşamamıştır. Piyasa ekonomisinin yerleştirilmesi yönündeki
çalışmaların zaman zaman kesintiye uğraması, siyasal istikrarın bozulması,
vergi yükünün belli kesimlerin sırtında kalması ve vergi tabanının
genişletilememesi, kayıtdışı ekonominin kontrol altına alınamaması, kamu
gelirleri ile kamu harcamaları arasında makul bir dengenin kurulamaması ve buna
bağlı olarak, iç tasarrufların ve önemli ölçüde dışborçların yatırımlara
yönlendirilmek yerine devletin cari harcamalarında kullanılması, Türkiye ekonomisini
ciddî sıkıntılara sokmuştur.
1999 yılı başında yapılan seçimler nedeniyle uygulaması geciken ekonomik
istikrar programının, mevcut hükümet döneminde, kamuoyunun da desteğiyle hayata
geçirilmesi, ilk aşamada, enflasyon ve faiz oranlarının aşağıya indirilmesini
sağlamış olup, ekonomide geleceğe dönük umutları canlı tutmaktadır. Önümüzdeki
beş yıllık dönemi kapsayan Sekizinci Beş Yıllık Plan, bu umutların
gerçekleşmesine hizmet etmelidir.
Çalışma gruplarının hazırlayıp Plan ve Bütçe Komisyonuna sunduğu
Sekizinci Beş Yıllık Plan, önümüzdeki beş yıllık kalkınma perspektifini
çizmekte, ulaşılması gerekli hedefleri belirlemektedir. Büyük bir olasılıkla,
Türkiye'nin Avrupa Birliğine katılma yolunda olumlu adımlar atması da bu plan
dönemine rastlayacaktır. Bugün görüşmekte olduğumuz taslak, bu yönüyle de büyük
bir önem taşımaktadır.
Bilindiği gibi, Türkiye, 1963 yılından bu yana, kalkınmasını beş yıllık
planlarla sürdürmektedir. Bu planların hazırlanması kadar, nasıl
uygulandıkları, ne derece uygulandıkları, uygulanıp uygulanamadıkları çok
önemli bir husustur. Belirlenen hedeflere ulaşılmasında, başta siyasetçisi,
işçisi, işvereni, bürokratı, çiftçisi ve köylüsüyle, hepimize önemli görev ve
sorumluluklar düşmektedir.
Ekonomide kalıcı başarıların sağlanması, siyasî istikrarın devamıyla çok
yakından ilgilidir. Bu bağlamda, siyasetin gündemini saptarken, siyasetçi
olarak üzerimize düşen görevin ve sorumluluğun bilincinde olmalıyız. Siyasetin
gündemi ile Türkiye'nin gündemi çakışmalıdır. Bugün, Türkiye'nin gündeminde,
ekonominin iyileştirilmesi, Avrupa Birliğiyle bütünleşme sürecinde yapılması
gereken reformlar, enflasyonla mücadele, gelir dağılımının düzeltilmesi yer
alıyor; hukuk devletinin tüm altyapısının çağın gereklerine uygun olarak
düzeltilmesi yer alıyor; ekonomide şeffaflığı sağlayacak yasal ve idarî
düzenlemeler yer alıyo; herkesin bilgiye en ucuz ve en kolay şekilde ulaşmasını
sağlayacak telekomünikasyon ve bilgi sistemlerine ilişkin yasal ve idarî
düzenlemeler yer alıyor. Bu, maddeler halinde belirttiğim hususlar, gelişmiş
ülkeler arasına girebilmemizi sağlayacak, aslında hiç de zor olmayan konular.
21 inci Dönem Büyük Millet Meclisinin, bugüne kadar göstermiş olduğu
performansını altı ay daha sürdürerek, tüm bu düzenlemeleri yapabilecek kabiliyet
ve çalışkanlıkta olduğuna inanıyorum.
Sayın milletvekilleri, özetle, ekonomide etkinliğin sağlanması, siyasî
istikrar ortamında bir dizi önlemlerin alınmasına bağlıdır. Bu önlemler
alınırken, kaynak israfının önlenmesi, üretimde verimliliğin artırılması, yeni
yatırımlar için kaynak yaratılması, Türkiye ekonomisinin uluslararası rekabet
gücünün yükseltilmesi esastır. Bugün, artık, hepimiz gayet iyi biliyoruz ki,
modern ekonomilerde devletin rolü, mal ve hizmet üretimini özel sektöre
bırakıp, ekonominin kurallarını tanımlamak ve bu kuralların uygulanmasını
izlemek ve denetlemektir. Kaynak israfının en önemli nedeni, devletin ekonomi
içerisindeki sahip olduğu büyüklüktür. Kamu bankaları da dahil olmak üzere,
yıllardır dilimize dolanmış olan özelleştirme işlemleri süratle
sonuçlandırılmalıdır. Türkiye, özelleştirme çalışmalarına ilk başlayan
ülkelerden biri olmasına rağmen, istenen sonuca ulaşamamıştır. Özelleştirme
adına, devlet küçültüleceğine, tersine bir tutumla, devlet daha da
büyütülmüştür. Birkaç örnek vermek gerekirse; özelleştirme amacıyla Türkiye
Cumhuriyeti Devlet Demiryollarına bağlı müesseseler TÜDEMSAŞ, TÜLOMSAŞ ve
TÜVASAŞ ayrı anonim şirketler haline getirilmiş, idarî yapılarının daha da
büyümesine neden olunmuştur. Bugün, bu şirketlerin özelleştirilemeyeceği ifade
edilmiştir. Bize göre, özelleştirilmeleri pekâlâ mümkündür; ancak, eğer kesin
olarak özelleştirilemeyecekleri kanaatine varıldıysa, hiç değilse, bunların
idarî yapılarının küçültülmesi gerekmektedir. Bu kuruluşlar, tekrar, Devlet
Demiryollarının bağlı müesseseleri, atölyeleri haline getirilmelidir.
Makine Kimya Endüstrisi Kurumunda da benzer bir durum olup, 12 bağlı
ortaklık ve 11 iştiraki bulunmaktadır. Bir tek Makine Kimya Endüstrisi
Kurumundan bu kadar şirket, özelleştirme adına türetilmiştir. Bunlar
özelleştirilemeyecekse, tekrar bütünleşme sağlanarak, her biri için beşer
yedişer kişilik yönetim kurulu üyelikleri, üçer beşer adet genel müdür
muavinliği, müstakil hukuk müşavirlikleri, müstakil teftiş kurulları, daire
başkanlıkları gibi irrasyonel bir büyüme ortadan kaldırılmalıdır. Bu
kuruluşları herhangi bir kasıtla değil, sadece somut örnekler olması açısından
verdim. Bu örnekleri daha da artırmak mümkündür. Vaktinizi almamak için diğer
örnekleri saymıyorum; ancak, özelleştirmenin lafını bu kadar çok kullanıp da,
geçen süreçte kamu kuruluşları sayısını bu kadar artırabilen, sanırım, tek ülke
biziz.
Sayın milletvekilleri, diğer taraftan, 13 yıldır, 10 yıldır, 8 yıldır
özelleştirme kapsamında olup da özelleştirilemeyen kuruluşların durumu daha da
kötüdür. Bu kuruluşlardan nitelikli personel kaçmıştır ve hâlâ kaçmaktadır.
Yine, bu kuruluşların yerine, bu kuruluşların yenileme ve kapasite artırma
yatırımları yapılamadığı gibi, bakım onarım çalışmaları dahi yapılamamaktadır;
kuruluşlar değer yitirmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerek ilgili bakanlık gerekse
Özelleştirme İdaresi, çok büyük bir gayret ve çalışma içerisindedir. Uzun
yıllar, siyasî istikrar eksikliği sebebiyle yapılamayan işler yapılmaya
başlanmıştır; ancak, özelleştirme, bütün dünyada, siyasî kararlılık olmadan
yapılamayan bir icraattır. En ufak bir tereddüt veya gerileme, uzun yıllardır
olduğu gibi, işlerin akamete uğramasına her an sebep olabilir. Hükümetin, bütün
gücüyle, bu konuda sorumluluk üstlenmiş olanlara destek olmaya devam etmesi
gerekmektedir. Bu amaçla, süratle karar almayı sağlayacak mekanizmanın
kurulması sağlanmalı, siyasî irade de, çok net ve açık bir şekilde bu işin
arkasında olmalı, her icraat ve beyanıyla bunu yansıtmalıdır; çünkü, devletin
ekonomideki büyüklüğü, enflasyon canavarını besleyen en önemli kanaldır. Bu
kanalın, mutlaka ve en kısa sürede tıkanması gerekmektedir. Enflasyonun, mutlaka yenilmesi gerekmektedir; Avrupa
Birliği üyesi olmak için gereklidir, kalkınmak için gereklidir, gelir
dağılımında adalet için gereklidir, halkın huzuru ve mutluluğu için gereklidir,
ülkemizin zenginleşebilmesi, yücelmesi için gereklidir.
Tarihte dünya devleti olarak kabul edilen üç büyük imparatorluk
mevcuttur: Moğol İmparatorluğu, Çin İmparatorluğu ve Roma İmparatorluğu.
Günümüzde de, Amerika Birleşik Devletleri, dünya devleti olma çabası
içerisindedir. Dünya devleti olmak gibi çok önemli bir tarihi gelişimi
yakalayan Roma İmparatorluğunun yıkılmasını, tarihçiler, üç önemli nedene
dayandırırlar: Kültürel çürüme, siyasî bölünme ve uzun yıllar devam eden yüksek
enflasyon. Uzun süreli enflasyon, gelir dağılımını bozmuş, halkın devlete olan
güvenini erozyona uğratmıştır. Sonuç olarak da, Roma İmparatorluğu gibi bir
devin çöküşünde başrolü oynamıştır.
Sayın milletvekilleri, uzun yıllar devam eden yüksek enflasyon, her
devleti yıpratır. Maalesef, Türkiye, son yirmibeş yıldır yüksek enflasyonla
yaşamıştır. Bu durum, âdeta, ülkenin kurtulunamaz kaderi haline gelmiştir;
gelir dağılımında görülen bozulma ve dağılımdan yüksek pay alan kesimlerin bile
rahatsız olduğu bir düzeye ulaşmıştır. Halkın devletine olan güveni daha fazla
erozyona uğramadan,çültülmesi ve bu yoldan kamu harcamalarının kontrol altında
tutulması, yatırımların temeli olan iç tasarrufların ekonomiye kaynak olarak
aktarılmasına imkân verecektir; ancak, Türkiye gibi kaynak bulmakta zorlanan
ülkeler için, yabancı sermaye yatırımları büyük önem taşımaktadır. Bugün, dünya
üzerinde, yılda 350 milyar dolar civarında yabancı sermaye dolaşımı söz konusudur.
Buradan Türkiye'ye düşen pay, çok küçük miktarlarda kalmaktadır. Oysa, yabancı
sermaye, istihdamın artması...
BAŞKAN – Sayın Erdal, bir dakika efendim.
Sayın milletvekilleri, Anavatan Partisi Grubunun üçüncü konuşmacısı olan
Sayın Erdal'ın konuşmasının bitimine kadar Genel Kurulun çalışma süresinin
uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Buyurun efendim.
BİRKAN ERDAL (Devamla) – Oysa, yabancı sermaye, istihdamın artması, ülke
ekonomisinin gelişmesine katkı, gelişmiş teknolojilerin transferi anlamına
gelmektedir. Bir ülkeye yabancı sermayenin gelmesi belli koşullar
gerektirmektedir. Ülkede hukuk devleti altyapısı oluşmamışsa, yabancı sermaye
gelmez. Gelse bile, yüksek risk görerek, yüksek kâr marjı talebiyle gelir,
almış olduğu yüksek riskin karşılığını ister.
Yabancı sermayenin ve çokuluslu fonların gelmesi için bir diğer husus
da, siyasette ve ekonomide şeffaflığın sağlanmasıdır. Siyasette şeffaflığın
izlenebildiği yer bütçelerdir. Siyasî iktidarlar, hazırladıkları bütçelerde ne
yapacaklarını anlatıp, yıl sonunda da yaptıklarının hesabını vermektedirler.
Bütünleşen dünyada, siyasî iktidarların, sadece kendi uluslarına değil,
gelişmiş dünyanın bir parçası olmak iddiasındaki tüm dünya ülkelerine, tüm uluslararası
kuruluşlara karşı da son derece açık ve şeffaf bütçeler hazırlamaları
gerekmektedir. Şeffaf bütçelerin hazırlanmasında, hükümetin yönetiminde bulunan
her türlü bütçe dışı fon ve kaynakların bütçe içine alınması, yapılan her türlü
finansal ve yatırım operasyonu kayıtlarının açıkça tutulması ve bunların,
herkesen ulaşabileceği ortamlarda bulundurulması esastır. Kamuoyunun ve
Parlamentonun bilgilendirilmesi sağlıklı olarak gerçekleştirilmelidir.
8 Aralık 1997'de Tayland hükümeti, 86 finansman kuruluşunun 82'sini bir
gecede kapattı. Bu hareketle başlayan Asya krizi, 16 Ağustos 1998'de Rusya'yı
vurdu. Bu dönemde, uluslararası finans kuruluşları, para yatırdıkları tüm
ülkeleri büyük bir dikkatle takibe aldılar; paralarının akıbetinden emin olmak
istiyorlardı. Durumu oldukça sağlam gözüken Güney Kore, dışborçlarının 50
milyar Amerikan Doları olduğunu söylemişti. Bu borcun 100 milyar dolar olduğu
anlaşıldı. Üstüne üstlük, 30 milyar dolar olduğunu belirttiği döviz rezervinin de 10 milyar dolar olarak ortaya
çıkması, bir anda tüm yabancı fonları, tüm yatırımcıları Kore'den uzaklaşmaya
itti. Bir anda güven yıkıldı. Güvensizlik ortamı da, yabancı sermaye için, en
dayanılmaz şartları işaret etti. Bu sebeple, sırf yanlış ve yanıltıcı bilgi
vermiş olması sebebiyle, Güney Kore krize girdi.
Artık, dünya, aynı hataya bir kez daha düşmek istemiyor. Parasının
yatırıldığı ülkeden emin olmak istiyor, her türlü ekonomik faaliyetinden
haberdar olmak istiyor. İşte, Güney Kore, o aynı Güney Kore, bugün,
uluslararası finans kuruluşlarına, her akşam, bir şirketin bilançosu netliğinde
ve açıklığında bütçe hareketlerini bildirmekte, yabancı sermaye hareketlerini
bildirmekte, döviz hareketlerini bildirmekte, altın stok hareketlerini
bildirmekte. Bu tavrıyla da yeniden inşa ettiği güven ortamında, krizin tam
göbeğinde, 1998'de yüzde 6,7 küçülmüşken, bir yıl sonra 1999'da yüzde 10,7
büyüdü; 2000 yılıyla ilgili büyüme beklentisi yüzde 7.
Sayın milletvekilleri, Türkiye, küreselleşen dünyanın bir parçası olmak
durumundadır. Çağdaş uygarlığı yakalamak, bilgi çağını yakalamak, ancak bu
yolla mümkündür. İletişim teknolojisinin günümüzde ulaştığı düzey, ülkeler
arasındaki mesafeyi de, sınırları da fiilen ortadan kaldırmıştır. Bu gerçekleri
inkâr etmek yerine, yeni dünya düzeninde hak ettiğimiz yeri bir an önce
alabilmek için çaba harcamalıyız.
Ekonomide verimliliğin sağlanması hususu, kamu yönetiminde etkinliğin
sağlanmasından bağımsız düşünülemez. Bu anlamda, devletin çok süratli karar
alıp, aynı süratle uygulamayı sağlaması büyük önem taşımaktadır.
Devlette süratli karar almayı sağlayacak mekanizmaların kurulması
şarttır. Uygulamada süratin sağlanmasını temin edecek en önemli araçlardan biri
de, mahallî idarelerin yetkilerinin artırılmasıdır. Mahallî idareler reformu
gecikmeden, günün şartlarına uygun olarak, kapsamlı bir biçimde ele alınmalı ve
sonuçlandırılmalıdır.
Sıkı bir merkezî planlama sistemi, tüm dünyada iflas etmiş bir
sistemdir. Ankara, düzenleyici, yol gösterici, koordine edici, denetleyici bir
fonksiyonu üstlenmeli ve bu fonksiyonunu da süratli bir biçimde yerine
getirebilmelidir.
Ekonomide verimliliğin sağlanması için, en başta, her şeyin içine bu
kadar çok girmiş olan kamu yönetiminin verimli ve etkin çalışması şarttır. Kamu
yönetiminde etkinliğin ve verimliliğin sağlanması için de, kamu yönetiminin
iyileştirilmesi ve yeniden yapılandırılması zorunludur. Devlet yalnız ekonomide
değil, idarî anlamda da gereğinden çok fazla büyümüş ve hantallaşmıştır. Şişman
bir insanın karşı karşıya olduğu sağlık tehlikeleriyle karşı karşıyadır.
Devlet, ekonomik ve idarî anlamda dünyanın her yerinde küçülürken, bizde artan
bir hızla büyümüştür. Lütfen, Eskişehir yolunda 10 kilometre boyunca sağlı
sollu yükselen binaları, bir kez gözünüzün önünden geçirin; bu binaların büyüme
hızı, gayri safî millî hâsılamızın, millî gelirimizin büyüme hızının çok
üzerindedir. Türkiye'de devletin ne kadar büyüdüğünü, şişmanladığını görmek
için, bir kez daha tekrar ediyorum, lütfen, Eskişehir yolundan Ankara'ya
giriniz ve yolun iki yanındaki dev binalara, bakanlıklara, kamu kuruluşlarına,
KİT binalarına dikkatle bakınız; tek başına bu görüntü bile, çağın gittiği yöne
baktığımızda, son derece ürkütücüdür. Böyle bir yapıyla ekonomide verimliliği
hayal etmek mümkün değildir.
Kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması bir bütün olarak
gerçekleştirilmesi gereken bir iştir. Bu işi yıllara yayamazsınız, çalışmayı
tüm detaylarıyla yapar, uygulamayı süratle gerçekleştirir, sonra gerekirse,
zaman içerisinde geliştirebilirsiniz; ancak, temel operasyonu, bir kerede ve
süratle yapmanız gerekmektedir. Başka bir deyişle, bu işi yapmak istiyorsanız,
uygulamayı bir kerede yaparsınız, zamana yaymak, bu işlemi yapmak istememektir.
Kamu yönetiminin iyileştirilmesi ve etkin hale getirilmesini, sadece bu
amaçla yeni birtakım kuruluşlar ihdas etmek şeklinde algılamamak gerekir. Aksi
halde, iyileştirme yapıyoruz derken, devletin süregelen büyümesine katkıda
bulunmuş oluruz. Yeni kurulan her kuruluş, yeni personel giderleri, yeni
işletme giderleri, yeni bina giderleri, yeni mefruşat giderleri demektir.
Mevcut kurum ve kuruluşlardan gereksiz olanların kaldırılması, gerekli
olanların da fonksiyonel hale getirilmesi sağlanmalıdır. Doğrudur, sektörleri
düzenleyici kurumlar gereklidir. Yabancı deyimiyle "regulatory body"
yani düzenleyici kurum, o söktörün tam rekabet şartları içerisinde ve tüketici
haklarını koruyacak şekilde çalışmasını temin eder, kural koyar ve denetler.
Ancak, düzenleyici kurum, liberal hale getirilmiş, özelleştirme işlemlerini
tamamlamış söktörlerde görev yapar. Özelleştirmeyi yapmadan düzenleyici kurumu
oluşturursanız, yeni bir KİT yaratmış olursunuz. Bu iki konu, eşzamanlı
yürümesi gereken tek bir işlemdir. Aksi takdirde, özelleştirme, zor ve
siyaseten riskli bir iş olduğu için, bekler, yeni bir kamu kuruluşu daha yaratılmış
ve devletin kilolarına kilo ilave edilmiş olur.
Düzenleyici kurumlar kurulurken, bugüne kadar o görevi dağınık şekilde
yapmakta olan ve değişik bakanlık veya KİT'lerde bulunan ünitelerin de
kapatılarak bu yeni kuruma devredilmesi şarttır. Aksi takdirde, dublikasyon
olur, kaynak israfı olur.
Sayın milletvekilleri, ekonomide verimliliğin sağlanması için personel
rejiminin ciddî bir reformdan geçirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Gerek
kamu personelinin eğitimi gerek atama ve yer değiştirme usulleri gerekse ücret
politikası konularında gecikmeden bir çalışma başlatılmalı ve süratle
sonuçlandırılmalıdır. 1990'lı yılların başında bir personel rejimi çalışmasının
başlatıldığını biliyorum. Bu çalışma hâlâ sonuçlandırılamamıştır. On yılı aşan
bir süre devam eden bir çalışmanın ne kadar reform niteliği taşıyabileceğini
takdirlerinize bırakıyorum. Bu tür reform çalışmalarının, tabiî ki, en iyi
şekilde, ama, mutlaka en kısa sürede yapılması gerekmektedir.
Kamu kuruluşları arasında ücret yönünden büyük uçurumlar oluşmuştur.
Bugün Başbakanlık merkez teşkilatı ile Devlet Planlama gibi doğrudan
Başbakanlığa bağlı kuruluşlar arasında dahi farklılıklar görülmektedir. KİT'ler
ve bakanlık personeli arasındaki ücret farklılıkları ise, daha ciddî boyutlara
ulaşmıştır. Kamu bankalarında çalışan personel, özel bankalara kıyasla mağdur
olmakta, kamu personelinin ekgöstergelerinde de çarpıklıklara rastlanmaktadır.
Örneğin, bir kurumda başmüfettiş 3 600 ekgösterge almakta, idarî daire başkanı
3 000, teknik daire başkanı 3 600, buna karşılık genel müdür yardımcısı da 3
600 ekgösterge almaktadır. Bu arada, bu süre içerisinde Yüce Meclisimizin
çıkarmış olduğu temsil ödeneği tazminatı sayesinde, genel müdürlerimizin
ücretleri, şoförlerinin ücretleri seviyesine yükseltilebilmiştir.
Sayın milletvekilleri, ekonomide verimliliğin artması, kamu yönetiminin
iyileştirilmesi, vatandaşın birey olarak daha mutlu olması, daha iyi yaşaması,
devletle olan ilişkilerinde sorunlarına çözüm üreten muameleyle karşılaşması
demektir. Bunun sağlanabilmesi için, kamu personelinin, gerek halkla ilişkiler
konusunda gerekse meslekî konularda çok iyi eğitilmesi gerekmektedir.
Kamu görevlisinin "ben, buraya vatandaşın sorunlarını çözmeye
geldim; vatandaşa evet demeye geldim, hayır demeye değil; evetin yolunu aramaya
geldim, yolunu göstermeye geldim; olmazı anlatmaya değil, oluru bulmaya
geldim" diyeceği bir sistem kurmak zorundayız. Bu konuda yapılacak birçok
iyileştirme bulunmakla beraber, dünyanın önemle uyguladığı bir yöntem problemi
büyük ölçüde çözebilmektedir; bu da, toplam kalite yönetimidir. Kamu
yönetiminde toplam kalite yönetimi, günümüzde kendi kurumlarımız için şart
olmuştur. Toplam kalite yönetimi uygulamasına başlanırken, en öncelikle kamu
kuruluşunun ve bu kuruluşta çalışan personelin görevlerinin tarifleri
yapılacaktır. En azından, bu görevlerin tariflenmesiyle, kurumun ve kurumda
çalışanların, halkın mutluluğu için, çözüm için, evet demek için çalışmaları
gerektiği ortaya çıkacaktır. Tek başına bu bile, çok önemli bir faydadır. Bu
şekilde işleyen devlet mekanizması da, vatandaşın güven ve desteğini arkasına
alabilecektir. Böylece, bugün için negatif bir geribesleme şeklinde işleyen
vatandaş-devlet ilişkisi pozitif geribesleme haline dönecek; kalkınma
hızlanacak, demokrasi güçlenecektir.
Sayın milletvekilleri, kamu kuruluşlarını pozitif yönde çalıştıracak,
evet dedirtecek sistemi kurmayı, denetim mekanizmamızı yeniden ele almadan
sağlayabilmemiz mümkün değildir. Bugün, mevcut mevzuat çerçevesinde, herhangi
bir kamu görevlisinin attığı bir evet imzasının üzerinde, kimi kurumlarda
altıya, kimi kurumlarda sekize varan denetim mekanizması mevcuttur. Bu da,
yapılan bir tek yanlışın -suiistimali demiyorum- yapılan 500 adet doğruyu,
yapılan 1 000 adet doğruyu yok ettiği bir sistemi yaratmaktadır. Bu da, kamu
yöneticilerinin çalışma şevkini kırmaktadır. Tabiî ki, hiçbir suiistimale veya
yolsuzluğa göz yumulmamalıdır; ama, iyi niyetle iş yapmak, çözüm üretmek
maksadıyla yapılan yanlışları da aynı iyi niyet içerisinde ele almak, sistemi
rahatlatacaktır.
Yine, kamu adına yapılan denetimde, sadece yapılanın değil, yapılmayanın
da hesabının sorulduğu bir sisteme geçtiğimizde, vatandaşın bir birey olarak
daha mutlu yaşaması mümkün olacaktır. Bugünkü denetim sistemi, yapılan her işin
hesabının sorulduğu bir mekanizmaya sahiptir. Kamuda yapılıp da bugüne kadar
hesabı sorulmamış bir tek iş yoktur; ancak, yapılmayan, hayır denilen hiçbir
işin de hesabı sorulmamıştır; ama, inanıyorum ki, hayır denilen işlerin bu
memlekete maliyeti çok daha yüksektir.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, devletin ekonomideki büyüklüğü
süratle tasfiye edilmelidir dedik. Peki, devletin ekonomide düzenleyici, yol
gösterici, koordine edici ve denetleyici özelliklerinden başka bir rolü
olmayacak mıdır; elbette olacaktır. Devlet, çağdaş, gelişmiş tüm toplumlarda
olduğu gibi, altyapı yatırımlarını gerçekleştirecektir. Devlet, ekonomideki bu
aslî görevini yerine getirirken, üretimi, verimliliği, ekonominin rekabet
gücünü ve ihracatı artırıcı, kamu açıklarını ve enflasyonu azaltıcı önlemlerin
alınmasını sağlayacaktır. Türkiye'de, bakıyoruz, devlet, aklımıza gelebilecek
her sektörde varlığını sürdürürken, bu aslî görevini maalesef yeterli süratte
yerine getirememektedir.
Yatırım programlarına, her yıl yüzlerce proje konulmakta, bunlar için
gerekli kaynak bulunamadığından, yetersiz ödeneklerle yıllarca projelerin
gerçekleşmesi hayal edilmektedir. Böylece, zaten kıt olan ülke kaynakları, bir
de, bu yoldan heba edilmektedir.
Sayın milletvekilleri, en pahalı, en verimsiz yatırım, öngörülen zamanda
bitirilemeyen yatırımdır. Altyapı yatırımlarının zamanında bitirilememesinin
yarattığı zarar, yalnız kaynak israfıyla sınırlı değildir. Bu yatırımların
zamanında bitirilememesi, aynı zamanda ekonomiye yapacağı katkıların da
gecikmesine, özel teşebbüsün bunlara bağlı olarak yapacağı yatırımların da
akamete uğramasına ve mevcut işletmelerin verimli çalışmasında aksaklıklara
neden olmaktadır.
Yatırımların gecikmesinin mazereti kaynakların kıtlığı olamaz.
Kaynaklarımızın sınırlı olduğunu zaten biliyoruz. İhtiyaç duyulan yatırım
projelerinin tamamını aynı zamanda bu kaynaklarla gerçekleştireceğiz dersek,
hiçbirisini zamanında gerçekleştiremeyiz. Oysa, her yatırım projesinin mutlaka
bir öncelik derecesi vardır. Devletin ve siyasetin görevi de, bu öncelikleri
doğru olarak saptamaktır.
Etkin bir yatırım politikası uygulamasını ve kıt olan ekonomik
kaynakların rasyonel kullanımını sağlayacak olan belli kriterler vardır. Bu
kriterler, hemen hemen her beş yıllık kalkınma planında yazılıdır, hatta,
Başbakanlığın yayımladığı tasarruf genelgelerinde de dile getirilir; ama, ne
hikmetse, çok az dikkate alınır; yine, gereksiz birtakım projelere kaynak
tahsis edilirken, ekonomiye kısa sürede geri dönecek veya toplam üretim ve
hizmet arzını kısa sürede artırabilecek yatırım projelerine yeterli kaynak
tahsisi yapılamadığından, bu projeler zamanında tamamlanamaz.
Değerli milletvekilleri, mutlaka sizin de dikkatinizi çekmiştir,
konuşmamın başından bu yana en çok kullandığım sözcük, sürat. Evet, sürat
çağında yaşıyoruz, dünya çok süratli değişiyor, bilim ve teknoloji çok hızlı
gelişiyor. Biz de, bu hızlı değişen, hızlı gelişen dünyayı yakalamak
zorundayız. Bakınız, buraya gelmeden önce, 23-24 Mart 2000 tarihinde Lizbon'da
yapılan Avrupa Birliği devlet ve hükümet başkanları zirve toplantısı sonuç
bildirisini bir kez daha okudum. Avrupa Birliği, dünyadaki en rekabetçi ve
dinamik bilgi ekonomisi haline gelmeyi, bu sayede gerçekleştirilecek sürekli
büyüme ortamında daha çok ve daha iyi işler yapmayı, daha verimli olmayı ve daha
fazla sosyal uyum yaratmayı, gelecek on yılın yeni stratejik hedefi olarak
belirlemiştir -kendisi için, kendi ülkeleri için- rekabetçi, dinamik ve bilgi
bazlı bir ekonomiye geçişin hazırlık çalışmalarını saptamıştır. Aynı bildirinin
"Avrupa Birliğinin Zayıf Yanları" başlığı altında yer alan ifadeleri
de dikkatimi çekti. Diyor ki: "Özellikle telekomünikasyon ve internet
alanlarında hizmetler sektörü yeterince gelişmemiş durumdadır. Bilişim
teknolojisinde nitelikli personel açığı büyümektedir. Bugünkü düzelen ekonomik
ortamla birlikte, rekabet gücü ile sosyal uyumu birlikte kucaklayacak bir
pozitif stratejinin parçası olacak ekonomik ve sosyal reformlara girişmenin
zamanı gelmiştir."
Sayın milletvekilleri, bu lafları söyleyenler kimler; bu lafları
söyleyenler, Avrupa Birliği üyesi ülkeler. Kimdir bu ülkeler? Bu ülkeler, bu
hedefleri önlerine koymuşlardır; ama, şu anki durumları nedir? En kötüsünün
kişi başına yıllık geliri 12 000 Amerikan Dolarıdır. Biz, bu Birliğin bünyesine
katılabilmek amacıyla, Birliğin bugünkü düzeyine ulaşabilmek için bir dizi
reformlar yapmak zorundayız ve bu Birlik, kendi adına, ekonomik ve sosyal
reformlara girişmenin zamanının geldiğini söylüyor.
Şimdi, soruyorum sizlere, bu değişim, bu yenileşme, bu gelişme hızını
yakalamak için çok fazla zamanımız var mı? Etkin çalışan bir kamu yönetimi,
düşük enflasyon ve düşük faiz oranları, verimli bir üretim, uluslararası
rekabet gücüne sahip bir ekonomi, en önemlisi, refah düzeyi yüksek, iyi
yetişmiş, iyi eğitilmiş, mutlu insanların yaşadığı bir toplum istiyor muyuz?
Kaynaklarımız kıt, imkânlarımız sınırlı olabilir; ama, biz, bu hedefe ulaşmak
istiyorsak, önce, siyasette verimliliği, siyasette etkinliği sağlamalı, kısır
tartışmaları bir kenara bırakarak, halkın bize olan güvenini yeniden kazanmalıyız;
kararları süratle almalı, uygulamaya süratle geçmeli, sonuçları süratle elde
etmeliyiz; ne kadar sınırlı olursa olsun, var olan imkânlarımızı en rasyonel
biçimde kullanarak, ne yapabiliyorsak onu yapmalıyız; ama, hemen yapmalıyız,
hemen yapmalıyız.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Efendim, çok teşekkür ederim, 6,5 dakika evvel bitirdiniz.
Sayın milletvekilleri, süremiz bitti; ancak, 1 saat ara vermeyeceğim;
çünkü, 120'ye yakın önerge var, 5'er dakikadan 10 saat yapar. Normalinde,
konuşmacıların konuşmalarının bitimi gece saat 2, öbür güne sarkıyor. Onun
için, 20.00'ye kadar ara vereceğim. 15 dakikanızı, müsaade ederseniz, kendime
saklıyorum.
20.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 19.16
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 20.00
BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU
KÂTİP ÜYELER : Vedat ÇINAROĞLU (Samsun),
Sebahattin KARAKELLE (Erzincan)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 119 uncu Birleşimin Üçüncü Oturumunu
açıyorum.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı üzerindeki görüşmelere devam
ediyoruz.
IV. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. —Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş
Yıllık (2001-2005) Kalkınma Planının Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/600) (S. Sayısı : 516) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Gruplar adına yapılan konuşmalara devam ediyoruz.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Bartın Milletvekili Cafer Tufan
Yazıcıoğlu; buyurun.
DSP GRUBU ADINA CAFER TUFAN YAZICIOĞLU (Bartın) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının görüşmelerini
yapıyoruz; Yüce Meclisin değerli üyelerini ve Sayın Başkanı saygılarımla
selamlıyorum.
Üzerinde duracağım konular; planın yedinci bölümünü oluşturan bölgesel
gelişme hedef ve politikaları ile sekinci bölümünü oluşturan sosyal ve ekonomik
sektörlerle ilgili gelişme hedef ve politikaları çerçevesinde olacaktır.
Küreselleşme olarak adlandırılan olgu, sosyal, ekonomik ve kültürel
sonuçları bakımından karmaşık bir gelişme içerisindedir. Bu olguyla birlikte,
ulusal kültürün, diğer kültürlerle teması artmakta, ulusal ölçekte üretilen mal
ve hizmetler, uluslararası dolaşım özelliğine sahip ürünlerle, rekabet
ortamında tüketiciye sunulmakta, teknoloji tabanlı üretim ve verimlilik
artmakta, toplumların yaşam standartları bu gelişmelerden etkilenmektedir.
Dünyanın bize uzak bir bölgesinde meydana gelen bir malî krizin etkileri
ülkemize kadar uzayabilmektedir. Güneydoğu Asya'da 1997'de, Rusya'da 1998'de
ortaya çıkan ve küresel nitelik kazanan krizlerden sonra, 1999 yılında
ülkemizde meydana gelen deprem felaketleri, ekonomik ve toplumsal bakımdan
derin etkiler yaratmıştır. Küresel krizler ve depremler ekonomiyi olumsuz
etkilemiş ve işsizliğin artmasına neden olmuştur. Allah, vatandaşlarımızı ve
cümle insanlığı felaketlerden esirgesin.
Sayın milletvekilleri, uzun vadeli gelişme ve Sekizinci Plan
stratejisinde, bölgelerarası gelişmişlik farklılığının azaltılmasına yönelik
faaliyet ve yatırımların destekleneceği, kırsal alanlarda merkezî nitelik
taşıyan yerleşim birimlerinin altyapılarının geliştirileceği, orman
köylülerinin yerinde kalkındırılması amacıyla aynî kredi uygulaması
yaygınlaştırılarak üretkenliklerinin, refah seviyelerinin yükseltileceği, il
planlama ve koordinasyon birimlerinin güçlendirileceği, bölge planları
hazırlanıp uygulamasına önem verileceği gibi hususlar dikkati çekmektedir.
Planda "planların programları ve bölgesel planların hazırlık, uygulama,
koordinasyon ve izleme aşamalarının etkinliğini artırmak üzere Devlet Planlama
Teşkilatı Müsteşarlığınca ihtiyaç duyulan merkezlerde birimlerin oluşturulması
için düzenlemeler yapılacaktır" şeklinde bir kurumsal ve hukukî düzenleme
öngörülmektedir.
Bölgesel planlama ve il planlama konusundaki bu yaklaşımları çok yararlı
ve gerekli hususların vurgulanması olarak değerlendiriyoruz. Çünkü, bölge ve il
düzeyinde planlamaya eskisinden daha çok ihtiyaç bulunmaktadır. Özellikle
mahallî idareler için reform mahiyetini taşıyan yasanın Yüce Meclisimizce kabul
edilip yürürlüğe girmesiyle birlikte il ve bölge düzeyinde planlama konusu daha
da önem taşıyacaktır. Bir örnek vermek isterim: Teşkilatın Bölgesel Gelişme ve
Yapısal Uyum Genel Müdürlüğünce düzenlenen ve çalışma toplantılarının hepsine
katıldığım Devlet Planlama Teşkilatının bir projesi olarak hazırlanan
Zonguldak, Bartın, Karabük bölgesel gelişme projesi uygulanmaktadır; ancak,
uygulamanın, planın uygulandığı yörede yerinde oluşturulmuş bir birim eliyle
yürütülmesi şüphesiz ki daha doğru olurdu.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Plan taslağı, Türkiye'nin, bölge ülkeleri
ve diğer ülkelerle ekonomik ilişkilerine önem vermektedir. Teknolojik
gelişmeler büyüdükçe, küçülen dünyamızda uluslararası ilişkiler ve
örgütlenmeler hızlanmıştır. Karadeniz Ekonomik İşbirliği de bunlardan
birisidir. Ancak, bu teşkilatın kurulmasıyla, özellikle Karadeniz Bölgesindeki
illere olumlu yansımaları olacağı şeklindeki yaygın kanaat, önemini
korumaktadır. Çünkü, bazı projeler, kamu ve özel kesime ait bazı projeler,
KEİ'yi referans almaktadır. Mevcut limanlar atıl kapasiteyle çalışırken yeni
limanların programlanması, Karadeniz Ekonomik İşbirliği çerçevesinde meydana
gelecek olumlu gelişmelerle ilgilendirilmektedir.
Üye ülkeler arasında ticaret, ulaştırma, haberleşme, ekonomik ve ticarî
bilgi değişimi gibi alanlarda işbirliğinin geliştirilmesine çalışılacağının
planda vurgulanması, bu tespitimizi doğrulamaktadır.
Karadenizin korunması yönünde bir gelişme sağlanamamıştır. Kirliliğin
önlenmesi uzadığı takdirde, Karadeniz, ölü bir deniz haline gelecektir. Kurucu
üyesi bulunduğumuz bu teşkilatın, Karadenizin kurtarılması için aktif bir rol
oynaması gerekir.
Devlet Planlama Teşkilatı, ilçelerin, illerin ve bölgelerin
sosyoekonomik gelişmişlik sıralamasının çalışmasını yapmaktadır. Bu araştırma
en son 1996 yılında yapılmıştır. Yeni illerimizi de kapsayacak şekilde
araştırmanın yenilenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, illerin, ilçelerin ve
bölgelerin gelişmişlik durumu yeni verilerle ortaya konulmalıdır.
Mevcut araştırmada olduğu gibi, yapılacak araştırmada da görülecektir
ki, ülkemizin her yöresinde gelişmemiş il ve özellikle ilçeler bulunmaktadır.
Örnek olarak, İlim Bartın'ın turizm yönünden önemli bir merkezi olan şirin
İlçesi Amasra, 858 ilçe içerisinde 397 nci, Kurucaşile 473 üncü ve Ulus İlçesi
703 üncü sıradadır.
Kamu yatırımları programlanırken ve bunlara ödenek ayrılırken, bu
sonuçlara dikkatimizi sürdürmeli, buna göre planlama yapmalıyız.
Sayın milletvekilleri, madencilik konusunda, özellikle taşkömürünün,
demir çelik sektöründe kullanılması gerektiğine dikkati çekmek istiyorum.
Kurulu kapasiteyi, nitelik ve nicelik anlamında sonuna dek kullanmalıyız.
Yurtiçi maden aramalara ve yatırımlara ayrılan kaynaklar artırılmalı,
ulusal kuruluşların girişimleri desteklenmelidir. Özellikle Türkiye Taşkömürü
Kurumunun, birikimiyle yurt dışında da çalışma yapma imkânının sağlanması,
takdirlerinize arz olunur.
Sayın milletvekilleri, nüfus artış hızımız halen yüksektir ve bu da,
eğitim sektörü başta olmak üzere, bizlere, yeni ve çağdaş altyapılara yatırım
yapma ihtiyacımızı duyurmaktadır.
1997 yılında zorunlu temel eğitimin sekiz yıla çıkarılması, toplumsal
yaşamımızda tarihsel bir olaydır. Zorunlu temel eğitimin sekiz yıla
çıkarılmasıyla birlikte yasal düzenlemelerle sağlanan ek finansman
kaynaklarıyla çağ nüfusunun tamamına yakın bir kısmı eğitim sistemine dahil
edilmiştir; ancak, başta büyük kentlerde olmak üzere, ikili eğitim uygulaması
ve kalabalık sınıflar, kırsal alanda ise birleştirilmiş sınıf uygulaması,
eğitimin kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir.
Eğitimin her kademesinde fizikî altyapı ve insangücü altyapısı
bakımından daha iyi düzeylere ulaşma gereğimiz vardır. Eğitim sektöründe
gerçekleştirdiğimiz iyileşmelere rağmen, zorunlu temel eğitim süresi, meslekî
eğitim, ortaöğretim ve yükseköğretimde okullaşma oranlarıyla işgücünün eğitim
düzeyi ve niteliği yönünden, üyesi olacağımız Avrupa Birliği ülkelerinin
gerisindeyiz. Eğitim sistemimizin temel amaçları içinde yaratıcı zekâya sahip
insan yetiştirmeye önem verilmelidir.
Dünya Bankasıyla yapılan Temel Eğitim Programı İkraz Anlaşması
çerçevesinde kurulmaya başlanan bilgi teknoloji sınıfı sayısı artırılmalıdır.
Ekonomik kalkınmamızın en önemli itici güçlerinden biri olan meslekî ve
teknik eğitime önem, öncelik ve ağırlık verilmektedir. Meslekî ve teknik eğitim
alanında, meslekî ve teknik eğitimde meslek standartlarına dayalı olarak
hazırlanan modüler meslek öğretimi programıyla, gençlerimizin, alanlarında bir
işe girmeleri, kendisine ve başkasına istihdam olanağı sağlayacak kendi
işlerini kurmaları, daha çok sayıda yükseköğrenime gitmeleri konusunda
özendirici ve teşvik edici yasal düzenlemelerin yapılması; böylece,
eğitim-istihdam dengesinin kurulmasının desteklenmesi; öğretim programlarıyla
önlisans ve lisans düzeyindeki programlar arasındaki bütünlüğün ve devamlılığın
sağlanması, finansman kaynaklarının artırılması; devlet, işçi ve işveren
işbirliğinin daha geliştirilmesi ve kurumsallaştırılması, meslekî ve teknik
eğitimin ortaöğretim içindeki payının yüzde 65'e yükseltilmesi, meslekî ve
teknik ortaöğretimden mezun olanların lisans programları sınavlarına doğrudan
giriş hakları saklı kalmak kaydıyla, alanlarında, meslek yüksekokullarına
sınavsız geçişi ve bu okullardan mezun olanların da, alanlarındaki lisans
programlarına dikey geçiş yapmalarının sağlanması için yasal düzenlemeler
yapılmaktadır.
Sayın milletvekilleri, ulusumuzun dayanışma gücüyle ulusal birliğimiz ve
bütünlüğümüzle güçlükleri aşma kararlılığındayız. Büyük Atatürk'ün aydınlattığı
ışıklı yolda duraksamadığımız sürece, amaçları daha çabuk gerçekleştireceğiz ve
hedeflere daha kısa sürede ulaşacağız.
Eğitim alanında elde ettiğimiz büyük başarılar yanında, 14 milyon 200
bin öğrenciye olanaklarımız ölçüsünde en iyi eğitimi vermeye çalışırken, nasıl
daha çok yapacağımız işlerimiz varsa, sağlık alanında da elde ettiğimiz
başarılar yanında yapmamız gereken işler de bulunmaktadır.
Gerçekte, sorunların tüketilmesi göreceli olarak olanaklı da değildir.
İyinin daha iyisi her zaman olacaktır. Sağlık hizmetlerinin de her yönüyle daha
iyisi her zaman olacaktır. Sağlıklı bir topluma ulaşılması, bireylerin
fiziksel, zihinsel, sosyal ve ruhsal yönden tam iyilik halinde olmasıyla
gerçekleştirilir. Sekizinci Plan döneminde sağlık sektöründe Avrupa Birliği
normlarına uyum düzenlemeleri tamamlanacaktır. Bu arada, birinci basamak sağlık
hizmet birimleriyle entegre aile hekimliği uygulaması için gerekli düzenlemeler
gerçekleştirilecektir. Özel sektörün sağlık yatırımları ve gönüllü sağlık
kuruluşlarının hizmetleri de özendirilecektir. Sağlık hizmetleri basamakları
arasında etkin biçimde işleyen hasta sevk sistemi geliştirilecektir.
Uluslararası rekabet gücünün temel öğesi olan insan gücünün niteliğinin
hızla geliştirilmesi önem taşımaktadır. Gelişmiş ülkelerle
karşılaştırdığımızda, çalışan nüfusumuzun eğitim düzeyinin yetersiz kaldığı
açıkça görülmektedir. İnsan gücünün, bilgi toplumunun gerektirdiği bilgi ve
becerilerle donatılmış olarak yetiştirilmesi, üretken bir biçimde
değerlendirilmesi ve yaşam kalitesinin iyileştirilmesi 8 inci Beş Yıllık
Kalkınma Planında vurgulanan ve hepimizce paylaşılacak olan konular
arasındadır. Bu bakımdan, nitelikli işgücünün geliştirilmesine ayrılan
kaynakların artırılmasına özen gösterilecektir.
Diğer taraftan, gençlere yönelik hizmetlerin daha etkin şekilde
yapılabilmesi için gerekli düzenlemeler de yapılacaktır. Bilgi çağını onlar
yaşayacaktır. Geleceğin güvencesi ve çağdaşlaşmanın öncüsü gençlere çağdaş
iletişim ve bilgi teknolojisi sunulacak, sorunları çözülecek, üretken gençlik
yaratılacaktır. Beden eğitimi ve sporun bütün nüfusun bir alışkanlığı ve
rahatlıkla ulaşabileceği hizmet altyapısına sahip bir yaşayış tarzı olması,
toplumsal alanda özlenen bir durumdur. Beden sporlarının yanı sıra beyin
sporlarına da önem verilecek, özellikle, zekâ oyunları ve satranç ağırlıkla öne
çıkarılacaktır.
Bütün ulusumuzu sevindiren sporcularımızın, kulüplerimizin, millî
takımlarımızın başarılarının sürekliliği, beden eğitimi ve sporun bütün nüfusun
bir alışkanlığı durumuna gelmesiyle yakından ilgilidir. Altyapı oluşup,
iyileştikçe, başarılarımız da artacaktır. Bu bakımdan, spora ayrılan
kaynakların artırılması için sponsorluk uygulamalarının yaygınlaştırılması
amacıyla gerekli mevzuat düzenlemeleri gerçekleştirilecektir.
Sayın milletvekilleri, Zorunlu temel eğitim süresinin 8 yıla
çıkarılması, kadınların eğitim seviyesinin yükseltilmesi açısından önemli bir
gelişme olarak görülmektedir. Plandan
amaç, ilke ve politikalarından biri de, kadınların toplumsal sorunlarının
güçlendirilmesi, etkinlik alanlarının genişletilmesi, fırsat ve olanaklardan
yararlanmalarının sağlanması için eğitim seviyesinin yükseltilmesi, kalkınma
sürecine, iş hayatına ve karar alma mekanizmalarına katılımlarının artırılmasıdır.
Ulusal değerlerin korunmasında ve geliştirilmesinde ulusal bütünlüğün ve
dayanışmanın pekiştirilmesinde kadın nüfusun ve aile kurumunun güçlendirilmesi
önem taşımaktadır. Mahallî idarelerin çocuklara yönelik merkezleri oluşturarak,
çocukların, kültür, sanat, spor, folklor, okuma ve araştırma alışkanlığı
kazandırıcı faaliyetlere yönelmelerini sağlayıcı programlar hazırlamaları ve
özel sektörün de bu alanda yatırım yapmaları teşvik edilecek, bu merkezlerde,
uzman personel istihdamı sağlanacaktır.
Son yıllarda kültürel altyapının
güçlendirilmesi, kültür etkinliklerinin yaygınlaştırılması, dünya
ülkeleri ve özellikle, Türk cumhuriyetleri ve topluluklarıyla kültürel
ilişkilerimizin geliştirilmesi, yurtdışındaki tarihî ve kültürel varlıklarımızın tespiti, araştırılması,
bakım ve onarım yönündeki faaliyetlere önem verilmiştir.
Yurtiçi ve yurtdışında bulunan kültür hazinelerimizin gereğince
değerlendirilmesi yönündeki çalışmalar sürdürülmüş, bu eserlerin tespiti,
bakımı, onarımı ve restorasyonu konusunda ilgili kuruluşların katılımıyla 1999
yılında kapsamlı bir çalışma başlatılmıştır.
Kütüphane hizmetlerinin daha verimli ve yurt çapında dengeli bir şekilde
yaygınlaştırılması için yapılan çalışmalar sonucunda, yerel yönetimlerin de
katkılarıyla açılan kütüphanelerle birlikte mevcut kütüphane sayısı, 1999
yılında 1 368'e, gezici kütüphane sayısı 68'e
ulaşmıştır. Kütüphanelerde kitap sayısı ise 1998 yılında 13 milyonu
aşmıştır; ancak, kütüphanelerin çağdaş bir yapıya kavuşturulması yönündeki
ihtiyaçlar önemini korumaktadır.
Sekizinci Planın getirdiği önlemler çerçevesinde Türk kültür
değerlerinin ve mirasının korunması, zenginleştirilmesi ve gelecek kuşaklara
geliştirilerek aktarılması esastır. Ulusal değerlerin pekişmesi ve güçlü bir
şekilde gelecek kuşaklara aktarılması için her kademede verilen eğitimin
içeriğinin, tarih, sanat ve kültür birikimini ve bilincini geliştirici
düzenlemeler yapılacaktır.
Türk dili araştırmalarına, önem ve öncelik verilecektir. Türkçenin,
bilim, sanat, ticaret, tele-iletişim ve uluslararası çalışma dili olarak geliştirilmesinin
koşulları oluşturulacaktır. Türk dili ve kültürünün bütün unsurlarının tespiti
ve tasnifi amacıyla, Türkçe konuşulan ülke ve toplulaklara yönelik
araştırmalara önem verilecek, iktisadî ve kültürel işbirliğininin
geliştirilmesi hedefi doğrultusunda öncelikle, Türkçenin bütün lehçeleriyle
anlaşılabilir ve kullanılabilir olması için çalışmalar yapılacaktır. Başta,
Türk cumhuriyetleri ve Avrupa Birliği ülkelerinde olmak üzere, yurt dışında
Türk kültür merkezleri açılacak ve Türkiye Türkçesi öğretimi için gerekli
olanaklar hazırlanacaktır. Türk kültürünün, çevre kültürler için çekim merkezi
durumuna gelmesi sağlanacak, bu çerçevede, Türk cumhuriyetleri ve
topluluklarıyla kültürel işbirliği çalışmalarına hız verilecektir.
Kültür Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun Hükmündeki
Kararnamede, Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğünün yeniden teşkilatlanması
ve kültür merkezleri ile ilgili kurumsal düzenlemeler yapılacaktır. Sahne
sanatçıları ve müzik alanında gelişmelerin sağlanması ve Türk sinemasının
çağdaş yapıya kavuşturulması için gerekli çaba gösterilecektir.
Sayın milletvekilleri, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında, gelir
dağılımının iyileştirilerek, yoksulluğun azaltılması ve ekonomik refah
artışından toplumun bütün kesimlerinin adil pay alması esastır. Ekonomik
büyümeyi esas alan, mutlak yoksulluğu giderecek, göreli yoksulluğu azaltacak ve
yoksul kesimleri ortalama refah seviyesine yaklaştıracak iktisadî ve sosyal
politikaların uyum içinde uygulanması temel ilkedir.
Transfer sistemi, yoksullar ve yoksullaşma riskiyle karşı karşıya
bulunan gruplar lehine, gelirin yeniden dağılımını sağlayacak bir yapıya
kavuşturulacaktır.
Kırsal kesimde yaşayan nüfusun verimliliği artırılacak ve tarımsal
üretim yelpazesini zenginleştirecek meslekî yönlendirme programlarına ve
projelere ağırlık verilerek, ilgili yöre halkının katılımı sağlanacaktır.
Küçük ve orta ölçekli işletmelerin desteklenmesine özen verilecek ve
yeni girişimcilerin ortaya çıkması teşvik edilecektir. İşgücü piyasasına girişi
kolaylaştıracak ve sektörler arası işgücü mobilitesini artıracak tedbirlere
ağırlık verilecektir.
Sosyal yardım ve hizmetlerin yoksul kesimlere daha etkin bir şekilde
ulaştırılması sağlanacaktır. Bu çerçevede, merkezî idareyle işbirliği içinde,
mahallî idarelerin, özel sektörün ve sivil toplum kuruluşlarının sosyal yardım
ve hizmetleri özendirilecektir. Ayrıca, sosyal sigorta risklerini asgarî
düzeyde karşılayan kamu sigorta programlarının bütün nüfusu kapsayacak şekilde
genişletilmesi temel amaçtır. Sosyal sigorta sistemi kapsamındaki aktif
sigortalı nüfus artırılacak ve kayıtdışı istihdam önlenecektir. Bu çerçevede,
istihdam kapsamındaki aktif sigortalı nüfusun sivil istihdama oranı yüzde 65'e
ulaşacaktır.
Sosyal sigorta kuruluşlarının idarî ve malî etkinliği artırılacak, norm
ve standart işbirliğini sağlamak için temel esaslar belirlenecek, gelirleri
artırıcı ve giderleri azaltıcı düzenlemeler yapılacaktır.
Uzun vadeli sigorta programları ile kısa vadeli sigorta programları ve
sağlık sigortası programı ile sağlık hizmeti sunumu birbirinden ayrılacaktır.
İşsizlik sigortası programı, etkin bir şekilde uygulanacak ve oluşacak fonlar,
fon yönetimi ilkeleri çerçevesinde değerlendirilecektir. Sosyal sigorta
kuruluşlarının teknolojik ve işgücü nitelikleri iyileştirilecektir.
Sayın milletvekilleri, 2000 yılı itibariyle esnaf ve sanatkâr siciline
kayıtlı küçük işletmelerin sayısı 3,5 milyona ulaşmıştır; sicile kayıtlı
olmayan işletmelerle birlikte bu rakamın 4 milyonun üzerinde olduğu tahmin
edilmektedir. Esnaf ve sanatkârlara, Türkiye Halk Bankası tarafından, esnaf ve
sanatkâr kredileri sağlanmakta; ayrıca, KOBİ kapsamına giren esnaf ve
sanatkârlar, KOBİ kredilerinden faydalanmakta ve bu kesim, vergi muafiyetinden
yararlandırılmaktadır. Esnaf ve Sanatkârlar Kredi ve Kefalet Kooperatifleri
finansman miktarı, kasım 1999 itibariyle 325 trilyon liraya yükselmişti, bu
rakam, Halk Bankası tarafından KOBİ'lere kullandırılan kredilerin yüzde 43'üne
karşılık gelmektedir. 99/12474 sayılı küçük ve orta boy işletmelerin yatırımlarında
devlet yardımları hakkındaki karara göre, Yatırımları Teşvik Fonundan tahsis
edilecek kaynakların en az yüzde 20'sinin, esnaf ve sanatkâr odalarına kayıtlı
işletmelere tahsis edilmesi hükmü getirilmişti. Sekizinci planda, esnaf ve
sanatkârların, ulusal ve uluslararası gelişmeleri izleyebilen, iş potansiyelini
geliştirebilen bir yapıya kavuşturulması, sosyal ve ekonomik refah düzeyinin
artırılması esastır.
Sayın milletvekilleri, Yedinci Plan döneminde, araştırma ve geliştirme
faaliyetlerine gereken destek verilememiştir. Araştırma geliştirme
faaliyetlerinde kamu ve özel sektör ile üniversiteler işbirliği halinde
çalışmalıdır. Sekizinci Plan döneminde ar-ge faaliyetlerine, gayri safî yurtiçi
hâsıladan ayrılan payın 0,5'ten yüzde 1,5'e yükseltileceğinin belirtilmesi
memnuniyet verici bir husustur. Bilgi toplumu olma ve ulusumuzun rekabet
gücünün yükseltilmesinde ar-ge faaliyetleri, olmazsa olmaz bir koşuldur.
Bilimsel ve teknolojik gelişmelerde uluslararası standartları yakalayabilmek
hedefi doğrultusunda desteklenecek ar-ge faaliyetleri arasına, yazılım üretimi
de alınmıştır.
Günümüzde, ülkelerin ve firmaların rekabet güçlerini artırmada
kullandıkları en önemli araçlarından biri de, bilgi ve iletişim
teknolojileridir. Bu alanda, internet hizmetlerinin ve elektronik ticaretin
geliştirilmesi önem taşımaktadır; ancak, özellikle elektronik ticarette teknik
ve yasal altyapının oluşturulması ve bu çerçevede, kullanıcılar ve tüketiciler
açısından güvenli bir ortamın sağlanması gerekmektedir. Plan döneminde, bilgi
ve iletişim teknolojileri ve yazılım, stratejik bir alan olarak belirlenmiştir.
Kamu kesimindeyse, bilgi altyapısının süratle kurularak, şeffaflık ve
açıklık ilkeleri çerçevesinde bilgiler topluma sunulmalıdır. Bilim ve teknoloji
yeteneğinin geliştirilmesi çerçevesinde yazılım üretimine ilişkin endüstri
parklarının kurulması desteklenecektir.
Ülkemizde nüfusun önemli bir kesimi geçimini tarımdan sağlamaktadır.
1999 yılı itibariyle, tarımın toplam istihdam içindeki payı yüzde 45,1'dir.
Sekizinci Plan döneminde, tarım kesiminde çalışanların toplam istihdam
içerisindeki oranının azaltılması ve tarım istihdamının, katmadeğeri daha
yüksek sektörlere kaydırılması hedeflenmektedir. Bu çerçevede, kırsal nüfus
azalacak ve kent merkezlerine olan göç devam edecektir. Bu nedenle, özellikle
kent merkezlerine yönelik kamu altyapı yatırımlarına öncelik verilmelidir.
Tarım sektöründe yayın faaliyetlerinin artırılması, üretici örgütlerin
güçlendirilmesi, tarımsal işletmelerin rekabet güçlerinin artırılması ve
pazarlama alanının geliştirilmesi, Sekizinci Plan döneminde üzerinde önemle
durulması gereken hususlar olmalıdır.
Tarıma dayalı sanayilerin ana girdilerini oluşturacak hayvancılık
sektörü, Sekizinci Plan döneminde mutlak surette canlandırılmalıdır. Yerli
ırkların oranları hızla azaltılarak, kültür ırkına dönüştürülmelidir.
Hayvancılık sektörünün güçlendirilmesinde, hayvan ıslahı yanında yayın
faaliyetlerinin geliştirilmesi, yem ve yem bitkileri üretiminin artırılması,
hayvan hastalık ve zararlarıyla etkili mücadele, birim hayvan başına verimin
yükseltilmesinde önem taşıyan hususlardır.
Hangi türde, hangi bölgede, en az hangi miktarda hayvan
yetiştirilmesinin millî ekonomiye katkı sağlayacağı tespiti de yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri, enerji, ekonomik ve sosyal kalkınma için temel
girdilerden biri olmasına rağmen, üretim ve tüketim aşamasında çevreyi olumsuz
etkileyen bir özelliğe sahiptir. Çevresel sorunların giderilmesi ise yüklü bir
maliyet gerektirmektedir. Bu nedenle, çevreye en az düzeyde zarar verecek
politikalar izlenmelidir. Sanayinin en önemli girdisini teşkil eden enerjinin
arz ve kalitesinde yaşanan sorunlar, bu plan döneminde hızla giderilmelidir.
Enerji kaynağı daha ucuz, işletmeye alınabilme süreleri daha kısa, toplam
maliyetleri daha düşük ve kaynakları yenilenebilir nitelikteki projelere
öncelik verilmelidir.
Sayın milletvekilleri, üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemizin
jeostratejik konumu dikkate alındığında, deniz taşımacılığında dünyanın önemli
bir bölgesindeyiz; ancak, sahip olduğumuz potansiyeli çok yönlü
değerlendirerek, gemi inşa sanayiine, gemi işletmeciliğine ve balıkçılığa çok
büyük önem vermeliyiz. Bütün bunların yanında amatör denizciliğin
geliştirilmesi, ülkemiz insanının denizciliğe adımını attırmak ve denizciliği
sevdirmek bakımından çok önemlidir.
Türk deniz ticaret filosunun yaş ortalaması gençleştirilmelidir.
Uluslararası Denizcilik Örgütünün getirdiği yeni kurallara uygun gemileri
devreye sokmalıyız. Bu nedenle, OECD verilerine göre, dünyada gemi inşa siparişlerinde
hızlı bir artış var. Bu artışın 2005 yılına kadar devam etmesi beklenmektedir.
Bu siparişlerden ülkemizin hak ettiği payı alması için, uygun bir finans
modeliyle tersanelerimiz desteklenmelidir. Depremden sonra askerî amaca ayrılan
tersaneler nedeniyle, gemi inşa kapasitesinde yüzde 40 oranında azalma
olacaktır. Koster filomuzun yenilenmesi elbette çok önemlidir; ancak, bu
yetmez. Fullkonteyner ve tanker filomuzun güçlendirilmesi, açık deniz
balıkçılık gemileri açısından deniz ticaret filomuzun güçlendirilmesi, mutlaka
sağlanmalıdır.
Kabotaj hattında taşımanın yanı sıra, uluslararası taşımacılıktan
ülkemizin daha çok pay almasını sağlayıcı tedbirler almak zorundayız. Ahşap
tekne imalatından başlayarak, her türlü yat yapımından, küçük, orta ve büyük
tonajlı gemi yapabilecek imkân ve potansiyele sahip bulunmaktayız. Ancak, bu
potansiyeli iyi değerlendirmek için, kentlerimizde yeterli, hızlı ve köklü bir
planlamayı yaparak, denizcilik altyapılarını yaparsak, sektörün dünyayla
rekabet edebilecek bir duruma kavuşturulmasını sağlarız.
Gümrük birliği çerçevesinde, 2001 yılına kadar uyum çalışmalarını ülke
olarak taahhüt ettiğimiz 94/25 Avrupa Birliği direktifinin uygulanabilmesi
için, ahşap tekne ve yat imal yerlerinin kalite ve standartlarının uygun hale
getirilmesi amacıyla, ilime bağlı Kurucaşile Tekkeönü'nde Denizcilik
Müsteşarlığı Gemi İnşa ve Tersaneleri Genel Müdürlüğünün başlattığı
çalışmaları, diğerleri gibi takdirle karşılıyor, diğer kuruluşların da,
Denizcilik Müsteşarlığına yardımlarını ve desteklerini talep ediyorum. Ayrıca,
bu yörede bulunan Türkiye'nin bu konuda tek okulu Ahşap Gemi Anadolu Meslek
Lisesi için de, burası güzel bir yer olacaktır.
Türkiye'de demiryolları ihmal edilmiştir. Büyük oranda karayoluna kayan
trafik, can ve mal kaybına neden olmaktadır. Demiryollarını yeniden gündeme
getirmek, yatırımlarda ve işletmede demiryollarını iyileştirmek zorunludur.
Sayın milletvekilleri, erozyon, ulusal değil, evrensel bir felakettir.
Yok olan toprak çoğalmaktadır. Ülkemiz coğrafyasının görünümü, bilim-kurgu
filmlerinde karşımıza çıkan esrarengiz ve tekin olmayan bir gezegenin yüzeyini
andırmaktadır. Bırakın ormanı, bitki örtüsü ve toprak diye bir şey kalmamıştır.
Artık, alttaki kayaçlar gün ışığında parlıyor. Erozyon nedeniyle ırmaklarımız
çamur akıyor, barajlar verimliliğini yitiriyor. Erozyon nedeniyle yok olan
toprak, hava ve suyla birlikte, yaşamın ana unsurlarındandır. Toprak olmazsa
yaşam olmaz. Erozyonun yoğun olduğu bölgelerde yağışlı mevsimlerde oluşan çamur
selleri, can ve mal kaybına yol açıyor, insan doğayla yabancılaşıyor.
Yanlış tarım, yanlış hayvancılık, orman yangınları, bilinçsiz ve kaçak
ağaç kesimi, sanayileşme, kentleşme, çevre kirliliği erozyonu hızlandırıyor.
Birkaç santimetrekare toprağın oluşması bile çok zamana bağlı. Türkiye'de her
yıl 9 milyon ton gübre erozyon nedeniyle ırmaklara ve denizlere taşınıyor, çok
tehlikeli bir çevre kirliliği yaratıyor. Sanayileşmenin yarattığı asit
yağmurları ağaçları kurutuyor. Sanayi projelerinde doğa ve çevre dostu
teknolojilerin seçilmesine dikkat edilmelidir. Doğal orman ve anıt ağaçlara
ilgi göstermeliyiz.
Erozyonu önleyecek çevre ve orman hizmetleri etkinleştirilmelidir.
Konsolide bütçe ödeneklerinin belirli bir oranı her yıl ağaçlandırma amacına
harcanmalıdır. Enflasyon gibi, erozyonun da hakkından gelmesini bu hükümetten
beklemekteyiz ve onlara güvenimiz tamdır.
Sayın milletvekilleri, bir üretim kültürü yaratmalıyız. Tüketici ve
bekleyici insan kültürünün yerine, üretici ve katılımcı insan kültürü
konulmalıdır. Verimli çalışma tercihimiz olmalı, düşünce ve gönüllerde üretim
isteği oluşturulmalıdır. Dünya üzerinde sosyal adaletin sağlanması ve ekonomik
küreselleşmenin meşruiyet kazanabilmesi, ulus devletlerin kuvvetli olmasına
bağlıdır. Planlama, bilgi birikimi, dünya görüşü, yaratıcı düşünce, eleştirisel
düşünce, uzak görüşlülük, gerçekçilik gerektiren heyecan verici bir işlemdir.
Planın hayırlı olmasını diliyor, Yüce Genel Kurulu saygılarımla
selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim, Sayın Yazıcıoğlu.
İkinci söz, Sakarya Milletvekili Sayın Ramis Savaş'ın. (DSP sıralarından
alkışlar)
Buyurun.
DSP GRUBU ADINA Ş. RAMİS SAVAŞ (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2001-2005 yıllarını kapsayan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planının dokuz ve onuncu bölümleriyle ilgili konuşmama başlarken, şahsım ve
Demokratik Sol Parti Grubu adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kalkınma planlarının Meclisimiz
gündeminde yer almasının dayanağı Anayasanın 166 ncı maddesidir. Anayasamızın
"Planlama" başlıklı 166 ncı maddesinde "ekonomik, sosyal ve
kültürel kalkınmayı, özellikle sanayiin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve
uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve
değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak, bu amaçla
gerekli teşkilatı kurmak devletin görevidir.
Planda millî tasarrufu ve üretimi artırıcı, fiyatlarda istikrar ve dış
ödemelerde dengeyi sağlayıcı, yatırım ve istihdamı geliştirici tedbirler
öngörülür; yatırımlarda toplum yararları ve gerekleri gözetilir; kaynakların
verimli şekilde kullanılması hedef alınır. Kalkınma girişimleri, bu plana göre
gerçekleştirilir.
Kalkınma planlarının hazırlanmasına, Türkiye Büyük Millet Meclisince
onaylanmasına, uygulanmasına, değiştirilmesine ve bütünlüğünü bozacak
değişikliklerin önlenmesine ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir"
hükmü yer almaktadır. Kalkınma planlarının görüşülme prosedürü ise, 3067 sayılı
Kalkınma Planlarının Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkında
Kanunda gösterilmiştir.
Değerli milletvekilleri, 1989 yılında Berlin Duvarının çöküşü
sonrasında, plan ve planlama kavramları gündemden düşmüş; bunun yerini piyasa
ekonomisi ve küreselleşme kavramları almıştır. Plan ve planlama olgusunu,
devletin ekonomiye tek merkezden yön verdiği rejimlerdeki uygulamalarla
özdeşleştirmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Bir ülkede ekonomiye her alanda
ve her aşamada müdahale niyetiyle plan yapılabileceği gibi, tam rekabet
koşullarının hazırlanması ve bundan doğru yararlanılması amacıyla da plan
yapılabilir. Hepimiz, cebimizdeki paramızı harcarken plan yapmıyor muyuz? Özel
sektör kuruluşları kendi alım, satım, yatırım ve finansman politikalarını,
ayrıntılı olarak hazırladıkları planlara göre yürütmüyorlar mı?
Günümüzde, özel sektör kuruluşları, pekçok parametrenin, kendileri
dışında belirlendiği ekonomik yapı içinde, kendi strateji ve taktiklerini hem
kısa vadeli hem de uzun vadeli olarak planlamaktadırlar. Ülkemizde, sadece,
genel ve katma bütçeli kuruluşların 2000 yılı bütçesi 48 katrilyondur.
Diğer yandan, 200 milyar dolar düzeyindeki gayri safî millî hâsılamızın
yüzde 35-40'lık bülümünü kamu harcamaları oluşturmaktadır. Bu düzeydeki
harcamanın doğru ve etkin kullanımı için planlama yapmak zorunludur.
Sayın milletvekilleri, uygulamakta olduğumuz istikrar programını
dikkatle izleyen kurumların başında gelen Dünya Bankasının Başkanı Wolfenstein,
kamu kaynaklarının etkin kullanımının gerekliliğini şu sözlerle ifade
etmektedir: "Makroekonomik ve finansal yapının yapısal, sosyal ve insanî
yönlerden ayrı düşünüldüğü bir sistemi benimseyemeyiz. Hem ulusal düzeyde hem
de küresel oyuncular arasında bu konuların entegrasyonu zorunludur.
Makroekonomik alanda atılan yanlış bir adımın, yapısal, sosyal ve insanî
boyutta kötü sonuçları olabilir . Ayrıca, kaynak kısıtlamaları ve parasal
politikalar gözetilmeksizin yapılan savurgan ve denetimsiz harcamaların
sonuçları da kötü olabilir. Örneğin, devlet, kırsal kalkınma için, sadece,
münferit programlara dayalı yardımlarla yetinmemeli, aynı zamanda, entegre
çözümler üretmelidir. Entegre eylemler, karmaşık ve kapsamlı devlet
planlamasına dönüş anlamına gelmez; ancak, etkili olmak için, münferit
programların ötesine geçme gerekliliğine işaret eder.
Hükümetlerin, genel ulusal stratejiden farklı olarak, şehirlerdeki nüfus
yığılmalarının özel ve kendine has sorunlarını çözmek için, ayrı bir
kentsel stratejileri olmalıdır. Kentsel
planlama ve buna uygun uygulamalar, önümüzdeki dönemde çok önemli olacaktır.
Bir ülkede devletin yapısı ve konumu, her şeyden önce kalkınma stratejisinin
belirlenmesi ve uygulanması sürecinde önderlik edecek nitelikte ve
konumdadır." Dünya Bankası Başkanının sözleri böyle.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçtiğimiz hafta başında, üç gün
süreyle, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüştüğümüz Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı, aynı zamanda, 21 inci Yüzyılın ilk beş yılını kapsamaktadır. Bu nedenle,
bu plan, sadece önümüzdeki beş yıla değil, 21 inci Yüzyıla bakış açımızı da
ortaya koyacaktır.
Değerli milletvekilleri, kalkınma planları konusunda kırk yıllık bir
deneyime sahibiz. 1960 yılında 200 dolar düzeyinde olan ülkemizin kişi başına
geliri, kırk yıl sonra, 3 100 - 3 200 dolar düzeyine yükselmiştir. Bu,
küçümsenmeyecek bir başarı olmakla birlikte, ulaşılan bu düzeyi ve planlı
kalkınma dönemimizi sağlıklı olarak değerlendirebilmek için, biz başlarken bize
eşdeğer sayılabilecek diğer ülkeler neredeydi, şimdi biz neredeyiz, onlar
nerede karşılaştırmasını yapmak zorundayız.
Planlı uygulamaya geçtiğimiz yıllarda, Portekiz, Yunanistan, Güney Kore
ve hatta İspanya'nın kişi başına gelir düzeyiyle aramızda büyük farklılıklar
yoktu. Şimdi baktığımızda ise, bu ülkelerin ulaştığı kişi başına gelir
düzeyinin, bizim gelir düzeyimizin 4 - 5 kat üzerinde ve hatta daha da üzerinde
olduğunu görmekteyiz. Konuşmacı arkadaşlarım, genelde, Güney Kore örneğini
verdiler; ben de, aynı ülkeyle ilgili örnekleri vereceğim. 1960'lı yıllarda,
Güney Kore'nin kişi başına geliri 150 dolar civarındayken, bugün 10 600
dolardır. Güney Kore, kırk yıllık sürede, kişi başına gelirini 70 kat
artırmışken, bizim kişi başına gelirimiz, aynı dönemde, 15 kat artmıştır.
Kırk yıllık süreç içinde bizim göreceli olarak geride kalmamızın
nedenlerini samimî olarak itiraf ettiğimizde, hata ve eksikliklerimizden ders
çıkarabilir, yeni stratejimizi sağlıklı bir zemine oturtabiliriz. Kırk yıla
yaklaşan planlı dönem deneyimimizde, başarılarımızın yanında, asıl olarak iki
noktada hata yaptığımız ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birincisi, ülkemizin kıt
olan iç ve dışkaynaklarını yeterince verimli kullanamamamızdır. Örneğin, 1974
yılında inşaatına başlanan Arifiye-Sincan hattındaki Ayaş Tüneli halen
bitirilememiştir. Dünyanın neresinde, 13-14 kilometrelik böyle bir tünele,
yirmialtı yirmiyedi yılda, bu kadar para gömülmüştür. Bir başka örnek ise, kamu
harcamalarını TBMM adına denetleyen Sayıştay Başkanlığının on onbeş yıldır
bitirilemeyen binasıyla ilgilidir. İhalesi yapılıp, inşaatına başlanan, ancak,
uzun yıllar bitirilemeyen kamunun bu tür yatırımlarında kazanan kim, kaybeden
kimdir? Bütçeye yeterli ödenek konulmayacağı bilindiği halde, müteahhitlerimiz,
bu tür ihalelere neden girerler ve neden işe bu şekilde devam ederler? Bu,
sadece, her işi programa aldırdığı iddia edilen politikacıların bir hatası
olarak görülebilir mi? Bu sorunun yanıtını, yatırımcı kuruluşlarımız ile
planlamacılarımızın objektif olarak vermeleri gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyanın hiçbir yerinde, üç yılda
bir tütün stokunu yakan, ülkesinin ihtiyacına üç yıl süreyle yetecek kadar
şeker stoku olan ve her üç yılda bir, bir yıllık üretimine eşdeğer fındığı
dışpazara gönderemediği için yağ yapmaya sevk eden başka bir ülke yoktur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; planlı dönemdeki ikinci önemli
hatamız ise, ülkemizde taşınabilir düzeyin üzerinde olan nüfus artış hızının
makul düzeye indirilememesidir. Konuyu, yine, Güney Kore örneğiyle açıklamaya
çalışacağım. 1970 yılında 33 000 000 olan nüfusumuz, bugün 65 000 000'dur. Aynı
dönemde, Güney Korenin nüfusu ise 32 000 000'dan 46 000 000'a çıkmıştır. Otuz
yıl içinde, bizim nüfusumuz yüzde 100, Güney Korenin nüfusu ise yüzde 44
artmıştır.
Sayın milletvekilleri, günümüzde güçlü devlet olmak, fazla nüfusa sahip
olmak demek değildir. Türkiye, şu andaki nüfus büyüklüğüyle dünyanın ilk 20
devleti içinde yer almaktadır. Bunun anlamı şudur: Her yıl 1,2-1,3 milyon
çocuğumuz ilköğretime başlamaktadır. Bunlara 18 yaşına kadar eğitim verme
yükümlülüğümüz yanında, mevcut işsizliğimizi aynı düzeyde tutabilmek için, 1,2
milyon gence istihdam yaratmak zorundayız. Bu rakam, Güney Kore'de 400 000,
İngiltere, Almanya ve Fransa'da ise 300 000 dolayındadır; yani, Avrupa'nın üç
büyük devletinin yaratacağı toplam istihdam 1 000 000, bizimkinden daha azdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; plan ve planlama kavramı ile
planlı dönemimizi bu şekilde değerlendirdikten sonra, Sekizinci Beş Yıllık
Kalkınma Planının dokuz ve onuncu bölümlerinin konusunu oluşturan kamu
hizmetleri ile ekonomide etkinliğin artırılmasıyla ilgili görüşlerimi
açıklayacağım.
Bu bölümlerin içinde yer alan adalet, güvenlik, mahallî idareler,
yatırım planlaması ve kayıtdışı ekonomi gibi altbaşlıkları birbirinden ayrı
konular olarak göremeyiz. Bunlarla ilgili sorun, tespit ve düzenlemelerin
tamamı kamu ekonomisi ve kamu yönetiminin iyileştirilmesi ve yeniden
yapılandırılması hedefinin bir parçasıdır.
Kamu yönetiminin iyileştirilmesi ve yeniden yapılandırılması ihtiyacı
hemen bütün kalkınma planlarında yer almaktadır. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planında da, kamu kuruluşlarının amaç ve görevlerinde, teşkilat yapılarında,
personel sistemi ve kaynakların kullanımında aksaklık olduğu, bilim ve
teknolojik gelişmelere ayak uydurulamadığı, kamu yönetiminin merkezî ve yerel
düzeydeki örgütlenme ve işleyişinin düzenlenmesi gerektiği, kamu kesimindeki
ücret dengesizliğinin kamu görevlilerinin verimini düşürdüğü, kamu
hizmetlerinin halkın ihtiyaç ve beklentilerini karşılayamadığı ve benzeri
konulara yer verilmiştir. Bürokrat arkadaşlarımızın edebî bir dille kaleme
aldıkları bu tespitlerin hepsi doğru olmakla birlikte, fiilayatta yaşanan ve
gözlemlenen bazı konulara değinmek istiyorum.
Maalesef, ülkemizde 65 000 000 kişinin tamamı devlette görev almak
istemektedir. Kamuda görev alanlar ise, ücret adaletsizliği nedeniyle, başta
Meclisimiz olmak üzere, ücret durumu iyi olan TRT gibi kurumlara geçiş
talebinde bulunmaktadır.
Sayın milletvekilleri, devlet kadrolarını, gizli işsizliğin gizlendiği
yer olmaktan kurtarmalıyız. Vatandaşımızın kafasına yerleşmiş olan "adamın
olursa her iş olur" anlayışını silmek zorundayız. Bu konuda, 57 nci
hükümetimizin, devlet memurluğuna girişte uygulamaya başlattığı yeni sistem
takdire şayandır. 27.12.1999 tarihinde 2000 malî yılı bütçesiyle ilgili
yaptığım konuşmamda, ÖSYM tarafından yapılan sınavda başarılı olduğunu
belgeleyen binlerce memur adayının, milletvekili kapılarına yığılmasını
önleyecek, sadece başarı kriterinin esas alınacağı tedbirlerin hükümetimiz
tarafından alınması gerektiğini ifade etmiştim. Bazı yerlerde, işe
yerleştirileceklerin listelerinin yapıldığı yolunda duyumlar olsa bile, bu
sınavla ilgili kamuoyunda oluşan "hak edenlerin işe yerleştirileceği"
inancı yıkılamamıştır.
Devlet kadrolarına girişte, başarı puanı dışında başka bir kriterin esas
alınmasını istemeyen Grubuma bağlı milletvekili arkadaşlarımın şikâyeti
üzerine, Sayın Başbakanımızın talimatıyla, mevcut mevzuat gereği, Adalet
Komisyonu Başkanlığı tarafından, yapılacak olan mülakat sınavları iptal
edilmiştir. Demokratik Sol Partili milletvekillerinin, kendilerine bağlı bir
bakanlıkta "torpil olmadan memur alımı yapılsın" yönündeki bu tavrı
ile Sayın Başbakanımızın bu tavra gösterdiği duyarlılığın, herkesçe örnek
alınması gereken bir davranış biçimi olduğunu düşünmekteyim. (DSP sıralarından
alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu kesiminde ücret
adaletsizliği öyle noktaya gelmiştir ki, Plan ve Bütçe Komisyonuna getirilen
hemen her kanunda, her kuruluş, kendi bünyesindeki kamu görevlilerinin
ücretlerini, diğerlerine göre farklılaştırma çabasına girmektedir. Bu çaba,
çeşitli unvanlar arasında meslek egoizmine yol açan olumsuz davranışları da
gündeme getirmektedir. Böyle olunca, kamu idaresinin yeniden
yapılandırılmasıyla ilgili tartışmalara, değişik unvana sahip grupların bakış
açısı, idarenin etkin kılınmasından çok "teşkilatta benim yerim nerede
olacak" sorusuna cevap aramaya dönüşmektedir.
1965 yılından bu yana uygulanmakta olan 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununda, otuzbeş yıllık süre içinde, yüzlerce değişiklik yapılmıştır.
Yirmibeş yıldır devam eden enflasyon sürecinin, kamu personel rejiminde meydana
getirdiği tahribatı göz önünde bulundurarak, kamu personelinin malî ve
emeklilik haklarının, kamu görevlisinin unvanı, öğrenim durumu, kıdemi, çalışma
yeri ve başarı durumu kriterleri açısından topluca ele alınması gerekmektedir.
Bunu yapmanın zor olacağı yolundaki savunmaların gerçekçi olmadığını
düşünüyorum. Kamuda çalışanlardan, kimin, ne kadar alması gerektiğini biz
tespit edemiyorsak, bu işi yapmak için dışarıdan mı adam getirelim?! Şahsen, bu
alandaki birikimimi, kalıcı bir düzenleme yapmak üzere, uzman arkadaşlarımla
paylaşmaya hazır olduğumu söylemek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, devlet yönetiminde güven ve verimliliğin
sağlanması için, kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması gerektiği ve bu
çerçevede kamu yönetiminde ve kamu hizmetlerinde adaletli, şeffaf, verimli ve
katılımcı bir yönetim anlayışının benimseneceği ve aynı işi yapan personel
arasındaki ücret farklılıklarının giderileceği, bu amaçla yapılacak
düzenlemelerde iş, görev ve sorumluluk esasına göre "eşit işe eşit
ücret" ilkesinin uygulanacağı, 57 nci hükümetimizin programında yer
almaktadır.
Kamu hizmetlerinde etkinliğin artırılması ve kamu kesiminde ücret
adaletinin sağlanması amacıyla yürütülen çalışmaların tamamlanmasına kadar,
kamu personeli arasındaki ücret dengesizliklerinin giderilmesi amacıyla,
hükümetimize, kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi veren kanun tasarısı, 23
Haziran 2000 Cuma günü Plan ve Bütçe Komisyounda kabul edilerek Genel Kurula
sunulmuştur.
Meclisimizin yoğun bir çalışma temposuyla çalışarak, yaklaşık bir yıllık
süre içerisinde 190'nın üzerinde kanun çıkarmış olduğu ve bu yasama döneminde,
kamu personeli arasındaki ücret dengesizliklerinin kanun çıkarılarak gidermenin
güçlüğü dikkate alındığında, hükümetimize, kanun hükmünde çıkarma yetkisi
verilmesinin yerinde olacağını düşünmekteyim.
Sayın milletvekilleri, ülkemizde zaten kıt olan kaynakların daha etkin
kullanılabilmesi için kamu hizmetlerinde gecikme ve tekrarları önleyen,
hizmetlerin önceliğini, önem ve kapsamını iyi saptayıp, sıralayan, kamu
hizmetinde hizmet-maliyet, maliyet-fayda ilişkilerini ortaya koyan bir yönetim
sistemine ihtiyaç duyduğumuz yadsınamaz bir gerçektir. Devletin yeniden
yapılandırılması reformu, kamu ekonomisinin ve kamu yönetiminin yeniden
yapılandırılması reformlarını kapsamalıdır. Kamu yönetiminin yeniden
yapılandırılması reformunun temel amacı, devletin idarî organizasyonunun ve
yönetim yapısının yeniden düzenlenmesidir. Bu büyük değişim ve reform
projesinin, bir stratejik planlama dahilinde yürütülmesi gerekmektedir. Her
toplumda mevcut kurulu düzen, genellikle, değişim ve reforma karşı şüpheyle
bakmaktadır. Kamu bürokrasisinde muhafazakârlık genellikle yaygındır. Bunun
temel nedeni siyasal iktidarın ve bürokrasinin sahip olduğu siyasal güç ve
yetkileri bırakmak istememeleridir. Bugün karşılaşılan temel konu, kamu
yönetiminin ne yaptığı değil, nasıl çalıştığıdır. Geleneksel yapıyla, siyasî ve
bürokratik alışkanlıklara devam edilmesi sorunların çözümünü güçleştirmektedir.
Bürokraside değerli ve yenilik firiklerini üretebilecek insanların sayısının
çok olmasına rağmen, bu insanlar fikirlerini ortaya koymaktan çekindiklerinden,
iş yapmaktan ziyade, hata yapmamaya özen göstermektedirler. Yönetsel sorumluluk
gerektiren her türlü işlemin yetki devri uygulaması çalışmadığı için, kâğıt
üzerine dökülerek Ankara'ya iletildiği, Ankara'dan gelen cevaba göre iş
yapılan, cevap gelmezse hiçbir şey yapılmayan bu yapının, 21 inci Yüzyılda
Türkiye'yi, artık, çok daha fazla ileri taşıyamayacağı, bu yapıda ısrar
edilirse, sorunların bizden sonraki kuşaklara çığ gibi büyüyerek aktarılacağı
gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Sayın milletvekilleri, sistemin hastalığı ve teşhis yöntemleri
bilinmesine rağmen, birtakım kurumsal direnç noktalarının etkisiyle sistemin
düzeltilmesi yönünde kararlı adımlar atılamamakta, bu adımların atılması, dış
dünya destekli program ve uygulama paketlerinin insafına bırakılmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dikkatinizi başka bir konuya
çekmek istiyorum. Bakanlıkları ve onların teşkilat yapılarını bir tarafa
bırakırsak, son günlerde Yüce Meclise sunulan veya sunulmayı bekleyen hemen her
tasarıda bir üst kurul oluşturulma çabası görülmektedir; Tarım Satış
Kooperatiflerini Düzenleme Üst Kurulu, Telekom Üst Kurulu gibi... Ancak, burada
dikkati çeken önemli bir husus, uluslararası kuruluşların da bu örgütlenme
yapısını Türkiye'de mevcut bürokrasinin ağır ve hantal yapısından kurtuluşun
bir çaresi olarak görmeleri ve bu gidişatı özellikle yönlendirmeleridir.
Günümüz Türkiyesinde, kamu kurum ve kuruluşlarının yürütecekleri
hizmetler mevzuatla belirlenmesine rağmen, görev tanımlarının açık bir şekilde
yapılmamış olması, birçok kurumu aynı türden görevleri yürütmekle karşı karşıya
bırakmaktadır. Bu durum ise kaynakların etkin dağılımını engellemektedir.
Mevcut sistemimizde, bir idarî birim kurulduktan sonra, bütçe ödeneği tahsis
edilmeye başlandıktan sonra, gerektiği durumda, o birimi ve ödeneklerini
sistemden çıkarmak olanaksız hale gelmektedir.
Ülkede, mevcut kurum ve kuruluşların hizmet amaçlarının tek tek
belirlenerek yeniden dağıtımını sağlamak, gereksiz bazı kurumların bazı
birimlerini kaldırmak şeklinde hedefimiz olması gerekirken, üst kurul veya bir
genel müdürlük veya daire başkanlığı tarafından yürütülebilecek hizmetler için bakanlık
oluşturma gibi işlerle uğraşmayalım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu hizmetlerinin performans
yönetimi ve denetimine olanak verecek şekilde verimlilik, etkinlik, tutumluluk
ilkeleri dikkate alınarak, maddî ve beşerî kaynakların ve bunların kullanımının
merkezî ve yerel kamu yönetim birimleri arasındaki hizmet-kaynak paylaşımının
etkin bir planlama anlayışıyla yeniden tasarlanması, yönetimle ilgili görevleri
yürütecek görevlilerin seçiminin objektif kıstaslara bağlanması, kamu harcamalarının,
etkinlik ve performansı açısından değerlendirilmesi ve denetlenmesini yürütecek
mekanizmaların oluşturulması, kamuoyunu yönetimin harcamaları konusunda
hakkında kolay ve doğru bilgi edinmesini sağlayacak mekanizmaların
çalıştırılması gerekmektedir. Bu nedenlerle, hizmetlerin önceliğinin
belirlenmesine yönelik sürece, merkezî idarenin yanı sıra, taşra
teşkilatlarıyla sivil toplum örgütleri de katılmalıdır. Başbakanlık kurumunu,
yürütmenin en üst düzey koordinasyon birimi haline getirmeliyiz. Kamu hizmetlerinin
yerine getirilmesinde, taşra teşkilatlarının rolünü artırmalıyız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; idarenin bütünlüğü ve yerinden
yönetim ilkesi çerçevesinde, merkezî idare ile mahallî idareler arasında hizmet
ve kaynak dengesini yeterince gözeten bir yapının kurulması, merkezî ve yerel
idareler arasında koordinasyon eksikliğinin giderilmesi, 21 inci Yüzyılda
Türkiye'nin atması gereken ertelenmez bir adımdır. Ülkenin temel makro politika
hedeflerinin belirlendiği, güncel sorunların, yerinde, yerel katılımcılar ile
yerel idarelerin işbirliğiyle çözümlendiği bir idarî yapı için, mahallî
idareler reformunu bir an önce gerçekleştirmek zorundayız. Ancak, bu reformu
yaparken, genel bütçeden verilecek gelir paylarını artıralım anlayışından çok,
belediyeler ve hatta il özel idarelerinde öncelikle norm kadro uygulamasını
gerçekleştirmeliyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yargıya ayrılan kamu
kaynaklarının azlığı, yargılama sürecinin yavaş işlemesi, hazırlık dönemindeki
sınırlı olanaklar nedeniyle yargılama öncesi hazırlığın iyi yapılamaması ve
diğer teknik altyapı eksikliklerinin giderilememiş olması, yargının, bugün
hepimizce bilinen temel sorunlarıdır.
Ceza infaz sistemimizdeki sorunlar ise, hemen her gün başka bir
boyutuyla kamuoyunu günlük olarak meşgul etmektedir. Adlî ve idarî yargı
alanında kısa sürede sonuç verecek düzenlemeler, çağdaş hukuk devleti
normlarının hayata geçirilmesi açısından önemlidir. Ülkemiz, bu tür
düzenlemeleri, başka ülke veya uluslararası kurumların raporları üzerine değil,
kendi iç dinamikleriyle yapmak, tam bağımsız yargı sistemini ve çağdaş ceza
infaz sistemini yeniden düzenlemek zorundayız.
Sayın milletvekilleri, adalet hizmetleriyle çok yakından bağlantılı
bulunan güvenlik hizmetlerinde elde edilen başarılar, vatandaşımızın polise
olan güvenini artırmaktadır.
Terör faaliyetlerinin gücünün kırılması, barış ve huzurun tesisi,
toplumumuza iyimserlik ve ona bağlı olarak da, ekonomik ve sosyal hayata
canlılık getirecektir.
Güvenlik hizmetlerinde etkinliğin, profesyonelleşmenin ve yüksek kalite
hizmet sunabilmenin yolu, polis sayısını artırmaktan çok, polisin eğitim
kalitesinin yükseltilmesiyle bağlantılıdır. Polisin modern dünyadaki yeni
fonksiyonu değişmektedir; polis, artık, hukukçudur; polis, artık, sosyologtur.
Polisin eğitim düzeyini artırırken, benzeri mahiyette güvenlik hizmeti veren
gümrük muhafaza memuru, orman muhafaza memuru ve infaz koruma memurlarının
durumunu da göz önünde bulundurmalıyız. Kaynak israfını önlemek açısından, her
birimin kendi eğitim birimini kurması yerine, güvenlik hizmeti veren memurların
tek çatı altında eğitilmelerinde yarar bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, tüm dünyada olduğu gibi,
ülkemizde de, devlet, hem büyüklüğüyle hem de elindeki kaynaklarla dev bir
organizasyondur; ancak, bu dev, ne yazık ki, her gün biraz daha
karmaşıklaştırılan ve sayıları artırılan bürokrasinin ince ipleriyle her bir
taraftan bağlanarak, hareketsiz hale gelmektedir. "İyi devlet yoktur, iyi
işletilen devlet vardır" anlayışıyla sorunların çözümüne yaklaşırsak, kısa
sürede mesafe alabiliriz.
Ülkemizin kalkınma çabasında kamu ve özel sektörün yanında, üçüncü bir
sektör olan sivil toplum örgütlerinin devreye sokulması, ulusal ve uluslararası
kaynakların harekete geçirilmesinde, katılımcılığın artırılması bakımından önem
taşımaktadır. Sivil toplum örgütlerinin işlemlerini, sadece daha fazla
demokrasi kavramına sıkışarak değerlendiremeyiz. Sivil toplum örgütlerini,
ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınma sürecinin aktif sürükleyicileri ve bu
sürecin etkin denetleyicileri olarak görmeliyiz. Sivil toplum örgütlerinin
önemini, 1999 yılında yaşadığımız doğal afetlerde çok daha iyi anladık.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; doğal olayların afet haline
gelmemesi için, bugüne kadar yaptığımız yanlışlıklardan ders çıkarmamız
gerekiyor. Yirmi, otuz yılda bir deprem felaketi yaşayan Adapazarı şehir
merkezinde çokkatlı yapılaşmaya izin verilmesi, İstanbul Kâğıthane örneğinde
olduğu gibi, dere yataklarına fabrika kurulması şeklindeki yanlışlarımıza son
vermemiz gerekiyor.
İmar mevzuatıyla ilgili olarak, sağlıklı bir yapı denetim sisteminin
getirilmesinin gerekliliği yanında, esas önemli olan, getirilen sistemin doğru
şekilde uygulanmasıdır. Müteahhidinden belediye fen memuruna, belediye başkanından
taşrada veya merkezde çalışan tüm teknik elemanlara kadar herkesin, kendi yetki
ve sorumlulukları altındaki işleri doğru şekilde yapması, bir başka ifadeyle,
herkesin, kendi işini iyi yapması gerekir.
Ülkemizde, kat karşılığı inşaat uygulaması ve konut yapı
kooperatifçiliğiyle ilgili düzenlemelerin, işin vergisel boyutu da dikkate
alınarak, yeniden gözden geçirilmesine ihtiyaç vardır. Örneğin, 100 dairenin
yapılabileceği bir arsayı kat karşılığı veren bir vatandaşımız, buradan 50
daire alırken, oraya, elektrik, su, telefon ve kanalizasyon gibi hizmetlerin
gelmesini istemektedir. Ancak, alınan 50 dairenin 1 adedine karşılık gelecek
tutar dahi, yukarıdaki hizmetleri getiren kamu idarelerine ödenmemektedir.
Konut yapı kooperatifçiliğinde ise, işin inşaatını yüretecek müteahhit firmanın
ortak veya yakınlarının kurduğu kooperatiflere üye kaydı için, çarşaf çarşaf
ilan verildiği herkesçe bilinmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vergi, istihdam ve yasadışı
faaliyetler gibi çok sayıdaki alanla ilgili olan kayıtdışı ekonominin varlığı
ve boyutu, önümüzdeki dönemde de, ülke gündemini sürekli işgal edecektir.
Ekonomik ve sosyal açıdan olumsuz etkileri olan kayıtdışı ekonominin kayıt
altına alınabilmesi için, kayıtdışı faaliyetlere yol açan nedenlerin ortadan
kaldırılması ve bu faaliyetlerin kolaylıkla yerleşebileceği zeminlerin
oluşmasına müsamaha edilmemesi gerekmektedir. Uluslararası anlaşmalarda ve
uluslararası kamuoyunda son dönemde gözlemlenen aktiviteler, Türkiye'nin bu
konuda daha aktif bir biçimde hareket etmesini, aksi takdirde, uluslararası
camiada birtakım yaptırımlara maruz kalabileceğimizi göstermektedir.
Sayın milletvekilleri, bazı arkadaşlarımız, her kürsüye çıkışlarında,
hâlâ, uygulaması ertelenen "gelirin tanımı" ve "malî milat"
kavramını eleştirmeye devam ediyorlar. Elde edilen gelir ile oluşan servet ve
tasarruflar arasında illiyet kurulması, bütün çağdaş ülkelerin uyguladığı bir
yöntemdir. Kayıtdışı ekonomi ve karaparayla mücadelede, vergi kimlik
numarasının yaygınlaştırılması yanında, gelirin tanımı ve malî milat
müesseselerine ihtiyacımız olduğu unutulmamalıdır.
Karaparayla mücadelenin yetersiz kaldığı toplumlarda oluşan muhtemel
zararlı etkinin belki de en önemlisi, toplum hayatı üzerinde olanıdır. Bazı
durumlarda, organize suç örgütleri, finansal kuruluşların içine sızmakta, bu
alanda yapılan yatırımlar aracılığıyla, ekonomik sektörün kontrolünü ele
geçirmektedir.
Gerek karaparayla mücadele yasasında
gerekse karaparanın kolayca sığınabileceği ortamları ilgilendiren finans ve
bankacılık piyasalarına ait mevzuatta gerekli değişikliklerin yapılması ve
gereken önlemlerin alınması gerekmektedir. Özellikle "off-shore
bankacılığı" adı altında, boyutu belli olmayan banka kaynaklarının dolaylı
yollardan soyularak, geçmişte olduğu gibi, bankaların içinin boşaltılmasına
neden olan faaliyetlerin önlenmesi, Türk bankacılık sisteminin gelecekteki
güvenilirliği açısından önemli bulunmaktadır.
Sayın milletvekilleri, şunu unutmamalıyız ki, yeniden yapılanma ve
reformların kendiliğinden gerçekleşme gibi bir özellikleri yoktur. Bunu yapacak
yerin Yüce Meclis olduğu duygu ve düşüncesiyle, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planının, ülkemize hayırlı olmasını diler, Sayın Başkan ve siz değerli
milletvekili arkadaşlarımı saygıyla selamlarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Demokratik Sol Parti Grubu hem devamlı hem de saati ekonomik kullanıyor;
teşekkür ediyorum efendim.(DSP sıralarından alkışlar)
Efendim, şimdi, söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili
Sayın Ali Gören’de.
Sayın Gören, buyurun. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA ALİ GÖREN (Adana) – Muhterem Başkan, değerli
milletvekilleri, televizyonlarının başında bu önemli programı takip eden
muhterem vatandaşlarım; incelemekte ve değerlendirmekte olduğumuz, Sekizinci
Beş Yıllık Kalkınma Planının özellikle yedinci bölümü, bölgesel kalkınma
planları ve stratejileri üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, hepinizi en derin hürmet ve saygılarımla selamlıyor, sağlıklar diliyorum.
Değerli milletvekilleri, üç gün komisyonda, iki gün de Meclisimizin
Genel Kurulunda çok yoğun değerlendirmelere ve eleştirilere maruz kalan bu
planlama proğramımız, gerçekten, ülkemizin önemli bir konusu olarak gündeme
gelmiş bulunmaktadır. Ancak, hem Meclisimizin hem de medyamızın bu hususta
gösterdiği ilginin yeterli olmadığı görüşünü teyit ederek sözlerime başlıyorum.
Değerli milletvekilleri, insanoğlu, yaradılışından beri, işlerini
düzenleme, imkânları organize ve disiplinli bir şekilde kullanma imkânlarını
araştırarak gelmiştir. Özellikle son asrın yarısından sonra, dünya ülkeleri
arasında Türkiye'nin de planlı döneme geçtiği, planı uygulamaya ve ülke
kalkınmasını buna göre yönlendirmeye başladığı bilinen bir gerçektir.
Bizimle beraber program ve plan uygulamaya başlayan Avrupa ülkelerinden
özellikle Fransa, 1960'larda başladığı, merkezî devlet imkânlarıyla yürüttüğü
planlamanın, 1970'lerde ve 1980'lerde tümüne yakınını yerel yönetimlere ve
taşraya bırakmışken, sadece merkezde enformasyon akışını ve bilgi birikimini
tutup, diğer imkânları yerel yönetimlere aktarmışken, maalesef, biz,
planlamada, halen, başladığımız 1960'lı yıllardaki merkezî ve merkeziyetçi
anlayışı sıkı bir şekilde sürdürmekte ve hantallaşmış bürokrasi içerisinde
programların boğulup gitmesine vesile olmaktayız.
Değerli milletvekilleri, planlama, tabiî ki, bir anlayışın ürünüdür.
Ancak, bundan önce, ülkemizin uzaydan genel görünüşünü masaya yatırmakta yarar
görüyorum. Uzaydan bakıldığında, ülkemizin konjonktürel yapısı ve dünya
jeopolitiğindeki yeri, göze çarpacak şekilde önem ve özellik arz etmektedir.
Bu arada, coğrafî yapısının, Avrupa'nın Flandre düzlüklerinden daha
karmaşık ve farklılık arz etmesi, bizi, güçlüklerle karşı karşıya getirse de,
bunun da bir nimet ve avantaj olduğunu değerlendirerek, Avrupa'da yaşayan,
düzlüklerde yaşayan insanların, ülkemize, yılda bir hafta veya on gün harcama
yapmak için gelmeye can attıklarını görerek, bunun iftiharıyla ve huzuruyla
övünebiliriz.
Ancak, ülkemizin, uzaydan bakıldığında görülen farklı özellikleri de
vardır. Özellikle, kuzey, doğu ve güney sınırlarının görünmeyen duvarlarla
örülmüş gibi, tamamen, ülkenin ekonomik ve sosyal yönünün batıya yönelmiş,
sadece, batı ve özellikle kuzeybatıdan dünyaya açılan bir yapı arz etmesi,
komşu ülkelerle ticarî ve ekonomik ilişkilerini tamamen kesmiş bir görüntü arz
etmesi, vatandaşımızın, doğu ve güneydoğu bölgelerindeki, hatta, kuzey
bölgelerindeki yaşantısını güçleştirmekte, zorlaştırmakta ve akışı, özellikle
batıya doğru yöneltmektedir.
Değerli arkadaşlarım, bilindiği gibi, uzaydan bakıldığında, dünya
üzerinde insan eseri şaheser bir yapı vardır. Bu nedir; bilindiği gibi, Çin
Seddi uzaydan görülebilmektedir. Ancak, üzülerek ve biraz da mahcubiyet duyarak
bir noktayı daha vurgulamak istiyorum: Uzaydan bakıldığında herhalde görülecek
diğer bir eser daha vardır; bu da, ülkemizin güney sınırlarında, yüzlerce
kilometrenin, vatandaşlarımıza karşı mayınlanarak, komşu ülkeyle, görünmeyen,
ancak tehlikeli bir sınır oluşturma çaprazı ve anlaşılmazlığıdır. Bunu, en kısa
zamanda düzeltilmesi gereken bir konu olarak Yüce Meclisin önüne koyuyor, bu
hususa dikkatlerinizi çekmeyi bir görev biliyorum.
Değerli arkadaşlarım, kalkınma bir anlayış fonksiyonudur dedim. Evet, bu
hususta, kıyaslamalı ve literatür bilgisi gibi önünüze koyacağım farklılıklara
dikkatinizi çekmek istiyorum. Bizim kalkınma anlayışımızda dikkat çekilen ve
esas prensipler olarak ortaya konulan konular, şu şekilde sıralanmaktadır:
- İşsizlik sorunlarının giderilmesi.
- Tarımsal gelişme projeleri hazırlanması.
- Hayvancılığa dayalı sanayiin kurulması.
- Emek yoğun projelerin hayata geçirilmesi.
- Bölgelerin özelliklerine göre, hayvancılık, tarım ve el sanatları gibi
faaliyetlerin desteklenmesi gibi, fevkalade tutucu, fevkalade kuru ve fevkalade
buyurgan bir üslubu kendisine prensip edinmiştir. Değerli bürokratlarımızın ve
Sayın Planlamacı arkadaşlarımızın, bu hususa dikkatlerini çekmeyi bir görev
biliyorum.
Ancak, OECD ülkelerinin planlama anlayışlarına esas aldıkları konular ve
düsturlar fevkalade farklıdır. OECD ülkelerinin planlama anlayışında, daha
insanî, daha şefkatli ve daha müsamahakâr bir yaklaşım söz konusudur. Bunlar
nedir; sürdürülebilir insanî kalkınma, yaşam kalitesinin artırılması. Yaşam
kalitesi derken, değerli arkadaşlarım, ruh sağlığı, beden sağlığı ve çevre
sağlığını gündeme getiren bir anlayış söz konusudur. Sosyal ve ekonomik
dengeden bahsedilmektedir, kültürel zenginliklerin korunmasından
bahsedilmektedir, fırsat eşitliğinden bahsedilmektedir, her alanda katılımcılık,
altı çizilerek vurgulanmaktadır.
Bizim plan anlayışımız ile OECD'nin plan anlayışı arasındaki bu çarpıcı
farka, bir çarpıcı ilave, bir çarpıcı referans daha vermek istiyorum. 1992
yılında, devletimizin büyüklerinin de katıldığı, Rio De Janeiro'daki Kalkınma
ve Çevre Konferansından sonra ilan edilen deklarasyonda çok önemli bir cümle
var. Bu cümleyi dikkatlerinize arz ediyorum: Gündem 21 olarak, kalkınma
literatürüne girmiş olmasına rağmen, bizim ülkemizde çok fazla bilinmeyen,
kullanılmayan ve Gündem 21 derken, 21 inci Asrın gündemini vurgulayan bu
yaklaşımda, kalkınmanın esası, insan sağlığı olarak vurgulanmış ve
"sağlıklı bir toplum olmadan kalkınma gerçekleştirilemez, hatta, gündeme
bile getirilemez" cümlesiyle, bu hususta, insanın önemi, insan sağlığı,
beden, ruh ve çevre sağlığı ciddî şekilde vurgulanmıştır.
Değerli arkadaşlarım, bu kıyaslamalı değerlendirmeyi yaptıktan sonra,
ülkemizde, planlı dönemin, özellikle Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde
uygulamasına başlanılan bölgesel kalkınma gelişme planları ve kalkınmada
öncelikli iller konusuna dikkatinizi çekmek istiyorum. Denilmektedir ki,
bölgelerarası gelişmişlik farklarının azaltılması, geri kalmış bölgelerde
yaşayan nüfusun refah düzeylerinin yükseltilmesi, göç eğilimlerinin istikrarlı
bir dinamiğe kavuşturulması hedeflerine ulaşmak için yapılmaktadır. Bu hususta
neler yapılmıştır:
Güneydoğu Anadolu Projesi: Toplam yatırım tutarı 32 milyar doları bulan
bu proje için bugüne kadar 14 milyar dolar harcanabilmiş ve projenin ancak yüzde
44'ü tamamlanmış, 2010 yılında projenin tümüyle bitirilmesi amaçlanmaktadır.
Doğu Anadolu Projesi: Bölgedeki 14 ili kapsamakta ve Sekizinci Beş
Yıllık Kalkınma Planıyla gündeme getirileceği işaret edilmektedir.
Doğu Karadeniz Bölgesi Kalkınma Projesi: Yurtiçi ve yurtdışı kamu ve
özel yatırımlarını çekmeyi amaçlayan, Devlet Planlama Teşkilatımız ve JICA
olarak bilinen Japonya Enternasyonal Yardım Kuruluşuyla birlikte
yürütülmektedir.
Yeşilırmak Vadisi Kalkındırma Projesi: TÜBİTAK, Marmara Araştırma Merkezi
ve Devlet Planlama Teşkilatı tarafından yürütülmektedir.
Doğu Akdeniz Projesi: Devlet Planlama Teşkilatı ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Devlet Planlama Örgütü tarafından yürütülmektedir.
Marmara Kalkındırma Projesi: Bu proje Kocaeli, Sakarya, Yalova illerini
kapsamakta, yani, özellikle geçen yılki acıklı deprem olayından sonra henüz
yeni hazırlanmaktadır.
Bu bölge çalışmalarına ilaveten, Üçüncü Kalkınma Planından sonra
kalkınmada öncelikli yöreler ihdas edilmiş
ve -il sayıları sık sık değişmesine rağmen- bugün 49 il ve 2 ilçe bu
planın içerisinde bulunmaktadır. Bu iller içerisinden, özellikle Zonguldak,
Bartın, Karabük, Bingöl, Muş, Yozgat, Ordu, Giresun, Sıvas, Erzincan,
Gümüşhane, Bayburt ve Rize kırsal kalkınma projeleri de gündeme getirilmiş ve
bazı projelerin uygulama aşamasına geçilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu projeler uygulanmış; ancak, uygulama esnasında,
biraz önce dikkat çektiğim insanî özellikleri, insana ve vatandaşa fevkalade
gerekli olan hassas dengeleri gözeterek, değer verme anlayışında ve planın
uygulanmasında çok dikkatli olunması gereken hassasiyetler gösterilmediği için,
bugün "saldım çayıra Mevlam kayıra" anlayışıyla iller, padişah
zihniyetiyle "verdim gitti; senin ilini de kalkınmada öncelikli yöreler
içerisine aldım gitti" anlayışıyla illerin sayısı hızla artmış; ancak, bu
illere, hemen hemen hiçbir yatırım ve kalkınmada önemli özellik
kazandırılamamıştır, yatırım yapılamamıştır, yapılanlar da etkili olmamıştır.
Niçin etkili olmamıştır; çünkü, yaklaşım adil değildir, yaklaşım dikkatli
değildir ve devletin bu husustaki gerekli sorumluluğu yeterince gündemde
tutulmamıştır.
Kişi başına yıllık geliri 2 000 dolar civarında olan illerle, yılda 600
dolar kişi başına geliri olan iller, aynı derecede, aynı kategoride kalkınmada
öncelikli iller şeklinde değerlendirilmiş; tabiî ki, hem özel sektör hem kamu
ektörü, daha uygun altyapıya ve ulaşıma sahip illere kaydığı için, fakir iller,
fakir kalmaya devam etmiş; belki, ilerlemiş, gelişmiş iller, fakir iller lehine
biraz daha ilerleme imkânı bulmuştur.
Özellikle bu çarpıcı anlayışı -önemli bir değişiklik teklifini
önergemizle de sonunda vurgulayacağız- burada ifade etmek istiyorum. İl
düzeyinde, tamamen kolaycı, falanca ili de kalkınma planına aldık anlayışıyla
işin içinden sıyrılmak, devlet ciddiyeti ve vatandaş-devlet bağlantısıyla
bağdaşmamaktadır. İl vardır, kalkınmada, ekonomik ve sosyal kalkınmada aşağı
derecelerde olmasının yanında, aynı illerin, kalkınmış gibi görünen illerin
ilçeleri vardır ki, İlkçağ hayatı yaşamakta, fakirlikten ve sıkıntıdan,
insanlar, 21 inci Asırda olduğunun farkında bile olamamaktadırlar. Seçim bölgem
olan Adana'nın Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisindeki insanlar, ikinci
derecede imkânlara sahipken, Adana'nın Karaisalı İlçesi 512 nci derecede,
Tufanbeyli İlçesi 618 inci derecede, Feke 647, Saimbeyli 672 gerilik puanıyla,
bu ülkenin hemen hemen en geri ilçelerinden, en fakir ilçelerinden biri
olmasına rağmen, Adana'nın gelişmiş il olarak kabul edilmesi nedeniyle... Evet,
Adana'nın Ceyhan'ının, Seyhan'ının, Kozan'ının, Allah'a şükür ki, gelişmiş
özelliklere sahip olmaları, Toros Dağlarındaki bu ilçelerin bu sıkıntılı
durumda olmalarını önlemiyor. Devlet de, Adana gelişmiş ildir diye kabul
ederek, ilçeler düzeyine inmeye, hatta ilçeler, beldeler, köyler ve aileler
düzeyine inme inceliğini, bu detaya gönül verme şefkatini göstermediği için,
maalesef, bu ilçeler, bu sıkıntıyı çekmeye,
kalkınmada öncelikli diğer illerin kullandığı ucuz elektrik, vergi
muafiyeti gibi kolaylıklardan yararlanamama mahrumiyetini yaşamaya devam
etmektedirler. Bu adaletsizliğin, bu eşitsizliğin, bu dikkatsizliğin önüne
mutlaka geçme zarureti vardır ve hükümetten bu ciddiyeti, bu inceliği
göstermesini özellikle, hassaten rica ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu olumsuzluklar yanında dikkat etmemiz gereken ve
dikkate almamız gereken hususlar tabiî ki, vardır; nedir bunlar... Özellikle,
bu konuda dikkat kesilmemiz gereken bir husus daha var...
Bu olumsuzluklara yol açan konuları şu şekilde sıralamamız mümkün.
1- Yapısal özellikler:
Değerli arkadaşlarım, bugün, ülkemizde 7'den 70'e, fakirinden zenginine
herkesin tenkit ettiği, mutlaka düzeltilmesi gerektiğini vurguladığı bir konu
var; o da, hantallaşmış, işlemeyen, direnç gösteren bürokrasi anlayışı ve
maalesef, yer yer kanunî omayan işlemlerin rutin hale geldiği bürokrasi
konusunda tüm aydınlar, tüm siyasîler, hatta vatandaşarımızın tümü çok önemli
gerekçelerle, bu hususa gerekli titizliğin gösterilmesini beklemektedirler. Bu
vurdumduymaz anlayışa sahip olan bürokrasiyi mutlaka düzeltmemiz ve bu
hantallıktan, işlemezlikten kurtarmamız gerekmektedir.
Sorumlular belirli değildir aziz arkadaşlarım. Sorumluluk almak, riske
girmek, bizde tamamen terk edilmiş; sorumluluktan ve riskten kaçmak bir nevi
akıllılık ve kurnazlık olarak kabul edilmiştir. Yürümeyen hiçbir işin
sorumlusu bulunamamakta, belirlenememektedir ve sorumluluk anlayışıyla,
sorumluluğunu yerine getirmeyenlerin tecziye edilmemesi durumu yaygınlaştığı
için maalesef, işler gittikçe çamura batmakta ve yürümez hale gelmektedir.
Aynı zamanda, bürokrasimize hâkim olan yasakçı zihniyet, istenilen
bilgiye erişmede ve bakanlıklar veya taşra yönetiminde herhangi bir konuda
talepte bulunan vatandaşa olur yollar gösterilmeden önce, olmaz yollardan
engeller çıkarılmaktadır ve vatandaşlarımızın devletle olan ilişkilerinde bu,
fevkalade olumsuz bir etki yapmaktadır.
Diğer bir konu ise, planlamadaki kusurlar. Değerli arkadaşlarım, planlamada biraz önce de ifade
ettiğim gibi, belli illerin planlamaya alınmasında hiçbir bilimsel kriter, hiçbir objektif ölçü kullanılmadığı için,
siyasîlerden, arkadaşlarımızdan özellikle
ağır basanların, bu hususta tazyik edenlerin istedikleri, kalkınmada
öncelikli il olma özelliğini koparma, Türkiye'de mümkün olmakta ve "verdim
gitti; senin ilini de, kalkınmada öncelikli sırasına aldım gitti"
anlayışıyla, hiçbir şey yapılamayan, ancak, sanki, vatandaşın ağzına bir parmak
bal çalma manasını taşıyan bu anlayış da ülkemizde yaygınlaşmakta ve bu anlayışla,
birbirinden çok farklı, heterojen, hiç mütecanis olmayan iller, aynı ölçüde
değerlendirilerek, kalkınmada öncelikli iller
kapsamına alınmış ve maalesef, içinden çıkmaz bir tablo ortaya
çıkmıştır.
Değerli arkadaşlarım, bu anlayışın önüne geçmek için, merkeziyetçi
anlayıştan mutlaka kurtulmamız lazım ve bunun için de, yeri gelmişken,
özellikle hükümet üyelerini ısrarla ve samimiyetle, bu hususta anlayışa davet
ediyorum. Vatandaş, yerel yönetimler yasasının çıkmasını beklemektedir.
Arkadaşlar, hapishanelerimizde çok büyük sancı var; af yasasının çıkması hararetle
beklenmektedir. Yeri gelmişken, buna, lütfen, dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, merkeziyetçi anlayıştan kurtulmanın yanında,
multidisipliner anlayışı, yani, yapılacak bir yatırımda, oranın sosyal,
coğrafî, turistik ve sanayi özelliklerini göz önüne alan ve bu hususları bilen
insanlarla gerekli istişarelerin yapılmasından sonra projelerin
gerçekleştirilmesi, bir nevi teknik istişarenin yaygınlaştırılması anlayışını
benimsememiz lazım.
Değerli arkadaşlarım, diğer bir husus, OECD ülkelerinin kriterlerinde de
vurguladığımız gibi, katılımcılığın mutlaka sağlanması lazım. Katılımcı olmayan
yatırımlar, ülkenin her tarafında gördüğünüz, battal, hantal veya tahrip olmuş
yatırımların veya başlamış projelerin yegâne sebebi, halka bütünleşmemiş,
vatandaşın katılımı sağlanmamış olan yatırımlardır. Vatandaşın katılımını
sağlayıcı bir anlayışı mutlaka gerçekleştirmemiz lazım.
Diğer bir husus, projeler içerisinden, mutlaka projeleri önceliklerine
göre belirlemek. Şu an için, devletin 5 000 civarında olan başlanmış, ancak
bitirilememiş projeleri arasından, zararı yok, 500 olsun, 100 olsun, 50 olsun,
ne olur, bir kısmını seçip, bitirerek, vatandaşın emrine amade hale getirmeyi
bir görev olarak kabul etmemiz lazım.
Değerli arkadaşlarım, bu anlayışların ışığında, ülkemizde, vatandaşı
esas alan, vatandaşın dertlerini dert edinen, vatandaşa şefkatle, merhametle
bakan bir devlet ve hükümet anlayışını benimsememiz ve bunu yaygınlaştırmamız
lazım. Ancak, ülkemizde, insanlarımızın vurguladığı, kahvelere, vatandaşın
arasına gittiğimizde, bize söylenen şu: Devletin gündeminde vatandaş yok;
devletin gündeminde, üvey evlat mesabesinde gördüğü gariban genel vatandaş
kitlesinden ne koparabilip, bir avuç rantiyeciye ikram etme, onlara olan
borcunu ödeme yönündeki çalışması dikkat çekmektedir. Vatandaş, devletin,
kendisini, öz evlatları arasına almasını ve gündeminde, vatandaşın
ihtayaçlarını da karşılama ıstırabını, anlayışını ve hamiyetini bulundurmasını
beklemektedir.
Değerli arkadaşlarım, ülkemizde, tarım açısından çok ciddî bir gerilik
söz konusu. Bu geriliğin sebeplerini izah etmeye kalktığımızda, özellikle
kalkınmada öncelikli yöreler olarak, gelişmemiş bölgeler olarak aldığımız
bölgelerde, küçük tarım ve yaygın nüfus dikkat çekmektedir. Bugün ülkemizde,
nüfusun yüzde 45 civarında olan kesimi tarımla uğraşmakta; verimsiz, küçük
parçalar halinde uygulanan tarım anlayışı, maalesef, iyi bir sektör, başarılı
ve verimli bir iş alanı özelliği kazanamamaktadır.
Amerika'da nüfusun yüzde 8'i, Avrupa'da yüzde 10'undan azı tarımla
uğraşırken, devasa imkânlar elde etmektedirler. Dekara düşen tahıl açısından,
220 kilogram/dekarı, Çukurova gibi verimli bölgelerimizde bile 300
kilogram/dekarı aşamamışken, Fransa'da 800 kilogram/dekar, coğrafyası ve iklimi
bize çok benzeyen İspanya'da 450 kilogram/dekarın üzerinde verim
alınabilmektedir. Bu verim düzeyine ulaşabilmek için, küçülmüş ve tamamen, bir
kısmı işletilemez hale gelmiş olan tarım arazilerinin, devlet teşvik ve
desteğiyle birleştirilerek, işletilebilir aile işletmeleri ve tarım alanları
şekline dönüştürülmesi bir zaruret olarak ortada durmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, tarımda, özellikle prim sisteminin uygulanması;
özellikle doğuda birkaç yıl önce yaşadığımız tütün yakma senaryolarının, artık,
bundan sonra tekrarlanmaması gerekmektedir. Vatandaş, alıştığı şekilde tütün
ekmeye -aile tarımı şeklinde de olduğu için- nasıl olsa devlet alacak diye
devam etmekte ve biz, aldığımız tütünün bir miktarını kullanabilsek bile,
önemli bir kısmını, bir vesileyle yakma cingözlüğünü göstererek, sanki iş
yapmış olmaktayız. Devletin kesesinden giden bu trilyonların, fakir vatandaşın
ekmeğinden kopan parçalar olduğunu ve bizim yüreğimizi yakması gerektiğini
tekrar hatırlatmak istiyorum. Buralara prim sistemi uygulayarak, tütün yerine,
ayçiçeği gibi yağ bitkileri tarımının yapılmasında yarar var; çünkü, ülkemizde
1 milyon 200 bin ton civarında bitkisel yağ açığının olduğu bildirilmektedir.
Yem bitkileri ekimi, Türkiye'de, üzülerek belirtiyorum ve altını çizmek
istiyorum ki, teşvik ve desteklemeye alınmamıştır. Amerika'da, yem bitkileri,
ekim alanlarının yüzde 25'ini kapsarken ve destekleme alımlarına mazhar
olurken, Türkiye'de bu hususun ihmal edilmiş olmasını, çok ciddî bir kusur
olarak telakki ediyorum.
Bu ülkelerde, yem bitkileriyle beslenen sığırlardan, bir laktasyon
döneminde bir inekten 10 ton süt alınabilirken, bizim ülkemizde, bir laktasyon
döneminde, bir inekten 2 ton civarında süt alınabiliyor olması, bu husustaki
ihmalimizin bir cezası olarak önümüzde durmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, Gündem 21, Rio Deklarasyonunda vurgulandığı gibi,
2025 yılına gelindiğinde dünya nüfusu 8,5 milyar olacaktır, Türkiye nüfusu da
yaklaşık 100 milyon civarında olacaktır. Yüzde 25 civarında artan bu nüfusa
karşılık, gıda tüketiminde yüzde 50 gibi bir artış ortaya çıkacaktır. Bu, bize,
ülkemizde gıda üretiminin ve altyapısının oluşturulması, ailelerden başlayarak
büyük işletmelere doğru gıda üretimine ve önümüzdeki yılların, dekatların (her
10 yılın) ihtiyacı olan gıda üretimi hazırlıklarına yoğun bir şekilde
başlamamızın zaruretini ortaya koymaktadır.
Değerli arkadaşlarım, ülkemizde beyaz et denilen kanatlı hayvan
etlerinin yeteri kadar üretilmemesi, balıkçılığın yeteri kadar önemsenmemesi,
sağlıklı gelişme ve dengeli beslenme konularında fevkalade önemli eksiklikleri
ortaya çıkarmaktadır ve işletmeler konusunda, bu hususta vatandaşın ortaya
koyduğu eserlerin de, müesseselerin de yeterince desteklenmediği, güneydoğuda,
bir arkadaşımızın, bir ailenin oluşturduğu, barajlarda ürettiği 30 000 ton civarında
balığın, her biri 20 kilograma çıkmış bu balıkların işlenip, vatandaşımızın ve
insanlığın emrine verilmesi yönünde yapılan çalışmalara teşvik verilmeyerek,
kendi kendimizi tökezlettiğimiz ve engellediğimiz, milletvekillerimizin büyük
kesimi tarafından da bilinmekte ve bu hususlardaki bürokratik engellerin
aşılması zarureti ortada durmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, hayvancılık konusunda, yine, çok ciddî
handikaplarla karşı karşıyayız. otuzyedi yıldır, kalkınmada öncelikli
yörelerden olmasına rağmen, Kars ve civarında, hayvancılık konusunda bir adım
atılamamıştır. Bu, ne biçim ciddiyettir?!. Bu, ne biçim kalkınmadır?!. Bu, ne
biçim yapılan iştir?!. Bunun hesabını verecek insan da ortada görünmüyor
değerli arkadaşlarım. Kars'ı, hayvancılık açısından kalkınmada öncelikli yöre
olmasına rağmen, olduğundan daha geriye götüren kim?.. Bunun sorumlusu kim?..
Bu hususlarda ortaya konulacak bir soruşturma, bir araştırma ve sorumludan
hesap sorma anlayışı Türkiye'de yerleşmediği müddetçe, işte, 1970'te, 36 milyon
civarında olan küçükbaş hayvan, maalesef, bugün 30 milyonun altına düşmüştür.
1970'de, 13 milyon civarında olan büyükbaş hayvan, bugün 10 milyonun altına
düşmüştür ve Kars ve civarında, ne süt açısından, ne et açısından, ne de deri
açısından işleme ve sanayi olarak, orada, bunları değerlendirme konusunda
devletin katkısı yok denecek mesabededir, olanlar da özelleştirilmiştir.
Özelleştirdiğiniz zaman, böyle yerlerde, maalesef, işler yürümez.
Benim köyümde de, Toroslarda bir köyde, süt mandırası kuran bir
vatandaşa devlet destek vermediği için, o köyün, köyümün, hem sütü telef oldu
hem de o hayırlı teşebbüsün sahibi zarar etti, mahvoldu gitti. Ancak, ortaya
çıkan sonuç şu: Vatandaşın et, süt ve yumurta yemesi açısından, dengeli
beslenmesi açısından, neslin sağlığı açısından, hassas dengeleri oluşturan
yaşlı, ihtiyar, çocuk, hamile gibi kesimlerin beslenmesi açısından, devletin,
daha hamiyetli olması, daha anlayışlı olması ve vatandaşa şefkat göstermesi, bu
ihtiyaçları vatandaşa anlatması ve öğretmesi şarttır. Vatandaş bilmiyor;
vatandaşa peynir götürüyorsun, götürüp çayla değiştiriyor; çay içiyor, peyniri
çayın yerine veriyor, bilmiyor ki, protein ihtiyacını peynirden karşılayacak!
Değerli arkadaşlarım, halen daha köylerde pilavla, çökelekle, kuru
ekmekle insanlar yaşamaya devam ediyor. Biz, dengeli beslenme dediğimiz zaman,
çocuklarımızın kuru deri, kuru kafa olmasının önüne geçmek; uzun boylu,
dünyanın medenî ülkelerindeki selvi boylu insanları....
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Gören, süreniz bitti. Sadece, bir teşekkür ederseniz,
diğer arkadaşlarınızın hakkını korumuş olursunuz.
ALİ GÖREN (Devamla) – Bu hususlardaki eksiklikleri gidermenin zaruretine
inanıyorum. Vatandaşın sağlığı açısından, çevre sağlığı açısından gerekli
titizlik, önem ve hassasiyet gösterilmelidir.
Değerli arkadaşlarım, tabiî ki, planlamacı arkadaşlarımızın bu
hususlardaki katkılarını ve gayretlerini, samimi olarak, şükranla yâd ediyorum;
ancak, siyasîlerin, gücü yetenin, bu hususlarda -vurdumduymazlık demeyeyim;
ama, bir nevi, konuları saptırarak- illeri,
rastgele, kalkınmada öncelikli bölge içine alması anlayışını terk
etmemiz gerekir.
Ben, kalkınmada önceliğin, iller bazından, en azından köyler ve beldeler
mesabesine insin istiyorum; ancak, en azından ilçeler düzeyinde kalkınmada
öncelikli yöre belirleme ve yararlı olma konularını ciddî olarak gündemimize
almamız lazım.
Bugüne kadar başarılı olamamış bu plan anlayışının, bu saydığım
özelliklere dikkat edildiğinde başarılı olmasını ümit ediyorum. Ancak, bu
hususların....
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Evet hocam, ümidinizle beraber, teşekkür ediyorsunuz!
ALİ GÖREN (Devamla) – İki cümlem var Sayın Başkan, müsaade edin.
BAŞKAN – Yok, ama, sonra...
HÜSEYİN KARAGÖZ (Çankırı) – Hadi, hadi nazlanma; ver artık...
BAŞKAN – Efendim, vereyim de, diğer arkadaşları razı değil. Bizi hakem
yapmışlar yani. Ben, onlar adına konuşuyorum... Allah, Allah!..
ALİ GÖREN (Devamla) – Konuşmayı kesmek ve bitirmek zorundayım; ancak, bu
hususlarda daha anlayışlı olmasını hükümetten rica ediyorum. Vatandaş, siyaseti
derin odaklara, ekonomiyi IMF'ye, kalkınmayı DPT'ye havale ederek, vatandaşı
kendi haline bırakan anlayışa, sandıkta gerekli dersi vermek üzere
beklemektedir. Hükümetten, bu hususlara dikkat etmesini -ciddî olarak, ikaz
ederek- bekliyoruz. Hepinize saygılar sunuyor, planın hayırlı olmasını
diliyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gören.
Şimdi, söz sırası, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan'da; buyurun efendim.
FP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler;
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planıyla ilgili olarak, ekonomik ve sosyal
gelişmelerle ilgili olarak, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar, iki gündür, Türkiye Büyük Millet Meclisi bir seri
plan konferansına sahne oluyor. Tabiî, söze girerken şunu söylemek istiyorum:
Plan, beş yıllık kalkınma hedeflerini ortaya koyuyor; ama, 2088 madde halinde,
bunu yazıp önümüze getirmenin de bir faydası olduğuna inanmıyorum. Aslında,
plan anlayışını değiştirip, önümüzdeki beş yılda hükümet nelere öncelik
verecek; Türkiye'nin şartları nelere öncelik verilmesini gerekli kılmaktadır?..
İktidarda bulunan hükümet de Türkiye'nin şartlarını kendi politikalarıyla birleştirir,
beş yıllık bir programı ortaya koyar. Beş yıllık programların da hükümetleri
bağlayıcı olmaması lazım; iktidar değişirse öncelikler değişir, onlara göre
yeniden planın tatbikatında da öncelikler yerini alır.
Yani, planın 2088 madde halinde önümüze gelmesi yerine, içinde
bulunduğumuz yıl itibariyle, 2000 yılında Türkiye'nin durumu nedir; nerelerde
eksiklikleri var ve hangi hedeflere yönelmesi lazım; nihayet, 15-20 sayfa
içerisinde, anapolitikaları ortaya koyan bir beyan olarak ortaya gelmesi lazım.
Bu tercih ve öncelikler, her yıl, hükümetlerin programlarında ve
bütçelerinde, tekrar, iktidarda bulunan hükümetlerin de kendi önceliklerini
dikkate alarak, Türkiye'nin her yılki şartlarını dikkate alarak, ortaya
koyacağı programlarla ortaya çıkar. Bir kere, bu plan anlayışını değiştirmek
lazım.
O oydu, bu buydu; şu olacak, bu olacak; hep, cek cak!..Tabiî, ben,
değerli planlama uzmanlarını tenkit etmiyorum. Onlar, ne talimat verilirse onu
hazırlarlar; ben, burada, hükümetleri hedef alarak söylüyorum. Bu anlayışın
değişmesi lazım.
Plan fikri, her zaman olmuştur; plan ihtiyacı, her zaman olmuştur.
Tabiî, bildiğiniz gibi, merkezî planlama var, piyasa ekonomisine göre plan var,
bir de, üçüncü dünya ülkelerinin durumu var.
Merkezî planlama, Sovyetler Birliğinde, Doğu Blokunda yaygın olarak
uygulandı ve iflas etti. Uzun hikayesine lüzum yok. Dünyanın en güçlü ordusuna
sahip olmasına rağmen, ekonomisi, üretime, pazara, piyasa ekonomisine
dayanmadığı için Sovyet Rusya yıkıldı, gitti.
Önümüzde Kore var. Birisi, sosyalist planlamaya göre, Kuzey Kore; birisi
de, demokratik ve piyasa ekonomisine göre, Güney Kore. Birisi, fakir ve aç,
öbürü 10 000 dolar mertebesinde millî geliri olan kalkınmış, gelişmiş ve
Türkiye'nin de imreneceği, özeneceği bir seviyeye gelmiş olan bir ülkedir.
Tabiî, piyasa ekonomisine göre plan -ki, Türkiye'nin buraya gelmesi
lazım- pazara göre, piyasaya göre, talebe göredir. Rusya'nın mağlup olmasının
sebebi: Rusya'nın falan şehrindeki, Buhara'daki veya Stalingrad'daki falan
kumaş fabrikasında hangi renk kumaştan, kaç milyon metre, hangi desende
dokunacaksa, merkezî planlama uzmanları, bu programı veriyorlar; tabiî,
satamıyor, elinde kalıyor. Bir tarafta milyonlarca dönüm arazi; ama, maaşlı
çiftçiler; hasat yapılmaz, tarım istenilen gelişmeyi sağlayamaz ve ülke aç
kalır. İşte, tablo budur.
Türkiye, tabiî, 1960'lı dönemde, plana başlarken, karma ekonomi diye
başladı; o zamanki şartlar, anlayışlar buydu; ama, aslında, bu da yanlıştır;
piyasa ekonomisiyle, pazar ekonomisiyle devam etmek lazım. Bugün gelinen nokta
itibariyle, artık, Türkiye'de, karma ekonomi de bitmiştir. Bunu da görmek
lazım.
Değerli arkadaşlar, tabiî, üçüncü dünya ülkeleri de, Türkiye'de,
maalesef, planlamada muvaffak olamadı, netice alamadı. Türkiye, 1963'te ilk
plan dönemine girdi, bugün 2000 yılındayız, yani otuzyedi senedir planlama
döneminde.
1973'te Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlanırken, Türkiye'nin
hedefi, 1995'te İtalya'yı yakalamaktı, aradaki farkı kapatmaktı. Bakın, burada,
elimde rakamlar var; 1975'i alırsak, Türkiye'nin fert başına düşen millî geliri
910 dolar, İtalya'nın fert başına düşen millî geliri de 3 084 dolar. Türkiye,
1995'te bunu yakalayacaktı, İtalya'nın seviyesine gelecekti; ama, 1995'te
İtalya'nın millî geliri 18 700 dolar, Türkiye'nin millî geliri 2 788 dolar.
Demek ki, yakalayamadık; aradaki fark 7 misli açıldı, makas açıldı. Yani,
Türkiye, bu planlama döneminde hedeflerine ulaşamamıştır; sanayide, eğitimde,
ticarette, bütün sektörlerde, Türkiye, hedefine ulaşamamıştır; hedef aldığı
topluluklarla arası açılmıştır. Hatta hatta, bakın, Avrupa'nın Portekiz,
İspanya, Yunanistan gibi 1960'lı yıllarda bizimle aynı seviyede olan
ülkeleriyle karşılaştırmak istemiyorum; ama, onlar, bugün bizi çok çok
geçtiler. İspanya'nın millî geliri, bugün, 14 000-15 000 dolar mertebesindedir;
yani, Türkiye'nin aşağı yukarı 5 mislidir; ama, Kore de bizi geçti, Malezya da
bizi geçti; yani, Güneydoğu Asya ülkeleri de bizi geçtiler; yani, bir yerde bir
hatamız var. Plan hesapları yanlıştır demek istemiyorum; ama, uygulayan siyasî
iktidarların iradesinde, meseleyi yönetmesinde birtakım zaaflar var ki,
Türkiye, netice alamadı.
Değerli arkadaşlar, plana bakarsanız, 2023 yılı içinde, Türkiye, Avrupa
Topluluğu ülkelerini yakalayacak deniliyor. Bugün, Avrupa Topluluğu ülkelerinde
fert başına millî gelir 30-40 000 dolar mertebesindedir. Tabiî, onlar, yılda,
aşağı yukarı yüzde 2-3 mertebesinde millî gelir artışlarıyla 2023'te, yirmiüç
yıl sonra nereye gelecekler, biz nerede olacağız? Korkarım, aradaki 8-10 misli
fark, şimdi, gelir seviyesi itibariyle, aramızda, aşağı yukarı 10 ile 13 misli
fark var -yuvarlak hesap 3 000 dolar, 30 000-40000 dolar- aradaki fark çok daha
açılır.
Onun için, Türkiye'nin, eğer, kalkınmada başarılı olmak istiyorsa,
süratle merkezî idareyi dağıtıp yeniden yapılandırması lazım. Küçük bir merkezî
idare; ama, müessir, denetleme gücü olan bir merkezî idare. Yetkileri olduğu
gibi taşraya yaymak lazım. 5 000 projeyi Ankara'dan yönetemezsiniz. 500 000
öğretmeni Ankara'dan idare edemezsiniz. Aşağı yukarı 2,5 milyon memuru, kamu
çalışanını Ankara'dan idare edemezsiniz. Onun için, bunları, mahallî idarelere
dağıtmak, eğitimi de, sağlığı da, yatırımı da -il seviyesinde olan kamu
yatırımlarının hepsini- illere, mahallî idarelere bırakmak lazım; belediyelere,
özel idarelere bırakmak lazım. Ankara, ancak, enerji sektöründe çok büyük, dev
birtakım yatırımları varsa, ulaşımda varsa bunlarla meşgul olur. Bunlarda da,
tabiî, süratle özelleştirmeye gitmek lazım, devleti küçültmek lazım. Başka
şekilde, biz, planlamada muvaffak olamayız.
Sanayileşmede muvaffak olamadık. Sanayimiz istediğimiz noktaya gelmedi.
Bugün, sanayi mamullerimiz, genellikle düşük katma değeri olan mallardır;
sanayi mamullerimiz, ileri teknoloji ürünleri değildir. Bu sahada istediğimiz
gelişmeyi sağlayamadık. Türkiye'de, yılda alınan patent sayısı 1 200, 1 300
mertebesindedir, Avrupa ülkelerinde 50 000, 80 000, 100 000 mertebesindedir.
Bırakın Avrupa ülkelerini, demin saydığım Kore'de de, diğerlerinde de 40 000, 50 000 mertebesindedir; yani,
Türkiye, gerek sanayileşme gerek teknolojik gelişmesini sağlayamamıştır.
Türkiye, ticarette de istediği hedeflere ulaşamamıştır. Bugün 65
milyonluk Türkiye'nin ihracatı sadece 23-24 milyar dolar mertebesindedir. Bir Kore'nin ihracatı bugün 150-200 milyar
dolar mertebesindedir. Evet, bir Malezya'nın ihracatı bizden çoktur, bir
Portekiz'in, bir Belçika'nın ihracatı bizden kat kat yukarıdadır.
Tabiî, ihracatta başarılı olamamak, Türkiye'yi zaman zaman konjonktürel
sıkıntıların içine sokmaktadır; nedir o; döviz dengesi bakımından. Bizde döviz
dengesi bozuldu mu her şey bozulur; arkasından, devalüasyon gelir; arkasından,
birtakım başka sıkıntılar gelir.
Şimdi, Türkiye'nin, son üç ayda, ocak, şubat, mart döneminde ödemeler
dengesinde 2,6 milyar dolar açığı var; yani, görülüyor ki, bu, yıl sonunda,
aşağı yukarı 10-12 milyar dolara ulaşacak ve Türkiye, bir döviz sıkıntısının
içine doğru gidebilir. Hükümetin bunları görmesi lazım.
Tabiî, uzun dönemde, niye biz bu noktadayız; aslında, biz, dışticarette
potansiyelimizi kullanmıyoruz değerli arkadaşlar. Bakın, merak ettim, baktım;
burada tablolar var. Biz, 1980'li yıllarda, Ortadoğu ülkelerine, ihracatımızın
yüzde 48'ini yapar imişiz. Ortadoğu ülkelerine aşağı yukarı 3,5 milyar dolar
mertebesinde ihracatımız olan yıllar var; ama, bugün geldiğimiz nokta, küçüle
küçüle küçüle, 2 milyar dolar mertebesine düşmüşüz; yani, bu 3,5 milyar dolar
mertebede ihracatımız olduğu zaman, toplam ihracatımız 8 milyar dolarmış;
yarısı aşağı yukarı! Bugün, ihracatımız 25 milyar, 26 milyar dolara gelmiş;
ama, bu ülkelere olan ihracatımız da 2 milyar dolara düşmüş. Bu ülkeler, büyük
tüketimi olan bölgelerdir. Birçoğu, petrol gelirleriyle, diğer ihtiyaçlarını
dışpiyasalardan karşılayan, yılda sadece 20-25 milyar dolar gıda maddesi ithal
eden ülkelerdir; ama, maalesef, biz bu ülkelerle olan ticaretimizi küçültmüşüz.
Bugün, Ortadoğu ülkelerine olan ihracatımız, yüzde yüzde 48'den yüzde 8'e
düşmüş ve ithalatımız da, yine, aşağı yukarı, yüzde 40 mertebesinden yüzde 4'e
düşmüştür; yani, komşularımız ve çevremizle ilgimizi kesmişiz.
Tabiî, Avrupa Topluluğuyla olan ihracatımız, dışticaretimiz büyümüş;
büyümüş ama, dış açıklarımız da büyümüş. Bakın, size rakamlar arz edeyim: İşte,
Avrupa Topluluğuyla olan dışticaret açığımız, bugün yılda, aşağı yukarı 12-13 milyar
dolar mertebesine gelmiş bulunmaktadır. Yani, toplam dışticaret açığımızın
yarısı, Avrupa Topluluğuyla olan dışticaret açığıdır. Türkiye, komşularıyla,
çevresiyle ticaret yapamayan, ticaretini geliştiremeyen bir ülkedir.
Tabiî, bu şartlarda da Türkiye'nin büyümesi mümkün değildir. Türkiye'nin
büyümesinin temelinde, mutlaka ve mutlaka, ihracat olması gerekir. İhracat
olmadan büyümemiz mümkün değildir; çünkü, iç tüketimimiz azdır, gelir düşüktür.
Geliri düşük olan bir ülkede, ancak, ihracatla ayağa kalkarsınız. Otomobil imal
edecekseniz, bunu sadece içpazar için yapamazsınız. Bugün, Türkiye'de iç pazara
satacağınız otomobil sayısı, nihayet, topu topu 300 000 mertebesindedir. Eğer,
ciddî bir otomotiv sanayii kuracaksanız, milyonların üzerinde üretim yapmanız
lazımdır. Kendi teknolojisini geliştirebilmesi için, kendi imalat
maliyetlerini, araştırma maliyetlerini yüksek sayıda üretime yaymadan, otomotiv
sanayiin ayakta durması mümkün değildir.
Bakın, bugün, Kore, otomotiv sanayiinde senede 3 milyon mertebesinde
imal eden ve bütün dünyaya satan bir ülke haline gelmiştir. Onun nedenle,
Türkiye, büyümek için, mutlaka ve mutlaka ihracatı hedeflemesi lazım. Aslında,
bu hedef hep var; 1960'lı yıllardan beri var; Birinci, İkinci, Üçüncü,
Dördüncü, Beşinci, Altıncı planlarda var. Aşağı yukarı, 1980'li yıllara
gelinceye kadar, Türkiye'nin bütün planlarında hedef, ithal ikamesi ve
ihracattı; ama, maalesef, bu konuda bir türlü istenilen noktaya gelemedik.
Tabiî, ihracatta başarılı olmanın yolu, kalitede ve maliyette rekabet
edebilecek hale geleceksiniz.
Bugünkü uygulamalarla ilgili hükümete bir şey hatırlatmak istiyorum.
Biraz önce, dışticaret açıklarının, üç ayda 2,6 milyar dolar olduğunu, ödemeler
dengesi açığının 2,6 milyar dolar olduğunu söylemiştim; mühim bir açık olduğunu
söylemiştim. Tabiî, bugünkü uygulamayla ilgili gelinen nokta bu.
Bakın, bugün, mayıs sonu itibariyle, yüzde 18 mertebesinde enflasyon
var; fiyatlar artmış. Bunu, siz, haziran sonu itibariyle –bir hafta sonra belli
olacak– yüzde 20 olarak alın; ama, dövizde, mesela, markta artış, yüzde 7'dir.
Yüzde 7, siz, döviz kurlarında artış sağlıyorsunuz; yani, 13 puan ihracatçının
aleyhinedir. İç maliyetleriniz, sizin, yüzde 20 artarken -haziran sonu
itibariyle- döviz kurlarınızdaki artış yüzde 7'yse, siz, orada ihracatı tahrip
edersiniz, ihracat gelişmez. İşte, dışticaretteki bu patlama, ithalat
patlamasının sebebi budur. Niye budur;
tabiî, içerideki maliyetler artarken, döviz kurları aynı paralelde
artmazsa, döviz kurları ile enflasyon arasındaki makas açılırsa, ihracat
yapamazsınız ve ithal malları daha ucuz hale gelir, dışarıdan bol bol ithalat
yaparsınız. Nitekim, geçen ay, aşağı yukarı, yüzde 40 mertebesinde ithalat
arttı. Görülmemiş seviyede ithalata bir hücum var. Bu döviz sıkıntısı da, önümüzde,
buna bağlıdır.
Değerli arkadaşlar, bir diğer husus da... Mesela, kamu maliyesine
baktığımız zaman, planlı dönemde kamu maliyesi iyi gelişmemiş. 1980'li yıllarda
faizlerin devletin gelirlerine oranı yüzde 1-2 mertebesindeyken, bugün vergi
gelirlerinin yüzde 118'i mertebesinde faiz ödüyoruz; yani, topladığımız bütün
gelirler, faizlere yetmiyor. İşte, burada rakamlar, bakın değerli arkadaşlar...
Beş aylık dönemde, ocak-mayıs döneminde, vergi gelirleri 10 katrilyon 186
trilyon lira, faiz ödemeleri 11 katrilyon 700 trilyon lira ve her yıl, bu,
kötüleşerek geliyor, onu ifade ediyorum. Bu yıl, geçen yıla göre daha kötü,
geçen yıl, önceki yıla göre daha kötüdür. Yani, Türkiye, fevkalade kötü
durumdadır kamu maliyesi bakımından. Bunun altından nasıl kalkacağız? Bakın,
dört ayda ödediğimiz faiz, 20 milyar 208 milyon dolardır. Her ay, 4 milyar
dolar faiz ödüyoruz; yani, bu, giderek daha da kötüleşiyor değerli arkadaşlar.
Onun için, Türkiye, planlı dönemde kalkınacağı, gelişeceği yerde bir krizin
içine düşmüş bulunmaktadır.
Tabiî, bu şartlarda Türkiye'nin bir yere gitmesi mümkün değil; ne
yapacaksa, hükümetin, onu, önüne katması lazım. Aslında, birinci mesele,
Türkiye'yi bu malî krizden, bu sıkıntıdan kurtarmaktır. Ekonominin fevkalade
dirayetli ve fevkalade yakın bir takiple yönetilmesi gerekir. Sayın Başbakanın,
ekonomiye çok vakit ayırması gerekir. Üç parti koalisyonu olduğu için,
partilere bölünmüş olan ekonomik faliyetler arasında koordinasyon yoktur. Bu
koordinasyonsuzluk da, Türkiye'yi, önümüzdeki yıllarda daha büyük sıkıntılara
götürecektir.
Değerli arkadaşlar, tabiî, bu malî sıkıntı, Türkiye'yi giderek daha
büyük sıkıntılar içine sokmaktadır. Tabiî, bundan da bütün vatandaşlar ıstırap
duymaktadır. Bütçe uygulamalarına baktığımız zaman, faizlerdeki artış, önceki
beş aylık döneme göre yüzde 300 mertebesindedir. Tabiî, hükümet "ben
bütçeyi iyi idare ediyorum, faiziçi harcamaları kısıyorum" diyor. Faizdışı
harcamalardaki fazlalık, mayıs ayı sonu itibariyle 4 katrilyon liraya ulaşmış.
İyi; ama, bu, faizdışı harcamalardan kısıyorsunuz demek, memura, emekliye, çiftçiye vermiyorsunuz demek, esnafa destek
vermiyorsunuz demek ve sosyal güvenlik kurumlarına yeterince destek
vermiyorsunuz demek. Bu tablo, Türkiye'yi bir yere götürmez; bu tablo içinden
hiçbir plan muvaffak olamaz, toplumun desteğini almayan hiçbir plan muvaffak
olamaz.
Biz, şimdi burada planı görüşüyoruz. Ben de diyorum ki, vatandaş
köyünde, kahvesinde, şehrinde, evinde "aman, bıktık sizin
planınızdan" diyor. 1960'lı yıllarda plan tartışmaları başlayınca, Adalet
Partisinin o zamanki Genel Başkanı rahmetli Gümüşpala "plan mı, pilav
mı" diye bir tartışma çıkarmıştı 1961'de, 1962'de. Doğru, hakikaten, o
zaman, vatandaş haklıymış; bakın, otuzyedi senelik planlı dönemde vatandaş
pilava uzanamadı; vatandaşın önüne imkân gelmedi, vatandaş fukaralık çemberini
kıramadı.
Değerli arkadaşlar, bakınız, burada, Yedinci Plan döneminde
bölgelerarası kalkınmayla ilgili neler yapılmış; plandaki rakamları vereceğim.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu daha da fakirleşmiş, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu'da gelişme olmamış. Dördüncü Plan döneminde, Türkiye ortalaması yüzde
4,4 ile ifade edilirken, gelişme, Doğu Anadolu Bölgesinde yüzde 1,2 olmuş;
yani, bölge daha da fakirleşmiş; yani, Türkiye'de zümreler fakirleşiyor,
bölgeler fakirleşiyor, vatandaş kitleleri fakirleşiyor, çiftçi fakirleşiyor.
Bakınız, çiftçiyle ilgili burada enteresan bir bilgi var, merak
edersiniz diye arz edeyim:
Çiftçiye verilen destekler -işte, bu da, yine, hükümetin belgelerinde-
gübre desteği, hububat alımıyla ilgili destek, hayvancılıkla ilgili
destekler... 1996'da 51 trilyon lira, yani, 640 milyon dolar; 54 üncü hükümet
zamanında, 1997'de biz -Refahyol hükümeti- gelmişiz 251 trilyon lira vermişiz
ve 1 milyar 659 milyon dolarla, aşağı yukarı 3 misli artırarak çifçiyi
desteklemişiz. 1998'de 55 inci hükümet -Anasol-D hükümeti- bu desteği 693
milyon dolara düşürmüş; yani, 180 trilyon liraya düşürmüş! Önceki hükümet -biz,
251 trilyon vermişiz- bizden sonra 180 trilyona düşürmüş. Aslında rakamın
enflasyona göre artması lazım; zaten, dolara çevirdiğiniz zaman da görünüyor;
yani, Refahyol hükümeti, çiftçiye tarım desteği olarak 1 milyar 659 milyon
dolar vermiş, bizden sonraki hükümet 693 milyon dolara, üçte 1'e düşürmüş!
1999'da Anasol-M hükümeti 541 milyon dolara düşürmüş; MHP, ANAP ve DSP İktidarı
541 milyon dolara düşürmüş, 2000 yılında da yine 548 milyon dolar verecek.
İşte, faize gömülmüş olan, batmış olan bir ülkede emekliye de, memura da,
çiftçiye de hiçbir şey vermeniz mümkün değil. Bu tablo, budur değerli arkadaşlar.
Muhterem arkadaşlar, tabiî, tarımda yapılacak çok işler var; sulama,
drenaj, taşkın kontrol... Bakın, geçenlerde bir yağmur yağdı, 200 bin dönüm
arazi, Türkiye'nin her yerinde, Tokat'ından Antalya'sına kadar, Samsun'undan
Sakarya'sına kadar seller altında kaldı; mahsul gitti. Bunun kontrolü var,
bunun çaresi var. Drenaj yapacaksınız, göletler yapacaksınız, sel kapanları
yapacaksınız, barajlar yapacaksınız; hem su vereceksiniz hem de taşkını
önleyeceksiniz; ama, hani para; yok! Yatırımlara para yok ki bütçede; bütçenin,
gelirlerin tamamı faize gidiyor.
Geçenlerde, burada, Tarım Bakanıyla ilgili gensorudan sonra muhtelif
yerlerden çiftçiler aradı. Bir tanesi de Amik Ovasından, Antakya'dan Kadir
Mursallı Bey aradı; "ben, ciddî çiftçilik yapan biriyim, maalesef,
susuzluktan kavruluyoruz; 20 metre derinlikte, derin kuyu pompalarıyla su
bulmaya uğraşıyoruz" dedi. Halbuki, Menzelet Barajından veya bölgedeki
diğer su kaynaklarından, bölgeye, sulama şebekeleri getirmek lazım; tarımın
ihtiyacıdır bu. Çiftçiyi kalkındırmanın yolu, elbette sadece para vermek değil;
verimi artıracak olan projeleri de süratle uygulamak lazım; ama, maalesef,
bütçede para yok, rantiye, bütçeyi hortumluyor ve bütçede, vatandaşa hizmete
para yok.
Hububat, meyve, sebze, hayvancılık... Baktım plana, hayvancılıkla ilgili
hiçbir beyan yok. Sadece şu beyan var: Hayvansal üretim, Yedinci Plan döneminde
azaldı. İharacat da azaldı; yüzde 16 azaldı deniyor. Peki çoğaltmak için ne
yapacağız? Ben planda bunu görmek istiyorum. İlkeler bölümünde hiçbir şey yok.
Değerli arkadaşlar, hayvancılık ve tarım gelişecekse, buna destek
vereceksiniz. Bendeniz, muhtelif zamanlarda burada arz etmişimdir; piyasa
fiyatlarıyla, siz, Türk tarım ürünlerini, hayvancılık ürünlerini rekabete
sokarsanız, hepsi batar. Niye; Avrupa Topluluğunun ve Amerika'nın gerisinde,
açın bakın OECD istatistiklerine, milyarlarca dolar destek var. Bugün, Avrupa
Birliğinin, 1998'de çiftçiye verdiği destek, 130 milyar dolar üretici desteği,
70 milyar dolar da tüketici desteği. Tüketici desteği dediği şudur: Tarım
ürünleri, hayvancılık ürünleri, peynir, tereyağ, süt, piyasaya pahalı gitmesin
diye çiftçiyi destekliyor, ucuz fiyatla piyasaya arz ediyor, tüketiciyi korumak
için. Öbür taraftan da, üretici destekleriyle yine çiftçiyi koruyor. Bizim,
şimdi, tarımda bunu yapmamız lazım.
Siz, piyasaya şartlarına Türk tarımını bıraktığınız anda, emin olun,
köylüler gelir, Ankara'yı, İstanbul'u basar, haklı olarak... Niye; geçinemez de
onun için. Bugün, Sıvas'ta, 160-170 kilo buğday yetişecek, Adana'da biraz daha
fazlası yetişecek. Siz, verimi artırmadan, teknolojiyi geliştirmeden, onları,
ayakta duracak şekilde, rekabet edebilecek şartlara getirmeden, Kansas
Borsasındaki fiyatlarla çiftçiye muamele yaparsanız, çiftçi batar, çiftçiyi
asarsınız o zaman; onu ifade edeyim. Çiftçi de asılmayacağına göre, çiftçi de
sizin sandıkta canınıza okur önümüzdeki seçimlerde; bunu da, önünüze gelir,
görürsünüz.
Değerli arkadaşlar, tabiî, tarımla ilgili mesele, tekrar ifade ediyorum,
üretim maliyetleri ile satış gelirleri arasında; birincisi, masrafları,
maliyeti kurtaracak para bırakacak; ikincisi, çiftçinin geçinebileceği kadar
bir para bırakacak. İşte, desteğin esası budur. Bunu hangi ad altında
verirseniz verin. Efendim, Toprak Mahsulleri Ofisi şu kadar ziyan etti, falanca
şu kadar ziyan etti... Bizi ilgilendirmez o. Biz, çiftçiye giden desteğe
bakıyoruz. İşte, çiftçiye verdiğiniz destek 540 milyon dolardır. Siz, faiz
sisteminizle, Toprak Mahsulleri Ofisi kanalıyla Hazineyi yağma ettiriyorsanız,
onun sorumluluğu size aittir, hükümete aittir; onun çaresini bulmaya
mecbursunuz.
Muhterem arkadaşlar, planda, eğitimle ilgili, beklenen hedeflerin
gerçekleştiğini ve gerçekleşeceğini ifade eden bir şey görmüyoruz. Biz, burada,
bu Mecliste, 1997 yılında, gece sabahlara kadar çalışarak, Sekiz Yıllık
Kesintisiz Eğitim Kanununu çıkardık. Biz, muhalefet ettik, kesintili olması
lazım dedik. Yedinci Planda da kesintili olmasına rağmen, demek ki, plan sözü
dinlenmiyor, kimse plana riayet etmiyor. Bir kanunla onu değiştirdiniz, kesintisiz
eğitim kanununu çıkardınız; imam-hatip okullarını kapattınız, Kur'an kurslarını
kapattınız. Bakın, şimdi, her sene 35-40 hafız yetiştiren Kur'an kurslarının
hepsi boş. Hendek Kâzımiye Kur'an Kursu, Adapazarı Aziziye Kur'an Kursu,
Türkiye'nin her yerinde, hepsi boş. Bunu nasıl çözeceksiniz, merak ediyorum.
Asıl benim söylemek istediğim şudur: Bakın, bu kanunu çıkarırken,
eğitime destek kanununu çıkardık beraber, malî bir paket geliştirildi. Neydi
hedef; eğitimde sınıflar 30'ar kişi olacak, her öğrenci bilgisayar sahibi
olacak. Vazgeçtik bilgisayardan, hani 30 kişilik sınıflar?...
Millî Eğitim Bakanlığı, geçenlerde, haziran ayında yeni bir tebliğ
yayınladı ve 15 kişiden fazla öğrencisi olan köy okullarını tekrar açıyor;
"taşımalı sistemde muvaffak olamadım, vazgeçtim" diyor. Yani, 16
öğrencisi, 20 öğrencisi, 30 öğrencisi varsa, köy okulları yeniden açılacak. Ne
olacak; bir öğretmen, beş sene çocukları okutacak. Yani, beş sene okula devam
eden bir çocuk bir sene okula devam etmiş olacak. İki öğretmen beş sene
çocukları okutacak. Yani, burada, eğitimden ne verimlilik alacaksınız?... Ne
oldu, bu paraları ne yaptınız?.. Şu kadar bin derslik yapacaktınız, 160 000-170
000 derslik yapacaktınız, öğretmen açığını kapatacaktınız, sınıfları 30 kişiye düşürecektiniz;
ne oldu bu?.. Hükümetin, gelip, burada, bunların hesabını vermesi lazım değerli
arkadaşlar. Tabiî, eğitim, tamamen bir fiyaskodur.
Yine, planda -burada, açar bakarsanız, maddelerini de söylerim
isterseniz- diyor ki: "Meslekî ve teknik eğitim geliştirilecektir."
İyi, güzel, geliştirelim meslekî ve teknik eğitimi; ama, nasıl
geliştireceksiniz?.. Bakın, burada rakamlar var, vereyim: 1999-2000 yılında
meslekî ve teknik öğretimde öğrenci azaldı. Sadece imam-hatip okullarını tahrip
etmediniz, endüstri meslek liselerinde de 17 000 öğrenci azaldı; bu sene daha
da azalacak. Niye; üniversiteye girişlerini engelliyorsunuz. Yani, sizin
elinize hangi planı versek, siz, sadece Türkiye'yi tahrip edersiniz. Niye;
hükümet olarak sizin zihniyetiniz düzgün değil de onun için. (FP sıralarından
alkışlar) Siz, milletin iradesine ram olacak uygulamalar yerine, belli dayatma
güçlerinden gelen...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
CEVAT AYHAN (Devamla) – Bitireceğim Başkanım.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
CEVAT AYHAN (Devamla) – Siz, tabiî, milletin değerlerine, milletin
taleplerine değer veren bir hükümet değilsiniz; üzerinizde 28 Şubatın gölgesi
var, sadece onlardan not bekliyorsunuz. Tabiî, bu seçimde, o oldu, bu oldu,
biriniz yakaladınız, biriniz "asacağız" dediniz, seçimi kazandınız;
ama, önümüzdeki seçimde ne yapacaksınız; bilmiyorum.
Planın hayırlı olmasını diliyor, hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Üçüncü söz, Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu'nun.
Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkanım,
değerli milletvekili arkadaşlarım; Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
hakkında, Grubumuz adına, görüşlerimizi ifade etmek üzere söz almış
bulunuyorum; hepinizi, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, uygulanması ve uyulması yasa gereği olan yedi adet
beş yıllık planın ne kadar gerçekleştiğini ve hangi sonuçlara ulaştığını
sorgulamamız gerekiyor; olumsuz olan bu neticelerinin hangi gerekçelere
dayandığını bilmek gerekiyor; bu hususları, milletimize de duyurmamız
gerekiyor. Ancak, hükümetlerin, böyle bir gayret içerisinde olmadığını
görüyoruz.
Neticeye ulaşabilmemiz için, önemli sayılabilecek engellerin
kaldırılması, yapısal bozuklukların giderilmesi projelerini ihtiva eden bir
planın öncelikle yapılması gerekirdi. Bundan sonra yapılan bir plan ancak
başarıya ulaşabilecektir.
Ülkemizde, özellikle plan dönemlerindeki müdahalecilik, özgürlüklerin
askıya alınması, başarısızlıkları getirmiştir. Aslında, Sekizinci Beş Yıllık
Kalkınma Planının giriş bölümünde olumsuzluklar sıralanmıştır; ancak,
tedbirleri, gerekçeleri konusunda bir değerlendirme yoktur.
Buna bir örnek vermek gerekirse; Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planının 42
nci bendinde "kamu kesimi borçlanma gereğinin gayri safî millî hâsılaya
oranının, plan dönemi sonunda yüzde 3 veya yüzde 3,2'ye düşürülmesi
hedeflenmiştir" deniliyordu; ancak, bu oranın, 1999 yılı sonunda yüzde
14,8'e yükseltildiği belirtiliyor. 2000 yılında ise, bu oran daha da
yükselecektir.
Tabiî, bu duruma, devletin müsrif yapısı, ekonominin büyük bir bölümünü
devletin kavraması, ülke tasarruflarını kendi açıklarını kapatmakta kullanması
neden olmuştur. Sermaye kesimi reel ekonomiden çekilerek devleti kendisine en
verimli müşteri seçmiş ve devletin bu politikasını sürdürmesini de teşvik
etmiş; bir yandan istikrarsızlığa bir yandan da kamu açıklarının artmasına
sebep olmuştur.
Bir plan, çok başarılı bir uzman grubu tarafından hazırlanabilir; ancak,
planın uygulanmasında lojistik destek olmazsa, altyapı iyi oluşturulmamışsa,
başarıya ulaşmak mümkün olamaz. Türkiye'de uygulanan yedi adet beş yıllık
planın ve hatta bu Sekizinci Beş Yıllık Planın akıbeti de, belirttiğimiz
hususlardan dolayı, başarısız olmakla karşı karşıyadır. Bu planda, eski
olumsuzlukları düşünerek, kısa dönemlerde anlamlı hedeflerin geliştirilmesini
de belirlemek gerekirdi.
Geçtiğimiz dönemlerle ilgili olarak neticeleri sıralarsak; ekonomik
yönden, iş hayatında fırsat eşitsizliği gündeme gelmiştir.
Gelir dağılımındaki bozukluk ve yolsuzlukla mücadele konularının
işlendiği planın 119 uncu sayfası incelendiğinde, gelir dağılımındaki
dengesizliğin daha devam edeceği belirtildikten sonra, asıl nedenlerinden ve
radikal tedbirlerinden bahis yoktur. Gelir dağılımındaki en etkili faktör,
devletin içine düşürüldüğü faiz girdabıdır. 1996 yılında 100 liralık verginin
67 lirası, 1997 yılında -Refahyol iktidarı döneminde- 100 liralık verginin 48
lirası faize giderken, iktidar değişikliğinden ve müdahalelerden sonra, 1998 ve
1999 yılında 100 liralık verginin 86 lirası faiz için ödenmiştir. 2000 yılında
ise, toplanan vergi faize yetmeyecek duruma gelmiştir.
2000 yılında günlük ödenen faiz 58 trilyon lira olarak hedeflendiği
halde, bugün, bu rakamın, yüzde 38 artarak, günde 80 trilyon liraya ulaştığı
görülüyor. Türkiye, 1999 yılında yüzde 6,4 fakirleşmişse, bunun en önemli
sebebi, faiz batağıdır, borç batağıdır.
Şimdi, bu içborca ödenen faizler nereye gidiyor; onu da, milletimizin
gözünün önünde belirlemek gerekiyor:
Bakınız, 1995 ile 1999 yılları sonuna kadar bütçeden ödediğimiz faiz
miktarı 95 milyar 529 milyon dolardır. Bunun 85 milyar 23 milyon dolarlık
bölümü, içborç faizlerine ödenmiştir. İçborç faiz senetlerinin de yaklaşık
yüzde 85’lik bölümü, bankalarca ve holdinglerce kapatıldığına göre, bir avuç
banka sahibine ödediğimiz faiz, 72 milyar 270 milyon dolardır.
2000 yılına gelindiğinde; 2000 yılı bütçesinde 21 katrilyon faiz
ödemeleri öngörülmüştür. Bu da, 36 milyar 880 milyon dolar eder. Bu 36 milyar
880 milyon dolarlık faizin 2,3 milyar dolarlık bölümü dışborç faizi olarak
ödenecek, geri kalan, yaklaşık 34,5 milyar dolarlık bölümü ise içborç faizi
olarak ödenecek.
Dahilde, yine, yüzde 85’lik bölümü; yani, 30 milyar doları bankalara
ödenecek. Demek ki, 1995 - 2000 plan döneminde; yani, Yedinci Beş Yıllık
Dönemde, 102 milyar dolar, devletin sırtından üç beş banka veya holdinge veya
rantiye kesimine faiz olarak ödenmiştir. 1995-2000 yıllarında; yani, Yedinci
Beş Yıllık Plan döneminde, 132 milyar 408 milyon dolar iç ve dış borçların
faizlerine ödenmiştir.
Değerli arkadaşlar, böyle bir ülkede, makro ekonomik hedefleri
gerçekleştirmek mümkün değildir. Rantiye kesimi semirirken, millet
fakirleşmektedir. Dolayısıyla, gelir dengesizliği sürüp gitmektedir. Bu
giderlere, batırılan bankalara ödenen paralar da ilave edilmiştir. Tedbirler
alınmazsa; beş on yıl sonra, Türkiye’yi, yirmi otuz zengin grup yönetir hale
gelecektir.
Siyaset alanını servet sahiplerinin tahakkümünden mutlaka kurtarmak
gerekmektedir.
Gelirde, adil olmayan paylaşım yaşanmaktadır.
Ekonomide kayıtdışılık hâlâ sürmektedir.
İşsizlik çok büyük boyutlara ulaşmış, enflasyon ve yüksek faiz, toplumu
dayanılmaz bir ekonomik ve sosyal çöküntüye sürüklemiştir.
Anadolu sermayesinin önü tıkanmıştır.
Sanayide bir ayırımcılık söz konusudur.
Geniş halk kitlelerini kapsayan, kendini istihdam projelerinin
genişletilmesi, geliştirilmesi ve hayata konulması gerekmektedir.
Küçük ve orta işletmelerin, ülkemiz gerçekleri göz önüne alınarak,
fizikî, ekonomik boyutlarının ve istihdam hacimlerinin yeniden tarifi
gerekmektedir.
Kredi kullanımının daha ziyade tabana dönük olarak artırılması
gerekmektedir.
Sanayiin, birbirini destekleyen işletmelerin oluşumuna destek olmasının
temin edilmesi gerekir.
Teşvik politikalarının, birbirini destekleyen işletmeleri gündeme
getirecek tarzda yeniden tanzim edilmesi gerekir. Bölgesel teşvikler yanında,
istihdamı artıracak teşviklere de öncelik verilmesi gerekmektedir.
Yerel yönetimler yasası oluşturulurken, organize sanayi bölgeleri,
sanayi siteleri kurma yetkisinin ve organize sanayi bölgelerindeki yerel
yönetimlerin işletmelere uygulayacakları yerel teşviklerin ayrıca tespit
edilmesi gerekir.
Makroekonomik istikrarsızlık vardır. Biraz önce belirttiğimiz gibi,
planlar, çok büyük olumsuzluklar karşısında değerlendirilememektedir.
Eğitim ve sağlık hizmetleri yeterince geliştirilememiştir.
Ekonomide verimlilik düşüktür.
İşgücünün niteliğindeki yetersizlik, eğitimle ilgili eksikliklerden
kaynaklanmaktadır.
Gelir dağılımındaki dengesizlikler giderilmelidir.
Üretim, yatırım ve ihracatta geleneksel sektörlerin ağırlığı vardır. Bu
geleneksel sektörler KOBİ'ler tarafından ayakta tutulmaktadır. KOBİ'lere
gerekli önem, özellikle teşviklerle ilgili olarak verilmelidir.
Anadolu'da biriken halk sermayesinin önünün mutlaka açılması
gerekmektedir. Zira, halkın sermayesi, kendini istihdam projelerinin en başta
gelen unsurlarından biridir.
Ayrıca, yabancı sermaye ürkütülmüştür, korkutulmuştur. Türkiye'de, insan
hak ve özgürlüklerindeki ve demokratikleşmedeki sorunlardan dolayı, yatırım
azlığı bahis konusudur. Yabancı sermayenin ihtiyatlı tutumu, halen devam
etmektedir.
Sosyal yönden baktığımızda ise, şu konuları sıralamak mümkündür:
Siyasî özgürlüklerin kısıtlanması gündeme gelmiştir.
Demokratikleşmenin durması bahis konusudur.
İnsan hakları ihlalleri olmuştur.
Sosyal yapı bozulmuştur.
Çıkar çevrelerinin mafyalaşması gündemdedir. Mafya, devlet kurumları
içerisine sızmıştır.
Yönetimlerin telaş ve şaşkınlık ve hatta kargaşa içerisine düşmesi,
anayasal kurumların görev alanlarının birbirine karışmasına ve demokratik
olmayan müdahalelerine sebep olmuştur.
Değerli arkadaşlar, bir ülkede yasama, yürütme ve yargı bir merciden
talimat ve tavsiye alırsa, o ülkede özgürlük olamaz ve özgürlükten de
bahsedilemez.
Siyasetin, bir hizmet aracı olarak değil de bir çıkar aracı olarak
kullanılması gündeme gelmiştir.
Bir kavram kargaşasıyla, yozlaşma gündeme gelmiştir.
Ülkemizdeki sosyal problemleri gidermek amacıyla, merkezî ve yerel
yönetimlerin yetki paylaşımlarının düzenlenmesi mutlaka gerekmektedir.
Siyasî yönetimin devletle olan ilişkisinin yeniden gözden geçirilmesi,
yeniden belirlenmesi gerekir.
İnsan hak ve özgürlüklerinin tam ve eksiksiz uygulanmasının temin
edilmesi gerekmektedir.
Sivil toplum örgütlerinin de katılımıyla, sivil, çağdaş, insanı önde
tutan, insana hizmeti amaç edinen bir devleti oluşturacak sivil bir anayasa
mutlaka gerçekleştirilmelidir.
Değerli arkadaşlar, bugün, dünyada, sivil inisiyatifler, artan değer
konumundadır. Geçtiğimiz günlerde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi
Annan'ın Seul'de verdiği bir konferansa, 77 ülkeden 8 000 kişi, sivil
inisiyatifleri temsilen katılmıştır. Türkiye'den katılan, ancak 3 kişiydi.
Ancak, o 3 kişi de sivil inisiyatifi temsilen değil, kendilerini temsilen
katılmışlardır.
Sivil toplum örgütü temsilcilerinin önü kapalıdır. Sivil toplum
örgütlerinin kuruluş mevzuatı azaltılmalı; uluslararası kuruluşların
çalışmalarına katılımları kolaylaştırılmalıdır. İçişleri Bakanlığından izin
alınmadan uluslararası bir davete katılmak, birçok sorunu da beraberinde
getirmektedir. Özgürlüklerin geliştirilmesi ve demokratikleşmenin önünün
açılması, toplumun örgütlenmesi ve bu örgütlerin yönetim ve yapılanmalara
katılmalarıyla mümkündür.
Bugün, Amerika Birleşik Devletlerinde 1 200 000 adet sivil toplum örgütü
vardır. 90 milyon yetişkin Amerikalı, mutlaka, bu örgütlerden birisine
kayıtlıdır ve faaliyet göstermektedir. Hollanda gibi ufak bir ülkede, her türlü
ayırımcılığa karşı faaliyette bulunan 1 400 dernek bulunmaktadır. Birleşmiş
Milletler, 2005 yılına kadar kullanılmak üzere, sivil toplum örgütleri için 20
milyar dolar tahsis etmiş bulunuyor. Birleşmiş Milletlere başvuru konusunda,
akredite edilmek hususu için, resmî başvuru kaldırılmalıdır.
Osmanlı Devletinde, 17 nci Yüzyılda, 60 000 vakıf bulunuyordu. Bu yüzden
de, Osmanlı medeniyetine, vakıf medeniyeti denilmekteydi. Bu vakıfların üçte
2'si eğitim ve sağlık konularında faaliyet gösteriyorlardı. Devletin sırtındaki
en önemli yükler, vakıflar tarafından yürütülmekteydi. Sekizinci Beş Yıllık
Kalkınma Planında, bu konulara gerekli önemin verilmemiş olduğunu da görüyoruz.
Eğitimde, bilgi ve teknolojik üretim toplumunu hedefleyen yeniden
yapılanma mutlaka gerçekleştirilmelidir. Eğitimin, kesintili ve yönlendirmeli
olması gerekmektedir.
Millî ve manevî değerlerimizin de izlerini taşıyan bir global ahlaka ve
anlayışa ulaşmak gibi hedeflerimiz olmalıdır.
En önemli konularımızdan birisi de, eğitim konusudur. Eğitim
sistemimizin temel amacı, düşünme, algılama ve problem çözme yeteneği gelişmiş
nesil yetiştirmek olmalıdır. Kişisel yeteneklerin öne çıkarıldığı ve
yönlendirildiği bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır. Zorunlu eğitim sistemi,
sekiz yıl, onbir yıl, hatta, daha fazla olabilir; ancak, yeteneklerin
yönlendirildiği bir sisteme mutlaka ihtiyaç vardır.
Demokratik değerlere bağlı, yeni fikirlere açık, kişisel sorumluluk
duygusuna sahip, millî kültürünü özümsemiş, farklı kültürlerden de kendisine
yarayan biçimleri yorumlayabilen, alabilen, çağdaş uygarlığa katkıda
bulunabilen yeni bir nesil gerekmektedir. Böyle yüksek nitelikli bir neslin
yetişebilmesi için de, mutlaka ve mutlaka, modern eğitim sistemini ülkemizde
uygulamak lazımdır. Bugün ülkemizde uygulanan eğitim sistemi, biçimsel açıdan
tek tip insan yetiştiren eğitim modeline dönüşmüş bulunuyor. Sekiz yıllık
kesintisiz eğitim neticesine baktığımızda, tek tip düşünen, tek tip yaşayan bir
neslin yetişmek üzere olduğunu görmemiz çok mümkündür.
Planda, din eğitimiyle ilgili herhangi bir değerlendirme yoktur. Din
olgusunu yok saymak, toplumun çöküşünü hedeflemekle eşdeğerdedir.
Yükseköğretim, bürokratik ve merkeziyetçi yapıdan kurtarılmalıdır.
Sistemde, rekabeti geliştirici düzenlemeler yapılmalı, üniversitelerin, idarî,
malî ve bilimsel özerklikleri de güçlendirilmelidir. Bunu kısaca ifade etmek
gerekiyorsa, YÖK kaldırılmalıdır.
Tüm gelişmiş ülkelerde, ileri teknoloji alanlarının tamamında, pazarın
yönlendirilmesi ile ar-ge çalışmaları teşvik edilmektedir. Araştırma
enstitülerinin sınır tanımaz çalışmaları, bugün, sınırötesi işbirliklerini
gündeme getirmiştir. Bu ilişkiler, artık, toplumların hayatını doğrudan
etkilemektedir. Kıtalararası rekabetin ve pazar baskısının gündeme getirdiği
ar-ge çalışmaları katılımcılarının yüzde 65'ini sanayi kuruluşları
oluşturmaktadır. Daha iyiye ve artıya doğru gelişen talep, pazarı baskı altına
alarak üretimi teşvik etmekte, bu üretimin de ar-ge çalışmalarıyla
desteklenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, gelişmenin temel ilkesi
"aşağıdan yukarıya doğru" prensibine dayanmaktadır. Bu prensipten
hareketle, kıta Avrupasını kapsayan EUREKA isimli bir kuruluş oluşturularak,
ar-ge çalışmalarının daha büyük boyutlarda desteklenmesi sağlanmıştır.
EUREKA'nın, bugün, 12 milyar euro'yu aşan proje portföyü vardır, 4 milyar
dolaylarında da devam eden proje çalışmaları vardır ve 3 000'in üzerinde
katılımcıya sahiptir.
Pazar potansiyeli olan sonuçlara ulaşan, yeterli düzeyde yeni buluş
içeren, ileri teknolojileri ilgilendiren, araştırma ortaklıklarının kurulmasını
öngören, sivil amaçlı duygulara yönelik çalışmayı hedefleyen EUREKA'ya Türkiye
de üyedir; ancak, Türkiye'nin bu konudaki faaliyetleri oldukça yetersiz ve
duyarsızdır.
Sekizinci Beş Yıllık Planın imalat sanayiiyle ilgili bölümünü
incelediğimizde, 1985 yılından bugüne tam üye oduğumuz EUREKA'nın varlığından,
yapılan çalışmalardan, sonuçlarından ve geleceğinden bahsedilmemektedir.
Bu planın dinamiklerinin tamamen içe dönük olduğu anlaşılıyor.
Uluslararası entegrasyonlara açılmayı yakın hedefte görmüyor.
Bölümün 1 135 ve 1 220 sayılı paragraflarına, "uluslararası ar-ge
çalışmalarına katılım teşvik edilecektir" ibaresinin bir redaksiyonla
eklenmesi gerekmektedir.
İmalat sanayiinin iç ve dış pazarlara yönelik ürün çeşitlerinin
artırılmasıyla ilgili çalışmalar da ar-ge kapsamında geliştirilmelidir.
Değerli arkadaşlar, devletin özelleştirdiği bazı sanayi kuruluşlarının,
daha sonra çeşitli vesilelerle desteklenmediğini ve hatta engellendiğini
görüyoruz. Devlet, elinden çıkardığı bu yükleri, hele hele kendisi için
verimsiz olan bu sanayi kuruluşlarını taşımaya ve verimli hale getirmeye
çalışan özel sektörü, özellikle mevzuat ve teşvik açısından desteklemeli veya
en azından, önündeki siyasî ve ideolojik engelleri kaldırmalıdır.
İstihdam noktasında, atıl, kullanılmayan işgücü yüzde 14,2'ye ulaşmış
bulunuyor. Bu atıl işgücünün yüzde 3,5'lik kısmı kırsal alandadır. Bu durum
ise, kırsal alandan kentlere göçe hazır bir potansiyelin olduğunun ifadesidir.
Planda, bu konuda, kentlere göçün nasıl önleneceği konusunda etkili bir
düzenleme yoktur.
Eğitilmiş işgücünün artırılması çalışmaları, mutlaka,
hızlandırılmalıdır.
Kamu kesimi işçi ücretleri, özel kesim işçi ücretlerinin gerisinde
kalmıştır. Memur maaşları bunların da gerisinde kalarak, ücret dengesizliği had
safhaya ulaşmıştır. 1995-1999 döneminde net ele geçen aylıklarda; asgarî
ücrette yüzde 66, ortalama işçilik aylık gelirinde; kamu işçisinde yüzde 27,
özel kesimde yüzde 30 ve memur maaşında yüzde 29 oranında reel iyileşme
sağlandığı ifade ediliyor. Ancak, şunu ıttılaınıza hemen sunmak istiyorum; bu
durum, 1997 yılında yapılan yüzde 120'lik ücret iyileştirmesinden ileri
gelmiştir. 1999-2000 yılı itibariyle, reel ücretlerde gerileme olduğunu ifade
etmek gerekiyor.
Çalışma hayatıyla ilgili olarak çıkarılan işsizlik sigortası
çerçevesinde, işsiz kalanları ayrıca bir eğitime almak gerektiği konusunda,
mutlaka bir yasal düzenlemeye de ihtiyaç vardır.
4,5 milyona yakın esnaf ve sanatkârımız, 11 adet meslekî federasyon, 80
adet odalar birliği, 3 971 adet oda şeklinde örgütlenmiştir. Yaklaşık, Türkiye
nüfusunun 20 milyonluk kesimini kapsamaktadır. Bu kesime verilen kredi,
Türkiye'nin ödediği 4 günlük faize
eşdeğerdedir; yani, 325 trilyondur. Bu rakam çok yetersizdir. İşgücü oluşumunda
en etkili bir sistem olan esnaf ve sanatkârlarımıza gösterilecek özen,
Türkiye'nin istihdam politikalarına da katkı sağlayacaktır. Esnafımızın
problemlerine dönük olarak Sekizinci Beş Yıllık Planda yeterli tedbirler yer almamıştır.
Esnaf odalarımızın kendilerini ilgilendiren problemleriyle ilgili maddelerinin,
neredeyse, hiçbirisine, plan içerisinde rastlanamamıştır.
Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla ilgili olarak şunları söylememiz
mümkün: Yaklaşık 5 milyon nüfus, 72 000'e yakın işveren potansiyelin elindeki malî kaynaklardan yararlanılamadığı
gibi, devletin kendilerine hizmet götürmede de önemli kusur ve eksiklikleri
vardır. En büyük şikâyetleri de, konsolosluklarla olan ilişkilerindeki
zorluklardır. Özellikle, Balkanlardaki ve Türk cumhuriyetlerindeki girişimcilerimiz,
mutlaka, uygun koşullarla desteklenmelidir. KOBİ kredisi niteliğindeki krediler
oralara da götürülmeli ve oradaki soydaşlarımızın gelişmesi temin edilmelidir.
Tüketici derneklerinin tüm il ve ilçelerde örgütlenmeleri teşvik
edilmelidir; ancak bu yolla tüketiciler olumsuzluklardan korunabilecektir. Tüketici ihtisas
mahkemeleri süratle kurulmalı, pazarla tüketici arasındaki uyum mutlaka temin
edilmelidir.
Yeraltı kaynaklarımızın, çıkarıldıktan sonra, işlenerek ihracı
sağlanmalıdır. Özellikle, enerji sektörüyle ilgili madenciliğe öncelik
verilmelidir. Kıymetli madenler işletilerek ekonomiye katmadeğer temin
edilmelidir. Yeraltı kaynakları bakanlığı kurularak, değişik kurumlara dağılmış
bulunan sektör, tek çatı altında toplanmalıdır.
İmalat sanayimizin, yenilenme, kapasite artırımı, pazar talebine göre
teknoloji üretir duruma getirilme talepleri desteklenmelidir. Avrupa Birliği
içinde pazarlarının korunması ve dünya pazarlarına açılmaları teşvik
edilmelidir. Özellikle, kredi kullanımındaki
yüksek faiz oranları, rekabet edecekleri Avrupa Birliği piyasaları
seviyesine çekilmelidir. Yatırımları, bir taraftan nakit kredi vermekle, diğer
taraftan da teminat desteği sağlamakla desteklenmelidir.
KOBİ'ler, Türkiye'nin itici gücü ve istihdam kaynağıdır. Kredilendirmede
yeterli destekler sağlanamamıştır. Kredi veren kuruluşların kaynaklarının
önemli bir bölümünü KOBİ kredisi olarak vermeleri, mevzuatla teşvik
edilmelidir.
Değerli arkadaşlar, geçtiğimiz yıl, Türk Akreditasyon Kurumu Yasası bu
Meclisten çıkarılmıştır. Ancak, henüz, Akreditasyon Kurumu (TÜRKAK)
oluşturulamamış, faaliyete geçirilememiş ve işlevine başlayamamıştır.
Değerli arkadaşlar, tarımla ilgili gelişme programlarına baktığımız
zaman, önemli bir eksikliği görmemiz mümkün. Türkiye'de arazilerin optimum
büyüklükte toplulaştırılması, dolayısıyla verimliliğinin artırılması
gerekmektedir. Bu plan döneminde, Avrupa Birliğinin ve IMF'nin baskılarının
izlerini bu planda görüyoruz.
Tarımın altyapısı mutlaka desteklenmelidir. Hiç olmazsa, köylümüze,
üreticimize, Avrupa Birliğinde, tarım politikalarında uygulanan girdi
desteklerinin sağlanması lazım. Onların kulladıkları yakıt, ilaç gibi
girdilerin, hiç olmazsa, o seviyelerde temin edilmesi lazım. Bugün, yalnız
mazotu -Avrupa'yla- karşılaştırdığımızda, köylümüz, yaklaşık 4 kat daha fazla
mazot kullanmaktadır.
Planda en önemli unsurlardan biri de, su ürünlerinde sürdürülebilir
üretimin çok basit bir şekilde geçiştirilmiş olmasıdır. Bu konuda, Avrupa
Birliği 1999 İlerleme Raporunda ifade aynen şöyle:"Eldeki bilgiler, bu
alandaki ilerlemeye ilişkin bir değerlendirme yapmaya yeterli değildir."
Değerli arkadaşlar, ormanlarda, orman ile köylü arasındaki barışın,
işbirliğinin mutlaka temin edilmesi gerekiyor. Ormana sınır olan köylerimizde
birtakım problemler vardır. Bu problemlerden bir tanesinden size kısaca söz
etmek istiyorum: Bölgemde bulunan zeytinlikler, 1936 yılında çıkarılan bir
yasayla, makilik arazilere açılmak suretiyle geliştirilmiştir ve bu
geliştirmeyi yapanlara da, tapularının verileceği, zamanın iktidarlarınca ifade
edilmiştir; ancak, bugün, o bölgeden geçen orman kadastrosu, yaklaşık elli
altmış yılda gelişmiş olan zeytinliklerin yüzde 80, yüzde 90 gibi bir oranının
Orman İdaresine ait olduğunu köylüye intikal ettirmiş, köylüyü bu konuda
rahatsız etmiştir.
1984 yılından bugüne, hayvancılıkla ilgili politikalarımız hakkında
hiçbir bilgi yoktur; bu bilgi, mutlaka edinilmelidir.
Enerjide, dünyada nükleer santral teknolojisi üreten firmalar, bu
teknolojiyi ilk kez gündeme getirdiklerinde, yatırımlarını, tüm dünyada
yaklaşık 4 000 nükleer santral kurulacağı politikaları üzerine yapmışlardır;
ancak, bu sayı bugün 400'ler civarında kalmıştır. Hatta, bugün, Alman
Hükümetinin, otuz yıl içerisinde nükleer santralları kaldırma gibi bir program yaptığını
da görüyoruz.
Aslında, nükleer santrala, enerji açığını kapatmak bakımından karşı
olduğumuz anlamında ifade etmiyorum; ancak, daha önce, su, rüzgâr ve güneş
enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasını desteklemek ve
teşvik etmek gerekir. Bu konuda çalışmalar yapan kurum ve kişilere kredi ve
teşvikler sağlanmalı, hatta, bu konuyla ilgili olarak da, uluslararası finans
kurumlarından yararlanılmalıdır.
Değerli arkadaşlar, ulaşım noktasında, demiryolu ağı geliştirilmelidir.
Hava ulaşımında Türkiye, hâlâ çok gerilerde bulunuyor. Mesela, dördüncü büyük
sanayi kenti olan Bursa'nın havaalanı hâlâ bitirilememiştir ve açılamamıştır.
Demiryolu yetersizdir.
Size, ben, biraz da ekonomik göstergelerden bahsetmek istiyordum; ancak,
zamanımız tamamlandı...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Evet efendim, toparlarsanız, Sayın Arınç'ın hakkı da geçmez.
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Devamla) – Benden sonraki arkadaşların
hakkını gasp etmemek için, sabrınızı da taşırmamak için sözlerime son veriyor,
saygılar sunuyor; Sekizinci Beş Yıllık Planın, ülkemize, milletimize ve İslam
âlemi de dahil olmak üzere, hayırlara vesile olmasını diliyorum. (FP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Fazilet Partisi Grubu adına son söz, Manisa Milletvekili Sayın
Bülent Arınç'ın.
Buyurun.
FP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum, iyi akşamlar diliyorum.
Bendeniz de, Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planının Dokuzuncu ve Onuncu Bölümleri üzerinde söz almış bulunuyorum.
Dokuzuncu Bölüm, dikkat edeceğiniz gibi "Kamu Hizmetlerinde
Etkinliğin Artırılması"dır. Bu başlık altında daha alt başlıklar var:
"Adalet Hizmetlerinde Etkinlik", "Güvenlik Hizmetlerinde
Etkinlik", "Mahallî İdareler", "Kamu Yatırımlarının
Planlanmasında ve Uygulanmasında Etkinlik", "Sivil Toplum
Organizasyonları", "Doğal Afetler", "Trafik ve Can
Güvenliği."
Onuncu Bölümdeyse "Ekonomide Etkinliğin Artırılması" konusu
yer almış.
Değerli arkadaşlarım, böylesine geniş bir konunun birkaç sayfa
içerisinde değerlendirildiğini görüyorum. Arkadaşlarımız da, kısmen bu
bölümlere temas ettiler; ben de, önemli saydığım bazı konulara ayrıca değinmek
istiyorum:
Kamu hizmetlerinde etkinliğin artırılmasında, kamu yönetiminin
iyileştirilmesi ve yeniden yapılandırılması gibi, kamu kesimindeki ücret
adaletsizliği gibi konular yer almış.
Adalet hizmetlerinde etkinlikte ise, yargıya ayrılan kamu kaynaklarının
yetersizliği, yargılama sürecinin yavaş işlemesi, hukuk eğitiminde istenilen
standartlara ulaşılamaması gibi konulara değinildikten sonra, her zaman da
konuşulduğu üzere, istinaf mahkemelerinin kurulması teklif edilmiş, Adlî Tıbbın
güçlendirilmesi üzerinde durulmuş, ceza infaz sistemleri, mağdur haklarının
korumasız kalmasına yönelik tedbirler sayılmaya çalışılmış.
Bendeniz, bu konulardan, adalet hizmetlerindeki etkinliği esas alarak,
hukukî bazı düzenlemelere temas etmek istiyorum: Bir defa, plan içerisinde,
adalet hizmetleriyle ilgili çok fazla bir şeyin olmadığını, geçmişte tartışılan
bazı konuların tekrar planda yer almış olduğunu görüyorum. Ancak, bu konuda
Devlet Planlama Teşkilatının hazırladığı, Özel İhtisas Komisyonunun raporu var.
Bu komisyon raporunu da inceledim. Bir çabanın ürünüdür; çalışanlara ve hazırlayanlara
teşekkür ediyorum. Bu kitapta, özellikle, anayasa yargısında etkinlik, idarî
yargıda etkinlik, adlî yargıda, medenî ve icra iflasta etkinlik, ceza, ceza
infazda, adli tıpta ve askerî yargıda etkinlik konuları kısa başlıklar halinde
yer almış. Yalnız, bu kitapçığı hazırlayanların bir önsözü var; diyorlar ki:
"Anayasa yargısındaki etkinlik konusunda bir heyet teşekkül etmedi. Biz,
sadece, genel çerçevede bazı konuları görüştük." Ayrıca, bir şikâyetleri
var: "Bize sadece, iki aylık bir süre tanındı. Bu süre yetersizdir. Biz,
bu iki aylık süre içerisinde, ancak, böyle bir çalışma yapabildik"
diyorlar.
Değerli arkadaşlarım, hukuk konusu, adalet konusu, adaletin etkinliği
konusu, günümüzün ve geleceğimizin konusudur. Bu bakımdan, belki, mahallî
idarelere başka arkadaşlarımızın temas ettiği kadar, güvenlik hizmetlerine,
yine, bazı değerli arkadaşlarımızın temas ettiği kadar bendeniz
tekrarlamayacağım; ama, bu bahiste yer almasını uygun buldum ve lüzumlu
gördüğüm birkaç konuya temas etmek istiyorum.
Bir defa, Anayasada yer almasını ve genel olarak yönetim sistemimizde
değiştirilmesini uygun gördüğümüz, bulduğumuz bazı görüşlerimiz var. Bu
görüşlerimizi destekleyen gelişmeler oldu Türkiye'de. Özellikle, iki üst
mahkememizin, yüksek mahkememizin başkanları, zaman zaman yaptıkları
konuşmalarda, 1982 Anayasasının, bir ihtilalin ürünü olduğunu ve kendisinden
önceki döneme tepki duyarak, temel hak ve özgürlükleri önemli biçimde
kısıtladığını ifade ettiler ve başta, Anayasa olmak üzere, bazı temel kanunlarda
değişiklikler yapılması gerektiğini söylediler. Bunları, yüksek mahkeme
başkanlarının ifade etmiş olması, bugüne kadar ifade edilenlerden farklı
olarak, önemli bir gelişmedir. En sonunda, yeni seçilen Anayasa Mahkemesi
Başkanı, siyasî partilerin kapatılmasıyla ilgili olarak, kendisi dahil olmak
üzere, hiçbir mahkeme üyesinin, siyasî parti kapatma konusunda istekli
olmadığını, bugünkü mevzuatın uygulandığını; ama, artık, Türkiye için, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının da
dikkate alınarak, yeni düzenlemeler gerektiğini ifade ettiler ve Meclise bu
konuda görevler düştüğünü hatırlattılar.
Dolayısıyla, bu bahiste yer almasını düşündüğümüz birkaç konuyu belki
şöylece ifade edebilirim. Bizim, Anayasada, mutlaka yer alması gerektiği
konusunda düşüncelerimiz şunlardır:
1. Parlamentonun itibarının korunmasıdır. Parlamento, millet iradesinin
tecelli ettiği yerdir, siyasetin merkezidir, yönetimin merkezidir.
Parlamentonun bugüne kadar itibarını yıpratmak adına yapılan bütün teşebbüsleri
hepimiz biliyoruz. Parlamentonun yasama görevine müdahale eden birtakım
güçlerin varlığından da hepimiz haberdarız. Başlıklar halinde zikredeceğim;
konuşma süremin içerisinde ancak bu mümkün olabilecek.
2. Partiiçi demokrasi sağlanmalıdır. Bunun, yöntemi mutlaka
bulunmalıdır. Çünkü, Anayasamıza göre, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez
unsurları siyasî partiler; ama, siyasî partiler kendi içerisinde partiiçi
demokrasi sorununu yaşıyorlar, bu da bir paradoks olarak karşımıza çıkıyor.
3. İdarenin hukuka bağlılığı sağlanmalıdır.
4. Anayasa içerisindeki özel
kurumlar demokratikleşmelidir.
5. Kişi hak ve özgürlükleri mutlaka korunmalıdır.
6. Yargı bağımsız ve tarafsız olmalıdır.
7. Türkiye, artık, düşünce suçu ayıbından kurtulmalıdır.
8. Ekonomik özgürlükler korunmalıdır.
9. Medyanın haksız rekabeti önlenmelidir.
10. Bugüne kadar gelen yönetimlerin, biraz da
sorumsuzca başımıza dert ettikleri iç ve dışborçlanmalar konusunda Anayasaya
mutlaka bir sınırlama getirilmelidir.
Değerli arkadaşlarım, bu önerilerimizin içeriği olarak, belki şunları
söylememiz mümkün: Anayasa Mahkemesinin, bugün Yüce Divan sıfatıyla yaptığı bir
yargılama imkânı var. Özellikle, Meclis soruşturması komisyonu raporlarının
sıklıkla görüşüldüğü bugünümüzde, bu konuyu şöylece değiştirmek mümkündür:
Anayasa Mahkemesinin kendi yargı yetkisini başka görevlerle sınırlandırmalı;
ama, Yüce Divan sıfatıyla yapacağı yargı, Yargıtay ceza daireleri
başkanlarından kurulabilecek bir başka organa devredilmelidir; çünkü, Anayasa
Mahkemesinin kendi teşekkülü içerisinde, ceza hukuku noktasında ihtisası
bulunmayan kişiler ve üyeler de bulunmaktadır.
İkincisi; bugüne kadar düşünülen, uzlaşma komisyonunda da üzerinde
ittifak edilen; ama, Meclis tatile girmeden önce mutlaka çıkarılmasını
istediğimiz, Anayasanın geçici 15 inci maddesinin bütün sonuçlarıyla
kaldırılmasıdır. Bildiğiniz gibi, geçici 15 inci madde, 12 Eylül 1980 ile
takriben üç yıllık dönem içerisinde çıkarılmış kanunların Anayasaya
aykırılıklarının iddia edilemeyeceğini öngörmektedir ve bu süre içerisinde
çıkarılmış -en azından 117 civarında, daha fazlası da var- pek çok temel kanun
vardır. Bu kanunlar üzerinde Anayasa Mahkemesi denetim yapamıyor ve kendisine
yapılan iptal başvurularını değerlendiremiyor; çünkü, böylesine bir zırh içerisinde,
öncelikle ve evleviyetle Anayasanın geçici 15 inci maddesinin mutlaka
kaldırılması gerekir.
İdarenin bütün karar ve işlemleri yargı denetimine açılmalı ve
istisnalar kaldırılmalıdır; çünkü, Anayasanın kendi hükmü, idarenin bütün karar
ve işlemleri yargı denetimine tabidir; ama, bilindiği gibi, bunların içerisinde
birkaç tane kısıtlama bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi, 125 inci madde, 105
inci madde, 159 uncu madde ve diğerleri gibi... Yani, Cumhurbaşkanının kendi
başına yaptığı tasarruflarla, Yüksek Askerî Şûra kararları ve Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun aldığı kararlardır. Bunların hepsi birer idarî işlem
niteliğindedir. İdarî işlem niteliğinde olan bu kararlar aleyhine de, mutlaka,
yargı yoluna başvurulabilmelidir. Bu, Türkiye'nin geleceği açısından da, girmek
istediği Avrupa Birliği normları açısından da elzem olan bir konudur.
Yine, temel hak ve özgürlüklerin korunmasına yönelik olarak,
yurttaşların, anayasa şikâyeti yoluyla, Anayasa Mahkemesine başvurmalarına
imkân sağlanmalıdır. Bu konu, planda yer almış. Bunu, takdir edilecek bir konu
olarak görüyorum. Anayasa Mahkemesine başvurma hakkı, bugün, kısıtlıdır. Bunu,
vatandaşlara kadar indirgemek, elbette, Türkiye'de yargının yükünü
artıracaktır; ama, vatandaşın, kendi temel hak ve özgürlüklerini koruması
açısından ileri bir adım olarak görülmektedir.
Değerli arkadaşlarım, bir diğer madde de, Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunun yapısı değiştirilmeli ve yargı bağımsızlığı pekiştirilmelidir. Avrupa
Birliğine üyelik hedefleri doğrultusunda, Türk hukuk mevzuatı, uluslararası
normlara ve çağdaş gelişmelere uyumlu hale getirilmelidir.
Sözümün burasında, asıl, planda yer almayan; ama, bugünümüzün ve
geleceğimizin en önemli konusu üzerinde şunu söylemek istiyorum: Türkiye'nin
imzaladığı uluslararası sözleşmeler ve Anayasamızın bunlara tanıdığı değer ile
Avrupa Birliğine tam üyelik noktasında Türkiye'nin yapmak zorunda olduğu
düzenlemelerdir. Kaldı ki, bunu söylememin bir temel dayanağı var; çünkü, bu
plan, 2001 ile 2005 yılları arasını kapsamaktadır. 2001 ve 2005 yılları
arasında da Türkiye, 2004 yılında, Avrupa Birliğine tam üyelik noktasında,
mutlaka, yapması gereken ödevlerle karşı karşıyadır.
Değerli arkadaşlarım, hepimiz biliyoruz ki, milletlerarası sözleşmelerin
Türk hukukundaki yeri, özellikle, Anayasanın 90 ıncı maddesidir. 90 ıncı
maddenin son fıkrasına göre, uluslararası sözleşmeler, Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarafından onaylandığında içhukuk normu haline geliyor, kanun haline
geliyor; ama, bir farkı ve üstünlüğü var, Anayasaya aykırılığı da iddia
edilemiyor. Bu yüzden, anayasa hukukçuları diyorlar ki, usulünce tasdik edilmiş
olan milletlerarası sözleşmeler, içhukuk normlarının da üstündedir. Birinci
temel dayanak budur.
Ayrıca, Anayasanın 15, 16, 42 ve 92 nci maddelerinde milletlerarası
hukuk ve sözleşmelere atıf yapıldığını göstermektedir. Mesela, 16 ncı maddede
"temel hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletlerarası hukuka uygun
olarak kanunla sınırlandırılabilir" denilmiş; 15 inci maddede, temel hak
ve hürriyetler konusunda yapılan uluslararası sözleşmelerden doğan
yükümlülüklerin yerine getirilmesi anayasal garanti altına alınmış; 42 nci
maddede, Türkçe'den başka hiçbir dilin eğitim ve öğretim kurumlarında Türk
vatandaşlarının ana dilleri olarak okutulamayacağı, ancak bu konuda
milletlerarası sözleşme hükümlerinin saklı kalacağı şeklinde düzenleme
getirilmiş; 92 nci maddede, savaş ilanı yetkisi, milletlerarası hukukun meşru
saydığı hallerle sınırlandırılmış ve yine, Silahlı Kuvvetlerin yabancı ülkelere
gönderilmesi veya yabancı ülkelerden asker getirilmesi, milletlerarası hukuk
prensipleri arasında gözetilmiş.
Değerli arkadaşlarım, böylece, milletlerarası sözleşmelerin ve
Türkiye'nin girme kararını verdiği Avrupa Birliğine uyum yasalarının bu çerçeve
içerisinde değerlendirilmesi gerekir.
Yine, bir bilgi olarak arz ediyorum, mutlaka bilgileriniz dahilindedir:
Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini 1954 yılında imzalamış ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmıştır. Türkiye, 1987 yılında, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanımıştır; yine, 1989
yılında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin zorunlu yargı yetkisini tanımıştır
ve böylece, o günden itibaren günümüze gelinceye kadar, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinde açılan dava sayısı, bugün itibariyle, 3 000'i geçmiştir. Açılan bu
davaların büyük bir kısmı, adil ve bağımsız yargılama hakkıyla ilgilidir,
düşünce ve ifade özgürlüğüyle ilgilidir, parti kapatmayla ilgilidir,
kamulaştırma, ve sair, diğer konularla ilgilidir. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinde açılan bu davalar sebebiyle, yüklü miktarlarda tazminat ödemekte
ve hatta, geçtiğimiz yılda verilen bir tedbir kararıyla da, Türkiye için çok
önemli sayılabilecek bir gelişmenin, Türkiye tarafından, muhatabı olmuştur.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, 1958 yılından bu yana, Avrupa Ekonomik
Topluluğuna, daha sonraki ismiyle de Avrupa Birliğine girme mücadelesi
vermektedir. Roma Anlaşması, Ankara Anlaşması, Katma Protokol derken, Türkiye,
üyelik için başvuru hakkında bulunmuş, aradan geçen zaman içinde, netice
itibariyle, 10 ve 11 Aralık tarihlerinde, Helsinki'de, Avrupa Birliğine aday
ülke olarak kabul edilmiştir. Türkiye, şimdi, tam üyelik için üzerine düşen
görevleri yapmak zorundadır ve bu görevleri yaptığı takdirde, şüphesiz
mütekabiliyet içerisinde, Avrupa Birliği ülkeleriyle birlikte düşünerek, bu
Avrupa Birliğine tam üye olabilecek noktaya gelecektir.
Türkiye'nin, bu sebeple, bugün ve bundan sonra yapması gereken, Avrupa
Birliğine girme noktasındaki siyasî kriterlerin, hukukî kriterlerin ve ekonomik
kriterlerin yerine getirilmesidir. Bunlar getirilmediği takdirde, tam üyelik
için görüşmelerin ne zaman başlayacağı da belli değildir, Türkiye'nin Avrupa
Birliğine alınıp alınmayacağı da belli değildir.
Yedinci Plan döneminde, Avrupa Birliğine uyum noktasında, Mahallî
İdareler Yasası başta olmak üzere önemli yasalar çıkarılmışsa da,
demokratikleşmeye ilişkin düzenlemeler gündeme getirilememiştir. Avrupa
Birliğine girme noktasında, biraz evvel saydığım kriterler, bugün, birtakım
yazılı metinler haline getirilmişse de, iç mevzuatımızda değişiklik
yapılabilmiş değildir; dolayısıyla, gazetelere akseden birkısım haberlerde de,
hükümetin kendi birimlerine hazırlattığı birkısım metinler, başka merciler
tarafından veya başka güç odakları tarafından değişikliğe tabi tutulmak
istenmekte ve basında başlatılan bir münakaşa, Türkiye'nin, Avrupa Birliğine
uyma ve bu kriterleri kabul etme noktasında, âdeta, kendi içerisinde bir
tartışmayı, zaman zaman yaşadığını ortaya koymaktadır.
Böylelikle, bu Avrupa Birliğine uyum ve Kopenhag kriterlerinin ne olduğu
ve ne yapmamız gerektiği konusundaki -bir kısmı Adalet Bakanlığına ait olan-
birkısım metinleri de dikkatlerinize arz etmek istiyorum. Avrupa Birliği
müktesebatlarına uyum noktasında iki aşama söz konusu; -ki, bunlara Kopenhag
kriterleri deniliyor- birisi, bunlara öncelikle uyulması, diğeri, Avrupa'da
halen geçerli bulunan mevzuat hükümlerine Türk mevzuatının, bu arada ceza
mevzuatımızın uyumlu duruma getirilmesidir.
Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğine girme konusu hükümetin konusudur
ve bir siyasî iradenin ürünüdür. Bugün sıfır noktasında değiliz. Eğer, bugün
tartışma, girelim mi, girmeyelim mi noktasında olsaydı, en azından benim ve
mensup olduğum Partinin pek çok rezervleri ortada olurdu; ama, Türkiye bu
tercihi yapmıştır ve Avrupa Birliğiyle bütünleşme noktasında bir karar
almıştır; hem bu niyetini çok samimî olarak söyleyip hem de ben istediğimi
yaparım, kimse bana karışamaz mantığıyla hareket etmesi, artık, dünyada geçerli olan mazeretlerden birisi
değildir. Böyle bir anlayış, ya Türkiye'yi Avrupa Birliğine sokmak istememekte
veya Avrupa'nın bizim istediğimiz noktaya gelmesini temin etmek gibi boş bir
hayalin peşinde koşmaktır.
Kopenhag kriterlerini esas kabul edeceksek, Türk Ceza Kanununda
yapılması gereken birkaç değişiklik vardır. Bunu, yine, hukukî metinlerden
okumak istiyorum; Kopenhag Zirvesinin sonuç bildirgesinde, kriterler, şu
şekilde ifade edilmiştir: "Üyelik, her aday ülkenin demokrasiyi, hukukun
üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlıklara saygı ile azınlıkların korunmasını
güvenceye alan kurumlarda istikrarı sağlamasını; işleyen bir piyasa
ekonomisinin varlığı ile Birlik içindeki rekabetçi baskılar ve piyasa
güçleriyle uyum kapasitesinin bulunmasını..." Belki tercümeler bu cümleleri
bu hale getirdi. "...siyasal, ekonomik ve parasal Birlik amaçları da
dahil, üyeliğin gereklerini yerine getirebilecek durumda olmasını
gerektirmektedir."
Bunlardan ceza hukukunu yakından ilgilendiren siyasî kriterler,
demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıklara saygı olarak
belirlenmiştir.
Siyasî kriterlerin en önemli özelliği de, ekonomik, hukukî ve idarî
kriterlerden farklı olarak, müzakere sürecinin konusunu oluşturmamaları,
aksine, bu sürecin başlayabilmesi için bir önkoşul niteliğinde bulunmalarıdır.
Avrupa Birliği ve diğer Avrupa ülkeleri için bir simge hüviyetindeki bu
kriterler, Avrupa devletlerinin paylaştıkları ortak değerleri temsil
etmektedir.
Türkiye'nin yaptıklarını ve yapacaklarını, Avrupa Birliği düzenli olarak
takip etmekte ve raporlar yayımlamaktadır. 1999'da yayımlanan Düzenli İlerleme
Raporuna göre -ki, en son rapor budur, Ekim 1999 tarihini taşımaktadır-
Türkiye'nin durumu şudur:
1998 yılından bu yana bazı yasaların kabul edildiği saptanmış; ama,
yeterli bulunmamıştır. Siyasî Partiler Kanununda yapılan değişiklik takdir
edilmiştir. Yolsuzlukları önlemek için memur alımlarının merkezî sisteme
bağlanması olumlu görülmüştür. Yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi için
DGM'lerdeki askerî yargıç yerine sivil yargıcın görevlendirilmesi olumlu
bulunmuştur; ama, sadece bunlar... Bunun dışında, demokrasi ve hukuk devleti
kriterleri açısından çözüm bekleyen sorunlar olarak da: Yüksek baraj sebebiyle
1999 seçimlerinde 31 milyon seçmenden 5 milyonun iradesinin Meclise
yansımaması, yolsuzluk ve rüşvetle yeterli mücadele yapılmaması ve belki de en
önemlisi, Millî Güvenlik Kurulu ve Silahlı Kuvvetlerin, siyasal yaşamın birçok
alanındaki rolünün devam etmesi gösterilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu noktada yapılabilecek şeyler de, elbette
bunların mefhumu muhalifinden, hem siyasî alanda Silahlı Kuvvetlerin rolünün
-demokratik Avrupa ülkelerindeki ölçüler içerisinde- daha da kısıtlanması hem
de yolsuzluk ve rüşvetle mücadele konuları ve seçim sisteminin, Siyasî Partiler
Yasasının bazı maddelerinin değiştirilmesi arzusu.
Yine, bu noktada, tenkitlerde şunlar gösterilmektedir: Sistematik
olmamakla birlikte, işkence, kaybolma ve yargısız infaz olayları devam
etmektedir, kolluk güçleri mensuplarının işlediği suçların yargısal
kovuşturması sağlanamamaktadır, söz ve ifade özgürlüğündeki kısıtlamalar devam
etmektedir, polisin gazetecilere uyguladığı müdahaleler, cezaevi koşullarındaki
iyileşmenin görülmemesi, idam cezasının yasal olarak yürürlükte bulunması ve
güneydoğuda olağanüstü hal uygulamasının devam etmesi gibi...
Bütün bunlarla, Türkiye'nin takip edilmekte olduğu, olumlu ve olumsuz
gelişmelerin rapor edildiği bu raporlar gereğince, Türkiye'nin yapmak zorunda
kaldığı birtakım düzenlemelerde geciktiği ortaya çıkmaktadır.
Yine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının Türk iç hukukuna
etkileri de, dikkate alınmak ve gereği yapılmak zorundadır. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine en çok başvuru, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda
olmaktadır. Bakınız, sadece bir günde, 8 Temmuz 1999 tarihinde, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi, Türkiye'de ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin
olarak 11 karar birden vermiştir. Şu ana kadar, insan hakları ihlalleri,
düşünce ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiğine yönelik olarak Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinde açılmış olan dava sayısı, 3 000 dava içerisinde, hemen
hemen üçte 1; 700 sayısını geçmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye'de ifade özgürlüğünün ihlal
edildiğini tespit eden davaların ve suçlamaların konusu da, genelde, Türk Ceza
Kanununun 312 nci maddesi, Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddeleri, 158 ve
159 uncu maddeleridir. Bugün, bu ihlal sebebiyle, yani, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 10 uncu maddesinde tadat edilen düşünce özgürlüğünün ihlal
edildiğine yönelik kararlarda, Türkiye, devamlı suçlanmaktadır ve bu suçlamalar
sebebiyle de -Türkiye ölçeğine göre- çok yüksek tazminatlar verilmektedir. Bu
tazminatların miktarı, bir davada 45 milyar liraya kadar yükselebilmektedir.
Özellikle, Türk Ceza Kanununun 312 ve diğer maddeleriyle ilgili olarak Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin dikkat çektiği konu şudur: Burada, suçun unsurları
muğlaktır, suça ve suçluluğu övücü, azmettirici, terör ve şiddeti teşvik eden
unsurların bulunup bulunmadığının belirlenmesi, Türkiye'de çok güç hale
gelmiştir. Uygulamada, konu, bilirkişilere havale edilmekte, onlar da, kendi
dünya görüşleri ve siyasî anlayış ve eğilimlerine göre hazırladıkları
raporlarda, suç unsuru bulunup bulunmadığını mahkemeye bildirmektedir.
Hâkimler, kanunlarla bağlı olmakla beraber, kanunlarda geçen, kamu
düzeni, kamu güvenliği, ülke bütünlüğü ve bölücülük gibi, zamana ve mekâna göre
yorumlanabilecek kavramlar, kendisine çok geniş bir takdir hakkı vermektedir.
Hâkim, takdir takdir hakkını kullanırken demokratik bir toplumda hâkim olan ve
birbirleriyle rakip olarak yarışan görüş ve değer yargılarını ölçülü ve
dengeleyici bir şekilde göz önüne almak zorundadır.
Değerli arkadaşlarım, yine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
kararlarında siyasi partilerin kapatılması da ayrı bir önem taşımaktadır;
çünkü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11 inci maddesi örgütlenme
özgürlüğünü içine almaktadır. Dernekler, sendikalar ve siyasî partiler olarak
Türkiye, önce bu mahkemelerde açılan davalara "11 inci madde, siyasî
partileri kapsamaz" diye itirazda bulunmuştur; ama, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi "hayır, bilakis daha çok siyasî partileri kapsar. Dernekler ve
sendikalar hakkındaki kapatma kararları geniş olabilir; ama, siyasî partiler
için bu daha da daraltılmalıdır" şeklinde karar vermiştir. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi, önce konsey durumundayken bir tek kapatma kararı vermiştir;
o da, 1956-1957'de Alman Komünist Partisinin kapatılması. Bu karar elimde; ama,
okumak için vaktim yok. Daha sonra Türkiye'de Anayasa Mahkemesi tarafından
kapatılan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da, sözleşmenin ihlal
edildiği konusunda karar verilen üç dava bulunmaktadır; Türkiye Birleşik
Komünist Partisi davası, Sosyalist Parti davası ve ÖZDEP'in kapatılmasıyla
ilgili karar.
Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla, özellikle Venedik Kararları veya
Venedik Komisyonunun tespit ettiği ilkelere göre, siyasî partilerin kapatılması
şu muhakeme içerisinde mümkün olabiliyor: Ya siyasî partiler, yalnızca şiddet
kullanılmasını savunacak veya şiddeti politik bir araç olarak kullanması
durumunda kapatılabilecek; ya şiddeti kullanacak ya şiddeti savunacak.
İkinci olarak, kapatma ya da yasaklama, mevcut tehlikeyi önlemek
bakımından başvurulacak son çare olmalıdır. Demokratik düzen için gerçek bir
tehlike söz konusu olmalı ve bu tehlikenin daha hafif önlemlerle giderilmesi
mümkün olmamalıdır. Belki de, bu konuda Amerikan Yüksek Mahkemesinin açık ve
mevcut tehlike kriteriyle benzerlik göstermektedir.
Vaktim çok daraldı; ancak, günümüzün en güncel olaylarından birisi budur
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi, daha birkaç ay önce, siyasî partileri anayasa
güvencesi altına almak için getirilen bir anayasa değişikliğini görüşmüştür.
Anayasanın 69 uncu maddesinde değişiklik yapılmak istenmiş; fakat, akim
kalmıştır.
Değerli arkadaşlarım, bugün, Anayasa Mahkemesi Başkanı da
"elimizdeki mevzuata göre parti kapatmak, ben dahil hiçbir Anayasa
Mahkemesi üyesini memnun etmiyor. Siyasî partilerin anayasal güvence altına
alınması için Türkiye Büyük Millet Meclisini göreve davet ediyorum"
şeklinde veya böyle anlaşılabilecek bir beyanda bulunmuştur.
Bu nokta da, herhalde, akıllara sadece Fazilet Partisi gelmemelidir.
Demokratik, siyasî hayatımızın vazgeçilmez unsurları olan siyasî partilerin, 6
tane hâkimin ağzından çıkacak söz ve sadece kendi vicdanî kanaatleriyle
kapatılması bir tarafa, siyasî partilerin ayakta kalmaları, ama, başta Anayasa
olmak üzere, kanunlara uygun faaliyet göstermeleri esas olmalıdır. Bunu bir
prensip haline getirmek icap ederse, kapatma istisna olmalı; ama, partilerin
uyarılması dolayısıyla kanuna, Anayasaya uygun faaliyet yapmaları da temin
edilmelidir.
Bu sebeple, anayasa hukukçuları, bugünlerde şunu da tartışıyorlar: Bizim
Anayasa ve siyasî partiler mevzuatımıza göre, siyasî partiler hakkında sadece
kapatma kararı verilebiliyor ve bildiğiniz gibi, sadece 3 madde sebebiyle; ya
program ve tüzüğü ya yabancılardan para alması veya suçun odak noktası haline
gelmesi gibi... Halbuki, anayasa hukukçuları diyorlar ki: "İhtar sistemini
kullanarak, kapatma dışında bir yaptırım da uygulanabilir." Hatta, kapatma
dışı yaptırımların da örneklerini vermişler. Mesela, İhtar yapıldıktan sonra,
işlenen kusur veya kabahatin veya suçun derecesine göre, o siyasî partiye
devletçe yapılacak yardımdan veya siyasî partiler mevzuatının partilere tanıdığı
diğer ayrıcalıklardan yoksun bırakılması veya o partinin belirli süre
faaliyetten alıkonması veya seçimlere katılma hakkından yoksun bırakılması...
Demek ki, bir ihtar prosedürüyle bağlantılı olarak, aykırılığın niteliği ve
ağırlık derecesine göre, siyasî partilere kapatma cezasının dışında başka
müeyyidelerin de uygulanması mümkün olabilecektir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Komisyonunun parti kapatmayla ilgili pek
çok değil, sadece bir kararı vardır; o da, biraz evvel ifade ettiğim, 1957
tarihli, yani, soğuk savaş döneminin içinde verdiği Alman Komünist Partisinin
kapatılmasıyla ilgili davadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, kaç dakika vereyim?
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bir iki dakika yeter Sayın Başkan.Teşekkür
ederim.
BAŞKAN – Peki efendim.
Buyurun.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Daha sonra, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
hiçbir siyasî parti hakkında kapatma kararı vermemiştir.
Türkiye'den, kabul etmediği birkaç tane kararı size ifade ettim. Bununla
ilgili, Avrupa Birliği, kendi sistemi içerisinde, sadece ekstremist partilerin,
biraz evvel de ifade etmeye çalıştığım gibi, şiddeti kullanan veya şiddeti
teşvik eden, kamu güvenliğini tehdit eden ve suç işleyen partilerin
kapatılmasını öngörmekte, diğerleri için sadece uyarıyı kabul etmektedir.
Demokratik hayatımızın en canlı uzvu olan siyasî partiler konusunda da,
önümüzdeki plan döneminde bir anayasal düzenlemenin öngörülmemiş olmasını bir
eksiklik olarak mütalaa ediyorum. Anayasamız temel kanunlardandır, halkımızın
huzur ve mutluluğu için yapılmış belgelerdir. Bu Anayasanın, bugünden itibaren,
hem cesur hukukçuların hem cesur siyasetçilerin ve topyekûn Parlamentomuzun
gayretiyle tamamen sivil ve demokratik bir hüviyete kavuşmasını arzu etmek,
umarım ki, plancıların da düşündüğü en önemli konulardan birisidir.
2001 ve 2005 yılları arasında, Türkiye, hem uluslararası hukuk
normlarına ve demokrasinin en yüksek standartlarına kavuşacak tedbirleri almalı
hem de kendi içinde Aziz Milletimizin layık olduğu kişisel hak ve özgürlüklere
en geniş anlamda kavuşmalıdır.
Bu düşüncelerle, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arınç.
Efendim, birleşime 10 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 23.07
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 23.24
BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU
KÂTİP ÜYELER : Vedat ÇINAROĞLU (Samsun),
Hüseyin ÇELİK (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 119 uncu Birleşimin Dördüncü Oturumunu
açıyorum.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı üzerindeki görüşmelere kaldığımız
yerden devam ediyoruz.
IV. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. — Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci
Beş Yıllık (2001-2005) Kalkınma Planının Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/600) (S. Sayısı : 516) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Gruplar adına yapılan konuşmalara devam ediyoruz.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Mehmet
Arslan; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET ARSLAN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında insan kaynaklarının
geliştirilmesi, sosyal refahın artırılması ve sanayileşme bölümü hakkında
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle,
şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, dünyada
köklü ekonomik ve sosyal değişimlerin yaşandığı bir dönemde hazırlanmıştır. Bu
dönemin özelliklerinden biri de, insanın ön plana çıkmasıdır. İnsan değerleri,
insanın gelişmesi, kaliteli bir hayat ve insanın yaşama umudunun artırılması
önem kazanmıştır. Rekabet gücü yüksek bir ülke oluşturmanın yolu, insan
kaynaklarının gelişmesini sağlayan sağlık, eğitim, gençlik, kadın, çocuk ve
insangücüdür.
Sağlık hizmetleri, ucuz, ulaşılabilir, kaliteli, verimli, eşitlik ve
hakkaniyet ilkesi içinde, bölgeler ve sosyoekonomik gruplar arasında
farklılıklar taşımayan, çağdaş ve hasta haklarına saygılı olmalıdır.
Koruyucu sağlık hizmetleri sunumu, birinci basamak sağlık hizmetleri
birimimizle entegre edilmeli, ilköğretim okullarından itibaren, ciddî şekilde
koruyucu ve acil sağlık eğitimi verilmelidir.
Sağlık hizmet sunumu ve finansmanı ayrılmalı, hasta ile doktor
arasındaki para alışverişi ortadan kaldırılmalıdır.
Sağlık ocakları yeniden yapılandırılmalı, mobil sağlık hizmetleri
artırılmalıdır.
Sağlıkta, Avrupa Birliği normlarına uygun eğitim ve altyapı hizmetlerinin
hukukî düzenlemesini yapmak zorundayız.
Yüksek Sağlık Şûrası halkın güvenini kazanacak şekilde düzenlenmelidir.
Devlet, tedavi kısmından çekilmeli; kaynaklarını, acil ve koruyucu
hekimliğe ayırmalıdır. Özel sektör ve gönüllüler teşvik edilmeli; devlet,
sağlık hizmetinde yönlendirici, denetleyici olmalıdır.
Aşı ve ilaç üretiminde ar-ge çalışmaları için çok geç kalınmıştır.
Çevre ve gıda sağlığı hususunda köklü değişiklikler yapılmalıdır.
Hastaları memnun ederken, sağlık hizmetleri veren sağlık çalışanlarının
mağduriyetleri giderilmeli; aldıkları eğitimle, çalışma şartlarına yakışır
ücret ve özlük hakları oluşturulmalıdır.
Yukarıda bahsettiğimiz konularda cesur adımlar atan, 13 ilde vardiya
hizmetlerine geçerek vatandaşının memnuniyetini sağlayan Sağlık Bakanımıza ve
çalışanlarına teşekkür ediyorum.
Sağlık hizmetinde amaç, hizmeti verenin, alanın ve finanse edenin memnun
olacağı sistemi kurmaktır. Çağdaş ve millî sağlık sistemiyle, insanlarımızı
sağlıklı ve mutlu yapmak zorundayız. 21 inci Yüzyılın büyük Türkiyesi, sağlıklı
ve yarınlarına güvenle bakan insanlarımızın omuzlarında yükselecektir.
Kadınlarımızda okuryazar oranı, hâlâ, yüzde 75,9'dur. Ancak, bölgesel
farklılıklar çok fazladır. 21 inci Yüzyılın ilk beş yılında, kadınlarımız,
yüzde 100 okuryazar hale getirilmelidir.
Anne ölüm oranları, hâlâ, çok yüksektir. Anne ölüm oranı düşürülmeli,
kadına uygulanan aile içi şiddetle mücadele edilmeli, bu konuda gerekli hukukî
düzenlemeler yapılmalıdır.
Tarımda ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadınlar köyden kente göç
ettiklerinde, kadın işsiz oranı yükselmektedir. 2010 yılında kadın işsiz oranı
maksimuma çıkacak; bu arada, kentlerde kadınların eğitim düzeyinin hızla
yükselmesiyle, bu oran, 2010 yılından itibaren azalacaktır.
Ülkemizde bu konudaki en büyük eksikliklerden biri de, çalışan nüfus
içerisinde ve üst düzey karar verme mekanizmalarında kadın sayısının azlığıdır.
Temennimiz, önümüzdeki beş yılda bu konuda ilerleme kaydetmektir.
Toplumumuzda, kültürel ve tarihsel olarak, aile ve akrabalık ilişkileri
çok önemlidir. Toplumsal örgütlenmelerde, aile en önemli yapıdır. Ancak,
sanayileşme, nüfus artışı, iletişimin yaygınlaşması, devletin yeni kurumsal
düzenlemeleri sonucu aileler küçülmüştür. Türkiye'nin ekonomik ve sosyal açıdan
bu kadar zor bir dönemi birlik ve beraberlik içerisinde geçirmesinde, Türk aile
yapısı ve akrabalık ilişkileri içerisinde dayanışmanın yeri yadsınamaz.
Millî ve manevî değerlerin korunması ve geliştirilmesinde, millî
bütünlüğümüz ve dayanışmamızın geliştirilmesinde aile müessesesinin
güçlendirilmesi esastır. Aileler, başta, eğitim, sağlık, özürlü ve yaşlı bakımı
olmak üzere her konuda desteklenmeli, geleceğin yolunun aile yapımızın kurulmasından geçtiği unutulmamalıdır.
Türkiye'de bebek ölüm oranları, hâlâ, yüzde 35,5'tir. Artık, bebekler,
doğumsal anomaliler ve hastalıklar dışında, ölmemelidir. Koruyucu hekimliğin
önemi yeniden ortaya çıkıyor. Çocuklarımıza anne karnında bakmaya başlamalıyız.
Yani, prenatal anne ve bebek bakımı yaygınlaştırılmalıdır. Sağlıklı çocuklar,
sağlıklı ve bütünlüğü korunmuş aile ortamında yetişir. Çocuklar, sağlık, eğitim
ve bakımları konusunda desteklenmelidir.
Uyuşturucu kullanımının arttığı, suça eğilimin yoğunlaştığı günümüzde,
yeni çocuk mahkemeleri kurulmalı, çocukların tutukluluk ve hükümlülük
dönemlerini yetişkinlerden ayrı ortamda geçirmesi için, özel çocuk tutukevi ve
ıslahevi sayıları artırılmalıdır.
Çocukların baklava çalmaktan yıllarca hüküm giydiği günleri artık
yaşamamalıyız.
Çocuklarımız, olumsuz etkilendikleri yayınlardan korunmalı ve mutlaka,
iletişim araçları bu konuda sıkı denetime tabi tutulmalıdır. Dünyada bu konuda
en müsamahalı ülke, herhalde, Türkiye'dir.
Çocuk Hakları Sözleşmesi ilke ve hedeflerine ulaşılmalıdır.
Çalışan çocuklarımız, sokak çocuklarımız, özürlü çocuklarımız, kimsesiz
çocuklarımız; yani, bizim çocuklarımız ve geleceğimiz... Hepsine sahip çıkma
derecesi, uygarlık seviyemizin göstergesi olacaktır.
Bedenen ve ruhen sağlıklı bir toplumun yetiştirilmesi için, spor yapma
alışkanlığı yaygınlaştırılmalı, bunun için, altyapı, eğitim, istihdam sorunları
giderilmelidir.
Bağımsız spor kulüpleri, federasyonlar, özel idare ve mahallî yönetimler
sporda aktif hale getirilecek; kamu, denetleme, yönlendirme, teşvik ve
yenilikleri takip etme görevini üstlenecektir.
Sponsorluk uygulamalarını kolaylaştıracak hukukî düzenlemeler
yapılacaktır.
Kulüp ve federasyonların kurumsallaşması ve kendi kendini finanse edilen
bir yapıya dönüştürülmesi sağlanacaktır.
Olimpiyat oyunları için altyapı çalışmaları hızlandırılacak, turizm
amaçlı sportif faaliyetler yaygınlaştırılıp, artırılacaktır.
Çocuklar, gençler, yaşlılar, ev hanımları, yalnız yaşayanlar ve
özürlüler başta olmak üzere, toplumun bütün kesimleri için, serbest
zamanlarının üretken, verimli ve katılımcı bir şekilde değerlendirilmesi
sağlanmalıdır.
Sivil toplum örgütleri, özel sektör, üniversiteler, yerel ve merkezî
yönetimle koordinasyonu sağlanıp, insangücü imkânları geliştirilmelidir.
Zenginlik, maddî imkânları artırsa da, uygarca yaşamak için ayrı gayret
gerekiyor. Toplumsal kurumlarımızın aslî görevi, kurallar ve geleneklerimiz
çerçevesi içerisinde insanca yaşam gerçekleştirme ve güzelleştirme amacında
olmalıdır.
Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, dünya, sadece yeni bir yüzyıla
değil, yeni bir binyıla adım atmıştır. Bu, sıradan bir takvim değişikliği
değildir. Bu, sadece bazı milletlerin ve bölgelerin kaderini yakından
ilgilendiren, bir değişim de değildir. Bu, dünyamızı yakından ilgilendiren
tarihî bir dönüm noktasıdır.
Bir tarafta başdöndürücü hızla gelişen teknoloji ve ekonomik
zenginleşme, diğer tarafta ise, artan sefalet, kargaşa ve etnik kavgalar
gerçeği, önümüzde bütün çıplaklığıyla durmaktadır.
Bunların yanında, demokratik istikrarın toplumsal garantörü olan orta
sınıflar dünyanın her tarafında küçülmekte, eşitsizlikler biraz daha
belirginleşmekte, ekolojik felaketler sınır tanımaz boyutlara ulaşmaktadır;
yani, dünyamız, refah ve mutluluğun yaygınlaşmasına sahne olmaktan daha çok;
çatışmalardan ve zıtlıklardan oluşan sorunlu bir küreye dönüşmektedir.
Dünyanın bir bölgesi, teknoloji, kültür, değer üreten ve pazarlayan,
dolayısıyla yöneten, diğer büyük bir kısmı ise, sürekli olarak alan ve
yönetilen bir konuma mahkûm olmaktadır.
Ülkemizde, geçmişte tercih edilen politikalar ve yönetim
anlayışlarındaki yanlışlıkların yanı sıra, uzun yıllardır çözülemeyen ekonomik
ve sosyal sorunların neticesinde ortaya çıkan gelir dağılımı adaletsizliği,
toplumsal barışı tehdit eder boyutlara ulaşmıştır.
Bunların sonucunda, toplumumuzda önemli bir sorun olarak ortaya çıkan
gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilerek, yaygınlaşan yoksulluğun büyük
ölçüde ortadan kaldırılması, mutlu millet, güçlü devlet, lider Türkiye’yi
gerçekleştirme hedefimize yaklaştıracaktır.
Bilindiği gibi, Türkiye, 1930’lu yıllardaki sanayi planlarına kadar
giden bir planlama birikimine sahiptir. 1960 sonrası ise, kapsamlı planlama
anlayışı benimsenmiş ve yapılan beş yıllık kalkınma planlarıyla, ülke
kalkınmasına yön verilmiştir.
Kaynağını Anayasamızdan alan kalkınma planlarıyla, iktisadî kalkınmaya
hız verilerek ekonomik büyümenin sağlanması, dünyayla bütünleşmesi, ülkemizin
önemli konularından biri olan tarımın da daha modern bir yapıya kavuşturulması,
sanayiin geliştirilmesi, istihdamın artırılması, kentleşme ve ödemeler dengesinin
iyileştirilmesi ve altyapının geliştirilmesi hususlarında önemli adımlar
atılmıştır. Ancak, Türkiye, ülkeler arasındaki bu kalkınma yarışından kopmamak
ve daha da önemlisi, gelişmiş ülkelerin seviyesini yakalayabilmek için,
sürdürülebilir bir şekilde daha hızlı büyümek ve gelirini de daha adil
paylaşmak zorundadır.
Son yıllarda dünyada köklü ekonomik ve sosyal değişimler yaşanmaktadır.
Ülkeler, bilgi toplumu olma yolunda hızla ilerlemekte, yükselen değer olarak
rekabet kavramı gittikçe öne çıkmaktadır. Dünyadaki bu hızlı değişime uyum
sağlayabilen ve insanını bu yeni ortamın gerektirdiği niteliklerle donatabilen,
bilgiye erişebilen, bilgiyi üretebilen ve kullanabilen ülkeler 21 inci Yüzyılda
etkili ve başarılı olacaktır.
Uzun vadeli gelişmelerin temel amacı, temel değerlerimizi ve kimliğimizi
koruyarak bilgi toplumuna geçişin sağlanması ve toplumun yaşam kalitesinin
yükseltilmesidir. Türkiye'nin, jeostratejik konumu, kültürel birikimi ve
ekonomik ve sosyal alanda sağlayacağı gelişmeler sonucu 2010'larda bölgesel bir
güç olarak etkinliğini daha da artırması, 2020'lerde ise, küresel bir güç
olması hedeflenmektedir.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında yapılan tespitlerin, öngörülen
ilkeler, politikalar ve amaçların, dünyadaki bu değişimi algılayan ve ülkemizin
bilgi toplumuna erişimini ve dünya hâsılasından daha fazla pay almasını
sağlayacak nitelikte olduğu görülmektedir.
2001-2005 yıllarını kapsayacak olan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı,
temel ekonomik ve sosyal konuların tümünü kapsamakla birlikte, temel yapısal
projeler bazında hazırlanan Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planından farklı
olarak, ülkemizin 2001-2023 yıllarını kapsayan uzun vadeli gelişme stratejisini de içermektedir ki, bu yapı
itibariyle, oldukça önemli bir özellik arz etmektedir.
Türkiye'nin, gerekli yapısal dönüşümleri gerçekleştirmesi durumunda,
2001-2023 döneminde yıllık ortalama yüzde 7 dolayında büyüme hızı sağlaması ve
bu büyümenin yaklaşık yüzde 30'unun toplam faktör verimliliğinden
kaynaklanması, böylece, günümüzde 3 200 dolar olan kişi başına gelirin 2023
yılına kadar daha yüksek rakamlara ulaştırılarak, Türkiye'nin, dönem sonu
ulaşacağı 1,9 trilyon dolar civarında gayri safî millî hâsıla düzeyiyle,
dünyanın ilk on ekonomisi arasına girmesi öngörülmektedir.
Bu gelişme perspektifi içerisinde Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı,
küreselleşme sürecinin ortaya çıkardığı imkânlardan en yüksek oranda
yararlanabilmenin ve olumsuzlukları en düşük düzeyde tutabilmenin yanında,
ülkemizin geleceğe hazırlanmasında ve dünyada daha etkili bir konuma
gelmesinde, kuşkusuz ki, bir kilit rolü oynayacaktır.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin sosyoekonomik sorunlarının birinci
sırasında, gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluğun yer aldığına şüphe
yoktur. Bunların yanında, yolsuzluklar da çok önemli bir millî sorun haline
gelmiş bulunmaktadır. Yolsuzluk sorunu, hukuk devletinin ve adaletin yara
almasına sebep olmakta, toplumdaki güven ve huzuru yok etmektedir.
Yolsuzlukların, toplum hayatını, demokratik rejimi, ahlakî değerleri ve
ekonomik kaynakları tahrip etmesi nedeniyle, yolsuzlukla mücadeleyi, millî
siyaset konusu olarak görmeliyiz. Özellikle, son yirmi yıldır ülkemizde
uygulanan ekonomik politikalardaki yanlışlıklar ve başarısızlıklar, yoksulluğun
artmasına yol açmış, bununla birlikte, siyasî ve ahlakî yozlaşmanın da
etkisiyle, yolsuzluk gibi, toplumsal kanser olarak adlandırabileceğimiz büyük
bir sorunun ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Sosyal refah, en genel anlamıyla, ülkede yaşayan insanların yaşam
standartlarının yüksek olmasıdır. Bunun göstergeleri de, yüksek bir gelir
düzeyi ile bunun adaletli dağılımı, yüksek istihdam, sosyal sigorta
sistemlerinin gelişmiş olması, esnaf ve sanatkârların durumunun iyileştirilmesi
ve tüketicinin korunmasıdır.
Gelir ve servet olarak zayıf toplum kesimlerini korumaya ve bu
kesimlerin durumlarını iyileştirmeye yönelik faaliyetler de, sosyal refahın
artırılmasına yönelik faaliyetlerdir.
Sektörler itibariyle bakıldığında, tarım sektörünün, gayri safî yurtiçi
hâsıla içindeki payı yüzde 15, istihdam edilen işgücü içindeki payı ise yüzde
45,1'dir. Tarım sektöründe çalışanların önemli bir bölümü, oldukça düşük bir
verimlilikle, kendi hesabına ve ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kesimlerden
oluşmaktadır. Yoksul durumda bulunan nüfusun yüzde 95'ini, eğitim düzeyi
ilkokul ve altında eğitim alanlar ile okuma yazma bilmeyenler oluşturmaktadır.
Ücretsiz aile işçileri, çalışan kesimdeki yoksullar içinde yüzde 50 payla, en
büyük yoksul grubunu oluşturmaktadır. Bu kesimi, yüzde 24,7'yle, kendi hesabına
çalışanlar ve yüzde 16,6'yla, yevmiyeli işçiler izlemektedir. İktisadî faaliyet
koluna göre, yoksul nüfus içinde, yüzde 73,5 payla, tarım ve ormancılıkla
uğraşanlar en büyük yoksul grubu oluşturmaktadır. Enflasyon, gelir dağılımını
bozan en önemli faktörlerin başında gelmektedir.
Geçmiş yıllarda, bütçe içerisinde özellikle içborç faiz ödemelerinin
payının giderek büyük boyutlara ulaşması, devletin, genelde sosyal refahı,
özelde ise gelir dağılımını düzeltici ve yoksulluğu azaltıcı politikalar
uygulama imkânlarını daraltmıştır. Ekonomik büyümeden sağlanan gelir
artışından, yoksul kesim yeterince yararlanamamıştır. Sosyal güvenlik ve sosyal
yardım sistemi, yoksul kesimleri korumakta yetersiz kalmıştır. İşsiz kalan
kesimlere gelir güvencesi sağlayacak olan İşsizlik Sigortası Yasasının
çıkarılmış olması, olumlu bir gelişmedir. Gelir vergisi tarifesinde yapılan
değişikliklerle, çalışan kesimler üzerinde vergi yükü nispî olarak
hafifletilmiş olmasına rağmen, asgarî ücretin vergidışı bırakılması yönünde bir
gelişme sağlanamamıştır.
Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu 1965 yılında çıkarılırken, personel rejiminin, tüm kamu personelini
içine alacak şekilde düzenlenmesi ve tek bir ücret politikası içinde
çalışanların düşünülmesi fikrinden hareket edilmiştir; ancak, 1965 yılından bu
yana, personel rejiminde, çoğunlukla, teşkilat kanunlarında yer alan çok
çeşitli istisnai hükümlerle, başlangıçtaki birlik ve anlayıştan uzaklaşılmış,
istihdam, değerlendirme, atama ve özellikle de ücret konusunda kamu personeli
arasında uçurumlar meydana gelmiştir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen ek geçici maddelerle, diğer
kanunların sayısı, ana madde sayısı olan 237'ye yaklaşmış olup -kanunun bazı
maddeleri 34 yılda 36 defa değiştirilmesine rağmen- kamu personeli arasındaki
ücret farklılıklarına bir çözüm getiremediği gibi, sistemi daha karmaşık ve
içinden çıkılamaz hale getirmiştir. Esasen, ücretler tatminkâr düzeye getirilse
bile, başka kurumda veya statüde çalışan aynı düzeydeki personelin farklı ücret
alması, yani eşit işe eşit ücretin uygulanmamasının kabul edilebilir bir tarafı
olmadığı gibi Anayasanın eşitlik ilkesine de aykırıdır. Bu duruma, mümkün olan
en kısa zamanda gerekli çözüm bulunmalıdır. Bu sorunu çözmek için, 57 nci
hükümetin, kanun hükmünde kararname çıkarma yetki talebini olumlu buluyoruz.
Ayrıca, kamu görevlilerinin sendikalar kanunu çıkarılarak memurların
sendikal hakları verilmelidir.
657 sayılı Kanuna tabi devlet memurluğuna girişte, daha önceleri adamı
olanın işe girdiği, bilgiye ve becerisine bakılmadığı malumunuzdur. 57 nci
hükümet olarak, devlet memurluğuna girişte merkezî sınav sistemi çıkarılarak
herkese fırsat eşitliği yaratılmış, artık işe girebilmek için adamı olanın
değil, bilgi ve yeteneği olanın tercih edilmesi sağlanmıştır.
Değerli milletvekilleri, 1999 yılında, sosyal sigorta programları
tarafından kapsanan nüfusun oranı yüzde 91 ve sağlık hizmetleri bakımından
sosyal sigorta kapsamındaki nüfus oranı yüzde 86,4'tür. Toplam sivil istihdamın
yaklaşık yarısı, aktif sigortalı olarak sosyal sigorta programları kapsamında
bulunmaktadır. Sosyal sigorta risklerini asgarî düzeyde karşılayan kamu sigorta
programlarının bütün nüfusu kapsayacak şekilde genişletilmesi temel amaç
olmalıdır. Ödenmeyen primler ile gecikme zammı affına ve sigortasız hizmetlerin
borçlanma yoluyla sigortalanmasına imkân verilmemelidir. Emekli Sandığının,
sigortacılık ilkelerine göre yeniden yapılandırılarak, sigortacılık
faaliyetleri dışındaki görevleri ilgili kurumlara devredilmelidir.
Sosyal sigorta kuruluşlarının idarî ve malî etkinliğini artıracak norm
ve standart birliği sağlamak için temel esaslar belirlenmeli, gelir artırıcı ve
gider azaltıcı düzenlemeler yapılmalıdır.
Sosyal sigorta kurumlarından emekli olan vatandaşların eşlerinin
yararlandırılmadığı sağlık hizmetleri, 57 nci hükümet zamanında çıkarılan
kanunla kapsam içine alınmıştır. Bu, olumlu bir gelişmedir.
Sosyal Sigortalar Kurumu hastanelerindeki çilenin de hafifletileceği ve
sigorta kurumlarından emekli olan vatandaşlarımıza da daha iyi yaşam şartları
sağlamak için hükümet düzeyinde çalışmalar yapılacağı inancındayım.
Gelir dağılımının iyileştirilerek yoksulluğun azaltılması ve ekonomik
refah artışından toplumun bütün kesimlerinin adil pay alması esastır.
Küçük ve orta ölçekli işletmelerin desteklenmesine önem verilmeli ve
yeni girişimcilerin ortaya çıkması teşvik edilmelidir.
İşgücü piyasasına girişi kolaylaştıracak ve sektörlerarası işgücü
mobilitesini artıracak tedbirlere ağırlık verilmelidir.
Bölgelerarası gelişmişlik farklarını azaltmak üzere, ekonomik yatırımlar
yanında, eğitim, sağlık ve sosyal hizmet yatırımlarına hız kazandırılmalıdır.
Sosyal yardım ve hizmetlerin, yoksul kesimlere daha etkin bir şekilde
ulaştırılması sağlanmalıdır. Bu çerçevede, merkezî idareyle işbirliği içinde,
mahallî idarelerin, özel sektörün ve sivil toplum kuruluşlarının, yoksullukla
mücadele programlarında daha etkili bir şekilde yer almaları teşvik
edilmelidir.
Eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlerin, dargelirli ve yoksul kesimler için
ulaşılabilir ve kullanılabiir olması sağlanmalı, bu kesimlerin konut ihtiyacını
gidermeye yönelik projeler teşvik edilmelidir.
Yoksul kesimlere gıda güvencesi sağlayacak bir sistem geliştirilerek,
ekonomik kriz ve doğal afet zamanlarında, kitlelerin yoksulluğa düşmesini ve
yoksul kesimlerin daha da yoksullaşmasını önleyici bir sistemin oluşturulması
uygun olacaktır. Gelir dağılımı ve yoksullukla ilgili araştırmaların daha sık
aralıklarla, düzenli olarak yapılması için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
Esnaf ve sanatkârların sektörel faaliyetlerinin gelişmesi ve rekabet
güçlerinin artırılmasına engel teşkil eden sorunların giderilmesi için bu
kesimle ilgili kurum ve kuruluşların tam bir uyum içerisinde çalışması, Yedinci
Plan döneminde de sağlanamamış, esnaf ve sanatkârlara yönelik mevzuatın
birleştirilmesi yolunda yeterli mesafe kaydedilmemiştir.
Esnaf ve sanatkârların, ulusal ve uluslararası gelişmeleri izleyebilen,
iş potansiyelini geliştirebilen bir yapıya kavuşturularak, sosyal ve ekonomik
refah düzeyinin artırılması esastır.
Yapılan işin niteliği gereği, şehir merkezlerinde yer alması gereken
örgütlenmiş esnaf ve sanatkârların, toplu işyerleri kurmaları, yerel
yönetimlerce desteklenmelidir. Belediyelerin esnaf ve sanatkârlar kesimiyle kesişen
alanlarda verdikleri hizmetler gözden geçirilerek, ilgili mevzuat yeniden
düzenlenmelidir. Büyük alışveriş merkezlerinin şehir dışında faaliyet
göstermeleri sağlanmalı, ayrıca, küçük esnafın haksız rekabete karşı korunması
için örgütlenmesi desteklenmelidir. Esnaf ve sanatkârlara yönelik anaplan
hazırlanmalıdır.
Esnaf ve sanatkârlarımızın kredi taleplerini karşılayan esnaf kefalet
kooperatifleri için formaliteler azaltılarak, çek sistemine geçilmeli, kredi
kullananlardan kesilen blokeler, günün şartlarına uygun makul seviyelere
düşürülmelidir. Esnaf ve Sanatkârlar Kredi Kooperatifleri Anasözleşmesi, günün
anlayış ve ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden gözden geçirilmelidir.
Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın birçok problemi ve sorunu
bulunmaktadır. Bunlardan vize problemleri, parçlanmış ailelerin bir araya
gelmesine bile engel teşkil etmektedir. İlgili bakanlıkların, Avrupa Birliği
yolundaki ülkemizi bu sıkıntı veren problemlerden kurtarmak için gayretlerini
bekliyoruz.
Yurt dışındaki vatandaşlarımız, anavatan Türkiye'de genel ve yerel
seçimlerde gümrük kapıları dışında oy kullanamamaktadırlar. Böylece,
demokrasinin işlerliğine yeterince katılamamaktadırlar. Yapılacak ilk yerel ve
genel seçimlerde ikamet bölgelerinde oy kullanmalarının sağlanması için yasal
düzenlemeler yapılmalıdır.
Geçmişten geleceğe, eğitimin önemi, hepimizin malumlarıdır. Yurt
dışındaki vatandaşlarımız, eğitim alanında kültürel farklılıkların ortaya
çıkardığı sorunlar sebebiyle ezilmektedirler. Devletimizden maddî açıdan yeterli
destek alamayan öğretmenlerimiz, yaşadıkları ülkelerin insiyatifleriyle hareket
etmekte, öğrencilerine yeterince Türkçe, din ve kültürel eğitimi
verememektedir. Ayrıca, bu öğrenciler, ülkemiz üniversitelerinde eğitim almak
istediklerinde, gerekli kolaylıklar sağlanamamaktadır.
Sergiledikleri yüksek performansla, yaşadıkları ülkelerde inkâr
edilemeyecek bir ekonomik güç haline dönüşen Türk işletmeleri, yeterince
organize olamadıklarından birliktelik sergiliyememektedirler. Her alanda büyük
baskı grubu oluşturabilecek bu ekonomik potansiyel atıl kalmaktadır. Gerekli
organizasyonun yapılmasıyla, her biri ayrı bir güç olan Türk işletmeleri ve
sosyal yapı taşları, yani, dernekler, federasyon ve konfederasyonlar bu alanda
da ülkemiz imajı ve lobi faaliyetlerini güçlendirecek önemli bir unsurdur.
Değerli milletvekilleri, küreselleşme süreciyle birlikte dünya
markalarının çoğalması, giderek yaygınlaşan elektronik ticaretin sınır
tanımaması, tüketici talep ve tercihlerinin göz önünde bulundurulmasının gerekliliği,
tüketicinin korunması ihtiyacını artırmaktadır. 4077 sayılı Tüketicinin
Korunması Hakkındaki Kanunda öngörülen tüketici konseyi, reklam kurulu ve
tüketici sorunları hakem heyetleri oluşturulmuş, ancak, tüketici mahkemeleri
kurulamamıştır. Aldatıcı ve yanıltıcı reklamlara karşı tüketicilerin
korunmasına yönelik olarak reklam kurulunun çalışmaları, aldığı kararlar ve
verilen cezalar konusunda bilgilendirme çalışmalarına olan ihtiyaç devam
etmektedir. Tüketici sorunları hakem heyetleri kararlarının yaptırım gücünün
olmaması, heyetlerin etkinliğini azaltmakta ve tüketici davalarına bakan
mahkemelerin yükünü artırmaktadır. Kamu hizmetleriyle bankacılık, kredili
alışveriş, taşımacılık gibi hizmetlerde hazırlanan standart sözleşmelerde
tüketicileri haksız kayıtlara karşı koruyucu, üreticiler ve satıcılar ile tüketiciler arasında dengeyi
sağlayıcı düzenleme çalışmaları
sürmektedir.
Değerli milletvekilleri, Yedinci Plan döneminde, madencilik sektörü
genelinde öngörülen hedeflere ulaşılmadığı görülmüştür. Özellikle, üretimde
Yedinci Plan tahminleri altında kalınmış olup, bu durum, taşkömürü, petrol ve
bazı metalik madenlerin üretimindeki düşüşten kaynaklanmıştır.
Sektör üretimi, 1996-1998 döneminde, yıllık ortalama yüzde 4 artış
gösterirken, 1999 yılında yüzde 6,3 oranında gerilemiştir. Madencilik
sektörünün 1995 yılında cari fiyatlarla yüzde 1,27 olan gayri safî yurtiçi
hâsıladaki payı, 1999 yılında yüzde 1,14'e gerilemiştir. Ayrıca, sektördeki
sivil istihdam, 1995 yılında 167 000 kişiyken, 1999 yılında 134 000 kişiye
düşmüştür. Sektör ihracatı, 1989 sonrası dönemde sürekli gerileyerek, 1993
yılında 233 milyon dolar seviyesine kadar düşmüştür.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ARSLAN (Devamla) – Sayın Başkan, 2 dakika rica edeyim...
BAŞKAN – Toparlarsanız efendim... Sayın Aksu bekliyor.
MEHMET ARSLAN (Devamla) – 1994 yılından itibaren, gerek Batı
ekonomilerindeki canlanma gerekse Doğu Bloku ülkelerinin rekabetinin güç
kaybetmesiyle, madencilik sektörü ihracatı yeniden canlanma sürecine girmiş ve
1997 yılında, cari fiyatlarla 404 milyon dolarla, Yedinci Plan döneminde en
yüksek seviyesine ulaşmıştır. 1998 yılında yüzde 10,1 oranında gerileyerek, 363
milyon dolar olarak gerçekleşen ihracat, 1999 yılında yüzde 5,5 artarak 383
milyon dolara ulaşmıştır. Bu dönemde de ihracat kalemleri içerisinde en
önemlilerini, başta bor tuzları olmak üzere, krom, manyezit, mermer gibi
madenler oluşturmuştur.
İhracattaki önemli gelişmelerden biri, özellikle yerli sermayeli özel
kuruluşların öncülüğünde mermercilik alanında yaşanmıştır. Üretim teknolojisi
alanındaki atılımlarıyla, gerek üretim miktarı gerekse ürün kalitesi
konularında mermercilikte önemli gelişmeler sağlanmış ve ihracatta hızlı bir
artış sürecine girilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arslan, bitti...
MEHMET ARSLAN (Devamla) – Sayın Başkan, Mihrali Beyin süresinden 2
dakika kullanabilir miyim?
BAŞKAN – Tabiî efendim, buyurun. Sayın Aksu'dan gidiyor zaten...
Taksimetre çalışıyor!..
MEHMET ARSLAN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, gelişmiş ülkelerde
olduğu gibi, ülkemizde de, KOBİ'lerin inkâr edilemez bir önemi vardır; bu önem,
KOBİ'lerin ülke ekonomisine ve sosyal hayata yaptıkları katkıdan
kaynaklanmaktadır. KOBİ'lerin, kendilerine özgü bazı özelliklerinin bulunması,
önemlerini daha da artırmaktadır. KOBİ'lerin, ekonomilerde zaman zaman ortaya
çıkan konjonktürel dalgalanmalara hızlı uyum sağlayabilmeleri, bu işletmelerin
esnek yapılarından kaynaklanmakta ve ekonomi için çok kritik bir önem taşımaktadır.
Büyük işletmelerin yönetilmesine, yayılmasına, kullanılmasına katkıda
bulunmak amacıyla, sanayiin ihtiyaç duyduğu alanlarda, yükseköğretim düzeyinde
örgün ve meslekiçi eğitimlerle vasıflı insangücü yetiştirilmedir.
Diğer taraftan, küçük sanayi siteleri ve organize sanayi bölgelerinin
finansman, istihdam, kalite ve standart alanlarında problemlerine çözüm bulmak
amacıyla,,, kredi, vergi istisnası, yatırım indirimi, KDV ve enerji destekleri
artırılarak sürdürülmelidir.
Bu düşünceyle, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planını hazırlayıp bizlerin
önüne gelmesini sağlayan Devlet Planlama Teşkilatımızın güzide mensuplarına,
sivil toplum örgütlerine, şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
tebrik ve teşekkürlerimi sunar; açlık sorununu unutmuş, enflasyonun baskısından
kurtulmuş, giyim, barınma, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik sorunlarını
çözmüş, bugününden emin, yarınından umutlu bir Türkiye'ye kavuşmak dileğiyle,
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının, hayırlı, uğurlu olmasını Cenab-ı
Allah'tan niyaz eder, saygılar sunarım. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Arslan, teşekkür ederim.
Şimdi söz sırası, Erzincan Milletvekili Sayın Mihrali Aksu'da.
Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MİHRALİ AKSU (Erzincan) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının bölgesel gelişme hedef
ve politikaları ile tarım sektörü konularında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Bugün Türkiye'de, bölgeler arasındaki gelişmişlik farkı, çarpık
kentleşmenin artmasına, bölgeler arasındaki nüfus dağılımının adaletsiz bir
şekilde oluşmasına ve bu oluşum sonucunda vergi dağılımında ciddî sorunların
yaşanmasına neden olmuştur. Bu çarpık kentleşme, Türkiye'de yanlış arazi
kullanımının yaygınlaşmasını sağlamış ve böylece, verimli birinci sınıf tarım
arazileri konut alanı haline gelmiştir.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planınına baktığımızda, bu durumun çok iyi
tespit edildiğini, bölgesel kalkınma planlarına önem verildiğini, özellikle
Doğu Karadeniz Projesi ve Doğu Anadolu Projesinin, daha önce tecrübesi yaşanmış
GAP'a paralel olarak devreye sokulmuş olmasını, önemli ve bu sorunun çözümü
noktasında etkili bir yaklaşım olarak görmekteyiz.
Bölgeler arasındaki bu gelişmişlik farkı öyle bir noktaya gelmiş ki,
bugün İstanbul'un nüfusu, Doğu Anadolu'nun nüfusundan çok daha fazla bir konuma
gelmiştir. Böyle bir yapıdaki Türkiye'de, eğitimin, sağlığın ve organize sanayi
bölgelerinin ciddî olarak gelişimini sağlamak, ülkemizi, gerçekten, içinden
çıkılmaz bir problem noktasına getirmiştir.
Bu noktada, geçmişte alınan bazı tedbirlerin yeterli olmadığını
görmekteyiz. Özellikle olağanüstü hal bölgesinde ve kalkınmada öncelikli
yörelerde istihdam yaratılması ve yatırımların teşviki amacıyla çıkarılan yasa,
amacından saptırılmış, özellikle, geri kalmış bölgelerdeki illerin bu kapsama
girmesi, ilk çıktığı dönemde bile, hangi sebepler, hangi şartlar nazarı dikkate
alındığı çok da iyi bilinmediği bir ölçü içerisinde, bir taraftan, batıdaki
iller bu yasa kapsamına girerken, özellikle, Olağanüstü Hal Bölgesinde -o terör
ve anarşinin sonucu, ciddî olarak yörelerinden kopma noktasına gelmiş-
gerçekten, bu yasanın getireceği imkânlardan istifade noktasında olan iller
ihmal edilmiştir.
Daha sonraki düzenlemede, bu olayın kapsamının genişlemesi bana göre çok
yanlış değildir. Bir nevi, iller arasındaki organize sanayi bölgelerinde
yatırım yapma noktasında teşviki getireceğinden, yarışı getireceğinden, ben,
bunu çok da eksik görmüyorum.
Yine, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planına baktığımızda, bu noktada,
özellikle, nüfusumuzun yüzde 35'inin yaşadığı kırsal kesimin kalkınmasına
öncelik verme noktasındaki kırsal kalkınma projelerinin ciddî olarak ele
alınmış olmasını, orman köylülerini kalkındırma yönünde ciddî tekliflerin
getirilmiş olmasını, bölgeler arasındaki dengesizliği giderme noktasında
olumluluklar olarak değerlendirmekteyim.
Yalnız, kırsal kalkınma projeleri, sadece, bugün uygulanmıyor. Kırsal
kalkınma projeleri geçmişte de uygulandı. Bu noktada, geçmişteki deneyimlerden
istifade ederek, bazı noktalara işaret etmek istiyorum: Genelde, kırsal
kalkınma projeleri, dış kredi destekli projeler olup, bugüne kadar
uygulamaları, maalesef, Türkiyemizde iyi sonuçlar vermemiştir. Bugüne kadar
uygulanan kırsal kalkınma projelerinden bazı dersler çıkarılarak, bundan sonra,
özellikle, kırsal kesime bu hizmetler götürülürken, Dünya Bankası ve Avrupa
Fonundan gelen bu kredilerle, oradan gelen heyetler, genelde, kırsal kalkınma
projeleri kapsamında, bize, bina, alet ve ekipman yardımı yapmaktadırlar. Bunu,
hizmet sektörüne kaydırmak lazım, gıda sektörüne kaydırmak lazım. Kırsal
kesimde gıda sektörünü -ki, zaten birebir ilişkili olan insanlar- bunları
geliştirmeyi önplana almak, bu kırsal kalkınma projelerinin ruhuna uygun olur
diye düşünüyorum. Bundan sonraki kırsal kalkınma projelerinde bunların dikkate
alınacağına inanıyorum.
Tarım ve ormancılık noktasında değerlendirmelere gelince: Tarım sektörü,
hayvancılık, bitkisel üretim, su ürünleri, ormancılık başlıkları adı altında
ele alınmış, ben de, bunu, tarım sektörünü bir bütün olarak değerlendirmek
istiyorum.
Tarım, beslenme, gıda güvenliği ve güvenirliği, nüfusun büyük bir
bölümüne istihdam oluşturması, diğer sektörlere işgücü, sermaye transferi ve
hammadde sağlaması, sanayi ürünlerine pazar oluşturması, ihracat, problemli
dönemlerde şokların etkisini azaltması yönleriyle, gayri safî millî hâsıla
içerisinde her geçen yıl payı düşmesine rağmen, azalmasına rağmen, günümüzde de
ekonominin önemli bir sektörünü oluşturmaktadır.
Yine, ekilebilir alanların marjinal sınırına ulaşması, hızlı nüfus
artışı, sağlıklı ve dengeli beslenme, çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin
korunması, istihdama katkısında uzun dönemlerde vazgeçilemez olması, kırsal
kesimin refahının yükseltilmesi yönleriyle, tarım sektörü, Tükiye'de önümüzdeki
yıllarda da önemini muhafaza edecektir. Bugün Türkiye'de 27 milyon hektar tarım
arazisi, 20 milyon hektar orman, 12,3 milyon hektar mera bulunmaktadır.
Tarımsal araziler, miras yoluyla parçalanarak küçülmüşlerdir. 1991 yılı tarım
sayımına göre, çiftçi ailelerinin yüzde 67'si 5 hektarın altındaki işletmelerde
üretim yapmaktadır. Tarımsal işletmelerin yüzde 96'sı bitkisel ve hayvancılıkla
iştigal eden işletmeler, yüzde 4'ü ise sadece hayvancılık işletmeleridir.
Bu tabloya baktığınız zaman, Avrupa yolundaki Türkiye'de, arzu edilen
bir tablonun oluşmadığını görmekteyiz. Miras yoluyla parçalanan ve küçülen
işletmeleri, optimum işletme büyüklüğüne getirmediğimiz müddetçe -yani, bugün
Avrupa Birliğinde ortalama işletme büyüklüğü 16 hektar iken, Türkiye'de bu
miktar 5,9 hektardır- Miras Kanunumuzda gerekli düzenlemeleri yaparak tarımda
toplulaştırmayı sağlamadığımız müddetçe, Avrupa Birliği yolundaki tarımımızda,
özellikle Avrupa Birliğine girerken, zaten en ciddî sıkıntıyı da tarım
sektöründe yaşadığımızı bilmekteyiz. Onun için, tarımda toplulaştırmayı ve
Miras Kanununda değişikliği mutlaka yapmak mecburiyetindeyiz.
Yine, Anayasamızda toprağın korunması, 44 üncü maddeyle hüküm altına
alınmasına rağmen, geçen zaman içerisinde topraklarımız korunamamış, 1998 yılı
sonu itibariyle 1,5 milyon hektar tarım arazisi tarım dışına çıkarılmıştır.
Birinci sınıf tarım arazisi özelliğindeki Bursa, Sakarya, Düzce, Aydın ovaları
ve Çukurova önemli ölçüde tarımsal üretimden uzaklaştırılmıştır.
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında 40 milyon hektar olan mera alanlarımız amaç
dışı kullanım sonucu, günümüzde 12,3 milyon hektara düşerken, bilinçsiz ve
aşırı baskı sonucu verimsiz bir duruma gelmiştir. Yanlış arazi kullanımı,
meralardaki aşırı baskı, orman alanlarında başıboş hayvan otlatma, orman
tahribi ve ormanların yanlış kullanımı sonucu olarak, maalesef, ülke
topraklarımızın yüzde 88,6'sı, ciddî bir erozyon baskısı altında bulunmaktadır.
Sürdürülebilir bir çevre için, bu konuda acil tedbirlerin alınması
gerekmektedir. Ormanlar, sürdürülebilirlik esasına göre planlanmalı ve
kullanılmalı, daha etkili bir biçimde korunmalıdır. Tarım sektörü, 1999 yılı
itibariyle, millî gelirimizin yüzde 15'ini, toplam istihdamımızın yüzde 45'ini,
ihracatımızın ise yüzde 15'ini oluşturmaktadır. Tarımın, millî gelir
içerisindeki payı, bitkisel ürünlerde yüzde 57, hayvansal ürünlerde yüzde 34,
su ürünlerinde yüzde 2,9 ve orman ürünlerinde ise yüzde 5,8'dir.
Tarım sektöründe fert başına düşen millî gelir, yıllar itibariyle artış
göstermesine rağmen, millî gelirimizin oldukça altında seyretmiştir. 1998 yılı
itibariyle, fert başına düşen millî gelirimiz 3 387 dolar iken, bu rakam, tarım
sektöründe 1 429 dolar alarak gerçekleşmiştir.
Ülkemizde, tarımsal destekleme politikalarının en önemli aracı olan
fiyatın, devlet müdahaleleri sonucu olarak, üretim-pazar sinyallerine uygun
olarak gelişmesi engellenmiş, üretici gelirlerinde istikrarsızlık ve gelir
dağılımını bozucu etkiler yaratılmış, bazı ürünlerde, iç ve dış pazarlarda
değerlendirilemeyen stokların oluşmasına neden olunmuştur.
Bu kürsülerden sık sık tabanfiyatlar eleştiriliyor, bu kürsülerde sık
sık tarımda arzu edilen seviyeye gelinmediği söyleniyor; doğrudur, bu konuda
hiçkimsenin farklı düşündüğü yok. Ancak, bu tablo, yetmiş yıldır Türkiye
Cumhuriyetinde uygulanan politikaların, yanlış destekleme politikalarının,
yanlış tabanfiyat politikalarının sonucu olarak buraya gelmiştir. Tablo, budur;
bu tablo doğrudur.
Bakınız, bu tablonun sonucu, bu yanlış desteklemelerin sonucu,
şekerpancarında, tütünde, çayda ciddî stoklar oluşurken, Sekizinci Beş Yıllık
Kalkınma Planında pancarda kotada ısrar edilmesi doğru bir politikadır; bugün, pancarda uygulanan kota politikası,
doğru bir politikadır. Biz, bunları tartışmak yerine, stoku oluşan ürünlerin
yerine alternatif ürün politikasını öne çıkararak, bugün özellikle yağ
bitkilerinde, soya fasulyesinde... Ki, bugün, biz, bitkisel yağı yurt dışından ithal etmek durumunda kalmışız; soya
ekim alanları küçülmüş, ayçiçeği ekim alanları küçülmüş. Biz, devlet olarak,
hükümetler olarak, bu ürünleri, doğrudan destekleme politikasıyla, alternatif
ürün olarak şekerpancarının karşısına, tütünün karşısına çıkarmış olsaydık,
bugün, bu sıkıntıları yaşamamış olacaktık. Yine, yemin hammaddesi olan mısır
ekim alanları, bu yanlış politikaların sonucu olarak bitmiş. Biz, mısırı,
doğrudan destekleme politikasıyla, alternatif ürün olarak bu stok ürünlerin
karşısında desteklemiş olsaydık, bugün, bu kürsülerden bu tabanfiyatları
tartışmamış olacaktık. İşte, Sekinci Beş Yıllık Kalkınma Planında, bu
alternatif ürün politikasını görmek, bunun için gerekli altyapının
hazırlandığını görmek, bizi ziyadesiyle memnun etmektedir. Türkiye'de, tarım
sektörüne baktığımızda, bugün geldiğimiz noktada da, bu yanlış tabanfiyat
politikaları ve yanlış destek politikalarının yanında, bugün, tarım sektörüne
hitap eden bakanlığın henüz bir kuruluş kanununun olmadığını da görmekteyiz.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, hâlâ, 441 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle
idare edilmektedir.
Yine, tarım sektörüne baktığımız zaman, ürünler bazında baktığımızda,
tarımın, bir, çok başlılık içerisinde olduğunu görmekteyiz. Bugün, tarım, dört
farklı bakanlığın ilgi alanında, yetki alanındadır. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı içerisinde, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının yeniden reorganizasyonu
gerçekleştirilememiştir; bu, geç kalmış bir düzenlemedir. Sekizinci Beş Yıllık
Plan hedefi doğrultusunda, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, mutlaka, yapısını
revize etmek mecburiyetindedir. Zaten, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında
da bu yer almıştır.
Yine, tarımda destekleme kurunun oluşturulması, bu dört farklı
bakanlığın tarım sektörü üzerindeki politikalarını bütünleştirme noktasında
önemli bir adım olarak görülmektedir.
Yine, yanlış politikaların sonucu Türkiye'de, hayvancılık ciddî bir
açmaz noktasına gelmiştir. 1985 yılında yüzde 32 düzeyinde olan tarımsal
üretim, bugün, yüzde 22'ler seviyesine düşmüştür. Bunun birçok nedeni vardır;
yanlış ithalat vardır, yem bitkileri üretiminin teşvik edilmeyişi vardır; ama,
bütün bunların yanında, hayvancılık sektörüne hitap eden Et ve Balık Kurumu
gibi, Yem Sanayii gibi kurumların, ciddî sivil toplum örgütlerinin oluşmadığı
tarım sektöründe, zamansız özelleştirilmiş olması, Türkiye'de, hayvancılığın
ciddî anlamda kan kaybetmesine neden olmuştur.
Yine Sekizinci Beş Yıllık Plana baktığımızda, şeker sanayiinin, tütünün
bağlı olduğu tekelin yeniden rehabilite edilme noktasında, geçmişten ders
alınarak, tarımda ciddî sivil toplum örgütlerinin oluşturulmadan böyle bir
özelleştirilmeye gidilmeyeceğini görmek de, bizi ciddî olarak memnun
etmektedir.
Bugüne kadar, Ziraat Odaları Birliği Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
döneminde yeniden revize edilememiş, yenilenememiş, günümüzün şartlarına göre
teşkilatlandırılamamış. Yine, üretici birlikleri yasası Yedinci Beş Yıllık Plan
döneminde çıkarılamamış.
Gerek üretici birlikleri yasasının çıkarılamamış olması ve gerekse
Ziraat Odaları Birliği yasasının çıkarılamamış olması, tarım sektörünün
teşkilatlanması noktasında ciddî bir kan kaybına neden olmuştur. Bunları,
Sekizinci Beş Yıllık Planın ilk dönemi içerisinde mutlaka gerçekleştirmek
zorundayız.
Yine tarıma baktığımızda, bugüne kadarki yanlış desteklemelerin
sonucundan ders alınarak, Sekizinci Beş Yıllık Planda bunlardan vazgeçildiğini,
doğrudan destek ödemeleri sistemine geçildiğini görmekteyiz. Bu, önemli ve
ciddî bir adımdır. Yalnız, tarımda, doğrudan destek ödemelerine geçmeden önce
bazı altyapı çalışmalarının da mutlaka yapılması gerekmektedir.
Bir defa, tarımda, tarımsal veri tabanı ve çiftçi kayıt sistemini
gerçekleştirmeden, tarımla ilgili ekonomiyi kayıt altına almadan, çiftçinin
tarifini yapmadan, küçük ve büyük boy işletmenin tanımını yapmadan, doğrudan
kayıt sistemine geçmek, bizi, yine geçmişte yapılan destek hatalarına götürür.
Tarım Bakanlığımızın, mutlaka, bu altyapıyı hazırlayarak doğrudan destek ödeme
sistemine geçmesi gerekmektedir. Bugün pilot olarak beş farklı bölgede buna
geçildiğini görmekteyiz.
Şimdi, Miras Kanunumuzdaki yanlışlıklar, arazinin parçalanmış olması,
işletmelerin küçüklüğü, ortakçılığın iyi tarif edilemeyişi ve Türkiye'de, az
önce arz etmeye çalıştığım hususları gerçekleştirmeden doğrudan destek
ödemesine geçtiğimizde, bizi, yine ciddî açmazlar içerisine götürecektir.
Bugün, Avrupa Birliği yolundaki Türkiye'nin en büyük sıkıntısının tarım
sektöründe olduğunu sık sık vurguladım; ancak, Avrupa Birliği derken, gelişmiş
ülkelerin yakalamış olduğu standardı yakalama mecburiyetini ifade etmek
istiyorum. Avrupa Birliği yolundaki Türkiye, tarımdaki standartlarını, gelişmiş
ülkeler standardına yaklaştırırken, bugün bağımsızlığına kavuşmuş Türk
cumhuriyetleriyle ilgili olarak, tarımsal yönden de bağlarını ciddî olarak
kurmak mecburiyetindedir.
Bir defa, sekiz on yıl geçmesine rağmen, Türkiye, hâlâ Türk
cumhuriyetlerinde tarım ataşeliklerini kuramamıştır. Bu neden önemlidir; Avrupa
Birliği yolundaki Türkiye, Türk cumhuriyetlerinden istifade etmek durumundadır;
Türk cumhuriyetlerinin de Türkiye'den istifade etme mecburiyeti vardır. Bu,
özellikle, doğal kaynaklar noktasında çok önem arz etmektedir. Gerek bitki gen
kaynakları ve gerekse hayvan gen kaynaklarının en az dejenerasyona uğradığı
bölgeler, Türk cumhuriyetlerinin ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin olduğu
bölgelerdir. Doğal kaynaklar, günümüzde çok büyük önem arz etmektedir. Bugün,
bitki gen kaynaklarının büyük ölçüde anavatanı, Anadolu ve Kafkasya'dır. Bu gen
kaynaklarına, bütün gelişmiş dünya ülkelerinin de ihtiyacı vardır. Gerek
hayvancılıktaki gen kaynakları ve gerekse bitki gen kaynakları noktasında,
vakit geçirilmeden, gen bankaları, mutlaka kurulmalı; bu da, Türk
cumhuriyetleriyle koordineli bir şekilde yapılmalıdır.
Tarımımızı, gelişmiş ülkelerin tarımı standardına getirme noktasında,
Tarım Bakanlığı, kendi kanunî düzenlemesini yaparken, gelişmiş ülkeler
standardına uygun bir yapıyı gerçekleştirebilmesi için çok dinamik bir yapı
oluşturmak zorundadır. Tarım Bakanlığı, hantal bir yapı içerisindedir. Tarım
Bakanlığı, köylere kadar, kırsal kesime kadar hitap eden bir bakanlıktır. Bu
bakanlık, merkez kuruluşuyla, taşra kuruluşları arasındaki aktivitesini, merkez
altyapı noktasında, bugüne kadarki yanlışlıkları gidererek, yeni revizyonunu
gerçekleştirmezse, az sonra sıralayacağım reformları yapma noktasında ciddî sıkıntılar
çekecektir.
Sık sık vurguladığım veri tabanı ve çiftçi kayıt sistemini oluşturmak,
tarımda önemli bir hadisedir. Tarımla ilgili ekonomiyi kayıt altına alma,
önemli bir hadisedir. Ürün ve üretim planlaması yapılması, doğrudan destek ödemeleri noktasında,
stokların oluşmaması noktasında, önemli bir hadisedir.
Yine, tarım sanayi entegrasyonu sağlanarak sanayiin kırsal kesime
götürülmesi noktasında bu tedbirlerin alınması, önemli bir hadisedir. Bunun
için, Türkiye'de üretici birlikleri yasası mutlaka çıkmalı. Ziraat Odaları
Birliği, günümüzün şartlarına göre yeniden düzenlenmeli. Tarım ürünleri sigorta
sistemi, mutlaka getirilmeli; çünkü, bugüne kadar, muhtaç çiftçilere yardım
noktasında ciddî sıkıntılar yaşanmıştır. Onun için, tarım ürünleri sigorta
sisteminin, Sekizinci Beş Yıllık Planın ruhu doğrultusunda, en kısa zamanda
gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Yine, arazi kullanımı ve toprak koruma kanunu, süresi içerisinde
çıkarılmalı. Şeker kanunu mutlaka çıkarılmalı, hayvan ıslah kanunu, ziraî mücadele
ve ziraî karantine kanunu, yeni bitki çeşitlerine ait ıslahçı haklarının
korunması kanunu çıkarılmalı ve bütün bunların sonucu olarak coğrafî bilgi
sistemlerinin tarımda kullanılması noktasında ciddî adımlar mutlaka
atılmalıdır.
Bütün bunların gerçekleşmesi noktasında araştırma, geliştirme
faaliyetlerini çok önemli görmekteyiz. Bugün, gelişmiş ülkelerde araştırmaya
ayrılan pay, gayri safî millî hâsılanın yüzde 2-3'ü seviyesindeyken, ülkemizde
bu seviye, hâlâ binde 3'ler, binde 4'ler seviyesindedir. Türkiye'de, tarımdaki
bu önemli reformlarını yapabilmesi ve gelişmiş ülkelerle tarımını entegre etme
noktasında araştırmaya, geliştirmeye ayrılan payını, gayri safî millî hâsıladan
en az yüzde 1'ler, yüzde 2'ler seviyesinde pay ayırmak mecburiyetindedir.
Çünkü, gelişmenin temel unsuru eğitimdir. Eğitimde, özellikle tarımsal
kalkınmada araştırma çok başlı bir yapı içerisindedir. Bugün, ziraat
fakülteleri, veteriner fakülteleri, TÜBİTAK, Köy Hizmetlerine bağlı araştırma enstitüleri, Orman Bakanlığına
bağlı araştırma enstitüleri ve Tarım Bakanlığına bağlı araştırma enstitülerinin
aynı konularda araştırma yaptıklarını görüyoruz.
Araştırma, dublikasyon kabul etmez. Bugün, aynı konuda yapılan farklı
araştırmalardan, bu toplumun istifade etmediğini görmekteyiz. Zaten,
gelişmemizin önündeki ciddî engellerden birisi de, araştırmadaki bu
dublikasyondur. Tarımla ilgili araştırmayı da mutlaka tarımın ruhuna uygun
olarak aynı çatı altında bütünleştirmek mecburiyeti vardır.
Sekizinci Beş Yıllık Plana baktığımızda, arz etmeye çalıştığım bu
problemlerin çözümü noktasında, tedbirlerin ciddî olarak alındığını ve bunlara
ciddî olarak ışık tutulduğunu görmek bizleri mutlu etmiştir.
Bu duygu ve düşünclerle, Sekizinci Beş Yıllık Planın, ülkemize,
milletimize hayırlı olmasını diliyor, bu planın hazırlanmasında emeği geçen
başta DPT'nin ve sivil toplum örgütlerinin mensuplarına buradan saygı ve
şükranlarımı arz ediyor; Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Şimdi, söz sırası, Gümüşhane Milletvekili Sayın Bedri Yaşar'da.
Buyurun Sayın Yaşar. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA BEDRİ YAŞAR (Gümüşhane) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planının, ulaştırma, turizm, kentsel ve kırsal altyapı hedefleri üzerine,
grubum adına söz almış bulunmaktayım; Partim ve şahsım adına hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Ülkemizde, ulaştırma hizmetlerinin ekonomik ve güvenli bir şekilde
yürütülebilmesi ve ülke ihtiyaçlarına uygun ekonomik ve sosyal yaşamın
ihtiyaçlarını yerinde zamanında, ekonomik, güvenli bir şekilde sağlayacak bir
ulaştırma ana planı maalesef bulunmamaktadır. Ulaştırma ana planının eksikliği,
ulaştırma alt sektörlerinde hemen hemen plansız, birbirinden bağımsız, kısa
vadeli çözümlere yönelmesine neden olmaktadır. Ulaştırma sektöründe mevcut
kapasitelerin daha verimli kullanılabilmesi, ulaştırma alt sektörleri
arasındaki gerekli koordinasyonun sağlanması için ulaştırma ana planı Bakanlık
bünyesinde yeniden düzenlenmelidir. Sektörler bazında uluslararası taşımacılık
sistemi belirlenerek, Avrupa-Asya transit taşımacılığının sadece karayoluyla
olması halinde ortaya çıkacak olumsuzluklar göz önünde bulundurularak, bir
köprü konumundaki ülkemiz, Avrupa-Asya trafiği için tüm ulaştırma sektörlerini
kapsayan kombine taşımacılığın terminali haline getirilmelidir.
Yedinci Beş Yıllık Planda deniz, demir ve havayolu taşıma
kapasitelerinin artırılması hedeflenmiş; maalesef, bu hedeflere
ulaşılamamıştır. Her yönüyle pahalı olan karayolu ve karayoluyla yük ve yolcu
taşımacılığı 1990'larda yüzde 65'ler mertebesindeyken, 1999'da bu oran yüzde
89'lara kadar artmış, bu politikalar böyle devam ettiği sürece bu oranın
kendisini koruyacağı ve artacağı izlenmektedir. Dolayısıyla, bu artış, hizmetin
tek söktör tarafından sağlandığını ortaya koymaktadır. Bu artışı kaldıracak
otoyol yatırımlarının 1996'dan sonra azalma trendine girdiği görülmektedir.
1999 yılı itibariyle sadece Karadeniz bölünmüş otoyolu devam etmekte olup,
onunla ilgili 1999 ve 2000 yılı için belli miktar finansmanlar ayrılmıştır. Bu
yollar bile projelendirilirken, bugün, Karadeniz otoyolundaki -özellikle
Giresun-Trabzon geçişinde- günlük trafik Trabzon geçişinde 75 000 rakamlarını
bulmaktadır. Bu projelere başlamadan önce bile, en azından alternatif yollar
hizmete açılmalı diye düşünüyorum. Mesela, Karadeniz otoyolu başlamadan önce,
onun devamında Gerede'yi takip eden Kelkit Çayının devamında Tokat-Gümüşhane
üzerinden Trabzon'a ve Rize'ye ulaşmak mümkün. Aynı şekilde, Sıvas-Erzincan
üzerinden Kösedağ geçişini yaparak Günüşhane üzerinden Trabzon ve Rize'ye
ulaşmak mümkün; ama, şu an, bir taraftan yol çalışmaları devam ediyor, bir
taraftan mevcut trafik yükü altında insanlar maalesef çile çekmeye devam
ediyorlar.
Bununla beraber, güneye inen Ankara-Adana-Antep güzergâhı ihale edilmiş
olmasına rağmen, henüz finansmanları tümüyle sağlanmadığı için, projeler
istediğimiz seviyede gitmiyor. Ümit ediyorum ki, önümüzdeki beş yıllık dönem
içerisinde bu projeler vücut bulur, bu projeler hayat bulur. Ama, maalesef, şu
ana kadar yapılan projelerin tamamı, mevcut finansman yapısı itibariyle, 2005
yılından önce bitecek gibi görünmüyor. Burada da yeni bir yol izlemek lazım.
Benim kanaatim, hiç olmazsa, yapılan ihaleler gözden geçirilerek, yüzde 70'in
üzerindeki veya yüzde 50'nin üzerindeki projelere finansman ayrılarak, bu
projeler bir an önce bitirilmeli ve bundan elde edilen ekonomik faydalarla
diğer projelere devam edilmeli diye düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri, demiryolu taşımacılığı, yine aynı şekilde,
yıllık yüzde 11 artış hedeflenirken Yedinci Planda, bu da 4,7 olarak
gerçekleşmiştir. 1999 yılı sonuna kadar sadece 199 kilometre demiryolu
yapılmıştır. Görünen o ki, Türkiye, cumhuriyet döneminden beri, maalesef,
demiryoluna gereken ağırlığı vermemiştir. Sekizinci Planda da demiryolu çok
kısaca geçiştirilmiştir. Bu da, Türkiye adına hakikaten önemli bir kayıptır. Şu
ana kadar yaptığımız, sadece Ankara-İstanbul demiryolunun rehabilitasyonudur.
Bu proje de 300 milyon dolar civarında ihale edildi; tahmin ediyorum,
bugünlerde değerlendirmesi devam ediyor. Ümit ediyorum ki, Sekizinci Plan
döneminde, yani, 2005 yılına kadar, İstanbul-Ankara arası dört saate düşer.
Bunun yanı sıra, İstanbul şehiriçi toplutaşımacılığını rahatlatacak
Avrupa-Asya arasındaki kesintisiz demiryolu ulaşımını sağlayacak Ulusal ve
Uluslararası Demiryolu Boğaziçi Tüp Geçişi ve Gebze-Halkalı Banliyö Hattının
İyileştirilmesi Projesinin finansman anlaşmaları Japon firmalarınca imzalanmış;
inşallah, önümüzdeki dönemlerde bununla ilgili ihaleler de yapılır. Türkiye, bu
projeleri de, en azından, bu dönem içerisinde gerçekleştirmiş olur.
Türkiye açısından Ortaasya'daki Türk cumhuriyetleriyle her türlü
beraberliğimizi sağlayacak Kars-Tiflis Demiryolu Projesinin çalışmalarına
başlanmış olup, hayatî önemi haiz bu projenin bitirilmesi, oradaki
kardeşlerimizle olan bağlarımızı daha da güçlendirecek, yine, ekonomik açıdan,
Türkiye'yi Asya'ya bağlayan köprü olma vazifesini üstlenecektir.
Türkiye'nin ekonomisine önemli katkı sağlayacak diğer bir projede,
kuzey-güney ekseninin geliştirilmesi amacıyla yürütülen Samsun-İskenderun
hattının fizibilite etüdünün yanı sıra, doğu hattı ekseninde geliştirilmesi
amacına yönelik alternatif projeler de, yine, Doğu Karadenizi Geliştirme
Projesi, Doğu Anadolu Projesi, Güneydoğu Anadolu Projesi demiryolu ağlarıyla
muhakkak suretle örülmelidir. Mevcut finansman yapısı içerisinde bu nasıl
yapılır, bunu, doğrusu ben de tam bilemiyorum; ama, yurtdışı kredilerle,
yap-işlet-devlet modeliyle, hiç olmazsa önemli arterlerin yapılabileceğine
inanıyorum. Demiryolları, hakikaten, Türkiye'nin sırtında bir yük, ciddî manada
zarar eden KİT'lerimizden biri. Bunun ve özellikle şehiriçi banliyö hatlarının
süratle özelleştirilmesi Türkiye'nin menfaatınadır.
Değerli milletvekilleri, denizyollarına gelince; Yedinci Beş Yıllık
Kalkınma Planında maalesef, denizyollarında da ciddî manada hedeflere ulaşmış
değiliz. 1995 yılında ihracatımızın yüzde 42'sini taşıyan deniz ticaret
filomuz, maalesef, 1999 yılı itibariyle yüzde 30'lara düşmüştür. Bu payın, hiç
olmazsa, yüzde 50'lere getirilmesi, Sekizinci Planın da hedefleridir;
hakitaten, bunun gerçekleştirilmesinde, Türkiye'nin çok büyük faydaları vardır.
Deniz ticaret filomuzda tarifeli hizmet verecek sayıda gemimiz
bulunmamaktadır. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde yolcu gemisi,
konteyner, petrol tankeri ve ticaret gemilerinin satın alınması, yurt içinde
yaptırılması, mevcudun yenilenmesi için, sektöriçi imkânlarla beraber, devlet
desteği şarttır. Maalesef, bugün, Türkiye'de, tersaneler boş durmaktadır, çoğu,
işçilerini ücretsiz izine göndermiştir. Türkiye, belli finansman yapısını
oluşturamadığı için, sınırlı sayıda aldığı gemilerini de, hep, yurt dışına
sipariş verdirmekte, yurtdışı tersanelerde yaptırmaktadır. Devletimiz, bu
konuya da ciddî manada el atmalıdır; çünkü, denizyolu taşımacılığı, en ucuz
taşıma metotudur, en ucuz taşıma yoludur.
Değerli milletvekilleri, havayolu taşımacılığına gelince; 1995 yılı sonu
itibariyle, Devlet Hava Meydanları İşletlemesi tarafından işletilen havalimanı
ve meydanların sayısı 24 iken, bu sayı, 1999 yılı sonunda 18'i uluslararası
platformda olmak üzere 38'e ulaşmıştır. Mevcut hava meydanlarımızın
yoğunlaşması dolayısıyla, bu meydanların kapasitelerinin artırılmasına yönelik
çalışmalara hız verilecektir. 1995 yılı sonu itibariyle, 64 uçak, 9 860 koltuk
kapasitesine sahipken, 1999'da, bu rakam, 75 uçak, 11 620 koltuk kapasitesine
ulaşmıştır.
Tabiî, Türkiye'de, hâlâ, sekiz, on yıldır inşaatı devam eden
havaalanları var. Özellikle, Orta Anadolu'da, bizim Gümüşhane de dahil,
havaalanlarımız için, dört, beş yıldır herhangi bir yatırım yapılmamıştır. Ümit
ediyorum, bu küçük STOL tipi havaalanları da, bir an önce, vatandaşlarımızın
hizmetine girer; bu da, Türkiye için önemli. Tek sevindirici yanı, Türk Hava
Yolları, gerçekten, uluslararası arenada verdiği hizmetlerden dolayı yüzakımız
olmuştur; bunun da, burada altını çizmek istiyorum.
Diğer bir taşıma sistemimiz, boru hatları. Değerli arkadaşlar, doğalgaz
kullanımının konut ve ticarî sektörlerde sağlıklı bir şekilde
yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar, maalesef, istenilen seviyede değildir.
1999 yılı itibariyle, Türkiye'nin elinde bulunan gaz, yaklaşık 12,5 milyar
metreküp civarındadır. Bunun 8 milyar metreküpü Romanya üzerinden alınan Rus
gazı, 4 milyar metreküpü LNG tesislerinden elde ettiğimiz gaz, sadece 0,6
milyar metreküpü de Trakya'daki kendi kaynaklarımızından elde ettiğimiz gazdır.
Bu kapasiteyle, özellikle uzun geçen kış aylarında, konutları, sanayii ve yeni
hizmete giren dönüşüm santrallarını beslemek mümkün değildir.
Doğalgaz arz kaynaklarının çeşitlendirilmesi politikası çerçevesinde, 10
milyar metreküp, İran'la anlaşma imzalanmıştır. Bu proje kapsamında, boru
hatları, Doğu Beyazıt'dan başlayıp, Seydişehir'e kadar uzanan hattın inşaatı
devam etmekte olup, 2001 yılının 7 nci ayında devreye gireceği kanaatindeyim.
Aynı şekilde, Mavi Akım üzerinden, mavi hat üzerinden 16 milyar
metreküp; Türkmen gazı, Hazar geçişinden elde edeceğimiz, anlaşmasını
imzaladığımız gaz da 16 milyar metreküp olmak üzere, toplam 32 milyar
metreküplük gaz anlaşması imzalanmış olup, eğer -bu projelerden, İran gazının
gireceğinden pek fazla bir endişemiz kalmadı; boru hatlarının tamamı yapıldı,
onlar da sınıra kadar yaptılar- diğer iki projeden biri de gerçekleşirse,
önümüzdeki beş yıllık dönemde, Türkiye'de gaz problemi yaşanmayacak diye ümit
ediyorum.
Yine, aynı şekilde, devletin, özellikle şehirlerimizde, dağıtımla ilgili
bu işlerden elini çekmesi lazım. Tez zamanda, bunun da özelleştirilmesi gerek.
Özellikle yap-işlet-devret modeliyle -şehirlerimizin hepsinde, doğuda, batıda,
her tarafta, hava kirliliği son raddeye ulaştı- bununla ilgili, şehiriçi
dağıtımlarıyla ilgili ihaleler de bir an önce yapılmalı. Bunlar için,
yap-işlet-devret modeli, benim de uygun gördüğüm bir model. Bu sistemle, bir an
önce, bu yapı da oluşturulmalıdır.
Değerli arkadaşlar, şimdi de, turizm ve tanıtma konularındaki
bilgilerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Türkiye, 1980'li yılların ikinci yarısından başlayarak, hızlı bir hamleyle,
dünyaca tanınan ve bilinen tatil ve gezi ülkesi konumuna gelmiştir. 1995-1998
yıllarını kapsayan dönemde, Türk turizminin uluslararası turizm gelirlerindeki
payı yüzde 1,4'ten yüzde 1,6'ya, yabancı turist sayısı da 7,7 milyon kişiden
9,7 milyon kişiye yükselmiştir. Bu dönemde, ülkemizde, turist sayısının yüzde
26, turizm gelirlerinin ise yüzde 45 arttığı görülmektedir.
Özellikle 1980'li yıllarda çıkarılan Turizm Teşvik Yasası, hakikaten,
turizmimize çok önemli katkılar sağlamıştır. Turizm alanları, turizm
merkezlerinin ilanı, bu alanda samimî ve ciddî adımlar atmamıza büyük katkıları
olmuştur; ama, maalesef, bu kanundan da istifa ederek, bazı noktasal turizm
merkezleri ve turizm alanlarının ilan edilmesi de, son günlerde, bu teşvik
yasasına da ciddî sıkıntılar getirmiştir. Ümit ediyorum ki, çıkarılan bu
kanunlar, milletin ve memleketin faydasına kullanılır. Özellikle, 1999 yılında
yaşanan deprem felaketi ve diğer olumsuz şartlar nedeniyle, 7,5 milyon turist
gelmiş, turizm gelirleri, bir önceki yıla göre yüzde 27 oranında azalmış, 5,2
milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.
2000 yılında, ülkemize, 9 milyon turist ve 7,2 milyar dolar gelir
beklemekteyiz. Burada da, ilk 5 aylık göstergeler, bu hedeflere ulaşacağımızı
gösteriyor.
Sekizinci Planda ise, 2005 yılı itibariyle turizm gelirlerimiz 11,6
milyar dolar olarak hedeflenmiştir: Ben, şahsen, bu hedefe de ulaşılacağına
inanıyorum; ama, bu, sadece, turizmi, kıyıda değil; bugün, Türkiye, önemli
uygarlıkların, önemli medeniyetlerin beşiğidir, inanç turizminin de Türkiye’de
gelişmesi için elimizden geleni yapmalıyız diye düşünüyorum. Sekizinci Planda,
doğrusu, ben, buna pek raslayamadım.
Bunun yanı sıra, turizmi, sadece kıyalarda değil, içeriye doğru
hareketlendirmede, özellikle, yayla turizmi, bu konuda önplana çıkıyor. Bu,
Karadeniz Bölgesinde çok yaygın. Bu
yönde de turizmi, özellikle mağaralar ve yayla turizmi yönünde de
geliştirmemizde, ben, şahsen büyük faydalar görüyorum. İnanıyorum ve bu da,
planda, bundan sonraki dönemde yerini alır diye düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri, diğer bir konu başlığı olan, yerleşme ve
şehirleşme konusuyla sözlerime devam ediyorum. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu
nüfus artışına bağlı olarak, sosyal ve ekonomik alandaki gelişmeler sonucunda,
içmesuyu, kanalizasyon ve arıtma hizmetlerine olan talep, hergün artarak devam
etmektedir. Her geçen gün artan talepler için finansman kaynaklarının sınırlı
olması nedeniyle, İller Bankası, bu talepleri yeterince karşılayamamaktadır.
2000 yılı toplam nüfusunun yüzde 66,4'ünü şehirli nüfusun oluşturması
beklenirken, ülkemizde şehirleşme, gelişmiş ülkelerden farklı olarak,
sanayileşmeden kaynaklanan göç yerine, şehir yoksulluğunun köy yoksulluğuna
tercih edildiği bir göç olarak neticelenmiştir.
Sekizinci Beş Yıllık Plan döneminde şehirleşme hızının yıllık ortalama
yüzde 4,7 oranında gerçekleşeceği tahmin edilmektedir; 2005 yılı sonunda 54,7
milyona ulaşacağı ve toplam nüfusun yüzde 70'ini, şehirlerde yaşayan nüfusun
oluşturacağı tahmin edilmektedir.
2000 yılı itibariyle Türkiye'de toplam 14,8 milyon konut mevcuttur.
Bunun 10,2 milyonunun, 20 000 ve daha fazla nüfuslu yerleşim yerlerinde
bulunduğu tahmin edilmektedir.
Geçtiğimiz Yedinci Plan döneminde 2 540 000 konut hedeflenmiş, maalesef,
bunun ancak yarısı gerçekleşmiştir. Konut ihtiyacının karşılanamaması
nedeniyle, ruhsatsız yapılaşmaya doğru gidilmekte ve kontrolsüz kaçak yapılar
çoğalmakta, inşaat ve çevre kalitesi bozulmaktadır. Denetimsiz yapılar,
özellikle, doğal afetlerde alınması gereken tedbirleri zorlaştırmaktadır.
1999 yılında yaşanan Marmara, Bolu-Düzce depremleri çok büyük can ve mal
kaybına neden olmuş, 18 373 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 48 901
vatandaşımız yaralanmıştır; 93 000 konut yıkık ve ağır hasarlı, 104 000 konut
orta hasarlı, 113 283 konut hafif derecede hasar görmüştür. Bu felaketten
sonra, önemle ihtiyaç olan 595 sayılı Yapı Denetimi Hakkındaki Kanun Hükmünde
Kararname 10 Nisan 2000 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Marmara ve Bolu-Düzce
depremleri sonrası gündeme gelen dış krediyle konut ve altyapı çalışmalarına
başlanmıştır. Yapılan çalışmalar sonucu, 42 761 kalıcı konut yapılması
gerektiği tespit edilmiş, bunun 12 000'inin Dünya Bankası tarafından ihalesi
yapılmış; 15 000'inin Bayındırlık Bakanlığı
bünyesinde ihalesi yapılmış olup, Bayındırlık ve İskân Bakanlığının
yaptığı ihaleler sözleşmeye bağlanmıştır ve önümüzdeki günlerde de başlayacağı
kesindir.
Dünya Bankasıyla ilgili toplukonut projelerinin bazılarında sorunlar
var. Önümüzdeki günlerde, onların da giderilerek temelinin atılacağına ve oradaki
yaraların da sarılacağına olan kanaatim tamdır.
Değerli milletvekilleri, 1996 yılında İstanbul'da yapılan Birleşmiş
Milletler İnsan Yerleşimi Konferansı Habitat II'de hedeflenenlerden biri de,
herkese yeterli konut kavramını önplana çıkarmaktı.
Devletin, konut sorununun çözümü için yeterli olmadığı söylenebilir. Bu
sorunun çözümü ise, çok planlı bir şekilde, toplumun her kesimine hitap edecek
arsa üretiminin artırılmasıyla sağlanabilir.
Kamunun, konut üretimi yerine, altyapılı arsa üretimi yaklaşımını
benimsemesi gerektiği, tüm açıklığıyla ortaya çıkmıştır. Plansız, düzensiz bir
gecekondu bölgesine, gerekli altyapı hizmetlerini, asgarî standartlarda
götürmek, devlete, boş arsaya altyapı yaparak sübvanse etmekten daha pahalıya
mal olmaktadır.
Şehir toprakları sürekli tükenmektedir. Burada en büyük payı gecekondu
mafyası almaktadır. Bunun altyapısı, hazır arsa projesiyle desteklendiği
takdirde, geleceğin gündüzkonduları, kamu gözetiminde sağlıklı bir yaşam
çevresi oluşturacaktır. Bu şekilde, halkın finansman gücü akılcı ve planlı
olarak kullandırılarak, insan onuruna yakışır, temiz ve güzel bir ortamda her
türlü altyapısı tamamlanmış, temel hizmetlerden yararlanabilen konut
alanlarının oluşması sağlanacaktır.
Bugün İstanbul'un yüzde 43'ü kiracı konumundadır. Türkiye'de büyük
kentlerde bir memurun maaşıyla, ancak, ev kiralanabilmektedir. Dargelirli
vatandaşların konut sahibi olabilmeleri için, arsa bedeli olarak sadece altyapı
ücretleri alınmalı ve gelir düzeylerine göre uzun vadeli kredi imkânları sağlanmalıdır.
Dargelirli vatandaşlarımız için konut üretim projeleri, millî bir
politika olarak oluşturulmalı, Toplu Konut İdaresi, Millî Emlak Genel
Müdürlüğü, Arsa Ofisi gibi kurumların, tek çatı altında, bunların, bu projeyi
birlikte yürütmeleri, bu projenin gerçekleşmesi için esastır.
Değerli milletvekilleri, yukarıda da bahsettiğimiz çarpık kentleşme
sonucu, içmesuyu, kanalizasyon altyapısı ve katı atık sistemleri, maalesef, iç
açıcı durumda değildir. Biraz rakamlarla ifade edecek olursak, 3 227 belediyeden,
içmesuyu şebekesi olan belediye sayısı 2 359, içmesuyu arıtma tesisi olan
belediye sayısı 143, kanalizasyon şebekesi olan belediye sayısı 314, atıksu
arıtma tesisi olan belediye sayısı 129 adettir.
Yukarıdaki verilere baktığımız zaman, günümüz itibariyle, altyapı
açığının çok önemli olduğu ortadadır. Bununla ilgili birkaç büyük belediyenin
dışında, bütün yük İller Bankasının sırtındadır. Ülkemizin kalkınma planlarının
hedeflerine ulaşabilmesi için, İller Bankasının, finansman bakımından
güçlendirilmesi gerekli görülmektedir; ama, maalesef, 1991 yılında yapılan
yatırımların sadece yüzde 78'i Belediyeler Fonundan bağış olarak, 1997 yılında
yüzde 40'ı Belediyeler Fonundan yine bağış olarak, 1998'de yüzde 22'si
Belediyeler Fonunda bağış olarak karşılanmış, geri kalan kısmı, belediyeler
borçlandırılmak suretiyle yapılmıştır.
Burada da görüleceği gibi, belediyelere İller Bankası paylarından
dağıtılan rakamlar her geçen gün azalmış, bugün, belediyelerimiz, normal
giderlerini, personel giderlerini karşılayamaz duruma gelmişlerdir.
Dolayısıyla, burada, yerel yönetimler yasasını, bir an önce, hep beraber
Parlamento olarak çıkarıp, hakikaten, onların bu problemlerini çözmeye en büyük
katkıyı burada sağlayacağımıza inanıyorum.
Değerli milletvekilleri, diğer bir konu da kentiçi ulaşım. Maalesef,
bugün, günde yaklaşık 24 000 000 kişi şehiriçi yolculuk yapmaktadır. Bunların
çoğu, bildiğiniz gibi -şehiriçi ulaşım- otobüs, halk otobüsü, minibüs, taksi,
dolmuş, neyse, bunlarla sağlanmakta. Bizim büyükşehirlerimizde, raylı sistem,
maalesef, hâlâ oluşmadı; yerel yönetimler, sadece Ankara, İstanbul, bir miktar
da Konya'da, toplam 30 kilometre civarında yaptılar, ki, yerel yönetimlerin
mevcut imkânlarıyla bunları gerçekleştirme şansı yoktur. Artık, dünyadaki
gelişmiş ülkeler şehirlerindeki metro çalışmalarını bitirmiş, şehirlerarası
taşımayı da yine hızlı raylı sistemle birbirine bağlamışlardır. Devlet,
muhakkak bu konuya el etmalı, hiç olmazsa büyük şehirlerde metro konusunda
gerekli finansmanı temin etmelidir.
Değerli milletvekilleri, tabiî, bütün bunların lokomotif sektörü inşaat
sektörü. Bu sektör son yıllarda giderek kriz noktasına gelmiştir. 1997, 1998 ve
1999 yıllarına göre kıyasladığımızda inşaat ruhsat sayısı 130 000'lerden 30
000'lere kadar düşmüştür. Son dönemde, Marmara Bölgesindeki deprem bölgesinde
yapılan konutlar bu sektöre bir miktar hareket getirmiştir; ama, biz diyoruz
ki, ne böyle felaketler olsun ne de sektörümüze bu vesilelerle hareket gelsin.
Bu sektör lokomotif bir sektör; hakikaten, en fazla ilginin gösterilmesi lazım
gelen sektör. Sadece yurtdışı müteahhitlik hizmetlerinde yüzde 13 civarında bir
artış görünmektedir. Yurtdışı müteahhitlik hizmetlerinde de, hakikaten,
müteşebbüslerimize devletin çok ciddî manada destek olması gerekir.
BAŞKAN – Sayın Yaşar, süreniz bitmek üzere, toparlayın efendim.
BEDRİ YAŞAR (Devamla) – Teşekkür ederim.
Diğer bir taraftan, 2886 sayılı Yasa süratle düzenlenmelidir.
Müteahhitlere artık hırsız dememenin,, kontrol mühendislerimizi ve idareyi
yolsuzlukla suçlamamanın yolu bir an önce bu değişiklikiği yapmaktır. Bunun
için yapılacak yatırımlar daha önceden planlanmalı, projelendirilmeli ve
projeler üzerinde anahtar teslimi olarak teklif alınmalı ve hatta devlet daha
da küçülerek araya müşavirlik firmalarını koyarak bunun denetimini yapmalıdır.
Değerli arkadaşlar, diğer bir konudan da çok kısaca bahsederek
huzurlarınızdan ayrılacağım.
Harita, tapu-kadastro, coğrafî bilgi ve uzaktan algılama sistemleriyle
ilgili olarak 1/5 000 ölçekli standart topografik harita yapımı ülke genelinde
büyük oranda yapılmış olmasına rağmen üretime başlanılan ilk yıllardaki
haritalar güncelliğini yitirmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
BEDRİ YAŞAR (Devamla) – ller Bankası Genel Müdürlüğünün, son yıllarda
ürettiği 1/5 000 ölçekli haritalar, ülke koordinat sistemine dayalı olarak
yapılmakta ve veriler, sayısal ortamda, Türkiye ulusal formatına uygun olarak
toplanmaktadır. Bu sevindirici gelişmeye karşılık, önceki yıllarda üretilen
haritaların sayısal olmaması ve mevzi koordinatlı olması nedeniyle yeterince
yararlı olamamaktadır. Ülke genelinde herkesin kullanabileceği sayısal ortamda
ve orta formatta harita üretimi sağlanarak kaynak israfı önlenmelidir.
Tapu hizmetlerinin, otomasyona geçilmesiyle, Türkiye genelinde tapu
sicil ve kadastro müdürlükleri arasında, çağımız teknolojisiyle olan internet
veya intranet ağı kurularak bilgi akışının sağlanması, böylece, vatandaş
taleplerinin günlük olarak karşılanması ve gayrimenkul bilgilerinin güncel
olarak takibi sağlanmalıdır.
Değerli arkadaşlar, bu projelerin yürütülmesinin, söylediğimiz hedeflere
ulaşılmasının tek kaynağı insandır. Bugün, yapılacak en kârlı yatırım, insana
yapılan yatırımdır, bilgiye yapılan yatırımdır. Tabiî, insana yapılan yatırımı
değerlendirirken de, tek bu işi, dünya ilimleriyle değil, manevî ilimle de
donatmamız lazım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yaşar, teşekkür edin... Sayın Köse'nin süresi çok
azalıyor.
BEDRİ YAŞAR (Devamla) – Ben, Yüce Heyetinize teşekkür ediyorum.
Sekizinci Beş Yıllık Planın, devletimize, milletimize hayırlı uğurlu
olmasını niyaz ediyorum ve emeği geçen bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
İnşallah, bundan sonra konuşacağımız Dokuzuncu Plan görüşmelerinde,
Sekizinci Planın gerçekleşmiş haliyle huzurlarınıza gelmeyi arzu ediyor,
hepinize hayırlı akşamlar diliyorum. (MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – İnşallah.
Teşekkür ederim.
Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse; buyurun efendim. Son söz sizin.
(MHP sıralarından alkışlar)
Daha 130 tane önergemiz var, Sayın Bakan konuşacak, 2 sayın üyemiz
konuşacak...
ÖMER İZGİ (Konya) – 1 saat konuşacak, fazla değil.
ALİ IŞIKLAR (Ankara) – Allah'ın günü, saati çok, Başkan!
BAŞKAN – Tabiî, zaten Allah'a sığınmışız; başka çaremiz yok.
Buyurun.
MHP GRUBU ADINA İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bendeniz de Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının kamu
hizmetlerinin etkinliği ve verimlilik, kalite kontrol, mahallî idarelerle
ilgili son bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına konuşmak
üzere huzurunuzdayım; şahsım ve Grubum adına Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı, daha önce yapılmış olan planlardan çok farklı bir faktörle ve çok farklı
unsurları içerisinde taşıyan bir plan olarak önümüze getirilmiştir. Bunlardan
bir tanesini, en çok önemsediğim hususu arz etmek istiyorum: Bu Sekizinci Beş
Yıllık Kalkınma Planının millî bir heyecanla donatılmasıdır ve bu heyecanı
veren hükümetimize, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarımız ve bürokratlarımıza
ve şu anda, bu planı Yüce Heyetinize takdim eden Sanayi ve Ticaret Bakanımıza
huzurunuzda şükranlarımı sunuyorum.
Bu heyecan, önümüze konulan planın yalnız beş yıllık uygulaması değil,
aynı zamanda, cumhuriyetimizin 100 üncü kuruluş yıldönümü olan 2023 yılına
isabet edecek bu yirmi yıllık perspektifini de önümüze koymuştur.
Devletler, planlarını kısa vadeli, orta vadeli ve uzun vadeli yaparlar.
Uzun yıllardan beri hasretle beklemiş olduğumuz uzun vadeli bir stratejiden
yoksun olan Türkiye'nin önüne 57 nci cumhuriyet hükümeti, işte, 2023 yılını
hedef alarak, Türk Milletinin ve devletimizin yirmi yıl sonra ekonomik, sosyal
ve siyasî boyutlarıyla hangi noktada olacağımızı, bu millî planda ortaya
koymuşlardır. Bu bakımdan, bu planda millî bir heyecan vardır diyorum.
Bunun dışında, ilk defa bu planda, Türk dili özellikle ele alınmış ve
Türk Milletinin ve devletimizin resmî dili olan ve insanlarımızın birbirleriyle
anlaştığı, kültürümüzü, eğitimimizi almış olduğumuz önemli unsurumuz olan Türk
dilini ele almış ve onun için, ilk defa Devlet Planlama Teşkilatı bünyesinde
özel bir bölüm kurulmuştur. Onun için, Planlamayı ve Planlamaya heyecan veren
Başbakan Yardımcısı Sayın Genel Başkanımıza da huzurunuzda şükranlarımı
sunuyorum.
Bir başka hususu daha arz etmek istiyorum. Türkiye'de plan meselesini
ilk defa gündeme getiren, planı yasalaştırmak suretiyle Türkiye'nin
imkânlarıyla ihtiyaçlarının giderilmesi konusundaki millî plan meselesini ilk
defa gündeme getiren Merhum Alpaslan Türkeş Beyefendiye de huzurlarınızda hem
şükranlarımı sunuyorum hem de Allah'tan rahmet diliyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
Dolayısıyla, kırk yıl önce başlayan Türkiye'deki uygulanan planın,
gerçekten ülkemizin kalkınmasında çok önemli mesafe aldığına şahit olmaktayız.
Zaman zaman, planlar, siyasetçiler tarafından bertaraf edilmiş veya yapılmış
olan planlar, istikrarsız hükümetler dolayısıyla, maalesef, uygulanmadığı için
öncelikler ertelenmiş ve Türkiye, işte,
bugün üzerinde tartışmış olduğumuz ve hangi konuya el atsak muhakkak surette
birçok mesele karşımıza gelmektedir.
Bu meselelerin halledilmesi, bir yıllık Türkiye cumhuriyeti hükümetinin
üstesinden gelmesi mümkün değildir; çünkü, ekonomik meselelere, sosyal
meselelere baktığımızda ve cumartesinden bu yana da değerli konuşmacılarımızın
bu kürsüden ifade ettiği gibi, gerek bölgelerarası kalkınmışlık farklılığı
gerek aynı bölgede yaşayan insanlarımızın sosyal dilimlerdeki vatandaşlarımızın
gelirlerindeki, maalesef, çok dengesiz dağılımı, Türkiye'de, gerçekten, çok
büyük boyutlara varan sosyal bir problem haline gelmiştir. İşte, planın maksadı
buydu. Yani, dünyada, kalkınmış devletlerde plan mefhumu yok; çünkü, artık,
özel sektör her türlü meselenin içerisine girmiş. Ancak, önemli, devletin
fonksiyonu olan güvenlik meselesi, adalet meselesi ve belki, çok büyük
boyutlara varan altyapı meseleleriyle meşgul olmaktadır. Halbuki, kalkınmakta
olan devletler planı kullanmak mecburiyetindedir. İşte, Türkiye de, kendisini
kalkınmakta olan bir devlet durumunda gördüğü içindir ki, kırk yıl önce
başlatmış olduğu bu planlı kalkınmayı önemsemiş ve planlı kalkınmayla,
Türkiye'nin bölgeler arasındaki dengesizliğini gidermek ve dünyayla olan
entegrasyonunu sağlayabilmesi için bu beş yıllık planlar yapılagelmiştir.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, hedeflerini, gerçeklere
dayandırarak ortaya koymuş, hayalden uzak, Türkiye'nin şu anda elinde mevcut
olan millî potansiyeline ilaveten bir başka hedef koymuştur. Bu da, gerçekten,
1990'lı yıllarda, Allah'ın bir lütfu olarak, komünizmin yıkılmasından sonra
Türk cumhuriyetlerinin ortaya çıkması dolayısıyla, oradaki ekonomik varlığın,
Türkiye üzerinden dünyaya pazarlanması imkânı doğmuştur.
Yine, geçtiğimiz hafta içerisinde çıkarmış olduğumuz, millî proje
dediğimiz Bakü-Ceyhan boru hattı ve ona dayalı olarak çıkarmış olduğumuz petrol
boru hatlarıyla ilgili kanunlarla, Türkiye, Türk dünyasına, bu yasalar
vasıtasıyla, inşallah, önümüzdeki yıllarda, boru hatlarıyla, oranın tabiî varlığı
olan petrol ve doğalgaz imkânlarını dünyaya pazarlama imkânına kavuşacaktır.
İşte, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının hedeflediği en önemli konulardan
bir tanesi de budur. Yani, bir taraftan, dünyayla olan entegrasyonumuzun,
Avrupa Birliğiyle olan beraberliğimizin nasıl sağlanacağının hedeflerini
koyarken, diğer taraftan da, Türk dünyasıyla olan münasebetlerimizi, ilk defa,
böyle bir planda, kendisine hedef olarak seçmiştir. Belki, dün, planların
yapıldığı zamanlarda, Türk cumhuriyetlerinin henüz kendi ayakları üzerinde
bulunma imkânı olmadığı için planlara geçmemişti; ama, artık bugün, bir devlet
politikası haline gelmesi gereken konu, işte, Türkiye Cumhuriyetinin 57 nci
hükümeti tarafından millî bir politika olarak benimsenmiş ve o da plana geçmiştir.
O itibarla, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planımız, işte, millî bir heyecanla
dolu, hem 20 sene sonra bölgemizde lider bir devlet, dünyanın 10 güçlü
devletinden birisi olacağımızın da, yine heyecanını ve onun hedefini koymuştur.
Değerli milletvekilleri, eğer, insanımıza heyecan veremezseniz,
siyasetçiye heyecan veremezseniz ve siyasî irade, kendisine bir hedef koymak
suretiyle, bu hedefe ulaşması için millî varlığımızı ortaya çıkaracak
tedbirleri almazsa, yapılan bu işler boşa gider, Türkiye Büyük Millet
Meclisindeki bu faaliyetin de neticesi sonuçsuz kalır. Bu bakımdan, inanıyorum
ki, Yüce Meclisimiz, yapmış olduğu faydalı çalışmalardan bir tanesini, bugün,
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planımız üzerindeki faaliyetleri ve
çalışmalarıyla, yine çok önemli bir görev üstlenmiştir; tüm gruplarımızı ve tüm
milletvekillerimizi kutluyorum. Bu millî heyecanı, yarından sonra, kamuoyuna,
bütün siyasetçilerimiz, basınımız, inşallah inanıyorum ki, vicdanlara
yerleştirecektir ve Türk Milleti, mevcut olan kendi potansiyelinin, millî
varlığının ne manaya geldiğini öğrenecektir ve 5 yıl sonraki, 20 yıl sonraki
kavuşacağı imkânları da bu vesileyle öğrenmiş bulunacaktır.
Değerli milletvekilleri, arzu edilen, vatandaşımızın mutluluğudur,
milletimizin mutluluğudur. Tabiî, milletimizi, bu mutlu noktaya götürecek, bir
taraftan ekonomik tedbirlerin alınması, bir taraftan da, millî değerlerimizin,
o insanlarımıza, eğitim yoluyla verilmesiyle mümkün olacaktır. Sekizinci Beş
Yıllık Kalkınma Planı, bunu da önemsemiş ve bir taraftan eğitim meselemizi çok
önemli bir noktaya getirmek suretiyle, ilköğretimden yükseköğretime kadar
hedeflemiş olduğu insan varlığımızı, gelecekteki insanımızın hangi bilgiyle
mücehhez olacağı konusundaki bir meseleyi ortaya koymuştur; şu anda, çağdaş devletlerin
elindeki bilgi çağı dediğimiz bu imkânların, hangi yollarla ve hangi şartlarla
bizim insanımıza getirilmesi konusundaki hedefini ortaya koymuştur.
Tabiî, bilgi çağının şartlarını, gereğini yerine getirmemiz için,
eğitimimizde gerekli düzenlemelerin yapılması, meslekî eğitimin verilmesi ve
diğer taraftan da, yine, vatandaşımızın ihtiyacı olan inançlarıyla ilgili
eğitimin verilmesi gerekmektedir.
Şu anda görüşmekte olduğumuz Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planınının
ikinci bölümünde, çok önemli bir vurgulama yapılarak, ülkemizde din ve vicdan
özgürlüğü önemsenmiş ve özellikle vurgulanmıştır.
Değerli milletvekilleri, Türk Milletinin, devletine karşı herhangi bir
güvensizliği olamaz. Vatandaş, devletine güvenmelidir. Vatandaş, devletine her
yönüyle iyi hizmetler yapacağı kanaatinde olmalıdır; bu morali vatandaşımıza
vermemiz gerekiyor. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında, işte, yarından
sonra detayıyla öğreneceği bu planda, vatandaşımız, hem maddî kalkınmasının
yollarını, yöntemlerini, ilkelerini görecek, öğrenecektir hem de manevî
kalkınmasının altyapısının nasıl hazırlanacağının ve gelecekte nasıl bir
eğitimle buluşacağının mesajını alacaktır.
O itibarla, bir defa, farklı düşüncelere sahip olmamız, siyasî
farklılığımız, bizi, ülkemizin kalkınmasında genel prensiplerde ve genel
ilkelerde birbirimizden farklı duruma getirmemektedir. Bugün üzerinde beraberce
mutabakat sağladığımız Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının hedefinde siyasî
partilerimizin çoğunlukla buluşacağına inanıyorum ve dolayısıyla, böyle bir
moral gücü de milletimizde olacaktır.
Tabiî, plan, kamu yönetimi için mecburidir; yani, kamuda görevli olan
devlet müesseselerimizin, yapmış olduğu işler dolayısıyla plana uymak
mecburiyetleri vardır; ancak, özel sektör için, özendirici diyoruz, yol
göstericidir. Planın önemi budur. Türkiye'nin, serbest piyasa ekonomisinde
olması, serbest piyasa ekonomisiyle kalkınmasının bir hedef olarak tespit
edilmesi; ama, bu yanda da, bu tarafta da, planlı bir hedef seçmesi, yanlış bir
politika değildir. Çünkü, planlı kalkınma, aynı zamanda, sosyal
politikaları içermekte ve insanlar arasındaki gelir dağılımındaki noksanlığı
giderecek bir enstrümandır; yani, insanımızın mutlu edilmesi konusunda plana
ihtiyaç vardır. Özellikle, Türkiyemizi kalkınmış bir ülke haline getirinceye
kadar, imkânlarımızın değerlendirilmesi için plana ihtiyacımız vardır.
Tabiî, konuşmacı arkadaşlarımız, zaman zaman, bütçeyle planı
karıştırmışlardır. Malumunuz, bütçe, yıllık hazırlanır ve tahmini bir bütçedir,
tahminidir. Halbuki, plan, ilke, prensip koyar ve bir hedef tayin eder. Planla
bütçe çok farklıdır. Bütçe, bir yıllık gelir ve giderlerle mukayese edilmek
suretiyle, bir yıl içerisindeki muamelelerin sonucudur veya tahminidir; ama,
plan, mevcut millî değerlerimizi, millî potansiyelimizi, ekonomik varlığımızı
ve önümüzde hedeflemiş olduğumuz, gideceğimiz noktanın gösterilmesini
gerektiren bir çalışma, bir faaliyettir. Bu bakımdan, planı önemsiyoruz ve bu
plan çerçevesinde, ülkemizin daha sağlıklı ve daha adaletli kalkınacağına inanıyoruz.
Bu arada, planlı kalkınma, serbest piyasa ekonomisi ve bunların getirmiş olduğu
diğer enstrümanlar dediğimiz, işte, rekabet hukuku ki, serbest piyasanın
getirmiş olduğu tekelci düşüncenin vatandaşımızı ezmemesi için dünyada yeni bir
hukuk gelişmiş ve Türkiye'de de bu hukukun, kendi insanlarımıza uygulanarak,
yanlış uygulamalar sonucunda onun muhakkak surette korunması düşüncesinden
hareket ederek, rekabet hukuku dediğimiz yeni bir hukuk doğmuştur. Haksız
rekabeti önlemek için yasalar çıkarmışızdır.
Bu bakımdan, mevcut planda, rekabet hukukunun da geliştirilmesi ve
Türkiye'deki sebest piyasa ekonomisinin kuralları uygulanırken, bir taraftan
da, onun yozlaşması sonucunda Türk insanının ezilmemesi için, haksız rekabet
kanunları da çıkarılmış ve o da devreye sokulmuştur.
Diğer taraftan, adaletle ilgili değişiklikler nelerdir, neler olması
gerektiği konusunda, yine bir ışık tutmuştur. Beş yıl içerisinde, tüm milletvekilerimizin de bilgisi mevcut bu
konuda, malumunuz, Avrupa Birliği süreci devam etmektedir, öncelikle uyum
yasaları dediğimiz, Anayasamızdan başlamak suretiyle, tüm yasalardaki
gerekli değişikliklerin neler olduğu konusunda bize bir ışık tutmuştur,
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı. Ben de şunu arz etmek istiyorum:
Malumunuz, Meclisimizin 5 siyasî grubunun ikişer milletvekilinden teşekkül eden
bir uzlaşma komisyonu vardır. Şu anda uzlaşma komisyonu alt komisyonunu
teşekkül ettirmiş ve orada Anayasa değişiklikleri çalışması yapılmaktadır.
Plan, Anayasanın 14 maddesinde değişiklik yapılmasını bir strateji olarak
önermiş, biz de kendi bünyemizden, diğer gruplarla ortaya çıkarmış olduğumuz 24
madde dahil, 38 madde üzerinde, şu anda Meclisimizdeki uzlaşma komisyonunun alt
komisyonunda bu çalışmalar devam etmekte. Bu, sevindirici bir olaydır. Bugün, 21
inci Dönemdeki Türkiye Büyük Millet Meclisimizin yapmış olduğu çalışmaları,
Anadolu'daki ve diğer bölgelerdeki insanlarımızın çok sempatiyle karşıladığını,
gerçekten bir prestij meselesi haline gelen ve Meclisimizin prestijini
yükselten büyük bir çalışmanın ortaya çıktığını, vatandaşımız herkese
söylemektedir. Zaten, çıkarmış olduğumuz yasalar, yapmış olduğumuz Anayasa
değişiklikleri de bunun en önemli örnekleridir.
Bu bakımdan, bu Anayasa değişiklikleri, diğer değişikliklerle birlikte,
inanıyorum ki, ekim ayında başlayacak dönemde, önümüzdeki yasama döneminde
Meclisimizin huzuruna gelecektir. Adalet mefhumunun muhakkk surette
yerleşebilmesi, gelişebilmesi, tesis edilebilmesi için, yine birçok kanunumuzda
değişiklikler yapılması gerekiyor. Planımız, Türk Ceza Kanununun, Türk Medenî
Kanununun ve yapılmış ve hazır olan
birçok kanunlarımızın Meclisimizden çıkmasını öngörmektedir.
Ayrıca, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planımız, son yıllarda, özellikle,
kamu alanı, özel alan dediğimiz bu ikili alanda, vatandaşlarımızı organize eden
meslek kuruluşlarımızın, çeşitli meseleleri kendisine uğraşı alanı seçen sivil
toplum örgütlerinin organizasyonunun da ortaya çıkarılması ve demokratik
çalışmaların içerisinde; yani, demokratikleşmenin bu süreç içerisinde devam etmesi
gerekirken "sivil toplum örgütlerinin de organizasyonu lüzumludur"
şeklinde bir öneri getirmiştir; çok önemlidir.
Değerli milletvekilleri, diğer taraftan, ülkemiz, depremlerin yaşandığı
ve depremlerin olduğu bir toprak parçasındadır. Zaman zaman, 1930'lu yıllardan
bu yana, üzücü sonuçlar doğuran birçok deprem olmuştur. 17 Ağustosta ve 12
Kasımda meydana gelen depremler, daha sonra Çankırı'da ve Ankaramıza yakın
Çubuk İlçemizde meydana gelen depremler, topraklarımızın, gerçekten bir deprem
hassasiyeti olduğunu ortaya koymuştur. Neler yapılması gerektiğini Sekizinci
Beş Yıllık Kalkınma Planında görüyoruz; yani, Türkiye'nin doğal afetlere
hazırlıklı olması gerekiyor. Mimarından inşaatına kadar, altyapısından üst
yapısına kadar ve kat irtifaına kadar, muhakkak surette, Sekizinci Beş Yıllık
Kalkınma Planımız, bunun satırbaşlarıyla prensiplerini ve ilkelerini koymuştur.
O itibarla, doğal afetlerle ilgili olarak, hükümetimize, özellikle,
Marmara Bölgesinde ve daha sonra meydana gelen lokal depremlerde göstermiş
olduğu çalışmadan dolayı; vatandaşlarımızı, süratle başını sokacağı bir mekâna
kavuşturduğu için ve vatandaşlarımızı sıkıntıdan kurtardığı için, yine teşekkür
ediyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiyemizin, yine en önemli meselelerinden bir
tanesi trafik konusudur. Yine, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planımızda trafik
meselesi de, çok önemli bir mesele olarak yer almıştır. Bu da önemli bir
konudur. Yılda, 6 000 ilâ 7 000 arasında insanı, maalesef trafikte
kaybediyoruz. 70 000-80 000 insanımız yaralı ve sakat ve belki katrilyona varan
maddî hasarlarımız var.
Daha iki sene, üç sene önce kanun çıkardık. Belki her iki-üç senede bir
trafik kanunu çıkarıyoruz. Aklına gelen, acaba yolda mı hata, insanda mı hata,
araçta mı hata demek suretiyle bir tarafından tutuyor, buraya bir kanun
getiriyor ve biz, o kanunları çıkarıyoruz; ama, yıllık rakam, yine hiç
değişmiyor ve her yıl 5 000 ilâ 7 000 arasında insanımız ölüyor.
Bugünkü gazetelerin manşetinde 200 000 rakamını görüyorsunuz. Bakın,
Türkiye'de, İstiklâl Savaşında kaybettiğimiz insanı, 15-20 senedir,
"Trafik Canavarı" dediğimiz, melun ve insanımızın düşmanı olan bu
canavarın kollarına teslim ediyoruz.
İşte, Türkiye Büyük Millet Meclisinin önündeki en önemli görevlerden bir
tanesi, bu canavarın kollarını kırmaktır. Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanvekilimiz, İstanbul Milletvekilimiz Sayın Murat Sökmenoğlu Beyefendinin
-ilk imza sahibi olması dolayısıyla- ve tüm gruplarımızın milletvekillerinin
imzalamış olduğu, "trafik canavarından nasıl kurtulacağız" anlamındaki
araştırma önergesinden dolayı, Sayın Başkanımızı kutluyorum... (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – ...ve inşallah, inanıyorum ki, çok kısa süre
içerisinde bu araştırmayı yaparız.
Değerli milletvekilleri, kanun çıkarıyoruz, trafik canavarı,
insanlarımızı almaya devam ediyor; yollarımızdaki sıkıntıdan mı, insanımızdaki
kusurdan mı, nedendir; bu Meclis, bunun nedenini ve niçinini bulmalıdır.
Başkanım, bu bakımdan hayırlı bir görev yaptınız, sizi kutluyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Tabiî, onun dışında, yine, planda, ekonomideki
etkinliğin artırılması konusunda bazı ilkeler konulmuştur. Bunlar, rekabet
hukuku, demin arz ettiğim gibi, fikrî hakların korunması, kayıtdışı ekonominin
kayıt içerisine alınması, yani vergilendirilmesi, kaynağının belli olmasının
tespiti ve verimlilik, kalite kontrolü ile ekonomideki noksanlarımızın
tamamlanması konusunda ilkeler ve prensipler konulmuştur.
Sekinci Beş Yıllık Kalkınma Planında, bir başka husus daha
önemsenmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bizim de üzerinde
durmamıza rağmen, maalesef, hazırlayıp da hayata geçirmediğimiz,
geçiremediğimiz mahallî idarelerle ilgili önerilerimiz ile diğer ortaklarımız
tarafından hazırlanan belgeler, bilgiler ve öneriler bir tasarı haline
getirilmesine rağmen, hükümetimizin elindedir, maalesef, henüz Meclisimize
intikal etmemiştir. Nedenlerini bilemiyoruz; ama, isterdim ki, şu yasama dönemi
sona ermeden, belediyelerimizdeki sıkıntılarımızın, köylerimizdeki
sıkıntılarımızın, il özel idarelerimizdeki sıkıntılarımızın bir kısmını bu
yasama döneminde halledelim; muhtarlarımıza rahatlıkla bir selam verme imkânını
bulalım; belediye başkanlarımızı finanse edecek, malî kaynak aktaracak imkânları
ortaya çıkaralım ve diğer taraftan da, büyükşehir belediyeleri ile diğer
belediyeler arasındaki mevzuat çatışmasını ortadan kaldıralım.
Şu anda, ilçe belediyeleri ile büyükşehir belediyeleri arasında kavga
vardır. Yanlış, doğru; ben, geriye doğru gitmek istemiyorum; çünkü, plan,
arkaya bakmaz; plan, öne bakar. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planını
konuştuğumuza göre, önümüzü görmemiz lazım. Önümüzü görmemiz için de, Sekizinci
Beş Yıllık Kalkınma Plan bize önerilerde bulunmuş. 3030 sayılı Büyükşehir Belediye
Kanunundan tutun, 1580 sayılı Kanun, 442 sayılı Köy Kanunu ve vatandaşlarımızı
rahatlatacak, ekonomik, sosyal yönden huzura kavuşturacak hangi yasalarda
değişiklik yapmamız gerekiyorsa, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, bizi, bir
daha uyarmış. Belki, Meclisimiz bunu biliyor, gruplarımız biliyor, elimizde
tasarılarımız, tekliflerimiz mevcut; ancak, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planında, devletin, bunları hedef göstermesi ve büyük bir ihtiyaç olduğunu
vurgulaması önemli bir gelişmedir.
Şimdi, sayın bakanlarımızın, belediye başkanlarıyla olan
çalışmalarındaki sıkıntılarını...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim, devam edin.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Köylerdeki insanımızın, vatandaşımızın huzur içerisinde yaşayabilmesi
için, yönetimine el atmamız lazım. Köyün muhafaza edilmesini, köydeki
insanımızın mutlu olmasını istemeyen hiçbir siyasetçi yok, hiçbir vatandaşımız
da olamaz. Köyü, iki sebepten istiyoruz. Bir tanesi, üretici. Ürettiğini biz
tüketiyoruz. Değerli milletvekilleri, siz, şimdi, membaı kurutuyorsunuz; yani,
köydeki insanımızın şehre göç etmesi suretiyle üretimi kuruttuğumuz anda,
üretimi azalttığımız anda, ithalat yapmak mecburiyetinde kalırız; yani, gıda
maddelerimizi ithal etmek mecburiyetinde kalırız; birinci sebep budur. Yani,
ekonomik, maddî meseleden dolayı köyü muhafaza etmemiz, köylüyü muhafaza
etmemiz gerek. Ancak, tabiî, köyü, küylüyü muhafaza ederken, toprağın bekçisi
olarak değil, topraktan mutlu olacak bir köylüyü muhafaza etmemiz lazım.
Köyü neden muhafaza ediyoruz; millî ve manevî değerlerimizi yaşattığı
için, örf ve âdetlerimizi devam ettirdiği için ve Türkiyemizde bütün
meselelerde, devletine, vatanına bağlı bir sosyal kesim olduğu için, köylü
vatandaşımızın -bu kültürüyle, onu eğiterek ve o kültürünü en yüksek seviyede
muhafaza etmek suretiyle, millî ve manevî değerlerimizin de bekçisi olması
dolayısıyla- köyün, muhakkak surette kalkınması ve modern, bugünkü
ihtiyaçlarını karşılayacak bir yönetime kavuşması gerekir.
Değerli milletvekilleri, muhtarların bugün sosyal güvencesi yoktur. Her
gün kapımıza geliyorlar... Mahallî idarelerde, muhakkak surette bir anlayış
değişikliği yapmamız lazım.
Bir dozerin hangi yolda çalışacağına dair eğer bir sayın bakanın müsaadesi
gerekiyorsa ya da bir sayın genel müdürün müsaadesi gerekiyorsa, böyle bir
çağdaş devlet dünyada yok!
Yirmi sene sonra dünyanın 10 büyük devletinden bir tanesi olacağını
hedefine koymuş bir devletin, artık, köy hizmetleri diye bir meselesinin
olmaması, bunun il özel idarelerine devredilmesi ve Milliyetçi Hareket
Partisinin hedefinde olan, ilçelerde özel idare kurulmak suretiyle, vali ve
kaymakamlarımızın emirlerine tüm köy hizmetlerimizin araç ve gereçlerini, maddî
imkânlarını vererek, köydeki vatandaşımızın kendi ihtiyaçlarını mahallinde
planlayıp, programlayıp, meselesini halletmesini ortaya çıkarmamız gerekiyor.
(MHP sıralarından alkışlar)
İkincisi, belediyeler konusunda noksanlarımızın tamamlanması gerekiyor.
Belediye başkanlarımızın her gün Ankara'da olması ya da senenin altı ayı
Ankara'da olması zaman israfıdır ve prestij kaybıdır, yalnız belediye
başkanının prestij kaybı değildir, tüm siyasetçilerin prestij kaybıdır.
Belediye başkanı kapı kapı dolaşmak suretiyle, belki su programını veya kanalizasyon
programını, bir başka programı yapmak suretiyle seçmenini rahatlatacak, oradaki
insanının ihtiyacını karşılayacak mücadeleyi verirken, belediye başkanını
Ankara'da dolaştırmaya da hakkımız yoktur. Ne yapmamız gerekiyor; onun da kendi
ayakları üzerinde durabileceği, ekonomik yönüyle destekleyeceğimiz ve tabiî,
üniter yapımızı bozmamak kaydıyla...
Değerli milletvekilleri, şimdi, Türkiye çok hassas bir süreçten geçtiği
anda, özerklik diyoruz, mahallî destek diyoruz; ama, birileri, bu işi biraz da siyasete
bulaştırmak suretiyle, maalesef, bölgesinde, beldesinde bulunan imkânları,
zihniyeti itibariyle, farklı bir noktaya götürmeye çalışıyor.
BAŞKAN – Sayın Köse!..
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Sayın Başkanım, izninizle bitireceğim.
BAŞKAN – Hayır, bendeniz bitirin demedim...
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Bu bakımdan, diyorum ki, belediyelerin,
içerisinde bulunduğu sıkıntılardan çok süratle çıkması gerekiyor. Şu anda,
belediye başkanları sokağa çıkmak üzeredir. Ben, kendilerinden bir anlayış
beklemek istiyorum. Gerçekten, Meclisimizin önüne, Mahallî İdareler Kanunu
Tasarısı gelmemiştir. Gelmiş olsaydı, bu Meclis, önceliğini, Mahallî İdareler
Kanunu Tasarısından yana koyardı.
MUSTAFA ÖRS (Burdur) – Kim getirecekse ona söyle.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Onun için, ben, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına şu sözü veriyorum: Önümüzdeki yasama döneminde sayın hükümetimizden
istirham edeceğiz, inşallah, gündemimizin ilk sıralarına mahallî idarelerle
ilgili tasarı gelecek ve Meclisimiz, bu tasarının çıkmasına inşallah yardımcı
olacaktır.
Sayın Başkanım, bir hususu daha arz ederek sözlerimi bitirmek istiyorum,
o da şudur...
YASİN HATİBOĞLU (Çorum) – Sayın Köse, "dönemi" yanlış
anlarlar, düzeltir misiniz; önümüzdeki yasama dönemi değil, yasama yılı olacak.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Sayın Hatiboğlu'na teşekkür ediyorum,
yanlış ifade ettim, yasama dönemi değil; önümüzdeki yasama yılı demem
gerekiyordu.
Yasama yılı olan önümüzdeki yıl itibariyle...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Selamımı verip tamamlayacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN – 5 dakika geçti efendim, ben selamlayacağınızı tahmin ediyorum,
otomatik kesildi zaten.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Özel idareler, önemli bir hizmet müessesemiz. Şu andaki tasarının içi
boşaltılmıştır. Köye Hizmet Götürme Birliği ismiyle yeni bir hizmet dalı
getiriliyor. Biz diyoruz ki, böyle yeni şeylere lüzum yok; yani, yeni bir
bürokratik meseleyi ortaya çıkarmaktan daha çok, kendi iradesiyle, kendi
insanının seçmiş olduğu bir yönetimi ortaya çıkaralım; ona da, işte ilçe
yönetimi diyoruz, ilçe özel idaresi diyoruz. İnşallah, inanıyorum ki, bu
tartışmalar, bu istişareler sonucunda, mahallî idarelerle ilgili o mevzuat
değişikliği de istediğimiz şekilde gerçekleştirilir ve oradaki insanlarımız da
bundan istifade eder.
Kamuda çalışan memurlarımızla ilgili, Kamu-Senle ilgili Sendika Kanunu
Tasarımız yine, önümüzdeki yasama yılında, inşallah, Milliyetçi Hareket Partisi
ve diğer gruplarımızın çalışmalarıyla önümüze gelecektir ve inşallah, onun da
çıkarılması konusunda gerekli sürat kazandırılacaktır.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; müsamahanız için çok teşekkür ediyor, şükranlarımı sunuyorum.
BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum efendim.
İSMAİL KÖSE (Devamla) – Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planımızın,
ülkemize, yüce milletimize hayırlı olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyor, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Efendim, çok teşekkür ediyorum Sayın Köse.
Sayın milletvekilleri, Kalkınma Planımız
üzerindeki, gruplar adına yapılan konuşmalar bitmiştir.
Bundan sonra, Sayın Bakan söz istedi; 2 sayın üyemize de söz vereceğiz.
133 önerge vardı. 133 önerge, 5'er dakikadan 12 saat yapıyor; ama... (DSP
sıralarından "devam edelim" sesleri)
Devam değil efendim, müsaade edin. Uzlaşıldı... Muhalefet ile iktidar
partilerinin uzlaşmasıyla bu önergeler iniyor.
Şimdi, enerjinizi toplayabilmek için, saat 02.00'ye kadar birleşime ara
veriyorum efendim.
Kapanma Saati : 01.30
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 02.00
BAŞKAN : Başkanvekili M. Murat SÖKMENOĞLU
KÂTİP ÜYELER : Vedat ÇINAROĞLU (Samsun),
Hüseyin ÇELİK (Van)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 119 uncu Birleşimin Beşinci Oturumunu
açıyorum.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı üzerindeki görüşmelere devam
ediyoruz.
IV. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. —Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş
Yıllık (2001-2005) Kalkınma Planının Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/600) (S. Sayısı : 516) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Gruplar adına yapılan konuşmalar tamamlanmış, şahıslar adına geçmeden
evvel Sayın Bakan söz istemişti.
Sayın Bakan, buyurun efendim. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)
SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Sayın Başkan,
Yüce Meclisimizin çok değerli üyeleri; plan görüşmelerimizin bu ikinci gününde,
hükümet adına görüşlerimizi sunmak için huzurlarınızdayım; hepinize saygılar
sunarak sözlerime başlıyorum.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Türkiye'nin dünyada bilgi toplumu
olma doğrultusunda gerçekleşecek olan temel dönüşümünün dışında kalmamasını
sağlayacak değişmelerin, Avrupa Birliğine tam üyelik süreciyle tam uyumlu
politikaların, tedbirlerin ve bu tedbirlere tekabül edecek olan
yönlendirmelerin planıdır. Söz konusu politika ve tedbirler, aynı doğrultudaki
yönlendirmeler, gerek uzun vadeli etkilerin dikkate alınabilmesi gerekse iç
tutarlılıkların daha iyi sağlanabilmesi amacıyla, cumhuriyetimizin 100 üncü
yılına tekabül eden 2023 yılı için belirtilen gelir, yatırım, eğitim, sektörel
paylar gibi parametreler, Türkiye'nin bilgi toplumu olma noktasında, o yılda
sağlaması hedeflenen kriterleri ve özelliklerini ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla, çok sayın bazı milletvekillerinin belirttiğinin aksine, planın,
belirgin bir vizyonu vardır ve bu plan vizyonu, hükümetimizin siyasî iradesini
de yansıtmaktadır.
Bu vizyon, 23 Mayısta Yüksek Planlama Kurulunda görüşüldükten sonra,
hükümete sunulması kararlaştırılan uzun vadeli gelişmenin -ki, bu, 2001-2023
tarihidir ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının 2001-2005 dönemini
kapsamaktadır- "Temel amaçları ve stratejisi" başlıklı Resmî Gazetede
yayımlanmış olan strateji belgesinde de ifadesini bulmaktadır. Plana yansıyan
vizyon hükümetin bu belgede somutlanan siyasî iradesidir.
Sayın milletvekilleri, planın dayandığı strateji, metodolojik olarak da
dünyada ulaşılması istenen sıralamanın ilanını esas almamakta, yapısal
dönüşümleri, büyümenin bileşenlerini ve özelliklerini de aynı zamanda ortaya
koymaktadır. Bu strateji doğrultusunda plan -sunuş konuşmamda da dün
belirttiğim üzere- makro ekonomik politikalardan, bilim ve teknoloji alanına
kadar, aynı zamanda sosyal gelişmeye kadar bir dizi kritik hedefi de belirlemiştir.
Devlet Planlama Teşkilatı, 1960'lı yıllarda, tek sektörlü, o zamanki
"Harrd-Domar" diye bilinen modeliyle yaşadığı tecrübeyi, günümüzde
birçok benzer kurumda olduğu gibi, dünyadaki benzer kurumlarında olduğu gibi,
teknolojik olarak atılımını yaparak devam ettirmektedir. Ülkemizde sadece
Devlet Planma Teşkilatında sürdürülen bu ekonomik modelleme geleneği,
Türkiye'de gerek veri gerekse literatüre öncülük etmiş olan bir planlama
anlayışını da yerleştirmiştir.
Sekizinci Planın oluşturulmasında kullanılan DPT'nin üç aylık mevsimsel
makroekonometrik simülasyon modeli -ki, biz buna DPT makrom diyoruz- mümkün
olan en geniş detayda ve en yüksek frekansta verilerle çalışan bir model olup,
şu anda, tüm gelişmiş ekonomilerde kullanılan makroekonometrik modellerle aynı
detay ve teknolojiye sahiptir. Model, daha geniş bir yelpazede politik
analizlerine izin veren, dünya genelindeki değişme ve eğilimleri dikkate alan
ve Türkiye ekonomisinde meydana gelen yapısal değişiklikleri mümkün olduğunca
en üst seviyede izleyen bir niteliğe de sahiptir. Dolayısıyla, Sekizinci Planın
oluşturulmasında kullanılan bu teknolojinin, 1973 yılındaki plan teknolojisiyle
karşılaştırılması da mümkün değildir, en azından, haksızlıktır.
Planlama ve ekonomik modellere ilişkin literatürdeki gelişmeleri
izlemeden yapılan bu karşılaştırma, aynı zamanda, bu alanda bilgili ve özverili
bir şekilde çalışan bizden daha genç kuşaklar için de hayal kırıcı ve haksız
bir suçlamadır.
Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin geçmişteki performansının
karşılaştırılabilir ülkelere göre düşük olduğu ve bu nedenle de, planda
öngörülen gerçekleşmenin ve büyümenin beklenemeyeceği ifade edilmiştir. Türkiye
ve karşılaştırılabilir diğer ülkelere, geriye dönük performansları itibariyle
bakıldığı zaman, 1964-1998 dönemine ilişkin millî gelir rakamlarına
baktığımızda, Türkiye'nin, Arjantin, Brezilya, İtalya, Güney Kore, Malezya,
Meksika, Portekiz ve İspanya gibi ülkelerle mukayesesi performans açısından
düşük olduğunu göstermektedir. Türkiye, yıllık ortalama yüzde 6,4'lük bir artış
oranıyla 1998 yılında 3160 dolarlık bir kişi başına gelir seviyesine gelmişken,
mukayese yapılan Güney Kore yüzde 13,1 ve Portekiz de yüzde 10 artışla en iyi
performans gösteren ülkelerdir. Lakin, bu mukayesenin sadece kişi başına millî
gelir seviyesinde yapılmasının da bazı sakıncaları vardır; çünkü, bu
değerlendirmenin, Türkiye'nin performansının yansıtılabilmesi için ekonomik ve
sosyal olarak ayrı ayrı yapılması gerekmektedir.
Bu bağlamda, öncelikle nüfus artış hızına baktığımız zaman, yine,
1964-1998 dönemini mukayese ettiğimizde, Türkiye, ortalama yüzde 2,2'lik
artışla bu değerlendirmede en yüksek nüfus artışına sahip üçüncü ülke
konumundadır. Bizi sadece Meksika yüzde 2,5 ve Malezya yüzde 2,6 ile
geçmektedirler. Diğer ülkelerin nüfus artış hızları ülkemizden düşüktür.
Nüfus artışındaki bu yüksek oran, Türkiye'nin kişi başına millî
gelirinin diğer ülkelere göre düşük kalmasının en büyük sebeplerinden biridir.
Nitekim, nüfus artışına bağlı olmayan bir diğer gösterge diyebileceğimiz reel gayri safî millî
hâsılaya baktığımız zaman, ortalama yüzde 4,8'lik bir büyümeyle, Türkiye'nin,
Güney Kore ve Malezya dışındaki bu yukarıdaki ülkelerin hepsini geçtiğini
görürüz.
Önemli bir sosyal gösterge olan eğitim düzeyine baktığımız zaman, 1996
yılı itibariyle, Türkiye, yükseköğrenimde, yine, mukayese yapılan Brezilya,
Malezya ve Meksika'dan daha iyi konumdadır. Eğitim düzeyi, toplam faktör
verimliliğinin önemli bir bileşeni olduğundan, bu durum, Türkiye'nin ekonomik
performansının da sınırlı kalmasına maalesef sebep olmuştur.
Ayrıca, yine, bu mukayese yapılan ülkelerle baktığımız zaman, Uzakdoğu
ülkelerindeki tasarruf oranlarının yüzde 35'lere ulaşması, bölgesel
entegrasyonun getirdiği birtakım dışsallıklar ve yabancı sermaye
yatırımlarındaki yükseklik, bunların gelişme performansında da etkili olmuştur.
Değerli milletvekilleri, bir başka değerlendirme de, Sekizinci Beş
Yıllık Planda öngörülen gelişmenin, artık, dünyada bu tür bir planlama
bulunmaması nedeniyle başarılamayacağı da dile getirilmiştir. Sekizinci Planda
ortaya konulan planlamanın, özü itibariyle en gelişmiş piyasaya ekonomilerine
uymakla birlikte, ülkemizin kendi gelişmişlik düzeyi ve gelişme ihtiyaçlarının
da niteliği göz önünde tutulursa, söz konusu ülkelere göre daha fazla alanı
kapsaması da çok normaldir.
Türkiye, ekonomik kalkınmasını sonuçlandırmak ve sosyal gelişmesini
sürdürmek amacıyla, söz konusu ettiğimiz ülkelere oranla, göreceli olarak daha
çok alanda planlama faaliyetini de sürdürme ihtiyacındadır. Gelişme süreciyle
birlikte, yöntem ve kapsam bakımından farklılığın tedricen kalkması da
tabiîdir. Bu durum, plan kapsamlarının tarihî değişme sürecine bakıldığında da
görülecektir.
Bu farklılık dikkate alınmak kaydıyla, Fransa ve Japonya'da olduğu gibi,
planlama kurumları ya da planlamanın fonksiyonunu gören diğer kurumlar veya
diğer OECD ülkelerine baktığımızda da benzer kurumlara rastlayabilmekteyiz;
mesela, Japonya'daki planlama kurumu, Japonya'nın uzun vadeli dönüşümü
konusunda da aktif bir şekilde çalışmaktadır.
Makro ekonomik istikrarın sağlanması, plan hedeflerine ulaşılmasında
vazgeçilmez hedeflerden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Yüksek faizlerin,
yüksek içborcun ve yine yüksek enflasyonun, gelir dağılımı da dahil, temel
dengeleri bozması çok açıktır. Bunun için, planda, esasen, 1999 yılının ikinci
yarısından itibaren büyük bir kararlılıkla ve cesaretle uygulamaya başlanan
politikalarla erişilebilir gözüken makroekonomik istikrar, hem ekonomik hem de
sosyal dengeleri iyileştirici ve gelişme potansiyelini de artırıcı bir yer
tutmaktadır.
Değerli milletvekilleri, çeşitli vesilelerle birçok konuşmacının da
belirttiği gibi, Türkiye'nin performansının potansiyelinin altında kalmasında,
özellikle, son dönemlerdeki makroekonomik ve siyasî istikrarsızlık önemli bir
rol oynamıştır. 2023 perspektifindeki yüzde 7'lik yıllık ortalama büyüme
hızının fazla yüksek olup olmadığı değerlendirilirken, makroekonomik istikrarın
ve diğer kritik alanlardaki yapısal reformların hayata geçirilmesinin de
pozitif bir etkisi olacaktır. Bu durumda, yıllık yüzde 5 dolayında olan
geleneksel potansiyel büyüme hızımız, toplam faktör verimliliğindeki artışı da
göz önüne alırsak, 2 puan daha artacak ve ortalama yüzde 7'lik bir seviyeye
gelecektir. Dolayısıyla, 2023 perspektifi için öngörülen büyüme hedefimiz de
gerçekleşebilir görünmektedir.
Aynı dönemde, plan için yine öngörülen yüzde 6,7 düzeyindeki yıllık
büyüme ortalama hızı da, öngörülen politikaların, tedbirlerin hayata
geçirilmesiyle gerçekçi olacaktır.
Sekizinci Plan öncesinde, ekonomik ve sosyal göstergelerde olumsuzluklar
bulunduğu da belirtilmiştir. Başta kamu dengesi olmak üzere, Sekizinci Plan
öncesinde birtakım ekonomik ve sosyal problemler vardır; bunlar, planda da,
okuyucuların veya planı takip edenlerin dikkatine sunulmuştur.
Bu konuda yine mukayese yapılan Yedinci Planın ilk iki yılı başarılı,
diğer yılları başarısızdır şeklinde bir kanaate varmak da doğru değildir;
çünkü, 1996 ve 1997 yıllarında, kamu açıklarında, dışticaret hedeflerinin
geliştirilmesinde ve nihayet enflasyon hedeflerinde çok ciddî ve büyük sapmalar
mevcuttur. Nitekim, 1997 yılı enflasyon hedefinin yüzde 22 olmasına rağmen,
gerçekleşme yüzde 81'dir. Zaten, işte, bu olumsuzlukları olumluluğa dönüştürmek
için makro ekonomik program uygulamaya konulmuş ve ekonomik, sosyal, kültürel
gelişmeyi sağlamak için de, Sekizinci Beş Yıllık Plan sizlerin huzurlarına
getirilmiştir.
2000 yılı kamu kesimi tasarruf ve yatırım açığı
millî gelirin yüzde 15'i seviyesinde olduğuna göre, bu açığın nasıl
karşılanacağına ve özel kesim yatırımlarının mı engelleneceğine ilişkin
yorumlara da gelince şunu belirtmek
istiyorum : 2000 yılında, toplam kamu gelirlerinin gayri safî millî hâsılaya
oranı yüzde 29 seviyesindedir. Faiz giderleri, ağırlıklı olarak, gayrî safî
millî hâsılanın yüzde 21'ine ulaşmakta ve cari transfer nedeniyle, kamu
harcanabilir gelirinin gayri safî millî hâsılaya oranı da ancak yüzde 4,5
seviyesindedir. Sekizinci Plan dönemi nihayete erdiğinde, kamu harcanabilir
gelirinin millî gelire oranının yüzde 17'ye yükseltilmesi, tasarruf yatırım
farkının ise yüzde 3'e geriletilmesi öngörülmektedir. Kamu harcanabilir
gelirinin artırılmasındaki temel belirleyici faktör, faiz giderlerindeki ciddî
azalmalardır.
Türkiye'nin kamu borç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranlarının
Avrupa Birliği ülkelerinin çok üzerinde olduğu -yaklaşık yüzde 80 seviyesinde
olduğu- Avrupa Birliği ülkelerinde ise, bu oranın yüzde 60-70'ler seviyesinde
bulunduğu ifade edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, ülkemizdeki kamu borç stokunun gayri safî millî
hâsılaya oranı 1999 yılı itibariyle yüzde 58 seviyesindedir ve bu, Avrupa
Birliği ülkelerinin seviyesinin de altındadır. Ülkemizdeki asıl mesele, borç
stokunun seviyesi değil, özellikle borcun, içborçların vadesinin kısa
olmasıdır. Uygulanan; yani, bu geçtiğimiz yıl içerisinde uygulamaya konulan
makroekonomik programla da, borçlanma vadesi hızla yükseltilecektir.
Bir diğer yorum, Sekizinci Planın mı, yoksa, IMF ile anlaşarak
uygulamaya konulan istikrar programının mı geçerli olduğu şeklindeki sorulara
da gelince; şunu ifade etmek istiyorum: Makroekonomik istikrarı sağlamak ve
bazı kritik yapısal sorunlara çözüm getirebilmek için, 2000 yılı başında
makroekonomik program uygulamaya konulmuştur ve bu program, IMF ile yapılan
stand-by anlaşmasıyla da desteklenmiştir.
Sekizinci Plan, Anayasamızın 166 ncı maddesiyle öngörülen ekonomik,
sosyal ve kültürel gelişmeye bir vizyon vermek, yönlendirmek, hedeflere
ulaşabilmek için gerekli politika ve stratejileri ortaya koymak amacıyla
hazırlanmıştır. Bu nedenle, uygulanacak olan plan; yani, ülkemizin önümüzdeki
günlerde geleceğini hazırlayacak olan plan, Sekizinci Beş Yıllık Plan
olacaktır.
Geçmiş plan dönemlerinde de, bazı plan dönemlerinde de, istikrar
programları ile planların örtüştüğünü görüyoruz; dolayısıyla, bizim Beş Yıllık
Planımızın ilk iki yılının makro ekonomik istikrar programıyla çakışması da çok
normaldir.
Değerli milletvekilleri, aynı şekilde, yine, planın temel bir vurgu
noktası olan bilgi toplumuna geçiş konusunda tedbirlerin bulunmadığı ve aksiyon
planlarının da yer almadığı eleştirilerinde bulunulmuştur. Oysa, başta eğitim
sektörü olmak üzere, ARGE faaliyetlerinde, bilgi ve iletişim altyapısının
geliştirilmesine yönelik yatırım tahsislerine gerekli öncelik verilmektedir.
Bilgisayarlaşma oranının artırılması başta olmak üzere, eğitimin her
kademesinde, teknolojinin sağladığı imkânlardan yararlanılması da
öngörülmektedir.
Yine, planımızın 1217 sayılı paragrafında, bilgi ekonomisi ve toplumuna
geçiş için eylem planlarının hazırlanacağı da öngörülmüştür.
Sekizinci Planda ekonomik gelişme, sosyal ve kültürel gelişmeyle
bütünlük içerisinde ele alınmaktadır. Bunu, bölgesel gelişmişlik farklarının
azaltılmasıyla da, planda, kapsamlı bir şekilde görebiliyoruz.
Yine, Sekizinci Beş Yıllık Planda, bölgesel gelişmelerin azaltılması
babında, Doğu Anadolu Bölgesi için; GAP benzeri planların uygulaması gerektiği
ve bu tip planların, Orta Anadolu, Doğu Anadolu, Doğu Karadeniz Bölgelerinde ve
Yeşilırmak havzasında da uygulanmasına ihtiyaç bulunduğu belirtilmiştir.
Değerli milletvekilleri, gerek barındırdığı nüfusun boyutları gerekse
ülkemizin gelişmesinin geleceği bakımından taşıdığı kritik önem nedeniyle,
tarım sektörümüz, Sekizinci Planda, dünya şartlarının seyri ve konunun sosyal
yönü de dikkate alınarak değerlendirilmiştir.
Planımızın, tarım konusundaki kapsadığı politikalara baktığımız zaman;
piyasa fiyat oluşumu üzerinde olumsuz etkilerin, ürün fiyatlarına devlet
müdahaleleri yerine, üretimin piyasa şartlarında, talebe uygun olarak
yönlendirilmesini sağlayacak, politik araçları devreye sokulacak, üretici gelir
düzeyinin yükseltilmesi ve istikrarı esas alınacaktır. Yine, bu manada üretim
maliyetlerini azaltıcı ve teknolojik gelişimi hızlandırıcı bir tedbirler demeti
de uygulamaya konulacaktır.
Esasen, 57 nci hükümetin programı, 2000 yılı programı ve uygulamakta
olduğumuz makro ekonomik program ile tarım sektörüne yönelik, çok önemli, ciddî
değişiklikler de öngörülmüştür; destekleme politikası ve yeni destekleme
araçlarının belirlenmesi amacıyla da ciddî atılımlar yapılmıştır.
Tarımda yeniden yapılandırma kurulunun teşkili ve doğrudan gelir
desteği, çiftçi kayıt sistemi, alternatif ürün geliştirme, tarım bilgi sistemi
gibi projelerin yanında, tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin
özerkleştirilmesi, dünya fiyatlarından girdi temini, üretici birliklerinin
teşkili ve ürün borsalarının geliştirilmesi gibi konular üzerinde de
yoğunlaşılmıştır.
Burada müsaadenizle, planla ilgisi olmamakla birlikte -gündeme
getirildiği için çok değerli konuşmacılar tarafından- bu yıl tarım sektöründe
bazı düzenleme ve sonuçlardan da bahsetmek istiyorum :
Tarım satış kooperatif ve birliklerini özerkleştirecek olan kanun 16
Haziran 2000 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
1999-2000 ürün kampanya dönemini kapsayacak olan geçtiğimiz dönem içerisinde
390 trilyon liralık ürün alımı yapan birlikler, maalesef, bu yıl yaşadığımız
üzücü olaylara ve olumsuzluklara rağmen, deprem bölgesinde öncelikli olmak
üzere, ürün bedellerinin tamamını 23 Mart 2000 tarihi itibariyle ödemişlerdir.
Diğer taraftan, olumsuz piyasa şartlarının da etkisini azaltabilmek ve
üreticinin gelir düzeyini mümkün olduğu ölçüde yükseltebilmek için, pamuk için
kilogramda 12 sent, soya için 8 sent, ayçiçeği için de 5 sent prim uygulaması
kararlaştırılmış ve bu primler için de, ödemelerde kullanılmak üzere 170
trilyon liralık ödenek tahsis edilmiştir. Ayrıca, gene, birlikler kapsamında,
Tariş, Çukobirlik ve Antbirlik gibi, ürünleri değerlendirme başarılarını
ortaklarıyla paylaşan birliklerimiz, ortaklarına, kilogram başına 20 000 Türk
Lirası tutarında ilave bir prim ödemesinde bulunmuş, Tariş ve Trakya Birlik
olmak üzere bazı birliklerimiz de, nakdî ve aynî yardımlar dağıtmak suretiyle
ortaklarını desteklemişlerdir.
Değerli milletvekilleri, şeker pancarıyla ilgili uygulanan fiyat ve
destek politikalarının istikrar sağlayamaması nedeniyle, şeker üretiminde yine
istikrarın olmaması ve fiyat dışında bazı araçların da uygulamaya konulması
ihtiyacı ortaya çıkmıştır.
Bu nedenlerle, şeker üretiminde istikrarın ve kendi kendine yeterliliğin
sağlanmasına yönelik olarak, 1998 yılı içerisinde, pancar üretiminde kota
uygulamasına geçilmiştir; 1999 ve 2000 yıllarında da bu uygulamaya devam
edilmiştir.
2000-2001 kampanya döneminde, üreticilerimize, 12 milyon 500 bin ton
ekim kotası verilmiştir. 1999 yılı içerisinde üreticilerden 13 milyon 253 bin
ton pancar alınmış, bunun karşılığında üreticilerimize de, yine, yaklaşık 370
trilyon liralık bedel tahakkuk ettirilmiştir.
1999 yılı pancar bedellerinin ödenmesinde, deprem bölgesine öncelik
verilerek, ödemeler, deprem bölgesinde 10 Mart tarihi itibariyle, diğer
bölgelerde ise, sözleşmelere uygun olarak 2 Mayıs 2000 tarihinde tamamen
ödenmiştir.
Bu yıla baktığımız zaman, bu yıl pancar üreticilerine, birinci bakım
avansı olarak ton başına 2 milyon 500 bin liradan toplam 31 trilyon lira, 21
Haziran 2000 tarihinde ödenmiştir.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin menfaatları doğrultusunda
hükümetimizin uyguladığı ekonomik politikalar çerçevesinde bütün imkânları
zorlayarak, hububat fiyatları da geçen yıla kıyasla yüzde 27,5 ile yüzde 36
arasında artırılmıştır.
Bu çerçevede geçen yıldan farklı olarak, Hububat Alım Kararnamesinde,
alım fiyatlarıyla birlikte 31 Aralık 2000 tarihine kadar geçerli olan satış
fiyatları da yer almıştır.
Değerli milletvekilleri, plan, ekonomik gelişmenin de amacı olan insanı
hedeflerken, planda, insanı yücelten, manen yükselten bir şey bulunmadığı
yönünde bir eleştiri de ifade edilmiştir.
Sekizinci Planın, 675 inci, 779 uncu, 821 inci, 859 uncu ve 868
inci maddelerinde "yeni fikirlere
açık, şahsî sorumluluk duygusu gelişmiş, demokratik değerlere bağlı ve millî
kültürü özümsemiş yüksek bilgi çağı insanını yetiştirmektir" diye bir
ifade bulunmaktadır. Bu ifade, aynı zamanda, ilke ve politikalara da
yansımıştır. Bu maddeler, eğitim, gençlik, aile ve kültür başlıkları altında da
yer almaktadır. Aynı şekilde, planda, gençleri uyuşturucudan kurtarmaya yönelik
olarak yeterli önlemlerin bulunmadığı da ifade edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, çocukları ve gençleri zararlı alışkanlıklardan
ve madde bağımlılığından korumak ve caydırıcı tedbirler konusunda politikalar
ve kurumsal düzenlemeler getirilmiştir.
Sekizinci Plan metninin 782, 784 ve 843 üncü maddelerinde, doğrudan, bu
konuyla ilgili politikalar ve kurumsal düzenlemeler de öngörülmektedir.
Sekizinci Planın, bütüncül bir yaklaşım içinde, kültürel gelişmeye verdiği
önemi hiç görmeyenlerin, aynı zamanda, planın temel niteliğini tümüyle gözden
kaçırdıklarını da görebiliriz.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının, eski Sovyetler Birliğinde çökmüş
olan Gosplan anlayışıyla hazırlanmış olduğunu iddia edebilenlerin, Sekizinci
Beş Yıllık Kalkınma Planını doğru anlayabilecek bilgilere sahip olmadıkları da
anlaşılmaktadır. Bunlara, Sekizinci Planı dikkatle okumalarını tavsiye ederken,
planda olmadığını iddia ettikleri hususların, planın hangi paragrafında yer
aldığını da ifade etmek isterim.
Planın kültür boyutuna ve Türk kültür envanterine ilişkin bir şey
bulunmadığı eleştirisine de şunu belirtmek gerekiyor: Bu hususta, planın 118
inci sayfasında, 879 ve 884 numaralı paragraflarda ilke ve tedbirlere yer
verilmiştir.
Yine, paragraf 884'ü hatırlarsak "Korunması gerekli kültür
varlıklarına ait bilgi, belge ve görüntülü dokümanı bir araya getirecek Türk
kültürü arşiv ve dokümantasyon merkezi kurulmasıyla ilgili hukukî ve kurumsal
düzenleme yapılacaktır" hükmü de çok açık bir şekilde yer almaktadır.
Yine, benzer şekilde, planın 117 nci sayfasında, paragraf 868 ve 879'da
konu ele alınmaktadır. 868 inci paragrafta "millî değerlerin pekişmesi ve
güçlü bir şekilde gelecek kuşaklara aktarılması için her kademede verilen
eğitimin muhtevasında tarih, sanat ve kültür birikimini ve bilincini
geliştirici düzenlemeler yapılacaktır" ifadesi de yer almaktadır.
Değerli milletvekilleri, gelirimiz arttığında kültürümüze yönelik
çalışmaların hangi ölçüde artacağı, bunun planda yer almadığına ilişkin olarak
getirilen eleştiriye de belirtmek istediğim şudur: Bu husus, planın 118 inci
sayfasında, gene 880, 881, 882 ve 883 üncü paragraflarında ele alınmıştır. Bu
paragraflarda "kültür ve sanatta özgün düşünce ve eser üretimi
özendirilecek, kültür hayatına katkısı bulunanlar ve sanatçılar
desteklenecektir" şeklinde de politika belirlenmiştir.
Ayrıca, gene Sekizinci Planda, kültüre ayrılan kaynakların artırılması
da öngörülmüştür.
Değerli milletvekilleri, "milletin çocuklarının, dil, din terbiyesi
ve medenî yetişmişlik terbiyesi ölçütleri hakkında planda bir şey yok"
diye de bir eleştiri vardır. Bu hususlar, gene plana baktığımız zaman, sayfa
23, 96, 117'de yer alan 161, 675, 682, 869, 870 ve 872 nci paragraflarda ciddî
bir şekilde de ele alınmıştır. Bu paragraflardan 869 numaralı olanda
"anaokullarından başlayarak eğitimin bütün kademelerinde Türkçenin güzel
kullanımını gerçekleştirecek her türlü müfredat programı uygulanacaktır"
denilmektedir. Bu ilke, ilk defa, Sekizinci Beş Yıllık Planla plan metnine
girmektedir.
Ayrıca, bir diğer ilki de burada belirtmek gerekirse, Sekizinci Planda,
ilk defa, bir Türk dili özel ihtisas komisyonu da kurulmuş ve onun çalışmaları
bu plana yansıtılmıştır.
Ayrıca "geleneksel Türk sanatlarının ve folklorünün korunması,
geliştirilmesi ve tanıtılması sağlanacak ve bütün sanatsal faaliyetler
desteklenecektir" ifadeleri de, sanata yönelik duyarlı bir yaklaşımın
olduğunu planda göstermektedir.
Değerli milletvekilleri, Sekizinci Plan kabul edilince, Avrupa Birliği
adaylığıyla ilgili olarak "federal devlet olmayı mı kabul ediyoruz"
şeklinde bir yorumda bulunulmuştur. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında,
Türkiye'nin federal devlet olmasıyla ilgili bir husus bulunmamaktadır. Türkiye,
ne Avrupa Birliğine adaylık sürecinde ne de gerçekleştikten sonra federal bir
devlet olmayacaktır. Bunun cevabı çok basittir; çünkü, Avrupa Birliği içinde
böyle bir zorunluluk yoktur. Avrupa Birliği, federal veya konfederal bir yapıda
bir uluslararası oluşum da değildir.
Diğer taraftan, bir değerli milletvekili tarafından yapılan konuşmada
da, Bakanlar Kuruluna gönderilen nüshada olmadığı halde, imzalar alındıktan
sonra, plan metnine ilave yapılmış olabileceğine dönük, mesnetsiz ve talihsiz
bir iddia da dile getirilmiştir. Sekizinci Planın, hükümetten Türkiye Büyük
Millet Meclisine gelirken değişmiş olabileceğinin açıkça ifade edilmiş olduğu
konusunda, öncelikle, böyle asılsız bir suçlamanın ifade edildiği şekliyle,
planlama ve onun beraberinde yapacağı çağrışımla parlamenter ahlakıyla bağdaşıp
bağdaşmadığının da düşünülmesi gerekir diyorum.
Plan taslağı, DPT tarafından hazırlandıktan sonra Yüksek Planlama
Kurulunda görüşülür ve daha sonra Bakanlar Kuruluna sunulur. Bu safhadan sonsa
taslak metninin DPT'yle ilgisi kalmamaktadır. Bakanlar Kurulunca kabul edilen
plan metni, Başbakanlık tezkeresiyle doğrudan Meclise gelir. Hal böyleyken,
böyle bir değerlendirmeyi yanlış buluyor ve endişeyle karşılıyorum.
Değerli milletvekilleri, plan metni üzerinde, sayın bakanlarımızın,
bırakınız, bilgisinin dışında değişiklik yapmayı, Yüce Meclisin üyelerinin
değerli katkılarıyla yaptıkları en küçük bir değişikliğin dışına da
çıkılmamaktadır.
Sekizinci Plan, hazırlanışından, önerdiği politikalarda yansıyan
ilkelere kadar şeffaflık ve bu doğrultuda bilgiye ulaşmayı öne çıkarma
özelliğindedir.
Değerli milletvekilleri, Sekizinci Plan, belirgin bir vizyonu olan, bu
vizyonu sağlıklı göstergelerle destekleyen kapsamlı bir dönüşüm belgesidir.
Plan, sadece bir partinin veya koalisyonu oluşturan siyasî birlikteliğin
değil, bütün toplumun, Türk Milletinin planıdır.
Sekizinci Plan altyapısı, özel ve kamu kesimiyle sivil toplum
örgütlerinden oluşan, yaklaşık 7 000
üyenin oluşturduğu bir geniş katılımla hazırlanmıştır. Türkiye'nin millî
hedefleri doğrultusunda gelişmesi için gerekli politika ve tedbirleri de
kapsamaktadır.
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; son derece yapıcı katkıları
için Yüce Meclisimize huzurunuzda teşekkür ediyor, hepinizi tekrar saygılarımla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ederim.
Konuşmanızı 30 dakika gibi bir sürede bitirmenize de ayrıca teşekkür
ediyorum efendim.
Sayın Bakandan sonra söz sırası, Konya Milletvekili Sayın Veysel
Candan'da.
Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Sekizinci Beş Yıllık Plan üzerinde kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz
almış bulunuyorum; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sekizinci Beş Yıllık Plan çalışmalarında raporlar değerlendirildi ve
önümüzdeki taslak metin ortaya çıktı. Bu noktada, emeği geçen değerli
bürokratlara huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Ancak, planın Genel Kurulda görüşmelerinde bir gariplik var. İki gün
komisyonda görüşüldü, iki gün de Genel Kurulda görüşülüyor ve Türkiye'nin ilk
beş ve yirmi yılına hükmedecek olan bir planın müzakerelerinin de bu planın
büyüklüğüne yakışır şekilde olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu ilgisizlik,
bu ciddiyetsizlik, belki de, planı hafife almak, daha önce geçen planların
uygulamaya konulmamış olması veya başarısız olmasından ileri gelmektedir.
Daha önce yapılan Yedinci Beş Yıllık Plana baktığımız zaman, "plan
hedeflerinde ortalama büyüme yüzde 5,5 veya 7,1" denmiş, yüzde 3,3 olmuş;
"kişi başına millî gelir 3 500 dolar" denmiş, 2 700 dolar;
"gelir dağılımında düzelme olacak" denmiş, bozulmuş; "işsizlik
azalacak"denmiş, artmış; "devlet küçülecek" denmiş, büyümüş;
"eğitim yönlendirmeli olacak" denmiş, kesintisiz yapılmış;
"enerjide sıkıntı giderilecek" denmiş, darboğaz; "kalkınmada
bölgelerarası farklar kalkacak" denmiş, artmış; "kamu harcamaları
yüzde 24" denmiş, yüzde 40 olmuş. Yani, aşağı yukarı, Yedinci Beş Yıllık
Planda hiçbiri tutulmamış.
Dahası var; 20 nci Dönemde
hükümetler, plana aykırı olarak kanun tasarıları da Genel Kurula getirmiştir.
Kesintisiz eğitimle ilgili olarak getirilen kanun tasarısı, hükümet tarafından
getirilen tasarı, aslında, Yedinci Beş Yıllık Plan metnine aykırıdır.
Demek ki -buradan, şuraya gelmek istiyorum- planlar hazırlanıyor,
emekler veriliyor; ama, hiç tatbik edilmiyor, çoğu zaman da hedeflerine
ulaşmıyor.
Değerli arkadaşlar, önümüzdeki plana baktığımız zaman, 265 sayfa, 2 088
madde ve her konuda "mevcut durum", "amaçlar, ilkeler ve
politikalar", "hukukî kurumsal düzenlemeler" başlığı altında üç
maddeyle sınırlandırılmaktadır; yani, tavsiyeler, temenniler.
Peki, bunları kim yapacak, kim uygulayacak; hükümetler. Eğer, bir
hükümet düşünün, kendi hazırladığı plan ve programlara aykırı kanun tasarı ve
teklifleri getirebiliyorsa, bu planın ciddî olduğunu kabul etmek mümkün
değildir.
Sekizinci Beş Yıllık Planı dikkatle takip ettiğimiz zaman; ekonomi,
bilgi çağı, sağlık güvencesi, işsizlik, yoksulluk, enerji, özelleştirme,
yabancı sermaye, Avrupa Birliği, tarım, eğitim, sağlık, yoksullukla mücadele,
özelleştirme, adalet, yargı, mahallî idareler gibi başlıklar var. Peki,
bunlarla ilgili kaynaklara baktığımız zaman, hemen hemen onunla ilgili hiçbir
açıklama yok.
Değerli arkadaşlar, planın giriş bölümündeki şu cümleleri arz ediyorum:
"Dünyada, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasinin ortak değerler
olarak önemi artmaktadır" diye ifade edilmektedir. Böyle denilmesine
rağmen, planın muhtevasına bakıldığı zaman, böyle bir konu yoktur.
Değerli arkadaşlar, aslında, planda her şey var; şairin dediği gibi,
derde devadan gayrı her şey yazılmıştır; ama, bir şey yoktur; planın ruhunda
manevî bir planlama yoktur. Dünkü birleşimde konuşan bir sözcü arkadaşımız
"planın dili yok, dini yok" demişti; üzülerek katılmak durumundayız.
Ancak, aynı sözcü arkadaşımızın partisi, 20 nci Dönemde, kesintisiz sekiz yılı
kabul etmek suretiyle, din eğitimini zorlaştırıcı bir duruma, maalesef, destek
vermişlerdi.
Değerli arkadaşlar, yine, planda, demokratikleşme, insan hakları,
anayasa değişikliği, YÖK Kanunu, DGM'ler, Siyasî Partiler Kanunu, bunların
hemen hemen hiçbirisi yok. Halbuki, bugünlerde, basında, demokrasi ve halkın
iradesi tartışılıyor. RTÜK Yasası bile, Genel Kurula, komisyonlara gelmeden,
öncelikle Mİllî Güvenlik Kurulunda tartışılıyor. Öyle bir Millî Güvenlik Kurulu
Genel Sekreteri var ki, birinci başbakan gibi; yetkiler tam, sorumluluk yok.
Şimdi, millet soruyor: Millî irade nerede? Askerî vesayet mi, millî irade mi?
Şimdi girdiğimiz dönem... Askerli demokrasi dönemini yaşamaktayız.
Değerli arkadaşlar, yine, kürsüde konuşan milletvekili arkadaşlarımız
hakkında fezleke hazırlanan, suç duyurusu bulunan bir dönemi yaşıyoruz.
Avrupa Birliği süreci, kriterler konuşuluyor, tartışılıyor; millete
soran yok! Kopenhag kriterleri, Helsinki Sözleşmesi... Bunları kaç milletvekili
arkadaşımız okudu ve halkımız bunların ne kadarını bilmektedir?! Halbuki,
Avrupa Birliği ülkelerinde, bütün bu konular tartışıldıktan sonra referandum
yapılıp halka sorulmaktadır.
DGM'ler... Devlet, kendini güvene alma adında, herkesi potansiyel suçlu
saymış. Kaldırın bu DGM'leri, verin görevi ihtisas mahkemelerine...
YÖK, yolsuzluğa, usulsüzlüğe bulaşmış. Cumhuriyet tarihinde ilk defa
araştırma komisyonu kurulmuş ve ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulmuş.
YÖK de kaldırılmalıdır.
Raporda "çağdaş bilim adamı, bilgi çağı" denilmektedir.
Kanaatimizce, bunlar hep edebiyat ve fantezidir. Üniversite kapıları,
başörtülülere yasak, inanca, insan haklarına saygısızlık var. Af diyorsunuz;
ama, nasıl; insanların başlarını açarak.
Plana yazılmış "sağlıkta dengesizlik var, hastaneler yetersiz,
doktor yetersiz; nüfusun yüzde 20'sinin sağlık güvencesi yok." Peki, ne
olacak, fakir insanlara; çözüm yok.
Yine, plana yazmışsınız "eğitim; vakıf üniversiteleri çoğaltılacak,
desteklenecek" ama, siz, ayırım yapmışsınız, bazılarına yardım, bazılarına
köstek olmuşsunuz.
Yine, plana yazılmış "ilköğretim, kesintisiz 12 yıl olacak."
Peki, küçük çocuklarımız, dinlerini, ahlaklarını, manevî değerlerini nasıl ve
nerede öğrenecekler, yine, buna, cevap yok.
Değerli arkadaşlar, yine plana yazılmış "yargı yavaş çalışıyor,
adalet gecikiyor." Peki, ne olacak?.. İşkence görenler, önce hapsedilip
yatanlar ve sonra beraat edenler ne olacak?.. Hükümetin, gündeme getirip; ama,
bir türlü çıkarmadığı af yasası, cezaevlerindeki durumlar ne olacak?.. Planda,
bunlarla ilgili ciddî bir araştırma yok.
Değerli arkadaşlar, yine raporda "Türkiye'de yoksulluk sınırı yüzde
24, her 100 kişiden 24'ü yoksulluk sınırında" denilmektedir.
Yine, dünyada yapılan araştırmalarda, kötü yaşam endeksinde 1995'de 69
uncu sıradayken -yoksulluk her gün artıyor- 2000'de 86 ncı olmuşuz. Peki,
yoksulluk her gün artarken, önleyici plan ve programlar, bu planda bunlara yine
çözüm yok.
Değerli arkadaşlar, yine, planda, bağımsız yargıdan bahsediliyor. Peki,
kaç kişi buna inanacaktır? Önce yargıçlara soralım... Yargıçları, önce
salonlara doldurup sonra onlara birifing verip, arkasından, Türkiye'de adalet
adına garip uygulamalar ve cezalar... Nerede Türk Ceza Kanunu 312?.. Hiç teröre
bulaşmamış, okuyup yazanlar, gazeteciler, bilim adamları, düşünce suçluları,
tutuklamalar... Planda bunlara da çözüm yok.
Planda, soyguna dur feryadı da yok. Bankalar batırılıp soyuluyor, alan
götürüyor, ülke soyuluyor... Yangın yeri... Söndürün bu yangını diyen de yok.
Değerli arkadaşlar, bakın, bunu, aldığım bir rapor da nasıl teyit
ediyor: 1995-2000 yılları arasında içborca ödenen faiz 82 milyar dolar,
dışborca 10 milyar dolar, toplam 92 milyar dolar. 2000 yılında içborca ödenen
para 39,7 milyar dolar, dışborca ödenen para 2,3 milyar dolar, toplam 42 milyar
dolar. Yani, beş yılda 92 milyar dolar, sadece bir yılda 42 milyar dolar.
Bunların büyük bir bölümü de, yüzde 85'e yakını da bankalara ödenmektedir.
Şimdi, söyler misiniz, dünyanın neresinde var böyle bir soygun?!
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
VEYSEL CANDAN (Devamla) – 2-3 dakika daha verir misiniz...
Bitiriyorum...
BAŞKAN – Toparlayın efendim.
VEYSEL CANDAN (Devamla) – Şimdi söyler misiniz, dünyanın neresinde,
böyle, kaynak israfıyla ekonomide dünyada ilk 10'a girmek?! İşte, onun için,
böyle hedeflerle böyle planlar ciddiyetsiz kabul edilir.
Değerli arkadaşlar, ülke, yıllardır kötü yönetilmiş. Planda yanlışlar da
yok, yanlışlar da tespit edilmemiş.
Enerji, darboğazda. Yalnız tüketiciyiz. Doğalgaz almışız, usulsüz;
santral yapmışız, ihalesiz; avans ödemişiz, kanunsuz. Planda bunlara da dikkat
çekilmemiş.
Bütçeler hazırlanmış, gelirler faize gitmiş; planda buna da uyarı yok.
Kaynaklar dışa gitmiş, yabancı sermaye bağımlısı olmuşuz. IMF'yle 17
değil 18 defa anlaşma yapmışız, hepsinde batmışız. Dünya Bankasıyla flört
ediyoruz...
Planda özelleştirme diyor; ancak, yapılan özelleştirmelerde, tekele,
Rekabet Kuruluna itibar etmemişiz. Yapılan yanlış uygulamalara, planda, yine,
dikkat çekilmemiştir.
Değerli arkadaşlar, gönül isterdi ki, bu plan, ülkenin fotoğrafını tam
çeksin, olumlu ve olumsuzlukları net ortaya koysun. İşte, bu yok. Bu beş yıllık
plan, sanki, sınırları önceden çizilmiş, özellikle, anayasa değişikliği ve
demokratikleşme konularında cılız, manevî değerleri planlamaya lüzum görmeyen
bir vasiyetname niteliğindedir. Daha önce planların başına ne geldiyse, bu da öyle
olacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Candan, toparlayın lüften.
VEYSEL CANDAN (Devamla) - Hükümet, kurt-kuş hikâyesi, arı-böcek
manzumesi, miyop-hipermetrop tartışmaları yerine plan üzerinde çalışma yaparsa,
daha faydalı olacağı kanaatindeyim.
Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Candan.
İkinci söz, Sıvas Milletvekili Sayın Cengiz Güleç'te.
M. CENGİZ GÜLEÇ (Sıvas) – Vazgeçtim.
BAŞKAN – Adana Milletvekili Sayın Ali Tekin?.. (MHP sıralarından
"vazgeçti" sesleri)
Ben, okumak mecburiyetindeyim efendim.
Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat?.. Yok.
Tokat Milletvekili Sayın Bekir Sobacı; buyurun. (FP sıralarından
alkışlar)
Kısmet bu efendim; beşinci sıraya bile gelebiliyor...
BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinize
saygılar sunuyorum.
Şafağın sökmekte olduğu böyle bir saatte, Sekizinci Beş Yıllık Plan
üzerindeki kişisel söz talebimizin, dört arkadaşa söz verilmesiyle
gelmeyeceğini düşünürken, Sayın Başkanımız bizi davet etti; teşekkür ediyorum.
Şimdi, bir defa, şunu ifade etmek istiyorum: İktidarıyla, muhalefetiyle,
21 inci Yüzyılın eşiğinde hazırlanan bir plandaki duyarsızlık ve heyecansızlığı
özeleştiri olarak ve başta olmak üzere kınıyorum.
Ayrıca, yüzlerce bürokratın kulisleri doldurduğu iki gün iki gece
içerisinde, bu bürokrat arkadaşlara, muhalefet olarak verdiğimiz önergeler
olmasa, zannediyorum, ne Komisyonun ne de hükümetin başvuru olanağı
olmayacaktı. Bu manada, yapılan anlaşmayla da, muhalefet olarak, önergelerin
büyük kısmının, aşağı yukarı yüzde 80'e, yüzde 90'a yakın kısmının,
karşılıkları olması münasebetiyle geri çekildiğini de ifade etmek istiyorum.
Bu söz talebimiz yerine gelmişken, geri çektiğimiz önergelerde,
özellikle, özelleştirmeyle ilgili, devletin çekildiği sektörlerde arz
eksikliğini giderecek yatırımlara teşvik verilmesi ve hızlandırılması
konusundaki önergemi de geri çekmiştim; ama, bu konuda söyleyeceklerim var.
Değerli arkadaşlar, özelleştirme, yanlışıyla doğrusuyla, yeterliliğiyle
yetersizliğiyle devam ediyor, o ayrı, o detaya girmek istemiyorum; ama,
Türkiye'de talep projeksiyonlarında, birkaç örnekle bu riski anlatmak
istiyorum.
Türkiye'de, soruşturma komisyonlarına, Yüce Divana konu olan GSM ile
ilgili yapılan ihalelerde, daha sonra "keşke biz bu ihaleye
girseydik" serzenişinde bulunan gruplar oldu, müteşebbisler oldu. Şimdi,
Yedinci Beş Yıllık Planda, Planlamanın yaptığı talep projeksiyonda, mobil
telefon, GSM telefon talebinin, 2000 yılında 1 milyon adet olacağı tahmin
edilmiş. 1996, 1997 yıllarına bakıyorsunuz bir aritmetik dizi gibi gidiyor;
ama, 2000 yılı itibariyle ülkemizdeki GSM, mobil telefon abone sayısının 10
milyonları aştığını görürseniz, şaşmayın; zira, bir geometrik diziyle arttığını
görüyoruz. Bu sapmayı ben önemsiyorum. Eğer, biz, bu hataları diğer sektörlerde
de, talep projeksiyonlarda da yaparsak, benim endişem odur ki, Türkiye çok
yakın zamanda, çok büyük bir ithalat baskısıyla karşı karşıya kalacaktır.
İki örnekle açıklamak istiyorum: Bugün, petrokimya ürünlerinde,
özellikle termo plastik grubunda, 2005 yılında, yani, bu planın bittiği yıl
itibariyle, Türkiye'nin talebinin, tüketiminin 3.5 milyon tona yakın olacağı
söyleniyor.
Değerli arkadaşlar, bugün, PETKİM'in üretimi 1 400 000 tondur.
Yarımca'yı özelleştirmeden başlıyoruz; Aliağa, son teknoloji olduğu için
duruyor. İdarenin açıklaması budur. Şimdi, yeni bir üçüncü kompleksin
Türkiye'ye maliyeti -altyapı dahil- 2,5 milyar dolardır; yani, aşağı yukarı,
neredeyse 2000 yılı bütçesinde ayırdığınız yatırım tutarı kadardır. İşte, bu
talep projeksiyonları eğer isabetsiz yapılırsa, cep telefonunda olduğu gibi...
Aynı olay kâğıt sektöründe var; Türkiye'de toplam kâğıt tüketimi, fert başına,
dünya ortalaması olan 50 kiloya geldiği zaman, Türkiye'nin bütün kâğıt
ürünlerindeki ihtiyacı 3 200 000 tondur; ama, SEKA'nın ve özel sektörün bütün
kurulu kapasitesi, 2000 yılı itibariyle 1 800 000 tondur.
Değerli arkadaşlar, Türkiye, SEKA'dan çekildiği, SEKA olarak çekildiği
zaman, PETKİM olarak özelleştirmeyi gerçekleştirdiğiniz zaman, bu ithalat
baskısını karşılayacak bir üretkenlik ve döviz kazanımı Türkiye'de henüz yok.
Bakın, turizm gelirlerindeki hedefleri yakalayamıyoruz; sayı artsa bile
rakamları yakalayamıyoruz.
İşte, bu manada, bundan sonra yapılacak talep projeksiyonlarında
-bilemiyorum- Devlet İstatistik Enstitüsünün ya da Planlamanın, ülkemizin
davranış kalıplarını, tüketim davranış kalıplarını belirlemek için -belki,
gösteriş tüketimine de yatkın bir toplum olarak- sosyolog ve biraz da sosyal
psikolog istihdam etmesinde fayda olduğunu düşünüyorum şahsen.
Değerli arkadaşlar, bir diğer konu; D-8'le ilgiliYDİ, Uzakdoğu'yla
ilgili, Uzakdoğu ülkelerinden D-8 üyesi olan ülkelerle ticaretin
geliştirilmesiyle ilgiliydi. Evet, D-8 bölümünde bundan bahsediliyor.
Uzakdoğu'da çok önemli gelişmeler var. Soğuk savaşın doğurduğu ülke
parçalanmışlıklarının, toplum parçalanmışlıklarının, giderek, artık, sona
erdiğini görüyoruz. Güney Kore ve Kuzey Kore, dün birbirinin gırtlağına
sarılırken, bugün birleşme görüşmelerine başladılar bile. Orada bu birleşmeler
olurken, öbür tarafta, Endonezya ve Malezya'da, belki mikromilliyetçiliğin ya
da etnik ve dinsel ayırımın kışkırtılmasıyla, bazı hesapların olduğunu da
görüyoruz. Bu manada, D-8'in, Uzakdoğu ülkeleriyle daha sıcak ilişkiler
geliştirmek zorundayız diye ifade ediyorum ve bu manada, II. Abdülhamid'in,
Osmanlı dönemindeki Japonya'yla ilişkilerinin çok daha ilerisinde olmamız
gerektiğini, lider ülke iddiasında olan bir Türkiye'nin gerçekleştirmesi temennisini
ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, yine, burada, yap-işlet modelinin, doğalgaz çevrim
santralları dışında, hidrolik ve fosil yakıtlı santrallarda da uygulanmasını
içeren bir önergem vardı. Bugün, Akdeniz ve Ege kıyılarında, çok kıymetli
arsaları, zamanında, turizm gelişsin diye 49 yıllığına, belki 99 yıllığına
tahsis ettik. Boru hatlarını, bedelini toplum ödeyerek, devlet ödeyerek
döşeyeceksiniz, doğalgazı getireceksiniz, çevrim santralını kuracak, buna
yap-işlet vereceksiniz; ama, belki dağ başında, kuş uçmaz, kervan geçmez bir
coğrafya parçasında yapılacak bir hidroelektrik enerjisi yatırımında
yap-işlet-devret vereceksiniz.
Bu manada, ben, burada bir haksız rekabetin oluştuğunu ve elektrik
pisasası kanununun oluşturulmasıyla, aslında, maliyetlerin aşağıya
çekilmesinde, hidroelektrik enerji sistemlerini, sabit yatırım paritesiyle
belki ölçemeyiz; ama, işletme maliyetiyle en ucuz elektriği ürettiği için,
aslında, Türkiye'deki elektrik fiyatlarının regüle edilmesinde, stabil hale
getirilmesinde, bu yatırımların yap-işletle devreye sokulmasını önermiştim.
Planlamacılarımız, bu modellerin tümünün, önümüzdeki yıllarda ortadan
kalkacağını ifade ederek, savunmamızın şu anda yerine getirileceğini ifade
ettiler .
Değerli arkadaşlar, bir diğer konu, yurt dışındaki vatandaşlarımızın
bulunduğu ülkelerde seçimlere katılmasının sağlanmasıyla alakalıydı. Bunun da,
planın diğer paragraflarında karşılandığını ifade ettiler.
Bir diğer önergemiz de, Türkiye'nin enerji köprüsü olması sebebiyle, bu
içinde bulunduğumuz 21 inci Yüzyılda, Ortaasya'da ve Çin'de, çok büyük kalkınma
hızlarının, kitle üretimlerinin ve taleplerinin olacağını bildiğimizden -şu
andaki yapılan projeksiyonlarla- Türkiye'nin, dünya ülkeleri ve bölgesinde
etkinliğinin artması için, üç konuda kaçınılmaz yatırımlar yapmasının
zaruretine inanmaktayız.
Bunlardan birincisi, transit bir demiryoludur. Şimdi, Devlet Demiryolu
Kongrelerinde (Birinci ve İkinci Demiryolu Kongrelerinde) bazı kısaltıcı hat
projeleri, fizibilite çalışmaları var; ama, özellikle, İran'ın yaptığı
Benderabbas-Meşhed demiryoluna alternatif olacak ve bizi Ortaasya'da hâkim
kılacak, doğu-batı aksında, doğu sınır kapılarımızdan Arifiye'ye uzanan bir
transit hat düşünmek zorundayız. Bunu yaptığımız an, yarın, kütle taşımacılığında...
Türkiye'nin, bu mevcut karayolu ağıyla, orada doğacak büyük taleplerin, kütle
taşımacılığının rantını ve kazancını kaçıracağını ifade etmek istiyorum. Siyasî
etkinliğimiz açısından da, bu transit projelerin, başta demiryolu...
BAŞKAN – Sayın Sobacı, süreniz dolmak üzere; toparlayın efendim.
BEKİR SOBACI (Devamla) – İkincisi, zaten devam eden TETEK Projesi
-karayolu- var.
Üçüncüsü de, zaten anlaşması yapılan Türkmen gazının Avrupa'ya transit
nakli için, en kestirme güzergâhtan geçecek bir transit doğalgaz hattının
önemine işaret eden bir önergemizdi. Bu manada, bir önergemiz var; onda da,
kısaca bir iki dakikanızı alma düşüncesindeyim.
Ayrıca, yine, gerekli olduğu şekliyle, bundan sonraki görüşmelerimizde
de, belki, planın, eksik kalan kısmının ya da daha sonra gündeme gelecek
konuların tartışılmasının ve değerlendirilmesinin faydalı olacağına inanıyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sobacı.
Sayın milletvekilleri, planın tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, planın hükümete geri verilmesine dair gerekçeli önergelerin
işlemlerini yapacağız. Başkanlığa verilmiş bulunan 134 adet geri verme
önergesi, sırasına göre numaralandırılmış ve bir takımı hükümete verilmiştir.
Hükümetin, bu önergelerin hangilerine katıldığını, hangilerine katılmadığını
belirten tezkeresi, henüz Başkanlığa gelmemiştir.
Kaç dakikada getirirsiniz tezkereyi?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – 15 dakika yeter.
BAŞKAN – Birleşime 15 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 03.00
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati : 03.30
BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU
KÂTİP ÜYELER : Vedat ÇINAROĞLU (Samsun),
Burhan ORHAN (Bursa)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 119 uncu Birleşimin Altıncı Oturumunu
açıyorum.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı üzerindeki görüşmelere devam
ediyoruz.
IV. — KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. —Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş
Yıllık (2001-2005) Kalkınma Planının Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/600) (S. Sayısı : 516) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Plan üzerindeki konuşmalar bitmiştir.
Şimdi, önerge işlemlerine başlıyoruz.
Planın hükümete geri verilmesine dair gerekçeli önergelerin işlemlerini
yapıyoruz.
Başkanlığa verilmiş bulunan 134 adet geri verme önergesi, sırasına göre
numaralandırılmış ve bir takımı hükümete verilmiştir. Bunlardan 18 adedi
hükümetçe benimsenmiş, 7 önerge benimsenmemiş, diğer önergeler ise sayın
milletvekilleri tarafından geri çekilmiştir.
Hükümetin, bu önergelerden bazılarına katıldığı, Başkanlığa gönderdiği
tezkereden anlaşılmıştır.
Şimdi, bu tezkereyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı üzerinde verilmiş
olan önergelerden aşağıda yazılı numaralı önergeleri benimsiyoruz.
Saygıyla arz olunur.
Ahmet Kenan Tanrıkulu
Sanayi ve Ticaret Bakanı
Benimsenen önerge numaraları: 10, 12, 28, 29, 32, 34, 46, 69, 86, 87,
88, 92, 97, 100, 104, 106, 119, 127.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi, hükümetin katıldığı
önergeleri okutup oylarınıza sunacağım; sonra da, hükümetin katılmadığı
önergeleri sırasıyla okutacağım ve istendiği takdirde hükümete, komisyona ve
önerge sahibine 5'er dakikayı geçmemek üzere söz vereceğim.
Daha sonra da bu önergeleri oya sunacağım.
Hükümetin katılmadığı önergelerden Genel Kurulca kabul edilen olursa, bu
önergeler üzerinde, en sonunda, yeniden görüşme açılacaktır.
Bu görüşme sırasında da bunlardan herbiri hakkında sadece komisyon,
hükümet ve geri verme önergesindeki birinci imza sahibi veya göstereceği bir
diğer imza sahibi konuşabilecektir.
Bu görüşme sonunda geri verme gerekçeleri ayrı ayrı oylanacak ve kabul
edilen geri verme gerekçeleri planla birlikte hükümete geri verilecektir.
Hükümet, Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilen geri verme
gerekçelerini de dikkate alarak, planda uygun gördüğü değişiklikleri yapacak ve
bu hususları bir raporla Genel Kurula sunacaktır.
Bu rapor üzerinde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre Genel Kurulda
müzakere açacağız. Bu işlem bittikten sonra planın tümü, varsa yapılan
değişikliklerle birlikte açık oylamaya sunulacaktır.
Şimdi, önce, hükümetin katıldığı önergeleri okutmaya başlıyorum.
Birinci sırada, 10 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlık Makamına
Görüşülmekte olan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının "Sosyal ve
Ekonomik Sektörlerle İlgili Gelişme Hedef ve Politikaları" başlıklı
Sekizinci Bölümünün "III. Kültür" kısmının 870 inci paragrafının
sonuna aşağıdaki metnin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
"Ülkemizde giderek etkisini artıran yabancı kelime kullanımı, her
alanda Türkçemizi tehdit etmektedir. Medya ve ticarî alanda etkisini ve
tahribatını devam ettiren bu sürecin önlenmesi için etkili yasal düzenlemeler
yapılacaktır."
Ömer İzgi Emrehan Halıcı Saffet
Arıkan Bedük
Konya Konya Ankara
Zeki Çakan Bekir Sobacı Altan
Karapaşaoğlu
Bartın Tokat Bursa
Eyüp Fatsa Nezir Aydın Yakup
Budak
Ordu
Sakarya Adana
Mehmet Hanifi Tiryaki
Gaziantep
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bilindiği gibi,
hükümet bu önergeye katılmıştı.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.
İkinci sırada, 12 numaralı önergeyi okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Makamına
Görüşülmekte olan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planının "Sosyal ve Ekonomik Sektörlerle İlgili Gelişme Hedef ve
Politikaları" başlıklı Sekizinci Bölümünün "lll. "Kültür"
kısmının 867 nci paragrafının sonuna, aşağıdaki metnin ilave edilmesini arz ve
teklif ederiz.
"Bu çerçevede, devlet, Osmanlı arşivlerinin
tasnif, düzenleme ve günümüz literatürüne kazandırılması için, plan döneminde
gerekli çalışmalar hızlandırılacaktır"
Emrehan Halıcı Saffet Arıkan Bedük Bekir Sobacı
Konya Ankara Tokat
Zeki Çakan Altan Karapaşaoğlu Eyüp Fatsa
Bartın Bursa Ordu
Nezir Aydın Yakup Budak Ömer
İzgi
Sakarya Adana Konya
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bilindiği gibi, hükümet
bu önergeye de katılmıştı.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim. Hayırlı olsun.
3 üncü sırada, 28 numaralı önergeyi okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planının 691 inci maddesine, parantez içindeki bölümlerin ilave edilmesini arz
ve teklif ederim.
"Örgün ve yaygın meslekî-teknik eğitime ağırlık
verilecek, ortaöğretimde meslekî-teknik eğitimin payı artırılacak,
(üniversitelere giriş sınavlarında normal liseler ile meslek ve teknik lise
mezunları arasındaki farklı değerlendirmeler kaldırılarak, meslekî ve teknik
eğitimin yaygınlaşması teşvik edilecek) meslekî-teknik eğitim
programlarının..."
Saffet Arıkan
Bedük Emrehan Halıcı Altan Karapaşaoğlu
Ankara Konya Bursa
İsmail Köse Sait Açba Sabahattin
Yıldız
Erzurum Afyon Muş
Abdullah Gül Azmi Ateş Abdülkadir
Aksu
Kayseri İstanbul İstanbul
Zeki Çakan Mustafa Örs Mehmet
Hanifi Tiryaki
Bartın Burdur Gaziantep
Kamer Genç Hakkı Töre
Tunceli Hakkâri
BAŞKAN – Hükümetin katıldığı bu önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Hayırlı olsun
efendim.
4 üncü sırada, 29 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planının 693 üncü maddesine parantez içindeki bölümlerin ilave edilmesini arz
ve teklif ederim.
"Toplumda hayat boyu öğrenme anlayışının
benimsenmesini esas alan her türlü yaygın eğitim imkânı geliştirilecek,
(özellikle üniversiteye giremeyen gençlere kısa yoldan beceri kazandırma ve
meslek edindirme faaliyetleri artırılacak) mahallî idarelerin, gönüllü
kuruluşların ve özel sektörün bu konudaki faaliyetleri özendirilecektir."
Emrehan Halıcı Altan Karapaşaoğlu Sait Açba
Konya Bursa Afyon
Ömer İzgi Zeki Çakan Sabahattin
Yıldız
Konya Bartın Muş
Abdullah Gül Azmi Ateş Abdülkadir
Aksu
Kayseri İstanbul İstanbul
Mahmet
Hanifi Tiryaki Saffet Arıkan Bedük Kamer Genç
Gaziantep Ankara Tunceli
Mustafa Örs Hakkı Töre
Burdur Hakkâri
BAŞKAN – Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Hayırlı olsun efendim.
Beşinci sırada, 32 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı taslağının "Vlll. Beş Yıllık
Kalkınma Planının Temel Amaç, İlke ve Politikaları" başlığı altında 26 ncı
sayfada yer alan 183 üncü paragrafın 4 üncü satırındaki "Maastricht
kriterlerinin sağlanmasına önem verilecektir" cümlesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini, son satırdaki "önem kazanmaktadır" ibaresinin
yerine "için gerekli tedbirler alınacaktır." ibaresinin konulmasını
arz ve teklif ederiz.
Emrehan Halıcı Abdullah Gül Azmi
Ateş
Konya Kayseri İstanbul
Abdülkadir
Aksu Rıza Güneri Salih Kapusuz
İstanbul Konya Kayseri
İsmail Özgün Mehmet Hanifi Tiryaki Zeki Ünal
Balıkesir Gaziantep Karaman
Saffet Arıkan
Bedük Ömer İzgi
Ankara Konya
Teklif: Maastricht kriterleri yerine getirilecektir.
BAŞKAN – Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Altıncı sırada, 34 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı taslağının
"Yatırımlarda Devlet Yardımları" başlığı altında 35 inci sayfada yer
alan 263 üncü paragrafın sonundaki "yapılacaktır" sözcüğünden önce
gelmek üzere "en kısa sürede" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif
ederiz.
Abdullah Gül Azmi Ateş Abdülkadir
Aksu
Kayseri İstanbul İstanbul
Rıza Güneri Salih Kapusuz İsmail
Özgün
Konya Kayseri Balıkesir
Mehmet
Hanifi Tiryaki İsmail Köse Saffet Arıkan Bedük
Gaziantep Erzurum Ankara
Mehmet
Emrehan Halıcı Nihat Gökbulut
Konya Kırıkkale
BAŞKAN – Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.
Yedinci sırada, 46 numaralı önergeyi okutuyorum :
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı taslağının "Makroekonomik
Politikalar" başlığı altında 29 uncu sayfada yer alan 213 üncü paragrafın
sonuna aşağıdaki cümlelerin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Zeki Çakan Mehmet Emrehan Halıcı Abdullah Gül
Bartın Konya Kayseri
Azmi Ateş Abdülkadir Aksu Rıza
Güneri
İstanbul İstanbul Konya
Ömer İzgi Lütfi Doğan İrfan
Gündüz
Konya Gümüşhane İstanbul
Mehmet
Hanifi Tiryaki Saffet Arıkan Bedük Salih Kapusuz
Gaziantep Ankara Kayseri
İsmail Özgün
Balıkesir
Teklif: Borçlanmaya ilişkin ilke ve sınırlamaların
tespitinde Maastricht kriteri dikkate alınacaktır.
BAŞKAN – Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sekizinci sırada, 69 numaralı önergeyi okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı taslağının
"Maliye Politikası" başlığı altında 30 uncu sayfada yer alan 216 ncı
paragrafın birinci cümlesinden sonra aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve
teklif ederiz.
Zeki Ünal Ömer İzgi Saffet
Arıkan Bedük
Karaman Konya Ankara
Nihat
Gökbulut Abdullah Gül Azmi Ateş
Kırıkkale Kayseri İstanbul
Emrehan Halıcı Abdülkadir Aksu Rıza
Güneri
Konya İstanbul Konya
Lütfi Doğan İrfan Gündüz Salih
Kapusuz
Gümüşhane İstanbul Kayseri
İsmail Özgün
Balıkesir
Teklif: Bu kapsamda, özellikle Emekli Sandığına ait gayrimenkullerin
rantabl kullanılması konusunda gerekli tedbirler alınacaktır.
BAŞKAN – Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Dokuzuncu sırada, 86 numaralı önergeyi okutuyorum :
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı taslağının "Esnaf ve
Sanatkârlara Götürülen Hizmetler" başlığı altında yer alan 1046 ncı
paragrafın sonuna aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Emrehan Halıcı İsmail Özgün Saffet
Arıkan Bedük
Konya Balıkesir Ankara
Maliki Ejder
Arvas İsmail Köse Zeki Çakan
Van Erzurum Bartın
Cevat Ayhan Nurettin Aktaş Musa
Demirci
Sakarya Gaziantep Sıvas
Mehmet
Hanifi Tiryaki Kamer Genç Mustafa Örs
Gaziantep Tunceli Burdur
Hakkı Töre
Hakkâri
Teklif: Küçük esnaf ve sanatkârların finansman sorunu
çözülecektir.
BAŞKAN – Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Onuncu sırada, 87 numaralı önergeyi okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı taslağının Dördüncü
Bölümünde "Maliye Politikası" alt başlığında yer alan 208 inci
paragrafın sonuna aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz
Saffet Arıkan
Bedük Emrehan Halıcı İsmail Özgün
Ankara Konya Balıkesir
Bekir Sobacı Zeki Çakan Maliki
Ejder Arvas
Tokat Bartın Van
Cevat Ayhan Nurettin Aktaş Musa
Demirci
Sakarya Gaziantep Sıvas
Ömer İzgi Mehmet Hanifi Tiryaki
Konya Gaziantep
Teklif : Vergi İdaresinin uygulama hizmet ve denetim gücünü artırmak
amacıyla tam otomasyon projesine büyük önem verilecek ve süratli bir şekilde
tamamlanacaktır.
BAŞKAN – Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Onbirinci sırada, 88 numaralı önergeyi okutuyorum :
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı taslağının Dördüncü Bölümünde
"Maliye Politikası" alt başlığında yer alan 203 üncü paragrafın
sonuna aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Oktay Vural Emrehan Halıcı İsmail
Özgün
İzmir Konya Balıkesir
Bekir Sobacı Maliki Ejder Arvas Cevat Ayhan
Tokat Van Sakarya
Nurettin Aktaş Nihat Gökbulut Musa
Demirci
Gaziantep Kırıkkale Sıvas
Mehmet
Hanifi Tiryaki Saffet Arıkan Bedük
Gaziantep Ankara
Teklif: Malî disiplini sağlamak üzere kamu harcama
reformu bir an önce gerçekleştirilecektir.
BAŞKAN – Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Onikinci sırada, 92 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
kitabının "Güvenlik" bölümü 1891 inci maddesinde aşağıdaki
değişikliğin yapılmasını arz ederim. 24.6.2000
İsmail Köse Zeki Çakan Hüseyin
Arı
Erzurum Bartın Konya
Emrehan Halıcı Ahmet Derin Hüseyin
Kansu
Konya Kütahya İstanbul
Yaşar Canbay Mehmet Fuat Fırat Fethullah Erbaş
Malatya İstanbul Van
Ömer İzgi Mehmet Hanifi Tiryaki Saffet Arıkan Bedük
Konya Gaziantep Ankara
lll. Güvenlik Hizmetlerinde Etkinlik :
b) Amaçlar, İlkeler ve Politikalar
1891.- Personelin bilgisini sürekli güncelleştirerek
kendisini yenilemesi amacıyla; hizmetiçi eğitim, hizmet sırasında eğitim ve
özel eğitim programları psikolojik ve sosyal içerikli olarak bütün personeli
kapsayacak şekilde ve üniversitelerin ilgili bölümleri ile de işbirliği
yapılarak devamlı olarak uygulanacaktır.
BAŞKAN – Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Onüçüncü sırada, 97 numaralı önergeyi okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının
"Eğitim" başlığı altındaki bölümünde yer alan 688 nolu fıkranın son
cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Emrehan Halıcı Zeki Çakan Musa
Uzunkaya
Konya Bartın Samsun
Bekir Sobacı Mehmet Çiçek Ahmet
Sünnetçioğlu
Tokat Yozgat Bursa
Niyazi
Yanmaz Ali Sezal Sait Açba
Şanlıurfa Kahramanmaraş Afyon
Mehmet
Hanifi Tiryaki Saffet Arıkan Bedük Ömer İzgi
Gaziantep Ankara Konya
"...Okul öncesi eğitim döneminde toplum tabanlı,
millî, ahlakî ve manevî değerlere bağlı eğitim verilebilmesi için yazılı, sözlü
ve görüntülü eğitim programlarının yapımı özendirilecektir."
BAŞKAN – Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Ondördüncü sırada, 100 numaralı önergeyi okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının
"Eğitim" başlığı altındaki bölümünde yer alan 675 nolu fıkranın
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Süleyman
Çelebi Saffet Arıkan Bedük Musa Uzunkaya
Mardin Ankara Samsun
Bekir Sobacı Mehmet Çiçek Ahmet
Sünnetçioğlu
Tokat Yozgat Bursa
Niyazi
Yanmaz Ali Sezal Sait Açba
Şanlıurfa Kahramanmaraş Afyon
Mehmet
Hanifi Tiryaki Emrehan Halıcı Oktay Vural
Gaziantep Konya İzmir
"Eğitim sisteminin temel amacı; Atatürk ilke ve
inkılaplarına bağlı, düşünme, algılama ve problem çözme yeteneği gelişmiş,
demokratik, özgürlükçü ve manevî değerlere bağlı, yeni fikirlere açık, kişisel
sorumluluk duygusuna sahip, millî kültürü özümsemiş, farklı kültürleri
yorumlayabilen ve çağdaş uygarlığa katkıda bulunabilen, bilim ve teknoloji
üretimine yatkın ve beceri düzeyi yüksek, üretken ve yaratıcı bilgi çağı insanı
yetiştirmektir.
BAŞKAN – Hükümetin kabul ettiği önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Onbeşinci sırada, 104 numaralı önergeyi okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının
"Eğitim" başlığı altındaki bölümünde yer alan 683 nolu fıkranın
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Ömer İzgi Saffet Arıkan Bedük Emrehan Halıcı
Konya Ankara Konya
Musa
Uzunkaya Bekir Sobacı Mehmet Çiçek
Samsun Tokat Yozgat
Ahmet
Sünnetçioğlu Niyazi Yanmaz Ali Sezal
Bursa Şanlıurfa Kahramanmaraş
Sait Açba Mehmet Hanifi Tiryaki Nihat Gökbulut
Afyon Gaziantep Kırıkkale
"Eğitim kurumlarının başarı değerlendirmesi için
toplam kalite yönetimini de dikkate alan performans ölçümüne dayalı bir model
geliştirilecek ve bölgelerarası dengesizlikler giderilecektir.
BAŞKAN – Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Onaltıncı sırada, 106 numaralı önergeyi okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının
"Eğitim" başlığı altındaki bölümünde yer alan 676 nolu fıkranın
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Musa
Uzunkaya Bekir Sobacı Mehmet Çiçek
Samsun Tokat Yozgat
Ahmet
Sünnetçioğlu Niyazi Yanmaz Ali Sezal
Bursa Şanlıurfa Kahramanmaraş
Sait Açba Mehmet Hanifi Tiryaki Nihat Gökbulut
Afyon Gaziantep Kırıkkale
Saffet Arıkan
Bedük Oktay Vural
Ankara İzmir
"Millî eğitim, herkes için hayat boyu öğrenme
yaklaşımıyla bilgiye ulaşma yol ve yöntemlerini öğreten, etkin bir rehberlik
hizmetini içeren, eğitimin tüm evrelerinde yatay ve dikey geçişlere imkân
veren, piyasa meslek standartlarına uygun, üretime dönük eğitime ağırlık veren,
yetki devrini esas alan, istisnasız tüm öğrenciler için fırsat eşitliğini
gözeten bir sistem bütünlüğü içerisinde yeniden düzenlenecektir."
BAŞKAN – Hükümetin kabul ettiği önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.
Onyedinci sırada, 119 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının 584 üncü
paragrafının devamı olmak üzere aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve teklif
ederiz.
Ömer İzgi Zeki Çakan Aydın
Tümen
Konya Bartın Ankara
İsmail Köse Kamer Genç Beyhan
Aslan
Erzurum Tunceli Denizli
Saffet Arıkan
Bedük Ömer Ertaş Abdulbaki Erdoğmuş
Ankara Mardin Diyarbakır
Aydın
Ayaydın Mustafa Örs Hakkı Töre
İstanbul Burdur Hakkâri
Mehmet Hanifi Tiryaki
Gaziantep
Teklif : "Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde
terörün yok edilmesine yönelik çabalar paralelinde, bu yörelerdeki köylerini
terketmek zorunda kalan yurttaşlarımızdan, dönüş yapmak isteyenler için
ekonomik ve sosyal altyapının sağlanmasına önem verilecektir.
BAŞKAN – Hükümetin kabul ettiği önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.
Onsekizinci sırada, 127 numaralı, son önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 516 sıra sayılı Sekizinci Beş Yıllık
Kalkınma Planı "Kamu Hizmetlerinde Etkinliğin Artırılması" başlıklı
dokuzuncu bölüm "Amaçlar, İlkeler ve Politikalar" kısmı 1835 sayılı
paragrafının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz. 26.6.2000
Emrehan Halıcı Mehmet Elkatmış Akif Gülle
Konya Nevşehir Amasya
Nurettin Aktaş Özkan Öksüz Mehmet
Hanifi Tiryaki
Gaziantep Konya Gaziantep
Saffet Arıkan
Bedük Ergün Dağcıoğlu Ömer İzgi
Ankara Tokat Konya
Nihat Gökbulut
Kırıkkale
Teklif edilen şekli :
"1835. Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde
demokratik devlet yönetimini, sosyal adaleti, değişim ve gelişimi gözeten bir
kamu yönetimi yapısının ve işleyişinin oluşturulması; kamu yönetimine,
ihtiyaçları göre esnek ve hızlı bir işleyiş yapısı ile kaliteli mal ve hizmet
sunumu anlayışının ve buna ilişkin etkin yöntemlerin yerleştirilmesi temel
amaçlardır."
BAŞKAN – Hükümetin kabul ettiği önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim. Hayırlı olsun.
Sayın milletvekilleri, şimdi de, Hükümetin katılmadığı önergelerin
işlemlerine başlıyoruz.
Önergeleri sırasıyla okutup, görüşme açacağım ve sonra oylarınıza
sunacağım.
Birinci sırada, 4 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001-2005) "Ulaştırma-Havayolu
Ulaştırması" bölümünün 1507 nci maddesine aşağıdaki teklifimizin
eklenmesini saygılarımızla arz ederiz.
Turhan Alçelik
Giresun
"Madde 1507.- Plan döneminde deniz dolgusu yöntemiyle yapılacak
Gülyalı mevkiinde yapımına başlanmış olan Ordu-Giresun Havaalanı
bitirilecektir."
BAŞKAN – Hükümet önerge katılıyor mu?
SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Efendim, önerge sahibine söz vereceğim.
Buyurun Sayın Alçelik.
TURHAN ALÇELİK (Giresun) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; gecenin
bu saatinde, daha doğrusu sabahın bu saatinde sizleri saygıyla selamlıyorum.
Aslında, bu kürsüye çıkmadan önce, gerek Sayın Başkanımız gerek Plan ve
Bütçe Komisyonu Başkanımız gerekse Sayın Bakanımızla görüştük, değerli grup
başkanvekili arkadaşlarımızla görüştük. Ben, Meclis Başkanlığımıza yedi önerge
vermiştim. Bu yedi önergeyle ilgili, burada, otuzbeş dakika, bu önergeler
üzerinde konuşma hakkımız vardı; ancak, arkadaşlarımızın ricası üzerine,
olabildiğince kısa bir süre içerisinde, bu önergelerde arzu ettiklerimizi de
birkaç cümleyle arz etmek üzere, çok kısa bir şekilde bu konuşmayı bitirmeye
çalışacağım.
Değerli arkadaşlar, şu anda Başkanlığımızca okunan önergede, iki
ilimize, Karadenizdeki iki ilimize; yani, Ordu ve Giresun İllerine, bir
havaalanı yapılmasıyla ilgili kararın, Sekizinci Beş Yıllık Plana geçirilmesi
talebimiz var. (DSP sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlar, bu rahatsızlığı anlayamıyorum; yani, burada, Planda,
bu havaalanı veya bu tür kararlar olmayacak da, ne olacak, allahaşkına?! Bu
plan, cek cakla mı yürüyecek sadece?! Türkiye’nin, önümüzdeki beş yılının
kararları verilecek şu anda. Bakın, ne Ordu’ya, ne Giresun’a, havayoluyla
gitmek isteseniz bile, altı saatten önce ulaşamıyorsunuz. Şu anda bizi dinleyen
veya burada bulunan arkadaşlarımız bunun şahidi. Arkadaşlar, dolayısıyla,
Yüksek Planlamadan bu karar çıkmış; ancak, bir üniversite öğretim üyesi
arkadaşımızın "bu fizibl değil -niye fizibl değil- biraz pahalı deniz
dolgu yöntemi; bir de, yolcu kapasitesi ne olacak, belli değil"
gerekçesiyle hükümet tarafından rafa kaldırılmış. Bizim sizlerden ve hükümetten
istirhamımız şu: Bakın, planda -eğer okuma imkânı olan arkadaşımız varsa- bir
sürü havaalanının bu dönemde yapılacağı, bitirileceği yazılmış. İşte, Atatürk
Havalimanına üçüncü bir pist, Antalya Havalimanına ikinci pist; Bursa, Denizli,
Erzurum havaalanları gibi, daha bir sürü... Bu, iki ilimize bir havaalanı çok
görülmesin, bu plana yazılsın arzu ettik.
Bunun dışında, Sayın Başkanımızın da uygun gördüğü, yine bölgemizin
ihtiyacı olan birkaç hususu bu önerge dışında arz etmek istiyorum. Hem burada
zabıtlara geçsin, hükümetimizin ilerideki uygulamalarında referans olsun hem de
burada en kısa sürede bu çalışmalarımızı tamamlayalım arzu ettik.
Bu planda esas alınan, yeni üniversite ve bağlı birimlerin objektif
kriterlere uygun olarak kurulmasıdır arkadaşlar; ancak -20 nci Dönemde burada
bulunan arkadaşlarımız hatırlayacaklar. Hükümet tasarısı olarak üniversite
kurulmasıyla ilgili kanun tasarısı geldiğinde, bütün illerdeki arkadaşlarımızın
talebi sonucu, zannediyorum, tam 44 tane üniversite teklifi buraya geldi ve
kanun tasarısı, hükümet tarafından geri çekilmek zorunda kalındı. Bir
üniversite öğretim üyesi olarak -Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanımıza da onu ifade
ettim- şunu arzu ettim ben: Biz, kriterleri uygun olan belli sayıda
üniversitenin -bu 10 olur, 15 olur- bu plan döneminde kurulması kararını
buradan çıkaralım, hükümetler de bu konuda rahatlasın. Şu ile veya bu ile
ayrıcalık demiyorum; ama, kriterleri tutan, YÖK'ün, Millî Eğitim Bakanlığının,
Devlet Planlamanın koyduğu kriterleri tutan 10-15 üniversite burada
kararlaştırılsın veya en azından, hükümetlere yol göstermesi bakımından
bunların zabıtlara geçmesini arzu ettik. Mutlaka bu karar alınmalı ki, daha sonra
üniversite kurulması kararı kolaylaşsın. Benim İlim olan Giresun, bu kriterleri
tutan illerden bir tanesidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim, devam edin siz.
TURHAN ALÇELİK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, malum, dünyada ve
ülkemizde, sadece yaz turizminin değil, kış turizminin ve yayla turizminin de
geliştiği bir dönemi yaşıyoruz.
Burada, Değerli Genel Başkan da var. Karadenizli olarak -birçok
Karadenizli insanımız- bizler, Karadenizimizi, ne ülkemizde ne de dünyada tabiî güzellikleriyle
tanıtamadık; ama, Karadeniz, yaylalarıyla, deniziyle ve sahiliyle dünyanın en
güzel köşelerindendir. Bu sahili tanıtabilecek birtakım turizm
yatırımlarının, hükümetlerce, mutlaka plana alınması lazım ki, bizim arzu
ettiğimiz bu tanıtmayı ve turizm imkânlarını, gerek ulusal düzeyde gerekse
uluslararası düzeyde arzu ettiğimiz şekilde istifadeye sunabilelim.
Sadece bir misal olsun diye arz ediyorum. Karadenizin tek yerleşilebilir
adası Giresun'da; ama, biz istifade edemiyoruz. Giresun Kalesi, 1 bin yıllık;
ama, istifade edemiyoruz. Bundan istifade edilebilmesini sağlamamız lazım.
BAŞKAN – Sayın Alçelik... Sayın Alçelik, bir dakika efendim.
Efendim, Sayın Alçelik'in 4 önergesi vardı. 5'er dakikadan 20 dakika
eder. Sayın Milletvekili 7 dakikada bitireceğine söz verdi.
Buyurun efendim.
TURHAN ALÇELİK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bir hususu daha, buradan,
şu plan çalışmaları sırasında hükümetin gündemine getirmeyi arzu ediyorum.
Adnan Menderes'in, rahmetlinin, Giresun'a hediyesi olan Giresun Limanı şu anda
yoktur. Birbuçuk yıl önceki deniz tahribatında bu liman yok olmuştur ve
birbuçuk yıldır, özelleştirme kararındaki sonuçtan dolayı -detaya girmiyorum-
yapılamamaktadır; ama, mutlaka bitirilmesi, bunun bir yolunun bulunması lazım.
Bir başka husus, Rusya'dan deniz yoluyla getirilip, Samsun'dan Ankara'ya
boru hattı çalışması başlanan doğalgazın, Samsun'dan, Ordu, Giresun, Trabzon,
Rize hattına da bir şekilde ulaştırılması mutlaka düşünülmesi lazımgelen bir
husustur.
Arz etmek istediğim bir husus da şudur. Yine, planda esas alınmış olan
doğu -batı anayollarına bağlantı yolları olarak kuzey- güney güzergâhlarının
açılması hususu, planda yer almış bir husustur. Bu konuda, Zigana'nın ne kadar
zor bir geçit olduğunu biliyoruz. Doğankent, Tirebolu, Torul arasındaki yol
açılma safhasında. Yine, bu manada, Alucra-Yağlıdere hattından bir yol,
Karadeniz ile İç Anadolu ve Doğu Anadolu'yu birleştirecektir. Bir de, bu plan
döneminde, mutlaka, Samsun'dan Sarp'a kadar uzanan sahil yolumuz, Karadeniz
sahil yolumuz, bölünmüş olarak mutlaka bitirilmelidir. Bunun da
değerlendirilmesini Yüce Heyetinize arz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(FP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Alçelik, teşekkür ediyorum efendim.
Sayın milletvekilleri, hükümetin kabul etmediği önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
8 sayılı ikinci önergeyi okutuyorum :
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlık Makamına
Görüşülmekte olan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının "kamu
hizmetlerinde etkinliğin arttırılması" başlıklı Dokuzuncu Bölümünün
"Vl. Sivil toplum organizasyonları" kısmının 1977 nci paragrafının
aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.
"Eğitim, sağlık, sosyal hizmetler, spor gibi sosyal içerikli
projelerde, sanayi, ticaret odalarının, mahallî idareler ve özel sektörle
işbirliği içinde veya bağımsız faaliyet göstermeleri için gerekli, özgür ve
demokratik bir faaliyet ortamı, Kopenhag kriterleri çerçevesinde yasal
düzenlemelerle sağlanacak, mevcut antidemokratik mevzuat ve uygulamalar gözden
geçirilecektir."
Bekir Sobacı Mehmet Altan Karapaşaoğlu Eyüp Fatsa
Tokat Bursa Ordu
Nezir Aydın Yakup Budak
Sakarya Adana
BAŞKAN – Hükümet önergeye katılıyor mu?
SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) –
Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Katılmıyorsunuz.
Önerge sahibi olarak, Sayın Sobacı, buyurun.
MUSTAFA GÜL (Elazığ) – Gecenin bu saatinde bu kadar da olmaz ki!
BAŞKAN – Sayın Gül, ben de sizin kadar yoruldum; ama, çaresi yok.
BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinize
saygılar sunuyorum.
Bu saatte konuşmamak daha iyi olur diye düşündüm; ama, konunun önemine
binaen, hükümetin ve komisyonun benimsemediği bu önergem hakkında konuşma
zaruretine inandığım için, kısa bir konuşma yapmak istiyorum.
Önerge okunurken "sanayi, ticaret odaları" diye bir ifade
geçti. Bu, planda da sivil toplum organizasyonlarıdır. Önce, yanlış bir anlamla
tutanaklara girmesin diye bunu ifade etmek istedim.
Bu önergeyi vermeme sebep, 1978 inci paragrafında, yani, üzerinde önerge
verdiğim paragraftan sonra gelen "sivil toplum organizasyonlarının katkı
yaptıkları kesimlere, kendi üyelerine ve devlete yönelik olarak, demokratik,
şeffaf ve sorumlu bir çerçevede faaliyetlerini sürdürmesi sağlanacaktır"
deniyor.
Değerli arkadaşlar, devletin, sistemin demokratik olup olmadığını
tartıştığımız şu günlerde, 21 inci Yüzyılın içinde, demokratik olmayan bir
devlet yapısının, sivil toplum örgütlerinden ve organizasyonlarından kendisine
karşı demokratik olmalarını isteme hakkı yoktur. Peşinen bunu ifade etmek
istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bu manada, dünyadaki gelişmeleri, sivil inisiyatif
ve sivil yönetim çalışmalarının hangi noktalara geldiği konusunda birkaç
cümleyle konuşmamı sürdüreceğim.
Bugün, dünyada, ekonomik dinamizm ile sosyal dayanışma arasında yeni bir
denge arayışı vardır. Yani, bugün, Batı ve gelişmiş dünya, piyasa ekonomisine
evet; ama, piyasa toplumuna hayır diyor; yani, kâr amacının, hırsın, iştahın ve
acımasız arzuların tahrip ettiği, kazanca konu olduğu, gayri meşruluğun, etik
dışı birtakım faaliyetlerin meşru gösterildiği bir anlayıştan, dünya, giderek
uzaklaşmaktadır. İşte, bu manada, bu anlayışın devamı olarak da, demokratik
olmayan otorite olamaz, olmamalıdır kanaati, bugün, gelişmiş ülkelerde,
demokrasinin geliştiği ülkelerde hâkim konuma gelmektedir. Onun için,
ülkemizde, demokratik olmayan kurumların otorite olmaya da hakkı yoktur. Eğer,
biz, Kopenhag kriterlerinin ve Avrupa Birliğine üyeliğimizin görüşüldüğü, konuşulduğu,
yapılanmanın bu yönde hızlandığı bir süreçte, bu ölçüleri dikkate almak
zorundayız.
Yine, yeni demokratik devlet, düşmanı olmayan devlet anlayışıyla
açıklanıyor. Elbette, devletin dış düşmanları olacaktır; ama, ülkemizde,
özellikle son üç yılda, konseptin iç düşmanlar üzerine yoğunlaşmasının ülkemizi
nasıl gerdiğini ve sosyal barışı tehdit ettiğini hep beraber yaşadık ve hâlâ da
yaşıyoruz. İşte, bu manada, sürekli muhalif üreten, gayri memnunlar üreten bir
sistemden, bütün toplumu kucaklayan, hiçbir kesimi ve kesiti dışarıda
bırakmayan bir devlet anlayışına ve bir üst kapsama Türkiye gelmek zorudadır.
Değerli arkadaşlar, bu manada, ulus devletin yıkıldığı bu yüzyılda,
Türkiye'nin, belirli direnç noktalarında hâlâ ısrar etmesinin de hiçbir
geçerliliği yoktur, kalıcılığı da yoktur.
İşte, bu sözlerle konuşmamı tamamlayacağım ve özellikle, bir, Osmanlı
arşivleri; diğeri de, Türkçeyi tahrip eden ve giderek -affedersiniz- züppeliğe
kadar varan yabancı işyeri isimlerinin, yabancı kelimelerin aşırı kullanımının
doruğa ulaştığı günümüzde... Bu plan döneminde en kısa olarak bütün gruplardan,
grup yönetimlerinden ve milletvekillerinden şunu istirham ediyorum: Önümüze
belki ekimde gelecek mahallî idareler tasarısında, Batı Avrupa'daki
uygulamalarına eşdeğer, bugün, İspanya'da ve diğer ülkelerde,yabancı isim koyan
işyerlerinin, kendi dilleri dışında yabancı isim kullanan firmaların ödedikleri
ilan ve reklam vergisi, normal verginin en az 10 katıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Sobacı, toparlayın efendim.
Buyurun.
BEKİR SOBACI (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.
Eğer, önümüze gelecek mahallî idareler tasarısında bu konuyu gruplar ve
sayın hükümetimiz dikkate alırsa, yerinde olacaktır, caydırıcı olacaktır,
yoksa, biz, bu gidişle dilimizi kaybedeceğiz. Kendini ifade etme kabiliyetini
ve unsurlarını kaybeden bir toplumun ve bireyin başarılı olması mümkün değildir
diyorum.
Ayrıca, yine, Osmanlı arşivlerinin, gerçekten, kazandırılması lazım.
Bugün, oryantalistlerin bizim arşivlerimizden yaptığı araştırmalardan,
NGO'ların yaptıkları araştırmalardan, Batı'nın, Osmanlı'nın parçalanmasında, bu
coğrafyada kümecikler halinde devletlerin oluşmasında ne kadar faydalandığını
biliyoruz değerli arkadaşlar. Biz, Balkanlar'da, Ortaasya'da, Kafkaslar'da ve
Ortadoğu'da lider ülke, bölgesel, etkin bir güç olacaksak, o arşivleri yeniden
günümüze kazandırmak ve oradan hareketle dışpolitika geliştirmek zorundayız
diyorum.
Önergelerimizi kabul eden komisyona, hükümete ve Değerli Heyetinize saygılar
sunuyorum; planın hayırlı olmasını diliyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sobacı.
Efendim, gerekçenin dikkate alınmasını kabul edenler; yani, önergeyi
kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Önerge kabul edilmemiştir. (Gürültüler)
Ne yapayım efendim, kanunda gerekçe yazdığı için, mecburen söylüyoruz.
Bu, diğerlerine benzemiyor; 3067'yi çalıştırıyoruz. Fark etmiyor yani;
kelimelerin arkasına hapsolmayın, kavramlar başka.
30 sayılı üçüncü önergeyi okutuyorum :
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Sekizinci Beş Yıllık Planın 240 ıncı maddesinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini teklif ederiz.
"Özelleştirme stratejisi geniş kamuoyu desteğine, uzlaşmaya ve
özelleştirme sürecinin şeffaflığına, özelleştirme sonrası denetim ve teşvikle
destek esasına dayandırılacaktır."
Mehmet Altan
Karapaşaoğlu Veysel Candan Sait Açba
Bursa Konya Afyon
Sacit Günbey Ahmet Karavar
Diyarbakır Şanlıurfa
BAŞKAN – Hükümet katılıyor mu?
SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Katılmıyorsunuz.
Buyurun Sayın Candan.
VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sekizinci Beş Yıllık Planın 240 ıncı maddesinde, özelleştirmede takip
edilecek strateji anlatılmaktadır. Burada kamuoyu desteği, uzlaşma,
özelleştirme sürecinde şeffaflık; üç temel esas alınmaktadır. Bunlara ilave
olarak, biz, özelleştirilen kurumların, daha sonra, Özelleştirme İdaresi tarafından
denetime tabi tutulması.
Bilindiği gibi, satılan müesseseler, genelde, imalatı durdurmakta,
işçileri çıkarmaktadır. Bu denetimin sağlanması... Aslında, birçok
özelleştirilen kurumlarda da bu vardır. Ayrıca, özelleştirilen kurumlarda,
yine, Özelleştirme İdaresi tarafından o kurumun sağlıklı çalışabilmesi için
mevzuat teşvik desteği, yani, teşviklerle o müessesenin desteklenmesi
gerekmektedir.
Biz, burada, stratejide, plancıların koyduğu üç temel esasa, kanunda
olan denetimi ve bir de teşvik desteğini, mevzuat desteğini koyduk; çünkü, bu
müesseselerin mutlaka çalışması gerekmektedir. Çalışabilecek müesseseler
içinde, büyük yatırımların da belli süreler içinde teşvike ihtiyacı vardır.
Biz, bunu, bu maddeye ilave ederken, Özelleştirme İdaresinin yaptığı işlere,
sattığı müesseselere baktık. Özellikle, mesela, bunlardan bir tanesi, şu anda
35 milyon dolar teşvik bekleyen PETLAS müessesesiyle ilgili; özellikle verdik.
Demek ki, bu tür müesseselerde teşvik sorunu çıkmaktadır ve bu müessese
satılırken, 30 milyon dolarlık, iki yılda yatırım yapacağı söylendiği halde,
yatırımcı firma teşviki alamadığı için yatırım yapamamakta ve ürettiği malın
da, düşük kapasiteli olduğu için maliyeti yüksek olmakta ve müessese kâra
geçememektedir.
Demek oluyor ki, aslında, özelleştirmede mühim olan istihdamın
sağlanması, denetimin sağlanması, üretimin artmasıdır. O zaman "mevzuat
teşvik desteği" cümlesi buraya ilave edildiği zaman, özelleştirilen
müesseselerde bu tür yardımı yapmak mümkün.
Değerli arkadaşlar, şimdi, ben bir konu üzerinde durmak istiyorum.
Aslında, biz, özelleştirmelerde tam başarılı olmamışız. Elimdeki rapora
baktığımız zaman, POAŞ'ı önce satmışız, sonra iptal etmişiz, yeniden satılmış,
halen sözleşme yapılamamış, beklemededir.
GSM 900 cep telefonlarıyla ilgili olarak, KDV alınmamış, lisans devri
yapılmış, belirsizlik sürüyor. Şu anda firmalar tahkim istiyor.
Et-Balık kurumlarında üretim durmuş, birçoğu kapatılmış ve insanlar
işten çıkarılmıştır.
TEDAŞ enerji dağıtım ihaleleri RTÜK'te takılmıştır.
PETLAS örneği, biraz önce verdiğim gibi.
Demek ki, biz, aslında, Özelleştirme İdaresi olarak, çok, fevkalade
başarılı değiliz. Sattığımız müesseselerde ya teşvik sorunu vardır ya ödeme
sorunu vardır ya da istihdamda birtakım sıkıntılar vardır. Ümit ediyoruz ki...
Belki, komisyon veya ilgililer, işte, bu denetimin, 4046 sayılı Özelleştirme
Kanununda zaten var olduğunu ifade edebilirler; ancak, mevzuatla satılan kuruma
-para olarak, nakit değil, mevzuatla -teşvik desteği verilmesinin faydalı
olacağı kanaatindeyim.
Önergemiz bu istikamette; kabul edilirse, satılan müesseselerin batması,
iflas etmesi veya üretimi durdurması önlenmiş olacaktır diye düşünüyor,
saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Candan.
Hükümetin katılmadığı önergeyle ilgili gerekçenin dikkate alınmasını
kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir efendim.
Dördüncü sırada, 40 sayılı önergeyi okutuyorum :
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Plan taslağının 25 inci sayfasında yer
alan 179 uncu paragrafın sonuna gelmek üzere aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz
ve teklif ederiz.
Zeki Ünal Abdullah Gül Azmi
Ateş
Karaman Kayseri İstanbul
Abdülkadir
Aksu Rıza Güneri Salih Kapusuz
İstanbul Konya Kayseri
İsmail Özgün
Balıkesir
"Yerel yönetimlerle ilgili yasal düzenlemeler, planın yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde gerçekleştirilecektir."
BAŞKAN – Hükümet önergeye katılıyor mu?
SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Ünal, önerge sahibi olarak, buyurun efendim. (FP
sıralarından alkışlar)
Efendim, biraz tahammül edeceksiniz. 134 tane önergeyi 5'le çarparsanız
11,5 saat ederdi; onun için... 35 dakikayla bu işi hallediyoruz.
ZEKİ ÜNAL (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önergem
üzerindeki görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Değerli
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, esasen, ben, 49 tane önerge vermiştim ve 245 dakika
yapar, onu söyleyeyim. Yani, tabiî, benim burada 4 saat civarında konuşma
hakkım varken, sırf sizleri uykusuz bırakmamak için, yormamak için, fazla
vaktinizi almamak için 240 dakikasından vazgeçmiş oluyorum. (DSP ve MHP
sıralarından "konuş, konuş" sesleri)
BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Konuş, konuş... 240 dakika konuş.
ZEKİ ÜNAL (Devamla) – Değerli arkadaşlar, aslında, Beş Yıllık Kalkınma
Planı görüşmelerinin iki gün içerisine sığdırılmaması gerekirdi. Üç gün
olsaydı, yarın da şahsî konuşmalar ve aynı zamanda önergeler görüşülürdü; öyle
zannediyorum ki, daha faydalı olabilirdi.
BAŞKAN – Sayın Ünal, üç günü geçti, bakmayın siz.
ZEKİ ÜNAL (Devamla) – Efendim...
BAŞKAN – Üç günü geçti, bu geceyarısını da sayarsanız...
Buyurun efendim.
ZEKİ ÜNAL (Devamla) – Şimdi, hemen şunu arz etmek istiyorum: Bu yerel
yönetimlerle ilgili olarak, zaten, daha evvelki hükümetler, gerekli çalışmaları
yaptılar ve bu, Plan ve Bütçe Komisyonundan geçti, Genel Kurula indi; ancak,
erken seçim olduğu için kadük kaldı.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının 179 uncu paragrafında, yerel
yönetimlerle ilgili sadece bir kelime geçiyor; "güçlendirilecektir."
Tabiî, bu, muğlak bir kelimedir. Ben diyorum ki, eğer, hakikaten, yerel
yönetimde reform yasa tasarısını yasalaştırmak istiyorsak, böyle muğlak bir
kelimeden ziyade Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planına şu şekilde bir ibare
koymak suretiyle, hem kendimizi hem de bundan sonraki hükümeti bağlamış oluruz
ve faydalı bir iş de yapmış oluruz diye düşünüyorum: "Yerel yönetimlerle
ilgili yasal düzenlemeler, planın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl
içinde gerçekleştirilecektir."
Yani, şöyle ifade edeyim: Eğer, yarın veya öbür gün yürürlüğe girecek
olursa, önümüzdeki senenin ortasına kadar veyahut da eğer, hükümet çok fazla
görüyorsa, icabında, bunu, 2001 yılının sonuna kadar da uzatabilir. Ancak,
hemen şunu ifade etmek istiyorum: Bu yerel yönetimler, hepimizi, özellikle
milletvekili arkadaşlarımızı yakından ilgilendiren bir konudur. Neden; çünkü,
ilk Belediye Yasası 1930 yılında çıkmıştır, 70 yıllık bir yasadır. Köy Yasası,
1924 yılında çıkmıştır, 76 yıllık bir yasadır. İl Özel İdaresi Yasası ise, 1913
yılında çıkarılmıştır, 87 yıllık bir yasadır. Dolayısıyla, bu yasalar, zaten,
şu anda işlemez haldedir veyahut da arzu edilen ihtiyaçlara cevap veremez
durumdadır ve dolayısıyla, bir milletvekili olarak köylere, beldelere
gittiğimizde büyük sıkıntılar içerisinde bulunduklarını görüyoruz ve dertlerini
bize intikal ettirdikleri zaman, bunlara çare bulamadığımızı, çaresiz
kaldığımızı da biz biliyoruz. Mesela, bir köy muhtarı 50 torba çimento istese,
bir milletvekili bunu kolay kolay bulamaz veya 100 milyon lira para istese
bulamaz; ama, bu tasarı da -yani, aşağıya inen, ancak, kadük kalan tasarıda-
çok güzel şeyler var ve biz, muhalefet olarak, o zaman buna evet dedik bunun en
kısa zamanda çıkması lazım dedik. Mesela, vergilerden köyler için -yani, genel
vergiden- köyler için yüzde 2 kesilecekti. Ayrıca, il özel idaresi için yüzde
25, bir de onun yüzde 10'u kesilecekti ve dolayısıyla, köylere yüzde 4,5
civarında bir pay ayrılmış olacaktı. Bu da, aşağı yukarı 1 katrilyon lira
yapıyor. 1 katrilyon liradan, aşağı yukarı köy nüfusunu 20 milyon civarında
kabul edersek, 54 milyon lira civarında kişi başına bir rakam düşüyor ve bu da,
çok rahat... Yani, bir nüfusa 54 milyon lira düşüyorsa, köylerin meselesi,
zaten, kendiliğinden hallediliyor demektir.
O bakımdan değerli arkadaşlar, ben, bunun bağlayıcı olması itibariyle,
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planına mutlaka bu ibarenin konulmasını ve bu
şekilde geçmesini arzu ediyorum. Gerçi, peşin bir şekilde hükümet ve komisyon
katılmadı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Tamamlayın lütfen.
ZEKİ ÜNAL (Devamla) – Zaten, peşin bir şekilde, görüşüldü ve hükümet
veya komisyon katılmayacağını beyan ettiler. Aslında, bu, hepimizi, hatta
hükümeti de ilgilendiren bir konu idi. Neden, böyle bir tavrın içerisine
girildi; doğrusu anlayabilmiş değilim.
Yine de, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planımızın ülkemize, milletimize
ve hepimize hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ünal.
Hükümetin katılmadığı önergeyle ilgili gerekçenin dikkate alınmasını
kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
80 sayılı beşinci önergeyi okutuyorum :
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 516 sıra sayılı Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının
Sekizinci Bölümünün 97 nci sayfasının 677 nci paragrafının "sosyal,
psikolojik, zihinsel ve dinî gelişimin erken yaşlarda şekillenmesi nedeniyle,
okulöncesi eğitim yaygınlaştırılacaktır" olarak düzeltilmesini arz ederiz.
Fethullah
Erbaş Fehim Adak Nurettin Aktaş
Van Mardin Gaziantep
Sabahattin
Yıldız Osman Yumakoğulları Nezir Aydın
Muş İstanbul Sakarya
BAŞKAN – Hükümet önergeye katılıyor mu?
SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Önerge sahibi adına, Sayın Erbaş, buyurun efendim. (FP
sıralarından alkışlar)
FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gecenin
bu saatinde zamanınızı aldığım için, her şeyden önce, özür diliyorum.
BAŞKAN – Sabahın seheri...
FETHULLAH ERBAŞ (Devamla) – Evet, pardon, sabahın bu saatinde.
Değerli arkadaşlarım, bütün önergelerim geri verildi, bir tanesinde
konuşma şansım oldu; onu da, size kısaca arz etmeye çalışacağım.
Bundan önceki önergelerimden bir tanesi, ülkemizde yerleşik olmayan
vatandaşlarımız var (yörükler, göçerler, çingeneler) bunların evlatlarına
fırsat eşitliği tanınmasıyla ilgiliydi. Bunların çocuklarının, en azından,
yatılı bölge okullarında okutulması, bir fırsat eşitliği tanınması için bir
önergemiz vardı; ancak, tabiî, bu kadar önerge içerisinde kayboldu; onu
verememiş olduk.
Değerli arkadaşlar, yine, Osmanlıca diye bir problemimiz var; geçmişle
geleceğimizin birleştirilmesi lazım. Osmanlıcanın da ilköğretim ve
ortaöğretimde seçmeli ders olarak bırakılması konusunda bir önergem vardı; o
da, tabiî, bu kadar çok önerge içerisinde yer bulmadı.
Bu konudaki önergeme gelince; bunu da sizin vicdanlarınıza sunacağım.
Kabul edersiniz etmezsiniz, bilmem; ama, benim üzerimdeki bu vebal kalksın diye
bu önergeyi vermiş oldum; kabul edeceğiniz ümidindeyim.
Değerli arkadaşlar, okulöncesi eğitimde çocuklarımıza dinimizi
sevdirmemiz amaçlanmıştır. Bilindiği gibi, kendimize hedef olarak seçtiğimiz
Avrupa Birliği ülkelerinde, çocuklar okulöncesinde kilise okullarına gitmekte,
hatta kilise korolarında yer almakta, güzel bir şekilde, dinlerinin vermiş
olduğu güzel müzikleri söylemekte ve dinlerini sevmektedirler. Bizde böyle bir
kurum yok arkadaşlar. Bizdeki kurumlara baktığımız zaman, son zamanlarda yaz
okullarında bile, yani, yazın, çocuklarımız, okullar tatil olduğu zaman bile,
12 yaşını doldurmamışsa, hocalarımızın onlara ders verme imkânı yok, böyle bir
imkân yok; sonra, 16 yaşına gelmeden, Kur'an kurslarına yazılma gibi bir
imkânları da yok.
Bu açıdan, çok yüce dinimizi sevdirmemiz açısından, çocuklarımıza
dinimizi sevdirmemiz için, okulöncesinde bir şeyler vermemiz lazım. Ben böyle
düşünüyorum ve önergem kabul edildiği takdirde, teknolojinin de bu kadar
geliştiği bir asırda, çizgi film yoluyla olur, başka bir kurum kurabiliriz;
çocuklarımıza dinimizi sevdirmemiz için elimizden gelen her şeyi yapmamız
lazım; çünkü, biliyorsunuz, hedef olarak seçtiğimiz, hedef kitle olarak
seçtiğimiz Batı toplumlarında bu var; bizde niye olmasın? Biz de sevdirelim.
Bunun için önergemin kabul edilmesini hepinizden -sabahın bu saatinde-
rica ediyorum, istirham ediyorum. Teşekkür ediyorum efendim. (FP, ANAP ve DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erbaş.
Efendim, önergeyle ilgili gerekçenin dikkate alınmasını kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
Altıncı sırada 96 numaralı önergeyi okutuyorum efendim :
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının "Eğitim" başlığı
altındaki bölümünde yer alan 690 nolu fıkranın aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Musa
Uzunkaya Bekir Sobacı Mehmet Çiçek
Samsun Tokat Yozgat
Ahmet
Sünnetçioğlu Niyazi Yanmaz Ali Sezal
Bursa Şanlıurfa Kahramanmaraş
Sait Açba
Afyon
"Ortaöğretim, okul türünün yanında, program türünü
de esas alan bir yapıya kavuşturulacak, meslek eğitimine, geniş tabanlı bir
temel eğitim programıyla başlanacaktır.
BAŞKAN - Hükümet önergeye katılıyor mu efendim?
SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir)
– Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Efendim, önerge sahibi Sayın Uzunkaya...
MUSA UZUNKAYA (Samsun)
– Bir önergem daha var mı orada efendim?
BAŞKAN - Efendim, olmaz öyle şey!..
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Varsa, ona göre söz
isteyeceğim de efendim.
BAŞKAN – Bunun gerekçesini okutayım, 7 nci
önergede de konuşun.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Tamam, gerekçesi okunsun
efendim; bir önergem daha var.
BAŞKAN - Var; ama, toptan, peşin iş olmaz; elmayla
armudu toplayamazsınız.
Tamam, gerekçesini okuyun efendim.
"Gerekçe:
Okul türlerinin ihmal edilmemesi amacıyla bu teklif
verilmiştir."
BAŞKAN - Efendim, önergeyle ilgili gerekçenin dikkate
alınmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
Şimdi, son olarak yedinci sırada 99 numaralı önergeyi
okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının
"Eğitim" başlığı altındaki bölümünde yer alan 687 nolu fıkranın
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Musa
Uzunkaya Bekir Sobacı Mehmet Çiçek
Samsun Tokat Yozgat
Ahmet
Sünnetçioğlu Niyazi Yanmaz Ali Sezal
Bursa Şanlıurfa Kahramanmaraş
Sait Açba
Afyon
"Eğitimin her kademesinde kültür anlaşması yapılan ülkelerle, Türk
cumhuriyetleri ve akraba topluluklarıyla eğitim ve kültür amaçlı ortak
programlar geliştirilecek ve denklik sorunları ortadan kaldırılacaktır."
BAŞKAN – Hükümet önergeye katılıyor mu?
SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Katılmıyorsunuz.
Önerge sahibi olarak, Sayın Uzunkaya; buyurun efendim.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi, sabahın bu erken saatinde saygıyla selamlıyorum.
Umuyorum ki, bu 7 tane önerge arasında, son önerge olan bu önergeye,
lütfen ve keremen "kabul" diyeceksiniz inşallah. Tabiî, bu saatte,
ancak böyle bir önergeye "evet" denmesi lazım.
Çünkü, geçtiğimiz günlerde, öğrenci affıyla ilgili yasanın bir
bölümünde, bu önerge geldi. Önerge, esasen, yukarıda Komisyonda bir oranda
kabul edilmişti; burada da, iktidar partisi mensubu arkadaşlarımızın bu
önergeye büyük oranda bir eveti vardı. Bu sıkıntıyı, arkadaşlarımız genelde biliyorlar;
bir önceki önergemde, okul türünün yanında program türünün de göz önüne
alınmasını arzu ediyorduk. Bakın, bunları, tabiî, mahiyetini fazla fark
edemediğimizden ceffelkalem bir anda silip atıyoruz, pek önem vermiyoruz; ama,
eski bir deyimle bad-i harabel Basra, Basra yıkıldıktan sonra "eyvah, niye
böyle oldu" diyoruz. Niye: Bakınız, yakın bir dönemde, okul türleri
denilen şu andaki isimleri, kulaklarımızı, sokaklarımızı süsleyen okulların
adları, yakın bir tarihte yok olacak. Yani, özlemle, bunların bir tarih
olduğunu -üzülerek söylüyorum- hatırlar hale geleceğiz; çocuklarımız değil, biz
o hale geleceğiz; çünkü, burada, okul türü kavramı, okulların ismi
kaldırılıyor; yerine, program türleri, yani çok programlı liseler çerçevesinde,
aşina olduğumuz ne kadar meslek okulu varsa, tümünün ismi yok ediliyor. Temenni
ediyorum ki, hükümetimiz "yok edilmiyor" desin; biz de, bu ifadeye
saygıyla katılmış olalım.
Değerli arkadaşlar, zaten, plan çerçevesinde bu ifadeler var
"eğitimin her kademesinde Türk cumhuriyetleri ve akraba topluluklarıyla
eğitim ve kültür amaçlı ortak programlar geliştirilecektir" deniliyor; bu,
mevcut yasada var. Bizim, buraya ilave olarak getirmek istediğimiz husus şudur;
geçen gün bu konuda da büyük oranda kabul gördüğünü söylediğim husus şudur:
Gerek Türkî cumhuriyetler diye adlandırılan bu cumhuriyetlerdeki
üniversitelerde gerek Batı üniversitelerinde gerekse Ortadoğu
üniversitelerinde, yıllardır, eğitim görmüş, çok değerli, kaliteli insanlarımız
yetişti; hatta, bu Parlamentoda, taa Senatonun olduğu dönemlerde senatörlük
yapanlar var. Mesela, El Ezher Üniversitesi mezunu eski Malatya Milletvekili
İsmail Hakkı Şengüler; burada, senatörlük yaptı ve ilim âlemine de büyük
katkıda bulundu; Ezher mezunu; ama, şu anda, bir kalemde Ezher mezunlarını
sildik attık. Batı üniversitelerinin birçoğunu da, kültür anlaşmalarımız olduğu
halde, sildik attık. Diyoruz ki, kendileriyle kültür anlaşması yaptığımız bu
ülkelerin üniversitelerinden mezun olan, benzeri Türkiye'deki üniversite veya
fakültelerde bir testten, tahlilden, incelemeden geçirilmek suretiyle,
denklikleri, lütfen kabul edilmiş olsun. Binlerce yavrumuz, gencimiz, bu
üniversitelerden mezun olmuş, hiçbir hak talep edemiyorlar; hatta, Türkiye'de,
kamuda görev yaptıkları halde, gidip, buralardan mezun olan arkadaşlar... Ki,
geçenlerde bir arkadaş, Uzakdoğu üniversitelerinden birisinde tıp fakültesi
bitirmiş, bendenize geldi- birkısım komisyon üyesi arkadaşlarıma da geldiğini
zannettiğim bir şekilde- doktor olmuş; vaktiyle bunların doktorluğu kabul
ediliyorken, şu anda, kendisine, sağlık memurunun, normal sağlık teknisyeninin
göreceği işi dahi görme imkânı, bu ülkede verilmiyor; bu, bir haksızlıktır.
Bugüne kadar gidenlere böyle bir hak verilmeliydi. En azından, bugüne kadar
gidenlere böyle bir hak verilsin, bundan sonrası için değişik bir statü
belirlensin diye temenni ediyorum.
Değerli arkadaşlar, tabiî, ben, önergelerimize iştirak eden, icabet
buyuran, imzalarıyla destek veren, oylarıyla destek veren değerli parti
gruplarına, grup başkanvekillerine, burada 4 tane önergesi de kabul edilen bir
arkadaşınız olarak teşekkür ediyorum.
Temennimiz, burada, hakikaten, birçok yasada da...
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Müşterek önergemiz...
MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Tabiî, müşterek önergemiz haline gelen,
müşterek önergemiz olan...
Dolayısıyla, 130 küsur önergenin, takriben 10-12 saatlik alacağı
zamanı... Demek ki, anlaşabildiğimiz
takdirde, Mecliste, zamanı da çok daha iyi kullanabiliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Uzunkaya, toparlayın.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, son önergenin son
konuşmasıdır...
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Namaz vakti geçti, namaz...
MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Sayın Köse, endişenize katılıyorum; ama,
inşallah, o endişe hududuna girmeyeceğiz.
Değerli arkadaşlar, şunu ifade ediyorum; Planlama Teşkilatımızın değerli
bürokratları gerçekten çok güzel bir çalışma yaptılar. Hakikaten, kitabı,
yapılan çalışmayı baştan aşağı inceleyen bir arkadaşınızım. Bu vesileyle,
Planlamanın çok değerli üyelerine de, şahsen ve Grubum adına da bir anlamda
teşekkür ediyorum. Başarılı hizmetlerinin planlı dönemde devamı dileğimi...
Bu Sekizinci Beş Yıllık Planda, 40 yıla varan planlı çalışmaların çok
samimî bir itirafı var, geçmiş dönemlerdeki hedeflerin tahakkuk etmediğini de
çok içtenlikle ifade ettiler. Mesela, o kadar ciddî tenkitler var ki, aslında,
bana göre, bu, Planlamanın hazırladığı kitabın özellikle "Hedefler"
bölümünde, ilk bölümlerdeki eleştirileri en çok okuması gereken, sayın hükümet
üyelerimizdir. Neden bu hedefler gerçekleşmemiş; işte bunlardan birisi;
"Eğitim" bölümünde, çok iddialı bir şekilde, üç yıl önce getirilen
sekiz yıllık kesintisiz eğitimin, bırakınız hedefine yaklaşması, hedefinden
korkunç derecede uzaklaştığını gösteren ciddî ipuçları ve rakamsal
değerlendirmeleri var.
Bu bakımdan, ben, arkadaşlarımızın bu içten, samimî, yapıcı, gördükleri
eksiklikleri tenkit mahiyetinde veya değerlendirmeye alma mahiyetindeki
önerilerini de takdirle karşılıyorum.
Bütün bu plan çalışmalarının, ülkemize, milletimize ve tüm insanlığa
hayırlar getirmesini, hiç olmazsa, bu dönem için olsun, bu hedeflerin yüzde yüz
tahakkuk etmesini temenni ediyor, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Uzunkaya.
Önergeyle ilgili gerekçenin dikkate alınmasını kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Maalesef kabul edilmemiştir.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Ben kabul edildi zannettim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Etmediler efendim.
Sayın milletvekilleri, bir dakika efendim, hükümetin bir talebi var.
Buyurun Sayın Bakan.
SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Sayın Başkanım,
bir süre önce Başkanlığa verdiğimiz tezkerede, sehven, bir önergenin kabul
edildiğini yazmayı unutmuşuz; 117 numaralı önergeyi de kabul ediyoruz.
Dikkate alınmasını arz ediyoruz efendim.
BAŞKAN – O halde, 18 inci önerge kabul edilmişti, bunu da 19 uncu sıraya
alıyoruz. Hükümetin kabul ettiği önergelerin adedi 19 oluyor.
Ondokuzuncu sırada 117 sayılı önergeyi okutuyorum :
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının 670 nci
maddesinin sonuna eklenmek üzere, aşağıdaki teklifimizi arz ederiz.
"Kişinin en temel hak ve ihtiyaçlarından olan dinî bilgi ve
bilgilendirmenin, örgün ve yaygın eğitim kurumlarında verilmesine devam
edilecektir."
İrfan Gündüz Zeki Çakan Eyyüp
Sanay
İstanbul Bartın Ankara
İsmail Köse Sebahattin Karakelle
Erzurum Erzincan
BAŞKAN – Efendim, malumunuz hükümet bu önergeye katılmıştı.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olsun efendim.
AYDIN TÜMEN (Ankara) – Nereden çıktı?
BAŞKAN – Bir dakika efendim, bitmedi daha, Komisyonun talebi var
efendim...(DSP sıralarından "bir daha oylayalım, buraya hiç bakmadınız
Sayın Başkan" sesleri)
Affedersiniz, bir daha oylarım efendim.
Hükümetin kabul ettiği...
SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) – Sayın Başkan, iki defa oylama olur mu?
BAŞKAN – Bakmamışım efendim, kabahat benim; sabahın 05.00'i. O kusur da
bende olsun yani, kusurdan dönmek de bir fazilet.
Hükümetin kabul ettiği önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
M. ZEKİ SEZER (Ankara) – Bir daha oylayalım...
BAŞKAN – O zaman sayalım efendim.
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.
Demin de gördüm; ama, bakmadığım için, tekrarladım; affedersiniz.
Efendim, müsaade eder misiniz, bitiriyoruz... Komisyonun bir talebi var.
Buyurun efendim.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım,
Kalkınma Planı program metninde bazı düzeltmeler amacıyla önerilerimiz var;
imla hataları, baskı hataları... Redaksiyon anlamında, bunları, izinlerinize
sunmak istiyoruz efendim.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – İlk okuduğum yanlış ifadedir düzeltilmesini
istediğimiz, ikinci okuyacaklarım ise, yeni şeklidir.
Sayfa 13, numara 78: "1998 yılında uygulananan" doğru olanı
"uygulanan"
13 üncü sayfada, sıra numarası 79: "nisan ayında yeniden",
"nisan ayından itibaren yeniden"
Sayfa numarası 13, sıra numarası 74: "yanlış ifade vermesine"
doğrusu "vermesi"
Sayfa 37, sıra numarası 286, birinci satır: "yatırımları",
"yatırımlarını",
Sayfa 37, 286 ncı sıra, ikinci satır: "yönlendirilecek",
"yönlendirecek",
Sayfa 62, sıra numarası 399: "ticarî sorunlar üzerinde",
"ticarî gelişmeler üzerinde"
Sayfa 66, sıra numarası 429: "ülkeler ilk üç sıradaki",
"ülkeler dışticaretimizde ilk üç sıradaki"
Sayfa 67, sıra numarası 446: "Türkiye'nin yapmış olduğu teknik
yardımların gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 0,06 olarak gerçekleşmiştir",
"Türkiye'nin yapmış olduğu dış yardımların gayri safî millî hâsılaya
oranı, 1997-1998 döneminde yaklaşık olarak yüzde 0,05 olarak
gerçekleşmiştir"
Sayfa 69, sıra numara 461:"paratisine" yerine
"paritesine"
Sayfa 194, sıra numara 1497: "18'i" doğrusu "20'si"
Sayfa 254, sıra numara 2009, ikinci satır: "5 milyon
civarında" doğrusu "5,7 milyon civarında"
Sayfa 220, tablo 38, ikinci satır, yüzde değişim birinci sütun:
"95/96" doğru olanı "96/95"
Son olarak, sayfa 236, sıra
numara 1836: "tatmini" yerine "memnuniyeti"
Arz ederim, teşekkür ederim efendim.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
üzerinde verilen önergelerin işlemi tamamlanmıştır.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun efendim, söz mü istiyorsunuz?
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Hayır,
sorum var Sayın Başkan.
BAŞKAN – Soru sorma yok efendim burada... Sözünüz varsa, buyurun.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Başlangıçtan beri söz ricam vardı Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Sekizinci Beş Yıllık
Kalkınma Planınının, ülkemize hayırlı olmasını diliyorum ve Devlet Planlama
Teşkilatının mümtaz mensuplarını, bundan evvel de dahil olmak üzere yaptıkları
hizmetlerden dolayı ve gelecekte de ümit dolu olarak kendilerine, hem
tebriklerimizi hem teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Bir hususun altını çizerek belirtmek istiyorum. Türkiye'de İl İdaresi
Kanununun, artık, yetersiz hale geldiğini gözden uzak tutmamalarını ve
büyükşehir statüsünde bulunan Ankara gibi bir il ile, özellikle Orta
Anadolu'daki daha küçük illerin aynı kanuna tabi olmalarının, yönetimde ve o
yöredeki insanlara yapılacak olan hizmetlerde etkili olmadığını, yetersiz
kaldığını, Ankara gibi büyük şehirlerde, İl İdaresi Kanunu bakımından,
gerçekten, yönetimde büyük sıkıntılar çekildiğini bilhassa hatırlatmak
istiyorum. Hem merkezî iller var, ilçeler var, metropol ilçeler var hem bağlı
ilçeler ve kırsal alanlar var. Dolayısıyla, bu şartlar altında, İl İdaresi
Kanununun yeniden gözden geçirilmesinin hedeflenmesinin, planlama açısından,
planlama anlayışı bakımından da faydalı olacağına inanıyorum.
Bir ikinci husus da, ilçelerle ilgili olarak, kalkınmada öncelikli
yöreler statüsünün ve programlanmasının bir an evvel ele alınması gerektiğine
inanıyorum. İller bakımından bu mesele çözümlenmiştir; ama, ilçeler bakımından,
henüz, böyle bir çözüm getirilmemiştir.
Takdirlerinize sunuyorum.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının, tekrar, ülkemize, milletimize
hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.
BAŞKAN – Efendim, teşekkür ederim.
3067 sayılı Kanun gereğince, planın tümü, Plan ve Bütçe Komisyonu
raporunda belirtilen ve Genel Kurulca kabul edilen önergelerdeki değişiklikler
doğrultusunda ve Komisyonun belirttiği redaksiyon düzeltmeleriyle birlikte açık
oya sunulacaktır.
Oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için 3 dakika süre vereceğim.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş
Yıllık (2001-2005) Kalkınma Planının sunulduğuna dair Başbakanlık tezkeresinin
açık oylamasına 206 sayın milletvekili katılmış; 182 kabul, 21 ret, 2 çekimser,
1 mükerrer oy kullanılmış ve kabul edilmiştir; hayırlı uğurlu olsun efendim.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, soruşturma komisyonları
raporları ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, bugün, 27
Haziran 2000 Salı günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Hayırlı sabahlar diliyorum efendim.
Kapanma Saati : 04.57
V. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Kırıkkale Milletvekili Kemal
Albayrak’ın, Kırıkkale-İzzettin Köyünün kanalizasyonunun ne zaman yapılacağına
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’ın cevabı (7/2156)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Devlet Bakanı Sayın Mustafa Yılmaz tarafından yazılı
olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
1.6.2000
Kemal Albayrak
Kırıkkkale
1. Kırıkkale İzzettin Köyünün kanalizasyonu ne zaman yapılacaktır?
T.C.
Devlet
Bakanlığı 26.6.2000
Sayı :
B.02.0.010/031-6105
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığı Genel Sekreterliğinin 12.6.2000
gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2156-5877/14186 sayılı yazınız.
Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın
Kırıkkale-Balışeyh-İzzettin Köyüne kanalizasyon yapılması konusundaki soru
önergesi incelenmiştir.
Söz konusu köye kanalizasyon yapılması hususunda 2000
yılı Yatırım Programına ayrılan ödeneğin tamamı programlanmış olduğundan şu
aşamada yapılacak herhangi bir işlem bulunmamaktadır.
Ancak 2000 yılı için ek ödenek temin edildiği takdirde
yılı içinde ek programa alınacak olup, mümkün olmadığı takdirde ise ileriki
yıllarda ödenek durumuna göre değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Bilgilerinize arz ederim.
Mustafa Yılmaz
Devlet Bakanı
2. – Karaman
Milletvekili Zeki Ünal’ın;
Domuz yağı ve
etinin gıda tüketiminde kullanılmasına,
– Kırıkkale
Milletvekili Kemal Albayrak’ın;
Kırıkkale
İzzettin Köyünün sellektör ihtiyacına,
– Kütahya
Milletvekili Ahmet Derin’in;
Kütahya İline
bağlı bazı ilçelerin veteriner hekim ihtiyacına ve bölgede görülen şap
hastalığına karşı alınacak önlemlere,
– Şanlıurfa
Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz’ın;
GAP Bölgesinde
seracılığın teşvik edilmesine ilişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı
Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı (7/2155,2159,2160,2161)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp
tarafından yazılı olarak cevap verilmesini saygılarımla arz ederim.
5.6.2000
Zeki Ünal
Karaman
1. Bir kısım yazılı basında, ülkemizde 3000 ton domuz yağı tüketildiği
iddia edilmiştir. İddia doğru mudur?
2. Türkiye’nin resmî kayıtlarında, 1999 yılında 10 ton domuz yağı ithal
edildiği belirtilmiştir. Buradan anlaşılmaktadır ki; ülkemizde 2990 ton domuz
yağı iç üretimle sağlanmıştır. Ülkemizdeki domuz çiftliği sayısı nedir? Bu
çiftliklerBakanlığınızın iznine tâbi olarak mı açılmaktadır? 3000 ton domuz
yağı hangi sektörlerde tüketilmekte ve ne tür gıda ve yiyeceklerde
kullanılmaktadır?
3. Domuz yağı ve etlerinin gıda tüketiminde kullanılması insan sağlığı
ve dinî inanç açısından ele alınarak Sağlık Bakanlığı ve Diyanet İşleri
Başkanlığı nezdinde herhangi bir girişimde bulunulmuş mudur?
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Kemal Albayrak
Kırıkkale
1. Kırıkkale İzzettin Köyünün sellektör ihtiyacı vardır. Binaları
vatandaşlarca yapılan İzzettin Köyüne ne zaman sellektör verilecektir?
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sayın Tarım ve Köyişleri Bakanı Prof. Dr. Hüsnü
Yusuf Gökalp tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini
saygılarımla arz ederim.
5.6.2000
Ahmet Derin
Kütahya
1. Kütahya İlimize bağlı Tavşanlı, Emet, Şaphane ve Aslanapa Tarım İlçe
Müdürlüklerimize, Resmî veteriner tayinleri ne zaman yapılacaktır?
2. Bölgede görülen şap hastalığı dolayısıyla hayvan telefi mevcuttur.
Aşılama “0 Tipi” olup, Asya tipi virüse fayda vermemiştir. Bu açıdan :
a) Şaptan telef olan hayvanlar için, sığır vebasında olduğu gibi
tazminat verilmesi gerekmez mi?
b) Doğrudan kaçak giren hayvanlar olduğu bilinirken Asya tipi virüse
engel olacak “Asya tipi aşı” niçin kullanılmamıştır?
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Sayın Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini saygılarımla arz ederim.
5.6.2000
Mustafa Niyazi Yanmaz
Şanlıurfa
MTA ve Şanlıurfa Valiliğinin katkılarıyla Şanlıurfa Karaali Bölgesinde
yaklaşık 90 bin da’lık bir alanda sıcak su havzasına rastlanmıştır. 50 C
derecenin üzerinde olan bu suyun GAP Bölgesindeki verimli topraklarla
birleşmesiyle seracılık açısından mükemmel bir ortam oluşturulmuştur ve
nihayetinde özel idare daha sonra da iki özel firma tarafından sera yapımına
başlanmıştır.
Modern seracılık faaliyetlerinin bölgede teşvik edilmesi ve bölge
çiftçisinin, yerel müteşebbislerin yatırım yapmaları için, Tarım Bakanlığı
teşvik ve kredilerin sağlanması maksadıyla KOBİ kapsamına alınması yönünde ne
gibi çalışmalar yapmaktadır?
T.C.
Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı 20.6.2000
Araştırma
Planlama ve Koordinasyon
Kurulu
Başkanlığı
Sayı :
KDD.SÖ.1.01/2666
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 12.6.2000 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-5953
sayılı yazınız.
İlgide kayıtlı yazınız ekinde gönderilen Karaman Milletvekili Sayın Zeki
Ünal’a ait 7/2155-5876 esas no.lu, Kırıkkale Milletvekili Sayın Kemal
Albayrak’a ait 7/2159-5880 esas no.lu, Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin’e
ait 7/2160-5881 esas no.lu ve Şanlıurfa Milletvekili Sayın Mustafa Niyazi
Yanmaz’a ait 7/2161-5883 esas no.lu yazılı soru önergelerine ilişkin
Bakanlığımız görüşleri ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp
Tarım ve Köyişleri Bakanı
Yazılı Soru Önergesi
Önerge Sahibi : Zeki Ünal
Karaman
Milletvekili
Esas No.
: 7/2155-5876
Soru 1. Bir kısım yazılı basında, ülkemizde 3000 ton
domuz yağı tüketildiği iddia edilmiştir. İddia doğru mudur?
Cevap 1. Ülkemizde 3000 ton domuz yağı tüketildiği
hususu doğru değildir. Gazete ve mecmua haberlerine göre 3000 ton domuz yağı
ithal edildiği belirtilmektedir.
Soru 2. Türkiye’nin resmî kayıtlarında, 1999 yılında 10
ton domuz yağı ithal edildiği belirtilmiştir. Buradan anlaşılmaktadır ki;
ülkemizde 2990 ton domuz yağı iç üretimle sağlanmıştır. Ülkemizdeki domuz
çiftliği sayısı nedir? Bu çiftliklerBakanlığınızın iznine tâbi olarak mı
açılmaktadır? 3000 ton domuz yağı hangi sektörlerde tüketilmekte ve ne tür gıda
ve yiyeceklerde kullanılmaktadır?
Cevap 2. Bilindiği üzere 4128 sayılı Kanun ile Değişik
Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine
Dair 560 sayılı KHK’nin 5 inci maddesi ve bu kararnameye ait yönetmeliğin 5
inci ve 6 ncı maddeleri gereğince gıda üreten işyerleri imal ettikleri
maddeleri tescil ettirerek Bakanlığımızdan üretim izni almak zorundadırlar.
Şu ana kadar ürün bileşiminde domuz eti ve yağını
kullanan hiçbir firmaya üretim izni verilmemiştir.
Soru 3. Domuz yağı ve etlerinin gıda tüketiminde
kullanılması insan sağlığını ve dinî inanç açısından ele alınarak Sağlık
Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı nezdinde herhangi bir girişimde
bulunulmuş mudur?
Cevap 3. 28 Haziran 1995 tarihli 560 sayılı KHK ve bu
kapsamda 16 Kasım 1997 tarihinde yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği
doğrultusunda, tüm gıda maddelerine üretim izni verilmemektedir. Bugüne kadar
domuz yağı ve domuz eti içeren hiçbir gıda maddesine üretim izni verilmemiştir
ve verilmeyecektir.
Yukarıda izah ettiğimiz bilgiler ışığında ülkemiz
insanlarının tamama yakınının hem inançları ve hem de tüketim alışkanlıkları
gereği domuz ürünleri tüketmedikleri bilindiğinden, Sağlık Bakanlığı ve Diyanet
İşleri Başkanlığı nezdinde bir girişimde bulunulmamıştır.
Yazılı Soru Önergesi
Önerge Sahibi : Kemal Albayrak
Kırıkkale
Milletvekili
Esas No.
: 7/2159-5880
Soru – Kırıkkale İzzettin Köyünün sellektör ihtiyacı
vardır. Binaları vatandaşlarca yapılan İzzettin Köyüne ne zaman sellektör
verilecektir?
Cevap – Bakanlığımızca yürütülen “Bitkisel Üretimi
Geliştirme Projesi” kapsamında, her yıl ayrılan ödenek miktarları ölçüsünde
sellektör satın alınarak talep durumuna göre dağıtımı yapılmaktadır. İllerden
her yıl sonunda, bir sonraki bütçe faaliyetlerinde değerlendirilmek üzere
faaliyet raporuyla birlikte sellektör ihtiyaçları ile ilgili talepler de
istenmektedir. Bu itibarla Kırıkkale İl Müdürlüğünün 1999 yılı faaliyet
raporunda 2000 yılı çalışmaları için sellektör talepleri olmamıştır. 2000 yılı
yatırım bütçesinde öngörülen ve serbest bırakılacak ödenek durumuna göre
sellektör alımı yapılacaktır.
1999 yılı faaliyet raporuna göre Kırıkkale İlinde halen
33 adet sellektör bulunmaktadır. Bunların faal olan 27 adedi ile 1000 ton tohum
temizlenmiştir. Sadece faal olan sellektörlerin % 50 kapasite ile
çalıştırılmaları halinde bile ortalama 16200 ton tohumluk temizlenebileceği
bilinmektedir. Buna rağmen, 2000 yılı yatırım bütçesinde öngörülen ve serbest
bırakılacak ödenek imkânları doğrultusunda talep dikkate alınacaktır.
Yazılı Soru Önergesi
Önerge Sahibi : Ahmet Derin
Kütahya Milletvekili
Esas No.
: 7/2160-5881
Soru 1. Kütahya İlimize bağlı Tavşanlı, Emet, Şaphane
ve Aslanapa Tarım İlçe Müdürlüklerimize, Resmî veteriner tayinleri ne zaman
yapılacaktır?
Cevap 1. Kütahya İlinde 11 adet veteriner görev
yapmakta olup, 5442 sayılı Kanun gereğince İl içi atamalar valiliklerce
yapılmaktadır.
Başbakanlığın 13.1.1999 tarih ve 1999/9 sayılı
genelgesiyle her türlü atamalar durdurulmuştur. Kütahya İlinin veteriner
ihtiyacı Bakanlığımız Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına
İlişkin Yönetmelik hükümlerine göre, tayin nakil döneminde kurum içi ve
kurumlararası nakil yoluyla, bu ile atanmak isteyenler arasından Başbakanlıktan
müsaade alınarak karşılanacaktır.
Soru 2. Bölgede
görülen şap hastalığı dolayısıyla hayvan telefi mevcuttur. Aşılama “O Tipi”
olup, Asya tipi virüse fayda vermemiştir. Bu açıdan :
a) Şaptan telef olan hayvanlar için, sığır vebasında olduğu gibi
tazminat verilmesi gerekmez mi?
b) Doğrudan kaçak giren hayvanlar olduğu bilinirken Asya tipi virüse
engel olacak “Asya tipi aşı” niçin kullanılmamıştır?
Cevap 2. Şap hastalığı 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve
Zabıtası Kanununda ihbarı mecburî hastalıklar listesinde yer almakta, il ve
ilçe müdürlüklerince hastalık mihraklarında Şap Hastalığı Mücadele Talimatı ve
Bakanlık genelgeleri doğrultusunda mücadele edilmektedir.
Ülke genelinde şap hastalığının en yaygın tipi olan O
tipi virüstür. İkinci virüs tipi, zaman zaman kaybolup yeniden ortaya çıkan A
tipidir. Bu tip sürekli değişim göstermekte ve son çıkan tip bir önceki virüs
tipinin yerini almakta ve bir önceki tipe göre yapılan aşılamalar arzu edilen
bağışıklığı oluşturamamaktadır. Yeni tipe karşı aşı üretmek ise; uzun zaman
almaktadır. Bu nedenle ülke için, stabil olan aşı suşuna (mikroba etki edecek
aşı maddesi) karşı aşılama yapılması gerekir.
Bu çerçevede şap hastalığına karşı; 2000 Yılı Hayvan
Hastalık ve Zararlıları ile Mücadele Programı doğrultusunda Edirne, Tekirdağ,
Kırklareli, İstanbul, Çanakkale, Balıkesir, Bursa, Yalova, Kocaeli, Bilecik,
Sakarya ve Bolu İllerinde tüm büyükbaş ve küçükbaş ruminantların yılda 2 kez
bivalan (A+O) şap aşısı ile aşılanması; Artvin, Giresun, Gümüşhane, Kastamonu,
Ordu, Rize, Samsun, Sinop, Trabzon, Zonguldak ve Bartın İllerinde büyükbaş
hayvanlara stratejik aşılama uygulanması, yukarıda sayılan iller dışında kalan
illere mevcut büyükbaş ruminantların tamamının yılda 2 kez monovalan (O) tipi
şap aşısı yerine, (A+O) tipi şap aşısı kullanımı konusunda gerekli tercih hakkı ve esneklik sağlanmıştır. 1999 yılının
sonlarında komşularımızda çıkan Asia 1 tipi şap hastalığına karşı, tüm iller
uyarılarak hastalık çıkan yerlerden laboratuvarlara mutlak suretle marazi madde
gönderilerek, tip tayini yaptırılması ve buna göre ücretsiz olarak çevre
aşılaması yapılması gerekliliği bildirilmiştir. Bu amaçla hazırlıklı olunarak
Asia 1 tipine karşı stoklarda yeterli miktarda aşı bulundurulmuştur. Ancak
kontrolsüz ve kaçak hayvan hareketleri ile karantina tedbirlerindeki
yetersizlikler İran’da görülen Asia 1 tipi virüsün ülkemizde görülmesine neden
olmuştur. Bununla birlikte Asia 1 mihraklarında 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve
Zabıtası Kanunu doğrultusunda gerekli idarî ve fennî tedbirler alınmış, mihrak
ve çevrelerinde Asia 1 aşılaması yapılmıştır.
Kütahya İlinde 2000 yılının ilk 5 ayında 77 248 adet
büyükbaş hayvan şap hastalığına karşı aşılanmıştır. Kütahya İlinde Asia 1 tipi
şap hastalığı ilk olarak 15.3.2000 tarihinde çıkmıştır. Toplam 6 köyde Asia 1
tipi şap hastalığı görülmüştür. Bu köylerin çevresindeki sirayete maruz 3132
baş hayvana Asia 1 tipi şap aşısı tatbik edilmiştir.
Yazılı Soru Önergesi
Önerge Sahibi : Mustafa Niyazi
Yanmaz
Şanlıurfa Milletvekili
Esas No.
: 7/2161-5883
Soru – MTA ve Şanlıurfa Valiliğinin katkılarıyla
Şanlıurfa Karaali Bölgesinde yaklaşık 90 bin da’lık bir alanda sıcak su
havzasına rastlanmıştır. 50 C derecenin üzerinde olan bu suyun GAP Bölgesindeki
verimli topraklarla birleşmesiyle seracılık açısından mükemmel bir ortam
oluşmuştur ve nihayetinde özel idare daha sonra da iki özel firma tarafından
sera yapımına başlanmıştır.
Modern seracılık faaliyetlerinin bölgede teşvik edilmesi ve bölge
çiftçisini, yerel müteşebbislerin yatırım yapmaları için, Tarım Bakanlığı
teşvik ve kredilerin sağlanması maksadıyla KOBİ kapsamına alınması yönünde ne
gibi çalışmalar yapmaktadır?
Cevap – Bakanlığımız tarafından seracılığımızın
geliştirilmesi amacıyla bir “Seracılık Projesi” hazırlanmıştır. Proje ile
ülkemizdeki seralarda ısıtmalı sisteme geçilerek, hormon ve ilaç kullanımını en
aza indirerek ihracata dönük ürünlerin yetiştirilmesi ve modern seracılığa
ağırlık verilmesi amaçlanmaktadır. Proje uygulama alanı içinde Şanlıurfa İli de bulunmaktadır. Söz konusu proje,
Bakanlığımızın 2000 yılı yatırım programına alınması için hazırlanmış, ancak
Devlet Planlama Teşkilâtı, yeni proje tekliflerini kabul etmediği için
sunulamamıştır. 2001 yılında Seracılık Projesi etüt proje çalışması olarak
Devlet Planlama Teşkilâtına tekrar sunulacaktır.
Seracılığın KOBİ kapsamına alınması konusunda ise
Bakanlığımızın herhangi bir çalışması bulunmamaktadır.
3. – Sakarya
Milletvekili Cevat Ayhan’ın, Bakanlık müfettişlerince hazırlanan TTKK teftiş
raporuna ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in
cevabı (7/2173)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Saygılarımla
Cevat Ayhan
Sakarya
Sorular :
1. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Müfettişleri tarafından
hazırlanan 21.3.2000 tarihli TTKK teftiş raporunda,
a) TTKK Yönetim Kurulu Üyeleri ile yöneticilerinin
kurumu 1 006 452 ABD doları zarara uğratmış olduklarından Türk Ceza Kanunu 240
ıncı maddesi hükmüne uyan bu işlem ve eylemleri ile yargılanmaları için
haklarında genel hükümlere göre işlem yapılmak üzere Cumhuriyet Savcılığına
bilgi verilmesi gerektiği bildirilmiştir.
Cumhuriyet Savcılığına gerekli bilgi verilmiş midir?
Yargıda yürütülen işlem ne safhadadır?
b) Raporda adı geçen yöneticilerinin görevlerini kötüye
kullanarak meydana getirdikleri zararın kendilerinden tahsil edilmesi gerektiği
ifade edilmektedir. Bu hususta ne işlem yapılmıştır?
2. Basında ve raporda ifade edilen bilgisayar alımında
yapıldığı iddia edilen yolsuzlukla ilgili ne işlem yapılmıştır?
3. TTKK’ de usulsüzlük ve yolsuzluk sebebi ile açılmış
başka tahkikatlar var mıdır? Varsa bunlar nelerdir? Hangi safhadadır?
T.C.
Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı 26.6.2000
Araştırma
Planlama ve Koordinasyon
Kurulu
Başkanlığı
Sayı :
KDD.SÖ.1.01/2063
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 12.6.2000 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-07/2173
-5901/14234 sayılı yazınız.
İlgide kayıtlı yazı ekinde gönderilen Sakarya Milletvekili Sayın Cevat
Ayhan’a ait 7/2173-5901 esas no.lu yazılı soru önergesine ilişkin Bakanlığımız
görüşleri ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp
Tarım ve Köyişleri Bakanı
Yazılı Soru Önergesi
Önerge Sahibi : Cevat Ayhan
Sakarya Milletvekili
Esas No.
: 7/2173-5901
Soru 1. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Müfettişleri
tarafından hazırlanan 21.3.2000 tarihli TTKK teftiş raporunda,
a) TTKK Yönetim Kurulu Üyeleri ile yöneticilerinin
kurumu 1 006 452 ABD doları zarara uğratmış olduklarından Türk Ceza Kanunu 240
ıncı maddesi hükmüne uyan bu işlem ve eylemleri ile yargılanmaları için
haklarında genel hükümlere göre işlem yapılmak üzere Cumhuriyet Savcılığına
bilgi verilmesi gerektiği bildirilmiştir.
Cumhuriyet Savcılığına gerekli bilgi verilmiş midir?
Yargıda yürütülen işlem ne safhadadır?
b) Raporda adı geçen yöneticilerinin görevlerini kötüye
kullanarak meydana getirdikleri zararın kendilerinden tahsil edilmesi gerektiği
ifade edilmektedir. Bu hususta ne işlem yapılmıştır?
Cevap 1-a) Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez
Birliği Yönetim Kurulu üyeleri ve yöneticilerinin ihale yapmadan gübre almak
suretiyle kurumu zarara uğrattıklarına ilişkin olarak Bakanlık ve Türkiye Tarım
Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği müfettişlerinden oluşturulan heyet
tarafından yapılan inceleme sonucu rapor düzenlenmiş, ancak adı geçen iddialar
bu defa Başbakanlık ve Bakanlık müfettişleri tarafından oluşturulan heyetçe
yeniden incelenmeye alınmış olduğundan konu Başbakanlığın inisiyatifindedir.
b) Kurum zararının tahsiline ilişkin işlem de yukarıda
belirtildiği üzere yeniden incelenmektedir.
Soru 2. Basında ve raporda ifade edilen bilgisayar
alımında yapıldığı iddia edilen yolsuzlukla ilgili ne işlem yapılmıştır?
Cevap 2. Bilgisayar alımında yolsuzluk yapıldığı
iddiaları da yukarıda belirtildiği gibi olup konu halen Başbakanlığın
inisiyatifindedir.
Soru 3. TTKK’ de usulsüzlük ve yolsuzluk sebebi ile
açılmış başka tahkikatlar var mıdır? Varsa bunlar nelerdir? Hangi safhadadır?
Cevap 3. Yukarıda belirtilen iki konu dışında da
Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği Yönetim Kurulu ve
yöneticilerin işlerinde usulsüzlük ve yolsuzluk yaptıkları iddiaları ile ilgili
olarak Bakanlık ve Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği
müfettişlerinin incelemesi devam ederken, aynı konular Başbakanlık ve Bakanlık
müfettişleri tarafından oluşturulan heyetçe yeniden incelenmeye alındığından bu
hususlar da Başbakanlığın inisiyatifinde olup, bu çalışmalar neticesinde henüz
Bakanlığımıza intikal ettirilen bir rapor bulunmamaktadır.
4. – Karaman
Milletvekili Zeki Ünal’ın, Karaman’da dolu afetinden zarar gören çiftçilere
ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı
(7/2181)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü
Yusuf Gökalp tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz
ederim.
7.6.2000
Zeki Ünal
Karaman
Karaman İlimizin 20 köy ve beldesinde Mayıs ve Haziran
aylarında dolu afetleri vuku bulmuştur.
Ön inceleme sonucunda 1700 çiftçiyi ilgilendiren 35 bin
dekar ekili arazide yaklaşık 1,5 trilyon TL.’lık hasar tespiti yapılmıştır.
Zaten kıt kanaat geçinen çiftçilerimiz büyük bir sıkıntı içine girmişlerdir.
Söz konusu çiftçilerimizin mağduriyetlerini gidermek
için Bakanlık olarak acilen ne gibi tedbirler düşünülmektedir?
T.C.
Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı 26.6.2000
Araştırma
Planlama ve Koordinasyon
Kurulu
Başkanlığı
Sayı :
KDD.SÖ.1.01/2064
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 13.6.2000 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-07/2181
-5911/14279 sayılı yazınız.
İlgide kayıtlı yazı ekinde gönderilen Karaman Milletvekili Sayın Zeki
Ünal’a ait 7/2181-5911 esas no.lu yazılı soru önergesine ilişkin Bakanlığımız
görüşleri ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp
Tarım ve Köyişleri Bakanı
Yazılı Soru Önergesi
Önerge Sahibi : Zeki Ünal
Karaman Milletvekili
Esas No.
: 7/2181-5911
Soru : Karaman İlimizin 20 köy ve beldesinde Mayıs ve
Haziran aylarında dolu afetleri vuku bulmuştur.
Ön inceleme sonucunda 1700 çiftçiyi ilgilendiren 35 bin
dekar ekili arazide yaklaşık 1,5 trilyon TL.’lık hasar tespiti yapılmıştır.
Zaten kıt kanaat geçinen çiftçilerimiz büyük bir sıkıntı içine girmişlerdir.
Söz konusu çiftçilerimizin mağduriyetlerini gidermek
için Bakanlık olarak acilen ne gibi tedbirler düşünülmektedir?
Cevap : Karaman İlinde mayıs ve haziran aylarında
meydana gelen dolu ve sel afetinden Başyayla, Ermenek, Merkez, K. Karabekir ve
Sarıveliler İlçelerine ait 25 köyde 2377 çiftçi ailesinin 10870 dekar meyve,
sebze, bağ, buğday, arpa ve mısır alanında % 40-100 oranında zarar meydana
geldiği Bakanlığımıza intikal eden afet ihbarlarından anlaşılmıştır.
Hasar tespit çalışmaları tamamlanır tamamlanmaz ekiliş
ve ürünleri % 40 ve üzerinde zarar gördüğü 5254 sayılı Kanun çerçevesinde
komisyon kararına bağlanan çiftçilere; talepleri olduğu takdirde 2000 yılı
güzlük ekilişlerinde kullanılmak üzere 1 yıl vadeli hububat tohumluğu yardımı
yapılacaktır.
Söz konusu çiftçilerin ziraî kredi kuruluşlarına olan
borçlarının ertelenmesi konusundaki talepleri ilgili ziraî kredi kuruluşlarına
intikal ettirilecektir. Ayrıca afete maruz üreticileri bir an önce üretici
durumuna getirmek amacı ile ziraî kredi borçlarının 1 yıl süre ile faizsiz
olarak ertelenmesi ile borcu olmayan üreticilere de T.C. Ziraat Bankasından
düşük faizli bir yıl vadeli kredi kullanma imkânı sağlanacak olan bir kararname
taslağı hazırlanarak Bakanlar Kuruluna sunulmuştur.
BİRLEŞİM 119
UN SONU