DÖNEM : 21 CİLT
: 36
YASAMA YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
115 inci Birleşim
22 . 6 .
2000 Perşembe
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. — GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. — GELEN KÂĞITLAR
III. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. — Bilecik Milletvekili Hüseyin Arabacı’nın, Osmanlı İmparatorluğunun
700 üncü kuruluş yıldönümü nedeniyle Söğüt İlçesinde yapılacak kutlama
törenlerine ilişkin gündemdışı konuşması
2. —Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak’ın, Meclis
soruşturmalarının anayasal durumuna ilişkin gündemdışı konuşması
3. —Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım’ın, Bakanlar Kurulunun
sınır ticaretiyle ilgili son kararının Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde
yarattığı sıkıntılara ilişkin gündemdışı konuşması
B)TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.—Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun (6/705) esas numaralı sözlü
sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/211)
IV. —KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.—İstanbul Milletvekili Sulhiye Serbest’in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/503) (S. Sayısı :462)
2. —İstanbul Milletvekili Sulhiye Serbest’in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/504) (S. Sayısı :463)
3. —Giresun Milletvekili Hasan Akgün’ün Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/505) (S. Sayısı :464)
V.—ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1. —Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın
yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerileri
VI.—GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)GÖRÜŞMELER
1.—20 nci Yasama Döneminde Konya Milletvekili Hüseyin Arı ve 56 Arkadaşı
Tarafından Verilen Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996 Yılında
Özürlülerin Memurluğa Alınması İçin Açılan Sınavda Mevzuata Aykırı ve Usulsüz
İşlemler Yapılmasına Göz Yumarak Görevini İhmal Ettiği ve Kötüye Kullandığı ve
Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 230 ve 240 ıncı Maddelerine Uyduğu
İddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Mustafa Kul Hakkında
Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis
Soruşturması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Soruşturması Komisyonu
Raporu (9/34) (S. Sayısı :410)
2. —20 nci Yasama Döneminde Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 54
Arkadaşı Tarafından Verilen Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996
Aralık Ayında Gerçekleştirilen Personel Sınavında Usulsüzlük Yapılmasına Yol
Açarak Görevini Kötüye Kullandığı ve Bu Eyleminin TürkCeza Kanununun 240 ncı
Maddesine Uyduğu İddiasıyla Çalışma ve SosyalGüvenlik Eski Bakanı Necati Çelik
Hakkında Anayasanın 100 üncü, İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir
MeclisSoruşturması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Soruşturması Komisyonu
Raporu (9/31) (S. Sayısı :442)
3. —20 nci Yasama Döneminde Konya Milletvekili Veysel Candan ve 57
Arkadaşı Tarafından Verilen Petrol Ofisi A. Ş. (POAŞ)’nin Özelleştirilmesinde
İhaleye Fesat Karıştırdıkları ve Usulsüzlük Yapmak Suretiyle Görevlerini Kötüye
Kullandıkları ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 339 ve 240 ıncı
Maddelerine Uyduğu İddiasıyla Eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz ve Devlet Eski
Bakanı Işın Çelebi Haklarında Anayasanın 100 üncü, İçtüzüğün 107 nci Maddeleri
Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis
Soruşturması Komisyonu Raporu (9/32) (S. Sayısı :481)
4.—20 nci Yasama Döneminde Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve 57 Arkadaşı Tarafından Verilen Türk Ticaret
Bankasının Satışı İhalesiyle İlgili Olarak Ortaya Atılan Yolsuzluk İddiaları
Konusunda Gerekli Tedbirleri Almayarak Görevlerini Kötüye Kullandıkları ve Bu
Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240 ıncı Maddesine Uyduğu İddiasıyla Devlet
Eski Bakanı Güneş Taner ve Eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz Haklarında
Anayasanın 100 üncü, İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis
Soruşturması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Soruşturması Komisyonu
Raporu (9/43) (S. Sayısı :483)
5.—20 nci Yasama Döneminde
Kocaeli Milletvekili İsmail Kalkandelen ve 55 Arkadaşı Tarafından Verilen
İzmit’de SEKA’ya Ait Bir Araziyi Ford Otomotiv Sanayi A. Ş.’ne Bedelsiz Vermek
Suretiyle Görevlerini Kötüye Kullandıkları ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza
Kanununun 240 ıncı Maddesine Uyduğu İddiasıyla Eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz
ve Sanayi ve Ticaret Eski Bakanı Yalım Erez Haklarında Anayasanın 100 üncü,
İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin
Önergesi ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/28) (S. Sayısı :485)
6. —20 nci Yasama Döneminde Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin ve 55
Arkadaşı Tarafından Verilen İzmit Körfez Geçiş Projesi İhalesinde Devletin
Zarara Uğratılmasına Göz Yumarak Görevini Kötüye Kullandığı ve Bu Eyleminin
TürkCeza Kanununun 240 ıncı Maddesine Uyduğu İddiasıyla Eski Başbakan Ahmet
Mesut Yılmaz Hakkında Anayasanın 100 üncü, İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca
Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Soruşturması
Komisyonu Raporu (9/33) (S. Sayısı :495)
7.—20 nci Yasama Döneminde Şırnak Milletvekili Bayar Ökten ve 57
Arkadaşı ve Karabük Milletvekili Hayrettin Dilekcan ve 71 Arkadaşı Tarafından
Verilen Yasa Dışı Örgütlerle ve Mensuplarıyla Birlikte Hareket Ettikleri, Örgüt
Mensuplarının İşledikleri Suçların Ortaya Çıkarılmasını Engelledikleri ve
Suçluları Himaye Ettikleri, Devlet İhalelerinde Çetelerle İşbirliği Yaptıkları,
Hükümetin Çeteler ve Mafya ile Mücadelede İzlediği Politikanın Başarıya
Ulaşmasını Engelleyerek Görevlerini Kötüye Kullandıkları ve Bu Eylemlerinin
Türk Ceza Kanununun 230, 240, 296 ve 314 üncü Maddelerine Uyduğu İddiasıyla
Eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz, Devlet Eski Bakanı Eyüp Aşık ve Bayındırlık
ve İskân Eski Bakanı Yaşar Topçu Haklarında Anayasanın 100 üncü, İçtüzüğün 107
nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve
Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/40, 41) (S. Sayısı :496)
VII. —SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. —Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun, gözaltına alınan ve
tutuklanan gazetecilere ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin
Tantan’ın cevabı (7/2010)
2. —Aksaray Milletvekili Murat Akın’ın, Rekabet Kurulu Başkan ve
üyelerinin yurt dışı seyahatlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Sanayi ve
Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun cevabı (7/2019)
3.—Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Adana İli ve ilçelerinde yürütülen
proje ve hizmetlere ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun
cevabı (7/2044)
4.—İstanbul Milletvekili M. Murat Sökmenoğlu’nun, Türkiye Avrupa Birliği
ilişkileri konusunda izlenen politikaya ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı
İsmail Cem’in cevabı (7/2119)
5.—Balıkesir Milletvekili İlhan Aytekin’in, kamu kuruluşlarının
kamplarında başörtüsü yasağı getiren genelgeye ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’nin cevabı (7/2121)
6.—Erzurum Milletvekili Aslan Polat’ın, İstanbul Metrosu ile ilgili
olarak Sayıştay’ca düzenlenen rapora ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Yıldırım Akbulut’un cevabı (7/2129)
I.—GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel
Kurulu saat 14.00’te açılarak üç oturum yaptı.
Eskişehir
Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım’ın, ülkemizde tarımın ve çiftçinin durumu
ile sorunlarına,
Edirne
Milletvekili Evren Bulut’un, Toprak Mahsulleri Ofisinin hububat alımı
uygulaması ve prim ödemelerine,
İlişkin
gündemdışı konuşmalarına, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp;
Ankara
Milletvekili Oya Akgönenç Muğisuddin’in, New York’ta yapılan “Kadın 2000”
konulu toplantıya ilişkin gündemdışı konuşmasına da, Devlet Bakanı Fikret Ünlü,
Cevap
verdiler.
Aydın
Milletvekili Sema Pişkinsüt (3/462) (S. Sayısı :452),
İstanbul
Milletvekili Mukadder Başeğmez (3/463) (S. Sayısı :453),
İstanbul
Milletvekili Sadettin Tantan (3/502) (S. Sayısı :461),
Haklarındaki
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatlarının sona ermesine kadar ertelenmesine
ilişkin Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporları
okundu; 10 gün içerisinde itiraz edilmediği takdirde raporların kesinleşeceği
açıklandı.
Fazilet
Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Mehmet Recai Kutan ve 35
arkadaşının, uyguladığı yanlış politikalarla tarım sektörünün olumsuz yönde
etkilenmesine neden olduğu iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf
Gökalp hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesinin (11/2) gündeme
alınmasının, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği açıklandı.
Çalışma ve
Sosyal Güvenlik eski Bakanı Mustafa Kul hakkında Meclis Soruşturması açılmasına
ilişkin önerge ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporunun (9/34) (S. Sayısı
:410) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurul’da hazır
bulunmadıklarından, ertelendi.
Gündemin
“Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının :
1 inci
sırasında bulunan, kamu kurum ve kuruluşlarının yurt dışı teşkilâtı hakkında
189 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporunun (1/53) (S.
Sayısı :433) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurul’da hazır
bulunmadıklarından, ertelendi;
2 nci
sırasında bulunan, Yükseköğretim Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ile Bu
Kanuna Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/435, 2/440, 2/460,
2/462, 2/465) (S. Sayısı :434) yapılan görüşmelerden sonra,
3 üncü
sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan
Arasında Petrolün Azerbaycan Cumhuriyeti, Gürcistan ve Türkiye Cumhuriyeti
Ülkeleri Üzerinden, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ana İhraç Boru Hattı Yoluyla Taşınmasına
İlişkin Anlaşmanın ve Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan
Toprakları Üzerinden Petrol Taşınmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan
Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasındaki Anlaşmanın Değiştirilmesine İlişkin Türkiye
Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısının (1/699) (S. Sayısı
:488) yapılan açık oylamasından sonra,
Kabul
edildikleri ve kanunlaştıkları açıklandı.
Alınan karar
gereğince, 22 Haziran 2000 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere,
birleşime 02.21’de son verildi.
Nejat Arseven
Başkanvekili
Mehmet Elkatmış Melda Bayer
Nevşehir Ankara
Kâtip Üye Kâtip Üye
II. —GELEN
KÂĞITLAR
22.6.2000 PERŞEMBE No. :160
Tasarı
1. —Kır Bekçileri Hakkında Kanunun Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun
Tasarısı (1/711) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.6.2000)
Teklifler
1. —Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Saffet
Arıkan Bedük, İçel Milletvekili Turhan Güven ve Sakarya Milletvekili Nevzat
Ercan’ın; Türk Ceza Kanununun 455 inci Maddesine İki Fıkra Eklenmesine Dair
Kanun Teklifi (2/559) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :
14.6.2000)
2. —Mardin Milletvekili Veysi Şahin ve 3 Arkadaşının; Bir İl ve İki İlçe
Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/560) (İçişleri ve Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.2000)
3. —Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner’in; Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/561) (Millî
Savunma ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)
4. —Bursa Milletvekili Ali Arabacı ve 4 Arkadaşının; Türk Ceza Kanununun
Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/562) (Adalet
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.6.2000)
5. —Bursa Milletvekili Ali Arabacı ve 4 Arkadaşının; Karayolları Trafik
Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/563)
(Adalet ve İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.6.2000)
Tezkereler
1. —Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata’nın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/606) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş
tarihi : 13.6.2000)
2. —Mehmet Yıldırım Hakkındaki Ölüm Cezasının Yerine Getirilmesine Dair
Başbakanlık Tezkeresi (3/607) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :
13.6.2000)
3. —Yozgat Milletvekili Ahmet Erol Ersoy’un Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/608) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi :
13.6.2000)
4. —İstanbul Milletvekili Celal Adan’ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/609) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi :
13.6.2000)
Raporlar
1. —20 nci Yasama Döneminde Zonguldak
Milletvekili Ömer Barutçu ve 59 Arkadaşı Tarafından Verilen,
İstanbul-Kurtköy Havaalanı İhalesi İçin Hazırlanmış Olan Protokol Hükümlerini
Dikkate Almadan İhalenin Nato ENF Dairesi Tarafından Gerçekleştirilmesini
Sağlamak Suretiyle Görevini Kötüye Kullandığı ve Bu Eyleminin Türk Ceza
Kanununun 240 ıncı Maddesine Uyduğu İddiasıyla Eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz
Hakkında Anayasanın 100 üncü ve
İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin
Önerge ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/18) (S. Sayısı : 506)
(Dağıtma tarihi : 22.6.2000) (GÜNDEME)
2. —20 nci Yasama Döneminde Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin ve 56
Arkadaşı Tarafından Verilen, Karadeniz Sahil Yolunun Devamı Olan Yolların
İhalesinde Usulsüzlük Yaparak Devleti Zarara Uğrattığı ve Bu Eyleminin Türk
Ceza Kanununun 240 ıncı Maddesine Uyduğu İddiasıyla Bayındırlık ve İskân Eski
Bakanı Yaşar Topçu Hakkında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması
Açılmasına İlişkin Önerge ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/19) (S.
Sayısı : 507) (Dağıtma tarihi : 22.6.2000) (GÜNDEME)
3. —20 nci Yasama Döneminde Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya ve 55
Arkadaşı Tarafından Verilen, 6.1.1998 Tarih ve 98/10496 Sayılı Bakanlar Kurulu
Kararnamesiyle Mevzuata Aykırı Bir Şekilde İstanbul’da Yeni Turizm Merkezleri
İlan Ettiği ve Bu Suretle Partizanlık Yapılmasına Yol Açarak Görevini Kötüye
Kullandığı ve Bu Eyleminin Türk Ceza Kanununun 240 ıncı Maddesine Uyduğu
İddiasiyla Eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz Hakkında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir
Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önerge ve Meclis Soruşturması Komisyonu
Raporu (9/24) (S. Sayısı : 508) (Dağıtma tarihi : 22.6.2000) (GÜNDEME)
4. —20 nci Yasama Döneminde Hatay
Milletvekili Atila Sav ve 54 Arkadaşı Tarafından Verilen, Suç İşlemek
Amacıyla Teşekkül Oluşturduğu ve Bu Eyleminin Türk Ceza Kanununun 313, 296,
240, 31 ve 33 üncü Maddelerine Uyduğu İddiasıyla İçişleri Eski Bakanı Mehmet
Ağar Hakkında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün
107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önerge ve
Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu
(9/38) (S. Sayısı : 509) (Dağıtma tarihi : 22.6.2000) (GÜNDEME)
5. —20 nci Yasama Döneminde Konya Milletvekili Veysel Candan ve 61
Arkadaşı Tarafından Verilen, Telsim ve Türkcell Firmalarıyla İmzalanan
Sözleşmelere ve 4046 Numaralı Özelleştirme Kanunu Hükümlerine Aykırı Davranmak
Suretiyle Devleti Gelir Kaybına Uğratarak Görevlerini Kötüye Kullandıkları ve
Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240 ıncı Maddesine Uyduğu İddiasıyla Eski
Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz ve Ulaştırma Eski Bakanı Necdet Menzir Haklarında
Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107
nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önerge ve
Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/42) (S. Sayısı : 510) (Dağıtma tarihi :
22.6.2000) (GÜNDEME)
6. —20 nci Yasama Döneminde
Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız ve 57 Arkadaşı Tarafından Verilen, İzmit Körfez Geçiş Projesi
İhalesinde İhale Usul ve Esaslarını İhlal Ederek Rekabet Ortamının Oluşmasını
Önlediği, Firma Seçiminde Yanlı Davranarak Devleti Zarara Uğratmak Suretiyle
Görevini Kötüye Kullandığı ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240 ıncı
Maddesine Uyduğu İddiasıyla Bayındırlık ve İskân Eski Bakanı Yaşar Topçu Hakkında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir
Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önerge ve Meclis Soruşturması Komisyonu
Raporu (9/39) (S. Sayısı : 511) (Dağıtma tarihi : 22.6.2000) (GÜNDEME)
7. —İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın’ın, Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/509) (S. Sayısı : 468) (Dağıtma
tarihi : 22.6.2000) (GÜNDEME)
8. —Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/510) (S. Sayısı: 469) (Dağıtma
tarihi : 22.6.2000) (GÜNDEME)
9. —Bursa Milletvekili Fahrettin Gülener’in, Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/511) (S. Sayısı : 470) (Dağıtma
tarihi : 22.6.2000) (GÜNDEME)
10. —Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan Arasındaki Yatırımların
Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe ve Dışişleri Komisyonları Raporları
(1/676) (S. Sayısı : 490) (Dağıtma tarihi: 22.6.2000) (GÜNDEME)
11. —Maden Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu
(1/669) (S. Sayısı : 492) (Dağıtma tarihi : 22.6.2000) (GÜNDEME)
12. —Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri
Hükümeti Arasında Belbaşı Tesisinin Kapanması ve Yeni Bir Sismik Araştırma
İstasyonunun Faal Hale Getirilmesi ile İlgili Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar,
Bilgi ve Teknoloji ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/667) (S. Sayısı :
497) (Dağıtma tarihi : 22.6.2000) (GÜNDEME)
13. —Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan ve 41 Arkadaşının, Elbistan
Adı ile Bir İl ve Üç İlçe Kurulmasına Dair Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci
Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Önergesi (2/428) (S. Sayısı
: 499) (Dağıtma tarihi : 22.6.2000) (GÜNDEME)
14. —Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uluslararası Çalışma Örgütü
Arasında Uluslararası Çalışma Örgütünün Ankara’daki Ofisi İçin Yer Tahsisine
İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonları Raporları
(1/579) (S. Sayısı: 500) (Dağıtma tarihi : 22.6.2000) (GÜNDEME)
15. —Öğretmen ve Eğitim Uzmanı Yetiştiren Yükseköğretim Kurumlarında
Parasız Yatılı veya Burslu Öğrenci Okutma ve Bunlara Yapılacak Sosyal
Yardımlara İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan
ve Bütçe ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonları Raporları
(1/685) (S. Sayısı : 505) (Dağıtma tarihi : 22.6.2000) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1. —Şanlıurfa Milletvekili Ahmet Karavar’ın, İstanbul-Bayrampaşa cezaevi
ile diğer cezaevlerinde meydana gelen olaylara ilişkin Adalet Bakanından sözlü
soru önergesi (6/742) (Başkanlığa geliş tarihi : 21.6.2000)
2. —Şanlıurfa Milletvekili Ahmet Karavar’ın, ceza ve tutukevlerine
ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/743) (Başkanlığa geliş tarihi
: 21.6.2000)
3. —Şanlıurfa Milletvekili Ahmet Karavar’ın af tasarısı ve F tipi
cezaevi projelerine ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/744)
(Başkanlığa geliş tarihi : 21.6.2000)
4. —Şanlıurfa Milletvekili Ahmet Karavar’ın, tutuklu ve mahkûmların
sorunlarına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/745) (Başkanlığa
geliş tarihi : 21.6.2000)
Yazılı Soru
Önergeleri
1. —Afyon Milletvekili Halil İbrahim Özsoy’un, belediyelere yapılan
yardımlara ilişkin Çevre Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2250) (Başkanlığa geliş tarihi : 21.6.2000)
2. —Afyon Milletvekili Halil İbrahim Özsoy’un, belediyelere proje
karşılığı yapılan yardımlara ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2251) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.6.2000)
3. —Kocaeli Milletvekili Osman Pepe’nin , Adapazarı-İzmir-İstanbul
güzergâhındaki üst geçit projelerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2252) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.6.2000)
4. —Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, Avanos-Kalaba Ziraat Bankasınca çiftçilere verilen kredilerden
sigorta primi kesildiği iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/2253) (Başkanlığa geliş tarihi : 21.6.2000)
5. —Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, İller Bankası’nca
uygulanan faiz oranlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2254)
(Başkanlığa geliş tarihi : 21.6.2000)
6. —Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, Ankara’da serbest bölge
kurulup kulmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2255)
(Başkanlığa geliş tarihi : 21.6.2000)
7. —Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, doğal afetlerden zarar
gören çiftçilerle ilgili yayınlanan genelgeye ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2256) (Başkanlığa geliş tarihi : 21.6.2000)
8. —Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, M.K.E.’nin Millî Savunma
Bakanlığı’na bağlanmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2257)
(Başkanlığa geliş tarihi : 21.6.2000)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma Saati
: 14.00
22 Haziran
2000 Perşembe
BAŞKAN :
Başkanvekili Nejat ARSEVEN
KÂTİP ÜYELER
: Melda BAYER (Ankara), Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir)
BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 115
inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, Osmanlı İmparatorluğunun 700 üncü yılı nedeniyle
Söğüt İlçesinde yapılacak kutlama törenleri hakkında söz isteyen Bilecik
Milletvekili Hüseyin Arabacı’ya aittir.
Buyurun Sayın Arabacı. (MHP sıralarından alkışlar)
III. —
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. — Bilecik Milletvekili Hüseyin
Arabacı’nın, Osmanlı İmparatorluğunun 700 üncü kuruluş yıldönümü nedeniyle
Söğüt İlçesinde yapılacak kutlama törenlerine ilişkin gündemdışı konuşması
HÜSEYİN ARABACI (Bilecik) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli
milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu sene, 8-9-10 Eylül günlerinde 719 uncu yıldönümünü kutlayacağımız
Ertuğrul Gazi’yi Anma ve Söğüt Şenlikleri ve yine, bu kapsamda, geçen yıl 17
Ağustos gününde yaşadığımız Marmara depremi nedeniyle ertelenen Osmanlı
Devletinin 700 üncü Kuruluş Yıldönümü Anma Programlarıyla ilgili olarak söz
almış bulunuyorum.
Sayın Başkan, değerli üyeler; sadece bir fütuhat ve devlet tecrübesi
değil, aynı zamanda, bir büyük kültür ve medeniyet serüveni de olan Osmanlı
İmparatorluğu, diğer benzeri imparatorluklar gibi, tarihsel süreçte
hayatiyetini kaybetmiş ve ortadan kalkmıştır. Ancak, onun bünyesindeki bütün
milletlere mal olmuş olan devlet düsturu, dil, inanç ve hukuk anlayışı, yüksek
hoşgörüsü, bugün, hâlâ, dünyanın hayranlığını çekmektedir. Osmanlı, bu
vasıflarıyla, tarih boyunca, büyük Türk dünyasının en büyük hasletlerinin
timsali olmuştur. Osmanlı hepimizindir. Biz, bu anlamda, yıldönümünü işte bu
anlayışla kutluyoruz.
Farklılıklara saygı gösteren büyük bir birlikte yaşama modeli olan
Osmanlı İmparatorluğunun tarihinden, geleceğe dönük dersler mutlaka
çıkarılmalıdır. Bunu yapabilmek için, öncelikle, tarihi, bizi ayıran değil,
birleştiren bir anlayışla yorumlamak gerekir. Mirasçısı olmaktan gurur
duyduğumuz bu büyük medeniyetin tarihinin, Osmanlı İmparatorluğu sınırları
içinde yaşamış bütün milletlerin ortak tarihi olduğuna ve bu anlayışla
araştırılıp yaşatılması ve geliştirilmesi gerektiğine inanıyorum.
İşte, bu amaçla, Bilecik Valiliği, Söğüt Kaymakamlığı ve Söğüt
Belediyesinden müteşekkil, Ertuğrul Gazi’yi Anma ve Söğüt Şenlikleri Vakfı, 718
yıllık bu geleneği yaşatma ve geliştirmeye çalışmaktadır. Bu sene, 8-9-10 Eylül
günlerinde 719 uncusunu yapacağımız kutlamalar, 700 üncü yıl kutlamalarıyla
daha geniş bir muhteviyat kazanmıştır.
Türkiye içinden ve dışından 200 000 dolaylarında misafiri ağırladığımız
Söğüt’te, bu sene, 300 000 kişi civarında katılım bekliyoruz. Birinci gün,
Türkiye’nin değişik yerlerinden gelen Türkmen boylarının karşılanması; ikinci
gün, Osmanlı sempozyumu ve üçüncü gün, devlet törenlerinin yapılacağı
kutlamalarda 7 ton bulgur ve 4,5 ton etten yapılan geleneksel pilavın yanında,
misafirlerimize, Söğüt bağlarından üzüm ikram edilecektir.
Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Söğüt yaylasının bağrında
yatan dedemiz Ertuğrul Gazi’yi, Savcı Beyi, Gündüz Beyi, Akça Koca’yı, Samsa
Çavuş’u, Aydoğdu Beyi, Abdurrahman Gazi’yi; Küre Beldemizde, âdeta bir kartal
yuvasına benzer türbesinde yatan büyük âlim Dursun Fakıh’ı ve Osmanlı İmparatorluğunun manevî kurucusu
Şeyh Edebali Hazretlerini 8-9-10 Eylül günlerinde ziyaret etmeyi
arzuladığınızda, sizlere hizmet etmek, bizim için büyük bir şeref ve onur olacaktır.
Yüce Meclisin değerli üyeleri, Yüce Heyetinizi 8-9-10 Eylül günlerinde
kutlamalara davet ederken, konuşmamı Şeyh Edebali Hazretlerinin çağımıza da
ışık tutan Osman Beye yaptığı muhteşem vasiyetiyle bitirmek istiyorum:
“Ey Oğul! Beysin...
Bundan sonra öfke bize, uysallık sana...
Güceniklik bize, katlanmak sana...
Acizlik bize, yanılgı bize, hoşgörmek sana...
Geçimsizlikler, çatışmalar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana...
Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana..
Ey Oğul!
Bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana..
Üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana...
Ey Oğul!
Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz...
Şunu da unutma!
İnsanı yaşat ki, Devlet yaşasın...
Ey Oğul!
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıl’a bağlı...
Allah (c.c) yardımcın olsun!..”
Yüce Meclisi, tekrar saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arabacı.
Gündemdışı ikinci söz, Meclis soruşturmalarının anayasal durumu hakkında
söz isteyen, Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak’a aittir.
Buyurun Sayın Kamalak. (Alkışlar)
2. —Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa
Kamalak’ın, Meclis soruşturmalarının anayasal durumuna ilişkin gündemdışı
konuşması
MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) – Değerli Başkanım, kıymetli arkadaşlar;
konuşmama başlarken hepinizi hürmetle selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, önemli bir gündeyiz. Bugün, hepimizi, başta Yüce
Meclisimiz olmak üzere, bütün Türkiye’yi ilgilendiren önemli bir gündür. Zira,
soruşturmaların yoğun olduğu bir gündür.
Değerli arkadaşlarım, ancak, benim tespitlerime göre, 1990’lardan bu
yana yürütülen Meclis soruşturmaları bütünüyle Anayasaya aykırı olarak
yapılmıştır. İki bakımdan dolayı Anayasaya aykırıdır. Bir, kişi yönünden.
Eldeki Anayasaya göre, eski başbakan ve eski bakanları Yüce Divana göndermek
mümkün değil. Daha doğrusu, bu Anayasaya göre, onlar hakkında Meclis
soruşturması yapılması mümkün değildir. Niçin; bakın, anayasal dayanağımız 100
üncü maddedir. 100 üncü madde diyor ki: “Başbakan veya bakanlar hakkında...”
Değerli arkadaşlarım, Başbakan veya bakan kavramı kimleri kapsar? Her
ilmin kendine has terimleri vardır. Mesela, muhasebede “bilanço” dediğimizde ne
kastedildiği anlaşılır. İktisatta “milli gelir” dediğimizde “millî hâsıla”
dediğimizde, iktisatçılar neyi ifade etmek istediğimizi hemen anlar.
Hukukçuların da “başbakan veya bakan” kavramından neyin kastedildiğini anlaması
lazım.
Değerli arkadaşlarım, Anayasanın her tarafında “başbakan” ifadesi,
halihazırdaki, görev başındaki başbakanı ifade etmektedir. Yine “bakanlar”
ifadesi de, görev başındaki bakanları kastetmektedir. Nitekim, 113 üncü
maddenin üçüncü fıkrası aynen şöyle: “Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile
Yüce Divana verilen bir bakan bakanlıktan düşer. Başbakanın Yüce Divana sevki
halinde hükümet istifa etmiş sayılır.” Eğer “başbakan” ifadesi eskileri de
kapsıyorsa, eski bir başbakanın Yüce Divana sevki niçin hükümetin istifasını
gerektirsin?
Değerli arkadaşlarım, zamanımın son derece sınırlı olduğunu biliyorum.
Tutanaklar da aynı şekildedir, gerekçeler de aynı şekilde. Şu an izaha
giremiyorum. Nitekim, 1982 Anayasası yapılırken önerge verilmiş; ama,
reddedilmiştir. Arz etmek istiyorum.
İkinci olarak, süre yönünden Anayasaya aykırılık vardır. Anayasamızının
100 üncü maddesine göre “Başbakan veya bakanlar hakkında, Türkiye Büyük Millet
Meclisi üye tamsayısının en az onda birinin vereceği önerge ile, soruşturma
açılması istenebilir. Meclis, bu istemi en geç bir ay içinde görüşür ve karara
bağlar.” Bu süreyi uzatmak mümkün mü; hayır. Niye; çünkü, Anayasadaki bu süre,
kamu düzeniyle ilgilidir. Kamu düzeniyle ilgili olmasının iki önemli sonucu
vardır; birincisi, soruşturmaya yetkili kişi ve kurumlar bakımından “hak
düşürücü”; ikincisi, soruşturmaya muhatap olan, tehdite muhatap olan kişiler
bakımından da “koruyucu” süreler olmasıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın hocam, açıyorum; lütfen, tamamlayın...
Buyurun.
MUSTAFA KAMALAK (Devamla) – Teşekkür ederim.
Aynen bunun gibi, komisyonlara tanınan süreler de kesindir. Deniliyor ki
Anayasanın ikinci fıkrasında “komisyona iki aylık süre verilir. Komisyon bu iki
aylık süre içerisinde raporunu tamamlayamaz ise, kendisine, yeni ve kesin iki
aylık bir süre daha verilir.” Yeni ve kesin...
Değerli arkadaşlarım, bu sürenin kesin olduğunu ifade etmek için, başka
hangi ifadeyi kullanmak lazım? Tekraren arz ediyorum: Komisyona iki aylık yeni
ve kesin bir süre verilir. Kesin... Verildi; ama, bu komisyonlar kurulalı bir
yıldan fazla zaman oldu; yani, yetkileri düştü. Dolayısıyla, hazırladıkları
raporlar anayasal anlamda geçersizdir; tutanaklar bakımından, Anayasa
açısından, kanunlar yönünden, hukuk bakımından.
Hepinize saygılar arz ediyorum efendim. (FP, ANAP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kamalak.
Gündemdışı üçüncü söz, sınır ticaretiyle ilgili son Bakanlar Kurulu
kararı hakkında söz isteyen, Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım’a
aittir.
Buyurun Sayın Yıldırım. (ANAP sıralarından alkışlar)
3. —Şırnak Milletvekili Mehmet Salih
Yıldırım’ın, Bakanlar Kurulunun sınır ticaretiyle ilgili son kararının Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yarattığı sıkıntılara ilişkin gündemdışı
konuşması
MEHMET SALİH YILDIRIM (Şırnak) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
son iki Bakanlar Kurulu kararıyla sınır ticaretinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgelerinde yarattığı sıkıntıları sizlerle paylaşmak için söz almış
bulunuyorum. Bana bu olanağı veren Değerli Başkana şükranlarımı iletiyor, Yüce
Heyete saygılar sunuyorum.
Sınır ticaretinin, kara komşularımızla sınır ilişkisi olan iller
arasında mal mübadelesi esasına dayanan bir ticaret olduğunu hepimiz biliyoruz
ve 1979 yılında başlatılan bu uygulamanın, daha sonraki süreç içerisinde 23 ili
kapsayacak şekilde genişlediğini de hepimiz biliyoruz. Daha sonra, 1996 yılında
Avrupa Gümrük Birliğine girişimizle birlikte, kıyı ticareti ve komşu il,
mücavir il kapsam dışı bırakılınca, sınır ticareti, 13 ilde 14 sınır kapısında
yürütülmeye çalışıldı.
Bugün, sınır ticareti normal mecrasında yürüyen bir ticaret sektörü
olmaktan çıkmış mıdır? Tabiî ki, evet. Bugün, sınır ticareti, risklerle dolu
bir sektör haline gelmiş midir? Tabiî ki, evet ve bunların risklerinin neler
olduğunu hepimizin bildiğini zannediyorum.
Bugün, bu konuda devletin vergi kaybı vardır; bu konuda, devlet teknik
sıkıntılarla karşı karşıyadır. Bu konuda stratejik tesislerimizin kapanma
tehlikesinin gündemde olduğu doğru mudur; tabiî ki doğrudur. Bunun haksız
rekabete sebep olduğunu söylemek mümkün müdür; tabiî ki mümkündür. Bu
ticaretin, bugünkü haliyle dış komşularımızın lehine gelişen bir sektöre
dönüştüğü doğru mudur; buna yok demek, ne yazık ki mümkün değil.
Ancak, bunun bir karşılığı vardır, bunun bir nedeni vardır; devlet, bu
kadar sıkıntıyı, riski, sebepsiz yere göğüslememiştir, nedeni de işte şudur:
Bakın, bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde sosyo-ekonomik faktörler
açısından çok önemli farklılıklar vardır. Bu farklılıkların sadece bir kaç
boyutunu huzurunuza taşımak istiyorum. Amacım, kesinlikle his istismarı yapmak
da değil; çünkü, bu sorun ve sıkıntılar sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da
değil, Türkiye’nin her tarafında. Bugün büyükşehirlerin varoşlarındaki
sorunların, sıkıntıların Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinden de kötü
olduğunun hepimiz bilincindeyiz; ancak, bölgenin hassasiyeti ve özelliği, bu
sorun ve sıkıntıların öncelikle giderilmesini zorunlu kılıyor, bizi de bu
konuda yükümlü kılıyor.
Bugün, Türkiye’de, fert başına düşen gayri safî yurtiçi hâsıla 2 878
dolardır. Bu değer, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 1 700 dolar, Doğu Anadolu
Bölgesinde ise 1 497 dolardır. Bu değer, Ağrı’da 874 dolar; bu değer, Muş’ta
654 dolar; benim seçim bölgem olan Şırnak da ise 1 092 dolardır. Bugün,
Şırnak’ta, işsiz oranı, yüzde 60’lar civarındadır; Doğu Anadolu Bölgesinde,
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, Karadeniz Bölgesinde, Türkiye ortalamasının 2-2,5
katı kadardır ve hepsinden önemlisi, bu işsizliği bu düzeye taşıyan çok olumsuz
koşullarla karşı karşıyayız; bu da terör belasıdır ve şunu ifade etmek
istiyorum ki, güvenlik güçlerimizin terör karşısında sağladığı mükemmellikten
öte, başarısının yanına koyabileceğiniz en büyük kazanım, sınır ticaretinin
bölgenin ekonomik ve ticarî yaşamına getirdiği canlılıktır, hareketliliktir,
sosyal ve ekonomik yaşama getirdiği anlamlı, insanca düzeydir.
Peki, bölge insanını bu denli sıkıntıya sokan hadise nedir? Bölgede
ekonomik yaşamın temelini oluşturan tek önemli öğe tarımdır. Bunun da iki
boyutunun olduğunu hepiniz biliyorsunuz; bitkisel üretim ve hayvancılık. Doğu
Anadolu Bölgesinde, iktisaden faal nüfusun yüzde 79’u hayvancılıkla uğraşır,
tarımla uğraşır. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, bu oran yüzde 63’tür. Sanayi
kesiminde çalışan iktisaden faal nüfus yüzde 3,7’dir; Türkiye ortalamasının
dörtte 1’i kadardır. Bu bakımdan, bölgede, tarım, bölgenin ekonomisinin can
damarını oluşturur; ama, terör, ne yazık ki, tarımı dibe vurur noktaya taşıdı.
Bugün, bölge insanı için nafaka olabilecek, aş olabilecek, iş olabilecek bir
sektör oluşturmadan bu sektörü ortadan kaldırmanın, çok büyük soruna,
sıkıntılara sebep olabileceğini hepimiz biliyoruz; orada yaşayanlar, bunun en
önemli ve canlı şahitleridir. Bu sorun, sıkıntı eğitimdedir; bu sorun, sıkıntı
sağlıktadır.
Bakın, hiçbirimizin içine sindiremeyeceği bir iki rakam
sunmak istiyorum: Bugün, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, okuryazar oranı yüzde
60,4’tür; Doğu Anadolu Bölgesinde bu yüzde 65’tir. 5 yaşın altında olup da
nüfusa kayıtlı olmayan insan sayısı, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yüzde 57’dir.
7 ile 13 yaş grubu arasında olup da okuryazar olmayan insan oranı, kızlarda
yüzde 61, erkeklerde ise yüzde 40 civarındadır. Bu insanlar bizim insanlarımız,
sorunlarına çözüm üretme yükümlülüğü de bizimdir; bu bakımdan, bunları
çözeceğiz, aşacağız. Cumhuriyet hükümetleri bu sıkıntıyı aşacak güçtedir;
iradeyi doğru yönde kullandıkları takdirde, bu sorun ve sıkıntıların üstesinden
gelmemek mümkün değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Yıldırım; mikrofonunuzu
açıyorum, lütfen, tamamlayın.
MEHMET SALİH YILDIRIM (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Bugün, bu sektörü ayakta tutmanın zorunluluğu
ortadadır.
Bu ticaretin bir diğer boyutu da, Habur ve Dilucu’nda
uygulanan mutat depo kapsamındaki akaryakıt akışıdır. Bugün, o bölgede, sadece
Habur’da 49 000 araç vardır; sadece Habur’da, nafakasını sağlayan 500 000 insan
vardır. Bu insanların ekmeğinin, aşının gereğini yerine getirmeden, bunları
olumsuzluklara vesile olabilecek şartta yaşam koşullarıyla karşı karşıya
bırakmanın vebalini hepimiz paylaşmak zorunda kalırız.
Bu bakımdan, bugüne kadar, pek çok güzelliklere vesile
olmuş, sorumluluğu kendisine yakışır şekilde paylaşmış olan 57 nci hükümetin,
bu sıkıntıyı da aşma konusunda, hazırladığımız sınır ticareti kararnamesine
özenle ilgi göstereceğini ümit ediyorum.
Bütün bölge için umut olan bir söylemi de burada dile
getirmek istiyorum. 57 nci hükümetin Başbakanı Sayın Bülent Ecevit,
Diyarbakır’da, yapılan hatadan dönmenin erdem olduğunu söylemiştir. Bu
erdemliliğin gereğini yerine getirmek, 57 nci hükümete yakışır.
Yüce Heyete saygılar sunuyorum. (ANAP ve MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yıldırım.
Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.
Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir önerge
vardır; okutuyorum:
B)TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.—Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun
(6/705) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/211)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Gündemin sözlü sorular kısmının 272 nci sırasında yer
alan (6/705) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
Reşat Doğru
Tokat
BAŞKAN – Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.
Sayın milletvekilleri, sunuşların uzun olması
itibariyle, Kâtip Üyenin sunuşları oturarak yapması hususunu değerli oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gündemin sunuşlar kısmının 1 ilâ 3 üncü sıralarında, Anayasa ve Adalet
Komisyonları üyelerinden kurulu karma komisyonun, bazı milletvekillerinin
yasama dokunulmazlıklarına ilişkin raporları vardır; ayrı ayrı okutup,
bilgilerinize sunacağım:
IV. —KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.—İstanbul Milletvekili Sulhiye
Serbest’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu
(3/503) (S. Sayısı :462) (1)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Başkanlıkça, 24.3.2000 tarihinde karma komisyonumuza gönderilen İstanbul
Milletvekili Sulhiye Serbest’in yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında
Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan hazırlık
komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.
Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 27.4.2000 günlü
raporuyla, karşılıksız çek keşide etmek suçu isnat olunan İstanbul Milletvekili
Sulhiye Serbest hakkındaki
kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine
karar vermiştir.
İstanbul Milletvekili Sulhiye Serbest komisyonumuza gelerek sözlü
savunma yapmıştır.
Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık komisyonu raporunu
inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri
üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak
amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını; ancak böyle
farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline
getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde
yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının
bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini göz önüne
almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı
taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği dikkate
alınarak, İstanbul milletvekili Sulhiye Serbest hakkındaki kovuşturmanın,
milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy çokluğuyla karar
verilmiştir.
Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere
Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Başkan
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
ve Komisyon üyeleri
Muhalefet gerekçem:
Yasama dokunulmazlığının milletvekilliği sıfatı sona erinceye kadar
ertelenmesine dair karma komisyon raporuna aşağıdaki gerekçelerle ilkesel
olarak muhalifim. Değerli milletvekillerinin iddia edilen suçları
işlemediklerine dair savunmaları esas alınmalı, aklanmalarına olanak
tanınmalıdır.
Gerekçelerim iki ana başlıkta toplanmaktadır:
1. Anayasal gerekçe,
2. Belirli objektif kıstasların uygulanamaması.
Anayasal gerekçe:
Anayasamızın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereğince; seçimden
önce veya sonra bir suç işlendiği ileri sürülen milletvekili, Meclis kararı
olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.
Anayasının 83 üncü maddesindeki düzenleme, Anayasamızın 76 ncı
maddesindeki düzenlemeyle çelişmekte, çelişkinin de ötesinde 76 ncı maddeyi
düzenlemeyi gerekli kılan amacı ortadan kaldırmaktadır.
83 üncü maddedeki bu düzenleme, 76 ncı maddede tanımlanan ve zaten
milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen zimmet, ihtilas, irtikâp,
rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı
iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım-satıma fesat
karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma gibi suç isnatları dolayısıyla
soruşturma açılmasına ve yargılama yapılmasına engel olmaktadır.
Anayasanın 76 ncı maddesinde belirtilen suçlardan hükmü kesinleşmiş olan
kişi milletvekili seçilemezken, milletvekili seçilmeden bir gün önce veya
milletvekili seçildikten sonra bu suçları işlediği iddia edilen kişiler
milletvekilliğini sürdürdüğü gibi, bu suçlarla ilgili olarak sorgulanamamakta
ve yargılanamamaktadır. Böyle bir düzenleme Anayasanın ruhuna, genel hukuk
kurallarına aykırıdır.
Anayasanın 76 ncı maddesindeki suç iddialarıyla ilgili olarak kovuşturma
yapılmasına izin verilmeli, karma komisyon, yasama dokunulmazlığının kaldırılıp
kaldırılmayacağına, kovuşturma sonucu oluşacak objektif ölçüler çeçevesinde
karar verebilmelidir.
Objektif ölçülerin bulunmamasına ilişkin gerekçe:
Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili Anayasamızın 83 üncü
maddesinde belirli objektif ölçüler belirtilmediği gibi, yasama
dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki Meclis İçtüzüğünün 131 ilâ 134 üncü
maddelerinde de belirli objektif ölçülere yer verilmemiştir.
Birçok Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği üzere; yasama
dokunulmazlığının kaldırılması konusunda birtakım belirli, objektif ölçülere
uygun davranılması ve bu ölçülerin bir hukuk devletinden beklenen nitelikte
bulunması şarttır. Yeterli olmamakla birlikte, eski Cumhuriyet Senatosu
İçtzüğünde belirli objektif ölçüler yer almış ve Anayasa Mahkemesi, bu objektif
ölçülere uygunluğu gözetmiştir.
Sonuç :
Bir suç isnadı ciddî ise, siyasî ereklere uygun ise yahut üyenin şeref
ve haysiyetini koruma yönünden dokunulmazlığın kaldırılması zarurî ise, yasama
dokunulmazlığı kaldırılmalıdır.
Dokunulmazlığın amacı, yasama görevini yürütecek milletvekillerinin
çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan korunmuş olarak
görevlerini gereği gibi yapmalarını sağlayarak, siyasal nitelikli kovuşturmalar
bahanesiyle milletvekillerinin Meclise katılmaktan alıkonmasını, çalışma
şevkinin kırılmasını, bu yolla da TBMM’nin istencinin çarpıtılmasını
önlemektir. Yoksa, kimilerinin, TBMM’yi yıpratmak için kasıtlı olarak söylediği
gibi, milletvekiline, soruşturmadan kaçma, suç işleme ayrıcalığı tanınması
değildir.
Hangi suç isnadının ciddî olduğu “Milletvekili seçilme yeterliliği”
başlıklı Anayasamızın 76 ncı maddesinde belirtildiği gibi, 2839 sayılı
Milletvekili Seçimi Yasasının “Milletvekili seçilemeyecek olanlar” başlıklı 11
inci maddesinde de belirtilmiştir.
Taksirli suçlar hariç, toplam bir yıl veya daha fazla hapis veya süresi
ne olursa olsun ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar
bile; zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik,
inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar ile istimal ve
istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık suçları, resmî ihale ve alım
satımlara fesat karıştırma veya devlet sırlarını açığa vurma suçlarından
biriyle mahkûm olanlar, TCK’nın “Devletin Şahsiyetine Karşı Cürümler” başlıklı
ikinci kitabının birinci babından yazılı suçlardan veya bu suçların işlenmesini
alenî olarak tahrik etme suçundan mahkûm olanlar, TCK 312 nci maddesinin ikinci
fıkrasında yazılı halkı, sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı
gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etme suçlarından mahkûm olanlar ve
TCK’nın 536 ncı maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarında yazılı
eylemler ile aynı yasanın 537 nci maddesinin birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü
ve beşinci fıkralarında yazılı eylemleri siyasî ve ideolojik amaçlarla
işlemekten mahkûm olanlar, milletvekili seçilemezler.
Anayasamızın 76 ncı maddesine göre affedilmiş olsalar dahi, belirtilen
suçlardan mahkûm olanlar milletvekili seçilemediği halde, Anayasadaki düzenleme
biçimine göre yasama dokunulmazlığı, bu suçlarla ilgili ciddî iddialar
bakımından, milletvekilleri hakkında soruşturma yapılmasına olanak bile
vermemektedir. Kamu vicdanını rahatsız eden bu duruma son vermek ve
milletvekillerini gereksiz koruma zırhına büründürmemek için, Anayasanın 76 ncı
maddesinde zaten milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen bu gibi suç
iddiaları dolayısıyla soruşturma açılması ve yargılama yapılmasının yasama
dokunulmazlığı dışına çıkarılması uygun olacaktır. Anayasada böyle bir
değişiklik, asılsız suçlamalarla töhmet altında kalan milletvekillerinin yargı
önünde aklanmasına fırsat verilmesi ve genel olarak milletvekili saygınlığının
yükseltilmesi bakımından da yarar sağlayacaktır. Anayasada yapılması gereken bu
değişikliğe kadar da karma komisyonların, bu ilke ve ölçüler içerisinde kişi ve
parti ayırımı yapmaksızın milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
kaldırılmasına karar vermesi uygun olacaktır.
Kimi suç iddiaları vardır ki, ciddî olmamakla birlikte siyasî ereklere
aykırıdır. Öte yandan, öyle asılsız suç iddiaları vardır ki, üye istemese dahi
soruşturmanın ertelenmesine karar verilmektedir. İşte bu suç iddialarıyla
ilgili olarak da yasama dokunulmazlığı kaldırılmalı, milletvekillerinin
aklanmalarına olanak tanınmalıdır. Ancak, uygulamada, üye istemese dahi
dokunulmazlığının kaldırılması ertelenmekte, üyeler töhmet altında bırakılarak,
siyaseten yıpratılmaktadır.
Anayasamızın 83 üncü maddesinde tanımlanan yasama dokunulmazlığının
kaldırılması işlemi, bir yargı işlemi niteliğinde olmayıp, yasama işlemi
niteliğindedir. İşlem dosyaları tam olarak oluşmuş olsa dahi, kurulun yapısı ve
çalışma esasları gereği, işlem dosyalarını tam bir tarafsızlıkla
inceleyebilmesi, suçun maddî ve manevî unsurlarını saptayabilmesi ve
değerlendirebilmesi olanaksızdır. Bu niteliği gereği, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi, ceza kovuşturmasının açılması veya ceza verilmesi
niteliğinde olmayan, sadece yasama meclisi üyelerini, kimi istisnaî durumlarda
üyelik teminatından sıyırarak, adalet karşısında öteki yurttaşlarla bir düzeye
getirmekten ibarettir.
Anayasamızın 85 inci maddesi, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurul kararının alındığı
tarihten başlayarak yedi gün içerisinde, ilgili milletvekilinin veya bir diğer
milletvekilinin, kararın Anayasaya, yasaya veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla,
iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabileceğini düzenlemektedir.
Bu düzenlemeyle, yasama içindeki iktidar-muhalefet dengesi nedeniyle
alındığı iddia edilen haksız yasama işleminin yargıyla dengelenmesi, objektif
kıstaslara uygunluğunun saptanması sağlanmaktadır.
Yukarıda belirtilen ilkelere uygun davranılması
gerektiğini ve değerli üyelerin aklanmalarına olanak sağlanılması gerektiğini
düşündüğümden, ilkesel olarak, yasama dokunulmazlığının üyelik sıfatının sona
ermesine kadar ertelenmesine dair çoğunluk görüşüne katılmamaktayım.
Saygılarımla. 24.5.2000
Hüseyin Tayfun İçli
Ankara
Karşı oy gerekçemdir :
Karma Komisyon
Başkanlığına
Milletvekillerinin herhangi bir baskı ve tehdit altında
olmadan, görevlerini serbestçe yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla
dokunulmazlıklar düzenlenmiştir.
Tarihî bakımdan, milletvekili dokunulmazlığı ilk defa 1688 tarihinde
İngiltere’de düzenlenmiştir. Bu düzenleme “parlamentoda konuşma özgürlüğü,
tartışmalar, yargılamalar, hiçbir mahkemede veya parlamento dışında sorumluluk
sebebi olamaz” şeklindedir. Buna paralel olarak, 1789 tarihli Fransız Kanunu
ile bunlardan esinlenen 1876 Türk Anayasasında ve halen yürürlükte bulunan
Hindistan, Mısır, Meksika, Bulgaristan, İtalya ve bunun gibi ülkelerde tarihî
anlayışa uygun olarak yasama dokunulmazlığı, Mecliste ileri sürülen düşünceler
ile kullanılan oyların suç sayılamayacağıyla sınırlıdır.
Ülkemizde ise, 1982 Anayasasının 83 üncü maddesine göre yasama
dokunulmazlığı “TBMM üyelerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden,
Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden sorumlu tutulamaması” ile “seçimden
önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin, Meclis kararı
olmadıkça tutulamaması, sorguya çekilememesi, tutuklanamaması ve
yargılanamaması”dır.
Böylesi bir dokunulmazlık düzenlemesi yerli ve yabancı ceza yasalarında
düzenlenen ve “kanunsuz suç olmaz, suç ve suçlular da cezasız bırakılamaz”
şeklinde özetlenebilecek temel prensiplere ve Anayasanın 2 nci maddesine dayalı
hukuk devleti ilkesi ile 10 uncu maddesine dayalı eşitlik ilkesine gölge
düşürmektedir.
Bu nedenle, yasama dokunulmazlığının “Meclis çalışmalarındaki oy ve
sözlerinden, ileri sürdükleri düşüncelerinden sorumlu tutulamamak ve kişisel
özgürlüğü kısıtlanamamak” şeklinde düzenlenmesi, tarihî gelişmeye ve gerekçeye
uygun olacaktır.
Fransa’da 1995 yılında bu yönde yapılan düzenlemeyle, adlî soruşturma ve
yargılama dokunulmazlık kapsamı dışına çıkarılmış, sadece tutuklama ve kişi
özgürlüğünün kaldırılması, Meclisin kararına bırakılmıştır. Yine, yasama
dokunulmazlığının anavatanı olan İngiltere’de, dokunulmazlık zırhı, ceza
kovuşturmalarına karşı değil, hukuk davalarına karşı koruyucu bir işleve
indirgenmiştir.
Gündemdeki ertelenme kararı verilen dosyalar kapsamındaki iddialar,
vatandaşlarımızın günlük yaşamında karşılaştıkları ve mevzuata göre gereğinin
yapıldığı hukukî olaylar ve iddialardır. Bir yurttaş bu gibi hallerde hangi
hukuk kurallarına tabi tutuluyorsa, onun vekili ve aynı zamanda bir vatandaş
olan milletvekillerinin ve diğer kamu görevlilerinin de aynı kurallara tabi
olması kadar doğal bir şey olamaz. Böyle bir anlayış ve uygulayış, eşitliğin
gereği olduğu gibi, hukuk devleti olmanın da temel gereğidir.
Yukarıda belirttiğim gerekçelerle, öncelikle, yasal düzenlemeler
yapılarak sorgulanma ve yargılanma dokunulmazlık kapsamı dışına çıkarılmalı,
sadece kişisel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması dokunulmazlık kapsamında
olmalıdır. Ceza hükümlerinin infazı ise, milletvekili sıfatının sona ermesine
bırakılmalıdır. Böyle bir düzenlemeyle, bir taraftan yargısal denetim işlerlik
kazanacak, diğer taraftan milletvekillerinin Meclis çalışmalarına katılımı da
sağlanmış olacaktır.
Yasal düzenlemeler yapılıncaya kadar “yasama sorumsuzluğu” kapsamı
dışındaki suç iddialarını içeren dosyalar için, dokunulmazlıklar
kaldırılmalıdır. Böylelikle, asil ve vekili arasında eşitlik sağlanacağı gibi,
milletvekillerine de bir an önce aklanma olanağı yolu açılacaktır.
Bu nedenle “yasama sorumsuzluğu” kapsamı dışında
gördüğüm bu dosya için, dokunulmazlığın kaldırılmasının yerinde olacağı
kanaatinde olduğumdan, erteleme kararına katılmıyorum. 29.5.2000
Osman Kılıç
İstanbul
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer raporu okutuyorum :
2. —İstanbul Milletvekili Sulhiye
Serbest’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu
(3/504) (S. Sayısı :463) (1)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Başkanlıkça, 24.3.2000 tarihinde karma komisyonumuza
gönderilen İstanbul Milletvekili Sulhiye Serbest’in yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre
kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.
Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen
27.4.2000 günlü raporuyla, karşılıksız çek keşide etmek suçu isnat olunan
İstanbul Milletvekili Sulhiye Serbest hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği
sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.
İstanbul Milletvekili Sulhiye Serbest, komisyonumuza
gelerek sözlü savunma yapmıştır.
Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık
komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde
yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine
getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların)
tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun
dışında bir grup haline getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin
kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel
olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması
amacına yöneldiğini gözönüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu
anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan
eylemin niteliği dikkate alınarak, İstanbul Milletvekili Sulhiye Serbest hakkındaki
kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy
çokluğuyla karar verilmiştir.
Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere
Yüksek Başkanlığa saygı ile sunulur.
Başkan
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
ve Komisyon üyeleri
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Ankara Milletvekili
Tayfun İçli ve İstanbul Milletvekili Osman Kılıç, bu rapora da muhaliftirler.
Gerekçeleri aynı olduğundan, ayrıca okutmuyorum.
Diğer raporu okutuyorum :
3. —Giresun Milletvekili Hasan Akgün’ün
Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/505) (S.
Sayısı :464) (1)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başkanlıkça, 24.3.2000 tarihinde karma komisyonumuza
gönderilen Giresun Milletvekili Hasan Akgün’ün yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre
kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.
Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen
27.4.2000 günlü raporuyla, 1567 sayılı Kanuna muhalefet etmek suçu isnat olunan
Giresun Milletvekili Hasan Akgün hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği
sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.
Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık
komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde
yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine
getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını;
ancak, böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup
haline getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin kamu yararına uygun
biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve
bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına
yöneldiğini göz önüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa
dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin
niteliği dikkate alınarak, Giresun
Milletvekili Hasan Akgün hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği
sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy çokluğuyla karar verilmiştir.
Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere
Yüksek Başkanlığa saygı ile sunulur.
Başkan
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
ve Komisyon üyeleri
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, keza, Ankara
Milletvekili Tayfun İçli ve İstanbul Miletvekili Osman Kılıç, bu rapora da
muhaliftirler; gerekçeleri aynı olduğu için, ayrıca okutmuyorum.
Raporlar bilgilerinize sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri, bu raporların tümü,
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine
dairdir. 10 gün içerisinde itiraz olunmadığı takdirde, bu raporlar kesinleşmiş
olacaktır.
Danışma Kurulunun önerileri vardır; önce tümünü okutup,
işleme alacağım; sonra, ayrı ayrı okutup, değerli oylarınıza sunacağım.
V.—ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1. —Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri
ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu
önerileri
Danışma Kurulu Önerisi
No : 49 Tarihi : 22. 6. 2000
Danışma Kurulunca aşağıdaki önerilerin Genel Kurulun
onayına sunulması uygun görülmüştür.
Nejat Arseven
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Vekili
Aydın Tümen Ömer İzgi
DSP Grubu
Başkanvekili MHP Grubu Başkanvekili
İsmail
Kahraman Zeki Çakan
FP Grubu
Başkanvekili ANAP Grubu Başkanvekili
Turhan Güven
DYP Grubu Başkanvekili
Öneriler :
1. a) Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri
22.6.2000 Perşembe günü tamamlanacak olan Sekizinci Beş Yıllık (2001-2005)
Kalkınma Planının ve Komisyon raporunun, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak
İşler” kısmında yer alması,
b) Sekizinci Beş Yıllık (2001-2005) Kalkınma Planının
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulundaki görüşmelerine, 30.10.1984 tarih
ve 3067 sayılı Kanunun 2 nci maddesi gereğince, 24.6.2000 Cumartesi günü
başlanması; I.,II., III., IV., V. ve VI. bölümlerinin görüşmelerinin bitimine
kadar çalışma süresinin uzatılması, bu bölümler üzerinde siyasî parti
gruplarının toplam konuşma sürelerinin 2’şer saat, Hükümet ve Komisyonun toplam
süresinin 2 saat (Hükümetin sunuş konuşması dahil) kişisel konuşmaların 10’ar
dakika olması, siyasî parti gruplarının sürelerinin en fazla 4’er konuşmacı
tarafından kullanılması,
c) Sekizinci Beş Yıllık (2001-2005) Kalkınma Planının
VII., VIII., IX. ve X. bölümleri üzerindeki görüşmelerin 25.6.2000 Pazar günü
yapılması, bu bölümler üzerinde siyasî parti gruplarına toplam 2’şer saat
süreyle söz verilmesi, Hükümet ve Komisyonun toplam süresinin 2 saat, kişisel
konuşmaların 10’ar dakika olması ve bu bölümlerin görüşmelerinin tamamlanmasına
kadar çalışma süresinin uzatılması, gruplar adına yapılacak konuşmaların en çok
4 konuşmacı tarafından kullanılması önerilmiştir.
2. Planın Hükümete geri verilmesine ilişkin gerekçeli
önergelerin, Başkanlığa, Planın bölümleri üzerindeki görüşmelerin bitimine
kadar 2’şer nüsha olarak verilmesi, önergeler üzerinde Komisyon, Hükümet ve
önerge sahibi tarafından yapılacak konuşmaların 5’er dakika olması
önerilmiştir.
BAŞKAN – Öneri üzerinde söz talebi var mı efendim? Yok.
Şimdi, önerileri, tekrar, teker teker okutacağım ve
oylarınıza sunacağım:
1. a) Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri
22.6.2000 Perşembe günü tamamlanacak olan Sekizinci Beş Yıllık (2001-2005)
Kalkınma Planının ve Komisyon raporunun, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak
İşler” kısmında yer alması,
b) Sekizinci Beş Yıllık (2001-2005) Kalkınma Planının
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulundaki görüşmelerine, 30.10.1984 tarih
ve 3067 sayılı Kanunun 2 nci maddesi gereğince, 24.6.2000 Cumartesi günü
başlanması, I., II., III., IV., V. ve VI. bölümlerinin görüşmelerinin bitimine
kadar çalışma süresinin uzatılması, bu bölümler üzerinde siyasî parti
gruplarının toplam konuşma sürelerinin 2’şer saat, Hükümet ve Komisyonun toplam
süresinin 2 saat (Hükümetin sunuş konuşması dahil) kişisel konuşmaların 10’ar
dakika olması, siyasî parti gruplarının sürelerinin en fazla 4’er konuşmacı
tarafından kullanılması,
c) Sekizinci Beş Yıllık (2001-2005) Kalkınma Planının
VII., VIII., IX. ve X. bölümleri üzerindeki görüşmelerin, 25.6.2000 Pazar günü
yapılması, bu bölümler üzerinde siyasî parti gruplarına toplam 2’şer saat
süreyle söz verilmesi, Hükümet ve Komisyonun toplam süresinin 2 saat, kişisel
konuşmaların 10’ar dakika olması ve bu bölümlerin görüşmelerinin tamamlanmasına
kadar çalışma süresinin uzatılması, gruplar adına yapılacak konuşmaların en çok
4 konuşmacı tarafından kullanılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.
İkinci öneriyi okutuyorum:
2. Planın Hükümete geri verilmesine ilişkin gerekçeli
önergelerin, Başkanlığa, Planın bölümleri üzerindeki görüşmelerin bitimine
kadar 2’şer nüsha olarak verilmesi, önergeler üzerinde Komisyon, Hükümet ve
önerge sahibi tarafından yapılacak konuşmaların 5’er dakika olması
önerilmiştir.
BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemin “Meclis Soruşturması
Raporları” kısmına geçiyoruz.
Bu kısmın 1 inci sırasında yer alan, 20 nci Yasama
Döneminde Konya Milletvekili Hüseyin Arı ve 56 arkadaşı tarafından verilen,
Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996 yılında özürlülerin memurluğa
alınması için açılan sınavda mevzuata aykırı ve usulsüz işlemler yapılmasına
göz yumarak görevini ihmal ettiği ve kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin, Türk
Ceza Kanununun 230 ve 240 ıncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Çalışma ve Sosyal
Güvenlik eski Bakanı Mustafa Kul hakkında, Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107
nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önerge ve
(9/34) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu üzerindeki
görüşmelere başlıyoruz.
VI. —GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI
VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)GÖRÜŞMELER
1. — 20 nci Yasama Döneminde Konya Milletvekili
Hüseyin Arı ve 56 Arkadaşı Tarafından Verilen Sosyal Sigortalar Kurumu Genel
Müdürlüğünce 1996 Yılında Özürlülerin Memurluğa Alınması İçin Açılan Sınavda
Mevzuata Aykırı ve Usulsüz İşlemler
Yapılmasına Göz Yumarak Görevini İhmal Ettiği ve Kötüye Kullandığı ve Bu
Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 230 ve 240 ıncı Maddelerine Uyduğu İddiasıyla
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Mustafa Kul Hakkında Anayasanın 100 üncü
ve İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına
İlişkin Önergesi ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/34) (S.Sayısı:410 )
(1)
BAŞKAN – Komisyon hazır.
410 sıra sayılı, Meclis soruşturması komisyonunun
raporu daha önce sayın üyelere dağıtılmış ve ilgili eski bakana gönderilmiştir.
Rapor üzerindeki görüşmelerde komisyona, şahısları
adına altı milletvekiline ve hakkında soruşturma açılması istenen eski bakana
söz verilecektir.
Konuşma süreleri, komisyon için 20 dakika, şahısları
adına söz alan milletvekilleri için 10’ar dakikadır. Son söz, hakkında
soruşturma açılması istenen eski bakana ait olup, süresizdir.
Rapor üzerinde söz alan sayın üyelerin isimlerini
okuyorum:
1. Necdet Tekin (Kırklareli)
2. Orhan Şen (Bursa)
3. Boş.
4. Halil İbrahim Özsoy (Afyon)
5. M. Turhan İmamoğlu (Kocaeli)
İlk söz, Kırklareli Milletvekili Sayın Necdet Tekin’e
aittir.
AYDIN TÜMEN (Ankara) – Sayın Başkan, konuşmayacak.
BAŞKAN – Konuşmuyor.
İkinci söz, Bursa Milletvekili Sayın Orhan Şen’e
aittir.
Buyurun Sayın Şen. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır.
ORHAN ŞEN (Bursa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 20 nci Yasama Döneminde Konya Milletvekili Hüseyin Arı ve 56
arkadaşı tarafından verilen, Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996
yılında özürlülerin memurluğa alınması için açılan imtihanda mevzuata aykırı ve
usulsüz işlemler yapılmasına göz yumarak görevini ihmal ettiği ve kötüye
kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 230 ve 240 ıncı maddelerine
uyduğu iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı Mustafa Kul hakkında
Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis
soruşturması açılmasına ilişkin önerge ve ilgili soruşturma komisyonunun
konuyla ilgili raporunun görüşülmesi sebebiyle; şahsım adına görüşlerimi
bildirmek üzere söz almış bulunuyorum. konuşmama başlamadan önce Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Muhterem milletvekilleri, Sosyal Sigortalar Kurumu
Genel Müdürlüğü tarafından, 1996 yılında, sakat kadrosunda istihdam edilmek
üzere memur alımıyla ilgili imtihan açılmıştır. Söz konusu soruşturma önergesi,
bahse konu imtihanlar sırasında, personel yönetmeliğine göre 100 tam puan
üzerinden 70 puan alanların imtihanı kazanmış sayılacağı belirtilmesine rağmen,
imtihana giren 4 kişinin, imtihanı kazanamadıkları halde, imtihan komisyonunca
fazla puan verilmek suretiyle imtihanı kazandırıldıkları; imtihan müracaatı ve
imtihan tarihinde henüz 18 yaşını bitiremediği halde, bir şahsın, usulsüz
olarak müracaatının kabul edilerek imtihana alındığı ve imtihanı kazanarak,
Genel Müdürlükçe, 18 yaşını bitirdikten sonra atamasının yapıldığı; sakatlık
oranlarının yüzde 40’tan az yüzde 70’ten fazla olmamasının gerektiği imtihan
ilanında belirtilmesine rağmen, bu oranların altında ve üstünde sakatlık derecesi
bulunan şahısların müracaatlarının kabul edilerek atanmalarının usulsüz olarak
yapıldığı; altı aydan fazla sabıkası bulunan, bu sebeple devlet memurluğuna
alınma şartlarını taşımayanların işe alındığı gerekçelerine dayanmaktadır.
Ayrıca, söz konusu önergede, sakat ve eski hükümlülerin
imtihana alınması sırasında, İş ve İşçi Bulma Kurumu mevzuatına aykırı işlemler
yapılarak, kaydı bulunmayan kişilerin göreve başlatıldığı, yine Sayın Kul’un
bakanlığı sırasında İş ve İşçi Bulma Kurumuna alınan kişilerin imtihan
işlemlerinde usulsüzlük yapıldığı ve imtihanları kazanamayan torpilli kişilere
imtihan kazandırılarak atamalarının yapıldığının ortaya çıktığı, yasadışı örgüt
mensuplarının işe alındığı, atanan kişilerin eski bakan Mustafa Kul ve diğer
yöneticilerin hemşerisi veya yakını olduğu, İstanbul’da işe alınan 51 sakat ve
hükümlüden 17’sinin Sayın Kul’un seçim bölgesinden olması sebebiyle,
partizanlık ve bölgecilik yapıldığı iddia edilmektedir.
Önergeyle ilgili olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski
Bakanı Sayın Mustafa Kul hakkında, Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci
maddeleri uyarınca, bir Meclis soruşturması açılmasına, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunun 20.10.1999 tarihli 9 uncu Birleşiminde karar verilmiş;
ancak oluşturulan komisyon bir türlü toplanamamış, bilahara seçimler sebebiyle
faaliyetlerine son vermiştir.
20 nci Yasama Döneminde Meclis Başkanlığına verilen ve
aynı dönemde sonuçlandırılamayan, ancak İçtüzüğe göre hükümsüz sayılmayan
soruşturma önergesi, 21 inci Döneme intikal ettirilmiş ve bu dönemde, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca oluşturulan komisyon marifetiyle yeniden
incelenmiştir.
Değerli milletvekilleri, konuyla ilgili hazırlanan
komisyon raporları incelendiğinde, aşağıdaki hususları tespit edebiliriz:
Yürürlükteki kanunlar ve yönetmelikler gereği, kamu
kurumlarının personel sayısının en az yüzde 2’sinin -ki, bu oran daha sonra
yüzde 3’e yükseltilmiştir- sakat ve eski hükümlü olması gerekmektedir. Bu
kontenjan boşaldıkça, hemen her yıl, yasal zorunluluk gereği, Sosyal Sigortalar
Kurumunun imtihan açması gerekmektedir. Dolayısıyla, eski hükümlü ya da sakat
kadrosundan memur ya da işçi alımı ilgili bakanın tasarrufunda olmayıp, kanun
gereğidir. Ayrıca, hangi ile ne kadar eski hükümlü ya da sakat alınacağı da
kanun hükümlerinde belirtilmektedir.
SSK, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı,
ancak yönetim kuruluyla idare edilen bir kuruluştur. İmtihan yapılacak illerde
imtihan komisyonunun kimlerden oluşacağı yönetmeliklerde makam sayılarak
belirtildiği için, atanan imtihan komisyonlarının belirlenmesinde ya da
onaylanmasında bakanın herhangi bir tasarrufu bulunmamaktadır.
Sayın Kul’un bakanlığı sırasında sınav yapılan illerden
gelen şikâyetlerle ilgili olarak müfettişler görevlendirilmiş; usulsüzlük
yapılan yerlerde imtihanlar iptal edilmiş; sorumlular hakkında soruşturma
açılmış; bazıları açığa alınmış ve tekrar imtihan yapılmıştır. Türkiye çapında
yapılan imtihanlarda, Çorum hariç, imtihan kurulu üyeleri, haklarında açılan
bütün davalarda beraat etmişler; Çorum Sigorta Müdürü ve İmtihan Kurulu
Başkanı, bir yakınının imtihan kâğıdını değiştirdiği, dolayısıyla, imtihanı
haksız yere kazandırdığı için mahkemece hapis cezasına çarptırılmıştır.
Eski hükümlülerin, siyasî ya da adi suçlu diye
ayrılması da mevzuat gereği mümkün değildir. Yüzde 40’ın altında sakatlık oranı
olanların, imtihana alınmayacağının duyurulmasına rağmen, yüzde 35 sakatlık
oranı bulunan adayların imtihana alınmasının, yeterli oranda sakatlık raporu
almış olmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki, yüzde 70’in
üzerindeki sakatlık oranı için Altı Nokta Körler Derneğince daha sonra itiraz
edildiğinden, yüzde 70’in üzerinde sakat olanlar da imtihana kabul
edilmişlerdir.
Değerli milletvekilleri, soruşturma komisyonu, konunun
bütün muhataplarını dinleyerek ve belgeleri inceleyerek, yukarıda arz etmeye
çalıştığım gerekçelerle, Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı Sayın Mustafa
Kul’un, Yüce Divana sevkine gerek omadığına karar vermiştir.
Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Meclis soruşturması
gibi, yapının bir parçası olan ve Yüce Meclise tevdi edilen Yüce Divan
müessesesinin, yargı amacı çerçevesinde kullanılması gerektiğini düşünüyor,
siyasal amaçlarla kullanılmasını asla tasvip etmiyoruz. Yüce Divan gibi çok
önemli bir müessesenin, siyasal amaçlı olarak kullanılması halinde, bu önemli
müessesenin yıpranacağı endişesindeyiz.
İşte, bütün bu endişelerimizden dolayıdır ki, gerek
görüşmekte olduğumuz soruşturma komisyonunda gerek diğer komisyonlarda görev
alan değerli milletvekillerimize asla yönlendirici ve kanaatlerini etkileyici
hiçbir telkinde bulunulmamış, komisyonlarda görev alan arkadaşlarımız, altını
imzaladıkları kararlarda önlerine gelen belge ve bilgileri değerlendirerek,
vicdanî kanaatlerine göre hareket etmişlerdir. Zaten, Milliyetçi Hareket
Partisine mensup milletvekillerimizin komisyonlardan çıkan değişik tercihleri
de söylediklerimizin birer delilidir. Milliyetçi Hareket Partisine mensup
milletvekili arkadaşlarımız, bugün de, gerek bu görüşmelerde gerek diğer görüşmelerde
hür iradelerini kullanacaklar ve vicdanlarına göre hareket edeceklerdir.
Milliyetçi Hareket Partisine de yakışan budur; çünkü, Milliyetçi Hareket
Partisi küçük hesapların değil, büyük ülkülerin ve hedeflerin partisidir ve her
Milliyetçi Hareket Partili için adalet, mülkün temelidir.
Bu itibarla, Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı
Sayın Mustafa Kul’un Yüce Divana sevk edilmemesi yönündeki Meclis Soruşturması
Komisyonunun kararını Yüce Heyetinizin takdirlerine arz ediyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şen.
İkinci söz, Afyon Milletvekili Halil İbrahim Özsoy’un;
buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; (9/34) esas numaralı, Soruşturma Komisyonu Raporu üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 20 nci Yasama Döneminde Konya
Milletvekili Sayın Hüseyin Arı ve 56
arkadaşı tarafından, Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğüne özürlü ve
hükümlülerin devlet memurluğuna alınması için açılan sınavda mevzuata aykırı ve
usulsüz işlemler yapıldığı ve buna göz yumarak görevini ihmal ettiği ve kötüye
kullandığı gerekçesiyle, Anayasanın 100, İçtüzüğün 107 nci maddesi gereğince
Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı Sayın Mustafa Kul hakkında bir Meclis
soruşturması açılmasına ilişkin önerge verilmiştir.
20 nci Dönemde öngörüşmeleri yapılan ve oylanan önerge
gereği bir Meclis soruşturma komisyonu kurulması kararlaştırılmıştı. Komisyon
üyeleri belli olmuş; ancak, komisyon toplanıp kendi arasında görev taksimi
yapamamış, bu arada, 1999 erken genel seçimi dolayısıyla 21 inci Döneme
devredilmiştir. Söz konusu önerge, 21 inci Dönemde de, 23 Kasım 1999 tarih ve
Meclisin 23 üncü Birleşiminde oylanarak, 657 sayılı Kararla tekrar kabul
edilmiştir.
Komisyon, verilen süre zarfında çalışmalarını
tamamlayarak, bir rapor halinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
sunmuştur. Şimdi, bu rapor üzerindeki şahsî görüşlerimi sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Değerli milletvekilleri, önce bazı tespitler yapmakta
fayda var. Sayın Mustafa Kul, 31 Ekim 1995’den 7 Mart 1996’ya kadar Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı yapmıştır; yani, bakanlık süresi dört ay yedi gündür.
İkinci tespit; Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur, İş ve
İşçi Bulma Kurumunun özürlü ve hükümlü ihtiyacı 516 iken, eski Bakan Sayın
Kul’un döneminde, sadece Ankara, İstanbul, Çorum, Batman, Zonguldak, Kastamonu,
Adana, Erzincan, Ordu ve Isparta İllerinde olmak üzere 10 ilde sınav
açılmıştır. Bu 10 ile tahsis edilen kadro sayısı ise 212’dir. İmtihan
şartnamesinde, özürlü vatandaşlar için yüzde 40 ilâ 70 arası sakatlık
derecesini gösteren sağlık kurulu raporu istenmiştir.
Komisyonlar, her ilde münferit olarak, o il veya bölge
müdürlüğünce tespit edilen komisyonlar olarak kurulmuş, müracaatlar mahalline
yaptırılmış, sorular aynı komisyonda hazırlanmış, cevap kâğıtlarının
değerlendirilmesi aynı komisyonda yapılmış ve mülakat da aynı komisyon
tarafından yapılmıştır.
İmtihanlar sona erip neticeler belli olduğunda,
haksızlığa uğrayan veya haksızlığa uğradığını iddia eden veya kazanamayan
kişiler tarafından şikâyetler yapılmıştır. Bu şikâyetleri değerlendirmek ve
gereğini yapmak üzere, bakanlıkça, her ile müfettişler gönderilmiştir. Bazı
illerdeyse, 100 üzerinden 70 puan alan kimse çıkmadığı için, imtihan,
kendiliğinden iptal edilmiştir. Bu şikâyetlerin özellikle yoğun olduğu iller,
Ankara, İstanbul, Çorum, Kastamonu ve Zonguldak’tır.
Değerli milletvekilleri, bu tespitleri yaptıktan sonra,
bu şikâyetlerden ortaya çıkan iddialar nelerdir, onlara bir göz atmakta fayda
vardır: Sınavda, 100 puan üzerinden 70 puan alma şartı olduğu halde, Özlem
Nazan, Ali Bekir Yavuz, Mesut Susuz ve Yılnur Kılıç gibi vatandaşlar, 70 puanın
altında puan almalarına rağmen kazandırılmışlardır. Hizmetli kadrosuna alınan
Suna Geyik’in, müracaat ve sınav tarihlerinde, mevzuata aykırı olarak, 18
yaşını doldurmadığı halde, 18 yaşını dolduruncaya kadar evrakın bekletilmesine
karar verilmiştir.
İmtihan şartları arasında, sakatlık nispet oranı yüzde
40 ilâ 70 olması gerekirken, yüzde 85, 95, hatta 40’ın altında, yüzde 35
sakatlık derecesi olanların kazandırıldığı; eski hükümlüler arasında, siyasî
hükümlülerin bulunduğu; özellikle İstanbul’da yapılan imtihanlarda, 51
özürlüden 17’sinin de, Sayın Bakanın seçim bölgesi olan Erzincanlı olduğu
tespit edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, başlangıçta da ifade ettiğim
gibi, bu tespitler, müfettişlerle yapılmıştır, raporlarına bunları derç
etmişlerdir; birçoğu için cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda
bulunmuşlardır. Bu suç duyurusunda bulunmaları neticesinde, çoğu, takipsizlik
kararı almıştır. Pek çok imtihan komisyonu başkan ve üyesine disiplin cezası
verilmiştir. İptal edilenlerin bir kısmının, sonradan yargıya giderek, tekrar
göreve başladıkları da bir gerçektir.
Tüm bunlar olurken, Sayın Mustafa Kul, bakanlık
görevinden ayrılmıştır. Kendisinden sonra gelen bir bakanın zamanında yapılan
imtihanlarla ilgili, Türkiye Büyük Millet Meclisinde gündemdışı konuşmalar
yaptığı ve soruşturma önergesi hazırladığı iddiası kendi ifadesinde
bulunmaktadır. O zaman da, misilleme kabilinden olmasa bile, 20 nci Dönemin
genel havası içinde, bu müfettiş raporları gerekçe gösterilerek bir soruşturma
önergesi verildiği kanaati hâsıl olmuştur. O günlerde, malalesef, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin denetim yollarından en önemlisi sayılan soruşturma önergesi
vermek ayağa düşmüş, olur olmaz ve karşılıklı yıpratma taktikleri çerçevesinde,
milletvekilleri, partilerinden aldıkları talimat gereği bu yolu denemişlerdir.
Değerli milletvekilleri, bakanlığa bağlı değil, ilgili
bir birimde imtihan yapılıyor. İmtihan komisyonları ve başkanları mahallen
tespit ediliyor, sorular orada hazırlanıyor, orada okunuyor. Sonunda şikâyetler
yapılıyor, hemen hemen hepsine müfettiş gönderiliyor, imtihanların birkaçı
iptal ediliyor, suçlular adalete teslim ediliyor ve prosedüründe ne varsa,
gerek Sayın Kul döneminde, yani, 4 ay 7 günlük dönemde gerekse ondan sonra
gelen bakanlar döneminde bu prosedür eksiksiz olarak yaptırılıyor.
Değerli milletvekilleri, şimdi, bu konularda sayın
bakana ulaşan, bulaşan veya dolaylı olarak izam eden bir suç yoktur. Atamaları
yönetim kurulu kararıyla yapılan, bu yönetim kurulunda işçi, işveren ve Maliye
gibi kurumların temsilcisi bulunan bir ortamda, imtihanlardan sayın eski
bakanın sorumlu tutulması insafla bağdaşmaz. Ayrıca, gerek dosyadaki belgeler
incelendiğinde gerekse Komisyondaki ifadelerin tetkikinde görülüyor ki, şu veya
bu şekilde Sayın Kul’u izam eden bir durum yoktur. İmtihanın her safhasında
mevzuata aykırı işlemler müfettişlerce tespit edilmiştir, çeşitli bakanlar
zamanında incelemesi yaptırılmıştır. Zaten, raporda da, Sayın Kul’u bu
iddialarla ilişkilendirmek mümkün olmamış, buna ait bir delil de olmadığı için,
komisyon üyelerinin çoğunluğuyla, Yüce Divanda yargılanmamasına karar
verilmiştir.
Değerli milletvekilleri, deliller ve belgeler gerçek
olmadan ve bunların kişilerle ilgilendirilmesinde rasyonel davranılmadan, bir
kişiyi, bir bakanı, şu veya bu şekilde yargıya göndermek, demokratlıkla,
dürüstlükle, hatta ve hatta insan vicdanıyla bağdaşır bir durum değildir.
Kişinin hak ve hukukunu hiçe sayarak, soruşturma döneminde onun çektiği manevî
ıstırapları telafi etmek de mümkün değildir. Bu insanlar, kolay yetişmemektedir.
Bu insanlar, hizmet aşkıyla o makamlara gelen kişilerdir. Onların da bir
ailesi, çevresi, toplumda yerleri vardır. Yersiz, mesnetsiz, belgesiz,
delilsiz, dedikoduya dayanan, siyasî amaçlı ve gazete havadislerine dayalı,
sırf, intikam duygularıyla yapılan...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim; açıyorum mikrofonunuzu,
lütfen, tamamlayınız.
HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
... Meclis denetimleri, bu saygın kişileri intikam
değirmeninde öğütme isteminden başka bir şey değildir diye düşünüyorum. Sakın,
denetim yapılmasın veya soruşturma önergesi verilmesin demek istemiyorum.
Soruşturma önergeleri verilecektir; ancak, bu şekilde davranmayarak, canım,
hele bir soruşturma önergesi verelim de, belki, bir şey buluruz, milletin
kafasını karıştırırız, onu yıpratırız, milletin gözünden düşürürüz diye hareket
edenlere Meclis sahip çıkmamalıdır. Bu, hem Meclisin saygınlığı yönünden hem de
olabilecek, doğabilecek bir haksızlığın önlenmesi yönünden çok önem verdiğimiz
bir husustur.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinize saygılar sunuyorum.
(ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özsoy.
Kocaeli Milletvekili Sayın Turhan İmamoğlu.
Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
M. TURHAN İMAMOĞLU (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 9/34 esas numaralı
Meclis Soruşturma Komisyonu raporu hakkında söz almış bulunuyorum; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Anayasamızın 100 üncü maddesinde ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün 107 nci maddesinde belirlenen esaslar dahilinde, adı
geçen komisyonda görev almış bulunuyorum. Komisyondaki iddialara kısaca göz
attığımızda, bu soruşturma komisyonundaki iddialarda, kazanamayanların daha
düşük puanla işe alındığı, müracaat tarihinde yaş sınırının ihlal edildiği,
yazılı ve sözlü sınavda 70 puan sınırının göz ardı edildiği iddiaları mevcuttu.
Ayrıca, güvenlik soruşturmaları olumsuz olan 22 kişinin de kuruma
yerleştirildiği iddaları vardı.
Komisyonumuzda, ilgili kişileri çağırıp,
dinlediğimizde, teftiş kurulunun bu konuda geniş bir rapor hazırladığını,
fakat, ilgili Bakan Sayın Mustafa Kul’un görevden ayrıldıktan sonra bu teftiş
kurulu raporunun düzenlendiğini, teftiş kurulu raporuna göre de, İstanbul,
Ankara ve Çorum’daki sınav komisyonlarının yargıya sevk edildiğini, İstanbul ve
Ankara’daki sınav komisyonu üyelerinin yargıda beraat ettiğini, sadece
Çorum’dakine bir cezanın verildiğini ve Çorum’da yapılan sınavın da Bakanlık
tarafından iptal edildiğini öğrenmiş bulunuyoruz.
Daha sonra, dönemin SSK Genel Müdürünü komisyonumuza
çağırdığımızda, yapılan bu sınavda, alınan kişilerle ilgili herhangi bir kişi
telkininin olup olmadığı, herhangi bir listenin bakan tarafından genel müdüre
verilip verilmediği; SSK Genel Müdürlüğü direkt bağlı kuruluş olmadığı için,
bakanın, SSK Genel Müdürüne sözlü veya yazılı herhangi bir talimatları olup
olmadığı sorulduğunda, dönemin SSK Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu “hayır”
cevabı vermiştir; yani, bu sınavda herhangi bir bakanın listesi, isim telkini
gibi bir çalışmanın, teşebbüsün olmadığı cevabı gelmiştir.
Ayrıca, bu sınav kurullarınca alınan kişiler
incelendiğinde de, 594 kişiden sadece 1 kişinin yaşının tutmadığı ve daha sonra
yaşı dolduğunda göreve başlatıldığı; 3 kişinin, sakatlık oranı daha önce yüzde
70 olarak belirlendiği halde, Altı Nokta Körler Derneğinin bu sakatlık oranının
üst limitine itiraz etmesiyle, üst limitin uygulanmayıp göreve başlatıldığı;
fakat, bu kişilerin de bakanlıkta verimli bir şekilde çalıştıkları; yani, yüzde
70 oranının uygulanması halinde, bu 3 kişiye haksızlık yapılacağı kanaati
oluşmuştur.
Bu çerçevede, Komisyonumuz, Sayın Mustafa Kul’un,
bakanlığı döneminde bu sınavla ilgili herhangi bir kusuru olmadığına kanaat
getirmiş ve kendisinin Yüce Divana sevkine gerek olmadığına karar vermiştir.
Konuşmamı bitirirken, hepinize saygılar sunuyorum,
teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın İmamoğlu.
Komisyon adına, Komisyon Başkanı, İstanbul Milletvekili
Sayın Erdoğan Toprak; buyurun efendim.
(9/34) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI KOMİSYONU
BAŞKANI ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli
üyeleri; hepinizi saygıyla selamlarım.
20 nci Dönemde, Sayın Hüseyin Arı ve 56 arkadaşının, dönemin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mustafa Kul hakkında verdikleri soruşturma
önergesi, o dönemin üyeleri tarafından kabul edilmiş, ne yazık ki, çalışmaya
başlamadan, erken seçimden dolayı kadük olmuştur. Soruşturma komisyonlarının
hayatiyeti devam ettiğinden dolayı, 21 inci Dönemde, siz değerli üyelerin
oylarıyla tekrar gündeme gelmiş, soruşturma komisyonu kurulması kabul
edilmiştir.
Soruşturma komisyonu kurulduktan sonra, Komisyon üyesi
arkadaşlarımızla beraber, 17.2.2000 tarihinde yaptığımız toplantıda görev
dağılımı yapılmış ve görev dağılımından sonra, yoğun bir çalışma programı
uygulanmıştır. Bu çalışma programı çerçevesi içerisinde, kurumlarla yazışmalar
yapılmış, temaslara geçilmiş; Bakanlıktan ve kurumundan, yapılmış olan
teftişler ve incelemeler varsa istenmiş ve bu incelemeler, Komisyonumuza
intikal ettirilmiştir.
Bununla da kalınmamış, Başbakanlık Teftiş Kurulundan ve
Başbakanlık Yüksek Denetlemeden, bu konuyla ilgili, ellerinde belge ve bilgi
var ise Komisyonumuza bir an evvel iletilmesi için yazışmalar yapılmıştır.
Komisyon üyesi arkadaşlarımın çok yoğun çalışmalarıyla
beraber, belli bir noktaya gelinmiş, bu konuyla ilgili hem iddia sahibi Sayın
Hüseyin Arı hem de o dönemin Çalışma Bakanı Mustafa Kul, Komisyonumuza davet
edilmiştir. Sayın Hüseyin Arı’nın iddiaları dinlendikten sonra, o dönemin
Çalışma Bakanı Mustafa Kul’un bu konuyla ilgili, yaptığı çalışmalar, Komisyon
üyeleri tarafından çok geniş bir şekilde kendilerine soru olarak iletilmiş ve
cevapları alınmıştır.
Komisyonumuz, her iki iddia sahibinin de görüşleri
ışığında, o dönemin Çalışma Bakanından, kısa süresi olması dolayısıyla,
bakanlığının çok kısa sürede sona ermesinden dolayı, ondan sonra göreve gelen
Bakanla, görüş almak için, temasta bulunulmuş; ama, ne yazık ki, Sayın Bakanın
komisyonumuza intikali sağlanamamıştır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının o dönemde
SSK’dan sorumlu olan Sayın Genel Müdürü, komisyonumuza davet edilmiş ve
görüşleri alınmıştır ve bu dönemdeki Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürü de,
komisyonumuza davet edilmiş ve onun da görüşleri alınmıştır.
Bu görüş alma sonucunda, komisyon üyeleri tarafından,
hakkında soruşturma açılması ve Yüce Divana sevki istenen Sayın Mustafa Kul’un,
yönetmeliklere herhangi bir müdahalesinin olmadığı, sınav komisyonlarına
herhangi bir etkisinin olmadığı kanaatine varılmıştır. Bu sınavlar, 10 bölgede
açılmış ve bu 10 ilden sadece Çorum’da, sınav komisyonu başkanının sınava nifak
karıştırdığı tespit edilmiş ve bu kişi de, görevden uzaklaştırılmıştır. Diğer
iddiaların olduğu Ankara ve İstanbul’da ise, yargıya intikal eden konularda,
yargı tarafından, bazılarına kınama ve çoğuna da beraat kararı verilmiştir.
Bu görüş doğrultusunda, komisyonumuzun en son
toplantısına katılan değerli üyelerin tamamı, Sayın Mustafa Kul’un, Yüce Divana
sevkine gerek görmemiştir.
Meclisimizin bilgilerine arz ederim.
Saygılar sunar, teşekkür ederim. (DSP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Toprak.
Değerli milletvekilleri, Meclis soruşturması
komisyonunun raporu üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, raporda, soruşturma açılmaması
istenmektedir; yani, komisyon raporu, Yüce Divana sevk etmemek yönündedir.
İçtüzüğümüzün 112 nci maddesinin beşinci fıkrası “Komisyonun Yüce Divana sevk
etmeme yönündeki raporlarının reddi, ancak, Yüce Divana sevke dair verilen ve
sevk kararının hangi ceza hükmüne dayanacağını gösteren bir önergenin kabulüyle
mümkün olur” hükmünü taşımaktadır. Bu hükme göre, Başkanlığımıza, Yüce Divana
sevke dair bir önerge de verilmemiştir. Bu itibarla, komisyon raporu
benimsenmiştir.
Bu kısmın 2 nci sırasında yer alan, 20 nci Yasama
Döneminde, Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 54 arkadaşı tarafından verilen,
Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996 Aralık ayında gerçekleştirilen
personel sınavında usulsüzlük yapılmasına yol açarak görevini kötüye kullandığı
ve bu eyleminin Türk Ceza Kanununun 240 ncı maddesine uyduğu iddiasıyla Çalışma
ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı Necati Çelik hakkında, Anayasanın 100 üncü,
İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin
önerge ve Meclis soruşturması komisyonu raporu üzerindeki görüşmelere
başlıyoruz.
2. —20 nci Yasama Döneminde Malatya
Milletvekili Ayhan Fırat ve 54 Arkadaşı Tarafından Verilen Sosyal Sigortalar
Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996 Aralık Ayında Gerçekleştirilen Personel
Sınavında Usulsüzlük Yapılmasına Yol Açarak Görevini Kötüye Kullandığı ve Bu
Eyleminin TürkCeza Kanununun 240 ıncı Maddesine Uyduğu İddiasıyla Çalışma ve
SosyalGüvenlik Eski Bakanı Necati Çelik Hakkında Anayasanın 100 üncü, İçtüzüğün
107 nci Maddeleri Uyarınca Bir MeclisSoruşturması Açılmasına İlişkin Önergesi
ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/31) (S. Sayısı :442) (1)
BAŞKAN – Komisyon hazır.
Sayın Çelik, buyurun; sizi de komisyon sıralarına
alalım.
Değerli milletvekilleri, Meclis soruşturması
komisyonunun 442 sıra sayılı raporu, daha önce, siz değerli üyelere dağıtılmış
ve ilgili eski bakana da gönderilmiştir. Rapor üzerindeki görüşmelerde,
komisyona, şahısları adına 6 milletvekiline ve hakkında soruşturma açılması
istenen eski bakana söz verilecektir.
Konuşma süreleri, komisyon için 20 dakika, şahısları
adına söz alan milletvekilleri için 10’ar dakikadır.
Son söz, hakkında soruşturma açılması istenen eski
bakana ait olup, süresizdir.
Şimdi, rapor üzerinde söz alan sayın üyelerin
isimlerini okuyorum: Ankara Milletvekili Ali Işıklar, Kahramanmaraş
Milletvekili Avni Doğan, Kırıkkale Milletvekili Nihat Gökbulut, Sıvas
Milletvekili Cengiz Güleç, Denizli Milletvekili Mehmet Kocabatmaz.
Ankara Milletvekili Sayın Ali Işıklar?.. Yok.
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Avni Doğan; buyurun
efendim. (FP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır.
AVNİ DOĞAN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 442 sıra sayılı, soruşturma komisyonu raporu üzerinde konuşmak
üzere söz almış bulunuyorum. Sözlerime, hepinize saygılarımı sunarak
başlıyorum.
Bilindiği gibi, 20 nci Yasama Döneminde, Malatya
Milletvekili Ayhan Fırat ve 54 arkadaşı tarafından verilen, Sosyal Sigortalar
Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996 Aralık ayında gerçekleştirilen personel
sınavında usulsüzlük yapılmasına yol açarak görevini kötüye kullandığı ve bu
eyleminin Türk Ceza Kanununun 240 ncı maddesine uyduğu iddiasıyla, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik eski Bakanı Necati Çelik hakkında, Anayasanın 100 üncü ve
İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin
bir önerge verildi ve bu önerge Yüce Meclisimizce kabul gördü. Daha sonra,
kurulan komisyonda, üç aya yakın bir çalışma yapıldı ve bu çalışma sonucu, 6
oya karşı 7 oyla bir rapor kabul edildi, benim üzerinde durmak istediğim bu
rapor.
Biraz önce, hemen hemen aynı gerekçelerle, aynı
bakanlığı yapmış bir başka arkadaşımızla ilgili bir rapor görüşüldü; iddialar
aynı, hadisenin gelişimi aynı, orada da mahkeme kararları var, burada da
mahkeme kararları var. Daha geçmişe dönersek, aynı bakanlığı yapmış Sayın İmren
Aykut hakkında da, yine, benzer iddialarla bir soruşturma komisyonu kurulmuş,
biraz önce Sayın Mustafa Kul’da olduğu gibi bir karara varılmış. Her iki
komisyon raporunda verilen karar şu: Sosyal Sigortalar Kurumunun özerk bir
kuruluş olduğu, kendine özgü bir kanunu olduğu, orada yapılan sınavlardan
Bakanın doğrudan sorumlu olmadığı yönündedir; ancak, bizim komisyonda, raporu
üzerinde görüştüğümüz komisyonda daha farklı bir karar çıktı. Bu kararın neden
farklı çıktığı konusu üzerinde durmak istemiyorum; ama, Komisyonu yanıltan bir
hadise var: Biz, komisyon olarak, daha çok, Sosyal Sigortalar Kurumu Genel
Müdürlüğünün tayin ettiği müfettişlerin raporu üzerinde durduk. Aslında, SSK
Genel Müdürlüğünün tayin ettiği müfettişlerin, bir bakan hakkında, bir siyaset
adamı hakkında karar vermesi, onun eylemlerine gönderme yapması hukuken mümkün
değildir; demokratik ülkelerde bu gibi şeyler mümkün değildir. Türkiye,
bürokratik bir ülke değildir, demokratik bir ülkedir. Kaldı ki, SSK’nın, zaten
Başbakanlık Denetleme Kurulu denetimine tabi bir kurum olduğunu da unutmamamız
lazım.
Elimizde iki ayrı müfettiş raporu vardı; biri, SSK
Genel Müdürlüğü müfettişlerinin raporu, bir diğeri Başbakanlık müfettişlerinin
raporu. Başbakanlık müfettişleri, SSK Genel Müdürlüğüne bağlı müfettişlerin
yazdığı raporu maksatlı ve zorlama buluyordu; yani, açık ve net ifadelerle,
maksatlı buluyordu, zorlama buluyordu. Nedense, biz, daha çok, SSK Genel
Müdürlüğü müfettişlerinin raporunu baz aldık.
Müfettiş raporlarında çok garip iddialar vardı; zaten
dosyada da öyle, tipik iddialar var. Mesela, 80 000 kişi sınava girmiş, bu
sınava giren 80 000 kişinin içinde, müfettişler, 3 kişinin okuma yazma
bilmediğini tespit etmiş. Şimdi, bu ülkede, kimin okuma yazma bilip kimin
bilmediğini SSK müfettişleri tespit etmez aslında. Onun usulü Millî Eğitim
kanalıyla olur, Millî Eğitim, öğretmen görevlendirir, öğretmenler tespit eder;
bu iş, yasal olarak böyledir. Bu, tabiî, SSK müfettişlerinin üzerinde bir
vazife değil; ama, yapmışlar; fakat, bu 3 kişinin bir de ortaokul diploması
olduğu tespit edilmiş. Adamların ortaokul diploması varmış da okuma-yazma
bilmiyormuş... Burada bir usulsüzlük varsa, Çalışma Bakanında olması mümkün
değil. Birileri, okuma-yazma bilmeyen insanlara diploma veriyor; yani, buradaki
usulsüzlükle ilgili Bakanın hiçbir ilgisi yok. Kaldı ki, bakanlar, sınava giren
insanların diplomasının gerçek mi, yalan mı, yanlış mı olduğunu tespit
etmezler. Bu ülkede, biliyoruz ki, bir devlet hastanesinde, onyedi ay, sahte
diplomayla doktorluk yapan insanlar var. Geçenlerde, üç yıldır bir başkasının
diplomasıyla avukatlık yapıp, davalara giren, davaları kazanan, kaybeden bir
avukat yakalandı. Biz, bu ülkede, ne birisi sahte diplomayla doktorluk yaptığı
için Sağlık Bakanına bir suç isnat edebiliriz ne birisi sahte diplomayla
avukatlık yaptığı için Adalet Bakanını suçlayabiliriz. Bir bavul dolusu sahte
10 milyon dolar yakalandı geçenlerde. Biz, Merkez Bankasını suçlayamayız ki!..
Bizim Maraş’ta bir söz var “hırsıza beylerin de borcu var” derler... Yani,
iddialar, böyle iddialar... Kaldı ki, bu, okuma-yazma bilmeyen 3 adam, notere
gidiyor, usulüne uygun öğretmen getirtiyor, okuma-yazma bildiğini noter
kanalıyla da tespit ettiriyor. Şimdi, bu tür iddialar var.
Bir başka iddia var: Bakıyorsunuz, efendim, parti
üyeleri sınavı kazanmış. 80 000 kişi sınava giriyor. Bu sınavı kazananlar
arasında her partiden üye olduğu tespit ediliyor. Her partiden var, istisnasız
her partiden kazanan var; ama, sadece, 157 Refah Partili üye bu sınavı
kazanmış. Kazandıktan sonra, mutlaka, öbür partilerden olanlar da Refah Partili
olanlar da parti üyeliğinden istifa etmiştir. Şimdi, 3 800 kişinin kazandığı
bir sınavda, her partiden üye olması çok normal olduğu gibi, Refah Partilinin
olması da çok normal; 3 800 kişide 157 kişi, takdir edersiniz ki, bir rakam
değil.
Kaldı ki, bütün bu iddialar mahkemelere intikal etmiş
ve mahkemelerde beraat etmiş. Bakın, size birkaç mahkeme kararı okuyorum:
Ankara 7. İdare Mahkemesinde, Ali Okuran, Aralık
1996’da yapılan yazılı sınavların usulüne aykırı işlemler içerdiğini, eşitlik
ve adalet ilkesini gözetmediğini ileri sürerek, sınavın iptaliyle ilgili dava
açıyor. Mahkemece, dava dosyasının ve işlemle ilgili belgelerin
incelenmesinden, sınav ilanının, katılmayı sağlayacak şekilde ve öngörülen
yönteme uygun olarak gerçekleştirildiği, sınavın yapılacağı yerin ve saatin,
katılacakların haberdar olacağı şekilde duyurulduğu, sınav komisyonu oluşumu ve
değerlendirmede anılan yönetmelik ve kanun hükümlerine aykırılık bulunmadığı
anlaşılmış olup, sınav salonlarına alınmada meydana gelen aksaklığın ise,
objektiflik ve eşitlik esasını ihlal edecek etki yaratmadığı anlaşılmakta,
davacının aksi yöndeki iddialarına itibar edilmemekte, açıklanan nedenlerle,
davanın reddine, 14.11.1997’de oybirliğiyle karar veriliyor; oyçokluğuyla
değil; yani, dosyadaki bütün iddialar mevcut.
Bir başka dava dosyası. Serdar Hakan Ercan. Ankara 1.
İdare Mahkemesinde dava açıyor. İddiası, sınavın yönetmeliklere ve hukuka
aykırı olarak yapıldığı, sınav konularının, tahsil durumuna uygun olarak genel
kültür kapsamında olacağı belirtildiği halde, matematik, fizik, kimya, biyoloji
gibi derslerden de soru sorulduğu; ancak, mahkemece, iddiaların söz konusu
sınavı kusurlandıracak hususlar olmadığı anlaşıldığından, dava konusu sınavın
yasa ve yönetmeliklere uygun, objektif ve eşit koşullarda yapıldığına
oybirliğiyle karar veriliyor. Birçok mahkeme kararı var; bütün mahkemeler,
ortak yönde, sınavın, usulüne, kanunlara, yönetmeliklere uygun olarak
yapıldığını ve hiçbir usulsüzlük olmadığına oybirliğiyle karar veriyor.
SSK müfettişlerinin başka iddiaları da var. Mesela, SSK
eski Genel Müdürünün görevden el çektirilmesini istiyorlar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AVNİ DOĞAN (Devamla) – Sayın Başkan, 2 dakika rica
ediyorum.
BAŞKAN – Efendim, mikrofonunuzu açıyorum; lütfen
tamamlayın.
AVNİ DOĞAN (Devamla) – İdare bu karara uymuyor, 1 / 8
oranında maaş kesimi cezası veriyor; ancak, ilgili genel müdür mahkemeye
gidiyor ve bu 1/8 oranında verilen maaş kesimi cezasının da yasalara uygun
olmadığına karar veriliyor.
Bir başka bürokrat, Şahin Yalçıntürk var; SSK Genel
Müdürlüğü müfettişlerince devlet memurluğundan çıkarılması isteniyor. Buna da
maaş kesim cezası veriyor idare. 8. İdare Mahkemesi, verilen bu maaş kesim
cezasının da yersiz olduğunu karara bağlıyor. Bu arkadaş bununla kalmıyor, 57
nci hükümet döneminde, atama ve sözleşmeli personelden sorumlu şube müdürlüğüne
getiriliyor.
Bir başka bürokratla, Yusuf Ekşi’yle ilgili aynı
iddialar var. Yusuf Ekşi, yine, mahkemeye gidiyor. Mahkeme, idarenin verdiği
maaş kesimi cezasını kaldırıyor ve 57 nci hükümet, bunu da, disiplinden ve
sicilden sorumlu şube müdürü yapıyor.
Bu imtihanda görev alan imtihan komisyonunun, 57 nci
hükümet tarafından taltif edildiğini, ödüllendirildiğini de görüyoruz.
Bütün bunlar, bu mahkeme kararları neyi gösteriyor:
Yapılan sınavın, usulüne uygun olduğunu, yasalara uygun olduğunu gösteriyor.
Efendim, 2 500 kişi alınacakmış, 3 800 kişi alınmış...
Kime ne zararı var bunun? Bu tür iddialar, tabiî, yersizdir, geçersizdir.
Meclis soruşturması komisyonu, müessese olarak önemli bir müessesedir.
BAŞKAN – Sayın Doğan, lütfen tamamlar mısınız efendim.
AVNİ DOĞAN (Devamla) – Peki Başkanım, bitiriyorum;
toleransınız için teşekkür ediyorum.
Konuyu, Yüce Meclisin, değerli milletvekili
arkadaşlarımızın vicdanına bırakıyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Doğan.
Ankara Milletvekili Sayın Ali Işıklar; buyurun efendim.
(MHP sıralarından alkışlar)
ALİ IŞIKLAR (Ankara) – Sayın Başkan, kıymetli
milletvekilleri; konuşmama başlarken, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, 20 nci Dönemde Malatya
Milletvekili Ayhan Fırat ve 54 arkadaşının, 1996 Aralık ayında gerçekleştirilen
personel sınavında yapılan usulsüzlüğe yol açarak görevini kötüye kullandığı ve
bu eylemin, Türk Ceza Kanununun 240 ıncı maddesine uyduğu iddiasıyla Çalışma ve
Sosyal Güvenlik eski Bakanı Necati Çelik hakkında Anayasanın 100 üncü ve
İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılması konusu
13.10.1998 tarih ve 6 ncı Birleşimde görüşülmüş ve kabul edilmiş olmasına
rağmen 20 nci Dönemde -Yüce Milletin çok iyi bildiği gibi- sonuçlandırılamamış,
bu dönem de bizim önümüzde bulduğumuz 15 soruşturma komisyonu raporundan
biridir.
Sayın milletvekilleri, toplam, yaklaşık 70 000 kişi,
müracaat kuyruklarında, kar altında, simit ve çayla karın doyurmaya
çalışmışlardır. O dönemde, bendenizin, Türkiye’nin en büyük memur sendikası
olan Kamu-Sen ile ilgili bağlantım herkesin malumudur. İş bulabilmek için bir
umutla gelen bu memur adaylarının acı ve ıstırabını içimde hissettiğimi çok iyi
hatırlıyorum. Müracaat kuyruklarından sonra, malumunuz olduğu üzere, imtihan
iptal edilmiş, sıkıntılı ekonomik koşullarda imtihana gelenler geri dönmek
zorunda kalmışlardır. Yasalara aykırı olarak, en az onbeş gün önceden ilan
edilmesi gereken ikinci imtihan günü kısa süre önce açıklanmış, böylece,
müracaat eden yaklaşık 12 000 kişi imtihana dahi katılamamıştır.
İmtihanın hangi şartlarda yapıldığını gösteren
fotoğraflar hâlâ akıllardadır. Stadyumlarda, yerlerde, kış şartlarında yapılan
imtihanın sonuçlarının ne kadar sağlıklı olacağını sizlerin vicdanlarına
bırakıyorum.
Sayın milletvekilleri, soruşturma dosya muhteviyatı ve
komisyon raporları incelendiğinde ortaya çıkan aşağıdaki şu sonuçları
takdirlerinize arz ediyorum:
1. Devlet memuru olarak atanacaklar için mecburî
yeterlilik ve yarışma sınavları genel yönetmeliğinin 15 inci maddesine aykırı
davranıldığı,
2. Sosyal Sigortalar Kurumu personel unvan yükselme
yönetmeliğinin 6 ncı maddesinde E sınıfı sürücü belgesi arandığı halde, B ve C
sınıfı sürücü belgesi alanların alınması,
3. Sınava gireceklerde yaş üstü sınır koymayarak,
personel kanununa uymayan kişilerin alınması,
4. 28.11.1996 tarihinde hava koşulları nedeniyle
ertelenen imtihan, aynı şartlar geçerli olduğu halde, dört gün sonra basın
toplantısıyla, dört gün sonra imtihanın yapılacağı ilan edilmiş; bu sebeple,
zamanın kısalığı ve hava şartları sebebiyle müracaat ettiği halde 12 793 adayın
sınava katılamamasına sebep olunduğu,
5. Sosyal Sigortalar Kurumu Personel Yönetmeliğinin 37
nci maddesine göre imtihanların taşrada da yapılma imkânı varken, 70 000 kişi
Ankara’da imtihan yapılmak suretiyle, hem masrafa hem izdihama sebebiyet
verilmiş; insanların sınavlarının imtihan şartlarına uygun olmayan, güvensiz
bir ortamda yapılmasına sebep olunmuş ve sadece sonuç elde etmek maksadına
matuf davranıldığı ortaya çıkmıştır.
6. Yalnızca adayların veya birinci derece yakınlarının
getireceği iş talep formlarının kabul edileceği belirtilmesine rağmen, ilgisiz
görevli memurların talep formlarını kabul ettikleri anlaşılmıştır.
7. Sınav kazandığı anlaşılan çok sayıda adaya ait iş
talep formunun Refah Partisi ve Bakanlık Özel Kalem Müdürlüğüne intikal
ettirildiği, mesai dışında başvuru defterine kaydedildiği, aday imtihanına
giriş belgelerinin de bu yapan kişilere verildiği,
8. Sınav kâğıtlarının bilgisayarla değerlendirilmesi
mümkünken, istediklerini almak için 5 kişilik bir komisyonla 70 000 kâğıt
okunmaya çalışılmış, onbir günde sonuçlandırılarak, dünyada kırılmayacak bir
rekor kırılıp, 5 saniyede bir kâğıt okunarak neticelendirilmiştir.
9. Sınav kazanan 2 042 adayın numaralarının, ara
vermeden, ardı ardına birbirini takip ettiği, bunlardan 155 aday numarasının
aynı ilden gelen kişilerden oluştuğu defter kayıtlarından anlaşılmıştır.
10. 435 sınav kâğıdının hiçbirinde sınav kurulu
üyelerinin el yazısıyla verilmiş puana rastlanmadığı, komisyonda görevli
olmayan memurlar tarafından verildiği, ayrıca, yapılan inceleme ve beyanlardan,
80 adayın sözlü sınava hiç girmedikleri, sözlü sınav tutanakları puanlarının,
yine, komisyon üyesi olmayan memurlar tarafından verildiğinin tespit edildiği.
11. Okuryazar olmadığı halde ve yanlış diploma
beyanında bulunan adayların yazılı sınav sonuçlarına itiraz ettirilmek
suretiyle imtihan kazandırıldıkları,
12. Sözlü sınava hiç girmediği halde sınav kazandırılan
80 aday arasında, ilgili Bakanın yeğen ve kayınbiraderinin bulunduğu iddiaları
ortaya atılmıştır.
Sayın milletvekilleri, yukarıda sayılan imtihanla
ilgili somut ve soyut sebeplere ilaveten, medyamızın çok büyük bir kısmında
kişiselleştirilerek ve birçok detaya yer verildiği; bu hususta Meclisteki
gündemdışı konuşmalar, tarafsız görev yapan müfettiş raporları, ilgili
kişilerin mahkemeye verilmesi, savcının iddianamesi ve mahkemenin devam etmesi,
Yüce Milletimizin ve Parlamentomuzun malumlarıdır. Bu deliller ışığı altında,
büyük usulsüzlük ve yolsuzluk olduğu anlaşılmaktadır.
Sayın milletvekilleri, Sosyal Sigortalar Kurumu Genel
Müdürlüğü, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlıdır. O zamanın ilgili
Bakanı da Sayın Necati Çelik’tir. Gerek kanunî sorumluluğu gerek bütün yazılan
ve sorulan sorulara rağmen teftiş yaptırmadığı gibi, bu tarzda cereyan eden
imtihanı savunmuş; her defasında, yazılı ve sözlü basında da bu imtihanın
arkasındaki Bakan olduğunu beyan etmiştir. Böylece, akraba ve yakınları ile
Refah Partisi üyesi olarak tespit edilen kişilerin, usulsüz bir şekilde sınav
kazandırılarak işe alındığı ortaya konulmuştur.
Soruşturma komisyonunda, Bakan lehine, Yüce Divana
gitmesin diye şerh koyan iki üyenin de beyanlarını ifade etmek istiyorum:
“Anladığım kadarıyla ortada bir usulsüzlük vardır. Yüce Divana gitmesini ahlaka
aykırı buluyorum. Ancak, ortada Yüce Divanlık bir suç olmayışı, suçun hiç
mevcut olmadığına anlamına gelmeyebilir. Nitekim, bu olayda incelenmesi gereken
bazı usulsüzlüklerin olduğuna ben de inanıyorum” demişlerdir.
Sayın milletvekilleri, dosya muhteviyatı ve tüm
belgeler ışığı altında, sonuç olarak, Çalışma Bakanı Necati Çelik’in
Bakanlığına bağlı bir kuruluş olan Sosyal Sigortalar Kurumunun 1996 Aralık
ayında gerçekleştirdiği sınavla ilgili olarak, gerek yazılı gerek görsel
basında ve gerekse Türkiye Büyük Millet Meclisi soru önergelerinde, başından
sonuna kadar usulsüzlük ve kayırmalar yapıldığı ve bu suretle, başta, Bakanın
çok sayıda yakın akrabaları ile Bakanlığın ve Sosyal Sigortalar Kurumu üst
düzey yöneticilerinin yakınları...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Işıklar, lütfen tamamlayın efendim.
Buyurun.
ALİ IŞIKLAR (Devamla) – Teşekkür ederim.
...ve Refah Partisi mensuplarına sınav kazandırarak işe
alındıklarına dair somut iddia ve tespitlerde bulunulmuş olmasına rağmen, 3146
sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanunun 5 inci maddesindeki denetim görev yetkisini kullanmayarak, ihmali aşan
kasıtlı bir davranış sergilediği ve Türk Ceza Kanununun 240 ıncı maddesinde
sayılan görevi kötüye kullanmak fiilini işlediği kanaatine vardığımdan ve bu
sebeple, Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı Necati Çelik’in, Türk Ceza
Kanununun 240 ıncı maddesinde belirtilen görevi kötüyü kullanma eylemi
nedeniyle yargılanmasını teminen, Yüce Divan yönünde oy kullanacağımı bildirir;
Yüce Heyetinizi saygılarla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Işıklar.
Kırıkkale Milletvekili Sayın Nihat Gökbulut; buyurun
efendim.
NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tümünüzü saygıyla selamlıyorum.
Anayasanın 100 üncü, İçtüzüğün 107 nci maddeleri
uyarınca, Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı Necati Çelik hakkında Meclis
soruşturması açılmasına ilişkin önerge ve (9/31) esas numaralı Meclis
Soruşturması Komisyonu raporu üzerinde görüşlerimi açıklamak üzere
huzurlarınızdayım.
Soruşturma komisyonu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski
Bakanı Necati Çelik’in Türk Ceza Kanununun 240 ıncı maddesinde belirtilen
görevi kötüye kullanmak fiili nedeniyle yargılanmasını teminen Yüce Divan
sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde dava açılmasını, 6 muhalif oya karşılık 7 oyla
karar altına almıştır.
Değerli milletvekilleri, yolsuzluk iddiaları şüphesiz
soruşturulacaktır, soruşturulması da gerekir. Bu, ahlakî bir zaruret olduğu
kadar, Türkiye’de ekonomik ve siyasî sistemin rasyonelleşmesi için de şarttır;
ancak, bu soruşturmaları Meclisteki partilerin oluşturduğu komisyonlarla yapmak
şeklindeki bugünkü sistemin siyaseten yozlaştığı da bir gerçektir. Bugünkü
Meclis soruşturma sistemi, siyasîleri aklamak ya da karalamak mekanizmasına
dönüşmüş, âdeta yozlaşmıştır. Suçlu siyasîlerin aklanması ne kadar vahimse,
suçsuz insanların karalanması daha da vahimdir.
Sokrates mahkemece suçlu bulunup mahkûm edildiğinde,
öğrencilerini ağlarken görür. Sokrates’e “sizi, suçsuz olduğunuz halde mahkûm
ettikleri için ağlıyoruz” derler. Bunun üzerine Sokrates “hayır, ağlamayınız;
suçlu olduğum halde serbest bıraksalardı, sevinecek miydiniz” der. Biz, suçsuz
olduğu halde mahkûm olanlara üzülmek, suçlu olduğu halde serbest bırakılanlara
sevinmek istemiyoruz.
Biz, halkın seçtiği ve siyaseten en üst makamlarda
bulunan kişilerin, altlarında ve emrinde bulunan insanların yanlış fiilleriyle
ve vicdanî kanaat yoluyla suçlanmasını doğru bulmuyoruz.
Biz, bugünkü sistemin yozlaştığına, liderleri ve
siyasîleri “aklamak” veya “karalamak” amacına dönük olarak siyasîleştiğine
inanıyoruz. Biz, Anayasanın 83 üncü ve 100 inci maddelerinin değiştirilip,
dokunulmazlıkların daraltılarak, Meclis soruşturma sisteminin değiştirilmesinin
gereğini savunuyoruz.
Değerli milletvekilleri, şüphesiz, yolsuzluklarla,
hırsızlıklarla mücadele edilecektir. Meclisin ana görevlerinden birisi, denetim
ve soruşturmadır. Ancak, yolsuzlukla mücadele, siyasîleştirilmemelidir. Hukukun
siyasîleşmesine müsaade etmemeliyiz.
Yolsuzluğun ve hırsızlığın ana sebebi, gerçekte,
bulunduğumuz sistemdir. Sistemi değiştirici tedbirler almadan, her taşın
altında potansiyel suçlu arama psikozu, millete hizmet etme yolunda parmağını
taşın altına koyacak, hizmet ve devlet adamı bulamama noktasına bizi
getirecektir.
Yolsuzlukların ve hırsızlıkların anası, olması gereken
yerde olmayan, önündeki tüm boşlukları yapay olarak şişirdiği otoritesiyle
dolduran, ne geleneksel ne çağdaş olabilen; alabildiğine boş, kof, başıboş,
dağınık, belirsiz, keyfî olan; hemen her konu ve meseleye yasakçı esprisiyle
yaklaşan; kayırmacı, ayırımcı, ayrıcalıkçı, yasakçı mekanizmalar besleyen
sistemdir. Yetersiz üretim, yetersiz olan üretimin dağılımındaki adaletsizlik,
aşırı nüfus artışı, aşırı talep gibi etkenler, sistemdeki kötü mekanizmayı
giderek artırmaktadır.
Şüphesiz, çareyi demokraside arayacağız. Demokrasinin
bütün hastalıkları, daha fazla demokrasiyle tedavi edilebilir. Bu sözden
hareketle, daha fazla demokrasi için mücadele edeceğiz. Demokraside
yolsuzluklar, politik yozlaşmanın neticesidir. Politik süreçte, sınırsız güç ve
yetkinin bir sonucu olarak, çağdaş demokrasiler, politik yozlaşmayla içiçe
yaşamaktadırlar.
Değerli milletvekilleri, politikayı ıslah etmek için,
politika oyununun oynanıldığı çerçevenin, yani, siyaset kurallarının ıslahı ve
reformu gereklidir. Bir oyun, kurallarıyla belirlenir ve daha iyi bir oyuna, ancak,
oyunun kurallarını değiştirmek suretiyle ulaşılabilir. Artık, oyunun
kurallarını değiştirme zamanı gelmiştir. Meclis soruşturma sistemi, aklama veya
karalama sisteminden çıkarılmalıdır. Unutmayalım ki, güç, gücü kontrol etmeye
hizmet etmelidir.
Değerli milletvekilleri, milletvekilleri olarak, Yüce
Türk Milleti adına hareket ediyoruz. Karar verme yetkisine sahip olan
kimselerin, teorik olarak, millet aleyhine karar vermesi ve tasarrufta
bulunması söz konusu değildir; ancak, pratikte, politik yozlaşmaya bağlı olarak
aksi davranışlara şahit olabiliriz. Ülke yönetimi, yükselen hizmet talebi ile
durmaksızın şişirilen otorite tutkusu arasına sıkışabilir. Bu sıkışıklıkta,
birçok sorunun çözümü için, her türlü siyasal akım, devlet otoritesine davetiye
çıkarılabilir. Buna, sivil alanın kısırlığı eklenince, karşımıza, otorite
tutkusundan ve yaygaralı bir talep zemininden başka alternatif üretmeyen, yavan
ve sığ bir siyasal yaşam çıkmaktadır. Böylesine bir siyasal yaşamda ve yozlaşan
politik ortamda, adam kayırmacılığın, korumacılığın, ayırımcılığın, rant
kollamacılığın giderek arttığına tanık oluyoruz.
Değerli milletvekilleri, biliyor musunuz, ülkemizde
rant kollama oranı bütçenin yüzde 18,55’idir. Oysa, gelişmiş ülkelerde, bu,
daha düşüktür. Mesela, Fransa’da yüzde 2,68, Belçika’da 4,8’dir. Siyasal
yozlaşma, üretken olmayan, hantal devlet rantı ve yolsuzlukla beslenmektedir.
Değerli milletvekilleri, halkımız, 57 nci hükümetten
çok şeyler beklemektedir. Müspet adımlar atılmıştır. Farklı olmanın
zenginlikleri, ülkeye ivme ve hız kazandırmıştır. Hiçbir şekilde, hiçbir
hareketin, halkın ümidini kırmaya, istikrarı bozmaya hakkı yoktur. Kendine
cumhuriyet adını veren bir devlette, eğer, herkes sükûnet halindeyse, genel
kural olarak, orada özgürlüğün bulunmadığına emin olabilirsiniz. Birlik denilen
şey, siyasî bir kuruluşta çok belirsiz bir kavramdır. Gerçek birlik, uyumun
doğurduğu birliktir. Böyle bir birlikte, bütün taraflar, kendi aralarında, bize
ne denli muhalif görünürlerse görünsünler, tıpkı müzikteki zıt seslerin genel
uyum sağlaması gibi toplum yararını oluşturmaya katılırlar. Görünürde yalnızca
kargaşa olduğu sanılan bir devlette, pekala ciddî bir birlik olabilir; bu da,
gerçek, toplumsal barışı sağlayan bir uyum birliğidir.
Değerli milletvekilleri, netice olarak, halkın oyuyla
gelen, halkın adına hareket eden siyasîlerin, emri altında bulunan kişilerin
yanlış fiillerinden dolayı Yüce Divana sevkini, şahsî ve vicdanî kanatime göre
uygun mütalaa etmiyorum, edemiyorum.
Farklılıkların dayanışması içinde, zıt seslerin uyumu
dileğiyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gökbulut.
Sıvas Milletvekili Sayın Cengiz Güleç.
M. CENGİZ GÜLEÇ (Sıvas) – Konuşmayacağım.
BAŞKAN – Konuşmuyorsunuz...
Denizli Milletvekili Sayın Mehmet Kocabatmaz; buyurun
efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
MEHMET KOCABATMAZ (Denizli) – Sayın Başkan, Yüce
Meclisin değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken, şahsım adına, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sözü edilen soruşturmanın konusu, Malatya eski
milletvekili Sayın Ayhan Fırat ve 54 arkadaşının, Sosyal Sigortalar Kurumu
Genel Müdürlüğünce 1996 Aralık ayında gerçekleştirilen personel sınavında
usulsüzlük yapılmasına yol açarak görevini kötüye kullandığı ve bu eyleminin
Türk Ceza Kanununun 240 ıncı maddesine uyduğu iddiasıyla Çalışma Sosyal
Güvenlik eski Bakanı Sayın Necati Çelik hakkında Anayasanın 100 üncü ve
İçtüzüğün de 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına
ilişkindir ve Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü tarafından 1996 yılı
Aralık ayında Ankara’da yapılmış olan, kamuoyunda uzun süre tartışılan personel
alımları için açılan sınavla ilgili üç bakanlık müfettişi, üç de Sosyal
Sigortalar Kurumu müfettişinin birlikte yaptıkları incelemeleri sonucunda
düzenledikleri raporlar doğrultusunda komisyonumuz yeniden görev almış
bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuyla ilgili
olarak müfettişlerce bilgi ve görüşlerine gereksinim duyulan, Sayın Necati
Çelik’e gönderilen 20.11.1997 tarih ve 35/14 sayılı yazıya ise hiçbir yanıt
alınamadığından ve bu noktadan hareket edilerek, gerek Sosyal Sigortalar Kurumu
Genel Müdürlüğünde düzenlenen tüm dosyalarla ilgili bilgiler, mahkemeye intikal
eden dosyalar, idarî yöntemlerle verilen ve incelenen dosyalar incelenmiş, bu
doğrultuda, komisyonumuz, iki başmüfettişin bir de avukatın
görevlendirilmesiyle ve bu arkadaşların da tuttukları ışık doğrultusunda
çalışmalarına devam etmiştir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı Sayın Necati
Çelik’e davetiye gönderilmiş, komisyonumuza verdiği ifadesinde de aynen şu
cümleleri kullanmışlardır: “Arkadaşlar, Sosyal Sigortalar Kurumu, hepimizin
bildiği gibi kuruluş kanunu gereğince özel hukuk hükümlerine tabi bir kamu
tüzel kişiliğidir. Gerek Sosyal Sigortalar Kurumunun kuruluş kanunu olan 4792
sayılı Kanun gerekse Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının kuruluş kanunu
olan 3146 sayılı Kanunun incelendiğinde görülecektir ki, kurum, bütün
eylemlerini, bütün faaliyetlerini ve bütün işlemlerini kendi organlarıyla
yürütür. Ne işlemin tesisinde ne işlemin sonucunda Bakanın vizesine, onayına
ihtiyaç duymaz. Dolayısıyla, hukuken, Sosyal Sigortalar Kurumu sınavlarından
Sayın Bakanı sorumlu tutmak mümkün değildir. Benim esas söyleyeceğim husus
budur. Ben, konuya ilişkin bana atfedilen hususa yönelik bunu söylüyorum ve
noktayı koyuyorum.”
Ancak, bunu söylemekle, sınavla ilgili tüm
sorumlulukların Sosyal Sigortalar Kurumu ve yetkililerine ait olduğunu
vurgulamak istemişlerdir. Halbuki, Anayasamızın 112 nci maddesinin ikinci
fıkrası “her bakan, Başbakana karşı sorumlu olup ayrıca kendi yetkisi içindeki
işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden de sorumludur”
demektedir. Bizler biliyoruz ki, mevcut yasalarımız Anayasamıza ters düşemez.
Bence, bu türlü çıkmazlarımızın çözüme kavuşturulması için, gerekli olan uyum
yasalarımızın, özellikle Anayasamızın 83 üncü ve 100 üncü maddelerinin bir an
önce gündeme getirilip değiştirilmesi ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin
değerli milletvekillerinin şaibeler altında kalmaması sağlanmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bilgiler
ışığında çalışan komisyonumuzun tespit ettiği bazı hususlara da değinmek
istiyorum :
Yapılan sınavda, Devlet Memuru Olarak Atanacaklar İçin
Mecburî Yeterlilik ve Yarışma Sınavları Genel Yönetmeliğinin 15 inci maddesine
aykırı davranıldığı; en az (E) sınıfı sürücü belgesi istendiği halde (B) ve (C)
sınıfı sürücü belgesi olanların da işe alındığı; yaş üst sınırının dikkate
alınmadığı; müracaat edenlerden, sınav tarihinin değiştirilmesi ve hava
koşulları nedeniyle 12 793 adayın sınava katılamadığı; yine, sınavda adaylara
eşit koşullarda sorular sorulmadığı; (A) ve (B) soruları arasında eşdeğerlik
bulunmadığı; yine, sınav kâğıtlarının bilgisayarda değerlendirilmesi mümkün
iken, bu değerlendirmenin personel tarafından yapıldığı ve sonuç olarak 2 042
kişinin sınavları ardı ardına kazandığı; 80 adayın sözlü sınava alınmadan işlem
yapıldığı; ayrıca, ilkokul ve ortaokul diploması gözüken adayların okuryazar
olmadıkları tespit edilmiştir. Yine, sınavı kazanan bazı kişilerin, Bakanın ve
diğer yetkililerin akrabaları olduğu, raporlarda görülmektedir.
Özet olarak, sizlere, rakamsal bazı veriler vermek
istiyorum efendim:
Sınava müracaat eden 88 022 kişidir.
Sınava giren 73 229 kişidir.
Yazılı sınavı kazanan 5 310 kişidir.
Sözlü sınavı kazanan 5 268 kişidir.
Sözlü sınavda başarısız olan 27 kişidir.
Yazılı sınavda kazandırılan, 2 342 asıl, 2 819 yedek
olmak üzere, toplam 5 161 kişidir.
Göreve atanan toplam 3 800 kişidir.
Sınavda usulsüzlük sebebiyle görevine son verilen 80
kişidir.
Usulsüz yapılan sınavlar sebebiyle görevine son
verilenlerden idarî dava açanlar 76 kişidir.
İdarî davalarda, göreve son verme işleminin iptali
kararı verilen dosya sayısı 37’dir.
Yine, idarî davalarda göreve son verme işleminin iptali
talebinin reddi kararı verilen dosya sayısı 32’dir.
Yargılaması devam eden dava sayısı 7’dir.
İptal kararı alıp daha sonra Danıştay 12 nci Dairesinin
yürütmeyi durdurma kararına istinaden görevine son verilenlerin sayısı 29’dur,
halen görevde olanların sayısı 6’dır, halen açıkta olanların sayısı 70’tir.
Akraba sayısı ise 22’dir; tutanaklara geçmiş
bulunmaktadır.
Bu bilgiler ışığında, gerek idarî soruşturmalarla
gerekse mahkemeye intikal etmiş olan dosyalar devam etmekte olmakla beraber,
toplumumuzun vicdanında yara açan ve insanımızın kafasında değişik soruları
yönlendiren bu sınavın, “sorumlu değilim” diyen Sayın Bakanımızın yargı yoluyla
yargılanmasının uygun olacağı kanaatiyle kendi oyumu kullandım.
Bu sınavdan, bu ülkenin aldığı bir ders vardır ve
mevcut hükümetimiz, devlet memuru sınavını ÖSYM kanalıyla yapmaktadır, liyakatı
önplana almıştır; ancak, Sayın Bakanın ve hiçbir bakanımızın, Türkiye
Cumhuriyeti hükümetlerinde görev yapan hiçbir bakanımızın -bilerek ya da
bilmeyerek- ülke zararına hiçbir zaman çalışacaklarını tahmin etmiyorum. Ama,
yapılan bir iş vardır, rakamlar ortadadır; kendilerinin de, Sayın Bakanın da
ricası doğrultusunda...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kocabatmaz, açıyorum mikrofonunuzu;
lütfen tamamlayın efendim.
MEHMET KOCABATMAZ (Devamla) – ...değerlendirmeyi -Sayın
Bakanın kendi sözleriyle- sayın
milletvekillerin vicdanlarına bırakıyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum efendim. (DSP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kocabatmaz.
Komisyon adına, Komisyon Başkanı, Afyon Milletvekili
Sayın Mehmet Telek; buyurun efendim.
(9/31) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI KOMİSYONU
BAŞKANI MEHMET TELEK (Afyon) – Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri;
sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
20 nci Dönemde, Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 54
arkadaşının, SSK Genel Müdürlüğünce 1996 yılında gerçekleştirilen personel
sınavında usulsüzlük yapılmasına yol açarak görevini kötüye kullandığı ve bu
eyleminin, Türk Ceza Kanununun 240 ıncı maddesine uyduğu iddiasıyla Çalışma ve
Sosyal Güvenlik eski Bakanı Sayın Necati Çelik hakkında Anayasanın 100 üncü ve
İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin
önergesi, 13.10.1998 tarihli 6 ncı Birleşimde görüşülmüş ve kabul edilmiştir.
20 nci Dönemde kurulan soruşturma komisyonları,
malumunuz olduğu üzere, çalıştırılmamış ve önerge kadük olmuştır. İçtüzüğümüze
göre hükümsüz sayılmayan, (9/31) esas numaralı soruşturma önergesiyle birlikte
16 adet Meclis soruşturma önergesi 21 inci Döneme intikal etmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 23.11.1999
tarihli 23 üncü Birleşiminde okunarak, 657 sayılı kararla, komisyonumuz
kurulmuştur.
Komisyonumuz, kurulduğu andan itibaren hızlı bir
çalışma temposuna girmiş ve 20 nci Dönemden komisyona tevdi edilen bilgiler ve
belgeler değerlendirmeye alınmıştır. Yapılan yazışmalar ile Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığının yaptırdığı soruşturma raporu, sınavı yapan memurlarla
ilgili bu zamana kadar verilen tüm idarî cezalar ve akıbetleri, konuyla ilgili
adlî ve idarî yargı kararları toplattırılmıştır.
Özellikle, Çalışma Bakanlığı Teftiş Kurulunun
yaptırdığı soruşturmanın çok geniş olması nedeniyle, yapılan teftiş raporunun;
birincisi, yanlı olup olmadığının; ikincisi, usulüne uygun yapılıp
yapılmadığının; üçüncüsü, dizin olarak verilen belgelerin geçerli olup
olmadığının tespiti yönünden, SSK Genel Müdürlüğünden 2 başmüfettiş, Çalışma
Bakanlığından da 1 hukuk müşaviri, bilirkişi olarak istenmiştir.
Komisyonumuzda görevlendirilen başmüfettişler Sayın
Sebahattin Şuvak ve Can Önakın, hukuk müşaviri Sayın avukat Abdurahman Özdemir,
başarılı çalışmalarıyla komisyonumuza yardımcı olmuşlardır.
Bu arada, komisyonumuz çalışmaları sırasında hac
farizasını yaparken kaybettiğimiz Sayın Nizamettin Sevgili’yi rahmet ve
minnetle anmak istiyorum.
Komisyonumuza, önerge sahibi, 20 nci Dönem Milletvekili
Sayın Ayhan Fırat davet edilmiş, görüş ve iddialarını bizlere yansıttıktan
sonra, sorularımızı cevaplandırmıştır.
Daha sonra davet edilen Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski
Bakanı Sayın Necati Çelik Beyefendi, komisyonumuzu bilgilendirmiş ve
sorularımızı cevaplandırmıştır.
Sayın Çelik, savunmasında, “özetle, gerek SSK Kuruluş
Kanunu olan 4792 sayılı Kanun, gerekse 3146 sayılı Kanunda, kurum, bütün
eylemlerini, bütün faaliyetlerini ve bütün işlemlerini kendi organlarıyla
yürütür” tezini ileri sürmüştür. Özellikle, kendisine, bu imtihanda, kendi
bilgisi dahilinde ya da bilgisi dışında usulsüzlük olup olmadığı sorularına
“imtihanda usulsüzlük olmadığı” konusunda ısrar etmiştir. Fakat, bu konuda,
3146 sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanunun 2 nci maddesinde sayılan Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığının görevleri arasında, bağlı kuruluşların, amaçları ve özel kararları
gereğince idare edilmesini sağlamak ve denetlemek hükmü mevcuttur. Onun
dışında, 4792 sayılı SSK Kanununun 2 nci maddesinde, SSK’nın Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığına bağlı olmak üzere kurulmuş olduğu açıkça belirtilmiştir.
Şunu hemen belirtmek isterim ki, imtihan yapan
bürokratlarla ilgili konu adalete yansıtılmış, Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığının, 1998/35728 sayılı hazırlık iddianamesiyle, dava, henüz, 8 inci
Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir. Adlî yargı dosyalarını incelemek
mümkün olmamasına rağmen, savcılık iddianamesinin incelenmesi mümkün
olabilmektedir. Bu iddianame incelendiğinde, iddiaların, önergedeki, Teftiş
Kurulunca hazırlanan iddialarla çakıştığı görülmüştür.
Komisyonumuz, soruşturmayı iki aşamalı yapmıştır.
Birinci aşamada, önergede iddia edilen -zamanınızı almamak için tümünü okumak
istemiyorum, sayın milletvekilleri bir kısmını burada açıkladılar- imtihanda
usulsüzlük yapılıp yapılmadığı konusu tartışılmıştır. Karara muhalif olan
komisyon üyelerimizin bir kısmı da dahil olmak üzere, komisyon üyelerimiz,
yapılan bu imtihanda usulsüzlüklerin olduğu kanaatine varmıştır.
Usulsüzlük olarak da; Devlet Memuru Olarak Atanacaklar
İçin Mecburî Yeterlilik ve Yarışma Sınavları Genel Yönetmeliğinin 15 inci
maddesine aykırılık, sözlü sınavlarda kayırmacılık, okuma-yazma bilmeyenlere
sınav kazandırılması, en az (E) sınıfı
sürücü belgesi istenilmesine rağmen (B) ve (C) sınıfı sürücü belgesi olanların
işe alınması ve siyasî parti ayırımcılığı yapıldığı gibi iddiaların doğru
olduğu kanaatine varılmıştır.
Konunun ikinci aşamasında, bu usulsüzlüklerin, dönemin
Sayın Bakanı Necati Çelik’le bağlantısı olup olmadığı, Sayın Bakanın bu konuda
sorumlu olup olamayacağı tespit edilmeye çalışılmıştır.
Sayın milletvekilleri, bu konu, imtihan tarihinden
önce, Sayın Ayhan Fırat’ın bu kürsüden yaptığı, bu konuda duyumlar aldığına ve
imtihanın adil olmayacağı yönünde şüphelerinin bulunduğuna dair gündemdışı
konuşmayla ve verdiği sözlü ve yazılı soru önergeleriyle dile getirilmiştir.
Sayın Bakan, bu konuda adil olacağını, şüphelerin yersiz olduğunu açıklamıştır.
Kısaca, bu konu, gerek Meclis kürsüsünden gerekse basın yoluyla dile
getirilmiştir. Sayın Bakan, bu konuda, sadece, savunma yoluna gitmiş, yapılan
usulsüzlük iddialarını araştırtmamıştır.
Kaldı ki, Malatya Milletvekili Ayhan Fırat’ın
Anayasanın “Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgi edinme ve denetim yolları”
başlıklı 98 inci maddesine istinaden vermiş olduğu soru önergesindeki
iddiaları, bizzat Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik ve yakın
akrabalarını içerdiği halde, bu iddialarla ilgili olarak sağlıklı bir denetim
ve inceleme yaptırmadan, sınavın Yüce Meclisin ve yargı denetiminden geçtiği
iddiasında bulunması, ihmali aşan, kasıtlı bir davranış olarak yorumlanmıştır.
Konuyu yasal dayanak açısından kısaca değerlendirmek
istiyorum.
Bilindiği gibi, 9 Ocak 1985 tarihli 3146 sayılı Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun “Görev”
başlıklı 2 nci maddesi aynen şöyledir:
“Madde 2.– Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının
görevleri şunlardır:
n) Bağlı kuruluşların amaçları ve özel kanunları
gereğince idare edilmesini sağlamak ve denetlemek.”
Yasanın Birinci Bölüm “Bakanlık Makamı” başlıklı 5 inci
maddesinde de şöyle denilmektedir:
“Madde 5.– Bakan, bakanlık kuruluşunun en üst amiridir
ve Bakanlık hizmetlerini mevzuata, hükümetin genel siyasetine, millî güvenlik
siyasetine, kalkınma planlarına ve yıllık programlara uygun olarak yürütmekle
ve Bakanlığın faaliyet alanına giren konularda diğer bakanlıklarla işbirliği ve
koordinasyonu sağlamakla görevli ve Başbakana karşı sorumludur.
Bakan, emri altındakilerin faaliyet ve işlemlerinden
sorumlu olup, Bakanlık merkez, taşra ve yurt dışı teşkilatı ile bağlı
kuruluşların faaliyetlerini, işlemlerini ve hesaplarını denetlemekle görevli ve
yetkilidir.”
Ayrıca, yasanın “Danışma ve denetim birimleri” başlığı
altındaki 14 üncü maddesinde de aynen:
“Teftiş Kurulu Başkanlığı
Madde 14 – Teftiş Kurulu Başkanlığı, Bakanın emri ve
onayı üzerine, Bakan adına aşağıdaki görevleri yapar:
a) Bakanlık teşkilatı ile bakanlığa bağlı kuruluşların
her türlü faaliyet ve işlemleriyle ilgili olarak teftiş, inceleme ve soruşturma
işlemlerini yürütmek” hükümleri mevcuttur.
Yine, 9 Temmuz 1945 tarih ve 4792 sayılı Sosyal
Sigortalar Kurumu Kanununun 1 inci maddesinde aynen şöyle denilmektedir:
“Madde 1. – İş hayatında türlü hallere karşı ilgili
Sosyal Sigorta Kanunu hükümlerini uygulamak ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığına bağlı olmak üzere Sosyal Sigortalar Kurumu vücuda getirilmiştir.”
Yine, anılan yasanın 4 üncü maddesinde aynen:
“Madde 4. – Kurumun Genel Müdürü ile Yardımcıları,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının teklifi üzerine müşterek karar ile tayin
olunur” hükümleri mevcuttur.
Diğer tarafta, Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın “Görev ve
siyasî sorumluluk” başlığı altındaki 112 nci maddenin ikinci fıkrasında aynen:
“Her bakan,
Başbakana karşı sorumlu olup kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri
altındakilerin eylem ve işlemlerinden de sorumludur” amir hükmü mevcuttur.
Yukarıda belirtilen yasa hükümlerinde açıkça
belirtildiği üzere, 4792 sayılı Kanunla kurulmuş olan Sosyal Sigortalar
Kurumumun, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bir bağlı kuruluşu olduğu;
Bakanın, Bakanlık merkez, taşra ve yurtdışı teşkilatı ile bağlı kuruluşlarından
olan Sosyal Sigortalar Kurumunun faaliyetlerini, işlemlerini ve hesaplarını
denetlemekle görevli ve yetkili bulunduğu, herhangi bir duraksamaya neden
vermeyecek şekilde sabittir.
Bu nedenle, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın
Necati Çelik’in, bakan olduğu dönemde, Bakanlığına bağlı bir kuruluş olan
Sosyal Sigortalar Kurumunun 1996 Aralık ayında gerçekleştirdiği sınavla ilgili
olarak, gerek yazılı ve görsel basında gerekse Türkiye Büyük Millet Meclisi
soru önergelerinde, başından sonuna kadar, sahtecilik, usulsüzlük ve kayırmalar
yapıldığı ve bu suretle, başta Bakanın çok sayıda yakın akrabaları ile
Bakanlığın ve Sosyal Sigortalar Kurumu üst yöneticilerinin yakınlarına, Refah
Partisi mensuplarına sınav kazandırılarak işe alındıklarına dair somut iddia ve
tespitlerde bulunulmuş olmasına rağmen, 3146 sayılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 5 inci maddesindeki denetim
ve görev yetkisini kullanmayarak, ihmali aşan kasıtla bir davranış sergilediği
ve Türk Ceza Kanunun 240 ıncı maddesinde sayılan “görevi kötüye kullanmak”
fiilini işlediği sonuç ve kanısına varılmıştır.
Bu kürsüde biraz önce konuşan komisyon üyelerimizin
komisyonun çalışmalarıyla ilgili yaptıkları eleştirileri cevaplamak istiyorum.
Şunu özellikle söylemek istiyorum ki, kurulduğu günden itibaren,
komisyonumuzda, hiçbir milletvekilimiz gibi -ben, başkan olarak- hiç kimseyi
aklamak ya da karalamak yoluna geçmedik. Öyle bir düşüncemizin olması, hiç;
ama, hiç mümkün değildi. Özellikle, komisyonların siyasallaşmasından bahseden
sayın milletvekillerimiz haklıdırlar; ama, bunun vebali bizimle ilgili
değildir. Daha önce -belki siyasallaştırılarak- bu Meclis komisyonlarını kuran
insanlar, bugün bundan yakınıyorlarsa, biz, açıkça, Komisyon Başkanı olarak,
doğruyu, vicdanî kanaatlerimizle hareket etmenin dışında hiçbir şey
yapmadığımızı, konuyu siyasallaştırmadığımızı, özellike vurgulamak istiyorum.
Okuma-yazma bilmediklerinin diplomaların sahte
olduğundan bahsettiler. Evet; ama, ben şunu sormak istiyorum: Okuma-yazma
bilmeyenler sahte diplomayla müracaat edebilir, onlar kabul edilebilir; fakat,
bu insanlar, acaba, imtihanı nasıl kazandılar! Yani, mesele budur. Yoksa, tabiî
ki, o dönemde, hiçbir bürokratın, sahte bir diplomayla gelmiş bir insanın
diplomasını sahte mi değil mi diye ayırmasının mümkün olmadığını biliyorum;
ama, acaba, bu insanlar sınavı nasıl kazandılar; onu anlamak pek mümkün değil.
Tabiî ki, sınavı kazananların, tüm siyasî partilerden,
gerçekten, üye oldukları tespit edilmiş. Yalnız, şunu hatırlatayım; ifadelerine
başvurulan 687 adaydan 231’inin siyasî partilere üye oldukları tespit edilmiş.
Siyasî partiye üye olan 231 adaydan 175’i, her nasılsa, Refah Partisinden.
Yani, oranlarsak, yaklaşık yüzde 80.
Sayın milletvekilleri, bu nedenle, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik eski Bakanı Sayın Necati Çelik’in, Türk Ceza Kanununun 240 ıncı
maddesinde belirtilen, görevi kötüye kullanmak eylemi nedeniyle yargılanmasını
teminen, hakkında, Yüce Divan sıfatıyla, Anayasa Mahkemesine dava açılmasına
karar verilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun tasvip ve
takdirlerine, saygıyla arz ediyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Telek.
Söz sırası, Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı
Sayın Necati Çelik’te.
Buyurun Sayın Çelik. (FP sıralarından alkışlar)
Konuşma sürenizde tahdit yok efendim.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK ESKİ BAKANI NECATİ ÇELİK –
Sağolun efendim.
Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Sosyal
Sigortalar Kurumu tarafından Aralık 1996’da gerçekleştirilen personel sınavıyla
ilgili olarak verilen soruşturma önergesi ile (9/31) esas numaralı Meclis
Soruşturma Komisyonu raporuna ilişkin düşüncelerimi açıklamak ve Muhterem Heyetinizi
bilgilendirmek amacıyla huzurlarınızda bulunuyorum. Sözlerime başlarken,
hepinizi, en içten duygularla ve saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 1996 Aralık ayında yapılan SSK
sınavlarıyla ilglili olarak bana atfedilen suçlamalar şunlardır:
Bakanlık teftiş raporunda, söz konusu sınavla ilglili
olarak iddia edilen, bu şaibeli sınavla ilgili olarak, işlemlerin Teftiş
Kurulunca incelenmesi ve soruşturulması talimatını vermemek.
Soruşturma önergesinde de, personel sınavında
usulsüzlük yapılarak, yapılmasına yol açarak görevimi kötüye kullanmak.
Bana atfedilen suçlamalar bunlardır değerli
arkadaşlarım.
Hal böyle olunca, bendeniz de, Muhterem Heyetinizi
bilgilendirirken, konuya bu çerçeveden yaklaşacağımı ve iddialarla ilgili
olarak düşüncelerimi, haklı olarak, açıklayacağımı ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, peşinen söyleyeceğim şudur:
Cumhuriyet tarihinde, benim dönemimde yapılan sınavlar kadar, yargı denetimine
tabi, kamuoyu denetimine tabi, yasama meclisinin denetimine tabi ikinci bir
sınav yoktur. Bu sözün altını çiziyorum.
Şimdi, sizlere soruyorum; görev nasıl kötüye
kullanılır; bir bakan görevi nasıl kötüye kullanır; mevzuata uymayarak.
Mevzuata uyulup uyulmadığı konusunda, takdir edilir ki, her türlü iddiada
bulunulabilir. Ne var ki, bu iddialar, yargıya intikal eder ve yargıda da
karara bağlanırsa; yani, iddialar, lehte veya aleyhte sübut bulursa, takdir
edilir ki, bu yargı kararları tüm kişi ve kuruluşları bağlar. Bunu ben
söylemiyorum, Anayasanın 138 inci maddesi söylüyor. Daha sonraki bölümlerde, bu
konularla ilgili düşüncelerimi detaylandırarak Muhterem Heyetinize sunmaya
çalışacağım.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de ilk kez sınavı ben
yapmıyorum veya benim dönemimde Sosyal Sigortalar Kurumu yapmıyor; her dönemde
sınav yapılmış ve benim yaptığım sınavın öncesi sınavlar dikkate alındığında
görülecek acı gerçek, bizim zamanımızda yapılan sınavlardan farklı değildir.
Statlarda sınavların yapıldığı unutulmuş değildir, kucak kucağa sınavların
yapıldığı, bilinmeyen gerçekler değildir.
Değerli arkadaşlarım, bizim açtığımız sınava 88 000
kişi müracaat etmiş... Türkiye’nin işsizliğinden de herhalde beni sorumlu
tutmayacak Yüce Meclis veya Türk Milleti. Şayet, Türkiye’nin işsizlik boyutu bu
noktadaysa, dolayısıyla, açtığımız sınava 100 000’e yakın insan müracaat
etmişse, bu ayıp hepimizindir; bundan, beni sorumlu tutamazsınız herhalde.
Değerli arkadaşlarım, hemen söyleyeceğim şudur: Keşke
imkânımız olsaydı da, iddia edildiği gibi, 3 800 kişi değil, müracaat eden 88
000 kişiyi de işe alabilseydik. Bu, insana, sadece, şeref verir, onur verir.
İşsize iş vermek kadar, bugünün ağır ekonomik koşullarında hayırlı bir iş
düşünemiyorum. Şimdi, denebilir ki, burada da dendi “partilileri aldınız,
yakınlarınızı aldınız...” Komisyon Başkanı dahil hiçbir üye “şu kadar
yakınınızı aldınız” demiyor, yuvarlak laflar...
Değerli arkadaşlarım, bakınız, ben size söyleyeyim: 3
800 kişinin alındığı bu sınav sonucunda 2 yakınım girmiş; biri
kayınbiraderimdir, biri de öz yeğenimdir. 3 800 kişinin içinde 2 kişi. Daha
önceleri bu kürsüye gelindi, denildi ki: “Çelik soyadlı 52 yakınınızı da işe
aldınız.” Bu ve benzeri iddialarla gensoru verildi. Bu Çelik soyadlı 52 kişinin
birinin dahi benim birinci dereceden değil, üçüncü, beşinci dereceden yakınım
olduğu burada ispatlanamadı. Yok böyle bir şey!
Bakınız, ben size ilk kez burada söylüyorum: Doğrudur,
bu 3 800 kişinin içinde kayınbiraderim ve yeğenim sınavı kazanmıştır; ama,
Çelik soyadlı -size veriyorum, ne yazık ki aday numarasını tespit imkânım
olmadı- Adem Çelik bu memuriyet sınavına girmiştir ve kazanamamıştır; Çelik
soyadlı yeğenim sınavı kazanamamıştır. Daha sonra açılan işçilik sınavına Çelik
soyadlı bir başka yeğenim olan İlyas Çelik girmiştir, kazanamamıştır.
Dolayısıyla, elbette ki bu sınava, benim ve bürokratların yakınlarının da
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak girme hakkı en az öbürleri kadar var. Bunu
suç olarak görmek, fevkalade ayıptır, siyasetin düzeyini düşürmektir.
Değerli arkadaşlarım, benim yaptığım iş nedir veya bana
yapılan suçlama nedir, onu ifade ettim.
Şimdi, elinizi vicdanınıza koyun. Bir hususu
dikkatlerinize sunmak istiyorum: Şayet bakan olarak, bir sınav açılmış,
sizlerden herhangi biri veya tanıdığımız dostlardan birileri veya partilerden
arkadaşlarımız “şu yakınımız” veya “şu şahıs sınava girecek, yardımcı olabilir
misiniz” diye bana mektup göndermişse, telefon açmışsa, ben de bunu kuruma
göndermişsem, bu suç ise -şimdi, elinizi vicdanınıza koyun- bu suçu hepimiz her
gün onlarca kere işliyoruz. Size, her gün, işsiz olup, işe girmek için
“yardımcı olun” diye müracaat eden onlarca insan yok mu bu ülkede? Var. Siz ne
yapıyorsunuz bunları? İlgili kurumlara gönderiyorsunuz. Alınıp alınmadığı ayrı
bir konu; ama, ne yapıyoruz bunları; ilgili kişilere veya kurumlara
gönderiyoruz. Arkadaşlar, bu suçsa, bu suçu hepimiz her gün işliyoruz; o zaman,
hepimizin Yüce Divana gönderilmesi lazım.
Arkadaşlar, geliniz, siyaseti ayağa düşürmeyin.
Siyaset, bu kadar ucuz yapılacak bir iş değil değerli arkadaşlarım ve siyaset
adamları da bu kadar ucuz iddialarla suçlanacak, karalanacak kadar değersiz
insanlar değildir. Size ifade ediyorum: Kararınız ne olursa olsun, bu iş benim
için sadece şereftir ve hayatımda taşıyacağım şerefle yaptığım bir işlemdir.
(FP sıralarından alkışlar) Kesinlikle, yüksüneceğim, pişman olacağım bir iş
değildir. Ne yapmışız; insanlara bu imtihanla iş verilmiş.
Akrabalarla, partililerle ilgili iddiaların, gerçekle
uzaktan yakından ilgisinin olup olmadığını takdirlerinize bırakıyorum.
Akrabalarla ilgili... Partililerle ilgili de, Sayın Komisyon Başkanı söylediği
için söylemekte fayda görüyorum: Doğrudur, soruşturulan 750 kişinin yüzde 70’i,
değerli arkadaşlarım, Refah Partili olabilir; ama, şunu unutmayın, komisyon,
özellikle -ilgili soruşturma komisyonunu kastetmiyorum, teftiş heyetini
kastediyorum- Cumhuriyet Başsavcılığına gidilerek, 750 kişinin dosyası
incelettiriliyor; hiç böyle bir şey... Size şimdi soruyorum: Hangi sınavda işe
girenlerin, hangi partiye üye olup olmadıkları Cumhuriyet Başsavcılığında
bugüne değin araştırılmıştır; var mı böyle bir şey?! Partizanlığın,
haksızlığın, keyfîliğin, kastın boyutunu bilmeniz bakımından ifade ediyorum ve
özellikle, benim seçim bölgem İzmit’teki bütün işe girenler ve yakınım olduğu
iddia edilen, benim ve diğer bürokratların, bunlar, özellikle götürülerek
değerli arkadaşlarım, özellikle, Refah Partili olduğu iddia edilen 750 kişi
götürülüyor, inceleniyor ve bu 750 kişinin yüzde 50’si veya yüzde 70’i veya
işine son verilenlerin yüzde 70’i Refah Partili çıkıyor.
Burada da ben, pişkinlik gösterip, daha önceki bir
sayın bakanın dediği gibi “Cumhuriyet Halk Partilileri değil de MHP’lileri veya
Refahlıları mı alacaktım” dememişim, dememişim; aksine, sınavın adil
yapılacağına, dürüst yapılacağına, objektiflik ilkelerine uyulacağına o günden
bugüne söyleyerek devam ediyorum ve bu kürsüden de devam ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, şayet, indî mütalaalarla yazılan
raporlarla amel edilerek siyaset yapmaya devam edersek, bana hiçbir şey
yapamazsınız; ama, siyasete, siyaset adamına ve yasama organı olan Türkiye
Büyük Millet Meclisine çok büyük haksızlık edersiniz, çok büyük haksızlık
edersiniz. (FP sıralarından alkışlar) Bizi, başkalarının hırpalamasına gerek
yok; biz, haksız ve yersiz olarak o derece birbirimizi hırpalamaya kalkışmışız
ki, böyle bir yarışa siyaseti sokmuşuz ki, bunun sonu yok, ben size söyleyeyim;
bunun sonu yok. Kararınız ne olursa olsun -ama, ifade ediyorum- bu işlem, benim
için sadece bir şereftir ve bu kürsüde bu konuşmayı, asla, bir savunma
anlamında yapmıyorum, Muhterem Heyetinizi şimdi sunacağım belgelerle, yargı
kararlarıyla ve idarenin kararlarıyla ve Anayasayla sadece sizleri
bilgilendirmeye çalışacağım; asla, bu konuşmayı bir savunma olarak görmeyiniz
lütfen. Allah’a şükürler olsun, ortada savunulacak hiçbir şey yok. Necati
Çelik, ne yaptığını bilen, kendisine güvenen, inanan bir siyaset adamıdır;
geçmişi öyledir, bugünü de böyledir ve Necati Çelik, bu önergeyi veren parti
dahil, bütün partilerin, dün yaptığı görevler itibariyle ilgi odağıdır ve
“siyaseti beraber yapalım” diye teklif alan bir insandır.
Dolayısıyla, değerli arkadaşlarım, dün Necati Çelik’e
güvenen insanların güvenini sarsacak, ne siyasette ne Bakanlığım döneminde en
ufak bir eylemim, en ufak bir faaliyetim olmamıştır Allah’a şükürler olsun;
bunu da huzurlarınızda ifade etmek istiyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, Anayasanın 138 inci
maddesini, izniniz olursa -ilgili cümleleri- aktararak konuşmama devam etmek
istiyorum. Şimdi, bakınız, Anayasanın, 138 inci maddesinin “Mahkemelerin
bağımsızlığı” başlıklı maddesinin bir cümlesi aynen şöyledir:”Görülmekte olan
bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili
soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.”
Devam ediyor:”Yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını
hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bana izafe edilen suçları
sizlere takdim ettim: Görevi kötüye kullanmak, bir; iki, bu kadar tartışması
yapılan sınav hakkında neden soruşturma açmadığı.
Değerli arkadaşlarım, işte Anayasanın 138 inci
maddesi... Soruşturma açamazdım; neden açamazdım, bu sınavın bütün safhaları
yargı denetiminde cereyan etmiştir, geçmiştir.
Bakınız, size tarihlerini, izniniz olursa vereyim.
Yazılı sınav tarihi: 6-7-8 Aralık 1996. Yazılı sınav sonuçlarının ilanı: 20
Aralık 1996. Sözlü sınav tarihi: 23-28 Aralık 1996. Sınava itiraz tarihi: 20 ve
27 Aralık. Daha sözlü sınav yapılmadan, konu yargıya intikal ettiriliyor;
yürütmeyi durdurma talepli ve bütün sonuçlarıyla, sınavın iptali talebiyle dava açılıyor. Sözlü sınav 23
Aralıkta yapılıyor, dava 20 Aralıkta açılıyor.
Değerli arkadaşlarım, dava, yargıya intikal etmiş bir
konuyu... Şimdi yine, sayın bakanların ve siyaset yapan sizlerin çok rahatlıkla
bileceği bir hususu arz etmek istiyorum: Konu yargıya intikal etmiş; yargının
da, beni ve benim dönemimi himaye etmeyeceği çok açık. Şimdi, ben, yargı
kararlarını beklemeyeceğim, bana bağlı olan teftiş kuruluna diyeceğim ki, git
bunu soruştur, bir; bu, yargının çalışmasına müdahale değil midir, iki.
Değerli arkadaşlarım, hangi kişi, hangi bakan,
görevdeyken, teftiş kurulu, o bakan aleyhine rapor hazırlar?! Yani, elinizi
vicdanınıza koyun. Ben, işin hukukî boyutu üzerindeyim, açamazdım. Anayasanın
138 inci maddesi çok açık. Ne var ki, diyelim ki açtım; ama, bilesiniz ki,
açsaydım, bu sefer de, Anayasanın 138 inci maddesini ihlalden suçlanacaktım.
Sayın Komisyon Başkanı ve aleyhime oy veren sayın
üyeler müsterih olsunlar; bu raporu hazırlayanlar veya hazırlatanların hırsları
o derece depreşmiştir ki, sayın komisyon üyelerine hatırlatıyorum, bir köşe
yazısına konu olduğu gibi “asın şu Necati Çelik’i” demediğiniz sürece, bu
insanları tatmin etmeniz mümkün değildir; o ihtirasla ve o hırsla bu raporlar
hazırlattırılmıştır.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, konu yargıya intikal etmiş
dedim. Takdir edersiniz ki, işi, önce yargı boyutuyla işlemekte yarar
görüyorum. Bakınız, söze girerken dedim ki, cumhuriyet tarihinde bu denli yargı
denetimine tabi ikinci bir sınav
Arkadaşlar, bir bilirkişi raporu... Bilirkişi raporunun
bir cümlesini, haklı olarak, sizlere okumak mecburiyetindeyim. Bakınız, bütün
iddialara, bu kürsüde iddia edilen, soruşturma önergesinde ifade edilen,
bakanlık teftiş raporunda ifade edilen bütün suçlamalara karşılık olarak,
bilirkişi diyor ki: “Yukarıda da arz edildiği gibi, sondajlama usulü olarak
seçtiğim yazılı sınav kâğıtlarındaki isimler ile sınavı kazanan listedeki
isimlerin aynı olduğu, puanlarının baraj olarak kabul edilen 70 ve yukarısında
olduğu, tüm sınav kâğıtlarında alınan puanların cevap kâğıdının üst kısmında
yazılı olduğu, puanların cevap anahtarındaki doğru cevaplara göre
değerlendirilerek verildiği, puanlamanın karalama veya çarpı koyma şeklinde
yapıldığı, verilen puanların bu çarpı veya karalamalara uyduğu, her sınav
kâğıdının komisyon üyelerince eksiksiz imzalandığı -yetkili kimselerin değil,
yetkisiz kimselerin diyor iddia sahipleri ve ne yazık ki komisyon başkanı. Bakınız,
bilirkişi raporu- sözlü sınav tutanağındaki puanların aynı kalemle yazılmış
olduğu hususundaki görüşümü tekrar ile puanlarının ilgili hanelerine yazılmış
olduğu ve toplamlarının keza doğru olduğu ve imzalarının da eksiksiz atılmış
olduğuna dair inceleme sonucu elde ettiğim sonuçları yüksek makamın görüş ve
takdirlerine arz ederim.” Konu, cumhuriyet başsavcılığına intikal edince,
cumhuriyet başsavcısı, resen bir karar vermiyor, konuyu bilirkişiye havale
ediyor; bilirkişi raporuna dayanarak da, haklı olarak, cumhuriyet başsavcılığı,
değerli arkadaşlarım, takipsizlik kararı veriyor. Şimdi, ne diyor sayın savcı
takipsizlik kararında: “Sınav yazılı kâğıtlarının bilirkişi tarafından
incelenmesi sonucu düzenlenen raporda, cevap anahtarlarıyla çok kısa bir sürede
okunabileceği, incelenen yazılı kâğıtlarının 70 ve üzerinde puanla
değerlendirildiği, bunun altında puan almış sınavı kazanan kişilerin olmadığı
saptanmış olmasına göre, müsnet iddialarla ilgili CMUK’un 164 ve 165 inci
maddeleri gereğince, kamu adına takibata yer olmadığına karar verildi.”
Değerli arkadaşlarım, şimdi, bir merkezden bu
sınavların bütün sonuçlarıyla iptali yönetildiği için, hemen, başka davalar
gündeme getiriliyor ve üçüncü şahıslar tarafından, Ankara 1 ve Ankara 7.
İdarede ayrı ayrı davalar açılıyor; hep aynı iddialar.
Değerli arkadaşlarım, bu iddialar mahkeme tarafından
inceleniyor ve yine, sadece, birer cümleyle mahkeme kararlarını Muhterem
Heyetin bilgilerine sunmak istiyorum, zamanınızı daha fazla kullanmamak
bakımından. Bakınız, iddia şu... Önce, izin verirseniz, burada da ifade
edildiği için, iddianın bir cümlesini, davacının iddiasına konu ettiği itiraz
hususlarını arz etmek istiyorum: “Davacı, dava konusu sınavın, sınav
kâğıtlarının tahsil durumuna uygun olarak genel kültür kapsamında olacağı
belirtildiği halde, matematik, fizik, kimya, biyoloji gibi konularda da sorular
sorulduğunu, sınavın güvenli bir ortamda yapılmadığını, sınavın objektif
olmadığını, sınava giren adayların hüviyet tespitinin yapılmadığını, sınavın
adil ve eşit şartlar altında yapılmadığını, sınav ertelemenin hepsi,
ertelemenin, yeni duyuruda 15 günlük süreye uyulmadığını, sınava katılacak
adaylar için yaş sınırı konulmadığını, sınav kâğıtlarının okunmadığını, sınav
sonuçlarının 11 günde açıklandığını ve bu sürede tüm kağıtların okunmasının
imkânsız olduğunu, sınavın ÖSYM aracılığıyla yapılması gerektiğini iddialarıyla
iptalini istemektedir” diyor sayın yargıç.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu iddialarla ilgili
-biraz önce dediğim gibi, vaktinizi almamak için- bir cümleyi, kısaca,
huzurlarınızda takdim etmek istiyorum. Sayın yargıç diyor ki: “Dava konusu
sınavın, yasa ve yönetmeliklere uygun, objektif ve eşit koşullarda yapıldığı
sonucuna varıldığından, davalı idare işleminde hukuka aykırılık görülmemiştir.”
Şimdi, değerli arkadaşlarım, Türkiye’de hukukun, en
azından anayasal açıdan, bulunduğunu kabul edersek, uygulamalarda sıkıntılar
olsa bile, biçimsel olarak ve anayasal olarak Türkiye’nin bir hukuk devleti
olduğunu varsayarsak -ki, öyledir- o zaman, burada suç işliyoruz. Anayasanın
138 inci maddesi açıkça ihlal ediliyor. Yargı kararlarıyla sübut bulmuş bir
konunun tartışmasını yaparak, nereye varmaya çalıştığımızın takdirini Muhterem
Heyete bırakmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, bir başka idare
mahkemesi: “Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünün, merkez ve taşra
teşkilatında çalıştırmak üzere, idarî personel alımı için, 6, 7, 8 Aralık 1996
tarihlerinde yapılan yazılı sınavların, usülüne aykırı işlemleri içerdiği,
eşitlik ve adalet ilkesinin gözetilmediği savıyla iptali istenilmektedir. Dava
dosyasının ve işlemle ilgili belgelerin incelenmesinden, sınav ilanının
katılmayı sağlayacak şekilde ve öngörülen yönteme uygun olarak
gerçekleştirildiği, sınavın yapılacağı yerin ve saatin, katılacakların haberdar
olacağı şekilde duyurulduğu, sınav komisyonunun oluşumu ve değerlendirmede
anılan yönetmelik hükümlerine aykırılık bulunmadığı anlaşılmış olup, sınav
salonlarına alınmada meydana gelen aksaklığın ise, objektiflik ve eşitlik
esasını ihlal edecek etki yaratmadığı anlaşılmakla, davanın aksi yöndeki
iddialarına itibar edilmemiştir.
Bu nedenlerle, davanın reddine...”
Değerli arkadaşlarım, işte, elimde dosyalar ve hem
yargının hem idarenin işleme ilişkin raporları. Hepsi ama hepsi, bilaistisna,
sınavların mevzuata uygunluğunu, eşit ve adil şartlarda yapıldığını, objektif
yapıldığını ifade etmektedir.
Değerli arkadaşlarım, hal böyle olunca, gelen ikazlar
da o yönde, sözün fazla uzatılmaması isteniyor; ama, Yüce Divan gibi, yasama
organının en etkili ve en ciddî olması gereken bir müessesesi, bir denetim
müessesesi... Yasalara, mevzuata uygunluğu mahkemelerce tespit edilen, böylesi
sıradan bir konu hakkında, Yüce Divana gitmekle suçlanıyorum. Hal böyle olunca,
hem Muhterem Heyetinizi hem de kamuoyunu aydınlatmak görevimdir diye
düşünüyorum. Bunu lütfen bir zamanaşımı olarak da düşünmeyin.
Değerli arkadaşlarım, yargı kararları bu. Bakınız, bir
başka önemli husus şu: Sosyal Sigortalar Kurumu Hukuk Müşavirliği, haklı
olarak, açılan bu davalara ilişkin savunma yapıyor.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, Sosyal Sigortalar
Kurumu Genel Müdürlüğünün 3 müfettişi, bu sınavların bütünüyle iptal
edilmesini, alınan 3 800 kişinin işine son verilmesini öngören bir rapor
düzenliyor. Bunu, Sosyal Sigortalar Kurumunun Hukuk Müşavirliği çürütüyor,
sadece yargı değil. Sosyal Sigortalar Kurumu Hukuk Müşavirliği, yargıya intikal
eden bu konuda savunma yaparken -aynen yargı kararlarında denildiği gibi- diyor
ki: “Sınavlar, Sosyal Sigortalar Kurumu Sınav Yönetmeliğine ve yasalara uygun
yapılmıştır.” Komisyon üyeleri ya yanıltılmıştır veya bilerek bu beyanda
bulunmuşlardır ve oylarını o istikamette kullanmışlardır.
Değerli arkadaşlarım, Sosyal Sigortalar Kurumu, kendi
sınav yönetmeliğiyle sınavını yapmıştır, genel sınav yönetmeliğine tabi
değildir; sizi yanıltan odur. Genel sınav yönetmeliğine tabi olmadığı için
birkısım şartlar aranmamıştır, doğrudur. Mesela, yaş haddi aranmamıştır; ama,
bu hükümetin açtığı merkezî sınavda da üst yaş sınırı aranmamıştır. Bu konuyu,
Komisyonda da tartıştık. Komisyon Başkanı, ne yazık ki, arandığını ifade
etmiştir; ama, bilgilendirmek bakımından söylüyorum ki, merkezî sınavda üst yaş
sınırı aranmamıştır. Sadece, eleman alacak kurumlar, haklı olarak, kendi
personel yönetmeliğine göre amel ederken, üst yaş sınırı da arayabilmektedir,
olay budur; ama, ben, size dedim ki, ÖSYM’de açılan sınavda üst yaş sınırı
yoktur, ben de koymadım.
Değerli arkadaşlarım, iyi ki de koymadım; ama özel
sektörde, ama kamuda iş bulamayan ve yaşı geçmiş insanlar ölsün mü?! İşsiz
kalmaları, yaşlarının geçmesi onların sorunu mu?! Fakirlikten dolayı veya
kabiliyetlerinden dolayı insanlar okuyamamışsa -eğitim şartı da koymadım birçok
dala; koymadı, daha doğrusu Komisyon; koymadıkları doğru olmuştur- fakir
insanların çocukları ölsün mü?! İşe giremesin, sınava giremesin, sürünsün demek
mümkün mü?! Okuyamamışlarsa onların suçu mu?!
Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla, yapılan işlem baştan
sona doğrudur ve bu doğruluğu hem yargı kararları hem de ifade ettiğim gibi,
Sosyal Sigortalar Kurumu Hukuk Müşavirliği, mahkemeye yaptığı savunmada açıkça
ifade etmiştir.
Bakınız “bu yazılı kâğıtları 11 günde nasıl okundu?”
diyorsunuz Sayın Komisyon Başkanı “nasıl okundu?” diyorsunuz. Bakınız, Hukuk
Müşavirliği diyor ki: “Dava dilekçesinde, sınav kâğıtlarını okuma süresi hesap
edilerek, 52 günde ancak okunabileceği; sonuçların 11 günde açıklandığı iddia
edilmektedir. Personel yönetmeliğinin 37 nci maddesi uyarınca oluşturulan
merkez sınav kurulu, 5 kişiden oluşmaktadır. Sınav, test usulü yapıldığından, her
sınav kâğıdının üstüne cevap kalıbını koymak suretiyle, 1 sınav kâğıdının
değerlendirilmesi 1 dakikadan çok az bir süre tutmaktadır. Bu mekanik işi 5
kişinin yaptığı dikkate alındığında, 11 gün süre bile uzunca bir süre
olmaktadır.” Kim diyor bunu; Sosyal Sigortalar Kurumunun o günkü Hukuk
Müşavirliği.
Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla, yapılan iddiaların
tümü sübjektiftir, indîdir, düşmancadır; huzurlarınızda ifade ediyorum.
Bir başka hukuk müşavirliği raporu... Okumuyorum,
geçiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sosyal Sigortalar Kurumunca,
yapılan bu itirazların bir bölümü dikkate alınarak, komisyon, genel müdürlük
“yanlış yapmayalım” demiş ve Başbakanlığa sormuş, Danıştaya sormuş: “Biz, kendi
sınav yönetmeliğimize mi tabiyiz, genel sınav yönetmeliğine mi tabiyiz.”
Başbakalık Personel Daire Başkanlığı ve -yanlış bilmiyorsam- Danıştay 8.
Dairesi -burada var- demiş ki: “Hayır, siz, kendi sınav yönetmeliğinize
tabisiniz; onunla amel etmek durumundasınız.” Yine, zamanınızı almamak için
geçiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bir başka önemli husus şudur:
Bakınız, aynı dönemin Başbakanlık Teftiş Kurulu da bir rapor hazırlamış, konuyu
soruşturmuş bir rapor hazırlamış. Bu soruşturmayı, elbette, Başbakanlık Teftiş
Kurulu kendiliğinden yapmamış; Başbakanlığa, onlarca şikâyet dilekçesi ulaşmış.
Muhterem Heyetinize, onlarca şikâyet dilekçesinden üçü hakkında bilgi sunmak
istiyorum: Bakınız, değerli arkadaşlarım, Başbakanlık Teftiş Kurulu, bu haklı
müracaatlara dayanarak, konuyu, aynı dönemde, bir kez de kendi incelemiş. Bakınız,
bir memur, Başbakanlığa intikal eden bir şikâyet dilekçesinde ne diyor: “Benim
de ifademe başvuruldu; ifademi alan müfettiş, bana, hangi partiye oy verdiğimi
-bu, müfettişin görevi mi- bu sınavı kimin torpiliyle kazandığımı, üst kademede
kimleri tanıdığımı, beni işten atacaklarını, doğru söylersem işten
atmayacaklarını, benimle, bizimle işlerinin olmadığını, üst kademelerdekilerle
uğraştıklarını...” Bir memur, işini bırakmış... Üst kademe dediği, ben...
Dolayısıyla, değerli arkadaşlarım, soruşturulması gereken ben değil, Bakanlık
teftiş raporunu yazan müfettişlerdir ve gerçekten görevi kötüye kullanma söz
konusudur; ama, ne yazık ki, Türkiye’de sistem tersine işlemektedir.
Başbakanlığa bir başka şikâyet dilekçesi: “Ülkü
Ocaklarıyla, Millî Gençlik Vakfıyla bağlantın var mı?” Adaya soruyor müfettiş,
görevi ya!.. “Ülkü Ocaklarıyla, Millî Gençlik Vakfıyla bağlantın var mı?
Ailemin hangi partiye oy verdiğini, bürokraside kimi tanıdığımı sordular” diye
devam ediyor.
Bir başkası... Tabiî, bu kürsüde, temiz bir dili
kullanma mecburiyetimizin olduğunu biliyorum; ne var ki, Başbakanlığa yapılan
şikâyet dilekçesinde olduğu için, müsamahanıza da güvenerek, Sayın Başkanın da
müsamahasına güvenerek, bu mektupta yer alan bir cümleyi daha bilgilerinize
sunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, çok ağır: “Sonra,
tanımadığım isimleri bana sorarak, bunları tanımadığımı ifade ettiğim halde,
bana -çok affedersiniz, kamuoyundan da özür diliyorum- ‘şerefsiz, eşşoğlueşek,
namussuz, ailenin yüzkarası, yalancı, adi, mikrop, terbiyesiz; ben, bu
müfettişlik sıfatını taşımasam, sana tekme tokat girişirim, seni camdan aşağı
atarım’ gibi ifadelerle...”
Değerli arkadaşlarım, aynen bir engizisyon mahkemesi...
Memur adayları, beş saat odaya kapatılıyor, zarurî ihtiyaçları dahi
karşılatılmadan ayakta sorgulanıyor ve iş veya yalan beyana tercihe zorlanıyor;
ya işten atılacaksınız veya bizim istediğimiz gibi ifadeler vereceksiniz ki,
bizim sizinle bir işimiz yok, sayın bakanı suçlayacağız mantığıyla, bu raporlar
düzenleniyor; bu düzmece raporlar...
Değerli arkadaşlarım, işte, bu şikâyetler üzerine,
zamanın Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz -huzurlarınızda teşekkür ediyorum-
yüzlerce dilekçe Başbakanlığa intikal edince, çok haklı olarak, konuyu,
Başbakanlık Teftiş Kurulunun bir kez daha incelemesini istiyor. Başbakanlık
Teftiş Kurulu bir rapor yazıyor. Yine, ilgili bölümlerini sizlere aktarıyorum;
aynen şunlar deniliyor: Mesela, sınav komisyonunun cezalandırılmasına ilişkin
raporda getirilen önerilerde, haklarında işlem istenilenlerin aleyhine olmak
üzere, sınav komisyonunu asın deniliyor âdeta. Raporda da, onun üzerine
deniliyor ki: “Haklarında işlem istenilenlerin aleyhine olmak üzere, zorlama
yorumlar yapılarak, disiplin suçlarının ağırlaştırıldığı, önerilen disiplin
cezalarına konu fiilerin disiplin yönetmeliklerindeki hükümlerle uyumsuz
olduğu...” Bunlar, sorumsuz bir şekilde bu raporu düzenliyorlar ve -sınav
komisyonuna- sınav veya disiplin yönetmeliğinde olmayan cezalarla tecziyesi
isteniyor bu insanların.
Bakınız, bir başka şey: “Başkanlığımızca, çalışma ve
sosyal güvenlik müfettişlerince, SSK sınavıyla ilgili olarak düzenlenen rapor
konusunda Bakanlık makamı ile Teftiş Kurulu Başkanlığının da söz konusu raporun
birkısım önerilerini eksik bularak katılmamaları hususuyla, Başbakanlık
başmüfettişlerinin yukarıda zikredilen görüş yazıları değerlendirildiğinde,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettişlerince düzenlenen mezkûr raporun
-dikkatlerinizi çekiyorum- kısmen eksiklikler ve yanlış sonuçlar taşıdığının
anlaşıldığı ve eksik işlemlere ve yanlış sonuçlara dayanılarak, anılan
soruşturma raporunun uygulanmasının, ileride ilgili kişileri haksız yere mağdur
edebileceği gibi, yanlış verilen kararların idarî yargı mercilerince iptali
halinde, kusurlu kişilerin, zamanaşımı nedeniyle fiillerinin cezasız kalması
ihtimali olduğu görülmektedir.” Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporu ve “Olur”
Başbakan Sayın Mesut Yılmaz.
Değerli arkadaşlarım, hadise bu iken, konuyu buraya
kadar getirmek ve hakikaten sadece siyaseti ve siyaset kurumlarını yıpratmayı
öngören bir konu hakkında huzurlarınızda bulunduğum için ve sizi meşgul ettiğim
için, üzüntümü ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, bir başka hususta da bilgi
sunarak huzurlarınızdan ayrılmak istiyorum. Sosyal Sigortalar Kurumu
müfettişleri ile Bakanlık müfettişleri; yani, Bakanlık Teftiş Raporunu yazan 6
müfettiş görevlerini kötüye kullanmışlardır, suç işlemişlerdir, yanlı
davranmışlardır ve daha önce, burada, benden önce görülen Mustafa Kul’la ilgili
yazdıkları raporda -izin verirseniz metne bağlı kalmadan, anlam olarak takdim
edeyim- diyorlar ki: “Efendim, SSK Genel Müdürünün, SSK’nın açtığı sınavda ne
sorumluluğu olabilir, müsteşarın ne sorumluğu olabilir, Bakanın ne sorumluğu
olabilir; sorumluluk varsa, sadece sınav komisyonunundur.” Aynı tarihlerde
yazılan bir başka raporda -ama, benimle ilgili, benim dönemimde yapılan
çalışmada- aynı teftiş kurulları diyor ki: “Genel müdür ile müsteşarı işten
atın; Bakanı da Yüce Divanda yargılayın.”
Değerli arkadaşlarım, evet, ortada bir görevi kötüye
kullanma var; ama, bu, bana ait değil, raporları yazan bu sayın müfettişlere
aittir. Varsa şayet böyle bir mekanizma, ben, bu konuşmayı, aynı zamanda bir
suç duyurusu olarak da yapıyorum. Sistem işlemediği için, tabiî, hiç kimse
bunları dikkate almıyor. Ben, bu konuları Başbakanlığa da intikal ettirdim,
Bakanlığa da intikal ettirdim; ama, ne yazık ki, hiç kimse meselenin üzerinde
durmadı.
Değerli arkadaşlarım, bir başka husus da şudur: Burada
da ifade edildi. Gerçekten, Sosyal Sigortalar Kurumu, özel kanuna tabi bir
tüzelkişiliktir. Burada, kanun maddeleri okundu. Değerli sözcülere saygı
duyuyorum. Ne var ki, atladıkları bir konu var.
Değerli arkadaşlarım, elbette ki, bakan, kendine bağlı
kurumların faaliyetlerinden, işlemlerinden sorumludur; ama, bu bir işlem
denetim yetkisi değildir. Benim, bu sınavlarda, ne ilanında ne komisyonun
tayininde ne sonuçların ilanında ne kâğıtların okunmasında hiçbir dahlim
yoktur. Genel Müdürlük, bütün faaliyetlerini kendi organlarıyla yürütür,
Bakanın onayına ve vizesine ihtiyacı yoktur. Bunlar, kanun hükmü. Dolayısıyla,
şimdi, işlemin hiçbir boyutunda dahli bulunmayan, imzası bulunmayan bir kişi
olarak, sorumlu tutuluyorum. Özellikle, Sayın Kul’la ilgili rapor görüşülürken
ifade edildi; deniyor ki: “Efendim, komisyon, haklı olarak, sınav komisyonunu
veya ilgilileri çağırmış; Bakanın sözlü veya yazılı talimatının olmadığını
söylemişler.”
Sayın Başkan, benim, komisyona veya komisyon başkanına,
yazılı ve sözlü talimatımın olmadığını nereden öğrendiniz? Nasıl bu yargıya
vardınız da, beni sorumlu tutuyorsunuz?
Şimdi, gidin, mahkemelere sorun. Komisyon üyeleri,
yargıda -doğrudur- yargılanıyor; bir ceza davası var, yargılanıyorlar. Hangisi,
gidip, Bakan bize yazılı veya sözlü talimat verdi demiş?
Değerli üyeler, burada, ceza davasından bahsettiniz;
ama, ben, size bir gerçeği daha ifade edeyim. Yargı, disiplin cezalarıyla
ilgili bütün suçları affetti; biliyor musunuz? Yargı, sınav komisyonuyla
ilgili, müfettiş raporuna dayanılarak verilen disiplin suçlarının tümünü ortadan
kaldırdı. Kaldırmakla kalmadı, idarî mahkemeler, görevden uzaklaştırılan
arkadaşlarımın tümünü de göreve iade etti. Niye bunlardan bahsetmiyorsunuz da,
sadece devam eden bir ceza davasından bahsediyorsunuz? Bu, iyiniyete, dostluğa,
arkadaşlığa, siyaset adamlığına sığar mı?
İSMAİL AYDINLI (İstanbul) – Hesap ver...
NECATİ ÇELİK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, ben,
hesap veriyorum ve hesabımı da verdiğim kanaatindeyim.
Değerli arkadaşlarım, yargı kararlarıyla, ne sınav
komisyonunu ne bendenizi bu sınavlardan dolayı suçlamak mümkün değildir,
hukuken mümkün değildir. İndî mütalaalarla, konu, buraya kadar getirilmiştir.
Sonucu, elbette ki, Muhterem Heyetiniz, vereceği oylarla sağlayacaktır.
Ben, vereceğiniz karara saygı duyacağımı ve değerli
üyelerin, oylarını kullanırken, komisyonda da ifade ettiğim gibi, bütün bu
bilgiler ışığında vicdanî kanaatleriyle hareket edeceğine inanıyorum.
Sonuç ne olursa olsun, yaptığım işlemde, mevzuata,
hukuka aykırı bir işlemin olmadığını ifadeyle, Muhterem Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum, tahammülünüze teşekkür ediyorum.
Sağ olun, var olun. (FP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.
Sayın milletvekilleri, Meclis soruşturması komisyonunun
raporu üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Raporda, soruşturma açılması istenilmektedir; yani,
komisyon raporu, ilgili bakanın, Yüce Divana sevk edilmesi yönündedir. Bu
nedenle, komisyon raporunu oylarınıza sunacağım.
Anayasanın 100 üncü maddesinin üçüncü fıkrasına ve
İçtüzüğün 112 nci maddesinin altıncı fıkrasına göre, Yüce Divana sevk kararı
alınabilmesi için, üye tamsayısının salt çoğunluğunun kabul oyu; yani, 276
kabul oyu gerekmektedir. Toplantı yetersayısı olmak kaydıyla, açık oylamada,
kabul oyu 276’nın altında olduğu takdirde, Yüce Divana sevk kabul edilmemiş
olacaktır. Oylamaya katılım, toplantı yetersayısı olan 184’ün altında olduğu
takdirde, oylama tekrarlanacaktır. Bu nedenle, oylamayı, açık oylama şeklinde
yapacağım.
İşaretle oylama yaptığımız takdirde, sayımda
güçlüklerle karşılaşılmakta ve sağlıklı sonuç da almak mümkün olmamaktadır.
Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilinin, bu şekilde oylama yapmam
konusunda, bazı arkadaşlarıyla beraber imzalamış olduğu önerge Divandadır. Bu
önerge hakkında bir işlem yapmam mümkün değil. İşaretle oylama, elektronik
cihazla yapıldığı takdirde, sonradan pusulayla oy kullanan üyeler olmakta,
mükerrer oy kullanılıp kullanılmadığı da, bu sebeple anlaşılmamaktadır.
Bu nedenle, ortaya çıkabilecek itiraz ve tereddütlere
meydan vermemek için, ayrıca, bugüne kadarki tüm uygulamalara uygun olarak,
oylama, açık oylama suretiyle yapılacaktır. Bildiğiniz gibi, bu oylamada, hangi
üyenin ne yönde oy kullandığı elektronik cihazla da tespit edilebilmektedir.
Sonradan gönderilen oy pusulalarının mükerrer olup olmadığının kontrolü de, bu
sayede mümkün olacaktır.
Açık oylamanın elektronik cihazla yapılması hususunu
Yüce Heyetinizin oylarına sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Efendim, kabul oyları, hakkında soruşturma açılan Sayın
Bakanın Yüce Divana sevki yönünde kullanılan oylar manasındadır; ret oyları
ise, yine ifade ediyorum, Sayın Bakanın Yüce Divana sevk edilmesinin uygun
olmadığı yolunda değerlendirilecektir.
Oylamayı başlatıyorum ve 3 dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik eski Bakanı Necati Çelik hakkındaki (9/31) esas numaralı Meclis
Soruşturması Komisyonu raporunun yapılan açık oylamasının sonucunu açıklıyorum.
Katılan
Üye : 402
Kabul : 130
Ret : 249
Çekimser : 23
(FP sıralarından alkışlar)
Bu sonuca göre, rapor, Genel Kurulca kabul
edilmemiştir. Böylece, soruşturma komisyonunun raporu reddedilmiş; yani,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı Necati Çelik’in Yüce Divana sevkine
mahal olmadığına karar verilmiştir.
Değerli milletvekilleri, saat 17.30’da toplanmak üzere
birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 17.21
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati
: 17.30
BAŞKAN :
Başkanvekili Nejat ARSEVEN
KÂTİP ÜYELER
: Melda BAYER (Ankara), Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 115 inci Birleşimin İkinci Oturumunu
açıyorum.
Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Bu kısmın 3 üncü sırasında yer alan, 20 nci Yasama
Döneminde Konya Milletvekili Veysel Candan ve 57 arkadaşı tarafından verilen
Petrol Ofisi Anonim Şirketinin (POAŞ) özelleştirilmesinde ihaleye fesat
karıştırdıkları ve usulsüzlük yapmak suretiyle görevlerini kötüye kullandıkları
ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 339 ve 240 ıncı maddelerine uyduğu
iddiasıyla eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Işın Çelebi
haklarında Anayasanın 100 üncü, İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis
soruşturması açılmasına ilişkin önergesi ve Meclis soruşturması komisyonu
raporu üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.
VI. —GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI
VE MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A)
GÖRÜŞMELER(Devam)
3. —20 nci Yasama Döneminde Konya
Milletvekili Veysel Candan ve 57 Arkadaşı Tarafından Verilen Petrolofisi A. Ş.
(POAŞ)’nin Özelleştirilmesinde İhaleye Fesat Karıştırdıkları ve Usulsüzlük
Yapmak Suretiyle Görevlerini Kötüye Kullandıkları ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza
Kanununun 339 ve 240 ıncı Maddelerine Uyduğu İddiasıyla Eski Başbakan Ahmet
Mesut Yılmaz ve Devlet Eski Bakanı Işın Çelebi Haklarında Anayasanın 100 üncü,
İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin
Önergesi ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/32) (S. Sayısı :481) (1)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Meclis soruşturması komisyonunun 481 sıra nolu raporu
daha önce sayın üyelere dağıtılmış ve ilgili eski Başbakana ve eski Bakana
gönderilmiştir.
Rapor üzerindeki görüşmelerde komisyona, şahısları
adına 6 milletvekiline ve hakkında soruşturma açılması istenen eski Başbakana
ve eski Bakana söz verilecektir.
Konuşma süreleri, komisyon için 20 dakika, şahısları
adına söz alan milletvekilleri için 10'ar dakikadır. Son söz, haklarında
soruşturma açılması istenen eski Başbakan ve Bakana ait olup, süresizdir.
Rapor üzerinde söz alan sayın üyelerin isimlerini
okuyorum: Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu, Manisa Milletvekili Ekrem
Pakdemirli, Antalya Milletvekili Salih Çelen, Ankara Milletvekili M. Zeki
Sezer, Karaman Milletvekili Hasan Çalış, Tokat Milletvekili Lütfi Ceylan.
Şimdi, söz sırası, Çorum Milletvekili Sayın Yasin
Hatiboğlu'nda.
Buyurun efendim.
YASİN HATİBOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan, Yüce
Parlamentonun değerli üyeleri; bugünkü mesaimiz öyle anlaşılıyor ki soruşturma
komisyonları.
Soruşturma, Heyetinizin de malumu olduğu üzere, denetim
yollarından birisidir; ama, en etkili denetim yoludur. Üzerinde konuşma
yapacağım rapor, böyle bir denetim yolu kullanılarak hazırlanan rapordur;
dağıtıldığı için malumunuz bulunan (9/32) numaralı Komisyonun 481 sıra sayılı
raporudur.
Burada üç özelliği belki yan yana, birlikte, mütalaa
etmemiz yahut müzakere etmemiz ya da görüşmemiz lazım. Birincisi, önerge ve
önerge sahiplerinin iddiaları; ikincisi, suçlanan zevatın beyanları,
kendilerine isnat edilen fiilin gerçeklik durumu; üçüncüsü de, komisyonun bu
husustaki çalışmaları, müzakereleri ve kararı.
İddia sahipleri Sayın Veysel Candan ve 57 arkadaşı,
Anayasanın kendilerine verdiği, Anayasanın 87 nci maddesiyle kendilerine hatta
yüklenilen denetim görevini yerine getirmek suretiyle, soruşturma açılmasını
talep etmiş ve heyetiniz de uygun görerek, bir komisyon teşkil etmiştir.
Bendeniz, o komisyonun üyelerindenim. Sabık Başbakan Sayın Mesut Yılmaz ve yine
sabık Devlet Bakanı Sayın Işın Çelebi, komisyonumuzun davetine icabetle, bu
konudaki kendi görüşlerini arz ve ifade etmişlerdir.
Değerli milletvekilleri, soruşturma komisyonları ve
soruşturma yolu, diğer denetim yollarından farklıdır demiştim. Hepinizin
bildiği üzere, soru, Meclis araştırması, genel görüşme, gensoru ve Meclis
soruşturması olmak üzere 5 ayrı denetim yolu vardır. Dikkat edilirse, İçtüzüğün
belirlediği ölçüler göz önüne alındığı zaman görülür ki, hem bu denetim
yollarını tahrik edebilmek için yöntemler farklıdır hem de denetim neticesinde
verilen kararın neticesi farklıdır. Soruyu, 1 sayın üye tevcih edebilir,
araştırma için 20 üye kâfidir, genel görüşme için 20 üye kâfidir, gensoru için
de öyle; yani, hükümetin ya da bir sayın bakanın düşürülmesine badi ve bâis
olacak bir gensoru için 20 üye yeterli olduğu halde, soruşturma önergesinin
işleme konulabilmesi için, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının onda
1'ine, yani 55 imzaya ihtiyaç vardır. Yani, daha başından itibaren soruşturma
yolu çok ciddî bir yoldur. Hiçbir komisyona, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun,
savcılara, hazırlık tahkikatını hazırlayanlara verdiği yetki verilmemişken,
soruşturma komisyonuna bu yetki verilmiştir. Soruşturma komisyonu arzu ederse,
gerekçelerini koymak suretiyle tutuklama isteyebilir; gerekçelerini koymak
suretiyle zapt kararı aldırabilir. Soruşturma komisyonu, gerekçesini ortaya
koymak suretiyle, müsadere kararı alır; yani, zapt altında tutmak üzere
müsadere kararı alabilir. Yani, bu kadar önemli bir kuruluştur soruşturma
komisyonu.
O halde, şimdi, önerge veren Sayın Candan ve 57
arkadaşımız, haklarını kullanarak bu yolu kullanmışlardır. Sayın Mesut Yılmaz
ve Sayın Işın Çelebi, haklarını kullanarak savunmalarını yapmışlardır. Peki,
biz, komisyon olarak ne yaptık? İşte, benim muhalefetim orayadır. Komisyon,
toplanmaması lazım gelen bir günde toplantı yapmıştır. Nedir o? İçtüzük diyor
ki, toplantının yapılmadığı gün, yani ara verme halinde komisyonlar toplanamaz.
5 inci ayın 4'ünde biz bir toplantı yaptık; komisyonda, bendenizin itirazı
oldu; dedim ki, siz bugün toplanamazsınız; niye toplanamazsınız; çünkü, Türkiye
Büyük Millet Meclisi toplanmama kararı aldı.
Peki efendim, hiç mi çalışmaz komisyonlar; çalışır.
Sayın Başkan, hangi komisyonun çalışacağını belirler, Genel Kurulun bilgisine
sunar, Genel Kuruldan izin alır, Meclis toplantılara ara vermiş olmasına
rağmen, komisyon o gün çalışabilir. Böyle bir işlem var mı; hayır, böyle bir
işlem yok. O halde, komisyon toplanamaz, yaptığınız işlem batıldır diye bir
önergem de oldu. Önerge oylandı "kabul edenler_ Kabul etmeyenler_"
denildi, kabul edildi mi kabul edilmedi mi, tutanakları inceliyoruz, tespiti
yok. Yani, komisyon fevkalade, dikkatsiz bir çalışma yapmıştır.
Değerli milletvekilleri, önergedeki sevk maddesi,
240'tır, görevi kötüye kullanmadır. Biz inceledik, görevi kötüye kullanmada
kasıt vardır; kasıt olmalıdır ki, görev kötüye kullanılmış olsun. Biz buna,
manevî unsur ya da kastı cürmi diyoruz hukukta. Peki, görevi kötüye kullanma
yoksa, görevi ihmal, yani vazifeyi yerine getirmede ihmal ve terahi -eskilerin
deyimiyle- mümkün müdür; muhtemeldir; ama, bütün araştırmalarımızda gördük ki,
benim şahsen erdiğim kanaat şudur ki, görevi kötüye kullanma yoktur; ama, ihmal
olabilir mi, varsayınız ki ihmal oldu; ee şimdi, İçtüzük diyor ki, Anayasa
diyor ki, önerge hazırlanırken, hangi maddeye müsteniden sevk ediliyorsa, o
madde yazılır. Peki, biz, görevi kötüye kullanma yazmışız; ama, bütün
tahkikattan sonra görüyoruz ki, muhtemelen, görevi ihmal olabilir mi; vardır
demiyorum, olabilir mi...
Peki, bu halde ne yapacağız; bana sorarsanız, bir
hukukçu olarak ifade ediyorum ki, daha, böyle bir önerge gelirken, Genel Kurul
bunu işleme almamalıydı. Bir başka sebepten de almamalıydı; o du şudur: 4046
sayılı Özelleştirme Yasasının 3 üncü maddesinde deniliyor ki:
"Özelleştirme Yüksek Kurulu, kararlarını ittifakla alır." İttifakla
karar alınıyorsa, o zaman, müşterek ve birlikte sorumluluk söz konusudur. Ee,
siz, 6 sayın üyeden 2 tanesini seçer, Yüce Divana sevk etmeyi isterseniz yahut
hakkında soruşturma kurulu kurulmasını ister, 4'ünü bir kenarda korsanız, bu,
hukuka uygun olmaz. Benzer uygulama da yok bu konuda. Onun için, bendeniz,
komisyonda ısrar ettim; yapmayın, bir bilirkişiye sevk edelim; örneğimiz yok
önümüzde, hem de ceza hukukunda uzman bir heyete gönderelim; diyelim ki,
ittifakla karar almaya mecbur olan bir heyeti, Parlamento ikiye bölebilir mi?
Bana sorarsanız, bölemez. Niye bölemez; çünkü, kanun, birlikte sorumluluk
esasını getiriyor. Genel Kurul, bir kararla, Sayın Yılmaz ile Sayın Işın
Çelebi'yi, efendim, biz, bunları bir soruşturalım diyebilir mi; yani, bir
kararla, kanun hükmünü ilga edebilir mi? Bana sorarsanız, edemez; çünkü,
kanunun yapım gerekçesi, yöntemi, usulü başkadır, kararın alınış usulü, yöntemi
başkadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, mikrofonunuzu açıyorum; lütfen,
tamamlayın.
Buyurun.
YASİN HATİBOĞLU (Devamla) – Peki efendim.
İşte, bütün bunlardan dolayı, tatmin olmadığımı; bundan
dolayı, bir hukukçu olarak, komisyonun sorumluluk hisseden diğer üyeleri gibi,
sorumluluk hisseden bir üyesi olarak, mutmain olamadığımı; bundan dolayı, bir
bilirkişinin meseleyi görmesi lazım geldiğini arz ve ifade ettim; ama,
maalesef, bazen "demokraside usul bu, kaldıralım, sayalım, bir bakalım,
kim fazla" deniyor; kaldırılıyor, sayılıyor; fazla olan da, işte, bizi,
tutuyor buraya getiriyor ve beni de kürsüye çıkarıyor. Halbuki, bir bilirkişiye
gitseydi, bu yol da açılmış, önümüz açılmış olurdu. Bundan sonra ne
yapabilirdik?
Şimdi, gerçekten merak ediyorum. Yani, kanun çok açık;
özelleştirme için yapılmış özel kanun, özel hüküm "birlikte
sorumludurlar" diyor. Peki, biz, 2'sini nasıl ayıracağız; onları sorumlu
tutup, 4'ünü tutmayacağız? Ben, hepsini birden sorumlu tutalım diye söylüyor
değilim. Bu ayırmayı Genel Kurul yapamaz, önergeyi reddetmesi lazımdı ya da önerge
sahiplerine, önergeyi iade ettirmek suretiyle hem de uyararak -çünkü,
İçtüzüğümüzde hükümler var- sayın üye, bunu düzeltin demeliydi. Bunların
hiçbirisi yerine getirilmemiştir. Dolayısıyla, benim muhalefet şerhim bunlara
dayalıdır. Yani, komisyonun çalışma yöntemine, komisyonun hazırladığı rapora
muhalefet ettim; yoksa, inceleme esnasında gördük ki, Ankara 2 numaralı İdare
Mahkemesinin bu yapılan işlemlerde hukuka aykırılığın olmadığı hususu tespit
edilmiş. Ankara 6 numaralı İdare Mahkemesinin verdiği iptal kararı var.
Danıştayın, eski ifadesiyle Şûrayi Devlet; yani, istişare, danışmanlık
mahiyetinde kendisinden sual sorulmuş. O da, cevap verirken, mütalaa verirken,
4056 sayılı Yasanın 7 nci maddesine uyulması lazım geldiğini ifade etmişti;
bütün tereddütlerimiz buradaydı; yoksa, benim şahsî kanaatim, önergede sevk
maddesi olarak gösterilen, görünen 240 ncı maddeyi muhil bir halin olmadığı
kanaatini taşıyorum.
Başkanlığa ve Heyetinize saygı sunuyorum efendim. (FP
ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Hatiboğlu.
İkinci söz, Manisa Milletvekili Sayın Ekrem
Pakdemirli'ye aittir.
Buyurun Sayın Pakdemirli. (ANAP sıralarından alkışlar)
EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli
üyeler; 481 sıra sayılı ve (9/32) esas numaralı Meclis soruşturması komisyonu
raporu hakkında şahsî görüşlerimi sunmak için huzurunuzdayım; sözlerime
başlarken, Yüce Meclise, sizlere saygılarımı sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, soruşturma komisyonu,
kamuoyunda, kısaca, POAŞ'ın özelleştirilmesinde ihaleye fesat karıştırılmakla
devletin zarara uğratıldığı gerekçesiyle eski Başbakan Sayın Mesut Yılmaz ve
Devlet eski Bakanı Sayın Işın Çelebi'nin Türk Ceza Kanununun 240 ve 339 uncu
maddeleri çerçevesinde Yüce Divana sevk istemi olarak bilinmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; onbeş yıldır
özelleştirme yapmaya çalışıyoruz, hâlâ işin yarısına gelemedik. 1990'dan sonra
özelleştirme yapmaya başlayan Almanya, doğu bloku ülkeleri konuyu bitirerek
kapatmışlardır; biz ise, hâlâ, engelleme çabası içindeyiz. Durumumuzdan muazzep
olmamak mümkün mü?!
Değerli milletvekilleri, bu soruşturma önergesi,
soruşturma müessesesinin nasıl dejenere edildiğinin tipik bir örneğidir.
Öncelikle, önergedeki yargılar, fiktif ve sanaldır. Bu ihaleyle devlet zarara
uğratılmıştır suçlamasının dayanağını bulmak mümkün değildir.
Özelleştirme Yüksek Kurulu üyeleri 6 kişidir
-beyefendinin biraz evvel ifade ettiği gibi- başkanı, Başbakandır. Bu işlemden
dolayı, Özelleştirme Yüksek Kurulunun sadece başkanını ve 1 üyesini suçlamak
mümkün değildir. Karar, 6 üyeli kurul tarafından alınmıştır. İhaleye fesat
karıştırma ise, havada kalan bir suçlamadır. İhale, Özelleştirme İdaresi
tarafından, yazılı ve görsel basına açık olarak yapılmış ve en yüksek değer
veren 3 şirket, Özelleştirme Yüksek Kuruluna sunulmuş; kurul, kendi sağlam
gerekçeleriyle, ihaleyi, üçüncü gelen gruba, birinci grubun fiyatına
verilmesini onaylamıştır; bu tercihi, 4046 sayılı Özelleştirme Kanununun 2 nci
maddesini göz önünde bulundurarak yapmıştır; bu maddenin (e) fıkrası aynen
şöyle: "Mülkiyetin yaygınlığı yanı sıra, yönetim sorumluluk ve yetkilerini
üstlenebilecek ortak grubunun temini..." Yani, Özelleştirme Yüksek
Kuruluna diyor ki, özelleştireceğiniz firmayı ararken, bunları bunları da göz
önüne alın. 6 kişilik heyet bunları da göz önüne alıyor ve "bunu, devletin
zararı olmaksızın, en fazla fiyat veren kişinin fiyatına çıkararak verdim"
diyor.
Şimdi, bu maddeye dayanan kurul, devletin zararı
olmayacak biçimde bir işlem yapmıştır; bu işlemden sonra devlet zarara
uğramıştır demek mümkün değil. Aksi halde, o önergeyi, çok çabuk, kapının
arkasında, bir şey bulabilir miyiz acaba, belki de bir şey tutar hevesiyle
verilmiş bir önerge olarak görmemek mümkün değildir.
Bu gibi suçlamaların, maalesef, 1991 yılından sonra
uluorta olarak, mesnetsiz, hatta mantıksız olarak verilen soruşturma
önergelerinin bir devamı olduğunu görüyoruz. 1991 yılından sonra soruşturma
komisyonu kurmayı moda haline getirenler, bu komisyonlara çıkmamak için her
türlü yola ve çareye başvurmuşlardır hatırlarsınız. Birkaç dokümanı bir dosyaya
koyup, bir çamur atalım, nasıl olsa izi kalır mantığı, bizi hiçbir yere
götürmez, sistemi de dejenere eder.
1998 yılında 57 milletvekilinin ortaklaşa verdiği
soruşturma önergesinin, maalesef, içeriği olmayan, parlamenter sistemin itibar
aşınmasına katkı yapan bir önerge olduğunu ifade etmek istiyorum. Bu önergeyi
tenkit için bir fıkra anlatmak isterim: Kendini bilgiç olarak plase eden bir
zat, diğerine, kurban ibadetinin nasıl başladığını anlatmak ister ve der ki: "Peygamberimiz,
Allah'a ibadet olarak, kızını deniz kenarında kurban etmek ister. Allah, gökten
bir keçi göndererek çocukların kurban edilmemesini emreder." Bu anlatış
biçimi muhatabı şaşırtır; bu kıssanın neresi doğru?! Önce, konunun ilgilisi,
Hz. Muhammet değil, Hazreti İbrahim; olay, deniz kenarında değil, dağda; kurban
edilecek olan, kız çocuğu değil, erkek çocuğu; kurban olarak gönderilen, keçi
değil, bir koçtur. Yani, bu benzetmede ne kadar tersine şeyler varsa, bu
önergede de aynen var; ne söylendiyse tam tersine... İşte bu önergenin neresi
doğru diye bir soru sorarsanız; cevap, maalesef, hiçbiri, hiçbir tarafı
şeklindedir.
Şimdi, sırasıyla soruşturmanın gerekçelerini
cevaplandıralım:
1. "POAŞ'ın satışa esas olan değerlendirmesi
sağlıklı yapılmamıştır" deniliyor; el insaf!.. Bir halk tabiri var
biliyorsunuz bu şekilde... POAŞ'ın özelleştirilmesinde, bankacılıkta ve
özelleştirmede dünyada ilk üçe giren Chase Manhattan Bank, müşavirlik yapmış,
değerlendirmede bulunmuş, fiyat biçmiş, yol göstermiş; yani, daha nasıl
yapılacaktı?!
2. "POAŞ
özelleştirmesinde altyapı eksiklikleri var" deniliyor. Bu düşünce de
tamamen yanlış; çünkü, POAŞ'ın özelleştirme kararı 1990 yılında alınmış, on
yıldan beri POAŞ özelleştirilecek, bununla ilgili her türlü çalışma yapılmış,
1994 yılında da özelleştirme stratejisi tespit edilmiş, 4046 sayılı Yasaya
uygun biçimde de Mart 1998 tarihinde ihale komisyonu tespit edilmiş, bu işi en
iyi bilen bir banka, müşavirliği yapmış ve hâlâ diyoruz ki "eksiklerimiz
var." Türkiye o zaman hiçbir zaman eksiğini tamamlayamaz; bunları da
yaptıysa ve hâlâ "eksiklikler var" deniliyorsa, bir yerde yanlışlık
var.
3.
"POAŞ'ın tek başına özelleştirilmesi, TÜPRAŞ, TPAO ve BOTAŞ'a zarar
vermiştir" deniliyor; tam tersine, bu sav tamamen yanlıştır. POAŞ'ın özelleştirilmesi,
TÜPRAŞ'ın değerini artırır, azaltmaz; TPAO'nun değerini artırır, azaltmaz;
çünkü, haksız rekabeti ortadan kaldırır ve TÜPRAŞ ayrıcalıklı bir fiyat
politikası uygulama zorunda kalmaz.
4. "4046
sayılı Kanunun emrettiği şeffaflıkta bir ihale yapılmamıştır" deniliyor.
Halbuki, ihalenin bütün safhaları şeffaf; son yarışmaya layık görülen üç firma
arasındaki tercihi Özelleştirme Yüksek Kurulu yapıyor; yani, Özelleştirme
Başkanlığı birçok firmayı inceliyor inceliyor, sonra "3 taneyi ben götüreyim Özelleştirme Yüksek Kurulunun
takdirine sunayım" diyor. Birinci gelen firma 1 milyar 160 milyon dolar,
ikinci firma 1 milyar 150 milyon dolar, üçüncü firma da 1 milyar 110 milyon
dolar teklif vermiştir. Tercih edilen üçüncü firma, fiyatını birincinin
değerine çıkarmak şartına tabi tutulmuştur. Bu tercihten dolayı zarara
uğradığını düşenen firma yargıya gidiyor, dava açıyor. Yargı "ihalede
hukuka aykırı bir yön yoktur" diyor ve hüküm kesinleşiyor. Bir başka
arkadaş bir daha yargıya gidiyor, aynı karar elde ediliyor; yani, iki yargı
kararı var ve "hukuken herhangi bir eksikliği yoktur, POAŞ ihalesi hukuka
uygun yapılmıştır" deniliyor; ama, biz "hayır yapılmamıştır"
diyoruz, 57 arkadaşımız imza veriyor, bu denetim mekanizmasını çalıştırıyoruz.
Eğer İhale Kanununun emrettiği şeffaflıkta yapılmamış olsaydı, yargı ihaleyi
iptal ederdi arkadaşlar.
Aradan geçen bir yıla yakın zaman sonra yapılan ikinci
ihale de, birinci ihale fiyatına yakın bitmiştir. Eğer, 1 milyar 160'a yüzde 8
bir faiz koyarsanız, bu yıl yapılan ihalenin tam bedeline ulaşıyorsunuz. O
halde, bunun neresinde eksiklik var, neresinde şeffaf olmayan bir taraf var?!
5. Bir diğer iddia da "POAŞ özelleştirmesinde
stratejik önem dikkate alınmamış ve altın hisse 5 yıl süreyle
korunmuştur." Yani, bu mantıkla giderseniz, hiçbir şeyi özelleştirmemek
lazım. "Aman bu stratejiktir, bakın, çünkü, dağıtacak..." Bu kadar
petrol dağıtım şirketleri var, bir tanesi vermezse, ötekinden alacaksınız.
Sonra, yarın öbür gün, maazallah, öyle bir şey oldu, bir Mehmetçik'i dikersin
"yasak hemşerim" dediği zaman, zaten bitmiştir. Onun için, verilen bu
önergede bütün savlar...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
EKREM PAKDEMİRLİ (Devamla) – Sayın Başkan, müsaade eder
misiniz.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Pakdemirli, lütfen, tamamlayın
efendim.
EKREM PAKDEMİRLİ ((Devamla) – Değerli arkadaşlar,
verilen bu önergedeki bütün savlar, fevkalade acele hazırlanmış; sadece bir şey
olursa, yani bir ihtimal, ufak bir ihtimal, bakarsınız o günkü dengeler altında
bir şey de çıkar, çıkarsa da, biz de bundan siyaseten faydalanırız demenin
ötesinde bir şey yoktur ve büyük bir çoğunluğun, yani komisyonun büyük bir
çoğunluğunun paylaştığı biçimde, ne Sayın Mesut Yılmaz'ın ne de Sayın Işın
Çelebi'nin, bu konuda, herhangi bir ihmali veya suiniyeti yoktur; fevkalede
güzel bir şekilde devletin menfaatları korunarak yapılmış bir şeydir.
Burada 339'a göre sevk meselesini de anlamak mümkün
değildir; hukukçular varsa, gelsinler desinler ki "bakınız, 339 şöyle bir
maddedir, buna göre de sevk istenmiştir" ama, demek ki, aceleyle
yazılırken savlar da aceleye gelmiş, Ceza Kanununun maddeleri de aceleye gelmiş
ve böylece yanlış bir karar verilmiştir.
Bu karara saygılı olarak, yani, Komisyonun kararına
saygılı olarak, sizlerden, karar doğru bir karar olduğu için, vicdanî bir
kanaate sahip olmanızı temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum efendim.
(ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Pakdemirli.
Üçüncü söz, Antalya Milletvekili Sayın Salih Çelen'in;
buyurun Sayın Çelen.
SALİH ÇELEN (Antalya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(9/32) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunda
20 nci Yasama Döneminde Konya Mlilletvekili Sayın Veysel Candan ve 57 arkadaşı
tarafından verilen Petrolofisi AŞ (POAŞ)'nin özelleştirilmesinde ihaleye fesat
karıştırdıkları ve usulsüzlük yapmak suretiyle görevlerini kötüye kullandıkları
ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 339 uncu ve 240 ıncı maddelerine uyduğu
iddiasıyla dönemin Başbakanı Sayın A. Mesut Yılmaz ve Devlet Bakanı Sayın Işın
Çelebi haklarında Anayasanın 100 üncü maddesi ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri
uyarınca bir Meclis soruşturması açılmış; o soruşturmayla ilgili olarak ben de
söz almış bulunmaktayım.
Değerli milletvekilleri, hepimiz biliyoruz ki,
soruşturma müessesesi Anayasamızın 100 üncü maddesinde düzenlenmiş olup,
soruşturma, yasama organının denetim görevlerindendir; ancak, hepimizin bildiği
gibi, bu denetim görevi ülkemizde yozlaştırılmış, hukukî ve vicdanî olmaktan
çıkmış, gerçeğe tamamen aykırı olarak siyasîleştirilmiştir. Kurum, soruşturma
müessesesi tefessüh etmiştir. Bu anlamda, parmak indirilip parmak kaldırılmak
suretiyle, parmaklarla kişiler suçlanmış, parmakla kişiler suçlu olmaktan
çıkarılmıştır. İşin ilginç tarafı ise, maalesef, bu kirli iş, hep temiz siyaset
adına yapılmıştır. Mesela, şaibeli olduğu konusunda çok açık delil olan
dosyalarda Yüce Divana sevk edilmesine gerek olmadığı şeklinde karar verilmiş
olmasına rağmen, yargının en üst kurumlarınca verilmiş müspet kararlara rağmen
örtülü ödenek dosyasında dönemin Sayın Başbakanı hakkında Yüce Divana sevk
kararı verilmiştir; hem de, örtülü ödenek konusunda daha önce Yüce Meclisimizde
de soruşturma yapılmış ve Yüce Divana sevk olmadığına ilişkin karar verilmiş
olmasına rağmen.
Örtülü ödenekle ilgili olarak soruşturulan konuda
verilen yargı kararları nelerdir? İsterseniz, ben, onları da size kısaca
söyleyeyim:
Öncelikle, Ankara mahkemelerinde, daha önceden Sayın
Tansu Çiller hakkında örtülü ödenek dosyasıyla ilgili olarak ceza davası
açılmış. Açılan davada, ceza mahkemesi, delilleri toplamış, yargılama yapmış;
usulünce yargıladıktan sonra, sanık hakkında mahkûmiyet kararı vermiş; Sayın
Başbakan hakkında ise, herhangi bir kusurunun, kastının, suç teşkil eden
fiilinin olmadığına karar vermiştir. Ankara ceza mahkemesinin bu kararı
üzerine, karar temyiz edilmiş, dosya Yargıtaya gelmiştir. Bu, Yargıtayda da, bu
konuda en uzman olan, daha doğrusu, Türkiye genelindeki bütün ilçelerden,
illerden verilen kararların toplandığı, bu suçla ilgili yargılamanın nihaî
olarak sonuca bağlandığı, karara bağlandığı daireye gelmiş. Yargıtay 6. Ceza
Dairesi de, yargılamayı yapmak suretiyle ve konuyu uzun uzadıya tartışmak
suretiyle, dönemin Başbakanı Sayın Tansu Çiller hakkında, suçlu olmadığına,
kusurunun, kastının, suç teşkil eden fiilinin olmadığına karar vermiştir. Sayın
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, bu karar üzerine -herhalde yeterli tatmin
olmamış ki- Ceza Genel Kurulu nezdinde bu karara itiraz etmiştir; yani, konunun
uzmanı olan Yargıtay 6. Ceza Dairesinin kararına Yargıtay Ceza Genel Kurulu
nezdinde itiraz etmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu da, bilindiği üzere,
Yargıtayın en üst kuruluşudur; yani, suç hukukuyla, suçla ilgili konuda en üst
kuruluşudur. Yargıtay Ceza Genel Kurulu da, Sayın Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısının yapmış olduğu bu itirazı reddetmiştir.
Şu hale göre, Yargıtayda, üst mahkemelerde, çeşitli
kurullarda yargılandıktan sonra aklanan, suçlu olmadığına karar verilen Sayın
Tansu Çiller hakkında, soruşturma komisyonumuz, siyasî nedenlerle, Yüce Divana
sevkine karar vermiştir. Artık, yargıya saygı ilkesi gereği, aslında, bu
şekilde karar verilmemesi gerekliydi; ancak, bu da yetmemiş, Ceza Genel
Kurulunun kararından sonra, dönemin Başbakanı Sayın Tansu Çiller hakkında bir
de alacak davası açmıştır. Açılan alacak davası da Ankara mahkemelerinde
görüşülmüş ve neticede, Sayın Tansu Çiller'in bu davada suçlu olmadığına,
kusurunun olmadığına, kendisinden herhangi bir talepte bulunulamayacağına
hükmetmiştir, açılan davanın reddine karar vermiştir. Kararlar tabiî ki
elimdedir, her ikisi de... Mesela, ceza davasında "yasa maddesinde
öngörülen haksız menfaatın hangi amaç ileri sürülerek sağlandığı dosya
içeriğine göre kesinlikle tespit edilememiştir" denilmiş. Hukuk
mahkemesinde ise, "davalıların -yani, Prof. Dr. Sayın Tansu Çiller'in-
kasıt ve kusurlarının olmadığı ve davaya konu parayı, davalının partisi veya
ailesinin çıkarı için harcamadığı sabit olmakla, davaya konu paranın iadesiyle
ilgili açılan davanın reddine" dair karar verilmiş ve bugünkü basına da
yansıdığı şekilde, bugünkü gazetelerde de olduğu üzere, Yargıtay 4. Hukuk
Dairesi, bu kararı onamıştır. Yani, ceza davasının yanında, hukuk davasında da,
Yargıtay, en üst mahkeme olarak, Sayın Tansu Çiller'in kusurlu olmadığına,
herhangi bir kusurunun olmadığına ve aynen "davalının bir özensizlik, bir
ihmal ve bir teseyyüp gösterdiği düşünülemez" şeklinde karar vermiştir.
Yine, diğer taraftan, aynı mahkeme "davalının,
parayı, partisi, kendisi ve ailesinin menfaatı için harcamadığını da"
dosya kapsamından, dosya içine giren 9. Ağır Ceza Mahkemesi dosyasından, tanık
ifadelerinden, Yargıtay 6. Ceza Dairesi ve Ceza Genel Kurulu dosyalarından
sabit olmakla "davacının davasının -yani, Başbakanlığın, Sayın Tansu
Çiller hakkında açmış olduğu davanın- reddine karar vermek gerektiği sonuç ve
kanısına varılmıştır" demiştir.
Şimdi, Ankara Mahkemesinin kararı, Yargıtay 4. Hukuk
Dairesinin bu konu hakkındaki kararı, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin kararı,
Yargıtay 6. Ceza Dairesinin kararı ve en üst merci olarak da, Yargıtay Ceza
Genel Kurulunun kararları karşısında, bu kararlarla aklanmış bir kişi hakkında
verilen Yüce Divana sevk kararının doğru olmadığı, siyasî olduğu kanaatindeyiz
ve bu, çok açıkça ortadadır.
Şimdi, Doğru Yol Partisi olarak, biz, 1997 yılının Ocak
ayında Anayasanın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi için ve 1997 yılının da
Aralık ayında Anayasanın 100 üncü maddesinin değiştirilmesi için önerge
hazırlamış ve çeşitli -o günün genel başkanları nezdinde- destek arayışlarına
girmiştik. Ancak, maaselef, o gün bize destek verilmediği için o Anayasa
değişiklikleri gerçekleştirilemedi ve bunun sonucunda da, maalesef, bugünkü
noktaya gelindi. Keşke biz bu desteği o gün alabilseydik, keşke, Anayol
Hükümeti zamanında hatalar yapılmasaydı, bugünkü yanlışlıklar şeklinde
yanlışlar yapılmasaydı da, milletimiz bu sıkıntıları çekmeseydi diye
düşünüyoruz. Maalesef, o günkü çabalarımız sonuç vermemiş, aradığımız destek
bulunamamış ve dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili Anayasanın 83 üncü
maddesi ile Anayasanın 100 üncü maddesinde düzenlenen soruşturmayla ilgili
değişiklikler yapılamadığı için bugünkü noktaya gelinmiştir. Ancak, bizim
yıllarca önce söylediğimiz konunun, bugün, başta Sayın Başbakanımız olmak üzere
çeşitli siyasî partilerimizin genel başkanları tarafından da kabul görmüş
olmasının, bir ilerleme, bir gelişme olduğu kanaatindeyiz. İnşallah, bundan
sonra, bu şekilde yanlışlık olmayacak diye düşünüyoruz.
Nitekim, biz, yargı kararlarına, yargı ilkelerine sadık
kaldığımız için olacak, soruşturma komisyonlarında, yargı kararları olan
dosyalarla ilgili kişiler lehinde oy kullanmıştık değerli milletvekilleri.
Nitekim, bunlar basına da yansıdığı üzere; örneğin, turizm alanlarıyla ilgili
soruşturma komisyonunda, 15'e sıfır gibi büyük çoğunlukla Sayın Mesut Yılmaz
hakkında soruşturmaya gerek olmadığına, daha doğrusu, Yüce Divana sevke gerek
olmadığına karar verilmiştir. Keşke, bunda olduğu gibi, Sayın Tansu Çiller
hakkında da Yüce Divana gerek olmadığı şeklinde karar çıksaydı; keşke, yargı
ilkelerine bağlı kalınarak, Anayasaya bağlı kalınarak, yargı kararlarına uygun
davranılabilseydi; keşke, Anayasanın 138 inci maddesinde anılan, yargı
kararlarının, yürütmeyi, yasamayı bağladığına inanılarak, ayrıca yargıya gitsin
de, aklansın, gelsin denilmemek suretiyle, bu ilkelere bağlı kalınarak karar
verilmiş olsaydı ve Yüce Divana sevk kararı çıkmasaydı diye düşünüyoruz.
Nitekim, değerli milletvekilleri, çetelerle ilgili
soruşturmada da, Sayın Mesut Yılmaz hakkında herhangi bir yargı kararı
olmamasına rağmen, Sayın Eyüp Aşık ile ilgili bir yargı kararı olduğu içindir
ki, biz, Yüce Divana gitmesine gerek olmadığı kanaatindeyiz ve o şekilde oy
kullandık.
Neyse, sözlerimi daha fazla uzatmayacağım; çünkü,
süremin de sonuna geldim.
Biz, Doğru Yol Partisi olarak, 1996'da, 1997'de ne
söylemişsek, bugün de aynı şeyleri söylüyoruz. O gün bize siyasî nedenlerle
destek vermeyenlerle bugün aynı noktaya gelmiş olmaktan dolayı da mutluyuz.
Şu bilinmelidir ki, biz, Doğru Yol Partisi olarak,
çizgimizden hiçbir zaman sapmadık; dün ne demişsek, bugün de aynı şeyleri
söylemekteyiz; doğru yolumuzda, dosdoğru yürüyoruz. Yıllarca önce
söylediklerimizin doğru olduğunun bugün dahi olsa anlaşılmış olması, bizim
doğru yolda olduğumuzu göstermektedir.
Ben, bu duygu ve düşüncelerle, değerli
milletvekillerimizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelen.
Ankara Milletvekili Sayın Zeki Sezer; buyurun efendim.
(DSP sıralarından alkışlar)
M. ZEKİ SEZER (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayın Veysel Candan ve arkadaşları tarafından 20 nci Yasama
Döneminde verilen ve Petrol Ofisi AŞ (POAŞ)'nin yüzde 51 hissesinin
özelleştirilmesine ilişkin ihalede görevlerini kötüye kullandıkları ve bu
eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 339 ve 240 ıncı maddelerine uyduğu iddiasıyla
dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz ve dönemin Devlet Bakanı Sayın Işın Çelebi
haklarında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önerge ve (9/32) esas
numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu hakkında görüşlerimi kısaca
açıklamak üzere huzurlarınızdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, hemen ifade etmeliyim ki,
önerge, incelendiğinde, aceleyle ve siyasal amaçlarla hazırlanmış,
tutarsızlıklarla dolu, isnat edilmeye çalışılan suçları değil de, ilgisiz yasa
maddelerini referans alan bir önergedir. Sayın Candan, Komisyonda bu durum
kendisine sorulduğunda, kendisinin hukukçu olmadığını, bu nedenle hata
yaptığını; ama, söylemek istediğinin önergeden farklı olduğunu ifade etmiştir.
Herhalde, bir başbakanı ağır sözlerle suçlamak, bu kadar kolay ve hafife alınır
olmamalıdır.
Değerli milletvekilleri, adı geçen özelleştirme
ihalesine üç grup katılmıştır. Birinci grup, yani, Hayyam Gariboğlu'nun
Akmaya-Orteks ortaklığı 1 milyar 160 milyon Amerikan Doları; ikinci grup, Doğuş
Holding-Garanti Bankası grubu 1 milyar 150 milyon Amerikan Doları; üçüncü grup,
Türkiye İş Bankası - Bayındırlık Holding - Park Holding - PÜAŞ AŞ konsorsiyumu
ise, 1 milyar 110 milyon Amerikan Doları teklif vermişlerdir. İhale aşamasında
en yüksek fiyatı veren grubun ve bu grubun başındaki kişinin, çeşitli yasal ve
ticarî problemleri olduğu, değişik kamu kuruluşları tarafından tespit edilmiş
ve idareye bildirilmiştir. Bunların detaylarına, burada, tekrar girmek
istemiyorum; ancak, bu grubun daha önce satın aldığı Sümerbank’ın bugünkü
durumu, gümrük ve vergi sorunları, yurtdışı bazı faaliyetlerdeki sıkıntılar
gözden uzak tutulmamalıdır.
Bu bilgileri alan idare, sermayenin tabana yayılması
ilkesinden hareketle, İş Bankası ve PÜAŞ’ın, 3 000’e ulaşan ortağı olduğunu;
ayrıca, PÜAŞ’ın sektör tecrübesini gözönüne alarak, ihaleyi üçüncü gruba vermiştir. Bu arada, bu grubun
teklif miktarının da, birinci grubun önerdiği fiyata çekilmesi sağlanmıştır.
İhalenin safhaları incelendiğinde, hazırlık ve şartname
koşullarının yerine getirildiği, tekliflerin değerlendirme aşamasının, biraz
önce anlatmaya çalıştığım öngörüyle değerlendirildiği görülmektedir.
Değerli milletvekilleri, bu koşullar altında
gerçekleştirilen ihaleden sonra, en yüksek teklifi veren birinci grup, ihalenin
iptali için yargıya başvurmuş; ancak, Ankara 2. İdare Mahkemesi, 4 Şubat 1999
tarihinde tesis olunan işlemde, hukuka aykırılık görülmediğini ve davanın
reddini karara bağlamıştır.
Esasen, bu konuların gerçekçi çözümünün, siyasal kaygı
ve etkilerden arındırılması bağlamında da, Anayasanın 83 üncü ve 100 üncü
maddelerinin değiştirilmesi, milletvekili ve bakanların isnat edilen suçlarla
ilgili olarak, doğrudan yargıyla ilişkilendirilmesi olduğu açıktır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sezer.
Karaman Milletvekili Sayın Hasan Çalış, buyurun
efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 20 nci Yasama Döneminde, Konya Milletvekili Veysel Candan ve
57 arkadaşınca, zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz ve Devlet Bakanı Işın Çelebi
hakkında, POAŞ ihalesinde ihaleye fesat karıştırmak ve usulsüzlük yoluyla
görevini kötüye kullandığı iddiasıyla açılan Meclis soruşturması ve oluşturulan
ilgili komisyonun raporunun görüşülmesi nedeniyle söz almış bulunuyorum;
sözlerime başlarken, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu ihaleyle ilgili olarak, bildiğiniz gibi, 20 nci
Yasama Döneminde soruşturma komisyonu oluşturulmuş, ancak, bu komisyon görevini
tamamlayamadan seçimlere gidildiği için, 21 inci Dönemde, tekrar, soruşturma
komisyonu oluşturulmuştur.
Burada, benim dikkatimi çeken en önemli olaylardan
birisi şudur: 1990 yılında POAŞ'ın özelleştirilmesi kararı alınıyor; ancak,
1998 yılında özelleştirme gerçekleştirilebiliyor. Aradan on yıl geçmiş olmasına
rağmen, biz, hâlâ, bu özelleştirmenin hukukî olup olmadığını tartışıyoruz; bu,
gerçekten, Türkiye'de, bürokrasinin ve siyasî iradenin ne kadar pratik çalıştığını
göstermesi açısından, manidardır.
Bir diğer husus: Gerçekten, ülkemizin özelleştirmeye
ihtiyacı var. Bunun için, özelleştirme işlemlerini en hızlı şekilde
gerçekleştirmemiz; ama, şeffaflık ve serbest rekabet ilkelerini harfiyen yerine
getirerek, kamuoyunun kafasını karıştırmayacak tedbirleri de almamız
gerektiğine inanıyorum; bu, ülkemizin geleceği için gerçekten hayatidir. Böyle
düşünüyorum.
Dosyayı tetkik ettiğimiz zaman, 12.12.1997 günü değer
tespit komisyonu oluşturularak ihalenin fiilen başlatılmış olduğunu görüyoruz.
Oluşturulan bu komisyon, yabancı bir firmadan teknik danışmanlık hizmeti de
alarak, nitekim, 1 milyar 100 milyon dolar ile 1 milyar 500 milyon Amerikan
Doları değerinde bir fiyat tespiti oluşturuyor. Daha sonra Özelleştirme İdaresince
ihale komisyonu oluşturuluyor, ihale işlemi başlatılıyor, yurtiçi ve yurtdışı
basın ve yayın organlarında ilgili ilanlar veriliyor ve yapılan teknik
çalışmalar sonunda 10 konsorsiyumun müracat ettiği görülüyor. Yapılan
çalışmalarla, ön elemelerle, bu, 3 konsorsiyuma düşürülüyor. Daha sonra da,
15.7.1998 tarihinde, Özelleştirme İdaresi Yüksek Kurulu, sosyal, teknik, malî
ve finansman yönünden, önlerine gelen bu 3 girişim grubunu değerlendirerek,
üçüncü sırada en yüksek teklifi vermiş olan konsorsiyuma, yani Bayındır İnşaat
Sanayi Turizm-İş Bankası-Park Holding ve PÜAŞ'tan oluşan konsorsiyuma ihaleyi
veriyor.
Burada birkaç husus dikkatimizi çekiyor. Son elemeye 3
konsorsiyum kaldığı halde niye üçüncü konsorsiyum tercih ediliyor? Bunun
cevabını, dosyayı tetkik ettiğimiz zaman ve dosya içerisinde ilgili komisyon
üyelerinin, önerge sahibinin, Sayıştay ve Başbakanlık denetçilerinin, Sayın
Yılmaz ve Sayın Çelebi'nin görüşlerini incelediğimiz zaman açık bir şekilde
buluyoruz.
Nitekim, MİT raporu, Maliyenin değerlendirmeleri ve
gümrük teftiş kurulunun raporları göz önüne konulduğu zaman, en yüksek teklifi
veren birinci sıradaki konsorsiyuma ihaleyi vermenin sakıncalı olacağı
kanaatine varılıyor. Bunun üzerine, geriye iki girişim grubu kalıyor. Bu iki
girişim grubundan İş Bankasının çok fazla hissedarının olması, PÜAŞ'ın 2 800
ortağının bulunması ve bu alanda tecrübe birikiminin önemli görülmesi nedeniyle
üçüncü sıradaki konsorsiyum tercih ediliyor. Bu üçüncü sıradaki konsorsiyum,
eğer, ilerideki aşamada ihalenin şartlarını yerine getirmezse, ikinci sırada
teklif veren konsorsiyuma verilmesi kararlaştırılıyor.
Bir diğer husus ise, serbest rekabet şartlarının oluşup
oluşmadığıdır. Gerçekten, bu konuda baktığımız zaman da, Rekabet Kurulu ile
Özelleştirme İdaresi arasında ilk başta bir yetki anlaşmazlığı oluyor; ancak,
bu anlaşmazlık, Sayın Mesut Yılmaz'a iletildiği zaman müdahil oluyor. Bu
işlemlerin, özelleştirme işlemlerinin daha düzenli, daha şeffaf olması, serbest
rekabet şartlarının oluşturulması yönünde talimat veriyor ve daha sonra da,
çıkarılan genelgeyle aradaki yetki karmaşası gideriliyor. Nitekim, mesele, daha
sonra idare mahkemesine götürülüyor ve idare mahkemesi de, hukuka uygun olmayan
bir durum görmüyor. Buna da itiraz ediliyor. Danıştay da, yapılan
özelleştirmeyi hukukî olarak değerlendiriyor. Kısacası, yargıya götürülmüş,
hukuka uygun olmayan bir durum olmadığı yargı tarafından kesinleştirilmiş bir
ihale işleminde, siyasî iradenin görevini kötüye kullanmadığını düşünmek,
mantıklı olur diye düşünüyorum.
Bu komisyondaki Milliyetçi Hareket Partisine mensup üye
arkadaşlarımız da bu yönde irade belirterek, Yüce Divana sevkine gerek olmadığı
yönünde oy kullanmışlardır.
Ancak, ben, bazı siyasî çevrelerin, medya ve köşe
yazarlarının çifte standart içerisinde bulunmalarını anlamakta güçlük
çekiyorum. İşlerine geldiği zaman komisyonları "aklama paklama
komisyonu" olarak töhmet altında bırakırken, bazı zamanlarda da, üyelerin
vicdanî kanaatleri ve hür iradeleri üzerinde hem hâkim hem savcı kesilerek,
yönlendirme, baskı oluşturma gayretkeşliği yapmakta, çeşitli komplo
teorilerinden hareketle küçük siyasî yorumlarda bulunmaktadırlar.
Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak soruşturmaya konu
dosyaların tamamının dışındayız. Bizim bu Mecliste olmadığımız zamanda gelişmiş
olaylardır, açılmış dosyalardır. Biz, bu olayların tamamen dışındayız; ama,
sadece arkadaşlarımızın iradelerinden dolayı bütün faturanın bize kesilmeye
kalkışılmasını ben hazmetmekte gerçekten zorluk çekiyorum.
Arkadaşlarımız, önlerine gelen belge ve bilgilere ve
vicdanî kanaatlerine uygun olarak irade belirtmişlerdir; tutarlı ve doğru bir
davranış sergilemişlerdir. Arkadaşlarımın hür iradesine, işlerine gelince
teşekkür etmeyi beceremeyenlerin, işlerine gelmeyince komplo teorileriyle bir
kaşık suda fırtına koparmaya çalışmalarını kamu vicdanına ve tarihe havale
ediyorum.
Bu görüşmelerin hayırlara vesile olmasını diliyor,
saygılar sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çalış.
Tokat Milletvekili Sayın Lütfi Ceylan; buyurun efendim.
(MHP sıralarından alkışlar)
LÜTFİ CEYLAN (Tokat) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Fazilet Partisi Milletvekili Sayın Veysel Candan ve
arkadaşları tarafından 20 nci Dönemde Petrol Ofisi AŞ'nin özelleştirilmesiyle
ilgili, 1998 yılında yapılan ihalede zamanın Başbakanı Sayın Ahmet Mesut Yılmaz
ve zamanın Devlet Bakanı Sayın Işın Çelebi hakkında ihaleye fesat karıştırma
suçu ve usulsüzlük yaptıkları, görevlerini kötüye kullandıkları iddiasıyla
kurulan (9/32) esas sayılı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu hakkında söz
almış bulunuyorum; hepinize saygı sunuyorum.
Değerli arkadaşlarım, aşağı yukarı bu soruşturma
dosyalarının 15 tanesi neticelenmiştir; bugün bunları görüşmeye başladık.
Öncelikle, şunu belirtmek istiyorum ki, ortaya çıkan tablo, bizim açımızdan ne
bir zaferi ne başkaları açısından bir mağlubiyeti ne de suçluluğun ya da
suçsuzluğun kanıtlanmasını ifade etmektedir. Bu soruşturma komisyonlarında
ortaya çıkan tablodan, gerek milletvekillerimiz gerekse partimiz çok haksız
ithamlara maruz bırakılmışlardır. Bu ithamların neler olduğunu hepimiz çok iyi
biliyoruz. Öyle ki, partimiz ve milletvekillerimiz, yıllardır milletimizin
özlemini çektiği; ancak, 57 nci cumhuriyet hükümetiyle yakalayabildiği
istikrarı bozan taraf olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu, çok haksız bir
ithamdır. Bu ithamı yapanların bu tutumu, eğer, bir art niyet değilse, peşin
bir önyargılı düşüncenin ürünüdür.
Ancak, ben, bu ithamı yapanların Milliyetçi Hareket
Partisini ve Milliyetçi Hareket Partili milletvekillerini gerçek anlamda
tanımadıkları için yaptıklarına şahsen, inanmak istiyorum. Onun için de,
müsaade ederseniz sayın milletvekilleri, size, Milliyetçi Hareket Partisinden
ve onun milletvekillerinden, onların siyasî düşüncelerinden ve siyaset
anlayışlarından bahsetmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizler, Türk
milliyetçileriyiz. Türk milliyetçiliği, Türk Milletini bütün değerleriyle
birlikte ebediyete kadar yaşatma davasının adıdır. Bizler, bu davayı hayatının
gayesi yapmış insanlarız. Bizim için
siyaset, ne bir ölüm-kalım meselesidir ne de zikzaklarla dolu manevra alanıdır
ne de koltuk kapma yarışıdır; sadece, belirli bir üslup ve ilkeden taviz
vermeden mensubu bulunduğumuz Büyük Türk Milletine hizmet yoludur; meşru ve
hukukî zeminlerde yürütülen bir uğraşı alanıdır. MHP ve onun milletvekilleri
-başta Sayın Genel Başkanımız olmak üzere- ne dün ne bugün ne de yarın, hiçbir
zaman, bu meşruiyyet zemininden ayrılmayacaklardır.
Değerli milletvekilleri, bizim için milliyetçilik çok
yüksek bir fikirdir; savunduğu değerler, aşk halinde bir vatan ve millet
sevgisinin yanında, haktır, hukuktur, adalettir, geçmişe saygıdır, mertliktir;
savunucuları da bu yüksek değerlere
sahip insanlardır, karakterli insanlardır; gayri hukukî, gayri ahlakî
davranışlar içerisinde olmaları mümkün değildir. Aksi davranışları, fikrî
değerlerimize hıyanet kabul ederiz. Yine, aksi davranışları, başta aziz
milletimiz olmak üzere, bu fikri 1900'lü yıllarda ortaya koyan Mehmet Emin
Yurdakullar, Yusuf Akçuralar, Zeki Velidi Toganlar, Mustafa Kemaller, Ziya
Gökalpler ve yine, rahmetli Genel Başkanımız Alparslan Türkeş Beyin aziz
hatıralarına saygısızlık olarak addederler. Yine, aksi bir davranışı, böyle bir
misyona sahip partimiz ve onun milletvekilleri için, bırakın hükümet
ortağımızı, herhangi bir siyasî partimizin bile içinde bulunduğu sıkıntılı
durumdan siyaset üretmek ya da çıkar temin etmeye çalışmayı bir onursuzluk
kabul ederler. Ancak, aynı samimiyet ve duyarlılığı rakiplerimizden de beklemek
en doğal hakkımızdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzerinde söz
aldığım (9/32) esas numaralı dosyada, aynen, diğer dosyalarda olduğu gibi,
önceden ifade ettiğim bu yüksek değerlere sahip partili milletvekillerimiz, her
türlü siyasî endişeden uzak, vicdanlarının sesini dinleyerek oy
kullanmışlardır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Gelelim dosyaya... Bu dosyayı, önceden saydığım, ifade
ettiğim değerler ışığında, eski bir müfettiş olarak ben de inceledim.
Neticeten, dosyanın tamamen hukuka uygun olduğunu, yasal olduğunu gördüm.
Burada esas konu, ihalede, birinci sıradaki firmaya
değil de neden üçüncü sıradaki firmaya verildiği konusuydu. Bunu da, 2. İdare
Mahkemesinin kararında da belirtildiği üzere, yine, Sayın Mesut Yılmaz,
soruşturma komisyonundaki ifadesinde de açıklıkla ifade etmiştir; bu firmanın
ortaklarından Hayyam Garipoğlu isimli şahsın, gümrük kaçakçılığına katıldığı
iddia edilmiştir; ihaleyi, ona değil, başka firmaya verdik demiştir.
Değerli milletvekilleri, şahsî düşüncem, gözle görülür
bir hata olmadığıdır. İhaleyi alamayan şahsın feveranı ile ilgili hadiselerin
kamuoyuna yansıyış biçimi ve Fazilet Partili sayın milletvekillerinin, basının
yazdıkları ile ilgili olarak önerge verdikleri kanaatini taşıyorum.
Sayın milletvekilleri, neticeten, 65 milyonun hakkı
olan bu satışta, eğer göremediğimiz bir hata veya yanlışlık varsa, yapanları,
vicdanlarıyla baş başa bırakıyorum. Her şey yasal görünüyor, bu, Yüce Divana da
gitse, yapacak bir şey yok.
Hepinize saygı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ceylan.
Komisyon adına, Komisyon Başkanı, Kırklareli
Milletvekili Sayın Cemal Özbilen; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
(9/32) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI KOMİSYONU
BAŞKANI CEMAL ÖZBİLEN (Kırklareli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Konya Milletvekili Veysel Candan ve 57 arkadaşının, Petrol Ofisinin
özelleştirilmesinde ihaleye fesat karıştırdıkları ve usulsüzlük yapmak
suretiyle görevlerini kötüye kullandıkları ve bu eylemlerinin Türk Ceza
Kanununun 339 ve 240 ıncı maddelerine uyduğu iddiasıyla eski Başbakan Sayın
Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Sayın Işın Çelebi haklarında Anayasanın 100
üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca kurulan Meclis Soruşturması
Komisyonumuz, çalışmalarını, süresi içinde tamamlamıştır.
Bilindiği gibi, 20 nci Dönemde kurulup,
sonuçlandırılamayan komisyonumuz, 21 inci dönemde, 17.2.2000 tarihinde
çalışmalarına başlamış ve 30.5.2000 tarihinde çalışmalarını tamamlamıştır. Bu
çalışmalar sırasında Komisyonumuz, toplam 9 toplantı yapmış ve bu
toplantılarında, komisyon üyelerince istenilen her türlü belge ve bilginin
toplanması ve bu şekilde, bütün çalışmaların tamamlanması en iyi şekilde
gerçekleştirilmiştir.
Bu arada, komisyonumuz, Özelleştirme İdaresi Başkanı ve
bürokratlarını, Rekabet Kurulu Başkan Yardımcısı ve bürokratlarını, daha sonra,
önerge sahibi Sayın Veysel Candan'ı ve üyelerimizin talebi üzerine, Devlet
Bakanı Sayın Yüksel Yalova'yı dinlemiştir. Son olarak da, haklarında Yüce
Divana sevkı istenilen Sayın Mesut Yılmaz ve Sayın Işın Çelebi, komisyonumuza
davet edilerek bilgilerine başvurulmuş ve komisyon üyesi arkadaşlarımızın
kendilerine sorduğu sorulara cevap vermişlerdir.
Komisyonumuz, çalışmalarına başladığı ilk günlerde,
önerge sahibi Sayın Veysel Candan'ın ifadelerinden de açıkça anlaşılacağı gibi,
önergenin yanlışlıkla verildiğini tespit etmiştir. Sayın Veysel Candan,
Komisyonumuzda, muhatabının Özelleştirme İdaresi Başkanlığı olduğunu ve bu
şekilde de, Sayın Mesut Yılmaz'ı onun başkanı olarak gördüğü için bu önergeyi
verdiğini ifade etmiştir.
Daha sonra, kendisine soru sorulduğunda, 339 uncu
maddeden feragat ettiğini, böyle bir talebi olmadığını, böyle bir düşüncesi
olmadığını ifade etmiştir.
Değerli arkadaşlarım, Türk Ceza Kanununun 339 uncu
maddesi, evrakta sahtekârlık maddesidir; fakat, önerge verilirken ihaleye fesat
karıştırma şeklinde ifade edilmiştir. Bu da, verilen bu önergenin, ne kadar
düşünülmeden, incelenmeden verildiğinin çok açık bir örneğidir. Bu durumu
tespit eden Komisyonumuz, sadece, görevi kötüye kullanma olan 240 ıncı madde
üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırmıştır.
Bu arada, Komisyonumuz, daha ilk kurulduğu gün, Devlet
Denetleme Kurulu, Yüksek Denetleme Kurulu ve Sayıştaydan uzman arkadaşlarımızı
davet etmiş ve onların bulunduğu oturumlarda toplantılarını yapmıştır. Bu uzman
arkadaşlarımız da, Komisyonumuza verdiği raporla, yapılan bu işlemin hiçbir
hukuka aykırılık içermediğini, belgeleriyle, açık ve seçik beyan etmişlerdir ve
dolayısıyla da, yapılmış olan bu ihalede Türk Ceza Kanununun 240 ıncı
maddesinde zikredilen görevi kötüye kullanma suçunun unsurlarının oluşmadığı
sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Komisyonumuz, nihai değerlendirme ve kararlarını vermek
için, en son olarak, 30 Mayıs 2000 Salı günü toplanmış ve yapılan
değerlendirmede, Konya Milletvekili Veysel Candan ve arkadaşlarınca verilen
önergede sunulan iddiaları doğrulayacak herhangi bir bilgi ve bulgu elde
edilemediğinden, iddiaların vaki olmadığı ve sübuta ermediğini tespit etmiş ve yapılan oylamada, eski
Başbakan Sayın Mesut Yılmaz'ın 5 oya karşı 9 oyla, Devlet eski Bakanı Sayın
Işın Çelebi'nin 4 oya karşı 9 oyla -1 oy çekimser- Yüce Divana sevkına mahal
olmadığına oy çokluğuyla karar verilmiştir.
Komisyonumuzun raporu milletvekili arkadaşlarımıza
dağıtılmıştır. Komisyonumuzun bu raporunu takdirlerinize sunuyor; Yüce Heyeti
saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özbilen.
Sayın milletvekilleri, Meclis Soruşturması Komisyonunun
raporu üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Raporda, soruşturma açılmaması istenmektedir; yani,
Komisyon raporu, Yüce Divana sevk etmeme yönündedir. İçtüzüğümüzün 112 nci
maddesinin beşinci fıkrası "Komisyonun Yüce Divana sevk etmeme yönündeki
raporlarının reddi, ancak, Yüce Divana sevke dair verilen ve sevk kararının
hangi ceza hükmüne dayanacağını gösteren bir önergenin kabulüyle mümkün
olur" hükmünü taşımaktadır. Bu hükme göre, Başkanlığımıza, Yüce Divana
sevke dair bir önerge de verilmemiştir.
Bu itibarla, Komisyon raporu benimsenmiştir. (ANAP
sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, bu kısmın 4 üncü sırasında yer
alan, 20 nci Yasama Döneminde Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve 57 arkadaşı
tarafından verilen Türk Ticaret Bankasının satışı ihalesiyle ilgili olarak
ortaya atılan yolsuzluk iddiaları konusunda gerekli tedbirleri almayarak,
görevlerini kötüye kullandıkları ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240
ıncı maddesine uyduğu iddiasıyla, Devlet eski Bakanı Güneş Taner ve eski
Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz haklarında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci
maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önerge ve Meclis
Soruşturması Komisyonu raporu üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.
4.—20 nci Yasama Döneminde Aydın
Milletvekili Ali Rıza Gönül ve 57
Arkadaşı Tarafından Verilen Türk Ticaret Bankasının Satışı İhalesiyle İlgili
Olarak Ortaya Atılan Yolsuzluk İddiaları Konusunda Gerekli Tedbirleri Almayarak
Görevlerini Kötüye Kullandıkları ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240
ıncı Maddesine Uyduğu İddiasıyla Devlet Eski Bakanı Güneş Taner ve Eski
Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz Haklarında Anayasanın 100 üncü, İçtüzüğün 107 nci
Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önergesi ve
Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/43) (S. Sayısı :483) (1)
BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.
Meclis Soruşturması Komisyonunun 483 sıra sayılı
raporu, daha önce sayın üyelere dağıtılmış ve ilgili eski Başbakana ve Bakana
gönderilmiştir.
Rapor üzerindeki görüşmelerde, Komisyona, şahısları
adına altı milletvekiline ve hakkında soruşturma açılması istenen eski Başbakan
ve bakana söz verilecektir.
Konuşma süreleri, komisyon için 20 dakika, şahısları
adına söz alan milletvekilleri için 10'ar dakikadır. Son söz hakkı, hakkında
soruşturma açılması istenen eski Başbakan ve Bakana ait olup süresizdir.
Rapor üzerinde söz alan sayın üyelerin isimlerini
okuyorum:
1. Sühan Özkan
(İstanbul)
2. Oğuz Tezmen (Bursa)
3. Ali Tekin (Adana)
4. Basri Coşkun
(Malatya)
5. Mehmet Altan Karapaşaoğlu (Bursa)
6. Nazlı Ilıcak
(İstanbul)
7. Kamer Genç
(Tunceli)
İlk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Sühan Özkan'ın;
buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin
değerli üyeleri; hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (9/43)
esas numaralı Soruşturma Komisyonu raporu üzerinde söz almış bulunuyorum.
Hepinizin bildiği gibi, bu Komisyon, kamuoyuna ciddî
bir biçimde mal olan ve Türkbank dosyası olarak geçen iddiaları soruşturmak
üzere kurulmuş bir komisyondur. Bu Komisyonda, Devlet eski Bakanı Sayın Güneş
Taner ve dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz, haklarındaki bazı iddialardan
dolayı soruşturulmuşlardır.
Meclise o dönemde verilen soruşturma önergelerinde,
aşağıdaki hususların soruşturulması istenmiştir:
1. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu İdaresince, ihaleye
hazırlık aşamasında, basında yer alan konuyla ilgili haberler üzerine, Emniyet
Genel Müdürlüğüne yazılan ve konunun araştırılmasını isteyen yazıya gelen
cevabın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu İdaresine ulaştırıldığı, bu tarihten 1
gün önce de bütün ilgili birimlerin uyarıldığı iddia edilmiş ve bu ilgili
birimlerin kimler olduğu, bildirilen yerler arasında Başbakanlığın da bulunup
bulunmadığı sorulmuştur.
2. İhale sonrası, Merkez Bankasına gelen söz konusu
yazının bilgi için de Başbakanlık makamına gönderildiği ve dönemin Başbakanı
Sayın Mesut Yılmaz'ın bu konuda ne yaptığı, özellikle kozmik damgalı bir
yazının Başbakanlık makamında bulunamadığı veya bulunmadığı tespitinden
hareketle, sorumluların kimler olduğu soruşturulmuştur.
3. Basında yer alan haberlere dayanılarak, iddia
edildiği üzere, Merkez Bankası Başkanının, ihaleyle ilgili olarak, Korkmaz
Yiğit ve Alaattin Çakıcı ilişkileri konularında Başbakan Sayın Mesut Yılmaz'la
konuştuğu ortadayken, Başbakanın neden gerekli tedbirleri almadığı ve yetkisini
kullanmadığı soruşturulmuştur.
4. İhalenin onayı öncesi, Başbakanın ilgili Devlet
Bakanı ve Hazine Müsteşarıyla görüşüp gerekli uyarılarda bulunmaması, tehdit ve
şantajın karıştığı belirlenen bu ihalenin iptali konusunda neden talimat
vermediği hususları soruşturulmuştur.
Sayın Başkan, değerli üyeler; benden önce konuşan
değerli konuşmacıların, özellikle, Meclis soruşturma komisyonlarıyla ilgili
tespitlerine aynen katılıyorum. Sayın Hatiboğlu'nun, Sayın Kabalak'ın bu konuda
yaptığı tespitler son derece önemlidir. Bunlar göstermektedir ki, bu soruşturma
komisyonları, anayasal bir kurum olarak, bugün, bütün fonksiyonunu, kuruluş
amaçlarına ve ruhlarına aykırı olarak icra etmektedirler. Onun için, bu komisyonlar,
bu nedenle, bu şekilde gözönüne alınmalı ve değerlendirmeler buna göre
yapılmalıdır.
Şimdi, söz konusu iddialara geçmeden önce, Türk Ticaret
Bankasının durumuyla ilgili olarak kısaca bilgi vermek istiyorum.
Türk Ticaret Bankası, 1994 yılında yaşanan malî kriz
sonucunda, malî bünyesinin çok ciddî olarak zayıflaması nedeniyle, Bankalar
Yeminli Murakıplarınca, 2.9.1994 tarihinde, 3182 sayılı Bankalar Kanununun
64/2'nci maddesi gereğince, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmiştir.
Banka hisselerinin yüzde 84,52'sine tekabül eden
hisselerin satışına, 15.12.1997 tarihinde karar verilmiştir. Bu çerçevede,
Özelleştirme İdaresinden hukukî ve teknik destek istenmiş ve bir protokol
düzenlenmiştir. Ayrıca, bankanın piyasa değerinin tespiti için de, uluslararası
malî piyasalarda son derece güvenilir bir kurum olan bir şirketten,
uluslararası bir şirketten yardım alınmış ve bankanın piyasa değeri 251 272 000
Amerikan Doları olarak hesap edilmiştir.
Banka, 24.4.1998 tarihinde satış için ihaleye
çıkarılmıştır. İhaleye, 4.6.1998 tarihi itibariyle Zorlu Holding, İpeks İplik
Tekstil Sanayi AŞ , As Yapı Endüstri AŞ , Avrupa-Amerika Holding AŞ , Korkmaz
Yiğit İnşaat Taahhüt ve Ticaret AŞ olmak üzere 5 firma katılmıştır.
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, ihaleye katılacak
firmalarla ilgili olarak Rekabet Kurumuna ve Hazine Müsteşarlığına birer yazı
yazarak, ihaleye katılan firmaların rekabeti olumsuz etkileyip etkilemediğini
ve 3182 sayılı Bankalar Kanunu gereğince, banka satın almayı haiz şartları
taşıyıp taşımadığını sormuş, her iki kurumdan da müspet cevap almıştır.
İhale, 4 Ağustos 1998 tarihinde televizyonda ve açık
artırma usulüyle yapılmış ve 600 milyon dolar ile Korkmaz Yiğit İnşaat Taahhüt
AŞ üzerinde kalmıştır. Bu satış, daha sonra, Rekabet Kurulu ve Hazine
Müsteşarlığı tarafından onaylanmış ve Korkmaz Yiğit Anonim Şirketinden gerekli
teminatlar alınmıştır. Bu hukukî prosedürün tamamlanması için, en son, Devlet
Bakanının onayı gerekmektedir. Bu sırada, 13.10.1998 tarihinde, İçel
Milletvekili Fikri Sağlar ve arkadaşlarının Meclise verdikleri bir araştırma
önergesinde, ihaleye girmek isteyen firmalara mafya tarafından baskı
yapıldığına dair duyumlar alındığı iddia edilmiştir ve bu konuda bir telefon
konuşmasının bandı, delil olarak, kamuoyuna sunulmuştur. Bunun üzerine,
bankanın satış işlemleri, 13 Ekim 1998 tarihinde durdurulmuş ve medyada yer
alan haberlerden dolayı da, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesine suç
duyurusunda bulunulmuştur.
Meclis soruşturma komisyonuna gelen bilgi ve belgeleri,
yani dosya münderecatını değerlendirdiğimizde şu tespitlerle karşılaşıyoruz:
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu İdaresince, 19 Haziran
1998 tarihde, ihaleden önce, Sabah ve Hürriyet Gazetelerinde çıkan haberlere
dayalı olarak -ki, bu haberler, ihaleye teklif veren bazı firmaların, ihaleye
katılmamaları için, bazı çevrelerce tehdit edildiği ve bu olaylarla ilgili
olarak girişimde bulunan iki kişinin İstanbul Emniyet Müdürlüğünce yakalandığı
duyumlarına dayanarak- Emniyet Genel Müdürlüğüne konunun araştırılması için
yazı yazılmış; Emniyet Genel Müdürlüğü, bu yazıya, ancak ihalenin yapıldığı
günden sonra, ihalenin yapıldığı saatten sonra cevap vermiştir. İlgili yazının,
emniyetten gelen bu ilgili yazının -ki, bu yazı emniyetin bir duyumunu ifade
etmektedir, resmî bir anlam ifade etmemektedir ve bu tip bilgi notlarında,
okunduktan sonra imha edilmesi notu düşülmektedir- 3 Ağustos 1998 tarihinde
ilgili yerlere bildirildiği ifade edilmesine rağmen, bu yazı ne Başbakanlıkta
ne de İçişleri Bakanlığında bulunamamıştır. Bilahara, Başbakanlık Teftiş
Kurulunda ve bu Kurulun hazırladığı raporda ve daha sonra dönemin İçişleri
Bakanının beyanlarında, bu ifadeler doğrulanmıştır.
Ana hatlarını bu şekilde belirlediğimiz olayda, iddia
edilen olaylarla ilgili şu tespitleri yapmak durumundayız:
Emniyet Genel Müdürlüğüne konuyla ilgili yazılı olarak
yapılan müracaata, Emniyet Genel Müdürlüğü, herhangi bir nedenle, ancak
ihalenin yapıldığı tarihten sonra cevap vermiştir. Bu cevap, Merkez Bankasının,
kamuoyundaki duyumlara göre sorduğu sorulara bir cevap değil, sadece, ihaleye
yönelik, bazı işadamlarının tehdit edildiğine dair, genel bir cevaptır. Bu,
devlet güvenlik mahkemesine yapılan suç duyurusundan sonra, orada yapılan
incelemelerde, soruşturmalarda, ihaleye katılan kişilerin vermiş olduğu beyanlarda,
iddia edildiği gibi, kendilerine herhangi bir tehdit ve baskı yapılmadığı
hususunu, özellikle, yüksek kurulun dikkatlerine sunuyorum; yani, DGM'de,
tehdit edildiği ileri sürülen kişiler, kendilerine bu konuda herhangi bir
tehdit yapılmadığını ifade etmişlerdir.
Emniyet Genel Müdürlüğüne gelen cevabî yazının, bir gün
öncesinde Başbakanlığa gönderildiği konusuyla ilgili olarak da; Başbakanlık
Teftiş Kurulu raporundaki tespitlere göre, yazının, Başbakanlıkta herhangi bir
yere teslim edildiği ifade edilmiştir.
Konuyla ilgili, Merkez Bankası Başkanının, dönemin
Başbakanını bilgilendirdiği halde, Başbakanın neden gerekli tedbirleri almadığı
konusu ise, ilgili kişilerin ihaleye katılmasını hukuken engelleyecek bir unsur
bulunmadığı ve Başbakanın da ilgili kişilerin ihaleye katılmasını engelleyecek
yetki ve görevinin olmadığı anlaşılmıştır; yani, Başbakan, böyle bir ihalenin
iptal edilmesine veya ihalenin herhangi bir safhasına, hukuken, resen müdahale
edemez. Söz konusu ihale, hukuken tamamlanmadan, olayla ilgili olarak kamuoyuna
yansıyan bilgiler doğrultusunda durdurulmuş ve devlet güvenlik mahkemesine suç
duyurusunda bulunulmuştur.
Söz konusu ihalede, Başbakanın ve Devlet Bakanının,
ihaleye katılan bazı kişileri koruduğu iddia edilmişse de, açık artırmayla
televizyon ekranlarında yapılan bir ihalede bu kayırmanın nasıl yapılacağı,
dosya münderecatından anlaşılamamıştır; nasıl yapıldığı da anlaşılamamıştır.
Emniyetin göndermiş olduğu istihbarat notunda, ihalenin
Korkmaz Yiğit lehine sonuçlanması halinde, diğer firmaların, ihaleye katılmak
şartıyla, herhangi bir artırımda bulunmamaları yönünde baskıya maruz kaldıkları
ve ihaleye katılan firma sahiplerinin bazı organize suç liderleriyle ilişkide
bulundukları belirtilmesine rağmen, açık artırmayla, ihale, 600 milyon dolar
rakamında bağlanmıştır.
Dönemin Başbakanının Türk Ticaret Bankasının satışıyla
ilgili olarak konuyu yakinen takip etmesi eleştirilerine gelince, Sayın
Başbakanın kendi ifadesinden, mafyanın bu satışın içine karışmasını engellemek
amacı ve bankayı değerinin altında satmamak ve emin olmayan ellere geçmemesi
amacıyla davrandığı anlaşılmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim, tamamlayın.
İ. SÜHAN ÖZKAN (Devamla) – Ayrıca, bu işlemlerin olduğu
sürece dönemin başbakanı, kendisine intikal eden mafya ilişkileriyle ilgili
duyumlar konusunda Emniyet Genel Müdürlüğünden ve MİT'ten bilgi istemiş ve bu
konularda herhangi bir olumsuz bilgi kendisine intikal etmemiştir.
Bu satış ihalesinde, ihaleye fesat karıştırıldığı
iddiasının hukukî hiçbir değeri yoktur. Bir ihaleye fesat karıştırmak,
birilerini kayırmak için, ucuza almak için yapılır. Halbuki, söz konusu ihale
halkın huzurunda ve açık bir şekilde yapılmış ve piyasa değeri yaklaşık 300
milyon dolar civarında olan bankanın satışı 600 milyon dolar civarında bir
bedelle sonuçlanmıştır. 600 milyonluk değer, bankanın yüzde 84,52'sine tekabül
eden bir değerdir ve yüzde 100'lük değerin bu hesapla karşılığı ise 710 milyon
dolar civarındadır.
Söz konusu ihaleyle ilgili olarak görevin kötüye
kullanıldığı ve Türk Ceza Kanununun 240 ıncı maddesine göre işlem yapılması
gerektiği iddiası ise, ortada bu konuyla ilgili bir kastın bulunmaması,
devletin herhangi bir zarara uğramaması gibi nedenlerle suçun unsurları oluşmadığından,
ciddiye alınacak bir iddia değildir.
Bu olayda, hukukî anlamda, başbakanın organik bir
görevi de yoktur. Anayasanın 112 nci maddesi, başbakanı, bakanların
görevlerinin Anayasa ve kanunlara uygun olarak yerine getirilmesini gözetmek ve
düzeltici önlemleri almakla yükümlü kılmıştır.
Sayın Başkan, değerli üyeler; 10 dakika içerisinde, bu
kadar kalabalık bir dosyayı, münderecatı bu kadar şüpheli, şaibeli ve
dedikodulara bulaşmış bir dosyayı hukuken çok net bir biçimde izah etmenin
zorluğunu biliyorum; ama, bir şeyi daha biliyorum ki, bu soruşturma
komisyonları, böyle dosyaların adaletli
bir şekilde sonuçlandırılmasına hizmet edememektedirler. Bizim görevimiz,
hukuku, sadece adalete ulaşmak için bir araç olarak kullanarak, kendi
vicdanlarımızdan yola çıkıp adaletin gerçek vicdanına ulaşmaktır. Burada
yapacağımız tasarruf budur.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özkan.
İ. SÜHAN ÖZKAN (Devamla) – Efendim ben teşekkür
ediyorum.
Bu duygularla, bu
düşüncelerle, bu dosyayla ilgili olarak, amacımızın, siyaseti ve
siyasetçiyi karalamak değil, onları yüceltmek ve giderek de bu yüce çatıyı
yüceltmek olduğuna inanıyor, bütün Meclisi saygıyla selamlıyorum. (ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Bursa Milletvekili Sayın Oğuz Tezmen, buyurun
efendim.
OĞUZ TEZMEN (Bursa) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Türkiye, günlerdir, dosyaların, Meclis soruşturmalarının
akıbetiyle meşgul. Gerçekten, herkes, her şeyi bıraktı, bu dosyalar ne olacak,
komisyon raporları aklanacak mı aklanmayacak mı tartışmasıyla zaman geçiriyor.
Aslında, buraya nereden geldiğimizi gözden geçirmemizde yarar olduğunu
düşünüyorum.
Türkiye, aslında, bu sürece, özellikle Anayol iktidarı
döneminde girdi; nasıl girdi; biliyorsunuz, o dönemde Anavatan Partisi ve Doğru
Yol Partisi koalisyon ortağıydı; Başbakan da Anavatan Partisindendi. O dönemde
gazetelerde birtakım yolsuzluk haberleri gündeme getirilmeye başlandı;
özellikle Doğru Yol Partisine ve onun liderine yönelik olarak birtakım ithamlar
dile getirilmeye başlandı. Daha sonra "koalisyon ortaklığı başka bir
iştir; ama, yolsuzlukların soruşturulması başka bir iştir. Dolayısıyla bu
yolsuzluk çamuru üzerinde oturamayız" denildi ve birtakım gerginlikler
başladı. Soruşturma önergeleri birbiri arkası sıra gelmeye başladı ve Türkiye,
o tarihten itibaren yolsuzlukların tartışıldığı, gündeme getirildiği bir sürece
girdi.
Bunun sonucunda da, Anayol iktidarı çözüldü, yeni
oluşumlar gündeme geldi; arkasından 28 Şubat sürecine giden bir dizi olayı ve
takip eden olayları hepimiz hatırlıyoruz ve yaşıyoruz.
Gerçekten de Türkiye, aslında, koalisyonların ve bir
arada yaşamanın kültürünü yeterince oluşturumadı. Aslında, birtakım
söylentileri ya da birtakım iddiaları gündeme getirerek, siyasî mücadelede araç
olarak kullanılmaya başlandı, ki, bence, Meclise yapılabilecek, Meclisin bu tür
yetkisine yapılabilecek en büyük darbedir; niçin darbedir; çünkü, olayı
mecraından çıkarıp bir hesaplaşma aracı haline getirirsek, o zaman, bu süreç,
her fırsatta kendini tekrar etmeye başlar. Nitekim, o başlatılan proses, bir süre
sonra tersine dönmüştür; kazılan kuyuya düşülmeyi çağrıştıran olaylar
yaşanmıştır. Gerçekten, bunları, unutmamak durumundayız, bunları hatırlamamız
lazım. Ondan sonra, bu dosyaların açılması, bantların gündeme getirilmesi
olayları, Türkiye'yi, bir anlamda, histeriye sokmuştur. Herkes, yeni dosyaların
peşinde; o onu itham etmiş, bu bunu itham etmiş... Bir süre sonra, olay,
kontrol dışına çıkmıştır.
Şimdi, yaşadığımız olaylara geliyorum. Türkiye'de,
aslında, Meclisin bu tür soruşturmaları ne şekilde yapmalı konusunu, Doğru Yol
Partisi, üç sene önce, Türkiye Büyük Millet Meclisine öneri olarak getirmişti.
Aslında, soruşturma konusunda bir kanaat oluşması halinde, bu soruşturmaların,
bu konuda ehil, hukuk bilgisi olan, hukukî değerlendirmeyi yapmaya ehil, Yargıtay savcısı ya da Yargıtay Ceza Dairesi
tarafından ele alınıp, bunun değerlemesinin yapılması, arkasından, Meclisin
karar vermesi gerekirdi. Şimdi, bu süreç, geçmişte ihmal edildi, bu öneriyi
kimse ciddiye almadı; ama, bugün geldiğimiz noktada, birbiri arkasına
soruşturma komisyonları toplandı; çok ciddî iddiaları içeren bazı dosyalarda
"ortada delil yoktur" diye aklama kararı alındı; ama, o kadar ciddî
delil olmayan başka dosyalarda da "yargılamaya gerek vardır" şeklinde
bir sonuca varıldı. Buraya bakıyorsunuz, komisyonları oluşturan siyasî parti
üyeleri, kendi oluşumlarına göre, kendi partilerinin tutumuna göre, 4 komisyon
üyesi de, aynı şekilde el kaldırıp "ortada bir şey yoktur" diyor;
benzer olayda, ortada bir yargı kararının olduğu bir olayda, bakıyorsunuz
"ortada suç vardır" diyor...
Şimdi, bu süreçten çıkmak için bir öneri geliştirildi.
Gerçekten de, bu öneri, çok ciddî bir öneri olarak mutlak surette ele alınıp,
Türkiye Büyük Millet Meclisini, siyasî oyun aracı haline gelmiş bu soruşturma
sürecinden çıkarmak gerekir.
Vakit kaybetmeden yapılması gereken, Türkiye Büyük
Millet Meclisi, gerekli anayasal değişikliği yapıp, Meclisi, siyasî hesaplaşma
aracı olmaktan kurtarmamız lazım. Böyle yapılmadığı takdirde, iktidarda
olursanız sizin yaptıklarınız aklanacaktır, muhalefette olursanız sizin
yaptıklarınız suç olarak ilan edilebilecektir. Bunun sonucunda ne oluyor;
insanlar bakıyorlar ki, bu iş bir ortaoyuna dönüşüyor. Siyasî yorumlarla hukuk
bir kenara konularak, tamamen siyasî mülahazalara göre oylamalar yapılmaya
başlanıyor ve ondan sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisinin en önemli yetkisi
olan denetim yetkisi üzerinde kamuoyunda çok ciddî kuşkular oluşmaya başlıyor.
"Türkbank yolsuzluğu" diye tabir edilen
komisyonda görev aldım. Aslında, ciddî olarak ele alınması durumunda, ortada
birtakım açıklamalar, birtakım itiraflar bir anlamda vardır; ama, ona rağmen,
yeterince delil yok diye, "Yüce Divana gitmesine gerek yoktur"
şeklinde karar alabiliyor komisyon; ama,
belki, çok daha önemsiz olan SEKA arazisi tahsisi... Çünkü, ortada bir
hükümet kararı vardır. Kolektif sorumluluğu gerektiren bazı olaylarda,
bakıyorsunuz, Yüce Divana gitme yönünde bir karar alınabiliyor. O zaman,
komisyonların oluşumundan başlayarak, olayı ele almak lazım; çünkü, hukukî değerlendirme yapmak için hukuk
bilgisine sahip olmanız lazım, delillerin ağırlığını değerlendirebilecek
nitelikte komisyon üyelerinin orada görev alması lazım, objektif bir
değerlendirme yapılabilmesi için.
Kaldı ki, objektif değerlendirmeyi yapsalar bile,
siyasî parti mekanizması dolayısıyla, siyasî partilerin koalisyon hesapları ya
da başka hesapları dolayısıyla, üyeler kendi rızaları, kendi düşüncelerinin
dışında oy kullanmak durumuyla karşı karşıya kalıyorlar. O zaman, yapılması
gereken nedir; gerçekten, kamuoyunda inandırıcılığını yitirmiş bu sistemin bir
an önce değiştirilmesini sağlamamız lazım. Bunun yolu da, Anayasayı
değiştirerek, bu konuyu yargının, gerçekten, bu işin ehli olan insanların
yönetimine, araştırmasına vermek lazım. Ha, belki, sonunda yine son kararı
Türkiye Büyük Millet Meclisinin vermesi lazım; ama, değerlendirmeyi, delillerin
toplanması, değerlendirilmesi, incelenmesi aşamasını, mutlak surette, bu işi
bilen, hukuk bilgisine sahip, ceza hukukunu bilen ehil insanlara bırakmamız
lazım.
Şimdi, bunu yapmadığımız takdirde, dediğim gibi,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin yaptığı bu soruşturmalar, gerçekten, içinde ne kadar haksızlık payı olup olmadığı
tartışması bir kenara bırakılıyor, tamamen, siyasî açıdan, siyasî anlamda ele
alınmaya başlanıyor ve bunun altında da Türkiye Büyük Millet Meclisinin
prestiji kalıyor.
Benim tavsiyem ve gerçekten, bizim arkadaşlarla
yaptığımız değerlendirmeler, özellikle, bu soruşturmaların hepsini bir kenara
koyalım, bu alanda Anayasa değişikliğini getirelim, süratle geçirelim bu
Meclisten ve süratle bu konuyu Yargıtaya verelim, Yargıtay bu konuyu incelesin,
araştırsın. Ondan sonra, bu mekanizmayı Türkiye Büyük Millet Meclisi tekrar
değerlendirsin. Bu yapılmadığı takdirde, bu gelen dosyaların hiçbir inandırıcılığı
yoktur. Bir siyasî atraksiyona dönüşen, siyasî anlamda bir gösteriye dönüşen bu
soruşturmaların, kamuoyunda, hiçbir şekilde ağırlığı olmayacaktır. Türkiye
Büyük Millet Meclisinin alacağı karar da, gerçekten sıkıntı yaratacaktır.
Karar ne tür olursa olsun, kamuoyunda, kamu vicdanında,
ben inanıyorum ki, hiçbir etkisi olmayacaktır. Kişiler hakkında lehte de olsa,
aleyhte de olsa, kamuoyunun kafasında kuşkular yer edecektir. Bunun için
çare...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
OĞUZ TEZMEN (Devamla) – Dediğim gibi, bunun için çare, bu yöntemi süratle değiştirelim,
ondan sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetim yetkisini ciddî olarak, etkin
bir şekilde ele alsın diyorum. Bu yapılmadıkça, yapılacak tüm oylamaların,
hiçbir anlamı olmadığını herkes, her aşamada dile getiriyor ve gerçekten de
hepimiz için yaralayıcı sonuçlar oluşuyor. Ben, bu görüşleri dile getirirken,
hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tezmen.
Sayın milletvekilleri, saat 20.00'de toplanmak üzere
birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 19.06
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati
: 20.00
BAŞKAN :
Başkanvekili Nejat ARSEVEN
KÂTİP ÜYELER
: Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir), Melda
BAYER (Ankara)
BAŞKAN – Sayın Milletvekilleri, 115 inci Birleşimin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
VI.—GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A)GÖRÜŞMELER (Devam)
4.—20 nci Yasama Döneminde Aydın
Milletvekili Ali Rıza Gönül ve 57
Arkadaşı Tarafından Verilen Türk Ticaret Bankasının Satışı İhalesiyle İlgili
Olarak Ortaya Atılan Yolsuzluk İddiaları Konusunda Gerekli Tedbirleri Almayarak
Görevlerini Kötüye Kullandıkları ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240
ıncı Maddesine Uyduğu İddiasıyla Devlet Eski Bakanı Güneş Taner ve Eski
Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz Haklarında Anayasanın 100 üncü, İçtüzüğün 107 nci
Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis
Soruşturması Komisyonu Raporu (9/43) (S. Sayısı :483) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Önceki oturumda, gündemin "Meclis Soruşturması
Raporları" kısmının 4 üncü sırasında yer alan 483 sıra sayılı Komisyon
raporu üzerinde iki sayın milletvekili konuşmuştu.
Şimdi, söz sırası, Bartın Milletvekili Cafer Tufan
Yazıcıoğlu'nda.
Buyurun Sayın Yazıcıoğlu.
CAFER TUFAN YAZICIOĞLU (Bartın) – Sayın Başkanım, sayın
milletvekili arkadaşlarım; hepinize saygılarımı sunuyorum.
Kamu yönetiminde etkinlik ve şeffaflık sağlanmasını
hepimiz kabul ediyoruz, benden önceki arkadaşlar da bu konunun üzerine
bastılar. Bu konuda gerekli yasal değişiklik çalışmaları devam etmektedir.
Yapısı itibariyle de, adi nitelikte olan soruşturma
yetkisi konusunda yeni bir yapılanmaya ihtiyaç olduğunu ve bunun
gerçekleştirilmesi gerektiği konusunda da, bugünkü konuşmalarda görünen o ki,
tüm gruplar aynı fikir birliğinde.
Olayımızı incelediğimizde, Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonu bünyesinde, dolayısıyla, Merkez Bankası bünyesinde yapılan bir ihale
vardır. İhale, tüm dosya safahatında incelendiğinde, usulüne uygun ve şeffaf
yapılmıştır. Bir duyum alındığında da, derhal olaya müdahale edilmiş ve nihaî
işlemin henüz hukuken tekâmül etmediği bir safhada müdahale edilerek, ihale de
iptal edilmiştir ve derhal, ilgililerce, Başbakanlık Teftiş Kurulu bu konuda
görevlendirilmiştir. Teftiş Kurulu, bildirilen konuları incelemeye almış ve
inceleme raporu hazırlamıştır. Bu rapor dosyaya celp edilmiş ve bu rapor
ışığında görülmüştür ki, bürokratik çevrede bazı ihmaller vardır; bunun
haricinde, başka bir olaya rastlanmamıştır.
Meclis soruşturma komisyonuna ben de üyeydim. Burada,
çok titiz ve geniş kapsamlı bir çalışma yapılmış, bu konudaki tüm belgeler
dosyaya celp edilmiş, bu konuyla uzaktan yakından ilgisi olanların tümü
dinlenilmiştir. İthama konu bir suç, zararlandırma veya yararlanma kastı, Sayın
eski Başbakanımız ve eski Bakanımız hakkında bulunmamıştır. Bu konuda hukukî
bir cezalama veya bir suç niteliğini yorumlamak mümkün değildir. Ben de,
hukukçu olarak, bu konuda, işin hukukî yönünü incelediğim zaman, bu neticeye
varmış bulunmaktayım.
Bu nedenle, Yüce Divana sevk edilmeme yolunda çıkan
soruşturma komisyonu raporu yerindedir. Bu komisyon raporuna katıldığımı
belirtir, Genel Kurula saygılar sunarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yazıcıoğlu.
Malatya Milletvekili Sayın Basri Coşkun?.. Yok.
Bursa Milletvekili Sayın Mehmet Altan Karapaşaoğlu;
buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkanım,
değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bahis konusu Türkbank'ın özelleştirilmesiyle ilgili
(9/43) esas nolu Komisyonun raporu hakkında görüşlerimi bildirmek üzere söz
almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar, ben de bu komisyonda üye olarak
bulundum; bu Komisyonda yaptığımız çalışmalar hakkında size bilgi vermek
istiyorum.
Gerek bu konudaki skandalın patlak vermesinden sonra
ortaya çıkan belgeler, yapılan açıklamalar gerekse Türkiye Büyük Millet Meclisi
Türkbank Komisyonunun çalışmaları sırasında verilen ifadeler, komisyona ulaşan
yeni belgeler, bu suç ortaklığını, hiçbir şekilde, hiçbir tereddüte mahal
bırakmayacak şekilde gün ışığına çıkarıyor.
Sayın Yılmaz'ın Türkbank skandalında büyük bir
çelişkisi vardır ve hiçbir açıklama, hiçbir belge bu çelişkiyi örtmeye yeterli
değildir. Sayın Yılmaz, Korkmaz Yiğit'in Alaattin Çakıcı'yla ilişkili olduğunu
başından beri bilmektedir. Yiğit'in Çakıcı'yla ilişkisini başından beri bilen
ve bu nedenle, ihalenin başlangıç aşamasında Korkmaz Yiğit'in ihale dışında
tutulması talimatını vermiş olan Yılmaz, bu gerçeği bile bile, sonradan,
Yiğit'in ihaleye katılmasına izin vermiştir. Keşke, sadece izin vermekle
kalsaydı; Sayın Yılmaz, ardından, Yiğit'le yakın bir dostluk ilişkisi kurmuş,
onun medyada büyümesini teşvik etmiştir. Bu sıcak dostluk, bu her geçen gün
derinleşen diyalog, Yılmaz'ın, Yiğit'in medya grubunda bazı kilit atamaları,
hatta, bizzat kendisinin yapmasına kadar varabilmiştir.
Şimdi, bu ana tespitlerimizi, madde madde, belgelerle
ifade ederek açıklamaya çalışalım.
Sayın Yılmaz, Yiğit-Çakıcı ilişkisini daha 1998 Mayıs
ayından itibaren bilmekteydi. İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 13 Mayıs 1998 ve 8
Haziran 1998 tarihli uyarı yazıları bunun en açık kanıtıdır. Biz, bu yazıları,
komisyonun son günü olan ve son saati olan akşam saat 18.00'de, İstanbul
Emniyet Müdürlüğünden faks talimatlarıyla temin edebildik.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü, 13 Mayıs tarihli yazısında,
Çakıcı ile Yiğit arasında ilişki olduğunun, Çakıcı'nın, ihaleyi Yiğit'in
kazanmasını sağlamak için devreye gireceğinin öğrenildiğini bildiriyor.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü, 8 Haziran tarihli ikinci yazısını göndererek, ilk
istihbarat yazısında tahmin edilen engellemenin yapıldığını anlatıyor. Bu
yazıda, Çakıcı'nın, bir grup işadamını korkutarak ihale dışında bıraktığını
anlattıktan sonra "Çakıcı ve Yiğit, diğer firmaların ihaleye katılmalarını
önemsemiyorlar; ihaleyi kazanacaklarından emin gözüküyorlar" bilgisini
veriyor.
Değerli arkadaşlar, dikkat edin, tarih, 8 Haziran 1998;
yani, 4 Ağustosta gerçekleşecek ihaleye, neredeyse, daha, iki aylık bir zaman
var. Demek ki, Yılmaz, daha, mayıs ayında, Yiğit'in Çakıcı'yla ilişkisi
olduğunu bilmekte, haziran ayında da, Çakıcı'nın, Yiğit lehinde devreye girerek
ihaleye katılan diğer şirketleri korkuttuğunu, engellediğini öğrenmiş
bulunmaktadır. Yılmaz, bu çerçevede, Yiğit'i ihaleye katılmaktan menetmiş,
Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner'e bu doğrultuda talimat vermiş;
Taner de, Yiğit'e "senin mafyayla ilişkin var, ihaleye
katılamayacaksın" talimatını vermiştir. Buraya kadar, hükümetin yaptığı
doğrudur, tamamdır; ancak, Yiğit, Cefi Kamhi aracılığıyla, Demekrotik Türkiye
Partisi Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk'u devreye sokarak, 30 Haziran
tarihinde Başbakan Yılmaz'la bir randevu ayarlamıştır. Yılmaz, bu görüşmeden
sonra tutumunu birden değiştirmiş ve Yiğit'in ihaleye katılmasına izin
vermiştir. Neye rağmen izin vermiştir; İstanbul Emniyetinin 13 Mayıs ve 8
Haziran tarihli uyarı yazılarına rağmen izin vermiştir. Yani, Yiğit'in
Çakıcı'yla suç ilişkisini bilmesine, Çakıcı'nın, pek çok işadamını korkutup
ihale dışında bıraktığını bilmesine rağmen izin vermiştir. Yılmaz, açıkça,
mafyayı yanına almış bir işadamına randevu vermekte, onun ihaleye katılmasına
izin vermekte hiçbir beis görmemektedir. İşte, bunu adı suç ortaklığıdır.
Sayın Yılmaz, ihaleye katılmasına neden izin
verildiğine açıklık getirmek için mealen şu savunmayı yapıyor: "Yiğit,
ihaleye katılan diğer firmaların, kendisini Çakıcı ile ilişkili göstererek,
kendisine iftira attıklarını söyledi. Ben de, bir haksızlık olmasın diye,
katılmasına izin verdim" diyor.
Görülüyor ki, Yılmaz, devletin istihbaratına değil,
Çakıcı ile işbirliği içindeki bir işadamının izahatına güvenmektedir. Sonraki
gelişmeler, ortaya çıkan bantlar, Yiğit'in izahatının değil, İstanbul Emniyet
Müdürlüğü istihbaratının doğru olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Bu durumda şunu kabullenmemiz gerekir: Demek ki, Sayın
Yılmaz, mafyayla işbirliği içindeki bir işadamı tarafından atlatılacak veya
uyutulacak, oyuna getirilecek kadar bir saf başbakanmış hükmüne varmamız
gerekir; ama, durum böyle değildir.
Yılmaz'ın getirdiği bir başka savunma daha var:
"Bunlar, istihbarat notlarıydı; duyumdu. Hukuken ihale dışında tutabilmek
için elimde delil olması gerekirdi" diyor. O zaman, 30 Haziran tarihine
kadar olan dönemde; yani, Yiğit'i ihale dışında tutma kararı aldığı dönemde;
yani, elinde delil olmadığı, sadece istihbarat notları olduğu dönemde,
Yılmaz'ın hukuk dışı bir çizgi içinde olduğunu teslim etmemiz gerekir.
30 Haziran tarihinden sonraki dönem, Yiğit ile Yılmaz
arasındaki ilişkinin çok yakınlaştığı, sıcaklaştığı, muhabbetlerinin arttığı
bir dönemdir. Yılmaz, Çakıcı ile ilişkisini bilmesine rağmen, belirli
aralıklarla Yiğit ile görüşmüştür. Örneğin, Sayın Yiğit'in Komisyona verdiği
ifadeye bakılırsa, 4 Ağustos günü ihale sonuçlandıktan sonra kendisine haber
gönderip, özel konutuna davet etmiştir. Herhalde, kendisini kutlamak için
değil. Kimi kutluyor Sayın Başbakan; Çakıcı ile ilişkisini bildiği bir
işadamını kutluyor ve vicdanı rahat bir şekilde kutluyor.
Yılmaz, neden Yiğit'e bu ölçüde yakınlaşmıştır? Bunun
bir tek yanıtı vardır; çünkü, Yılmaz, açığını bildiği bir işadamını kullanarak,
medya üzerinde etkili olmaya çalışmaktadır. Bu, kendi medyanı kendin yarat
siyasetidir. Seçime girecek olan Sayın Yılmaz, yakın bir medya grubunun mutlak
desteğiyle sandığa gitme arayışı içerisindedir. Yılmaz ile Yiğit arasındaki
ilişki o ölçüde yakınlaşmıştır ki, anlaşılan, Yılmaz, Yiğit medya grubundaki
atamaları fiilen kendisi yapmaya başlamıştır.
Sayın Yılmaz, Yiğit ile 27 Ağustos tarihinde; yani,
Yiğit’in Kanal-6’yı satın almasından kısa bir süre sonra görüşmüştür. Yılmaz,
komisyonda, bu görüşme sırasında, Yiğit yanında iken, Akköprülü’yü telefonla
aradığını da itiraf etmiştir. Bu telefon görüşmesinden birkaç gün sonra,
Yılmaz’ın, Yiğit yanında iken aradığı Akköprülü, Kanal-6’nın başına geçmiştir.
Yılmaz bu telefon görüşmesinde Akköprülü’ye yalnızca “Sen Korkmaz Yiğit’i tanır
mısın” diye sorduğunu ifade ediyor. Yılmaz bir kez daha burada -maalesef-
doğruyu gizliyor; çünkü, Kanal-6’ya bu atamayı yapan bizzat kendisidir. Yılmaz
neredeyse, Yiğit medya grubunun insan hakları kaynağı müdürü gibi
davranmaktadır.
Bakın, bu olaydan sonra, Yılmaz, Yiğit’in, Türkbankın
patronu olabilmesi için elinden gelen her çabayı sarf etmiştir. 28 Ağustos
tarihinde Güneş Taner ve ekonominin üst bürokratlarıyla yaptığı toplantı buna
bir örnektir. Bu toplantıda Hazine Müşteşarı Yiğit Dinçmen, Türkbankın, Yiğit’e
devri konusunda tereddütlerini ifade ettiğinde, Yılmaz mealen şu yanıtı
vermiştir: “Ben, MİT’e sordum, onlar, bir şey olmadığını söylediler; aynı
zamanda, Yiğit’in arkadaşı olan Güven Erkaya’ya sordum, o da Yiğit’e
güvendiğini söyledi.”
Değerli arkadaşlar, şimdi, şu çelişkiye bakın! Yılmaz,
Yiğit’in temiz olduğunu bürokratlara kanıtlayabilmek için Güven Erkaya’nın
şahitliğine, yani, Yiğit’in bir arkadaşının şahitliğine başvurmaktadır. Bir de,
MİT’i tanık göstermektedir; neye rağmen; 13 Mayıs ve 8 Haziran tarihli İstanbul
Emniyetinin yazılarına rağmen. Bu noktada, Yılmaz’ın, Yiğit’in avukatlığını,
sözcülüğünü yapmak yerine, en azından, şüpheci bir şekilde davranması
gerekmiyor muydu?
Devlet çıkarlarını, kamu çıkarlarını gözetmekle görevli
olan bir Başbakanın, asgarî bir şüphe göstermesi gerekmez miydi?
Yılmaz'ın suç ortaklığını gösteren bir başka nokta daha
var: Emniyet Genel Müdürlüğü, ihalenin yapıldığı 4 Ağustos günü, Yiğit'in
mafyayla birlikte hareket ettiğini bildiren bir yazıyı Başbakana ve Merkez
Bankasına gönderiyor...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, tamamlar mısınız efendim; açıyorum
mikrofonunuzu.
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Devamla) – Bu yazı,
Başbakanlık Özel Kaleminde kayboluyor. Olabilir; bir evrak özel kalemde
kaybolabilir; ama, Emniyet Genel Müdürlüğü, 3 Ağustos tarihinde, aynı
doğrultuda bir istihbarat notu daha göndermiş Başbakana. Bu not ne olmuş
dersiniz; o da kaybolmuş! Yiğit'in mafyayla ilişkisini gösteren her türlü
evrak, Başbakanın makamında kayboluyor. Sanki, Başbakanlıkta, Yiğit'i koruyan
özel bir zırh, gizli bir el var; Yiğit'le ilgili oraya gelen her şey kayboluyor
ve Başbakanın makam odasından içeri giremiyor! İki notun ardı ardına kaybolması
da manidardır.
Bir nokta daha var: Hazine bürokratlarının, özellikle
basındaki haberlerden etkilenerek, Türkbankın Yiğit'e devrini yapmak
istemedikleri biliniyor. Hattta, Hazinenin hazırladığı ilk olur yazısında ciddî
muhalefet şerhlerinin düşüldüğü de biliniyor; ama, nihaî olur yazısında, bu
muhalefet şerhleri çıkarılıyor. Hazine Müsteşarı Yener Dinçmen'in isteksizliği
dikkate alınırsa, bu rezervlerin, dönemin Devlet Bakanı Güneş Taner'in
ısrarıyla çıkarıldığını kabul etmek gerekiyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Karapaşaoğlu, lütfen tamamlar mısınız
efendim.
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Devamla) – Efendim, 1
dakika... Bitiriyorum...
BAŞKAN – Efendim, 1 dakika ilave ettim zaten. Açıyorum
mikrofonunuzu, lütfen tamamlayın.
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Devamla) – Sayın Başkanım,
teşekkür ederim.
Çünkü, Taner, Başbakanın, bankanın muhakkak Yiğit'e
devrini istediğini bilmektedir.
Burada, hükümete, Sayın Başbakana da bir soru var:
Türkbank Soruşturma Komisyonu raporunda, Başbakanlık Teftiş Kurulunun Türkbank
skandalıyla ilgili raporu da var. Bu raporda, Merkez Bankası Gazi Erçel'i,
Yiğit'in yeraltı dünyasıyla ilişkisini gösteren yazısını hasıraltı ettiği için
kusurlu olduğu tespiti yer alıyor. Teftiş Kurulu, Erçel hakkında ne gibi bir
işlem yapılacağını Başbakanlığın takdirine bırakıyor. Sayın Yılmaz, bu rapor
önünüze geldi mi; geldiyse, Erçel hakkında ne gibi bir işlem yaptınız? Bu
olayla ilgili örnekleri çoğaltmak mümkün. Bütün bu örnekler, bize, aynı adresi
gösteriyor; o da, Yılmaz'ın, Korkmaz Yiğit'in Çakıcı'yla ilişkisini başından
beri bildiği halde, siyasî çıkarları için, Türkbankın Yiğit'e devrine göz
yumduğudur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karapaşaoğlu; 2 dakika
ilave süre verdim. Çok teşekkür ederim.
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Devamla) – Teşekkür
ediyorum; saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Basri Coşkun, Malatya Milletvekili;
buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
BASRİ COŞKUN (Malatya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; (9/43) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu
hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Doğru Yol Partisi Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve
57 milletvekili arkadaşının, Türk Ticaret Bankasının satışı ihalesiyle ilgili
olarak ortaya atılan yolsuzluk iddiaları konusunda gerekli tedbirleri almayarak
görevlerini kötüye kullandıkları ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240
ıncı maddesine uyduğu iddiasıyla, Devlet eski Bakanı Güneş Taner ve eski
Başbakan Mesut Yılmaz haklarında, Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci
maddeleri gereğince, Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önerge verilmiş,
söz konusu önerge, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 10.11.1998
tarihli 16 ncı Birleşiminde okunmuş, 26.11.1998 tarihli 25 inci Birleşiminde
görüşülerek, 615 sayılı karar numarasıyla, Türk Ticaret Bankasının satışı
ihalesiyle ilgili olarak ortaya atılan yolsuzluk iddialarıyla ilgili olarak
Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca Meclis soruşturması
açılmasına, soruşturmayı yapacak olan 15 kişilik komisyonun iki aylık çalışma
süresinin, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimi tarihinden
başlamasına karar vermiştir. Bu karardan sonra Meclis soruşturması
komisyonları, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimini yapamadığı için
çalışmalarına başlayamamış ve yasama dönemi, seçim sebebiyle sona ermiştir.
18 Nisan seçimlerinden sonra Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına verilen; ancak, çeşitli sebeplerle 20 nci Dönem içerisinde
sonuçlandırılamayan soruşturma önergeleri, aynen, 21 inci Döneme intikal
etmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bu önergeler hakkında, Genel
Kurulun 23.11.1999 tarihli 23 üncü Birleşiminde aldığı kararla, soruşturma
önergelerinin kabul edilerek soruşturma komisyonları kurulmasını kabul etmiş ve
656 sayılı kararla yayımlamıştır.
(9/43) sayılı Soruşturma Komisyonu 18.2.2000 tarihinde
toplanarak çalışmalarını başlatmış ve iki aylık sürede çalışmalarını
bitiremediği için 31.3.2000 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
müracat ederek 20.4.2000 tarihinden itibaren iki aylık eksüre istemiş ve Genel
Kurulun 14.4.2000 tarihli 81 inci Birleşiminde bu istek kabul edilmiştir.
Soruşturmaya esas olan konu, Doğru Yol Partisi Aydın
Milletvekili Ali Rıza Gönül ve 57 milletvekili arkadaşının, Devlet eski Bakanı
Sayın Güneş Taner ve eski Başbakan Mesut Yılmaz hakkındaki, Türk Ticaret
Bankasının satışı ihalesindeki iddialarıdır.
Ben, söz konusu olayların cereyan ettiği tarihte sade
bir vatandaş olarak hadiseleri basından takip etmiş ve her vatandaş gibi, bu
olayların doğruluğu ve yanlışlığı konusunda kesin bir kanaat sahibi olmamakla
beraber, iddiaların muhatabı olan Sayın Mesut Yılmaz'ın da, Yüce Divana giderek
aklanma isteğini "ateş olmayan yerden duman çıkmaz" genel kanaatine
sahip olanları da sonuçta ikna edeceğini düşünmüş ve takdir etmiştim.
21 inci Dönemde, bir milletvekili olarak geldiğimiz
Türkiye Büyük Millet Meclisinde, vatandaş olarak, milletvekillerinden şikâyetçi
olduğumuz hususları kendimizin yapmaması için azamî dikkat içinde bulundum.
Bütün milletvekili arkadaşlarımın da aynı hassasiyet içerisinde olduğuna
inanıyorum.
Vatandaşın, geçen dönemlerden şahit olduğu ve maalesef,
haklı olarak düşünmesine sebep olan uygulamalardan dolayı, Türkiye Büyük Millet
Meclisini, partilerin mensuplarını ve birbirlerini aklayıp pakladıkları bir yer
olarak gördükleri kötü konumdan çıkarmamız gerektiğine inanıyorum.
Milletimizin, biz 21 inci Dönem milletvekillerinden
beklentisi, yolsuzluklardan, usulsüzlüklerden, siyasetin ve siyasetçinin
yaşadığı itibar kaybından kurtulması yönünde kararlı adımlar atmamız
yönündedir.
21 inci Dönem, bunun güzel bir başlangıcı olmuştur.
İçinden çıkardığı 57 nci hükümet protokolünde de en başta konulan hedefler
yolsuzlukla ilgili olanlardır. Milletimizin de beklentisi bu olup, milletimizin
yüreğine su serpmiştir.
Günlerden beri kamuoyunu meşgul eden dosyalar, Yüce
Divan meselesi, (9/43) esas numaralı soruşturma komisyonu raporunda, Türkbank
ihalesi ve etrafında ortaya atılan iddialar hakkında teferruatlı bilgiler ve
belgeler bulunmaktadır. Bu belge ve bilgilere baktığımızda, genel olarak şu
hususlar dikkat çekmektedir:
Türk Ticaret Bankasının, malî açıdan zor duruma düşmesi
sebebiyle Tasarruf Mevduat Fonuna aktarılması ve ardından da satışı hususundaki
gelişmeler neticesinde kamuoyunda da merak uyandıran çeşitli olaylar
yaşanmıştır.
Değerli milletvekilleri, komisyon raporunda işaret
edilen 13 Mayıs 1998 tarihli İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir'in imzasını
taşıyan ve Emniyet Genel Müdürlüğüne Türkbank ihalesi hakkında gönderdiği
yazıda "Alaattin Çakıcı'nın bankayı satın almak isteyenler arasında adı
geçen ve kendisiyle ilişkisinin eski dönemlere dayandığı bilinen Korkmaz Yiğit
isimli işadamıyla anlaştığı, banka ihalesinde Yiğit'in yalnız kalması ve
nihayetinde, bankanın, Yiğit tarafından alınması için çeşitli girişimlerde
bulunacağı yolunda istihbarî mahiyette bilgiler edinilmiştir"
denilmektedir.
Hasan Özdemir'in, 8 Haziran 1998 tarihinde gönderdiği
ikinci yazısında "Çakıcı-Yiğit ikilisinin kendilerinden habersiz, değişik
firmaların da ihaleye girmesini önemsemedikleri, ihalenin kendi inisiyatifleri
doğrultusunda gerçekleşeceği hususundan emin oldukları öğrenilmiştir"
ifadesinde bulunulmaktadır.
Merkez Bankası, 24 Haziran 1998 tarihinde Emniyet Genel
Müdürlüğüne "ihaleye mafya karışıyor mu" diye sormuş; ancak, 4
Ağustosa kadar cevap alamamıştır. Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel'e, Yiğit'in
mafyayla ilişkisi olduğuna dair bir uyarı gelir. Bu bilgilerin, bilgi için,
Başbakanlığa da gönderildiği bilinmektedir. Bu bilgilere rağmen, 30 Haziran
sonrasında, hükümet, Yiğit'in ihaleye katılmasına izin vermiştir.
Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından, 3.8.1998 tarihinde
şifahî olarak bilgi notu şeklinde, 4.8.1998 tarihinde yazılı olarak bazı
organize suç liderlerinin ihalenin Korkmaz Yiğit lehine sonuçlanması için diğer
katılımcılara baskı yapıldığı bildirilmiştir.
Dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz, Korkmaz Yiğit ile
Alaattin Çakıcı'nın ilişkilerini beşinci ayda bildiği için, Türkbank ihalesine
Korkmaz Yiğit'in katılmasını istememektedir. Gerekli yerlere bu talimatı
vermiş; ancak, yapmış olduğu inceleme ve araştırmalar neticesinde, verilen
referanslar doğrultusunda katılmasında bir sakınca görmemiştir.
Özerk bir kuruluş olan ve Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankasına bağlı Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun yapmış olduğu bir ihalede,
bir başbakanın, ihale komisyonu başkanı gibi hareket edip müdahalede bulunması
kamuoyunun dikkatini çekmiştir.
Başka organ ve kişilerin, komisyonu aşarak, ihaleye
katılanlarla görüşmesi, ihalenin usulü ve görüşmenin amacı ne olursa olsun,
ihale ve görev hukukuna aykırı görülmektedir.
Önceki bilgileri, duyum ve bilgi notu hukuken delil
kabul edilemeyecek, tam bilgi şeklinde yorumlanmayarak, hemen Korkmaz Yiğit'in
ihaleye alınmaması emrini veren Sayın Başbakanın, sonradan Korkmaz Yiğit'i
ihaleye almasının, Başbakanın müdahale alanına girmemesi gerekir. Erol Evcil,
komisyona verdiği ifadesinde konuyu Mesut Yılmaz'ın çok yakından takip ettiğini
açıklamıştır. Sayın Mesut Yılmaz'ın Çakıcı'yla ilişkileri hakkında Erol Evcil,
Türkbank Komisyonuna verdiği ifadede
ayrıca bu konuşmalar dışında bir de yumruk olayında...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Açtım efendim; buyurun, tamamlayın.
BASRİ COŞKUN (Devamla) – "Mesut Yılmaz ile
görüştüm; Yılmaz, bana 'Alaattin Çakıcı'yla konuş, yumruğu atan kim, öğrensin
ve hesap sorsun' dedi" demektedir. Sayın Yılmaz, önemli bir itirafta
bulunarak, Budapeşte'deki yumruk hadisesinin araştırılmasını Erol Evcil'den
istediğini belirtmiştir. Çakıcı ise, Türkbank Komisyonuna verdiği yazılı
ifadede Yılmaz'la işbirliği yaptığından dolayı pişman olduğunu belirterek,
ilişkilerini açıklamaktadır.
Bütün bunlardan görüleceği üzere, bir bankanın yapılan
satış ihalesinde doğruluğu ispatlanamamış birçok şaibe ve şüphe bulutları
bulunmaktadır. Bunlardan, dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz ile Devlet eski
Bakanı Sayın Güneş Taner'in sorumluluklarının suç oluşturup oluşturmadığı açığa
çıkarılmalıdır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, olayların gelişme şekline ve Sayın
Mesut Yılmaz'ın o günkü görüş ve arzuları istikametinde meseleler
değerlendirildiğinde, konunun yüce Türk adaleti tarafından ele alınarak, vuzuha
kavuşturulması gereği ortaya çıkmaktadır. İnanıyorum ki, yüce Türk adaletinin
vereceği karar, olayın muhataplarını da memnun edecek ve söz konusu mesele
etrafında şüphe bulutlarını da dağıtacaktır.
Gönül ister ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi bu tür
olaylardan dolayı yıpranmasın ve siyasal anlamda herhangi bir şaibeye meydan
verilmeyecek davranışlar içinde olunsun; kamu vicdanını rahatlatacak kararlar
ortaya çıksın, yargılanması gerekenler Yüce Divana gitsin, buna gerek
olmayanlar hakkında da Yüce Divan yolu kapatılabilsin. Milliyetçi Hareket
Partili milletvekili arkadaşlarımızın da, komisyonlarda bu arayışlar içerisinde
tavır takındıklarını görmem, beni memnun etmiştir.
BAŞKAN – Sayın Coşkun, lütfen tamamlar mısınız; 2
dakikalık eksüre verdim size...
BASRİ COŞKUN (Devamla) – Tamamlıyorum efendim.
Dosya kapsamı hakkında huzurlarınızda yaptığım kısa
açıklamalarıma burada son verirken, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Coşkun.
İstanbul Milletvekili Sayın Nazlı Ilıcak; buyurun
efendim. (FP sıralarından alkışlar)
AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Meclisimiz çok önemli bir imtihanla karşı karşıya.
Vatandaşlarımız gözlerini Meclise dikmiş, hepimizi seyrediyor. Türkbank ihalesi,
çeteler, ucuza giden cep telefonları, devletin trilyonlarca lira zarara
uğramasına yol açan Kurtköy ihalesi... Bütün bunlar, Sayın Mesut Yılmaz'ın
Başbakanlığı döneminde gerçekleşti. Eğer, siyaseten suçlamak söz konusu
olsaydı, herhalde, burada, sanık sandalyesinde Sayın Mesut Yılmaz değil,
keyfiliğin ve kasıtlı karalamaların muhatabı olan Refah Partisinin bakanları
otururdu.
Hayır, Mesut Yılmaz'ın siyaseten suçlanması söz konusu
değil; ama, siyaseten aklanması söz konusu. Özellikle, burada Sayın Ecevit'e
seslenmek istiyorum -Sayın Hüsamettin Özkan'dan rica ediyorum, Sayın Ecevit'e
benim bu seslenişimi aktarsın- aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, hâlâ,
kendinden, Mataracı ve Hilmi İşgüzar'ın hesabı sorulmakta.
Kaldı ki, ufak bir hatırlatma yapmak istiyorum. Sayın
Mesut Yılmaz, 9 Mayıs 1999'da, Yüce Divanda aklanmak istediğini açıkça beyan
etmişti. "Yüce Divanda yargılanmak
istiyorum. Bunu, kendim değil, partim için istiyorum. Meselenin, ilgili yargı
tarafından sonuçlandırılması hususunda ısrarlı olduğumu Sayın Ecevit'e intikal
ettirdim, bana yardımcı olacağını söyledi" demiştir. Gelin, hep birlikte,
Sayın Mesut Yılmaz'a yardımcı olalım. Yoksa, Yılmaz'ın o demeci, hükümetin
kurulması aşamasında yolsuzlukların takipçisi olacağını söyleyen Milliyetçi
Hareket Partisine yönelik bir taktik miydi?.. Yani, hükümete girmesinin
önündeki bir engeli "ben, Yüce Divanda yargılanmaya hazırım" diye
temizlemeye mi çalışıyordu?
Değerli arkadaşlar, bugün görüştüğümüz dosyayı, çete
dosyasından ayrı düşünemeyiz; çünkü, Türkbank ihalesinin arkasında, Korkmaz
Yiğit'in arkasında Alaattin Çakıcı var ve bunu, Mesut Yılmaz biliyor. 13 Mayıs
1998 ve 8 Haziran 1998 tarihli, İstanbul Emniyet Müdürlüğünün, Emniyet Genel
Müdürlüğüne yazdığı yazılarla biliyor. "Çok gizli" ibareli bu iki
yazı, Sayın Mesut Yılmaz'ın eline ulaşmıştır. Bu yazıda "Çakıcı, Korkmaz
Yiğit ile anlaşmıştır. Her türlü şantaj, tehdit unsuru kullanarak, başkalarının
bu ihaleye katılmasını önleyecektir. Katılanların da düşük fiyat vermesini
sağlayacaktır" denilmektedir.
İşte, bu bilgiler yüzünden, ilk başta, Sayın Mesut
Yılmaz, Korkmaz Yiğit'in ihaleye katılmasına soğuk bakmaktadır; ama, ne olduysa
30 Haziranda olmuştur. 30 Haziranda Korkmaz Yiğit'le başbaşa görüşen Mesut
Yılmaz, bilemediğimiz bir sebepten dolayı, Güneş Taner'e dönmüş ve 15 dakikalık
bu görüşmeden sonra "ona haksızlık yapmayalım, ihaleye girmesini
engellemeyelim" demiştir. Kamuran Çörtük de aracı konumundadır bir
ihalenin içinde.
İhalenin yapılacağı 4 Ağustos tarihinden bir gün önce,
3 Ağustos gecesi, Korkmaz Yiğit'le toplantı yapmıştır Kamuran Çörtük. Ondan,
Genç TV'yi satın almıştır. Yiğit'in yirmi gün önce 89 milyon dolara satın
aldığı Genç TV'yi, 41 milyon dolara Kamuran Çörtük satın almıştır; üstelik,
Yiğit, Bankekspres'ten, yani, kendi bankası olan Bankekspres'ten, Kamuran
Çörtük'e kredi vermiştir.
Korkmaz Yiğit'le böyle uygun bir alışverişi o gece
tamamlayan Kamuran Çörtük, bir başka yeri de ziyaret etmiştir; Başbakan Mesut
Yılmaz'ın, gece yarısından sonra konutuna gitmiştir ve Mesut Yılmaz, Çörtük'e,
rakip firma Zorlu'nun, Türkbank ihalesinde 505 milyon doların üzerine
çıkmayacağını da söyleyivermiştir. Bilmiyorum, aralarında başka neler
konuşmuşlardır.
Kamuran Çörtük, Mesut Yılmaz'ın çok yakını. POAŞ'ta
üçüncü olmasına rağmen, ihale ona verilmiştir. Bolu Tüneli geçişinde, Astaldi
firması, teknik yeterliliğe sahip olmasına rağmen, Ankara'da işlerini takip
edebilsin diye, Kamuran Çörtük ile ortak olmuştur. Çörtük, Korkmaz Yiğit ile
Mesut Yılmaz ilişkilerini de tanzim eden kişidir.
3 Ağustosta bir başka olay daha gerçekleşmiştir.
Burada, arkadaşlarımız, bu meseleye temas ettiler. Türkbank ihalesi
gerçekleşmeden bir gün önce -4
Ağustosta ihale gerçekleşiyor- 3 Ağustosta Mesut Yılmaz'ın özel kalemine,
İstihbarat Daire Başkanlığından fevkalade gizli bir bilgi notu ulaşıyor. Bu
bilgi notunda, gayet tabiî ki, Çakıcı ile Yiğit'in ilişkileri üzerinde
duruluyor. 4 Ağustosta da, Emniyet Genel Müdürlüğü, aynı mahiyette ikinci bir
yazıyı, yine Sayın Mesut Yılmaz'ın özel kalemine gönderiyor. Her nasılsa, peş
peşe gelen bu iki bilgi notu da, özel kalemde kayboluveriyor; ama, Sayın Mesut Yılmaz, hâlâ, bu iki bilgi
notunu kaybeden Özel Kalem Müdiresi Sema Erdem ile birlikte çalışıyor.
Şimdi, bir başka olayı daha hatırlatmak istiyorum: 28
Ağustosta, Başbakan Mesut Yılmaz, o dönemde, ekonomi kurmaylarıyla toplanıyor.
Güneş Taner, Yılmaz'a soruyor: "Gazetelerde çeşitli spekülasyonlar var;
arkadaşlar bu hususta çok rahatsız; Türkbank'ı ne yapacağız?" Yılmaz,
Güneş Taner'i yatıştırıyor -bunların hepsi, Güneş Taner'in de ifadelerinden
anlaşılıyor- "elimizde, Yiğit'in Çakıcı'yla ilişkili olduğunu gösteren
somut delil yok. Üstelik, Güven Erkaya'ya sordum; o da, Yiğit'in fevkalade
muteber bir adam olduğunu söyledi" diyor.
Şimdi, bir başka belge var; Uzun Yol adlı kitapta, 155
ve 156 ncı sayfalarda, Güneş Taner, Başbakanla arasında geçen ikili bir
konuşmayı naklediyor; şöyle diyor: "Sordum Sayın Başbakana, bana şu cevabı
verdi: Bütün devlet istihbarat birimlerinden bilgi istedim. Bana, Korkmaz
Yiğit'in hiçbir yerde dosyası olmadığını söylediler. Korkmaz Yiğit ile
Çakıcı'nın ilişkisi doğrulanamıyor. "
Bakın, bu tarihte, yani, bu lafları söylediği vakit
Sayın Mesut Yılmaz, elinde Emniyet Genel Müdürlüğünden gelen dört ayrı uyarı
yazısı var; 13 Mayıs tarihli uyarı yazısı, 8 Haziran tarihli uyarı yazısı, 3
Ağustos tarihli uyarı yazısı, 4 Ağustos tarihli uyarı yazısı.
Mesut Yılmaz gerçeği gizlediği için, Hazine, 8 Eylülde,
Türkbankın devri için Yiğit'e önizin veriyor. Oysa, bu uyarı yazısıyla bu devri
durdurabilirdi.
Peki, o sırada, Korkmaz Yiğit, acaba ne yapıyor; gazete
ve televizyon kanalı almakla meşgul. Mafya, sadece ihale kazanmıyor, basına da
giriyor. İhaleden 10 gün sonra, 14 Ağustosta, Korkmaz Yiğit Kanal 6'yı satın
alıyor.
Mesut Yılmaz, Turan Akköprülü'yü arıyor, diyor ki:
"Korkmaz Yiğit sana genel müdürlük teklif edecek, sen, bu teklifi kabul
et." Nitekim, Akköprülü, Kanal 6'da işe başlıyor.
28 Ağustosta, Yiğit, Yeni Yüzyılı satın alıyor.
10 Eylülde Bodrum'a gidiyor, Aydın Doğan'la Milliyetin
satışı konusunda anlaşıyor. 11 Eylülde Mesut Yılmaz'ı ziyaret ederek, Milliyeti
de satın aldığını ona söylüyor. Böylece, Mesut Yılmaz'ın himayesinde, mafya,
sadece ihaleye değil, basına da giriyor.
O tarihlerde TÜSİAD toplantısında çekilen bir video
kaset var. Bunu, maalesef, o televizyon kanalı oynatamadığı için bana verdi.
1998 yılında, ben, sütunumda iki kere bu kaseti yayınladım ve hiçbir tekzip
almadım. Şöyle diyor Güler Sabancı... Mesut Yılmaz var yanında, bir yanında da
Bülent Eczacıbaşı Bey var. Güler Sabancı şöyle diyor: "Gazete piyasası
karışmış; yine, Yeni Yüzyıl satılmış. Bu defa, Korkmaz Yiğit şeye satmış."
Hatırlayamıyor ve Mesut Yılmaz "Alaattin Beye mi" diye soruyor.
Birlikte gülüşüyorlar. Güler Sabancı, ismi hatırlamaya çalışırken...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Evet, size de 1 dakika eksüre veriyorum
efendim; buyurun.
AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) – Güler Sabancı, ismi
hatırlamaya çalışırken "kafamı karıştırmayın" diye kızıyor. Yılmaz,
gülmeye devam ediyor. Bu, görüntülü kaset. "Alaattin'i arayın, Alaattin'i
arayın" diyor. Birdenbire Güler Sabancı ismi hatırlıyor "tamam,
Kamuran Çörtük'e satılmış Yeni Yüzyıl" deyince, Yılmaz itiraz ediyor:
"Olmaz, dün gördüm Kamuran Çörtük'ü. Eğer, satılmış olsaydı, bana
söylerdi."
Görüldüğü gibi, her pazarlığın içinde Mesut Yılmaz var.
Bir gazete satışı dahi kendisinden habersiz cereyan edemiyor; ama, nedense,
duymaması gereken şeyleri duyuyor da, esas duyması gereken polisin istihbarat
raporlarını duyamıyor!..
TÜSİAD'taki o konuşmada, Bülent Eczacıbaşı, Mesut
Yılmaz'ın Korkmaz Yiğit'e şöyle bir taktik verdiğini de söylüyor: "Sayın
Başbakan, geçen gün Korkmaz Yiğit'e dedi ki, sen, merdivenlerden hızlı
çıkıyorsun." Yılmaz, "Tarancı'nın şiirini okudum; 'ağır ağır çıkacaksın
bu merdivenlerden' dedim" diyor; oysa, Ahmet Haşim'in şiirini okuduğunu
söylemek istiyor ve esasında, taktik verdiğini itiraf ediyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) – Sayın Başkan, 1 dakika
daha verebilir misiniz...
BAŞKAN – Vermeyeceğim efendim; teşekkür ediyorum.
AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) – Vermeyin!.. Ama,
adaletsiz davrandınız... (FP sıralarından alkışlar)
BEYHAN ASLAN (Denizli) – Bu romanı sen mi yazdın?!..
İLKSAN'ın hesabını ver!..
AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Neyin hesabı! Hepsinin
hesabı verildi...
BAŞKAN – Komisyon adına, Komisyon Başkanı İstanbul
Milletvekili Sayın Yılmaz Karakoyunlu; buyurun efendim. (ANAP sıralarından
alkışlar)
(9/43) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI KOMİSYONU
BAŞKANI YILMAZ KARAKOYUNLU (İstanbul) – Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; 20 nci Dönemde, Aydın
Milletvekili Ali Rıza Gönül ve 57 arkadaşının... (ANAP sıralarından "ses,
ses" sesleri)
BAŞKAN – Efendim, mikrofona yanaşır mısınız lütfen.
(9/43) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI KOMİSYONU
BAŞKANI YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Değerli arkadaşlar, buranın yapılmasında
ergonomik bir problem var. Sürekli olarak benden kaynaklandığını
zannediyorsunuz. Burası, kısa boylu milletvekilleri için yapılmış; ben uzun
boylu olunca, bu mikrofon bana yaklaşmıyor. (ANAP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Sorunu, Başkanlık Divanının çözmesi lazım.
Değerli arkadaşlar, 20 nci Dönemde, Aydın Milletvekili
Ali Rıza Gönül ve 57 arkadaşı tarafından, Türkbank ihalesiyle ilgili olarak,
görevi kötüye kullandığı gerekçesiyle, dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz ve
Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner hakkında soruşturma önergesi
verilmiş, bu önerge, Mecliste görüşülmüş, kabul edilmiş ve bir Soruşturma
Komisyonu da teşkil edilmiştir.
Bu Soruşturma Komisyonu, Anayasanın ve İçtüzüğün ilgili
maddelerinde, yani, Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğümüzün de 102 nci ve 107 nci
maddelerinde derpiş edilen esaslar çerçevesinde meseleyi incelemiştir. Eğer,
meseleyi siyaseten incelemek isterseniz, belli bir kronolojinin tarihlerine
atıfta bulunup ve dramatik bir üslupla konuşarak, hadiseleri takdim
edebilirsiniz; ama, komisyonlar, siyasî amaçlara alet olmak üzere teşkil
edilmedikleri için, incelemelerini, kesinlikle, yasalar çerçevesinde yapmak
zorundalar.
Soruşturma önergesinde, Mesut Yılmaz ve Güneş Taner
için tasni edilen suç, 240 ıncı maddeye aykırılık iddiasından ibarettir.
Dolayısıyla da, değerli arkadaşlar, komisyonumuz, eldeki bilgileri ve
belgeleri, Ceza Kanununun 240 ıncı maddesinin derpiş ettiği esaslar
çerçevesinde incelemeye almış, bu amaçla, başta, önerge sahibi, müddei olmak
üzere, bütün ilgilileri tanık olarak dinlemiş; mevcut bilgileri, belgeleri
gözden geçirmiş; tanık ifadeleri ve belge muhteviyatını karşılaştırmak
suretiyle mukayeselerini yapmış; daha sonra da savunmalarını almak üzere, Sayın
Mesut Yılmaz ile Güneş Taner'i davet ederek, yine bu tartışmaları sürdürmüştür.
Bütün bu konuşmalar, bütün bu gelişmeler tamamlandıktan
sonra, komisyonumuz, yine 107 nci maddede derpiş edilmiş esaslar çerçevesinde,
bir hazırlık, bir tespit raporu tanzim ederek bütün üyelere dağıtmış, onu
değerlendirmeleri için yeteri kadar zaman aralığı vermiş, talep üzerine ilave
süre eklemiş ve daha sonra da, bütün komisyon üyeleri, vicdanî kanaatlerini
komisyonumuzda tek tek, gerekçelerini de göstermek suretiyle açıklamışlardır.
Değerli arkadaşlar, ileriye sürülen konu, ihalenin,
Ceza Kanununun 240 ıncı maddesine aykırı olarak, görevin suiistimal edilip
kötüye kullanıldığı ve bu şekilde devleti zarara soktuğu iddiasıdır.
Bir görevin kötüye kullanılması, eğer devleti
zararlandırma ya da o işin içinde bulunan kişiyi kişisel olarak yararlandırma
biçiminde tezahür etmediği müddetçe, 240 ıncı maddenin derpiş ettiği esaslar
çerçevesinde, kimseye herhangi bir şekilde suç isnat etmek mümkün değil.
Dolayısıyla, haklarında, görevlerini kötüye kullandıkları söylenen Devlet eski
Bakanı Güneş Taner ve dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın, bu hadisedeki
takındıkları tavırları size kısaca arz etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, biraz evvel söz konusu edilip,
burada sizlere sunulan iki belgeden başlamak istiyorum. Bu iki belge biraz
evvel sizlere takdim edildi. Bu iki belgenin de muhatabı Sayın Başbakan
değildir, Sayın Devlet Bakanı değildir; doğrudan doğruya Emniyet Genel
Müdürlüğü İstihbarat Dairesidir. Dolayısıyla, bu iki belgenin, sanki doğrudan
Başbakana veya Devlet Bakanına gönderilmiş şekilde takdim edilmiş olmasına
ilişkin izahat ile fiilî durum uyuşmamaktadır. Komisyonumuz, bunu da dikkate
almıştır...
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Dönemin İçişleri
Bakanı kabul ediyor.
(9/43) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI KOMİSYONU
BAŞKANI YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Bu iki belgeyle ilgili olarak "son
dakikada gelindi" şeklinde bir ifade oldu...
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Başesgioğlu'nun,
aldığına dair ifadesi var.
(9/43) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI KOMİSYONU
BAŞKANI YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Son dakikada geldiği ifade edilen bu iki
belgeyi, biraz evvel burada dinlediğiniz, komisyon üyemiz Sayın Altan
Karapaşaoğlu arkadaşımız, komisyon görüşmeleri sırasında ileriye sürdü.
Belgelerin tarihini de tam olarak hatırlamakta bir tereddüt geçirince,
kendisine bir günlük zaman da verip, bu belgelerin tarihlerini bize bildiriniz
dedik.
Kendileri, bize, belgelerin tarihlerini verdi; ama,
kabaca verdi ve biz, arkadaşımızın bu konudaki talebinde herhangi bir ihmale
sebebiyet verecek davranışın içinde olmadık; acele olarak, bunu, Emniyet
Müdürlüğünden istedik ve gecenin, aşağı yukarı yarısına yakın bir zamanında da,
arkadaşımızın evine fakslamak suretiyle kendisini bilgilendirdik.
Dolayısıyla, komisyonumuz, bilgilendirme açısından,
bütün üyelerinin taleplerini, şahit dinleme isteklerini yerine getirmiş; bütün
belge taleplerini, ilgili bakanlıklardan ve kuruluşlardan acilen istemek
suretiyle, dosyanın tekemmülü için gerekli olan her şeyin, bir an evvel yerine
getirilmesi konusunda hassasiyetini göstermiştir.
Değerli arkadaşlar, yapılan incelemelerin sonunda,
herhangi bir şekilde, bu olayda, devleti zararlandırma veya kişisel olarak,
Devlet Bakanı ile dönem Başbakanının kendilerini yararlandırmalarına ilişkin
tek bir bulguya rastlanılamamıştır.
İlk defa olarak, bu konu, İçel eski Milletvekili
tarafından gündeme getirilen bir kasetle ortaya çıkarılmış, bu kasetin ortaya
çıktığı tarihten itibaren hem Başbakan Mesut Yılmaz hem Devlet Bakanı Güneş
Taner, alınması gerekli olan tedbirler konusunda derhal harekete geçmişlerdir.
Nitekim, bu rapora eklenmiş olan muhalefet şerhinde
derpiş edilmiş kronolojiye de baktığınız zaman, aynı çerçeve içerisinde, bu
konunun, ayın 13'ünde, Türkbankla ilgili kasetin yayınlanmasını takip eden
hemen ertesi günü, aynı tarihte, ilk defa olarak, Sayın Başbakan, Başbakanlık
Teftiş Kurulunu harekete geçirerek, incelenmesi ve bu tahkikat sonucunun
kendisine bildirilmesi direktifini vermiş ve Teftiş Kurulu, derhal faaliyete
geçerek, hadisenin soruşturmasına
başlamıştır. Aynı tarih itibariyle, Hazineden sorumlu olan o zamanki
Devlet Bakanı, bankanın devralınmasına ilişkin müsaadeyi derhal iptal etmiştir.
Değerli arkadaşlar, Türkbank ihalesinin, Hazineyle veya
Başbakanlıkla uzaktan yakından herhangi bir şekilde irtibatı yoktur. Özerk bir
kuruluş olan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bünyesinde teşekkül etmiş bulunan
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından satışa çıkarılmıştır ve özerk bir
kuruluş, bu satış işlemini, devletin televizyonu aracılığıyla, bütün
yurttaşların gözünün önünde yapmıştır. Dolayısıyla, bu ihalenin daha sonra
tekemmül edebilmesi için, Bankalar Kanunu gereği olarak, Hazine tarafından, bu
hisselerin alınmasına müsaade edilmesi gereği vardı. İşte, bu hadise, yani İçel
Milletvekilinin eline -nasılsa- geçtiğini söylediği kaset ortaya çıkınca,
Hazine, derhal, bu geçici müsaade yazısını iptal etmiştir. Ayrıca, Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası da, böyle bir işlemde bulunulduğu gerekçesiyle,
Devlet Güvenlik Mahkemesine suç duyurusunda bulunmuş ve kendisi de ihaleyi
durdurmuştur.
Değerli arkadaşlar, dolayısıyla, 240 ıncı madde
çerçevesinde, herhangi bir şekilde, dönemin Başbakanının ve Devlet Bakanının
görevini kötüye kullandığına ilişkin herhangi bir tanık ifadesi veya kabul
edilebilir nitelikte bir belgeye rastlanılamamıştır.
Komisyonumuz, meseleyi derinliğine incelemiş, eldeki
bütün bilgileri derlemiş, toparlamış, temin edebildiği belgeler muhteviyatı ve
dinlediği tanık ifadeleri çerçevesinde, vicdanî kanaatiyle hükme bağlamış ve
dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz ile Devlet Bakanı Güneş Taner'in Yüce Divana
sevkine mahal olmadığı kararına varmıştır. Vicdanî kanaatlerle teşekkül eden
komisyon kararımızı huzurlarınızda tekraren ifade ediyor ve yine, vicdanî
kararlarınıza arz ediyorum.
Hepinize saygılar sunarım, teşekkür ederim. (ANAP, DSP
ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karakoyunlu.
AHMET MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, söz
istiyorum...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Yılmaz. (ANAP sıralarından
ayakta alkışlar)
AHMET MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; burada görüşülen soruşturma önergesine konu teşkil eden olay,
Türkiye'nin gündemini iki seneden beri işgal eden bir olaydır. Maalesef, biraz
önce yapılan bazı konuşmalarda da gördüm ki, bundan önceki tartışmalarda olduğu
gibi, olay, özünden uzaklaştırılmakta, içine, hayalî birtakım unsurlar
katılmakta ve siyasî istismar konusu yapılmaktadır. Onun için, 10 dakikanızı
almak pahasına da olsa, olayı, bütün açıklığıyla huzurunuza getirme ihtiyacını
duydum.
Aslında, işin özü son derece basittir. Daha önce iptal
edilen Türkbank hisselerinin satışı yeniden gündeme geldiğinde, daha önceki
satış işlemlerinde yaşanan gelişmelerin ışığında, şu söylediğim gerçekler
herkesin malumuydu. Kanunsuz işlere bulaşmış ve devletle bağlantılı kişilerce
korunan bir şahıs, Türkbankı kendi nüfuz alanı içerisinde görmekte ve buranın
ihaleyle satılması sırasında, satın alan kim olursa olsun, ondan, yüzde
oranında bir haraç almak istemekteydi. Bu şahıs, alacağı bu haracı haklı
gösterebilmek için de, bir katılımcı lehine ihaleye katılanlara baskı yapıp,
ihale bedelinin düşük tutulmasını sağlamaya çalışmış; siyasîlere ve
bürokratlara da çeşitli yollarla baskı yapıp, onları da, bankanın tespit edilen
değerinin altında satışına zorlamak istemiştir.
Bu şahıs için, iptal edilen ilk ihaleye girenler,
kazananlar veya durdurulan son ihaleye katılanlar, kazananlar, hiçbiri önemli
değildir. Soruşturma Komisyonu raporunda da açıkça görüleceği gibi, bu şahıs,
ihaleyi kazanan kim olursa olsun, kendi yüzdesini alacağını, bugün dahi, bu
Soruşturma Komisyonuna verdiği ifadede, açıkça, fütursuzca ifade etmiştir.
Acı olan, bütün bu tartışmalar sırasında, hiç kimsenin,
olayın bu cephesi üzerinde durmamış olmasıdır. Âdeta, herkes, olayın bu yüzünü
görmezlikten gelmeye çalışmaktadır. Vücut kimyasının bozulmasından korkanlar,
belki bu şekilde davranmakta haklıdırlar; ama, biz, o zaman sorumluluk taşıyan
insanlar olarak, olayın bu yönünü görmezlikten gelemezdik; nitekim gelmedik.
Peki, ülke yönetimini geçici olarak üstlenmiş bir
Başbakan olarak bu konuda neler yaptık?.. Değerli milletvekilleri, bu ihalenin
öncesinde ve sonrasında, Başbakan olarak yaptıklarım şunlardan ibarettir:
Birincisi, ihaleye katılımın engellenmesini önlemek ve
ihaleye mümkün olduğunca çok sayıda taliplinin katılmasını sağlamak için çaba
harcamak.
Bunun için, ihaleye katılmak isteyen herkese, her türlü
baskıdan uzak, televizyon önünde, açık ve adil bir ihale yapılacağı konusunda
güvence verilmiştir. İhaleye katılımın engellenmemesi için gereken titizlik
gösterilmiştir. İhalenin, televizyonların önünde, herkese açık bir biçimde yapıldığı,
zannediyorum, bu Yüce Heyetteki herkes tarafından da hatırlanmaktadır.
İkinci olarak, ihaleye katılanlara, fiyat artırmama
yönünde yapılabilecek olan her türlü baskıyı önlemek için, katılımcılara,
diledikleri şekilde fiyat artırabilecekleri bir ortamı sağlamak için çaba
harcadık. İhaleye katılan herkese -ki, bunlar, zannediyorum 5 firmaydı- hiç
kimseden ve hiçbir şeyden korkmadan, ihalede artırmada bulunabileceklerini
söyledik. Bunu, ben söyledim, ilgili Bakan arkadaşım söyledi, Merkez Bankası Başkanı
söyledi.
Bir noktada, bir şey daha yaptım: İhale bedelinin
belirlenen bedelin altında olması halinde, hiçbir şekilde, Hazine tarafından,
banka hisselerinin devir onayının verilmeyeceğini söyledim.
Uzmanlar tarafından tüm hisselerine 251 milyon dolar
değer biçilen bankanın, tüm hisselerine 251 milyon dolar değer biçilen
bankanın, satışa çıkarılan yüzde 84 hissesinin satışının, hiçbir şekilde, 500
milyon dolardan aşağı olması halinde, Hazine tarafından onaylanmayacağını
söyledim.
Burada, bazı konuşmacılar -üstelik, bu işi tetkik etmiş
olması gereken, bu konuda bilgi sahibi olmaları beklenen bazı konuşmacılar-
benim, filan kişinin ihaleye girmesini neden engellemediğimi sordular. Açıkça
ifade ediyorum ki, benim böyle bir yetkim yoktu. Benim elimde bir tek yetki
vardı, o da, ihaleye katılan kişilerin, eğer banka sahibi olmalarını engelleyen
bir durum ortaya çıkarsa, Hazinenin bu devir işleminin tekemmülünü engellemek;
yani, devrin, Hazine tarafından onayını engellemekti, benim yetkim bu idi; ama,
bu yetkimi gerektiği takdirde kullanacağımı, baştan itibaren, bütün
katılımcılara, söylediğim yollardan, duyurdum. Neticede, bütün bu çabaların
sonunda, televizyon kameraları önünde yapılan açık artırmada, yüzde 84 hissenin
değerinin 600 milyon dolara çıkması sağlanmıştır. Bütün bunlara rağmen ihaleyi
kazanan kişiye, o kanunsuz işlere bulaşmış olan şahsın etkisini
önleyemediğimizi gördüğümüz için, Hazine Müsteşarlığı kanalıyla ihale
işlemlerinin durdurulması talimatını verdirdik. Yine, Hazine Müsteşarlığına gerekli
talimatın verilmesini sağlayarak, savcılığa suç duyurusunda bulunulmasını
sağladık.
Merkez Bankasınca, ihaleye katılan bazı kişilerle
ilgili olarak istenilen bilgi notunun, Başbakanlığa da bilgi için iletildiği;
fakat, bu yazının kaybolduğu, tarafıma intikal ettirilince, konunun
soruşturulması için Teftiş Kuruluna da anında talimat verdim.
Değerli milletvekilleri, bir hususa daha açıklık
getirmek istiyorum. Emniyetin, MİT Müsteşarlığının veya diğer güvenlik
kuruluşlarının vermiş oldukları istihbarat notlarının hukuken ne değer ifade
ettiği, ne anlam taşıdığı konusunda, zannediyorum bu açıklamayı yapmama ihtiyaç
var. İstihbarat notları, bilgilendirme içindir. Bu notlar, herhangi bir olaya
ilişkin idarî bir tedbir alınmasına vesile olmak için düzenlenir; ama, ne
yargısal işlemlerde ne de diğer işlemlerde, bu bilgi notlarının herhangi bir
hukukî bağlayıcılığı yoktur; bunlar sadece bir duyumu ifade ederler. Bu tip
bilgi notlarında, bütün kuruluşlarca, bir teamül olarak "okunduktan sonra
imha edilmesi" notu düşülür. Dolayısıyla, burada hep sözü edilen, o Merkez
Bankasına gelip, Başbakanlığa ulaşmasına rağmen bana intikal etmeyen not,
aslında bir istihbarat notudur ve bu nota dayanarak hukukî bir işleme dayanak
teşkil etmek mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri, Türkbank ihalesi dolayısıyla
yaptığım işlemler özetle bundan ibarettir. Bu hususta hukuk ve ahlak anlamında
en küçük bir olumsuz davranışımız söz konusu değildir; ama, hiç beklemediğim
bazı kişiler tarafından bile "canım, bırak, Türkbankı kim alırsa alsın,
kim ne yaparsa yapsın, bunun için yara almaya değer mi" ifadelerine
muhatap oldum. Bu eleştirileri hiçbir zaman kabul etmediğimi huzurunuzda ifade
ediyorum.
Benim yaptığım şey, bu ülkenin kör kuruşundan bile
sorumlu bir Başbakan olarak, Hazinenin malının değerince satılmasını sağlamaya
çalışmaktan başka bir şey değildir. Benim ihaleyle ilgili olarak yapmış olduğum
bütün bu işlerin, burada söylediğim ihaleye ilişkin yaptığım işlerin, aslında
ihale komisyonuyla uzak-yakın hiçbir ilgisi yoktur; ihale komisyonuna ne bir
talimatım ne bir teklifim ne bir baskım ne bir tavsiyem ne de hiçbir şeyim
olmamıştır. Peki, bütün bu çabalarımız sonunda gerçekleşen tek şey, ihale
komisyonunun her türlü baskıdan uzakta ve kamuya açık bir şekilde, şeffaf bir
şekilde çalışmasını sağlamaktan ibarettir. Önemli bir banka satışında ihalenin
kamuya açık şekilde yapılmasını, ihale komisyonunun baskılardan uzak
çalışmasını ve ihaleye katılacak olanların serbest rekabet ortamında hareket
edebilmelerini sağlamak, bence hiçbir zaman görevi kötüye kullanmak değildir;
bu, yalnızca görevini yapmaktır, görevini yerine getirmektir.
Değerli milletvekilleri, tekrar ediyorum, ihaleyi yapan
kuruluş Merkez Bankasıdır, Merkez Bankasının içinde de Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu İcra Kuruludur, ihaleyi gerçekleştiren yetkili organ da bu fon
yönetimidir. İhale sürecinde tek yetkili organ da bu fon yönetimi ve onun
kurmuş olduğu ihale komisyonudur. Merkez Bankası -biraz önce Sayın
Karakoyunlu'nun da ifade ettiği gibi- kamu tüzelkişiliğine sahip, özerk bir
kuruluştur. Banka, kendi işlemlerini kendisi yapar. Bu işlemleri yapmak için
kimseden izin ve yetki almasına gerek yoktur. Bütün bunlar ortada iken, ihaleye
fesat karıştırdığımı iddia etmek, izan, vicdan ve hukuk ölçülerinin dışına
çıkmak demektir. Benim Başbakan olarak yaptığım tek şey, kamunun menfaatını,
kamunun hukukunu korumaktır. Bu hususta yaptığım hiçbir şey hukuka aykırı
değildir. Yaptığım işlerin tamamı hukuka uygun ve hiç kimsenin görevine
müdahale etmeden gerçekleştirilen, kamunun yararını korumayı amaçlayan
işlemlerdir.
Değerli milletvekilleri, ısrarla gözden kaçırılan bir
hususa tekrar dikkatinizi çekmek istiyorum. Bir banka hissesinin devir işlemi
söz konusu olunca, Bankalar Kanununun o dönemde yürürlükte olan hükümleri
gereği, Hazine Müsteşarlığının, belli oranı geçen hisse devirlerine izin verme
işlemi vardır. Hazinenin izin vermediği tüm banka devir işlemleri geçersizdir.
Hazine Müsteşarlığının banka devirlerinin devrine izin vermesinin nedeni, banka
hisselerinin hareketini kontrol etmek, banka hisselerinin yanlış ellere
geçmesini önlemektir. Bu sayede, güven ve itibar temelleri üzerine oturan
bankacılıktaki bu unsurların korunması amaçlanmaktadır.
Bankalar, güven üzerine işlem yapan kuruluşlardır.
Bankacılık da itibarlı bir iştir, bir itibar işidir; bu, hemen hemen bütün
dünyada böyledir. O dönemde Hazine Müsteşarlığının, şimdi ise Bankacılık
Düzenleme Kurulunun vermiş olduğu banka hissesi sahibi olma izni, aynen
savcılıklardan alınan temiz kâğıdı gibidir. O iznin sahibi olan insan,
bankacılık alanında muteber kişidir. Peki, şimdi soruyorum, Türkbank ihalesine
katılan şahsın -ismini bildiğiniz o şahsın- bu ihale öncesinde, Hazine
tarafından muteber kişi olarak kabul ve tescil edildiğini biliyor musunuz? Onu,
bankacılık alanında muteber sayan belgenin, bizim hükümetimizden çok önce,
başkaları tarafından verildiğini de biliyor musunuz? Bankekspres Bankasının
büyük hissedarı olarak Hazine nezdinde muteber kişi belgesi bulunan bu şahsa,
yalnız bu sebepten dolayı Türkbank hisselerinin devrinin önlenmesinde hukukî
açıdan ciddî zorluğumuz olduğunu biliyor musunuz?
Bütün bunları şunun için söylüyorum: Bankekspresin
hissedarı olması için, Korkmaz Yiğit'e, bankacılık anlamında muteber kişi
sıfatını kazandıranların, ona bu temiz belgesini verenlerin, bize bu kişinin
Türkbank ihalesine girmesini niye engellediniz diye sormalarının hukukî açıdan
hiçbir değeri yoktur. Bankacılık açısından muteber sayılan bir kişinin, bir
banka ihalesine girmesini önlemek aslında hukuk açısından bir suçtur ve biraz
önce söyledim, bizim böyle bir imkânımız yoktu.
Yaşadığımız bütün sıkıntılara rağmen, Hazine
Müsteşarlığının, Türkbank ihalesinin iptalini değil de, konuya ilişkin olarak
açılan ceza davasının sonuçlanmasına kadar ihale işlemlerini durdurmasını sağlayabildik.
Bu şahsın Türkbank ihalesine girişini, Emniyetin bir bilgi notuna bağlı olarak
önlemek, hukuk açısından mümkün değildi. İlgili kişinin ihaleye katılmasını
hukuken engelleyen bir unsur olmadığı sürece, bir Başbakanın olaya müdahale
ederek, şu kişiyi neden ihaleye aldınız diye sorma hakkı da mevcut değildi. Bir
Başbakanın da hukuken sakıncası bulunmayan kişilerin ihaleye katılmasını
engellemek yetki ve görevi olmadığının bilinmesi gerekir. Aksine, ihaleye
girmek için, hukukî şartları taşıdığı ihale komisyonu tarafından tespit edilen
bu şahsın, Türkbank ihalesine girmesini, talimat vererek, önlemek, emri veren
kim olursa olsun, açık bir suçtur.
Değerli milletvekilleri, söz konusu ihalede, ihaleye
katılan bazı kişileri koruduğum iddia edilmiştir. Açık artırmayla, televizyon
ekranlarında yapılan bir ihalede kimsenin korunamayacağı aşikârdır. Tahminî
bedelin, tespit edilen bedelin neredeyse 3 katı kadar artan bir ihalede,
ihaleye katılan firmaların ihale süresince fiyatları devamlı yükseltmeleri, hiç
kimsenin korunmadığının ve yasadışı unsurlar tarafından katılımcılar üzerinde
herhangi bir baskı kurulamadığının en açık delilidir.
Sonuç olarak, bu olayda görevi kötüye kullanmak ya da
görevi ihmal etmek gibi bir durum hiçbir şekilde söz konusu olmadığı gibi,
soruşturma önergesinde iddia edildiği gibi, ihaleye fesat karıştırılması gibi
bir durum da söz konusu değildir. Eğer ortada bir kayrılan varsa, kayrılan
sadece ve sadece kamunun menfaatıdır, hiç kimse kayrılmamıştır. İhalede
istediğini elde edemeyenler tarafından kurulan açık bir komployla, geçen
dönemde 55 inci hükümetin intikam amacıyla yıkıldığını burada bir defa daha
hatırlatmak isterim.
Yüce Heyetinizin, bu ihalede istediğini elde edemeyen
kanundışı kişilerin intikam hırsına hiçbir şekilde alet olmayacağına
inanıyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından ayakta
alkışlar, DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Sayın milletvekilleri, komisyon raporu, Yüce Divana
sevk etmeme yönündedir; ancak, İçtüzüğün 112 nci maddesinin beşinci fıkrası
"Komisyonun Yüce Divana sevk etmeme yönündeki raporlarının reddi, ancak,
Yüce Divana sevke dair verilen ve sevk kararının hangi ceza hükmüne
dayanacağını gösteren bir önergenin kabulüyle mümkün olur" hükmünü taşımaktadır.
Bu hüküm uyarınca da Başkanlığa verilmiş bir önerge bulunmaktadır.
Şimdi, bu önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Türk Ticaret Bankasının satışı, ihalesiyle ilgili
olarak ortaya atılan yolsuzluk iddiaları konusunda gerekli tedbirleri almayarak
görevini kötüye kullandıkları ve bu sebeple Türk Ceza Kanununun 240 ıncı
maddesinde yazılı suçları işlediği gerekçesiyle haklarında Meclis soruşturması
önergesi verilen eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş
Taner ile ilgili olarak kurulan (9/43) esas numaralı Meclis Soruşturması
Komisyonu Raporu ile önergede isnat edilen suçların işlenmediği gerekçesiyle
eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner'in Yüce
Divana sevklerine mahal olmadığına karar verilmiştir.
Komisyonda yapılan çalışmalar, incelemeler, toplanan
belge ve deliller, ilgililerin beyanları ile sonuçta verilen karar birbirine
aykırıdır.
Bu nedenlerle, önergemizin kabulü ile eski Başbakan
Ahmet Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner'in Türk Ceza Kanununun 240
ıncı maddesi uyarınca yargılanmak üzere Yüce Divana sevkine karar verilmesi
için Anayasanın 100 üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 112 nci
maddelerine göre işlem yapılmasını saygılarımızla arz ederiz.
Ahmet Cemil Tunç M.Altan Karapaşaoğlu M.Niyazi Yanmaz
Elazığ Bursa Şanlıurfa
BAŞKAN –Sayın milletvekilleri, Anayasanın 100 üncü
maddesinin üçüncü fıkrasına ve İçtüzüğümüzün 112 nci maddesinin altıncı
fıkrasına göre, Yüce Divana sevk kararı alınabilmesi için üye tam sayısının
salt çoğunluğunun kabul oyu; yani, 276 kabul oyu gerekmektedir. Toplantı
yetersayısı olmak kaydıyla, açık oylamada, kabul oyu 276'nın altında olduğu
takdirde, Yüce Divana sevk kabul edilmemiş olacaktır. Oylamaya katılım,
toplantı yetersayısı 184'ün altında olduğu takdirde de oylama tekrarlanacaktır.
Oylamayı açık oylama şeklinde yapacağız.
Şimdi, açık oylamanın şekli hakkında Yüce Heyetinizin
kararını alacağım.
Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, oylamaya geçmeden önce bir
açıklama yapma ihtiyacındayım. Bu önergenin kabulü manasında kullanılan oylar,
Yüce Divana sevk manasındadır; önergenin reddi yönünde kullanılan oylar da,
Yüce Divana sevke gerek olmadığı yönünde kullanılan oylar olarak
değerlendirilecektir.
Vekâleten oy kullanma arzusunda olan sayın bakanlar
pusula yollayabilirler efendim.
Oylamayı başlatıyorum ve 3 dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Devlet eski Bakanı
Güneş Taner ve eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz hakkında kurulan (9/43) esas
numaralı Komisyon raporu dolayısıyla verilen önergenin açık oylaması sonucunu
açıklıyorum:
Katılan : 384
Kabul : 124
Ret : 239
Çekimser : 18
Mükerrer : 3
Bu sonuca göre, önerge kabul edilmemiştir.
Böylece, Soruşturma Komisyonunun raporu kabul edilmiş;
yani, Devlet eski Bakanı Güneş Taner ve eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz’ın
Yüce Divana sevkine mahal olmadığına karar verilmiştir.
Sayın milletvekilleri, bu kısmın 5 inci sırasında yer
alan, 20 nci Yasama Döneminde Kocaeli Milletvekili İsmail Kalkandelen ve 55
arkadaşı tarafından verilen İzmit’te SEKA’ya ait bir araziyi Ford Otomotiv
Sanayi A.Ş’ne bedelsiz vermek suretiyle görevlerini kötüye kullandıkları ve bu
eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240 ncı maddesine uyduğu iddiasıyla eski
Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz ve Sanayi ve Ticaret eski Bakanı Yalım Erez
haklarında Anayasanın 100 üncü, İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis
soruşturması açılmasına ilişkin önerge ve Meclis Soruşturması Komisyonu raporu
üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.
5. – 20 nci
Yasama Döneminde Kocaeli Milletvekili İsmail Kalkandelen ve 55 Arkadaşı
Tarafından Verilen İzmit’de SEKA’ya Ait Bir Araziyi Ford Otomotiv Sanayi
A.Ş.’ne Bedelsiz Vermek Suretiyle Görevlerini Kötüye Kullandıkları ve Bu
Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240 ıncı Maddesine Uyduğu İddiasıyla Eski
Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz ve Sanayi ve Ticaret Eski Bakanı Yalım Erez
Haklarında Anayasanın 100 üncü, İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis
Soruşturması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Soruşturması Komisyonu
Raporu (9/28) (S.Sayısı : 485) (1)
BAŞKAN – Komisyon?... Yerinde.
Meclis soruşturması komisyonunun 485 sıra sayılı
raporu, daha önce sayın üyelere dağıtılmış ve ilgili eski Başbakan ve Bakana
gönderilmiştir.
Rapor üzerindeki görüşmelerde, komisyona, şahısları
adına 6 milletvekiline ve hakkında soruşturma açılması istenilen eski Başbakan
ve Bakana söz verilecektir.
Konuşma süreleri, komisyon için 20 dakika, şahısları
adına söz alan milletvekilleri için 10'ar dakikadır.
Son söz, hakkında soruşturma açılması istenilen eski
Başbakan ve Bakana ait olup, süresizdir.
Şimdi, rapor üzerinde söz alan sayın üyelerin
isimlerini okuyorum: Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Sağlam, İzmir
Milletvekili Rahmi Sezgin, Hatay
Milletvekili Mehmet Şandır, Bursa Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu, İstanbul
Milletvekili Emre Kocaoğlu, Balıkesir Milletvekilli Mustafa Güven Karahan.
Söz sırası, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet
Sağlam'da.
Sayın Sağlam, buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır efendim.
MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
(1) 485 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 485 sıra sayılı
soruşturma komisyonu raporu üzerinde, kişisel görüşlerimi arz etmek üzere
huzurunuzdayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
İlk önce, şunu açıkça ifade etmeliyim ki, Meclis
soruşturması prosedürü, bugünkü haliyle, demokratik rejimimize, Parlamentonun
işlerliğine, siyasetçinin itibarına ve her şeyden önemlisi, işleyen bir
demokratik sisteme sorun çözme mekanizması getirme yerine, sorun üretme
mekanizmasına dönüşerek, yarar yerine zarar veren bir hale gelmiştir.
Sayın milletvekilleri, Mecliste ya da komisyonlarda
siyaseten suçlanma veya siyaseten aklanma, ne temiz bir toplum yaratma ne de
gerçekten suçlu olanlar varsa, onların ortaya çıkarılıp cezalandırılmalarına
bir katkı sağlayamamaktadır. Parmak hesabına göre çoğunlukta iseniz suçsuz
olabiliyorsunuz, azınlıkta iseniz suçlu sayılmanız mümkün olabiliyor; bunun, ne
hukuk devletiyle ne de kanunun uygulanmasıyla, kamunun adalet duygusunu
tatminle bağdaşması mümkün değildir.
Anayasamız, 138 inci maddesinde, yasama ve yürütmenin,
yargı kararlarına uymasını kesin olarak emrediyor; ama, bugünkü soruşturma
prosedürüne göre, siyaseten aklanan bir konunun, belki Meclis tarihinde ilk
defa, tekrar soruşturma konusu yapılmasına rastlayabiliyorsunuz. Bu örnekler
var. Aynı şekilde, yargıda aklanan, kesin hüküm haline gelmiş konuların da,
yine, ne Anayasayla ne de İçtüzükle bağdaşmayan bir şekilde, tekrar soruşturma
konusu yapıldığına da şahit oluyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, öyleyse, yüzlerce insanın
zamanını alan, günlerce soruşturma komisyonlarında tartışılan ve Yüce Meclise
gelen böyle bir prosedürden, gerçekten ne bekliyoruz?.. Maalesef, soruşturma,
yargısal bir işlem olmasına rağmen, parmak hesabıyla adalet aranan bir çıkmaz
sokağa dönüşmüş durumdadır.
Değerli arkadaşlarım, bu yol, bizi, yanlış tünele
sokmaktadır; yanlış tünele girip, doğru yolu bulmamız mümkün değildir. Ne
milletvekillerimizi ne siyasî partilerimizi ne de komisyonda görev alan
arkadaşlarımızı itham edelim. Asıl yanlışlık, esas itibariyle, yargısal olan
soruşturma işlemini yasama organına yaptırmak suretiyle işlenmektedir. Yanlış
yöntemle doğruyu bulmamız, gerçeklere ulaşmamız bilimsel bakımdan mümkün
değildir. Gerçek, doğru yöntemle bulunabilir.
Bugünkü soruşturma prosedürümüz, maalesef, Türk
siyasetçisinin birbirlerini karalama mekanizması haline gelmiştir. Bu karalama
mekanizmasından memleket zarar görmektedir. Yakın geçmişte bunun örnekleri
vardır. Bu şekilde karalama ne kadar hukuk dışı, anayasa dışıysa, aklanma da o
kadar anayasa dışı, hukuk dışıdır. Gelin, ne siyasetçimizi, ne de demokratik
hayatımızın kalbi haline gelen Yüce Meclisimizi daha fazla yıpratmadan, açık
bir toplum, temiz bir siyaset için, yüce yargının görev alanına giren işleri,
yasamaya ve siyasetin görev alanına sokmayalım.
Sayın milletvekilleri, Türk siyasetinin ve
siyasetçisinin hiç hataları yok mu? Elbette olacaktır. Dünyanın her yerinde,
her mesleğin olduğu gibi, siyasetçilerin de hataları olabilir. Hata yapmak
insana mahsustur; ama, başbakanlık yapmış insanları, bakanlık yapmış insanları,
milletvekillerini yerli yersiz soruşturmalarla itham ederek siyaset yapmamızın
hiç kimseye bir faydası yoktur. Her Meclis aritmetiği değiştiğinde, her yeni
koalisyonlarla çoğunluk oluşturulduğunda eski soruşturmaları yenileme gayretine
girenler, bir gün hesabın değişebileceğini de unutmamalıydılar. Her zaman
Meclis aritmetikleri değişebilir; unutulmaması gereken, siyaseti bir itham ve
karalama faaliyeti gibi anlamamaktır. Bundan yalnız biz değil, ülke zarar
görmektedir. Ülkenin zararını telafi etmek ise mümkün olamamaktadır.
Değerli milletvekilleri, yıllar önce, Doğru Yol Partisi
olarak, her türlü suçlama ve aklamaların yargı organlarında yapılması esasına
dayanan bir anayasa değişikliğini hazırladık, ortaya koyduk. Çeşitli siyasî
partilerle görüşmeler yapıldı, hiçbir sonuç alınamadı. İkinci demokrasi
programı adını verdiğimiz programda da, üç dört yıl önce, aynı işlemlerin yargı
yoluyla yapılması konusunda, kamuoyuna açıkça deklare ettiğimiz parti olarak
taahhütlerimiz oldu. Bugün de bu görüşlerimiz aynen devam etmektedir. Bugün de
o görüşteyiz ki, bir an evvel bu prosedür, bu yanlış prosedür
değiştirilmelidir.
Türk siyasetine, çoğunluğun parmaklarıyla suçluluk
kavramı egemen olmamalıdır. Bu ülkenin siyasî kadroları, ithamcı parmaklarla
sanık sandalyesine gitmemelidir. Yüce Meclise ve demokratik kurumlarımıza,
karalamalardan hep zarar gelmiştir. Siyaseti, bir sorun üretme faaliyeti
olmaktan çıkarıp, bir sorun çözme faaliyeti haline getirmek zorundayız.
Kurumlar, toplumdan aldıklarını, kendi işlemleriyle topluma daha fazlasını
vererek ayakta durabilirler. Topluma sorun üreten kurumlar itibar kaybederler.
Değerli milletvekilleri, bu ülkenin çözüm bekleyen
büyük sorunları vardır, ulaşması gereken millî hedefleri vardır. Biz, bunlara,
millete, sadece yönetemeyen bir demokrasi armağan ederek ulaşamayız.
Meclisin denetim mekanizmaları elbette çalışmalıdır;
ama, demokratik ahlakı koruyarak, kılı kırk yaran bir dikkat ve itinayla
kişisel trajedileri, toplumsal ve siyasal trajedilere dönüştürmeden denetim
mekanizmasını işletmek mümkündür. Dünyanın çağdaş ülkelerinde buna benzer
sistemler vardır. Bunların çalıştırılması ve Türk siyaset hayatına
kazandırılması mümkündür. Yapılması gereken şey, tez elden bir anayasa
değişikliğiyle, yargının görevini yargıya, yasamanın yasamaya bırakmaktır. Bunu
yapabilecek niteliğe sahip olduğumuza inanıyorum; bunu yapabilecek nitelikte
yüzlerce insan, bu Meclisin tarihinde şerefle görev yapmıştır.
Bu millete en çok hizmet edenlerin, Türkiye'de,
soruşturma rekoru kırdıklarını unutmamalıyız. Türkiye'ye en uzun süre hizmet
eden değerli devlet adamlarımız hakkında sayısız soruşturma önergeleri
yaşanmıştır. Bunlardan ne kamuoyunu tatmin eden bir sonuç çıkmıştır ne de siyasetçinin
ve bu Yüce Meclisin itibarına itibar eklenmiştir.
Hepimize düşen görev, bir kere daha, bu Yüce Meclisin
itibarına itibar kazandırmak, bu Yüce Milletin yüce ideallerine hizmet edici
temiz siyaset, temiz toplum yaratıcı gayretlerin içerisinde bulunmaktır.
Birbirimizi suçlayarak hiçbir yere varamadığımız, bugünün çoğunluk hesabının
yarın azanlık hesabına döndüğü ve hesabın döndüğü, sapın döndüğü, keserin
döndüğü hep yaşanmıştır. "Eğer, tarih, ondan ders alınsaydı tekerrür mü
ederdi" diye bir söz var. Bundan ders almalıyız, bunlar tekerrür etmemeli.
Bu duygularla, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(ANAP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sağlam.
İzmir Milletvekili Sayın Rahmi Sezgin, buyurun efendim.
(DSP sıralarından alkılar)
RAHMİ SEZGİN (İzmir) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Kocaeli Milletvekili İsmail Kalkandelen ve 55 arkadaşınca
İzmit'te SEKA'ya ait bir araziyi Ford Otomotiv Sanayi Anonim Şirketine bedelsiz
vermek suretiyle görevini kötüye kullandıkları ve bu eylemlerinin Türk Ceza
Kanununun 240 ıncı maddesine uyduğu iddiasıyla eski Başbakan Sayın Mesut Yılmaz
ile Sanayi ve Ticaret eski Bakanı hakkında verilen ve komisyonda görüşülmesi
tamamlanan Meclis soruşturması hakkında şahsım adına görüşlerimi arz etmek
üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Sözlerime, basında da geniş yankı uyandıran ve genelde
olumlu karşılanan söz konusu anlaşmayla ilgili bazı görüşleri aktarmakla
başlamak istiyorum. 24 Temmuz 1998 tarihli bir makalede şöyle deniliyor:
"Türkiye, Ford'un yapacağı 500 milyon dolarlık yatırımı daha büyük
kolaylıklar tanıyan Portekiz'e kaptırmak üzere; Hyundai'nin, Türkiye'ye
yapacağı 350 milyon dolarlık yatırımı İspanya'ya kaptırdığı gibi. Mesut Yılmaz
Hükümeti, 500 milyon dolarlık Ford-Koç otomotiv yatırımını Portekiz'e
kaptırmamak için SEKA arazisini tahsis etmiş ve çok isabetli bir karar almış.
Koç, önce bu araziyi satın almak istemiş, Yılmaz Hükümeti ise bedava vermiş;
ama, süreç işlerken Portekiz alternatifi ortaya çıkınca, Türkiye'nin bu 500
milyon dolarlık yatırımı kaptırmamak için arazi kolaylığı sağlaması
gerekmiştir. Yılmaz Hükümetinin de yaptığı budur. Kaldı ki, bedava değil;
bölgedeki eğitim kurumlarına verilen destek karşılığı. Bunlar hakkında ileride
geniş bilgiler vereceğim." Makale devam ediyor. "Mesele,
küreselleşmeye nasıl bakacağımız meselesidir. Yolsuzluk ve yasaların ihlali
gibi durumlar olmadıkça, yabancı sermayeyi çekmek için hem kurallar düzeyinde
hem teker teker büyük yatırımlar için Türkiye kolaylıklar sağlamalıdır.
Dünyadaki 306 milyar dolarlık yabancı sermaye pazarından Türkiye binde 4,
İspanya yüzde 8 pay alıyor. Küreselleşme süresince bütün ülkeler yatırım çekmek
için yeni politikalar geliştiriyorlar. Portekiz Ford-Volkswagen firmasının
yatırım yapması için 1,5 milyon metrekarelik bir arsayı bedava vermiştir. Ford,
şu anda bahse konu bu yatırımı Portekiz'e yapacakken, SEKA arazisinin sosyal
tesisler kurulması şartıyla tahsil edilmesi üzerine, Türkiye'ye yatırım kararı
almıştır. 1 milyar dolara kadar ihracat yapacak olan bu yatırım da mı
Portekiz'e gitseydi?"
Yine, 5 Haziran 2000 tarihli bir makalede: "ANAP
Genel Başkanının, böyle, yurdunu seven her Türk vatandaşının yapması gerekeni
yaptığı için Yüce Divana gönderilmek istendiğini görüyorum; inanın,
kahroluyorum. Yanı başımızda Romanya'nın, Bulgaristan'ın yabancı sermayeyi
çekmek için neler yaptığını görünce daha da kahroluyorum."
15 Temmuz 1998 tarihli bir başka makale: "
Ford-Otosan Ortaklığı, 550 milyon dolarlık bir otomotiv yapımı yapmak, yılda 1
milyar dolarlık ihracatı gerçekleştirmek üzere anlaştı. Bu, müstemlekelerle
yapılan türde bir anlaşma değil; ortaklık eşit, üretilecek araçlar dünya
pazarında rekabet gücüne sahip olacak; tasarım, araştırma, geliştirme burada
yapılacak. Türk otomotiv endüstrisi bu sayede 2000'li yılların ufkunu
yakalayacak.
Ford, bugün,
dünyanın ikinci büyük otomotiv grubu; 2000 yılında dünya liderliğini hedefliyor
ve büyümenin önemli adımlarından birini atmak için Türkiye'yi seçiyor. Türkiye,
yalnız ekonomik değil, siyasî kazanımlar sağlayacak büyük fırsat. Bu yatırımı,
kendi ülkelerine çekebilmek için İspanya, Portekiz, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve
Romanya yarışıyor. Ankara hükümeti, bu tarihî fırsatı kaçırmamak için 'onların
tanıdıkları bütün kolaylıkları biz de sağlarız' diyor ve SEKA'ya ait İzmit'te 1
600 dönüm bir arazi Ford-Otosan Ortaklığına tahsis ediliyor."
Üç gazetenin köşe yazarlarından yaptığım alıntılar, pek
çok yazarın, gözlemcilerin ve kısaca söylemem gerekirse, kamuoyunun genel
kanısıdır.
Sayın milletvekilleri, bu yatırım sayesinde, ülkemize,
Ford'un dünyada önde gelen teknolojisi gelmektedir. Yine bu sayede, ülkemizden
1 milyar dolarlık ihracat yapılacaktır. Yine, bu yatırım sonucu, 2 000 kişiye
iş olanağı sağlanacak ve beraberinde kurulacak yan sanayi nedeniyle yeni
istihdam sahaları açılacaktır.
Ayrıca, arazi, Ford'a bedava verilmemiştir;
karşılığında, fabrika içinde bir yüksekokul inşa edilecek ve bu yüksekokul,
Kocaeli Üniversitesinin bir bölümü olacak, Kocaeli Üniversitesi Arslanbey
Kampusu içinde bir toplantı salonu ve sosyal tesis Koç Grubu tarafından inşa
edilecek, İhsaniye Meslek Yüksekokulunun eksik inşaatı tamamlanacak ve eğitime
hazır hale getirilip, açılması Koç Grubu tarafından sağlanacak, Kocaeli
Üniversitesi tıp fakültesi inşaatının bir bölümü Koç Grubu tarafından
yapılacak, Gölcük Anadolu lisesi inşa edilecek ve Millî Eğitim Bakanlığının
emrine tahsis edilecek, deniz kenarında park ve dinlenme tesisleri ile kapalı
spor salonu yapılacak. Bütün bu işler, fabrikanın yapım süresi içinde
bitirilecek ve fabrikayla birlikte hazır olacak.
Öncelikle, bedelsiz satış sözleşmesi yapıldığı doğru
değildir. SEKA arazisini satın alan Ford Otomotiv Anonim Şirketine, sözleşme
uyarınca birtakım taahhütler, edimler yüklenmiştir ve yerinde yapılan tespit ve
gözlemlerden, edimlerinin bir bölümünü zamanında yerine getirmiştir. Soruşturma
dosyasındaki bedelsiz devir söz konusu değildir. Ortada tek yanlı bir bağış,
karşılıksız lütuf yoktur. Sözleşmeye göre, Ford Anonim Şirketi taahhütlerini
yerine getiremediği takdirde müeyyideler uygulanacaktır.
Yerinde yapılan tespit ve gözlemlerden anlaşıldığı
üzere, ülkemiz büyük bir sanayi yatırımı kazanmış, devasa yapı ve tesislerin
kurulmakta olduğu memnuniyetle karşılanmıştır. Türkiye'nin sanayileşmesine,
işsizlik sorununun çözümüne katkı yapacak, ileri teknolojinin ülkemize
getirilmesine yardımcı olacak girişimlere karar vermek ve uygulamak
alkışlanmalı, desteklenmelidir. Çok büyük dev projelerin hayata geçirilmesinde,
anasözleşmenin uygulanmasında zaman zaman yaşanılabilen aksaklıklar,
eksiklikler, mevzuattan kaynaklanan gecikmeler, söz konusu soruşturma
dosyasında bulunabilir. Ancak, bu giderilebilecek noksanlıklar, herhangi bir
zararın doğmasına neden olmamıştır.
Dosyada istenen tüm bilgi ve belgeler toplanmış, müracaat
edilen taraf ve kişilerin beyanları dinlenmiş, ilgili arazi üzerinde yapı ve
tesisler yerinde görülmüş ve tespit edilmiştir. Suç isnat edilen kişilerin
görevi kötüye kullanma kastını taşımadıkları, tam tersine, ülkemizin yüksek
menfaatlarına hizmet saikiyle hareket ettikleri, ortaya konulan eser ve
tesislerden anlaşılmaktadır.
Küreselleşen dünya ekonomisinde, uluslararası sermayeyi
ve büyük yatırımları kendi ülkesine çekebilmek için, devletler ve hükümetler
arasında büyük bir yarışın yaşandığı unutulmamalıdır. Türkiye'yi yönetenlerin
aynı uyanıklık ve duyarlılık içerisinde olmaları, halkımızın beklentisidir.
Dosya içeriği incelendiğinde, ortada kanunsuzluk,
keyfîlik taşıyan tasarruflar yoktur. İdarenin, ülkenin yüksek menfaatlarını
gözeterek kullandığı takdir hakkını, görevi kötüye kullanılması olarak
yorumlamak doğru değildir. Ulus ve ülke yararına yapılan işlerde karar verici
ve uygulayıcıları siyasî mülahazalarla yıldıracak, yıpratacak asılsız iddia ve
isnatlarda bulunmanın doğru olmadığı, iddia ve isnatların mutlaka gerçeklere ve
somut delillere dayanması keyfîyeti göz önünde tutulmalıdır.
Sonuç olarak:
1- Bu projeyle, ülkemiz, büyük bir sanayi yatırımı
kazanmıştır. Bu ise, ülkemizin ve halkımızın yararınadır.
2- Arsa, firmaya belli edimler ve şartların yerine
getirilmesi kaydıyla verilmiştir.
3- Suç isnat edilen kişilerin görevi kötüye kullanma
kastını taşımadıkları, kişisel çıkar değil, tam tersine, ülkemizin yüksek
menfaatlarına hizmet amacıyla davrandıkları, ortaya çıkan tesislerden anlaşılmaktadır.
4- Yabancı sermayeyi çekmek için, bütün dünyada
uygulanan evrensel kurallar uygulanmıştır.
(Mikrofon elektronik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim, tamamlayın lütfen.
RAHMİ SEZGİN (Devamla) – 5- Ülkesi için güzel şeyler
yapanları cezalandırmak, bundan sonra güzel şeyler yapacak olanların yolunu
kesmek ve cesaretlerini kırmak anlamına gelir ki, bundan kaçınmak gerekir.
Yüce Kurula arz ettiğim açıklamalar ışığında, (9/28)
sayılı dosyada dokunulmazlıkları kaldırılmak istenilen Meclis Soruşturması
Komisyonu raporuna ret oyu vereceğimi arz eder, Yüce Meclise saygılar sunarım.
(DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Bursa Milletvekili Sayın Ahmet Sünnetçioğlu, buyurun
efendim. (FP sıralarından alkışlar)
AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; (9/28) esas numaralı soruşturma komisyonu raporu üzerinde söz
almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
İzin verirseniz, sözlerime, bu komisyonun amacının,
Ford Otomotiv Sanayi Anonim Şirketinin, bahsi geçen bölgeye yaptığı yatırım
ülkemize faydalı mı değil mi veya faydalıysa, ne kadar faydalı ne kadar
faydasız olduğunu soruşturma komisyonu değil de, bahsi geçen arsanın Ford
Otomotiv Sanayi Anonim Şirketine verilmesinde görev ihmali, usulsüzlük var mı
yok mu olduğunu araştırma komisyonu olduğunu belirterek başlamak istiyorum.
Sayın milletvekilleri, SEKA'nın, Gölcük'te, bahsi geçen
bölgede iki parçadan oluşan 2 313 666 metrekarelik bir arazisi vardır. SEKA, o
anda darboğazdadır; 1,5 trilyon liralık elektrik borcunu ödeyemediğinden dolayı
Giresun'daki fabrikasını kapatmış ve 9 tane fabrikasını modernize etmek için de
tam 30 trilyon liraya ihtiyacı vardır.
Bizzat genel müdürün ifadesiyle, 1980 senesinden beri
SEKA'da bir iyileştirme yapılmamıştır. Yine, genel müdürün ifadesiyle, 1995
yılındaki yönetim kurulu, gazete kâğıdını gazete patronlarına adaletsiz
dağıttığı için, gazete patronları SEKA'ya karşı tavır koymuşlar ve yurt
dışından kâğıt ithalatı yapıldığından, SEKA talep yetersizliğinden dolayı
darboğazdadır.
İşte, böyle bir durumda, SEKA Genel Müdürlüğü, talep
yetersizliğinden doğan finansman darboğazından kurtulmak için yönetim kurulunu
8.11.1997'de topluyor ve atıl arsa ve arazilerin değerlerinin tespitinin
yapılması kararı alıyor ve satılması fikrini de benimseyerek, arazinin bedelle
satılmasının uygun olduğuna dair yazıyı Sanayi ve Ticaret Bakanlığına
bildiriyor. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, biraz sonra arz edeceğim vakte kadar,
bunu hiç göz önüne almıyor ve bu arada, Özelleştirme Yüksek Kurulu, 6.12.1997
tarihinde, SEKA'yı özelleştirme kapsamına alıyor. Ancak, özelleştirme kapsamına
alınan ve Özelleştirme İdaresine bağlanan kuruluşların, bağlı bulundukları
kuruluşlarla ilgileri derhal kesilirken, burada bir ayrıcalık yapılarak,
SEKA'nın Sanayi ve Ticaret Bakanlığıyla ilişkisi devam ettiriliyor ve SEKA'nın,
Sanayi ve Ticaret Bakanlığıyla ilişkisi 18.7.1998 tarihine kadar devam ediyor.
İşte, bu noktada, Kocaeli Sanayi Odası, 13.3.1998
tarihinde, bu arazinin 1 200 dönümlük bölümünü, serbest bölge kurmak amacıyla
bir yazıyla istiyor ve yine, Kibar Holding Anonim Şirketi, 31.3.1998 tarihinde,
galvanizli saç üretimi için bu arazinin 400 dönümlük parçasını istiyor ve SEKA
Genel Müdürlüğü, bunlardan Kocaeli Sanayi Odasının teklifini, 25.3.1998
tarihinde, söz konusu arazinin üzerinde özel tip yeni kavak türlerinin
üretiminin yapıldığı ve araştırma yapıldığı gerekçesiyle reddediyor, Kibar
Holdinge de hiç cevap vermiyor. Ancak, Ford Otomotiv Sanayi Anonim Şirketi,
24.4.1998 tarihinde, yani, bu diğer iki müracaattan birbuçuk ay sonra, yüzde
41'i Koç Holdingin, yüzde 41'i Ford Motor Company'nin ve yüzde 18'i halka ait
olmak üzere, bu arazinin 1 600 dönümüne 120 000 adet kapasiteli tesislerin
birinci bölümü, 2000 yılında, hafif ticaret vasıtaların yenilenmesi şeklinde,
ikinci bölümü, 2001 yılında, ihracata yönelik yeni araç yönetimi şeklinde ve
2001'den itibaren de, 500 ilâ 700 milyon dolarlık ihracat yapacağı
garantisiyle, bu arazinin 1 600 dönümünün kendilerine bedava değil, satılmasını
talep ediyor.
Bu tarih çok önemlidir. 24.4.1998 tarihinde, yukarıda
saydığım, sanki bir fizibilite yapılmış gibi ve teşvik belgeli, 550 milyon
dolarlık teşvik belgeli diye adı geçmektedir; halbuki, bizim araştırmalarımıza
göre, 1997 ve 1998 yıllarında otomotiv sanayiinde komple yatırım müracaatı
olduğuna dair bir belgeye rastlayamadık. Bu müracaatın fizibilitesi yoktur,
teşvik belgesi yoktur, ÇED raporu da yoktur. Araştırmalarımıza baktığımızda, bu
şirket, 12.1.1999 tarihinde bir yazıyla Hazineye müracaat ediyor ve bu teşvik,
15.3.1999 tarihinde çıkıyor. Bölgeyi ziyaretimizde, yetkililere "neden
böyle" diye sorduğumuzda "Temmuz 1998'de Türkiye Büyük Millet
Meclisinde bir vergi yasası çıktı. Bu vergi yasasının birinci bölümü 1.1.1999
tarihinde yürürlüğe girecek ve yatırım indiriminden biz, yüzde 200 olarak, 2
katı olarak faydalanacağız ve KDV istisnası, Gümrük Vergisi muafiyetiyle
beraber, bunlar, belki de, yüzde 300 gibi bir indirim kapsamında olacak ve
bunları bir sonraki senenin kazancından da düşme imkânını elde edeceğiz. O
zaman, niye müracaat edelim" denildi. Teşvik belgesi daha sonra çıkmış,
fizibilitesi yok, ÇED raporu da tam yedi ay sonra, 18.11.1998 tarihinde
verilmiş. ÇED'siz, fizibilitesiz ve teşvik belgesiz bu arsa, bu şirkete
verilmiştir.
İşte, bu noktada, SEKA Genel Müdürlüğü, Ford Otomotiv
Sanayii Anonim Şiketinin talebinden sonra, daha önceki iki talebi de
birleştirerek, Sanayi ve Ticaret Bakanlığına bildiriyor ve Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı da, daha öncekilerle beraber, bildirilen tekliflerle, daha önce
8.11.1997 tarihinde SEKA Yönetim Kurulunun almış olduğu talep yetersizliğinden
arsanın satışının benimsendiğine dair kararı gerekçe göstererek, bunu, bir üst
makama, Başbakanlığa gönderiyor. Yüksek Planlama Kurulu, bu müracaatla,
25.5.1998 tarihinde, bazı şartları da alt alta koyarak, peşin bir satış
yapılmasını şart koşarak ve bunun da takibini SEKA Genel Müdürlüğünün yapması
şartıyla, bu satışı onaylıyor ve fiyat tespiti yapılmasını söylüyor. İşte, SEKA
Genel Müdürlüğü, bu noktada, daha önce o bölgede satılmış olan bir arsayı emsal
göstererek, metrekaresini 16 dolar olarak tespit ediyor; ama, bir engel
çıkıyor. Bu engel de, SEKA'nın anasözleşmesinin 4 üncü maddesi. SEKA'nın
anasözleşmesinin 4 üncü maddesi, bırakın bu arsanın bedelsiz verilmesini,
satışa bile müsaade etmiyor. Bunun değiştirilmesi de 4046 sayılı Kanuna göre
-özelleştirme kapsamında olan kuruluşların statülerinin değiştirilmesi- mümkün
olmadığından, değiştirilememesine rağmen, SEKA'nın anasözleşmesinin 4 üncü
maddesi "ülkenin ekonomik ihtiyaçları göz önünde bulundurularak,
mülkiyetindeki ihtiyaç fazlası gayrimenkulleri satabilme imkânı" şeklinde
değiştiriliyor ve bu noktadan sonra da, Bakanlar Kurulunun o meşhur 8.6.1998
tarihli kararı -bedelsiz satışı şeklinde- gerçekleşiyor. Buradan doğacak olan
görev zararı da, 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 35 inci maddesine
dayandırılıyor. Halbuki, 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 35 inci
maddesine baktığınız zaman, bu görev zararının sadece kurumların ürettikleri
mal ve hizmetlerin fiyatlarında olduğunu, taşınmaz mallarda olmadığını
göreceksiniz. Yine, aynı kanun hükmünde kararnamenin 57 nci maddesine
baktığınızda "teşebbüslerin, müesseselelerin, işletmelerin ve bağlı
bulundukları ortaklıkların malları ve her çeşit mevcutları aleyhine işlenen
suçlar, devlet malı aleyhine işlenmiş sayılır" şeklinde bir ifadeyi de
orada göreceksiniz.
Bu arsa üzerinde, Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesi
Hâkimliğinin araştırmasına göre "tarıma elverişli ikinci sınıf arazi"
şeklinde rapor vardır ve buranın tarımdışı gayeyle kullanılması mümkün
değildir.
Yine, Genelkurmay Başkanlığı, daha önce yapılan bir
müracaata, Yenport Şirketinin liman projesiyle ilgili yapmış olduğu bir
müracaata izin vermemiş olmasına rağmen, Ford Otomotiv Anonim Şirketi devreye
girdiği zaman, bu liman iskelesinin yapılmasıyla ilgili izni vardır ve Devlet
Planlama Teşkilatının 20 nci Dönemde çalışmalarını sürdüren komisyona yazmış
olduğu bir yazıda da, otomotiv sektöründe bir kişinin istihdamı için yapılması
gereken yatırım miktarını 100 000 dolar olarak belirlenmiştir. Burada, 650
milyon dolar yatırım kapasitesi düşünüldüğü zaman, 6 500 kişi çalıştırmak
gerekirken, çalıştırılacak işçi sayısı da 2 000'dir.
Sık sık Danıştay 10. Dairesinin yürütmeyi durdurma
kararından bahsediliyor...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen tamamlayın; size de 1 dakika eksüre
veriyorum.
Buyurun efendim.
AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Devamla) – Danıştay, 9.7.1998
tarihinde yürütmeyi durdurma kararı vermiştir; ancak, bundan hemen bir hafta
sonra, 17.7.1998 tarihinde, Başbakanlığın savunması alındıktan sonra, sadece
yürütmeyi durdurmuştur ve dava, halen devam etmektedir.
Sayın Başbakan, sık sık "on defa Başbakan olsam,
on defa da bu yeri veririm" gibi sözler söylemektedir. Burası, birinci
derecede deprem arazisidir. Allah gecinden versin, bir daha olmasın; on defa
deprem olsa, burası, on defa daha yıkılır.
Yine, çıkarılan kitapta "burası, depremden fazla
hasar görmemiştir" diye bahsediliyor. Bakın, bu şirketin kendisinin yapmış
olduğu araştırmada "önümüzdeki 40 ilâ 50 yılda 6 veya 7 ölçekli bir deprem
olacaktır, önümüzdeki 250 yılda da 7,4 şiddetinde bir deprem olacaktır"
denilmiştir ve şu andaki masrafları tam ikiye katlamıştır.
Şimdi, Anayasanın ilgili hükmü gereğince ırk, renk ve
cinsiyet...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sünnetçioğlu, süreniz
tamamlandı efendim.
AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Devamla) – Son cümlelerimi
söylüyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Bitti efendim süreniz, teşekkür edin lütfen.
AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Devamla) – Burada, bir aileye
kayırmacılık vardır diye son cümlelerimi söylüyorum, hepinize saygılar
sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - İstanbul Milletvekili Sayın Emre Kocaoğlu.
Buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
A.EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kocaeli'ndeki 1
600 metrekarelik SEKA arazisinin, 55 inci hükümet kararıyla, Ford Otosan
firmasına şartlı satışında usulsüzlük olduğu zannıyla, dönemin Başbakanı Sayın
Mesut Yılmaz ile dönemin Sanayi Bakanının Yüce Divana sevkine ilişkin (9/28)
esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu hakkında kişisel görüşlerimi
açıklamak üzere huzurunuzdayım. Bu vesileyle, Yüce Heyetinize saygılarımı
sunuyorum.
Değerli arkadaşlarım, aslında, bu tartışma bana çok
garip geliyor; çünkü, konu, Shakespeare'in ünlü piyesi Yanlışlıklar
Komedyası'na benziyor, düzeltmeye nereden başlayacağımızı bilemiyoruz. Yapılan
işte, en küçük bir suç, usulsüzlük veya kanunsuzluk yoktur; tam tersine,
yapılan iş, ülkenin hayrına bir büyük hizmetten ibarettir ve şimdi, biz, bu
hizmeti yapanlara milletçe teşekkür etmemiz gerekirken, onları suçlayan, haksız
ve adaletsiz bir komisyon raporunu konuşuyoruz.
Değerli arkadaşlarım, önce şunu tespit edelim: Bu
arazi, durup dururken SEKA'nın elinden alınmış ve Ford Otosan'a karşılıksız
tahsis edilmiş değildir. SEKA Genel Müdürlüğü, finansman sıkıntısını aşmak
için, 8.11.1997 tarihli yönetim kurulu toplantısında, yani 55 inci hükümetten
önceki hükümet döneminde araziyi satılığa çıkarmış ve 55 inci hükümet de,
araziyi, şartlı olarak, yani aynî bedel karşılığında, Ford Otosan'a satmıştır.
Ortada ne SEKA arazisinin elden alınması vardır ne de bedelsiz tahsisi; ortada
olan, Türkiye'nin, yabancı sermaye yoluyla, büyük bir uluslararası sanayi
üssünü kazanmış olmasıdır.
Fakat, değerli arkadaşlarım, heyhat, biz, bu ülkeyi
kalkınma fikriyle tanıştıran bir Başbakanı asmış bir toplumuz; karalama ve
çürütme huyumuz, maalesef, burada da devam ediyor. Şimdi de, ülkenin ihtiyaç
duyduğu yabancı sermayeyi getiren bir başka Başbakanı Yüce Divana göndermeye
kalkıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Mesut Yılmaz'ın bu konudan
dolayı Yüce Divana gönderilmesi, tek bir şartla kabul edilebilirdi; eğer, Yüce
Divan, bir ceza organı olmasaydı ve hayırlı hizmetlere madalya veren bir
teşekkür organı olsaydı, Sayın Yılmaz, orada, bu hizmetinden ötürü
ödüllendirilirdi; ama, Yüce Divan bir ceza mahkemesidir ve Sayın Yılmaz'ın bu
sebeple oraya sevkinin sadece telaffuzu bile, vicdanları yaralayan bir büyük
haksızlıktır.
Eğer, hizmet erbabına karşı karalama ve çelmeleme
huyumuzdan vazgeçmezsek, eğer karalama erbabını hizmet erbabından üstün tutmaya
devam edersek Türkiye gelişemez değerli
arkadaşlarım ve torunlarımız da, kişi başına millî geliri Avrupa'nın sekizde
1'i, onda 1'i düzeyinde bir fakir ve adaletsiz ülkede yaşamaya devam ederler.
Değerli milletvekilleri, söz konusu Ford Fabrikası
kendiliğinden bize gelmedi; Arjantin, Almanya, Portekiz vesaire gibi ülkelerin
de katıldığı zorlu bir yarıştan sonra, Koç Grubunun uluslararası prestiji ve 55
inci hükümetin basireti sayesinde ülkemize kazanıldı; yani, bu yarışta Türkiye
kazançlı, Arjantin, Almanya, Portekiz vesaire de zararlı çıktı. Satış işleminden
sonra bölgede meydana gelen 17 Ağustos deprem felaketi, bu satışın ne kadar
hayırlı bir iş olduğunu tekrar kanıtlamıştır; çünkü, satış şartlarına göre,
burada, 500 milyon dolarlık yatırım yapılacak ve yılda, yaklaşık 120 000 araç
üretilecektir; 4 000 kişi doğrudan istihdam edilecektir; yan sanayide 8 000
kişi daha çalışacaktır; otomotiv sanayiinin dolaylı lojistik ve hizmet istihdam
katsayısı 10 sayılırsa, 120 000 aile daha, destek amaçlı yan işlerde karnını
doyuracaktır; arsa bedeli olarak 10,5 milyon dolarlık okul, hastane, fakülte,
konut, orman gibi çeşitli kamu yatırımları yapılarak hibe edilecektir.
Değerli arkadaşlarım, şart olarak belirtilen bu
yatırımlar ve hizmetler başlamış durumdadır; hatta, öngörülenden daha fazlası
yapılmaktadır. Mesela, fabrika yatırımı, 500 milyon dolardan 650 milyon dolara
çıkmıştır. Hibe yatırımları da, deprem yardımları dahil, 10,5 milyon dolardan,
yaklaşık 15 milyon dolara çıkmıştır.
Tekrar arz ediyorum: Yapılan işlem tahsis değil, şartlı
satıştır. Satış bedeli 10,5 milyon dolarlık ek yatırımdır; yani, okuldur,
fakültedir, hastanedir, konuttur, ormandır, deprem yardımıdır. Bu bedel 10,5
milyon dolar olmasına rağmen, deprem yardımlarıyla birlikte, fiilen 15 milyon
dolara yaklaşmıştır; yani, değerli arkadaşlarım, aslında, bu arsa, yaklaşık 15
milyon dolara satılmış demektir ve unutulmasın ki, satış tarihindeki rayiç
bedel bu rakamın altındaydı.
Değerli milletvekilleri, dünyada yabancı sermayeyi,
özellikle yabancı otomotiv şirketlerini kendilerine çekmek için, bütün ülkeler
yarış halinde teşvikler dağıtıyor. Birkaç örnek vereyim; geçen yıl Brezilya
Forda 8 milyon metrekarelik arsayı 5 milyon dolara verdi, iki yıl önce
Hindistan Forda 1 milyon metrekare arsayı bedava verdi, Rusya Forda 300 000
metrekare arsa üzerinde kurulu 52 000 metrekarelik fabrika tesislerini sembolik
bir fiyata verdi, dört yıl önce Portekiz 1,5 milyon metrekarelik arsayı
Ford-Volkswagen ortak grubuna bedava verdi, birkaç yıl önce İngiltere Jaguara
koca bir arsayı bedava tahsis etti, Amerika Birleşik Devletlerinde Alabama
Eyaleti Mercedesi kendisine çekmek için fabrika arsasını bedava verdi ve
değerli arkadaşlarım, ne acıdır ki, bazı paranoit kaygılar yüzünden Türkiye'nin
kaçırdığı Toyota Şirketini, daha bu yıl Fransa, muazzam teşvikler verip ülkesine
çekti; yani, Toyotayı Türkiye kaybetti, Fransa kazandı. Acaba, yine bu olsaydı;
yani, Türkiye, Toyota gibi Fordu da kaybetseydi ve Arjantin, Romanya veya
Portekiz kazansaydı daha mı iyi olurdu değerli arkadaşlarım ve şimdi Sayın
Yılmaz, Ford fabrikasını Türkiye'ye kazandırdığı, yani hizmet ettiği için
suçlanmaktadır. Allah herkese böyle hayırlı suçlamalar nasip etsin; çünkü,
bugünkü siyasî istismar şartları içinde suçlanan Sayın Yılmaz, yarınki
serinkanlı şartlarda, bu konuyu, alnında şerefli bir zafer tacı gibi
taşıyacaktır.
Bu fabrika her yıl en az 1 milyar dolarlık üretim
yapmayı ve bunun en az 700 milyon dolarlık kısmını ihraç etmeyi taahhüt
etmiştir; yani, bu fabrika, Türkiye'yi uluslararası bir sanayi üssü yapacaktır.
Eğer böyle soruşturmalarla kendi kendimizi çelmelemezsek, bu örneğin ışığında,
başka yabancı yatırımcıların da Türkiye'ye gelerek yeni uluslararası sanayi
üsleri kurmaları beklenmelidir.
Değerli arkadaşlarım, söz konusu karar, dönemin
başbakanı Sayın Mesut Yılmaz'ın tek başına verdiği bir Başbakanlık kararı
değildir, bütün bakanların imzasıyla çıkan bir hükümet kararıdır. Bu imza
sahiplerinin çoğu, şimdiki Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit dahil, şu anda
hükümettedir. Komisyon raporu, hükümet kararındaki imzaların çoğunu yok
sayıyor, sadece 2 kişinin, Başbakan Sayın Yılmaz'ın ve Sanayi ve Ticaret
Bakanının imzalarını cımbızla ayırıp, onlara suç yüklüyor. 55 inci hükümetin bu
kararının, hukuka ve mevzuata aykırılık iddiasıyla, iptali için, eski
milletvekili Sayın Yurdagül ile Kocaeli Barosu tarafından yürütmeyi durdurma
istemli olarak Danıştayda açılan dava halen devam etmektedir. Yürütmenin
durdurulması talebi, Danıştay 10. Dairesi tarafından reddedilmiştir. Danıştay
İdarî Dava Daireleri Genel Kurulu da, bu karara yapılan itirazı reddetmiştir;
yani, yürütmeyi durdurmamıştır.
Geçen dönemde söz konusu iddia, Mecliste gensoru konusu
yapılmış; ama, Meclis, bu önergeyi reddetmiştir. Yargıda ve geçen Mecliste
sonuç alınamaması üzerine, bu defa, işte bu soruşturma önergesi verilmiştir.
Şimdi görüştüğümüz rapor, bu rapordur.
Açıkça görülmektedir ki değerli milletvekilleri,
komisyon raporu her açıdan haksızdır, hukuksuzdur, her vicdan için inciticidir;
ama, ben inanmak istiyorum ki, işin içinde iş yok, sadece bir yanlışlık vardır
ve Yüce Meclis, şimdi bu yanlışı düzeltme fırsatına sahiptir.
Değerli milletvekilleri, gelin, bu haksızlığa bir son
verelim. Gelin, hakkı haklıya teslim edelim. Suçlama için başlatılan bu yanlış
müzakereyi doğru yöne çevirelim ve hizmet yapanları takdir edelim.
Kocaeli'ndeki yüzbinlerce depremzede aile bizden adalet
ve hakkaniyet bekliyor. Deprem bölgesindeki mağdur vatandaşlarımıza iş bulan,
aş bulan, ev bulan, umut bulan bu işlemi çarpıtmayalım, çürütmeyelim;
destekleyelim ve depremzedelerin yüzünü güldürelim. Millet, bizden, siyasî
manevralar değil, hak ve adalet bekliyor. Gelin, adaleti yerine getirelim ve bu
haksız raporu reddedelim arkadaşlarım.
Dönemin Başbakanı Sayın Yılmaz'a, dönemin Başbakan
Yardımcısı şimdiki Başbakanımız Sayın Ecevit'e ve 55 inci hükümetin bütün
bakanlarına, bu büyük hizmet için saygıyla teşekkür edelim.
Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür eder,
saygılarımı tekrarlarım. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Şandır; buyurun
efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
MEHMET ŞANDIR (Hatay) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Kocaeli Milletvekili Sayın İsmail Kalkandelen ve 55
arkadaşının vermiş bulunduğu önerge üzerinde, İzmit'teki SEKA'ya ait bir
araziyi Ford Otomotiv Sanayi Anonim Şirketine bedelsiz vermek suretiyle
görevlerini kötüye kullandıkları ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 240
ıncı maddesine uyduğu iddiasıyla eski Başbakan Sayın Ahmet Mesut Yılmaz ile
Sanayi ve Ticaret eski Bakanı Sayın Yalım Erez haklarında Anayasanın 100 üncü,
İçtüzüğün 107 nci maddeleri gereğince açılmış olan Meclis soruşturması
sonucunda hazırlanmış olan komisyon raporuyla ilgili olarak konuşmak üzere söz
almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sözlerime,
yoğun bir çalışma gösteren ve titiz bir rapor ortaya çıkaran komisyonun değerli
başkan ve üyelerini kutlayarak başlamak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclis
soruşturması komisyonlarının, Anayasanın 100 üncü ve Meclis İçtüzüğünün 107 ilâ
113 üncü maddeleri muhtevası gereği bir hazırlık soruşturması kurumu olarak
görev yapması gerekmektedir. Buradaki asıl amaç, Bakanlar kurulunda görev yapan
sayın başbakan ve bakanların görevleriyle ilgili konularda işledikleri iddia
edilen suçlar hakkında cumhuriyet savcısı görevini, millî irade adına, Yüce
Meclisin yapmasıdır. Bu inceleme sonucunda, eğer suçun sübuta erdiği kanaatine
varılırsa, ilgilisi Yüce Divana sevk edilmekte ve yargılanması sağlanmaktadır.
Bir diğer amaç da, Yüce Meclisin, hükümet uygulamaları
üzerinde bir anlamda siyasî, idarî ve adlî denetiminin gerçekleştirilmesini
sağlamaktır; yani, Meclis soruşturması teknik bir görevdir. Meclis
soruşturması, siyasî hesaplaşma alanı değildir, pazarlık zemini de değildir;
siyasî istismar veya hesaplaşma yeri hiç değildir; aksine, bir hukuk zeminidir,
adalet zeminidir, insaf ve vicdan değerlerinin sonuna kadar başvurulup,
haklının ve hakkın korunduğu, korunması gerektiği bir zemindir; ama,
haksızlığın da, Türk Milleti adına ortaya konulup, Türk adaletine havale edileceği
bir zemindir.
Bu uygulamanın temelinde, demokrasinin vazgeçilmez
niteliklerinden birisi olan görüşler ayrılığı ilkesi yatmaktadır; hem
Anayasamızda hem de Meclis İçtüzüğünde Meclis soruşturması komisyonları
kendisine havale edilen hususları bir hakem pozisyonunda inceleyecek ve
ulaştığı bilgi, belge ve sonuçları Yüce Meclise sunacaktır. Burada da
milletvekilleri ulaştıkları vicdanî kanaat ve hukukî sonuca göre karar
vereceklerdir. Bu uygulamanın asıl amacı, bakan ve başbakanlarımızı esası
olmayan iddialar karşısında hemen yargıya gönderip yıpratılmalarını
engellemektir; benzeri bir uygulama devlet memurları ve diğer kamu görevlileri
için de mevcuttur.
Bu sistemin yanlış yönleri olabilir, bunların
düzeltilmesi de gereklidir diye düşünebiliriz; ama, bu müessese var olduğu
sürece istismar edilmemesi gereken bir uygulamadır; ancak, maalesef, yakın
geçmişimizde bunun aksine uygulamalar kural haline getirilmiştir. Çeşitli
zamanlarda çeşitli siyasî partilerimiz iktidarda veya muhalefette bulunma
durumlarına göre tavırlar takınmışlardır. Bazı durumlarda muhalefetteyken kendi
verdikleri soruşturma önergelerini bile siyasî manevra malzemesi olarak
kullanmışlar ve iktidara geldiklerinde aksine oy vermişlerdir; yani
"karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar" türküsünü söyleyenler,
dönüp, geriye, düne baksınlar, orada kendilerini ve tanıdıklarını
göreceklerdir. Bu tavırlar, maalesef, tıpkı siyaset kurumları gibi, Meclis
soruşturması komisyonlarını da itibar erozyonuna uğratmıştır.
Değerli milletvekilleri, dünde Milliyetçi Hareket
Partisi yoktur. Hiç kimse, dünün yanlış alışkanlıklarında Milliyetçi Hareket
Partisini aramasın. Milliyetçi Hareket Partisi milletvekillerinin bugün bu
konuda takındığı tavrı anlamayanlar, anlamak istemeyenler olabilir; biz onları
anlıyoruz, millet bu olanları seyrediyor, inanıyorum ki, millet de onları
anlıyordur.
Bu komisyonlar, bir siyasî hesaplaşma ve tasfiye
arenası gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi
milletvekillerinin duyarlı davranışları, geçmişteki yanlış ve tutarsız
tavırlarla mukayese edilmeye çalışılmaktadır. Oysa, Milliyetçi Hareket Partisi,
her zaman, siyasî yozlaşmaya, usulsüzlük ve yolsuzluklara karşı mücadele yapma
iradesini ortaya koymuştur; bu konudaki hassasiyetlerini 18 Nisan seçimleri
öncesinde ve 57 nci hükümetin kurulması aşamasında gayet açık bir şekilde ifade
etmiştir.
Temel ortaklık hukuku olan koalisyon protokolünde,
yolsuzluklarla mücadele, vazgeçilmez temel bir değer olarak yerini almıştır.
Bugün, Milliyetçi Hareket Partisi miletvekillerinin takındığı tavrı, kendi
siyasî hesabına göre istismar etmeye kimsenin hakkı yoktur. Milliyetçi Hareket
Partisi, millete verdiği her sözün arkasındadır, ilkelerinin savunucusudur;
hukukun üstünlüğü anlayışına sadıktır, milletin hakkına, hukukuna sahip
çıkmaktadır; bunu yaparken, hiçbir siyasî hesap peşinde değildir; hiçbir
kimseye haksızlık etme düşüncesinde değildir; siyasî entrika içerisinde asla
olmaz, olmadı ve olmayacaktır. Bundan herkes emin olmalıdır.
Burada sizin de ve milletin de huzurunda bir daha
açıkça ifade ediyorum; bu konu, hukukî bir konudur, ahlakî bir konudur, vicdanî
bir konudur. Milliyetçi Hareket Partisi milletvekilleri, tıpkı soruşturma
komisyonlarındaki oylamalarda olduğu gibi, tamamen vicdanî kanaatlerine göre
kararlarını vereceklerdir; bu tavrın, istikrarı bozma, ortağını arkadan
hançerleme veya başka şekillerde mütalaa edilmesi, yanlıştır, siyasetin
istismarıdır.
Değerli milletvekilleri, ne yazık ki, Türkiye'de
yolsuzluklar o kadar ayyuka çıkmıştır ki, yolsuzlukla mücadele bakanlıkları
kurulmak durumunda kalınmış, sonra, o bakanlıklar da yolsuzluk iddialarına
maruz kalmışlardır; yani, tuz kokmuştur. Ulaşılan bu sonuç, inanın ki, herkesi
ve her kurumu gölgelemiştir. Türkiye buna müstahak değildir. Artık, siyasî
yıpranmaya, yolsuzluğa, usulsüzlüğe milletin tahammülü kalmamıştır. Bu gerçeği
görmezlikten gelmek yanlıştır, millete rağmen siyaset yapmaktır, milletin
vicdanına kulak tıkamaktır. Buna bir çözüm bulunmalıdır ve çözüm burada
bulunmalıdır; yapılması gereken neyse de o yapılmalıdır.
Değerli milletvekilleri, komisyon raporundaki iddialar
şunlardır: SEKA arazisi, dönemin Bakanlar Kurulu tarafından özel bir inisiyatif
ve özel bir gayretle bir firmaya bedelsiz olarak devredilmiştir. Bedelsiz
devredilmediği bir bedel karşılığında devredildiği iddiasında, bedel tespitinde
serbest rekabet şartları sağlanmamıştır. Firmanın taahhütleri karşılığı olarak
herhangi bir teminat alınmamıştır.
Görülmektedir ki, firmaya, büyük kazançlar
sağlanmıştır, temin edilmiştir. Uyulması gereken teamüllere ve gösterilmesi
gereken hassasiyetlere dikkat edilmemiştir. Dava yargıdadır.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, ülkemizin
kalkınmasında bir tek tuğlası olan herkese milletimiz adına şükran duyarız; bu
yöndeki her gayreti destekler, yüklenilen riskleri takdirle karşılarız; ancak,
millet hizmetinde bulunmak çok muhataralı bir iştir ve azamî dikkat gerektirir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Şandır, lütfen, tamamlayın efendim; size
de 1 dakika eksüre veriyorum.
Buyurun.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bu olayda gerekli özen
gösterilmediği kanaatindeyim; ama, maalesef, bu özensizlik ve belirsizlik
alışkanlık haline getirilmiştir; üzücü olan budur.
Sayın milletvekilleri, malumunuz, bu tür oylamalar,
kanunla tanımlanmış özel oylamalardır. Bu konularda bir karar almak veya
yönlendirme yapmak hukuken de mümkün değildir.
Bizler, tüm milletvekilleri, birbirimizin hukukuna,
gururuna ve gönlüne azamî dikkat etmek durumundayız. Bu Meclisin çatısı altında
herkesin, kendi hür iradesiyle, üzerine düşeni yapacağına, nihaî hakem olan
milletimizin vicdanını rahatlatacak bir karar vereceğine yürekten inanıyorum.
Bu görüşmenin, Türk siyasetine itibar kazandırmasını,
temiz, güven ve samimiyet esasına dayalı siyaset anlayışına katkı sağlamasını
ümit ediyor, temenni ediyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şandır.
Komisyon adına, Komisyon Başkanvekili Nevşehir
Milletvekili İsmail Çevik; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakikadır efendim.
(9/28) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI KOMİSYONU
BAŞKANVEKİLİ İSMAİL ÇEVİK (Nevşehir) – Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, Anayasa ve İçtüzüğümüzün amir hükümlerini
uygulayan Yüce Parlamentonun değerli üyelerinin siyasî karar ittihazıyla ilzam
edilerek zan altında bırakılmalarını uygun bulmadığımızı ifade etmek istiyorum.
20 nci Dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisinin
gündeminde olan, ancak, sonuçlandırılmamış bir soruşturma komisyonu işinin 21
inci Döneme intikal etmesi neticesinde, Genel Kurulun 23.11.1999 tarih ve 656
sayılı, geçen yasama döneminde sonuçlandırılamayan Meclis soruşturması
önergelerinde belirtilen ilgililer hakkında Anayasamızın 100 üncü maddesine
göre soruşturma komisyonu kurulmasına ilişkin kararı çerçevesinde, 20 nci
Dönemde kurulan, ancak, bu dönemde sonuçlandırılamayan, Kocaeli Milletvekili
İsmail Kalkandelen ve 55 arkadaşının vermiş oldukları (9/28) esas numaralı
İzmit'te SEKA'ya ait araziyi Ford Otomotiv Sanayi A.Ş'ye bedelsiz vermek
suretiyle görevlerini kötüye kullandıkları ve bu eylemlerinin Türk Ceza
Kanununun 240 ıncı maddesine uyduğu iddiasıyla eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz
ve Sanayi ve Ticaret eski Bakanı Yalım Erez haklarında Anayasanın 100 üncü ve
İçtüzüğümüzün 107 nci ve devamı maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması
açılmasına ilişkin önergesi, yeniden işleme konulmuş, oluşturulan komisyona iki
aylık süre verilmiş ve komisyon çalışmalarına başlamıştır.
Genel Kurulun çağrısıyla 16.2.2000 tarihinde toplanan
komisyon, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üyesini seçerek çalışmalarını
sürdürmüştür.
Komisyonumuz, çalışmalarını, Kocaeli Gölcük'te
mahallinde incelemelerde bulunarak, konuyla ilgili bilgi, belge toplayarak, ilgili
şahısların tamamını dinleyerek, hassasiyetle sürdürmüştür. Komisyon
üyelerimizin tamamı, Anayasa ve İçtüzüğün verdiği yetki ve sorumluluk
çerçevesinde çalışmıştır.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; soruşturma
konusu, Yüksek Planlama Kurulunun 20.5.1998 tarih ve 98/T-22 sayılı kararıyla,
Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları Genel Müdürlüğünün İzmit-Gölcük arasında
İhsaniye ve Yeniköy Belediyeleri sınırları içerisinde iki parça halinde bulunan
toplam 2 313 666 metrekarelik arazinin, 540 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
5 inci maddesine göre;
a) Bataklık ve ıslahı gereken alanlar dikkate alınarak
rayiç bedelle,
b) Adı geçen şirketin talep ve taahhütleri
doğrultusunda kullanılmak üzere,
c) Söz konusu alanlardaki bataklıkların kurutulması ve
çevre koşullarının yerine getirilmesi,
d) Arazi üzerinde bulunan kavaklık ve bitki ve mevcut
yapıların SEKA'ya bedelsiz verilmesi,
e) Ödemelerin peşin olarak yapılması,
Kaydıyla, Ford Otomotiv AŞ'ye satılması ve işlemlerin
SEKA Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu tarafından yürütülmesi kararlaştırılmıştır.
Ancak, daha sonra, Bakanlar Kurulunun 8.6.1998 tarih ve
98/11163 sayılı kararıyla, her ne sebepten olduğu anlaşılamayan bir şekilde,
söz konusu arazi, aynı şirkete bedelsiz olarak verilmiştir.
Kararda, bataklık olduğu belirtilen sahanın, İzmit Kent
Kurultayının müracaatı üzerine, Kocaeli 3. Asliye Hukuk Hâkimliğince 25.5.1998
günü yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda, birinci, ikinci sınıf tarım
arazisi olduğunun tespit edildiği; 11.3.1989 tarih ve 20105 sayılı Resmî
Gazetede yayımlanmış olan Tarım Alanlarının Tarımdışı Gayeyle Kullanılmasına
Dair Yönetmeliğin 3/b-1 inci maddesine göre de, bu sahanın, orman dışında kalan
ve üzerinde kültür bitkileri yetiştirilen birinci ve ikinci sınıf sulu tarım arazisi
olması nedeniyle, aynı yönetmeliğin 7 nci maddesine göre, bu sahanın tarımdışı
maksatlarla kullanılmaya tahsis edilmesinin mümkün olmadığı zikredilmektedir.
Bütün bunların yanında, 7.2.1993 tarih ve 21489 sayılı
Resmî Gazetede yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği hükümlerine
göre yapılması zarurî olan inceleme de yapılmadan, ÇED raporu alınmadan, arazi
üzerindeki ağaçların sökülmesine ve kesilmesine başlanılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; SEKA'ya ait söz
konusu arazi, Kibar Holding tarafından, 31 Mart 1998 tarihinde, serbest
rekabete yönelik olarak otomotiv ve otomotiv yan sanayii, beyaz eşya, inşaat
ana ve yan sanayilerine hizmet verebilecek, en yeni teknoloji niteliklerini
ihtiva eden bir galvanizli sac tesisi yatırımı konusunda, alınan karar
gereğince, satın alınmak istenmiştir. Aynı firma, bu talebini, 4.5.1998
tarihinde tekrarlamıştır.
Kocaeli Sanayi Odası, 13.3.1998 tarih ve 306/583 sayılı
yazılarıyla, SEKA kavaklığı olarak bilinen 2 400 dönüm arazinin, 5590 sayılı
Kanuna göre kurulmuş meslek kuruluşlarına, serbest bölge kurmak amacıyla
oluşturulan müteşebbis organizasyona satılmasını talep etmiş, bu talebini,
19.6.1998 tarihinde tekrarlamıştır. Kocaeli Sanayi Odası, taleplerinde, söz
konusu arazi değerlendirildiğinde 9 000 kişinin istihdam edileceğini, 800
milyon dolarlık yatırım yapılacağını, 80 milyon dolarlık altyapı yatırımıyla
birlikte 1 000 sanayici üyenin bu araziden istifade edeceğini belirtmiştir.
Ancak, her iki kuruluşa da cevap verilmemiştir.
Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; aynı araziyi,
24 Nisan 1998 tarih ve 1201 sayılı yazılarıyla, yüzde 41'i Koç Holding, yüzde
41'i Ford Motor Company ve yüzde 18'i halka ait olan ve Ford-Koç Holding
tarafından birlikte yönetilen otomotiv üreticisi kuruluş tarafından,
taleplerinde krokilerini de eklemek suretiyle, 1 600 dönümlük kısmını satın
almak istediklerini beyan etmektedirler. Firmanın talebi aynen şöyledir:
"Satın alacağımız bu arazi üzerine, 120 000 adet kapasitesi olan, yatırım
teşvik belgeli, 550 milyon Amerikan Doları tutarında bir tesis kurmayı
planlıyoruz." Yazılarının devamında, 2001 yılında ihracata yönelik yeni
araçlarıyla, bu yıldan itibaren yılda ortalama 500 ilâ 700 milyon Amerikan
Dolarlık ihracat yapılacağı zikredilmektedir.
Bu taleplere karşılık, savunmalarda, dünyanın bazı
ülkelerinde bedelsiz arazi tahsis edileceği, uygun şartlarla firmalara yardımcı
olunacağı konusu dile getirilmektedir; ancak, diğer taraftan da, aynî
yatırımlar yapılmak suretiyle, arsanın bedelinin alındığı zikredilmektedir ki,
bu iki düşünce birbiriyle çelişmektedir.
Sonuç olarak: İlgili firmanın söz konusu araziyi satın
almak istediği, bedelsiz verilmesi hususunda hiçbir talebinin bulunmadığı
halde, arazinin bedelsiz verilmesi suretiyle görevlerini kötüye kullanan eski
Başbakan Mesut Yılmaz ile Sanayi ve Ticaret eski Bakanı Yalım Erez’in Yüce
Divana sevklerine komisyonumuz oy çokluğuyla karar vermiştir. Bu kararda,
komisyonumuzun değerli üyeleri, siyasî mühalazalardan uzak, hukuka, ahlaka ve
vicdana uygun karar vermişlerdir.
Yüce Heyetinize saygıyla arz ederim. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Buyurun Sayın Yılmaz. (ANAP sıralarından alkışlar)
A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; burada görüşme konusu olan soruşturma raporuyla ilgili hukukî
bir savunma yapma niyetinde değilim. Çünkü, bu raporu inceleyen herkes
görecektir ki, yapılmış olan şartlı arsa tahsis işlemi, Bakanlar Kurulu
kararıyla olmuştur. Bakanlar Kurulu kararı, hukuken geçerli olup, halen yürürlüktedir.
Bakanlar Kurulu kararının iptali davasında, Danıştay 10. Dairesi ve İdarî Dava
Daireleri Kurulu tarafından, yürütmenin durdurulması talebi reddedilmiştir.
Diğer yandan, Bakanlar Kurulu kararlarından dolayı cezaî herhangi bir
sorumluluk doğamayacağı, ancak ortak siyasî sorumluluk doğduğu, Heyetinizin
malumudur.
Hukukî açıdan, soruşturma önergesi ve raporda yer alan
belge, bulgu ve bilgilerle, tarafıma herhangi bir sorumluluk yüklenmesi söz
konusu değildir.
Olayın detayları burada daha önce anlatıldığı için,
ayrıca, sizlere dağıtmış olduğumuz kitapçıkta da ortaya konulduğu için, olay
üzerinde fazla durmayacağım. Ancak, gerek soruşturma önergesinde gerekse
komisyon raporunda yer alan bazı hususlarda, hem Yüce Heyetinizi hem de aziz
milletimizi aydınlatmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, evvela, kesinlikle ifade
ediyorum ki, SEKA arazisinin şartlı tahsisi olayında, herhangi bir firmanın
korunması veya kayrılması diye bir olay söz konusu değildir. Kimse, devletin
malını kimseye bedavaya vermemiştir. Hükümet de, devletin malını kimseye peşkeş
çekmemiştir.
Her şeyden önce, bu arsa, karşılıksız ya da bedava
verilmiş değildir. Kararnamedeki "bedelsiz" kelimesini görüp, orada
belirtilen şartları ve ekonomik değeri olan edimleri görmezlikten gelmek ve
"bedelsiz"i "bedava" zannetmek, eksik ve yanlış bir
değerlendirmedir. Şartların ve yerine getirilmesi gerekli ekonomik edimlerin
bulunduğu yerde, "bedelsiz" kelimesinin "bedava" demek
olmadığı ortadadır.
Velhasıl, ortada bir bağış veya hibe söz konusu
değildir. Arsa, bu firmaya, belli şartları ve belli edimleri yerine getirmek
kayıt ve şartıyla verilmiştir. Firmanın, arsa değeri kadar bir bedeli, eğitim
ve sağlık tesisi olarak devlete ödemesi söz konusudur.
Değerli milletvekilleri, firma, arazinin değeri kadar
bir ekonomik edimi, Hazine lehine yerine getirmektedir. Firmanın, devlet
hazinesi lehine olan ve Bakanlar Kurulu kararıyla teminat altına alınan
edimlerini görmezlikten gelip, "arazi bedava verildi" deyip, bunun
üzerine rapor düzenlemek, gerçeklerle bağdaşmaz.
Şimdi, deniliyor ki: "Arsayı, niye, başka bir
firmaya veya serbest bölge kurmak isteyen sanayi odasına vermediniz?"
Değerli milletvekilleri, evvela, şunun bilinmesi lazım
ki, arsayla ilgili müracaatların muhatabı Başbakan değildir; arsanın sahibi
olan SEKA Genel Müdürlüğü ile onun bağlı bulunduğu Sanayi Bakanlığıdır. Bu
müracaatlardan uygun görülenler, SEKA tarafından, Sanayi Bakanlığına
bildirilir. Bakanlık, bunlar arasında en uygun olanını seçer. Bu olayda da
böyle olmuştur; yani, yukarıdan hiç kimseye, şu firmaya verin diye herhangi bir
talimat verilmemiştir. Ancak, işlemin niteliği ve kapsamı itibariyle, siyasî
otorite kararı gerektiğini düşünen Sanayi Bakanlığı, bu konuyu hükümetin önüne
getirmiştir; yoksa, sıradan bir arsa işinin hükümetin önüne gelmesi, bizim
sistemimizde mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri, arsa tahsisinde rekabet
şartlarına uyulmadığını iddia etmek de mümkün değildir; çünkü, bu müracaata
benzer bir müracaat, cumhuriyet tarihimiz boyunca yapılmamıştır; aynı şartlarda
değerlendirilemeyecek şeyler arasında rekabet şartı aramak mümkün değildir.
Eğer, benzer şartlarda, yüksek miktarda yabancı sermaye getirmek isteyen birden
fazla kuruluş olsa da, bunlardan yalnız bir tanesi dikkate alınıp diğerleri
görmezlikten gelinse, rekabet şartlarına uyulmamasından söz etmek mümkündür;
ama, ben zannediyorum ki, asıl rekabet olgusuna, bu önergede ve soruşturma
komisyonunun raporunda hiç değinilmemiştir.
Asıl rekabet, yabancı sermayenin çekilmesi konusundaki
uluslararası rekabettir. Buradaki rekabet, Almanya gibi gelişmiş bir sanayi
ülkesinin bile talip olduğu, 650 milyon dolarlık yatırımın Türkiye'ye çekilmesi
için yapılan rekabettir. İşte bu olaydaki asıl rekabet, böylesine büyük
miktardaki yabancı sermayeyi çekmek için mücadele eden, başta İspanya, Almanya
ve Portekiz olmak üzere, başka ülkeler ile Türkiye arasındaki bir rekabettir.
Böyle bir rekabete konu olan bir olayda, hangi Türk firması olursa olsun, Türk
hükümetinin mevzuat dahilinde yardımcı olması millî bir görevdir. Anayasa
gereği olarak, ülkenin ekonomi siyasetini tayin ve tespit edecek, yürütecek
olan hükümettir. Bu hususlarda gerekli olan kararları almak da hükümetin görev,
yetki ve sorumluluğundadır. Biz hükümet olarak görevimizi yerine getirdik. Aynı
konumda hangi firma olsaydı onun için de aynı kolaylığı sağlardık.
Şimdi dikkatinizi çekmek istiyorum. Amerika'daki Ford
Firması yeni bir araç üretiyor ve bunu Batı Avrupa'ya satmak için bir proje
geliştiriyor. Bunu, bu bölgedeki ülkelerden birisinin ortak olduğu bir firmayla
birlikte o firmanın ülkesinde üretecek. Firmanın, Türkiye'deki dahil, Avrupa
ülkelerinin neredeyse tamamındaki ortakları bu projeye talip oluyorlar. Bu
firmalar hükümetlerini devreye sokup projeyi kendilerine kazandırabilmek için
Amerika'daki firmaya, her alanda, son derece cazip teklifler götürüyorlar.
Aslında bugün, globalleşen dünyanın ekonomik gerçeği de budur. Yabancı
yatırımları çekmek, aslında hükümetler arasında bir yarış meselesidir. Bu ülke
hükümetlerinden hiçbirisi de kendi ülkelerindeki bir firmaya ayrıcalık
tanımakla, ayrıcalık sağlamakla suçlanmaz; aksine, o ülkelerde, ekonomi
basınlarında, bu yatırımı, ülke olarak, kaçırdıkları için eleştiriler söz
konusudur.
Değerli milletvekilleri, söz konusu soruşturmaya konu
olan araziye yapılacak büyük proje için Türkiye, Almanya, Portekiz ve İspanya
gibi ülkelerle yarışmış ve bu yarışı kazanmıştır. Gelişmiş bir sanayi ülkesi
olan Almanya bile, bedelsiz arsa tahsisi ve altyapı kolaylıkları başta olmak
üzere, firmaya inanılmaz kolaylıklar teklif edip bu yatırımı kendi ülkesine
çekmeye çalışmıştır. Yatırıma ve yabancı sermayeye susamış olan Türkiye'nin
önüne kadar gelen bu fırsatı, rekabet şartlarına uymayarak kaçırmak, bu
memlekete, göz göre göre yapılacak bir kötülükten başka bir şey değildir.
Amerika'daki firmanın başkanı, Türkiye'yi ziyaret
ettiğinde, ben, kendisine, Türk Hükümeti olarak, Almanya, İspanya, Portekiz ve
Slovenya gibi ülkelerin sağladığı avantajları sağlayacağımızı belirterek,
yatırım yeri olarak Türkiye'yi seçmelerini istedim.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin en büyük
talihsizliklerinden birisi, hesap sorulması gereken noktalarda kimseden hesap
sorulmaması, takdir edilmesi gereken alanlarda ise, her ne hikmetse, hesap
sorulmasıdır. 650 milyon dolarlık bu yatırımı, diğer ülkelerin, rakip ülkelerin
verdiği teşvik unsurlarını vererek, onlarla mücadele ederek, Türkiye'ye
kazandırmak, yalnız bizim için değil, hangi hükümet yaparsa yapsın, onun için
övünülecek bir şereftir.
Burada, eğer biz, bir azınlık hükümeti olarak, o gün,
bize dışarıdan destek veren Cumhuriyet Halk Partisinin şerrinden korkarak bu
projeyi Türkiye'ye kazandırmaktan kaçınsaydık, işte asıl o zaman bizden bunun
hesabını sormanız gerekirdi. Bu yatırımı Türkiye'ye kazandırdığımız için hesap
vermek zorunda kalmışsak, bundan aslında gurur duyarız. (ANAP sıralarından
alkışlar)
Bu ülkede, inanıyorum ki, bir gün, artık, iş
yapanlardan değil, iş yapmayanlardan hesap sorulmalıdır. İş yapmayanlardan
hesap sorulduğu gün, bilin ki, bu ülkede, yönetim ve denetim anlayışı çağ
atlamış olacaktır.
Değerli milletvekilleri, Türk ekonomisinin ölçülerine
göre inanılmaz derecede büyük bir yatırım düşünün, 650 milyon dolarlık bir
yatırım ve tamamı yabancı sermayeye dayalı. 4 000 kişiyi doğrudan istihdam
edecek, bunun üç dört katı insanı da yan sanayiiyle istihdam edecek. Yılda 1
milyar dolarlık ihracat garantisi veriyor. Böyle bir yatırımın Türkiye'ye
gelmesi için, Cumhurbaşkanlığından Maliyeye, Hazineden DPT'ye, Millî Savunma
Bakanlığından Donanma Komutanlığına kadar, Sanayi ve Ticaret Bakanlığından
ilgili belediyelere kadar, Fazilet Partili belediyesine kadar her kurum, her
türlü çabayı sarfediyorlar. Bütün kamu kurum ve kuruluşlarının kanaati müspet.
Dönemin Cumhurbaşkanı çıkıp "Çankaya Köşkünün bahçesini bile veririm"
diyebiliyor. Dönemin Donanma Komutanı "savaşlar artık süngüyle kazanılmaz,
teknolojiyle kazanılır. Dolayısıyla, yanı başımızdaki bu proje bizim için çok
önemlidir" diyor. Ama, düşünün ki, ülkenin ekonomi politikasını tayin ve
tespit eden ve de yürüten hükümet, siyaseten, böyle bir projeye bigâne
kalsın(!) Daha açık söylemek gerekirse "ben bir azınlık hükümetiyim, beni
destekleyen Cumhuriyet Halk Partisi buna ne der" diyerek, bu işten
kaçsın(!) Böyle bir şeyden dolayı kaçmamız asla mümkün değildi.
Çokpartili siyasî hayata geçişten bu yana, bu ülkeyi
yönetenlerin, ülkeye yabancı sermaye çekebilmek için ne kadar çabaladığı
ortadadır. Hal böyleyken, bu politikayı kendisine amaç edinmiş bir hükümetin,
Türkiye'ye bir defada gelecek en yüksek miktardaki yabancı sermayeyi, sırf
kendi siyasî geleceğinden korkarak kaçırması, büyük bir yanlış olurdu; bana
göre hesabı verilmesi gereken bir iş olurdu.
Değerli milletvekilleri, bu tür tahsis işlemleri, bütün
dünyada, hükümetlerin, üretimi, istihdamı ve ihracatı desteklemek için
yaptıkları alışılagelmiş teşvik işlemleridir. Eğer bu olaylarda ülkeler
arasındaki yarışmayı göz önünde tutmazsanız, yanılırsınız.
Bugün, küreselleşmiş, globalleşmiş ekonomi dünyasında
yalnız başınıza yaşamıyorsunuz; aksine, müşterek bir pazardasınız. Dünya
ölçeğindeki bu pazarda ayakta kalabilmek için, herkesle rekabet etmek
zorundasınız. Yabancı sermayeyi çekmek için, ona talip olanlarla yarışmak
durumundasınız. Onlar hangi teşvikleri veriyorlarsa, hangi imkânları
sağlıyorlarsa siz de aynısını yapmak zorundasınız.
Türkiye'de, ekonomiye ideolojik kalıplarla
yaklaşanların, uluslararası rekabete dayalı işlemlere olumsuz yaklaştığını
bilmeyen yoktur. Ancak, öyle görünmektedir ki, ekonomiyle yeni yeni
ilgilenenler de, tanık olmadıkları bir olguyla karşı karşıyadırlar ve dolayısıyla,
konuyu anlamakta zorlanmaktadırlar. Şimdi, bu konuda yabancı sermayeyi bir
sömürgeleşme aracı olarak gören Cumhuriyet Halk Partisini anlamakta hiçbir
zorluğumuz yoktur; o partiden birilerinin kalkıp, Bakanlar Kurulu kararının
iptali için Danıştay'da dava açmalarını da anlamak mümkündür. Yine, aynı
partiye mensup milletvekillerinin bu nedenle hükümet aleyhine gensoru
önergesini vermelerini de tabiî karşılıyoruz; ama, bizim anlamakta zorluk
çektiğimiz husus, bu zihniyetle taban tabana zıt olan farklı bazı partilerde de
aynı yaklaşımı görmemizdir.
Değerli milletvekilleri, yatırımı teşvik için bedelsiz
arsa tahsisi uygulaması, dünyada yaygın olduğu gibi, ülkemizde de sadece bu
olayda görülen bir husus değildir. Rahmetli Özal, turizm yatırımlarına arsa tahsis
ederken de benzer ithamlarla karşı karşıya kalmıştır; ama, eğer, o tarihte o
tahsisler yapılmasaydı, turizmimizin bugünkü seviyeye gelmesi, hiçbir şekilde
mümkün olamazdı.
1998'den bu yana 22 vilayetimizde 10 kişilik işçi
çalıştıracak atölye kuranlara Hazine arazilerini bedava veriyoruz. Doğu ve
Güneydoğuda yatırım yapacak sanayici ve işadamlarına hazine arazilerini bedava
veriyoruz. SSK işveren hissesini devlet ödüyor; vergilerine de iki sene vade
yapıyoruz. Birçok avantaj sağlıyoruz; niçin sağlıyoruz; işadamaları teşvik
edilsin, oraya yatırım yapılsın, orada bulunan vatandaşlarımıza iş imkânları
sağlansın diye. Verilen arazi devletin arazisidir; alınmayan veya ödenmeyen SSK
hissesini de devlet ödemektedir. Bu imkân, küçük yatırımcıya sağlandığı gibi,
trilyonlarca liralık yatırım yapana da sağlanıyor. Birisi kalkıp da kamunun
mallarını doğudaki yatırımcılara nasıl peşkeş çekersiniz derse, biz bu
arazileri doğuda yatırım yapanlara vermekten vaz mı geçeceğiz?! Bunun bir
mantığı var mı?! Yatırım için şartlı olarak bedelsiz arsa tahsisi, hiçbir zaman
devletin malını peşkeş çekmek değildir, hiçbir zaman kayırma da değildir; bizim
parti felsefemiz budur. Bundan sonra da, devletin yatırım yapması yerine, özel
sektörü teşvik için benzeri bir politikayı gücümüz olduğu sürece
sürdüreceğimizi bilmenizi isterim.
Bizim yaptığımız, devleti, ekonomiden çekmek, bunun
yerine özel sektör yatırımlarını desteklemek isteyen bir politikanın evrensel
uygulamalarını, bütün dünyada kabul edilen doğrularını Türkiye'ye getirmekten
ibarettir.
Buradan bir defa daha hatırlatıyorum, duymayanlar varsa
bir defa daha duysunlar: Devletçi sosyalist ekonomiyi Rusya ve Çin bile terk
etmiştir. En son, Çin'in, özel sektör yatırımlarını ve bu arada yabancı sermaye
yatırımlarını ülkesine çekmek için ne kadar büyük çaba harcadığına bütün dünya
tanıktır.
Cumhuriyet Halk Partisi mantığıyla başlatılan bu dosyayı savunmak ve bu yatırımı Türkiye'ye
kazandırdığımız için bizi suçlamak, aslında, bize değil, bu ülkeye kötülüktür.
Değerli milletvekilleri, önergede ve raporda bu arazinin önce sözü geçen firmaya bedeli
karşılığında satılması kararlaştırılmışken, sebepsiz olarak bundan vazgeçilip,
arazinin bedelsiz tahsisi yoluna gidildiği iddiası vardır. Halbuki, ortada
nedensiz bir işlem yoktur. Hükümet, bu arazinin YPK kararıyla, Yüksek Planlama
Kurulu kararıyla rayiç bedeli karşılığında satılması kararında iken,
kendiliğinden vazgeçip de bir firmaya iyilik olsun diye bedelsiz tahsis yoluna
gitmemiştir. Amerikan Ford Firması, tüm yatırımın Türkiye'ye yapılması kararını
almaya hazırlanırken, bu kararın eşiğinde, Türkiye'ye gelmesi kararının söz
konusu olduğu bu eşikte, Portekiz ve Almanya gibi ülkelerin hükümetleri,
firmaya, bu yatırımı kendi ülkelerine yapmaları için başta, bedelsiz arsa
tahsisi olmak üzere çok cazip tekliflerde bulunmuşlardır. Bu tekliflerin
ardından, firma, yatırımın hangi ülkeye yapılması gerektiği konusunda ikircikli
bir tavır içerisine girmiştir. Bu
gelişmeler üzerine Türk Hükümeti de, yatırımın başka bir ülkeye kaymaması için,
o ülkelerin teklif ettiği teşviklerle rekabet etmeye ve arazinin bedelsiz; ama,
demin sözünü ettiğim edimler karşılığında bu firmaya tahsisine karar vermiştir.
Konuyla ilgili herkesin bildiği, ilgili kurum ve şahısların gayet iyi haberdar
olduğu bu gelişmeyi olmamış saymak mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri, bu ülkede yaşayan insanların
önemli bir bölümü, 17 Ağustos depremini bizzat yaşayarak görmüştür. Depremi
yaşamayanlar ise, onun acısına televizyon ekranlarında, gazete sütunlarında
tanık olmuşlardır. Gölcük'ün de, bu depreme uğrayan yerler içerisinde en fazla
tahrip olan yer olduğunu hepimiz biliyoruz. Gölcük, çevresiyle birlikte, bu
depremden en büyük zarar gören yerlerin başındadır. Fay hattı üzerinde bulunan
kimi yerler ve maalesef, Gölcük, bu depremde yerle bir olmuştur. Burada sayısız
tesis ve bina yıkılmış ya da ağır hasara uğramıştır.
Fay hattının geçtiği bir yer de, söz konusu olan, bu
soruşturmanın konusu olan tesislerin bulunduğu arazidir. Bugün, bu bölgede,
arsa, arazi ve binaların ekonomik değerleri neredeyse sıfıra inmiş ve satışları
da hemen hemen durmuştur. Bugün, o bölgedeki bir araziyi, deprem öncesi satış
değerinin inanılmaz derecede altında bir bedelle verseniz dahi, alacak kişi
veya kuruluş bulmanız zordur. Hele hele, o arazi üzerinde milyonlarca dolarlık
tesis kuracak bir firma hiç bulunamaz; ama, bizim araziyi tahsis ettiğimiz
projede, bugün, o depreme rağmen yatırım devam etmektedir; çünkü, firma,
arazinin üzerine kuracağı tesisi depreme dayanıklı hale getirmek için onbinlerce
fora kazık çakmıştır. Bunun için arazi bedelinden daha fazla bir miktar ödeme
yapmıştır; 27 milyon dolar gibi bir rakamı harcamaktan kaçınmamıştır; çünkü,
oraya yapacağı tesislerin yalnızca yapım bedeli 650 milyon dolar değerindedir.
O fora kazıklar sayesinde, inşa halindeki tesise, depremde hiçbir zarar
gelmemiştir. 17 Ağustos depreminde, bölgedeki çok sayıda sanayi tesisinde hasar
meydana gelmişken, bu fabrikanın inşa edilen bölümlerinde herhangi bir hasar
meydana gelmemiştir. Arazinin, depreme dayanıklı pahalı inşaat yapabilecek bir
güçteki firmaya tahsis edilmesiyle, ne kadar isabetli davranıldığı ortadadır.
Bu arazinin üzerindeki tesislerin, o büyük depremde ayakta kalmasıyla,
yüzmilyonlarca dolarlık bir zararın doğması önlenmiştir.
Bugün devlet olarak, deprem bölgesinin yeniden
kalkınması için büyük gayretler sarf etmemize rağmen, bölgede yeni yatırım,
maalesef, yok denecek kadar azdır. Şu an deprem bölgesinde devam eden en büyük
yatırım olan bu proje, o bölgenin de en büyük umudu olmuştur. Bundan dolayı
tebrik edilmek, aslında, o kararı alan Bakanlar Kurulunun hakkıdır.
Değerli milletvekilleri, firmaya, ekonomik değeri olan
bazı edimleri yerine getirmek kaydıyla şartlı olarak arsa tahsisi, bu tahsisi
yapmaya yetkili olan Bakanlar Kurulunca yapılmıştır. Bakanlar Kurulu, şartlı
tahsis işlemini, kamu yararı ve hizmet gereklerini göz önünde bulundurarak
yapmıştır. Yatırımın büyüklüğü ve ekonomimize katkısı, üzerinde tartışma
yapılmayacak kadar açık bir konudur.
Danıştay 10. Dairesinin ve Danıştay İdarî Dava
Daireleri Kurulunun, konuyla ilgili yürütmenin durdurulması reddi kararlarına
baktığınızdaysa, Bakanlar Kurulu kararının, hukuka açıkça bir aykırılığının
bulunmadığının belirtildiğini göreceksiniz. Önergeyi ve raporu okuduğunuzda, bu
olayda, Bakanlar Kurulunun kararına imza atmaktan başka herhangi bir fiilimin
bulunmadığını göreceksiniz.
Bütün bunlara rağmen, soruşturma komisyonunda Yüce
Divana sevk kararı verilmiş olmasını hak ve adalet duygusuyla bağdaştırmak
mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri, iktidar sorumluluğunu
üstlendiğimiz dönemlerde, bir hizmeti yapmadığımız, yapamadığımız ya da
beceremediğimiz iddiasıyla değil de, ülkeye çok büyük yararlar sağlayacak olan
bir icraatımızdan dolayı yargılanmak, bize ancak gurur verir.
SEKA arazisinin tahsisi konusunda da, soruşturma açılan
diğer konularda da, bütün icraatımızı, milletimizin çıkarları doğrultusunda ve
hukuka uygun olarak yaptık.
Hakkımda açılan soruşturmaların birçoğunda soruşturma
konusu işlemlerle ilgili herhangi bir münferit fiilim söz konusu değildir.
Altında imzam bulunan hususlarda da, ya önünüzdeki SEKA dosyasında olduğu gibi
Bakanlar Kurulunun ya Yüksek Planlama Kurulunun ya POAŞ dosyasında olduğu gibi
Özelleştirme Yüksek Kurulunun ya da Kurtköy olayında olduğu gibi Savunma
Sanayii İcra Komitesinin ortak imzaları vardır. Ortak imzalı işlemlerde, diğer
imza sahipleri hakkında soruşturma açılmayıp sadece şahsım veya yanımda bir
bakan arkadaşım hakkında soruşturma açılmasının ve arkasından da, 8 dosya var
denilerek siyasî malzeme yapılmasını, ne kadar vicdanla veya adalet duygusuyla
bağdaştığını takdirlerinize bırakıyorum.
Değerli milletvekilleri, Yüce Meclisin, şu ana kadar
devam eden, inatla devam ettirilen bir yanlışın önüne geçeceğine, Meclisin
itibarına gölge düşüren bir ayıbı önleyeceğine inanıyorum. Bununla birlikte,
burada yapılan bu görüşmeler sonucunda, en ufak bir tereddüdü olan değerli
milletvekilinin, bu komisyon raporunun kabulü lehinde oy kullanmasını rica
ediyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından ayakta
alkışlar, DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Sayın milletvekilleri, Meclis soruşturması komisyonunun
raporu üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Raporda, soruşturma açılması istenmektedir; yani,
komisyon raporu, ilgili eski başbakan ve eski bakanın Yüce Divana sevk edilmesi
yönündedir. Bu nedenle, komisyon raporunu oylarınıza sunacağım.
Anayasanın 100 üncü maddesinin üçüncü fıkrasına ve
İçtüzüğün 112 nci maddesinin altıncı fıkrasına göre, Yüce Divana sevk kararı
alınabilmesi için, üye tamsayısının salt çoğunluğunun kabul oyu; yani, 276
kabul oyu gerekmektedir.
Toplantı yetersayısı olmak kaydıyla, açık oylamada,
kabul oyu 276'nın altında olduğu takdirde, Yüce Divana sevk kabul edilmemiş
olacaktır. Oylamaya katılım toplantı yetersayısı olan 184'ün altında olduğu
takdirde de, oylama tekrarlanacaktır; bu nedenle, oylamayı açık bir şekilde
yapacağız.
Şimdi, açık oylamanın şekli konusunda Yüce Heyetinizin
kararını alacağım:
Açık oylamanın, elektronik cihazla yapılması hususunu
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, bir kere daha hatırlatıyorum:
Bu rapora verilecek kabul oyları, Yüce Divana sevk manasında, ret oyları da,
Yüce Divana sevke gerek olmadığı manasında değerlendirilecektir.
Oylama için 3 dakika süre vereceğim.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, eski Başbakan Ahmet
Mesut Yılmaz ve Sanayi ve Ticaret eski Bakanı Yalım Erez haklarında kurulan
(9/28) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporunun yapılan açık
oylaması sonuçlarını açıklıyorum:
Katılan üye : 394
Kabul : 172
Ret :
215
Çekimser : 6
Mükerrer : 1
Bu sonuca göre, rapor kabul edilmemiştir. Böylece,
Soruşturma Komisyonunun raporu reddedilmiş; yani, eski Başbakan Ahmet Mesut
Yılmaz ve Sanayi ve Ticaret eski Bakanı Yalım Erez'in Yüce Divana sevkine mahal
olmadığına karar verilmiştir. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, bu kısmın 6 ncı sırasında yer
alan, 20 nci Yasama Döneminde Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin ve 55
arkadaşı tarafından verilen İzmit Körfez Geçiş Projesi ihalesinde devletin
zarara uğratılmasına göz yumarak görevini kötüye kullandığı ve bu eyleminin
Türk Ceza Kanunununu 240 ıncı maddesine uyduğu iddiasıyla eski Başbakan Ahmet
Mesut Yılmaz hakkında Anayasanın 100 üncü, İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca
bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önerge ve Meclis Soruşturması
Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
6. – 20 nci
Yasama Döneminde Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin ve 55 Arkadaşı Tarafından
Verilen İzmit Körfez Geçiş Projesi İhalesinde Devletin Zarara Uğratılmasına Göz
Yumarak Görevini Kötüye Kullandığı ve Bu Eyleminin Türk Ceza Kanununun 240 ıncı
Maddesine Uyduğu İddiasıyla Eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz Hakkında
Anayasanın 100 üncü, İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis
Soruşturması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Soruşturması Komisyonu
Raporu (9/33) (S.Sayısı : 495) (1)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Meclis Soruşturması Komisyonunun 495 sıra sayılı
raporu, daha önce sayın üyelere dağıtılmış ve ilgili eski Başbakana
gönderilmiştir.
Rapor üzerindeki görüşmelerde, Komisyona, şahısları
adına altı milletvekiline ve hakkında soruşturma açılması istenen eski
Başbakana söz verilecektir.
Konuşma süreleri, Komisyon için 20 dakika, şahısları
adına söz alan sayın milletvekilleri için 10'ar dakikadır. Son söz, hakkında
soruşturma açılması istenen eski Başbakana ait olup, süresizdir.
Rapor üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin
isimlerini okuyorum: Antalya Milletvekili Mustafa Vural, Kocaeli Milletvekili
Kemal Köse, Ankara Milletvekili Zeki Çelik, Malatya Milletvekili Miraç Akdoğan,
Burdur Milletvekili Mustafa Örs, İzmir Milletvekili Güler Aslan ve Sinop
Milletvekili Yaşar Topçu.
Söz sırası, Antalya Milletvekili Sayın Mustafa
Vural'da.
Buyurun Sayın Vural.(DSP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA VURAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 20 nci Yasama Döneminde, Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin
ve 55 arkadaşı tarafından verilen ve İzmit Körfez Geçiş Projesi ihalesinde
devletin zarara uğratılmasına göz yumarak görevini kötüye kullandığı iddiasıyla
eski Başbakan Mesut Yılmaz hakkında kurulan ve çalışmalarını tamamlayan Meclis
Soruşturması Komisyonu raporu üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum;
konuşmama başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 20 nci Döneminde; yani,
geçen dönemde, akıllarda ne kaldığı düşünülürse, sanırım ilk anımsanan, eski
bakan ve başbakanları Yüce Divana gönderiverme uğruna havalarda uçuşan
soruşturma önergeleridir. Haklıyla haksızın kavranamadığı, kafaların
karıştırıldığı bu önerge furyasının, ülkemize nelere mal olduğu aklıselim
herkes tarafından bilinmektedir.
Bu furya, 55 inci hükümeti düşürmüş, siyasî ve ekonomik
istikrara şiddetle gereksinme duyan ülkemizi, ne yazık ki, erken genel seçime
sürüklemiştir. Belki haklı nedenlerle Parlamenter sistemimize girmiş soruşturma
ve araştırma komisyonlarının ne kadar yozlaştırıldığı, bu dönemde görülmüş;
maalesef, ibret alınmaksızın, 21 inci Dönemin gündemine de düşmüştür. Bence,
soruşturma komisyonları, siyaset adına önyargıların öne çıkarıldığı birer infaz
komisyonlarına dönüştürülmüştür. Anayasanın 83 ve 100 üncü maddeleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisince bir an evvel değiştirilerek, Parlamento, işlev ve
içerikten yoksun bu kısırdöngüden kurtarılmalı, direkt olarak yargıya hesap
verecek konuma getirilmelidir. Artık, bu, zorunlu hale gelmiştir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İstanbul-İzmir
otoyolu ağının bir kesimini teşkil eden Anadolu otoyolu Dilovası ayırımı,
Körfez köprüsü dahil, Orhangazi otoyolu, 1993 yılında, DYP-SHP hükümeti
döneminde yatırım programına alınmış, ihaleye katılacak firmalar arasında
önseçim
(1) 495 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
ilan edilmiş ve aynı dönemde, önseçime katılan 10
firmadan 6'sı yeterli bulunarak, görevlendirmeye katılmaları için davet
edilmişlerdir. 1996 yılında, Refahyol döneminde de ihaleye çağırma sırası
tespit edilmiştir. 1997 yılında, Sayın Mesut Yılmaz'ın Başbakan olduğu Anasol-D
Hükümeti tarafından, önceki dönemde tespit edilen sıraya göre, birinci sırada
yer alan konsorsiyumla uygulama sözleşmesi görüşmelerine başlanmıştır; ancak,
bu ihale, henüz tamamlanamamıştır.
Bu ihalenin sahibi, Karayolları Genel Müdürlüğüdür.
Karayolları Genel Müdürlüğü, tüzelkişiliğe sahip, özel bir kanunla kurulmuş
olan Bayındırlık ve İskân Bakanlığına bağlı bir kamu tüzelkişiliğidir.
Karayolları Genel Müdürlüğünün hiyerarşik amiri, ne bakan ne de Başbakandır,
Karayolları Genel Müdürüdür. Bu nedenle, Karayolları Genel Müdürlüğünün kendi
sorumluluğu ve tamamıyla kendi iç bünyesinde gelişen ve önceki hükümetler
döneminde gerçekleşen işlemlerden ne önceki ne de dönemin başbakanını sorumlu
tutmak mümkün değildir. Zaten, Komisyonumuz, yaptığı soruşturma ve incelemeler
sonucunda, dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz'ın bu ihalede herhangi bir fiil
veya eylemiyle hiçbir illiyetinin bulunmadığını saptamış, Yüce Divana sevkine
mahal olmadığına, 1 çekimser oya karşı 14 oyla karar vermiştir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmamı şu
temennilerle bitirmek istiyorum: Geçtiğimiz yıl yaşadığımız Kocaeli depremiyle
Körfez'in haritası değişmiştir. Bölgenin, özellikle de Körfez'in deprem riski,
yaşanarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca, yaptığımız anayasa değişikliğiyle de, hukuk
sistemimizde, uluslararası tahkim yerini almıştır. Bu faktörler göz önüne
alınarak, henüz tamamlanamamış bu ihale, güncelleştirilerek yeniden
yapılmalıdır.
Bu duygularla, hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP
ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Kocaeli Milletvekili Sayın Kemal Köse.
KÜRŞAT ESER (Aksaray) – Konuşmayacak.
BAŞKAN – Ankara Milletvekili Sayın Zeki Çelik; buyurun
efendim. (FP sıralarından alkışlar)
MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyor, hayırlı akşamlar diliyorum.
Bayındırlık, medeniyet demektir. Bir insan, bir ülkeye,
bir şehre girdiğinde, orada yapılan binalardan, yollardan, sanat yapılarından
ve gerçekten, geçmişi bugüne taşıyan sanat eserlerinden o ülke hakkında bir
fikir edinme imkânına sahip olabilir ve demiryolları, denizyolları, havayolları
ve karayolları, ulaşım hizmetinin sağlanması bakımından, gerçekten çok önemli
unsurlardır. Ancak, bütün dünyada toplutaşım çok büyük bir önem arz etmesine
rağmen, maalesef, Türkiye'de karayolu taşımacılığı, gerek insan gerekse yük
taşımacılığı noktasında çok büyük noktalara ulaşmış, toplutaşım araçları olan
deniz ve demiryolu taşımacılığı, maalesef, çok geri planlarda kalmıştır. Bugün,
taşımacılığın yüzde 95'ine yakını karayoluyla -hem insan hem yük nakli
noktasında- yapılmaktadır. Bu konuda, demiryollarına ayrılan pay yüzde 5
mertebesinde, denizyollarına ayrılan pay ise çok düşük mertebelerdedir.
Tabiî, burada bütün faktör, Türkiye'de otomotiv
sektörünün çok hızlı bir gelişim göstermesi ve belki de geri bırakılan
ülkelerde toplutaşım araçlarına yönelmenin önlenmesiyle alakalıdır. Burada bir
rant kavgası vardır ve bunun sonucunda, maalesef, karayoluyla taşımacılık çok
büyük boyutlara ulaşmıştır.
Tabiî ki, Türkiye'de taşıt sayısı artınca, bunlara da
yol gerekiyor, köprü gerekiyor, tünel gerekiyor, işte, bu manada, tüp geçit
yapılması gerekiyor, bu çalışmaların yapılması gerekmekte. Türkiye'de,
Karayolları Genel Müdürlüğü, bu ulaşım altyapısını hazırlayan kuruluşlarımızdan
bir tanesi.
Biz, daha önce, Ulaştırma Bakanlığıyla ilgili bütçe
görüşmelerinde de ifade ettik; maalesef, ulaştırmayla alakalı bütün birimler
çok farklı bakanlıkların çatısı altında olduğundan, birbirleriyle koordineli
çalışmamakta ve farklı bir çalışma ortamı ortaya koymaktadırlar. Halbuki,
ulaşımla ilgili bütün kuruluşların aynı çatı, aynı bakanlık altında hizmet
görmesi ve koordineli bir çalışma ortaya koyması gerekmektedir.
Bahse konu olan İzmit Körfez geçişiyle alakalı
çalışmalar 1993 yılında başlatılmış ve programa alınmış, 1995 yılında da
yap-işlet-devret şeklinde ihaleye çıkarılmış, buraya 10 firma müracaat etmiş,
bunlardan 6 tanesi yeterlik almış; ancak, yeterlik sonucunda, ihaleye sadece
bir tek firma müracaat etmiştir. Tabiî ki, tek firmanın müracaat etmiş olması
rekabet kurallarına ve şartlarına uygun düşmediği için, Yüksek Planlama Kurulu
ve Bayındırlık Bakanlığı tarafından bu reddedilmiş ve yeniden, 1996 yılında
ihalesi yapılmıştır.
Bu yapılan ihaleye, geçen ihaleden yeterlik alan 6
firmadan 3'ü, uluslararası tahkim kurallarının olmaması sebebiyle katılmamış,
sadece 3 tanesi teklif vermiş ve bu teklif veren firmalar arasında bir tercih
yapılması noktasına gelindiğinde, Karayolları, bir zeyilname ortaya koymak
suretiyle, kendilerinden, farklı teklif ve taleplerde bulunmuştur. Bunun
üzerine, bu firmalar, 20'ye yakın alternatif ortaya koymuştur.
Burada belirtilmesi gereken bir husus var; Karayolları
Genel Müdürlüğü, sadece, asma köprü yapımı konusunda uzman bir kuruluştur; ama,
müteahhit firmaların vermiş olduğu tekliflerin içerisinde, hem eğik askılı
köprü, hem asma köprü hem de tünel teklifleri bulunmaktadır.
Burada, tabiî, bir de, işin proje noktasında
danışmanlığını yapan müşavir firma vardır; ancak, bu müşavir firmalar,
maalesef, bazen çok sağlıklı çalışmalar ortaya koyamamakta, belki sadece ücret
almak suretiyle bu işlevlerini sürdürmektedirler. Halbuki, böylesi bir yapıda, yap-işlet-devret
modeliyle ortaya konulacak böyle bir projede, malî, idarî, hukukî ve teknik
konuların hep birlikte mütalaa edilmesi ve burada sürenin, yani, işletmenin kaç
yıl olacağının, amortismanının, kredi temininin, araçlardan alınacak geçiş
ücretlerinin, inşaat tarzının ne tür olacağının mutlaka belirlenmesi lazım.
Teknik eleman olarak şunu ifade etmemiz gerekiyor: Bir
defa, böylesi büyük bir projeyi ihaleye çıkardığınız zaman, mutlaka elinizde
birtakım donelerin olması lazım. Bunun için hazırlanmış bir projeniz, en
azından bir avan projeniz ve neyi yapacağınıza karar vermiş olmanız lazım.
Burada üç firma teklif veriyor, ondan sonra da Karayolları Genel Müdürlüğü, bu
üç firmayı bir, iki, üç diye sıralıyor. Daha sonra, bu sıralamadan, sadece
birinci firmadan teklif almak suretiyle, işin ihalesini o firmaya veriyor.
Burada çok büyük bir eksiklik vardır. Birinci firma çağrılır, kendisiyle
görüşülür; ama, ikinci ve üçüncü firmalardan da mutlaka bu noktada teklif
alınması gerekirdi. İşte, bize göre, işin asıl sıkıntılı tarafı burasıdır.
Burada, Karayolları Genel Müdürlüğü bürokratları ve bu işe karar verenler bize
göre yanlış iş yapmışlardır ve bu konuda ihmal içerisindedir. Tabiî, bu
köprünün ve bu yolun yapılması önemlidir ve yapılmalıdır. Hatta, bu işin bu
noktaya gelip bugüne kadar gecikmesinden dolayı, bu işe sebep olanların da
mutlaka hesaba çekilmesi gerekmektedir.
Bu köprünün yapılmasıyla, Orhangazi'ye kadar olan
otoyolun da yapılması ve Orhangazi-Bursa otoyolunun yapılması suretiyle,
İzmir-İstanbul arası geçişin sağlanması çok önemlidir ve mutlaka entegre bir
proje olarak hayata geçirilmesi lazım.
Burada yapılan nedir; Karayolları Genel Müdürlüğü,
maalesef, bu konuda, dediğimiz gibi, üzerine düşen görevi hakkaniyet esasları
içerisinde yapmamış, sadece bir firmayı çağırıp, kendisiyle görüştükten sonra
işi ihale etmiştir. Ancak, burada bir haksızlık söz konusudur ve o firma,
gelip hâlâ sözleşme imzalamamıştır, üç
yılı aşkın bir süredir hiçbir işlem de yapılmamıştır. Burada kötü niyet sahibi
olunduğunu düşünüyoruz ve bu firmanın beklemesinin sebebinin de, Meclisten
geçen uluslararası tahkimin, geçmiş yıllara da uygulanması suretiyle Tahkim
Yasasından istifade etmek için, bu şekilde oyalama yoluna gitmesidir.
Burada, yapılan işler sebebiyle, tabiî ki, Komisyonumuz
bir karar vermiştir ve Başbakanla bir illiyet bağı bulunamamıştır. Ancak, bizim
teklif ve tasviyelerimiz şu noktadadır: Burada yapılmış olan bu işin, bu
safhada mutlaka iptal edilmesi ve behemehal, yeniden, bugünün şartlarına göre,
uluslararası tahkimi de ihtiva edecek tarzda ihale edilmesidir. Hatta, Karayolları Genel Müdürlüğünün, bu konuda,
yeni şartlara göre yeni bir ihale dosyası hazırlaması ve bu gelişen şartlar
içerisinde neyi yapacağına karar vermiş olması gerekir.
Bu işe teklif veren firmalardan bir tanesi, yapmış
olduğu araştırma sonucunda Karayolları Genel Müdürlüğüne bir rapor sunmuştur.
Bu rapor çok enteresandır. Burada gösterilen resimde, köprünün yapılacağı yer
tetkik edildiğinde, depremden takriben iki yıl önce, yırtılmayan bir zonun
olduğu ve bunun önümüzdeki yıllar içerisinde mutlaka yırtılacağı ve 7,7
şiddetinde bir depremin olacağı ihtimali üzerinde durmuşlardır. Belki, projenin
gecikmiş olması, bir bakıma, böylesi bir risk ve tehlikeyle karşılaşılmaması
açısından isabetli olmuştur; ama, bizim şu anda yapmamız gereken şey, mutlaka
ihale yeniden yapılmalı ve mutlaka günün şartlarına göre dosyası tekemmül
ettirilmeli, hangi tip sistem seçilecekse -bu, askılı sistem mi olacak, keson
temel sistemi mi olacak, tüp geçiş mi olacak veyahut da asma köprü mü olacak-
kararının verilmiş olarak ihaleye çıkarılmış olması gerekmektedir ve mutlaka bu
proje bir an evvel gerçekleştirilmeli, plan çerçevesinde eksikler giderilerek
bu konuda hizmete açılması sağlanmalıdır.
Ben, bu konuda, bize verilmiş olan süre içerisinde bu
hususları ifade etme ihtiyacını duydum. Bilhassa, bu konuda, dediğimiz gibi,
yeterli ekipmana, yeterli tecrübeye sahip kuruluşların mutlaka bu ihaleye
girmesi sağlanmalı ve bu iş bir an evvel bitirilmelidir.
Hepinize hayırlı akşamlar diliyor, saygılar sunuyorum.
(FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.
Malatya Milletvekili Sayın Miraç Akdoğan, buyurun
efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
MİRAÇ AKDOĞAN (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
(9/33) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu üzerinde görüşlerimi
ifade etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum; hepinizi sevgi ve saygılarımla
selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, Komisyonun kuruluş amacı, 55
inci hükümetin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz'ın, İzmit Körfez Geçişi Projesi
ihalesinde devletin zarara uğratılmasına göz yumarak görevini kötüye kullandığı
iddiasını soruşturmaktır.
Esasen, soruşturma açılmasına ilişkin önerge, üslup
olarak da usul olarak da mevcut hukuk anlayışına aykırıdır. Buna rağmen, söz
konusu önergeyle Sayın Mesut Yılmaz'ın başında bulunduğu hükümetin Mecliste
azınlıkta olmasından faydalanılarak soruşturmanın açılmasına karar alınması
sağlanmıştır. Soruşturma önergesinde belirtilen işlemlerin ve olayların hiçbir
aşamasında, muhatap alınan Başbakanın en küçük bir dahli bulunmamaktadır. Bu
durum önergede de zımnen kabul edilmektedir. Soruşturma Komisyonu çalışmaları
boyunca incelenen belgeler ve dinlenen tanık ifadelerinin hiçbirinde de 55 inci
hükümetin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz'ın, konuyla, doğrudan veya dolaylı
ilişkisine ait bir bilgiye rastlanmamıştır. Nitekim, Komisyon, çalışmaları
sonunda, 14 üyenin oybirliğiyle Yüce Divana sevke gerek olmadığı kararına
varmıştır.
Değerli arkadaşlarım, soruşturmaya konu olayın safahatı
1993 yılında başlamıştır. O tarihten soruşturma önergesinin verildiği 1998
yılına kadar gelip geçen bütün hükümetler, bir şekilde, hadisenin içerisinde
bulunmuşlardır. Projenin önergedeki iddialara konu olan işlemleri, Sayın Mesut
Yılmaz'ın Başbakanlığı döneminde değil; daha önceki hükümet döneminde
yapılmıştır. Önergeye konu olayla ilgili olarak hiçbir hükümet döneminde ve
hiçbir kurum tarafından herhangi bir soruşturma açılmamıştır. Olayla ilgili
hukukî işlem olarak, sadece firmaların mahkemelerde açtıkları davalar vardır.
Bu davalar da, 10. İdare Mahkemesi ve Danıştay 10. Dairesince reddedilmiştir.
Bugüne kadar yapılan işlemler, ihaleyi kesin sonuca
ulaştıran işlemler de değildir, bunlar, ara işlemlerdir. Henüz ortada
imzalanmış bir sözleşme, başlanmış bir iş yoktur. Dolayısıyla, doğruluğu
yanlışlığı bir yana, aslında önergedeki iddialara konu olan işlem dahi
gerçekleşmemiştir.
Öte yandan, iki özel hukuk tüzelkişisi arasındaki
ihtilafların çözüm merciinin başbakan olmadığı da açıktır. Oysa, önergedeki
iddia, başbakanın, taraflardan birinin yoğun gayretleriyle kamuoyuna mal olan
ihtilafı niçin çözmediği yönündedir. Halbuki, asıl hukuka aykırı durum, olaya,
ihaleyi kaybeden bir firmanın lehine devletin başka herhangi bir kurumunun veya
yetkilisinin müdahalesidir. Zaten söz konusu firmanın itirazı da hakkında
soruşturma komisyonu kurulan başbakanın işlem ve kararlarına değil, mevzuat
hükümlerine uyulup uyulmadığı yolundaki tartışmalı hususlarla ilgilidir.
Ayrıca, bu tarz ihtilafların çözüm yeri Meclis soruşturması komisyonları değil,
mahkemelerdir. Mahkemelerin görev alanına giren bir konuda da, başbakanın
görevi ihmalinden veya görevini kötüye kullandığından söz etmek ne mantıklıdır
ne de doğrudur.
Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz önergeyle
işlenen yanlış, böylesine temelsiz iddialarla soruşturma komisyonu kurulup,
ülkeye hizmet etmiş insanların zan altında bırakılmasıdır. Burada, klasik
"çamur at, tutmasa da izi kalır" mantığının Yüce Meclisin bir denetim
organı aracığıyla kurumsallaştırılmaya çalışılması söz konusudur.
Aziz milletvekilleri, soruşturma komisyonları
konusundaki sorun, İzmit Körfez Geçiş Projesinden ibaret değildir. Soruşturma
komisyonlarının işleyiş şeklinden kaynaklanan zaaf, yolsuzluklarla mücadelede büyük
bir handikap oluşturmaktadır. Gerçek suçluların üzerine gidilmesini
sağlayamayan soruşturma sistemimiz, suçsuzları da koruma güç ve kabiliyetinden
mahrumdur. Bu durum, soruşturma müessesesinin siyaseten istismarına zemin
hazırlamaktadır. Göz önünde bulundurulması gereken husus, soruşturma
komisyonunun araştırmasına muhatap olmanın, Yüce Divanda yargılanmanın bizatihi
kendisinin bile bir cezalandırma olarak algılanmasıdır. Bu sistemde, suçsuz
olsalar bile, her bakan veya başbakan, bir gün, en olmadık sebeplerden dolayı
Yüce Divana çıkarılma tehdidiyle karşı karşıyadır. Saniyelerin kaderleri
belirlediği bir dönemde, hızlı ve yerinde karar alma, kararları icraat olarak
ortaya koymanın hayatî önemi vardır. Bu güzel ülkeyi yöneten kadroların
vizyonları ve ülkenin geleceğiyle ilgili kaygıları, kişisel gelecek
kaygılarının önünde olmalıdır. Hizmet iradesi ve sevgisine sahip şahsiyetler,
yok yere, haksız iddia ve ithamlarla yaralanıp safdışı edilmemelidir.
Sayın milletvekilleri, Meclis soruşturması komisyonları
sistemimizdeki zaafın giderilmesi ve bu müessesenin gerçek işlevine
kavuşturulması, ancak sistemin değiştirilmesiyle mümkündür. Meclis
soruşturmaları, gerçek anlamda bir yargı faaliyeti haline getirilmelidir. Bunun
için daha önce var olan ön komisyon müessesesi geri getirilmelidir. Ön
komisyonların yapısı, yaşanan hadiselerden ders alınarak oluşturulmalıdır. Ön
komisyonlar, siyasî ağırlıktan çok, hukukî ağırlıklı bir yapıyla teşkil
edilmelidir. Şahsî kanaatim, ön komisyon üyelerinin yarısının Yargıtay hâkim
veya savcılarından, diğer yarısının ise Anayasa Komisyonu üyelerinden
teşkilidir. Bu şekilde oluşturulacak ön komisyon, verilen önergeleri hukukî
açıdan inceleyerek, gerçekten soruşturma açılmasına gerek olup olmadığını
kararlaştırmalıdır. Böylece, buradaki Yüce Heyetin huzuruna, bugün raporunu
görüştüğümüz soruşturma komisyonu gibi yanlış uygulamaların gelmesi önlenmiş
olacaktır.
Değerli milletvekilleri, Meclis Genel Kurulunun, Sayın
Mesut Yılmaz hakkında verilen soruşturma önergelerine bu gerçeklerin ışığında
yaklaşacağına inanıyorum. Bugün, 1998 yılında tamamen o günün siyasal
konjonktürünün ürünü, siyasî hesaplarla başlatılan bir sürecin, aklıselimle
sonuçlandırılacağı gün olacaktır.
Değerli milletvekilleri, yapılacak olan, herhangi bir
siyaset adamının Yüce Divanda yargılanmaktan kurtarılması değildir; yapılacak
olan, ülkeye hizmetin cezalandırılmasının önüne geçilmesi, ülkeye hizmet
iradesinin, Meclisin ve bütünüyle siyaset kurumunun itibarının korunmasıdır.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akdoğan.
Burdur Milletvekili Sayın Mustafa Örs, buyurun efendim.
MUSTAFA ÖRS (Burdur) – Değerli Başkanım, muhterem
milletvekilleri; sizlere ve Yüce Milletimize saygılarımı sunuyorum.
495 sıra sayılı, (9/33) esas numaralı Meclis
Soruşturması Komisyonu raporu hakkında söz almış bulunuyorum.
20 nci Dönemde verilen önergede, soruşturma konusu,
İzmit Körfez Geçiş Projesi ihalesinde devletin zarara uğratıldığı, görevin
kötüye kullanıldığı, ihale usul ve esaslarının ihlal edildiği gibi nedenlerle,
bundan sorumlu eski Başbakan Sayın Ahmet Mesut Yılmaz'ın eyleminin Türk Ceza
Kanununun 240 ıncı maddesine uyduğu şeklindedir ve söz konusu Soruşturma
Komisyonu, 14 ret, 1 çekimser oyla Yüce Divana sevki gerektiren bir durum
olmadığı neticesine varmıştır.
Bu sonuçtan sonra, dosyanın ve soruşturma konusunun
içeriğine girmek, olayı siyasî amaca dökmek, hata aramak, birilerini kötülemek
doğru değildir, benim de mizacıma uymaz, terstir. Bu kürsüde ant içtik, kısaca
dedik ki: Hukuk, demokrasi, adalet ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma
Büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim. Bu
duygularımla, söz konusu meselemizi kısaca incelemek istiyorum.
Bu konuda üç dört şekilde değerlendirme yapmak
mümkündür; hukuk, Anayasa, yargı yönleri, işin seyri, teknik yönleri, önemli
tespit ve hedef.
Üç soruşturma komisyonunda görev yapan bir milletvekili
olarak, en önemli tespitlerim, Anayasa ihlali -ki, biraz önce, değerli
arkadaşım da çok doğru söyledi bazı konuları- siyasî amaçlar, yargıya rağmen
parmak sayısıyla netice almak, yanlış hesaplar, soruşturma müessesesinin
çöküşü, sermayesi yalan olan dolandırıcılar üzerinden, devlet yönetimi
ciddiyetinden uzak temiz siyaset politikası yapanlar ve yargı kararlarına
rağmen, komediye dönen neticeler sonrası milletimizin de "yeter, biz
hizmet istiyoruz" arzu, dilek ve beklentileridir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İzmit Körfez Geçiş
Projesi, hepimizi ilgilendiren, Türkiyemizin incisi olması şart olan önemli bir
yapı olup, 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli
Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ile bu kanuna ilişkin 94/5907 sayılı
Bakanlar Kurulu Kararıyla, 1995 yılında ihaleye çıkarılmıştır. İhaleye çok
sayıda yerli ve yabancı ortaklı, konsorsiyum müracaat etmiş, ön elemeler
yapılarak yeterlik belgeleri verilmiştir. Bu ihalede de, biraz önce bahsettiğim
gibi, iki kez mahkemelik olan olaylardan sonra, mahkeme reddetmiştir ve
reddetmesi ötesinde, neticeye varılan bir konum olmamıştır.
Yargı kararları, zamanın önemi ve teknik konuları
bakımından tespiti, bundan sonraki komisyon çalışmalarıyla ilgili yeni
hazırlıkları mutlaka gerektirmektedir.
Yapılan görevlendirme sonrası, konu mahkemelik olmuş,
yargı iki kez ret kararı vermiş; buna da, saygım, doğal olarak, tam olacaktır.
Tabiî ki, bu tür olayların tamamında, aynı kararların,
aynı ciddiyetin olması da şarttır. Bazı soruşturma komisyonlarında siyasî amaç
güdülmüş, hatta, daha ileriye gidilerek Anayasa ihlali haline getirilmiştir.
Anayasa ihlalinin bir parçası olmak mümkün değildir, böyle bir ihlali
önlemeliyiz. Yargı kararları bağlayıcıdır ve uygulanması da şarttır. Bazı
dosyalarla ilgili, davalının kasıt ve kusurları olmadığı ve davaya konu parayı
partisi veya ailesinin çıkarları için harcamadığı sabit olmakla, davanın
reddine dair 24.11.1999 tarihli mahkeme kararı ve daha önce, aynı konuyla
ilgili, Mecliste, soruşturma açmama kararı varken, Anayasanın 138 inci maddesi
de "yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak
zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez" demektedir.
Bizim dosyamızda da, biraz önce de arz ettiğim gibi,
iki adet mahkeme kararı vardır ve ret şeklinde çıkmıştır ve hedefe de
ulaşılmamıştır.
Görevlendirme kararı, ön ve hazırlayıcı işlemdir. Nihaî
idarî kararın alınacağı safhaya kadar yapılan bu muameleler tamamlandığında,
idare nihaî kararını verecektir. Henüz, ortada, nihaî karar ve işlem
bulunmamaktadır.
Hukuka aykırılık olmayan ve neticelenmeyen bir işle
suçlama olmamalıdır. Geçmiş dönemlerde, siyasî iftira geleneği yapanlar
olmuştur. Bazılarının dediği gibi, aklama değil, karalamalar yapılmıştır;
başlatanlar da aynı konuma gelmiş ve kazılan çukur kenarındadırlar. Bu dosya
savaşı hastalık olmuş, siyasetçi, ülke, millet, devlet çok şey kaybetmiştir,
karalamaların da cezası çekilmiştir.
Aynı hataları, başka birileri, şu anda yapmaktadır;
ama, yanlış hesap bir gün mutlaka dönecektir. Hem yargıya yollayalım diyeceksin
hem de yargı kararı olanları kale almayacaksın. Çifte standart uygulayacaksın,
sonra da temiz siyasetten bahsedeceksin ve bir koyundan iki post çıkarmaya
çalışacaksın. İktidarda isen suçsuz, muhalefette isen suçlusun. Bunun neresi
adil?! Parmak işaretiyle, karalama politikasıyla, çamur atmayla ilkeli siyaset
olmaz.
Üç soruşturma komisyonunda görev yaptım. Bu soruşturma
müesseseleri çökmüştür. Keşke, önceden bunlar olmasaydı. Türkiye, bu işten çok
zarar gördü. Bazı hükümetler devam etseydi, o zaman, bu günlere gelinmeyecekti.
Türkiye altın değerinde bir beş yıl kaybetmiştir. 1996 şartlarını yakalamak
için, hiç hata yapmadan, en az birkaç yıl uğraşmak lazımdır. Siyaset, çözüm
üretme yerine, sorun üretmeye varan dosya savaşlarına dönmüştür. Millî
hedeflerden uzaklaşmadan, bunun muhasebesini herkesin çok iyi yapması lazımdır.
Artık, Meclis, oylama yapabilecek meşruiyetten uzak kalma durumundadır.
Dolayısıyla, taslağı daha önce getirilen bu konuyla ilgili Anayasa
değişikliğinin mutlaka yapılması lazımdır.
Sermayesi yalan olan dolandırıcıları kale alacaksın,
hukuku hiçe sayacaksın, yargı kararlarını gözardı edeceksin, parmak çokluğuyla,
Anayasayı ihlal ederek, devlet yönetimi ciddiyeti ve temiz siyasetten
bahsedeceksin. Biraz önce de bahsettiğim gibi, Anayasamızın 138 inci maddesinde
"Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak
zorundadır; değiştiremez, geciktiremez" denilmektedir; ama, bazı
komisyonlarda, pahalı ise pahalı diyeceksin, müteahhitlerle bağlantısı yok
diyerek ret oyu vereceksin, sonra da, yargı kararı varken, suçsuzken, hukuku
hiçe sayan ve farklı tutumlarla, parmak işaretleriyle komediye dönüştüreceksin
ve temiz siyasetten bahsedeceksin. Suçsuzları suçlayan; ama, zamanında kendisi
görevini yapmayanların durumuna düşüp, siyaset adına Anayasayı ihlal etmek,
hiçbirimizin müsaade etmeyeceği bir tavır ve davranış olmalıdır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İzmit körfez
geçişi, içerisinden çıkılmaz bir hal almıştır; teklifler, şartnameler, projeler
yanlışlarla doludur. Bugüne kadar da önemli gelişmeler oldu; Türkiye’nin ve
dünyanın değişen şartları, Tahkim Kanunu, depremler ve çok miktarda önemli
teknik gelişmeler oldu. Bütün bunların ışığında her şey iptal edilip, kesin
kararlarla, gecikilen zamanın telafisi de sağlanarak, her yönüyle ders alıp,
ibret alıp, örnek alıp, bir an önce ileriye atılmak şarttır.
Bu ve buna benzer işleri, usul ve esaslarına uyarak,
kanunlara, yargıya, Anayasaya saygı ile yapmak mecburiyetimiz vardır.
Milletimiz, bizden, siyasî çıkar hesapları değil; kendisine ve ülkemize hizmet
beklemektedir.
Sizlere ve Yüce Milletimize bu duygularımla saygılarımı
sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Örs,
İzmir Milletvekili Sayın Güler Aslan, buyurun efendim.
(DSP sıralarından alkışlar)
GÜLER ASLAN (İzmir) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin ve 55 arkadaşının, izmit
Körfez Geçiş Projesi ihalesinde, devletin zarara uğratılmasına göz yumarak,
görevini kötüye kullandığı ve bu eyleminin Türk Ceza Kanununun 240 ncı
maddesine uyduğu iddiasıyla eski Başbakan Mesut Yılmaz hakkında verilen ve
komisyonda görüşmesi tamamlanan Meclis
soruşturması raporu hakkında şahsım adına söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisi
saygılarımla selamlarım.
Sayın milletvekilleri, İstanbul-İzmir arasındaki yolu
1,5 saat kısaltacak ve 1,8 milyon dolara mal olacak olan İzmit Körfez Geçişi
Projesinin inşaat süresi 49 ay olup, zorunlu bazı hazırlıklar sebebiyle,
inşaatın ancak, bir yıl sonra başlayabileceği ve içerisinde ENKA’nın da
bulunduğu yetkili konsorsiyum firma tarafından ihalenin yapıldığı tarih
açıklanmıştır.
Yapımı 4 yıl sürecek olan köprünün, adı geçen firma
tarafından 21 yıl işletilip, devri kararlaştırılmış olup, bu süreçte devletin
hiçbir maddî katkısının olmayacağı bildirilmiştir. Bu projenin, Türkiye’de
bugüne kadar yapılan en büyük yabancı sermaye yatırımının 4 katı büyüklüğünde
bir yatırım olduğu açıklanmıştır. Adı geçen projenin gerçekleşmesi halinde,
Boğaziçi Köprüsünün 3 katı uzunluğunda olacağı, dünyanın en büyük ilk 10
köprüsü içerisinde olacağı ifade edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, ihale süreci devam etmekteyken,
ihalenin katılımcılarından birisinin itirazı üzerine hukukî ihtilaf doğmuştur.
Bu ihtilaf, çözülmek üzere yargıya intikal etmiş olup, ihtilaf, yargıda
çözümlenecektir.
Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli
Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında 3996 sayılı Kanun, 13.6.1994 tarih ve 21959
sayılı Resmî Gazetede yayımlanmış ve 3996 sayılı Kanunun uygulama usul ve esaslarına
ilişkin karar, 94/5907 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla kabul edilip, 1.10.1994
tarih ve 22068 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Söz konusu iş, 3996 sayılı Kanunun "Kapsam"
maddesinde şöyledir: "Bu Kanun, köprü, tünel, baraj, sulama, içme ve
kullanma suyu, arıtma tesisi, kanalizasyon, haberleşme, maden ve işletmeleri,
fabrika ve benzeri tesisler, çevre kirliliğini önleyici yatırımlar, otoyol,
demiryolu, yeraltı ve yerüstü otoparkı ve sivil kullanıma yönelik deniz ve hava
limanları ve benzeri yatırım ve hizmetlerin yaptırılması, işletilmesi ve
devredilmesi konularında, yap-işlet-devret modeli çerçevesinde sermaye
şirketlerinin veya yabancı şirketlerin görevlendirilmesine ilişkin usul ve
esasları kapsar.
Öngörülen yatırım ve hizmetlerin bu Kanuna göre sermaye
şirketleri veya yabancı şirketler eli ile gerçekleştirilmesi bu yatırım ve
hizmetlerin, ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından görülmesine ilişkin
kanunların istisnasını teşkil eder."
Bu nedenle, İzmit Körfez Geçiş Proje ihalesinin usul ve
esasları, mevzuat çerçevesinde yürütülmüştür.
Sayın milletvekilleri, Başbakanlık makamının, olayların
akışında herhangi bir işlevinin söz konusu olmadığı, sadece, idareyle
önanlaşmaya varan firmanın yabancı firma olması ve önemli ölçüde dışkredi
getirecek olması nedeniyle, ön anlaşma töreninde bulunarak şeref imzası
konulmuştur. Dönemin Başbakanının ön anlaşmaya imza koyması, kamunun zarar
görmesine neden olmayacaktır.
Sayın milletvekilleri, sonuç olarak, bu ihalede, görevi
ihmalin söz konusu olmadığını bildirir, Yüce Meclisi saygılarımla selamlarım.
(DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aslan.
Komisyon adına, Komisyon Başkanı Samsun Milletvekili
Sayın Tarık Cengiz; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakikadır efendim.
(9/33) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI KOMİSYONU
BAŞKANI TARIK CENGİZ (Samsun) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İzmit
Körfez Geçiş Projesi ihalesinde devletin zarara uğratılmasına göz yumarak
görevini kötüye kullandığı ve bu eyleminin, Türk Ceza Kanununun 240 ıncı
maddesine uyduğu iddiasıyla, dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz için,
Çanakkale Milletvekili Sayın Nevfel Şahin ve arkadaşları tarafından verilen
önergeyle ilgili olarak, Komisyonumuzun üçbuçuk aylık çalışması neticesinde,
Sayın Mesut Yılmaz'ın herhangi bir fiili ve eylemi olmadığı, dolayısıyla,
soruşturma önergesinde ileri sürülen suçlarla bir illiyet bağının olmadığı ve
söz konusu suçları işlemediği kanaatine varılmıştır ve Sayın Yılmaz'ın Yüce
Divana sevkine mahal olmadığına karar verilmiştir.
Bununla beraber, Komisyonumuz, çok önemli gördüğü
deprem riskiyle ilgili olarak aşağıdaki önerileri belirtmeyi ve bu önerilerin
takibi konusunda Yüce Meclise bilgi vermeyi görev kabul etmektedir.
Söz konusu yer için yapılan deprem riski analizlerinde,
Kuzey Anadolu fay hattının, Hersek burnunun Körfez tarafından ve denizden
geçtiği olası bir depremde, köprü güney ayağı temelinin çok büyük bir deprem
riskine haiz olduğu bilinmektedir. Bu ayak temeli, deniz tabanında, ana kayaya
kadar yer alan gevşek granüler zeminlerin, olası deprem altında
sıvılaşabileceği ve tamamen mukavemetini kaybedebileceği belirlenmiş ve
belirtilmiştir.
Nitekim, benzeri asmaköprü Akaşi Köprüsü, inşa
halindeyken, Japonya da, 1995 yılında, 7,2 şiddetinde Kobe depremine maruz
kalmıştır. Bu depremde taban zemini sıvılaşmış ve sıvılaşma sonucu, köprü
haricinde, otoyol boyunca yer alan çeşitli viyadükler çökmüş ve sonuçta,
Japonya, 5 000'i aşkın insan kaybıyla birlikte, takriben 20 milyar dolarlık bir
ekonomik kayba uğramıştır. Hal böyle iken, söz konusu Akaşi Köprüsü
temellerinde bir hasar meydana gelmemiştir. Bunun nedeni, taban zemininin
sıvılaşma riski önceden değerlendirilmiş ve sıvılaşma sonucu köprü temelinin
etkilenmemesi için, aynı İzmit Körfezinde olduğu gibi, deniz tabanında yer alan
sıvılaşabilir gevşek granüler zeminler, temel inşaı gibi ana kayaya kadar
taranarak uzaklaştırılmış, yerine, kısmen sıvılaşmayan kaya dolgu yapılmış ve
ağırlık tipi keson temeller üzerine yüzdürülerek yerine getirilmiş, su almak
suretiyle batırılarak uygun temel sistem teşkil edilmiştir.
İşte, İzmit Körfezindeki köprü temellerinin de benzeri
şekilde teşkil edilmesi gerekiyordu. 1997 yılında bu paralelde, aynı teknik
çözümler ilgili idareye teklif edilerek sunulmuştu. Bu teknik çözüm
paralelinde, maalesef, deprem ve sıvılaşma riskini göz önüne almayan teknik
çözüm de idareye sunulmuştu. Bu çözümde, maalesef, sıvılaşabilir zemin yerine
bırakılarak, temellerin kazıklı olarak teşkili öngörülmüştür. Üstelik, ne
yazıktır ki, bu teknik çözümü öneren grubun bir üyesi Japonya kaynaklıydı.
Yani, iki sene önceki Kobe örneğine rağmen büyük bir hata yapılmaktaydı. Eğer
bu köprü bu şekilde inşa edilmiş olsaydı, 7.4 şiddetinde yaşamış olduğumuz 17
Ağustos Kocaeli depreminde yırtılan fayın ucunun Hersek Deltası önünde denizde
yer aldığı düşünüldüğünde, deprem sonunda meydana gelen ve gözlenen zemin
sıvılaşması da değerlendirildiğinde bu köprünün ayakta kalması olanaksızdı.
Bütün bu hususlar, deprem öncesi, 1997 yılında yazılı
olarak ve akabinde Ankara'da Karayolları Genel Müdürlüğünde yapılan
toplantılarda belirtilmesine rağmen, idare tarafından yapılan
değerlendirmelerde göz önüne alınmamış ve adeta görmemizlikten gelinmiştir.
Bütün bu hususlar, yazılı teknik raporlar ve ilgili toplantı tutanaklarında yer
almaktadır.
Sonuç olarak; ülkemiz, yaşadığı 17 Ağustos ve 12 Kasım
1999 depremlerini, en azından, bu köprü, idare tarafından seçilen yanlış bir
teknik çözümle inşa edilemediğinden bu köprü yönünden ucuz atlatılmıştır.
Uluslararası tahkimin yasalaşması nedeniyle ve 17
Ağustos 1999 tarihinde bölgede meydana gelen şiddetli deprem nedeniyle ortaya
yeni koşullar çıkmıştır. Bu nedenlerle, ihalenin tüm yönleriyle iptal edilmesi
gerekmektedir.
Ülkemiz için stratejik ve ekonomik değeri çok önemli
olan ve İzmir-İstanbul otoyolunun bir kısmını teşkil eden İzmit Körfez geçişi
ve bağlantı yollarını içeren bu proje, en kısa zamanda, 1999 depremleri sonrası
artık kesinlikle belirlenen muhtemel Marmara Denizi depremine karşı, tüm
açıklanan bu hususlar göz önüne alınarak projelendirilmeli ve süratle inşa
edilmelidir.
Söz konusu köprü, takriben Eskihisar'la Hersek Deltası
ucu arasında yer almakta ve takriben 2 kilometrelik uzunluğu asma köprü olarak
planlanmaktadır. Bu durumda, köprünün iki ana kütlesinin temelleri, İzmit
Körfezi içerisinde, mevcut zemin şartları ve en az 100 yıllık bir süreci
kapsayan olası deprem için projelendirilmeli ve inşa edilmelidir. İhalenin
yapılış biçimi itibariyle, işin, davet kısmından firmaların, tercih edilmesine
kadar geçen bütün evrelerde hatalar olduğu Komisyonumuzca dile getirilmiştir.
Dolayısıyla, yapılan ihalede, Karayolları Genel
Müdürlüğünün ve yetkililerinin, varsa sorumluluğu tetkik edilerek
sonuçlandırılması gerekmektedir.
Yüce Heyete en derin saygılarımı sunarım. (DSP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Değerli milletvekilleri, Meclis Soruşturması Komisyonu
raporu üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Raporda, soruşturma açılması istenmemektedir; yani,
Komisyon raporu, Yüce Divana sevk etmemek yönündedir.
İçtüzüğümüzün 112 nci maddesinin beşinci fıkrası
"Komisyonun Yüce Divana sevk etmeme yönündeki raporlarının reddi, ancak,
Yüce Divana sevke dair verilen ve sevk kararının hangi ceza hükmüne
dayanacağını gösteren bir önergenin kabulüyle mümkün olur" hükmünü
taşımaktadır. Bu hükme göre, Başkanlığımıza, Yüce Divana sevke dair bir önerge
de verilmemiştir.
Bu itibarla, Komisyon raporu benimsenmiştir.
Bu kısmın 7 nci sırasında yer alan, 20 nci Yasama
Döneminde Şırnak Milletvekili Bayar Ökten
ve 57 arkadaşı ve Karabük Milletvekili Hayrettin Dilekcan ve 71 arkadaşı
tarafından verilen yasadışı örgütlerle ve mensuplarıyla birlikte hareket
ettikleri, örgüt mensuplarının işledikleri suçların ortaya çıkarılmasını
engelledikleri ve suçluları himaye ettikleri, devlet ihalelerinde çetelerle
işbirliği yaptıkları, hükümetin çeteler ve mafya ile mücadelede izlediği
politikanın başarıya ulaşmasını engelleyerek görevlerini kötüye kullandıkları
ve bu eylemlerinin, Türk Ceza Kanununun 230, 240, 296 ve 314 üncü maddelerine
uyduğu iddiasıyla eski Başbakan Mesut Yılmaz, Devlet eski Bakanı Eyüp Aşık ve
Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Yaşar Topçu haklarında, Anayasanın 100 üncü,
İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin
önergeler ve Meclis Soruşturması Komisyonu raporu üzerindeki görüşmelere
başlıyoruz.
7. – 20 nci
Yasama Döneminde Şırnak Milletvekili Bayar Ökten ve 57 Arkadaşı ve Karabük Milletvekili Hayrettin Dilekcan ve 71
Arkadaşı Tarafından Verilen Yasa Dışı Örgütlerle ve Mensuplarıyla Birlikte
Hareket Ettikleri, Örgüt Mensuplarının İşledikleri Suçların Ortaya
Çıkarılmasını Engelledikleri ve Suçluları Himaye Ettikleri, Devlet İhalelerinde
Çetelerle İşbirliği Yaptıkları, Hükümetin Çeteler ve Mafya ile Mücadelede
İzlediği Politikanın Başarıya Ulaşmasını Engelleyerek Görevlerini Kötüye
Kullandıkları ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 230, 240, 296 ve 314 üncü
Maddelerine Uyduğu İddiasıyla Eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz, Devlet Eski
Bakanı Eyüp Aşık ve Bayındırlık ve İskân Eski Bakanı Yaşar Topçu Haklarında
Anayasanın 100 üncü, İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis
Soruşturması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Soruşturması Komisyonu
Raporu (9/40,41) (S.Sayısı : 496) (1)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Meclis Soruşturması Komisyonunun 496 sıra sayılı
raporu, daha önce sayın üyelere dağıtılmış ve ilgili eski Başbakana ve
bakanlara gönderilmiştir.
Rapor üzerindeki görüşmelerde, Komisyona, şahısları
adına 6 millitvekiline ve hakkında soruşturma açılması istenen eski Başbakan ve
bakanlara söz verilecektir.
Konuşma süreleri, Komisyon için 20 dakika, şahısları
adına söz alan milletvekilleri için ise 10'ar dakikadır.
Son söz, hakkında soruşturma açılması istenen eski
Başbakan ve bakanlara ait olup, süresi sınırsızdır.
Rapor üzerinde söz alan sayın üyelerin isimlerini
okuyorum: İstanbul Milletvekili Mehmet Pak , Bursa Milletvekili Faruk Çelik,
İstanbul Milletvekili Ahat Andican, Kayseri Milletvekili Sevgi Esen, İzmir Milletvekili
Salih Dayıoğlu, Manisa Milletvekili Cihan Yazar.
İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Pak, buyurun
efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır.
MEHMET PAK (istanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 20 nci Yasama Döneminde, Şırnak Milletvekili Bayar Ökten ve 57
arkadaşıyla Karabük Milletvekili Hayrettin Dilekcan ve 71 arkadaşı tarafından
verilen yasadışı örgütlerle ve mensuplarıyla birlikte hareket ettikleri, örgüt
mensuplarının işledikleri suçların ortaya çıkarılmasını engelledikleri ve
suçluları himaye ettikleri, devlet ihalelerinde çetelerle işbirliği yaptıkları,
hükümetin çeteler ve mafyayla mücadelede izlediği politikanın başarıya
ulaşmasını engelleyerek görevlerini kötüye kullandıkları ve bu eylemlerinin
Türk Ceza Kanununun 230, 240, 296 ve 314 üncü maddelerine uyduğu iddiasıyla
eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz, Devlet eski Bakanı Eyüp Aşık ve Bayındırlık
ve İskân eski Bakanı Yaşar Topçu haklarında, Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün
107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin
önergeleri ve (9/40-41) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu
üzerinde görüşlerimi aktarmak üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(1) 496 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; (9/40-41) esas
numaralı Soruşturma Komisyonunun üçbuçuk ay süren çalışmalarını müteakip, 2
Haziran 2000 tarihli toplantıda Sayın Mesut Yılmaz, Sayın Eyüp Aşık ve Sayın
Yaşar Topçu'nun Yüce Divana gönderilmelerine gerek bulunmadığına karar
verilmiştir. (9/40-41) esas numaralı Soruşturma Komisyonunun kuruluşuna temel
teşkil eden önergeler, Komisyonun almış olduğu ifadeler, yapmış olduğu inceleme
ve araştırmalar, Komisyona iletilmiş olan bilgi ve belgelerle mahkeme kararı
incelendiğinde şu sonuçlara ulaşılabilir: Sayın Mesut Yılmaz Komisyona verdiği
ifadesinde, Türkbank ihalesine katılanların biri hariç, hepsinin kendisine
geldiğini ve bunların hepsine "bu ihalenin geçmişi karanlıktır; bunun
geçmişinde mafya falan vardır" dediğini belirtmiştir. Yine, aynı
ifadesinin bir başka yerinde "Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, Türkbank'ın
yeniden satışa çıkarılacağını söyleyince, ben Başbakan oarak bu meseleyle
yakından ilgilenme gereğini duydum" demektedir.
Özetle, Sayın Mesut Yılmaz, Türkbank ihalesinin
geçmişinin karanlık olduğunun bilincindedir. İhaleye mafyanın sızmış olduğunun
farkındadır ve bu nedenle de, Başbakan olarak bu ihaleyle yakından ilgilenme
gereği duymuştur. Sayın Yımaz'ın bu konudaki haklı ve sevindirici endişeleri,
Türkbank ihalesine katılan Korkmaz Yiğit'in, Alaattin Çakıcı'yla ilişkisi
olduğuna yönelik, İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 13 Mayıs 1998, 8 Haziran 1998
tarihli Emniyet Genel Müdürlüğüne yazdığı uyarı mahiyetindeki yazılarla da
desteklenmiştir. Bu yazılar, Sayın Mesut Yılmaz'ın ifadesinde de belirttiği
gibi, kendisinin bilgisine sunulmuştur. Ancak, bu umut verici tablo, değişmiş,
bütün bu endişelere rağmen, Sayın Hüsamettin Cindoruk'un ricası üzerine,
Korkmaz Yiğit'le de görüşmeler yapmış olması tabloyu tersine çevirmiş ve üzücü
sonuçların doğmasına neden olmuştur.
Sayın Yılmaz, Korkmaz Yiğit'le görüşmeden sonra,
emniyetten gelen bilgi notuna ve kendisinin, olayın başından beri sahip olduğu
bilgilere değil, danışmanı Güven Erkaya, Kamuran Çörtük, Korkmaz Yiğit'in
ifadelerine itibar ederek, Korkmaz Yiğit'le görüşmelerini devam ettirmiştir.
Şu halde: 1- Emniyetin, 2- Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonunun müteaddit defalar uyarılarına rağmen, 3- Geçmişinde mafya olduğu, Sayın
Başbakan tarafından bilinen bir ihalede, Sayın Mesut Yılmaz'ın ifadesinde
belirttiği gibi, Güneş Taner'in "ihaleye katılmasını engellememiz mümkün
değil mevzuat bakımından; ama, netice itibariyle, bu ihalenin onayı daha sonra
bize gelecek. Hazine olarak biz, o safhada bunu engelleriz" sözüne itibar
edilerek, Kormaz Yiğit'in ihaleye girmesine imkân tanınmış, ihale Kormaz
Yiğit'e verilmiş, Hazinedeki bürokratların rahatsız oldukları biline biline,
Eylül 1998'de ihalenin ön izin onayı da verilmiştir.
Sayın Mesut Yılmaz, geçmişinin karanlık olduğundan emin
olduğu bu ihalenin, mevcut durumda da karanlık ilişkilerle örüldüğünün aslında
farkında. Sayın Yılmaz, ifadesinde, Eyüp Aşık'ın, Alaattin Çakıcı'yla 1997
yılında Türkbank satışı münasebetiyle görüştüğünden haberi olduğunu ve Eyüp
Aşık'a bu konuyu araştırmasını söylediğini ifade etmektedir. Eyüp Aşık, bu
talimat doğrultusunda Erol Evcil'le görüşmeler yapmış ve bu görüşmelerden Sayın
Mesut Yılmaz'a bilgi vermiştir.
Nitekim, Sayın Eyüp Aşık da, Alaattin Çakıcı'yla sadece
bilgi almak maksadıyla görüştüğünü kabul etmektedir. Sayın Aşık, Sayın
Yılmaz'ın da bilgisi dahilinde Çakıcı'yla görüştüğüne göre, edinilen bu
bilgilerin Sayın Yılmaz'a iletilmemiş olması ve Sayın Yılmaz'ın, Erol Evcil ve
Yavuz Ataç'ın, Alaattin Çakıcı'yla arkadaşlıklarını bilmemesi mümkün değildir.
Nitekim, Sayın Mesut Yılmaz, Eyüp Aşık'ın Alaattin
Çakıcı'yla görüşmelerinden bilgi sahibi olduğunu, bu görüşmelerin ikisi
hakkında, Eyüp Aşık'ın kendisine bilgi verdiğini kabul etmektedir.
Bu görüşmelerden birincisinin, 1997'de Türkbank
satışıyla ilgili olduğunu, diğerinin de, Alaattin Çakıcı'nın yakalanması için,
ABD'ye polis ekibi gönderildiği tarihte olduğunu ifade etmiştir. İlk görüşmede,
Eyüp Aşık'a "bu meseleyi araştır" talimatını vererek, adı çete-mafya
olarak anılan ve emniyetçe aranan bir kişi ile Eyüp Aşık'ın görüşmelerinin
devam etmesine onay gibi anlaşılabilecek bir yaklaşım sergilenmiş. Nitekim,
Eyüp Aşık, bu tarihten sonra Alaattin Çakıcı'yla görüşmelerine devam etmiştir.
Eyüp Aşık'ın
ikinci görüşmesiyle ilgili olarak ise, Başbakan sıfatıyla, "Bakanın bu
kişiyle görüşmelerinin devam ettiğini anladıktan sonra, görüşmelerin başına
dert olabileceğini söyledim" demiştir.
Bu olaylar, Sayın Yılmaz'ın ne yapmak istediğiyle
ilgili soruları artırmaktadır. Bir taraftan, ihalenin karanlık yüzünü en iyi
bilen bir kişi olarak yakınındaki bir milletvekilini görevlendirmekte, diğer
taraftan, karanlık ilişkilerin yapıldığının varlığı konusunda emin olunca,
görevlendirdiği milletvekiline, yaptığı görüşmelerin başına bela olabileceğini
ifade etmektedir.
Diğer taraftan, Sayın Eyüp Aşık'ın, bir bakan olarak ve
Alaattin Çakıcı'yı yakalamak üzere bir polis ekibinin gönderildiği günlerde
telefonla görüşme yapmış olması ve daha sonrasında Çakıcı'nın yer değiştirerek,
polis ekibinin takibinden kurtulması, Sayın Aşık ile Sayın Çakıcı arasındaki
ilişkinin niteliği konusundaki kuşkuları artırmaktadır. Çözümü yapılan telefon
görüşmelerinden, Sayın Aşık ile Çakıcı arasındaki konuşmaların son derece sıcak
bir görüşme olduğu ve Çakıcı'nın, Sayın Yılmaz ve Sayın Aşık tarafından
korunduğu yönündeki görüşü kuvvetlendirmektedir. Çakıcı'nın, hatta, mesela
"o zaman, sen bana dedin ki" gibi telefon konuşmaları malumdur.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütün bu
söylenenler, bugüne kadar ifade edilmiş olan çeşitli kuşkulardan ibarettir. Bu
kuşkuların giderilmesi için yargıda hesap vermek, sorunun tatmin edici biçimde
kökünden çözümü için en uygun yoldur. Nitekim, aklın yolu bir olduğundan,
hakkında soruşturma yapılan Sayın Yılmaz da, 9.5.1999 tarihli gazetelerde yer
alan beyanatında "şimdi bizim istediğimiz, bütün bu suçlamalarla ilgili
olarak öne sürülen konuların, yargı tarafından değerlendirilmesidir. Ben, Yüce
Divanda yargılanmak istiyorum: Bunu, kendim için değil, partim için
istiyorum" beyanı, haber olarak basında yer almıştır. Şu halde, söz konusu
kuşkuların giderilmesi konusunda Sayın Yılmaz'la aynı görüşleri paylaşmakta
olduğum görülmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yolsuzlukları
önlemek, yolsuzlukla mücadelede etkin ve kalıcı politikalar üretmek ve ilgili
kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak üzere, özerk bir yolsuzlukla
mücadele kurulu oluşturulmalıdır. Sağlıklı bir demokrasi, ancak, hoşgörü,
dürüstlük, tutarlılık ve samimiyet gibi ahlakî değerlerle bezenmiş bir siyasî
kültür zemini üzerinde yükselebilir. Bu sebeple de, ilkeli, seviyeli ve temiz
siyaset, demokrasinin sigortası olarak kabul edilmelidir. Nitekim, 57 nci
cumhuriyet hükümetinin programında, toplum vicdanını rahatsız eden
yolsuzluklarla etkili bir mücadelenin gerçekleştirileceği, bu mücadeleyi
zorlaştıran yasal boşlukların giderileceği ve bu çerçevede olmak üzere,
Anayasamızın 83 üncü ve 100 üncü maddelerinin değiştirilmesi suretiyle...
(Mikrofon elektronik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET PAK (Devamla) – Sayın Başkanım, toparlıyorum.
BAŞKAN – Lütfen tamamlar mısınız efendim.
MEHMET PAK (Devamla) – ...dokunulmazlığın
sınırlandırılacağı ilkelerine yer verilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kasetler çıkmamış
yahut kasetlerdeki ifadeler kamuoyuna yansımamış olsaydı, bu ihale, çeşitli
özel çıkar gruplarının istediği şekliyle sonuçlanmış olacaktı; ancak, hepimizin
bildiği gibi, kamuoyuna yansıyan kasetler, bu ihalenin daha sonraki iptaline
yol açmıştır.
Sonuç olarak, bütün bu tespitler ve diğer tanık
ifadelerinin ne ölçüde geçerli deliller olduğu, muhakkak ki, bağımsız yargı
organları tarafından değerlendirilmesi gereken hususlardır; ancak, bu tip
dikkate değer tespit ve gelişmeler, kamuoyu gözü önünde, siyaset ve
siyasetçinin, dolayısıyla, devlet yönetimine yönelik güvenin önemli ölçüde
sarsılmasına sebep olmuştur.
Bu sebeplerle, Sayın Mesut Yılmaz ve Sayın Eyüp
Aşık'ın, bağımsız yargı organları tarafından yargılanarak gerçeklerin ortaya
çıkarılmasına imkân tanımak bakımından Yüce Divana gönderilmesinin uygun
olacağı ve Türk Ceza Kanununun önergelerde belirtilen sevk maddelerine göre
yargılanması gerektiği kanaatindeyim.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Bursa Milletvekili Sayın Faruk Çelik, buyurun efendim.
(FP sıralarından alkışlar)
FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 496 sıra sayılı Meclis soruşturması komisyonu raporu üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclise saygılar sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, 20 nci Dönem
milletvekillerinden Sayın Bayar Ökten, Sayın Hayrettin Dilekcan ve
arkadaşlarının verdikleri soruşturma önergesi, eski Başbakan Sayın Mesut Yılmaz
ile eski bakanlardan Sayın Eyüp Aşık ve Sayın Yaşar Topçu'nun, yasadışı
örgütlerle ve mensuplarıyla birlikte hareket ettiklerini, örgüt mensuplarının
işledikleri suçların ortaya çıkarılmasını engellediklerini, suçluları himaye
ettiklerini, devlet ihalelerinde çetelerle işbirliği yaptıklarını, görevlerini
kötüye kullandıklarını içermektedir.
Değerli milletvekilleri, olay, partizanca ele alınacak
bir mesele değildir. Yine, olay, kişileri mahkûm etmeye yönelik kişisel bir
intikam şeklinde de ele alınmamalıdır. Olay, Meclisin denetim mekanizmalarını
da istismara yönelik olmamalıdır; dolayısıyla, Yüce Meclis yıpratılmamalıdır.
Parlamentoyu millet izliyor ve haftalardır gündemi işgal eden soruşturma
komisyonlarından dolayı yanlış bilgilendirmeler, yanlış ifadeler, demokrasinin
ve parlamenter sistemin kan kaybına sebep olmaktadır.
Denetim mekanizmalarının, kanun ve tüzüklerin ruhuna
uygun şekilde ele alınması gerekmektedir. Buna dikkat edilmezse, Anayasa
değişiklik talepleri; yani, 83 ve 100 üncü maddeler gündeme gelmektedir. Bu
ise, Meclisin yetkilerinin başka bir kuruma devri anlamına gelir ki, bu durum,
kuvvetler ayrılığı prensibine aykırıdır.
Değerli milletvekilleri, bu komisyonda görev yapan bir
milletvekili olarak, Sayın Yaşar Topçu'nun bu soruşturmaya neden dahil
edildiğini anlamakta güçlük çektik; dolayısıyla, Yüce Divana sevk edilmemesi
hususunda oy kullandım.
Çetelerle irtibatlı olduğuna kanaat getirdiğim Sayın
Eyüp Aşık ise, bu konuyla ilgili olarak, bakanlık görevi ve milletvekilliğinden
istifa ederek yargıya gittiği için, bu davranışı onurlu bir davranış olarak
değerlendirdim ve Yüce Divana gitmemesi yönünde oy kullandım.
Sayın Mesut Yılmaz'a gelince, bahse konu soruşturmadaki
iddiaların boyutları oldukça geniş kapsamlıdır. Yalnız şahısları değil,
devletimizi, demokrasimizi, hatta millet olarak geleceğimizi de
ilgilendirmektedir. Nitekim, Sayın Mesut Yılmaz, Komisyondaki ifadesinde
"ben, sadece, Başbakan olduğum dönemde, Türkiye'nin önemli bir sancısının
mafya olayı olduğunu tespit ettim" demektedir; oysa ki, Anavatan Partisi,
son onsekiz yıl içerisinde, takriben oniki yılını iktidarda geçirmiştir. Yine,
devamla, Sayın Mesut Yılmaz'ın "devletteki zafiyeti hep birlikte yaşadık;
istihbarat kuruluşları, neredeyse birbirlerini takip ediyorlardı, birbirlerine
savaş açmışlardı" ifadeleri, çete, mafya olaylarının boyutlarını ortaya
koyması açısından son derece önemlidir.
Değerli milletvekilleri, şimdi, bakınız, Erol Evcil,
Alaattin Çakıcı'yla sürekli görüşüyor. Sayın Mesut Yılmaz da, Erol Evcil'le
ofisinde, Uludağ'da ve muhtelif yerlerde görüşüyor; bu bir. Alaattin Çakıcı,
Yavuz Ataç'la görüşüyor ve Yavuz Ataç da, Alaattin Çakıcı'yla birlikte çok
işler başardıklarını ifade ediyor. Şimdi, Yavuz Ataç'la Çakıcı'nın diyalogları
çok güzel; fakat, Sayın Yılmaz'la Yavuz Ataç'ın diyaloglarına ne demek gerekiyor?!.
Yani, Sayın Yılmaz, Yavuç Ataç'ın Alaattin Çakıcı'yla çok sıkı bir diyalogta
olduğunu nasıl bilemiyor bir Başbakan olarak; bunu anlamakta zorlanıyorum.
Bir diğer konu, Türkbank ihalesiyle ilgili Emniyetin
uyarı yazıları var. İstanbul Emniyet istihbaratından iki yazı geliyor, Türkbank
komisyonunda, dönemin İçişleri Bakanı Sayın Başesgioğlu bunu itiraf ediyor, bu
ilgili yazıları, o günün Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz'a ilettiklerini ifade
ediyor; ama, Sayın Mesut Yılmaz, bunları biliyor, bu ilişkileri biliyor,
Korkmaz Yiğit, Çakıcı'yla işbirliği içinde olmasına rağmen, Sayın Yılmaz,
Korkmaz Yiğit'le görüşmelere devam ediyor.
Yine, Güneş Taner Beyin, Türkbankla ilgili olarak,
Sayın Mesut Yılmaz'a "Hazinedeki arkadaşların endişeleri var"
uyarısına karşılık, "ben, konuyu, MİT'ten ve Deniz Kuvvetleri eski
Komutanından araştırdım; olumsuzluk yok" ifadeleri, devlet adamı
ciddîyetiyle nasıl bağdaşıyor?
Bir diğer konu, emniyetin bilgilerine değil de,
Danışmanı Sayın Güven Erkaya, Kamuran Çörtük ve Korkmaz Yiğit'in ifadelerine
itibar ederek, sonradan "Korkmaz Yiğit, beni aldattı" ifadeleriniz,
bulunduğunuz makamla mütenasip olmamaktadır Sayın Başkan.
Yine, Sayın Mesut Yılmaz, Kamuran Çörtük'e, Türkbankla
ilgili telefon açıyor "bak, senin söylediğin şeylerin tersine bilgiler
var; gel, konuşalım" diyor. Bu görüşmeyle de, demek ki, Sayın Başbakan
ikna oluyor ki, Korkmaz Yiğit ihaleye giriyor.
Değerli milletvekilleri, Sayın Çakıcı, Türkbank
ihalesiyle ilgileniyor ve "tüm varlığımla bu ihalede varım" diyor.
Bunu, biraz önce Türkbank konusunda konuşurken, Sayın Mesut Yılmaz Bey de
buradan ifade ettiler. İfadelerinde Sayın Eyüp Aşık "tüm varlığımla ben bu
ihalede varım" diyen Sayın Çakıcı'nın ifadelerini, Sayın Mesut Yılmaz'a
aktarıyor; fakat, Türkbank özelleştiriliyor, bu özelleştirme anında -ne
hikmetse- Çakıcı akla gelmiyor.
Türkbank ihalesinden bir gün önce emniyetten
Başbakanlığa gelen bilgi notu kaybolmuş. Hangi görevli hakkında bir disiplin
soruşturması yapıldı, bu konuda da bilgi alamadık.
Değerli milletvekilleri, Alaattin Çakıcı'nın
yakalanması için 54 üncü hükümetin gönderdiği bir emniyet ekibi çalışmalarını
sürdürürken, o arada 55 inci hükümet kuruluyor. Kabinede bakan olan Sayın Eyüp
Aşık'ın Çakıcı'yla telefon görüşmesi, acaba Çakıcı'nın yer değiştirmesine sebep
olmuş mudur? Eyüp Aşık'ın telefon görüşmelerine neden engel olunmamıştır? Tüm
bu görüşmelerde, herhalde, kurt, kuş ve arı muhabbeti yapılmamıştır.
Budapeşte'ye neden inildi; kimlerle görüşüldü; yumruk atan adamın orada işi
neydi? Budapeşte'deki yumruk olayıyla ilgili, Sayın Mesut Yılmaz, Erol Evcil'e
"bu konuyla ilgili bilginiz varsa araştırın ve bana getirin" diyor.
Erol Evcil kimdir ve Erol Evcil'den ne tür bilgiler istenmektedir?
Değerli milletvekilleri, konumuz, çetelerle dönemin
Başbakan ve bakanlarının ilişkileri. Bilemiyorum, saydığımız ve zaman
itibariyle sayamadığımız bu konular çetelerle ilişki değil de nedir? Sayın
Yılmaz'ın aklanmak istediğini "bunu, kendim için değil de partim için
istiyorum" dediğini hepimiz hatırlıyoruz. Kanaatimce, devlete, siyasete
güvenin yeniden tesisi için, bu tür şaibeli ilişkilerin delil olup olmadığı
bağımsız yargıda değerlendirilmelidir ve Yüce Meclis, bir an önce, milletin
asıl sorunlarına dönmelidir diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
İstanbul Milletvekili Sayın Ahat Andican; buyurun
efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
A. AHAT ANDİCAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şu anda, sanıyorum 7 ncisini görüştüğümüz ve büyük bir kısmı
da, Sayın Genel Başkanımızla ilgili olarak verilmiş, 20 nci Dönemde, siyasî
amaçlarla verildiği belli olan, bir azınlık hükümeti döneminde verilmiş olan
soruşturma önergelerinden birisini daha konuşuyoruz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani, doğru mu yanlış mı; sen
onu söyle!
A. AHAT ANDİCAN (Devamla) – Şırnak Milletvekili Bayar
Ökten, Karabük Milletvekili Hayrettin
Dilekcan ve arkadaşlarının iddiaları, yasadışı örgüt mensuplarıyla birlikte
hareket etmek...
BAŞKAN – Kime sesleniyorsunuz?..
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, önerge doğru mu yanlış
mı; onu söylesin.
BAŞKAN - Size ne yani!..
A. AHAT ANDİCAN (Devamla) – ...örgüt mensuplarının
işledikleri suçların ortaya çıkarılmasını engellemek...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bu nasıl iş!.. Meclisi yöneten
Başkanvekili ANAP'lı, Komisyon Başkanı ANAP'lı, hakkında soruşturma verilen
kişi ANAP'lı... Nasıl olacak; böyle şey olur mu canım!.. (ANAP sıralarından
"Ne var bunda?" sesleri; gürültüler)
A. AHAT ANDİCAN (Devamla) – ... hükümetin çeteler ve
mafya ile mücadelede izlediği politikanın başarıya ulaşmasını engellemek
şeklinde iddiaları gündeme getirmişlerdir.
BAŞKAN - Sayın Genç...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır... Hayır, Komisyon Başkanı
ANAP'lı, hakkında soruşturma verilen kişi ANAP'lı, Meclis Başkanvekili ANAP'lı;
dünyanın neresinde böyle bir soruşturma verilmiş arkadaşlar...
BAŞKAN - Dünyanın neresinde senin gibi hareket yapan
bir milletvekili görüldü!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yahu, bizi, artık
çıldırtıyorsunuz canım...
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Genç...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Böyle bir tarafsızlık olur mu
canım.
BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen, toplantının nezahetini
bozmayın.
KAMER GENÇ (Tunceli) –Toplantının nezaketini bozan
sensin.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Andican...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Böyle bir soruşturma önergesi
olmaz!
BAŞKAN - Buyurun efendim.
A. AHAT ANDİCAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; önergelerin içeriğini, özellikle gündeminize getirdim.
Türkiye'deki siyasî rekabet anlayışını, rakibi kötüleme ve karalama noktasında
nasıl ölçüsüzce, izan dışı bir bağnazlıkla sürdürüldüğünün tipik
göstergelerinden birisi olduğu için tekrarladım.
Şimdi, bu iddiaları gündeme getiren sayın
milletvekillerinin, komisyon çalışmaları sırasında bilgi ve belgelerle bunu
desteklemesi gerektiğini düşünürsünüz değil mi; ama, raporun 17 nci sayfasına
baktığınızda, her iki önerge sahibinin de, önergelerini basında çıkan bazı
haberlere dayanarak verdiklerini, ellerinde hiçbir delil, belge ve bilgi
olmadığını söylediklerini göreceksiniz.
Elde hiçbir delil, belge, bilgi olmadığı halde, bir
başbakanı ve iki bakanı, mafyayla ilişkili olmakla suçlayacak kadar çirkin bir
yaklaşıma, çirkin bir siyaset anlayışına, dünyanın hiçbir ülkesinde
rastlanmazdı zannediyorum.
Daha da ilginci, burada, Sayın Yaşar Topçu'yla
ilgilidir. Sayın Topçu, kamuoyuna deklara edilmiş bazı konuşmalarda
"Topçu" isminin veya "Topçu" deyiminin geçmesiyle, bu
önergeye dahil edilmiştir. Bir köşe yazarımızın, Yaşar Topçu, olsa olsa, bu,
Yaşar Topçu'dur anlayışı içerisinde -bugün, burada milletvekilidir- yazısına
konu etmesi sonrasında bu önergeye dahil edilmiştir ve soruşturma komisyonu,
bunun farkına vardıktan sonra, soruşturma sonrasında 14'e sıfır olarak, Yüce
Divana sevkine gerek olmadığına karar vermiştir. Şimdi, buradaki ilginçlik şu:
Eğer, bu suçlu, yani şu anda hapiste olan suçlu insan, bir anlamda kendisini
korumak amacıyla ya da bu konuyu daha da karıştırmak amacıyla "o Topçu,
Yaşar Topçu'dur" deseydi, inanınız, bu durumda, bu komisyondan, belki
oybirliğiyle Yüce Divana sevk çıkacaktı.
Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor: Arkadaşlar, siz siz
olun, yanlış anlaşılacak isme, soyada sahip olmayın; eğer, çeteler, çeşitli
suçlular aralarında isim olarak veya konuşmaları sırasında sizin isiminizi,
soyadınızı geçirirlerse, yarın, Yüce Divana gönderilme riskiyle karşı
karşıyasınız demektir; böylesine komik bir olay!
Diğer taraftan, her iki önergede de sunulan şeylerin
içeriksizliğini, tutarsızlığını ve yetersizliğini buradan çok rahat anlamamız
mümkündür. Komisyonun yaptığı onüç toplantıda ilişkilendirme yapılan bireylere,
davet edilip dinlenen insanlara bakıyoruz -bir kısmına da gidilmiş- Korkmaz
Yiğit, Erol Evcil ve Alaattin Çakıcı; bunların iddiaları dinlenilmiş. Korkmaz
Yiğit'in, Sayın Mesut Yılmaz'la ilgili olarak, sahibi olduğu televizyon
kanalından kamuoyuna deklare ettiği bir kaset var; bu kasette, Sayın Mesut
Yılmaz'la ilgili iddiaları gündeme getiriyor ve bazı suçlamalarda bulunuyor.
Daha sonra, Sayın Mesut Yılmaz, bu iddialar üzerine yargıya gidiyor ve yargı,
Korkmaz Yiğit'i, iddialarını destekleyemediği ve delillerle bunu
kanıtlayamadığı için, 10 milyar lira tazminata mahkûm ediyor. Burada rakam
önemli değil; ama, mühim olan, bağımsız yargının, Korkmaz Yiğit'in, bugün,
burada, bu kürsüde birçok konuşmacı tarafından sahiplenilen, tekrarlanılan iddialarını
kanıtlayamamış olmasıdır; bu, çok önemlidir.
Diğer taraftan, dinlenilen insanlardan birisi de,
karısını dahil, en yakınını dahil, öldürdüğü iddia edilen, birçok yasadışı
olaya karışmış, Fransa'da yakalanmış ve bugün, buraya getirilmiş olan bir
suçlunun iddialarıdır.
Değerli arkadaşlar, bu şahsın konuşmalarını da
incelediğiniz zaman bir şeyi fark edeceksiniz. Sayın Mesut Yılmaz'ı, Başbakanı
suçluyor; çünkü, Çakıcı, o güne kadar, rahatı gayet yerinde, hiçbir sorunu
olmadan, ülkeden ülkeye dolaşarak, keyifli bir hayat sürdürmüştür. 55 inci
hükümetle beraber, mafyanın, çetelerin üzerine gidilince -bunu, kendisi
söylüyor- "benim rahatım kaçtı, sıkıştırıldım ve yakalandım" diyor.
55 inci hükümet döneminde Amerika'da yakalanıyor ve daha sonra, diyor ki:
"Bana böylesine düşmanlık yapan ve benim ölümüm için, beni öldürmek için
adam görevlendiren bu Başbakanı, yani, Sayın Mesut Yılmaz'ı ve onun hükümetini
yıkmak benim boynumun borcuydu, amacım buydu; bunun için de gerekli
girişimlerde bulundum." Dosyanın içerisinde bunlar var ve bu insanın
söyledikleri, burada, bu Yüce Mecliste, suçlunun ve suçlu olduğu her yönüyle,
bütün kamuoyunca ve yasalar karşısında bilinen bu insanın iddiaları, burada
sanki gerçekmişçesine, bir başbakanı ve iki bakanı suçlamak için aracı olarak,
alet olarak kullanılıyor. Böyle bir şeyi insan aklının alması mümkün değildir
arkadaşlar.
55 inci hükümet ne yapmış; hükümet, iktidara geldikten
sonra, Sayın Başbakanın defalarca kamuoyuna anlattığı gibi, istihbarat
birimleri arasındaki, güvenlik birimleri arasındaki uyuşmazlık ortadan
kaldırılmış, terörle ve çetelerle mücadele etmek amacıyla bir birim
oluşturulmuş ve bu birimin çalışmaları sayesinde, altı ay içerisinde
-arşivlerde bunlar duruyor- o güne kadar hiçbiri açıklığa kavuşturulmamış yüzlerce
faili meçhul olay açıklığa kavuşturulmuş, 80'e yakın çetebaşı ele geçirilmiş,
sadece Türkiye'de değil, yurt dışında, Bulgaristan'da, Avrasya coğrafyasında ve
Amerika'da ele geçirilmiş, 1 000'in üzerinde çete mensubu adaletin pençesine
teslim edilmiş. Tabiî, bunlar yapıldıktan sonra...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Nerede bu çeteler?!
A. AHAT ANDİCAN (Devamla) – Arşivlere bakın;
arşivlere bakın...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Neredeyse, bu çeteleri görelim!
A. AHAT ANDİCAN (Devamla) – Arşivlere bakın,
okuyun göreceksiniz...
Bunları gerçekleştirmiş bir hükümetin ve o hükümetin
yöneticisi başbakanının çeteler tarafından hedef ilan edilmesi ve hedef olarak
onunla ilgili komplolar düzenlenmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Zaten, burada
tartıştığımız konu da budur ve bu komplolar düzenlenmiştir. Çakıcı, bunu,
soruşturma komisyonunun yaptığı çalışmalar sırasında gayet açıkça ifade ediyor.
Bir başka konu, Sayın Eyüp Aşık, çetelerle ilgili
kamuoyuna mal edilen bazı konuşmalar gündeme gelince, bakanlıktan istifa
ediyor, milletvekilliğinden istifa ediyor ve yüce yargının önüne gidiyor, yüce
yargının önünde, devlet güvenlik mahkemesinde yargılanıyor ve hiçbir şekilde
suçlu olmadığı noktasında yüce yargının onayını alarak, sonra, yeniden,
siyasete dönüyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Onu Yargıtay bozmuş; yanlış
biliyorsunuz...
A. AHAT ANDİCAN (Devamla) – Bugün burada, benden
önceki iki konuşmacı da, yüce yargının bu aklamasına rağmen, yine de, Sayın
Eyüp Aşık'la ilgili, Sayın Başbakanla ilgili bu konuları gündeme getiriyorlar.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yargıtay kararı var, bozmuş
bu kararı...
A. AHAT ANDİCAN (Devamla) – Soruşturma komisyonu,
kuşkusuz, iyiniyetli bir çalışma yürütmüştür ve soruşturma komisyonu,
çoğunlukla, Genel Başkan Sayın Mesut Yılmaz hakkında, Eyüp Aşık hakkında ve
Yaşar Topçu hakkında Yüce Divana gerek olmadığına karar vermiştir.
Burada, karşı yönde oy kullanan, bu soruşturma
komisyonunda üye olan arkadaşların ifadelerine de baktığınızda, herhangi bir
hukukî delilin olmadığını, bir mesnedin olmadığın; ama, sadece, Sayın Mesut
Yılmaz'ın, soruşturma komisyonları sonuçlanmadan -dikkatinizi çekiyorum,
burada, basına dayanarak devamlı yanlış bir ifade kullanılıyor- Sayın Mesut
Yılmaz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Andican, mikrofonu açıyorum, lütfen
tamamlayın efendim.
A. AHAT ANDİCAN (Devamla) – Birkaç dakikamızı da
değerli bir üye yedi! Onun için, lütfen, o konuda...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yiyen sizsiniz; biz değiliz...
A. AHAT ANDİCAN (Devamla) – ... hükümet kurulduğu
zaman, basın mensuplarının "hükümete girecek misiniz?" sorusuna
cevaben "soruşturma komisyonları sonuçlandıktan sonra" demiştir; ama,
burada ısrarla "ben soruşturma komisyonlarının tümünden Yüce Divana gitmek
istiyorum, oradan aklanmak istiyorum" demiş gibi bir anlayışı,
arkadaşlarımız ısrarla gündeme getiriyorlar. Soruşturma komisyonlarındaki
arkadaşlar da, karşı oy veren arkadaşlar da, aynı mantık içerisinde -herhangi
bir belge yok, bilgi yok, bir hukukî mesnet yok; çeteleri korumak gibi afakî,
saçma sapan bir suçlama var- ne olursa
olsun, mademki Sayın Genel Başkan Mesut Yılmaz böyle bir şey söylemiştir,
öyleyse, gitsin, aklansın gelsin...
Değerli arkadaşlar, bugün, bu ülkede, Yüce Divana
gitmeyi bile, bir anlamda, bir cezalandırma aracı olarak kullanılan bir siyasî
ortamı yaşıyoruz. Böylesi bir ortamda, böylesine bir haksızlığı, böylesine bir
tutarsızlığı, böylesine bir ilkesizliği nasıl kabul edebiliriz?!
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Andican, lütfen tamamlar mısınız
efendim.
A. AHAT ANDİCAN (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın
Başkan.
Değerli arkadaşlar, siyaseti yozlaştırmayalım, siyaseti
ilkesizleştirmeyelim. Bir ülkenin her şeyini emanet ettiğimiz bir Başbakanı ve
değerli bakanları, hiç dayanağı olmayan, afakî suçlamalarla Yüce Divan
yargılamasına tabi tutmayalım. Arkadaşlarım, eğer, bu konuda siyaset akıllı
olmazsa, siyaset sağduyulu olmazsa, siyaset ilkeli olmazsa, siyaset, bu
yozlaşmanın acısını çekecektir. Bu süreç devam ederse, bugün, burada, Sayın
Mesut Yılmaz yargılanmaya çalışılıyor, bazı bakan arkadaşlarımız yargılanmaya
çalışılıyor. Bugün, bu suçlamaları, suçlu insanların iddialarıyla bu
suçlamaları bu kürsüye getiren insanlar, yarın burada kendilerinin de
yargılandıklarını göreceklerdir. Bunu dilemiyoruz, bunu istemiyoruz, siyaseti
bu noktaya getirmememiz gerektiğini söylüyorum ve soruşturma komisyonunun
verdiği karar doğrultusunda oy kullanacağımı belirtiyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Kayseri Milletvekili Sayın Sevgi Esen; buyurun efendim.
SEVGİ ESEN (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kamuoyunda kısa adı, çeteler ve mafyayla işbirliği yaptıkları
iddiasıyla, zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz, Sayın Eyüp Aşık, Sayın Yaşar Topçu
haklarında açılan Meclis soruşturmasının Yüce Mecliste görüşülmesi nedeniyle ve
aynı zamanda soruşturma komisyonunun bir üyesi olarak, bilinçi olarak verdiğim
oyun sorumluluğu içerisinde, hukukun yılmaz bir savunucusu kimliğimle
görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunmaktayım; sözlerimin başında, siz
değerli Yasama Organının sayın üyelerini saygıyla selamlıyorum.
Sizlere, özellikle "Yasama Organının sayın
üyeleri" diye hitap ettim; çünkü, bugün, hepimizin 21 inci Dönemin
Parlamentosunun tarihe yazdıracağı notun çok önemli olduğuna inanıyorum; hukuk
adına önemsiyorum, demokrasi adına önemsiyorum, çocuklarımıza bırakacağımız
miras adına önemsiyorum; daha da önemlisi, siyasetin geleceği adına
önemsiyorum. Esasen, sizlerin de aynı mesuliyet duygusu içerisinde olduğunuzu biliyorum.
Dilerim ki, 22 Haziran 2000 tarihi, bugün siyaset tarihi sorgulanırken,
siyasete düşürülen gölgenin bizlere nelere mal olduğunun yaşayan şahitleri
olarak duyduğumuz ıstırabın bir benzeri olmayacaktır.
Şurası muhakkak ki, siyaset kurumunun yaşanan acı
tecrübeleri kaydeden bir hafızası olsaydı, aynı hataları tekrar tekrar
yaşamazdık; demokrasiye girdiğimiz 1950'lerden bugüne, 2000'lere geldiğimiz
elli yıl içerisindeki siyasî hataları tekrar etmezdik. Ülkeyi şimdiye kadar
yönetenlere, devlete hizmet edenlere teşekkür ediyorum; ancak, siyaseti
milletin gönlünden düşüren veya düşürecek bir sisteme müsaade edilsin
istemiyorum. Onun için, Yasama Organının, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir
üyesi olarak yaptığım özeleştiri sonucu geleceğe yönelik tüm sorumluluğu
alarak, görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Diyebilirsiniz ki, bu cesaret nereden geliyor? Sadece
bir cümle, o da hukukun üstünlüğü; hukukun üstünlüğünü yaşanabilir kılmak ve
onun için de gereken önlemleri almak.
Değerli milletvekilleri, hukuk, adalet arayışının
yazılı hale gelmesidir. Hukuk devleti de, en basit anlamıyla, hukuku olan,
kuralları olan devlet demektir. Hukukun üstünlüğü ise, devlet dahil bütün kişi
ve kurumların hukuka uyması, kendisini hukukun üstünde görmemesidir. Hukukun üstünlüğünün
en bilinen özelliği ise, kendini yaratan değerlere; yani, anayasasına,
kanunlarına, tüzüklerine bir hiyerarşi içinde sahip çıkmasıdır; yani, en
bilinen kural, anayasaya uygunluk kuralıdır. Bu kuralları beğenmezseniz
değiştirirsiniz, bu Mecliste birçok kereler yaptığımız gibi. Yok, eğer, anayasa
diye bir kitapçığı açtığınızda, benim gibi, 138 inci maddenin hâlâ orada
olduğunu görüyorsanız -ki, görüyoruz- hukuk devleti iddiasında olan, hukukun
üstünlüğü ilkesine inanan bir zihniyetin yapacağı fazla bir şey yoktur.
Bakınız, Anayasanın 138 inci maddesinin son fıkrasında
ne deniliyor: "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına
uymak zorundadır..."
Değerli milletvekilleri, bu yüce millet, sandığımızdan
çok bizi izlemektedir; vatandaşımızın gözleri her zamankinden daha fazla
üzerimizdedir; inandırıcılığımız inanılmaz bir biçimde sorgulanmaktadır. Yasama
organı olmanın, milleti temsil etmenin sorumluluğu yeni yüzyılda daha da
ağırlaşmıştır. İşte, bu nedenlerle, üyesi olduğum soruşturma komisyonunun
belgeleri arasında bulunan bir mahkeme kararı benim bu soruşturmaya ret oyu
vermeme neden olmuştur. Davranışımın birilerini aklamak veya karalamak gibi bir
ilkeyle ilgisi yoktur; çünkü, Anayasanın 138 inci maddesi, mahkeme kararlarına,
yasamanın, yani, bizlerin uyması gerektiğini emretmiştir. Kararı beğenirsiniz,
beğenmezsiniz; işinize gelir, gelmez; o zaman, yine, hukuk içinde
itirazlarınızı yaparsınız, daha üst mahkemelere gidersiniz; ancak, yargı
kararını verdikten sonra, bunu başka yöntemlerle siyaset adına, siyasî linç
adına, parmak çoğunluğuna güvenerek farklı boyutlara taşıyamazsınız. Hele hele,
görevi kanun yapmak olan bir organ, asla böyle birşey yapmamalıdır. Olayın
vicdanî ve hukukî sorumluluğu bu mahkeme kararındadır ve ilgililerindir. Yarın
bize sormazlar mı "uymayacaktınız neden kanun yaptınız veya
beğenmiyorsanız neden değiştirmiyorsunuz; değiştirmediniz, o halde neden
uymuyorsunuz" diye.
Değerli milletvekilleri, bir olayı yargıya yollarken,
yargı kuralına uymamanın mantığı nedir? Siyaseti çözüm üretme mesleği olmaktan
çıkarıp, bir sorun üretme mekanizmasına dönüştüren anlayışın mantığı nedir?..
Bir muhasebe yapalım; belki de özeleştiri... Yakın tarihte millete armağan
ettiğimiz tek şey, yönetemeyen demokrasidir. Böyle bir durumda, siyasetçiye
kim, neden ihtiyaç duysun; halkımız, siyaset kurumuna neden ümit bağlasın? Bir
yandan "demokrasi, hukukun üstünlüğü diyeceksiniz" diğer yandan,
kurallara uymayacaksınız. Halkımızın bir türlü bizi anlamadığı husus işte
budur. Eğer "ne yapalım siyaset böyle" diyorsanız, o siyasete mübarek
olsun!..
Değerli milletvekilleri, kendimizi kandırmayalım, şu
siyaset yelpazesine bir bakalım. En fazla oy alan parti yüzde 21 ise, bu
erozyondan herkes nasibini almış denebilir. Meclisin denetim mekanizmaları
çalışmasın mı; buna kim hayır diyebilir... Ancak, demokratik bir disiplin
içerisinde; aksi halde, sebep olunacak trajedi, kişisel trajedi değildir,
toplumsal bir trajedidir. Hiç şüphe yok ki, şimdiye kadar uygulanan
stratejilerin bedelini, siyasî lincin bedelini Türk siyaseti ödemiştir; ancak,
vebalini hiç kimse!..
Değerli milletvekilleri, özellikle bizleri izleyen
vatandaşlarımız; bugün 7 soruşturma dosyasına ve oylamasına şahit olduk. Bir
bakalım burada hukukun gereği yapılmış mıdır? Vatandaşa bu tablo hangi
gerekçeyle izah edilebilir. Bu tablo karşısında, soruşturma dosyaları siyasî
değil, vicdanî; nasıl diyebilirsiniz?.. Siyasetin ilkesinden nasıl
bahsedebilirsiniz?..
HAKKI DURAN (Çankırı) – Önergeleri sizin partiniz verdi
ama!..
SEVGİ ESEN (Devamla) – Değerli milletvekilleri,
üzerinde görüş bildirdiğim dosyanın baş harfleri çete ve mafyadır. Bu
sıfatlardan nefret ediyorum. Çete ve mafya kelimelerini telaffuz bile etmek
istemiyorum. Hele hele, siyasetçi kelimesiyle yan yana gelmesine bile tahammül edemiyorum;
ancak, başkalarının kişilik haklarına en az kendiminki kadar saygı duyuyorum.
VAHİT KAYIRICI (Çorum) – O zaman niye önerge verdiniz?!
BAŞKAN – Efendim, lütfen müdahale etmeyin hatibe...
SEVGİ ESEN (Devamla) – Temiz siyaset için, nefesimizi
daraltan, gerçeğe ulaşılmasına engel olan hükümleri, maddeleri, gelin
değiştirelim, öneriyorsanız değiştirelim; ancak, üç dört sene evvel bizim
söylediklerimizin, Doğru Yol Partisi olarak söylediklerimizin bugün
önerilmesine 83 üncü maddenin, 100 üncü maddenin değiştirilmesinin telaffuz
edilmesinden memnun oluyorum. Diğer yandan, bunca yıl, kaybedenin, ülke ve
siyaset olduğunu da biliyorum.
Değerli milletvekilleri, mahkeme kararının olduğu bir
dosyada, yargıya olan saygımdan, hukukun üstünlüğüne olan güvenimden dolayı ret
verdiğimi, milletin ve tarihin önünde düşüncelerimi açıklayabilmenin
fırsatından dolayı mutluluğumu ifade ediyorum. Temiz siyaset adına, siyasete
yeni yaralar açan düşünceleri bu yüce millete havale ediyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Esen.
İzmir Milletvekili Salih Dayıoğlu; buyurun efendim.
SALİH DAYIOĞLU (İzmir) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; (9/40, 41) esas
numaralı Meclis Soruşturma Komisyonu raporuyla ilgili görüşlerimi açıklamak
üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.
20 nci Yasama Döneminde, Şırnak Milletvekili Sayın
Bayar Ökten ve 57 arkadaşı ile Karabük Milletvekili Hayrettin Dilekcan ve 71
arkadaşı tarafından verilen, yasadışı örgütlerle ve mensuplarıyla birlikte
hareket ettikleri, örgüt mensuplarının işledikleri suçların ortaya
çıkarılmasını engelledikleri ve suçluları himaye ettikleri, devlet ihalelerinde
çetelerle işbirliği yaptıkları ve bu eylemlerinin, Türk Ceza Kanununun 230,
240, 296 ve 314 üncü maddelerine uyduğu iddiasıyla, dönemin Başbakanı Sayın
Ahmet Mesut Yılmaz, Devlet eski Bakanı Sayın Eyüp Aşık ve Bayındırlık ve İskân
eski Bakanı Sayın Yaşar Topçu haklarında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107
nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergeleri
doğrultusunda oluşturulan (9/40, 41) esas numaralı Meclis Soruşturması
Komisyonu raporunu incelediğimizde, ne yazık ki, suçlamaların, gerekli hukukî
temelden yoksun bir şekilde yapılmış olduğunu görmekteyiz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; soruşturma
önergeleri ve soruşturma komisyonu raporu incelendiğinde ve önerge sahipleri
Şırnak Milletvekili Sayın Bayar Ökten'in ve Karabük Milletvekili Sayın
Hayrettin Dilekcan'ın soruşturma komisyonuna vermiş oldukları bilgiler
değerlendirildiğinde, açıkça görülmektedir ki, iddia sahipleri bile, ellerinde
yeterli bilgi ve belge bulunmadan, sadece duyumlardan ve medyada dile getirilen
söylentilerden yola çıkarak bu önergeleri vermişlerdir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sadece duyumlardan
ibaret yetersiz bilgilere dayanılarak verilen bu önergenin, 20 nci Dönem
Parlamentosundaki istikrarsız ve parçalanmış sayısal yapının neticesinde,
tamamıyla siyasî amaçlarla verildiğini değerlendirmek, en mantıklı yol olacak.
Amacı ne olursa olsun, önergeye dayanarak kurulan
Soruşturma Komisyonu, Korkmaz Yiğit, Kamuran Çörtük, Mehmet Gedik, Erol Evcil,
Alaattin Çakıcı, Esat Kaya, Yavuz Ataç'ı dinlemiş ve bilgisine başvurulan bu kişilerin verdikleri ifadeler sonucunda
ve yapılan araştırmalarda, sözlü duyumların dışında herhangi bir kanıt, bilgi
veya belge tespit edilememiştir.
Hukukun en temel ilkelerinden biri, iddia sahibinin,
iddiasını ispatla yükümlü olmasıdır. Ancak, önerge sahibi sayın
milletvekilleri, suçlamalarını ispata yönelik hiçbir çaba göstermemişlerdir.
Kaldı ki, kendilerinin de bir suçlama yapabilmek için yeterli bilgiye sahip
olmadıkları da ortadadır. Bu tür, dedikodu niteliğini aşmayan iddiaların siyasî
bir silah gibi kullanılması, Yüce Meclisimizin saygınlığını zedelemektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Meclisin,
ciddî kullanılması gereken soruşturma yetkisinin, bu şekilde, kanıt
sayılabilecek bilgi ve belgelere dayanmayan suçlamalarla ve tamamen siyasî
amaçlara yönelik kullanılması, üzüntü vericidir. Ne yazık ki, bu önerge ne ilk
örnektir ne de son olması beklenmelidir. Ancak, bu uygulamanın Yüce
Meclisimizin saygınlığına gölge düşürdüğü tartışılmaz bir gerçektir. Bu
durumda, bize düşen görev, Meclis soruşturması açılmasını gerektiren ciddî
iddiaları yüksek yargı organlarının denetimine açmaktır. Milletvekili
dokunulmazlığını gözetmek koşuluyla, bu yönde bir değişiklik yapmanın ne kadar
gerekli olduğunu, bu örnek de, bize, açıkça göstermektedir.
Gerekli değişikliklerin en kısa zamanda yapılması
dileğiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dayıoğlu.
Manisa Milletvekili Sayın Cihan Yazar, buyurun efendim.
(DSP sıralarından alkışlar)
M. CİHAN YAZAR (Manisa) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; eski Başbakan Sayın Mesut Yılmaz, Devlet eski Bakanı Sayın
Eyüp Aşık ve Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Sayın Yaşar Topçu haklarında,
Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca kurulan (9/40,41)
esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu üzerinde, kişisel
görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Soruşturma
Komisyonumuz, Anayasanın 100 üncü, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün
110, 111 inci maddeleri ve genel hükümler çerçevesinde, 18 Şubat 2000 tarihinde
çalışmalarına başlamış, Anayasanın 100 üncü maddesine göre, iki aylık sürede
çalışmalarını tamamlayamadığı için, 14 Nisan 2000 tarihinde iki aylık eksüre istemiştir.
Genel Kurul, 20 Nisan 2000 tarihinden geçerli olmak üzere, komisyonumuza iki
aylık eksüre vermiştir.
Komisyonumuz, öncelikle, önerge sahiplerinden Şırnak
eski Milletvekili Bayar Ökten, Karabük eski Milletvekili Hayrettin Dilekcan'ı
dinlemiştir. Bilahara, bir alt komisyon kurulmuş ve Kartal Cezaevinde tutuklu
bulunan Alaattin Çakıcı ve Erol Evcil'in ifadeleri alınmıştır. Ayrıca,
komisyonumuz, gerekli gördüğü şahısları davet ederek ifadelerine başvurmuştur.
Soruşturma önergelerinde ileri sürülen iddialar
hakkında bilgi ve belge toplamak amacıyla, komisyonumuz, yazışmalar
neticesinde, İçişleri Bakanlığından, Adalet Bakanlığından, Radyo ve Televizyon
Üst Kurulundan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığından bilgi ve belgeleri
toplamış ve gerekli değerlendirmelerini yapmıştır.
Komisyonumuz, dört aya yakın bir sürede, gayet olumlu
bir hava içerisinde çalışmalarını sürdürmüş ve kararlarını, tamamıyla, hukuk,
vicdan ve ahlak çizgisi doğrultusunda almıştır. Zaten, hiçbir komisyon
üyemizden, ahlakî onuru ve kendisine siyasal meşruiyet ve seçmenin nezdinde
haklılık kazandıracak bir tutum içerisinde hareket etmesini beklemiyordum ve bu
konudaki haklılığımı da, almış olduğumuz doğru karar neticesinde, mutlulukla
gördüm.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; önerge
sahiplerinden Şırnak eski Milletvekili Bayar Ökten, kaset ve konuya ilişkin
basında çıkan haberlere dayalı olarak soruşturma önergesi verdiklerini, bunun
dışında ellerinde bir bilgi olmadığını beyan etmiştir. Karabük eski
Milletvekili Hayrettin Dilekcan ise, basın-yayın organlarında çıkan haberleri
internet kanalıyla toplamak suretiyle bir değerlendirme yaptıklarını ve bu
nedenle soruşturma önergesi verdiklerini beyan etmiştir.
(9/41) esas numaralı soruşturma önergesinde,
Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Sayın Yaşar Topçu ile ilgili nasıl bir
bağlantı olduğunu, üçbuçuk aylık titiz bir çalışmanın neticesinde, ben, henüz
anlamış değilim. Hiçbir komisyon üyesi arkadaşımın da, Sayın Yaşar Topçu'nun bu
soruşturma önergesiyle ilgisini anlayabildiğini sanmıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sonuç olarak, hem
eski Başbakan Sayın Mesut Yılmaz hem de Devlet eski Bakanı Sayın Eyüp Aşık
hakkında suça konu kesin delillerin olmadığı kanaatindeyim.
Soruşturma komisyonları her ne kadar yasal bir kurum ise
de, ben, yargının önüne hiçbir kurumun geçeceği kanaatinde değilim. Bu iş,
yargının işidir. Biz, her ne kadar, inandırıcı ve yeterli çalışmalar yaptık ise
de, konunun, siyasî bir nitelik kazanmasına asla müsaade etmek istemiyorum.
Konunun siyasetin kirletilmesi boyutunda kullanılmasını doğru bulmuyorum. Bu
bakımdan, soruşturma komisyonlarında, kişiler hakkında herhangi bir karar
alınmasını uygun görmüyorum. Bu nedenle, eski Başbakan Sayın Mesut Yılmaz'ın ve
Devlet eski Bakanı Sayın Eyüp Aşık'ın Yüce Divana gönderilmemesi benim vicdanî
kanaatimdir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; başbakan ve
bakanların suç işlemeleri halinde, Anayasanın 100 üncü maddesinin çağdaş bir anlayışla yeniden düzenlenmesi
gerekmektedir. Kişilere, sıfatları ne olursa olsun, ayrıcalık tanıyan yasa ve
anayasa düzenlemeleri, hukukun
üstünlüğü ilkesiyle bağdaşamayacağı gibi, insan hakları sözleşmeleriyle de
bağdaşmaz. Suç işleyen herkesin gideceği yer, yargı olmalıdır. Zira, yargılama,
yasama organının işi değil, yargının işidir.
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yazar.
Komisyon adına, Komsiyon Başkanvekili, İstanbul
Milletvekili Sayın Cavit Kavak; buyurun efendim.
(9/40, 41) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI KOMİSYONU
BAŞKANVEKİLİ MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli üyeler;
soruşturma sonucunda, komisyonumuz, konuyu derinlemesine inceleyip,
araştırmıştır. Hiçbir kasta, bilgiye, belgeye, suç unsuruna, suça konu kesin
delile, dolaylı, doğrudan, aracılı, hiçbir şekilde rastlanmamıştır. Türk Ceza
Kanununun 230 uncu maddesindeki, görevi ihmal; Türk Ceza Kanununun 240 ncı
maddesindeki, görevi kötüye kullanma; Türk Ceza Kanununun 296 ncı maddesindeki,
cürüm işleyenleri saklama ve Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesindeki cürüm
işlemek için teşekkül meydana getirenlerin, mensuplarına, bilerek ve isteyerek
yardım edenlere verilecek cezaları düzenleyen fiilleri işlemedikleri neticesine
varmıştır.
Komisyonumuz, sonuç olarak; Başbakan Sayın Ahmet Mesut
Yılmaz ve Devlet Bakanı Sayın Eyüp Aşık’ın, katılanların oy çokluğuyla,
Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Yaşar Topçu’nun, katılanların oy birliğiyle
Yüce Divana sevkine mahal olmadığına karar vermiştir.
Yüce Meclise saygıyla arz ederim. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kavak.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Çok mükemmel bir konuşma
dinledik; Komisyon Başkanını tebrik ediyorum!..
BAŞKAN – Allah Allah!..
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bu kadar güzel bir konuşma
dinlememiştik hayatımızda.
BAŞKAN – Onun da sizin tebrikinize ihtiyacı vardı
zaten; lütfettiniz!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani, senin de tebrikine
ihtiyacı var!
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, konuşacak mısınız efendim?
AHMET MESUT
YILMAZ (Rize) – Hayır, konuşmayacağım.
BAŞKAN – Sayın Topçu?..
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Konuşan arkadaşlarımız benim
söyleyeceklerimi söylediler; teşekkür ederim. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Peki efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, yerimden bir cümle
söyleyebilir miyim...
BAŞKAN – Hayır, söyleyemezsiniz efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir dakika efendim... İçtüzük
açık... Sayın Başkan, yerimden bir cümle söylemek istiyorum, çok kısa bir
beyanatta bulunmak istiyorum.
BAŞKAN – Efendim, dinleyemiyorum sizi; teşekkür ederim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Siz, Meclis Başkanıysanız;
bakın, İçtüzüğü biliyorsanız, yerimden bir cümle söylemek istiyorum...
Bu arkadaşlarımız, Eyüp Aşık'ın yargıda aklandığını
söylediler. Devlet güvenlik mahkemesinin verdiği kararı, Yargıtay bozdu.
Getirsinler o kararı! (ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, buyurun!.. Buyurun...
Sayın milletvekilleri, Meclis Soruşturması Komisyonunun
raporu üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Raporda, soruşturma açılmaması istenilmektedir; yani,
komisyon raporu, Yüce Divana sevk etmemek yönündedir.
İçtüzüğümüzün 112 nci maddesinin beşinci fıkrası,
"komisyonun Yüce Divana sevk etmeme yönündeki raporlarının reddi, ancak,
Yüce Divana sevke dair verilen ve sevk kararının hangi ceza hükmüne
dayanacağını gösteren bir önergenin kabulüyle mümkün olur" hükmünü
taşımaktadır.
Bu hükme göre, Başkanlığımıza, sadece, eski Başbakan
Ahmet Mesut Yılmaz'ın Yüce Divana sevkine dair bir önerge verilmiştir.
Bu itibarla, eski bakanlar Eyüp Aşık ve Yaşar Topçu
haklarında, komisyon raporu benimsenmiş bulunmaktadır.
Şimdi, biraz önce ifade etmiş olduğum gibi, kabulü
yönündeki oyların Yüce Divana sevk, reddi yönündeki oyların da sevk etmemek
olarak değerlendirileceği önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Yasadışı örgütlerle ve mensuplarıyla birlikte hareket
ettiği, örgüt mensuplarının işledikleri suçların ortaya çıkarılmasını
engellediği ve suçluları himaye ettiği, devlet ihalelerinde çetelerle işbirliği
yaptığı, hükümetin çeteler ve mafyayla mücadelede izlediği politikanın başarıya
ulaşmasını engelleyerek görevini kötüye kullandığı ve bu eylemlerin Türk Ceza
Kanununun 230, 240, 296 ve 314 üncü maddelerine uyduğu iddiasıyla, hakkında
Meclis soruşturması önergesi verilen eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz ile ilgili
olarak kurulan (9/40) ve (9/41) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu
raporu ile önergede isnat edilen suçların işlenmediği gerekçesiyle eski
Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz'ın Yüce Divana sevkine mahal olmadığına karar
verilmiştir.
Komisyonda yapılan çalışmalar, incelemeler, toplanan
belge ve deliller, ilgililerin beyanları ile sonuçta verilen karar birbirine
aykırıdır.
Bu nedenlerle, önergemizin kabulü ile eski Başbakan
Ahmet Mesut Yılmaz'ın, Türk Ceza Kanununun 230, 240, 296 ve 314 üncü maddeleri
uyarınca yargılanmak üzere Yüce Divana sevkine karar verilmesi için, Anayasanın
100 üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 112 nci maddelerine göre
işlem yapılmasını saygılarımızla arz ederiz.
Faruk Çelik Nazlı Ilıcak
Bursa İstanbul
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Anayasanın 100 üncü
maddesinin üçüncü fıkrasına ve İçtüzüğümüzün 112 nci maddesinin altıncı
fıkrasına göre, Yüce Divana sevk kararı alınabilmesi için, üye tamsayısının
salt çoğunluğunun kabul oyu; yani, 276 kabul oyu gerekmektedir. Toplantı
yetersayısı olmak kaydıyla, açık oylamada kabul oyu 276'nın altında olduğu
takdirde, Yüce Divana sevk kabul edilmemiş olacaktır. Oylamaya katılım,
toplantı yetersayısı olan 184'ün altında olduğu takdirde, oylama
tekrarlanacaktır. Bu nedenle, oylamayı, açıkoylama şeklinde yapacağız.
Şimdi, açık oylamanın şekli için Genel Kurulun kararını
alacağım: Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, oylamayı başatıyorum ve 3
dakika süre veriyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, eski Başbakan Ahmet
Mesut Yılmaz'la ilgili olarak verilen önergenin açıkoylamasının sonucunda,
oylamaya 333 sayın üye katılmış; 109 kabul, 219 ret, 5 çekimser oy
kullanılmıştır.
Bu sonucu göre, önerge kabul edilmemiştir. Böylece,
Soruşturma Komisyonunun raporu kabul edilmiş, yani eski Başbakan Ahmet Mesut
Yılmaz'ın Yüce Divana sevkine mahal olmadığına karar verilmiştir.
Alınan karar gereğince, gündemdeki soruşturma komisyonu
raporları ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 23 Haziran
2000 Cuma günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati
: 00.56
VII. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu’nun, gözaltına alınan ve tutuklanan gazetecilere ilişkin Başbakandan
sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/2010)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Bülent Ecevit tarafından yazılı
olarak cevaplandırılmasını talep ediyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim. 8.5.2000
Mehmet Bekaroğlu
Rize
Sınır tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF), 3 Mayıs Dünya
Basın Özgürlüğü günü nedeniyle açıkladığı raporunda 1999 yılı içerisinde
Türkiye’de gazetecilere yönelik baskı, işkence ve tutuklamaların devam ettiği
bildirilmektedir.
Ayrıca bazı gazetecilerin, bazı yetkililer tarafından
gerçeğe uymayan haberler yapmaya zorlandığı, bu nedenle bir çok gazetecinin
görevinden olduğu bizzat gazeteciler tarafından dile getirilmektedir. Bu durum,
ülkemizde gazetecilerin can güvenliğinin ve iş güvencesinin bulunmadığını
ortaya koymaktadır.
Gazetecilerin iş güvencesinin ve can güvenliğinin
bulunmadığı bir ülkede, kendi insanlarının doğru haber alma haklarından söz
edilemez.
Gazetecilere yönelik bu tür baskılar hem Avrupa
Birliğine girme sürecini olumsuz etkilemekte hem de ülkemizin imajını
zedelemektedir. Ayrıca bu durum, halkımızın basına olan güvenini sarstığı gibi
devlet kurumlarına olan güveni de sarsmaktadır.
Bu nedenle;
1. 1.1.1999 ile 3.5.2000 tarihleri arasında kaç
gazeteci göz altına alınmış, bunlardan kaçı tutuklanmıştır?
2. Gözaltına alınan ve tutuklanan gazetecilerden,
herhangi bir kötü muameleye ve işkenceye uğrayan var mıdır? Varsa kaç kişidir?
3. Gazetecilere yapılan kötü muamele veya
işkenceden dolayı görevliler hakkında açılmış herhangi bir araştırma ve
soruşturma söz konusu mudur? Eğer söz konusu ise sonuçları ne olmuştur?
4. Şu an ceza ve tutukevlerinde gazeteci kimliği
olan kaç kişi bulunmaktadır. Bu kişiler hangi suçlar nedeniyle
tutuklanmışlardır?
5. Gazetecilerin can güvenliğini, iş güvencesini
ve basın özgürlüğünü sağlamak için herhangi bir çalışma yapılmakta mıdır?
Yapılmakta ise bu çalışmalar hangi aşamadadır?
6. Gazetecilere baskı yaparak gerçek dışı haberler
yaptıran gazete yöneticileri ve kamu görevlileri hakkında açılmış herhangi bir
araştırma ve soruşturma mevcut mudur? Mevcut ise bunlar hangi aşamadadır?
T.C.
İçişleri
Bakanlığı
Emniyet Genel
Müdürlüğü 21.6.2000
Sayı
: B.05.1.EGM.0.12.02.01/144522
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) TBMM Başkanlığının 16.5.2000 tarihli ve
KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2010-5485/13194 sayılı yazısı.
b) Başbakanlığın 23.5.2000 gün ve B.02.0.KKG.0.12/106-234-3/2621
sayılı yazısı.
Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu tarafından TBMMBaşkanlığına sunulan
ve Sayın Başbakanımıza tevdi edilen, Başbakanımızca da kendileri adına
tarafımdan cevaplandırılması istenilen yazılı soru önergesinin cevabı aşağıya
çıkarılmıştır.
1. Belirtilen tarihler arasında; Emniyet Genel Müdürlüğü sorumluluk
alanı içerisinde, değişik suçlardan dolayı gözaltına alınan 65 gazeteciden
50’sinin serbest bırakıldığı 15 gazetecinin ise tutuklandığı, Jandarma Genel
Komutanlığı sorumluluk alanı içerisinde ise; 7 gazetecinin gözaltına alındığı,
2.3. Emniyet Genel Müdürlüğü sorumluluk alına içerisinde gözaltına
alınan ve tutuklanan gazetecilerden herhangi bir kötü muameleye ve işkenceye
uğrayan gazetecinin varolup olmadığına dair istatistiki bilgilerin mevcut
olmadığı, ancak söz konusu soruya ilişkin intikal eden her türlü olayla ilgili
sorumlular hakkında gerekli yasal işlemin yapıldığı,
Jandarma Genel Komutanlığı sorumluluk alanı içerisinde ise, gözaltına
alınmış olan gazetecilerin gözaltı süresince herhangi bir kötü muamele ve
işkencede bulunulmadığından dolayı haklarında yasal işlem yapılan personelin
mevcut olmadığı,
4. 30.5.2000 tarihi itibariyle ceza ve tutukevlerinde hükümlü veya
tutuklu olarak bulunan basın mensuplarının sayısını ve suçların nev’ilerini
gösteren liste ektedir.
5. Başbakanlık Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğünce, Tanıtma
Fonu Kurulunun 29.7.1998 tarih ve 291 sayılı kararı ile malî olarak desteklenen
“Yasalarımızda ifade ve basın özgürlüğüyle ilgili olarak yer alan hükümlerin
envanterinin çıkarılması, değerlendirilmesi ve yeni bir basın yasa tasarısının
hazırlanması” çalışmalarının başlatıldığı, bu çalışma ile birlikte basın
mensuplarının görevlerini daha kolay yapabilmeleri için taşıdıkları basın
kartlarının veriliş usul ve esaslarını düzenleyen “Basın Kartları
Yönetmeliği”nin halen aktif olarak çalışan radyo ve televizyon kuruluşları
çalışanlarını da kapsayacak hükümleri içeren yeni bir metin hazırlanması
çalışmalarının sürdürüldüğü,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Başkanlığınca hazırlanan; Tarım ve Orman
İşçilerinin İş Kanunu kapsamına alınmasıyla, ilk defa toplu iş sözleşmesi
kapsamına girecek işyerlerinde çalışan işçilere iş güvencesi hükümlülüğünü getirmeyi
öngören “Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun bir maddesi ile 1475
sayılı İş Kanununun ilk maddesinde değişiklik yapılması hakkında kanun
tasarısı”nın 6.11.1998 tarihinde 28934 sayı ile Başbakanlığa sunulduğu ancak söz konusu tasarının yeniden
değerlendirilmek üzere Başbakanlıkça iade edildiği, konu ile ilgili
çalışmaların halen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca sürdürüldüğü,
6. Başbakanlık Teftiş Kurulunca; söz konusu soruya ilişkin
kendilerine intikal eden şikâyet olmadığından herhangi bir araştırma ve
soruşturmanın yapılmadığı, bundan dolayı da konuya ilişkin bilgi ve belgenin
bulunmadığı anlaşılmıştır.
Bilgilerinize arz ederim.
Sadettin
Tantan
İçişleri Bakanı
2.
– Aksaray Milletvekili Murat Akın’ın, Rekabet Kurulu Başkan ve üyelerinin
yurt dışı seyahatlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı
Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun cevabı (7/2019)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sn. Başbakan Bülent Ecevit tarafından yazılı
olarak cevaplandırılması hususunu arz ederim.
1. Rekabet Kurulu Başkanı Sn. Prof. Dr. Taner Müftüoğlu 1999 ve
2000 yılında kaç defa, kaçar gün yurt dışı görev almıştır. Bu görevlerde toplam
kaç dolar yolluk, yevmiye, yemek, otel ve yol parası masrafı yapılmıştır?
2. Rekabet Kurulu her üyesi 1999 ve 2000 yılında kaçar defa, kaçar
gün yurt dışına gitmiştir. Her üye için Rekabet Kurulu kasasından her türlü
masraf için ne kadar dolar harcanmıştır?
3. Rekabet Kurulunun bu harcamaları hükümetin enflasyonla ve
ekonomik mücadele programına uymakta mıdır?
Murat Akın
Aksaray
T.C.
Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı
Basın ve Halkla
İlişkiler Müşavirliği 19.6.2000
Sayı
: B.14.0.BHİ.01-221
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) 16.5.2000 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2019-5503/13236 sayılı yazınız.
b) Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün 23.5.2000
tarih ve B.02.0.KKG.0. 12/106-234-12/2624 sayılı yazısı.
Aksaray Milletvekili Murat Akın’ın, Sayın Başbakana tevcih ettiği ancak
Sayın Başbakan tarafından kendileri adına koordinatörlüğümde cevaplandırılması
istenilen (7/2019) esas no.lu yazılı soru önergesindeki sorulara ilişkin
cevabımız ekte takdim edilmiştir.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Ahmet Kenan
Tanrıkulu
Sanayi ve Ticaret
Bakanı
Cevap 3. Bilindiği üzere, 4054 sayılı Rekabetin
Korunması Hakkında Kanun TBMM’nce 7.12.1994 tarihinde kabul edilmiş, 13.12.1994
tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Kanunu uygulamaktan
sorumlu Rekabet Kurumunun karar organı olan Rekabet Kurulu ise, üyelerinin
yaklaşık 27 aylık bir gecikmeyle 27.2.1997 tarihinde atanmasıyla oluşmuştur.
Kurum, teşkilâtını oluşturarak, bu durumu Kanunun Geçici 2 nci maddesi
uyarınca, 5.11.1997 tarihinde yayımladığı bir tebliğ ile kamuoyuna duyurmuş ve
bu tarihten sonra hızla başvuruları değerlendirmeye başlamıştır.
Rekabet hukukunun ülkemize kazandırılmasında oldukça
geç kalınmış olmakla birlikte, kurulun faaliyete başlaması ile birlikte süratle
bu açık kapatılmaya çalışılmıştır. Ükemizde ilk kez uygulamaya konulan rekabet
hukuku kurallarının doğru bir şekilde yürütülebilmesi için mehaz Avrupa Birliği
ve diğer ülke uygulamalarının yakinen takibi gerekmektedir. Bu gereklilik,
rekabet hukuku konusunda ülkemiz birikiminin yetersizliğinin telafi edilmesi
ihtiyacının yanında, Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği oluşturulmasına
ilişkin 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararının ülkemize yüklediği bir
yükümlülükten de kaynaklanmaktadır. Bilineceği üzere, anılan kararda Türkiye
sadece AB rekabet kurallarına paralel düzenlemeler yapacağı değil, mahkeme
içtihadları ve ikincil düzenlemeleri de dikkate alacağı taahhüdünde
bulunmuştur.
Küreselleşme sürecinin doğal bir sonucu olarak
günümüzde ulusal rekabet kurallarının harmanizasyonuna ilişkin yoğun çalışmalar
bulunmaktadır. Dünya Ticaret Örgütü, UNCTAD; OECD ve AB gibi uluslararası
kuruluşlarda rekabet hukuku ve politikalarına ilişkin komiteler yıllardır üye
ülkelerin rekabet kurallarının uyumlaştırılması ve rekabet otoriteleri arasında
karşılıklı bilgi ve deneyim alışverişi için çalışmalar yapmaktadırlar.
Uruguay Raund’u sonrası dünya ticaretindeki
serbestleşme eğiliminin artması, bütün ulusların kabul edip uyacağı uluslarüstü
rekabet kurallarının gerekliliğini ortaya koymuştur. Bu gereklilik çeşitli
platformlarda değişik şekillerde dile getirilmektedir.
Rekabet hukukunun diğer hukuk dallarından en önemli
farklılığı, bu hukukun statik değil, dinamik bir hukuk dalı olmasıdır. Rekabet
hukuku içtihat hukuku (case law) denilen ve ülkemiz hukuk sisteminin aşina
olmadığı bir hukuk disiplinidir. İçtihat hukuku, rekabet kurallarının her olay
için bu kuralları uygulayan makamlar tarafından yeniden yorumlandığı dinamik
bir yapıyı ifade etmektedir. Bu büyük ölçüde hukuk kurallarının ekonomi gibi
dinamik bir süreçle birlikte ele alınması gereğinden kaynaklanmaktadır. Bir
örnek vermek gerekirse, spor müsabakalarının görüntülerinin yayını haklarının
rekabet kuralları ile çelişmeden ne şekilde kullanılacağı son yıllarda
dünyadaki hemen tüm rekabet otoritelerinin çözmeleri gereken en önemli
sorunlarından biri olmuş, bu konuda rekabet otoriteleri arasında ve OECD; AB
gibi uluslararası kuruluşları nezdinde sayısız toplantılar yapılarak karşılıklı
görüş alış-verişinde bulunulmuştur.
Şurası belirtilmelidir ki, rekabet hukuku konusunda
ülkemizde yetişmiş eleman sayısı oldukça az olduğundan, Rekabet Kurulunda
çalışan uzman meslek personeli de eğitim amacıyla, master, staj ve kısa süreli
toplantılar için yurt dışına gönderilmektedir.
Rekabet hukukunun uluslararası boyutu, her dönemde,
ulusal rekabet otoritelerinin kendi aralarında ve konuya ilişkin uluslararası
kuruluşlar ile karşılıklı bilgi ve deneyim alış-verişi için yakın bir temas ve
işbirliğini gerekli kılmaktadır. Bu durum, Türk Rekabet Kurulu gibi henüz yeni
kurulmuş ulusal otoriteler için çok daha hayatî önem taşımaktadır.
Diğer taraftan, Rekabet Kurumunun eğitim, bilgi ve
deneyim kazanma çabalarını ülkemizin enflasyonla mücadelesi hedefinden ayrı bir
şey olarak düşünmemek gerekir. Rekabet kurallarının etkin ve doğru bir şekilde
uygulanması ülkemizde fiyat istikrarının sağlanması ve korunması çabalarının
önemli bir unsurunu oluşturmaktadır.
Rekabet Kurulu Başkan ve üyelerinin yurt dışı
toplantılara katılmaları hususu, yukarıda yapılan bu açıklamalar çerçevesinde
değerlendirilmelidir.
3.
– Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Adana İli ve ilçelerinde yürütülen
proje ve hizmetlere ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan
Tanrıkulu’nun cevabı (7/2044)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Kenan Tanrıkulu
tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğini arz ve talep ederim.
Saygılarımla.
Ali Halaman
Adana
1. Bakanlığınıza bağlı ve ilgili kuruluşlar
tarafından Adana İli ve ilçelerinde yürütülen proje ve yatırımlarınız nelerdir?
2. Görev alanınızla ilgili olmak kaydıyla, Adana
İlinin sorunları konusunda yürütülen çalışmalar var mıdır? Varsa nelerdir?
3. Adana İlinde yapılacak kamu hizmetleriyle
ilgili olarak, 2000 malî yılı bütçesinden ayrılan ödenek ne kadardır?
4. Adana İlinde personel açığınız var mıdır?Bu
konudaki personel politikanız nasıldır?
5. Görev alanınızla ilgili olarak, Adana İline
götürdüğünüz kamu hizmetlerini, bölgesel dengeler açısından nasıl
değerlendiriyorsunuz?
T.C.
Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı
Basın ve Halkla
İlişkiler Müşavirliği 13.6.2000
Sayı
: B.14.0.BHİ.01-218
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 22.5.2000 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2044-5552/13291
sayılı yazınız.
Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, “Adana İli ve ilçelerinde yürütülen
proje ve hizmetlere” ilişkin olarak tarafımdan cevaplandırılmasını istediği
(7/2044) esas no.lu yazılı soru önergesiyle ilgili cevabımız ekte takdim
edilmiştir.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Ahmet Kenan
Tanrıkulu
Sanayi ve Ticaret
Bakanı
Adana
Milletvekili Sayın Ali Halaman’ın Yazılı Sorularına İlişkin Cevaplarımız
Cevap – 1
Adana İli ve ilçelerinde yürütülen projeler aşağıda verilmektedir :
Organize Sanayi Bölgeleri (OSB)
– Merkez II nci (Hacı Sabancı) - 600 hektar (1)
– Merkez I inci (Hacı Sabancı) - Arıtma 500 hektar
– Kozan - 170 hektar
(1) Etüd kamulaştırma ve yatırım için gereken harcamaların tamamı
müteşebbis heyet tarafından karşılanacaktır.
Küçük Sanayi Sitesi (KSS)
– Seyhan - 120 işyeri, altyapı
– Yüreğir (Doğu) - 600 işyeri, çırak okulu, altyapı
– İmamoğlu - 300 işyeri, çırak okulu, altyapı
Bakanlığımız bağlı kuruluşu Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve
Destekleme İdaresi Başkanlığı hedef kitlesi sanayici ve girişimcilere yönelik
olarak, eğitim, danışmanlık, teknoloji, bilgi sistemleri ve pazarlama
faaliyetlerini yürütmektedir. Bu çerçevede yürütülen hizmetler kapsamında,
Adana İli KOSGEB Merkez Müdürlüğü 2000 yılı bütçe ödeneği 300 milyar 482 milyon
TL’dir.
Teknoloji bazlığı faaliyetlere yönelik olarak üniversite-sanayi
işbirliği çerçevesinde firmalara verilen danışmanlık hizmetleri merkez bütçesi
içerisinde önemli bir yer tutmaktadır.
Firmaların ihracat imkânları hususunda önümüzdeki yıllarda bir engel
teşkil edecek CE markalama işareti konusunda, Türkiye genelinde yürütülen proje
kapsamında Adana merkezi de yer almaktadır.
Bakanlığımıza bağlı diğer kuruluşlarımızın Adana İlinde 2000 yılı
yatırım programı kapsamında yatırım faaliyetleri bulunmamaktadır.
Cevap - 2.5
Adana İlindeki OSB ve KSSprojelerine ilişkin olarak Bakanlığımıza
intikal eden taleplerden, kriterlere uygun olanlar tespit edilip, yatırım
programı tekliflerimize dahil edilmekte ve yatırım programlarına dahil
edilmelerini müteakip yapım aşamasına geçilmektedir. Bu kapsamda, Adana İlinde
500 hektar büyüklüğünde 1 adet OSBprojesi ile (Merkez I inci (Hacı Sabancı)
1552 işyerinden müteşekkil 4 adet KSSprojesi (Ceyhan, Merkez Metal İşleri,
Merkez Ağaç İşleri ve Kozan) tamamlanarak sanayicinin hizmetine sunulmuştur.
Cevap - 3
Adana İli için, Bakanlığımız 2000 yılı yatırım programında devam eden üç
adet OSB için 203 milyar 912 milyon TL ödenek ayrılmış olup Bakanlığımızca 300
milyar TL ek ödenek sağlanarak bu meblağ 503 milyar 912 milyon TL’ye
çıkartılmıştır. KSSprojeleri için ise 281 milyar 591 milyon TL ödenek ayrılmış
olup 2000 yılında Adana İlindeki OSB ve KSS projeleri için ayrılan toplam
ödenek 785,5 milyar TL olmuştur.
Cevap - 4
Bakanlığımızın Adana İl Sanayi ve Ticaret Müdürlüğü emrinde personel
açığı bulunmamaktadır. Ayrıca Bakanlığımız bağlı kuruluşu KOSGEB’in Adana İli
Merkez Müdürlüğünde de kadro açığı bulunmamaktadır.
Adana
Sanayi ve Ticaret Müdürlüğünün Personel Kadro Listesi
Unvanı Sınıfı Dolu Boş Adedi
İl San. ve Tic. Müdürü GİH 1 – 1
İl STM Yrd. GİH 1 – 1
Şube Müd. GİH 4 – 4
Bors. Kom. GİH – 1 –
Şef GİH 5 2 7
Memur GİH 5 2 7
Daktilograf GİH 3 – 3
Sekreter GİH – 1 1
Şoför GİH – 2 2
Mühendis THS 9 – 9
Mimar THS 1 – 1
Tekniker THS 1 – 1
Ölç. Ay. Mem. THS 5 1 6
Hizmetli YHS – 1 1
4. – İstanbul Milletvekili M. Murat
Sökmenoğlu’nun, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunda izlenen politikaya
ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in cevabı (7/2119)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Dışişleri Bakanı Sayın İsmail Cem tarafından
yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ve talep ederim. Saygılarımla.
M. Murat Sökmenoğlu
İstanbul
1. Avrupa Birliği ile entegrasyon süreci içinde çok
önemli jeopolitik ve jeostratejik imkânlara sahip olan Türkiye; vakit
kaybetmeden, Lauzanne’ı unutmadan, unutturmadan iç dinamiklerini Avrupa Birliği
yolunda ne zaman harekete geçirecektir? Harekete geçilmiş ise hangi boyutta
olmuştur?
2. Avrupa ve Savunma Kimliği Konsepti konusunda geç
kalmadan, gerekli müdahale yapılırken Dışişleri Bakanlığının bu konudaki tutumu
hangi boyuttadır? Bakanlıklararası koordinasyon tam mıdır?
3. Avrupa Birliğine geçiş sürecinde Batı Avrupa
Birliğindeki haklarımızın yeni savunma boyutu içinde muhafaza edilmesini
sağlamak için ne gibi girişimlerde bulunulmuştur? Türkiye’nin Avrupa’nın yeni
savunma şemsiyesi dışında bırakılma girişimleri karşısında ne yapılmaktadır?
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı 21.6.2000
Siyaset
Planlama Genel Müdürlüğü
Sayı :
SPGM/373-343
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 29 Mayıs
2000 tarihli ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00,.02-7/2119-5741/13785 sayılı
yazıları.
İstanbul Milletvekili Sayın Murat Sökmenoğlu’nun ilgide kayıtlı
yazılarına konu soru önergelerinin yanıtları ilişikte sunulmuştur.
Saygılarımla arz ederim.
İsmail Cem
Dışişleri Bakanı
İstanbul
Milletvekili Sayın Murat Sökmenoğlu’nun Sayın Bakanımıza
Yazılı
Soruları ve Yanıtları
Soru 1. : Avrupa Birliği ile entegrasyon süreci içinde çok önemli
jeopolitik ve jeostratejik imkânlara sahip olan Türkiye; vakit kaybetmeden,
Lauzanne’ı unutmadan, unutturmadan iç dinamiklerini Avrupa Birliği yolunda ne
zaman harekete geçirecektir? Harekete geçilmiş ise hangi boyutta olmuştur?
Cevap 2. : Bilindiği üzere, AB ile entegrasyon süreci esas itibariyle
bir uyum sürecidir. Türkiye, Helsinki Zirvesi ile başlayan bu süreçte, diğer
adaylar gibi, Kopenhag kriterleri olarak adlandırılan üyeliğin objektif
koşullarını AB ile diyalog içinde yerine getirmek durumundadır. Bu bağlamda, AB
Komisyonu, bize de danışmak suretiyle, üyelik kriterlerine uyum için nelerin
hangi zaman dilimi içinde yapılacağını gösteren bir Katılım Ortaklığı belgesi
hazırlayacaktır. Bu belgede, Türkiye’ye yapılacak malî yardımlar da
belirtilecektir. Türkiye’de, bu belgeyi esas almak suretiyle bir Ulusal Program
hazırlayarak uygulamaya koyacaktır. AB Komisyonunun Katılım Ortağı belgesinin
ilk taslağını Temmuz ayında tarafımıza sunması, görüşlerimizi ve Konseyin
onayını aldıktan sonra, nihaî belgeyi 8 Kasım’da bize iletmesi beklenmektedir.
Türkiye’nin Ulusal Programını da Aralık içinde tamamlaması öngörülmektedir.
Türkiye Ulusal Programıyla ilgili teknik çalışmalara başlamış, AB ile
müzakerelerin açılması için öncelik taşıyan siyasî kriterlere uyum konusunda,
kısa ve orta vadeli bir takvim de içeren teknik raporunu sonuçlandırmak
üzeredir. Bu rapor, Başbakanlığa bağlı İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurul
Sekretaryasınca, Bakanlığımız dahil, ilgili Bakanlık ve Kamu Kuruluşları
temsilcilerinin katkılarıyla hazırlanmış olup, Kopenhag siyasî kriterlerine
uyum için Anasayamız ve ulusal mevzuatımızda yapılması gerekli değişiklik
önerilerini içermektedir. Bundan sonraki aşamada raporun Türkiye Büyük Millet
Meclisi çatısı altında ele alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
Öte yandan, üyelik hazırlıklarının ortaya çıkaracağı yeni ihtiyaç ve
çalışma hacmine uyum sağlanması
amacıyla, idarî anlamda yeni bir görev dağılımına gidilmesi uygun görülmüştür.
Bu bağlamda, Türkiye’nin ekonomik ve teknik açıdan Topluluk müktesebatına
uyumunun iç koordinasyonunu yürütmek üzere, Başbakanlığa bağlı bir AB Genel
Sekreterliği kurulması öngörülmüş, bu konuda hazırlanmış olan Kanun Tasarısı
Türkiye Büyük Millet Meclisine sevkedilmiştir.
Soru 2. : Avrupa ve Savunma Kimliği Konsepti konusunda geç kalmadan,
gerekli müdahale yapılırken Dışişleri Bakanlığının bu konudaki tutumu hangi
boyuttadır? Bakanlıklarası Koordinasyon tam mıdır?
Cevap 2. : Türkiye, Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliğinin (AGSK)
geliştirilmesini ve Avrupalıların kıtanın güvenliği ve savunmasında daha fazla
rol üstlenmelerini tabiî görmektedir. Ayrıca, AB çerçevesinde de böyle bir
kimliğin geliştirilmesine NATO bağlamında karşı değiliz ve yeni mekanizmalar
ile yapılanmalarda uygun bir yer ve rol almak için çaba sarfetmekteyiz.
AGSK ile ilgili olarak sürdürülen çalışmalara şeffaflık, kapsayıcılık ve
güvenliğin bölünmezliği ilkelerinin yön vermesi gerektiğine inanıyoruz. Bu
çalışmaların Transatlantik işbirliğine zarar vermemesi ve NATO’nun Avrupa
güvenliğindeki öncü rolünün aşındırılmasına yol açmaması gerektiği
kanaatindeyiz. Ülkemiz, 50 yıldan bu yana Avrupa’nın güvenliğine yaptığı
katkıları devam ettirme iradesinin de bir göstergesi olarak AB’nin Helsinki’de
belirlediği “Temel Hedef” e katkıda bulunma önerisini AB’ye iletmiştir. Bu
önerimize şimdilik sadece bir ön yanıt alabildik. Kesin yanıtı, “Temel Hedef”le
ilgili olarak Kasım ayında yapılacak AB konferansından sonra alabileceğimiz
anlaşılıyor.
AGSK/AOGSP (Avrupa Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası) ve AB’nin
Avrupa Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası ile ilgili gelişmeler Dışişleri
Bakanlığı ve diğer kurumlar arasında sürekli bir eşgüdüm halinde izlenmekte ve
gerekli işbirliği yapılmaktadır. Nitekim, 1999 Aralık ayında aktedilen AB
Helsinki Zirvesi ve NATO Dışişleri Bakanlıkları toplantısı sonrasında AGSK ve
AOGSP ile ilgili gelişmelerin kazandığı ivme de dikkate alınarak, Ankara’da
Dışişleri ve Millî Savunma Bakanlıkları, Genelkurmay Başkanlığı ve Millî
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği yetkilileri ile Türkiye’nin AB, BAB ve NATO
nezdindeki Daimi Temsilcileri ve BAB ve NATO nezdindeki Türk Askerî Temsil
Heyeti Başkanlarının katıldıkları üst düzeyli bir değerlendirme toplantısı
düzenlenmiştir. Bu toplantıda, AGSK’nın NATO içinde ve dışında geliştirilmesi
çabalarına ilişkin temel tespitler yapılmış; Türkiye’nin bu süreçteki hedefleri
ve bu hedeflere varılması yönünde izleyeceği yöntem belirlenmiştir.
Buna ilâveten, 19-20 Haziran 2000 tarihlerinde yapılacak AB Feira Zirvesinde
onaylanması beklenen, AOGSP kapsamında üçüncü ülkelerle ilişkiler (katılım) ve
NATO-AB ilişkileri kâğıtlarının beklentilerimizi tam anlamıyla karşılamaması,
24-25 Mayıs 2000 tarihlerinde Floransa’da düzenlenen Kuzey Atlantik Konseyi
Dışişleri Bakanları İlkbahar Toplantısı ve AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik
Politikası YüksekKomiseri Solana’nın 1 Haziran 2000 günü Ankara’ya yaptığı
ziyaret ışığında Dışişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında 6
Haziran 2000 tarihinde ikinci bir değerlendirme toplantısı yapılmıştır.
Gelişmeler izlenmekte olup, Feira sonrasında yeni bir durum değerlendirmesi
yapılacaktır.
Soru 3. : Avrupa Birliğine geçiş sürecinde Batı Avrupa Birliğindeki
haklarımızın yeni savunma boyutu içinde muhafaza edilmesini sağlamak için ne
gibi girişimlerde bulunulmuştur? Türkiye’nin Avrupa’nın yeni savunma şemsiyesi
dışında bırakılma girişimleri karşısında ne yapılmaktadır?
Cevap 3. : 23-24 Nisan 1999 tarihlerinde Vaşington’da düzenlenen NATO
Zirve toplantısında kabul edilen Ortak
Bildiri ve Stratejik Konsept hükümleri çerçevesinde, Türkiye’nin AOGSP’nin
geliştirilmesi çabalarında savunduğu husus, Batı Avrupa Birliğindeki (BAB)
kazanımlarımızın muhafazası ve bunların daha da geliştirilerek AB’ye üye
olmayan 6 Avrupalı müttefikin AB içindeki yeni yapılanmaya tam katılımını
mümkün kılacak kurumsal bir çerçeveye oturtulması olmuştur. Bu bağlamda
Dışişleri Bakanlığı ve dış temsilciliklerimizce yapılan girişimlerde üzerinde
ısrarla durulan beklentilerimiz şöyle özetlenebilir :
Avrupa güvenliğini ilgilendiren konularda, halen BAB içinde yapıldığı
gibi, günlük planlama ve danışmalara Türkiye’nin düzenli olarak katılımı,
NATO imkân ve yeteneklerinin kullanılacağı AB öncülüğündeki
operasyonlarla ilgili karar almaya varan sürece ve uygulama safhasına
Türkiye’nin tam ve eşit katılımı,
NATO imkân ve yeteneklerinin kullanılmayacağı AB öncülüğündeki
operasyonlarda ise Türkiye’nin karar oluşturma sürecine katılımının temini ve
harekâta ilişkin karar mekanizmasına tam ve eşit katılım.
Öte yandan, ülkemiz henüz tam üyesi olmadığı AB içinde, AOGSP’nin
geliştirilmesi çabalarından haberdar olmasına
ve görüşlerini zamanlıca dile getirmesine yardımcı olması açısından,
üyesi olduğu NATO ile AB arasında karşılıklılığı ve şeffaflığı esas alan
kurumsal ve yapısal bir ilişki tesis edilmesi ve bu ilişkinin tercihan iki
örgüt arasında aktedilecek bir çerçeve anlaşması zeminininde yürütülmesi
görüşündedir.
Yukarıda kısaca özetlediğim görüş ve beklentilerimizin karşılanması
amacıyla son dönemde yapılan girişimlerden örnek vermek gerekirse;
1. NATO Genel Sekreterinin 9-10 Mart 2000 tarihlerinde Ankara’ya yaptığı
ziyaret sırasında görüşlerimizi yukarıdaki çerçevede kendisine aktardım.
2. Sayın Millî Savunma Bakanımız, başka vesilelerle de yaptıkları gibi,
15-16 Mayıs 2000 tarihlerinde Porto’da düzenlenen BAB Bakanlar Konseyi
toplantısında görüşlerimizi bir kez daha dile getirmiş, BAB toplantısı
çerçevesinde görüştüğü İngiliz karşıtına gerekli izahatlarda bulunmuştur.
3. 24-25 Mayıs 2000 tarihlerinde Floransa’da düzenlenen Kuzey Atlantik
Konseyi toplantısında görüşlerimiz teyit edilmiştir. İngiliz, Hollandalı ve
İspanyol muhataplarıma Floransa’da yaptığım görüşmelerde görüş ve
beklentilerimizi muhataplarımın dikkatine bir kez daha getirdim.
4. Son olarak 31 Mart 2000 tarihinde NATO üyesi AB ülkelerinin, ki
bunlar 11 ülkedir, Ankara’daki Büyükelçiliklerine birer nota göndererek, Feira
Zirvesinde onaylanacak katılım kâğıdında veya hiç olmazsa Portekiz Dönem
Başkanlığınca Feira’ya sunulacak ilerleme raporunda ileriye yönelik açılımlar
yapılması beklentimizi ilettik.
5. AB Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Solana’nın
1Haziran 2000 tarihinde Ankara’ya yaptığı ziyaret sırasında kendisine görüş ve
beklentilerimizi ayrıntılı şekilde aktardık.
6. Bu girişimlere ilâveten, ilgili dış temsilciliklerimiz AGSK/AOGSP
konusundaki görüş ve beklentilerimizi her vesileyle bulundukları ülke
makamlarına aktarmakta; gerekli girişimlerde bulunmaktadırlar.
AGSK/AOGSP’nin geliştirilmesi çabaları gerek NATO gerek AB içinde halen bir
süreç olarak devam etmektedir. Avrupa güvenlik ve savunmasına 1952 yılından
beri önemli katkılarda bulunan ülkemizin yeni yapılanma içinde uygun bir yer
alacağı yönündeki inancımızı korumaktayız. Temennimiz AB’nin Türkiye gibi AB’ne
üye olmayan Avrupalı NATO müttefiklerinin katılımı konusunda tatminkâr bir
düzenlemeyi belirleme sağduyusunu göstermesidir. Böyle bir düzenleme, AOGSP
bağlamında tespiti gereken NATO-AB ilişkileri ve işbirliği usulleri üzerinde
mutabakata varılmasını da kolaylaştıracaktır.
5. – Balıkesir Milletvekili İlhan
Aytekin’in, kamu kuruluşlarının kamplarında başörtüsü yasağı getiren genelgeye
ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
DevletBahçeli’nin cevabı (7/2121)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sorularımın delaletinizle, Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak
cevaplandırılması hususunu müsaadelerinize saygılarımla arz ederim.
İlhan Aytekin
Balıkesir
DPT Müsteşarlığının 2000/7 sayılı genelgesinde; kampa iştirak edeceklere
(çarşaf, türban, tesettür vb. kıyafetler yasaktır.) denilmektedir. Bu cümleden
olarak;
1. DPT kurulduğundan bugüne böyle bir uygulama olmuş mudur?
2. Bu yıl hangi ihtiyaçtan dolayı genelgeye söz konusu yasak
konulmuştur?
3. Kamp kıyafetlerine müdahale başladığına göre :
– Mayoların biçimi ile ilgili (mesela bikini gibi)
– Veya rengi ile ilgili (yeşil olmaz gibi) şartlar da getirilecek midir?
4. Mes’uller, böyle bir yasaklama Müsteşarlığın görevi ise, bugüne kadar
yapılmadığı için vazifeyi ihmalden mi, yoksa, işgüzarlığından mı muameleye tâbi
tutulacaklardır?
5. Bilindiği üzere bu kamplar milletimizin parası ile yapılmaktadır.
Bundan böyle, kamuda, okulda, kampta hayat hakkı tanınmayan başörtülü
hanımların iş sahibi beylerinden, babalarından veya başörtülü iş sahibi
hanımlardan vergi almamak da düşünülüyor mu?
6. Düşünülmüyorsa, hadise anayasanın eşitlik ilkesi ve hukuk devleti
anlayışı ile nasıl kabil-i telif edilecektir?
T.C.
Devlet
Bakanlığı ve 21.6.2000
Başbakan
Yardımcılığı
Sayı :
B.02.0.001/01664
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 29.5.2000 tarihli
ve.A.01.0.GNS.0.10.00,.02-7/2121-5748/13812 sayılı yazınız.
Balıkesir Milletvekili İlhan Aytekin’in, Sayın Başbakanımıza tevcih
ettiği ve tarafımdan cevaplandırılması tensip edilen 7/2121-5748 Esas No. lu
yazılı soru önergesine verilen cevap ekte gönderilmektedir.
Bilgilerinize arz ederim.
Dr. Devlet Bahçeli
Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı
Balıkesir
Milletvekili İlhan Aytekin’in, Sayın Başbakanımıza Tevcih Ettiği
Yazılı
Soru Önergesinin Cevabı :
Soru :
DPT Müsteşarlığının 2000/7 sayılı genelgesinde; kampa iştirak edeceklere
(çarşaf, türban, tesettür vb. kıyafetler yasaktır.) denilmektedir. Bu cümleden
olarak;
1. DPT kurulduğundan bugüne böyle bir uygulama olmuş mudur?
2. Bu yıl hangi ihtiyaçtan dolayı genelgeye söz konusu yasak
konulmuştur?
3. Kamp kıyafetlerine müdahale başladığına göre :
– Mayoların biçimi ile ilgili (mesela bikini gibi)
– Veya rengi ile ilgili (yeşil olmaz gibi) şartlar da getirilecek midir?
4. Mes’uller, böyle bir yasaklama Müsteşarlığın görevi ise, bugüne kadar
yapılmadığı için vazifeyi ihmalden mi, yoksa, işgüzarlığından mı muameleye tâbi
tutulacaklardır?
5. Bilindiği üzere bu kamplar milletimizin parası ile yapılmaktadır.
Bundan böyle, kamuda, okulda, kampta hayat hakkı tanınmayan başörtülü
hanımların iş sahibi beylerinden, babalarından veya başörtülü iş sahibi
hanımlardan vergi almamak da düşünülüyor mu?
6. Düşünülmüyorsa, hadise anayasanın eşitlik ilkesi ve hukuk devleti
anlayışı ile nasıl kabil-i telif edilecektir?
Cevap :
Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığının 20.4.2000 tarih ve 2000/7
sayılı genelgesinde, DPT Marmaris Milletlerarası Yurt İçi Eğitim ve Seminer
Sitesinin hizmete açılacağı tarih ve devreleri duyurulmakta, iştirak etmek
isteyen personelin istek formlarını gönderecekleri en son tarih
bildirilmektedir. Genelge metninde, “Kampa iştirak edeceklere (Çarşaf, türban,
tesettür vb. kıyafetler yasaktır)” ibareleri yer almamaktadır.
Söz konusu ibareler, Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığına tahsisli
olup, 3.3.1989 tarihinde imzalanan sözleşme ve eki protokol hükümlerine göre
işletmeciliği 15 yıllığına TC Merkez Bankasına verilen DPT Marmaris Eğitim,
Seminer ve Dinlenme Sitesinin kullanımıyla ilgili olarak, yine Protokol
hükümleri uyarınca TC Merkez Bankası tarafından hazırlanan “Katılım İstek
Formu”ndaki açıklamalarla ilgili bulunmaktadır.
TC Merkez Bankasının konuya açıklık getiren yazılarında; uluslararası
nitelikte olan ve zaman zaman yabancı konukların da misafir edildiği, çağdaş
görünümü korumak istedikleri dinlenme sitelerinin özellikle sosyal amaçlı
olmasına özen gösterildiği, bu bağlamda sosyal tesislerde kot pantolon ve
ceketsiz misafir kabul edilmediği, yemekhanelerine mayo ile girilmediği gibi
çağdaş olmayan kıyafetlerin kabulünün uygun olmadığının düşünüldüğü; bu
çerçevede olmak üzere başörtüsünün sitelerinde kabul edildiği, Anadolu usulü
geleneksel biçimde bağlanmış başörtüsüne izin verildiği, ancak bunun dışında
hiçbir akımın temsiline ya da simgelerinin sergilenmesine izin verilmemesine
dikkat edildiği, gördükleri lüzum üzerine ilk defa 2000 yılında kılık-kıyafet
konusunda duyuru yapıldığı bildirilmiştir.
T.C.
Başbakanlık 9.6.2000
Devlet
Planlama Teşkilâtı
Müsteşarlığı
(Hukuk
Müşavirliği)
Sayı :
B.02.1.DPT.0.61.41/2355
Devlet
Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığına
(Sn.
Dr. Devlet Bahçeli)
İlgi : Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığının
(Sn. Dr. Devlet Bahçeli) 2.6.2000 tarihli ve 1473 sayılı Evrak Akış ve Talimat
Fişi eki Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün 1.6.2000 tarih ve
B.02.0.KKG.0.12/106-250-2/2750 sayılı yazısı ve ekleri.
1. Balıkesir Milletvekili İlhan Aytekin’in, Sayın
Başbakanımıza tevcih ettiği yazılı soru önergesinde yer alan hususlara dair
cevabımız aşağıda bilgilerinize sunulmaktadır.
Devlet Planlama Teşkilâtı Marmaris Milletlerarası ve Yurt İçi Eğitim, Seminer ve Dinlenme
Sitesinin işletme hakkı, 3.3.1989 tarihinde Devlet Planlama Teşkilâtı
Müsteşarlığı ile TC Merkez Bankası Başkanlığı arasında yapılan sözleşme eki
protokolün süresi 15 yıldır ve 2004 yılı Mart ayında sona erecektir.
TC Merkez Bankası ile yapılan söz konusu sözleşme eki protokolün
karşılıklı yükümlülükler başlığını taşıyan Madde IV’ün üçüncü bendinde;
“Müsteşarlık (DevletPlanlama Teşkilâtı), gerek tesisin işletilmesi gerekse
tesisten yararlanmaları ile ilgili olarak Bankaca (TC Merkez Bankası)
belirlenecek usul ve esaslara müdahale etmeyecektir.” denildikten sonra
dördüncü bendinde de “Banka, tesiste, benzer özel tesis ve tatil köylerindeki
çağdaş ve mevsimin gerektirdiği olağan giyim, kuşam ve ortamın yaratılması için
gerekli önlemleri alır.” hükmü yer almıştır. Dolayısıyla, protokol hükümleri
çerçevesinde, tesisin işletilmesiyle ilgili olarak Teşkilâtımızın herhangi bir
düzenleme ve müdahale yetkisi bulunmamaktadır.
Protokol gereği, tesislerden faydalanmak üzere Devlet Planlama Teşkilâtı
personeline tanınan 2000 yılına ait kontenjanın kullanılması amacıyla TC Merkez
Bankası, Devlet Planlama Teşkilâtına bir yazı göndermiştir. Bu yazı ekinde yer
alan ve TC Merkez Bankası tarafından hazırlanan “Katılım İstek Formunun” arka
yüzünde tesise katılım esaslarını belirten açıklamalar yer almış ve bu form
kamptan yararlanmak isteyenlerin başvurabilmesi için mensuplarımıza
dağıtılmıştır. Devlet Planlama Teşkilâtının kampa katılacaklara duyuru
mahiyetindeki genelgesinde ise giyim kuşama ilişkin herhangi bir ibare yer
almamıştır. Protokol hükümleri gereğince Teşkilâtımızın, tesisin işletilmesi
konusunda herhangi bir müdahale yetkisi olmadığından, TC Merkez Bankası tarafından
hazırlanan “Katılım İstek Formu” ve katılım esaslarına ilişkin “Açıklamalar”
Teşkilâtımızca hazırlanan genelgeye ek olarak konulmuştur. Basındaki haber ve
yorumlarda değerlendirilen giyim ve kuşamla ilgili ibareler, genelgemiz ekinde
yer alan TC Merkez Bankasınca hazırlanarak DPT’ye gönderilen “Katılım
Esaslarını İçeren Açıklamalar” da yer aldığı ekli örnekte görülmektedir.
Görüldüğü üzere, Devlet Planlama Teşkilâtının re’sen bir yasaklaması
veya soru önergesinde ileri sürülen hususlara ilişkin bir uygulaması söz konusu
olmadığı gibi bu yönde bir düşüncesi de bulunmamaktadır.
Bilgilerinize arz ederim.
Dr. Akın İzmirlioğlu
Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarı
T.C.
Başbakanlık 20.4.2000
Devlet
Planlama Teşkilâtı
Müsteşarlığı
(Genel
Sekreterlik)
Sayı :
B.02.1.DPT.0.70.73
Genelge–2000/7
DPT Marmaris Milletlerarası Yurt İçi Eğitim ve Seminer Sitesi 28 Mayıs
2000 tarihinden (Hazırlık çalışmalarının yetişmemesi veya yeterli katılımcı
olmaması gibi nedenlerle 1 inci devre
açılmayabilir) itibaren hizmete açılacak olup, 12’şer günlük devre tarihleri
aşağıda belirtilmiştir.
Devre No : Başlangıç
Tarihi : Bitiş Tarihi :
1 28
Mayıs 9
Haziran 2000
2 11
Haziran 23
Haziran 2000
3 25
Haziran 7
Temmuz 2000
4 9
Temmuz 21
Temmuz 2000
5 23
Temmuz 4
Ağustos 2000
6 6
Ağustos 18
Ağustos 2000
7 20
Ağustos 1
Eylül 2000
8 3
Eylül 15
Eylül 2000
9 17
Eylül 29
Eylül 2000
10 1
Ekim 13
Ekim 2000
İştirak etmek isteyen elemanlarımızın istek formlarını
eksiksiz doldurarak 28.4.2000 tarihine kadar Sosyal İşler Şube Müdürlüğüne
göndermeleri gerekmektedir.
Yukarıda belirtilen devrelere yapılan müracaatların
kontenjandan fazla olmaması halinde 3.5.2000 günü saat 15.00’te 20 nci kat toplantı salonunda her devre için ayrı ayrı
kura çekilecektir.
Bilgilerinizi arz ve rica ederim.
Selver Korkut
Genel Sekreter
DPT
Marmaris Milletlerarası Yurt İçi Eğitim ve Seminer Sitesi 2000 Yılı
İşletme
Sezonu İle İlgili Bilgi Notu :
1. 1774 Sayılı Kimlik Bildirme Yasası gereğince siteye katılan tüm
konukların hüviyetlerini site yöneticiliğine ibraz etmeleri ve ilgili formları
doldurmaları gerekmektedir.
2. İstek formlarında ismi yazılı olanlardan başkası seminer sitesinden
yararlanamayacaktır. (Günübirlik gelenler hariç).
3. Katılımcılar tahsis belgesi ile siteye başvuracaklardır.
4. Devrelerin başlangıç günü saat 10:00’da başlar. İlk gün öğle ve akşam
yemeği, bitiş günü ise sadece sabah kahvaltısı verilir. Devre bitiminde site en
geç saat 10.00’da boşaltılır.
5. Devre aralarında yeni devre için gerekli temizlik ve bakım
çalışmaları yapılacağından siteye görevliler dışında kimse alınmayacaktır.
6. Seminer sitesinde 1 devreden fazla kalınamayacağı gibi 1 den fazla
lojman talebinde de bulunulamaz.
7. Yapılan tahsisler başka birisine devredilemez. Katılmaktan
vazgeçilmesi veya katılımcı sayısında değişiklik olması halinde bu durum devre
başlangıç tarihinden 5 gün önce Sosyal İşler Şube Müdürlüğüne bildirilecektir.
Ayrıca kendi adına kuraya katılıp, gitmekten vazgeçen ve başkalarını kampa
göndermek isteyenlerin yerleri iptal edilir.
8. Emekli olan personelimiz 1, 2, 9
ve 10 uncu devrelere katılabilecek olup, diğer devrelerde boş yer
bulunması halinde talep sırasına göre katılabileceklerdir.
9. Siteye katılacak olanlar beraberinde hiç bir surette evcil
hayvanlarını getiremezler.
10. Sitede küçük konaklama yerleri 2 kişilik, büyük konaklama yerleri
ise 4 kişilik olup, zorunlu hallerde 1 yatak ilâve edilebilir. Belirtilen kişi
sayısından fazlası sitelere kabul edilmez. Ancak, tahsis sahibi ile birlikte
eşi ve çocukları toplamı 5 kişiyi geçerse ayrıca değerlendirilebilir.
11. Katılımcılar, beraberinde getirdikleri konukların genel
davranışlarından ve site kurallarına uymalarından sorumludurlar. Konukların
kurallara uymayarak sitenin genel husur ve sükununu bozanların, site ile
ilişkileri derhal kesilir.
12. Sitede servis kasasına Başkanlık Makamı talimatı gereği kıymetli
eşya kabul edilmez.
13. Ücretler (Kişi Başına) :
a) Teşkilâtımız mensubu, emeklisi ve beraberindeki katılımcılar için :
1, 2, 9, 10 uncu devreler 50 000 000 TL., 3-8 inci devreler ise 70 000 000 TL
dir.
b) 1 Mayıs 1997 tarihinden sonra doğan çocuklar için (0-3 yaş) yemek
talep edilmemesi halinde ücret alınmayacak, yemek talep edilmesi halinde bu
çocuklar 3-7 yaş grubu içinde değerlendirilecek, 1 Mayıs 1993-1 Mayıs 1997 tarihleri arasında doğan çocuklar (3-7 yaş)
için ise konaklama ücretinin % 50’si tutarında ücret alınacaktır.
c) Sitede fiyatlar bir kişi için 12 günlük (tam pansiyon) konaklama
bedeli olarak tespit edilmekte olduğundan daha kısa süreli tahsis imkânı
bulunmamaktadır. Ancak, siteden erken ayrılmak zorunda kalanlardan kabul
edilebilir mazeretini (göreve geri çağrılma, vefat, sağlık sorunları vb.)
belgeleyen mensup/emeklilerin 7 günden az kalmış olmaları koşuluyla TC Merkez
Bankasına başvurmaları halinde kendilerinden
kişi başına günlük 1 inci 2 nci 9 uncu ve 10 uncu devreler için 5 500 000 TL, 3-8 inci devreler için
ise 8 000 000 TL üzerinden ücret tahsil edilecektir.
d) Gerçekleştirilmesi zorunlu bakım, onarım, temizlik ve benzeri hizmetler
nedeniyle devre aralarında siteye konuk kabul edilmeyecek olup, ancak hastalık
gibi kabul edilebilir nedenlerle devre aralarında da sitede kalmak isteyenler
için kişi başına günlük ücret 13 500 000 TL dir.
e) Müsteşarlığımız kontenjanından siteye katılan ancak Müsteşarlığımız
mensubu-emeklisi olmayan konukları ücretleri sitede peşin tahsil edilir. Peşin
olarak sitenin başlangıç gününde konaklama ücretini yatırmayanlar siteye kabul
edilmezler.
f) Konaklama ücretleri peşin ya da kura çekimini takip eden ay başında
(15 Mayıs 2000) ilk taksidi kesilmek üzere kalan ücretleri siteye katılınan
devreyi takip eden ay başından itibaren 15 Kasım 2000 tarihine kadar en çok 5
taksitte tahsil edilir. Siteye katılmaktan vazgeçilmesi veya katılımcı
sayısında değişiklik olması halinde bu durumun devre başlangıç tarihinden en
geç 10 gün önce Sosyal İşler Şube
Müdürlüğüne bildirilmesi gerekmektedir. Vazgeçtiğini zamanında bildirmeyen
elemanlarımızın maaşlarından kesilen ilk taksit Aralık 2000 ayında iade
edilecektir.
İşletme Protokolü
Madde I – Tanım :
İşbu protokol, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası İdare Merkezi ile
Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı (Bundan böyle kısaca “Banka”
ve “Müsteşarlık” olarak anılacaklardır) arasında akdedilen 3.3.1989 tarihli
sözleşmenin eki ve ayrılmaz bir parçası sayılır.
Madde II – Kapsam :
Müsteşarlıkça Bankaya ariyet olarak verilmiş bulunan tesisin Bankaca
işletilme ve tesisten yararlanma usul ve esasları protokolün müteakip
maddelerinde belirlenmiştir.
Madde III – Teslim :
Müsteşarlık tesisi, Bayındırlık Bakanlığınca yapılacak tasfiye kabulünü
müteakip, Banka ile aralarında tespit edilecek tamamlanması gereken işlerin
yerine getirilmesinden sonra teslim eder.
Bu işlerin yerine getirilip getirilmediği Banka ile Müsteşarlığın eşit
sayıdaki görevlilerinden oluşacak bir komisyonca tespit olunur.
Madde IV – Karşılıklı Yükümlülükler :
1. Banka tesisin işletilmesini, yararlananların ihtiyaçlarına uygun
surette ve asgarî kendi benzer tesislerindeki hizmet düzeyi ve anlayışını
koruyarak yürütecektir.
2. İşletme için gerekli personelin temini ile bunların ücret ve diğer
haklarının karşılanması Bankaya aittir.
3. Müsteşarlık, gerek tesisin işletilmesi gerekse mensupların tesisten
yararlanmaları ile ilgili olarak Bankaca belirlenecek usul ve esaslara müdahale
etmeyecektir.
4. Banka, tesiste, benzer özel tesis ve tatil köylerindeki çağdaş ve
mevsimin gerektirdiği olağan giyim-kuşam ve ortamın yaratılması için gerekli
önlemleri alır.
Banka, söz konusu ortamı zedeleyici tutum içinde bulunan personel ve
misafirleri tesise kabul etmemekte serbest olup, ayrıca takdiri Müsteşarlığa
ait olmak üzere idarî müeyyide uygulanması için durumu adı geçen Kuruluşa
bildirir.
5. Müsteşarlık, tesisteki elektromekanik ve çalıştırılması özel bilgi
gerektiren sistemlerin işleyişiyle ilgili olarak Banka personeline her türlü
yardımın yapılmasını sağlar.
Madde V – Malî Konular :
1. Banka ve Müsteşarlık protokolün III. maddesi çerçevesinde beraberce
tespit ettikleri tesisteki eksikliklerin giderilmesi için, kendi yükümlülükleri
olarak; Banka azamî 500 000 000 TL, Müsteşarlık da 240 000 000 TL yı ayrı ayrı
tahsis edeceklerdir.
2. Tahsisatın öngörülen doğrultuda kullanılıp kullanılmadığı, ita amiri
Müsteşarlıkça tayin olunacak, ikisi Banka ve ikisi de Müsteşarlık
yetkililerinden oluşan bir komisyonca izlenerek durum imzalanacak bir zabıtla
saptanacak, bu zabıtla belirlenen meblağ ise ita amirince hak sahiplerine
ödenecektir.
3. Protokolün dayanağını teşkil eden sözleşmenin 6 ncı maddesi çerçevesinde
gerçekleştirilecek demirbaş teslim ve devir işlemlerinde de aynı usul takip
edilecektir.
Madde VI – Tesisten Yararlanma :
Tesisten yararlanma usul ve şartlarının ayrıntıları bu konuda yetkili ve
işletmeden sorumlu Banka tarafından ayrıca saptanacak olmakla beraber genel
mahiyetteki temel esaslar aşağıda belirtilmiştir.
1. Banka tarafından sayısı ve tarihleri belirlenecek her dönem için Müsteşarlık ve Bankaya eşit
kontenjan tanınacaktır.
Bu kontenjanların kimlere kullandırılacağı ilgili kuruluşlarca
belirlenir.
Bu tesisin yanısıra, Müsteşarlığın tesisi, sözleşmenin 5 inci maddesinde
sözü edilen milletlerarası ve yurtiçi toplantı ve seminerlerde kullanabilmesi,
esas itibariyle, işletme dönemleri (kamp
devreleri) dışında mümkün olmakla beraber, kamp tahsisleri yapılmadan en
az 3 ay önceden Bankayı haberdar etmek suretiyle, kamp sezonu içinde de
toplantı ve seminerler için kullanılabilecektir.
2. Müsteşarlık, her yararlanma dönemi için belirleyeceği mensuplarını
bir listeyle Bankaya bildirecek, yararlanma bedelinin listede yer alan
kişilerce ilgili banka hesabına yatırılarak dekontunun ibrazını müteakip
adlarına tahsis yapılacaktır.
Müsteşarlık mensuplarının tesisten taksitle yararlanmaları söz konusu
olduğu takdirde ise Müsteşarlık ödenmeyen her taksit tutarını ilgililerin
maaşlarından kesip Bankaya ödemeyi taahhüt eder.
3. Banka tesisten yararlanacak kendi mensuplarıyla Müsteşarlık
mensupları için aynı bedeli uygulayacak ve farklılık yaratmayacaktır.
Madde VII – Yürürlük
İşbu protokol, dayanağını teşkil eden 3.3.1989 tarihli sözleşmeyle
birlikte yürürlüğe girer ve sözleşmenin feshiyle hükümsüz kalır.
Devlet
Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası
Dr. Ali Tigrel Dr. Rüşdü Saracoglu Halil Ruhi Haseski
Müsteşar Başkan Başkan Yardımcısı
TC Başbakanlık
Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı
Ankara
Marmaris Milletlerarası Yurt İçi Eğitim, Seminer ve Dinlenme Sitesinin
28 Mayıs 2000 tarihinden başlamak üzere 10 devre ve 12 şer gün olarak hizmete
açılması ve 1, 2, 9 ve 10 uncu devreler için 12 günlük 50 000 000 TL 3-8 inci devreler için 70 000 000 TL ücret
tahsil edilmesi Yönetim Komitemizce uygun görülmüştür. Devrelerin başlama ve
bitiş tarihlerini gösterir liste ilişiktedir.
Ancak, Sitede depremzedelerin bulunması, boya, bakım onarım gibi
hazırlık çalışmalarının yetişmemesi veya yeterli katılımcı olmaması gibi
nedenlerle 1 inci devre Sitenin konuklara açılmama durumu olabilecektir.
Geçmiş yılların bilgi ve deneyimlerinden hareketle, gerek
Müsteşarlığınız gerekse Bankamız mensuplarının yaz tatillerini en ekonomik ve
sağlıklı koşullarda geçirebilmelerini teminen yapılan çalışmalar sonucunda
anılan Sitenin 2000 yılında işletilmesine ilişkin olarak belirlenen esaslar
aşağıda yer almaktadır.
1. İlişikte gönderilen Müsteşarlığınız mensupları için düzenlenmiş
“Katılım İstek Formları” katılımcılar tarafından doldurulduktan sonra bu
formlar ile birlikte tahsis edilen konaklama yerlerini ve yemek salonunda
oturacakları masa numaralarını belirtir listelerin, devrelerin başlangıç
tarihinden en geç bir hafta önce Bankamız Sosyal İşler Genel Müdürlüğüne
gönderilmesi gerekmektedir.
2. Siteye katılmaktan vazgeçilmesi veya katılımcı sayısında değişiklik
olması halinde bu durumun devre başlangıç tarihinden en geç beş gün önce anılan
Genel Müdürlüğümüze bildirilmesi gerekmektedir.
3. Siteye katılan mensuplarınızdan konaklama ücretleri Sitenin başlangıç
tarihinde peşin veya Siteye katılınan
devreyi takip eden ay başından itibaren bir sonraki yıla devredilmemek kaydıyla
(Temmuz-Kasım) en çok 5 taksitte tahsil edilecektir.
4. Müsteşarlığınız kontenjanından Siteye katılan ancak Müsteşarlığınız
mensubu/emeklisi olmayan konuklarınızdan konaklama ücretleri peşin tahsil
edilecektir. Peşin olarak Sitenin başlangıç gününde konaklama ücretini
yatırmayanlar Siteye kabul edilmeyecektir.
5. Konaklama ücretlerine ilişkin aylık taksit miktarlarının, liste ile
birlikte ait olduğu ayın 18 inci işgününe kadar, İdare Merkezinin Ankara Şubesi
nezdindeki 29-Merkez Hesabına “Marmaris Sitesi” izahatıyla yatırılması
gerekmektedir.
6. Siteye katılacaklar Bankamız Sosyal İşler Genel Müdürlüğünden temin
ettikleri tahsis belgelerini Site Yönetimine ibraz edeceklerdir.
7. Sitede fiyatlar bir kişi için 12 günlük (tam pansiyon) konaklama
bedeli olarak tespit edilmekte olduğundan daha kısa süreli tahsis imkânı
bulunmamaktadır. Ancak, Siteden erken ayrılmak zorunda kalanlardan kabul
edilebilir mazeretini (göreve geri çağrılma, vefat, sağlık sorunları vb)
belgeleyen mensup/emeklilerin 7 günden az kalmış olmaları koşuluyla Bankamıza
başvurmaları halinde kendilerinden kişi başına günlük 1 inci 2 nci 9 uncu ve 10
uncu devreler için 5 500 000 TL. 3-8 inci devreler için ise 8 000 000 TL
üzerinden ücret tahsil edilecektir.
8. Gerçekleştirilmesi zorunlu bakım, onarım, temizlik ve benzeri
hizmetler nedeniyle devre aralarında Siteye konuk kabul edilmeyecek olup, ancak
hastalık gibi kabul edilebilir nedenlerle devre aralarında da Sitede kalmak
isteyenler için kişi başına günlük ücret 13 500 000 TL dır.
Gereğini bilgilerinize arz ederiz.
Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası
İdare Merkezi
Perihan Üçer Ali Erol
Genel Müdür Genel Müdür Yardımcısı
TC Devlet Bakanlığı
Başbakan Yardımcılığı
Ankara
Sayı : 069418 16.6.2000
İlgi : 13 Haziran 2000 tarih B.02.0.001/1630 sayılı yazıları.
T.C. Orman Bakanlığı tarafından Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığına
49 yıllığına kiralanan ve yapılan bir sözleşme ile işletmesi onbeş yıllığına
Bankamıza verilen Marmaris Milletlerarası Yurt İçi Eğitim, Seminer ve Dinlenme Sitesinde sözleşme gereği
imzalanan ve bir örneği ekte sunulan 3 Mart 1989 tarihli “İşletme Protokolü”
nün IV. Madde, 4 üncü fıkrasında : “Banka, tesiste, benzer özel tesis ve tatil
köylerindeki çağdaş ve mevsimin gerektirdiği olağan giyim-kuşam ve ortamın
yaratılması için gerekli önlemleri alır. Banka, söz konusu ortamı zedeleyici
tutum içinde bulunan personel ve misafirleri tesise kabul etmemekte serbest
olup, ayrıca takdiri Müsteşarlığa ait olmak üzere idarî müeyyide uygulanması
için durumu adı geçen kuruluşa bildirir.” denilmektedir (Ek-1). Bu madde
çerçevesinde katılım kuralları Bankamızca saptanmaktadır.
Bankamız, günlük çalışma alanlarının yanısıra Eğitim ve Dinlenme
Sitelerimiz ile Sosyal Tesislerimizde de çağdaş kıyafet anlayışı içinde,
çalışanların Atatürk Devrim ve İlkelerine uygun, uygar, aşırılığa kaçmayacak
şekilde giyinmelerini içeren, Bakanlar Kurulunun 16 Temmuz 1982 tarih, 8/5105
No.lu Kararı uyarınca çıkarılan Kamu Kurum ve Kuruluşlarında çalışan personelin
kılık kıyafetine dair Yönetmeliğe paralel olarak bazı teamül ve kaideler
geliştirilmiş bulunmaktadır. Amaç, zaman ve zemine uygun, ancak şimdiye kadar
çalışanlarımızın da katkılarıyla ve başarıyla koruduğumuz çağdaş kurum
özelliğinden taviz vermeksizin, her türlü ideolojik akımın üzerinde bir ortam
yaratmaktır.
Uluslararası nitelikte olan ve zaman zaman yabancı konuklarımızın da
misafir edildiği, çağdaş görünümünü korumak istediğimiz Dinlenme Sitelerimizin
özellikle sosyal amaçlı olmasına, bunun dışında hiç bir akımın temsiline ya da
simgelerinin sergilenmesine izin verilmemesine özen gösterilmektedir.
Bu çerçevede, seçkin birer yemek ortamının yaratıldığı diğer Sosyal
Tesislerimizde de kot pantolon ve ceketsiz misafir kabul edilmediği, Dinlenme
Sitelerimizdeki yemekhanelere de mayo ile girilemediği gibi, kuvvetle
benimsediğimiz çağdaş ilkeler kapsamı dışında olduğu bilinen kıyafetlerle de
dinlenme sitelerimize misafir kabulünün uygun olmadığı düşünülmektedir.
Benzeri uygulamalar diğer bazı tesislerde olduğu gibi, İzmir-Özdere
Eğitim ve Dinlenme Tesisimizin yanında bulunan Özdere Özel Eğitim Merkezi
Komutanlığında da geçerlidir (Ek-2). Ancak, gayet tabiidir ki Anadolu usulü,
geleneksel biçimde bağlanmış başörtüsü her yerde olduğu gibi
ayırdedilebilmekte, Sitelerimizde de kabul görmektedir.
Sitelerimizde, ilk defa 1999 yılında görülen lüzum üzerine kılık kıyafet
konusunda bir duyuru yapılmış ve bu husus 2000 yılı “Katılım Esaslarını İçeren
Açıklamalar” içinde yer almıştır.
Bilgilerinize arz ederiz.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası
İdare Merkezi
Gazi Erçel N. Süreyya Serdengeçti
Başkan Başkan Yardımcısı
İşletme Protokolü
Madde I – Tanım :
İşbu protokol, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası İdare Merkezi ile
Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı (Bundan böyle kısaca “Banka”
ve “Müsteşarlık” olarak anılacaklardır) arasında akdedilen 3.3.1989 tarihli
sözleşmenin eki ve ayrılmaz bir parçası sayılır.
Madde II – Kapsam :
Müsteşarlıkça Bankaya ariyet olarak verilmiş bulunan tesisin Bankaca
işletilme ve tesisten yararlanma usul ve esasları protokolün müteakip
maddelerinde belirlenmiştir.
Madde III – Teslim :
Müsteşarlık tesisi, Bayındırlık Bakanlığınca yapılacak tasfiye kabulünü
müteakip, Banka ile aralarında tespit edilecek tamamlanması gereken işlerin
yerine getirilmesinden sonra teslim eder.
Bu işlerin yerine getirilip getirilmediği Banka ile Müsteşarlığın eşit
sayıdaki görevlilerinden oluşacak bir komisyonca tespit olunur.
Madde IV – Karşılıklı Yükümlülükler :
1. Banka tesisin işletilmesini, yararlananların ihtiyaçlarına uygun
surette ve asgarî kendi benzer tesislerindeki hizmet düzeyi ve anlayışını
koruyarak yürütecektir.
2. İşletme için gerekli personelin temini ile bunların ücret ve diğer
haklarının karşılanması Bankaya aittir.
3. Müsteşarlık, gerek tesisin işletilmesi gerekse mensupların tesisten
yararlanmaları ile ilgili olarak Bankaca belirlenecek usul ve esaslara müdahale
etmeyecektir.
4. Banka, tesiste, benzer özel tesis ve tatil köylerindeki çağdaş ve
mevsimin gerektirdiği olağan giyim-kuşam ve ortamın yaratılması için gerekli önlemleri
alır.
Banka, söz konusu ortamı zedeleyici tutum içinde bulunan personel ve
misafirleri tesise kabul etmemekte serbest olup, ayrıca takdiri Müsteşarlığa
ait olmak üzere idarî müeyyide uygulanması için durumu adı geçen Kuruluşa
bildirir.
5. Müsteşarlık, tesisteki elektromekanik ve çalıştırılması özel bilgi
gerektiren sistemlerin işleyişiyle ilgili olarak Banka personeline her türlü
yardımın yapılmasını sağlar.
Madde V – Malî Konular :
1. Banka ve Müsteşarlık protokolun III. maddesi çerçevesinde beraberce
tespit ettikleri tesisteki eksikliklerin giderilmesi için, kendi yükümlülükleri
olarak; Banka azamî 500 000 000 TL, Müsteşarlıkta 240 000 000 TL yı ayrı ayrı
tahsis edeceklerdir.
2. Tahsisatın öngörülen doğrultuda kullanılıp kullanılmadığı, ita amiri
Müsteşarlıkça tayin oluncak, ikisi Banka ve ikisi de Müsteşarlık
yetkililerinden oluşan bir komisyonca izlenerek durum imzalanacak bir zabıtla
saptanacak, bu zabıtla belirlenen meblağ ise ita amirince hak sahiplerine
ödenecektir.
3. Protokolun dayanağını teşkil eden sözleşmenin 6 ncı maddesi
çerçevesinde gerçekleştirilecek demirbaş teslim ve devir işlemlerinde de aynı
usul takip edilecektir.
Madde VI – Tesisten Yararlanma :
Tesisten yararlanma usul ve şartlarının ayrıntıları bu konuda yetkili ve
işletmeden sorumlu Banka tarafından ayrıca saptanacak olmakla beraber genel
mahiyetteki temel esaslar aşağıda belirtilmiştir.
1. Banka tarafından sayısı ve tarihleri belirlenecek her dönem için Müsteşarlık ve Bankaya eşit
kontenjan tanınacaktır.
Bu kontenjanların kimlere kullandırılacağı ilgili kuruluşlarca
belirlenir.
Bu tesisin yanısıra, Müsteşarlığın tesisi, sözleşmenin 5 inci maddesinde
sözü edilen milletlerarası ve yurtiçi toplantı ve seminerlerde kullanabilmesi,
esas itibariyle, işletme dönemleri (kamp
devreleri) dışında mümkün olmakla beraber, kamp tahsisleri yapılmadan en
az 3 ay önceden Bankayı haberdar etmek suretiyle, kamp sezonu içinde de
toplantı ve seminerler için kullanılabilecektir.
2. Müsteşarlık, her yararlanma dönemi için belirleyeceği mensuplarını
bir listeyle Bankaya bildirecek, yararlanma bedelinin listede yer alan
kişilerce ilgili banka hesabına yatırılarak dekontunun ibrazını müteakip
adlarına tahsis yapılacaktır.
Müsteşarlık mensuplarının tesisten taksitle yararlanmaları söz konusu
olduğu takdirde ise Müsteşarlık ödenmeyen her taksit tutarını ilgililerin
maaşlarından kesip Bankaya ödemeyi taahhüt eder.
3. Banka tesisten yararlanacak kendi mensuplarıyla Müsteşarlık
mensupları için aynı bedeli uygulayacak ve farklılık yaratmayacaktır.
Madde VII – Yürürlük
İşbu protokol, dayanağını teşkil eden 3.3.1989 tarihli sözleşmeyle
birlikte yürürlüğe girer ve sözleşmenin feshiyle hükümsüz kalır.
Devlet
Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası
Dr. Ali Tigrel Dr. Rüşdü Saraçoğlu Halil Ruhi Haseski
Müsteşar Başkan Başkan Yardımcısı
Özdere Özel Eğitim Merkezi Komutanlığına Giriş
İçin İstenen
Kılık Kıyafet Kuralları
1. Kampa giriş için kamp sakin ve aile bireylerinin
erkek üyeleri 50 yaş ve altı için sakallı olarak kabul edilmez. (Kardinal sakal
veya top sakal vs) 50 yaş ve üstü için ancak hacı sakalı diye adlandırılan
sakal kabul edilir.
2. Erkek bireyler için dazlak, gömlek yaka hizasını
geçecek veya at kuyruğu şeklinde arkadan bağlanmış saç şekli ile giriş
yapılmaz.
3. Erkek bireyler kulakta küpe vb. materyaller ile
kabul edilmez.
4. Bayanlarda çağdaş kıyafet harici kıyafet ile kamp
içine kabul edilmezler. Ancak normal çene altından bağlanmış ve Anadolu’da
yemeni ve örtü olarak adlandırılan baş örtüsü haricinde turban şeklindeki örtü
ile giriş yapılmaz.
5. Çağdaş kıyafet harici belirli bir düşünceyi temsil
amaçlı kıyafet ve materyal kullanılarak kamp içine giriş yapılmaz.
6. Kamp içindeki kafeterya, lokanta vb. tesislerde
mayolu ve üstü çıplak deniz kıyafeti ile oturmak, dolaşmak ve giriş yapmak
yasaktır.
6. – Erzurum
Milletvekili Aslan Polat’ın, İstanbul Metrosu ile ilgili olarak Sayıştayca
düzenlenen rapora ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Yıldırım Akbulut’un cevabı (7/2129)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın
Yıldırım Akbulut tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Aslan Polat
Erzurum
2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları
ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesin Hesap Kanunu Tasarılarınn
10.11.1999 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda
görüşülmesi sırasında İstanbul metro inşaatıyla ilgili olarak Sayıştayca
düzenlenen raporla 295 milyon İsviçre Frangı fazla ödeme yapılıp yapılmadığı
tarafımızdan sorulmuş, Sayıştay Başkanı Sayın Prof. Dr. N. Kâmil Mutluer imzası
ile 27.1.2000 tarihli verilen cevapta “Bugün itibariyle sorumlu memurların
savunmaları alınmış ancak henüz rapor düzenlenmemiştir.” denmiştir.
Cevaplandırılmasını istediğimiz sorularımız;
1. Adı geçen rapor tanzim edilmiş midir?
2. Rapor tanzim edilmiş ise, iddia edildiği gibi bir
usulsüz ödeme var mıdır?
3. Usulsüz ödeme var ise kesin hesabın bitirilmesine
engel olan veya geciktirenler hakkında İçişleri Bakanlığına suç duyurusunda
bulunulmuş mudur veya bulunulacak mıdır?
3. Usulsüz ödeme var ise fazla ödemenin geri
alınabilmesi için gerekli mercilerce ne gibi bir işlem başlatılmıştır veya
başlatılacaktır?
T.C.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi 22.6.2000
Başkanlığı
Genel
Sekreterliği
Kanunlar ve
Kararlar Dairesi Başkanlığı
Sayı :
A.01.0.GNS.0.10.00.02.7/2129-5775/13924
Sayın
Aslan Polat
Erzurum
Milletvekili
İlgi :
26.5.2000 tarihli yazılı soru önergeniz.
İstanbul Metrosu ile ilgili olarak Sayıştayca
düzenlenen rapora ilişkin ilgi önergenizde yer alan sorularınız aşağıda
cevaplandırılmıştır.
Bilgilerinizi rica ederim.
Saygılarımla.
Yıldırım Akbulut
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Cevap 1. 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel
ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının 10.11.1999 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi sırasında İstanbul
Metrosu inşaatıyla ilgili olarak Erzurum Milletvekili Aslan Polat tarafından
yöneltilen sorulara Sayıştay Başkanlığınca yazılan 27.1.2000 tarih ve
Bşk-2000/8 Esas.432212/301 sayılı cevap yazısında henüz düzenlenmediği ifade
edilen rapor 22.5.2000 tarihinde ilgili denetçi tarafından düzenlenip Sayıştay
Başkanlığına sunularak 23.5.2000 tarihinde de Sayıştay’ın ilgili yargı
dairesine intikal ettirilmiştir.
Cevap 2. İstanbul metro inşaatıyla ilgili olarak
Sayıştayca ek sorguda konu edilen husus, bu raporda da yer almış bulunmaktadır.
Ancak, Denetçi tarafından mevzuata aykırı olarak
nitelendirilerek sorgu konusu yapılan bu ödemenin usulsüz olup olmadığı,
evvelemirde Sayıştayın ilgili yargı dairesince, kanun yollarına başvurulması
halinde de nihaî olarak Sayıştay Temyiz Kurulunca yapılacak yargılama sonucu
tebeyyün edecektir.
Söz konusu rapor şu anda Sayıştayın ilgili yargı
dairesinin gündemindedir.
Cevap 3. Suç teşkil eden fiiller 832
sayılı Sayıştay Kanununun 65 inci maddesinde düzenlenmiş olup, bu hükme
göre sayman hesaplarının incelenmesi sırasında suç teşkil eden bir fiile
rastlanılması halinde, ilgili denetçi tarafından deliller tespit edilerek,
durum Sayıştay Başkanlığına bildirilmekte, Başkan da keyfiyeti bir hesap
mahkemesine intikal ettirmekte, buraca kamu davası yönünden kovuşturma
yapılmasına karar verilmesi durumunda işlemli evrak veya hesabın bu kısmı
gereği yerine getirilmek üzere sorumluların bağlı olduğu Daireye veya
Cumhuriyet Savcılığına gönderilmektedir.
Söz konusu olayda, ilgili denetçi tarafından Başkanlığa
mezkur maddeye dayanılarak bir bildirim yapılmış değildir. Ancak, ek raporun
sonuç bölümünde denetçiler tarafından “işin bitirilmesine engel olan ve
geciktirilmesine çalışan sorumlular hakkında İçişleri Bakanlığına yazılarak
soruşturma açılmasının temin edilmesi” talep edilmiştir.
Cevap 4. Sayıştay Başkanlığınca daha önce yazılan
27.1.2000 tarih ve Bşk-2000/8
Esas.432212/301 sayılı cevap yazısında da ifade edildiği üzere
mevzuatımıza göre Sayıştayca tespit olunan fazla ödemelerin tahsili için
bunların dahil olduğu hesabın ilama bağlanması ve bu ilamın kesinleşmesi
gerekmektedir.
Gerçekten, 832 sayılı Kanunun 64 üncü maddesi hükmüne
göre, Sayıştay ilamları kesinleştikten sonra 45 inci madde gereğince yerine
getirilmektedir. Bir ilamın infazı için kesinleşmesi gerekmekte olup, 64 üncü
maddenin atıf yaptığı, 45 inci maddede de bu durum açık bir şekilde vurgulanmış
bulunmaktadır. Sayıştay ilamlarının kesinleşmesi ise 832 sayılı Kanunun 67 ve
68 inci maddelerine göre, ancak, temyiz süresinin geçirilmesi ya da temyiz
edilmek suretiyle Temyiz Kurulunca karar verilmekle mümkün olabilmektedir.
Tazmin hükmedilen ilamlardan temyiz edilip de Temyiz
Kuruluna intikal ettirilenler belli bir usül dahilinde görüşülerek
sonuçlandırılmaktadır.
832 sayılı Kanunun 64 üncü maddesi hükmü uyarınca
Sayıştay ilamlarının yerine getirilmesini izlemekten ilamların gönderildiği
dairelerin en büyük amirleri sorumlu bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle Sayıştay
hükmünü vermekte, bu hükmün infazı başka mercilerce gerçekleştirilmektedir.
Esasen, bu durum sadece Sayıştay için değil, diğer
yargı mercileri için de geçerli bir keyfiyettir.
NOT : ÇEVİRİSİ YAPILAMAYAN KISIMLAR AYNEN FİLME
ALINMIŞTIR.
BİRLEŞİM 115 İN SONU