tbmm 2 0 2000-10-01T10:51:00Z 2000-10-01T10:51:00Z 18 74769 426187 tbmm 3551 852 523387 9.2812 0 6 nk 6 nk 0

 DÖNEM : 21                                                                                                  YASAMA YILI : 2

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 36

 

 

114 üncü Birleşim

21 . 6 . 2000 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – YOKLAMA

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A)  GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım’ın, ülkemizde tarımın ve çiftçinin durumu ile sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı

2. –  Edirne Milletvekili Evren Bulut’un, Toprak Mahsulleri Ofisinin hububat alımı uygulaması ve prim ödemelerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı

3. – Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in; Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım’ın, ülkemizde tarımın ve çiftçinin durumu ile sorunlarına ve Edirne Milletvekili Evren Bulut’un, Toprak Mahsulleri Ofisinin hububat alımı uygulaması ve prim ödemelerine ilişkin gündemdışı konuşmalarına cevabı

4. – Ankara Milletvekili Oya Akgönenç Muğisuddin’in, Newyork’ta yapılan “Kadın 2000” konulu toplantıya ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün cevabı

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. – Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt’ün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/462) (S. Sayısı : 452)

2. – İstanbul Milletvekili Mukadder Başeğmez’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/463) (S.Sayısı : 453)

3. –  İstanbul Milletvekili Sadettin Tantan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/502) (S.Sayısı : 461)

4. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433)

5. – Ankara Milletvekili Şevket Bülent Yahnici’nin, Çorum Milletvekili Melek Denli Karaca’nın, Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek ve 4 Arkadaşının, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve Konya Milletvekili Ömer İzgi’nin, Denizli Milletvekili Beyhan Aslan ve 3 Arkadaşının, 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/435, 2/440, 2/460, 2/462, 2/465) (S. Sayısı : 434)

6. – Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Petrolün Azerbaycan Cumhuriyeti, Gürcistan ve Türkiye Cumhuriyeti Ülkeleri Üzerinden, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ana İhraç Boru Hattı Yoluyla Taşınmasına İlişkin Anlaşmanın ve Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Toprakları Üzerinden Petrol Taşınmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasındaki Anlaşmanın Değiştirilmesine İlişkin Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/699) (S. Sayısı : 488)

VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1. – Fazilet Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Mehmet Recai Kutan ve 35 arkadaşının, uyguladığı yanlış politikalarla tarım sektörünün olumsuz yönde etkilenmesine neden olduğu iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında gensoru açılmasına ilişkin  önergesi (11/2)

B) GÖRÜŞMELER

1. – 20 nci Yasama Döneminde Konya Milletvekili Hüseyin Arı ve 56 Arkadaşı tarafından verilen Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996 Yılında Özürlülerin Memurluğa Alınması İçin Açılan Sınavda Mevzuata Aykırı ve Usulsüz İşlemler Yapılmasına Göz Yumarak Görevini İhmal Ettiği ve Kötüye Kullandığı ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 230 ve 240 ıncı Maddelerine Uyduğu İddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Mustafa Kul hakkında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önerge ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/34) (S. Sayısı : 410)


I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak üç oturum yaptı.

Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan’ın, Muğla İlindeki balık üretim çiftlikleri sahiplerinin sorunları ile alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşmasına, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp cevap verdi.

Hatay Milletvekili Levent Mıstıkoğlu, Mustafa Kemal Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesince kullanılmakta olan Sağlık Bakanlığına ait Pirinçlik’teki tesislere,

Burdur Milletvekili Mustafa Örs, Burdur İlinin sorunlarına,

İlişkin gümdemdışı birer konuşma yaptılar.

Muğla Milletvekili Nazif Topaloğlu’nun (6/707, 6/708, 6/709) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü soruların geri verildiği bildirildi.

Fazilet Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Mehmet Recai Kutan ve 35 arkadaşının, uyguladığı yanlış politiklarla tarım sektörünün olumsuz yönde etkilenmesine neden olduğu iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında gensoru açılmasına ilişkin  önergesi (11/2) Genel Kurulun bilgisine sunuldu;

Önergenin, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer almasına ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince, gündeme alınıp alınmaması hususundaki görüşmelerin 21.6.2000 tarihli birleşimde yapılmasına; gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edildiği takdirde gensorunun özel gündemde yer almasına ve görüşmelerinin 26.6.2000 Pazartesi günü yapılmasına  ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in (3/459) (S. Sayısı : 449),

Kastamonu Milletvekili M. Hadi Dilekçi’nin (3/460) (S. Sayısı : 450),

İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak’ın (3/461) (S. Sayısı : 451),

Haklarındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatlarının sona ermesine kadar ertelenmesine ilişkin Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporları okundu;  10 gün içerisinde itiraz edilmediği takdirde raporların kesinleşeceği açıklandı.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 7 nci sırasında yer alan 426 sıra sayılı Tasarısının bu kısmın 3 üncü sırasına, 6 ncı sırasında yer alan 421 sıra sayılı Kanun Tasarısının 4 üncü sırasına, 15 inci sırasında yer alan 434 sıra sayılı Kanun Teklifinin 5 inci sırasına, 184 üncü sırasında yer alan 488 sıra sayılı Kanun Tasarısının 6 ncı sırasına ve 188 inci sırasında yer alan 503 sıra sayılı Kanun Tasarısının 7 nci sırasına, 20.6.2000 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan 504 sıra sayılı Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden 8 inci sırasına alınmasına;

20.6.2000 Salı günü özel gündemde yer alan 405 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporunun görüşmelerinin tamamlanmasından sonra, sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek Kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri” bölümünün 5 inci sırasına kadar olan işlerin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasına; 21.6.2000 Çarşamba günü Genel Kurulun saat 14.00’te toplanmasına; özel gündemde yer alan (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasından sonra, sözlü soruların görüşülmeyerek gündemde yer alan 434 ve 488 sıra sayılı Kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin bitimine kadar çalışmalarını sürdürmesine; Genel Kurulun 22.6.2000 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmasına; 15.6.2000 tarihinde dağıtılan ve İçtüzüğün 112 nci maddesi gereğince 22.6.2000 Perşembe günkü gündemde yer alacak olan 442, 481, 483, 485, 495 ve 496 sıra sayılı Meclis Soruşturması Raporları ile gündemde bulunan ve 22.6.2000 Perşembe gününe kadar görüşmeleri tamamlamadığı takdirde 410 sıra sayılı Meclis Soruşturması Raporunun görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasına; 23.6.2000 Cuma günü 503 ve 504 sıra sayılı Kanun tasarılarının görüşülmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına;

Genel Kurulun 23.6.2000 Cuma, 24.6.2000 Cumartesi, 25.6.2000 Pazar, 26.6.2000 Pazartesi, 27.6.2000 Salı, 28.6.2000 Çarşamba, 29.6.2000 Perşembe ve 30.6.2000 Cuma günleri 14.00-19.00, 20.00-24.00 saatleri arasında çalışmasına ve bugünlerde Kanun tasarı ve teklifleri ile gündeme girecek olan Meclis Soruşturması Raporlarının görüşülmesine; 27.6.2000 Salı günü sözlü sorular ile diğer denetim konularının, 28.6.2000 Çarşamba günü de sözlü soruların görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerileri, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildi.

Türkiye Kızılay Derneğinin Sorunları ile Faaliyetlerinin Araştırılarak Gelir Kaynaklarının Daha Etkin Kullanılması İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/73, 74) (S. Sayısı : 405) üzerindeki görüşmeler tamamlandı.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Mustafa Kul hakkında Meclis Soruşturması açılmasına ilişkin önerge ve Meclis soruşturması komisyonu raporunun (9/34) (S. Sayısı : 410) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının :

1 inci sırasında bulunan, Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları, Ticaret Borsaları ve Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun Tasarısının (1/641) (S. Sayısı : 484) görüşmeleri tamamlanarak, kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı;

2 nci sırasında bulunan, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurt Dışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporunun (1/53) (S. Sayısı : 433) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi;

3 üncü sırasında bulunan, 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/601) (S. Sayısı : 426) ile

4 üncü sırasında bulunan, Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/657) (S. Sayısı : 421),

Yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildikleri ve kanunlaştıkları açıklandı.

Alınan karar gereğince, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında verilen gensoru önergesi ile Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 21 Haziran 2000 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere, 00.33’te birleşime son verildi.

  Nejat Arseven

    Başkanvekili

Melda Bayer    Mehmet Elkatmış

             Ankara                  Nevşehir

Kâtip Üye               Kâtip Üye

                                                                         No. : 159

II. –  GELEN KÂĞITLAR

21.6.2000 ÇARŞAMBA

Tasarı

1. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilât, Görev ve Yetkilerine İlişkin Konularla Kamu Personeli Arasındaki Ücret Dengesizliklerinin Giderilmesi ve Kamu Malî Yönetiminde Disiplinin Sağlanması İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanunu Tasarısı (1/710) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 21.6.2000)

Raporlar

1. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/506) (S. Sayısı : 465) (Dağıtma tarihi : 21.6.2000) (GÜNDEME)

2. – Adana Milletvekili Recai Yıldırım’ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/507) (S. Sayısı : 466) (Dağıtma tarihi : 21.6.2000) (GÜNDEME)

3. – Kahramanmaraş Milletvekili Ali Doğan’ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/508) (S. Sayısı : 467) (Dağıtma tarihi : 21.6.2000) (GÜNDEME)

4. – Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya’nın, 24.2.1983 Tarih ve 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun Teklifi ile Hatay Milletvekili Namık Kemal Atahan ve Bursa Milletvekili Ali Arabacı’nın, Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/433, 2/500) (S. Sayısı : 493) (Dağıtma tarihi : 21.6.2000) (GÜNDEME)

Sözlü  Soru Önergeleri

1. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, ÖSYM sınavına başörtülü kız öğrencilerin alınmadığı iddiasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/740) ( Başkanlığa geliş tarihi : 20.6.2000)

2. – Mardin  Milletvekili Veysi Şahin’in, Mardin-Midyat İlçesindeki tarihi ve kültürel önemi  olan alanlara ilişkin Kültür Bakanından sözlü soru önergesi (6/741) (Başkanlığa geliş tarihi : 20.6.2000)

Yazılı Soru Önergeleri

1. – Çanakkale Milletvekili Sadık Kırbaş’ın, özelleştirme kapsamında  bulunan Çanakkale Sentetik Deri Fabrikası çalışanlarına ilişkin Devlet Bakanından (Yüksel Yalova) yazılı soru önergesi  (7/2244) (Başkanlığa geliş tarihi : 20.6.2000)

2. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, MKE’ye bağlı bazı fabrikalara ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi  (7/2245) (Başkanlığa geliş tarihi : 20.6.2000)

3. – Erzurum Milletvekili Aslan Polat’ın, afet konutları ihalesinin Sayıştay  denetimine tabi tutulmadığı iddiasına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi  (7/2246) (Başkanlığa geliş tarihi : 20.6.2000)

4. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Ermenek Orman İşletmesi Müdürlüğünde yolsuzluk yapıldığı iddiasına ilişkin Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/2247) (Başkanlığa geliş tarihi : 20.6.2000)

5. – Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın, Bakanlıkça tavsiye edilen kitaplara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi  (7/2248) (Başkanlığa geliş tarihi : 20.6.2000)

6. – Hatay  Milletvekili Mustafa Geçer’in, Dumlupınar Üniversitesi Bilecik İktisadî ve Ticarî Bilimler Fakültesi ile ilgili bazı iddialara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi  (7/2249) (Başkanlığa geliş tarihi : 20.6.2000)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

21 Haziran 2000 Çarşamba

BAŞKAN : Başkanvekili Nejat ARSEVEN

KÂTİP ÜYELER :  Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 114 üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, ülkemizde tarımın durumu hakkında söz isteyen Eskişehir Milletvekili Sayın Mehmet Sadri Yıldırım'a aittir.

Buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A)  GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım’ın, ülkemizde tarımın ve çiftçinin durumu ile sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde tarımın ve çiftçinin durumu ve sorunları hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan evvel, bana bu imkânı veren Sayın Başkana, Yüce Heyetinize, Aziz Milletime ve kendi kaderiyle baş başa bırakılan, ülkesi için her fedakârlığa katlanan çilekeş çiftçi kardeşlerime saygılarımı sunuyorum.

Ülkemiz, bir tarım ülkesidir, nüfusun yarısı tarımla uğraşmaktadır. Tarım, dünyanın her yerinde korunan, devlet desteğine de ihtiyaç duyulan bir sektördür. Dünyanın en gelişmiş liberal ülkelerinde bile, tarımda serbest piyasa şartları henüz oluşmamıştır. Gelişmiş ülkelerin, kendi tarım sektörlerini desteklerken, bizden, tarıma yönelik desteklerin azaltılmasını, hatta kaldırılmasını istemelerine bir anlam vermek mümkün değildir; çünkü, Türkiye'de, tarım kesiminde çalışan nüfus başına 40 dolar, Avrupa Birliği ülkelerinde 2 605 dolar, Amerika Birleşik Devletlerinde ise 4 570 dolar olduğunu görüyoruz. Hal böyle iken, IMF, stand-by anlaşmasıyla, Dünya Bankası ise Türkiye'ye kullandıracağı yapısal uyum kredisi kapsamında tarıma yönelik desteklerin azaltılmasını istemektedir.

Ülkemiz, tarımda kendi kendine yeten 8-10 ülke arasında iken, son üç yılda, tarımı ve çiftçiyi bitirme noktasına getiren hükümetin bu tutumuna daha fazla sessiz kalmanın, tarım kesimine ve cefakâr çiftçilerimize ihanet olduğunu düşünüyoruz.

Hayvancılıkta ise durum içler acısıdır. Bundan beş on yıl önce, köylerimizden sürü sürü davarlar çıkarken, artık hayvanı olan kişiler parmakla gösterilecek duruma gelmiştir. Marketteki et fiyatı artarken, üreticinin sattığı fiyat geçen yılın fiyatıyla aynıdır. Bunun en büyük nedeni kaçak et ve hayvan ithalidir.

Süt üreticisi de mağdur durumdadır. Bir bardak çay 100 000 lira iken, çiftçimiz 1 litre sütü 110 000 ilâ 120 000 liraya sütçüye vermektedir. Sanayi ürünü olarak satılan işlenmiş sütün litresini tüketicimiz 400 000 liraya almaktadır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, çiftçilerimiz, yok olma pahasına üretimi sürdürmektedir.

Değerli milletvekilleri, konuşmamda, Türkiye tarımının genel durumunu izah etmiş bulunuyorum. Öyleyse, Türkiye tarımı nereye gidiyor diye sorduğumuzda; ülkemizde, tarımın bitme noktasına geldiğini, üreticinin ve çiftçinin perişan olduğunu, borç içinde bulunduğunu, ömrünce evine haciz gelmeyen çiftçinin mallarının haczedildiğini, kahvelerden veresiye çay içtiğini, çoluk çocuğuna bakamaz, ihtiyaçlarını göremez ve hatta okutamaz duruma geldiğini ve ikinci adreslerinin cezaevleri olduğunu, otuz yıldır kazandığı tarlalarını ve traktörünü satar hale geldiğini görüyoruz. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, bir yıldır, çiftçinin ve tarımın durumu hakkında defalarca konuştuk, meydanlara indik ve çiftçinin gün geçtikçe kötüye gittiğini söyledik; ama, zaman bizi haklı çıkardı; keşke, biz, haklı çıkmayıp yanılsaydık da, çiftçimiz, üreticimiz refah içinde olsaydı. Sayın hükümet, bizim konuşmalarımızı dikkate almadı, çiftçinin durumunu nazara almadı. Hükümet, kulağını tıkamış, gözünü kapamış hem duymuyor hem de görmüyor; duymayarak ve görmeyerek de çiftçiyi acınacak hale getirdi.

Değerli milletvekilleri, tarımın ve çiftçinin durumu kötü de, esnafın, emeklinin, memurun, işçinin ve sanayicinin durumu çok mu iyi; hayır, milletvekilleri, hayır, ülkenin genel durumu iyi değil, hiçbir kesim hayatından memnun değil, hükümetten memnun değil; çünkü, ülkeyi 6,4 küçülttünüz; sebebi ise, yatırım yok, üretim yok, inşaat durmuş, işsizlik had safhada, hükümet enflasyonun yükünü çiftçiye, küçük esnafa, memura, emekliye ve işçiye yüklemiştir. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da, çiftçinin, esnafın, emeklinin, memurun, işçinin, kısaca fakir fukara halkın yanında olacağız. Çiftçi, 55 ve 56 ncı hükümetler tarafından mağdur edilmiş, hakları verilmemiştir, 57 nci hükümet zamanında; yani, şimdi ise, çiftçi perişan edilmiş, tüm hakları gasp edilmiş, âdeta ölüme terk edilmiştir. Çiftçinin ipini çektiniz sayın hükümet.

Sayın hükümet, girdileri yüzde 150 ile yüzde 200'lere varan zam gören ve maliyeti 122 000 liraya ulaşan buğdayın fiyatı, 102 000 lira olarak belirlenen bu fiyat çiftçiye reva mı?! Gaziantep'te, şu anda, buğday 80 000 liraya satılmaktadır; 102 000 liraya kimse buğday satamaz. Anadolu buğdayının fiyatı zaten 91 000 lira.

Bakınız değerli milletvekileri, size misal olarak gösteriyorum.

       (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yıldırım, süreniz tamamlandı. Mikrofonunuzu açıyorum; lütfen, en kısa zamanda tamamlayın efendim.

Buyurun.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) – 2 dakika daha Sayın Başkanım.

Bu duruma göre, buğdaya yapılan yüzde 24 zam, çiftçiyle alay etmek değil de nedir?! İyi düşünelim!..

Değerli milletvekilleri, sayın hükümet çiftçiyi ölümden kurtarmak istiyorsa:

Acilen, kilogramında 20 000 lira daha ekücret verilerek maliyet fiyatına yükseltilmeli. Şayet, sayın hükümet yukarıdaki ekücreti vermezse, her ay kilogramına 5 000 lira prim vermelidir.

Çiftçiye peşin ödeme yapılmalıdır.

Çiftçinin Ziraat Bankasına olan geçmiş borçlarının faizleri silinmeli; şayet sayın hükümet bunu kabul etmezse, bugüne kadar olan çiftçi borçları iki harman, iki pancar bedeline taksitlendirilmelidir.

Sayın hükümet, ilçelerde, kasabalarda ve köylerde kapatmış olduğu ofislerin açılmasını sağlamalı veya eylül ayı sonuna kadar alım yapmalıdır.

Çiftçinin borcu, alacağı buğday bedelinden kesilmemelidir.

Hububatta olsun, pancarda olsun, üreticiye ceza verilmemelidir. Pancar kotası kaldırılmalı, pancar kotası nadeniyle az mahsul kaldırana ceza,  çok mahsul kaldırana ceza usulü kaldırılmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yıldırım, size 1 dakika eksüre verdim, o da tamamlandı. Sadece, lütfen, teşekkür edin; mikrofonunuzu açayım. Gündemimiz çok yüklü...

Buyurun.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) – Ayrıca, çiftçiye Ziraat Bankası kredi imkânı da sağlanmalıdır.

Sayın hükümet çiftçi adına bu isteklerimizi yapabilmek için, IMF'nin şartlarına boyun eğmemeli, Cottarelli'nin elinden anahtarı almalıdır. Yoksa, vatandaş, sizin elinizden anahtarı alır.

Değerli hükümet ve değerli milletvekilleri; ben, çiftçime demokratik yollardan haklarını aramalarını dilerken, Doğru Yol Partisi ve şahsım adına, tüm çiftçilerimize ve Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yıldırım.

Değerli milletvekileri, gerek bu konuşma gerekse şimdi yapılacak ikinci konuşma, Tarım ve Köyişleri Bakanlığını ilgilendirdiği için, Tarım ve Köyişleri Bakanımız her iki konuşmaya bir seferde cevap verecek.

Şimdi, gündemdışı ikinci söz, Toprak Mahsulleri Ofisinin hububat alımı uygalaması ve prim ödemeleri hakkında söz isteyen, Edirne Milletvekili Evren Bulut'a aittir.

Buyurun Sayın Bulut. (ANAP sıralarından alkışlar)

2. –  Edirne Milletvekili Evren Bulut’un, Toprak Mahsulleri Ofisinin hububat alımı uygulaması ve prim ödemelerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı

EVREN BULUT (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Toprak Mahsulleri Ofisimizin alımlarıyla ilgili Yüce Meclisimize ve bölge milletvekillerimize bilgi vermek için söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bildiğiniz gibi Toprak Mahsulleri Ofisi, yıllardır çifçimize büyük hizmetler veren, büyük bir müessesemizdir. Yalnız, son zamanlarda, tabiî, Avrupa Birliğine girecek olmamızdan ve dünyadaki bazı gelişmelerden dolayı, bizim bu müesselerimizde de -tarım satış kooperatiflerini özerkleştiren yasa gibi- bazı düzenlemeler yapılması lazımdır; fakat, ben, dün, bölgemden geldiğim için, bu meseleyi hem bölge milletvekillerimin bilgisine sunmak hem de -Trakyanın sorunu olarak- burada gündeme getirmek istedim.

Türkiye'de 130 çeşit buğday tescil edilmiştir; yani, Türkiye'de 130 çeşit buğday ekiliyor. Bana göre, bu, 150'nin de üzerinde; bazı yerel buğdaylarımız da var; fakat, maalesef -senelerdir bunun mücadelesini Mecliste de yapıyor, genel müdürlüklere de söylüyoruz- bu buğdaylar için altı çeşit fiyat belirleyerek paritelere ayırıyoruz. İşte biri Anadolu buğdayıdır, biri şu buğdaydır, biri bu buğdaydır... Esasında bunların tamamı ekmeklik buğdaydır. Bir markanın iyi olması önemli değildir, önemli olan içerisindeki evsaftır.

Bugün, benim, itiraz ettiğim veya yanlış bulduğum mesele, gelecekteki buğday üretimimizle de ilgilidir; çünkü, buğday, benim Trakyamda ikinci bir münavebe ürünüdür. Trakya, buğday ve artı, ayçiçeği ekmektedir. Ayçiçeği üretiminin yüzde 80'inin Trakya'da yapılması lazımdır; buğdayın alternatifi ayçiçeğidir, ayçiçeğinin alternatifi de buğdaydır. Maalesef, bu pariteler son zamanlarda kaymaktadır. Şimdi, ben Toprak Mahsulleri Ofisinin yaptığı bu alım beyannameleri ve alım uygulamaları için soruyorum -130 çeşit buğdayın hepsi ekmeklik buğdaydır- nasıl oluyor da, beş sınıfa bölüyorsunuz, nasıl oluyor da dört sınıfa bölüyorsunuz? Bugün, iklime göre, mesela, Trakya'da, bu sene, ekmeklik buğdaylarda süne olmamış; hava şartları güzel olmuş, un randımanı güzel olmuş; sen tutuyorsun, buna, üçüncü, dördüncü sınıf fiyat açıklıyorsun... Diyelim ki, gerek buğdayı, Anadolu'nun herhangi bir yerinde birinci buğdaydır; hava şartları kötü gitmiştir, Kırşehir'de, Bandırma'da, Balıkesir'de olduğu gibi, zararlı hastalıklar olmuştur, buğday evsafı düşüktür; buna nasıl 102 000 lira da, ötekine 92 000 lira veriyoruz?! (DYP sıralarından alkışlar)

Sonra, Ofis, biliyorsunuz, bu buğdayları yer altında saklıyor; 130 çeşit buğdayı, aynı ambara koyuyorsun, ayrı ayrı fiyatlardan alıyorsun, satarken de tek fiyattan satıyorsun; bu, müstahsilimizin zararınadır.

İkinci uygulamamız, bugün, Ofisin Trakya'da açılmadığını görüyoruz. Geçen sene de alım merkezleri kapatıldı. Ben soruyorum şimdi: Keşan, bir ilçedir, etrafında 51 köyü vardır; Mecidiye'de alım yapılan yere uzaklıkları 30 kilometredir. 30 kilometre geleceğim merkeze... 3 tane alım merkezi geçen sene kapanmıştır, Edirne'de 6 tane kapanmıştır, Trakya'da 20 tane kapanmıştır. Diyoruz ki, trafikte senelerce insanlar zayi oluyor. Mazot, biliyorsunuz, artı masraf getiriyor ve Ofisin günlerce kuyrukları oluyor; kamyoncular kavga ediyor. Bir kamyon üç gün Ofis kuyruğunda beklerse, onun bir maliyeti var. Ofis Genel Müdürlüğü ve Sayın Bakanımız da bir defa gözden geçirsin, bu sene, Trakya buğdayı, en evsaflı bir buğdaydır, rekoltesi yüksektir, bunun kalitesi düzgündür, bunun fiyatının 90 000 lira... Uzunköprü Borsasında dün buğday 72 000 liraydı. Bunu bizim burada dile getirmememiz mümkün değildir. Bir simit 100 000 lira, buğday 72 000 lira; bir kilo buğdaydan 20 tane simit oluyor. Ne fakir ucuz yiyor ne üreten hakkını alıyor. Bizim, zaten, sıkıntımız, bürokratlarımız nasıl yapıyorsa siyasîlerimize, üretenler ile yönetenler arasında uzun zamandır bu mesafe kapanmamıştır. (DYP sıralarından alkışlar) Trakya Bölge Müdürlüğümüze söylüyoruz, bu buğdayların kalitesine baksınlar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bulut, mikrofonunuzu açıyorum; lütfen, siz de tamamlayınız.

Buyurun.

EVREN BULUT (Devamla) – Bu verilen 90 000 liralık buğdaydan çiftçinin eline -yasal kesintilerle beraber- 85 000 lira geçecektir. Onun için, bu ilk paramızdır bizim, çiftçinin ilk parasıdır, hem parasının peşin ödenmesi... Yoksa, buğdaya sen 150 000 lira da versen, Ofis para ödemiyorsa, buğdayın fiyatı yoktur.

İkinci şartımız da, 1 milyon ton ayçiçeğiyağı açığı olan ülkemizin buğday fiyatını 100 000 liralarda, 110 000 liralarda tutamazsak, seneye bu pariteyi de kaybedecektir. Türk çiftçisi adına, benim bölgem çiftçisi adına bunu getirmek, bir milletvekili olarak görevimdi.

Hepinize saygılar sunarım. (ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bulut.

Değerli milletvekilleri, gündemdışı yapılan her iki konuşmaya da Tarım Bakanımız Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp cevap verecekler efendim.

Buyurun Sayın Bakan.

3. – Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in; Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım’ın, ülkemizde tarımın ve çiftçinin durumu ile sorunlarına ve Edirne Milletvekili Evren Bulut’un, Toprak Mahsulleri Ofisinin hububat alımı uygulaması ve prim ödemelerine ilişkin gündemdışı konuşmalarına cevabı

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) – Türkiye Büyük Millet Meclisinin Sayın Başkanı, Yüce Meclisin değerli milletvekilleri; gündemdışı söz alan Doğru Yol Partisi Sayın Milletvekilinin ve yine Anavatan Partisi Sayın Milletvekilinin, tarım politikalarıyla, çiftçinin genel durumuyla ve buğday alımında uygulanan sistemle ilgili olarak ileri sürdükleri görüşlere, müsaadenizle, cevap vermek istiyorum.

Bir yıldır sürdürmüş olduğum Tarım ve Köyişleri Bakanlığı görevim sırasında, tarım sektörünü, kamuoyunun, Yüce Meclisin ve 57 nci cumhuriyet hükümetinin gündemine taşımanın ve bunu da Yüce Mecliste sizlerle sık sık paylaşmanın mutluluk ve huzurunu duyuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; göreve başlağıdımdan beri ülkemiz tarımının geliştirilmesi ve üreticilerimizin rekabet gücünün yükseltilmesi için yapmakta olduğumuz çalışmaları, bu kürsüden ve parti gruplarına da yaptığım çeşitli ziyaretlerde -ki, parti gruplarına yaptığım bu ziyaretlerde, konuşmacı olan iki sayın milletvekilimiz de bu toplantılarda bulunmuşlardır- sizlere ve kamuoyuna açıklama fırsatı buldum.

Değerli milletvekilimizin açıkladığı konulara bir cevap olması nedeniyle, tarım sektörünün ne durumda olduğunun, neler yapıldığının, devam eden çalışmaların genel bir çerçevesini, müsaadenizle, çizmek istiyorum.

Görevi devraldığımızda, tarım konusunda, bugüne kadar, genellikle günübirlik politikalar ve kısa vadeli kararlar alınarak, sorunların günlük çözümüne gidildiğini; ancak, sektörün temelindeki yapısal sorunları çözecek köklü tedbirlerin geçtiğimiz yıllarda alınmadığını tespit etmiş bulunuyoruz. Uygulanan bu politikaların ve alınan kararların sektör ve millî ekonomi için önemli olumsuzluklar yarattığını, tarımsal üretim yapısında dengesizlikler meydana getirdiğini, üretimin, iç ve dışpazar taleplerine göre değil, siyasî kararlar paralelinde yönlendirildiğini, kamu kaynaklarının dengeli ve etkili kullanılmadığını, burada, muhalefete ve iktidara mensup bazı milletvekilleri de bizimle birlikte dile getirmişlerdir. Hatta, bu kürsüden, muhalefete mensup milletvekillerimizin, tarımın bittiğini, tarımın içerisinin boşaldığını, hayvancılığın ise ameliyat masasına yatırıldığını bizim göreve geldiğimizin haftasında söylediklerine, Yüce Meclisimiz ve televizyonları başında bizi izleyen tüm üreticilerimiz şahittirler ve bilmektedirler.

Göreve geldikten sora, bu çerçevede, ilk olarak, uygulamada yaşanan aksaklıkları ve problemleri öncelikle tespit ederek, çözüm önerilerini de geliştirdik.

Burada, vaktimizin kısıtlı olması nedeniyle, müsaadenizle, sorunları ve çözüm önerilerini, yine değerli milletvekilimizin bahsettiği şekilde maddeler halinde belirtmek istiyorum:

Tarım sektöründe düzenli bir kayıt sistemi ve veri tabanı kurulamamıştır.

Tarım işletmeleri, mevcut miras hukuku esasları çerçevesinde parçalanmış ve optimum işletme büyüklüğünün altına düşmüştür.

Yeterli mevzuat düzenlemeleri yapılmadığı ve gerekli destekler sağlanmadığı için üreticiler teşkilatlanamamıştır.

Tarımsal pazar ve pazarlama faaliyetleri yeterince geliştirilememiş ve 57 nci cumhuriyet hükümeti göreve gelmeden önce de pazarlama organizasyonları kurulamamış ve yine, bizim hükümetimiz ve benim de Tarım ve Köyişleri Bakanı olmamdan çok daha da önce, ürün borsaları geliştirilememiş.

Bu olumsuzlukların yanında, yine, geçmiş yıllarda, Yem Sanayii, Et ve Balık Kurumu, Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu, Ziraî Donatım Kurumu gibi tarımsal KİT'lerin, rehabilite edilmeden ve amacına uygun faaliyet göstermelerine süreklilik kazandırılmadan özelleştirildiklerine veya özelleştirme kapsamına alındıklarına şahit olduk.

Üretimin yönlendirilmesi sağlanamamış, tarımsal destekleme politikalarının en önemli aracı olarak kullanılan fiyat müdahaleleri, üretimin pazar sinyallerine uygun olarak gelişmesini engellemiş, üretici gelirlerinde istikrarsızlık yaratmış, çiftçinin gelir dağılımı bozulmuş, bazı ürünlerde iç ve dış pazarlarda değerlendirilemeyen stoklar oluşmuş; sonuç olarak, destekler için aktarılan kaynaklar istenilen ölçüde üreticinin eline geçmemiş ve katrilyonlarca liralık kaynak israfı olmuş; ama, çiftçi de, ne yazık ki, kaderine terk edilmiştir.

Destekleme politikalarında tarımın alt sektörleri itibariyle de denge kurulamamış, hayvancılık sektörü tamamen ihmal edilmiş, yine, muhalefete mensup değerli milletvekillerinin söylediği gibi, ameliyat masasına yatırılarak, bize devredilmiştir.

Tarımsal politikalar ve alınan kararlar günün değişen şartlarına cevap vermediği gibi, devamlılık da sağlanamamıştır. Tarıma ilişkin yetki ve sorumlulukların pek çoğunun, geçmişteki iktidarlar tarafından, Bakanlığımızdan alınarak başka kuruluşlara dağıtılması, sektörde görev alan kamu kuruluşlarının sayısını artırmış, bu dağınıklık da, hizmetlerin bir bütünlük içinde yürütülmesini engellemiştir.

Tarımda arazi kullanımı belli bir plana dayanmadığından, toprak kullanımında verimsizliğe ve doğal kaynağın kaybına neden olan yanlışlıklar yapılmıştır.

Tarım ürünleri sigortası sistemi geliştirilmemiştir. Göreve geldikten sonra ilk ele aldığımız kanunlardan birisi bu olmuştur; ancak, tarım ürünleri sigortası kanunu çıkarmak Tarım ve Köyişleri Bakanlığının yetkisinde değildir, Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Devlet Bakanlığının yetkisindedir. Bu konuda da gerekli girişimlerimiz yapılmıştır.

Özellikle işletmelerin küçülmesi ve üreticilerin sermaye kaybı gibi nedenlerle, modern teknoloji ve girdi kullanımı yetersiz kalmış, tarımda verim aşırı derecede düşük seyretmiştir. Gördüğümüz durum budur.

Sonuç olarak, dünya şartlarının gelişiminin mecbur kıldığı köklü yapısal değişiklikler, çok eski yıllardan bu tarafa yapılmadığı gibi, göreve geldiğimizde, ekonomik gücünü kaybetmiş, fakirleşmiş ve tarımsal üretimden kaçar hale gelmiş  bir köylüyü ve tarım sektörünü karşımızda bulduk.

Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; şunu içtenlikle söylüyorum ki, Türk çiftçisinin ve Türk tarımının kaderi 29 Mayıs 1999’da aldığımız manzara halinde olmamalıydı.

Bu tespitleri yaptıktan sonra, mevcut kalkınma planları ve 57 nci hükümetin programı da dikkate alınarak, sorunların çözümü için alınacak tedbirleri kısa sürede belirledik.

Bu çerçevede, hedefimiz, tarım sektöründeki bu sorunları ortadan kaldırarak, ülke tarımını gelişmiş ülkeler seviyesine çıkarmak ve çiftçimize mecbur olduğumuz rekabet gücünü kazandırmaktır.

Bu hedeflere ulaşırken, öncelikle, verimlilik, süreklilik, katılımcılık, örgütlülük ve saydamlık ilkelerinin geçerli olması ve tarım sektöründe yapının, çok sayıda küçük işletmelerden entansif üretime doğru yönlendirilmesi esas alınmıştır.

İşte, bu gerçekten hareketle, yeni bir heyecan ve şevkle, günübirlikçi yaklaşımları bir kenara bırakarak, ülkemizde tüm kesimler tarafından yıllarca dile getirilen; ancak, şimdiye kadar başlatılamayan, uzun vadeli ve kalıcı politikalar oluşturmak ve sorunları giderecek gerekli yasal düzenlemeleri de kapsayan, tarımda yeniden yapılanma ve reform programı çalışmalarını başlattık.

Bu reform programı içerisinde uygulamaya konulan ve üzerinde çalışılan konuları, müsaadenizle, maddeler halinde vermek istiyorum: Birincisi, tarım hizmetlerinin düzenlenmesi hakkındaki kanun tasarısıdır. Yüce Mecliste söz alan tüm milletvekilleri, tarım hizmetlerinin dağınıklığından, tarımın sahipsizliğinden ve dolayısıyla da tarımdaki uygulamalardaki bir koordinasyon eksikliğinden bahsetmektedirler. Bu kanun bir noktada, tarım çerçeve kanunu dediğimiz, tarım anayasası dediğimiz, bu kanun, 29 Mart 2000 tarihinde, Başbakanlığa sunulmuştur. Bu yasa ile, toprak, su gibi doğal kaynakların etkin kullanılmasının, toprak sulama ve tarım reformu genel müdürlüğünün kurulmasının, bakanlar seviyesinde tarımsal destekleme ve yönlendirme kurulunun oluşturulmasının, Avrupa Birliğindeki FEOGA'ya benzer bir fonun teşkilinin ve iç ve dışpazar şartlarına uygun kalitede üretim yapılmasının esasları düzenlenmiştir. Ümit ediyorum ki, bu kanun kısa zamanda Bakanlar Kurulunda imzaya açılacak ve Yüce Meclisin takdirine arz edilecektir.

İkincisi, Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Destekleme Kurulu oluşturulmuş ve bu kurul, 21 Aralık 1999 tarihinde görevini sürdürmeye başlamıştır. Müsteşarlık düzeyinde oluşturulan bu kurulla, çiftçilerin meselesi, sanayicinin, ithalatçının, ihracatçının meselesi, bakanlıklar arasındaki bir koordinasyon içerisinde ele alınmakta ve yürütülmektedir.

Ülke genelinde, doğrudan gelir desteğinin uygulanması için önşart olan çiftçi kayıt sistemi ve tarımsal veri tabanı projesi hazırlanmış, 250 milyon dolar iç ve dışkaynak sağlanmıştır. Proje, uygulanmaya konulmak üzeredir.

Planlı üretimin yapılamamasından dolayı, üretim fazlalığı nedeniyle büyük sorun yaratan tütün, şekerpancarı, çay, fındık gibi ürünler yerine, başta yağ bitkileri olmak üzere, ülkemizin ihtiyacı olan ürünlerin ikame ettirilmesi için "alternatif ürün projesi" hazırlanmıştır ve bu proje, 588 milyon dolarlıktır; iç ve dışkaynak sağlanmıştır ve proje uygulamaya konulacaktır.

Yüce Meclise geldiğimiz ilk günden itibaren, değerli milletvekillerimiz, her zaman, ürün planlamasının olmamasından, stoka üretim yapılırken, bazı ürünlerdeyse tam itlahatçı olmamızdan bahsetmişlerdir; ancak, bu projeyi de hazırlamak -yirmi yıldır konuşulan; ama, hazırlanamayan bu projeyi de hazırlamak- bize nasip olmuştur. Beş yıl devam edecek olan bu proje, uygulamaya konulacaktır.

Yine, hayvancılıktaki problemleri aşmak için, ilk defa "hayvancılığı destekleme projesi" hazırlanmıştır. Bu proje, beş yıl sürecektir. Toplam maliyeti 540 trilyon liradır. Her yıl 90 trilyon lira, yerli üreticinin desteklenmesi ve yem bitkileri üretiminin desteklenmesi için ayrılacaktır; bu yılki kaynaklardan 43 trilyon lira ayrılmıştır. Kararname yayımlanmıştır, uygulama tebliği yayımlanmıştır ve tüm Anadolu'da uygulamaya konulacaktır.

Bizim, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı olarak, iki önemli sloganımız var; bunu da burada arz etmek istiyorum: Birincisi "Doğduğumuz yerde doymak istiyoruz." Bu, hükümet olarak politikamızdır, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı olarak politikamızdır. Yıllarca, göçten bahsedilir, köylerin boşaldığından bahsedilir; ama, buna yönelik olarak kalıcı politikalar ve kalıcı projeler üretilmez. İşte, bu doğrultuda, tarım-sanayi entegrasyonunu Anadolu'ya yayma projesini geliştirdik. Çiftçimizi, köylümüzü ve esnafımızı, doğduğu, gençliğinin geçtiği, atasının, dedesinin mezarı olduğu topraklarından koparıp, büyük şehirlerin gecekondularına mahkûm etmemek için, tarım sanayi entegrasyonunu oluşturacak projeleri bir bir gerçekleştiriyoruz. Bu anlamda, özel sektörle her hafta görüşmeler yapıyoruz. Bunun bir somut misali olarak da, ilk defa bizim tarafımızdan, Koç ve Ata Grubunun da organizasyonuyla, Harran Ovasında temelini attığımız 1 000 baş sağılır inek, 5 000 baş besi projesini vermek istiyorum.

İkinci sloganımız ise "Türkiye'yi yeşillendireceğiz." Türkiye'yi yeşillendireceğiz sloganı altında, meralarımızın -size bu tarihi net olarak söylüyorum- üç yıl içerisinde, tespit, tahdit ve tahsis çalışmaları bitecektir. Mera Kanunu bizden önce çıkmıştır. Sayın Bakan buradadır; Anavatan Partisinin değerli Bakanı zamanında çıkarılmıştır. Ben, kendilerine teşekkür ediyorum; çabaları sonucunda çıkmıştır; ama, bu Mera Kanunu, çok daha önce çıkması gerekliydi.

Yine, Devlet Bakanlığıyla yaptığımız protokol gereğince, özel sektörü de, meraların tespit ve tahdit çalışmalarına çekerek, meralardaki ölçümlerin ve krokilerin üç yıl içerisinde tamamlanması yapılacak ve bu arada da, tüm illerimizde, bu ay içerisinde gerekli ihaleler yapılarak, özel sektör vasıtasıyla da meraların yeşillendirmesine giriyoruz.

Yine "Türkiye'yi yeşillendireceğiz" sloganının altında Türkiye'de ürün planlamasını ve ürün desen çalışmasını yapacağız, çiftçinin ürettiği ürünler değeri fiyatıyla pazarlanacak, böylelikle, çiftçi, tarlasına, toprağına küsmeyecek, tarla ve toprak boş kalmayacak, bahçesi de yeşil olacak, sebze ve meyve tarlası da yeşil olacaktır.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Bakan, bunlar ne zaman olacak, ne zaman gerçekleşecek?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Tarihlerini biraz önce arz ettim.

BAŞKAN – Efendim, lütfen, müdahale etmeyin.

Buyurun efendim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Diğer önemli konu da, Türk çiftçisinin üretmiş olduğu meyve, sebze ve hayvancılık ürünlerine destek sağlanmasıyla ilgili Mecliste herhangi bir girişimde bulunulmamasına rağmen, bugün, Türk üreticisinin ürettiği meyve, sebze, hayvancılık ürünlerine hiçbir destek ve teşvik verilmemektedir; ancak, buğdaya, tütüne ve çaya belirli bir taban fiyat verilmektedir; ama, Türk üreticisi -sadece meyve ve sebze için örnek vereyim- 257 çeşit meyve ve sebze üretmektedir. Bu nedenle, biz Bakanlık olarak, üretimde kullanılan girdilerin dünya fiyatıyla uyumu projesini hazırladık. Bu proje kapsamında, en başta mazot olmak üzere, kimyevi gübre, sertifikalı tohum, fidan, zirai mücadele, veteriner sağlık ilaçları, sulama suyu, yem, damızlık hayvan ve hayvan üreticilerine daha ucuz kredi vermek için hazırladığımız proje Bakanlar Kuruluna arz edilmiş, Bakanlar Kurulu genelde bu projeyi olumlu bulmuştur. Bu, 750 milyon dolarlık bir projedir ve buna da dış ve iç kaynak aranmaktadır.

Değerli milletvekilleri, yine, tarım sigortası yasası üzerindeki çalışmalar devam etmektedir. Tarımsal üretici birlikleri yasa tasarısı Bakanlar Kurulundan çıkmış, Meclise sevk edilecektir. İlk defa 1926 yılında çıkarılan ve günümüz şartlarına cevap vermeyen hayvancılıkla ilgili kanunlar 2000 yılında bizim tarafımızdan ele alınmış, Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonundan geçmiş ve yakında Meclise inecektir.

Yine, çeşitli meyve ve sebzeye ihracat teşviki verilmiştir.

Kaçak hayvan ve et girişlerinden bahsedildi. Kaçak hayvan ve et girişleri konusunda Tarım ve Köyişleri Bakanlığının aldığı tedbirleri Yüce Meclisimizin tüm fertleri biliyor.

Avrupa Birliğine uyum çalışmaları için de, Bakanlığımız hassas bir şekilde çalışmasını devam ettiriyor.

Değerli milletvekilleri, Sayın Evren Bulut'un buğday konusunda ileri sürdüğü şu hususlara cevap vermek istiyorum. Bugün, Türkiye'de 300 kadar değişik buğday ekiliyorsa, sırf Trakya'da 60 çeşit değişik buğday tohumu kullanılıyorsa, tabiî ki, bunun sorumluluğu, bir yıldır görevde olan Tarım ve Köy İşleri Bakanlığında değildir. Türkiye, bugün, çeşitli tohumlar için, maalesef, bir uygulama alanı olmuştur. Bu konudaki çalışmalarımıza devam ediyoruz; ancak, herhalde 300 çeşit buğdaya 300 farklı fiyat verme imkânı da yoktur. Biz bunları 6 grup altında topluyoruz ve bu 6 grup altında toplama da ilk bu sene yürürlüğe konulan bir husus değildir, Toprak Mahsulleri Ofisinin onbeş yıldır uyguladığı sistem budur.

Ofislerin açılma meselesine gelince; ofisler her tarafta açıktır ve ürün alımları başlamıştır. Burada, İstanbul'dan Gaziantep'e kadar tüm bölgelerimizdeki alımlar ve dökümleri elimizde mevcuttur. Bunları da arkadaşlarımıza takdim edebiliriz.

Alımların düzenli olması ve üreticinin beklememesi için de belirli bir sıra takip edilecektir. Yine, geçmiş yıllarda açılan geçici alım yerleri de açılmaya devam edecektir.

Takdir edersiniz ki, buğday fiyatlarını Tarım ve Köyişleri Bakanlığı belirlemiyor. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, buğday fiyatlarını, dünyadaki ve dahildeki şartları da baz alarak, Bakanlar Kuruluna teklif ediyor ve Bakanlar Kurulu tarafından belirleniyor; ancak, buğday fiyatlarının belirlenmesi konusunda, biraz sonra, bazı rakamlarla açıklamalar yapabileceğim.

Önemli olan, Sayın Evren Bulut'un da söylediği gibi, özellikle buğdaya yüksek fiyat verip de alamamak değildir. Önemli olan, buğdaya, tatmin edici belirli  bir fiyat verdikten sonra, o buğdayı satın alabilmektir. Şu anda Toprak Mahsulleri Ofisi olarak alımlarımıza devam ediyoruz ve bu seneki ödemeler de peşine yakın bir anlam içerisinde ödenecektir. Kararname, dün Bakanlar Kurulumuzdan, Bakanlarımızın imzasından çıkmıştır; Sayın Başbakanın ve Sayın Cumhurbaşkanının imzasından sonra yayımlanacaktır. Dikkat edilirse, bu kararnamede, alınan ürünlerin fiyatının yarısının alımdan hemen sonra, yarısının ise otuz günü geçmemek kaydıyla ödenmesi Bakanlar Kurulunda imzalanmış ve çıkmıştır.

Yine, çiftçilerimize onbeşer günlük birer artış verilmektedir ve geçen yıl ilk defa mahsup kararnamesini çıkardık; böylelikle, Ziraat Bankası ve tarım krediye olan çiftçi borçları, alacaklarına sayılmış oldu ve bu kararname de 1993 yılından bu tarafa 1999 yılında ilk defa tarafımızdan gönderilmiş ve çıkarılmıştır. Çiftçilerin değişik afetler karşısında uğradığı zararların giderilmesi ve onlara gerekli olan yardımların yapılması konusundaki kararnameler de tarafımızdan vaktinde hazırlanmakta ve Başbakanlığa arz edilmektedir. Bu kararnameler de yakında çıkacaktır. Özellikle şunu söyleyeyim: Biz, özel sektörü de, özel sektörün elindeki tohumları da bizzat alarak, kendi şahsî ve bakanlık imkânlarımızı kullanarak, çiftçilerimize tohum ve fide aktarmaya çalışıyoruz.

Yüce Meclisi ve Sayın Başkanı tekrar saygıyla selamlıyorum. (MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Değerli milletvekilleri, gündemdışı üçüncü söz, New York'ta yapılan "Kadın 2000" konulu toplantı hakkında söz isteyen Ankara Milletvekili Oya Akgönenç'e aittir. (FP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Akgönenç.

4. – Ankara Milletvekili Oya Akgönenç Muğisuddin’in, Newyork’ta yapılan “Kadın 2000” konulu toplantıya ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün cevabı

OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bejing + 5 Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Özel Oturumu, New York'ta yapılmıştır; bu toplantı aynı zamanda "Kadın 2000" veya "21 inci Yüzyıl İçinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Kalkınma ve Barış Toplantısı" şeklinde de tanımlanmıştır.

Bu toplantıya Türkiye, oldukça geniş bir heyetle katılmıştır. Heyette kadın işlerinden sorumlu sorumlu Bakan, parlamenterler, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğünden, üniversite kadın araştırma merkezlerinden ve çeşitli kadın sivil toplum kuruluşlarından temsilciler bulunmuştur. Her partiden birer kadın parlamenter olmak üzere, Sayın Işılay Saygın, Sayın Sevgi Esen, Sayın Nesrin Ünal, Sayın Tayyibe Gülek ve ben Oya Akgönenç bu grubu oluşturmuş bulunmaktayız. Ben, kendi adıma, partime ve Parlamentoya, bana böyle bir imkânı bağışlamış olmalarından dolayı teşekkürü bir borç bilirim.

Bildiğiniz gibi, ilk kadın toplantısı, 1975 yılında Meksika'da yapılmıştır. 1995'te ise, Çin'de, 30 000 kadın toplanmış ve çeşitli konularda, çeşitli fikir ve projeler üretmiştir. Sonunda,  Kadın Bejing Eylem Platformu kabul edilmiş, katılımcılar, yani, bütün devletler ve sivil toplum örgütleri, burada alınan kararları uygulama doğrultusunda imza atmışlardır. Kadın 2000'de ise, yani, New York'ta yapılan toplantıda ise, Bejing kararlarının gerçek anlamda ne kadar gerçekleştirilmiş olduğu değerlendirilmiştir. Burada insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramları içinde gerçekleştirilmesi hedeflenen kalkınma ve barış konuları da ele alınmıştır. Uluslararası düzeyde bir uzlaşma ve kalkınma platformları hazırlanmış, bölgesel işbirlikleri teşvik edilmiştir.

Birleşmiş Milletler toplantısına 188 ülkeden yaklaşık 10 000 kişi katılmıştır. Ülkeleri temsil eden kadın bakan veya sorumlular, son derece iyi eğitimli hanımlardan oluşmuştur, 10 kadar ülkenin kadın sorunları ise erkek bakanlar tarafından yürütülmüştür. Toplantılar üç ayrı platformda, paralel olarak yürütülen oturumla günde 12'şer saat olarak devam etmiştir. Sonuç bildirisi, dünya çapında ayrıcalıkların, haksızlıkların, şiddet ve ölümlerin azaltılması yolunda etkili olacak bir doküman olarak hazırlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; New York'ta konuşulan en önemli konuların başında, kadına karşı şiddet ve silahlı çatışma bölgelerindeki kadınların durumu gelmiştir. İlaveten ekonomik alanda ve karar mekanizmalarında kadınlara daha eşit fırsatların verilmesi konuları da ele alınmıştır.

Bugün dünya nüfusunun çok büyük bir kısmı yoksulluk içinde yaşamını sürdürmektedir. İşte, bu yoksullar grubunun en büyük kesimini de kadınlar oluşturmaktadır. Açlık ve hastalığın yanı sıra, çaresizlik içinde yaşayan milyonlarca kadın bulunmaktadır. Dünyanın her ülkesinde kadına karşı şiddet artmaktadır. Bu durum pek çok kadın tarafından dile getirilmiştir.

Aynı şekilde "töre cinayetleri" olarak tanımlanan ve ülkemizde de sıkça gazetelere yansıyan kanlı uygulamalar New York toplantısının en önemli ve hararetli oturumlarının konusu olmuştur. Bunların içine de namus için işlenen cinayetler, boşanmak isteyen kadının durumu, getirdiği çeyiz az bulunarak öldürülen gelinlerin durumlarına kadar, her türlü sebeple işlenen cinayetler girmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, bu töre cinayetlerini "utanç cinayeti" olarak isimlendirmiş ve tüm dünya idareci ve hukukçularını bu konuda adaleti tesis etmeye davet etmiştir.

Değerli meslektaşlarım, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen tanınmış kadınlar, pek çoğu kendi millî giysileri içinde konuşarak, güzel ve çarpıcı görüntüler sergilemişlerdir. Bunlar arasında Hillary Clinton ve Madelıne Albrıght'ın yaptığı konuşmalar da hayli dikkati çekmiştir. Mesela, Amerika'da 24 saat açık bulunan "Alo şiddet hattı" uzun bir ilgi ve tartışma konusu olmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Akgönenç.

Lütfen, tamamlayın efendim.

OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Devamla) – Türkiye'den giden 37 kişilik grup ise, son derece aktif bir şekilde oturumlara katılmış, kararların oluşumunda katkılarda bulunmuşlardır. Bazı oturum başkanlıkları ise Türk hanımlar tarafından yürütülmüştür.

New York'taki Konsolosluk ve Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliği mensuplarıyla birlikte Türk grubu, çok iyi bir birliktelik ve ahenk içinde çalışmışlardır. Bunun sonucu olarak da, gerektiği yerlerde kültürümüzün korunması ve kararlarımızın, millî ve manevî değerlerimiz çerçeve ve doğrultusunda yapılması için elbirliğiyle gayret sarf edilmiştir. Moda olan popülist akımların etkisinde karar alınmaması sağlanmıştır.

Sonuç olarak; bu tip konferanslara, Türkiye'nin, muntazam bir süreklilik içinde katılmasının, uluslararası platformlarda yer ve rol almasının son derece önemli olduğuna inanmaktayım. Türkiye'nin, yetişmiş elemanı ve beyin gücü her ortamda güzel performans verecek durumdadır. Ülkemizin gücü ve etkinlik sahaları bu tip katılımlarla artacaktır.

Bu konudaki gelişme ve düşüncelerimi bilginize sunar; hepinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Ben, söz istemiştim, herhalde kürsüye gelmedi.

Ben, yaptığım gündemdışı konuşmamda, Sayın Bakanımdan iki hususun açıklanmasını istiyordum; birinci husus, buğdaya verilen taban fiyatların...

BAŞKAN – Efendim, böyle bir usulümüz yok; siz gündemdışı konuşmanızı yaptınız, Sayın Bakan da cevap verdi.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Hayır efendim, bir saniye...

Sayın Bakanım, burada üstünkörü, benim söylemediğim şeylere cevap verdi.

BAŞKAN – Efendim, o, kendilerinin takdiridir; sizin için üstünkörü olan, kendisi için üstünkörü olmaz.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Sayın Başkanım...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Millet, şu anda cevap bekliyor; 20 000 lira ekücret vermeyi düşünüyor mu?..

BAŞKAN – Efendim, müsaade eder misiniz, böyle bir usulümüz yok Sayın Yıldırım.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Buradan konuşayım efendim.

BAŞKAN – Efendim, gündemdışı konuşmaya, Devlet Bakanı Sayın Fikret Ünlü cevap verecek.

Buyurun Sayın Bakan. (DSP sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI FİKRET ÜNLÜ (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadın-erkek eşitliği, bildiğiniz gibi, demokrasinin vazgeçilmez koşuludur. Bu eşitlik, yasal alandaki düzenlemeler kadar, devletin, bütün hizmetlerinde eşit olanaklar sunması, kadınların da, bu olanaklardan yararlanma haklarının bilincinde olmasıyla sağlanır. Türkiye, cumhuriyet devrimleriyle kadınlara sağlanan hakları, ileri götürmek, dünyayla bütünleşerek, kadın-erkek eşitliğini her alanda sağlamak için, 1985 yılında, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesini imzalamış, 1990 yılında, bu konudaki ulusal mekanizma olarak, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğünü kurmuştur. Ülkemizdeki gönüllü kadın hareketi de, 1980 sonrasında ivme kazanarak, etkin işbirliği örnekleri sergilemiştir.

Uluslararası alandaki sözleşme ve kararlara katılmak, dünya konferanslarını takip etmek, işte, bu eşitlikçi çabaların başarısını artırmıştır.

Dünya ülkeleri, son 25 yılda, Birleşmiş Milletler konferansları ve toplantılarıyla bir araya gelerek ortak sorunları tartışıyor, çözüm önerileri geliştirip fikir alışverişinde bulunuyor, ortak kararlar alıp bu kararlara uyma yolunda taahhütlerde bulunuyor. Böyle bir birliktelik, eşitliğin sağlanmasında itici bir güç, bir dayanak oluşturduğu gibi, kimi ülkeler, evrensel kararların gereklerini yerine getirirken, kimi ülkeler de az gelişmişliklerini pekiştiriyor.

Bildiğiniz gibi Türkiye, insan hakları alanında aldığı yolu, kadının insan haklarını da kapsayacak şekilde kuvvetlendirmektedir. Pekin'de 1995 yılında yapılan Dördüncü Dünya Kadın Konferansında taahhütlerini oldukça başarılı bir şekilde yerine getiren Türkiye, 5-9 Haziranda New York'ta yapılan Birleşmiş Milletler özel oturumunda da kadın ve aileden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Hasan Gemici başkanlığında geniş bir heyetle etkin bir katılım sağlamıştır.

Dördüncü Dünya Kadın Konferansının sonucunda kabul edilen Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformunun sonuçlarının değerlendirilmesi ve tam olarak uygulanması amacıyla gerçekleştirilen özel oturumda, siyasî partilerimizi temsilen 5 kadın parlamenter, Parlamentolararası Birlik üyesi 5 parlamenter, bürokratlar ve gönüllü kadın kuruluşlarından 4 temsilci resmî heyette yer almıştır. Özel oturuma paralel olarak yürütülen gönüllü kuruluş etkinliklerine ayrıca katılan ve Birleşmiş Milletlere akredite olma şartını yerine getiren 16 gönüllü kuruluşun temsilcileri de başarılı çalışmalar yürütmüşlerdir.

Devlet Bakanı Sayın Hasan Gemici, özel oturumun 6 Haziran tarihli genel kurulunda Türkiye adına bir konuşma yaparak, toplumsal cinsiyet eşitliği alanında kaydedilen kazanımlar ve geleceğe yönelik önceliklerimizin neler olacağı üzerinde durdu. Sayın Gemici, yaptığı konuşmada, kadın erkek eşitliğinin sağlanması için temel koşulun siyasî bir irade olduğunu ve bunun için kaynak tahsis etmek gerektiğini belirtmiş ve bu oturumda alınan kararların bağlayıcı olmamasıyla birlikte evrensel bir ortak anlayışın ortaya çıktığını vurgulamıştır.

Özel oturumun sonucunda kabul edilen siyasî deklarasyon ve sonuç belgesi üzerinde yapılan görüşmelere Türk heyeti aktif bir şekilde katıldı. Özellikle, eşitliği sağlayıcı ulusal mekanizmalar, kadın ve kız çocukların sağlığı, yoksulluk, kadının ücretsiz emeğinin tanınması ve kadına karşı şiddet konularında sonuç belgesine önemli katkılarda bulunulmuştur.

Özel oturum, ülkemizde toplumsal cinsiyet eşitliği alanındaki çalışmalara yeni boyutlar katacak ve bu çalışmaları hızlandıracak bir dönemeç olarak kabul edilmelidir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.(Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ünlü.

Sayın milletvekilleri, Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu karma komisyonun, bazı milletvekillerinin yasama dokunulmazlıklarına ilişkin raporları vardır; ayrı ayrı okutup, bilgilerinize sunacağım:

Sayın milletvekilleri, sunuşların uzun olması dolayısıyla, Kâtip Üyenin, sunuşları, oturduğu yerden yapması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. – Aydın Milletvekili  Sema Pişkinsüt'ün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/462) (S. Sayısı: 452) (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlıkça, 16.2.2000 tarihinde karma komisyonumuza gönderilen Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt’ün yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.

Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 28.3.2000 günlü raporuyla, 1163 Sayılı Kooperatifler Yasasına muhalefet suçu isnat olunan Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Dosyada bulunan belge ve bilgilerle, hazırlık komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini gözönüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği dikkate alınarak, Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy çokluğu ile karar verilmiştir.

Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.

                                           Ertuğrul Yalçınbayır

                                               Bursa

                        Komsiyon Başkanı ve Üyeler

Muhalefet gerekçem:

Yasama dokunulmazlığının milletvekilliği sıfatı sona erinceye kadar ertelenmesine dair karma komisyon raporuna aşağıdaki gerekçelerle ilkesel olarak muhalifim. Değerli milletvekillerinin iddia edilen suçları işlemediklerine dair savunmaları esas alınmalı, aklanmalarına olanak tanınmalıdır.

                                  

(1) 452 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Gerekçelerim iki ana başlıkta toplanmaktadır:

1. Anayasal gerekçe,

2. Belirli objektif kıstasların uygulanamaması.

Anayasal gerekçe:

Anayasamızın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereğince; seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen milletvekili, Meclis kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.

Anayasanın 83 üncü maddesindeki düzenleme, Anayasamızın 76 ncı maddesindeki düzenlemeyle çelişmekte, çelişkinin de ötesinde, 76 ncı maddeyi düzenlemeyi gerekli kılan amacı ortadan kaldırmaktadır.

83 üncü maddedeki bu düzenleme, 76 ncı maddede tanımlanan ve zaten milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım satıma fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma gibi suç iddiaları dolayısıyla soruşturma açılmasına ve yargılama yapılmasına engel olmaktadır.

Anayasanın 76 ncı maddesinde belirtilen suçlardan hükmü kesinleşmiş olan kişi milletvekili seçilemezken, milletvekili seçilmeden bir gün önce veya milletvekili seçildikten sonra bu suçları işlediği iddia edilen kişiler milletvekilliğini sürdürdüğü gibi, bu suçlarla ilgili olarak sorgulanamamakta ve yargılanamamaktadır. Böyle bir düzenleme Anayasanın ruhuna, genel hukuk kurallarına aykırıdır.

Anayasanın 76 ncı maddesindeki suç iddialarıyla ilgili olarak kovuşturma yapılmasına izin verilmeli, karma komisyon, yasama dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmayacağına, kovuşturma sonucu oluşacak objektif ölçüler çerçevesince karar verebilmelidir.

Objektif ölçülerin bulunmamasına ilişkin gerekçe:

Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili Anayasamızın 83 üncü maddesinde belirli objektif ölçüler belirtilmediği gibi, yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki Meclis İçtüzüğünün 131 ilâ 134 üncü maddelerinde de belirli objektif ölçülere yer verilmemiştir.

Birçok Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği üzere; yasama dokunulmazlığının kaldırılması konusunda birtakım belirli, objektif ölçülere uygun davranılması ve bu ölçülerin bir hukuk devletinden beklenen nitelikte bulunması şarttır. Yeterli olmamakla birlikte, eski Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde belirli objektif ölçüler yer almış ve Anayasa Mahkemesi, bu objektif ölçülere uygunluğu gözetmiştir.

Sonuç:

Bir suç isnadı ciddî ise, siyasî ereklere uygun ise yahut üyenin şeref ve haysiyetini koruma yönünden dokunulmazlığın kaldırılması zarurî ise, yasama dokunulmazlığı kaldırılmalıdır.

Dokunulmazlığın amacı, yasama görevini yürütecek milletvekillerinin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan korunmuş olarak görevlerini gereği gibi yapmalarını sağlayarak, siyasal nitelikli kovuşturmalar bahanesiyle milletvekillerinin Meclise katılmaktan alıkonmasını, çalışma şevkinin kırılmasını, bu yolla da TBMM’nin istencinin çarpıtılmasını önlemektir. Yoksa, kimilerinin, TBMM’ni yıpratmak için kasıtlı olarak söylediği gibi, milletvekiline, soruşturmadan kaçma, suç işleme ayrıcalığı tanınması değildir.

Hangi suç isnadının ciddî olduğu; “Milletvekili seçilme yeterliliği” başlıklı Anayasamızın 76 ncı maddesinde belirtildiği gibi, 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Yasasının “Milletvekili seçilemeyecek olanlar” başlıklı 11 inci maddesinde de belirtilmiştir.

Taksirli suçlar hariç, toplam bir yıl veya daha fazla hapis veya süresi ne olursa olsun ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile; zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar ile istimal ve istihlâk kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık suçları, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle mahkûm olanlar, TCK’nun (Devletin Şahsiyetine Karşı Cürümler) başlıklı ikinci kitabının birinci babından yazılı suçlardan veya bu suçların işlenmesini alenî olarak tahrik etme suçundan mahkûm olanlar, TCK 312 nci maddesinin ikinci fıkrasında yazılı halkı, sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa, açıkça tahrik etme suçlarından mahkûm olanlar ve TCK’nun 536 ncı maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarında yazılı eylemlerle aynı yasanın 537 nci maddesinin birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarında yazılı eylemleri siyasî ve ideolojik amaçlarla işlemekten mahkûm olanlar milletvekili seçilemezler.

Anayasamızın 76 ncı maddesine göre affedilmiş olsalar dahi, belirtilen suçlardan mahkûm olanlar milletvekili seçilemediği halde, Anayasadaki düzenleme biçimine göre yasama dokunulmazlığı, bu suçlarla ilgili ciddî iddialar bakımından, milletvekilleri hakkında soruşturma yapılmasına olanak bile vermemektedir. Kamu vicdanını rahatsız eden bu duruma son vermek ve milletvekillerini gereksiz koruma zırhına büründürmemek için, Anayasanın 76 ncı maddesinde zaten milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen bu gibi suç iddiaları dolayısıyla soruşturma açılması ve yargılama yapılmasının Yasama Dokunulmazlığı dışına çıkarılması uygun olacaktır. Anayasada böyle bir değişiklik, asılsız suçlamalarla töhmet altında kalan milletvekillerinin yargı önünde aklanmasına fırsat verilmesi ve genel olarak milletvekili saygınlığının yükseltilmesi bakımından da yarar sağlayacaktır. Anayasada yapılması gereken bu değişikliğe kadar da karma komisyonların, bu ilke ve ölçüler içerisinde kişi ve parti ayırımı yapmaksızın milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karar vermesi uygun olacaktır.

Kimi suç iddiaları vardır ki, ciddî olmamakla birlikte siyasî ereklere aykırıdır. Öte yandan, öyle asılsız suç iddiaları vardır ki, üye istemese dahi soruşturmanın ertelenmesine karar verilmektedir. İşte bu suç iddialarıyla ilgili olarak da yasama dokunulmazlığı kaldırılmalı, milletvekillerinin aklanmalarına olanak tanınmalıdır. Ancak, uygulamada, üye istemese dahi dokunulmazlığının kaldırılması ertelenmekte, üyeler töhmet altında bırakılarak, siyaseten yıpratılmaktadır.

Anayasamızın 83 üncü maddesinde tanımlanan yasama dokunulmazlığının kaldırılması işlemi, bir yargı işlemi niteliğinde olmayıp, yasama işlemi niteliğindedir. İşlem dosyaları tam olarak oluşmuş olsa dahi, kurulun yapısı ve çalışma esasları gereği, işlem dosyalarını tam bir tarafsızlıkla inceleyebilmesi, suçun maddî ve manevî unsurlarını saptayabilmesi ve değerlendirebilmesi olanaksızdır. Bu niteliği gereği, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi, ceza kovuşturmasının açılması veya ceza verilmesi niteliğinde olmayan, sadece yasama meclisi üyelerini, kimi istisnaî durumlarda üyelik teminatından sıyırarak, adalet karşısında öteki yurttaşlarla bir düzeye getirmekten ibarettir.

Anayasamızın 85 inci maddesi, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurul kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde, ilgili milletvekilinin veya bir diğer milletvekilinin, kararın Anayasaya, yasaya veya İçtüzüğe aykırılığı iddiasıyla, iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabileceğini düzenlemektedir.

Bu düzenlemeyle, yasama içindeki iktidar-muhalefet dengesi nedeniyle alındığı iddia edilen haksız yasama işleminin yargıyla dengelenmesi, objektif kıstaslara uygunluğunun saptanması sağlanmaktadır.

Yukarıda belirtilen ilkelere uygun davranılması gerektiğini ve değerli üyelerin aklanmalarına olanak sağlanılması gerektiğini düşündüğümden, ilkesel olarak, yasama dokunulmazlığının, üyelik sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine dair çoğunluk görüşüne katılmamaktayım.

Saygılarımla.                    24.5.2000

                        Hüseyin Tayfun İçli

                                            Ankara

Karşı oy gerekçemdir :

Karma Komisyon Başkanlığına

Milletvekillerinin herhangi bir baskı ve tehdit altında olmadan, görevlerini serbestçe yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla dokunulmazlıklar düzenlenmiştir.

Tarihî bakımından milletvekili dokunulmazlığı ilk defa 1688 tarihinde İngiltere’de düzenlenmiştir. Bu düzenleme “parlamentoda konuşma özgürlüğü, tartışmalar, yargılamalar, hiçbir mahkemede veya parlamento dışında sorumluluk sebebi olamaz” şeklindedir. Buna paralel olarak, 1789 tarihli Fransız Kanunu ile bunlardan esinlenen 1876 Türk Anayasasında ve halen yürürlükte bulunan Hindistan, Mısır, Meksika, Bulgaristan, İtalya ve bunun gibi ülkelerde tarihî anlayışa uygun olarak yasama dokunulmazlığı, Mecliste ileri sürülen düşünceler ile kullanılan oyların suç sayılamayacağıyla sınırlıdır.

Ülkemizde ise, 1982 Anayasasının 83 üncü maddesine göre yasama dokunulmazlığı, “TBMM üyelerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden sorumlu tutulamaması” ile “seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin, Meclis kararı olmadıkça tutulamaması, sorguya çekilememesi, tutuklanamaması ve yargılanamaması”dır.

Böylesi bir dokunulmazlık düzenlemesi, yerli ve yabancı ceza yasalarında düzenlenen ve “kanunsuz suç olmaz, suç ve suçlular da cezasız bırakılamaz” şeklinde özetlenebilecek temel prensiplere ve Anayasanın 2 nci maddesine dayalı hukuk devleti ilkesiz ile 10 uncu maddesine dayalı eşitlik ilkesine gölge düşürmektedir.

Bu nedenle, yasama dokunulmazlığının “Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, ileri sürdükleri düşüncelerinden sorumlu tutulamamak ve kişisel özgürlüğü kısıtlanamamak” şeklinde düzenlenmesi, tarihî gelişmeye ve gerekçeye uygun olacaktır.

Fransa’da 1995 yılında bu yönde yapılan düzenlemeyle, adlî soruşturma ve yargılama dokunulmazlık kapsamı dışına çıkarılmış, sadece tutuklama ve kişi özgürlüğünün kaldırılması, Meclisin kararına bırakılmıştır. Yine, yasama dokunulmazlığının anavatanı olan İngiltere’de, dokunulmazlık zırhı, ceza kovuşturmalarına karşı değil, hukuk davalarına karşı koruyucu bir işleve indirgenmiştir.

Gündemdeki ertelenme kararı verilen dosyalar kapsamındaki iddialar, vatandaşlarımızın günlük yaşamında karşılaştıkları ve mevzuata göre gereğinin yapıldığı hukukî olaylar ve iddialardır. Bir yurttaş bu gibi hallerde hangi hukuk kurallarına tabi tutuluyorsa, onun vekili ve aynı zamanda bir vatandaş olan milletvekillerinin ve diğer kamu görevlilerinin de aynı kurallara tabi olması kadar doğal bir şey olamaz. Böyle bir anlayış ve uygulayış, eşitliğin gereği olduğu gibi, hukuk devleti olmanın da temel gereğidir.

Yukarıda belirttiğim gerekçelerle, öncelikle, yasal düzenlemeler yapılarak sorgulanma ve yargılanma dokunulmazlık kapsamı dışına çıkarılmalı, sadece kişisel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması dokunulmazlık kapsamında olmalıdır. Ceza hükümlerinin infazı ise, milletvekili sıfatının sona ermesine bırakılmalıdır. Böyle bir düzenlemeyle, bir taraftan yargısal denetim işlerlik kazanacak, diğer taraftan milletvekillerinin Meclis çalışmalarına katılımı da sağlanmış olacaktır.

Yasal düzenlemeler yapılıncaya kadar “yasama sorumsuzluğu” kapsamı dışındaki suç iddialarını içeren dosyalar için, dokunulmazlıklar kaldırılmalıdır. Böylelikle, asil ve vekili arasında eşitlik sağlanacağı gibi, milletvekillerine de bir an önce aklanma olanağı yolu açılacaktır.

Bu nedenle “yasama sorumsuzluğu” kapsamı dışında gördüğüm bu dosya için, dokunulmazlığın kaldırılmasının yerinde olacağı kanaatinde olduğumdan, erteleme kararına katılmıyorum.

                                        29.5.2000

                                    Osman Kılıç

                                           İstanbul

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

2. – İstanbul Milletvekili Mukadder Başeğmez’in, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/463) (S. Sayısı 453) (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlıkça, 16.2.2000 tarihinde karma komisyonumuza gönderilen İstanbul Milletvekili Mukadder Başeğmez’in yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.

Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 7.3.2000 günlü raporuyla Devletin Askerî Kuvvetlerini alenen tahkir ve tezyif etmek suçu isnat olunan İstanbul Milletvekili Mukadder Başeğmez hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini gözönüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği dikkate alınarak, İstanbul Milletvekili Mukadder Başeğmez hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy çokluğu ile karar verilmiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygı ile sunulur.

                                           Ertuğrul Yalçınbayır

                                               Bursa

                        Komisyon Başkanı ve Üyeler

                                             

(1) 453 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Ankara Milletvekili Tayfun İçli ile İstanbul Milletvekili Osman Kılıç, bu rapora da biraz önce bilgilerinize sunulan raporun ekinde okunan gerekçelerle muhaliftirler; bu nedenle, bir daha okutmuyorum.

Şimdi, bu rapora, İstanbul Milletvekili Nazire Karakuş'un muhalefet şerhini okutuyorum:

Muhalefet şerhi:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Karma Komisyon Başkanlığına

Halkın egemenliğinin tesis edildiği TBMM’nin her üyesi saygıdeğerdir.

Yasama görevini yerine getiren bir milletvekilinin, saygınlığını zedeleyen suçlamalar karşısında, Türk Milleti adına karar veren bağımsız yargıda aklanmak en doğal hakkı olmalıdır. Bu hakkın kullanılabilmesi için, sayın milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasının doğru olacağı düşüncesindeyim.

Karara bu anlamda muhalefet ediyor, saygılar sunuyorum.                 24.5.2000

                               Nazire Karakuş

                                           İstanbul

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

3. –  İstanbul Milletvekili Sadettin Tantan’ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/502) (S. Sayısı : 461) (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlıkça, 24.3.2000 tarihinde karma komisyonumuza gönderilen İstanbul Milletvekili Sadettin Tantan’ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.

Hazırlık Komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 27.4.2000 günlü raporuyla, görevi ihmal suçu isnat olunan İstanbul Milletvekili Sadettin Tantan hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İstanbul Milletvekili Sadettin Tantan Komisyonumuza yazılı savunma vermiştir.

Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini göz önüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği dikkate alınarak, İstanbul Milletvekili Sadettin Tantan hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy çokluğu ile karar verilmiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.

                                           Ertuğrul Yalçınbayır

                                               Bursa

                        Komisyon Başkanı ve Üyeler

                                                   

(1) 461 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, İstanbul Milletvekilleri Osman Kılıç ve Nazire Karakuş, bu rapora da muhaliftirler. Gerekçeleri aynı olduğu için, ayrıca okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, ıttılaınıza sunulan bu raporların tümü, kovuşturmalarının, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine dairdir. 10 gün içinde itiraz olunmadığı takdirde, bu raporlar kesinleşmiş olacaktır.

Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

Bu kısımda yer alan, Fazilet Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Mehmet Recai Kutan ve 35 arkadaşının, uyguladığı yanlış politikalarla tarım sektörünün olumsuz yönde etkilenmesine neden olduğu iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında (11 / 2) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz.

VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1.- Fazilet Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Mehmet Recai Kutan ve 35 arkadaşının, uyguladığı yanlış politikalarla tarım sektörünün olumsuz yönde etkilenmesine neden olduğu iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2)

BAŞKAN – Hükümet?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, önerge daha önce, 20.6.2000 tarihli 113 üncü Birleşimde okunduğu için, tekraren okutmuyorum.

Anayasanın 99 uncu maddesine göre, bu görüşmede, önerge sahiplerinden birine, siyasî parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri, önerge sahibi için 10 dakika, gruplar ve hükümet için de 20'şer dakikadır.

Şu ana kadar Divana intikal etmiş herhangi bir söz talebi yoktur.

Önerge sahipleri adına kim konuşacak efendim?

VEYSEL CANDAN ((Konya) – Ben konuşacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge sahipleri adına, Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika Sayın Candan.

VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; konuşmama başlarken, muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Evvela, böyle bir gensoruya neden imza koyduk; kısaca, onun üzerinde durmak istiyorum.

Mevcut 57 nci hükümet, sayısal çoğunluğuna dayanarak denetimi devredışı bırakmış ve böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Anayasa ve yasalarda yazılı olan denetim hakkı gasp edilmiş durumdadır. Böylece, İçtüzük ihlal edilmiştir ve anayasa suçu işlenmektedir.

İkinci olarak, Sayın Bakan, temsilcisi olduğu tarım sektörünün, yani, çiftçinin hakkını tam olarak koruyamadı ve korumamıştır. Aksine, hububat taban fiyatlarında, hükümet kararını ısrarla savunmuştur. Bu fiyat politikalarıyla, çiftçinin zararına zemin hazırlanmıştır.

Yine, istedik ki, hükümet, gündemin esasına gelsin; özellikle, hükümet, bir türlü gerçek gündeme gelmedi. Şimdi de -yeni çıktı- kurtla kuşla oynanıyor! (FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bu gensoruyu vermemizin en önemli dördüncü maddesi de, çiftçimiz mağdur olmuştur; hakkı yenen çiftçinin hakkını aramaya çalışıyoruz. Ümit ederiz ki, hükümet, bu konuda aldığı kararları tashih etme durumuna gider.

Değerli arkadaşlar, açıklanan hububat taban fiyatlarında -Sayın Bakanın da ifade ettiği gibi- artış oranı, normal, makarnalık ve ekmeklik buğdayda yüzde 27,5; arpada yüzde 36, yulafta yüzde 36,6 ve mısırda yüzde 35'tir. Ödeme şekli, büyük bölümü peşin olarak ifade edilmektedir; bakiye, kalan 30 günde ödenecektir denilmektedir; 15 günde de, kilogram fiyatına 1 000 lira zam verileceği ifade edilmektedir; bir de, makbuzla ödeme yapılacağı söylenilmektedir.

Fazilet Partisi olarak itirazımız, bu fiyatlar yetersizdir ve maliyetin altındadır. Ödeme modeli olarak ortaya konulan usul de yanlıştır. Eğer makbuzla ödeme yaparsanız, vatandaş gider, o makbuzları bir yerde bozdurur ve zarar eder. Kaldı ki, açıklanan rakam yüzde 27,5 gibi verilmiş olsa bile, aslında, bir ay gecikmeyle açıklandığı için 24'e iner; yine, Toprak Mahsulleri Ofisinin alımında uyguladığı birtakım tekniklerden dolayı da 4 puan daha gider ve yüzde 20 civarındadır açıklanan fiyat.

Değerli arkadaşlar, Sayın Bakan ve hükümet yetkilileri, ısrarla, bu fiyatların, hükümetin açıkladığı fiyat olduğunu söylüyorlar. Sayın Bakanın bir açıklaması var: "Ekonomik istikrar programı,  kısıtlı bütçe imkânları içinde en rantabl olanı verdik" diyor. Halbuki, 27 Mayıs 2000 tarihinde, hükümetin IMF ile yaptığı anlaşmada 30 maddelik çok önemli bir niyet mektubu var. Bu niyet mektubunun tarihi 27 Mayıs 2000; yani, taban fiyatlar açıklanmadan önce. Yer; Ankara; taraflar, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Bakanı Sayın Recep Önal; karşı taraf, Dünya Bankası Başkanı. Tarımla ilgili olan maddeleri takdim ediyorum:

"Madde 19. Tarımda kamu desteğinin azaltılması,

2. Ziraat ve Halk Bankasının verdiği ucuz çiftçi kredilerinin kaldırılması,

Madde 21. Tarım ürünleri taban fiyatları, dünya fiyatları çerçevesinde olmalıdır.

Madde 22. Tarım satış kooperatiflerinin yeniden yapılandırılması."

Bu 22 nci madde, takdir edersiniz ki, geçen hafta oturumlarda IMF'nin talepleri doğrultusunda değiştirildi. Diğer üç madde de, aslında, hububata verilen taban fiyatla ilgilidir; yani, dört maddede, hükümet, IMF'ye karşı sözünde durmuştur; ancak, Türk çiftçisine karşı durmamıştır. Bu açıdan, Sayın Bakanın birtakım açıklamaları daha var, dikkatimi çekti: "Dünya Bankası ve IMF'nin tarımla ilgili istekleri kabul edilemez." Tarım Bakanının ifadesi, ama, hükümetin diğer kanadı kabul etti ve Sayın Bakan da açıkladı. Peki, Sayın Bakan ne yapabilirdi; bu fiyatların çiftçimizin hakkı olmadığını, çiftçimize verilen fiyatlar için yeterli olmadığını ve "ben bu görevi de bu şartlarda yapmam" diyebilirdi değerli arkadaşlar. Böyle demediği gibi "bu şartlarda ülkeyi tarım ürünleri ihracatçısı haline getireceğiz" diyor; ama, şartlar böyle devam ederse, gelecek yıl ekim azalacak, çiftçi iflas edecek, traktörler satılacak ve o zaman, belki, ihraç değil, ithal etmek durumunda kalacağız.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de tarım sektörü hayatımızın neresinde; rakamlara baktığımız zaman, nüfusun yüzde 40'ı, istihdamın yüzde 45'i tarımdadır ve millî gelirden ancak yüzde 13 pay almaktadır. Tarımdan geçinen insan sayısı 30 milyondur. Bizzat hububat üreten insan da 20 milyondur.

Değerli arkadaşlar, şimdi, çiftçimiz, ciddî destek alıyor mu? IMF ve Dünya Bankası yetkilileri hep şunu söylüyor: "Çiftçinize çok destek veriyorsunuz, bunu çekin" diyor. Halbuki, rakamlara baktığımız zaman, gayri safi millî hâsıla içindeki payı, Türkiye için yüzde 13; OECD ülkelerinde yüzde 1,7; istihdamdaki payı yüzde 45, OECD'de yüzde 2,2; ihracattaki payı Türkiye'de yüzde 22 ve OECD'de yüzde 9,3. Yani, bütün bunlara rağmen, bu rakamlara rağmen, OECD'de çiftçinin desteklenmesi Türkiye'ye göre daha fazladır.

ABD'deki duruma bakıyoruz; yani, bize "çiftçinize destek vermeyin" diyen ülkelerin durumuna bakıyoruz: ABD'de doğrudan ödeme yapılıyor. Ayrıca, pazarlama ve kredi programı adı altında, Amerikan hükümeti, çiftçisine yardım ediyor. En son geçen yıl yaptığı yardım miktarı, 13,5 milyar dolardır arkadaşlar.

Ayrıca, Avrupa Birliğindeki çiftçiler de ürünlerini, dünya fiyatlarında satıyorlar. Aradaki farkı da, fon olarak, kendi ülkeleri ödemektedir. Peki, buradan nereye varıyoruz; demek ki, IMF ve Dünya Bankası yetkililerinin, bize "çiftçinize destek vermeyin" deme hakkı yoktur. Peki, IMF yetkilileri ne yapmak istiyor; bizden kredi alacaksanız, faizlerini de zamanında ödeyecekseniz, bizim söylediklerimizi yapmak mecburiyetindesiniz demektedirler.

Şimdi, hükümet, bir iddiada daha bulunuyor. Hububat fiyatları, Türkiye'de, dünyadan yüksek; Amerika'da tonu 112 dolar, bizde 167 dolar denmektedir. Destekleme fonu olarak da gayri safi millî hâsılada pay, yüzde 5. Bu rakam doğru olmakla birlikte, yaptığımız araştırmaya göre, çiftçinin cebine bu yüzde 5'ten ancak üçte 1'i gitmektedir; yani, bizde destekleme fonu, ancak yüzde 1,5'tir. Dolayısıyla, hükümetin bu savunması haklı değildir.

Hükümet bir şey daha söylüyor, diyor ki dünya borsalarına göre Chicago borsası artı yüzde 35... Acaba rakamlar doğru mu dedik; çarptık, böldük, vardığımız netice yanlış. Chicago borsasında ekmeklik buğday tonu 112 dolar; navlun artı sigorta 20,5 dolar; 132,5 dolar, artı yüzde 35 verdiğiniz zaman, 179 dolar fiyat vermeniz lazım. Halbuki, şu anda hükümetin verdiği fiyat 167,5 dolardır; bu da, dünya fiyatlarının daha da altındadır.

Değerli arkadaşlar, uzmanlara sorduk: Bir ülkede taban fiyatlar nasıl belirlenir dedik; aynen şu şartları ortaya koydular: Türkiye'deki enflasyon oranı mutlaka göz önüne alınır; üretim maliyetleri göz önüne alınır; millî gelir dağılımındaki adalet göz önüne alınır; ürünün ülke içindeki ehemmiyeti göz önüne alınır. Ancak, enflasyon oranı göz önüne alındığı halde, maliyet, millî gelirdeki dağılım ve ürünün ülke içindeki ehemmiyeti göz önüne alınmamıştır. Dolayısıyla, hükümetin açıkladığı bu rakamlar sağlıklı değildir.

Değerli arkadaşlar, peki, bunları, biz, anamuhalefet partisi olarak söylüyoruz da, işin sahipleri ne diyor; onlara da sorduk. Türkiye Ziraat Odaları Birliği, buğday maliyetini 122 000 lira olarak tespit etmişlerdir ve talepleri 158 000 liradır; Türkiye Ziraat Derneği mensupları, maliyeti 118 000 lira olarak belirlemişlerdir ve talepleri 153 000 liradır; İzmir Ziraat Odaları, maliyeti 147 000 lira olarak belirlemişlerdir ve talepleri 158 000 liradır.

Şimdi, bu işin patronları, sahipleri bir şey daha söylüyor: Taban fiyatları bir ay geç açıklandı; üretici, mahsulünü mecburen 80 000-90 000 liradan satma durumunda kaldı; geç açıklamak da ihmaldir.

Bir şey daha söylüyorlar; diyorlar ki: "Ekonomimizi, çiftçimizin fiyatlarını Cottarelli yönetecekse, hükümet ne iş yapar veya ne işe yarayacak!"

Bu mitinglere katıldığımız zaman, doğrusunu söylemek gerekirse -birçok pankart okuduk- orada çiftçilerin Cottarelli'yi daha iyi tanıdıklarını gördük, çok üzülerek...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Evet, Sayın Candan, süreniz bitti.

VEYSEL CANDAN (Devamla) – 2 dakika daha verirseniz...

BAŞKAN – Hayır, 2 dakika veremem, sadece 1 dakika veriyorum; lütfen toparlayın efendim. Gündemimiz bugün çok yüklü; hepsini tamamlamak zorundayız.

VEYSEL CANDAN (Devamla) – Yani, Cottarelli'yi bilmeleri de çok garibimize gitti doğrusunu söylemek gerekirse. Motorin, gübre ve tohumda yüzde 100 zam olduğu halde, buğdaya verilen bu zammın yüzde 27 olması, maalesef, düşündürücüdür.

Değerli arkadaşlar, açıklanan bu rakamlar neye yol açar; tarım sektörü çöker, çiftçi ekim yapamaz, üretim düşer, fiyatlar yükselir, çiftçi iflas eder, tarlayı, traktörü satar, şehre göç eder, işsizlik çoğalır.

Değerli arkadaşlar, hükümet, aslında, birçok yere, batan bankalara, off-shorezedelere, İnterbanklara, birçok bankalara para buldu. Çiftçinin talebi, ek talebi 220 trilyondur. Biz ümit ediyoruz ki, hükümet, bu gensoru müzakerelerinden sonra -bir araya gelip reddedebilirsiniz; hiçbir şey yazmaz, sayısal çoğunluğa bağlı olarak reddolabilir- hatasını tashih eder, çiftçinin itirazını haklı bulur ve bu değişiklikle çiftçinin ücretini öder.

Muhterem Heyetinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gensoru üzerinde gruplar adına söz talebi yok mu?

TURHAN GÜVEN (İçel) – Var efendim.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Balıkesir Milletvekili Sayın İlyas Yılmazyıldız.

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Balıkesir Milletvekili Sayın İlyas Yılmazyıldız; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika efendim.

DYP GRUBU ADINA İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Fazilet Partisi tarafından 57 nci hükümetin Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında verilen gensoru önergesi üzerinde, DYP Grubu adına görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlarım.

Beslenme, barınma ve giyinme gibi insanoğlunun en temel ihtiyaçlarını karşılayan tarım sektörü, çok önemli ve stratejik bir sektör olarak dünyanın her tarafında, özellikle gelişmiş ülkelerde özel politikalarla korunan ve desteklenen bir sektördür. Zira, hayatî önemine ilaveten, aynı zamanda, çok zor ve meşakkatli bir iş olarak kâr marjı en düşük sektördür. Bunun içindir ki, cumhuriyetten günümüze kadar, bu sektör, cumhuriyet hükümetlerince hep desteklenmiştir. Özellikle Doğru Yol Partisi hükümetleri zamanında, gerek gübre, ilaç gibi girdi bazında gerekse ucuz kredi; yani, enflasyonun yarısına yakın ucuz kredi ve yüksek destekleme fiyalarıyla tarıma ciddî destekler yapılmıştır.

Sayın milletvekilleri, şimdi ise, 57 nci hükümetin işbaşına gelmesinden itibaren, bırakın desteklemeyi, uygulanan yanlış politikalar, alınan yanlış kararlar ve özellikle, Türk tarımı için idam fermanı olan IMF'yle imzalanan stand-by anlaşmasının harfiyen uygulanması sonucu, Türk tarımı, tam bir çıkmaza sürüklenmiş, yaklaşık 30 milyon Türk çiftçisinin hakkı gasp edilerek, çiftçi, iyice yoksulluğa itilmiştir.

Şimdi, özellikle, bu IMF'yle stand-by anlaşması yapıldığında "tarımda IMF damgası" diye Cumhuriyet Gazetesinin bir haberi var. Tabiî, buna karşılık, Sayın Tarım Bakanının verdiği bir haberden çiftçiler olarak çok ümitlendik.  Diyor ki "IMF, tarım gerçeğini bilmez; biz biliriz. IMF'nin önerilerinin bize uyanını alırız." Şimdi, Sayın Bakana soruyorum, Türkiye'nin gerçeğine uyan, buğdayda 102 000 lira taban fiyat mıdır? Türkiye'nin gerçeğine uyan, fındıkta, patateste, zeytinde yüzde 25 zam mıdır? Yine, Türkiye'nin gerçeğine uyan, hedeflenen enflasyonun 2 katı faiz midir? Dolayısıyla, anlaşıyor ki, Sayın Bakan, o günkü yanlış politikaların eleştirilmesinden kendine bir sonuç çıkarıp, buna göre hükümeti uyarıp, sorumlu olduğu tarım sektöründe, çiftçinin traktörünü, tarlasını, damındaki hayvanını satmak zorunda bırakmayacak, politikalar geliştirmek yönünde hükümeti yönlendireceğine, bu kürsüden, çıkıp, IMF'nin dayattığı yanlış politikaların savunucusu olmuştur; işte, bu yanlıştır. Bütün bu uygulamalarla, Türk çiftçisi, Türkiye'deki enflasyonun sorumlusu ilan edilerek, Türk çiftçisine hem büyük bir haksızlık yapılmış hem de enflasyonun ağır faturasının büyük kısmı ekonomik gücü kalmamış olan bu kesime yüklenmiştir.

Sayın milletvekilleri, bu, büyük bir haksızlıktır. Bugün, bu ülkede üreticinin ürettiği her ürünün, ister hayvansal ister bitkisel olsun; ama her ürünün, açıklanan fiyatlarının, enflasyonun üzerinde veya maliyetinin üzerinde olduğunu iddia edebilecek bir Allah'ın kulu var mı?

İşte, açıklanan fiyatlar. Ben, kupürleri sürekli takip ediyorum -zaman zaman kestim- Sayın Bakan diyor ki: "Yüksek fiyat çiftçiyi kurtarmaz." Sayın Bakan, soruyorum, zararına fiyat mı çiftçiyi kurtarır; yani, verdiğiniz düşük fiyatlarla, çiftçi, traktörünü sattığı zaman, karısının kızının kolundaki, boynundaki zor günler için biriktirdiği altını sattığı zaman mı kurtulmuş olur?

Yine, bakıyoruz, çiftçiye geldiğinde verilemeyen paralar_ 5 bankaya 2 haftada 130 trilyon aktarılmış; Milliyet Gazetesinden_ Neredeyse ayçiçeğin yeni hasatı olacak, muhalefetin baskısıyla primler yeni ödeniyor. Pamuk primleri hâlâ ödenmemiş; pancar avansı hâlâ ödenmemiş; tütün parası öyle_

Şimdi, durum böyleyken, neredeyse 15 aya, yani, 1,5 yıla varan sürelerle, verilen sözler yerine getirilmemişken, Sayın Bakan, yine, bugünkü bir konuşmasında diyor ki: "Buğday parasının yüzde 50'si 1 ay içinde hemen ödenecek, yüzde 50'si 1 ay sonra ödenecek." Geçen yıl, Sayın Bakanın verdiği sözleri ne kadar tutabildiğini gördük: 45 gün içinde yarısını, geri kalan 45 gün içinde diğerini; yani, yarısı peşin, geri kalanını da 45 gün içinde ödeneceğini söylemişti. Yazılı cevabı da vardı; buraya getirdik, kürsüden de konuştuk, millete de gösterdik; ama, 4 ayda, buğday parası zor ödendi.

Bu arada, çiftçinin borçlarının faizleri işliyor Ziraat Bankasına; çiftçinin borçlarının faizleri işliyor tarım kredi kooperatiflerine veya herhangi özel bankaya veya esnafa; alışveriş yaptığı her yere olan borçlarının faizleri işliyor.

Büyük baskılarla, ancak, beş altı ay sonra mahsup kararnamesi yayımlandı; ama, baktık, onun süresi bitmiş. Soruyorum: Bugün, yine çiftçinin alacağı var, peki, yeni bir mahsup kararnamesi çıkarmak için ne bekliyorsunuz; bunu, bir daha yenileyin. Onun için bakıyoruz "Tütüncü yıkıldı, üretici yıkıldı." Yeni Asır Gazetesinden_ Tabiî, böyle olunca da, Ziraat Odaları Başkanı diyor ki "çiftçiden destek yok." Olmaz; nasıl olsun?! "Bir sıkıntı varsa, köylünün 500 trilyon parası ödenmiyorsa, o zaman, niçin Eximbankın sermayesini 1 milyar 100 milyon dolar artırdın, niçin Eximbanka DFİF'ten 70 trilyon lira aktardın veya yine, bir holdinge niçin 7 trilyon lira para verdin" diyor.

Yine, bakıyoruz off-shorezedelere, tabiî ki, zarar gören vatandaşlardır, mutlaka ödenmelidir; ama, bunlar, bir risk almıştır, bir ranta talip olmuştur. Bunları ödeyeceğim diyorsunuz; ama, üreten insanların paralarını ödemiyorsunuz. İşte, bu olmaz; bu, yanlış.

Öncelikle şunu söyleyeyim: Bu hükümet, eğer enflasyonu düşürmek istiyorsa, mutlaka, üretimi artırmalıdır; mutlaka, üretimi teşvik etmelidir; ama, maalesef, en başta tarım politikalarına baktığımızda, bu hükümetin hiçbir politikası, özellikle tarım politikaları, üretimi teşvik eden politikalar değildir; üretimi cezalandıran, üreticiyi cezalandıran, çiftçiyi, esnafı cezalandıran politikalardır. (DYP sıralarından alkışlar)

Yine, çıkan kararnamelere bakıyoruz, girdi fiyatları artıyor. Tamam, girdi fiyatları hedeflenen enflasyonun çok üzerinde de, bir de, Tarım Bakanının, aynı hükümetin diğer bakanlarının, pek çoğunun aldığı kararları ikide bir değiştiren kararnameleri veya kanunlarından dolayı da artıyor. Mesela, Bağ-Kurla ilgili hedef veya SSK primleriyle ilgili enflasyon hedefi yüzde 25 iken, prim ödemeleri yüzde 70 arttı; hadi bir kanun; ama, baştan uyarılmıştı, Kemal Kabataş arkadaşımız uyarmıştı bu kanun çıkarken; dinlenilmedi.

Yine, bakıyoruz, gübreyle ilgili, inanın, bir ayda tam 11 defa kararname değişiyor. Bunu gündemdışı konuşmamda da dile getirdim. Şimdi, Pankobirlikten yazmış; tarımda gübre krizi, gübre üreticilerinin feryadı...

Soruyorum size: Siz, üretilen bir emtianın, bir malın dağıtımını engelleyecek şekilde, iki günde bir kararname çıkarırsanız, kaçakları önlemenin başka yolları varken, bunu, eski komünist ülkelerdeki sistemlerde olduğu gibi, 50 yerden karne ve izne bağlarsanız, ondan sonra, ocak ayından mart ayına gübre fiyatları yüzde 100 artar. Bu, normal girdilerin artışı değil, bu, tümüyle, burada dönen sistemi, buradaki ticareti engellemekten kaynaklanan bir olay. Pek çok olay, bu hükümetin politikalarında, maalesef, böyle. Şimdi, mantık; efendim, kaçak oluyor... O zaman, diyelim ki, pamuk ithal eden insanlar da ilçe tarım müdürlüklerinden izin alsınlar, sanayi malı bayiliği yapan insanlar da, otomotiv bayileri de il sanayi müdürlüklerinden izin alsınlar... Bu mantığın sonu yok, tümüyle yanlış politikalar.

Tekrar, hububat fiyatlarına dönecek olursak, 57 nci hükümetin işbaşına gelmesinden hemen sonra açıklanan hububat alım fiyatları ve izlenen alım rejimiyle başlayalım. 1999 Haziranında, hükümet, birinci sınıf ekmeklik buğday için 80 000 lira fiyat açıkladı ve Sayın Tarım Bakanı, bu açıklamayla birlikte, kesin bir ifadeyle, buğday parasının bir ay içerisinde ödeneceğini ifade etmesine rağmen, üretici, parasını, ancak dört ay sonra alabildi. Birinci sınıf ekmeklik buğdaya, bir önceki yıla göre yüzde 50,9'luk bir artış uygulanıyordu ve haziran ayı itibariyle -yani, 1999 yılından bahsediyorum- bir yıllık enflasyon yüzde 70'ti. İş, bununla kalsa iyi. Toprak Mahsulleri Ofisinin peşin para ödeyememesi ve yanlış politikaları sonucu, zaten borçlu olan ve tarım kredi kooperatiflerine ve Ziraat Bankasına borcundan dolayı zor durumda olan üretici, buğdayını 57 000-60 000 liradan satmak zorunda kaldı ve resmen tüccara ezdirildi. Aynı yıl, mazottaki artış yüzde 140, gübredeki artış yüzde 100'dü.

Sayın milletvekilleri, gelelim bu yıla. Bu yıl açıklanan birinci sınıf ekmeklik buğday fiyatı, -ikinci kalite buğday fiyatları daha düşük olmak üzere-yüzde 27'lik bir artışla 102 000 TL'dir. Yüce Heyetinizin de çok iyi bildiği gibi, bu yıl, haziran ayı itibariyle, enflasyon yüzde 67'dir, ekmek fiyatları artışı yüzde 128'dir, mazottaki artış yüzde 100'dür, yıl sonuna kadarki enflasyon, en iyimser tahminle yüzde 40 civarında olacaktır. Her halükârda çiftçinin hakkı gasp edilerek, parasının yüzde 50'si cebinden alınmış, enflasyonun en ağır faturası, sanki sorumlusu çiftçiymiş gibi ona ödetilmiştir. Belirlenen fiyat, açıkça, maliyetlerin çok altındadır. Zira, buğdayın maliyeti, bizzat, Tarım Bakanlığınca yapılan hesapta 120 000, Ziraat Mühendisleri Odasınca  yapılan hesapta 120 000 liradır. Neden böyle olmuştur; hükümet, IMF'nin dikte ettirdiği stand-by anlaşmasında belirlenen fiyatı, yani Chicago borsası artı yüzde 35'i vermiştir. Bunun anlamı, hükümet, kişi başına 5 000 dolar düzeyinde  destekleme yapılan, dekara 700–800 kilogram verim alan Amerikan çiftçisi ile dekar başına ortalama verimi 200 kilogram civarında olan ve hiçbir desteği olmayan -çünkü, ne gübre desteği kaldı ne ilaç desteği kaldı ne tohum desteği kaldı; güya mazot desteği verilecekti, hâlâ konuşuluyor, bir türlü gelmiyor- Türk çiftçisini yarıştırmaya kalkmıştır. Şimdi soruyorum; Amerika veya Avrupa çiftçisi, Chicago borsasında belirlenen fiyatlara buğday sattığı zaman zarar mı ediyor, bu kadar desteği aldıktan sonra!.. Ama, Türk çiftçisi zarar ediyor; çünkü, destek yok. Böyle bir durum kabul edilebilir mi?! İş, bununla da kalmayacaktır. Bugün 102 000 lira olarak açıklanan fiyat, 90 000 lira civarında seyredecektir. Yani, üretici, belirlenen bu fiyata satamayacaktır; zaten, şu anda, bu fiyatlara da satamadığı açıktır.

Bugün, Gönen'den beni aradılar. Sedat Ölmez adlı bir vatandaşımız, Havutça'da buğdayı biçmiş, "80 000 liraya sattım" diyor, 80 000 liraya... Çünkü, Toprak Mahsulleri Ofisi paranın yarısını ödemiyor; geri kalan yarısını da -geçen yılki tecrübeden- kaç ay sonra alacağı belli değil; borcu da var; mecburen, yine, çiftçi tüccara teslim edilmiştir, ezdirilmektedir. Zira, Sayın Bakanın yönetimindeki Toprak Mahsulleri Ofisi, bugün, çiftçinin karagün dostu gibi değil, piyasayı ve fiyatı düzenleyen gibi değil, âdeta, geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da tüccarın deposu gibi davranmaktadır. İşte örneği: Bu yıl tabanfiyat açıklanmadan bir ay kadar önce, Toprak Mahsulleri Ofisi, piyasaya, buğdayın kilosunu 100–117 dolardan, yani, 54 000-57 000 liradan satmıştır. Bu satış ihaleyle değil, müracaat halinde, tüccara yapılmıştır.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, tabanfiyat açıklanmadan önce 57 000 liradan buğday satıyorum... Ondan sonra, üreticinin buğdayını 102 000 liradan kim alır, hangi tüccar alır?.. Sadece 1 ay önce... 57 000 liradan Ofisten alınan buğdayın, 1 ay bir yerlerde bekletilip 102 000 liraya tekrar Ofise geri dönmeyeceğini kim garanti edebilir?.. Bakınız, normal bir uygulamada, yani alım döneminden en az 3 ay öncesine kadar Ofisin buğday alımı durdurulmalıdır, durdurulmalıydı.

Sonuç olarak; bu uygulamayla, yaklaşık 20 milyon buğday üreticisi, ciddî olarak mağdur edilmiştir. Çiftçi, patlama noktasına gelmiştir. Nitekim, sağda solda mitingler başlamıştır. 29 Haziran 2000 tarihinde de, Tekirdağ ziraat odaları, buğday tabanfiyatını ve bu hükümetin tarım politikalarını protesto eden bir miting yapacaktır. Bugün, beni, Gönen Ziraat Odası Başkanı arayarak, bu mitinge davet etmiştir. Yani, artık, çiftçi, suskunluğunu bozmuştur.

Yine, bu sabah haberlerde izledik, fındık üreticisi parasını alamadığı için fabrika işgal etmiştir. Eğer böyle giderse, siz, bu milleti isyana teşvik ediyorsunuz, sosyal istikrarsızlığı sağlıyorsunuz. Yine, bu politikalarla sosyal istikrarsızlığın oluşması kaçınılmaz olmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, yine biliyoruz ki, domates üreticisi bir yıldır parasını alamamıştır. Burada konuştuk, özellikle yumurtacılık sektöründe, iflaslar birbirini izlemektedir ve bir araştırma komisyonu kuruldu. Komisyon kurulduğu zaman 26 000 lira olan yumurta fiyatları, bugün, 19 000 - 20 000 liraya düşmüştür. İşte, tarımda, mümkünse acil bir durum ilan edilerek, mutlaka bu iflaslar durdurulmalıdır; çiftçinin acil çözüm bekleyen sorunları, bir planla, çok acil bir şekilde çözülmeye çalışılmalıdır.

Bizim -milletvekilleri olarak- görevimiz, milletimizin mutlu olması için çalışmaktır, çalışmak olmalıdır. Bu hükümetin, genelde politikalarına ve özelde de tarım politikalarına baktığımız zaman, bunun tam tersini görmekteyiz. Milletin, çiftçinin mutfağındaki ekmeğin iki diliminden birisi alınmış, 5 gram et 1 grama düşmüş; kısacası, millet, açlığa ve sefalete itilmiş, işsizlik ve bunalım artmıştır. Milletimiz ve özellikle çiftçilerimiz, kendisini sefalete iten politikaları, hiç, ama hiç unutmayacaktır.

Tarım Bakanı, çiftçilerimizin sorunlarını çözemiyor; ancak, liyakatsiz yandaşlarına koltuk ikramında oldukça cömert davranmaktadır. Her yerde, Tarım Bakanlığında kadrolaşmalardan büyük şikâyet vardır. Eğer böyle yaparsanız, çalışanlarınızı demotive ederseniz, sorunları çözecek politika ürettiremezsiniz. Bütün bakanlık camiası, bu haksız tasarrufların ıstırabı içerisinde kıvranmaktadır.

Son olarak sizlere bir şey göstermek istiyorum. Bu, gördüğünüz gibi, bu hükümetin karnesidir; yalnız, bu, bu hükümetin yatırım karnesi, çiftçiyi, milleti mutlu etme karnesi değil, bu hükümetin mazota yaptığı zam karnesidir. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Sadece 1999 yılında 132 defa, bugüne kadar belki 220-250 defa... Artık sayamıyoruz kaç defa olduğunu, metrelerce olmuştur. Gönül arzu ederdi ki, milletin mutluluğunu artıracak icraatlarının karnesini burada böyle gösterelim. Bu, Petrol Ofisi Genel Müdürlüğünden alınmıştır.

Değerli arkadaşlarım, işte, bütün bunları dikkate aldığımızda, zaten milletin ıstırabı da açıktır. Bakınız, sadece muhalefet milletvekilleri olarak bizler değil, neredeyse, bölgelerindeki tepkilerden dolayı iktidar milletvekilleri bile, burada, tarım politikalarından yakınır hale gelmiştir.

MUSTAFA ZORLU (Isparta) – Halt etmişsin!

İLYAS YILMAZYILDIZ (Devamla) – DSP Adana Milletvekili Sayın Vursavuş konuştu "buğdayın ortalama maliyeti 108 000 lira" dedi. Açıklanan fiyat 102 000 lira... Yine, bakıyoruz, Sayın Evren Bulut konuştu "buğdayın, işte efendim, olur mu, randımanı iyi, niye buğdayın sınıfını düşürüyorsunuz?" dedi. Doğru, bizim zamanımızda Gönen cinsi buğday, birinci sınıftı; bu yıl gayet iyi randıman olmasına rağmen, ikinci sınıftır; sırf bu derece indirmesinden dolayı kilo başına 30 000 lira kayıp vardır

Bir şeyi daha düzeltmek istiyorum. Sayın Bulut'un ifade ettiği gibi, Bandırma civarındaki buğdaylarda hastalık falan yoktur, son derece kalitelidir; ama, bütün Trakya'da, bütün Marmara'da, bu yanlış sınıflandırmadan dolayı, çiftçi, gerçekten büyük üzüntü içindedir, büyük sıkıntı içindedir.

Ben, son olarak, bu hükümetten özellikle şunu istirham ediyorum: Lütfen, buğdaya prim veriniz. Bu fiyatlarla, bu yılki iflasları daha artırırsınız, işsizliği daha artırırsınız, sosyal patlamaya yol açacak zeminleri yaratırsınız.

Bu arada, vermeyi vaat ettiğiniz, pamuğa, ayçiçeğine olan primlerin de bir an önce ödenmesi lazım. (DSP sıralarından "ödeniyor" sesleri)

Bugün ödeniyor; haberim var; ama, tam onbeş ay sonra. onbeş ay çok geç; eğer, buğday paralarını da 15 ay sonra öderseniz, iflaslar devam eder.

Son olarak, diyorum ki, bu yanlış politikalarından dolayı, Doğru Yol Partisi Grubu olarak, Tarım Bakanı için verilen güvensizlik önergesini desteklediğimizi bilirdirir, hepinize saygılar sunarım. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yılmazyıldız.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Trabzon Milletvekili Sayın Nail Çelebi; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

MHP GRUBU ADINA NAİL ÇELEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; (11/2) esas numaralı, Fazilet Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Mehmet Recai Kutan Beyin, Tarım ve Köyişleri Bakanı hakkında vermiş olduğu gensoru önergesiyle ilgili olarak, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

57 nci hükümetin nasıl bir tarım sektörü devraldığını, yıllardır Tarım ve Köyişleri Bakanlığında hizmet vermiş bir arkadaşınız olarak ve aynı zamanda, Türk Ziraat Yüksek Mühendisleri Birliğinin iki dönem boyunca, dört yıl boyunca Genel Başkanlığını yapmış bir arkadaşınız olarak, iyi bildiğimi sanıyorum. O bakımdan, sizlere, anlamlı ve doyurucu bilgiler vereceğimi, -şüphe etmeden dinleyeceğinizi umarak- ifade etmek istiyorum.

Bildiğiniz gibi, 1991 yılından beri, Tarım Bakanlığı kanun hükmünde kararnamelerle yönetiliyor; yeni bir teşkilat kanunu yok, idarî dokusu dejenere edilmiş, personelin motivasyonu kalmamış ve bir avuç kaynağı siyasî amaçlar için israf edilmiş bir bakanlık olarak, Sayın Tarım Bakanı ve mevcut 57 nci hükümet tarafından devralınmış bir bakanlık olarak önümüzde durmaktadır.

Sanki, tarım sektörünün durumu 57 nci hükümetin göreve başladığı tarihe kadar çok iyiymiş de, Sayın Gökalp göreve başladıktan sonra bozulmuş gibi iddiaları ortaya koymayı anlamak gerçekten oldukça zordur. Türk tarım sektörünün bir enkaz durumuna gelmesinde, Milliyetçi Hareket Partisinin, 57 nci hükümetin ve de Sayın Bakanın zerre kadar dahli yoktur; bunu da, burada, çok açık ve net olarak ifade etmek istiyorum.

Bunu ifade ederken, izninizle, 57 nci hükümet göreve gelirken Türk tarımının durumunu, şöyle bir değerlendirmenize sunmak istiyorum.

Geçen yılın 29 Mayısında -Bakanlığı bir kenara bırakalım- bu Bakanlığın, her şeyiyle değil; ama, kimi taraflarıyla ilgili tuttuğu tarım sektörünün içerisinde bulunduğu manzarayı şu şekilde görmüştük:

Tarım işletmeleri teknik ve ekonomik açıdan optimum büyüklüklerin altında ve çok parçalı vaziyetteydi ve miras yoluyla parçalamalar bütün hızıyla sürmekteydi.

Sektörde sermaye birikimi yoktu ve çiftçi örgütlenmesi henüz tamamlanmamıştı.

Tarımsal pazarlama faaliyetleri çok elverişsiz durumdaydı, ürün pazarlaması ve yönlendirilmesi yapılamıyordu.

Destekleme sistemi yönlendirici değildi ve aktarılan kaynaklar, istenilen seviyede üreticiye ulaştırılamıyordu.

Desteklemelerde, bitkisel üretim öncelikli olarak elde edilmesine rağmen, hayvancılık büyük bir ihmale maruz bırakılmıştı.

Toprak kullanımı, verimsizliğe ve doğal kaynakların kaybına konu, büyük bir sorumsuzlukla karşı karşıyaydı.

Sektörde modern teknoloji ve girdi kullanımı yetersizdi.

Tarımsal veri tabanı ve ülke tarım envanteri henüz çıkarılmamıştı.

Tarım sanayii entegrasyonu temin edilmemiş, kırsal üretim yerinde işlenmesi ve pazarlanmasına ilişkin organizasyonları da kurulmamıştı.

Şimdi, izninizle, tarımı değerlendirdikten sonra, bu noktada, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının durumunu şöyle bir değerlendirmeye alalım.

Bütün bu olumsuz ve yıllardır üzerine gidilmeyen, müzminleşmiş yapısal problemleri üzerine, tabelasında "tarım ve köyişleri" ibaresi bulunan bir bakanlığın içine düştüğü durumu şu şekilde ifade etmek mümkün:

Ülkemizde, ilk 1844 yılında kurulduğu bilinen ve birbuçuk asrı aşan bir müktesebatı olan bir bakanlığın hâlâ, teşkilatı yok... Biraz önce ifade etmiştim. Bakanlıkta, yetkiler merkezde toplanmış, aşırı, ağır, hantal, katı ve hizmet üretmekten çok, durumunu muhafazayı şiar edinmiş bir görüntü vermek durumuyla karşı karşıyaydı.

Toprak Mahsulleri Ofisi kanalıyla, 500 trilyonu çiftçiye olmak üzere, toplam 1 katrilyon borç söz konusuydu ve borç sebebiyle, günde 3 trilyon faiz ödenmekteydi.

O sıralar, iktidar ve muhalefet sözcülerinin sözbirliği etmiş gibi tekrarladığı ifadelerle, yetkileri daraltılmış, inisiyatifi azaltılmış ve içi boşaltılmış, pamuk, tütün, çay, zeytin, ayçiçeği, şekerpancarı gibi ürünler ile toprak koruma ve sulama gibi, tarımsal pazarlama gibi temel konularla hiçbir ilişkisi olmayan bir bakanlıkla orta yerde durmaktaydı.

Başta belirttiğim gibi, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında verdikleri gensoru bile, bu Bakanlığın alanı dışında olan tütün ve çay gibi ürünler ile tarım satış kooperatifleri konusunu gündeme getirerek, sözünü ettiğim bu garip çelişkiye ibret verici bir örnek oluşturmaktaydılar.

Halbuki, 57 nci hükümet, Türk tarımında günübirlikçi yaklaşımları ortadan kaldırarak, uzun vadeli ve kalıcı tarımsal politikalar oluşturmak ve bunları, kamuoyunun ve ilgili çevrelerin sahipliğiyle uygulamaya aktararak, hizmette etkinliği ileri ölçülerde var olma kararlılığında bulunmaktaydı.

Nitekim, bu mevcut durumun analizinin sonucu olarak ve tarımda sürmekte olan kaosun ortadan kaldırılması maksadıyla, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bir tarımsal reform çalışmasını başlatmış. Bu reform programının, izninizle, satırbaşlarıyla değerleme yaparak, huzurunuza sunmak istiyorum.

Bildiğiniz gibi, tarım reformu çalışmaları içerisinde, mevcut, şu anda görevde bulunan 57 nci hükümetin Tarım Bakanı, tarımsal veri tabanının oluşturulmasıyla ilgili bir proje hazırlamıştır, bazı ürünlerde parite uygulaması projesi hazırlamıştır, doğrudan gelir desteği projesi hazırlamıştır, alternatif ürün projesi hazırlamıştır, çiftçi kayıt sistemi projesi hazırlamıştır, tarımsal üretici birliklerinin geliştirilmesi yardım projesi hazırlamıştır, tarımsal girdilerin dünya fiyatlarıyla uyum projesini hazırlamıştır -ki, biraz önce Doğru Yol Partili sayın konuşmacım da söylediler; bu çalışma tamamlanmıştır, Bakanlar Kurulunun gündemindedir- hayvancılığı geliştirme ve destekleme projesi hazırlamıştır, son olarak, uygulamaya da giren, tarımsal destekleme ve yönlendirme kurulu oluşturularak gündeme getirilmiştir.

Şimdi, mevcut hükümetin Tarım Bakanının durumu ile tarımın bu durumunu ifade ettikten sonra, izninizle, hafızalarınızda biraz daha yer alması ve hafızalardan silinmemesi noktasında, değerli partilerimizin değerli vekillerinin sözlerinden birkaç alıntı yapmak suretiyle, değerlendirmelerinize sunmak istiyorum.

Fazilet Partisi Grubu ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu toplantı salonunda 26 Ocak 2000 tarihinde yapılan toplantıda, Sayın Cevat Ayhan’ın ifadesini aynen arz etmek istiyorum: “Tarımın sorunlarından başlanarak çözüm önerileri detaylı olarak ortaya konmuş. Bu yazılanları kabul etmemek mümkün değil. Kanun tekniğine ve bakanlığın çalışmalarında ihtiyacı olan her şeyin yazıldığı bu metni, ben, şahsen destekliyorum.”

Meclis tutanakları incelendiğinde görüleceği üzere, Tarım ve Köyişleri eski Bakanı Sayın Mahmut Erdir Beyin konuşmaları çok alenîdir, ortadadır.

Edirne Milletvekili Sayın Evren Bulut’un konuşmaları açık, ortadadır.

Yine, Fazilet Partisi Tarım eski Bakanı -benim de bakanımdı- Sayın Musa Demirci Beyin konuşması da ortadadır. Aynen ifade ettiği şekilde söylüyorum: "Sayın Tarım Bakanının bu hassasiyetinden dolayı kendisini kutluyoruz" demiştir.

Yine, Doğru Yol Partisi milletvekili hocam- Prof. Dr. Sayın Zeki Ertugay Beyin de konuşmaları çok anlamlıdır; huzurlarınıza sunmak istiyorum, satırbaşlarıyla aralardan çıkararak söylüyorum: "Sayın Bakanı da bu konuda kutluyorum. Tarımda yeniden yapılanmanın tam zamanıdır. Sayın Tarım Bakanının verdiği teknik bilgilerin hepsine katılıyorum; çok doğru ve güzel, mukayese edici bilgiler vermiştir. Sayın Bakanın bu temennilerine, bu çırpınışlarına katılıyorum. Doğru Yol Partisi olarak da, canı gönülden destekliyoruz. Az da olsa, dolaylı da olsa, 27 civarında bitkisel ürün desteklenirken, hiçbir hayvansal ürüne bir kuruşluk destek verilmemiştir. Sayın Bakanın, bu konudaki samimiyetine ve heyecanına aynen katılıyorum. Biz gruplar olarak, Sayın Tarım Bakanına, bu konuda, bu muhkem programının gerçekleşmesi konusunda azamî desteği vereceğiz. Türkiye tarımının patronunun Tarım ve Köyişleri Bakanının olmadığını, defalarca bu Yüce Mecliste ifade ettim, dört yıldan beri her bütçe konuşmamda ifade ettim" demiştir. Kendilerine şükranlarımı arz ederek, bu ifadeyi, burada yer aldığı için bilgilerinize arz ediyorum.

Yine, Hakkâri Milletvekili Sayın Evliya Parlak'ın konuşmaları ve Eskişehir Milletvekili Sayın Sadri Yıldırım Beyin konuşmaları, Meclis tutanaklarında -tabiî, vaktinizi fazla almamak için tekrarlamak istemiyorum- çok açık olarak ortadadır.

Meclis zabıtlarından noktası ve virgülüyle alınan bu ifadelerden anlaşılacağı gibi, iktidarı ve muhalefetiyle, Mecliste grubu bulunan bütün partilerin, açıklamış olduğumuz, tarımda yeniden yapılanma programına destek verdikleri ve önerilen tedbirleri yerinde buldukları açıkça görülmektedir. Bunu, gözden ırak tutmayacağınızı ümit ediyorum.

Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp ve mevcut 57 nci hükümet, tarımın, siyasetin üstünde tutulması, çiftçinin alınteri üzerinde siyaset yapılmaması gerektiğini, bizim felsefemizin de "alınteri üzerinde siyaset yoktur" biçiminde ifade edildiğini, hafızalarınızı tazelemek adına tekrar belirtmek istiyorum.

Bütün konuşmacıların ifade ettiği gibi, mevcut hükümetimiz, Dünya Bankasıyla stand-by anlaşması yapmıştır. Geçmiş yıllarda da bu anlaşma yapılmıştır. Bu anlaşmanın gereği olarak da, hükümetimiz, dolaylı değil, doğrudan, niyet mektubunun arkasında olmak zorundadır. "Arkasında olmak zorundadır" ifadesine karşılık, huzurlarınızda, bir şeyi arz etmek istiyorum.

Bu niyet mektubu imzalanmıştır; doğrudur. Niyet mektubunun bir muhatabı da Tarım ve Köyişleri Bakanıdır. Ancak, hatırlatmak için söylüyorum, niyet mektubunda yapılan değerlendirmelere karşı, muhatap, her ne kadar Tarım ve Köyişleri Bakanı değilse de -bildiğiniz gibi, muhatap, imzaya koyan olarak Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığıdır, ondan sorumlu Devlet Bakanıdır- Sayın Tarım ve Köyişleri Bakanının, Dünya Bankası ekonomik reformu, kredi kapsamında Dünya Bankasıyla müzakere edilecek dokümanlarla ilgili olarak hazırlanan Tarım ve Köyişleri Bakanlığının görüşlerini, acaba okudu mu sayın muhalefet ya da diğer arkadaşlarımız?.. Bende var, isteyenlere sunabilirim. Duygu ve düşüncelerini, bu minval ve bu bilgiler üzerinde eğer derlerlerse, Tarım ve Köyişleri Bakanının, tarımla alakalı çalışmaları, ne derece, nasıl değerlendirdiğini daha net ve çok açık görme şansını elde ederler diye ifade etmek istiyorum.

Tabiî ki, Tarım ve Köyişleri Bakanı, Bakan olduğu günden bugüne kadar, amaçlarının, tarım sektörüne verilen desteklerin azaltılması veya tamamen ortadan kaldırılması olmadığını defalarca ifade etmiştir. Yani, yeni destekleme sistemlerinin devreye konulması konusunda azamî gayret sarf etme noktasında çaba sarf ettiğini de defalarca ifade etmiştir. Avrupa Birliğindeki desteklerin çok fazla olduğunu, bizim bu desteklerden yeteri kadar istifade etmediğimizi ifade etmiştir. Onu sağlayabilmek için de, elinden gelen gayreti gösterdiğini, hem sözleriyle hem de davranışlarıyla, siz de, zaten, gördünüz ve biliyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, diğer konuşmacıların da ifade ettiği gibi... Ama, gözden kaçmaması gereken bir şeyi, ben de burada tespit etmek istiyorum. Bugün, hububat fiyatlarıyla ilgili yapılan değerlendirme, bildiğiniz gibi, Tarım ve Köyişleri Bakanının yaptığı açıklama gibi görünüyorsa da Tarım ve Köyişleri Bakanının yaptığı açıklama değildir. Bu, tamamen, Bakanlar Kurulunun yaptığı bir açıklamadır. Dolayısıyla, Tarım ve Köyişleri Bakanını, bu noktada, değerlendirmeden sorumlu tutmayı, ben, çok anlamlı bulmuyorum; ancak, sizlere, bazı noktalarda değerlendirme yapmanız açısından bazı şeyleri ifade etmek istiyorum.

Tabanfiyat politikaları belirlenirken ya maliyetlere göre ya pariteye göre ya dünya fiyatlarına göre ya da politik amaca göre değerlendirme yapmak zorundasınız. Bugüne kadar yapılan açıklamalar, yapılan değerlendirmelerin çoğu politik amaca göre yapılmıştır. Şu andaki, huzurlarınızdaki 57 nci hükümet, bunu, maliyetlere ve dünya fiyatlarına göre yapmıştır. Bunu belgeleriyle beraber açıklamakta hiçbir beis görmüyorum.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığının yaptığı çalışmadaki maliyet 90 326 lira olarak belirlenmiştir. Elimdeki belge onu göstermektedir. Bunun üzerindeki fiyatı bu şekilde değerlendirdi mevcut hükümet.

Esas olan bu değildir. Esas olan, çok fazla üretim yapmak da değildir. Esas olan, verimi artırmaktır; ama, onbeş yıllık verim kriterlerine baktığınız zaman, tarımda, verimde hiçbir artış olmadığını görüyorsunuz. Bunun, dolayısıyla, sorumlusunun, mevcut Bakana yönlendirilmesinin, doğrusu, anlamlı olmadığını bilmenizi istiyorum. Doğruyu görmekte fayda vardır; ama, doğruyu değil de, siyaset yapmak adına yapılan çalışmaları da sağlıklı bulmam.

Uluslararası kuruluşlar ar-ge çalışmalarına ve kırsal kalkınma projelerine destek vermektedir. Bu manada, Tarım ve Köyişleri Bakanının çalışmaları olduğunu biliyorum. Bu manada alacakları desteklerle Türk tarımına hizmet veren insanlara azamî katkının sağlanacağı konusunda hiçbir endişem yoktur.

Burada, bir şeyi ifade etmek istiyorum: Bugüne kadar alım fiyatları belinlenmektedir. Aslında, bunlar tabanfiyat değil tavanfiyattır.

Bir şey daha söyleyeyim: Toprak Mahsulleri Ofisinin yaptığı desteklemeleri dikkate aldığınız zaman, Toprak Mahsulleri Ofisinin yaptığı alımların karşılığı 400 000 çiftçiye tekabül etmektedir. 400 000 çiftçiye tekabül etmesi demek, desteklenmesi gereken çiftçilerin onda 1'ine tekabül ediyor demektir. Dolayısıyla, sadece bu desteğin ve bu fiyatların açıklanmış olması ve Toprak Mahsulleri Ofisinin tamamını almış olması dahi, sadece 400 000 kişiye destek verilmesi anlamını taşıyacağı için, bunun, bu anlamda destek gibi değerlendirilmesini, doğrusu, anlamlı bulmam; ama, yapılması gereken çalışmalar yok mudur; vardır. Bu çalışmalar, Avrupa Birliğinin yaptığı çalışmalar gibi, nasıl pazar fiyatı desteğini çok yüksek noktalarda yapması yanında, diğer kalemlerde de yaptığı gibi, Tarım ve Köyişleri Bakanlığına verilecek olan destekleme katkılarıyla, diğer kalemlerde de yapacağı çalışmalarla bunun karşılanması imkân dahilinde olacaktır.

Kısaca, birkaç şeyi de, hafızalarınızı tazelemek için sunmak istiyorum. 1994 yılında, Doğru Yol Partisi ile SHP'den oluşan koalisyon vardı. Bu koalisyon döneminde buğdaya verilen fiyat, dünya fiyatından 21 dolar/ton gerisindeydi. Sene 1995, yine Doğru Yol Partisi ile SHP hükümeti; hükümetin başı DYP'li bir arkadaşımızdı, onların da buğdaya verdiği fiyat, dünya fiyatlarından sadece ve sadece 5 dolar/ton daha fazlaydı -bunu bilmenizi istiyorum- ve buna rağmen, aldıkları miktar, sadece 246 000 tondu. Bu da, bizim, olağanüstü hal stokunu dahi karşılamamaktaydı.

Şimdi, 1997 Refah Partisi-Doğru Yol Partisi dönemine geliyorum. Bakınız, 20 Haziranda fiyatlar ilan ediliyor, 5,9 milyon ton ürün alınıyor; fakat, iktidarda olan hükümet, TMO'ya talimat veriyor ve buğday fiyatlarını geriye çekiyor; TMO, ucuz fiyattan satış yapmaya başlıyor; devlete güvenerek piyasalara giren ve alım yapan tüccar ve sanayici -çiftçiden aldığı fiyattan daha ucuz fiyata buğday satınca- zarar ediyor ve sanayici, tüccar, 2000 yılına gelinceye kadar bir daha piyasalara girmiyor ve bu yük Toprak Mahsulleri Ofisinin sırtına biniyor; Toprak Mahsulleri Ofisi bankalara koşuyor ve faize boğuluyor. Bunu hiç kimsenin unutmaması gerekiyor. Bunlar, hafızalarınızı tazelemek adına söylenmiş olan sözlerdir. Bunu bilmenizi istiyorum.

Söylenecek çok söz var; ama, vaktim de daraldı, o bakımdan, çok daha fazla şeyi söyleme şansımız yok; ama, geldiğimiz noktada, Toprak Mahsulleri Ofisi, 974 trilyon faiz yüküyle devralınan bir yükü taşıyordu, 3 trilyon 11 milyar lira faiz ödemekteydi; ama, geldiğimiz noktalarda bu rakamlar çok aşağıya düştü, 600 milyar liraya varan bir faiz yükünü karşılayacak noktaya kadar, hükümet, bunu üstlenebilmiş ve getirmiştir.

1999 yılında hububat alımını destekleme için katlanılan maliyetin yüzde 88'i faiz ödemelerine ayrılırken, sadece yüzde 12'si çiftçiye ödenebilmiştir. Onun için bunları da dikkate almanızı istiyorum.

Çok özet olarak söylüyorum; Çaykurla ilgili değerlendirme yapılmıştır. Çaykurla ve Tekelle ilgili konu, her ne kadar Tarım ve Köyişleri Bakanlığını ilgilendirmiyor ise de, buna ilişkin ödemelerde çok anormallik yoktur. Kaldı ki, 1998 Tekel ürünleri alımlarıyla ilgili olarak elimde -eğer istiyorsanız size takdim edebilirim- oldukça fazla teşekkür mesajı  vardır; çayla ilgili yapılan destekleme fiyatı yüzde 25 değil, yüzde 37,7'dir. Hesabı bilmeyen arkadaşlarımıza bu hesabı sunabilecek durumdayım, bunu arz etmek istiyorum.

Tarım satış kooperatiflerinin, çiftçinin elinden alınıp başkasına verilmesi noktasındaki iddia da doğru değildir; çünkü, yapılan çalışma, tamamen, anonim şirket haline dönüştürülmesi çalışmasıdır ve anonim şirkete bütün üyeler ortak olacaktır. Onu da not olarak bilginize sunmak istiyorum.

Gayri safî millî hâsıladaki düşüşü kabul ediyorum; ama, bu bizden kaynaklanmıyor. Geçmiş hükümetler dönemindeki eksi 6,4'lük düşüş, tarıma 4,6'lık bir düşüş olarak yansımıştır; bunun sorumlusu nasıl Tarım ve Köyişleri Bakanıdır; bunu hâlâ anlamış değilim. Kaldı ki, bu rakamlar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çelebi, size de 1 dakika  eksüre veriyorum. Lütfen, tamamlayın efendim.

Buyurun.

NAİL ÇELEBİ (Devamla) – Hükümetimiz 29 Nisan 1999 tarihinde güvenoyu almıştır, 18 Nisan 1999 tarihinde yapılan seçimlerden sonra bu rakamlar ele gelmiştir. Bildiğiniz gibi, verilen rakamlar nisan ayı rakamlarıdır. Dolayısıyla, bizim hükümetle bunların hiçbir alakası yoktur.

Ezcümle şunu söylemek istiyorum: Arkadaşların bir kısmı Anayasayla ilgili olarak birtakım ifadelerde bulundular. Ben de not olarak şunu size ifade etmek istiyorum: Gensoru metninde, Anayasanın 5 inci maddesinden bahisle, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamanın, devletin temel amaç ve görevlerinden olduğu ifade edilmektedir. Halbuki, Türkiye, 65 milyon gibi büyük bir nüfusun üzerinde yaşadığı bir ülkenin ismidir. Tarımla iştigal eden kitlede değil, bu nüfusun tamamı yaş ortalaması hayli genç, tüketici bir nüfustur. Anayasamızın 172 nci maddesi bu kesimin korunmasını amir bulunmaktadır. Toplum kesimlerinden birini, ötekinin aleyhine himaye etmek de, yine, Anayasanın 2 nci maddesindeki sosyal devlet olma ilkesiyle asla bağdaşmamaktadır.

Bu itibarla da, bunu da takdirlerinize sunarak, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür  ediyorum Sayın Çelebi.

Gruplar adına...

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Cevat Ayhan...

BAŞKAN – Fazilet Partisi Grubu adına Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır efendim.

FP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; Fazilet Partisi Grubu tarafından verilmiş olan Tarım Bakanı hakkındaki gensoruda Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.

Gensorunun konusu, hükümetin uyguladığı, Tarım Bakanının uyguladığı tarım politikaları sebebiyle, Türk çiftçisinin, içine düşürülmüş olduğu durumdur.

Değerli arkadaşlar, bu hükümet iktidarda bir yılını tamamladı; bu Tarım Bakanı da bir yıldır Tarım Bakanlığını yönetmektedir. Geldiğimiz nokta nedir diye baktığımızda: Geldiğimiz nokta, tarım, havyancılığıyla besiciliğiyle, sütçülüğüyle, buğdayıyla, pamuğuyla, diğer tarım ürünleriyle tamamıyla bir çıkmazın içine sokulmuş bulunmaktadır.

Değerli arkadaşlar, hükümet, aslında, 2000 yılında uygulayacağı bu politikaların işaretini 1999 yılında hazırladığı 2000 yılı bütçesinde ortaya koymuştu.  Bakın, 2000 yılı bütçesinde neler var, tarıma ne destek verecek hükümet: 1999 yılında tarıma verilen destek 272 trilyon liradır; 2000 yılında tarıma verilecek destek toplamı ise, 336 trilyon liradır; yani, artış, sadece, yüzde 23'tür. Tabiî, hükümet, bu desteği, 2000 yılı içindeki uygulamalara baktığımız zaman, daha da aşağı  düşürme niyetindedir.

Bakın, ocak-mayıs döneminde  beş aylık dönemde, 1999 yılında tarıma destek için hükümetin yaptığı harcama 128 trilyon liradır, 2000 yılında ocak-mayıs döneminde tarıma verilen destek için yapılan harcama, 95 trilyon liradır. Yani, enflasyon şartlarında sizin, bu 2000 yılında, 1999 yılı ocak-mayıs dönemindeki 128 trilyon lirayı asgarîden bir yüzde 60 artırsanız, en azından, 200 trilyon lira olarak uygulamanız gerekirdi ocak-mayıs döneminde 2000 yılında; ama, 1999'da verilen destek dahi çiftçimizden esirgenmiş, sadece, 95 trilyon lira harcanmıştır. İşte, bugün koparılan feryadın sebebi budur; hayvancının, sütçünün, hububat çiftçisinin, bütün tarım kesimlerinin kopardığı feryadın sebebi budur ve destek, 2000 yılının beş ayında yüzde 24 azaltılmıştır; dikkat buyurun, artırılmış değildir.

Değerli arkadaşlar, hükümetin buna ait bir diğer işareti de, 2000 yılı bütçesine paralel olarak, yine, bu hükümetin 1999 yılının aralık ayında çıkarmış olduğu bir kararnamedir. 99/13758 numaralı Bakanlar Kurulu Kararına bakarsanız, bu kararnamede, 2000 yılında çiftçiye verilecek olan kredilerin, 1999 yılında verilen kredilerin yüzde 55'ine düşürülmesi kararlaştırılmıştır. Dikkat buyurun; yani, 2000 yılında  kredilerde artış yok, 1999'a göre yüzde 55'ini verecek, yarı yarıya azaltıyor. Yine, 2000 yılında çiftçiye uygulanacak olan faizlerin de... Daha önceki hükümetler, hep, piyasa faizlerinin aşağı yukarı yarısına kadar bir faiz uygularlardı. Yani, enflasyonun yüzde 80-90 olduğu bir dönemde, çiftçiye uygulanan faizler de yüzde 40-50 mertebesinde olurdu; ama, bu hükümet, bu Tarım Bakanlığı 2000 yılı için hazırladığı bu kararnamede "ben, 2000 yılında, çiftçiye uygulayacağım faizleri, Hazinenin içborçlanma senetleri için uygulanan faizlerinin 5 puan üzerine çıkaracağım; yani, ortalama faizin 5 puan üzerine çıkaracağım" diyor. Daha önceki bütün cumhuriyet hükümetleri, piyasa faizlerinin altında bir kredi faiziyle çiftçiyi desteklerken, bu hükümet, ben, piyasa faizlerinin 5 puan da üzerinde -borçlanma faizlerinin- bir borçlanmayla çiftçiyi yük altına sokacağım diyor. Değerli arkadaşlar, işte, bugün çekilen sıkıntının sebebi budur.

Bugün, eğer, buğdaya 102 000 lira fiyat verilmişse, bunun arkasındaki gerekçe, bu 2000 yılının bütçesidir; bunun arkasındaki gerekçe, 2000 yılı bütçesinin IMF'yle varılan mutabakat çerçevesinde uygulanmış olmasıdır.

Şimdi, Muhterem Bakan geldi, burada ifade ettiler; dediler ki: "Buğday fiyatları dünya piyasasına göre tespit edilir." Doğru... Dünya piyasasına göre tespit edelim; ama, dünya piyasasına, Chicago'ya, bilmem nereye gelen buğday fiyatlarına baktığınız zaman, Avrupa piyasasındaki buğday fiyatlarına baktığınız zaman, bunun arkasında bir devlet desteği var. Avrupa Topluluğu 1962 yılında beri, belirli programlarla kendi çiftçisini destekliyor; buğdayı da destekliyor, pancarı da destekliyor, eti de destekliyor, sütü de destekliyor, bütün tarım ürünlerini, hayvancılık ürünlerini destekliyor. Bu destekler nedir diye bakarsanız, bu destekler milyarlarca dolardır. Bakın, Avrupa Topluluğunun, bugün, yıllık, aşağı yukarı 40 milyon mertebesinde buğday fazlası var, bütün tarım ürünlerinde olduğu gibi; ama, bu fazlalığı temin ederken de, kendi tarım sektörünü destekliyor. Nasıl destekliyor; üretici desteği veriyor ve tarım ürünlerini, kendi pazarında, kendi tüketicisinin pahalı almaması için de tüketici desteği veriyor; producer subsidy ve consumer subsidy diye Avrupa Topluluğunun -ki, paralel destekler Amerika'da da vardır- kendi çiftçilerine verdiği desteğin yekûnuna baktığınız zaman, bu, 1962'de başlayıp 1999'a kadar olan dönemde, 120 milyar dolar ile 150 milyar dolar arasında değişmektedir ve bu destekleri de, Avrupa Topluluğunun çiftçi nüfusuna böldüğünüz zaman, 9 000-10 000 dolar mertebesinde, çiftçi nüfusuna verdikleri destek var. Bizim verdiğimiz destek nedir; işte, burada hükümet koymuş: 2000 yılı için ben, çiftçiye, sadece 336 trilyon lira destek vereceğim, yani, 500 milyon dolar vereceğim diyor; bunun manası budur. Elinsaf, sekiz tane, beş tane banka batmış, 5 milyar dolar veriyorsunuz; ama, 30 milyon çiftçiye gelince, 30 milyon çiftçiye sadece 500 milyon dolar destek veririz diyorsunuz. Faiz babalarına Türkiye'de, beş ayda bu hükümetin ödediği faiz, 20 milyar 200 milyon dolardır. Yani, ayda ortalama 4 milyar doların üzerinde faiz ödenmiştir. Yani, bu faiz babalarına ödediğiniz faizin, bir ayda ödediğiniz değil, on günde ödediğiniz değil, yani, hesaplarsanız, aşağı yukarı üç günde ödediğiniz faizi, beş günde ödediğiniz faizi bir yılda 30 milyon çiftçiye tahsis ediyorsunuz. İşte, Türkiye'de, çiftçinin feryadı budur.

Bakın siz, 102 000 lira fiyat verdiniz; biraz önce Adana Kadirli'den telefon geldi -her yerden geliyor- ben buğdayımı 85 000 liraya satabildim, alıcı da yok diyor. Niye; sizin hükümetinizin politikası yüzünden, Tarım Bakanlığının politikası yüzündendir. Efendim, MHP'li arkadaşımız kalktı, Tarım Bakanlığı sorumlu değildir bundan dedi. Kim sorumlu; hükümet sorumlu. Kardeşim, sen Tarım Bakanısın; eğer, çiftçinin lehine olan politikalarını uygulatamıyorsan, istifa müessesesi diye bir yer vardır, bırakır gidersin. Hükümet olmak için, bakan olmak için buna katlanmaya mecbur değilsiniz ki!..

Yine, değerli Tarım Bakanı arkadaşımız, kalktı, kendinden önceki hükümetin tarım politikalarını yerden yere vurdu. Sayın Taşar buradadır, umut ederim bunlara cevap verecektir. Bakın, geçenlerde afet oldu, Sakarya'da da oldu, binlerce dönüm tarım arazisi sular altında kaldı, Türkiye genelinde 200 000 dönümde oldu; Antalya'da oldu, Tokat'ta oldu, Samsun'da oldu, Bartın'da oldu, Zonguldak'ta oldu, her tarafta... Ben, şimdi Sayın Taşar'a buradan teşekkür ediyorum; 1999'da mayıs ayının sonunda sel afeti olduğu zaman, hemen haftasında gerekli olan mısır tohumunu bölgeye yolladı ve ikinci mısır ekimi yapıldı.

Şimdi, ben, arkadaşlarla, Sakarya İl Tarım Müdürüyle görüştüm, daha raporlar bile tasdik edilmemiş. Binlerce dönüm tarım arazi heder olmuş, çiftçinin mazotu gitmiş, gübresi gitmiş, tohumu gitmiş; hükümet, bir avuç mısır tohumu verecek, bir avuç şu tohumu verecek, bunu dahi esirgiyor. Böyle atıl, böyle bürokrasiye boğulmuş olan bir Tarım Bakanlığı olmaz değerli arkadaşlar. Afet olduğu an, ertesi günü, ertesi hafta orada tohumluğu hazır edeceksiniz; her gün ekim yapamazsınız, tarlayı tavındayken ekmeniz gerekir. Vatandaşın, kaybolan mahsulünün yerine, hiç olmazsa, ikinci ekim yapıp, ayakta durabilmesi lazım; ama, maalesef...

Biz, bu hükümet kurulduğundan beri, Tarım Bakanına her türlü yardımda bulunuyoruz. Bir arkadaşımızın ifade ettiği gibi kendileri komisyonda "tarım reformuyla ilgili kanun tasarısı getiriyorum" dedi. Dinledik, evet, getirirseniz biz destekleriz dedik; ama, desteklemenin çerçevesi şudur dedik Sayın Bakan. Bunu, bütçede de söyledik, komisyonda da söylüyoruz. Bugün, desteklemenin, tarım desteğinin çerçevesi şudur: Efendim, ben, tarımı şöyle yaptım, buraya getireceğim... Hayır, ben, doğrudan doğruya uygulamaya bakarım.

Bakın, Sayın Tarım Bakanı bundan bir süre önce, 17 Haziranda Bursa'ya gitmiş -Bursa'nın Olay Gazetesinde, Bursa Haber Gazetesinde- Bursa'da diyor ki: "Çiftçinin durumunu iyi biliyorum. Ben, ziraat mühendisiyim. Ailem de buğday, arpa ekiyor. Soruyorum, Türkiye'de hangi yıl çiftçimizin durumu iyi oldu, ne zaman ürettiğimizin karşılığını aldık; 70, 80, 90'lar da mı? O zamanki hükümetler tarıma sırt çevirdiler..." Ve, şunu yaptılar, bunu yaptılar...

Değerli arkadaşlar, evet, hükümetler herşeyi yapamamıştır; ama, güzel işler de yapmıştır. Bakın, 54 üncü Hükümetin içinde bulundum ben. Biz, pancara yüzde 150 fiyat verdik ve pancar ekimi genişledi. Biz, buğdaya aynı şekilde, hayvancılığa aynı şekilde, fındığa aynı şekilde verdik. Bakın, biz, fındığa 2 dolar fiyat verdik 1996'nın eylül ayında, Trabzon'da, Bakanlar Kurulu toplantısında. Bundan geri adım atamadı hükümetler bizden sonra. Bu hükümet de atamadı. Atamadı; ama, ne yaptı? Biz, fındığı aldık, parasını ödedik. Fındık, piyasada, bizim verdiğimiz fiyatın daha üzerinde tüccardan alıcı buldu. Siz, fındığı 2 dolardan aşağıya çekemediniz, üzerinde birkaç sent de verdiniz; ama, ödeme yapmadınız. 1 020 000 lira iken fındık fiyatı Ofiste, Fiskobirlikte, vatandaş, 650 000 liraya fındığını sattı ve aylarca, iki ay, üç ay, dört ay fındık parasını alamadı; hatta, deprem bölgesinde dahi alamadı.

Sizin burada bir yanlışınız şudur muhterem arkadaşlar: Sayın Bakana söylüyorum, hükümete söylüyorum ve hatırlatıyorum. Bakın, tarım politikalarında yeni düzenlemeler yapabilirsiniz, yeni uygulamalar getirebilirsiniz, daha verimli, kaliteyi yükselten, verimi artıran, daha uygun politikalara dönebilirsiniz; ama, bu dönüşü yaparken, çiftçiyi de öldürmeye, yok etmeye hakkınız yok. Biraz önce dedim, çiftçi telefon ediyor her yerden ve "hükümet, 102 000 lira dedi; ama, ben, 85 000 liraya Kadirli'de zor satış yaptım. Ben, 88 000 liraya Kahramanmaraş'ta zor satış yaptım" diyor; yani, buğday çiftçisi mahvolmuştur.

Değerli arkadaşlar, buğday çiftçisi mahvolmuştur. Bugün, buğday çiftçisinin -buğday çiftçisi için söyleyeyim size- 1 litre mazot almak için satması gereken buğday miktarlarına baktığımızda, bakın, daha önceki hükümetler zamanında, bizim hükümetimizde, 2 kilo buğdayla 1 litre mazot alırken, şimdi, sizin getirdiğiniz fiyatla, 4 kilo 300 gram buğday satması lazım. Niye söylüyorum bunu; tabiî, bugün, buğday fiyatı 102 000 lira, mazot fiyatı 441 100 lira. Bakın, işte, hesabı görün. Yani, çiftçi, 2 kilo buğdayla aldığı mazotu, 4,5 kilo, 4,3 kilo buğdayla almadurumundadır. Bütün tarım ürünlerinde bu oranlara baktığınız zaman, 54 üncü hükümet dönemi, Refahyol Hükümeti dönemi, hakikaten, son yıllarda çiftçimiz için altın yıl olmuştur; sadece çiftçimiz için değil, esnaf için de, memur için de, emekli için de, bütün çalışanları, üretime tevşik eden yıl olmuştur.

Yakında Sekizinci Beş Yıllık Planı görüşeceğiz. Açın, bakın, planın 1996-1997 yılları uygulamalarına, üretimde artış var, niye; çünkü, hükümet olarak üretimi desteklemişiz. 1996'da millî gelir artışı yüzde 7,1, 1997'de yüzde 8,3. Bizden sonra gelen hükümette, 1998 yılındaki hükümette yüzde 3,8'e düşmüş, 1999 yılındaki hükümette de, Anasol-M'nin uygulamalarıyla yüzde 6,4 küçülmüş Türkiye; tarımda küçülmüş, sanayide küçülmüş, her şeyde küçülmüş.

Burada, hükümetin ve Tarım Bakanlığının anlamadığı mesele nedir? Sayın Başbakan gidip de, falan yerde sualtında kalacak mozaikleri inceleyeceğine, önce gelsin, tarım politikalarını değerlendirsin, çiftçinin meselelerini değerlendirsin değerli arkadaşlar.

Nedir anladığı mesele; o mesele şudur: Çiftçiye, üretimi özendirecek fiyat vereceksiniz. Hiç kimse yaptığı işten zarar ederse onu yapmaz, esnaf da yapmaz, çiftçi de yapmaz. Hayvancılık yapıyorsa, yemiyle, otuyla, samanıyla, süt geliriyle, et geliriyle onu dengelemesi lazım ki, elinde bir şey kalsın. Aynı şey hububat ziraatında da söz konusudur. Mazot kullanacak, gübre kullanacak, ilaç kullanacak, tohumluk kullanacak... İşçiliğini saymıyor, köylü işçiliğini de feda ediyor, helal olsun işçiliğime diyor; ama, siz, onun maliyetini kurtarmayan bir fiyat vereceksiniz. Ziraat Odaları "125 000 liradır bizim fiyatımız; 155 000 lira olması lazım; başka türlü kurtarmaz" diye bar bar bağırdı. Niye; bir yılda mazota yüzde 127 zam yapmışsınız. İşte, sizin hükümeti kurduğunuz zaman mazot 194 000 lira, bugün ise, 441 000 lira; yüzde 127 zam yapmışsınız mazota. Gübreye yüzde 100 zam yapmışsınız. Çiftçiye de, kalkıp, yüzde 27 zam veriyorsunuz. Çiftçi ne yapsın?! Hani, Tarım Bakanı, ocak ayında, sağda solda "ben, ucuz mazot vereceğim" diye söylüyordu. Ondan sonra, basında demeçleri var: "Mazot fiyatını yarıya indireceğim, şuraya indireceğim..." Biz de "iyi olur, tebrik ederiz" dedik; burada söyledim, komisyonda söyledim. Hani ucuz mazot?! Vatandaş mahsulünü ekti, şimdi hasat zamanıdır. Vatandaş mahsulünü yüzde 127 pahalı mazotla, fiyatı artan mazotla ekti; bunu nasıl karşılayacaksınız? Yani, birinci mesele, çiftçiyi üretime özendirecek olan fiyattır ve çiftçiye birkaç kuruş getirecek olan, maliyet ile satış arasındaki farktır.

Değerli arkadaşlar, bundaki politikanın da esası şudur: Uygun fiyat vereceksiniz, destekleme alımı yapacaksınız ve aldığınızı ödeyeceksiniz. Çok alın demiyoruz. Zaman zaman, Tarım Bakanları, gelir, burada "efendim, siz 2 milyon ton aldınız, biz 10 milyon ton aldık" derler. Kardeşim, mesele çok almak değil, aldığının fiyatını ödersen piyasa canlı oluyor. Tüccar o zaman bakıyor ki, devlet ciddî alım yapıyor, para da ödüyor ve tüccar daha yüksek fiyatla piyasaya giriyor. Bakın, şimdi, bugün buğday çiftçisinin düştüğü durum bu: Siz 102 000 lira diyorsunuz, o, 85 000 liraya satmaya mecbur kalıyor. O da nazlı tüccar; çünkü, tüccar biliyor ki, bu hükümet IMF'nin emrindedir, bu hükümet -bu rakamları benden daha iyi biliyor tüccar- 2000 yılında çiftçiye para vermeyecek, çiftçiyi ezecek, beş ayda zaten ezmiş, destekleri yüzde 24 azaltmış;  tüccar "tamam, biraz daha bekleyeyim; çiftçi sıkışacak, 85 000 liraya değil, 80 000 liraya da vermeye mecbur kalacak" diyor. Niye; çiftçinin mazotçuya mazot borcu var, gübreciye gübre borcu var, esnafa borcu var; bir yıl çalışacak, kazandığıyla bir yıl geçinecek. Siz, çiftçiyi götürüp, böyle teslim ediyorsunuz; ama, bütün paraları da faizcilere doğru sevk ediyorsunuz. İşte, bu hükümetten bu milletin sıkıntısı budur.

Bu Tarım Bakanı, bunun mücadelesini yapmakla mükelleftir. Bakanlık koltuğuna oturmak, mazeret üretmek demek değil. Başka zaman da hükümetlerin yaptığı meseleler bize mazeret olamaz. Hükümet makamı mazeret ihdas etme yeri değil ki, meseleleri çözmek için hükümet olunur; bakan arkadaşların da, hükümetlerin de görevi budur. Çözemezlerse giderler, Meclis iradesi başka hükümetler çıkarır, millet iradesi -seçimle- başka hükümetler çıkarır.

Değerli arkadaşlar, hükümetin ve Tarım Bakanının uygulamaları baştan sona yanlıştır; bunu söylüyorum. Avrupa piyasalarındaki, Amerika piyasalarındaki mahsul fiyatlarıyla Türkiye'yi mukayese ederseniz, Türk çiftçisini Türk çiftçisini mahvedersiniz.

Bugün, nüfusun takriben yüzde 40'ı tarımda, köyde yaşamaktadır, tarımla geçinmektedir. Birçok ilçemizde ve kasabamızda, ilçe ve belediye olmasına rağmen, belde olmasına rağmen insanlar, tarımla geçinmektedir. Bu insanları desteklemeye mecbursunuz. Biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak desteklemeye mecburuz. Hükümetleri, onları desteklemeye mecbur kılmak, bizim görevimizdir. İki sebeple desteklemeye mecburuz: Birincisi sosyal sebeptir, ikincisi de iktisadî sebeptir. Niye; bu insanlar yaşayacak mı; yaşayacak; 30 milyon köylü yaşayacak mı; yaşayacak; yaşamak için yiyecek, giyecek, zarurî birtakım harcamalar yapacak mı; yapacak. Peki, bunlara üretim imkânını vermezseniz, bunlar, eğer hayvancılıkta zarar ediyorsa, hububatta zarar ediyorsa, pancarda zarar ediyorsa, patateste zarar ediyorsa, pamukta zarar ediyorsa o zaman ziraat yapamayacaklar demektir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ayhan, lütfen tamamlayın efendim.

Mikrofonunuzu açıyorum ve size de 1 dakika süre veriyorum.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Teşekkür ederim.

Kimse zararına çalışmayacağına göre, bunlar, o zaman, şehirlerin banliyölerine, varoşlarına, gecekondu bölgelerine doğru yığılacaklar.

Sayın Tarım Bakanı buyurdular ki: "Bizim politikamız, vatandaşı yaşadığı yerde doyurmak." İyi, çok güzel bir politika, onun için de fiyat vereceksin. "Ama, efendim, buğdaya fiyat vermekle çiftçinin meselesi çözülmez." Ne yapacağız, kemane mi çalacağız yani çiftçiyi eğlendirmek için.

Değerli arkadaşlar, bir insan niye üretim yapar; bir insan yaşamak için üretim yapar, geçinmek için üretim yapar. Birinci mesele, bunları, biz doyurmaya mecburuz; bu, bir sosyal transferdir. Bugün, bizim çiftçimiz 365 gün çalışır, kışta yazda çalışır, sabah da kalkar erken çalışır, geceyarısına kadar çalışır, bizi besler; ama, şimdi, biz, maalesef, çiftçinin mallarını değerlendirecek, çiftçiyi ayakta tutacak yerde, faizcileri besleyen bir politikanın içine girip, gömülmüşüz.

Çiftçiyi desteklemenin ikinci sebebi de şudur: Bu insanlar üreterek mi yaşasın, sadece üretmeden tüketsin mi? Onun için, çiftçiye destek vermeye mecbursunuz. Bugün, tarımın millî gelirdeki payı, aşağı yukarı yüzde 14-15'tir. Yuvarlak hesap 200 milyar doların içinde, aşağı yukarı 25-30 milyar dolar mertebesinde bir üretimi var...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Tarım Bakanı aleyhine verdiğimiz bu gensorunun kabulünü hepinize arz ediyor, hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonumuzun daveti üzerine, Meclis Başkanımızın himayelerinde, Batı Trakya'dan 40 misafirimiz, komisyon çalışmalarımıza katılmışlardır.

Başta, Gümülcine Milletvekili Galip Galip, eski milletvekilleri İsmail Rodoplu, Birol Akifoğlu, Faik Faikoğlu olmak üzere, İskeçe Müftüsü Emin Aga, Gümülcine Müftüsü İbrahim Şerif, dernek başkanları, birlik başkanları, belediye başkanları ve Meclis üyeleri, şu anda, Genel Kurul Salonumuzu teşrif etmişlerdir.

Hepiniz adına, kendilerine hoş geldiniz diyorum. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, gensoru görüşmeleriyle ilgili olarak, Anavatan Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Beyhan Aslan.

Buyurun efendim.

Süreniz 20 dakika.

ANAP GRUBU ADINA BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Fazilet Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Sayın Recai Kutan ve 35 arkadaşı tarafından verilen, uyguladığı yanlış politikalarla tarım sektörünün olumsuz yönde etkilenmesine neden olduğu iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında gensoru açılmasına ilişkin önerge üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım. Şahsım ve Grubum adına, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bugüne kadar görev yapan cumhuriyet hükümetlerinin hepsinin programlarını incelediğimizde, tarım sektörünün sorunlarına ve sorunların çözüm yollarına hep değinilmiş; ama, ne var ki, bugün geldiğimiz noktada, tarım ve hayvancılığımızı, geçen yıllarla kıyaslamak alışkanlık haline gelmiş. Bunun yerine, yani, geçmiş yıllarla karşılaştırmak yerine, tarım ve hayvancılığımızı gelişmiş ülkelerle kıyaslamak, tarım sektöründe dünyanın geldiği noktadan tarım sektörüne bakmamız gerektiğini bilmek, kısır çekişmelerden ve günübirlik popülist yaklaşımlardan kurtulup, tarım politikalarının esaslarını, Dünya Ticaret Örgütü tarım anlaşmasının öngördüğü yükümlülükler ile Avrupa Birliği ortak tarım politikası standartlarını ölçü almamız gerekir.

Sanayileşme ve bilgi toplumu olma yolundaki gayretler tarımı da kurtaracak gayretlerdir. Zira, süratle, geçimini tarım sektöründen, tarımdan sağlayan nüfusumuzu aşağılara indirmek durumundayız. Tarımda çalışan nüfus, ülkemizde yüzde 46 iken, bu oran, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 2,6, İspanya'da yüzde 8,4, İtalya'da yüzde 7,8'dir. Aynı şekilde, 1999 yılı itibariyle, tarım sektörünün gayri safî yurtiçi hâsıla içerisindeki payı ülkemizde yüzde 15 olmasına karşılık, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 1,8, İspanya'da yüzde 3,5, İtalya'da ise yüzde 2,8'dir. Bu oranlar, tarım sektöründeki problemin büyüklüğünü, önemini ortaya koyması açısından dikkat çeken rakamlardır.

Değerli milletvekilleri, istihdam yoğunluğu ve bu işten geçimini sağlayanların nüfusumuzun yarısına yakın bölümünü oluşturmasından dolayı, tarım sektörü, ülkemizin en büyük, o ölçüde de en sıkıntılı ve en problemli sektörü durumundadır. Bu sıkıntıyı en fazla hissedenin çiftçimiz ve köylümüz olduğu gerçeğinin yanında bir gerçek daha vardır ki, o da, toplam istihdamın yarıya yakınını barındıran bir alanın ihmal edilemeyeceği, gözardı edilemeyeceği ve çiftçilerimizin sıkıntılarına sırt dönülemeyeceği gerçeğidir; çünkü, böylesine önemli ve kangren olmuş problemlerle boğuşan bir sektörü kaderine terk ederek, topyekûn ve dengeli bir kalkınmayı gerçekleştirmek mümkün değildir. O zaman, yapılacak olan kuru, popülist politikalarla günü kurtarmak ve tarım sektörünü politik bir potansiyel kaynağı görmek değil, 2000'li yıllarda lider ülke olmayı hedefleyen ve bu hedeflerini de mutlaka gerçekleştirecek olan lider Türkiye'ye yaraşır, lider Türkiye tablosunun gerçekleşmesine katkıda bulunacak, kaynak yutan değil, kaynak yaratan bir sektörün gerçekleşmesini sağlamak, tarım sektörünü bu role uygun donanımlara kavuşturmak en büyük görevimiz olmalıdır.

Tarım sektörünün bu yeterliliği yakalaması, çiftçimizin ve köylümüzün yüzünün güldürülmesi, sektörü yarınlara taşıyacak yapısal adımlara ve reformlara hız verilmesi yönünde, 55 inci hükümet döneminde çok büyük mesafeler alınmıştır. Tarım sektöründeki problemlerin kangren hale gelmesinin en önemli nedenlerinden olan kalıcı ve sürdürülebilir tarımsal politikaların olmayışı konusu da, 55 inci hükümet döneminde ortadan kaldırılmış; kısa, orta ve uzun vadede uygulamaya konulması gereken gelişme planları oluşturulmuştur.

Cumhuriyet tarihinde ilk defa Tarım Şûrası toplanmış -ki, ben hatırlıyorum, Sayın Bakanımız da bu şûranın üyesiydi- yine cumhuriyet tarihinde ilk defa Birinci Hayvancılık Kongresi düzenlenmiştir. 55 inci hükümetin Sayın Bakanına, bu girişimlerinden, bu atılımlarından dolayı teşekkür ediyorum. Bu ilk adımlarda, sektördeki bütün temsilcilerin katılımıyla, siyasetüstü anlayışla tarım sektörünün sıkıntıları masaya yatırılmış, çözüm önerileri de ortaya konarak, kalıcı ve sürdürülebilir tarımsal politikaların temeli atılmıştır.

Ülkemiz hayvancılığının gelişmesinin ve bu gelişmeyi devam ettirmesinin en önemli kaynaklarından biri olan çayır ve meraların ıslahı, bakımı, korunması ve geliştirilmesine hizmet edecek olan, kırk yıldır çıkarılamayan, yıllarca sakız gibi ağızda çiğnenen ve Meclisimizde defalarca kadük kalan bir kanunu, Mera Kanununu, 55 inci hükümetin Başbakanı Sayın Yılmaz'ın talimatlarıyla, o günkü hükümet ve o günkü Tarım Bakanı  çıkarmıştır. Bu reform niteliğindeki yasa dolayısıyla, o günkü hükümet üyelerine, 20 nci Dönem Parlamentosuna ve o günkü Bakan Sayın Taşar'a teşekkürü de bir borç biliyorum.

Yine, aynı dönemde, çiftçimizin ürünü elinde bırakılmamış, enflasyonun üzerinde bir fiyat verilmiş, çiftçilerimizin alacakları peşin olarak ödenmiş ve iki yıl üst üste, çiftçiye tek kuruş borcu olmadan bir sonraki yıla geçilmiştir ki, bu, cumhuriyet tarihinin rekorudur. Bu rekorun kırılması, en büyük temennim ve dileğimdir.

Anavatan Partisi olarak, 55 inci hükümet döneminde belirlenen, kalıcı ve sürdürülebilir nitelikleri haiz tarımsal politikaların devam ettirilmesi mecburiyetinin yanında, geleceğe yönelik yapısal adımların da süratle atılmasının, çiftçimizin ve köylümüzün, gelecekte, bugünkü sıkıntıları yaşamamasının şartı olarak değerlendiriyoruz.

Öncelikle, tarım sektörünün, rekabet edebilir ve çağdaş üretim tekniklerini kullanarak birim alandan daha fazla verim elde edebilecek bir yeterliliğe kavuşturulması şarttır.

İşletme büyüklüklerinin optimum düzeye ulaştırılması, tarımsal nüfusun kademeli olarak diğer sektörlere kaydırılması, çiftçimizi, kendi kendisine yeten, yerinde üretici olan durumunu muhafaza eden ve alınterinin karşılığını alarak, temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmayacağı bir gelişmişliğe taşımak, hepimizin öncelikle düşünme ve politika üretme alanı olarak düşünülmelidir. Bunun da, siyasetüstü bir anlayışla, tarımsal politikaların devam ettirilmesiyle ve yapısal adımların bir an önce atılmasıyla mümkün olabileceği inancındayım.

Bugün, kırsal alandaki toprak-insan dengesi bozulmuş, mevcut tarımsal alanlardan ve faaliyetlerden geçimini sağlayanların oranı geçmiş yıllara göre azalmış görünmekteyse de, nüfus olarak, sayı daha da artmıştır.

Eldeki mevcut yapı ve sektördeki kaynaklarla, mevcut nüfusun geçiminin sağlanması bir yana, temel ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorlanır bir yapıya ulaştığı açıkça ortadadır. Bugünden konuyu siyasetüstü bir anlayışla ele almaz, kendi halinde bırakırsak, gelecekte, çiftçimizi ve köylümüzü bekleyen sıkıntıları daha da büyütmekten başka bir iş yapmamış oluruz. Bunun için, modern tarım tekniklerinin ve arazilerin bütünleştirilmesinin teşvik edilmesi şarttır; hem çiftçimizin hayat standardını yükseltmek hem de tarım sektörünü ekonomik kalkınmamızda bir dinamo, bir destek alanı haline getirmemiz bakımından şarttır. Tarımsal üretim planlanmalı ve piyasa sürekliliğinde istikrar sağlanmalıdır. Bunun için, çiftçimiz, ürün planlanması ve ürün çeşitlendirilmesi konusunda yönlendirilmelidir. Bir yıl çok olan ürün, ertesi yıl talebi karşılayamayacak derecede üretilmekte; bundan da, tüketici kadar çiftçimiz de zarar gördüğü gibi, Türk ekonomisi de büyük kayıplara uğramaktadır. Son olarak, patates üreticisinin yaşadığı sıkıntıların temelinde, bu üretim plansızlığı, üretim sorumsuzluğu ve üretim sistemsizliğinin olduğu açıkça ortadadır.

Bu yapının devam ettirilmesi, sadece çiftçimizi sıkıntıya sokan bir kaynak değil, aynı zamanda, çiftçimizin üretkenliğini devam ettirmesini de engelleyecek bir sonuca doğru gitmektedir; çünkü, çiftçinin ürününden elde ettiği gelir girdilerini karşılayamayacak seviyede olurda, ne çiftçinin sıkıntıları ortadan kalkacaktır ne de çiftçimizin üretkenliğini devam ettirecek şartlar devam edecektir.

Bu nedenle, tarımsal politikalardaki fiyat oluşumunda, çiftçinin elde ettiği gelir ile tarımsal girdiler arasındaki farkın, çiftçiye iyi bir hayat standardı sağlayacak ve üretkenliğini devam ettirecek bir seviyede tutulmasının sağlanmasını şart olarak görüyoruz. Bunun için de, tarımsal amaçlı kuruluşlar desteklenerek, çiftçiye, ucuz, kalitesi ve yeterli girdi temin edilmesi sağlanmalıdır. Özellikle, gübre, traktör, süt, yem girdilerinin fiyat artışları enflasyonun altında gerçekleşmeli, tarım ürünlerini destekleme fiyatlarında ise, enflasyonun üzerinde bir artış olmasına dikkat edilmelidir. İşte, çiftçi dostu olmanın, çiftçiden, köylüden yana olmanın şartının da bu olduğunu tahmin ediyorum.

Değerli milletvekilleri, elbette, muhalefet iktidarı denetleyecektir; Başbakan ve bakanların tasarruflarını gözlem ve denetim altına alacaktır. Bu, muhalefetin en doğal hakkıdır, demokrasinin de bir gereğidir. Elbette, Anayasamızda var olan, araştırma, soruşturma, genel görüşme, gensoru yolları denenecektir. Önemli olan, sorumlu muhalefet anlayışı ölçülerine göre mesele ele alınmalıdır. Nedense, hep bu yollara, iktidar-muhalefet ilişkilerinin normal düzeyde gittiği zamanlarda değil de, siyasî tansiyonun yükseldiği, siyasî rant peşinde koşulduğu, öfkenin akla, demagojinin bilime hâkim olduğu dönemlerde gensorular veriliyor. Bugün var olan soruşturma dosyaları da buna bir örnektir.

Değerli milletvekilleri, tarım sektörünün sorunlarını izaha çalıştık. Tarım sektörünün sorununun, yalnızca desteklenme ve sübvansiyon sorunu olmadığını gördük. Sorunu, sadece ürün tabanfiyatları olarak görmüyoruz. Günlük düşünmek, popülist yaklaşmak, kolaycılığa kaçmaktır.

Tarım Bakanıyla ilgili gensoru önergesinin, aceleyle kaleme alındığı anlaşılıyor. Biraz da "iktidar ortakları arasında sular bulanıyor, biraz da biz bulandıralım mı" anlayışının önplana çıktığını görüyorum. Bu gensoruda, biraz popülizm, biraz siyasî rant, biraz da öfke kokusu var.

Hükümetçe ortaya konulan ekonomik program, özellikle, enflasyona karşı alınan önlemler titizlikle uygulanmalıdır. Bu konuda verilecek her taviz, popülist yaklaşımdır. Enflasyonist ve popülist politikalarla ekonomi tepetakla olursa, bugünleri arar hale geliriz.

Bu önergenin acilen ve acele kaleme alındığının bir diğer örneği de, tarımın, maalesef, dağınıklığı ortadayken, tütünden, çaydan sorumlu olan Devlet Bakanının konusu da önergeye dahil edilmiş; yine, Sanayi ve Ticaret Bakanının sorumlu olduğu birlikler de önergeye dahil edilmiştir. Bu nedenle, bu önergenin acele kaleme alındığı ve mevcut olan siyasî ortamdan yararlanma kaygısıyla verildiği açıktır.

Anavatan Partisi olarak, gönlümüz, tarım ürünlerine daha çok ve daha fazla fiyat vermektir. Ne var ki, her zaman gönlündekinin gerçekleşmesi imkân dışı olur. Mevcut ekonomik yapı içinde verilen fiyatlar nedeniyle sıkıntıda olan çiftçimizi istismar yerine, kısa, orta ve uzun vadeli politikalarla tarım sektörünün problemlerini çözme gayreti içinde olmak durumundayız. Milletimiz, kavgayı ve kavga edenleri sevmiyor. Siyasî çekişmeye değil, icraata ihtiyacımız vardır.

Hayırda ve güzelde birleşmek gerektiğini vurguluyor, bu düşüncelerle Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında verilen gensoru önergesine katılmadığımızı ifade ediyor ve Anavatan Partisi Grubu adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aslan.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Eskişehir Milletvekili Sayın Necati Albay; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

DSP GRUBU ADINA NECATİ ALBAY (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Fazilet Partisi tarafından verilmiş olan Sayın Tarım Bakanımız hakkındaki gensoruyla ilgili Demokratik Sol Parti Grubunun hakkındaki görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum; şahsım ve Partim adına sizleri saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, gelişmekte olan ülkeler, tarım ağırlıklı toplumdan sanayi toplumuna geçişte bazı arayışlar içerisindedirler. Ne var ki, sanayileşmenin altyapısı da tarım sektörüne dayanmaktadır. Ekonomik gelişmenin ve sanayileşmenin özünü teşkil eden kaynak, tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de tarım sektöründen aktarılan değerlerle gerçekleştirilmektedir.

Sanayiin büyük kesiminin hammaddesini tarım sektörü sağlamaktadır. Ekonomik gelişme, tarım sektörünün gelişmesine bağlıdır. Tarımsal kalkınmayı kolaylaştırmak, her şeyden önce, yeterli bir altyapı ile iyi bir fiyat politikası ve üreticilere sağlanacak olan  birtakım kolaylıklar ve örgütlenmelerle olacaktır. Bunu sağlamış olan Batı'nın sanayileşmiş ülkeleri, tarım sektörüne yatırdıkları değerlerin kat kat karşılığını alarak sanayi toplumuna dönüşmüşlerdir.

Yurdumuzda tarım kesiminin genel nüfus içindeki oranı yüzde 41, istihdamda yüzde 46, millî hâsıladaki payı yüzde 15, ihracattaki payı ise yüzde 18'dir. Ancak, son zamanlarda tarımdaki bu yapılaşmada tersine bozulmalar görülmektedir. Nüfusumuz, her yıl yüzde 2 oranına yakın artmaktadır. Nüfusun beslenme gereksinimi tarım sektöründen sağlanmaktadır.

Bütün bunları düşündüğümüz zaman, tarım sektörünün önemi kendiliğinden orta yere çıkmaktadır. Tarım sektörünün ulusal gelirden aldığı pay ise, son zamanlarda, yüzde 30'lardan yüzde 12'lere kadar gerilemiştir. Doğal olarak işsizlik büyümüştür. Şehirlere akın eden işsizler nedeniyle, köylerde genç nüfus kalmamış, şehirler artan nüfus nedeniyle yarı yarıya, hatta, misli misline büyüyerek büyük köyler haline dönüşmüştür. Çiftçi, üretim dışına çıkmak zorunda kalmıştır. Bu konuda süratle önlem alma ve politika üretilmesi zorunlu hale gelmiştir. Diğer bir ifadeyle, tarıma yönelik yanlış politikaların göz göre göre çiftçiyi yoksullaştırması, ülkede göç olgusunu hızlandırmıştır. Köy nüfusunun 1980 yılından sonra büyük ölçüde azalması, köyün artık kendini besleyemediğinin açık ifadesidir.

Tarım sektörünün gelirlerindeki büyük düşüş, bir yandan sanayie aktarılabilecek kaynakları azaltırken, diğer yandan da sanayi ürünlerine olan talebi düşürdüğü için, sanayileşme çabalarına da darbe vurmuştur. Tarım ürünlerine vurulan bu darbeden daha da korkuncu, tarım ürünleri dış alımı özendirilerek daha da baskılı hale gelmiştir.

Değerli arkadaşlar, Anadolumuz, gerek toprak yapısı gerek iklim özellikleriyle, tarımla ilgili pek çok bitkinin gen merkezidir. Bugün, dünya üzerinde bulunmayan 3 500 adet bitkinin gen merkezi Anadolu'dur ve dünyadaki bitki gen merkezlerinin de yüzde 35'ini oluşturmaktadır; ancak, ne var ki, kırsal alanda yaşanan bugünkü olumsuzlukların tüm nedeni de, bu zamana kadarki gelmiş geçmiş iktidarlarımızın tarım konusunda yapmış oldukları eksikliklerden, tarım konusundaki yanlış yönlendirmelerden kaynaklanmıştır. Gerçekten, nüfusumuzun, bugün, yüzde 40'lara kadar indiği bu kırsal alandaki gelişmelere, eğer mevcut hükümetlerimiz gerekli destekleri sağlamış olsalardı, kırsal alandaki bu gerileme görülmeyecek; Türkiye de tarım alanında büyük başarılar elde ederek, elbette ki, sanayileşmesini tamamlamış olacaktı.

Değerli arkadaşlarım, bugün, ülkemizde, geçmişten beri yanlış uygulanan politikalar sonucu, çayda, tütünde pek çok üretim fazlalıkları vardır. Bunun yanında da, maalesef, Türkiye'nin ihtiyacı olan yağ bitkilerinde de büyük bir açığımız vardır. Buralarda popülist politikalar yapılarak, Türkiye'deki tarımı tahrip etmeye hiçbirimizin hakkı yoktur. Dolayısıyla, tarımla ilgili mevcut hükümetimizin, 57 nci hükümetimizin almış olduğu birtakım tedbirleri elbirliğiyle desteklemek durumundayız.

Yıllardan beri tarımla uğraşan ülkemizde, bugün, maalesef, yeterli miktarda tarımsal kayıt ve veri tabanı oluşturulamamıştır. Eğer, siz, ülkenizde tarımsal kayıt ve veri tabanını oluşturamadınız ise, elbette, birtakım şeyler de rasgeleliğe terk edilmiş olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, tarım ekonomisinin, 57 nci hükümetimiz tarafından, kayıt ve veri tabanının oluşturulmasına büyük bir hız verilmiştir. Mevcut hükümetimiz, tarımsal desteklemelerin gerçekleştirilebilmesi için, tarımdaki kayıt sistemini ve veri tabanını oluşturmak durumuyla karşı karşıyadır. Bununla ilgili, Sayın Bakanlığımız tarafından, gerekli tedbirler alınmış ve uygulanmasına da başlanılmıştır. Dünyayla rekabet edebilecek üretim çeşidi ve kalitesi, ülkemizde mutlak surette sağlanmalıdır. Alternatif ürün üretimine mutlak surette hız verilmelidir.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bakın, biraz evvel vermiş olduğum örnekte olduğu gibi, çayda ve tütünde üretim fazlalığımız vardır. Biz, üreticiden almış olduğumuz tütün ve çayımızı, daha sonra, yakarak yok etmekteyiz. Peki, bu,  millî bir değer, millî bir kayıptır. Biz, bu çay ve tütün yerine, eğer ülkemizde üretim fazlalığı varsa -ki, vardır- üreticimize direkt destekleme yaparak, bunun yerine altertanif ürünler üreterek... Ürettiğimiz değerlerin yok edilmesine bile bile göz yumulmaktadır ve bu, yıllardan beri, ülkemizde, maalesef, biraz evvel söylediğim popülist politikalar sonucu uygulanagelmiştir. Halbuki, bugün, biz, eğer, tütünün yerine -ki, Sayın Tarım Bakanlığı, bu konuda gerekli tedbirleri almış, gerekli önerileri getirmiş ve bu yönde çalışmalara başlanılmıştır- üreticimize ayçiçeği ekimi yaptırabilirsek ve tütünden kazandığı para kadarını fark olarak, ayçiçeği bedelleri üzerine, çiftçimize direkt destekleme yaparak verirsek, Türkiye, açığı olan yağ ihtiyacını kendi üretimiyle karşılayabilecektir; elbette ki, yakarak yok ettiğimiz ürünler için de, millî değerlerin kaybı önlenmiş olacaktır.

Bugün, ülkemizde, hayvancılık sektörü gerçekten büyük darbeler yemiştir. Geçmişteki birtakım yanlış uygulamalar sonucu, hükümetler vatandaşın gereklerini tam teşhis edemeden, gereksiz ithalatlar yapılmıştır ve bu ithalatlar sonucu, Türkiye hayvancılığı yok olma noktasına getirilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye -biraz evvel de söylediğim gibi- pek çok tarımsal ürünün gen merkezidir ki, bunlardan bir tanesi de, hayvancılık konusunda, tiftik keçisi olayıdır. Bugün, Türkiye, tiftik keçisinde, neredeyse tükenme noktasına gelmiştir. Tiftik keçisiyle ilgili gerekli desteklemeler yapılmamış; dolayısıyla, ürettiği üründen yeterli kazancı temin edemeyen çiftçi de, bunu terk etmek, bırakmak zorunda kalmıştır.

Üretimi fazla olan ürünlerimiz, mutlak surette ihracatla değerlendirilmelidir.

Biraz evvel, burada konuşan değerli arkadaşlarımın buğday taban fiyatlarıyla ilgili söyledikleri şeylere katılmıyorum. 1996 yılında mevcut hükümetimizin buğday fiyatını 18 000 lira olarak ilan etmesine rağmen, Ofise gerekli destek sağlanmadığı için, Ofis tarafından çiftçinin ürünü satın alınamadığı için, çiftçimiz, buğdayını 12 000 liradan, 13 000 liradan satmakla karşı karşıya kalmıştır.

NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – 1996'yı bırakın, 2000'den bahsedin.

NECATİ ALBAY (Devamla) – Elimdeki rakamlara göre, 1996 yılı içerisinde Toprak Mahsulleri Ofisinin aldığı toplam hububat miktarı -ki, bunun içerisinde arpa, çavdar, buğday dahil olmak üzere- 1 550 000 tondur. Halbuki, Türkiye'nin pazara sunduğu hububat miktarı, aşağı yukarı 8 milyon tondur. Dolayısıyla, biraz evvel, burada, buğdaya düşük fiyat verildi diye hükümetimizi tenkit eden diğer siyasî parti gruplarına mensup arkadaşlarımız, bizatihi, bunlar, 1996 yılında Ofise gerekli desteği, gerekli kaynağı sağlamadıkları için, üretici, ürününü yarı fiyatına satmak durumuyla karşı karşıya kalmıştır. 57 nci hükümetimiz kurulduktan sonra, Toprak Mahsulleri Ofisine gerekli kaynaklar zamanında temin edilerek 1997 yılında 5,5 milyon ton, 1998 yılında 8 milyon ton, 1999 yılında da 5,6 milyon ton hububat alımı yaptırılmış ve 1999 yılında, doğal afet nedeniyle, belki bunların bedellerinin ödenmesinde bir miktar gecikme olmuştur; ama, 1997 ve 1998 yıllarında, üreticinin alınteri, elemeği karşılığı gününde ödenmiştir.

Değerli arkadaşlarım, elbette, hükümetin yaptıklarını tenkit etmek durumundasınız; ancak, birtakım gerçekleri de orta yere koymak zorundayız. Sadece, yanlışları orta yere getirip bazı şeyleri söylemek, elbette, ülkemizin hayrına ve geleceğine değildir.

Değerli arkadaşlarım, elbette, bugün, ülkemizin tarımının içinde bulunduğu koşullardan sadece bu 57 nci hükümeti sorumlu tutmak, vicdanla, izanla bağdaşır bir durum değildir.

Ülkemiz, gerçekten, pek çok kaynağı israf etmiştir. Tarıma direkt destek veren kuruluşlar devre dışı bırakılmıştır. 1950'li yılların sonunda kurulan toprak su teşkilatı, 1940'lı yıllarda kurulan Ziraî Donatım Kurumu, maalesef, yok edilmişlerdir. Bunlar, tarıma direkt destek veren kuruluşlardır. Eğer, biz, bu her iki kuruluşu ülkemizde gerektiği şekilde destekleyip bunların yaşamasına olanak sağlamış olsaydık, bugün, Türkiye topraklarının pek çoğu sulama olanağına kavuşacaktı, pek çok havzamız, pek çok alanımız sulu hale gelecekti.

Türkiye'de, hepinizce malum olduğu gibi, büyük çapta toprak erozyonu mevcuttur. Yıllık taşınan verimli toprak miktarımız, neredeyse, Kıbrıs Adası kadardır. Elbette ki, siz, ülkenizde havza ıslahı yapmazsanız, yağışlardan oluşan sellenmelerin önünde gerekli  tedbirleri almazsanız, ülkenizin verimli topraklarını kaybetmekle karşı karşıya kalırsınız. Ne pahasına olursa olsun, ülke toprakları, gerçekten, kutsaldır; hiçbir şekilde ihmal edilmeye gelmeyecektir.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizin tarımsal potansiyeli oldukça yüksektir. Bakın, size çok basit birörnek vermek istiyorum: Yıllık fındık üretimimiz, aşağı yukarı 450 000 ton civarındadır. Bu, bizim ihracatımızın neredeyse yüzde 15'ine tekabül etmektedir. Biz, gerçekten, kendi ürettiğimiz ürünlerin pazarlama aşamasında da, devlet olarak, gerekli altyapıyı sağlayıp, bunların dünyaya ihraç edilmesini ve değerlendirilmesini sağlamakla mükellefiz ve bunları yerine getirmek zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, benden evvel, buradaki konuşmacı arkadaşlarımız, bu 57 nci hükümetin çiftçiyi perişan ettiğini, yoksullaştırdığını söylediler. Konuya biraz insafla yaklaşmamız gerekecek sanıyorum. 1994 yılında, dönemin hükümetleri zamanında, Türkiye'deki pancar fiyatı 1 000 liraydı. 1995 yılında, hükümetin pancar fiyatını ilan etmesi beklendi ve köylümüz 1 200 liraya razıydı; ancak, hükümet zamanında pancar fiyatlarını ilan etmedi. Söküm zamanında ilan ettiği, 2 500 liraydı; ama, o yıl Türk köylüsü pancar ekmedi; pancar ekimi üçte 2 oranında azaltıldı ve Türkiye, o yıl, 1995-1996 yılları içerisinde Avrupa piyasalarından 800 000 ton şeker almakla karşı karşıya kaldı.

Peki, Türkiye'nin pancar ekimi ve şeker üretim potansiyeli bu kadar yüksek olmasına karşın, ne için, Türkiye, kendi ürettiği şekeri dış piyasaya satamazken, dış piyasadan şeker almakla karşı karşıya kalmıştır; işte, buradaki hükümetlerin aymazlığı, gerekli tedbirleri zamanında almamasından kaynaklanmıştır.

Daha sonra ne yapılmıştır: 1996 yılı içerisinde verilen 4 400 liralık fiyat, 1997 yılında verilen 11 000 liralık fiyat_ Ne için, 1997 yılında bu fiyatlar birdenbire şişirilmiştir; Refahyol dönemi yıkılıyordu değerli arkadaşlarım, gelecek hükümeti de şimdiden tahakküm altına almak için böyle bir yola gidildi ve 4 400 liralık pancar fiyatı, 1997 yılında 11 000 lira olarak ilan edildi; ama, gelen hükümetler, elbette, devletteki devamlılığı esas alarak, 11 000 liradan, bu çiftçimizin pancar bedellerini ödemiştir. Bugün, Türkiye'nin, kendi ihtiyacını üç sene boyunca karşılayacak miktarda elinde şeker stoku vardır.

Değerli arkadaşlarım, elbette, tüketilemeyen bu değerler, Türkiye bütçesine yüktür. Değerli arkadaşlar, bu tedbirlerin, bilinçli bir şekilde planlanarak alınması, yapılması gerekirken, maalesef, bu tür yığılmalar olmuştur. Bugün, Türkiye'de, bu konuyla ilgili olarak, hükümetimiz, birtakım düzenlemelere gitmiştir. Eğer, Türkiye'de, pancar üretimi ihtiyacımızdan fazlaysa, dışarıdaki şeker fiyatı da bizim maliyetimizden az ise, biz, pancar üretiminde belirli sistemleri getirmek zorundayız ve yapılan da budur. Türkiye'de, pancar üretimi, Türk çiftçisine hiçbir zaman için yük olmayacak şekilde düzenlenmiştir ve bunda da başarılar sağlanmıştır.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, gelelim, buğday fiyatlarının 122 000 lira maliyeti olduğu ve 102 000 lira fiyat verildiği meselesine. Burada, milletin kürsüsünden, 65 milyon insana hitap ediyoruz; ama, her şeyden evvel, burada, doğruları da söylemek durumundayız. Ben, mesleğim olarak, otuz yıl bu mesleği yapıp içinden gelen bir kişi olarak ifade ediyorum; hiçbir zaman için, Türkiye'de, bugünkü koşullarda, buğdayın maliyeti 122 000 lira değildir.

Değerli arkadaşlarım burada çıktılar, konuştular, birtakım yerlerden rakamlar aldılar. Eğer istiyorsanız, varsanız, gelin, hep beraber, şurada, buğday fiyatlarını beraberce hesaplayalım ve buğdayın maliyetinin ne olduğunu birlikte görelim.

Değerli arkadaşlarım, burada konuşulacak ise, burada birtakım şeyler söylenecekse, elbette, doğruları söylemek durumundayız. Bugün, Türkiye'de -kim ne söylerse söylesin- buğdayın dekar başına kilogram maliyetinin 70 000 TL'yi geçmesi mümkün değildir. Peki, nereden çıkarıyorsunuz 122 000 lira buğday maliyetini?! Eğer istiyorsanız, varsa, alın elinize kâğıdı kalemi, beraberce şurada buğday fiyatlarını hesaplayalım.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Az önce, iktidar milletvekili söyledi; Tarım Bakanlığının hesabı 90 136 lira; yapmayın!..

NECATİ ALBAY (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, hayır, kimsenin, bu ülke üzerinde, kendi partisel çıkarı için, birtakım şeylerde popülizm yapmaya hakkı yoktur. Bugün, sulu şartlarda, buğdayın dekar maliyeti aşağı yukarı 26 milyon lira civarındadır. Dekardan 400 kilogram buğday üretiyorsanız, bunu, buna böldüğünüz zaman, rakam 60 000; koyun bunun üzerine 10 000 lira daha; dolayısıyla 70 000'i geçiremezsiniz ve doğru olanı da budur. Eğer bunun aksini söyleyebiliyorsanız, sizi, o rakamı ispatlamaya davet ediyorum.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Biz aksini söylemiyoruz... Sayın Aslan söyledi; 90 136 lira... Tarım Bakanlığı hazırlamış... İspata gerek yok...

NECATİ ALBAY (Devamla) – Değerli arkadaşlar, hiç kimse, burada, popülizm yapmak durumunda değildir. Dolayısıyla, Türkiye'de geçmişte yapılan hatalarla -ben de sizlere katılıyorum- Türkiye tarımı darboğazlara itilmiştir. Bunda, geçmişteki arkadaşlarımızın, geçmişteki cumhuriyet hükümetlerimizin, ihmali diyemeyeceğim, ama, belki bilgisizlikleri vardı. Dolayısıyla, tarım, ülkemizin ana konularından birisidir.

Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri, elbette, ihmale gelmeyecektir. Tarım konusunda, hükümetimiz, gerekli bütün tedbirleri almıştır. Bir sayın konuşmacı, burada, çıkıp, Sayın Tarım Bakanımızın akaryakıt fiyatlarında yüzde 50 destekleme verileceğini ilan etmiş olmasına rağmen, konuyla ilgili herhangi bir çalışmanın yapılmadığından bahsetti. Sanıyorum, bu konuda, Sayın Bakanım sizlere gerekli bilgiyi aktaracaktır; ama, hedefimiz odur ki, Türkiye'de, tarımın yeniden planlanması, yeniden yapılandırılması.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Albay, size de 1 dakika eksüre veriyorum; lütfen, tamamlayın efendim.

Buyurun.

NECATİ ALBAY (Devamla) – Bunlar, 57 nci cumhuriyet hükümetinin hedeflerindendir. Söylenenler tek tek gerçekleştirilmektedir. Şunu söylemeden geçemeyeceğim. Türkiye'nin içerisinde bulunduğu bu ekonomik darboğazın, sıkıntının nedeni, yıllardan beri, ülkedeki yüksek faizdir.

Değerli arkadaşlarım, 57 nci hükümete elbirliğiyle destek olmak zorundasınız. Bugün, Türkiye'de, bakın, faizler yüzde 30'lar mertebesine inmiştir. Önümüzde üç yıllık bir program deklare edilmiştir. Burada, yıllara göre hedefler belirtilmiştir. Türkiye, hepimizin ülkesidir; bu ülke ne kadar ileriye doğru gidiyorsa, bunda hepimizin payı vardır. Türk halkının refah seviyesine ulaşması, hepimizin ortak hedefidir. 57 nci hükümet, bu yolda çok önemli tedbirler almış, bunları deklare etmiştir; elbirliğiyle buna destek olmak, her birimize düşen görevlerdendir.

Konuyla ilgili olarak verilmiş olan gensoruya Demokratik Sol Parti Grubu olarak aleyhte oy vereceğimizi belirtir, hepinize saygılar sunarım. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Albay.

Hükümet adına, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, hakkımda verilen gensoru ve gensoru içerisinde yöneltilen iddialar ve burada yapılan konuşmalarla ilgili sorulara bu kısıtla süre içerisinde cevap vereceğim; ancak, gensorunun özellikle bugünlerde verilmesinin, daha ziyade hububat alış ve satış politikalarıyla ilgili olduğundan dolayı, müsaade ederseniz, ben, öncelikle, televizyonlarımızın başında bizi izleyen değerli dinleyicilerimizin ve üreticilerimizin de bu konuyla çok daha yakinen ilgilendikleri için oradan başlamak istiyorum ve hakkımda verilen gensorunun, gerçekten, çiftçinin durumunu düzeltmeye yönelik değil de, siyasî bir düşüncenin sonucundan kaynaklandığını da, açıkladığım rakamlarla, sizler ve değerli izleyicilerimiz göreceklerdir.

Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; şu anda Parlamentoda bulunan 5 siyasî partiden, son on yılda iktidarda bulunmayan hiç biri yoktur; yine, bu 5 siyasî partiden Tarım ve Köyişleri Bakanlığı görevini üstlenmeyen herhangi bir parti de yoktur; bunun öncelikle, burada, altını çizmek istiyorum.

Sene 1994 -müsaade ederseniz, hastalığı teşhis etmemiz gerekli ki, tedaviyi yapalım; o nedenle bunları söylüyorum- iktidarda bir koalisyon hükümeti var. İzlenen politikalardan birkaç örneğini bilgilerinize arz etmek istiyorum: Buğdaya verilen fiyat, dünya fiyatlarının ton başına 21 dolar gerisinde; yani, dünya fiyatlarından 21 dolar daha düşük bir fiyat verildi; seneyi tekrar ediyorum, 1994. Bu mudur çiftçiyi korumak ve kollamak?!

Toprak Mahsulleri Ofisi, fiyatları 10 Haziranda ilan ediyor ve 2,5 milyon ton ürün alınıyor; piyasaları regüle edecek rakama bile ulaşılamıyor. O yıllarda, Türkiye, iyi hatırlarsınız ki, bakliyatta dünyanın sayılı üretici ve ihracatçı ülkelerinden biri. İktidar, baklagilleri, gerekli hazırlıkları bile yapmadan ve ekiminden sonra, çiftçiye haber vermeden desteklemeden çıkarıyor. Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye Cumhuriyeti Devleti dışarıdan baklagil ithal etme durumunda kalıyor ve özellikle de, 1990'ların başında 270 000 ton üretime çıkardığımız soya fasulyesi üretimi işte bu yıldan sonra düşüyor ve göreve geldiğimiz yıl da 45 000 tona düşüyor. Soya fasulyesi üretilmeyen bir ülkede, hayvancılıktan bahsedemezsiniz. O yıldan sonra neler mi oluyor; bugün, Türkiye, baklagil ithalatçısı ülkelerin başında geliyor. Bu mudur çiftçiyi düşünmek?!

Sene 1995, iktidarda yine bir malum koalisyon var. İktidar, buğdaya, ton başına, dünya fiyatlarından sadece ve sadece 5 dolar fazla veriyor; ama, bugün, dünya fiyatları, Kansas Futures Marketing'de 108 dolardır, verilen fiyat 167 dolardır. Ben de isterim Tarım ve Köyişleri bakanı olarak hububata daha yüksek fiyat vermeyi, onu da birazdan açıklarım. Bu mudur çiftçi dostu olmak; Türkiye'de üretilen buğdaya, dünya piyasasından yalnız 5 dolar fazla verip de çiftçi dostu olduğunuzu burada sıralamak?!

Evet, Türkiye'de buğdayın maliyeti yüksek; niye yüksek; çünkü, biraz önce de söylendiği gibi, dünya ortalaması 500-600 kilogram dekara iken, maalesef, çiftçimiz, bugün, 200 kilogram dekara buğday alıyor; çünkü, tarlasına su götürülmedi, verimi artırılmadı, tohumu ıslah edilmedi ve gerekli tohum verilmedi. İktidar, buğdaya dünya fiyatlarından sadece 5 dolar fazla vererek, çiftçi dostu olduğunu burada nasıl müdafaa eder; onu merak ediyorum.

Türkiye'de hububat hasadının önemli birkısmı temmuz ayında tamamlanır. O günkü iktidar, 1995 yılında fiyatları ne zaman açıkladı; bizim geç açıkladığımızı iddia eden iktidar -düşünmenize gerek yok; çünkü, tahmin edemezsiniz değerli milletvekilleri- hububat fiyatları 31 Ağustos 1995'te ilan edildi tarafınızdan, 31 ağustosta ilan edildi hububat fiyatları. Peki, çiftçiden ne kadar ürün alındı -yine hastalığın teşhisi için söylüyorum- sadece 40 000 ton buğday, toplam 246 000 ton hububat satın alındı. Olağanüstü hal stokunu bile karşılayacak rakam değil, hatta olağanüstü hal stokunun onda 1'inden daha az buğday alındı. Çok alım yapmak başarı değildir; doğru; ama, hiç olmazsa piyasayı regüle edecek kadar alım yapmak ve çiftçimizi sokakta bırakmamak esastır. Bu mudur çiftçiye el uzatmak, bu mudur çiftçiyi tüccara ezdirmemek?! Bunu nasıl izah edersiniz, ben sizlere sormak istiyorum!..

Şimdi, başka bir iktidar döneminden bahsedeceğim. Sene 1997, yine koalisyon hükümeti, yine Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bir partide. Fiyatlar 20 haziranda ilan edildi; yani, bugünküne denk bir dönemde; ancak, alınan buğday miktarı 3,4 milyon ton. 1996'da bu koalisyon hükümetinin görevde bulunduğu yıllarda, TMO'ca buğday alımı biraz rayına girmeye başlamıştı, buğday TMO'ya birazcık akmaya başlamıştı; ama, o zamanki iktidar, TMO'ya talimat verdi ve buğday fiyatlarını geriye çekti, TMO ucuz fiyatla satış yapmaya başladı. Devlete güvenerek piyasalara giren ve alım yapan tüccar ve sanayici, TMO tarafından, sonradan, bazı tüccar ve sanayiciye -ki, bunları bazıları yandaşlar diye isimlendiriyorlar; onu sizin takdirinize bırakıyorum- daha ucuz fiyata buğday satmaya ve TMO'yu zarar ettirmeye başladılar ve sanayiciyle tüccar 2000 yılına girilinceye kadar bir daha piyasalara girmeye korktu. Bütün yük TMO'nun sırtına bindi. TMO, bankalara koşuyor ve faize boğuluyordu. Faizden dert yananlar "TMO'yu rantiyenin kucağına ve faiz batağına itiyor" diyenler, bu mudur o gün için savunulan adil düzen, bu mudur çiftçiyi korumak?! Sizelere bunu sormak istiyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

Bugün çekilen sıkıntıların temelinde, 1996 yılı sonlarına doğru uygulanan popülist politikalar ve zararına satış kararı yatmaktadır. Geçmişi unutmadan, devlete güveni sarsanlara bunları hatırlatmadan geçemeyeceğimizi burada müsaadenizle arz etmek istiyorum.

Bugünlerde "pahalıya alınan buğdaylar ucuza satılıyor" diye bir değerli milletvekilimiz bir iddiada bulundu, dün basın toplantısında da açıkladılar. Burada olay çarpıtılıyor, sokaktaki vatandaşın kafasında şüpheler uyandırılıyor. Meselenin aslı şudur: Türkiye, dünyada hububat fazlası olan ülkelerdendir ve fazla miktarı ihraç etmekten başka şansı yoktur; denize dökme cüretini gösteremeyeceğimize göre, ihraç etmek durumundayız. İhraç ederken de, dünyadaki fiyatlar neyse, o fiyattan satabilirsiniz. Böylece, geçmiş bir dönemdeki gibi, dünya fiyatlarından düşük fiyatla alım yaparsanız -nitekim, 21 dolar aşağısına aldığınız dönemi hatırlayınız- ihraç fiyatınız otomatikman dünya fiyatlarına yakın olur; ama, çiftçinin hali ne olur; biz o günleri iyi hatırlıyoruz.

Bir diğer konu, un ve makarna gibi tarımsal sanayi ürünlerinin ihracatının teşviki amacıyla dahilde işleme rejimi kapsamında sanayiciye dünya fiyatlarından buğday satıyoruz. Şimdi deniliyor ki "ihracatçıya iç alım fiyatlarından daha ucuza buğday satılıyor." Un ihracatında dünyada belli bir yeri olan Türkiye, neden pazar kaybetti dersiniz; cevabını hemen vereyim: İleriyi göremeyen ve demagojiye kaçan türde demeç verip, yanlış soru soran siyasîler yüzünden. Hiçbir kimseye kilogramı 57 000 liradan buğday satılmamaktadır. Bunlar, ihraç kaydıyla satılmaktadır, dahilde işleme rejimi kapsamıyla satılmaktadır. Nasıl, meyve, sebze ihraç ederken, ona ton başına bir ihracat teşviki veriyorsak, buğdayda da, bu, bu şekilde verilmektedir; ama, biz, burada şu değişikliği yaptık: TMO'dan ihraç karşılığı ürün alıp iç piyasaya satabilen, ihracatını gerçekleştirmeyen ve devleti zarara sokanları dürüst ihracatçıdan ayırmak amacıyla "önce ihracatını yap, belgelerini tamamla, ihtiyaç  duyarsam, ihtiyaç duyarsam ihracatı ben de gözetlerim ve daha sonra da bunun karşılığı buğdayı veririm" diyerek, içinde bulunduğumuz hükümet, iktidara geldikten sonra bu uygulamayı başlatmıştır; bu uygulama başarıyla yürümektedir. Türkiye, dünya un piyasasına yeniden girmeye başlamıştır. Şimdi "aldıkları fiyattan daha ucuza satış yapıyorlar" deyip, ihracattan bahsetmeden, halkın kafasını karıştıranlara huzurlarınızda soruyorum: Siz ihracata karşı mısınız, siz dürüst ihracatçının desteklenmesine karşı mısınız? Ben, olmadığınıza inanıyorum, öyle ümit ediyorum. Muhtemelen, birileri sizlere yanlış bilgiler veriyor veya bilerek siyasî yaklaşıyorsunuz.

Müsaade ederseniz, bu ihracat rakamlarıyla ilgili birkaç rakamı arz etmek istiyorum:

1991 yılı, buğdayın iç alım değeri ton başına 191 dolar, ihraç fiyatı 91 dolar.

1992 yılı, buğdayın iç alım değeri ton başına 175 dolar, ihracat fiyatınız 86 dolar.

1993 yılı, buğdayın iç alım fiyatı ton başına 188 dolar, ihracat fiyatı 109 dolar.

1998 yılı, buğdayın iç alım fiyatı ton başına 212 dolar, dışsatım fiyatı 97 dolar.

57 000 liralık fiyat buradan kaynaklanmaktadır. Bu konuyu, lütfen, izah ederken, beyinlerde şüphe uyandırmamak için, bu rakamları vermenizde siyaseten de fayda olduğuna inanıyorum.

Diğer taraftan, Yüce Meclis tarafından kanunlaşan ve 1 Ocak 1995 tarihinden itibaren yürürlüğe giren Dünya Ticaret Örgütü Anlaşmasına göre, Türk çiftçisini ne duruma getirdiğinizi size anlatmak istiyorum. Bu anlaşmada, ülkemizin 2000 ve 2004 yıllarında yapabileceği buğday ve arpa ihracatı üst limitleri sizin tarafınızdan belirlenmiştir. Türkiye, ihtiyacından fazla buğday üretmektedir; bunun için burayı açıklıyorum. O yıllarda bu anlaşmaya imza koyanlar, Türkiye'nin önünü tıkamışlardır; çiftçiler bu nedenle sizi affetmeyeceklerdir; çünkü, bu anlaşmada denilmiştir ki: Ben Türkiye olarak, 2000 yılında, yani bu yıl, içinde bulunduğumuz yıl, en fazla 1,6 milyon ton buğday ve arpa satacağım ve yıllara göre azalacak, 2004 yılında ise en fazla buğday ve arpa satmama izin verilen rakam 607 000 tondur; yani, bu kadar ihracat yapacağım. Bunun manası şudur: İhracattaki azalma paralelinde, Türk çiftçisinin hububat ekiminden uzaklaşmasıdır. O yıllardaki iktidara şimdi sormak gerekmez mi; siz o gün karar vermişsizin Türk çiftçisi buğday ekmesin ve dünyaya satmasın diye... Ama, biz, bizden önce kaynaklanan bu problemi, buğdayı işleyerek, un, makarna ve diğer ürünlere çevirenlere satarak ve dahilde işleme rejimine işlerlik kazandırarak, ürünlere çevirip ihraç ediyoruz.

Bütün bu yanlış alım ve satım politikalarının TMO'yu malî açıdan ne hale getirdiği konusundan da, müsaade ederseniz, bir iki cümleyle bahsetmek istiyorum.

1999 yılı sonunda, Toprak Mahsulleri Ofisinin borçları 974 trilyondur, ödediği günlük faiz tutarı 3 trilyon 11 milyardır, borçlarının önemli bir bölümü de temerrüte düşürülmüş ve yüzde 210'lara varan oranlarda faiz uygulamalarıyla karşı karşıya kalmıştır. Aralık 1999'da bankalarla yaptığımız görüşmeler ve uzun pazarlıklar neticesinde, faiz oranlarında indirim sağlanmış, temerrüt faizleri tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bu operasyonla, kuruluşun günlük faiz yükü 3 trilyon 11 milyardan 1 trilyon 135 milyara düşürülmüştür. Kuruma, 108 trilyonu başlangıçta olmak üzere, toplam 327 trilyon avantaj sağlanmıştır. Bugün itibariyle, günlük faiz yükü geçen yılki 3 trilyon 11 milyara karşılık, 583 milyara düşürülmüştür. 1999 yılı sonundaki bu iyileştirme yapılmamış olsaydı, Toprak Mahsulleri Ofisinin şu andaki borcu 1 katrilyon 433 milyar olacaktı, günlük faiz yükü de 4 trilyon olacaktı. Bunların hepsinin, geçmiş yıllarda uygulanmaya başlanan yanlış politikaların sonucu olduğunu bizi izleyen herkes çok iyi bilmektedir. Özellikle bu yanlış politikaların temelleri, biraz önce verdiğim, 1996 yılında alınan kararlarda yatmaktadır; yani, biz göreve geldiğimizde, Toprak Mahsulleri Ofisi bitmek üzereydi ve hatta bitirilmişti; ama, mutlulukla söylüyorum, övünçle söylüyorum ki, çiftçinin güvencesi olan Toprak Mahsulleri Ofisini bugün kurtardık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve ekranları başında bizi izleyen değerli vatandaşlarım; şimdi, burada, müsaadenizle, tekrar sormak istiyorum: Bizim hangi yanlış politikamızın hesabı burada soruluyor; yoksa, bu gensorunun arkasında, biraz önce değerli bir konuşmacımızın da söylediği gibi, siyasî bir düşünce mi yatıyor?

Devraldığımızda, TMO'nun yüklendiği destekleme maliyetinin önemli bir kısmı faize gitmekteydi. Örneğin, 1999 yılında hububat alımını desteklemek için kullanılan maliyetin yüzde 88'i faiz ödemelerine, yüzde 12'si ise çiftçiye ulaşmıştır. Bu faizlerin önemli bir bölümü, geçmiş yıllardan kalan kredilerin faizidir.

Hububat alım kampanyasının başladığı bugünlerde, Toprak Mahsulleri Ofisinin ticarî bankalara olan tüm borçları tarafımızdan ödenmiştir; kamu bankalarına olan borçlarının da önemli bir kısmı ödenmiş, kalan kısmı ise üç yıla varan vadeye yayılarak ödenilebilir hale getirilmiştir. TMO, şu anda, malî bünyesi güçlendirilmiş, borçlarını rahatlıkla ödeyebilen, kredibilitesi yüksek bir kuruluş haline gelmiştir. Bu yöndeki çalışmalara büyük bir gayretle devam etmekteyiz.

2000 yılı hububat alımı için, ürün bedelleri karşılığı olarak, çiftçiye 500 trilyon ödeme yapılması planlanmaktadır. Ödenecek faiz miktarı, 500 trilyona karşılık, 80 trilyondur; ama, sizlerden kalan Toprak Mahsulleri Ofisinde, geçmiş yıllarda, 418 trilyona 393 trilyon faiz ödediğinizi sizler de biliyorsunuz ve çiftçilerimiz de biliyor.

Amacımız, TMO'nun kasasından çıkan paranın yönünü değiştirmek ve tamamına yakın kısmının çiftçimize ulaşmasını sağlamaktır. Önümüzdeki birkaç yıl içinde, TMO, geçmiş iktidar dönemlerinden aldığı borçların tamamından kurtarılacak ve kendi özkaynaklarıyla görevini yerine getirecektir.

57 nci hükümetle birlikte, hububat politikaları gerçek zeminine oturmaya başlamıştır. Asıl desteklemenin, ürün fiyatının tarla maliyeti esasına göre belirlenmesiyle sağlanacağı gündeme getirilmiştir.

Burada, bazı konuşmacı arkadaşlarımız “çeşitli kuruluşların buğday maliyetlerini tespitlerinin 120 000 lira ile 158 000 lira arasında değiştiğini” söylediler. Ben, burada, bu kuruluşlar arasında da bir fikir birliğine varılmasını talep ediyorum; ama, buğday maliyetleri, bugün bölgelere göre tarafımızdan belirlenmiştir ve bu maliyetler esas alınarak ve üzerine de yüzde 20 fazlasıyla çiftçimize fiyat verilmiştir.

Tarım ve Köyişleri Bakanı olarak, ben de, daha fazla fiyat verilmesini doğal olarak isterim; ancak, mevcut bütçe imkânlarını ve hükümetin başarıyla uygulamakta olduğu ekonomik istikrar programını da burada belirtmek istiyorum.

Belirlenen destekleme fiyatlarının da yıllar itibariyle kıyaslanmasında bir yarar vardır. 1996 yılında dünya fiyatlarından yüzde 2 düşük verildi, 1997 yılında dünya fiyatlarından ancak yüzde 38 fazla verildi, 1998 yılında dünya fiyatlarından yüzde 57 fazla verildi; 1999 yılında, 57 nci cumhuriyet hükümeti ve onun Tarım ve Köyişleri Bakanı olarak göreve geldiğimizde, çiftçinin içerisinde  bulunduğu sıkıntıdan ve hatta 1994, 1995, 1996 ve 1997 yıllarında tarım kredi kooperatiflerinden ve Ziraat Bankasından aldığı kredileri ödeyemediğinden, üzerlerine de temerrüt faizi binmiş olmasından dolayı, çiftçimize bir cansuyu verelim diye ve onun karşı karşıya kaldığı kuraklıkta da yardımcı olalım diye, geçen sene, dünya fiyatlarından yüzde 75 fazla bir fiyat verilmiştir. 2000 yılı için söylüyorum; dünya fiyatlarının üzerine yüzde 59 bir fiyat verilmiştir; ancak, bazı arkadaşlarımız, IMF’ye verilen niyet mektubunda, ton başına CIF değer üzerinden yüzde 35 daha fazla bir fiyat verileceğini söylüyorlar. Bu maksimum bir değerdir ve biz, Türkiye’deki tarla maliyetlerini ve diğer enflasyonu, faizleri düşünerek, hükümet olarak buğdaya verdiğimiz artış, ekmeklik buğdayda yüzde 27,5, diğerlerinde biraz daha yüksek, arpada yüzde 36, mısırda yüzde 37’dir.

Özellikle Türkiye’nin yem bitkilerine ihtiyacı vardır; mısırın durumu buğdaya göre iyileştirilmiştir, arpanın durumu iyileştirilmiştir ve bugün dışarıdan mısır alma mecburiyetinde kalıyoruz; arpa, dünyada yüksek bir fiyatla gidiyor. Bunların hepsi tarafımızdan günü gününe takip edilmektedir.

Diğer taraftan, buğday üreticisi çiftçimiz, diğer 99 çeşit ürünü de tüketmektedir. Burada önemli olan, enflasyonu düşürmektir; bizim mücadelemizin temelinde de bu yatmaktadır. Devraldığımız enflasyonun ve ticarî faizlerin ne kadar yüksek olduğunu, değerli izleyicilerimiz ve siz değerli milletvekilleri bilmektesiniz.

Türkiye genelinde, ancak, 100 dekarın üzerindeki alanda hububat ekimi yapan çiftçiler, ürünlerini pazara sunmaktadırlar. Tarım ve Köyişleri Bakanlığında bakanlık yapan bakanlarımız bilirler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kesildi)

BAŞKAN – Buyurun efendim, açıyorum mikrofonunuzu Sayın Bakan; lütfen, tamamlayın efendim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Türk çiftçisinin yüzde kaçı buğday üreticisidir, Türk çiftçisinin yüzde kaçı buğday satıcısıdır ve buğday satanın da sattığı buğday miktarı ne kadardır, bu rakamları çok iyi analiz etmek lazımdır.

Bugün, Türkiye'de, yıllara göre, Toprak Mahsulleri Ofisinin bilgisayarlarından çıkardığınız zaman, Toprak Mahsulleri Ofisine buğday satan çiftçilerin sayısı 250 000 ile 350 000 arasında değişir. Bu rakamlarsa, ülkemizdeki toplam çiftçi sayısının yüzde 10'una tekabül eder.

Tüm çiftçilerin, aynı zamanda, buğday haricinde pek çok ürünün tüketicisi olduğunu düşünürsek, özellikle ekmek tüketicisi olduğunu düşünürsek, özellikle dibe vuran hayvancılık -ki, bizzat, muhalefet partili milletvekilleri tarafından, bu kürsüden "ameliyat masasına yatırdık hayvancılığı, bu şekilde size devrediyoruz" diye dile getirilmiştir- hayvan yemi açısından tüketici olduğunu düşünürsek, yüksek fiyat vermenin, maliyet olarak çiftçiye direkt yansıdığını göremeyiz. Örnek olarak, ortalama bir römork buğdayın -yani, 2 ton buğday satan bir çiftçi; ki, Türkiye'de oldukça büyük bir çiftçidir bu- kilogramına, eğer, 10 000 Türk Lirası fazla fiyat vermiş olsanız -ben de isterim vermeyi- bunun farkı, yılda 20 milyon Türk Lirası eder; ama, enflasyon nedeniyle bunun çiftçiye maliyeti kat kat daha fazla olmaktadır.

2000 yılı hububat alım ve satış politikalarının belirlenmesinde temel hedeflerimiz, çiftçinin, alınteri ürünlerini kolay ve değerinde pazarlayacağı bedeli, zamanında almasını sağlamaktır; özel sektörün, Toprak Mahsulleri Ofisiyle birlikte alıma girmesini sağlamaktır; çünkü, Toprak Mahsulleri Ofisinin görevi, regülasyon görevidir. Üretilen ve pazara sunulan buğdayın az bir kısmını Toprak Mahsulleri Ofisi almaktadır. İlk defa bir yenilik getirdik bu sene biz, alım fiyatları ile satış fiyatlarını aynı kararnamede açıkladık; bu, tüccarın, un sanayicisinin ve gıda sanayicisinin piyasaya girmesini sağlamaktadır. Geçen hafta burada sunduğum gibi, özel firmalar, bugün, geçen seneki alımlarının, ortalama olarak yüzde 60-yüzde 80 daha üzerinde fiyat artışıyla ürün almaktadırlar. Eğer, özel sektörü, TMO'yla birlikte yarışa sokamaz, alıma sokamazsak, TMO'yu ağır finansman yükünden kurtarmamız imkânsızdır ve böylelikle de, TMO, çiftçinin karagün dostu olmaktan çıkacaktır.

Sayın milletvekilleri, tarımda yeniden yapılanma programı içerisinde yer alan bu çalışmalar, yine yapılması hedeflenen yasal ve kurumsal düzenlemelerle birlikte, çiftçimizin, buğday üreticimizin ve diğer tüm çiftçilerimizin durumlarını düzeltme yönündeki hazırladığımız kanun tekliflerini, biraz önce gündemdışı konuşmalara cevap verirken söyledim ve bu kanun teklifleri, şu anda, Başbakanlığa arz edilmiştir; ümit ediyorum ki, yakında, Bakanlar Kurulundan geçerek Yüce Meclise sunulacaktır.

Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; Meclis zabıtlarından biraz önce bir konuşmacı açıkladı, muhalefet partisi milletvekillerinin de Tarım ve Köyişleri Bakanlığının tarım konusundaki politikalarını nasıl desteklediğini; ancak, Fazilet Partisine mensup, başta Sayın Genel Başkanı olmak üzere, 36 milletvekili arkadaşımızın imzasıyla verilen gensoru önergesine baktığımda, benim politik uygulamam olarak değerlendirmelerin nereden kaynaklandığını da görme imkânı yoktur.

Şunu belirtmek istiyorum; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı görevine başladığım ilk günden beri, üzerinde önemle durduğum ve her fırsatta dile getirdiğim en önemli konu, tarımın siyasetin üstünde tutulması, çiftçinin alınteri üzerinden siyaset yapılmaması olmuştur. Bizim felsefemizde, alınterinden siyaset yoktur. Özellikle, muhalefete mensup milletvekili arkadaşlarımızın bu kürsüden politikalarımıza destek verdiğini, bir kez daha kendilerine hatırlatmak istiyorum.

Tarımda almış olduğumuz kararlar ve yapmış olduğumuz uygulamalar, bir siyasî rant hesabıyla yapılmamış, bizim hükümetimize kadar yapılan bu tür uygulamaların tam tersine, Türkiye'nin ihtiyacı olduğu için, çiftçinin, üreticinin ihtiyacı olduğu için bu çalışmalar gündeme taşınmış ve uygulamaya aktarılmıştır. Bu çalışmaları uygulamaya aktarırken birtakım uluslararası kuruluşlarla görüşmelerimiz olmuş, tarım sektörünün içinde bulunduğu durum tartışılmış ve neticede bir niyet mektubu ortaya çıkmıştır.

BAŞKAN – Sayın Bakan, sürenizi 5 dakika kadar aştınız. Lütfen, tamamlar mısınız efendim!..

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu niyet mektubunun, hükümet olarak ve hükümetin bir bakanı olarak tabiî ki arkasındayız; ancak, bu mektubun herhangi bir hatası olduysa bunu Tarım ve Köyişleri Bakanlığında aramak haksızlık değil midir? Onu da ben vicdanınıza tevdi ediyorum.

Yine, önergede, Türk tarımıyla ilgili bazı taahhütler altına girildiği ve amacın, tarıma verilen desteğin kısa sürede tamamen kaldırılması olduğu ileri sürülmektedir.

Sayın milletvekilleri, tarıma verilen destek, her zaman bu kürsüden de söyledim ki, soframızdaki gıdamıza, yediğimiz ekmeğimize, içtiğimiz süte verilen destektir. Yani, tarıma verilen destek, sadece köylüye, çiftçiye verilen destek değil, tüm tüketiciye verilen destektir. Bizim politik anlayışımız budur.

BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen, tamamlar mısınız efendim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Tamamlıyorum efendim.

Daha önce de çeşitli konuşmalarımda ifade ettiğim gibi, tarım sektörüne verilen desteklerin azaltılması ve tamamen ortadan kaldırılması bizim politikamız asla olmamıştır; ancak, sizlerin de her zaman belirttiğiniz gibi, çiftçiye verilen destek ve teşviklerin çiftçinin eline ulaşmadığı, bu teşvik ve desteklerde -bizzat, Anamuhalefet Partisi milletvekillerinin de değindiği gibi- Avrupa Birliğindeki ortak tarım politikalarının uygulanması gerektiği belirtilmiştir.

Sayın Başkan, müsaade ederseniz şu iki rakamı arz etmek istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan, sürenizi 10 dakikaya yakın aştınız...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Çünkü, gensoru çok uzun ve çok rakam var. Müsaade ederseniz onları arz etmek istiyorum.

BAŞKAN – Lütfen, tamamlayın efendim!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Sayın milletvekilleri, gensoru önergesini veren arkadaşlarımız eğer Türkiye'deki istatistikleri inceler ve bir de genel ekonomi kitaplarına baksalardı şu gerçekleri görürlerdi.

1999 yılında tarım sektörünün 4.6 küçüldüğü, gayri safî millî hâsıla içindeki payının da yüzde 16'dan yüzde 13'e düştüğü söylenmekte ve yine, tarımda çalışanların oranının da yüzde 44'ten 45'e çıktığı söylenmektedir. Evet, doğrudur. Tarım yüzde 4,6 küçülmüştür; ancak, 1999 yılında, çeşitli nedenlerden dolayı ve 18 Nisanda bir seçim yapılmıştır; Türkiye'deki genel ekonomideki düşüş 6,4, tarımdaki düşüş ise 4,6'dır. O halde, görevi devraldığım yıl ortasından sonra, buradaki başarımın da Tarım Bakanlığının hanesine yazılmasında yarar vardır.

Tarımın millî ekonomideki payının yüzde 16'dan yüzde 13'e düştüğüne dair rakamları da söyleyip bitirmek istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, lütfen...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Resmî rakamlarda, sabit fiyatlarla tarımın toplam gayri safî millî hâsıla içindeki payı 95 yılında yüzde 14,8, 96 yılında yüzde 14,4'e, 97 yılında da yüzde 13'e düşmüş. 97'de kim iktidardaydı?! 98 yılında yüzde 13,6'ya düşmüş, 99 yılında biz yükseltmişiz. (FP sıralarından "az" sesleri) Az; ama, yine yükselmiş.

BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen tamamlar mısınız. Çok rica ediyorum...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; televizyonları başında bizi izleyenlere en son şunu söylemek istiyorum: Hazırladığımız tarımda yeniden yapılanma ve reform yasa tasarıları yakında bu Meclise gelecektir ve hükümetimiz, bu reform yasalarının arkasında olacaktır.

Şunu geçen söylemiştim, tekrar arz ediyorum. Çiftçinin alınteri üzerinde siyaset yapmak bize göre haramdır ve bunu da, artık, bu reform tasarılarıyla yaptırmayacağımızı arz etmek istiyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

Değerli milletvekilleri...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Mikrofonu açar mısınız...

BAŞKAN – Açamam efendim; böyle bir usulümüz de yok.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Tarım Bakanı...

BAŞKAN – Müsaade eder misiniz... Önce ben konuşacağım. Lütfen...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Tamam... Çok kısa...

BAŞKAN – Müsaade eder misiniz... Bir dakika Sayın Yılmazyıldız... Lütfen oturur musunuz.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Ben çok kısa bir şey söylemek istiyorum.

BAŞKAN – Önce ben söyleyeyim, sonra size söz vereceğim. Bir dakika efendim...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Tarım Bakanı, buğday alım fiyatlarını dünya fiyatlarıyla kıyasladı; ama, girdi fiyatlarını kıyaslamadı!..

BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorum. Böyle bir usulümüz yok.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – 1996'da 2,5 kilogram buğdaya 1 litre mazot alınırken şimdi 4,5 kilogram buğdaya 1 litre mazot alınıyor.

Gübreye bakıyoruz; 1996 yılında 1 kilogram buğdaya 2 kilogram gübre alınırken, şimdi 1 kilogram buğdaya 300 gram gübre alınıyor.

BAŞKAN – Peki efendim, buyurun... Buyurun... Anlaşıldı...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Gübreye yapılan yüzde 50 destek kaldırılmış, tohumdaki destek kaldırılmış... Ben de bunları söylüyorum. Bakan alım fiyatlarını söylüyor; ama, girdi fiyatlarını söylemiyor. Girdi fiyatları dört beş kat artmış, dünya fiyatlarının dört beş kat üstünde; ama, buğday alım fiyatları yüzde 10 artmış.

BAŞKAN – Sayın Yılmazyıldız, böyle bir usulümüz yok.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Ayhan.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, Sayın Bakan konuşurken...

BAŞKAN – Sayın Ayhan, aynı ikazı size de yapmak zorundayım.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Arz edeyim... Cümleyi arz edeyim...

BAŞKAN – Bakın, bir dakika müsaade eder misiniz. Biz gensoruyu görüşüyoruz. Gensoru görüşmeleri hem Anayasamızda hem İçtüzüğümüzde tarif edilmiştir. Dolayısıyla, burada, her bir sayın milletvekilinin şu veya bu şekilde beyanda bulunma usulü yok.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Bilgi vermeyeceğim, bir şey arz edeceğim.  Sayın Bakan konuşurken "1997'deki hükümet, yandaşlarına buğday sattı" dedi. Ben o hükümetin bünyesinden biri olarak sataşmaya cevap vereceğim. Bunun burada tavzih edilmesi lazım.

BAŞKAN – Yok efendim öyle bir şey. Zabıtları getirtip bakacağım, eğer öyle bir şey varsa, sonra gereğini yaparım.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Zabıtlarda var efendim.

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf...

MUSA DEMİRCİ (Sıvas) – Sayın Başkan, 69 uncu maddeye göre söz istiyorum. Benim dönemimle alakalı yanlış bilgi verildi, onun için söz istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, zabıtları getirteyim, sizin durumunuza da bakacağım.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, elçabukluğuyla bir şey yapmaya ihtiyacımız yok. Sayın Bakan konuşmasını 10 dakika aştı. Her  zaman ifade ettiklerini tekrarladı. Zaten Sayın Bakanın en büyük başarısı, 5 dakikalık gündemdışı konuşmaya yarım saat cevap vermektir. Başka bir başarısı yok. Bu kadar uzun süre konuşarak itham ettiği insanlar, 69'a göre söz istiyorlar, söz vermiyorsunuz.

BAŞKAN – Efendim, ben Sayın Bakana gerekli ikazı yaptım. Hakkında gensoru verilen bakan, kürsüden açıklamalar yapıyor. Evet, süreyi biraz uzatmış olabilir; ama, netice itibariyle, sizin vermiş olduğunuz gensoruyla ilgili açıklamalar yaptı.

Teşekkür ediyorum Sayın Arınç.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Efendim, bizzat, itham edilen kişiler var, 69'a göre söz hakkını kullanmak istiyorlar...

BAŞKAN – Efendim, zabıtlara bakacağım; gerekirse, eğer, bir sataşma tespit edersem veririm. (FP sıralarından "Oo" sesleri, gürültüler)

YAKUP BUDAK (Adana) – Oylamadan sonra ne anlamı var!

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkındaki gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmaması hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmaması hususunu değerli oylarınıza sunuyorum: Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler... Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul etmeyenler... Değerli milletvekilleri, gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edilmemiştir. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, gündemin "Meclis Soruşturması Raporları" kısmına geçiyoruz.

20 nci Yasama Döneminde Konya Milletvekili Hüseyin Arı ve 56 arkadaşı tarafından verilen Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996 yılında özürlülerin memurluğa alınması için açılan sınavda mevzuata aykırı ve usulsüz işlemler yapılmasına göz yumarak görevini ihmal ettiği ve kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 230 ve 240 ıncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı Mustafa Kul hakkında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önerge ve 9/34 Esas Numaralı  Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu  üzerindeki görüşmelere başlayacağız.

B) GÖRÜŞMELER

1. – 20 nci Yasama Döneminde Konya Milletvekili Hüseyin Arı ve 56 Arkadaşı Tarafından Verilen Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996 Yılında Özürlülerin Memurluğa Alınması İçin Açılan Sınavda Mevzuata Aykırı ve Usulsüz İşlemler Yapılmasına Göz Yumarak Görevini İhmal Ettiği ve Kötüye Kullandığı ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 230 ve 240 ıncı Maddelerine Uyduğu İddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Mustafa Kul Hakkında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önerge ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/34) (S. Sayısı: 410)

BAŞKAN – Komisyon ?..Yok.

Ertelenmiştir.

Alınan karar gereğince sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına devam ediyoruz.

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlayacağız.

V.– KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433)

BAŞKAN – Komisyon ?..Yok.

Hükümet ?..Yok.

Ertelenmiştir.

Ankara Milletvekili  Şevket Bülent Yahnici'nin, Çorum Milletvekili Melek Denli Karaca'nın, Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek ve 4 Arkadaşının, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve Konya Milletvekili Ömer İzgi'nin, Denizli Milletvekili ve Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Beyhan Aslan ve 3 Arkadaşının, 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

5. – Ankara Milletvekili Şevket Bülent Yahnici’nin, Çorum Milletvekili Melek Denli Karaca’nın, Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek ve 4 Arkadaşının, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve Konya Milletvekili Ömer İzgi’nin, Denizli Milletvekili Beyhan Aslan ve 3 Arkadaşının, 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/435, 2/440, 2/460, 2/462, 2/465) (S. Sayısı: 434) (1)

BAŞKAN – Komisyon ?..Hazır

Hükümet ?...Hazır.

Komisyon ve Hükümet yerini almıştır.

Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunuyorum : Raporun okunmasını kabul edenler... Etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Teklifin tümü üzerinde...

                                          

(1) 434 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, usulle ilgili bir şey söylemek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, aynı konuda, Doğru Yol Partisi milletvekili Sayın Mehmet Sağlam ve arkadaşlarının verdiği ve doğrudan  gündeme alınan bir kanun teklifimiz var. Genel Kurulun, bu teklifi de birleştirerek görüşmesini teklif ediyorum.

BAŞKAN – Olur efendim... Dikkate alayım, komisyona ileteyim.

Teklifin tümü üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş milletvekili Sayın Mehmet Sağlam; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 434 sıra sayılı, 2547 sayılı Kanuna iki geçici madde eklenmesine dair kanun tekliflerinin birleştirilmesiyle oluşan metin üzerinde, Doğru Yol Partisinin görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzdayım; Grubum ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Aşağı yukarı bundan bir yıl önce, öğrenci affı, 1974'ten bu yana ilk defa mahkûmların affıyla birlikte Yüce Meclisin huzuruna geldi, bir kanun haline dönüştü. Sayın Cumhurbaşkanının yeniden görüşülmek üzere Meclise iadesiyle, tekrar, yeni bir teklifin hazırlanması gerekti.

O sırada da, sadece üniversiteden başarısızlıkları nedeniyle ilişiği kesilen öğrencilere, iki sınav hakkı ve bir bütünleme hakkı olmak suretiyle getirilen tasarının iki noktadan yanlış olduğunu yüce huzurunuzda ifade etmiştim. Bunlardan birisi, öğrencilerle ilgili konunun mahkûmlarla birlikte görüşülmesiydi. Bunun sonucu olarak da, öğrenci affı, Millî Eğitim Komisyonu yerine, asıl komisyon olarak Adalet Komisyonunda görüşüldü. Altı saat boyunca anlatmaya çalıştık ki, öğrencilerinin başarısızlığı ya da Yükseköğretim Kanunundaki bazı aksaklıkların, uygulamadaki bazı aksaklıkların giderilmesine ilişkin hükümlerin mahkûmlarla bir ilişkisi yoktur, Adalet Komisyonuyla bir ilişkisi yoktur; ama, anlatamadık. Sonunda, Sayın Cumhurbaşkanının iadesiyle, tekrar, iş, doğru yoluna oturmuş ve bizim yaptığımız teklife ilave olarak başka arkadaşlarımızın da teklifiyle, Millî Eğitim Komisyonu, asıl görev yapması gereken komisyon olarak, olayı ele alarak, huzurunuza bir metin getirmiştir. Bu metin şimdi, doğru yola oturmuştur; ama, tekrar söylüyorum, bunun bu yola gelmesi için sekiz ay boyunca bazı arkadaşlarımızı ikna etmek zorunda kaldık; ama, bugün geldikleri nokta dolayısıyla, bugünkü uzlaşma dolayısıyla, bu uzlaşmayı sağlayan grubu ve teklif veren arkadaşlarımızı, doğrusunu isterseniz, öğrenciler ve bugüne kadar bu teklifin sonuçlarını bekleyen bazı öğretim üyeleri adına kutlamak istiyorum.  Yapılan iş, Türk yükseköğretimine büyük bir hizmet olacaktır.

Şimdi, bu kanun teklifiyle getirilenler nedir, huzurunuzda, bunu kısaca özetlemek istiyorum: Birincisi, önlisans ve lisans öğrencilerinin tümüne, 1983-84 ders yılından bugüne kadar ve 2000 yılı sonuna kadar, her ne sebeple olursa olsun, okuldan atılanlara iki sınav hakkı ve bir bütünleme sınavı hakkı verilmektedir. Yani, başarısız oldukları derslerden üç defa sınava girecekler ve tekrar okullarına dönme imkânına kavuşacaklardır.

İşte, bugüne kadarki öğrenci affı tasarılarının, genellikle, getirdiği hüküm bundan ibaretti. Halbuki bugün, bu yeni teklifle, yani, Yükseköğretim Kanununa eklenen iki geçici maddeyle, bunun çok ötesinde ve gerçekten, Türk yükseköğretimi için yararlı olan yeni hükümler de vardır. Bunlardan birincisi -daha önce de huzurunuzda çok ifade ettim- üniversitelerimizde iki yöntem uygulanır; sınıf geçme yöntemi uygulayan fakültelerimiz vardır, bunlar, genellikle tıp ve hukuk fakülteleridir; ders geçme yöntemi uygulayan fakültelerimiz vardır. Aynı üniversitenin bir fakültesinde sınıf geçme esası uygulanıyorsa, bir öğrenci 1 dersten dahi başarısız olduğu zaman yıl kaybeder. Halbuki, ders geçme esası uygulanıyorsa, birkaç dersten başarısız olsa bile, bir üst sınıfa devam eder, o derslerin imtihanına yine girer ya da daha çağdaş bir uygulamayla, yaz okulu açılır, başarısız olduğu 1-2 dersi yazın alır, eylülde sınıfını geçmek suretiyle bir üst sınıfa devam eder.

İşte bu haksızlığı önlemek için, bu teklifte, ders geçme esası olan fakültelerde de 3 derse kadar başarısız olan gençlerimize, bir üst sınıfa geçme hakkı getiriliyor; icap ederse, yaz okullarıyla, bunları tekrar almalarıyla -elbette ki, sınıfı geçmek üzere sınavlarına girmeleri şartıyla- yıl kaybetmeleri önlenmiş oluyor. Bu, benim nazarımda, binlerce gencin yıl kaybetmesini engelleyen çok önemli ve yararlı bir hüküm olmaktadır.

Üçüncü olarak, bazı öğrencilerimiz, Üniversiteler Kanunumuza göre 6 yıl okuyacaklarsa -örneğin tıp fakültelerinde- 9 yıla kadar, 5 yıl okuyacaklarsa 8 yıla kadar, 4 yıl okuyacaklarsa, aşağı yukarı 7 yıl içerisinde üniversiteyi bitirmek zorundadırlar. Bu süre, sağlık raporları dahil hiç uzatılmaz; yani, mazeret ne olursa olsun, 4 yıllık okulu 7 yılda, 5 yıllığı 8 yılda, 6 yıllığı 9 yılda bitirmek zorundasınız. Halbuki, bazen, bu gençlerimiz, belirli mazeretlere dayalı olarak... Örneğin, geçen yıl asrın afetini yaşadık, deprem bölgesindeki öğrencilerimiz için özel bir hüküm getirilemedi, teklifimize rağmen getirilemedi. Böyle olaylarda olduğu gibi, 17 Ağustosta deprem oldu, bütünlemeye kalan öğrenciler eylül ayında sınava alındı; bunların çoğu başarısız oldu; ama, kimsenin umurunda olmadı. O zaman da teklif getirdik, maalesef, geçmedi.

Şimdi, üçüncü bir yenilik olarak, bu gibi hallerde, öğrencilerimize, en azından iki ek yıl daha, okullarını tamamlamak üzere süre verilmektedir. Bu da, binlerce gencimizi üniversiteden atma veya sokağa bırakma yerine, tekrar topluma kazandırmanın çok önemli ve yararlı bir maddesi olmaktadır.

Değerli milletvekilleri; ayrıca, bu teklifte, askerlik dolayısıyla ya da gözlem altında bulunma ya da tutukluluk hali dolayısıyla bu kanunun çıktığı tarihte hemen kayıtlarını yaptırıp, sınavlara giremeyen öğrencilere de, askerliklerinin bitimi, tutukluluk  veya gözlem halinin sona ermesinden itibaren, iki ay zarfında başvurdukları takdirde, yine, yükseköğretim kurumlarında iki sınav ve bir bütünleme hakkını kullanmak suretiyle, tekrar öğrenimlerine devam hakkı getirilmektedir.

Bir başka konu, Gülhane Askerî Tıp Akademisinden her ne sebeple olursa olsun atılan gençlerimize, Yüksek Öğretim Kurulunun göstereceği bir tıp fakültesinde öğrenimlerine devam edip, yine, en azından, mesleklerinin sahibi olmaya, mezun olmaya yol açılmaktadır.

Bir başka konu, lisansüstü; yani, mastır ve doktora yapan öğrenciler içindir. Bunların da birçoğu, şu veya bu sebeple üniversiteyle ilişkileri kesilmiş, belki, süreleri dolduğu için başarısız olmuşlar, belki, başka mazeretlerle sınavlarına giremedikleri için başarısız duruma düşmüşlerdir. Bunlara da, iki sınav ve bir bütünleme hakkı getiriliyor.

Çok önemli bir başka konu, yabancı dil konusudur. Cumhuriyet üniversiteleri kurulduğundan 1997 yılına kadar, üniversitelerde mastır ve doktora yapanlar yahut üniversitelerde yardımcı doçent, doçentlik sınavına girenler, genel bir hüküm olarak, kendi alanlarında bir yabancı dildeki metni okuma, anlama, ifade etme konusunda sınava tabi tutulurlar. 1997 yılında, yani, üç sene önce, YÖK, yeni bir sistem getirdi. Bildiğiniz gibi, bir kamu personeli dil sınavı var. Bu, bir test sınavı, bir gramer sınavı. Bu sınava girmelerini zorunlu kıldı mastır ve doktora öğrencilerinin. Alanları ne olursa olsun sınav metni değişmedi; yani, bir hekim, belki, ziraatla ilgili bir konudan, bir ziraat mühendisi ise, belki, hukukla ilgili bir konudan çıkan metinler üzerinden yabancı dil sınavına tabi tutuldu. 1997'den bu yana bu sınav büyük bir şikâyet konusudur. Binlerce gencimiz, mastır, doktora yapmış ya da yardımcı doçent olmuş, doktorasını bitirmiş insanlar doçent olabilmek için, bu sınavın kurbanı olmuşlardır. Biz, hep 1997'den önceki sisteme dönülmesini, kamu personeli dil sınavından vazgeçilmesini savunageldik, üç yıldır sesimizi duyuramadık; ama, bugün anlıyorum ki, arkadaşlarımızın ortaya koyduğu bir metinle, mastır ve doktora öğrencileri için bu dil sınavında 100 üzerinden 50 alanların, doçentlik sınavında da 100 üzerinden 65 alanların, en azından, başarılı olmaları sağlanıyor ve bu 1997 yılına kadar geriye doğru da işletiliyor. Bu da, Türk yükseköğretimine doktora yapmış binlerce yardımcı doçentin işten atılmamaları bakımından ve binlerce mastır ve doktora öğrencisinin de sırf kendi alanlarında bile olmayan bir yabancı dil sınavı dolayısıyla mastır ve doktoralarından atılmalarını, bu programlardan çıkarılmalarını önleme bakımından büyük yarar sağlayacaktır.

Bu tasarının bir başka yönü, çok önemli bir başka yönü, mezuniyet sonrası çalışmaları sırasında mastır ve doktora programlarından uzaklaştırılanların, yabancı dil veya başka nedenlerle araştırma görevliliği kadrolarından çıkarılanların, bu sınavlar sonrasında mastır ve doktora programlarına döndükleri zaman, araştırma görevlisi kadrosuna yeniden atanmalarıdır.

Değerli milletvekilleri, Türk yükseköğretiminin en önemli sorunu, öğretim üyesi yetiştirme sorunudur. Yıllarca, Türk yükseköğretiminde öğrenci- öğretim üyesi oranının dünya standartlarına çıkarılması çabası verilmiştir; ama, son yıllarda araştırma görevlileri üzerinde, araştırma görevlilerinin mastır ve doktora yapmalarıyla ilgili çok çeşitli olumsuz kararlar alınmıştır. Bunların başında bazı üniversitelerin doktora yapmaktan alıkonmaları, yalnız bazı üniversitelerde doktora yaptırarak, öğretim üyesi yetiştirme -bir başka deyişle, 2547 sayılı Kanunun 35 inci maddesine göre, Anadolu'daki üniversitelerin asistanlarına, araştırma görevlilerine, Türkiye'nin büyük şehirlerindeki büyük üniversitelerde doktora yaptırma- uygulamasına dönme vardır. Aslında, bu, çok eskiden uygulanan bir yöntemin, tekrar uygulamaya konulması suretiyle -eskiden olduğu gibi, yine işlemeyecek olan bir yöntemin yeniden uygulamaya konulması suretiyle- araştırma görevlilerinin mastır ve doktora çağında, yetişmeleri sırasında, mezuniyet sonrası eğitimleri sırasında, büyük sıkıntılara sebep olmaktadır.

Sebebi de şu: Anadolu'daki bir üniversiteye aldığınız araştırma görevlisine, Ankara'daki, İstanbul'daki üniversitelerde 4-5 sene doktora yaptırdığınızda -bunlar, normal olarak, fakülte bitirmiş, evlilik çağına gelmiş insanlar- bulundukları üniversitelerde sosyalleşiyorlar, farz edelim evleniyorlar; sonra, Anadolu'daki üniversite rektörünün karşısına çıkıp "biz İstanbul'da evlendik, eşim İstanbul Üniversitesinde, ben şimdi Van Üniversitesine nasıl giderim" diyorlar. Bu problem geçmişte binlerce defa yaşanmış ve işlemediği görülmüştür. Yüksek Öğretim Kurulu, maalesef, 35 inci madde uygulamasına tekrar dönmüş, büyük üniversitelerde mastır ve doktora yapan öğrenciler için, yatılı okul gibi, bir nevi pansiyonlar inşaasına gidilmiştir; ama, bugüne kadar buralarda doktora yapanların sayısı, maalesef, tatmin edici bir düzeye ulaşamamıştır.

Bildiğiniz gibi, yakında, Genel Kurulda, Sekizinci Beş Yıllık Plan görüşmelerine başlayacağız, bu plan bugünlerde Plan ve Bütçe Komisyonumuzda görüşülüyor. Devlet Planlama Teşkilatının buna esas olan 1996-2000 değerlendirmeleri çıktı. Buradaki, eğitimle ilgili sonuçlara bakarsanız, maalesef, Türk yükseköğreniminde, 1995 yılına kadar, 1992-1995 yılları arasında, her yıl gönderilen 1 000 öğrencinin dışarıda doktora yapmasına ilişkin programın, 1995'ten itibaren bırakıldığını ve 2000 yılına kadar 7 500 olması gereken, dışarıya gönderilen öğrenci sayısının son üç yılda 70-80'lerde, 100'lerde kaldığını görürsünüz. İşte onun için, Devlet Planlama raporunda, değerlendirmede, maalesef, 1996-2000 yılları arasında, öğretim üyesi yetiştirme faaliyetinin yetersiz kaldığı ve Türk yüksek öğretiminde, öğretim üyesi başına düşen öğrenci miktarının dünya standartlarının 2 katı olduğu, açıkça ortaya konulmaktadır.

Şimdi, bunun gibi değerlendirmelerle ortaya çıkıyor ki, araştırma görevlilerine sahip çıkmak, öğretim üyesi mesleğinin temelini oluşturan, âdeta bir fidanlık şeklinde olan araştırma görevlilerinin, gerek ücret durumlarını gerekse mastır ve doktora yapmaları sırasındaki düzenlemelerini çok itinayla yapmak gerekmektedir. İşte, bu tasarıda, araştırma görevlileriyle ilgili böyle bir düzenlemeyle, bunların, yeniden mastır ve doktora programlarına kazandırılmaları, sonra da araştırma görevliliği kadrolarına atanmaları öngörülmektedir.

Değerli milletvekilleri, Yüce Atatürk'ün çıkardığı 1416 sayılı Kanun, yıllardan beri, aşağı yukarı 60-70 yıldır, Türkiye'de öğretim üyesi yetiştirmek üzere, sınavla, yurtdışına öğrenci gönderilmesini öngörür. Ben de, bu Kanuna dayalı olarak, devlet bursuyla, binlerce arkadaşımız gibi Birleşik Amerika'da doktora yaptım. Buraya gönderilen arkadaşlarımız, döndükleri zaman, ülkede, içerisinde mezuniyet sonrası eğitimi yaptıkları bu ülkelerin bilim iklimini taşırlar ve bunların, Türkiye'ye döndükleri zaman, Türkiye'de yetişen arkadaşlarıyla beraber, çeşitli ülkelerin bilim atmosferinde yetiştikleri için, Türk yüksek öğreniminin çok sesliliğinde, çok yönlülüğünde büyük rolleri vardır.

İşte, bu cümleden olarak, 1992 yılında, hükümetimizin kabul ettiği bir projeyle, yılda 1 000'e yakın mezuniyet sonrası öğrencisi, yurtdışı ülkelerine gönderilmeye başlanmıştır. Bu çocuklarımızdan bir kısmı, doğal olarak, şu veya bu nedenle başarılı olmuş, bir kısmı da başarısız olmuştur. Bu, her zaman olagelmiştir; yani, Büyük Atatürk döneminde çıkarılan, dışarıya öğrenci gönderilmesiyle ilgili 1416 sayılı Kanunun yetmiş seksen yıllık uygulamasında, hem başarıyı hem başarısızlığı görürsünüz. Doktora yapmak, herkesin mutlaka başarılı olmasını gerektiren bir iş değildir. İşte, bu şekilde yurt dışına gönderilen binlerce öğrencinin bir kısmını, Yüksek Öğretim Kurulu, süreniz doldu, yahut, şurada başarısız oldunuz, girdiğiniz üniversiteyi beğenmiyorum gibi çeşitli bahanelerle Türkiye'ye geri çekmiştir. Böylece, bir taraftan binlerce genç, öğrenimlerini yarıda bırakmış, bir taraftan da binlerce aile, öğrenciye harcanan paraların icra yoluyla kendilerinden istenmesi dolayısıyla perişan olmuşlardır. İşte, bunu ortadan kaldırmak üzere, bu teklifte, yine, bir çare getirilmiştir; o da şudur: Bu gençler, yurt dışına giderken bir sınava tabi tutulmuşlar ve bu sınavda başarılı olmuşlardır; orada başarısız olmaları veya süre dolması dolayısıyla geri çekilmişlerdir ve araştırma görevlisi kadrolarından da uzaklaştırılmışlardır. Bunlar, tekrar, araştırma görevlisi kadrolarına intibak ettirilerek, onlara da, iki sınav ve bir af yoluyla, yine mastırsa mastırlarını, doktoraysa doktoralarını, Yüksek Öğretim Kurulunun belirleyeceği Türkiye'deki bir üniversitede tamamlama imkânı getirilmektedir. Böylece, sınav kazanmış, dışarı gitmiş, dil öğrenmiş ama şu veya bu şekilde süresi içinde doktorasını tamamlayamayan binlerce gencimize, Türkiye'deki üniversitelerde, tekrar bir şans verilmektedir. Bu da, bir taraftan bu öğrenciler için, bir taraftan bunların aileleri için, milyarlarca liralık tazminata hükmedilen aileler için büyük bir çıkış yolu ve çözüm yolu olmaktadır. Bu anlamda da, bu teklifle, gerçekten hayırlı bir iş yapılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, son olarak, öğrencilerin disiplin suçlarıyla ilgili bir af maddesi de vardır; bu teklifin 3 üncü maddesinde, öğrencilerin, en azından, son yıllarda işledikleri disiplin suçlarından dolayı kendilerine verilen cezalar bir defaya mahsus olmak üzere affedilmektedir ve dosyalarından çıkarılmaktadır. Bu da, gençliğe, genç kızlarımızın, delikanlılarımızın -belki, o çağda hepimizin yaşadığı- bazı disiplindışı hareketlerine, Yüce Meclisimizin göstereceği bir tolerans olacaktır ve bu memleket, gençlerinin kazandırılmasını, daha temiz bir sicille hayata atılmalarını sağlayacaktır.

Değerli milletvekilleri, bu teklif, her bakımdan desteklenmesi gereken, gerçekten, Türk yükseköğretimine hizmet eden bir tekliftir. Emeği geçen arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum, uzlaşan arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum ve Yüce Meclisin bu teklifi desteklemesinde yarar gördüğümüzü ve Doğru Yol Partisi Grubu olarak destekleyeceğimizi arz ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sağlam.

Fazilet Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; bugün görüşülmekte olan 434 sıra sayılı, kısa adı öğrenci affı yasası diye bilinen 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Yasa Teklifi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, geneli üzerinde, görüşlerimizi arz etmek üzere huzurlarınıza çıkmış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi ve bu yasayı sabırsızlıkla bekleyen öğrenci ve öğretim üyelerini, aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten, belki ilk defa, böyle bir yasa, üniversitelerle ilgili bir yasa, hem öğreticilerini hem öğrencilerini sabırsızlıkla bekleten bir yasadır; çünkü, bu yasanın tarafları içerisinde, üniversitelerde, şu veya bu şekilde -biraz sonra arz edeceğim- çok kere öğrencilerden değil, hem sistemin kendisinden kaynaklanan problemlerle meydana gelen haksızlıkların giderilmesini öğrenciler adına sağlamış olacak hem de üniversitelerde yıllardır akademisyen olarak görev yapan araştırma görevlisi, doktor, yardımcı doçent, sayıları binlerle ifade edilen öğretimle ilgili arkadaşlarımızın büyük oranda, mağduriyetini giderecektir. Bu manada, bu yasaya "af yasası" demek yerine "hak yasası" demek daha doğru olacaktır. Çünkü, bu yasa kimi affediyor; bu yasa, üniversitenin kapısından, bir şekilde, haksız yere, Anayasanın temel hükümleri çiğnenerek uzaklaştırılan öğrencileri affediyor veya affetmesi bekleniyor veya ailesinin maddî imkânsızlıklarından dolayı bir şekilde okuldan uzaklaşmış -az önce değerli eski YÖK Başkanımız, değerli milletvekili arkadaşımızın ifade ettiği gibi- veya gençlik saikiyle işlemiş oldukları birkısım ufak tefek hataları sonucu, 1983'ten beri mağduriyeti devam eden birkısım insanların, öğrencilerin, gençlerin yeniden üniversiteye dönebilme haklarını veya mezuniyet imkânlarını kazanma hakkı getiriyor.

Değerli arkadaşlar, Anayasanın 42 nci maddesi hepinizin malumudur. Madde 42'de "Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz" deniyor ve devamında "Devlet, maddî imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.

Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne suretle olursa olsun, engellenemez" deniyor.

Eğitim ve öğretimle alakalı faaliyetlerin dışında, eğer, birkısım eğitim müesseseleri, üniversiteler, devletin bugün en büyük eğitim kurumu diye kabul edilen Yüksek Öğretim Kurumu -kısa adıyla YÖK diye bilinen bu kuruluş- ideolojik birkısım yaklaşım ve dayatmalar içerisinde bulunursa, o takdirde, eğitim, bilimsellikten çıkar ve ideolojik amaçlara hizmet eden bir müessese haline dönüştürülmüş olur, ideolojik insanların yetiştirilmesine vesile olur.

Değerli arkadaşlar, Yüksek Öğretim Kurumu, maalesef, bugüne kadar, arzu edilen tarzda, gençliğin yetişmesiyle ilgilenmekten, öğrencilerin kendi sorunlarını yakinen takip etmekten, öğretim üyelerinin yetişmelerine katkı sağlayacak araştırma imkânlarını temin etmekten ziyade, özellikle, son senelerde, Türkiye'de, konjonktürden en çok etkilenen müessese olmuştur.

Değerli arkadaşlar, şunu açıkça kabul etmek zorundayız: Türkiye'de değil, dünyada konjonktürün etkilemeyeceği tek müessese varsa, o da akademik araştırma yapan müesseseler; yani, üniversitelerdir. İfade edilir ki, Rusya'da, Bolşevik ihtilali esnasında, sokaklardaki birkısım arbede ve oluşumlar karşısında, Pavlov'un  asistanlığını yapan bir araştırma görevlisi, hocasının dersine bir miktar geç gelir ve hocası niçin geç geldiğini sorduğunda, sokaktaki arbededen, ona takılan ilgisinden dolayı geciktiğini söyleyen asistanına, Pavlov "bir bilim adamını, devrimler dahil, hiçbir olay akademik çalışmalarından alıkoymamalı, ilmî çalışmalarına sarf etmesi gereken mesaisinden engellememelidir" derken, Türkiye'de, eğer hava puslu olur, toplumda ufak bir nezle hissedilirse, mutlaka YÖK grip olmuştur, hatta, yatağa düşmüştür.

Şimdi, burada, dikkat edilmesi gereken husus şudur: Değerli arkadaşlar, bakınız, YÖK Yasası çıktıktan ve uygulamaya konulduktan sonra, yanılmıyorsam bu 9 uncu af yasasıdır; yani, bir memlekette, düşünebiliyor musunuz, adına af dediğimiz, esasen, benim ısrarla söylediğim hak yasası olan bu yasayı -tabiî, geçmişte, bir de, büyük bir nakisa olarak, demin de ifade edildi- birkısım suçlara iştirak etmiş suçluların affedileceği bir yasanın içerisine koymak kadar, pedagojik, ciddî bir yanlış da düşünülemezdi.

Düşünün ki, üniversitedeki hocaya hak vereceğiz, üniversitedeki mağdur edilen veya mağdur olan öğrenciye hak vereceğiz; yirmi yılla yargılanan katille, aynı yasanın kapsamı içerisinde onu çıkarmış olacağız... Nihayet, bereket ki, Çankaya, yasayı geri göndererek, hiç olmazsa çocuklarımızı, pedagojik olarak telafi edilmesi mümkün olmayan yanlıştan, netice itibariyle kurtarmıştır. Gerçi gecikmeye vesile olunmuştur; ama, en azından, böyle bir pedagojik yanlış da, zihinsel bir yanlış da düzeltilmiş oldu.

Değerli arkadaşlar, bir konuda, eğer 9 defa af yasası geliyorsa, bunun anlamı şudur: Artık, burada, düzeltilmesi gereken, yapılması gereken, mükerreren buraya af yasalarını getirmek değil, hastalığın kökenini tespit ederek, o kökteki sıkıntıyı gidermek ve telafi etmektir.

Bugünlerde, Meclis araştırması komisyonlarımızdan, değerli ilim adamı arkadaşlarımızın içerisinde bulunduğu bir komisyon da YÖK'teki olayları araştırmış, ciddî raporlar Yüce Meclisin Başkanlığına takdim edilmiştir. Hakikaten, şu anda dahi af yasası kapsamı içerisinde -yanılmıyorsam- sunulan raporun maddelerinden birisi olarak da özellikle yardımcı doçent ve doçent arkadaşlarımızın ve doktor arkadaşlarımızın, KPDS imtihanlarında uğradıkları mağduriyete mütedair olmak üzere, YÖK'ün, bizzat kendi uygulamalarındaki yanlışlık ve çarpıklıkların belgeleri ve delilleri var; bir tarafta, 43 puanla yabancı dilden geçirilmiş, hak verilmiş araştırma görevlileri, öbür tarafta, 70 puandan az aldı diye, oniki yıla varan, yardımcı doçentlikte bekletme olayları!.. Geçenlerde, -eğer basına yansıyan bu bilgiler yanlış değilse- bizim, Millî Eğitim Komisyonu olarak, KPDS imtihanlarında puanın 70'ten aşağıya düşürülmesi istikametindeki çalışmalarımızı duyan işgüzar bir YÖK yetkilisinin "onlar isterse puanı 30'a indirsinler, biz yine soruları ona göre sorar, almayacağımız insanları almayız" anlamında bir açıklaması olduğunu ve bunun da tekzip edilmediğini üzülerek gördük. Böyle bir yanlış beyan varsa, basını düzeltmiş olmalarını da temenni ediyoruz.

Değerli arkadaşlar, bugün, inşallah biraz sonra çıkacak ve birkısım değişiklik önergeleri Yüce Meclisin tasvibinden de geçerse, daha çok öğrenciyi ve akademisyen, araştırmacı genç arkadaşlarımızı mennun edecek bu çalışmanın, bu af veya hak yasasının acilen çıkması elbette en büyük temennimizdir ve bu konuda, bugüne kadar grupların yapmış olduğu çalışmayı takdir etmemek mümkün değildir.

Bütün bu olaylar şunu gösteriyor: Bu çalışmalar yapılırken dahi meseleye konjonktürel bakan, sorunun çözüleceği mahal Parlamento olmasına rağmen konjonktürel bakan ve hâlâ, toplumdaki şartlardan etkilenerek, meseleyi bu yaklaşım içerisinde değerlendiren partilerimizin ve birkısım üye arkadaşlarımızın bulunduğunu da, burada, üzülerek ifade etmek zorundayım. Tekrar ediyorum, en büyük sıkıntı, bu yasa çıktıktan sonra, hele YÖK'le ilgili önemli bir rapor, değerli araştırmacı arkadaşlarımız vesilesiyle Yüce Parlamentoya sunulduktan sonra, Anayasadaki temel dayanağındaki değişiklik başta olmak üzere, YÖK Yasasının, öğrencileri sürekli suçlu hale getiren, kusurlu hale getiren, öğretim üyelerini araştırma yapmaktan engelleyici bir noktaya getiren, sadece yabancı dile, hem de esasen kendi bilim adamlarına değil, ilgili birçok arkadaşın ifade ettikleri gibi, alakası olmayan sahalarda muhatap oldukları sorularla, bir türlü, yıllardır KPDS imtihanlarından geçemeyen arkadaşlarımızın da önünün açılmasına vesile olacak ciddî bir YÖK Yasasının yeniden tanzim edilmesi, bu Meclisin en önemli sorumluluklarından olması gerekir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, elbette, biz, YÖK'ün uygulamalarını burada genel anlamda masaya yatıracak değiliz. Türkiye'de, konu, sadece YÖK konusu da değildir. Türkiye'de, esasen, eğitimle alakalı, hükümetlerimizin, devletimizin ciddî bir eğitim politikası olduğunu söylemek fevkalade zordur. Bakın, hükümetimizi temsilen, şu anda, Değerli Millî Eğitim Bakanımız, Komisyon yetkilileriyle beraber bulunmaktalar. Sayın Millî Eğitim Bakanımız, geçtiğimiz hafta içerisinde, bir vesileyle bize bir rapor takdim ettiler; yani, özellikle son üniversite imtihanlarına girişle alakalı, puanlarla alakalı yaşanan sıkıntıyı ifade etme anlamında. Muhtemeldir ki, hazırladıkları raporu, kendilerinin bize Bakanlık raporu olarak sundukları –zannediyorum, bütün milletvekili arkadaşlarımıza da takdim edildi– Bakanlığın raporu ile geçen hafta kendilerinin bize sunmuş oldukları 7-8 sayfalık raporun birkısım maddeleri itibariyle, ciddî tezatların olduğunu maalesef görmüş bulunuyoruz. Sebep şudur: Hakikaten, Millî Eğitimin verdiği raporlar daha sağlıklı -muhtemelen, o raporu YÖK'ün ilgilileri hazırlamıştır- özellikle, meslekî eğitim yapan okullarla ilgili verilen raporlar ise, Millî Eğitimin raporlarına göre daha çok farklılık arz etmektedir. Burada, eğitimin, tek merkezde... Elbette ki, YÖK ayrı bir kurumdur, Millî Eğitimin bakış açısında farklılık olabilir. Millî Eğitim, devlet politikasını eğitimde mutlaka temsil edecektir, etmelidir; ancak, esas üzüntümüzü mucip olan hadise, millî eğitimimiz konusunda, adı millî olan iki bakanlıktan birisi olan Millî Eğitim Bakanlığımızın, millîlik şuuruna uygun ve bir devlet politikası üretme konusunda, devletin eğitim politikası üretmesi konusunda sağlıklı adımlar atamamış olmasıdır. Son on yılı, hatta, isterseniz, rahmetli Özal'ın döneminden berisini alınız, bakanlar politikasının çok açık şekilde millî eğitimde uygulandığını görürsünüz. Ama, tabiî, bütün bu meselelerde, konulara ariz ve amik muttali olmasında, elbette, yeterli olması söz konusu olmayabilir atanan değerli bakanlarımızın; ama, üst düzey bürokratların, bu konuda, kendilerinin çizdikleri veya kendilerine takdim edilen birkısım merkezlerden verilen bilgiler doğrultusunda eğitimi yönlendirmiş olmasını da bir anlamda üzüntüyle görmekteyiz. Bunların en önemlilerinden birisi de -az önce arz ettiğim gibi, muhtemelen önümüzdeki günlerde Yüce Parlamentoya gelecek- üniversiteye girişteki gayri adil uygulamanın giderilmesi konusunda her iki kurum arasındaki, yani, YÖK bilgileri ile Millî Eğitimin sunduğu raporlar arasındaki tezat ve farklılıktır.

Değerli arkadaşlar, tabiî, eğitim -az önce arz ettim- ideolojik veyahut da gerçekten bilime dayalı bir amacı, maalesef, yeterince taşıyamadığı içindir ki, sekiz yıllık eğitim yasasının uygulandığı günden bugüne kadar, Sayın Bakanlarımızın hedeflediği amaçları da bir türlü tahakkuk ettirememiştir. Bunu, hükümet üyelerinin, değerli bakanların... Özellikle, şu anda bir önceki Bakanın yerinde oturan Sayın Bakanımız -ki, aynı partinin üyesidirler- bir önceki Bakanın, bize, Yüce Mecliste, hem Genel Kurulda hem yukarıda komisyondaki beyanatı şudur, ifade aynen şudur: "Birleşik sınıflı okullarda okuyan yaklaşık 1 milyon öğrencinin sekiz yıllık sisteme nasıl entegre edileceği sorusu akıllarınıza gelmiş olabilir. Bu okulların öğrenci ve öğretmen durumlarını, sizlere dağıtmış olduğum belgelerde ortaya koyuyorum. Sekiz yıllık sistem içinde bu okullarımızda okuyan öğrenciler iki yöntemle sekiz yıllık sistemin içine çekileceklerdir; birinci yöntem, 'taşımalı ilköğretim' diye tanımlanan uygulamalardır. Bu konuda bir fikir vermesi bakımından belgeler sunuyorum. 2000 yılında, kesinlikle birleşik sınıf uygulaması olmayacaktır."

Şimdi, Sayın Bakana soruyorum: Sekiz yıllık eğitim hedeflerinde hazırladığınız bu kitapçıkta kaç bin tane birleşik sınıfınız vardır? Oysaki, 2000 yılında -1997 yılında bu yasayı çıkarırken, evet, burada binlerce birleşik sınıf, 60-70 öğrencinin bir sınıfta okuduğunu, Sayın Bakanlığımız bize dürüst olarak burada ifade ediyorlar; doğrudur, vakıa budur ama- bunlar gerçekleştirilecekti.

Yine, eğitime katkı payı adı altında toplanan paralardan, maalesef ve maatteessüf, değerli arkadaşlar, hedeflenen dersliklerin yapılması gerçekleşememiştir; yani -tek kelimeyle toparlıyorum bu konuyu- sekiz yıllık kesintisiz eğitim, sadece konjonktür ürünü, hiçbir altyapısı olmayan ve hedeflerini tutturamayan, tek kelimeyle, hükümetin bu politikasının iflas beyannamesidir ve sadece, burada yapılan, meslekî eğitimin baltalanmasıdır, çıraklık eğitiminin yok edilmesidir, ara elemanın yetişmesinin önlenmesidir, daha açık -bunu her zaman bizden duyduğunuz için belki garipsemeyeceksiniz; ama, vakıa olduğu için- söylüyorum, meslek eğitimi içerisinde de -özellikle tırnak içinde söylüyorum- din eğitiminin baltalanması hedeflenmiştir. Belki, bunda bir oranda muvaffak oldunuz; ama, neticede, öyle bir yere gelindi çatıldı ki, artık, ülkenin büyük bir bölgesini satanizm felaketi sarmaya başladı, değişik felaketler sarmaya başladı. Bu gerçekleri görmezden gelmemiz de elbette mümkün değil.

Değerli arkadaşlar, bir değişik yaklaşımı ise -inşallah, biraz sonra maddelere geçildiğinde, önergelerimizde, belki arkadaşlarımızın destek vereceğini umuyorum - geçici 46 ncı maddenin birinci fıkrasında, özellikle arkadaşlarımızın kanun ve mevzuat kavramına bu derece kilitlenmiş olduğunu anlamak doğrusu mümkün değildir. Şimdi, değerli DSP'li arkadaşlarımız dediler ki: "İlle de bu af yasası çıksın; ama, üniversitelerdeki mevzuata da uysun." Değerli arkadaşlar, kanunları kim yapar; bu Parlamento yapar. Mevzuatı; Sayın Kemal Alemdaroğlu yapar, Sayın Ömer Şarlak yapar, Sayın Kemal Gürüz yapar veyahut da filan yüksekokulun müdürü yapar! Allahaşkına, bu arkadaşların, bu ilgili zevatın çıkardıkları mevzuatların, kanuna uygun değilse, bugüne kadar iptali niye tahakkuk etmedi?! Kanun veya kanuna uygun mevzuat tabirini, sizin gücünüz, devletin size verdiği egemenlik gücünün önüne geçirme hakkını, hangi güce veya hangi zorlamaya göre direttiniz ve dayattınız?

Değerli arkadaşlar, DSP derken, muhtemeldir ki, önergemize DSP'liler destek verecek; ama, belki, Halil Bey kardeşimiz bilmiyorum ne diyecektir; fakat, ben şunu söyleyeyim: Özellikle istirhamımız şudur: Değerli arkadaşlar, bu milletin, Yüce Milletin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Uzunkaya, sadece 1 dakika süre verebilirim. Mikrofonunuzu açıyorum, lütfen tamamlayın.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Değerli Başkan, tamamlıyorum.

Yüce Parlamentomuzun milletten aldığı yetkiyi, kusursuz ve küsursuz kullanmak mecburiyeti vardır; evet. Dolayısıyla, diyoruz ki, burada, mevzuat diye, her sabah okula girerken, bugün evden çıkarken şundan rahatsız oldum, okulun önünde şöyle bir uygulama yapacağım diye her önüne gelenin bir uygulama yapması, içtüzük yayımlaması da mevzuattır. Bir rektörün, bir dekanın, hatta bir yüksekokul müdürünün yayımladığı içtüzük de mevzuattır. Siz, kanunun önüne, hatta kanunla mevzuatı güçlendirir hale getirmek hakkına sahip olmamalısınız. Esasen, millet, bu hakkı, bize, böyle kullanalım diye de vermiş değildir.

Değerli arkadaşlar, inanıyorum ki, bunu düzeltecekseniz. Diğer maddelerde de bazı değişiklik önergelerimizin olacağını ifade ediyor; her halükârda bu yasanın bir an önce çıkması temennisiyle, tüm taraflarının yasadan yeteri kadar yararlanması dileğimle, Aziz Parlamentomuza ve Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uzunkaya.

Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ahat Andican; buyurun efendim.

ANAP GRUBU ADINA A. AHAT ANDİCAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 20 000 kadar öğrenci, doktora ve yüksek lisans öğrencisi ile yardımcı doçenti ilgilendiren bir yasa teklifini burada görüşüyoruz. Daha önceki arkadaşlarımın da vurguladığı gibi, bu konu, daha önce, genel af yasasının içerisine derc edilmişti; ama, veto olayından sonra, yeniden bir yasa teklifi olarak komisyonda değerlendirildi ve bugün gündemimize gelmiş durumda.

Öğrenci affı veya öğrenci afları, Türkiye'nin gündemine 1983'ten sonra gelip yerleşmiş. 1983'ten bu yana tam 9 yasal girişim, yasal uygulama söz konusu. Parlamento 9 kez ve her birbuçuk iki yılda bir böyle bir yasal düzenleme yapma gereğini duymuş.

Tabiî, 1983'te ilk yasa çıkarıldığı zaman, bunun gerekçesi çok makul, çok doğru bir gerekçeydi. 1970-1980 arası, hepimizin yaşamaktan bugün üzüntü duyduğumuz, Türkiye açısından kayıp yıllar diyebileceğimiz bir dönemdi. İdeolojik kamplaşmaya dayalı bir çatışma ortamında, sadece o çatışmaya katılan taraflar değil, o çatışmanın dışındaki birçok öğrenci de, maalesef, eğitimlerini sürdürme imkânını bulamadılar ve 1983'te, o dönemin Parlamentosu, doğal bir sonuç olarak, bu insanlara yeniden eğitimlerini sürdürebilme imkânını sağlamak için bir yasal düzenleme yapmış.

Benden önceki konuşmacı arkadaşım da söyledi; bugün 9 uncusunu görüşüyoruz ve zannediyorum, dünyada, eğitimi, yasal düzenlemelerle, bu kadar sık, Parlamentonun girişimleriyle düzenleyen, başarıyı, bir anlamda, parlamentodan geçen yasalarla düzenleyen başka bir ülke olmasa gerektir.

Şimdi, 1970-1980 nedeniyle, 1983'te haklı olarak ortaya konulan bu yasa ve bu gerekçe, maalesef, daha sonra toplum olarak her şeyi yozlaştırma alışkanlığımızın bir boyutu olarak, Parlamento açısından bir "popülizm" anlayışı içerisinde, öğrenciler açısından da "canım, nasıl olsa bir kez daha çıkarılır" anlayışı içerisinde, bu olay, her bir yılda, birbuçuk yılda bir tekrarlanagelmiş.

Konuyla ilgili olmayan arkadaşlarımın hafızalarını tazelemek bakımından söylüyorum: 1983, 1984, 1986, 1988, 1991 yıllarında arka arkaya yasalar çıkarılmış. Sonunda, o dönemde, Parlamentoda bazı arkadaşlar demişler ki: "Bu yasayı devamlı çıkarmaktansa, öyle maddeler koyalım ki, böyle bir yasal düzenlemeye gerek kalmasın" ve o dönemde, 1993'teki 3908 sayılı Yasayla, devamlı hale getirilen bazı maddeler konulmuş; 3 dersten sınırsız sınav hakkı gibi, 2 dersten, not yükseltebilmek için, yine, sınırsız sınava girmek gibi, öğrenciler için ciddî avantajlar sağlanmıştır. Buna rağmen, bunda da başarılı olunamamış -bu enterasan bir şeydir; yine, başarılı olunamamış- ve 1992'de bu yasa çıkarıldıktan sonra da, 1993, 1995, 1997'de yasa çıkarılmış ve 2000'de, şu anda, biz, bir yeni yasal düzenlemeyi burada tartışıyoruz.

Merak ediyorsunuz tabiî, ben de merak ettim, aftan yararlanan insanlar, daha sonra döndüklerinde üniversitede nasıl katılımda bulunabiliyorlar diye ve bunu da, yasaları çıkaran Parlamento incelemek zorunda diye düşünüyorum. Bunların rakamlarını aldık. 1991'e kadar çeşitli nedenlerle ilişkisi kesilen 185 000 insanın ancak, 64 500 kişisi dönmüş ve bunların da 40 207'si yeniden üniversiteden ayrılmış. Altını çiziyorum arkadaşlar, bu önemli bir şey. Buradan bir noktaya varmak istiyorum: İlişkisi kesilen 185 000 öğrenciden, 64 500'ü dönmüş ve bunun da 40 207'si eğitimlerini yine tamamlayamamış, yeniden ayrılmışlar ve bugün, belki bu yasalardan yararlanarak, hâlâ sınavlara girmeye devam ediyorlar. 1992'den sonraki rakamları veremiyorum; çünkü, bununla ilgili böyle bir dokümantasyon yok; ama, oranı bütünün içinde aldığınız zaman, çok düşük bir oran olduğunu görüyorsunuz. Bunun bilinmesinde, parlamento açısından yarar var.

Tabiî, burada temel açmazımız o değil. Bana göre "nasıl olsa iki senede bir bu yasa çıkacak" anlayışı içerisinde öğrencileri bir rahata sürüklemek gibi bir dezavantajı da yaşıyoruz. O dönemde -gerçekten çalışarak, okuduğu o okulun gereklerini yerine getiren insanlar bir tarafta, bunda başarılı olamayan arkadaşlara imkân sağlıyoruz. Bir taraftan baktığımız zaman, sayıları 15 000-20 000'de olsa bu öğrencilere yeniden başarılı olma imkânı sağlanmıştır; bu, bir kazançtır diye bakabilirsiniz; bir taraftan baktığınız zaman da -farklı bir boyutta da bakmak lazım diye düşünüyorum- böylesi bir alışkanlığın Parlamento düzeneği, Parlamento sistematiği içerisine yerleştirilmesinin, uzun vadede kaliteyi yakalamak bakımından ciddî bir tahribat yarattığı inancındayım.

Burada, bu meseleyi, açık ve dürüst olarak ortaya koymamız lazım; çünkü, yasayı çıkardığımız zaman, bu popülist anlayış, tabiî ki, bu konuya gerekçe olan ya da bu konunun hedefi olan insanlardan alkış almamızı sağlıyor ve belki, siyasî partilerimizin tümü, bu konuda teklif verirken belli oranlarda oy almayı da düşünüyor; ama, bir anlamda, yüksek tahsil sürecini de, kalite standardı açısından da tahrip eden bir anlayış olduğunu açıkça söylemek lazım. Bunu da gözardı etmememiz lazım.

Bütün bunları söylerken, ben, bu yasa teklifinin altkomisyon üyesiydim ve bu yasa teklifinin altında imzam var; çünkü, artık dönülemez bir noktaya gelmiş, veto nedeniyle geri dönmüş, dolayısıyla, beklentiler yaratılmış, bunun çıkarılması lazım; ama, bu, Parlamentonun doğru yaptığını göstermiyor; bu, benim inancım.

Tabiî, bunun birçok nedeni var; ama, önemli bir nedeni de şu: Parlamento, bu tip bir af anlayışının temeline birçok gerekçeyi koyuyor. Biraz önce burada konuşan arkadaşım da söyledi; bazı nedenlerle, hukukî nedenlerle, işte, türban gibi, başörtüsü gibi nedenlerle ayrılan insanlar var ve bu insanların da bu sistematik içerisinde yer alabilmesi için bütünü kavramak lazım. Açık açık bunlar ifade edilmeksizin, bütünü kavranarak getiriliyor ve böylece, bir anlamda, işte, kaç kişi olduğunu bilmediğim bir grup ya da benzeri gruplar için, başarısızlığa da, Parlamento ödün veriyor, prim veriyor. İşin doğrusu, gerçeği bu. Parlamento bu konuda kendisiyle yüzleşemiyor; problem burada.

Biraz önce, arkadaşım bazı şeyleri söyledi; ama, izin verirseniz, ben, hemen bir şeyi vurgulamak istiyorum. İnsanlar neden ayrılıyor, bunu da tanımlamamız lazım. Başarısızlık oranı yüzde 62, 1992'den sonra. Yüzde 62, büyük bir rakam yani, mesela, yalnızca, disiplin cezaları 41, kendi isteğiyle ayrılma 3 800, devamsızlık 7 200; yani, 42 000 kişinin oluşumu böyle.

Şimdi, bu tanımlamadan sonra, yasa teklifine dönmek istiyorum izin verirseniz. Üç temel boyutu var: Öğrencilerle ilgili... Öğrencilerle ilgili görüşümü söyledim ve bir dileğimi burada vurgulamak istiyorum; o da şudur: Şu ya da bu gerekçeyle, inşallah, 2002 yılında bu Parlamento, eğer devam ederse bizler, değilse yeni Parlamento, yine seçimden sonra gelen fakslar nedeniyle, bir anlamda af lobisinin etkisi altında kalarak, yeni bir yasayı bu Parlamentonun önünde tartışmaz diyorum; ama, biliyorum ki, tartışacak; biliyorum ki, yine onaylayacak; biliyorum ki, bütün partiler bunun için teklif verecekler; bunu da biliyorum...

Gülhane Askerî Tıp Akademisi öğrencileriyle ilgili disiplin suçları... Benden önce konuşan Mehmet Sağlam arkadaşımız bu konuyla ilgili geniş açıklama yaptı, üzerinde durmayacağım; ama, bu yasa teklifiyle, öğrencilerin disiplin suçları affediliyor, süresi dolanlara iki yıl eksüre veriliyor ve 1983'ten bu yana başarısız olan tüm öğrencilere yine sınav hakkı veriliyor.

Burada, benim ilgimi çeken bir şey daha var; Gülhane Askerî Tıp Akademisinde okurken ilişikleri kesilenlerin, otomatik olarak sivil tıp fakültelerine yerleştirilmeleri... Bunu anlamakta ciddî zorluk çektiğimi söylemeliyim ve bunu Millî Eğitim Komisyonunda da vurguladım. Yani, buradan şöyle bir sonuç çıkıyor: Askerî okulda standardı tutturamayan öğrenci, sivil okullara otomatik olarak yerleştirilir, okur. Böyle bir anlayışa, bir öğretim üyesi olarak sıcak bakamayacağımı, doğru bulmadığımı söylemek isterim. Yani, Gülhane Askerî Tıp Akademisine girecek olan öğrenci, oranın koşullarını bilmektedir, hangi şartlarda, ne olacağını bilmektedir, ona göre girmektedir; o koşullarda başarısız oluyorsa, onu sivil tıp fakültelerine yerleştirme sürecini, bir milletvekili olarak, bir öğretim üyesi olarak doğru bulmadığımı söylemek istiyorum.

Lisansüstü öğrencilerle ilgili; doktora yeterlilik için, gerekli süre içerisinde, özellikle yurt dışında doktorasını tamamlayamadığı için buraya çağrılan ve bu nedenle üniversitelerden ya da doktorasından ayrılmak zorunda kalan öğrencilerle ilgili bir düzenleme de var. Bunun da yararlı olduğunu düşünüyorum ve YÖK'ün göstereceği bir üniversitede dönemlerini tamamlayacaklar; böylece, zannediyorum, daha önce sürdürdükleri emek boşa gitmemiş olacak. Bir anlamda, doktoralı insan sayısının, toplumsal eğitimde, bir bilim toplumu olma yolunda çok önemli olduğunu da hatırlayarak, onu da hatırlatarak, bunun, gerçekten, bu yasal düzenleme içerisinde çok yararlı noktalardan biri olduğunu vurgulamak istiyorum.

Bir diğer olay ise, bir diğer grup ise, yardımcı doçentlerle ilgili boyutudur. 1983 yılında, o dönemde çıkarılan YÖK Yasası, sanıyorum, o dönemin ihtilal hükümeti karşısında, başarıyı yüksek oluşturmak için -neredeyse, üniversitelere not yükseltme direktifleri verdikleri gibi- yardımcı doçentlik müessesesini de oluşturdular. Dünyada, yardımcı doçentlik diye bir müessese yok, böyle bir uygulama da yok, böyle bir yapı da yok aslında; ama, öğretim üyesi sayısını artırabilmek bakımından böyle bir kuruluş oluşturuldu ve aradan geçen yıllar boyunca da, bu kurum, bir anlamda, yardımcı doçentlik kurumu müesseseleşti. Bugün, 9 000 civarında yardımcı doçentimiz var ve doğal olarak, üniversitelerimizin çok önemli fonksiyon gören ve vazgeçilmez unsurlarından biri haline dönüştü. Bu arkadaşlarımızın ciddî sorunları vardı, gerçekten ciddî sorunları vardı. Alt komisyonda üye olan arkadaşlarımızla, bu konuyu enine boyuna tartıştık ve sorunlarını çözebilme noktasında da gerçekten doğru kararlar aldığımıza inanıyorum.

Değerli arkadaşlarım, temel sorun, üç kere, üç yıl sürelerinin uzatılmasıydı, temel sorunları buydu, daha sonra bunu, YÖK, dört kez, üç yıla çıkarmıştı; ama, oniki yıl sonra, doçent olamayan bir yardımcı doçent, araştırma görevlisi değil; ama, öğretim görevlisi konumuna geliyordu.

Üniversitelerdeki maaş durumunu falan biliyorsunuz. Üniversitelerde birçok öğretim üyesi, onun parası vesairesi için değil, sosyal statüsü için bir anlamda ve bilim sevgisi nedeniyle üniversitede görev yapar. Siz, bir insanı yardımcı doçentlik kurumundan alıp, görevli haline getirirseniz, kendi sosyal statüsü açısından, öğrencilerinin karşısında ciddî bir kayba uğrayacaktır. Bunun doğru olmadığına, baştan beri, şahsen ben de inanmaktaydım, arkadaşlarımın da onayıyla, sonuçta, bu, sonsuz hale getirilmiştir. Bundan sonra, bir yardımcı doçent, doçent olmamışsa, yardımcı doçentlikten emekli olabilecektir. Bu yasal düzenlemeyle, böylece, yardımcı doçent olarak üniversiteye hizmeti sürdürecektir; doçent olduğu takdirde zaten sorunu yoktur. Bu arkadaşlarımızın, böylece, önlerindeki temel sorunlardan biri bu yasal düzenlemeyle çözümlenmiştir.

Aslında, bir sorunu daha çözümlemek istedik; fakat, bunu gerçekleştirme imkânını bulamadık; çünkü, bunun bir kadro meselesi olduğu şeklinde bize bir bilgi geldi. O da şudur: Maalesef, 1983'te çıkarılan 2547 sayılı Yasa, bir anlamda, doçentleri 3 üncü dereceden aşağıya, yardımcı doçentleri 4 üncü dereceden aşağıya indirmemek gibi bir garabetle çıkmıştır ve profesörler 1 inci derecede olmaktadır. Bu, belki üniversite mantığı içerisinde doğrudur; ama -yanlış anlaşılmasın- bir ilkokulda bile... Eğitim görevi yapan ilkokul öğretmeni arkadaşlarımın da, bu ülkenin yapıtaşları, onun harcını oluşturan, özellikle eğitim dünyamıza büyük katkıları olan bu insanların 1 inci dereceye çıkmaları, eğitimle ilgili her yerde görev alan öğretmenlerin 1 inci dereceye çıkma hakları varken, üniversitelerde görev yapan, yardımcı doçentlerin 4 üncü derecede, doçentlerin 3 üncü derecede kalıyor olması, doğrusu bir garabettir. Halen bu devam etmektedir, bunun en kısa zamanda düzeltilme gereği vardır. Bunu, maalesef, biz bu af teklifi içerisinde gerçekleştiremedik; çünkü, Maliye Bakanlığı vesaire gibi kuruluşların da onayı gerekiyordu, Plan ve Bütçe Komisyonundan geçmesi gerekiyordu. Dolayısıyla, bunun önümüzdeki dönemde düzeltilmesi konusunda çabalarımızı sürdüreceğiz.

Bir başka konu da, bunların yabancı dil sorunlarıydı. Yabancı dil konusunda, biliyorsunuz, öğretim üyesi olacak olan bir insanın yabancı dili olmalı, bu yabancı dilin derecesi şöyle ya da böyle olabilir; ama, burada, şikâyet konusu olan derece 65'e çekilmiştir. Bunu da olumlu bir gelişmedir diye kabul etmemiz lazım.

Burada daha önemli bir şeyin altını çizmek istiyorum, o da, Yüksek Öğretim Kuruluna düşen görevdir. Yüksek Öğretim Kurulu, daha önce çıkardığı bir yönetmelik gereği, doktora öğrencilerine yurtdışında ve yurtiçinde yabancı dil eğitim verme noktasında bir çaba içerisindedir. Bu, doğrudur, yapılmalıdır; ama, asıl yapılması gereken şey, üniversitede yardımcı doçent olduğu andan itibaren, bir akademisyenin yabancı dil sorununun, YÖK'ün yapacağı düzenlemeyle çözümlenme zorunluluğudur. Bu da, bir yıl, kendisini, ücretli, maaşlı izinli olarak kabul etmek ve onu bir yıl, yurtiçinde veya yurtdışında eğittikten sonra, ondan yabancı dili istemek gibi bir avantajı ve imkânı, yardımcı doçentin önüne getirmelidir. Çünkü, yardımcı doçent olan insan, yarın doçent, öbür gün profesör olacaktır, bu ülkeye, bu ülkenin geleceğini oluşturacak olan bilim kadrolarını yetiştirecektir, gençleri yetiştirecektir. Dolayısıyla, doktora öğrencilerinden önce, yardımcı doçent boyutunda bu işin gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum; bunun  yapılması lazım. Bu gerçekleştirildiği takdirde, öğretim üyelerinin, özellikle yardımcı doçentlerin temel sorunlarından biri olan yabancı dil meselesi de otomatik olarak çözümlenmiş olacaktır ve yabancı dille donanmış olarak akademik kariyerini sürdüren öğretim üyesi de, hiçbir komplekse kapılmadan, hem Türkiye'de hem uluslararası arenada, hem kendi bilim dalını hem Türkiye'yi rahatça temsil edebilecektir ve bu, çok önemli bir sürece katkıda bulunacaktır diye düşünüyorum.

Tabiî, burada bunlar söylenir söylenmez, insan, üniversitelerde, özellikle, üniversite öğretim üyelerinin başka bir iş yapma imkânına sahip olmayan... Yani, bugün, ülkemizde, birçok öğretim elemanı ikinci bir iş yapmak zorunda kalmıştır. Bunu, daha önce, birçok arkadaşımız, bu kürsülerden defalarca dile getirdi. Ama, üniversite öğretim üyeleri, özellikle sosyal branşlarda, bu şansı çok kolay bulamazlar. Dolayısıyla, bu insanların, maaşlarını da, burada, bir kez daha Meclisin gündemine getirmek gerekli ve yararlı diye düşünüyorum.

Benim üniversitede olduğum yıllarda, hatırladığım kadarıyla, bir profesörün maaşı, bilemiyorum nedendir; ama, bir kıdemli albaya endekslenmiş idi; yani, bir kıdemli albay sonuçta ne alıyorsa, profesör de o maaşı alırdı. Bugün geldiğimiz noktada, bir üniversite profesörü, sanıyorum, bir üstteğmen, ya da yüzbaşı düzeyinde bir maaş almaktadır. Yanlış anlaşılmasın, burada verdiğim örneklerde, bir albayın, ya da bir binbaşının maaşının çok olduğunu söylemek istemiyorum; ama, o standardın korunması, böylece, üniversite öğretim üyelerinin hayat standartlarının yükseltilmesi gerektiğini söylüyorum ve Türkiye'de 22 000 civarında olan bu insanları, bu noktada, geçim kaygılarından ne kadar uzaklaştırabilirsek, onların, o kadar iyi, o kadar rahat hizmet verebileceğini ve onların hizmetlerinin de Türkiye'nin geleceğini oluşturacağını unutmamamız lazım diye düşünüyorum. Tabiî, Parlamento olarak, bu yasal düzenlemeleri yaparken, bu konuda da, özellikle ilgili bakanlıktaki arkadaşlarımızın ciddî bir düzenleme sürecine geçmeleri, girmeleri gerektiğini söylemek istiyorum

Değerli arkadaşlarım, sözlerimin sonunda, bir kez daha, 2001-2002 yılında, bir "af yasası" adı altında, burada, yeniden, hepimizin alkışlarıyla ve affedilen öğrencilerin de, ailelerinin de alkışlayacağı; ama, uzun vadede eğitimin kalitesi açısından ciddî sorunlar yaratacak bir süreci yaşamamayı ümit ediyorum. Parlamentonun bu konuda kendisiyle yüzleşmesi gerektiğini söylüyorum. Tabiî ki, bu yasa artık, çıkacak; dediğim gerekçelerle de altına imza koydum ve parti olarak da bunu destekliyoruz; zaten, tüm partiler zaten destekliyor.

Yasanın hayırlı uğurlu olmasını diliyorum; hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Andican.

Değerli milletvekilleri, saat 20.00'de toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 18.46

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 20.00

BAŞKAN : Başkanvekili Nejat ARSEVEN

KÂTİP ÜYELER : Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri; 114 üncü Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

5. – Ankara Milletvekili Şevket Bülent Yahnici’nin, Çorum Milletvekili Melek Denli Karaca’nın, Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek ve 4 Arkadaşının, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve Konya Milletvekili Ömer İzgi’nin, Denizli Milletvekili Beyhan Aslan ve 3 Arkadaşının, 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/435, 2/440, 2/460, 2/462, 2/465) (S. Sayısı : 434) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon?.. Hazır.

Hükümet?.. Hazır.

Görüşmekte olduğumuz 434 sıra sayılı kanun teklifinin tümü üzerindeki görüşmelerde, söz sırası, MHP Grubu adına, Çankırı Milletvekili İrfan Keleş'e aittir.

Buyurun Sayın Keleş. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır efendim.

MHP GRUBU ADINA İRFAN KELEŞ (Çankırı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, televizyonları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarım; 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifi, bir diğer ifadeyle öğrencilerimize yeni bir imtihan hakkı verilmesiyle ilgili kanun teklifi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 21 inci Yüzyıla girdiğimiz şu günlerde, asrın belirgin özellikleri göz önünde bulundurularak, bu asırla ilgili çeşitli sıfatlar kullanılmaktadır. Çoğu düşünürün birleştiği bir görüşe göre, 21 inci Yüzyıl bilgi çağı olacaktır. Gerçekten, bu asrımız, tam anlamıyla, bir bilgi asrıdır. Milletler, günümüzde, ilim ve teknikte kıyasıya yarış halindedir. İnsanlık, artık, birtakım dogmatik fikir kalıplarını aşmış, ilim ve teknolojide bir yarışın içerisine girmiş bulunuyor. Böyle bir çağda yaşayan milletimiz de, kendisini, bilgi çağına göre, bu çağın icaplarına, şartlarına ve ihtiyaçlarına göre hazırlamak zorundadır.

Bütün sosyal, kültürel ve iktisadî meselelerimizi, Atatürk'ün ifade ettiği gibi, ilmî rehber ederek çözmeye mecburuz. İşte bunun içindir ki, artık, kısır çekişmeleri bir tarafa bırakıp, birbirimizi sevmeliyiz; artık, ilerici, gerici, laik, antilaik, sağcı, solcu gibi toplumu germekten başka bir işe yaramayan anlamsız tartışmalar 20 inci Yüzyılda kalmalı, bilgi çağında, aklın ve ilmin aydınlık ışığında, aziz milletimizin meselelerini çözecek atılımlar yapmalıyız.

Gelişmiş ülkeler, gelişmişliklerini, iyi yetiştirilmiş, birinci sınıf aydın kadrosuna borçludur. Biz de, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak istiyorsak, yarınımızın teminatı gençliğimizi kısır çekişmelerin içerisinden çekip çıkarmak, ilmin ve aklın aydınlık ışığında, memleketini seven, milletinin millî ve manevî değerlerine saygılı, çağı yakalamış bir şekilde yetiştirmek zorundayız. Ancak o zaman, Türk Milleti, atinin medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğabilir.

Peki, bunu kim yapacaktır, hangi teşkilat yapacaktır; elbette ki, bu görev, Millî Eğitim Bakanlığınındır. Bunun içindir ki, bilgi çağına girdiğimiz şu günlerde, milletimizin kalkınma hamlesini gerçekleştirmesi için ilk köklü değişiklik millî eğitim sisteminde yapılmalıdır. Her yönüyle kokmuş, çürümüş, laçkalaşmış ve çağın çok gerisinde kalmış bugünkü eğitim sistemi, temelinden, yeniden ele alınmalı, milletimizin ihtiyaçlarına göre yeniden kurulmalıdır. Milletimizin bütün fertleri, imkân ve kabiliyetlerine göre derece derece işlenmeli, yetişmeli ve yerli yerine konulmalıdır. Kim, hangi sahada rehber aydın olacaktır; kim, hangi sahada uzmanlaşacak, teknokrat olacak, ülkemizin hangi meslek ve sahada, ne tip elemana ihtiyacı vardır; en kısa zamanda, en fazla üretim sahasına nasıl varılacaktır; kısaca, Türk Milleti az gelişmişlik zilletinden nasıl kurtulacaktır? Millî eğitim teşkilatımız, bu soruların cevabını bulmak, buna göre çare aramak zorundadır. Ne yazık ki, bugün, Millî Eğitim Bakanlığı, bu soruların cevabını aramak yerine, sanki, bir tayin ve terfi bakanlığı haline gelmiştir.

Yeri gelmişken, son zamanlarda millî eğitim camiasında büyük huzursuzluklara sebep olan Görevde Yükselme Yönetmeliğinden söz etmek istiyorum. Yönetmelikler, kanunlar, insanların huzurunu, mutluluğunu, gelişmesini temin etmek için hazırlanır. Oysaki, bu yönetmelikle, millî eğitim camiasında huzur bozulmuş, birçok yönetici "acaba, 12 Eylül öncesinin uygulamaları yeniden gündeme mi geliyor" düşüncesine dalmışlardır.

Bu yönetmeliğin uygulanmasının durdurulmasını Sayın Bakanımızdan istirham ediyoruz. Yerine, eğitim camiasının sesine kulak veren, kimseyi huzursuz etmeyecek, görevde liyakat, eşitlik ve verimliliği artıracak yeni bir yönetmelik hazırlanmalıdır.

Hukukta hiçbir kanunun geriye doğru işlemesi mümkün değildir. Oysaki, bu yönetmelik, geriye doğru on yılı içine almaktadır. Bu hukukdışı uygulamalardan vazgeçmeli, eğer uygulanacaksa, yönetmeliğin yayım tarihinden itibaren uygulanması yoluna gidilmelidir.

Son yıllarda binlerce gencimizi huzursuz eden bir diğer nokta da, meslek lisesi mezunlarının üniversiteye girerken karşılaştıkları haksız tutumdur. Binlerce endüstri meslek lisesi, ticaret lisesi, kız meslek lisesi, imam-hatip lisesi mezunu üniversite imtihanlarında haksız bir rekabetle karşı karşıyadır. Bu öğrencilerimizin kendi alanlarında tercihlerinde, diğer lise öğrencilerine tanınan haklar, onlara da tanınmalı, Anayasamızın “eğitimde fırsat eşitliği” ilkesine uyulmalıdır.

Eğitimin konusu ve üzerinde çalıştığı malzeme insan olduğuna göre, Türk millî eğitimi de milletimizin hiçbir ferdini ziyan etmeden yetiştirmek zorundadır. Vatanın sahibi hem de en kıymetli hazinesi olan Türk Milletinin her ferdini hür, mutlu yaşatacak tedbirleri almak, eğitimin  temel hedefi olmalıdır. Her genç okuldan, Türk ve Müslüman olduğunun şuuruna varmış olarak çıkmalıdır; ancak, böylece, Türk Milleti, halkı ve aydınıyla, dilde, imanda ve ülküde bir olan fertlerden teşekkül edebilir. Esasen bir insan topluluğu, ancak bu manevî bağlar sayesinde millet olabilir. Onun içindir ki, Yahya Kemal’in bir şiirinde ifade ettiği gibi “Dili bir gönlü bir insan yığını; görüyor varlığının bir yerde toplandığını.”

Bütün okullarımızda tarih derslerinin müfredatı, bize göre, yeniden gözden geçirilmeli, Türk tarihi, bilinen ilk devirlerinden itibaren günümüze kadar kesintisiz ve bütün olarak ele alınmalıdır. Milletimizin kurmuş olduğu 16 büyük Türk Devleti ayrı ayrı değil, aynı milletin kurduğu devletler zincirinin birer halkası olarak ele alınmalı, çocuklarımız bir Göktürk ve Karahanlı Devletini, Roma yahut İran tarihini okuyormuş gibi değil, kendi tarihini okuduğunun şuuruna varmalıdır. Hele, Selçuklu ve Osmanlı Devleti ile cumhuriyetimiz arasındaki kopukluk, mutlaka giderilmelidir. Cumhuriyetten önceki tarihimize de sahip çıkmalıyız. Türk çocukları, manevî ve dinî terbiyeyi mutlaka okullarda almalıdır. Yüce Dinimizin esasları doğru bir şekilde öğretilmelidir. Böylece, dinimize sonradan karışmış hurafe ve batıl inançların İslamla bir ilgisinin olmadığı, gençliğimize anlatılmalıdır.

İslamiyetin, çağın icaplarına uymaya asla engel olmadığı, çalışmayı, araştırmayı, temizliği, iyi ahlakı, adaleti, vatanseverliği ve sosyal yardımlaşmayı, kısacası, ilmi emrettiği öğretilmelidir. Böylece, hem aydınlar milletimizin dinî inancına saygılı olacak hem de din istismarı önlenebilecektir.

Gençlerimiz, tarihimiz boyunca milletimize hizmet eden Türk büyüklerini tanıyıp, kendine örnek almalıdırlar. Bilge Kaan'dan Alparslan'a, Osman Gazi'den Fatih'e, Yavuz'a, Kanuni'den Atatürk'e kadar her Türk büyüğünün, çocuklarımızın gönlünde yeri olmalıdır. Türk çocuğu, tarihinin her devrinde yetişmiş kahramanlarına sahip çıkmalı, hepsiyle övünecek şekilde yetiştirilmelidir. Kısacası, millî eğitimimiz, baştan sona ele alınıp, Türk Milletinin millî ve manevî değerlerine, Atatürk ilke ve inkılaplarına, çağdaş ilme uygun bir şekilde, yeniden ele alınıp değerlendirilmelidir. Bu konudaki her olumlu adım, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunca sonuna kadar desteklenecektir.

Sayın milletvekilleri, üzülerek ifade etmeliyim ki, millî eğitimin yetersizliği, bütün meselelerin millî eğitimde düğümlendiği, çözüme oradan başlamak gerektiği konusunda aydınlarımız arasında yaygın bir kanaat vardır. Bu yüzden, çoğu aydın, bir millî eğitim reformunun zaruretine inanmaktadır; fakat, ne yazıktır ki, hastalığın teşhisinde bir mutabakat sağlanamamış, her gelen siyasî iktidar, bakan, kendi anlayışına göre bir eğitim reformu gündeme getirmiştir. Oysa ki, hastalığı önce teşhis etmeliyiz.

Millî Eğitimin görevlerini şu 4 noktada toplayabiliriz:

1- Yeni nesilleri okutup yetiştirmek.

2- Halkın bilgi seviyesini yükseltmek.

3- Türk Milletinin çağdaş medeniyete ayak uydurması için gereken ilim ve bilim hayatını kurmak ve teknik gelişmeyi sağlamak.

4- Türk kültürünü korumak, yaşatmak, geliştirmek.

Maalesef, Millî Eğitim Bakanlığı, bu hizmetlerin hiçbirini bugüne kadar layıkıyla yapmamış, imkân nispetinde bile yerine getirememiştir; Türkiye'yi çağdaş medeniyet seviyesine çıkaracak ilim ve teknik hayatını asrın icaplarına göre kuramamıştır.

Bu memlekette, ilmin ve tekniğin temeli, akademik hayat ve yüksek kademe kuruluşlarıdır. Üniversitelerimiz, yeni bir denemenin, yeni bir oluşumun eşiğindedir. Türkiye, geniş ve işler bir ilmî ve teknolojik araştırma merkezleri ağına muhtaçtır. Türk kültürünü korumak, yaşatmak ve geliştirmek hizmeti ise, tam faciaya dönüşmüştür. Bakanlık, üzülerek ifade ediyorum ki, millî kültürün dışına çıkmayı çağdaşlık zannetmektedir. Bu konuda o kadar ifrada düşülmüş ki, daha ilkokula bile gitmeyen çocuklarımıza, 5-6 yaşlarında yabancı dil öğretilmesi konusunda, Talim ve Terbiye Kurulu, maalesef, 30.3.2000 tarihinde karar alabilmiştir. Bu, ne biçim gaflettir? Burası, yabancı kültürlerin at oynattığı bir sömürge ülkesi midir; yoksa, şehit kanları üzerine kurduğumuz Türk ülkesi midir?! Ümit ederiz ki, Sayın Bakanımız, bu anlamsız kararı ortadan kaldırır. Aksi takdirde, daha 5-6 yaşında yabancı kültürlerin kucağına attığımız çocuklarımızdan nasıl bir gençlik yetişmesini bekliyoruz? Söyleyiniz allahaşkına, Atatürk'ü anlamak bu mudur? Türk çocuklarına, Türk kültüründen önce yabancı kültürlerin öğretildiğini Atatürk görseydi, acaba, sizler için ne düşünürdü, ne yapardı; doğrusu çok merak ediyorum.

Sayın milletvekilleri, bugün ele aldığımız, öğrencilerimize bir imtihan hakkı verilmesiyle ilgili kanun teklifi, geniş bir öğrenci kitlesini içine almaktadır. Bilindiği gibi, daha önce, genel af kanunu içinde, öğrenci affı da yer almıştı. Ne var ki, af yasa tasarısı, belirsiz bekleme sürecine girmiş bulunuyor. Öğrenci affını bekleyen binlerce öğrenci ve ailesinin, bekleme sürecindeki mağduriyeti daha da artmıştır. Bu bakımdan, teklif, binlerce öğrenciyi ve ailesini rahatlatmak bakımından son derece önem arz etmektedir. Bazılarının ifade ettiği gibi, öğrenci affı, başarılı öğrenci ile başarısızı bir tutmak değil, çeşitli sebeplerle yükseköğretim kurumlarından kaydı silinen, başarısız duruma düşmüş öğrencilerimize bir fırsat daha vermek, onları topluma kazandırmaktır. Bu teklifin, daha önceki af yasasından birtakım farklılıkları bulunmaktadır. Bir kere, bu teklifle, 1983-1984 öğretim yılından 1999-2000 öğretim yılının sonuna kadar, her ne sebeple olursa olsun, okullarıyla ilişiği kesilmiş veya kesilme durumuna gelmiş bütün öğrencileri içine almakta, onlara, devam, kanun, mevzuatlara uymak kaydıyla, imtihan ve öğrencilik hakkı tanınmaktadır.

Bu kanun teklifinin bir diğer özelliği de, daha önceki af kanunlarından farklı olarak, lisansüstü eğitimi de ele almasıdır. Lisansüstü öğrenim görürken, her ne sebeple olursa olsun kurumlarıyla ilişiği kesilen yükseklisans ve doktora öğrencilerine sınav hakkını öngörmektedir.

Ülkemiz, genç ve dinamik bir nüfusa sahiptir. Binlerce öğrencimiz üniversitelere girememekte, açıkta kalmaktadır. İlim öğrenmek, kendilerini geliştirmek isteyen gençlerimizin önünü açmak hepimiz için millî bir görevdir. Bunun temelde iki sebebi vardır: Birisi, yeterli üniversite olmayışı; diğeri de, öğretim üyesi yetersizliğidir. Bunun için, altyapısını tamamlamış illerimize üniversite açılması yönünde gayretlerimizi artırmalıyız. Mesela, her türlü altyapısı birçok üniversiteden daha iyi durumda bulunan Çankırı'ya üniversite açılmayışını, açılma kararı çıkan bir fakültenin de iptal edilmesini anlamak mümkün değildir. Çankırı gibi, Anadolu'daki çoğu ilimiz çoktan üniversiteyi hak etmiştir. Yüksek Öğretim Kurulu mensupları, çocuklarımızın başörtüsüyle uğraşacakları yerde, bunların üstünde kafa yormalıdırlar.

Yeni üniversitelere kavuşabilmek için öğretim üyelerinin önündeki bazı sınırlamalar da kaldırılmalıdır.

Bu teklifle, yardımcı doçentlerin önündeki sınırlama kaldırılarak, bu kadroda çalışan elemanlar sürekli kadroya kavuşturulmuşlardır.

Diğer taraftan, öğretim üyelerinin ekonomik şartları da iyileştirilmeli, ilimle uğraşan insanların ekonomik sıkıntı çekmeleri önlenmelidir.

Öğretim elemanlarının önemli bir sorunu da yabancı dil meselesidir. Bugün hiç kimse yabancı dilin önemini inkâr etmiyor. Keşke mümkün olsa da bir yerine iki, üç yabancı dil öğrenme imkân ve mecburiyeti olsa. Kimsenin buna bir diyeceği yok; ancak, ne var ki, bugün üniversitelerimizde uygulanan KPDS sistemi, yeniden ele alınıp gözden geçirilmelidir. Bu sistem, yabancı dili ölçme yerine, öğretim elemanlarının korkulu rüyası haline gelmiştir. Bir insanın, bir dili bütün cepheleriyle öğrenmesi mümkün değildir. Bunun için, üniversitelerimiz, KPDS uygulamasından süratle vazgeçmelidir. Onun yerine, sosyal, fen, sağlık enstitülerinin bünyesinde kendi sahalarıyla ilgili yabancı dil hazırlık sınıfları oluşturulmalı, bu sınıflarda başarılı olmayan öğrencilerin, akademik kadroları boş yere işgal etmeleri engellenmelidir. Bu tasarıyla bu konuda bir nebze ferahlık getirilmiş olsa da konuyu kökünden çözmek gerekir.

Bu tasarıyla, ilk defa, doçentlik imtihanındaki KPDS barajı 70'ten 65'e, doktora imtihanında da 60'tan 50'ye düşürülerek kısmî bir ferahlık sağlanmış olmaktadır.

Tasarı, tıpta uzmanlık, yurt dışında yükseklisans ve doktora yaparken, çeşitli nedenlerle başarısız duruma düşen öğrencilere de yeni haklar getirmektedir.

Tasarının bir diğer önemli yanı da, öğrencilerimizin çeşitli sebeplerle aldıkları disiplin cezalarının kaldırılmasını içermektedir. Böylece, öğrencilerimize her bakımdan bir fırsat verilerek topluma kazandırılması öngörülmüştür.

Teklife, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak olumlu oy vereceğimizi ifade ediyor; hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Keleş.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Kocaeli Milletvekili Sayın Halil Çalık; buyurun.

DSP GRUBU ADINA HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 434 sıra sayılı, öğrencilerimize yeni bir hak verilmesiyle ilgili yasa teklifi hakkında, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, artık, eğitimin önemini herhalde bilmeyen yoktur. Hele, bilgi çağına girdiğimiz 21 inci Yüzyılda, eğitimin, ülkemiz için, insanlık için, geleceğimiz için ne kadar önemli olduğu, herhalde kaçınılmaz bir gerçektir. Böyle bir ortamda, temel eğitimimizin, geçtiğimiz dönemde sekiz yıla çıkarılışını hep beraber yaşadık. Şu anda, çocuklarımız, bu eğitimi almaktadır.

Biliyorsunuz ki, 1997 yılında yapılan en son çalışmayla ilgili istatistik sonucuna göre, şu anda ülkemizde okur-yazar yaş oranı 4,4 yıldır.

Sayın milletvekillerim, sekiz yılla beraber ne oldu; hep, artık, çoçuklar babalarını geçmek durumunda, artık, küçükler büyükleri  geçmek durumunda, onların daha iyi eğitim ve daha iyi olanaklardan faydalanmasını sağlama zorunluluğu vardır deriz ya, onun için, sekiz yıllık temel eğitim, artık, çocuklarımız bizi kesin geçecek demektir; çünkü, asgarî sekiz yıl eğitim alacaktır; dolayısıyla, dünya görüşünün, çağdaşlığının, insana yaklaşımının, insanla ilişkileri ve teknolojiden faydalanmasının da o nispette daha sağlıklı, daha geniş ölçüde olacağına inanıyorum. Onun için, sekiz yılı değil de, onbir veya oniki yılı telaffuz etme günümüz geldi diye düşünüyorum; artık, bunu gündemimize almamız gerekir.

Sayın milletvekilleri, daha önceleri, belki, Millî Eğitim Bakanlığında, bakan politikası uygulanabiliyordu veya en azından "uygulanıyor" deniliyordu; ama, sizleri temin ederim ki, 55 inci hükümetimizden sonra, Millî Eğitim Bakanlığında, kesinlikle ve kesinlikle, sayın bakanların politikaları değil, hükümetin politikası izlenmektedir. Ben, 1996 yılında Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşma yaparken, hep şunun altını çiziyordum: "Millî Eğitim Bakanlığında yeniden yapılanma sağlanmalıdır; artık, herkes idareci olamamalıdır, olmamalıdır; liyakat ve kariyer kesinlikle yerini almalıdır."

Bugün ise, Sayın Millî Eğitim Bakanımız dahi, sanırım, çocuğunu, istediği okula müdür yapamaz durumdadır; çünkü, sınava girecek, sınavı kazanacak ve ondan sonra ataması yapılacaktır; yani, liyakat ve kariyer kesinlikle yerleşmiştir. Bu, şeflik için de böyledir, bakanlık içerisindeki yükselme de bu şekildedir.

Her evde, her akşam, millî eğitim mutlaka konuşuluyor; çünkü, 700 000 civarında öğretmeniyle beraber, 10 milyonun üzerinde öğrencisiyle beraber, her evde eğitim konuşuluyor. Ha, belki uygulamalar yavaş olabilir, bundan söz edebiliriz; ama, hiç kimse bunların yanlış olduğunu söyleyemez; çünkü, gerçekten faydalı olduğuna inanıyoruz, eğer, objektif kurallarla, objektif bakabilme cesaretini gösterirsek.

Onun için, buna, olumsuz şekilde değil de, bir de olumlu bakarak, ülkemize getirdiği katkıları, eğitimimize artılarını, ülkemize artılarını, çağdaş dünyaya girdiğimiz, 21 inci Yüzyıla girdiğimiz şu sırada ülkemize getirdiği artıları göz önüne alırsak, 1995'ten bu yana kat ettiğimiz mesafeyi algılamamız çok daha kolay olur diye düşünüyorum.

Burada, norm kadroyla ilgili de birkaç cümle söylemek istiyorum. Kuşkusuz, uygulanmalıdır. Şu anda uygulama aşamasında olduğu için bazı sıkıntılar olabilir, uygulamada hatalar olabilir; ama, uygulamada hatalar olacak diye, bu karardan kesinlikle vazgeçilmemelidir. Kesinlikle vazgeçilmemelidir; çünkü, yalnızca müdür muavini arkadaşlarımızdan –ben bir eğitimci olduğum için söylüyorum; onaltı sene öğretmenlik yaptıktan sonra Meclise geldim; bizatihi yaşayan kişi olarak söylüyorum– devletimizin kazancı, yani, millî eğitimimizin kazancı, yaklaşık 11 500 öğretmendir. Bu, çok çok büyük rakamdır. Şimdi, öğretmenimizde de norm kadroyu uyguladığımızda bunun kaç katı daha olacağını düşünürsek, eğitimimizin kazancının, ülkemizin kazancının, hem eğitim açısından hem ekonomik açıdan ne kadar yüksek seviyelere çıkacağı her halde göz önüne alınır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'de ortaöğretimi bitiren gençlerin üniversiteye girişi çok zor koşullarda gerçekleşmektedir. Devletimizin ve ailelerimizin gençlere yaptığı yatırım oldukça büyük boyutlardadır. Dolayısıyla, ailelerin çocuklara yaptığı yatırım ve sonuçta beklentileri de çok yüksek olmalıdır. Biz de, bu anlayışla beraber... 57 nci hükümetimiz de, zaten, uzlaşı hükümetidir; beraberinde, Türkiye'ye uzlaşıyı yaşatmaktadır; bu, her kesimde de hissedilmektedir. Biz de, Millî Eğitim Komisyonunda, bu mantıktan hareketle, gençlerimize çok geniş boyutta bir hak daha verme olanağını getirdik. Biliyorsunuz, bu yasa, geçtiğimiz yıl gündeme gelmiş ve Meclisimizde 28.8.1999 tarihinde kabul edilmiş; ancak, Sayın Cumhurbaşkanımızın veto edişiyle beraber gündemden düşmüştü. O günden bu yana, artık, bu, beklenti haline gelmiştir. Her gün yüzlerce telefon, bir sürü faks, bir sürü istek yağmuru, bana olduğu kadar hepinize de gelmektedir. Dolayısıyla, artık, bir beklenti durumuna gelmiştir. Ondan hareketle beraber, ben, bu konuda teklif veren sayın milletvekillerine şahsım ve Grubum adına teşekkür ediyorum. Tabiî ki, bunun güncelleşmesi, yürürlüğe girmesi, binlerce öğrencimizin rahatlamasına neden olacaktır. Ben inanıyorum ki, şu anda binlerce öğrencimiz, genç kardeşimiz bizi televizyondan izlemekte ve bu teklifin bir an önce yasalaşmasını dört gözle beklemektedir.

Tabiî ki, gençleri topluma kazandırmak esas olmalıdır; bunları gözardı edemeyiz; çünkü, Avrupa'nın birçok kentinden, birçok ülkesinin nüfusundan daha fazla bizim gençliğimiz var. Öyleyse, gençlik bizim geleceğimizdir, gençlik bizim her şeyimizdir. Kuşkusuz, hepimizin bakış açısı da bu olduğuna göre, bu yasa teklifini, aynen komisyondan geldiği gibi, bir an önce yasallaştırıp, yarından tezi yok hayata geçirirsek çok hayırlı bir iş yapmış olacağız.

Sayın milletvekilleri, bu uzlaşı noktasından hareketle beraber, bu yasa teklifini gündeme getirdik. Bu yasa teklifi ilk defa gündeme gelmedi. 1983 yılından bu yana dokuz kez yasalaştı; biz, onuncu kez yasalaştıracağız. Yalnız, biz buna af olarak isim vermiyoruz; biz, gençlerimize yeni bir hak olarak bunu görüyoruz. Bu haklar şimdi gençlerimize ne getiriyor; ben, o konular üzerinde durmak istiyorum. Diğer sayın milletvekillerimiz, tabiî, detayına indiler, birçok bilgileri verdiler. Ben, onlardan ziyade, şu anda bizi dört gözle televizyondan izleyen genç arkadaşlarımıza, ülkemize, eğitimimize bu ne katkı sağlıyor, onlar üzerinde durmak istiyorum.

Süre açısından, bir defa, daha önce biz 1997 yılında bu yasa teklifini tekrar gündeme almış ve yasalaştırmıştık; iki yılı kapsıyordu. Şimdi,         1983-1984 öğretim yılından bu yana gelen tüm olumsuzlukları, başarı ve başarısızlıkları kapsıyor; bir bu.

İkincisi, tıp fakültesi gibi uygulamalı eğitim yapan okullarımızdaki öğrencilere devam hakkı öngörmektedir. Diğeri, sınıf geçme sistemi uygulayan okullarda, öğrencilere bir üst sınıfa devam hakkı tanımaktadır.

Bir başkası, not ortalaması, yani, baraj olarak, baraj mağduru dediğimiz çocuklarımıza bir sınav hakkı daha vermektedir.

Okul bitirme süresinde mezun olamayan çocuklarımıza bir sınav hakkı daha vermektedir.

1997-1998 öğretim yılından itibaren Gülhane Askerî Tıp Akademisinden ilişiği kesilen öğrencilerin Yüksek Öğretim Kurulu tarafından sivil tıp fakültelerine intibakının yapılmasını öngörmektedir.

Bir başkası, 1988-1989 öğretim yılından 1999-2000 öğretim yılı sonuna kadar lisansüstü öğrenim görürken, her ne sebeple olursa olsun, ilişiği kesilen öğrencilere yeni sınav hakkı vermektedir.

Bir başkası, yüksek lisans ve doktora yabancı dil not barajı 50 puana indirilmektedir.

Bir başkası, doçentlik dil sınavında ise, not barajı 65 olarak belirlenmektedir.

Değerli arkadaşlarım, en çok başımızı ağrıtan, en çok sıkıntı duyduğumuz konulardan birisi, bu yardımcı doçentlik olayıdır. Gelen faksların belki yüzde 80'i, belki yüzde 90'ı bu konuda düğümlenmektedir. Şimdi, bunu, 70 barajından 65'e indiriyoruz. Bu yeterli mi; belki yetersiz gelebilir; ancak, bilim adamı olacak değerli arkadaşlarımızın da, kuşkusuz, yabancı dil bilme zorunluluğu vardır; çünkü, yabancı yayınları takip etme zorunluluğu vardır, kendisini geliştirme zorunluluğu vardır, çağa ayak uydurma zorunluluğu vardır; bu zorunluluğu hissediyorsa da, yabancı dil bilme zorunluluğu vardır.

Bir başka getirisi, 1989-1990 öğretim yılından itibaren yükseköğretim kurumlarında öğrencilerin almış oldukları disiplin cezaları, tüm sonuçlarıyla beraber ortadan kaldırılmaktadır.

Bir başka getirisi; yurt dışına gönderdiğimiz çocuklarımızın orada başaramayıp, tekrar, sıfırdan Türkiye'ye dönmeleri durumunda, onların mağdur olmalarını önleyerek, Yüksek Öğretim Kurulumuzun, Türkiye'de, onlara göstereceği bir üniversitede, tekrar bir sınav hakkı ve tekrar bir okuma olanağı verilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, bu yasa teklifinin, Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına, bir an önce yasalaşmasını diliyorum. Bunun, daha farklı boyutlara çekmeden, daha farklı kanallara çekmeden, olumsuzluklarını değil, olumlu yönlerini görerek, göstererek bir an önce yasalaşmasını ve gençlerimize hayırlı olmasını diliyorum ve Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya?.. Yok.

Çorum Milletvekili Sayın Melek Denli Karaca, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MELEK DENLİ KARACA (Çorum) – Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri; öğrenci affı konusunda, şahsım adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bu konuşmamda, üniversite öğrencileri arasından, her ne sebeple olursa olsun okuma haklarını kaybeden veyahut okuma hakları ellerinden alınan gençlerimize yeniden bir şans verilmesinin zaruret ve önemini dile getirmek istiyorum.

Malumunuz olduğu üzere, dünyamızdaki, gerek sosyal ve gerekse üstün teknik gelişmeler, bir globalleşme sürecinin başlamasına sebebiyet vermiştir. Teknolojinin en yüksek standardını yakalayabilen dünya ülkeleri 2000'li yılların hazırlığını yaparken, bizim, bu teknoloji ve yeniliklerin gerisinde kalmamız düşünülemez. Ülkemizin bu yarışta yerini alabilmesi, kısacası, lider Türkiye idealinin gerçekleşebilmesi, ancak ve ancak, memleketimizin geleceğinin hazırlanmasında en büyük rolü oynayacak olan gençlerimizin iyi yetişmesiyle mümkündür.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bizler, Türkiye Cumhuriyetinin, Türk Milletinin milletvekilleri olarak, bugünün yanı sıra, on yıl, yirmi yıl ve hatta elli yıl sonrasının Türkiyesini de düşünmek mecburiyetindeyiz; yani, milletimizin ve devletimizin geleceğini planlamak durumundayız. Geleceğimizin teminatı ise, ilim - irfan sahibi olarak yetişmiş, imanlı, kendi sahasında otorite olmuş, memleket sevgisiyle mücehhez, Türklük şuuruyla bezenmiş gençlerimiz olacaktır. Bu itibarla, geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin problemleri üzerine hassasiyetle eğilmeli ve Büyük Atatürk'ün "Türkiye Cumhuriyetinin fikren, ilmen ve bedenen kuvvetli ve seciyeli bir gençliğe ihtiyacı vardır" sözünden hareketle, meseleleri çözmeye çalışmalıyız.

Ülkemizde, her yıl, ortalama 2 milyon gencimiz yükseköğretime başlayabilmek için mücadele vermekte; bunlardan, ancak 300 bin civarında gencimiz üniversitelere kayıt yaptırabilme şansına sahip olabilmektedir. Bir gencin yükseköğrenime hazırlanması hiç de kolay değildir. Yüksekeğitim ve öğrenimin önemini kavramış olan kırsal kesimin yoksul insanları, anneler babalar, her türlü ekonomik sıkıntılarına rağmen çocuklarına yüksekeğitim verdirebilmek için, maddî ve manevî büyük çabalar harcamaktadırlar. Ayrıca, psikolojik açıdan da değerlendirilecek olursa, gençlerin, üniversiteye girinceye kadar yaşadıkları yoğun stresin baskısı altında çeşitli ruhsal badireleri de atlattıkları bilinmektedir.

İşte, bu durumdaki gençlerimizin, tez elden okullarını bitirip topluma faydalı insan olmaları gerekirken, bir kısmının, yasal hükümlere dayanmayan çeşitli sebeplerle okullara, derslere ve imtihanlara girmelerine mâni olunmuştur. Dolayısıyla, Anayasamızın 40 ıncı maddesinde yer alan "temel hak ve hürriyetlerin korunması" ve 42 nci maddesinde yer alan "kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz" hükümlerinin hayata geçirilmesine de mâni olunmuştur.

Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri; dünyamız hızla değişmektedir. Küreselleşme fikrinin, dünyamızın bütün kıtalarına ve bölgelerine yayıldığı bir geçiş dönemini yaşıyoruz. Küreselleşme hedefleri doğrultusunda, ülkeler birbirlerine destek olmak için çeşitli faaliyetler göstermektedirler. Bu küreselleşme sürecinde, Türkiye'nin, ekonomisi kadar, sosyal ve siyasal durumu da ayrıca önem arz etmektedir. Bu önem, Türkiye'nin coğrafyasından, Avrupa ile Asya arasında köprü olmasından, İslam ülkeleri arasında örnek modeli teşkil etmesinden, Ortaasya ülkeleriyle tarihî ve kültürel köklere sahip bulunmasından kaynaklanmaktadır. İşte, bu kadar önemi haiz büyük bir devletin mensupları olarak, tarihî sorumluluklarımızın bilinciyle olaylara bakmalıyız. Bu bilinçle, değişen ve gelişen dünyada Türkiye'nin geleceğinin sorumluluğunu taşımak, milletimizin demokratik haklarını savunarak millî çıkarlarımıza uygun kararlar almak mecburiyetindeyiz.

Bütün bu sebeplere istinaden, öğrenci affı, çok büyük bir önem arz etmektedir. Ayrıca, şunu da unutmamak lazımdır ki, milletlerarası kültür mücadelesinde bazı milletler, hedefledikleri devletin nesilleri arasındaki çatışmayı körükleme durumundadırlar; özellikle, gençlerin zihnini, gönlünü bulandırma çalışmaları yapılmaktadır. Bu hücumlara en çok maruz kalan bir ülke durumundayız. Bu açıdan da, gençlerimize sahip çıkmak, onların geleceğini planlamak, Anayasanın öngördüğü eğitim hakkından bütün gençlerimizin faydalanmalarını sağlamak gibi bir vebalin altındayız. Zira, bizim sahip çıkamadığımız gençlerimizi, ülkemiz üzerinden çıkar sağlamak isteyen yabancı ve zararlı akımların sahiplenmesi kaçınılmaz olacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; üniversiteye kadar gelmiş, birkaç yıl okumuş gençlerimizi, çeşitli sebeplerle okullardan uzaklaştıracak kadar zengin bir ülke değiliz; bu kadar lükse de hakkımız yoktur. Eğitim ve öğretimden beklenen, bir ülkede yaşayan genç dimağları birbirleriyle kaynaştırmak, millî kalkınmamız için ihtiyacımız olan insan yetiştirmektir. Her gencimiz, kalkınmamızın bir tuğlası olmalıdır.

Bu itibarla, 2000'li yılların güçlü devlet ve lider ülke olma yolundaki bir milletin evlatları olarak, çeşitli sebeplerle okuma imkânından mahrum bırakılan gençlerimizin haklarını iade ederek, her birini topluma faydalı hizmetler yapabilecek duruma getirmek millî bir görevimiz olmalıdır. Bu gençlerimiz, sokaktan tekrar okullarına dönmeli ve kaldıkları yerden devam etmelidirler.

Sayın Başkan, değerli üyeler; bugün, gelişmenin ve üretimin en önemli faktörü bilgi olmuştur. Yüksek bilgi düzeyine ulaşamamış toplumların teknoloji üretmesi de mümkün değildir. Üretmeyen, bilgiye erişemeyen toplumlarda ise, gelişme ve kalkınma da beklenemez. Türk toplumu, 21 inci Yüzyıl ve sonrası için hazırlanmalıdır. Bunun da yolu, gençlerimizin, hiçbir ayırıma maruz bırakılmadan, eğitim haklarını yeterince kullanmalarından geçer. Önümüzdeki on yirmi yıl için gerekli yapısal reformların gerçekleşmesi, nüfusumuzun iyi bir eğitim düzeyinde olmasıyla mümkündür.

Şu da unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyetine, Türk Milletine karşı her çeşit ihanet, daima pusudadır ve pusudaki her tehlike, cehaletle gerekli zemini bulduğu anda harekete geçecektir. İşte, bu tehlikeyi durduracak, bilgidir, ilimdir, irfandır ve imandır; ülkeyi yönetenlerin erdemliliği, millet sevgisi ve hoşgörüsüdür. Bu gençlerimizi cehaletin pençesine atamayız ve atmamalıyız.

Bütün bu gerçeklerden dolayı, yükseköğretim öğrenci affıyla ilgili olarak, 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Tekliflerimizin Yüce Meclisimiz tarafından kabul görerek onaylanacağı inanç ve görüşündeyiz. Bu geçici maddelerle, öğrencilerin yanı sıra, yüksek lisans, doktora ve doçentlik seviyesinde de ilmî çalışma yapanlar da, arz edeceğim haklara sahip olacaklardır:

1984 öğretim yılından 1999-2000 yılı sonuna kadar, her ne sebeple olursa olsun ilişiği kesilen veya kesilme durumuna gelmiş öğrencilere 2 sınav ve bütünleme hakkı verilecektir.

Sınıf geçme sistemi uygulayan okullardaki öğrenciler, bir üst sınıfa devam edebileceklerdir.

Not ortalaması not barajına takılan öğrencilere birer sınav hakkı daha verilecektir.

Okul bitirme süresinde mezun olamayanlara, bitirmek için devam ve sınav hakkı tanınacaktır.

1997 yılından itibaren askerî tıp fakültelerinden ilişiği kesilenlere, Yüksek Öğretim Kurulu bünyesindeki sivil tıp fakültelerine devam hakkı tanınacaktır.

1998 yılından itibaren 2000 yılına kadar lisansüstü eğitim görürken, her ne sebeple olursa olsun ilişiği kesilen öğrencilere sınav hakkı verilecektir.

Yüksek lisans, doktora ve yabancı dil sınavlarının not barajı 50, doçentlik yabancı dil sınavında not barajı 65 olarak belirlenerek, yardımcı doçentlikte kadro sınırlaması kaldırılacaktır.

En nihayet, 1989-1990 eğitim yılından itibaren, yükseköğretim kurumlarında disiplin cezası alanların cezalarının bütünü, sonuçlarıyla birlikte silinerek affedilecektir.

Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri; netice itibariyle, öğrenci affı konusunda, Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuzun ve benim hazırladığım yasa teklifinin kabulüyle, yüzlerce gencimiz cehaletin pençesinden kurtulmuş olacaktır. Ayrıca, yoksul; ama, eğitim ve öğretimin anlamını kavramış, genellikle kırsal alanlarda yaşayan ve her türlü sıkıntılara rağmen çocuklarını okutmak isteyen, kızlarımızın, gençlerimizin aileleri mutlu olacaktır. Boşluğa itilen gençler, yeniden okuma şansına kavuşacaklardır. YÖK'ün, yasalara, halkımızın genel yaşam ve teamüllerine aykırı düşen sorumsuz uygulamaları sonucu mağdur edilen binlerce öğrenci huzura kavuşacak, gelecekle ilgili planlarını yapma fırsatı bulacaklardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MELEK DENLİ KARACA (Devamla) – Sayın Başkan, 1 dakika daha verirseniz, tamamlıyorum.

BAŞKAN – Buyurun, tamamlayın efendim.

MELEK DENLİ KARACA (Devamla) – En nihayet, Anayasamızın 40 ıncı ve 42 nci maddeleri hayata geçirilmiş olacaktır. Kalkınma hamlesinin psikolojik dinamikleri de böylece harekete geçmiş olacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, sözlerimi noktalarken, şahsım adına Yüce Meclisi tekrar selamlıyor ve yasa teklifinin kabulünü arz ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karaca.

Sayın Bakanın hükümet adına söz talebi var efendim.

Buyurun Sayın Bakan. (DSP sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şu ana kadar yapılan konuşmalardan, 2 maddeden ibaret olan kanun teklifi kapsamı dışında olanları değerlendirmeye almayacağım ve Bakanlığımla ilgili haksız söylenenlere cevap vermeyeceğim; çünkü, bugün, konumuz, her ne sebeple olursa olsun, üniversitelerden kaydı silinmiş öğrencilere yeniden sınav hakkı verilmesi ve doçentlikte dil sınavı ve yardımcı doçentlik süresiyle ilgilidir. Bu kürsüyü, biz, amacına uygun kullanmak zorundayız. Bu kürsüyü, biz, seçmene selam olsun diye kullanırsak, doğru işler yapmamış oluruz.

Sayın Başkan, kıymetli üyeler; bilindiği gibi, ülkemizde, ekonomik nedenlerle, yükseköğrenim görmeye yoğun bir talep vardır. ortaöğretim sistemindeki yapılanma da bu talebi körüklemektedir. Bugünkü hayat koşulları içerisinde, üniversiteye girmek hem zor hem de pahalıdır.

Ülkelerin en önemli kaynaklarının başında, kaliteli eğitim görmüş insanları gelmektedir. Tüm üretim, yatırım ve eylemin temelinde insan vardır. Kalkınmanın temeli de kaliteli eğitim almış işgücüdür.

Bilginin ve teknolojinin üretilmesinde, paylaşılmasında ve sürekliliğinde, akademik hareketliliğin önemi büyüktür. Yükseköğretimdeki uluslararası hareketlilikle de, ülkelerin, birbirinin eğitimlerini, diploma ve diğer belgelerinin denkliklerini tanımaları arasında çok yakın bir ilişki vardır. Diğer bir deyişle, ülkelerin, kaliteyi koruyarak, yükseköğrenim belgelerinin denkliklerini tanımaları, uluslararası akademik hareketliliğin hem gerçeği hem de gereği olabilmektedir.

Ülkeler arasında başlayan ve büyük bir hızla artacağına inanılan öğrenci değişimi programlarının eşdeğerliliği, eğitimin niteliği gibi konular, uluslararası akreditasyonu da gündeme getirmiştir. Bunların dışında, yükseköğretimde akreditasyonu zorlayan bir etken de, uluslararası ticarî, teknolojik entegrasyondur.

Büyük bir olasıkla, 2000'li yılların mühendis, avukat veya ekonomistleri, doktorları, çokuluslu şirketlerde, hastanelerde, yabancı meslektaşlarıyla bir arada veya yalnızca ulusal değil, uluslararası normlarla görev yapacaklardır. Bütün bu gerçeklerin, yapılacak yasal düzenlemelerde göz önünde tutulması gerekir. Bütün bu gerçeklerin, bilhassa, bugün, bu görüştüğümüz kanun teklifi üzerinde, bir defa daha göz önünde tutulması gerekir.

Yükseköğretim konusunda, 1983 yılından 2000 yılına kadar 9 defa değişiklik yapıldığını, hatta son yapılan bir değişiklikle de, devamlılık arz eden affın söz konusu olduğunu milletvekili arkadaşlarım anlattılar.

Yüksek düzeyde akademik başarıyı gerektiren lisansüstü eğitim, dünyanın hemen birçok ülkesinde paralı olmasına karşın, ülkemizde ücretsiz ve bu kademe için verilen süreler diğer ülkelerden daha uzundur. Bunun için, lisansüstü eğitimin aksatılmadan, düzenli, planlı bir şekilde yürütülmesi esastır. Üniversitelerimizde görev alacak adayların dünya standartlarında yetiştirilmesi gerekir.

Bilimsel bir yaklaşımla ele alındığında, ek sınav hakkı verilmesiyle ilgili uygulamalar, yükseköğretimde liyakat ve ehliyet ilkesiyle çelişmekte, eğitimin niteliğini düşürmekte, üniversite özerkliğini zedelemekte, yeni öğrenci kontenjanlarının kısıtlanmasına neden olmakta, üniversite ortamında olumsuz hava yaratmakta ve bütün bunların sonucu olarak ekonomik kayba neden olmaktadır.

Tekliflerle, öğretim üyelerine de bazı muafiyetler getirilmesinin istendiği görülmektedir. Akademik kariyer yapmak bir istek olup, bunun gereklerini yerine getirmek de talep sahiplerinin görevidir. Akademik personelin, her yönüyle, diğer ülkelerin üniversitelerinde görev yapan meslektaşlarıyla iletişim içerisinde olmaları, dünya ölçeğinde, alanlarında meydana gelen gelişmeleri ve yayınları izlemeleri kaçınılmazdır. Bu çerçevede değerlendirildiğinde akademik kariyer yapacaklar için belirlenen kriterler, onların dünya ölçeğinde olmalarını hedeflemektedir. Kaliteyi belirleyecek bu kriterlerden vazgeçilmesi, ülkemiz adına kayıp olacaktır sayın milletvekilleri. Bu nedenle, özellikle, kamu personeli dil sınavında belirtilen kriterlerin altına inilmesi mümkün görülmemekle birlikte; dil sınavının, yine merkezî sistemle, sağlık bilimleri, sosyal bilimler ve fen bilimleri arasında kategorik bir düzeye tabi tutulacağı düşünülebilir.

Sayın milletvekilleri, bu hafta başlarken, hükümetimizi, devletimizi temsilen, Avrupa Birliğinin Bükreş'te düzenlemiş olduğu Dördüncü Avrupa Birliği Eğitim Bakanları Toplantısına katıldım; pazartesi ve salı günü bu toplantı yapıldı, çalışmalar tamamlandı. Avrupa Birliği Eğitim Bakanları Toplantısının konusu, sosyal uyum ve kaliteydi. Biz, üniversite öğrencilerimizin yetiştirilmesinde, Avrupa Birliği ve dünyayla sosyal uyum sağlayamazsak; biz, kaliteyi oya feda edersek, entegrasyondan nasıl söz edeceğiz?! Avrupa Birliği ve dünya standartlarını nasıl gözardı ediyoruz?! İstikrar Paktı çerçevesinde, Güneydoğu Avrupa Eğitim Bakanları Toplantısında, ülkemiz, bundan sonra yapılacak Güneydoğu Avrupa Eğitim Bakanları Toplantısına evsahipliği yapmak dileğindedir; o toplantının konusu "kalite" olacaktır.

Şimdi, Türkiye Cumhuriyetinin Millî Eğitim Bakanı olarak, biz, üniversitede yetiştireceğimiz öğrencilerimizin, dünyadaki öğrencilerin kalite seviyesinin altına çekilmesini ve öğretim üyelerinin, dünyadaki öğretim üyelerinin kalitesinin altında olmasını nasıl kabul edebiliriz?!

Bütün bunlara rağmen, anladığım ve gördüğüm kadarıyla, bu kanunun çıkması konusunda birkısım arkadaşlarım mutabıklardır; ancak, Millî Eğitim Bakanı olarak, bu görüşlerimi sizlere arz etmeyi görev bildim.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Şahsı adına ikinci söz, İstanbul Milletvekili Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk’e ait.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 434 sıra sayılı, bana göre, öğrenciye yeni hak verme yasa teklifi hakkında şahsî görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum.

Maalesef, 4.11.1981 tarihli 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa atfen, bu görüştüğümüz, onsekiz yıl içerisinde 9 uncu af yasasıdır. Bu demektir ki, 12 Eylül ürünü 2547 sayılı Kanun, yaklaşık iki yılda bir tamir ediliyor. Artık, bundan sonra tamir kaldırabileceğini düşünemiyorum. O halde, 21 inci Dönem Meclisine düşen, bu yasayı, bir an önce mutlaka değiştirmektir. 21 inci Dönem Meclisinde grubu bulunan 5 partinin bu konuda hemfikir olduğuna inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üyesi bulunduğum YÖK Araştırma Komisyonu, yaklaşık beş aydır YÖK'te ve 73 üniversitemizde yaptığı araştırma sonunda, Yüce Meclisimizin görev verdiği 13 üyenin firesiz birleştiği -altını çizerek söylüyorum- Türk Milletinin geleceği, toplumsal barışın korunması, ilmî gelişmelerde çağ atlamak için, 2547 sayılı YÖK Yasası yeniden ele alınarak, bütünüyle değiştirilmesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüştüğümüz bu teklif, 21 inci Dönem Meclisi göreve başladığı günden itibaren, yaklaşık 40 000 üniversiteli öğrencimizin ve yaklaşık 7 000 doktora öğrencisi ve yardımcı doçentimizin bir an önce çıkmasını bekledikleri bir yasa teklifidir. Bir eğitimci olarak ilmen ve kalben inanıyorum ki, şu anda, bu vatandaşlarımız, nefeslerini tutmuş bizi bekliyorlar. Yine inanıyorum ki, bu teklif, üniversitelerimizde kaliteyi düşürmeyecek, aksine yükseltecektir; öğretim üyeleri ordusuna 7 000 kişi daha katılacaktır.

Sayın milletvekilleri, eğer, iyi inceleme yapacak olursanız, bu ilim adamlarının önü -ilmî çalışmalarıyla hiç ilgisi olmayan, ancak üçüncü dünya ülkelerinde var olan- yabancı dil barajıyla kesilmektedir. Bir insanın birçok dil bilmesinden güzel bir şey olamaz; hele, bu, bir ilim adamıysa, hem çok elzem hem de çok daha güzel olur. Burada benim karşı olduğum, KPDS dediğimiz, Kamu Personeli Dil Sınavının baraj oluşu ve sınavın muhtevasıdır. Millî Eğitim Komisyonumuzun titizlikle hazırladığı bu yasa teklifi, inşallah, mağdur olan herkesin faydalanacağı, sosyal adaleti sağlayıcı, toplumsal barışa faydalı, sonuç olarak, yüce Türk Milletinin, ilimde, ahlakta, ekonomide geleceği için bir ışık olacaktır.

Bu yasa teklifinin hazırlanmasında emeği geçen bütün arkadaşlara şükranlarımı sunar, hepinizi saygıyla selamlarım.

Çıkacak bu yasa, Türk gençliğine ve ilim adamlarımıza hayırlı olsun. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.

Efendim, maddelere geçilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Başlığı okutuyorum:

Yüksek Öğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifi

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, yeni 1 inci madde ihdasına dair bir önerge vardır.

Malumlarınız olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon metninde bulunmayan; ancak, tasarı veya teklifle çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı, İçtüzüğümüzün 87 nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür.

Bu nedenle, önergeyi okutup, komisyona soracağım. Komisyon, önergeye salt çoğunlukla; yani, 13 üyesiyle katılırsa, önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım; Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması halinde ise, önergeyi işlemden kaldıracağım.

Önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı teklife aşağıdaki maddenin 1 inci madde olarak eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Madde 1- 4.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 24 üncü maddesinin (b) bendinin “3” nolu alt bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

3.- Üniversitelerarası Kurulca merkezî sistemle hazırlanacak (sosyal, fen, sağlık gibi) kendi alanlarındaki bir yabancı dil imtihanını başarmış olmak.

Metin Ergun Hüseyin Akgül           Mustafa Gül

              Muğla                    Manisa                      Elazığ

Seydi Karakuş Bozkurt Yaşar Öztürk   Akif Gülle

          Kütahya                   İstanbul                   Amasya

           Mehmet Sağlam Ahmet Kabil       Mehmet Arslan

Kahramanmaraş                       Rize                    Ankara

Kürşat Eser            Bekir Ongun

           Aksaray                      Aydın

BAŞKAN – Gerekçeyi de okutuyorum:

Gerekçe:

Kendi alanlarındaki yayınları takip edebilecek yabancı dilbilgisine sahip olup olmadığının ölçülmesi yerine, ilgisiz olanlardan sınava tabi tutulması bilimsel yaklaşımla bağdaşmamaktadır.

BAŞKAN – Sayın Komisyon, okunan önergeye, biraz önce izah ettiğim gibi, salt çoğunlukla katılıyor musunuz efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN – Salt çoğunluğunuz var mı?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Var efendim.

BAŞKAN – Lütfen, komisyon üyeleri ellerini kaldırabilirler mi...

Tamam efendim, 15 üyeyle, Komisyon katılıyor.

Değerli milletvekilleri, Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan, önerge üzerinde, yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.

Söz taleplerini rica ediyorum.

Gruplar adına söz talebi?.. Yok.

Şahısları adına?.. Yok.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkan, önergede bir düzeltme yapmak istiyorum...

BAŞKAN – Buyurun.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Hükümete sormadınız efendim.

BAŞKAN – Soracağım efendim.

Sayın Komisyon, buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – "Üniversitelerarası Kurulca merkezî sistemle sosyal bilimler, fen bilimleri, sağlık bilimleri alanlarında yabancı dil imtihanını başarmış olmak" şeklinde düzeltilirse, uygun olacaktır. Ben, önce bunu açıklamak istedim ve maddenin de bu şekilde olması uygun olur diye arz ediyorum.

BAŞKAN – Uygun buluyorsunuz yani.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Evet.

BAŞKAN – Hükümet?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılıyoruz.

BAŞKAN – Efendim, tekrar ifade eder misiniz.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – "Üniversitelerarası Kurulca merkezî sistemle sosyal bilimler, fen bilimleri, sağlık bilimleri alanında olmak üzere bir yabancı dil sınavını başarmış olmak."

ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Önerge öyle değil efendim.

BAŞKAN – Efendim, siz, okunan önergeden farklı bir metin ifade ediyorsunuz. Biz, önergeyi oylamak durumundayız.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Önergede düzeltme yaptık efendim; yani, bu şekilde kabulü uygun diye, redaksiyon yetkisiyle beraber...

BAŞKAN – Hükümet ne düşünüyor efendim?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Genel Kurulun takdirine arz ediyorum.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan, Hükümet veya Komisyon değişiklik yapamaz ki... Önergeye katılır veya katılmaz.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Önerge sahibi olarak sizi dinliyorum, buyurun.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Sayın Başkanım, önerge sahibi olarak, önergemiz gayet açık zaten. "Üniversitelerarası Kurulca merkezî sistemde hazırlanacak (sosyal, fen, sağlık gibi kendi alanlarındaki) bir yabancı dil imtihanını başarmış olmak." Zaten, gayet açık. Yani, Sayın Başkanın söylediği ile bizim önergemiz arasında herhangi bir fark yok. "Sosyal, fen, sağlık gibi kendi alanlarındaki bir yabancı dil imtihanını başarmış olmak." Zaten, aynı; eğer, önerge okunacak olursa, aynı olduğu görülecektir.

BAŞKAN – Önerge de bu zaten efendim.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Evet, aynen öyleydi.

BAŞKAN – Komisyon da katılmış olduğuna göre, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

1 inci maddeyi 2 nci madde olarak okutuyorum:

MADDE 2. – 4.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir :

GEÇİCİ MADDE 46. – Yükseköğretim kurumlarında; hazırlık ve ara sınıflar dahil bütün sınıflarda ön lisans ve lisans düzeyinde öğrenim yapan öğrencilerden, 1983-1984 öğretim yılından 1999-2000 öğretim yılı sonuna kadar, her ne sebeple olursa olsun ilişkileri kesilmiş veya kesilme durumuna gelmiş öğrencilere ilişkilerinin kesilmesine sebep olan bütün dersler için devam, iki sınav ve bütünleme hakkı verilir (Öğrenciler, daha önce başarısız oldukları kaldırılan derslerin yerine kurumlarınca konulacak muadil başka derslerden sınava girerler.) Öğrencilerin bu sınavlarda başarılı olmaları halinde öğrenciliğe intibakları yapılır. Öğrenciler, öğrencilik haklarının devamı için yürürlükteki kanun ve kanunlara uygun ilgili mevzuata uymak zorundadır.

Birinci fıkradaki haklar saklı kalmak kaydıyla, uygulamalı eğitim-öğretim yapan okullardan ayrılan öğrencilere, devam edemedikleri dersler ve uygulamalar için ilgili yükseköğretim kurumunca devam imkânı sağlanır. Bu öğrenciler için yönetmeliklerindeki devam şartını tamamladıktan sonra Kanunun öngördüğü sınav süresi başlar.

Sınıf geçme sistemi uygulayan yükseköğretim kurumlarında en çok üç dersten başarısız olup bir üst sınıfa geçemeyen öğrencilere; üst sınıfa devam etme ve alt sınıfa başarısız oldukları dersler için iki sınav ve bir bütünleme hakkı verilir. Not ortalaması sebebiyle sınıf geçemeyen veya mezun olamayan öğrencilere, istedikleri üç dersten not yükseltmek için bir sınav hakkı tanınır.

2547 sayılı Kanunda öngörülen azamî öğrenim sürelerini doldurdukları için, kurumları ile ilişkileri kesilen öğrencilere; alamadıkları dersler için, bir defaya mahsus olmak üzere devam etme ve sınav hakkı tanınır. Bu öğrencilere normal öğrenim sürelerine ilave olarak iki yıl ek süre verilir. Öğrenimlerine devam eden öğrencilerden dönem veya yıl kaybetme durumunda olanlar da bu haktan yararlanırlar. Bu öğrencilere istemeleri halinde derslere devam hakkı tanınır. Bunlardan ara sınav şartı istenmez. Diğer öğrencilerle birlikte final ve bütünleme sınavlarına girerler.

Sınavlara girecek öğrencilerin hakları, hukuk dışı herhangi bir sebeple engellenemez. Belirtilen müracaat süreleri içerisinde askerlik süresi gelmiş olanlar, bu Kanun hükümlerine göre verilmiş hakları kullandıkları takdirde tecilli sayılırlar. Halen askerlik görevini yapmakta olanların terhislerinden sonraki iki ay içerisinde müracaat hakları saklıdır. Gözlem altında veya tutuklu bulunanlar, bu hallerinin sona ermesini takip eden iki ay içerisinde müracaat ettikleri takdirde, bu Kanun hükümleri çerçevesinde haklarını kullanabilirler.

Üniversitelerin çeşitli bölümlerinde ve konservatuvarlarda dışarıdan bitirme sınavlarına girerek öğrenimlerine devam eden ancak bu sınavların kaldırılması ile okullarını bitirememiş veya başarısız duruma düşmüş öğrenciler de bu Kanunda diğer öğrencilere tanınan sınav haklarından yararlanırlar.

1997-1998 eğitim-öğretim yılından başlamak üzere Gülhane Askerî Tıp Akademisinde okurken bu Kanunun yayımı tarihine kadar her ne sebeple olursa olsun ilişiği kesilmiş olanların (yargıya intikal etmiş ve disiplin suçu nedeniyle ilişiği kesilenler hariç) bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren iki ay içerisinde başvurmaları halinde, Yüksek Öğretim Kurulunca, okuyacakları Tıp Fakülteleri belirlenir. Belirlenen Tıp Fakültelerince intibakları yapılan öğrenciler, 2547 sayılı Kanunun geçici 40 ıncı maddesinin ilgili hükümlerinden diğer öğrenciler gibi yararlanırlar.

Yukarıdaki haklardan yararlanmak isteyenlerin bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren iki ay içerisinde ilgili yükseköğretim kurumuna başvurmaları şarttır.

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, 2 nci maddeye bağlı geçici 46 ncı madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Amasya Milletvekili Sayın Akif Gülle...

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA AKİF GÜLLE (Amasya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 434 sıra sayılı, Yükseköğretim Yasasına Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geçici 46 ncı maddesi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, hepinizi en içten duygularla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, bu maddeyle, yükseköğrenim kurumlarının bütün sınıflarında önlisans ve lisans düzeyinde öğrenim yapan öğrencilerden, 1983-1984 öğretim yılından, 1999-2000 öğretim yılı sonuna kadar, her ne sebeple olursa olsun, okullarıyla ilişkileri kesilmiş veya kesilme durumuna gelmiş öğrencilerin ilişiklerinin kesilmesine sebep olan bütün dersler için devam ve iki sınav hakkı ile bir bütünleme hakkı verilmiş olacaktır.

Ayrıca, sınıf geçme sistemi uygulayan yükseköğretim kurumlarında, en çok üç dersten başarısız olup, bir üst sınıfa geçemeyen öğrenciler için de, üst sınıfa geçme ve başarısız durumda oldukları derslerden iki sınav hakkıyla beraber, bir bütünleme sınav hakkı da, aynı zamanda verilmiş olacaktır.

Bir diğer taraftan, 2547 sayılı Yasada öngörülen azamî süreyi kullandıkları için okullarıyla ilişiği kesilenler ile 1997-1998 öğretim yılından itibaren Gülhane Askeri Tıp Akademisinden ilişiği kesilenler de, bu maddeyle, yeniden telafi imkânı bulacaklar, tahsillerine devam edebileceklerdir.

Değerli milletvekilleri, üniversite öğrencilerimize tanınması düşünülen, bir bakıma kalan, bir bakıma eksik kalan öğrenimlerinin telafi hakkı konusunda, Yüce Meclisimizin büyük bir çoğunluğunun müspet temayülü, uzun zamandır söz konusuydu. Bu konuda, mensubu bulunduğum Fazilet Partili arkadaşlarımızla beraber, diğer partilere mensup arkadaşlarımızın da verdikleri çok sayıda kanun teklifi vardı. Bu teklifler, Millî Eğitim Komisyonunda ve oluşturulan altkomisyonda enine boyuna tartışıldı, konuşuldu ve üzerinde bir konsensüs sağlanmış oldu.

Bu tekliflerin, gecikmeli de olsa Yüce Meclisin gündemine getirilmiş olmasından dolayı duyduğum memnuniyeti huzurlarınızda ifade etmek istiyorum. Aslında, öğrencilerimize verilmek istenen, bir muafiyet veya bir af değil, sadece ve sadece yeni bir telafi imkânından ibarettir.

Değerli milletvekilleri, bugün, ülkemiz, gerek ortaöğretim ve gerekse yükseköğretim bakımından, maalesef, hiç de iç açıcı ve arzu edilen noktada değildir. Nüfusumuzun, bugün için, yüzde 46'ları hâlâ ilkokul mezunu seviyesindedir. Nüfusumuza göre, ortaokul mezunlarımızın oranı yüzde 7'ler, lise mezunlarımızın oranı da yine yüzde 7'ler civarındadır. Yüksekokul mezunlarımız ise, ancak ve ancak, ülke nüfusumuzun yüzde 3'lerini ifade etmektedir. Bugün hâlâ okuryazar olmayan yüzde 19 civarında, maalesef, insanımız vardır. Bu oranın çok büyük bir miktarını da bayanların oluşturduğu dikkat çeken bir husustur. Çalışanlarımızın ise, maalesef, hâlâ yüzde 78'i ilkokul ve daha aşağı eğitim seviyesindeki insanlardan oluşmaktadır. Cumhuriyet döneminde öğrenci artışları ile, öğretmen (ders veren) artışları arasındaki oran da aynı ölçüde, maalesef, gelişmiş değildir.

Ülkemizde yüzde 3'lük yüksekokul mezunu olabilme hakkını elde etmek elbette oldukça zor olan bir iştir. Bir fakülteye girebilmek çok büyük bir gayret ve imkânı gerektirirken, mezun olabilmek de aynı ölçüde gayret ve imkânı gerekli kılmaktadır. Bir yüksekokul veya fakülteye girebilme şansını elde edenler, karşılaştıkları üniversite imkân ve ortamından da, maalesef, ciddî manada hayal kırıklığına uğramaktadırlar. Yapılan araştırmalara göre, üniversite öğrencilerinin büyük bir çoğunluğunun, üniversiteye geldiklerinde, ümit ettikleri bilim ortamı ve sosyal şartlara bir türlü kavuşamadıklarını ifade etmektedirler.

Bugün, üniversitelerimizdeki öğrencilerimizin memnuniyetsizlik sebeplerinin büyük bir kısmı ekonomik şartlara bağlı imkânsızlıklar olmakla beraber, çok önemli bir diğer sebep de, üniversitelerde olması gereken özgür ortam, karşılıklı güven, hoşgörü ve öğrenci-öğreten arasında olması gereken sevgi bağlarının, maalesef, eksikliğidir.

Bugün, bizleri, bu tür yasaları çıkarmaya mecbur bırakan, başarısızlıkların altında yatan en önemli sebep de, bize göre, bu noktadan kaynaklanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, yaşadığımız dünyada, yönetimler, artık, bireyi esas almaktadır. Vazgeçilmeyen bireyin hak ve özgürlükleridir. Özgür düşünebilmek, düşüncelerini açıklamak, başkalarıyla paylaşabilmek, istediği yaşam tarzını benimsemek, kısıtlanamayacak temel değerler arasında yerini almıştır. Bu hakların kazanılmasında ve uygulanmasında öncü görevini yapması gereken müesseselerin de, her şeyden önce, hiç şüphesiz, üniversitelerimiz olması gerekmektedir. Bugün, maalesef, üniversitelerimizde bu ortamı gereği gibi oluşturamadığımız acı gerçeğini hep beraber kabul etmek mecburiyetindeyiz. Üniversitelerimizi, içine düştüğü güven bunalımından bir an önce kurtarmak ve ülkemizin ufkunu açan müesseseler haline getirmek, herkesin, ama herkesin, bugün için, öncelikli görevi olduğuna inandığımı ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, ifade etmeye çalıştığım güven ve hoşgörü ortamının oluşmasında, Yüce Meclisimize de elbette büyük görevler düşmektedir. Bu noktada, görüşmekte olduğumuz teklifle ilgili bir üzüntümü ifade ederken, düzeltilebileceği konusundaki ümidimi de belirtmek istiyorum.

Geçici 46 ncı maddenin birinci paragrafında "öğrenciler, öğrencilik haklarının devam için yürürlükteki kanun ve kanunlara uygun ilgili mevzuata uymak zorundadırlar" denilmektedir. Öğrenciler de dahil, herkes, elbette, bir haktan yararlanmak için kanunlara uymak zorundadır. Hiç kimseden kanunsuz bir eylem beklenemez ve kanunsuzluğa da kesinlikle göz yumulamaz. Kanunlara uygun olmayan bir mevzuatı da hiçbir yönetici uygulama cüretini gösteremez, göstermemesi gerekir. Yüce Mecliste görüşülen hiçbir tasarı ve teklifte, verilen herhangi bir hak için "bundan yararlanmak için mutlaka kanunlara uyacaksın" telkininde bulunulmazken, buna hiç de gerek yokken, söz konusu teklifle öğrenimlerini telafi imkânı vereceğimiz öğrencilerimize, yasayla böyle bir hatırlatmada bulunmanın hiç de uygun olmadığı düşüncesindeyim.

       (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) 

BAŞKAN – Sayın Gülle, süreniz bitti. Mikrofonunuzu açıyorum, lütfen tamamlayın efendim.

Buyurun.

AKİF GÜLLE (Devamla) – Öğrencilerimiz, elbette, kanunlara uyacaklar; yöneticilerimiz de kanunlara uygun olmayan bir düzenlemeyi, kurumlarında uygulamaya kalkışmayacaklardır. Bundan tabiî ne olabilir... Münhasıran, böyle bir cümlenin teklifte zait olduğuna inanıyor ve çıkacak olan yasanın eğitim camiasına hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gülle.

Madde üzerinde ikinci söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Van Milletvekili Sayın Hüseyin Çelik’in.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 434 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin 2 nci maddesi kapsamında bulunan geçici madde 46 üzerinde, Doğru Yol Partisinin görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi, geçen sene, 28 Ağustos 1999 tarihinde, Genel Kurulda, sabahlara kadar çalışılarak, bir af yasa tasarısı bu Meclisten geçirildi; ancak, dönemin Sayın Cumhurbaşkanı bu yasayı veto etti. Bu öğrenci affı dediğimiz ve şu anda görüşmekte olduğumuz af, bu genel affın bir maddesi olarak gündeme gelmişti; ancak, aradan geçen bir yıla yakın zaman içerisinde, bu, bir türlü ele alınmadı; hükümetin bunu tekrar gündeme getirmesinden ümidini kesen bazı değerli arkadaşlarımız, hiç olmazsa, öğrenci affını genel aftan ayırarak Meclisimizin gündemine getirmişlerdir. Ben, bu vesileyle, bu öğrenci affını Meclisimizin gündemine getiren değerli arkadaşlarımı huzurunuzda kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, ne yazık ki, af yasa tasarısının toplumun gündemine getiriliş biçimi, af yasa tasarısının Mecliste görüşülme şekli... hükümet, değerli milletvekillerini, burada, af yasa tasarısını görüşmekten ziyade, onları şuurlu idrakleriyle burada tutmaktan ziyade, âdeta bedenleriyle sabahlara kadar oturmaya zorlayarak ve , sunî bir ortamda, bu af yasa tasarısını çıkardı.

O zaman da, biz, bu kürsülerden, bu affın ne kadar gayri adil olduğunu, ne kadar haksız hükümler içerdiğini ve bu şekliyle affın çıkması halinde, toplumda ciddî sıkıntıların olacağını söyledik; ancak, sayın hükümet, muhalefet söylüyor diye, bizi dinlemedi. Sayın Cumhurbaşkanı veto etti. Sayın Cumhurbaşkanının veto etmesinden sonra, aradan geçen bir yıllık süre içerisinde, ne yazık ki, hükümet, çok büyük bir sorumsuzluk örneği göstererek, bu yasa tasarısını, bir türlü bu Meclisin gündemine getirmedi.

Değerli milletvekilleri, ya af meselesinden hiç söz etmeyeceksiniz veya bunu telaffuz ettiğiniz andan itibaren, toplumda meydana getireceğiniz beklentiden dolayı, en erken zamanda, makul bir biçimde çözümlemek durumundasınız. Ancak, üzülerek söylüyorum ki, bugün, cezaevleri barut fıçısına dönmüştür. Hükümet, cezaevlerine hakim değildir. Bugün, cezaevlerimizde, Avrupalı bir ülkenin ordusu kadar bir insan kitlesi bulunmaktadır. Cezaevleri, hıncahınç insanla doludur. Van Cezaevinin kapasitesi 250 kişi iken, 600 kişi, cezaevinde, âdeta istif halinde, üst üste yatmaktadır.

Bütün bunlar göz önünde bulundurularak, bu şekilde, insanların, âdeta tahammül ve sabır duygularıyla alay edilmesi, onların sabır duygularının âdeta sınanması, demokratik bir işleyişe sahip olduğunu iddia eden bir hükümete, devletimiz gibi demokratik bir işleyişe sahip olduğunu iddia eden bir devlete yakışmaz.

Bu öğrenci affı vesilesiyle, bu meselenin de toplumda çok ciddî bir beklenti doğurduğunu, tez elden, mutlaka halledilmesi gerektiğini, burada, huzurunuzda ifade etmek istiyorum. Af meselesi, hukukun temel prensiplerini zedelemeden, mutlaka, bir şekliyle tekrar gündeme gelmeli ve toplumun gündeminden mutlaka çıkarılmalıdır.

Değerli arkadaşlar, bu yasa teklifi, biliyorsunuz, 3 geçici madde getiriyordu. Biraz önce verilen bir önergeyle, buna, yeni bir kanun maddesi, 1 inci madde olarak ilave edilmiştir.

Geçici Madde 46 ile 1983-1984 öğretim yılından 1999-2000 öğretim yılına kadar, üniversitelerden, önlisans, lisans programlarından ilişiği şu veya bu şekilde kesilen, başarısız olan öğrencilere bazı yeni fırsatlar verilmektedir. Kimlere ne tür kolaylıklar ve yeni fırsatlar tanındığı kanun metninde ifade edilmiştir; birçok arkadaşımız da bunu burada ifade ettiği için, ben tekrar bunun detaylarına girmeyeceğim; ancak, burada bir haksızlık yapıldığını da huzurlarınızda belirtmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, kanun metninde, GATA'dan, yani, Gülhane Askerî Tıp Akademisinden disiplinsizlik sebebiyle atılanların sivil üniversitelere devamına bir daha imkân tanınmayacağı şeklinde bir husus vardır. Normal yollardan, başarısızlıkla GATA'dan ayrılanlar sivil fakültelere kayıtlarını yaptırabilirler; ancak, disiplinsizlik sebebiyle buradan ayrılanlar, sivil üniversitelere tekrar kayıt yaptıramıyorlar.

Bildiğiniz gibi, genellikle askerî disiplinsizlik, daha çok ideolojik meselelere dayanmaktadır. Bir insanın komünist olması, ateist olması, Budist olması veya başka bir inanç ve mezhebe mensup olması, fikre ve ideolojiye sahip olması, belki onun asker olması önünde bir engel teşkil edebilir; ancak, onun doktor olması önünde bir engel teşkil etmez diye düşünüyorum; bunun düzeltilmesi gerektiğini burada ifade ediyorum.

Bildiğiniz gibi, disiplinsizlik sebebiyle, yıllardan beri, özellikle askerî personel, YAŞ kararlarıyla ordudan ihraç edilmektedir. Başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere, birçok değerli hukukçumuz, bu ülkede, Avrupa Birliği üyeliğine aday olduğumuz bu süreçte, mutlaka, YAŞ kararlarının da yargı kapsamı içine alınması gerektiğini söylüyorlar ve Türkiye, bu meseleyi düzeltmek durumundadır.

Yine, 2 nci maddeye bağlı olarak getirilen Geçici Madde 46 ile lisansüstü eğitim yapan öğrencilere ve yardımcı doçentlere de yeni bazı fırsatlar ve haklar verilmektedir.

Biraz önce, değerli konuşmacılarımız da belirttiler; bildiğiniz gibi, yardımcı doçentler, mevcut uygulamayla, 12 yıl bir üniversitede yardımcı doçentlik yaptıktan sonra, eğer, doçent olamamışlarsa, ya kendi üniversitelerinde tenzili rütbeyle öğretim görevliliğine iniyorlardı veya üniversite değiştirmeleri halinde, başka bir üniversiteye geçmeleri halinde, bu insanlar, yardımcı doçentliğe devam ediyorlardı. Örneğin, diyelim ki, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde yardımcı doçent olan bir arkadaşımız 12 yıl burada çalıştıktan sonra, eğer hâlâ doçent olamamışsa orada öğretim görevliliğine inmek durumunda; ama, Hacettepe Üniversitesine, Orta Doğuya, Boğaziçine giderse orada yardımcı doçent olarak mesleğini sürdürmektedir. Bunun akılla, izanla bir ilgisi yoktu ve Millî Eğitim Komisyonu, önergeyi veren arkadaşların da görüşleri doğrultusunda bunu düzelterek önünüze getirmiştir, bu sınırlama kaldırılmıştır.

Değerli milletvekilleri, bize göre, aslında, yardımcı doçentlerle ilgili olarak yapılan bu düzeltme de yeterli değildir; çünkü, bildiğiniz gibi, üniversitelerde öğretim üyesi statüsünde üç grup insan vardır; yardımcı doçentler, doçentler ve profesörler. Yardımcı doçentler, yüksek lisans ve doktora tezi yönetebilmekte, üniversitelerde öğretim üyesi olarak ders vermekte ve rektörlük seçimlerinde öğretim üyesi olmaları hasabiyle de oy kullanmaktadırlar. Ancak, özellikle bu rektörlük seçimleri, değerli milletvekilleri, bugünkü şekliyle Türk üniversitelerine çok büyük bir fitne sokmuştur. Seçilen bazı rektörler, kendilerine oy vermeyen üniversitelerle hesaplaşmaya girişecekleri zaman en fazla yardımcı doçentlere zarar verebilmektedirler; çünkü, profesörler ve doçentler daimî kadroda oldukları için, genellikle, rektörler, yardımcı doçentlerle hesaplaşmaktadırlar. Bundan dolayı, yardımcı doçentlerin de, tıpkı doçent ve profesörler gibi -mademki, öğretim üyesi statüsündedirler bu insanlar- mutlaka daimî statülere tayin edilmeleri gerekmektedir.

Bildiğiniz gibi, özellikle Amerika'da ve birçok Avrupa ülkesinde esas olan doktoradır. Doktoradan sonrası, diyelim ki, İngiltere'de junior lecturer vardır, senior lecturer vardır ve profesör vardır; ama, sonuçta, önemli olan, akademik kariyerin en önemli safhası, doktoradır. Yardımcı doçentler, doktoralarını yapmış insanlar oldukları için, öğretim üyesi statüsünde bulundukları için, bunların daimî kadrolara...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çelik, mikrofonunuzu açıyorum; lütfen tamamlayın efendim.

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Yardımcı doçentler de öğretim üyesi olmaları hasebiyle, öğretim üyeleri arasında bu farklılığı kaldırmak ve yardımcı doçentlerin kendilerini daha iyi hissetmeleri, rahat hissetmeleri -ancak, bu rahatlık, atalete düşmek ve tembelliğe kapılmak anlamında değil-  özlük hakları itibariyle kendilerini daha rahat hissetmeleri için, onların da daimî kadrolara atanmaları gerektiğini düşünüyoruz.

Bu konularla ilgili olarak sizlere arz edeceğim başka görüşlerimiz vardır; müteakip maddelerde bunları arz edeceğim.

Saygılar sunuyorum efendim. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

Madde üzerinde, şahsı adına, Çorum Milletvekili Sayın Yasin Hatiboğlu; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; gecenin bu saatinde, zannediyorum, çok hayırlı bir iş yapıyoruz.

Temel insan haklarının zedelendiği bir ülkede, temel insan haklarına yeterli saygının gösterilmediği bir ülkede, önce yaptığımız yanlışlıkların, şimdi, galiba faturasını ödemek için bir düzenleme getiriyoruz. Yani, bir başka ifadeyle, önce cüzdanını vuruyoruz, sonra fakire bulduruyoruz onu ve böylece, sevinsin diyoruz; yani, yüzü gülsün biraz. Bir başka açık ifadeyle, önce senin kılığın ve kıyafetin, çağdaş kılık ve kıyafete yakışmıyor, yaraşmıyor, onunla uyuşmuyor diyoruz. Çağdaşlığın ölçüsü ne; ölçü çağı hangi çağ? Bunu kimsenin dikkate aldığı yok; ama, biri çıkıyor, diyor ki: Senin kılığın kıyafetin çağdaş değildir; sen çift sürebilirsin -affedersiniz- inek sağabilirsin, çocuk yetiştirebilirsin, eskiden olduğu gibi eratımıza çanta hazırlayabilirsin; sen her şeyi yaparsın, pancar çapalarsın, hatta dişini tırnağına takarak para kazanırsın, ülke ekonomisine katkıda bulunursun, sen üretken olursun, sen her şey olursun, hamal olursun; ama, üniversite okuyamazsın. Niye; çünkü, senin, en büyük engelin başındaki örtün. Bir başka şey: Senin inanç hürriyetinin sana verdiği hakları kullanma çaban ve gayretindir diyoruz, engelliyoruz. Şimdi de kalkıp, göğsümüzü gere gere, çocuklar, müteessir olmayınız, başörtünüzü yırttığımıza bakmayınız; şimdi, size bu imkânı getiriyoruz diyoruz. Yine de ben teşekkür ediyorum. Bu da olmayabilirdi. Öyle bir ortamdayız ki, öyle bir anlayış ve kavrayış içerisindeyiz ki, toplumla öylesine kopmuşuz ki, bu bile övünülecek, bu bile sevinilecek bir hal oldu. Yani, çarptığımız cüzdanı bulduruyor olmamızdan dolayı seviniyor ve övünüyoruz; ama, ben üzülüyorum.

Bununla beraber, yaptığımız ne? Anayasanın 42 nci maddesinde deniliyor ki “Öğrenim özgürlüğü vardır, kimse önleyemez. Anayasanın 11 inci maddesinde deniliyor ki: Anayasa, herkesi bağlar. Anayasanın 153 nci maddesinde deniliyor ki: Mahkeme kararları bağlayıcıdır. Kararlar bağlayıcıdır, gerekçeler bağlayıcı değildir. Mahkeme kararlarına baktığınız zaman, bir hüküm bölümü vardır; bağlayıcı orasıdır. Bir başka şeye bakıyoruz, Anayasa Mahkemesine dayananlara, güvenenlere sesleniyorum; yani, şu aydınlatma odaları var ya hani, ona güvenenlere sesleniyorum: Anayasa Mahkemesi, bir maddeyi Anayasaya aykırılıktan dolayı iptal ederken koyduğu gerekçeyi başka sebeple aynı konudaki maddeyi iptal etmezken gerekçe yaptıysa, o gerekçeye güvenilemez; çünkü, o gerekçe, iptal gerekçesidir, o gerekçe iptalin reddine gerekçe olamaz.

Bütün bu aksaklıklardan sonra, ben, şimdi, teklif sahiplerine -beş ayrı  grup arkadaşım teklif vermiş- hepsine teşekkür ediyorum; ancak, 1 inci maddede fevkalede sıkıntılar vardır, endişem vardır, önergelerim vardır. Önergeler geldiğinde arz ve izah edeceğim. Onu düzeltirsek işe yarar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada üç kategori var. Bir, başarısızları başarılı gösterme kanunu. Katılmıyorum; bir insan başarısızsa, başarısız kalmalıdır ya da gayret edip başarılı olmalıdır. İkinci kategori, imkân. Başarabilmesi için, okuma ve sınava girme imkânı verilmektedir. Katılıyorum; bu imkânı verelim, sınava girsin, başarsın. Üç, haksızlıklar ve dayatmalar dolayısıyla -ki, bizim yüreğimizi dilhun eden en önemli mesele- üniversiteyle ilişkisi kesilmiş çocuklara bu fırsatın verilmesidir. Ancak, madde muğlaktır, madde açık değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlayın Sayın Hatiboğlu.

Buyurun efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Bunu vuzuha kavuşturmamız lazım. Yanlış olur... Ben, grup adına konuşan arkadaşlarımı istifadeyle dinledim, çok yararlandım ve şimdi merak ediyorum. Bir grubun sözcüsü arkadaşım "Millî Eğitim Bakanlarımızın hepsi, bizim hükümet ortaklarımızın birlikte, beraber, görüşleri istikametinde çalışırlar" diyor; ne güzel, seviniyorum; ama, bir başka grup sözcüsü arkadaşım diyor ki: "Yahu, bu Millî Eğitim Bakanlığı..." Yani, ben ifade edemiyorum. Bir kere, hani, adımız muhalefet ya... Adımız çıkmış bine, inmez beşyüze. Onun için, ben diyemiyorum, atıfta bulunuyorum; Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun sözcüsü değerli kardeşimin sözlerine atıfta bulunuyorum. Yani, bunları, bir araya gelin, lütfen, çözün. Biz, sizin kavgalı olmanızı istemiyoruz. İktidarın kavgalı olduğu yerde, muhalefetin huzurlu olması mümkün değil.

MİHRALİ AKSU (Erzincan) – Biz çözeriz...

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) – Çözün efendim, çözün... Ama, lütfen, rica ederim... Ben konuşurken girerseniz, ben cevap veririm... Çözün de, bugüne kadarki çözdüğünüz biçimde çözmeyin.

Heyeti selamlıyorum efendim; saygı sunuyorum Sayın Başkanım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

Madde üzerinde, şahsı adına ikinci söz, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Değerli Başkan, değerli arkadaşlar; görüşmekte olduğumuz kanun teklifinin geçici 46 ncı maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle de, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, yukarıdan beri ifade edilen gerek gruplar adına yapılan konuşmalarda gerekse geneli üzerinde yapılan konuşmalarda ifade edilen husus, bu teklifte ve özellikle de çok geniş olan bu maddenin fıkralarında, 1983 öğretim yılından beri mağdur olan öğrencilerin, hangi sebeple olursa olsun, mağduriyetlerinin giderilmesi, okuldan uzaklaştırılmış olanların, yine nedenleri, sebepleri ne olursa olsun; imtihanları vermek kaydıyla okullarına dönebilmeleri, staj alması gereken derslerde -tıp gibi, benzeri alanlarda da- stajlarını alabilmeleri; yani, eğitimlerini aksatmadan yürütebilmeleri imkânı verilmektedir.

Tabiî, burada, geneli üzerinde konuşurken de arz ettim. Önemli olan husus şudur: Biz, bugün bir yasa çıkarıyoruz; inşallah, biraz sonra bu teklif kanunlaşacak. Bu, tekrar Parlamentoya gelmeyecek tarzda, öğrencilerimizin, eğitim camiasının önünü açacak ciddî bir düzenlemeye gidişin de ilk adımı olsun. Bu adım, kanaatimce, her fırsatta, çok kere, içinde bulunup, şu anda aramızda parlamenter olarak görev yapan, yükseköğrenim kurumunda görev yapmış, fiilen görev yapmış, öğretim görevlisi olarak hizmet vermiş arkadaşlarımızın da müşteki olduğu Yükseköğrenim Yasasının bir an önce değiştirilip, dokuzuncu defa, Parlamentonun huzuruna gelen öğrenci affı veya hakkı yasasının, bir onuncu defa gelmesine meydan vermeyecek tarzda bir düzenlemenin getirilmesidir.

Değerli arkadaşlar, yine, bu teklifin, özellikle birinci fıkrasında yer alan, kanun ve kanunlara uygun mevzuat kavramı üzerinde, geneli üzerinde konuşurken de durmuştum. Tabiî, bu kavram, gerçekten, dikkat çekici. Biz, Mecliste kanun yapıyoruz, millet adına kanun yapıyoruz; ama, çok kere, hissi olmasından, kişiselleşmesinden endişe duyduğumuz birkısım tavırların, özellikle bazı rektörlerimizin -üniversitelerin tamamında değil; tırnak içinde söylüyorum birkısım rektörlerin- keyfî uygulamalarına muhatap olan birçok öğrencimizin mağduriyetine vesile olmayacak tarzda bu düzenlemenin sonuçlandırılması da en büyük beklentimiz ve temennimizdir; uygulamanın böyle olacağını umuyoruz inşallah.

Öbür taraftan, tabiî, sadece, ders geçme veya -özellikle, burada, alt fıkralarda değişiklik önergeleri de var yanılmıyorsam- sınıf geçme hakkı kullanan öğrencilerimizin, sınıf geçen öğrencilerimizin, bir alt sınıftan kalan derslerini vermeden üst sınıfa devam edemeyenlere tanınan hakkın, hiç olmazsa, geri sınıflarda dersi olan, ders geçme uygulayan üniversitelerde de geniş anlamda uygulanmasını bu yasa çerçevesinde umuyoruz ve beklemekteyiz.

Değerli arkadaşlar, hangi nedenlerle olursa olsun ilişkileri kesilmiş olan, sayıları onbinlerle ifade edilen -ki Sayın Ahat Andican burada ifade ettiler, geçmiş dönemde, binlerce öğrencinin böyle bir imtihana yeniden girme hakkı olmuştu- binlerce öğrencinin hiçbirisini, bu af ve hak kapsamı dışında tutmayacak tarzda -özellikle kayıtlara geçmesi bakımından söylüyorum- bu yasanın uygulanmasını, tüm uygulayıcılardan, Yüce Parlamento olarak beklemekte olduğumuzu özellikle ifade ediyor ve bu yasa teklifiyle, bugüne kadar sebebi ne olursa olsun imtihana alınmamış, alınamamış veya imtihana kendine ait nedenlerle girememiş öğrencilerimize bu hakkın verilmesini bekliyor, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uzunkaya.

Değerli milletvekilleri, madde üzerinde 5 adet önerge vardır. Önergeleri önce geliş sıralarına göre okutacağım, sonra aykırılık derecelerine göre işleme alacağım. Son okutacağım önerge, en aykırı önerge olacak ve bu önergeden işleme başlayacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

434 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 1 inci maddesiyle düzenlenen geçici 46 ncı maddenin dördüncü satırındaki "durumuna gelmiş" ifadesinden sonra gelmek üzere "öğrencilerle, dersler sebebiyle ilişiği kesilmiş öğrencilere bütün dersler için devam" ifadesinin konulmasını; bu sebeple, metindeki "öğrencilere ilişkilerinin kesilmesine sebep olan bütün dersler için devam" ifadelerinin çıkarılmasını arz ve teklif ederim. 21.6.2000

                              Yasin Hatiboğlu

                                             Çorum

BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum efendim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı yasa teklifinin geçici 46 ncı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinin "Öğrenciler, öğrencilik ve imtihana girme haklarının devamı için yürürlükteki kanunlara uymak zorundadırlar" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

               Musa Uzunkaya Mahmut Göksu   Nazlı Ilıcak

            Samsun               Adıyaman                   İstanbul

Akif Gülle Mehmet Çiçek     İsmail Kahraman

           Amasya                     Yozgat                   İstanbul

BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 1 inci maddesine bağlı geçici 46 ncı maddesinin birinci fıkrasında "...1983-1984 öğretim yılından 1999-2000 öğretim yılı sonuna kadar..." şeklinde geçen ibarenin "...12 Eylül 1980 tarihinden 1999-2000 öğretim yılı sonuna kadar..." olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Emrehan Halıcı İsmail Köse         Beyhan Aslan

             Konya                  Erzurum                    Denizli

              Orhan Bıçakçıoğlu  Erol Al

           Trabzon                   İstanbul

BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:

                      Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

434 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 1 inci maddesiyle yeniden düzenlenen geçici 46 ncı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederim. 21.6.2000

                              Yasin Hatipoğlu

                                             Çorum

BAŞKAN – Şimdi okutacağım önerge en aykırı önergedir; okutup, aynı zamanda işleme de alacağım efendim.

                      Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin Geçici 46 ncı maddesinin üçüncü fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.

Akif Gülle Musa Uzunkaya        Mehmet Çiçek

           Amasya                    Samsun                     Yozgat

Mehmet Batuk      Mahmut Göksu

            Kocaeli               Adıyaman

"Yükseköğretim kurumlarında en çok üç dersten başarısız olup bir üst sınıfa veya yarıyıla geçemeyen öğrencilere, üst sınıfa devam etme ve başarısız oldukları dersler için, iki sınav ve bir bütünleme hakkı verilir. Not ortalaması sebebiyle sınıf geçemeyen veya mezun olamayan öğrencilere, istedikleri üç dersten, not yükseltmek için bir sınav hakkı verilir."

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Çoğunluğumuz olmadığı için takdire bırakıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Hükümet?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Komisyonun takdire bıraktığı, hükümetin de katılmadığı önerge konusunda, önerge sahibi olarak konuşacak mısınız, gerekçenizi mi okutayım?

AKİF GÜLLE (Amasya) – Konuşacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Gülle, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

AKİF GÜLLE (Amasya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 46 ncı maddenin üçüncü fıkrasında, bilindiği gibi, sınıf geçme sistemi olan fakültelerimizdeki öğrencilerimize, en fazla 3 dersten başarısız oldukları durumlarda, bir üst sınıfa devam etme ve başarısız oldukları dersler için de 2 sınav hakkı vermiş oluyorduk; ancak, bazı fakültelerimizde, sınıf geçme sistemi değil, ders geçme sistemi uygulanmaktadır. Sınıf geçme sisteminden yararlanan öğrencilerin yanında, ders geçme sistemi uygulanan öğrencilerimizin aynı haktan yararlanamaması gibi biri sonuç ortaya çıkmaktadır.

Biz, önergemizle, daha önce Millî Eğitim Komisyonunda kabul edilen, sınıf geçme sistemi uygulanan fakültelerdeki öğrencilere verilen bu hakkın, aynı ölçüde, ders geçme sistemi uygulanan fakültelere de verilmesini arzu ettik. Bu anlamda önergeyi vermiş bulunuyoruz.

Desteklerinizi bekliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

434 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 1 inci maddesiyle yeniden düzenlenen geçici 46 ncı maddenin birinci fıkrasının son cümlesinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederim. 21.6.2000

                              Yasin Hatiboğlu

                                             Çorum

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN– Hükümet?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Komisyon ve hükümetin katılmadığı önerge konusunda önerge sahibi olarak Sayın Yasin Hatiboğlu; buyurun efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; eğer bir hayır yapacaksak, lütfen, bunu tam yapalım; yani, kaş yapacağız derken göz çıkarmanın bir anlamı yok. Çıkarılmasını arz ve teklif ettiğim husus şudur: "Öğrenciler, öğrencilik haklarının devamı için yürürlükteki kanun ve kanunlara uygun ilgili mevzuata uymak zorundadır."

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu, malumu ilam değil midir bir anlamda?! Yani, diyelim ki, böyle bir hüküm koymadık, koymadınız; kanunlara ve nizamlara uymayacak mı öğrenciler ya da insanlar?! Ya da mefhumu muhalifini alalım  -hukukta bir mefhumu muhalif kavramı vardır- yani, karşı mefhum, onu alalım.  O zaman ne anlam çıkar biliyor musunuz; çıkacak anlam şudur: Affedilen öğrenciler gidecekler, diyecekler ki "azmen cezmen kastettik, bundan sonra bu kanunlara uymaya, nizamata uymaya devam edeceğiz" ve onlar uyacaklar; ama, böyle bir taahhütte bulunmayanların kanuna ve mevzuata uyma mükellefiyeti olmayacak. Bu anlam çıkar. Buna imkân vermeyelim, buna fırsat vermeyelim. Benim istirhamım şudur: Eğer, haksızlığa uğradığı için, temel insan haklarını kullanmasına fırsat verilmediği için derslere giremeyen, bu suretle de ilişkisi kesilen yüzlerce, binlerce evladımız... Bakınız, bugün, bir üniversite imtihanını kazanabilmek için çocuklar ne masraflar yapıyor, aileler ne masraflar yapıyor, ne alınterileri döküyor. Bunlar hepimizin gözünün önünde.

Öbür taraftan, Hacettepe gibi, eğitim düzeyi çok yüksek, başarılması ve kazanılması çok zor bir fakülteyi kazanmış, tıp fakültesinin son sınıfına gelmiş; bir saplantımızdan dolayı, ilişkisini kesiyoruz. Ondan sonra da diyoruz ki, biz sana bu hakkı veririz; ama, gideceksin, mesela -çok canımızı yaktığı için ismini söylüyorum, çok sevdiğim için değil- Kemal Alemdaroğlu'na gideceksin, diyeceksin ki "beni, şu sizin icat ettiğiniz meşhur odalar var ya; nedir o odalar?..

AZMİ ATEŞ (İstanbul) – İkna odaları.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) – İkna odaları.

"Beni ikna odalarına götürün. Ben, orada, şöyle bir dizüstü oturayım. Ondan sonra da, sizin elinize, ayağına kapanayım ve yemini billah edeyim, hatta azmen cezmen kastettim, badema sizin emir ve talimatlarınıza aykırı davranmayacağım diye bir yemin edeyim, sonra da beni okula kabul edin." Yapmayın!.. Bu, insanların kişilikleriyle alay etmektir; bu, insanların kişiliğine saygı duymamaktır. Yapmayın!.. Bu gençler bizim gençlerimiz; bu insanlar bizim insanlarımız. Yarın biz yokuz. Buralarda onlar oturacaklar; ülkeyi onlar konuşacaklar, ülkeyi onlar yönetecekler. Yapmayınız!..

Değerli milletvekilleri, yanlış bir şey teklif etmiyorum. Yurttaş olarak, bu sözü veren de vermeyen de kanunlara zaten uyacak; bunun başkası yok ki!..Yani, ne maksatla konuldu, anlamak mümkün değildir.

Ben, Sayın Bakanımın, her ne kadar "katılmıyorum" diye bir söz ifade buyurdularsa da, oylarıyla katılacaklarını; Sayın Başkanın, her ne kadar, gönülsüz gönülsüz "ben buna katılmıyorum" dediyse de, oylarıyla destek vereceklerini ve destekleriyle de, bir anlamda, gruplarına işaret vereceklerini umuyorum.

Yüce Heyeti selamlıyor, Başkanlığa saygı sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sağ olun efendim, teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

434 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 1 inci maddesiyle düzenlenen geçici 46 ncı maddenin dördüncü satırındaki "durumuna gelmiş" ifadesinden sonra gelmek üzere "öğrencilerle dersler sebebiyle ilişiği kesilmiş öğrencilere bütün dersler için devam" ifadesinin konulmasını; bu sebeple metindeki "öğrenciler ilişkilerin kesilmesine sebep olan bütün dersler için devam" ifadelerinin çıkarılmasını arz ve teklif ederim. 21.6.2000

                              Yasin Hatiboğlu

                                             Çorum

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI  ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılamıyoruz.

BAŞKAN – Hükümet?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Hatiboğlu, buyurun efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri; bir başka önergem daha var. Maksadım -çok samimi ifade ediyorum- bağcı dövmek değildir, üzüm yemektir; yani, ileride ihtilaflara fırsat vermemektir, böyle bir düzenleme yapmaktır. Benim istirhamım budur, yoksa, gecenin bu saatinde... Ben, hayatımda kürsü görmemiş, söz söylememiş insan değilim; ömrüm kürsülerde geçti. Böyle bir hevesim de yok; ama, şunu düzeltmemiz lazım. Maddede karşı olduğum, bir türlü içime sindiremediğim, ileride ihtilaflara sebep olacak, hükümetimizi de, komisyonumuzu da, öğrencilerimizi de çok huzursuz edecek bir metni okuyorum; dikkat buyurunuz lütfen.: "Her ne sebeple olursa olsun ilişkileri kesilmiş veya kesilme durumuna gelmiş öğrencilere ilişkilerinin kesilmesine sebep olan bütün dersler için devam" diyor. Yani, bu imkân, af imkânı, her ne sebeple olursa olsun, dersler dolayısıyla ilişkisi kesilmiş olanlara tanınıyor. Halbuki, ders dolayısıyla ilişkisi kesilmiş olanların ötesinde ve önünde, imkân verilmediği için, kovulduğu için, horlandığı için üniversiteyle ilişkisi kesilmiş olanlar var. Açık söyleyelim; başı örtülü olduğu için... Ben bu kavramı kullanmıyorum, benim hep kullandığım şudur: Temel insan hakkı, inanma hakkı. Bu elinden alındığı için üniversiteyle ilişkisi kesilmiş evlatlarımız var. Çabamız hepimizin çabası; DSP'nin de, MHP'nin de, ANAP'ın da, Fazilet Partisinin de, DYP'nin de, bağımsızların da, hepimizin çabası bunadır. Ben biliyorum ki, maksadımız da budur, bu düzenlemedeki maksadımız da budur; ama, maksadımızı olabilir ki, iyi ifade edememiş olmanın sıkıntısını yarın hep beraber çekeriz. O bakımdan, diyorum ki: Geliniz, ilişki kesmeyi sadece derse bağlamayalım "her ne sebeple olursa olsun ilişkisi kesilmiş olan" ifadesinin sonuna noktalı virgül koyalım ve sonra, önergemde olduğu gibi, ders sebebiyle ilişkisi kesilmiş olanlara da ilişki kurma imkânı verelim. Önergem bu hedefe yöneliktir, başka bir maksadım da yoktur; yani, sizin muradınızı ben metne döktüm. Sayın Bildik olsaydı, onu nazmen ifade ederdi; ama, ben nesren ifade ettim.

Yüce Başkanlığı ve Muhterem Heyeti saygıyla selamlıyor ve destek bekliyorum. Saygı sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Hatiboğlu.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum...

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkan, zapta geçmesi bakımından bir açıklama yapabilir miyim?

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Şimdi, efendim,  kayda geçmesi için ifade etmek istiyorum. Her ne sebeple olursa olsun ilişiği kesilen öğrencilere, ilişkileri kesildiği anda sorumlu bulundukları dersler veya ders yoksa, hangi konumda ilişiği kesilmişse öğrencilik haklarına oradan devam etmek üzere bu madde düzenlenmiştir.

Açmak istiyorum. Yani, bir öğrencinin devamsızlık yüzünden okuluyla ilişiği kesildi; bu hak verildi, bir yıl geçti, öğrenci döndüğü zaman, o sınıfın öğrencisi olarak ilişiği kesildiği için, o sınıfın derslerine isterse devam edecek ve istediği zaman da, devam sonunda, iki sınav ve bir bütünleme hakkını kullanabilecek.

Buradaki madde üzerindeki tartışmalar, alt komisyonda da üst komisyonda da bu doğrultuda olmuştur. Herhangi bir yanlış anlamaya fırsat verilmemesi, kayıtlara geçmesi için...

Teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Küçük.

Hükümet katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Müteakip önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı yasa teklifinin geçici 46 ncı maddesi birinci fıkrasının son cümlesinin "öğrenciler, öğrencilik ve imtihana girme haklarının devamı için yürürlükteki kanunlara uymak zorundadırlar" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                             Musa Uzunkaya

                                         (Samsun)

                                  ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Efendim, takdire bıraktık.

BAŞKAN – Hükümet?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Ilıcak, önerge sahipler adına siz mi açıklama yapacaksınız?

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Evet efendim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Ilıcak. (FP sıralarından alkışlar)

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 434 sıra sayılı kanun teklifinin geçici 46 ncı maddesi üzerinde bir önerge verdik; bu önerge konusunda görüşlerimizi açıklayacağız.

46 ncı maddenin birinci fıkrasının son cümlesi, biraz önce Sayın Yasin Hatiboğlu'nun da ifade ettiği gibi, malumu ilandan ibaret; öğrenciler, öğrencilik haklarının devamı için yürürlükteki kanun ve kanunlara uygun ilgili mevzuata uymak zorunda. Şimdi biz diyoruz ki önergemizde, hiç değilse "kanunlara uygun davranmak zorunda" diyelim de "kanunlara uygun mevzuat" kısmını çıkaralım; zaten, mevzuat, tabiî ki kanunlara uygun olmak durumunda. Peki, acaba, bu kanunu kaleme alanlar niçin böyle bir cümleyi buraya koymak zorunda kendilerini hissetmişler?

Yükseköğretim Kanununun, biliyorsunuz, ek 17 nci maddesi var; burada şöyle deniliyor: "Üniversitelerde kanunlara aykırı olmayan her türlü kılık kıyafet serbesttir." Bu kanun 28.10.1990'da yayımlandı. 17 nci madde aleyhine Anayasa Mahkemesine iptal davası açıldı; ama, Anayasa Mahkemesi bu iptal başvurusunu reddetti. Dolayısıyla, Yükseköğretim Kanununun ek 17 nci maddesi halen yürürlüktedir.

Anayasa Mahkemesi, iptal başvurusunu reddederken, bir de yorum getirmiştir; demiştir ki: "Yükseköğretim Kanununa eklenen 17 nci madde, çağdaş kıyafete ters düşen dinî nitelikli kılık kıyafeti serbest bırakmamıştır." Her ne demekse çağdaş!..

Şimdi, bu, bir yorumdur ve üstelik, kanun koyucunun maksadına aykırı bir yorumdur. Anayasanın 153 üncü maddesini sizlere hatırlatmak isterim. Anayasanın 153 üncü maddesi, Anayasa Mahkemesinin uyacağı bir kuralı ilan ediyor: Anayasa Mahkemesi iptal kararı verirken, bir kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm ihdas edemez. Oysa, etmiştir. Çünkü, ek 17 nci maddeyi, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1990 yılında, her türlü kılık kıyafeti serbest bırakmak için -başörtüsü de buna dahil- bu amaçla çıkarmıştır; ama, ülkemizde aksine bir uygulama var.

Sadece Anayasa Mahkemesi, yorumuyla, 17 nci maddeyi yok farz etmiyor, aynı zamanda, İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu da yok farz ediyor. İşte, YÖK Komisyonunun hazırladığı raporun 73 üncü maddesinde -bu vesileyle, YÖK Komisyonu Başkanı Milliyetçi Hareket Partili Sayın Mustafa Gül'e ve diğer partilerden bu komisyona katkıda bulunan arkadaşlarına teşekkür etmek istiyorum- Kemal Alemdaroğlu hakkında suç duyurusu var, diğer maddelerde de var; ama... Bakın "Kemal Alemdaroğlu, İstanbul Üniversitesince neşredilen kitabın ikinci baskısında, baskı ve film merkezi yetkililerine bizzat emir vererek, kanunun ek 17 nci maddesini metinden çıkarmak suretiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yaptığı bir yasayı yok saymıştır." Evet, bundan dolayı da kendisi hakkında bir suç duyurusu vardır.

Değerli arkadaşlar, yürürlükteki kanunların hiçbiri, devrim kanunları da dahil olmak üzere, başörtüsünü yasaklamıyor. İşte devrim kanunları; Şapka Kanunu, bir de, Bazı Kisvelerin Giyilemiyeceğine Dair Kanundur. Burada, kılık kıyafet yasağı mevcut değildir; ama, Anayasa Mahkemesi, mevcut olmayan bir yasağı, maalesef, ihdas etmek istiyor; o yüzden, o günden bugüne bu tartışma bir türlü sona ermiyor ve çeşitli idare mahkemeleri, başvuran başörtülü genç kızların lehinde karar vermesine rağmen, maalesef, bu hâkimler hakkında da çeşitli müfettiş raporlarıyla sürgün kararları çıkıyor; yani, ülkemizde bir zulüm dönemi mevcut.

Değerli Milliyetçi Hareket Partili milletvekilleri ve değerli ANAP milletvekilleri esasında bu zulmü sona erdirmek üzere bu af kanununa katkıda bulundular.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, tamamlayın efendim.

Buyurun.

AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) – "Öğrenciler, öğrencilik haklarının devamı için kanuna uymak zorundadır" cümlesi, aslında, Anayasa Komisyonunda kabul edilmişti, mevzuat meselesi safdışı edilmişti; yani, öğrenciler, yürürlükte olan ek 17 nci maddeye uydukları takdirde -ki, hiçbir yasak yoktur, hiçbir sınırlama yoktur- üniversitelere serbestçe gidebilsin diye.

Şimdi, aslında, zorla, daha sonra, çeşitli münakaşalar sonunda "mevzuat" kelimesi de teklife girmiştir. Aslında, bazı arkadaşlarımız son derece zor durumda; vicdanlarının sesini mi dinleyecekler, yoksa ortaklarının sesini mi dinleyecekler? Sayın Bülend Yahnici "biz başörtüsünü bir sembol gibi kabul etmiyoruz, aslında, kimsenin başını örtmesinden dolayı bu topluma zarar gelmez; bence, Parlamentoya da başörtüsüyle girilmesi gerekirdi" diye bir demeç vermiştir; fakat "benim inancım öyle olmakla birlikte oyum farklı" demiştir. Dilimin ucuna geldiği için, müsaade ederseniz, bir latife yaparak sözlerimi tamamlamak istiyorum; sizi gidi takıyyeciler sizi!

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Son önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 1 inci maddesine bağlı geçici 46 ncı maddesinin birinci fıkrasında "1983-1984 öğretim yılından 1999-2000 öğretim yılı sonuna kadar" şeklinde geçen ibarenin "12 Eylül 1980 tarihinden 1999-2000 öğretim yılı sonuna kadar" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                Emrehan Halıcı

                                          (Konya)

                                  ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR  KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükümet?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Komisyonun takdire bıraktığı, hükümetin de katılmadığı önerge üzerinde, önerge sahipleri olarak konuşacak mısınız, gerekçeyi mi okutayım?

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Gerekçe okunsun.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

12 Eylül 1980 yılından önceki öğrenci olayları nedeniyle okullarıyla ilişiği  kesilmiş bulunan öğrencilere de bir hak tanımak amacıyla bu değişiklik yapılmıştır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Kabul edilen önerge doğrultusunda, geçici 46 ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Geçici 47 nci maddeyi okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 47. – 1988-1989 öğretim yılından 2000 yılı sonuna kadar, lisansüstü öğrenimi görürken, her ne sebeple olursa olsun kurumları ile ilişiği kesilen öğrencilere başarısız olduğu dersler için iki sınav hakkı; yüksek lisans öğrencileri için bir yıl, doktora öğrencileri için de iki yıl tez hazırlama süresi verilir. Ayrıca 1996-1997 öğretim yılı başlangıç tarihine kadar yabancı dil sınavına giremeyenler ve ilgili kanunun yürürlük tarihine kadar yabancı dil şartını yerine getiremeyerek kaydı silinen öğrenciler, yeniden kayıt yaptırabilirler. Doktora yeterlilik sınavına girebilmek için, yabancı dil sınavında başarısız olanlara üç sınav hakkı tanınır.

Yardımcı doçentlik kadrosunda görev yapan öğretim elemanlarının çalışma sürelerindeki sınırlama kaldırılmıştır.

1997 yılından itibaren yüksek lisans ve doktora yabancı dil sınavında 100 puan üzerinden 50 (elli) ve daha yukarı, doçentlik yabancı dil sınavında ise 65 (altmışbeş) ve daha yukarı puan veya Üniversitelerarası Kurul tarafından kabul edilen ve Yükseköğretim Kurulu tarafından uluslararası alanda geçerli sayılan diğer yabancı dil sınavlarından bunlara denk puan alanlar başarılı sayılırlar.

Lisansüstü öğrencilik sıfatını yeniden kazananlar, bu hakkı kazandıkları tarihten itibaren araştırma görevlisi olanlar, araştırma görevliliği kadrosuna yeniden atanırlar. Çalıştıkları üniversitenin bulunduğu şehir dışındaki başka bir üniversitede lisansüstü eğitim-öğretim programına kayıtlı iken, kayıt-kabul işlemlerinden sonra yürürlüğe girmiş Yükseköğretim Kurulu karar ve talimatlarına göre kaydı silinenler, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki ay içinde müracaat etmeleri halinde öğrenimlerine kaldıkları yerden devam ederler. Bu Kanundan yararlanmak üzere müracaat eden öğrencilerden askerlik erteleme süreleri sona erenlerin askerlikleri, bir defaya mahsus olmak üzere bir yıl daha ertelenir.

1988-1989 öğretim yılından 2000 yılı sonuna kadar; sanatta yeterlilik, Tıp Fakülteleri veya tıpta uzmanlık alanlarında başarısız olanlara, kendi isteği ile ayrılanlara veya eğitimini kesintiye uğratanlara, istemeleri halinde, başarısız oldukları derslerden laboratuvar ve uygulamalı derslere devam ve ayrıca eksik rotasyonlarını tamamlamaları şartı ile iki sınav hakkı tanınır.

Yurt dışına yüksek lisans ve doktora yapmak üzere gönderilen, yurt dışında yüksek lisans ve doktora için kalmaları gereken süre içerisinde her ne sebeple olursa olsun çalışmanın hangi aşamasında olursa olsun Türkiye’ye dönmüş veya çağrılmış olanlar veya yurt dışında kalması gereken süre dolduğu için geri gelmek zorunda kalan ve Türkiye’de görevleri ile ilişkileri kesilen öğrencilere iki, doktora eğitimi için dört yarı yıl Yükseköğretim Kurulunun Türkiye’de belirleyeceği üniversitelerde öğrenimlerine devam hakkı tanınır.

Yukarıdaki haklardan yararlanmak isteyenlerin bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren kurumlarına iki ay içerisinde müracaatları şarttır.

BAŞKAN – 2 nci maddeye bağlı geçici 47 nci madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Yozgat Milletvekili Sayın Mehmet Çiçek; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) – Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; 434 sıra sayılı kanun teklifinin geçici 47 nci maddesiyle ilgili Grubum adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekileri, uzun zamandan beri ülke gündeminde yer alan ve binlerce öğrencimizi yakından ilgilendiren bir kanun teklifini görüşüyoruz. Hatırlanacağı üzere, bu kanun teklifi, 28.8.1999 tarihinde genel af kapsamında görüşülmüştü. Af kanununun Sayın Cumhurbaşkanımızca Meclise iadesiyle, kanun belli bir süre beklemeye alınmıştı; hükümet, isabetli bir kararla, konuyu genel af kapsamından çıkarıp, başlıbaşına ele alınmasını kararlaştırmış ve Millî Eğitim Komisyonuna tek başına sevk etmiştir. Üyesi bulunduğum Millî Eğitim Komisyonunda uzun uzadıya tartışılan kanun teklifi, alt komisyona sevk edilmiş ve daha sonra da komisyonumuzda kabul edilerek, huzurunuza getirilmiştir.

Sayın milletvekilleri, bu, bir af kanunu teklifi olarak görülmemelidir; çünkü, af, suçlu içindir. Daha önce öğrencilerimizin problemlerinin, katiller, caniler, ırz düşmanları, madde bağımlıları ve teröristlerle birlikte ele alınması, son derece yanlıştı, onur kırıcı idi.

Bu kanun teklifi, öğrencilere alınan haklarını iade etme teklifidir diyebiliriz; çünkü, bugün, öğrencilerimizin büyük bir çoğunluğu çarpık eğitim ve öğretim sistemimizin kurbanıdırlar. Öğrenciler, devam eden anlaşmazlıkların, kavgaların malzemesi haline getirilmiştir, hırpalandıkça hırpalanmıştır.

Sayın üyeler, bir eğitim sistemi düşünün, öğretmeni mağdur ve şikâyetçi. Ülkemizde vicdanıyla cüzdanı arasına hapsedilenler sadece hâkimlerimiz değil, öğretmenler ve üniversitelerimizin değerli üyeleri de bu haksızlıklardan nasibini alıyorlar. Öğretim elemanlarımız, dersten çıkar çıkmaz işportacılık yaparak hayatını idameye mahkûm bir zümre haline gelmiştir.

Birçok yerde öğretmen yoktur, okul yoktur; taşımalı eğitim problemlerle doludur. Yozgat’ta 102 köyde taşımalı eğitim yapılmaktadır; 117 okulda taşımalı eğitime devam ediliyor ve 9 754 öğrenci, kilometrelerce ilerideki okullara taşınıyor.

Araç ve gereç yoktur, eğitimde eşitlik ilkesi ihlal edilmiştir. Mahrumiyetler içerisinde kıvranan öğrenciler ile her türlü imkâna sahip öğrenciler, sınavda, aynı şartlarda yarıştırılmaktadırlar. Öğrencisi mağdur ve şikâyetçidir.

Ortaöğretimde, 80-100 kişilik sınıflarda eğitim yapılmaktadır.

Üniversitelerde okumak için her türlü fedakârlığa katlanan ve geleceğimizi emanet edeceğimiz bu yavrularımıza ana-baba şefkatiyle yaklaşması lazımgelen üniversite yönetimi... Öğrencilerimiz, kılık ve kıyafetleri sebebiyle, polis ve jandarma müdahalesiyle üniversitelerden uzaklaştırılmışlardır.

İlimle uğraşması gereken bu müesseseler, siyasetin arenası haline gelmiştir. Binlerce öğrenci ve öğretim üyesi, düşünceleri sebebiyle üniversitelerden uzaklaştırılmışlardır. Rektörler, dekanlar, asistanlar, doçentler ve profesörler, YÖK'ün şablonuna uymadığı için sokağa konulmuşlardır. Daha da ileri gidilerek, birkısım öğretim üyelerinin, bilimsel sistemin verilerine göre aldığı unvanları ellerinden alınmıştır. Son zamanlarda, üniversitelerimizde, dünyanın en ilkel ülkelerinde bile rastlanmayan uygulamalarla karşı karşıya kalınmıştır.

Yavrularımızın üniversite kapılarında günlerce gözyaşı döktüklerine şahit olduk. Onların adına yanlış söz söyleyen, yazı yazan ve konuşanlar cezalandırılacağına, öğrenciler cezalandırılmıştır.

Sayın milletvekilleri, sizler de babasınız, sizler de annesiniz, sizin de çocuklarınız var. Konuşmadıkları bir sözden, yapmadıkları bir fiil ve davranıştan dolayı, sizin evlatlarınızın yüzüne üniversitelerin kapıları kapatılsa; sizin evlatlarınız sokağa atılsalar, coplansalar; okumak için çırpınan bu çocuklarınız, gece sabahlara kadar kâbus görseler, rüyalarından çığlıklarla uyansalar, hep meçhul bir elin başörtülerini başlarından aldığını rüyalarında görseler; siz, neler hissedersiniz?! Bizi buraya gönderen milletimizin belli bir bölümü, bu kâbusu her gün yaşıyor. Bu ıstırabı, milletimizin temsilcileri sizler dindireceksiniz; çünkü, milletimizin en son dayanağı, istinatgâhı, Yüce Meclisimizdir.

Bu vesileyle, şunu da belirtmek istiyorum; İslam Dininin politikaya alet edilmesine kesinlikle karşıyız; bunu yapanları şiddetle kınıyoruz. İslam Dini, Allah'ın bütün insanlığa gönderdiği ilahî bir dindir; hiçbir milletin, ırkın, ülkenin, zümrenin, cemaatin, siyasî grubun veya partinin malı değildir; böyle görenleri de kınıyoruz.

Din, insanları birleştirmek, bütünleştirmek için gelmiştir. Dini, bölünmenin, parçalanmanın vasıtası yapmaya, hiç kimsenin hakkı yoktur.

Ülkemizin ve milletimizin varlığı, bölünmez bütünlüğümüz, oluk oluk kan dökerek kurduğumuz devletimiz Türkiye Cumhuriyetinin bekası da esastır. Ayyıldızlı Bayrağımıza, kanla yazdığımız İstiklal Marşımıza söz söyletmeyiz.

Din adına işlenen vahşet ve cinayetleri de kınıyoruz. Bu tarz düşünenlere, ülkeyi bölmek isteyenlere, bölmek için çalışanlar kim olursa olsun, ebediyen düşman oluruz. Ülkemizin varlığına ve bütünlüğüne kastedenleri, hoş görmemiz, işledikleri suçlardan dolayı affını istememiz, affetmemiz, asla mümkün değildir.

Sistemimizin karmaşıklığından ve tarafgir tavır ve davranışlar sonunda okullarıyla ilişkisi kesilmiş öğrenci ve öğretim üyelerimize tekrar hak vererek, ülkemize ve milletimize, eğitim camiamıza kazandırmamız, güzel bir hizmet olacaktır; onlara tekrar bu fırsatı vererek, sınav hakkı vererek, onları eğitim kurumlarımıza tekrar kazandırmış olacağız.

Bu kanun teklifiyle, lisansüstü eğitim görürken, her ne suretle olursa olsun, okullarıyla ilişkisi kesilenlere sınav hakkı verilmektedir. Lisans öğrencilerine, doktora öğrencilerine tez hazırlama süresi, yabancı dil sınavlarında başarısız olanlara yeni bir hak, atıl hale gelmiş binlerce yardımcı doçente, öğretim elemanlarına kurumlarına dönme hakkı veriliyor.

Bu teklifle, doktora ve yabancı dil sınavlarındaki puanlar makul noktaya getirilmiştir; yurt dışında yükseklisans ve doktora yapanların mağduriyetleri giderilmiş, ülkemizde eğitim ve öğretimlerine tekrar devam hakkı sağlanmıştır.

Saygıdeğer milletvekilleri, eğitim ülkemizin hâlâ temel sorunlarından biridir. Eğitim politikamızın neresinden tutulursa tutulsun lime lime dökülmektedir. Problemli eğitimle boğuşan ülkemizde elbette mağdurların sayısı çok olacaktır.

Sayın milletvekilleri, cehalet en büyük felakettir. Her türlü fitnenin, fesadın, anarşinin, vatana ve millete ihanete varan fiil ve davranışların arkasında cehalet vardır, yanlış eğitim politikaları vardır. Diken ektiğiniz bahçeden gül fidanı yetiştiremezsiniz. Ülkemizde gördüğümüz, hatırımıza gelen her türlü vahşet ve dehşetin arkasında çarpık eğitim sistemimiz vardır.

Değerli milletvekilleri, legal eğitimi yaymazsanız veya önünü tıkarsanız, illegal eğitimi önleyemezsiniz. Unutulmamalıdır ki, millet bütünlüğümüze uymayan eğitim bizi yozlaştırır. Bu yavrular, kusuruyla, eksiğiyle, bizim evlatlarımızdır. Onlara şevkat kanatlarımızı germeliyiz, onları ülkemize ve milletimize kazandırmalıyız. Sizin gibi düşünmüyor diye, sizin şoblonunuza uymuyor diye kimseye husumet beslememelisiniz. Üniversitelerimizin süper öğrencilerini, ilimdeki başarıları yerine, başlarındaki örtüsüyle değerlendirirseniz, ülkeye hizmet edecek binlerce insanı, ülkesine, milletine ve devletine küskün hale getirirsiniz.

İşte, üzerinde konuştuğumuz hakları iade etme yasa teklifi, toplumdaki barışın ve uzlaşmanın simgesi olacaktır; bu vesileyle binlerce öğretim üyesi tekrar o eğitim ordumuza katılacaktır; üniversitelerimizden uzaklaştırılan gözü yaşlı evlatlarımıza devletin uzanan şevkat eli olacaktır.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; bu güzel sonucu gerçekleştirdiğiniz için sizleri kutluyor, yüce milletimizi saygıyla selamlıyor ve kanun teklifinin, muhataplarına hayırlar getirmesini diliyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çiçek.

Madde üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Van Milletvekili Sayın Hüseyin Çelik.

Buyurun Sayın Çelik. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Komisyonunda bu yasa teklifi görüşüldüğü zaman, Kahramanmaraş Milletvekilimiz Sayın Prof. Dr. Mehmet Sağlam Beyle birlikte başından sonuna kadar orada bulunuyordum. Bütün maddeler üzerinde konsensüse varıldı ve geneli üzerinde oylamaya geçileceği sırada, bizler, komisyonun üyesi olmadığımız için komisyondan ayrıldık; ancak, üzülerek belirtmeliyim ki, daha sonra, Sayın Komisyon Başkanına gelen bir telefon üzerine, mesele yeniden tekriri müzakere edildi ve kanunla bu çocuklarımıza, öğrencilerimize tanınmış olan hak, bir mezvuata havale edildi.

Değerli milletvekilleri, Parlamento, kendi yetkisini, şunun bunun hazırladığı mevzuatlara havale etmez.

Biraz önce, Anavatan Partisinin değerli sözcüsü Prof. Dr. Ahad Andican "siyaset kurumu kendisiyle yüzleşmelidir" dedi. Evet, ben de burada huzurunuzda ifade ediyorum; siyaset kurumu, kendisiyle hem yüzleşmeli hem hesaplaşmalıdır. İşte burada yazıyor; egemenlik eğer kayıtsız şartsız milletinse ve bizler de eğer bu milletin temsilcileri, vekilleriysek, biz, milletin sesine kulak vermek ve milletin istediği istikamette kanunlar çıkarmak durumundayız; ama, üzülerek belirtiyorum ki, bu erkeklik iddiaları, sadece seçim meydanlarında boş bir laf olarak kalmıştır. Telefonlarla, talimatlarla bu Meclis iş görmemelidir.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Hüseyin Bey, doğru konuş.

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Meclisin ve milletin üzerinde hiçbir güç tanımıyoruz ve olmamalıdır değerli milletvekilleri.

Üniversitelerimiz, devlet ile milletin âdeta karşı karşıya getirildiği müesseseler haline getirilmiştir değerli arkadaşlar. Eğer, bugün, üniversitelerimizin kapısında gözü yaşlı kız çocuklarımız üniversiteye girme mücadelesi veriyorsa, bunların eğitim hakları birileri tarafından bunların elinden alınıyorsa ve bu memleketin çocukları olan polis tarafından bu insanlar tartaklanıyorsa, bunun sorumlusunu Kemal Gürüz olarak ilan etmek, Kemal Alemdaroğlu olarak ilan etmek, bence doğru değildir. Eğer bir sorumlu arıyorsak, değerli milletvekilleri, o sorumlu biziz, bu Parlamentodur. Bakın, yıllardan beri, Anayasa Mahkemesinin bir yorumuna dayanılarak, bu ülkede çok ciddî zulümler yaşanmaktadır. Anayasa Mahkemesi, Parlamentonun üzerinde, kanun tesis edecek bir kuruluş değildir. Anayasa Mahkemesinin yorumu bir tarafta, halkın temsilcisi olan Yüce Parlamento bir tarafta. Biz, ne yapıp edip, bu ülkede neyin yasak olduğunu, neyin yasak olmadığını, çok açık seçik ifadelerle, çıkaracağımız kanunlarla ortaya koymalıyız. Milletin bizden istediği budur. Ben de başta olmak üzere, hepimiz, bir sorumlu aradığımız zaman, genellikle, kendi dışımızdaki insanlarda sorumluluk arıyoruz.

Değerli milletvekilleri, bendeniz, onbeş ay önce, üniversitede bölüm başkanıydım. Bir yıl boyunca 15 tane toplantı yaptıysak, bunun 14'ünde -tırnak içerisinde söylüyorum- "başörtülü düşman kuvvetlerine karşı ne tür stratejiler geliştireceğimiz" meseleleri konuşuldu. Böyle bilimsellik, böyle üniversite anlayışı olur mu allahaşkına!.. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bakın, bizler, gerçekten, bu milletin temsilcileri olan insanlar olarak, üniversitelerimizdeki bu durumu görmezlikten gelemeyiz.

Bakınız, bu milletin menfaatına, gerçekten, üniversitelerimizi daha ileriye götürecek, bilimsel faaliyetlere ağırlık veren rektörleri, biz, her zaman alkışlarız ve onları kutlarız; ama, ne yazık ki...

Bakınız, Şanlıurfa'da bir sayın rektörümüz vardır. 4 ayrı partiden 9 Şanlıurfa Milletvekili, Urfa'da Harran Üniversitesinin Rektörü olarak bulunan Prof. Dr. Uğur Büyükburç'u, yaptığı yanlı ve yanlış uygulamalardan dolayı, adeta, bu şehirde istenmeyen adam ilan etmiştir. İşte, ortak deklarasyon diye, 9 milletvekilinin imzaladığı bir deklarasyon. Bununla bitmiyor; Şanlıurfa'daki 32 sivil toplum kuruluşu "bu rektör, ilimize ilim irfan getirmekten öteye, insanımızı küçümseyen, burada hakkıyla çalışan öğretim üyelerini kaçıran, politik, ideolojik uygulamalar yapan bir insandır. Biz, bu insanı burada istemiyoruz" diyor. Şimdi, biz, Parlamento olarak, devletle halk arasındaki bu küskünlüğü, bu gerginliği ortadan kaldırmak zorundayız. Üniversite kapılarındaki çocuklar, bizim çocuklarımızdır.

Değerli milletvekilleri, dünyanın gidişi bizim gidişimiz değildir. İnsanları, giydiği kıyafetlerle, saçlarıyla, sakallarıyla, bıyıklarıyla kategorize etmek, onlara farklı muamele etmek, çağdışılığın ta kendisidir. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

Çağdaş kıyafet, çağdaş anlayış gibi içi boş olan, gerçekten göreceli olan bir kavramla, biz, bu ülkedeki bu kaotik ortamı sürdüremeyiz. Yıllardan beridir, bu ülkede, bu mesele tartışılır ve ben, bunun, bir son bulmasını ümit ediyorum değerli milletvekilleri.

Bakınız, daha önce -Sayın Sağlam Hocam çok iyi bilirler- üniversitelerde bir norm kadro uygulaması vardı. Hangi fakültenin hangi bölümünde, hangi anabilim dalında kaç profesör, kaç doçent, kaç yardımcı doçent ve yardımcı öğretim elemanı kadrosu olacağı belliydi. Ne yapıldı; bir havuz sistemi oluşturuldu. Zaten 2547 sayılı Kanunun 13 üncü maddesi, rektörlere, âdeta bir imparator yetkisi tanımıştır. Bir de bu havuz sistemi olunca, bütün kadrolar, rektörlük bünyesinde, bu havuzda toplanınca, rektörler istedikleri şekilde icraat yapma gücüne kavuştular ve son derece keyfî uygulamalar olmaktadır.

Bakınız, genellikle bilimsel ahlaka aykırı olduğu halde, demokratik anlayışa aykırı olduğu halde, birçok sayın rektörümüz -bazılarını tenzih ediyorum- ikinci seçimde kendilerini garantiye alabilecek şekilde insanlar tayin ediyorlar veya bazı insanları bu kurumlardan uzaklaştırıyorlar. Peki, biz, Parlamento olarak, buna seyirci mi kalacağız, buna bir dur demeyecek miyiz değerli milletvekilleri?

Bu ülkede, bakınız, 74 üniversite vardır. Üniversite binasıyla, üniversitenin farklı olduğunu herkes bilir. Üniversite, üniversal bir anlayışla yürür. Eğer, siz, üniversitelerde üniversal anlayışı yerleştirmezseniz, siz, üniversitelerde tek tip insan yetiştireceğim, ben, istediğim istikamette, âdeta insanları kereste gibi görerek "onları tek tip sopalar haline getireceğim" şeklindeki bir anlayışı egemen kılarsanız, o üniversite, çağdaş üniversite olmaz ve dünyanın gittiği istikamet de, bu istikamet değil değerli milletvekilleri.

Yine, Sayın Mehmet Sağlam Hocamız, teklifin geneli üzerinde yaptığı konuşmada, en önemli meselelerden birinin öğretim üyesi yetiştirmek olduğunu söyledi. Nasıl yetiştireceğiz? Yurtdışına gönderilen lisansüstü öğrencileri, âdeta, hafiyeci bir anlayışla izlenmektedir. Hür düşüncenin, insan hak ve hürriyetlerinin, din ve vicdan hürriyetinin kâmil manada yaşandığı Avrupa ülkelerinde, bizim lisansüstü öğrencilerinin peşine, âdeta, jurnalciler ve hafiyeler takılmıştır. Birçok insan, bu insanları, görüştükleri insanlara göre, devam ettikleri derneklere, cemiyetlere göre, kılık kıyafetlere göre kategorize ederek, Türkiye'ye şikâyet etmektedir ve bu insanlar geri çağrılmaktadır, mağdur edilmektedir.

Bütün bunlar yaşanırken, halkın temsilcisi olan bizler -bu Parlamento- sağdan soldan gelen seslere göre, ondan bundan gelen telefonlara göre hareket edebilir miyiz değerli milletvekilleri. Tekrar söylüyorum, biz, bu Parlamentoda, bu meseleyi çözecek iradeye sahibiz ve bu iradeyi ortaya koymak durumundayız. Aksi takdirde, meseleyi sloganlarla götüremeyeceğimiz ortadadır değerli milletvekilleri.

Yabancı dil konusunda, bakınız, yardımcı doçentlerin doçentliğe müracaatı için 65 puan getirilmesi, doktora yeterlilikte bunun 50 puan olması, arkadaşlarımız tarafından kabul gördü. Bunun, 1997'den itibaren uygulanması benim teklifimdi. Bendeniz, komisyonda bunu ifade ettim; arkadaşlarımız bunu makul gördüler ve uygun buldular. Bundan dolayı kendilerine teşekkür ediyorum. Buradaki temel espri ise, KPDS'den alınan puanların beş yıl geçerli olmasıydı.

Burada, geçici 47 nci maddeyle yeni bir uygulama daha getiriliyor. Bildiğiniz gibi, daha önce sadece KPDS sınavından aldığınız puanlarla yardımçı doçentlikten doçentliğe müracaat ediyordunuz. Şimdi, bu geçici 47 nci maddeyle ...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – 1 dakika daha süre rica ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Çelik, buyurun efendim.

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – ... ne getiriliyor değerli milletvekilleri: Uluslararası geçerliliği olan diğer sınavalara müracaat ederek de, akademisyenlerimiz, oralardan aldıkları geçerli puanlarla da doçentliğe müracaat edebilirler veya doktora sınavlarına gireceklerse, yeterliliğe bu puanlarla girebilirler.

Değerli arkadaşlarımızın verdikleri önergeyle 1 inci madde haline gelen, zaten, uygulamayla da, sosyal, fen ve sağlık bilimleri olarak da ayrıldı; bunu olumlu buluyorum.

Ancak, değerli milletvekilleri, dil öğretimi konusunda bu ülkede ciddî sıkıntılar vardır. Müteakip maddede bununla ilgili görüşlerimizi arz edeceğiz.

Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum efendim. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkan, söz alabilir miyim konuşmacının konuşması üzerine.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; bazı konuların aydınlığa kavuşmasına ihtiyaç hâsıl olmuştur. Burada, bütün grupların ittifakıyla, özellikle Millî Eğitim Komisyonu olarak, bir önceki yasama döneminde alt komisyonda olgunlaştırdığımız bir metnin, daha sonradan Millî Eğitim Komisyonuna önerge olarak verildiğini ifade ediyorum. Kendisinin verdiği önerge üzerine sanki KPDS bu noktaya getirilmiştir ifadesinin altını çizerek, bu yasayı kendisine mal etmek istedi. Bunu düzeltiyorum; bir.

İkincisi "Sayın Komisyon Başkanı aldığı bir telefon üzerine tekriri müzakere istedi" dedi. Bu da doğru değil; bunun da zabıtlara aynen böyle geçmesini istiyorum.

Üçüncü olarak şunu ifade etmek istiyorum: Hiç kimse, buradan, seçmene, üniversiteye selam vermesin. Bu, Yüce Meclisin ittifakıyla çıkan, binlerce öğrencinin, binlerce araştırma görevlisinin, binlerce yardımcı doçentin önünü açacak ve hepsinin ittifakla üzerinde anlaşmaya vardığı bir metindir. Bu metni, kimse, şahsî menfaatına, partisinin, grubunun menfaatına tevile zorlamasın ve doğruları burada... Çünkü, bu yasanın çıkması lazım. Bu yasanın çıkmasını bekleyen binlerce insan var. Öyle, lüzumsuz sataşmalara, lüzumsuz atışmalara, lüzumsuz selamlara gerek olmadığının altını çizmek istiyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çelik. Lütfen, yeni bir sataşmaya sebep olmadan, çok kısa olmak üzere beyanınızı alayım.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, Sayın Millî Eğitim Komisyonu Başkanımızın söylediği bir şeye itiraz ediyorum; o da şudur: KPDS'den alınan notun 65'e ve 50'ye indirilmesi benim teklifimdir demedim. Bunun 1997 yılından itibaren yürürlüğe girmesini, 1997 yılından itibaren geçerli olmasını komisyonda bendeniz teklif ettim; kendileri kabul ettiler, bunu uygun buldular ve oradaki zabıtlar ortadadır. Bunu kendimize mal etmek falan gibi bir gayretkeşlik içerisinde de değiliz; böyle bir şey söz konusu değil Sayın Başkan.

BAŞKAN – Peki, Sayın Çelik, çok teşekkür ediyorum.

Şahsı adına, madde üzerinde, Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Geçici Madde 47 üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, ben de Sayın Komisyon Başkanının bir temenni ve ifadesine katılıyorum. Bu teklif, hakikaten, takriben bir yıldır Parlamentonun gündeminde olan bir yasa teklifidir ve tüm partilerin, çıkarılması konusunda azamî gayret sarf ettiği; ama, daha önceki Af Yasası çerçevesinde çıkamamış veya çıktıktan sonra Çankaya'dan tekrar görüşülmek üzere Parlamentoya gönderilmiş.

Neticede, Af Yasasından ayrılmak suretiyle, başta olan arzular istikametinde, demin de geneli üzerindeki konuşmamda ifade etmiştim; büyük bir tevafuk ve güzellik eseri olarak da Af Yasasının genel çerçevesinden ayrılarak bir öğrenci affı veya hakkı yasası olarak önümüze gelmiştir. Ama, bu teklifi, 47 nci maddede de görüleceği üzere, sadece öğrencilerin problemlerini halleden bir yasa teklifi olarak değil, aynı zamanda, yardımcı doçent, araştırmacı, asistan ve doktora öğrencisi arkadaşların da sıkıntılarını gideren bir yasa teklifi olarak görmek durumundayız. Dolayısıyla, bu yasa çerçevesinde, tüm grupların, Parlamentoda grubu bulunan arkadaşların komisyondaki temsilcileriyle, komisyona ilgilerinden dolayı, uzmanlık alanlarından dolayı, özellikle alaka gösteren, komisyon toplantılarına iştirak eden çok değerli üye arkadaşlarımızın her birinin ciddî katkıları olmuş ve bugün, bu şekliyle önümüze gelmiştir.

Yine, bugün, Genel Kurulda, muhtelif partilerden arkadaşlarımızın, şu ana kadar ve belki bundan sonraki maddelerde de müşterek imzalarını taşıyan, iki tanesi kabul olan, belki bundan sonra da kabulü söz konusu olacak önergeler vardır; kabul edilenler vardır, kabul edilmeyi bekleyenler vardır. Bu, belki Meclis tarihimizde arzu edilen güzel örneklerdendir. Bütün partiler; iktidar ve muhalefet olarak ittifak edilen, hakikaten güzel bir noktada buluşalım; öğrencilerimizi, şu tatil günlerinde sevindirelim. Yeni öğretim yılı açılmadan, önce bu sıkıntılarını, yaz döneminde kazanabilecek imtihan haklarıyla gidermiş olalım. Artı, özellikle, bu 47 nci maddeyle -zikri geçilen, üzerinde tartışılan bu maddede-özellikle yardımcı doçentlik durumunda olan, senelerdir, takriben on seneyi aşkın bir süre zarfında doçent olamayan, sadece KPDS'den dolayı son üç, dört yıldır mağduriyet yaşayan arkadaşlarımıza da büyük bir kolaylık geleceğini umuyoruz. Daha geniş anlamda, zaten, ek 1 inci madde olarak yasa teklifinin başında kabul edilen o madde de, bu sahada büyük bir kolaylık getirmiştir. Umuyorum, buradaki bir önergenin kabulüyle bu yasa teklifi çerçevesinde daha da büyük bir rahatlık sağlayacaktır. Yasa teklifinin, Parlamentonun bir konsensüsünün ürünü olduğunu ifade ediyor; katkısı olan tüm arkadaşlara tekrar saygılar sunuyor, çıkacak yasanın hayırlı olmasını temenni ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Madde üzerinde, şahsı adına ikinci söz, İstanbul Milletvekili Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk?..

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Vazgeçti efendim.

BAŞKAN – Sayın Bedri Yaşar?..

BEDRİ YAŞAR (Gümüşhane) – Vazgeçtim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Yusuf Kırkpınar?..

YUSUF KIRKPINAR (İzmir) – Vazgeçtim efendim.

BAŞKAN – Sayın Ahmet Kabil?.. Konuşmuyorsunuz.

Sayın Bedük, sorunuzu alabilirim.

Buyurun.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, delaletinizle, Komisyon Başkanımıza bir soru tevcih etmek istiyorum. Ben bir önceki maddede istemiştim; ama, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Kusura bakmayın efendim, bir önceki maddede görememiştim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Komisyon Başkanımıza sormak istediğim soruyu tevcih ediyorum.

Bu kanun teklifi, lisans, önlisans ve lisansüstü öğrenciler ile mastır veya doktora mertebesine gelmiş olan kişilere yeniden bir sınav hakkı vermeye veya devam etme imkânını vermeye yönelik bir kanun teklifidir. Bu, daha evvelden veto edilmiş olan Af Kanunu kapsamı içerisindeydi. Aslında, bu şekilde müstakil olarak getirilmesi fevkalade olumlu bir gelişmedir; çünkü, öğrencilerin affının diğer genel affın içerisine sokulması fevkalade çirkindi. O sebeple, kanun teklifini verenlere teşekkür ediyoruz ve komisyonda bunun müzakere edilmesinden memnuniyet duyuyoruz; ancak, sorum şu: Doğru Yol Partisine mensup olan milletvekili arkadaşlarımız, Prof. Mehmet Sağlam ve arkadaşları olarak benim de katıldığım bir kanun teklifini vermiştik ve öncelikle de biz vermiştik; fakat görüşülemediğinden dolayı, İçtüzüğün bize verdiği yetkiye dayanarak, 37 nci maddeye göre, burada müzakeresi yapıldı ve Genel Kurul kararıyla da doğrudan gündeme alındı.

Görüşmekte olduğumuz bu kanun teklifiyle tamamen aynı, muhteva itibariyle aynı ve o sebeple de komisyonda Sayın Mehmet Sağlam, bizim vermiş olduğumuz öğrenci affı ve KPDS sınavlarıyla ilgili olan affın birleştirilmesi istikametinde bir teklifte bulundu. İçtüzüğümüzün 35 inci maddesine göre, muhteva itibariyle aynı olan kanun tekliflerinin birleştirilmesi mecburiyeti, komisyon başkanına verilmiş olan bir görev ve sorumluluktur. Bu teklifimiz dikkate alınmamıştır. Oysa, şu anda görüşmekte olduğumuz kanun teklifi aynı; ama, bir tanesi kabul edilecek, bir diğeri -ki, 392 sıra sayılı kanun teklifi- ise gündemde kalacak.

Şimdi, komisyon başkanına soruyorum: 392 sıra sayılı kanun teklifini komisyona geri çekmek suretiyle -ki, geri çekme hakkınız vardır İçtüzüğe göre- birleştirmeme gerekçeniz neydi? Birincisi bu.

İkincisi, muhteva itibariyle aynı olmasına rağmen, İçtüzüğe aykırı olarak gündemde kalan 392 sıra sayılı kanun teklifi üzerinde ne yapacaksınız?

Bir taraftan, bir kanun teklifi kabul edilmiş olacak; bir taraftan da, bir başka kanun teklifi- ama, muhteva itibariyle aynı olan kanun teklifi- gündemde olacak. Böylesine bir anlayış içerisinde komisyonumuzun çalışmasını, acaba, tarafsız kalınmaması ve muhalefetten gelen bir teklifin gündeme alınmaması konusundaki bir başka tutumun ifadesi midir; yoksa, biz, bunu iyi niyet olarak mı alacağız? Sayın Başkanın bu konudaki görüşlerini almak istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkan, cevap verebilir miyim...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Bedük'e teşekkür ediyorum, bir konunun açıklığa kavuşmasına da ışık tuttuğu için.

Efendim, affınıza sığınarak, biraz zamanı kullanmak istiyorum; çünkü, netleşmesi bakımından. Bir önceki genel af yasası içerisinde 12 nci maddede yer alan öğrenci affıyla ilgili bir madde vardı ve bu sınırlıydı. Bu sınırlı madde dışında, komisyonumuza intikal etmiş olan teklifler vardı, milletvekillerinden gelen teklifler vardı. Biz, bu teklifleri birleştirdik, alt komisyona gönderdik; alt komisyon, tali komisyon olmamız hasebiyle, çok ciddî bir çalışma yaptı. O ciddî çalışma komisyonumuza geldi. O arada da, hükümet tasarısı geldi. Hükümet tasarısını esas alarak, alt komisyondan gelen bazı maddelerin görüşülmesini, Meclis Genel Kuruluna inmesini... Bizden bir yardım bekleyen, önünün açılmasını bekleyen insanlara bir yardım olsun diye, alt komisyondan gelen metnin bir kısmını hükümet tasarısına derc ettik ve böylece de, Adalet Komisyonuna gönderdik. Adalet Komisyonu eski yasayı devam ettirdi; bizim alt komisyon raporu kaldı. Daha sonra, zannediyorum, Mehmet Sağlam Beyin bir teklifi oldu. O teklif, alt komisyonda hazırlanan metnin yüzde 90 benzeriydi. Bu teklifler komisyonumuza geldi. DSP hariç dört grubun teklifi vardı. İçtüzüğün 37 nci maddesine göre, Sayın Mehmet Sağlam teklifini geri çekti, Genel Kurulun gündemine indirdi. Ben üst komisyonu topladığımda yeniden alt komisyon oluşturduk...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, bir düzeltme yapmasını rica edebilir miyim? Geri çekme değil, doğrudan gündeme almak...

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – İzah edeceğim efendim... İzah edeceğim...

Sonra, alt komisyon oluşturduk. Alt komisyon raporu, Milliyetçi Hareket Partisi grup başkanvekillerinin, Milliyetçi Hareket Partisinden iki milletvekilinin ayrı ayrı verdikleri teklifleri, Anavatan Partisi grup başkanvekili ve arkadaşlarının verdiği teklifi Fazilet Partisi ve oradaki arkadaşların verdiği  teklifi gündeme aldık. Üst komisyona geldiğinde Mehmet Sağlam Beyin teklifi olduğunu; ancak, Mehmet Sağlam Bey, süresi içerisinde görüşülmediği için, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre teklifini geri aldığını ve Genel Kurulun gündemine indirdiğini ifade ederek, öbür maddelerin birleştirilerek görüşülmesini sağladı ve gerçekten, her zaman iftiharla söyleyeceğim bir uzlaşma sağladık. Bir kelimeye feda etmedik; çünkü -biraz önce ifade ettim- binlerce öğrenci, hangi sebepten olursa olsun -sebepler üzerinde de durmadık- bunun neticesi önemlidir dedik. Neticede, bundan bir kişi yararlanıyorsa, ben onlar için her türlü fedakârlığa hazır olduğum gibi buradaki arkadaşlarımız da hazırdır dedik, görüştük, uzlaşmayı sağladık ve uzlaşmanın tıkandığı noktada ortayolu bulalım dedik. Önemli olan üzüm yemektir, bağcı dövmek değildir; ne yapalım, bu insanların önünü açalım, orta noktada buluşalım dedik ve bu noktaya getirdik.

Hüseyin Çelik Bey de oradaydı, Mehmet Sağlam Bey de katıldı, onların huzurunda bunları ifade ettim. "1997 yılı teklifi benimdi" dedi, doğru; ama, ben orada şunu ifade ettim, KPDS'nin uygulamaya konulduğu tarihtir; o da buraya 1997 yılı şeklinde yanlış olarak geçmiştir, 1996 yılıdır KPDS'nin uygulaya konulduğu tarih. Belki imkân olur o da düzeltilirse böylece bir haksızlık giderilmiş olur. Aynı önergede, arkadaşlarımızın verdiği önergede, doktora yeterlilikte 40, doçentlikte 60 barajının uygulanması, geçerli olması bakımından, KPDS'nin uygulandığı tarihin esas alınması önergeyle istenmişti ve o noktada da bir uzlaşma sağlandı. Uzlaşmaya saygı duyduk ve bunun neticesi bizim için önemlidir dedik, bu neticeyi de buraya kadar getirdik. Ümit ediyorduk ki, burada o uzlaşma içerisinde kısa sürede bu yasalaşır, öğrenciler, araştırma görevlileri, yardımcı doçentler bundan yararlanır dedik, buraya getirdik.

Herhangi bir art niyetimiz yoktur. Bu yasa teklifini, emeğimiz olmasına rağmen, Yüce Meclisin ortak malı olarak kamuoyuna sunmanın zevkini, şevkini duyduğumu huzurlarınızda ifade etmek istiyorum.

Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, bir düzeltme yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, siz sordunuz, Sayın Komisyon Başkanı da cevap verdi.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, yerimden, bir düzeltme yapmak ihtiyacı duyuyorum.

BAŞKAN – Peki, buyurun efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Komisyon Başkanımızın açıklamalarını dinledim. Önce, grubu bulunan 5 siyasî partinin müşterek teklifi ve konsensüsüyle böyle bir kanun teklifinin bu noktaya getirilip müzakare edilmesinden duyduğum memnuniyeti belirtiyor ve biraz evvel de ifade ettiğim gibi, teşekkür ediyorum.

Ancak, bir ifadeyi yanlış kullanıyor. Nitekim, bize bu konu geldi, grubumuza geldi. Diyor ki: "Kanun teklifini geri çekti." Efendim, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre, geri çekme değil, komisyonda zamanında görüşülmemesi sebebiyle, gündeme alınması bakımından Genel Kurula indirilmesi ve burada müzakere edilmesi hadisesidir. Geri çekme değildir. O "geri çekme" ifadesini düzeltmelerini rica ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Anladım Sayın Bedük, çok teşekkür ediyorum.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkan, ben, bunu ifade ettim, Komisyonda da ifade ettim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Geri çekme değil_

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – 37 nci maddeye göre, süresi içinde görüşülmediği için, Genel Kurulda görüşmek üzere, teklifini Genel Kurulun gündemine indirmiştir dedim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Geri çekme denildi de, onun için söyledim.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, madde üzerinde 8 adet önerge vardır.

Önergeleri önce geliş sıralarına göre okutacağım, sonra aykırılık derecelerine göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum efendim:

                      Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı kanun tasarısının geçici 47 nci maddesinin birinci fıkrasının "ayrıca" diye başlayan cümlesinin sonuna "kaydı silenen öğrenciler bu şarttan muaf olarak, yeniden kayıt yaptırırlar" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.

          Mahmut Göksu          Osman Aslan   Bekir Sobacı

        Adıyaman               Diyarbakır                      Tokat

Latif Öztek          Yakup Budak

               Elazığ                      Adana

BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:

                      Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 1 inci maddesiyle 2547 sayılı Kanuna eklenen Geçici 47 nci maddesinin ikinci fıkrasına aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Lütfü Esengün Ahmet Demircan       Ahmet Karavar

          Erzurum                    Samsun                  Şanlıurfa

Ahmet Cemil Tunç              Musa Uzunkaya

               Elazığ                    Samsun

"12 yıllık görev süresi sona erdiği için üniversitelerde başka görevlere atanan yardımcı doçentler halen bulundukları kadrolara yeniden yardımcı doçent olarak atanırlar."

BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:

                      Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı yasa teklifinin 1 inci maddesi kapsamında bulunan Geçici Madde 47'nin ikinci paragrafının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Hüseyin Çelik               Sebahattin Karakelle   Mehmet Yalçınkaya

                  Van                  Erzincan                  Şanlıurfa

Mehmet Sadri Yıldırım Hakkı Töre M. Niyazi Yanmaz

          Eskişehir                   Hakkâri                  Şanlıurfa

"Yardımcı doçentlik kadrosunda görev yapan öğretim elemanlarının çalışma sürelerindeki sınırlama kaldırılmıştır. Yardımcı doçentler de tıpkı doçentler ve profesörler gibi daimi kadrolara atanırlar."

BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:

                      Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı yasa teklifinin geçici 47 nci maddesinin üçüncü fıkrasının "1996-97 yılından kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar yüksek lisans, doktora ve doçentlik yabancı dil sınavında 100 üzerinden 50 ve daha yukarı puan alanlar veya Üniversitelerarası Kurul tarafından kabul edilen ve YÖK tarafından da benimsenen herhangi bir dil sınavından denk puan alanlar bir defaya mahsus başarılı sayılırlar. Kanunun yürürlük tarihinden itibaren ise lisans ve doktora yabancı dil imtihanı için 100 üzerinden 50, doçentlik için ise 60 puan alanlar yabancı dilden başarılı sayılırlar" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

               Musa Uzunkaya        Akif Gülle         Mahmut Göksu

            Samsun                   Amasya               Adıyaman

Mehmet Çiçek Mustafa Kamalak     İsmail Kahraman

             Yozgat      Kahramanmaraş                   İstanbul

BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:

           Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı yasa teklifinin geçici 47 nci maddesinin üçüncü fıkrasının "96-97 yılından yasanın yürürlüğe girdiği tarihe kadar yüksek lisans, doktora ve doçentlik yabancı dil imtihanlarına girenlerden bir defaya mahsus 50 ve daha yukarı puan alanlar başarılı sayılırlar, yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren ise sosyal bilimler, sağlık bilimleri ve fen bilimleri (mühendislik) olmak üzere üç temel alanda yapılacak yabancı dil imtihanlarında 100 üzerinden 50 ve daha yukarı puan alanlar yüksek lisans ve doktoradan, 60 ve daha yukarı puan alanlar ise doçentlik yabancı dil imtihanından başarılı sayılırlar" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

               İsmail Kahraman      Musa Uzunkaya        Akif Gülle

           İstanbul                    Samsun                   Amasya

          Mahmut Göksu        Mustafa Kamalak

        Adıyaman      Kahramanmaraş

BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:

                      Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geçici 47 nci maddesinin üçüncü fıkrasının başındaki "1997" ibaresinin "1996" olarak değiştirilmesini arz ederiz.

İbrahim Halil Oral Bekir Ongun               Akif Gülle

                Bitlis                      Aydın                   Amasya

        Sebahattin Karakelle       Aydın Gökmen        Arslan Aydar

          Erzincan                  Balıkesir                        Kars

BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:

                      Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı 4.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunundaki geçici 47 nci maddenin 3 üncü paragrafındaki doçentlik yabancı dil sınavında 65 (altmışbeş) ve daha yukarı olan puanın 60 (altmış) ve daha yukarı olarak düzeltilmesini arz ve talep ederiz.

Bekir Ongun Metin Ergun Prof. Dr. Hasan Basri Üstünbaş

              Aydın                      Muğla                   Kayseri

Seydi Karakuş Mustafa Gül Bozkurt Yaşar Öztürk

          Kütahya                      Elazığ                   İstanbul

         Süleyman Coşkuner Doç. Dr. Kürşat Eser İbrahim Halil Oral

             Burdur                  Aksaray                       Bitlis

BAŞKAN – Son önergeyi okutuyorum; ayrıca, en aykırı önerge olan bu önergeyi, aynı zamanda işleme de alacağım efendim.

                      Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Konu: Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifi hakkında değişiklik önergesi

2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geçici 47 nci maddesinin ikinci paragrafının ikinci satırındaki "sınırlama" kelimesi ile "kaldırılmıştır" kelimesi arasına "ve sözleşme yenileme" kelimelerinin eklenmesini ve ikinci paragrafın sonuna "Daha önce sözleşmesi yenilenmeyenler kadrosu boş ise önceki kadrosuna, doldurulmuş ise üniversite bünyesinde boş bulunan bir başka kadro aktarılarak önceki kadrolarına kanunun yayımından itibaren iki ay içinde müracatları halinde dönebilirler. Yardımcı doçentler daimî öğretim üyesi olarak görev yaparlar. Derece ilerlemesi 1 inci derecenin en üst kademesine kadar devam eder. Doktorada yeterliğe girecekler ile doçentliğe başvuracak öğretim elemanlarının bir defaya mahsus olmak üzere, yabancı dilden muaf tutularak, doktora aşamasındakiler yeterliğe, doçentlik için en az üç yıl bekleyen doktor unvanını almış olanlar, yabancı dil imtihan sonucuna bakılmaksınız doçentlik bilim imtihanına kanunun yayımı tarihinden itibaren üç ay içerisinde girebilirler" cümlelerinin eklenmesini,

Üçüncü paragrafın üçüncü satırındaki "65 (altmışbeş)" rakamının "60 (altmış)" olarak değiştirilmesini,

Altıncı paragrafın sonuna; "Yüksek Öğretim Kurulunun, denkliğini tanıyarak katoloğuna aldığı yurtdışında bulunan üniversitelerden mezun olanların denkliği verilir. Bu üniversitelerden mezun olanlardan, denkliği verilmemiş olanların denklik belgesi, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki ay içerisinde verilir. YÖK'ün kataloğunda yer almayan yurtdışı üniversitelerinden mezun olanların diplomaları ve aldıkları dersleri gösteren belgeleri, tayin edilecek bir hakem üniversiteye gönderilir. Hakem üniversitenin raporu doğrultusunda denkliği verilir. Ancak, Türk üniversitelerinin verdiği derslerden eksik olanlar olur ise YÖK'ün göstereceği ve öğrencinin ikametine yakın bir şehirdeki üniversitelerden eksik dersleri tamamlattırılır ve denkliği verilir" cümlelerinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Basri Coşkun İbrahim Halil Oral         Seydi Karakuş

           Malatya                       Bitlis                  Kütahya

Hasan Basri Üstünbaş         Lütfi Doğan        Hüseyin Çelik

            Kayseri             Gümüşhane                          Van

               Musa Uzunkaya  Mustafa Gül Bozkurt Yaşar Öztürk

            Samsun                      Elazığ                   İstanbul

            Müjdat Kayayerli      Miraç Akdoğan    Mehmet Arslan

              Afyon                  Malatya                    Ankara

Dr. Azmi Ateş M. Necati Çetinkaya     Ekrem Pakdemirli

           İstanbul                    Manisa                    Manisa

                            Dr. Nesrin Ünal

                                         Antalya

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükümet?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümetin katılmadığı önerge konusunda, önerge sahibi konuşacak mı, gerekçeyi mi okutalım efendim?

BASRİ COŞKUN (Malatya) – Gerekçe okunsun.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Halihazırda, üniversitelerin yardımcı doçent kadrolarında bulunan öğretim üyeleri, her iki üç yılda bir sözleşme yenileme veya yenileyememe ve oniki yılın sonunda üniversiteden atılmayla yüz yüzedir. Bu durum, huzursuzluğu artırmakta ve ilmî çalışmaları engellemektedir.

Devlet memuriyetinin her alanında birinci derecenin en üst kademesine yükselebilen bu öğretim üyeleri, üniversite öğretim üyesi olunca bu haklarını kaybetmişlerdir. Bu adaletsizliğin giderilmesi gerekmektedir.

Türk üniversitelerinde uygulanmakta olan kariyer sistemi, ilmin gelişmesine, insanlığın faydasına, ülkenin kalkınmasına herhangi bir katkı sağlamamıştır. Bu zamana kadar, kariyer sahipleri; ilmî tespit, orijinal eser, buluş ve icat itibariyle dikkat çekebilecek bir varlık ortaya koyamamıştır. Bu zamana kadar, kariyer sahiplerinin yazdıkları kitap ve makale sayısı yüzbinleri hatta milyonları bulmuş olması gerekirken, ortaya çıkan gerçek bunun tamamen zıddı olarak görülmektedir. Öyle acı bir gerçek ortaya çıkmaktadır ki, dünya ülkelerinden çok farklı bir sistem uygulayan Türkiye, söz konusu akademik yapılanmanın neticesi olarak ilmin, ülkenin ve insanlığın gelişmesine gözle görülebilir bir katkı sağlayamamıştır.

Türkiye, araştırmayı ve çalışmayı teşvik edecek, dünya çapında yeni ve çok sayıda eserlere imza koyacak daha faydalı ve gerçekçi bir akademik yapılanmayı gerçekleştirmek zorundadır. Türkiye, en azından Avrupa Birliğine uyum yasaları çerçevesinde Avrupa veya Amerikan üniversitelerinin akademik yükseltilmesine uygun, hatta verimi artıracak ve diğer ülkelerin de emsal kabul edebileceği çalışmayı ve araştırmayı teşvik eden ve ödüllendiren bir sistemi kurmak mecburiyetindedirler.

Halihazırdaki piramit sistem ve buna uygun idarî yapılanmayla, kavgadan, gürültüden, huzursuzluktan, ülkeyi geriye götürmekten, ilmî çalışma yerine hizipleşmekten, hoş olmayan gelişmelerden ve zarar vermekten başka bir netice elde edilemez.

Türkçe'nin ilim dili kabul edilmediği, herhangi bir yabancı dilden, yapılan test sonucu bir miktar puan almayı ilim kabul eden, ilmin zirvesi gibi gören anlayışın sahibi bir sistemden ne ilme, ne ülkemize, ne de insanlığa bir fayda beklenemez. Söz konusu dil imtihanını geçmiş olanların çok az bir kısmı hariç, büyük bir bölümü ne yabancı yayınları takip edebilecek yeterliliği vardır, ne de herhangi bir ilmî toplantıyı o dilde takip edebilme kabiliyeti ve bilgi birikimine sahiptir.

Türk akademik yapısını, ilme, ülkeye, insanlığa ciddî faydalar sağlayan, dünya çapında ilmî araştırma, tespit ve buluşların yapıldığı, çalışmanın, araştırmanın ödüllendirildiği, teşvik edildiği ve aynı zamanda en az bir lisanın konuşulup, okunup, yazılabildiği bir hale getirebilmek için yeni bir sisteme geçilmesi mecburiyeti kaçınılmaz görünmektedir.

YÖK, kataloğuna almadığı üniversitelerin denkliğini reddederken, kataloğuna aldığı üniversite mezunlarının bir kısmına denklik verirken bir kısmının denkliğini reddetmektedir. Bu durum, Türk insanının gelişmesine engel teşkil ederken, eğitim seviyesini yükseltmek yerine geriletmektedir. YÖK'ün kataloğuna aldığı üniversiteler hususunda bir engel çıkarmayı bırakmak yanında, diğer üniversitelerden mezun olanların da kazanılması yönünde bir bakış açısının ortaya konulması gerekmektedir.

BAŞKAN – Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı ve gerekçesini okumuş olduğumuz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, bir açıklama yapmak gerekiyor.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkanım, Sayın Bakanımızın üniversitelerde sözleşmeli araştırma görevlisi olup olmadığı hususunda bir açıklama yapmaları zarureti ortaya çıktı; çünkü, üniversitelerde böyle bir kadro var mı yok mu konusunda tereddüt var.

MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Sözleşmeli değil bunlar.

BAŞKAN – ...Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir. (FP sıralarından "Sayılmadı" sesleri)

Efendim, çok açık görünüyor, Divanda da bir ihtilaf yok, saymayı gerektirir bir durum da yok.

Müteakip önergeyi okutuyorum:

                      Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı kanun tasarısının geçici 47 nci maddesinin birinci fıkrasının "ayrıca" diye başlayan cümlesinin sonuna "kaydı silinen öğrenciler bu şarttan muaf olarak yeniden kayıt  yaptırırlar" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.

                              Mahmut Göksu

                                     (Adıyaman)

                                  ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükümet?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümetin katılmadığı önerge üzerinde konuşacak mısınız efendim?

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Evet efendim.

Buyurun sayın Göksu. (FP sıralarından alkışlar)

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

434 sıra sayılı öğrenci affı yasa teklifinin geçici 47 nci maddesinde bir önergem vardır.

Bu kanun teklifi ve arkadaşlarımızdan gelen teklifler bir alt komisyonda uzun süre tartışıldı. Ben de bu alt komisyonda görev alan Millî Eğitim Komisyonu üyelerindenim. Tabiî, bir yıl önce çıkması gereken bu kanunun bugüne sarkması, bunun taraftarı olan binlerce öğrencimizi ve öğretim üyesini mağdur etmiştir. Dolayısıyla, şu anda Meclisimizin dikkatle izlemiş olduğu bu kanun teklifi, inanıyorum ki, izleyenler tarafından da çok dikkatli bir şekilde irdelenmekte ve onbinlerce insanımız, bu kanunun ivedilikle çıkmasını beklemektedir.

Yalnız bu kanun çıkarken, bütün öğrencilerimize, elbette, adilane bir şekilde yaklaşmamız lazım. Yani, mademki, bu öğrencilerimize yeni bir hak veriyor, onları hayata döndürmek ve öğrenim hayatlarını devam ettirmeleri için bir fırsat tanıyoruz, o halde, her kesimi kapsamalı ve kaplamalıdır diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, bizim önergemizin amacı şudur: Geçici 47 nci maddenin "ayrıca" diye başlayan cümlesinde 1996-1997 öğretim yılı başlangıç tarihine kadar yabancı dil sınavına giremeyenler ve ilgili kanunun yürürlük tarihine kadar yabancı dil şartını yerine getiremeyerek kaydı silinen öğrenciler, işte buraya "bu şarttan muaf olarak yeniden kayıt yaptırabilirler" olsun diyoruz. Diyeceksiniz, bu şarttan muaf olabilir mi, yani, akademisyen olan bir insanın yabancı dil sınavına girmeden -öyle gözüküyor ilk etapta-  nasıl akademisyen olmasını savunabilirsiniz?

Değerli arkadaşlar, artık, çağımız -yabancı dil sadece akademisyenlere değil- ilkokul çağındaki çocuklarımızın bile dil öğrenebilmesi için bütün gayretimizi ortaya koyduğu bir gündür. Dünya küçülmüş, insanlarımız yabancı dil öğrenebilmek için büyük bir seferberlik halinde, bunu kendileri için bir şiar edinmişler; ama, burada, bu şarttan muaf dediğimiz insanlar, daha önce yabancı dil sınavına girip de başarılı olanların bu şarttan muaf olarak yeniden kayıt yaptırmaları hususundadır.

Bakınız, alt komisyonda olduğumuz için bu konuda çok mektuplar aldık, telefonlar, fakslar aldık. Sabriye Dilara diye bir mağdur İstanbul'dan yazmış; diyor ki: "Daha önce doktora bilim sınavına girebilmek için, bilim dalıyla ilgili bir yabancı dil çeviri sınavını başarmak gerekiyordu. Yukarıda belirttiğim dönemde, İngilizce, Fransızca ve Almanca'dan gireceklerin ÖSYM tarafından yapılacak merkezî sistemli sınava girmeleri söz konusu oldu. Aynı KPDS benzeri, bilim dalımızla hiçbir ilgisi olmayan bir yabancı dil sınavıydı bu. Bu sınavı, ekte gönderdiğim belgede de görüleceği üzere, başararak bilim sınavına girip, doktora programına başladım" diyor. Yani, 95 yılında bu öğrenci ÖSYM sınavına girmiş ve 72 puan almış. Burada da belgesi var. "Bu belge iki yıl geçerli olmasına rağmen, YÖK'teki yönetim değişikliğiyle dokuz ay sonra KPDS zorunluluğu getirildi ve benim kazanılmış haklarım ihlal edildi. Eğer ben bu haksızlığa uğramamış olsaydım, birbuçuk yılda bitirdiğimiz ders programından sonra, belgem iki yıl geçerli olduğu için, yeterlilik sınavına girip, şimdiye kadar çoktan doktora programını tamamlamış olacaktım. Benim gibi, 1995 ve öncesi -yani, KPDS öncesi- girişli olup da mağdur durumda olan pek çok öğrenci bulunmaktadır. Bu durumda, ben, sizlerden, kazanılmış hakkımın geri verilmesini istiyorum" diyor. Yani, KPDS çıkmadan sınava girmiş, dil sınavını geçmiş; ama, daha sonra KPDS gelince, bunların dil sınavlarını kabul etmemiş; bu arkadaşlarımız da hayatın değişik noktalarında bu sınava hazırlanamadıkları...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, teşekkür edin efendim.

MAHMUT GÖKSU (Devamla) – Bir cümleyle tamamlıyorum efendim.

Dolayısıyla, 1995'ten önce doktoraya başlamış ve bu sınavı geçmiş olan arkadaşlarımızın bu şarttan muaf olarak tekrar doktora programına devam edebilmeleri için, kayıt yaptırabilmeleri için böyle bir önergemiz vardır; kabul edeceğinizi ümit ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

                      Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 1 inci maddesi ile 2547 sayılı Kanuna eklenen geçici 47 nci maddesinin ikinci fıkrasına aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                                 Lütfü Esengün

                                       (Erzurum)

                                  ve arkadaşları

"12 yıllık görev süresi sona erdiği için üniversitelerde başka görevlere atanan yardımcı doçentler, halen bulundukları kadrolara yeniden yardımcı doçent olarak atanırlar."

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu önergeye?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükümet?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümetin katılmadığı önerge konusunda önerge sahipleri adına konuşacak mısınız?

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Gerekçe okunsun.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Kanun teklifiyle, öğrencilere, öğretim üyelerine çeşitli imkânlar getirilmekte ve bu sebeple, teklif, kamuoyunda öğrenci affı olarak nitelendirilmektedir. Yardımcı doçentler, halihazırda 12 yıllık bir zaman sınırlandırılmasına tabi bulunmaktadırlar. Kanun teklifinin geçici 47 nci maddesinin ikinci fıkrası ile yardımcı doçentler için konulan süre sınırlandırılmasını kaldırmaktadır.

Bu teklifin yasalaşmasından önce süreler dolduğu için yardımcı doçentlik görevinden ayrılmış bulunanların tekrar yardımcı doçentliğe atanmaları hem bu kanun teklifinin ruhuna ve esprisine uygundur hem de genelde lisan barajını aşamadıkları için süresini doldurmuş olan yardımcı doçentleri, bu kanun teklifiyle getirilen kolaylıktan istifade ettirmek gerekmektedir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

                      Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı yasa teklifinin 1 inci maddesi kapsamında bulunan geçici madde 47'nin ikinci paragrafının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                 Hüseyin Çelik

                                               (Van)

                                  ve arkadaşları

"Yardımcı doçentlik kadrosunda görev yapan öğretim elemanlarının çalışma sürelerindeki sınırlama kaldırılmıştır. Yardımcı doçentler de, tıpkı, doçent ve profesörler gibi daimi kadrolara atanılar."

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR  KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükümet?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümetin katılmadığı önerge üzerinde, önerge sahipleri konuşacaklar mı efendim?

TURHAN GÜVEN (İçel) – Gerekçe okunsun.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe: Yardımcı doçentlik öğretim üyeliği kategorisine girdiği için, öğretim üyeleri arasında geçici kadro, daimi kadro gibi bir ikilik yaratmak doğru değildir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Müteakip önergeyi okutuyorum:

                      Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı yasa teklifinin geçici 47 nci maddesinin üçüncü fıkrasının "1996-97 yılından kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, yüksek lisans, doktora ve doçentlik yabancı dil sınavında 100 üzerinden 50 ve daha yukarı puan alanlar veya Üniversitelerarası Kurul tarafından kabul edilen ve YÖK tarafından da benimsenen herhangi bir dil sınavından denk puan alanlar bir defaya mahsus başarılı sayılırlar. Kanunun yürürlük tarihinden itibaren ise, lisans ve doktora, yabancı dil imtihanı için 100 üzerinden 50, doçentlik için ise 60 puan alanlar yabancı dilden başarılı sayılırlar" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                             Musa Uzunkaya

                                         (Samsun)

                                  ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu efendim?..

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR  KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükümet?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümetin katılmadığı önerge üzerinde...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Gerekçe okunsun Sayın Başkan.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Af, bir muafiyet ve imkân hazırlamaktır. Şimdiye kadar çeşitli nedenlerle imtihana girmiş; ancak, başarılı olamayanlardan 50 ve üzeri puan alanlar için bir hak getirilmekte, kanunun yürürlük tarihinden sonra ise puanda bir seviye farkı ortaya konulmaktadır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge reddedilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

                      Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı yasa teklifinin geçici 47 nci maddesi üçüncü fıkrasının "96-97 yılından yasanın yürürlüğe girdiği tarihe kadar yüksek lisans, doktora ve doçentlik yabancı dil imtihanına girenlerden bir defaya mahsus 50 ve daha yukarı puan alanlar başarılı sayılırlar, yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren ise sosyal bilimler, sağlık bilimleri ve fen bilimleri (mühendislik) olmak üzere üç temel alanda yapılacak yabancı dil imtihanlarında 100 üzerinden 50 ve daha yukarı puan alanlar yüksek lisans ve doktoradan, 60 ve daha yukarı puan alanlar ise doçentlik yabancı dil imtihanından başarılı sayılırlar" şeklinde değiştirilmesini arz ve tekif ederiz.

                             İsmail Kahraman

                                        (İstanbul)

                                  ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükümet?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümetin katılmadığı önerge sahipleri konuşacaklar mı, gerekçeyi mi okutayım efendim?

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Gerekçe okunsun.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Bugüne kadar imtihana giren çok sayıda doktora öğrencisi ve yardımcı doçent, imtihanlarda gerekli başarıyı gösterememiş olup büyük bir yığılma meydana getirmişlerdir. Bu yığılmanın önlenmesi, akademik araştırma yapan uzmanların kendi alanlarında yabancı dilde başarılı olabilmeleri için üç temel branştan (tercihlerine göre) imtihana girebilmeleri sağlanmaktadır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge reddedilmiştir.

Son önergeyi okutuyorum:

                      Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı Yüksek Öğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geçici 47 nci maddesinin üçüncü fıkrasının başındaki "1997" yılı ibaresinin "1996" olarak değiştirilmesini arz ederiz.

                           İbrahim Halil Oral

                                             (Bitlis)

                                  ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Ben, biraz önce ifade etmiştim. Aslı 1996 idi, KPDS'nin uygulamaya girdiği tarihti. Onun için, buna katılıyoruz. Bu, bir noktada, düzeltme olacak. Katılıyoruz.

BAŞKAN – Hükümet?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Komisyon da katılamaz, çoğunluğu yok.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Takdire bırakıyor efendim; katılıyor, takdire bırakıyor.

BAŞKAN – Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katılmadığı önerge üzerinde önerge sahibi konuşacak mı?

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Gerekçe okunsun.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

KPDS sınavları 1 Temmuz 1996 tarihinde başladığı için, tarihin bu şekilde değiştirilmesinde fayda mülahaza ediyoruz.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Önergeyi kabul edenler... Önergeyi kabul etmeyenler...

Efendim, Divanda anlaşma sağlayamıyoruz.

Bir kere daha oylama yapacağım.

Değerli milletvekilleri, lütfen, herkesin yerine oturmasını rica ediyorum. Bakın, gecenin bu saatinde oylama yapıyoruz; lütfen, bütün arkadaşlarımız yerine otursunlar ki, Divan Kâtibi arkadaşlarımız dikkatli bir şekilde tekrar saysın.

Buyurun, lütfen yerinize oturunuz.

Efendim, oylamayı elektronik cihazla yapacağım; oylama için 2 dakika süre veriyorum ve oylamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, önerge kabul edilmiştir.

Şimdi, daha önce okunan son bir önerge var; yalnız, biraz önce reddedilen önergeyle aynı mahiyette olduğu için sadece okutacağım ve ıttılanıza sunacağım; ama, işleme almayacağım.

Önergeyi okutuyorum:

                        Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı 4.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunundaki geçici 47 nci maddenin üçüncü pragrafındaki doçentlik yabancı dil sınavında "65 (altmışbeş)ve daha yukarı olan" puanın, "60 (altmış) ve daha yukarı" olarak düzeltilmesini arz ve teklif ederiz.

                                    Bekir Ongun

                                           (Aydın)

                                  ve arkadaşları

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, biraz önce reddedilen önergeyle aynı mahiyette olduğu ve o önerge de reddedildiği için bu önergeyi işleme almıyorum.

Şimdi, kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, birleşime 15 dakika ara veriyorum.

                      Kapanma Saati : 23.35

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 23.55

BAŞKAN : Başkanvekili Nejat ARSEVEN

KÂTİP ÜYELER : Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 114 üncü Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

5. – Ankara Milletvekili Şevket Bülent Yahnici’nin, Çorum Milletvekili Melek Denli Karaca’nın, Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek ve 4 Arkadaşının, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve Konya Milletvekili Ömer İzgi’nin, Denizli Milletvekili Beyhan Aslan ve 3 Arkadaşının, 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/435, 2/440, 2/460, 2/462, 2/465) (S. Sayısı : 434) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerlerini almıştır.

Görüşmekte olduğumuz 434 sıra sayılı kanun teklifinin geçici 47 nci maddesi kabul edilmişti.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, izin verirseniz, bir hususun açıklığa kavuşmasını arzu ediyorum.

BAŞKAN – Ne hususta efendim?

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Oyladığımız önergeyle ilgili bir hususun açıklığa kavuşturulmasını arzu ediyorum.

BAŞKAN – Efendim, madde oylandı, kabul edildi. Açıklığa kavuşturulacak bir şey yok.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, bir açıklamaya ihtiyaç var da onun için. Bir hususun açıklanmasını Sayın Bakandan istirham edeceğim.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkanım, az önce kabul etmiş olduğumuz önerge üzerine, kabul eden milletvekili arkadaşlarımızın kafalarında bazı istifhamlar meydana gelmiştir; doğrudur ve arkadaşlarımız haklıdır. Sayın Bakanımızın bir tereddüt geçirmesi sonucunda, sanki, Sayın Bakan, bu önergeye karşıymış gibi de bir hava oluştu. Esasen, Sayın Bakanla, daha önce görüştüğümüzde de,  bu önergenin getirmiş olduğu herhangi bir değişiklikle ilgili bir karşı düşüncesinin olmadığını ifade etmişlerdir. Bu itibarla, Sayın Bakanımın takdirine bakıyorum, ister şimdi isterse daha sonra bu konunun açıklığa kavuşturulmasını, Değerli Bakanımızdan istirham ediyorum Sayın Başkan.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Öyle bir usul yok. Madde geçmiş. Öyle bir hüküm, İçtüzükte var mı?

BAŞKAN – Şimdi, geçici 48 inci maddeyi okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 48. – 1989-1990 eğitim-öğretim yılı başından, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, yükseköğretim kurumlarının hazırlık sınıfı, önlisans ve lisans eğitim-öğretim programları ile yüksekokulların herhangi bir sınıfında kayıtlı öğrencilerin, 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu ve bu Kanuna atıf yapan Yüksek Öğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği hükümlerine göre aldıkları disiplin cezaları, bütün sonuçları ile kaldırılmıştır. Bunların sicil dosyalarındaki cezaî kayıtlar, ilgililerin müracaatı aranmaksızın dosyalarından çıkarılır.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu?..

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Konuşma yapmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Mehmet Sağlam?..

TURHAN GÜVEN (İçel) – Vazgeçtik efendim.

BAŞKAN – Şahsı adına, Sayın Musa Uzunkaya?.. Vazgeçtiniz.

Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk?... Vazgeçtiniz.

Sayın Melek Denli Karaca?.. Vazgeçtiniz.

Sayın Bedri Yaşar?.. Vazgeçtiniz.

Sayın Cevat Ayhan?.. Vazgeçtiniz.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, yeni bir geçici madde eklenmesine dair önerge vardır; okutuyorum:

                      Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı 4.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa geçici 49 uncu madde olarak aşağıdaki madde eklenmiştir.

Arz ederiz. 21.6.2000

Geçici Madde 49- "Üniversitelerde doktor unvanı ile en az 3 yıl görev yapan akademik personel, bir defaya mahsus olmak üzere yabancı dil sınavı sonucuna bakılmaksızın doçentlik bilim sınavına alınır."

Seydi Karakuş Mustafa Gül                Ali Işıklar

          Kütahya                      Elazığ                    Ankara

Nidai Seven Bozkurt Yaşar Öztürk Hasan Basri Üstünbaş

                 Ağrı                   İstanbul                   Kayseri

            Müjdat Kayayerli    İbrahim Halil Oral

              Afyon                       Bitlis

(MHP sıralarından "önergemizi geri çekiyoruz" sesleri)

BAŞKAN – Peki efendim. Önerge geri çekilmiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Avni Doğan?..Vazgeçtiniz.

Zannediyorum, şahısları adına söz talep eden arkadaşlarımız da konuşmaktan vazgeçiyorlar.

Sayın Musa Uzunkaya?.. Vazgeçtiniz.

Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk?.. Vazgeçtiniz.

Sayın Bedri Yaşar?.. Vazgeçtiniz.

Sayın Yusuf Kırkpınar?.. Vazgeçtiniz.

Sayın Mehmet Kaya?.. Vazgeçtiniz.

Sayın Cevat Ayhan?.. Vazgeçtiniz.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum:

MADDE 4. – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mustafa Kamalak?.. Vazgeçtiniz.

Sayın Musa Uzunkaya?.. Vazgeçtiniz.

Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk?.. Vazgeçtiniz.

Sayın Bedri Yaşar?.. Vazgeçtiniz.

Sayın Yusuf Kırkpınar?.. Vazgeçtiniz.

Sayın Cevat Ayhan?.. Vazgeçtiniz.

Sayın Mukaddes Başeğmez?.. Vazgeçtiniz.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Tasarının başlığı, kabul edilen birinci madde dolayısıyla aşağıdaki şekilde düzeltilmiştir:

"Yükseköğretim Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ile Bu Kanuna Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifi"

Bu hususu bilgilerinize sunuyorum.

İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, oyunun rengini belli etmek üzere, aleyhte, Sayın Yasin Hatiboğlu?.. Yok.

Lehte, Sayın Nidai Seven?.. Vazgeçiyorsunuz.

Teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (Alkışlar)

Sayın Bakan, bir teşekkür konuşması yapmak üzere söz talep ettiler.

Buyurun Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – İzin verirseniz yerimden arz edeyim.

Sayın Başkan, kabul edilen Kanun, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun bütünlüğünü bozacak unsurlar ihtiva etmiştir.

Kabul edilen Kanun, bilim ve kalite adına, Türk üniversitesine, dilerim ki zarar getirmez.

ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Bu nasıl teşekkür konuşması Sayın Başkan?.. Böyle teşekkür olmaz ki!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Bir tek... Belki bir tek olumlu tarafı vardır: Bu kanundan yararlanıp, üniversitelere yeniden kaydedilen ve kazanacağımız gençlerin sayısı çok az da olsa, tek faydalı yanı belki o olacaktır.

Teşekkür ederim. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkanım, bir şey ifade etmek istiyorum; mümkün mü?

BAŞKAN – Efendim, öyle bir usulümüz yok.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Redaksiyonla ilgili... İki kelime...

BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorsunuz herhalde sizde.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Efendim, ben de teşekkür ediyorum bütün gruplara, katkısı olan bütün arkadaşlarımıza ve Yüce Meclisimize.

Hayırlı uğurlu olsun. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Küçük.

Değerli milletvekilleri, kabul etmiş olduğunuz ve kanunlaşan teklifin bir maddesinde redaksiyonla ilgili olarak Komisyon Başkanının bir arzı olacak.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Geçti artık Sayın Başkan; olur mu böyle!

BAŞKAN – Ama...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, böyle bir usul var mı yani!..

BAŞKAN – Peki efendim, peki...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bu Meclisi doğru dürüst yönetecekseniz yönetin yani; burası kahvehane değil ki!

BAŞKAN – Sayın Genç, Meclisi yönetmeyi sizden öğrenecek değilim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Gider, Cumhurbaşkanı veto eder efendim. (MHP sıralarından gürültüler)

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Ayıptır be! Yeter artık!

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ne ayıbı!.. Ne ayıbı!..

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Yeter be!.. Gece saat 10.00'da geliyorsun...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen ne konuşuyorsun! Allah Allah...

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri...

Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Petrolün Azerbaycan Cumhuriyeti, Gürcistan ve Türkiye Cumhuriyeti Ülkeleri Üzerinden, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ana İhraç Boru Hattı Yoluyla Taşınmasına İlişkin Anlaşmanın ve Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Toprakları Üzerinden Petrol Taşınmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasındaki Anlaşmanın Değiştirilmesine İlişkin Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Dışişleri Komisyonları raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.

6. – Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Petrolün Azerbaycan Cumhuriyeti, Gürcistan ve Türkiye Cumhuriyeti Ülkeleri Üzerinden, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ana İhraç Boru Hattı Yoluyla Taşınmasına İlişkin Anlaşmanın ve Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Toprakları Üzerinden Petrol Taşınmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasındaki Anlaşmanın Değiştirilmesine İlişkin Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/699) (S. Sayısı : 488) (1)

BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım. Raporun okunmasını kabul edenler... Etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Tasarının tümü üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Bitlis Milletvekili Sayın Zeki Ergezen; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattıyla ilgili kanun teklifi üzerinde Grubum adına görüşlerimi açıklarken, hepinize, gecenin bu vaktinde saygılarımı sunarak başlamak istiyorum.

Uzun bir mücadeleden sonra Azerbaycan petrollerinin Türkiye üzerinden dünyaya sevkiyatının kabul görmesinin, Türkiye'nin onuru bakımından, Türkiye'nin prestiji bakımından önemli bir proje olduğunun altını çizmek istiyorum. Bundan dolayı da, bu projenin gerçekleşmesinde emeği geçen sayın hükümetlerimize, Sayın Bakanımıza, Bakanlarımıza ve bürokratlarımıza teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.

Bu noktaya gelmesinde, tabiî ki, hükümetin başarısına en büyük katkıyı sağlayan, kanaatimce, Çeçen ve Rus mücadelesi olmuştur. Petrol ilk çıktığı zaman, konsorsiyum, erken petrol üretimini kuzey ve batı hattından dünyaya ulaştırmayı planlamış; çünkü, onlar için daha ekonomik olduğu düşünülmüş; ancak, Çeçenler ile Rusların mücadelesinde Çeçenlerin petrolünün akmasına engel olunmasından dolayı... (Gürültüler)

ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Sayın Başkan, hatip orada konuşurken oradaki kalabalık dikkatimizi dağıtıyor. Lütfen arkadaşları ikaz edin.

ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – ... Ruslar, petrol boru hattının yeniden Dağıstan'dan geçmesi için...

AZMİ ATEŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, hatibi dinleyemiyoruz, duyamıyoruz.

ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Rahat dinleyemiyoruz; orası dikkatimizi dağıtıyor.

AYDIN TÜMEN (Ankara) – Duyamıyorsanız niye bu tarafa oturmuyorsunuz?

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen yerlerinize oturur musunuz efendim.

Buyurun.

ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Bu petrol boru hattını başarı olarak kabul ettiğimiz takdirde -ki, başarıdır; ben, bu başarıdan dolayı tebrik ettim- tebrik edilmesi gereken bir kesim daha vardır. Ruslar, bu petrolü; yani, erken üretim 5 milyon/yıl kapasiteli petrolü, mevcut hatlarından, Çeçenistan'dan dünyaya ulaştırmayı planladılar; ancak, Çeçenlerin onurlu mücadelesi, bu petrolün akmasına, Rusya üzerinden pazarlanmasına engel oldu. Ruslar, Dağıstan üzerinden bir by-pass boru hattını yeniden inşa ederek denemek istediler; ancak, muvaffak olamadılar. Dolayısıyla, hükümetimizi ve Türkiye'nin başarısı olan Bakü-Ceyhan boru hattından dolayı da Çeçenlerin onurlu mücadelesine burada alkışlamak, onları tebrik etmek, herhalde hakkımız olsa gerek diyorum. (FP sıralarından alkışlar)

                            

(1) 488 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Dünyanın doğalgazlarının -ki, Sayın Bakanımızın konuşma metinlerinde de bu aynen geçiyor- yüzde 40'ı ve dünya petrollerinin de yüzde 67'si bizim komşu bulunduğumuz coğrafyadadır; yani, Asya ve Ortadoğu'dadır. Tabiî ki, bu petrollerin dünya pazarlarına sevkıyatı bakımından, Türkiye, önemli bir boğaz. Tabiî, bir köprü gibi ve aynı zamanda kritik bir bölgede olması, kritik bir noktada olması, Türkiye için önemli bir avantajdır. Sadece kritik bir bölgede olması avantajının yanında, Türkiye'nin bir başka avantajı daha vardır, Osmanlının bu bölgelerde Türkiye'ye bırakmış olduğu krediler vardır; bu, ikinci bir avantajdır. Üçüncü bir avantaj, Asya ve Ortadoğu ülkeleri, Müslüman ülkeler, kan bağımız, din bağımız, tarihî bağlarımız olan ülkeler. Dolayısıyla, bizim, bu üç avantajı, ülkemiz menfaatına en iyi şekilde kullanmayı planlamamız gerekirken, maalesef, dış güçler karşısında, bu bölgenin nimetlerinden süper güçlerin yararlanmasının yanında, bizim, onlar kadar yararlandırıldığımızı söylemek mümkün değil. Dolayısıyla, hükümetlerimizin bu konudaki politikalarını da takdir edemeyeceğimi ifade etmek istiyorum. Türkiye, gerek vurdumduymaz politikalarıyla gerek çekingen tavırlarıyla gerek ürkek tavırlarıyla... Türkiye'ye, zaman zaman çok pahalıya ödetmişlerdir bu tutumlarını. Bakınız, bugün, biz, petrolün Azerbaycan'dan, Türkiye üzerinden dünyaya pazarlanması için on yıla yakındır bir mücadele verirken, yanı başımızda, Azerbaycan'dan sevk edilen petrolün 2 misli petrol, Türkiye'ye geçiş ücreti bakımından daha fazla avantaj sağlayan Irak petrol boru hattını kapalı tutuyoruz. Niçin tutuyoruz; bazı güçler, Irak petrol boru hattından petrolün akmasını istemedikleri için, biz de, sessiz sedasız, bu petrolün akmamasına göz yumuyoruz. Peki, ihalesini biz yapmışız, kendi bütçemizden para çıkmış... Kendi topraklarımızdaki hattın ihalesini kendimiz yapmışız, kendi bütçemizden para harcamışız; her varil başına 0,35 dolar bize bir getirisi vardır; ayrıca, Türkiye'nin ihtiyacı olan petrolü, burada, bu boru hattından karşılama avantajı vardır. Peki, hem bu petrol boru hattının ihalesini yapacaksınız, parasını kendi bütçemizden çıkaracağız hem şu andaki Bakü-Ceyhan boru hattı geçiş ücretinden daha fazla bir ücret bize sağlanmış olacak hem de buradan Türkiye'nin ihtiyacını karşılama; ki, anlaşmalarda bu hüküm vardır. Peki, kimin hatırı için bu boru hattını biz kapalı tutuyoruz? Hani Türk Milletinin onurlu politikası vardı; büyük millettik, güçlü millettik, güçlü devlettik, Osmanlının mirası üzerine kurulmuş yepyeni bir cumhuriyet, kendi topraklarından geçen petrol boru hattını, birilerinin menfaatı için, efendiler emretti diye, onlar arzu etmedi diye petrolün akıtılmamasına göz yumuyoruz ve milletin temsilcilerinin de haberi olmadan, birileri karar veriyor.

Şu anda Mecliste hangi partinin milletvekiline sorarsanız sorunuz, hangi partiye sorarsanız sorunuz, bu petrol boru hattının kapalı olmasından, elbette ki  rahatsızdır, elbette ki üzüntü duyacaklardır, elbette ki Türkiye'nin menfaatlarına zarar getirildiğini söyleyeceklerdir; ama, bu vekillere kimse sormaz, bu partilere kimse sormaz; hatta, bakanlara da kimse sormaz, el altından birileri emir verir "bu borudan, bu hattan petrol akmayacak" denilir ve akmaz.

Peki, siz, Azerbaycan petrollerinin, hem Türkiye'nin onuru bakımından hem stratejik önemi bakımından hem prestiji bakımından; ama, en önemlisi de, Türkiye'nin ekonomisine katkı sağlansın diye, bu petrollerin Türkiye üzerinden dünyaya sevkıyatı için, yıllardır, Cumhurbaşkanı nezdinde, bakanlar nezdinde, hükümetler nezdinde, bürokratlar nezdinde onurlu bir mücadele yaptınız. Niye; Türkiye'ye bir getirisi olsun, Türkiye güçlensin...

Bakınız, sadece bununla kalmıyoruz. Ben, demin sözümün başında dedim ki, Türkiye, dış güçlere karşı ülkemizin millî menfaatlarını korunmakta yeterli değildir, çekingendir, ürkektir ve bunun da Türkiye'ye maliyeti çok pahalıdır. Bundan dolayı bu uygulamaları tebrik edemiyoruz, takdir edemiyoruz; gönlümüz de razı değil; ama, bunların düzelmesini istiyoruz.

Peki, biz, hükümette olduğumuz zaman, aynı dış güçler yokmuydu; aynı dış güçler vardı. Ağa, paşa, petrol boru hattının olduğu yere gittik, toplar atılarak da, petrolün akıtılmasını sağlamış olduk, sevkıyatını başlatmış olduk.

İşte, hükümet olmak için, sadece hükümet olmak gerekmiyor. Ülkenin menfaatlarını korumak için onurlu davranmamız gerekiyor, dirayetli olmamız lazım; dış güçlere karşı ülkemizin menfaatını korumak için amansız bir mücadelenin içine girmek lazım. Ürkek olmamak, çekingen olmamak işte burada gereklidir. Siz, ülkenizin menfaatını koruduğunuz zaman, korumayı kafanıza koyduğunuz zaman, bütün engelleri aşabilmenin yollarını ve onurlu mücadelesini vermek, hükümet olmanın vazgeçilmez şartlarındandır.

Ben "ürkek" kelimesini bir başka parti için kullanmadım; özür dilerim, yanlış anlaşılmasın. Bir ses geldi de...

MEHMET TELEK (Afyon) – Kaddafi'den fırça yediğiniz gibi...

ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Hayır, olabilir... Ben, şu anda bir sürtüşmenin içine girmek istemiyorum. Kaddafi olayı, meselesi değil; bu, Türkiye'nin meselesi. Ben Türkiye'nin menfaatı için burada konuşuyorum. Türkiye'nin menfaatını korumaya çalışıyorum ve bu, benim vekil olarak da görevim; bunu, grubumuz adına da konuşmak herhalde hepimizin görevi olmalıdır.

Bakınız, siz, doğalgazı bile İran hududundan bu yüze geçiremiyorsunuz. Öbür taraftaki boru hatları bitmiş, geçmesi gerekirken, sadece petrol boru hattından petrol akıtmakla kalmadılar beyler, efendiler; aynı zamanda, İran'dan buraya geçmesi gereken doğalgazı da geçiremiyorsunuz. Siz mi geçirmek istemiyorsunuz? Sayın Bakana sorsanız, sayın vekillere sorsanız; bir an evvel bu doğalgazın gelmesini arz etmez misiniz?! Yani, bizim milletimizin doğalgazla ısınma hakkı yok mudur?! İlle bu doğalgazı Amerikalının, İsraillinin, Avrupalının veya başka şirketlerin emrettiği ülkelerden almak mecburiyetinde miyiz?! Böyle bir mecburiyetimiz olduğu takdirde "egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir" ifadesinin ne anlamı vardır; kendi kendimizi aldatmaktan başka hiçbir şey değildir o zaman.

"Siz, İran'dan doğalgazı getirmeyeceksiniz" deniliyor, el altından fısıldanıyor; ama, biz, hükümetler olarak, kamuoyuna karşı, Parlamentoya karşı, kendi partilerimize karşı, kendi tabanımıza karşı birtakım kılıflar uyduruyoruz, onları ikna etmeye çalışıyoruz; ama, gerçek bu değil, vicdanımızın sesi bu değil, aklımızın icabı da bu değil. Birileri emrettiği için, o doğalgazı biz bu tarafa geçiremiyoruz. Bu zahmetlerden sonra, Bakü-Ceyhan petrol boru hattından da, yarın, birtakım bahaneler uydurularak, bu petrolün ülkemizden akması engellenir diye bir endişe taşıdığımı da ifade etmek istiyorum.

Zaten, biz, onurlu dışpolitikalar izlemiş olabilseydik, dış güçlere karşı ülkemizin menfaatlarını en iyi şekilde korumayı becerebilseydik yıllardır... Ben ille bugünkü hükümet için de bunu söylemiyorum; ben, geçmişi değerlendirmek için; ama, bugünkü hükümeti de buna dahil ederek söylüyorum. Bizim, Azerbaycan'daki petrol üretimindeki payımız yüzde 5 değil, en azından, yüzde 10 olmalıydı; çünkü, onlar bizim kardeşlerimiz. Onlarla kan bağımız var, kültürel bağımız var, kardeşliğimiz var. Rusya'dan koptukları zaman, onların bize ilk söyledikleri laf "ağabeylerimiz var" olmuştur. Sayın Cumhurbaşkanımız, Adriyatikten Çin Seddine kadar büyük bir laf etmişti. Biz, bu lafların söylenilmesi değil, bu lafların gereğinin yapılmasından yanayız. Parlak lafları söyleyip, parlak lafların arkasına sığınıp, gereğini yapmamak, biz Türk Milletinin temsilcilerini, herhalde, hepimizi üzmüş olması lazım.

Bakınız, geçen gün, DSP'den Hayati Bey de benimle beraber Azerbaycan'daydı. Azerbaycan'da işadamlarının toplantısına katıldık, temsilcilerini dinledik. Clinton, Azerbaycan hükümetiyle toplantı yapmak üzere kendi danışmanlarını göndermiş ve bu arada, Türk işadamlarının temsilcilerini de çağırmışlar. Clinton'un danışmanlarının söylediği, ben ile Hayati Bey kardeşimi gerçekten hayrete düşürdü. Türk temsilcilerine, oradaki iş adamlarına -800'e yakın işadamımız var- Azerbaycan'a yapılacak ihracatı Amerikalı işadamlarıyla paylaşacaksınız diyorlar. Sizin de, Türk işadamlarının, Azerbaycan hükümetiyle ilgili sorunlarınızın var olduğu duyuyoruz, işitiyoruz; bunları bize not ettiriniz; biz, Clinton'a söyleyeceğiz. Clinton, Azerbaycan hükümeti nezdinde bu sorunlarınızı çözecektir. İşte, devletler böyle çalışıyor, böyle mücadele veriyor.

Acaba, Azerbaycan, Rusya'dan koptuktan sonra, bu petrol sorunu orta yere çıktıktan sonra, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri olarak, oraya, gerek Azerbaycan hükümetlerini gerekse konsorsiyumun sahiplerini etkilemek ve Türkiye'nin payını daha fazla artırabilmek için kaç tane danışman gönderdik; kaç tane uzman çalıştırdık, kaç tane danışman ve uzman ikâmet ettirdik? En azından, elçimizi oraya tayin ettiğimiz zaman, Batılıların "bir damla kan eşittir bir damla petrol" anlayışının, felsefesinin sahiplerinin cirit attığı bu bölgelerde, biz elçimizi tayin ederken, acaba, petrol noktasında Türkiye'nin menfaatlarını koruyabilir mi düşüncesiyle hareket ettik mi veya bizim insanlarımız, orada, bu konuda, gerekli gayreti, gerekli enerjiyi tükettiler mi; ben şahsen merak ediyorum ve olduğuna da inanmadığımı belirtmek istiyorum; çünkü, geçen gün, biz Azerbaycan'a gittiğimizde, oraya 120 işadamı gelmiş; sayın elçimizin gelip o işadamlarının önüne geçmesi, sorunlarını dinlemesi lazımken, davet edilmesine rağmen gelmemiştir.

Ben, demin, Irak petrol boru hattından bahsettim, 0,35 dolar dedik; yani, 35 sent eşit 0,35 dolar_ Bakınız, bizim Bakü-Ceyhan boru hattından elde ettiğimiz 20 sent; 0,20 dolar! Hesaplamalar yapılıyor -ki, medyada da bu yer aldı; inşallah, ben yanılıyorum; yanılıyorsam, ki Sayın Bakanımız bu kürsüye çıkıp, mutlaka bilgi vereceklerdir- ve biz, Türkiye olarak, petrol boru hattının sigortasıyız. Biz, buranın güvenliğini sağlayacağız, servis yollarına bakacağız, karakollarını yapacağız, her türlü imkânı sağlayacağız. Peki, varil başına aldığımız ne kadar; 20 sent! Peki, Gürcistan'ın 225 kilometresi var, o 14 sent alıyor; biz, 1 037 kilometrelik hattı geçireceğiz, bizim aldığımız 20 sent. Mukayese yaptığımız zaman, bizim, burada, en az 50 sent, 55 sent almamız gerekiyordu.

Ben, burada, Sayın Bakanla ilgili söylemiyorum; eğer güçlü hükümetler olsak, güçlü devletler olsak, biraz önce söylediğim, elçimizin, danışmanlarımızın, uzmanlarımızın ve yine, biraz önce söylediğim gibi, Azerbaycan Rusya'dan koptuğu zaman ve Ermeni işgaliyle karşı karşıya kaldığı zaman Türkiye'nin tavrı onurlu olsaydı ve Türkiye, gerçekten, o kardeşlerine, kardeşlik görevini bihakkın yerine getirmiş olsaydı, ben, bizim buradaki payımızın ekonomimize katkısı çok daha fazla olacağına inanıyorum; çünkü, bunlar, hepsi karşılıklıdır. Ne ekerseniz onu biçersiniz prensibidir.

Şimdi, sadece 20 sentten dolayı bizim bu anlaşmada yeterince payı almadığımızla kalmıyoruz; benim görebildiğim kadarıyla, bu anlaşma metninin içinde, 3 tane anlaşma daha var. Demin, Bakanımla da görüştüm burada, Irak petrol boru hattı anlaşması yapmışız, doğalgaz anlaşmaları yapmışız. Rusya'dan ilk defa doğalgaz getirdiğimiz zaman, o anlaşma metninin içerisinde, bu tür anlaşmaların olmadığını görüyoruz. Benim kanaatimce hükümet, ileride birtakım sıkıntılara girmesin, denetimle karşı karşıya kalmasın diye, bu anlaşma metninin içinde, ev sahibi ülke anlaşması, hükümetin garanti mektubu, bir de anahtar teslimi inşaat anlaşması. Ben, dün, birkaç saat, bu dosyaların içerisinde yoğuruldum, acaba, ne eksiklikler var, ne fazlalar var, bu kürsüden Meclise ne gibi bilgiler sunabilirim diye; ama, bir saat değil, belki, birkaç kişiyle, birkaç gün çalışarak ancak o dosyalara hâkim olabilirsiniz. Ben inanıyorum ki, Dışişleri Komisyonundaki, Enerji Komisyonundaki arkadaşlarımız, Türkiye için onurlu olan bu projenin -hiçbirimizin vazgeçemeyeceği, hepimizin desteklemesi gereken bu projenin- bir an evvel hayata geçirilmesi için -o dosyaları araştırmaya da zaten vakitleri olduğuna inanmıyorum- bir an evvel, o kanun tasarısının Meclise inmesini istemişlerdir. Ben inanmıyorum ki, şu anda, hükümet tarafındaki milletvekillerinden bir tanesi, o dosyaların içerisine girebilsin, o sayfaları inceleyebilsin; ne vakitleri var ne de öyle bir imkânları var; çünkü, 600-700 sayfalık dosyaları, siz, bir iki gün içerisinde inceleyemezsiniz, araştıramazsınız, vâkıf olamazsınız.

Bir başka konu, ev sahibi ülke anlaşması; Türkiye... Peki, karşıda, boru hattını yapacak konsorsiyum kim; belli değil. Peki, konsorsiyumla anlaşmayı kim yapar; hükümet yapar. Şimdiye kadar, Meclis, müteahhit firmalarla anlaşma yapmış mıdır; şimdiye kadar, garanti mektubunu Meclis vermiş midir; şimdiye kadar, anahtar teslimi inşaat anlaşmasını Meclis yapmış mıdır?! Peki, niye yapıyorsunuz; denetimden kaçmak için. Burada, şu anda, o anlaşmanın içinden metinleri çekmek mümkün mü; birkaç cümleyi, üç anlaşmayı çekmek mümkün mü? Bakıyorsun, Gürcistan imzalamış, Türkiye imzalamış, Azerbaycan imzalamış. Herhalde, şu anda çekmek mümkün değil; ancak, kanunu geri çekip, o ülke imzalarını da almak lazım ki, değiştirebilesiniz.

Ben, sadece, şu öneride bulunabileceğim: Lütfen, Sayın Bakanımız, teknik elemanlarla beraber bu dosyaları bir daha gözden geçirebilir mi; acaba, değiştirme şansı var mı? Biraz sonra anlatacağım birtakım sıkıntıların olabildiğini görüyorum. Ben, bir daha tekrarlıyorum: Bugüne kadar, Mavi Akım ve Bakü-Ceyhan petrol boru hattında, konsorsiyumla Meclis anlaşma imzalıyor, konsorsiyumla Meclis anahtar teslimi inşaat şartnamesini imzalıyor ve ev sahibi ülke anlaşmasını imzalıyor. Şu Meclisin geleneğinde var mı? Böyle bir gelenek, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri olmuş mudur; hayır, olmamıştır. Sayın Bakanımız şunu diyebilir: Bu, bir özel hattır, biz, bunu cazip hale getirmek istedik; zar zor, bu boru hattını Türkiye'den kabullendirdik; çünkü, on yıldır uğraşıyoruz; Amerikasıyla, Batılısıyla mücadele verdik, petrol şirketleriyle mücadele verdik; biz, bunu cazip hale getirmeseydik, belki bunu kabul ettiremezdik gibi, birtakım yaklaşımlarla, Sayın Bakanımızın iyi niyetiyle, bu şartnamelere birtakım ağır hükümler konulmuş olabilir; ama, ağır hükümler de konulsa, önceden bu Meclise bilgi verilir, Meclisin okeyi alınır; ama, bu anlaşmalar Meclisten geçemez.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ergezen, süreniz bitti efendim.

Mikrofonunuzu açıyorum, lütfen, tamamlayın. Size 1 dakika eksüre veriyorum.

Buyurun.

ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Peki Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Bahsettiğim bu üç tane şartnamenin içerisinde, bakınız; boru hattını yapacak konsorsiyum, istediği zaman, hiçbir şart koşmadan sözleşmeyi feshedebilir; ama, Türkiye'nin feshetme hakkı yoktur. Bir harp zamanında, terör olaylarında, petrol boru hattından petrol akmadığı halde, gerek petrol üreticilerine gerekse petrol sevkıyatını yapacak konsorsiyumlara, varil başına düşen zararlarını Türkiye ödemek mecburiyetindedir. Şimdi, Türkiye, bu kadar mükellefiyetin altına girmiş, peki, petrol üreten konsorsiyum veyahut da petrol nakliyatını yapan konsorsiyum, bu petrolü sevk etmediği zaman Türkiye ne ödeyecek? Doğrusu, ben göremedim; ama, inşallah yanılıyorum. Sayın Bakanımız, hayır, onlar petrolü buradan akıtmadıkları takdirde, bize şunu ödeyecekler derse, şahsen ben çok mutlu olurum, Meclisin de mutlu olacağına inanıyorum.

Mademki zaman çok dar, konuşacağım çok şeyler var; konulara girmek istemiyorum, girdiğim takdirde, kesilmesi insicamımı bozacağından dolayı, sözlerimi burada kesiyorum ve yine şunu söylüyorum: Bu boru hattını destekliyoruz, buna emeği geçen herkesi tebrik ediyoruz, teşekkür ediyoruz; ama, Türkiye'nin ekonomik çıkarlarını da en iyi şekilde korumamız gerektiğini, bir daha, bir daha gözden geçirmemiz gerektiğine inanıyorum. Petrol payımızın yüzde 5'ten yüzde 10'a çıkarılması iş başladığından beri arzumuzdur; o zaman, zaten böyle bir rakam zikredilmişti. Bir de, geçiş ücretinde, acaba, bir artırım olabilir mi, Türkiye'nin menfaatı burada gözetilebilir mi diyorum, böyle bir teklifim var ve saygılarımı sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ergezen.

Doğru Yol Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın Necati Çetinkaya; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

AYDIN TÜMEN (Ankara) – Sayın Başkan, iki cümle ifade edebilir miyim.

Sayın Ergezen'in bir ifadesi oldu, sanıyorum, kendisi de...

BAŞKAN – Sayın hatibi kürsüye davet ettim; konuşmasını yapsın, sonra, tekrar, size...

AYDIN TÜMEN (Ankara) – Bir cümle ifade edebilir miyim; sanıyorum, haddini aştı.

BAŞKAN – Peki, buyurun.

AYDIN TÜMEN (Ankara) – "Türkiye'nin Azerbaycan konusunda, örneğin, Ermenistan işgaline karşı onurlu bir davranış sergileseydi, bugün daha farklı olurdu" şeklinde bir ifade kullandı. Sanıyorum, tabiî ki, o günkü sergilemiş olduğu politikasını eksik ve yetersiz bularak eleştirebilir; ama, "onursuz bir davranış" şeklinde ifade tarzının sanıyorum biraz düzeltilmesi gerekir Sayın Başkanım.

ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) – Yanlış anlaşılmasın; ben, daha onurlu... Herhalde, bu, Mecliste sık kullanılan bir ifadedir.

BAŞKAN – Yani, mevcut hal onurlu da, daha onurlu demek istemiş.

AYDIN TÜMEN (Ankara) – Sonuçta, o şekilde bir anlam ifade edebilir; onun için, düzeltilmesi konusunda...

BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum.

Buyurun Sayın Çetinkaya.

DYP GRUBU ADINA M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; konuşmalarıma başlamadan önce şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan Arasında Petrolün Azerbaycan Gürcistan ve Türkiye Üzerinden Bakü-Tiflis-Ceyhan ana ihraç boru hattı yoluyla taşınmasına ilişkin anlaşma üzerinde Doğru Yol Partisi adına görüşlerimizi arz etmek üzere yüce huzurunuza gelmiş bulunuyorum. Çok önemli bir konu ve yıllardan beri, Türkiye'nin, hakikaten hassasiyetle üzerinde durduğu fevkalade önemli bir husus bu. Niye önemli bir husus; çünkü, bugün, Hazar havzasında, bağımsız Türk devletlerinin ve hakikaten, bizimle dil, din ve milliyet birliği olan bu ülkelerin sahip oldukları o muazzam yeraltı zenginliği, eğer, Bakü-Ceyhan hattına değil de Karadenizin kuzeyine yönelmiş olsa, bugün, dağılmış olan bir gücün yeniden ihyası mukadder olur. O sebepledir ki, durumu fevkalade hassasiyetle değerlendirmemiz ve meseleye önemle  bakmamız gerekir.

Hazar havzasında bulunan Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan gibi ülkelerde üretilen hampetrolün, boru hattıyla Ceyhan'daki terminale taşınması, buradan da gemilere dolum yapılarak dünya pazarlarına ulaştırılması için geliştirilen Bakü-Tiflis-Ceyhan hampetrol boru hattı projesi, gecikmeli de olsa, nihayet Meclisimizin huzuruna gelmişitir.

Değerli arkadaşlarım, bugün, Uzakdoğu Asya ülkesi, küçük bir ada ülkesi durumunda olan Singapur'la bu projeyi mukayese ettiğimiz zaman, bugün, Singapur, 767 kilometrekare yüzölçümüne ve 2 700 000 nüfusa sahip bir ülke; ama, ihracatı, şu anda, 126 milyar Amerikan Doları... Türkiye ihracatının hemen hemen 6 misline yakın bir ihracatı var. Bir damla petrolü yok; ama, Uzakdoğu petrollerinin rafine ediliş ve Batı dünyasına sevk ediliş havzası Singapur limanlarıdır. Bizim, yıllarca üzerinde durduğumuz ve Doğru Yol Partisinin İkinci Demokrasi Paketinde de önemle üzerinde durduğu konulardan birisi, Ceyhan-Yumurtalık havzasını bir petrol havzası haline getirmek ve buradan, dünya ülkelerine o kapıyı açmak.

1998 yılında Karadeniz Ekonomik Asamblesi Toplantısı, Genel Kurulu Saint Petersburg'da yapıldığında, Ruslar büyük bir manevrayla Montrö Anlaşmasını gündeme getirdiler. Fevkalade büyük sıkıntıya girdik ve biz de, karşı büyük bir manevrayla onu geçiştirmemiş olsaydık, belki, bağımsız devletler topluluğunu da yanlarına alarak, boğazlarda gemiyle geçişi, tankerle geçişi, bugün, dünya ülkeleriyle bizi karşı karşıya bırakacak bir gaile meydana getirmek istiyorlardı ve onu, orada, hamdolsun ki, bertaraf ettik.

Değerli arkadaşlar, işte bu proje, Türkiye'nin, bence önemli bir dönüm noktasını teşkil edecek bir projedir. Bu projenin gerçekleşmesi hususunda, hükümet olarak, Meclis olarak fevkalade önem ve hassasiyetle -Türkiye'nin menfaatlarına taalluk edecek şekilde- konuyu irdelememiz ve meseleyi, bu perspektif altında çok iyi bir şekilde tahlil ve değerlendirmemiz gerekir.

1992'den beri Hazar havzası petrolünü Ceyhan'a getirmek için çaba harcayan Türkiye, yakın zamana kadar, projenin maliyetinden çok stratejik önemi üzerinde durmuş, boru hattının muhtemel güzergâhını tartışmış, Ermenistan ve Gürcistan geçişleri üstünde çeşitli  senaryolar geliştirerek bugünlere gelinmiştir. 18 Kasım 1999 tarihinde yapılan AGİT zirvesi sırasında, ABD Başkanı Clinton'un da aralarında bulunduğu, Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan arasında hükümetlerarası anlaşma imzalanmış ve Bakü-Tiflis-Ceyhan üzerinde anlaşmaya varılmıştır.

Gelişmenin vazgeçilmez unsuru enerjinin, küreselleşen dünyada, üretim kaynaklarından talep merkezlerine ulaştırılmasında boru hatları, en güvenli ve en verimli yollardır. Dünya petrol rezervlerinin yaklaşık olarak yüzde 67'sine ve dünya doğalgaz rezervlerinin yüzde 40'ına sahip olan Ortadoğu ve Ortaasya ülkeleri ile Avrupa arasında coğrafî köprü olan Türkiye'den geçen ve geçecek boru hatları, uluslararası önem taşımaktadır. Halen doğalgaz boru hattı ile doğalgaz ithal olunan Rusya kaynakları da göz önüne alınırsa, bu yüzdeler doğalgazda yüzde 73'e, petrolde ise yüzde 72'ye ulaşmaktadır. Bu önem, Türkiye'yi enerji köprüsü durumuna getirmeye gerekli ve yeterli neden olup, Türkiye'ye fayda sağlayıcı bu gelişme, artık ulusal politika konumunda olmaktadır. Tarih boyunca Asya ve Avrupa arasında stratejik köprü oluşturan ve İpekyolunun son terminali olan Türkiye, bu özelliğini korumakta ve enerjiyle yeniden güçlenmektedir. Stratejik geçiş ülkesi olan Türkiye, aynı zamanda büyük bir enerji pazarı olmaya da adaydır. Dolayısıyla, petrol ve doğalgaz ithalinde kaynak çeşitliliği arz ve güvenliği ile çeşitli ve büyük enerji taşıma projeleri geliştirmesi, ülkemizin geleceği için çok önemlidir.

Coğrafî konum, siyasî istikrar, yükselen tüketim düzeyi ve işletme güvencesi gibi faktörler, özellikle, Ortadoğu, Ortaasya, Kuzey Afrika'da üretilen doğalgazın taşınması, depolanması, kullanımı ve Avrupa'ya ihracı açısından Türkiye'yi en güvenilir ve en uygun çekim merkezi haline getirmiştir.

Türkiye'nin, uluslararası petrol bağlantıları açısından, petrol boru hatları, petrol ithalatına güvence getireceği gibi, petrol taşımacılığında da Türkiye'ye ekonomik faydalar sağlayacağı kesindir. Kamuoyunda Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı olarak bilinen bu projeyle, Hazar havzasında bulunan Kazak, Türkmen ve Azerî hampetrolünün boru hattıyla Ceyhan'a taşınması ve Ceyhan'dan da tankerlerle dünya pazarlarına ulaştırılması amaçlanmakta ve bu boru hattı 1 730 kilometre olup, bunun 1 037 kilometresi Türkiye'den, 225'i Gürcistan'dan ve 468'i de Azerbaycan'dan geçer.

Boru hattı, Bakü yakınlarındaki Surachany terminalinden başlayacak ve Türkiye'ye, Çıldır Gölünün doğusundan girip, Erzurum, Erzincan, Sıvas, Pınarbaşı ve Kozan'dan geçerek Ceyhan'a ulaşacaktır. Boru hattıyla yılda 45 milyon ton petrol taşınması planlanmaktadır. Nihaî netice, 45 milyon ton kapasiteye ulaşacağı düşünülmektedir.

Değerli arkadaşlar, Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı, uluslararası politikaya konu olduğundan, üzerinde çok tartışılan bir hat olup, Türkiye, bu boru hattının yapılması için kararlı; ancak, yavaş yürüyen; fakat, siyasî menfaatler, ülke menfaatlarının gerisinde bırakılmak kaydıyla, o zaman, meseleyi daha iyi, daha aklıselim süzgecinden geçirerek, lehimize çevirmemiz mümkün olacaktı ve olmalıdır.

Bakınız, Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı Projesinin gerçekleşmesi için, uzun süreden beri hükümetlerarası anlaşmalar (Intergovernmental Agreement) imzalanmış olup, onay, şu anda Meclise gelmiş. Bunu, biraz irdelediğimiz zaman, biraz incelediğimiz zaman göreceğiz ki, hükümetlerarası metin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanarak milletlerarası anlaşma haline girecektir. Hükümetlerarası anlaşmanın ekinde üç doküman daha olacaktır: Birincisi, Evsahibi Ülke Anlaşması; ikincisi, Hükümet Garanti Mektubu; üçüncüsü, Anahtar Teslimi İnşaat Anlaşması.

Bakınız, burada, konuyu, çok önemli, çok hassas bir mantık süzgecinden geçirdiğimiz zaman, göreceğiz ki, hazır olacak "Evsahibi Ülke Anlaşması" metnine taraf olarak, Türkiye Cumhuriyeti adına, hükümet imza koyacak; ancak, anlaşmaya imza koyacak diğer taraf henüz belli değildir. Bugüne kadar Türk çalışma grubuyla müzakereleri Azerbaycan çalışma grubu yürütmüş olup, Azerbaycan'da petrol üreten şirket temsilcileri de, görüşmelere, bu çalışma grubu yanında iştirak etmiştir; ancak, bu şirket, boru hattı yatırımcı kuruluşu değildir. Henüz yatırımcı bir kuruluş da mevcut değildir; ancak, hükümetlerarası anlaşmanın ülke meclislerinde onaylanmasından sonra potansiyel yatırımcıların çıkıp çıkmayacağı, o zaman belli olacaktır.

Yatırımcı kuruluş, uygun gördüğü bir zamanda projeden vazgeçme, anlaşmayı feshetme hakkına sahip iken, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin anlaşmayı feshetme hakkı, çok özel hallere münhasır olup, neredeyse imkânsız haldedir.

İnşaat şartnamesinin formatının milletlerarası anlaşmaya ek yapılarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülerek onaylanması ve kanun haline getirilmesi, hatta, Anayasa hariç, Türk hukukuna hâkim rejim haline getirilmesi, teamülleri zorlamakta ve biraz aykırılık teşkil etmektedir.

Bugüne kadar, bu Mecliste milletlerarası anlaşmalar onaylanmış ve ekler, Mecliste onaylanmamıştır. Ekler, ancak, hükümet ve idarî mekanizma arasında onaylanır; yoksa, Meclis, ekleri onaylamaz.

Prensip olarak, hükümetler ile ülkeler arasında eşit haklar eşit haklar tanınması gerekirken, güvenlik konusunda Gürcistan, vergi konusunda Azerbaycan korunmuştur.

Bir diğer garabet ise, bu anlaşma, hükümetler arasında 18 Kasım 1999'da imzalanmış olmasına rağmen, Gürcistan, bunun eklerinden Evsahibi Ülke Anlaşmasını 28 Nisan 2000'de tekrar değiştirmiş, aynı şekilde, Azerbaycan da Evsahibi Ülke Anlaşmasını 9 Mayıs 2000'de tekrar değiştirmiştir. Türkiye'nin Evsahibi Ülke Anlaşması ülkemizin aleyhine hükümler ihtiva etmesine rağmen, iyileştirici bir düzenleme yapılmış mıdır, yapılmamış mıdır; bunun, bu Mecliste mutlaka açıklanması lazım. Onlar kendi lehlerine olan değişikliği yaptıkları halde, Türkiye böyle bir değişikliği yapmamış ve böylelikle, bence, çok fazla risk almıştır.

Evsahibi Ülke Anlaşması, prensip olarak yatırımcı kuruluş ile ilgili evsahibi ülke arasında imza edilecek ve her evsahibi ülkenin yatırımcıya benzer hak ve kolaylıkları sağlaması gerekirken, Türkiye, yatırımcı kuruluşa, Gürcistan'dan daha fazla kolaylık ve imtiyaz vermektedir.

Evsahibi Ülke Anlaşmasına göre, yatırıma iştirak eden her ortak, hisse oranına bakılmaksızın, Türkiye ile birebir muhatap olacak, küçük hissedar dahi, Türkiye'yi uluslararası tahkime götürebilecektir.

Türkiye'de boru hattı güzergâhında, arazi kullanımıyla ilgili, yatırımcı kuruluşun her hissedarının adına tapuda şerh düşülecektir. Her hisse hareketinde (devir, satış, vs.) 1 037 kilometrelik güzergâh boyunca tüm tapular, bedeli ve işlemleri Türkiye tarafından karşılanmak üzere yenilecektir. Kendilerine tanınan bu istisnaî tapu hakkındaki herhangi bir anlaşmazlık için uluslararası tahkime gitme hakkına da sahip olacaklardır.

Petrol boru hattı yatırımları için en önemli parametre olan boru içerisinden geçecek petrol miktarı (throughput) hakkında, petrolü üretecek şirketler veya boru hattı yatırımcı kuruluşu tarafından herhangi bir garanti verilmemektedir.

Türkiye'nin evsahibi ülke olarak alacağı geçiş bedeli doğrudan akacak petrole bağlı olduğundan, bu hususta, bir garantili ödeme de söz konusu değildir.

Buna karşılık, Türkiye, her şart altında boru hattının güvenliğini sağlamak için garanti vermektedir. Bu tür hususlar, Türkiye'nin pek de lehinde değildir.

Anlaşma kapsamında Türkiye'nin yükümlülük altına girdiği garantiler; ancak, boru hattının evsahibi tarafından üstlenilebilecek olan yükümlülüklerdir. Türkiye, bu projede, petrol şirketlerinin "sigorta şirketi" durumuna da girmiştir.

Evsahibi Ülke Anlaşması kapsamında, yatırımcıların Türkiye'nin kusurundan dolayı maruz kalacakları taşıma zararları Türkiye tarafından karşılanacağı gibi, müteselsilen, petrol satıcılarının ve kuyubaşı üretim için yatırım yapan üreticilerin de zarar ve ziyanları, yine Türkiye tarafından karşılanacaktır. Bu tazminatlar Türkiye'nin altından kalkamayacağı büyük meblağlara ulaşabilir. Hatta, böyle bir anlaşma şartlarında, yatırımcı kuruluşun boru hattını çalıştırmaması halinde daha kazançlı olma ihtimali vardır.

Yatırımcı kuruluş, proje kapsamında Gelir Vergisi ve Katma Değer Vergisinden muaf tutulmaktadır. Hatta, bu muafiyet, proje ömrü boyunca tüm yatırımcı taraflara ve onların mal ve hizmet taşeronlarına da uygulanacaktır.

Evsahibi Ülke Anlaşması kapsamında, Türkiye'den, arazi kullanımı ve diğer muafiyetlerle ilgili çok uzun süreli imtiyazlar alınmaktadır. Projenin ekonomik ömrünün 20 yıl olmasına rağmen, imtiyazlar 40 yıllık süreyle başlayıp ve takip eden sınırsız 10'ar yıllık aralıklarla uzatılacaktır.

Türkiye, Enerji Şartı Anlaşmasını onaylayarak kabul etmiştir. Bakü-Ceyhan anlaşmasında yatırımcılara verilen imtiyazın benzerinin diğer transit enerji hatları geçişlerinde de verilmesi, ileride, âdeta bir örnek olarak kabul edilecektir. Dolayısıyla, bu projede verilen tavizler, bundan sonraki projeler için kazanılmış hak olacaktır.

Evsahibi Ülke Anlaşmasında, ülkelere adil ödemeler yapılmamaktadır. Bakınız, Türkiye'ye 1 037 kilometre için 20 sent ödenirken, Gürcistan'a 225 kilometre için 14 sent ödenmektedir. Gürcistan'a ödenen geçiş ücreti baz alındığında, Türkiye'ye 56 sent ödenmesi gerekecektir. Kerkük'ten 55 sent alınmakta. Türkiye, ilk onaltı yıl için, yatırımcı şirketten, geçiş ücreti olarak, varil başına 20 sent alacak; ortalama olarak günde 500 000 varil; yani, 25 milyon ton/yıl petrol taşıması kabulüyle, yılda ortalama 35 milyon dolar geçiş ücreti -güvenlik önlemleri, servis yolu, karakol güvenlik personeli, devriye hizmeti, gözetleme için- alacaktır ve dolayısıyla, alınan geçiş ücreti, doğrudan bir kazanç değil, verilecek bir hizmetin bedelidir.

Diğer taraftan, Türkiye Cumhuriyeti, her zaman, büyük bir tazminat ödeme riskiyle karşı karşıyadır. Petrol akışından olası bir kesinti nedeniyle, yatırımcı şirketlere ve petrol üreten şirketlere ödenecek tazminat, bu alınan ücretin çok üzerinde olacaktır. Türkiye, yukarıda verilen garanti ve taahhütleri, kendi ülkesindeki boru hatlarına dahi vermemektedir.

Bakü-Ceyhan mutlaka yapılmalıdır; biz, bunu heyecanla savunuyoruz ve heyecanla destekliyoruz; ama, bunu yapıyoruz diye, Türkiye'nin âli menfaatlarını gözardı edemeyiz. Şartnamedeki aksaklıkları, diğer ülkelerin yaptığı gibi, Türkiye lehine düzeltmek durumundayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çetinkaya, süreniz bitti. Size de 1 dakika eksüre veriyorum; lütfen, tamamlayın efendim.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Sayın Bakan, bir de, bugün, Star Gazetesinde bir yazı vardı; diyordu ki: "Rusların yeni oyunları..." Mutlaka konuyu incelemişsinizdir. İnşallah, o şekilde değildir; ama, konu, üzerinde durulması gereken yorumlara sebebiyet verecek bir konudur.

Ben, bunu, burada, zamanınızı almamak için okumuyorum; fakat, bu hususta da, inanıyorum ki, burada, bu konuyu cevaplandırma durumunda, Meclisi aydınlatmış olacaksınız.

Değerli arkadaşlarım, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çetinkaya, süreniz tamamlandı efendim; lütfen, teşekkür eder misiniz...

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Bu proje, Grubumuzca da, büyük bir şevkle desteklenmektedir; ama, konuşmamın arasında da belirttiğim gibi, Türkiye'nin menfaatları, diğer ülke menfaatları nasıl gözetilmişse, gözetilmelidir ve şartnamede, eklerde, mutlaka, Türkiye'nin lehine olacak düzeltmeler yapılmalıdır.

Şimdiden, bu projenin ülkemiz için hayırlı uğurlu olmasını diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çetinkaya.

Şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç; buyurun efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, tabiî, Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetilirken bir İçtüzüğü var. İçtüzüğün 85 inci maddesinde der ki: "Bir kanun tasarısının son oylaması yapılmadan önce, eğer, maddî hata varsa, komisyon veya hükümet onu geri alır ve bunu düzeltir, yeniden Genel Kurula sunar." Biz, bunu söylüyoruz, arkadaşlarımız bizi tehdit ediyorlar.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Hayır efendim, tehdit yok.

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, sizin grubunuz bizi tehdit etti; işte, arkadaşlarınız orada bağırdı... Rica ediyorum...

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Öyle bir şey yok.

KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın, ben, tehditlere pabuç bırakacak bir insan değilim. Ben, bu saatlere kadar, bu milletin hakkını savunmak için burada varım. Rica ediyorum... Doğruları savunmak, eğer, sizin zorunuza gidiyorsa... Yani, bizi kaba kuvvetle durdurmak istiyorsanız, durdurabilirsiniz. Tabiî ki, bizim de bir kişiliğimiz var; biz de, gücümüz yettiği kadar, kaba kuvvete karşı savunabiliriz; ama, yani, ille tehditlerle bu iş olmaz.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Doğru şeyleri konuş...

KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Köse, yani, rica ediyorum... Ben, burada doğruları söylüyorum.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Konu üzerinde konuş.

BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen, bir sataşmaya sebep olmadan...

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, ama, yani, burada doğru söylenen şeyleri... Sayın Nidai Seven beni niye tehdit ediyor, orada, ille böyle yapıyor! Yapmayın böyle.

BAŞKAN – Tamam, yapmayacaklar bir daha; siz konuşmanıza devam edin.

KAMER GENÇ (Devamla) – Biz, burada, doğruları savunuyoruz. İçtüzüğü okuyun, Anayasayı okuyun gelin buraya.

Şimdi, bu Anayasaya gelince...

Sayın Başkan, bu iş sizden kaynaklanıyor. Meclisi doğru yönetseniz bu işler olmaz. Bilgi eksikliği sizden kaynaklanıyor...

BAŞKAN – Sayın Genç...

KAMER GENÇ (Devamla) – Bakana 10 dakika fazla konuşma hakkını veriyorsunuz, milletvekiline gelince, ille... Yani, özellikle biz, buraya, kürsüye çıktığımız zaman, sanki sizin alnınıza kurşun sıkılmış gibi acı hissediyorsunuz. Böyle olmaz yani... Burada, milletvekilleri eşittir, bakanı da eşittir, milletvekilleri de eşittir.

Değerli milletvekilleri, bir anlaşma yapılmıştır; Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye petrol taşıma anlaşması. Bunu alkışlıyoruz. Alkışlıyoruz; ama, göz boyama bir anlaşma. Şimdi, nasıl göz boyama anlaşması...

Biraz önce Sayın Zeki Ergezen burada anlattı. Tamam, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir anlaşma yaparken, karşısında bir konsorsiyum yok. Bu anlaşmayı kim yapacak, kaç liraya yapacak?..

Şimdi, hükümet, bu Bakan, geçmişte mavi akım projesini yaptı... (ANAP sıralarından “Sayın Bakan diyeceksin” sesleri, gürültüler)

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – “Bu Bakan” değil, “Sayın Bakan” diyeceksin!..

KAMER GENÇ (Devamla)  – Bir dakika efendim...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – “Sayın Bakan” diyeceksin! Öyle konuşamazsın!..

KAMER GENÇ (Devamla) – Konuşma be! Konuşma oradan! Konuşma!

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – “Bu” diyemezsin! “Sayın Bakan” diyeceksin!

KAMER GENÇ (Devamla) – Seni ilgilendirmez! Çok ileri gidiyorsun konuşmaya çıktığım zaman...

BAŞKAN – Sayın Genç...

KAMER GENÇ (Devamla) – Otur yerine!.. Otur yerine!.. Otur!..

BAŞKAN – Sayın Genç, konuşma üslubunuza...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) –”Bu Bakan” diyemezsin! “Sayın Bakan” diyeceksin!

KAMER GENÇ (Devamla) – “Bu bakan” derim, seni ilgilendirmez! Bu, benim hitap tarzım...

BAŞKAN – Sayın Genç!.. Kendinize gelin Sayın Genç!..

KAMER GENÇ (Devamla)– Şimdi, Mavi Akım Projesinde...

BAŞKAN – Sayın Genç, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kürsüsünden konuşuyorsunuz, burası sokak değil!.. Lütfen hitabetinize dikkat edin...

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, yani, bir grup başkanvekili kürsüde konuşan insanlara saygı duymalıdır. Hep beni burada tehdit etmeye kimin hakkı var burada?!

BAŞKAN – Sizi kimsenin tehdit falan ettiği yok...

KAMER GENÇ (Devamla) – Ben, burada, bir milletvekiliyim ve beni onurlu bir halk buraya göndermiştir...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – “Sayın Bakan” diye hitap edeceksin!..

KAMER GENÇ (Devamla) – Ben, burada müteahhitlerin hakkını savunmuyorum!..

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) –  “Sayın Bakan” diyeceksin!..

KAMER GENÇ (Devamla) - Ben, burada hırsızların hakkını savunmuyorum!.. Rica ediyorum.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Hırsızlık varsa, sendedir!..

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, değerli milletvekilleri, Mavi Akım Projesinde, gidildi, Rus şirketiyle bir anlaşma yapıldı ve orada müteahhit firma belirlendi. Niye belirlendi; efendim, müteahhit firmaya sağlanan imkânlardan, hükümet... Bakın, bu mavi akım projesine kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisi anlaşmaların metnini incelemiyordu. Zannediliyordu ki, hükümet, bu anlaşmaları, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin menfaatlarını koruyarak, buraya getiriyor; fakat, o Mavi Akım Projesinde, hükümet, Meclise bir oyun oynadı. Niye; tuttu, gitti, Rus şirketiyle anlaştı, Türkiye'deki müteahhidi de belirledi.

Şimdi, bu anlaşmada da, hükümet, kendi üzerindeki sorumluluğu atıyor. Nasıl atıyor; diyor ki: "Efendim, yani, bir anlaşmayı Meclis onaylasın, bu konsorsiyumu da Meclis belirlesin."

Peki, hükümet olarak icranın sorumluluğu... Yani, bunun usulü şu: Meclis olarak biz, Anayasaya göre anlaşmayı imzalayacağız; ama, bu anlaşmanın müteahhitlik faaliyetlerinin, konsorsiyumunun muhatabı kim ise, onu, icra olarak hükümet alacak üzerine.

Yarına, biz, Meclis olarak bu anlaşmayı imzaladık; hükümet de bir konsorsiyum bulmadı, ondan sonra da, herhangi bir ihale de yapılmadı. O zaman ne diyecek: "Kardeşim, siz, Meclis olarak bu anlaşmayı böyle onaylamasaydınız..."

Şimdi, Mavi Akım'da ne diyor: "Efendim, biz, Mavi Akım'ı Meclisten geçirdik. Müteahhit firmayı, siz, kabul ettiniz." Efendim, Rus şirketine dediniz ki, siz bunu verdiniz diyor. Tabiî ki, hakikaten, o zaman, Meclis, bunun farkına varmadı; ama, bu anlaşmada da, yine Meclise bir oyun oynanıyor. Bu anlaşma, gerçekten güzel bir anlaşma; burada, petrol taşıması var.

Bakın, geçen gün bir gazetede, Melih Aşık'ın köşesinde, Bakanla ilgili bir yazı var. Birisi Bakana "Türkiye'nin doğalgaz ihtiyacı ne kadar" diye soruyor,  "efendim, 55 milyar metreküp" diyor. Devlet Planlama Teşkilatı ne diyor 25 milyar metreküp diyor. "Sayın Bakan, şimdi, Devlet Planlama Teşkilatı '25 milyar metreküp' diyor; siz '55 milyar metreküp' diyorsunuz. Bu fark nereden geliyor?" diyor. Sayın Bakan da diyor ki: "Efendim, Dünya Enerji Komisyonunun Türkiye için belirlediği bir rakamdır bu." Sonra, Dünya Enerji Komisyonuna soruyorlar. Onlar da "hayır efendim, bizim, Türkiye'nin doğalgaz ihtiyacı için böyle bir incelememiz yok. Türkiye bize 'bizim doğalgaz ihtiyacımız bu' dedi, biz de onu öyle kayıtlara geçirdik" diyorlar.

Şimdi, bakın, düşünebiliyor musunuz; yani, Türkiye Cumhuriyetinin Devleti, gidiyor, Rusya'yla 30 milyar metreküp doğalgaz anlaşması yapıyor; Türkiye'nin Devlet Planlama Teşkilatı diyor ki, benim ihtiyacım 25 milyar metreküp...

Şimdi, değerli arkadaşlarım, kimsenin kimseyi kandırmaya ihtiyacı yok; kimse kimseden daha vatansever değil. Çıksın, burada, hükümetiniz, bunun doğrusunu söylesin. Hakikaten, Dünya Enerji Komisyonu, Türkiye'nin doğalgaz ihtiyacı için bir inceleme yapmış mıdır yapmamış mıdır?..

Bakın, ANAP iktidarı zamanında, 9 tane doğalgaz şebeke ihalesi yapılmış ve 170 milyon dolar da avans verilmiş. Ne zaman; 1998 yılında verilmiş, 1998-1999 yılında. Hani gaz; gaz yok. Niye; efendim, biz bu ihaleleri yapalım da -yüzde 15 de, tabiî, avans vermişler- sonradan, gaz gelince dağıtımını yaparız...

Değerli milletvekilleri, bakın, şimdi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vatandaşları işsiz, güçsüz, aç, çıplak; üniversiteyi okuyan gençlerimiz iş bulamıyor, sokakta her türlü sefaletin içinde; birkaç tane müteahhit firmasına iş bulmak için, peşin avans vermek için, yandaşlarımıza, tutuyoruz, 170 milyon dolar sırf avans veriyoruz... Daha kazma vurmamışlar bunlar! Ama, bu olmaz ki değerli milletvekilleri.

Biz, bunları söylediğimiz zaman, tabiî ki, menfaatı haleldar olan insanlar bundan rahatsız olabilir; ama, her şeyin doğrusunu yapmak zorundayız. Yapamazsak kim zarar görür; tamam, bugün gücünüz yeter bizi susturmaya, belki burada gücünüz yeter; ama, halkı susturmaya gücünüz yetmez; onu, özellikle bilmenizi istiyorum.

Bu anlaşma, gerçekten, yerinde bir anlaşma; ama, peki, doğalgaz anlaşması nerede? Petrol taşıma anlaşmasıdır. Tabiî ki, boğazlarda petrol taşıması için bu anlaşmayı yapıyoruz da, Bakü-Ceyhan Mavi Akımın bir alternatifi bir de doğalgaz anlaşması vardı. Çıksın Sayın Bakan; onu niye yapmadılar?.. Buna, güya, Amerika destek vermişti.

Şimdi, değerli milletvekilleri, maalesef, dünyada, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tek başına kalan bir ülkedir. Bu tek başına kalmasının nedeni de, basiretsiz yöneticilerin sayesinde olmuştur. Biz, Amerika'dan daha fazla Amerikancıyız, İngilizlerden daha fazla Amerikancıyız, bilmem, Almancılardan daha fazla Almancıyız.

Körfez Savaşı çıktı, kim bize dedi ki, git, bilmem, petrol boru hattının hemen vanasını kapat?! Bizim zararımız ne kadar?.. Ben Meclis Başkanvekiliyken, her Avrupa ülkesine gittiğim zaman, arkadaş, bizim burada 35 milyon dolar zararımız var, ödeyin; biz burada dünya barışına katkıda bulunuyorsak bunun bedelini ödeyin bize... Ama, bizim yöneticilerimiz böyle değil ki!.. Bizim yöneticilerimiz, efendim, yok, bu benim dostumdur; yok, Bush benim dostumdur; yok, bilmem, Clinton benim dostumdur...

Değerli arkadaşlarım, biz kendi kişiliğimizi korumazsak, bu Meclisten geçen kanunları enine boyuna tartışmazsak, ülkemizin ve milletin menfaatlarını uzun uzadıya tartışmazsak, bu millete faydadan ziyade zarar vereceğiz. Türk Halkını lider ülke olma durumundan çıkarıp, maalesef, köle ülke haline çevireceğiz. Bizim istediğimiz bu. Siz eğer daha iyi doğruları biliyorsanız çıkıp burada konuşun, bunları söyleyin. Siz söylediğiniz zaman biz bundan gurur duyarız. Kimseye karşı da bir kinimiz yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Genç, süreniz tamamlandı efendim.

Size de 1 dakika süre veriyorum, lütfen, tamamlayın.

Buyurun.

KAMER GENÇ (Devamla) – Burada 9,5 dakika var Sayın Başkan, niye... (Gülüşmeler)

Değerli arkadaşlarım, gülüyorsunuz; ama, Meclis kürsüsünde oturan Başkanvekili keyfî olarak dakika belirlerse benim de bunu söyleme hakkım var. Onun için, rica ediyorum, şu Meclisi usulüne göre yönetin. Ha, kimse de... Herkes de hakkına razı olur. O bakımdan...

Sayın milletvekilleri, ben zaten maddeler üzerinde de söz aldım.

Bakın, her vesileyle kendi bölgemdeki sıkıntıları dile getiriyorum; o insanların açlığını, sefaletini dile getiriyorum; ama, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ekonomik yönden gerçekten güçlü bir devlet. Gerçekten güçlü bu devlet; ama, bu devletin kaynaklarını, üç beş hırsız götürüyor, hatta TIR'larla yurt dışına götürüyor. Türkiye'de, çıksalar, şu Kızılay meydanında o paraları halka dağıtsalar kimisi gider fırından ekmek alır yer, lokantada yemek yer, elbise alır piyasaya bir canlılık gelir. Bunu götürüyorlar, yurtdışına götürüyorlar. Bu, Türkiye Cumhuriyeti Devletine yapılan en büyük kötülüktür.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) – Maddelerde de konuşacağım.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Peki efendim.

Sayın Bakanın söz talebi vardır.

Buyurun efendim.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri önce saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, bu tasarımızın, bu anlaşmamızın Dışişleri Komisyonunda ve Enerji Komisyonunda görüşülmesi esnasında verilen katkılardan ve desteklerden dolayı komisyon üyesi arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Her iki komisyondan da oybirliğiyle geçerek huzurunuza gelmiştir.

Bütün konuşmacılar -özellikle grup adına konuşan konuşmacıları kastediyorum- kendi pencerelerinden belli hususları dile getirmişler; ama, neticede, bu anlaşmaya oy vereceklerini belirtmişlerdir. Netice itibariyle, Meclisimizden bir konsensüs içinde geçecektir ve Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi, böylesine önemli, tarihî bir uluslararası anlaşmayı bu akşam onaylayacaktır diye düşünüyorum.

Tabiî, Türkiye'nin, uluslararası platformda şimdiye kadar yaptığı ilk anlaşmadır. Türkiye, şimdiye kadar böylesine bir anlaşmanın altına imza atmamıştır; doğrudur; biz, hükümet olarak bu anlaşmanın altına imza attık.

Bu anlaşma yapılana kadar üç yıl süre geçti. Sayın Ergezen belirtti, biz, anlaşmanın bütün eklerini Meclis Başkanlığımıza arz ettik; ama, doğrudur, bizim, madde madde, hüküm hüküm üç yıl uğraştığımız ve Enerji Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Orman Bakanlığı, Çevre Bakanlığı, Hazine, Maliye, İçişleri, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü gibi, hemen hemen, devletimizin anlaşmayı ilgilendiren bütün kuruluşlarının üst düzey temsilcilerinin de hazır bulunduğu çalışma komisyonu, Azerbaycan'la, Gürcistan'la ve muhtemel yatırımcılarla bu işleri görüşerek bu noktaya çekmiştir.

Şimdi, burada söylenen şeyler, önce içimizi ferahlatıyor, daha sonra da, maalesef, yine, bizim içimizi karartıyor.

Türkiye'nin yalnız kalmasından, Türkiye'nin yalnız kalma ihtimalinden bahsedildi. Aslında, bu anlaşma, başlı başına, Türkiye'nin yalnız olmadığının, Türkiye'ye verilen önemin en güzel işaretidir.

Şimdi,  arkadaşların cevaplandırılmasını istedikleri soruları biraz daha aza indirebilmek bakımından, notlar dağıttım; ama, anladım ki, bizim dağıttığımız notlar, bizim vurguladığımız hususlar, tam, yeteri kadar incelenmemiş, dikkate alınmamış.

Şöyle düşünebiliyor musunuz: Bu, boru hattı tamamlandığında -boru hattının değeri 1,3 milyar dolar, biz, bunu yapmayı taahhüt ediyoruz; ama-netice itibariyle, 1 milyon ton petrol boru hattının içerisinde, 1 milyon ton Ceyhan'daki terminalde petrolümüz olacak. Böyle bir kapasite, Türkiye sınırları içerisinde bulunacak ve bunun değeri de 350 milyon dolar.

Taşıma ücretlerine değinildi. Tabiî, başlangıç ücretleri söyleniyor burada. Niye sondaki ücrete bakılmamış; yani, 20 sentle başlayan ücret, 55 sentle bitiyor, 80 sentlere doğru... Elinizdeki notlarda var; onun için detaya girmek istemiyorum. Nihai sonucu, 300 milyon dolarlık yıllık bir gelir getiriyor. Doğrudur, Irak boru hattını Türkiye inşa etmiştir ve bütün riskler Türkiye'nin sırtındadır; ancak, Türkiye'nin, herhalde, yalnız bir ülke olmadığını, netice itibariyle, altına imza attığı anlaşmalara bağlı kalmak durumunda olduğunu, Birleşmiş Milletlerin bir üyesi olarak, şimdiye kadar, ülkesel birtakım taahhütlerin altına girdiği gibi, uluslararası yükümlülüklerini de her zaman yerine getirdiğini de ifade etmemiz gerekiyor.

Bu boru hattının inşaı esnasında, bu boru hattının anlaşmasının imzalanması esnasında, bu anlaşmanın hayata geçirilebilmesi noktasında karşılaşılanları biliyorsunuz. Burada, tam ifade etmekten çekiniyorum; ama hakikaten, acımasız bir rekabet vardı. Yani, Hazar Bölgesindeki bu petrol Batı'ya taşınacaktı. Bu petrolün bir ekonomik değeri olabilmesi için Batı'ya taşınması gerekiyordu. Bu petrolü Batı'ya taşımak için doğal olarak kabul edilen yol, işte Karadenize indirilsin, Karadenizden de Boğazlar kanalıyla Akdenize indirilsin, piyasaya çıkarılsın idi. Karadenizin ekolojik dengesinin önemini, burada, kimse yok diyemez. Tarih ve kültür varlığı, dünya varlığı olmuş Boğazlarımızda bu petrolün taşınması esnasında ortaya çıkacak riskleri, kimse yok farz edemez; Türkiye, bugünlere, bu yangınları, bu acıları yaşayarak geldi ve Bakü-Ceyhan, bir yandan Karadenizi by-pass edecek, bir yandan Türk Boğazlarını by-pass ederek gelecek bir proje. Türkiye bakımından bir başka önemi de burada projenin. Biz, Bakü-Ceyhan'ı gerçekleştiriyoruz; ama, diğer yandan, Boğazlarımızdaki riski minimize etme imkânına sahip oluyoruz, Karadenizdeki riski minimize ediyoruz.

Peki, Bakü-Ceyhan, hiç rakibi olmayan, herkesin yapmak için yarıştığı bir proje miydi, yoksa çok ciddî projelerle rekabet etme durumunda mıydı? Yine, size dağıttığımız notlarda, bunlar çok net bir şekilde gözüküyor; yani, burada, çok ciddî bir mücadele yapıldı. Tabiî ki, Türkiye, bu projenin yapılmasını teşvik etmek durumundaydı. Türkiye, bu boru hattının kendi sınırlarından geçmesini sağlayabilmek noktasında bazı fedakârlıklar yapacaktı; ama, biz, hükümet olarak, bu fedakârlıkların yapılmasını göze alırken, bu teşvikleri sağlarken, Türkiye'nin menfaatlarını bir kenara atmış; hatta, burada, bazı ifade edildiği gibi, ileride Türkiye'nin zararına olacak birtakım hususları, sadece ve sadece, bu proje Türkiye sınırları içerisinde olsun diye kabul etmiş falan değiliz. Burada, birtakım yanlış değerlendirmelere sebebiyet vermemek için, bütününü net olarak ifade edersem, herhalde 20 dakikalık süre değil, 2 saatlik süre de yetmeyecek. Can alıcı noktaları söylemek istiyorum.

Şimdi, her anlaşmada olduğu gibi fors majorler var... Deprem, toprak kayması, siklon, sel, yangın, yıldırım, volkanik hareketler, diğer benzeri tabiî olaylar, Türkiye'nin başlatmadığı savaşlar... Eğer Türkiye'nin başlatmadığı bir savaş nedeniyle bir risk doğarsa, Türkiye, bu riske katlanmayacak ki. Uluslararası ambargolar nedeniyle de; yani, Irak boru hattı emsal gösterilerek... Haklı bir endişe diye katılıyorum. Biz de rahatsızız. Boru hattımız var; niye biz bu petrolü istediğimiz gibi akıtmayalım.

Uluslararası ambargolar da bir fors major kabul edilmiştir anlaşmada; yani, Türkiye, bir savaş hali veya bir ambargo nedeniyle herhangi bir tazminat ödeme yükümlülüğünde değildir.

Burada, BOTAŞ müteahhit olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin yüklendiği bir sorumluluk yoktur. Bizim yaptığımız, müteahhit BOTAŞ'a Hazine garantisi vermektir. BOTAŞ'ın yapacağı iş şudur: Sabit bir fiyatla, 1 milyar 300 milyon dolar fiyatla, bu boru hattını inşa etme taahhüdünde bulunmuştur. Eğer, 1 milyar 300 milyon dolara inşa edemezse, aradaki farkı ödemeyi taahhüt etmiştir. Türkiye, burada, bir finans mükellefiyetinde değildir. Bu boru hattını finanse edecek olan yatırımcı kuruluştur. Burada, bir finans riskinden, Türkiye'nin sırtına yüklenecek bir yükten bahsetmek söz konusu değildir. Arazi temini noktasında garanti verilmiştir. Türkiye, bu boru hattının geçeceği kara parçasıyla ilgili sabit bir fiyat vermiştir; yani, ileride açılacak olan tezyidi bedel davaları ve bu fiyatın artmasına karşılık doğacak birtakım mükellefiyetler noktasında sabit bir fiyat vermiştir. Peki, bunu, biz, tespit ederken, bu fiyatı verirken, acaba, bu boru hattının geçeceği bölgeler ve buradaki arazi değerlerini hiç mi değerlendirmedik, göz ardı mı ettik... İstimlak bedeli olarak 99 milyon dolar tespit edilmiştir. Burada verilen garanti şudur: Eğer, 99 milyon dolara bu istimlakler yapılamazsa, bunun üstündeki kısım Türkiye tarafından karşılanacaktır.

Türkiye'nin, bu boru hattının yapımı konusunda getirdiği cazibeler, hazırladıkları bunlardır.

Efendim, burada, Meclisten kaçırılan, Meclisten gizlenen konulardan, Meclise oynanan bir oyundan bahsediyorlar. Ben, aslında, bu akşam, ümit ediyordum, arzu ediyordum, diyordum ki, Meclisimiz, bu anlaşma konusunda mutlaka ki hassasiyetini dile getirecektir; ama, hiç olmazsa, bu milletvekili diyeceğimiz arkadaşımızın da, her zaman alışkın olduğumuz mesnetsiz, desteksiz birtakım suçlamalarına hedef olmayacaktır, hiç olmazsa bu nezahet bozulmayacaktır diye düşünüyordum; ama, alışkanlıklardan insanların kurtulması mümkün değil; şüphelerden, şeklerden, karalamalardan uzaklaşması mümkün değil.

Yatırımcı ve devletlerin, yani, bu anlaşmanın, sadece tek taraflı bir fesih hakkı varmış, Türkiye'nin böyle bir hakkı yokmuş tarzında bir değerlendirme yapıldı. Her iki tarafın da, anlaşmayı, anlaşmada belirtilen şartlar itibariyle, net bir şekilde feshetme hakkı vardır. Türkiye'nin, hangi durumda ve şartlarda tazminat ödeme mecburiyetinde kalabileceği, yine bu anlaşmalarda belirlenmiştir. Bu anlaşmayla, bu boru hattıyla, Türkiye, büyük çapta –eğer tahmin edilen rezervler doğru çıkarsa– kendi petrolünü taşıyacaktır. Türkiye'nin, Azerbaycan petrolleri üzerindeki hakkı sadece yüzde 5 değildir. Önce yüzde 5 olarak alınmıştır, doğrudur; arkadan, 1,75 daha eklenmiştir, 6,75 olmuştur; ama, daha sonra, benim dönemimde imzalanan anlaşmalarla, Şah Deniz Projesinde yüzde 9, Kurdaşı'nda yüzde 5, Alov'da yüzde 10'luk yeni hisseler alınmıştır ve Türkiye'nin, burada 150 milyon metreküplük bir hampetrol sahibi olma ihtimaline göre konuşuyoruz. Yurt içinde de 30 milyon ton hampetrolü muhafaza etme imkânımız olacaktır. Bunlar, bizim için sevinilecek şeylerdir; ama, sanırım ki, bilgilendirmede noksanlıklar olduğu için, burada birtakım, bu manada şüpheler dile getirildi.

Saat çok ilerledi, arkadaşlardan da ikazlar alıyorum. Deniliyor ki, bu saatte çok fazla uzatıyorsun; ama, yine, hiç olmazsa vaktimi bitirmek dileğindeyim.

Şimdi ne olacaktır? 29 Mayıs, bu yatırımcılar için tespit edilmiş, müracaat için tespit edilmiş bir süreydi. Yani, petrolü olup taşıtmak isteyenlerin, bu boru hattına yatırım yapmak isteyenlerin müracaat ettiği bir başlangıç tarihiydi. O gün yapılan sunuşa 27 dev şirket katıldı ve gazetelerimizde de "Bakü-Ceyhan'a büyük ilgi", "dünya Bakü-Ceyhan'ın peşinde", "Bakü-Ceyhan kapış kapış" tarzında değerlendirmelere muhatap oldu. Tabiî, sadece, bunları gözardı edip, bunları görmeyip, belli organlarda belli maksatlara yönelik çıkan değerlendirmeleri esas alarak konuşmak da hakkaniyete pek uygun düşmüyor.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerimi daha fazla uzatmak istemiyorum. Her zaman, burada ileri sürülen birtakım iddialara, düşünülen, akıldan geçen birtakım şüphelere, her halükârda, her zeminde, her şekilde cevap vermek arzusunda olduğumuzu ve bunun yapılmasının da doğru olduğu kanaatinde olduğumu bir kere daha tekrar etmek istiyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu anlaşmaya vereceği desteğe şimdiden teşekkür ediyorum.

Bu akşam alınacak, bu geç saatlerde alınacak karar, Türkiye'nin en azından geriye doğru yaptığı anlaşma nedeniyle elli altmış yılını etkileyecek; ama, çalışan, rantabl bir hat olması nedeniyle, belki, yanına bir ikinci hattın yapılmasını sağlayabilecek ve 21 inci Yüzyılda Türkiye'nin Doğu-Batı arasındaki enerji koridoru olmasını bir kere daha tescil edecek bir anlaşmaya oy vereceksiniz. Bu tarihî anlaşmaya oy verebilmiş olmaktan dolayı da ömür boyu hep birlikte onur duyacağımızı belirtir, sizleri saygıyla selamlarım. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına, Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

YAKUP BUDAK (Adana) – Sayın Başkan, sayın üyeler; Türkiye, Gürcistan, Azerbaycan arasında petrol taşımacılığıyla ilgili yapılmış olan anlaşmanın onaylanmasına dair kanun tasarısı üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten, 20 nci Yüzyıl, enerji politikaları açısından, ülkeleri en fazla uğraştıran, ülkeler arasında en fazla savaşlara neden olan konuların başında gelmiştir. Birinci Cihan Harbine bakacak olursak, İkinci Cihan Harbine bakacak olursak, tarihçilerin diğer bir ifadesiyle, birinci paylaşım savaşına, ikinci paylaşım savaşına bakacak olursak, aslında, toprakların paylaşılmasından daha önce enerji kaynaklarının paylaşılması hedeflenmiştir. Şimdi, 20 nci Asrın sonlarında, 21 inci Asra girerken de, yine, yeryüzündeki çatışmalara baktığımızda, savaşlara baktığımızda, hep bu paylaşımın söz konusu olduğunu görüyoruz. Elbette, Türkiye, bulunduğu bölge itibariyle, bulunduğu konjonktür itibariyle de, bu olayların dışında kalamazdı ve Rusya ile ABD arasındaki petrol savaşlarında, belki Washington'la birlikte olabilmenin bir meyvesi olarak da bakabileceğimiz bu anlaşma, inşallah, hayırlı neticeleri de beraberinde getirir diye düşünüyoruz.

Şüphesiz ki, Türkiye'nin böylesine yapabileceği anlaşmalara kişilerin karşı çıkması, arkadaşlarımızın karşı çıkması mümkün değil; ama, önemli olan, yapılan işlerin, usul açısından da, maliyet açısından da, sosyal fayda açısından da üzerinde değerlendirilmesi, eleştirilerin yapılması, daha güzel yapılabilmesi için fikirlerin ortaya konulması da kaçınılmazdır.

Görebildiğimiz kadarıyla, Türkiye'nin ticarî ilişkilerinin düzenlenmesinde, siyasî ilişkilerinin düzenlenmesinde, hükümet içerisinde bir mutabakatın olmadığını görüyoruz. Hükümet, bu Mecliste, bu kürsüye geldiğinde, özellikle Dışişleri Bakanımız "iki tane büyük hedefimiz vardır: Bunlardan bir tanesi, Avrupa Birliğine girmek; ikinci hedefimizse, bulunduğumuz bölgede önder, lider ülke ve özellikle, Türk cumhuriyetleri konusunda önderlik yapma noktasında amacımız vardır" diye burada iki amaçlarını ortaya koymuşlardı. Üçüncü amaç olarak da, komşularıyla daha fazla ticaret hacmini geliştirebilmek için yapılacak çalışmaları ifade etmişlerdi.

Görebildiğimiz kadarıyla, bu politikanın bir ayağı kör topal gitmektedir. Dışişleri Bakanlığımız, özellikle Batı'yla iyi ilişkiler kuracağız derken, Yunanistan'la flört yaparken, aynı zamanda, Türkî cumhuriyetlerin de ihmal edildiğini görüyoruz. Her ne kadar, Azerbaycan'la bu anlaşma yapılmışsa da, bu anlaşmanın yapılmasına imza atanlardan Sayın Aliyev'in şöyle bir ifadesi vardı: "Biz, elbette ki, Hazar petrollerinin, Azerbaycan petrolünün Türkiye'ye akıtılması noktasında hemfikiriz; ama, bu noktada karar verecek, bunu uygulamaya geçirecek olan da, bu petrolleri işleyecek olan ve işlemek üzere kurulmuş olan konsorsiyumdur." Bu konsorsiyumun da portresine baktığımız zaman, bu konsorsiyumun oluş biçimine baktığımız zaman ve değişik zamanlarda bu konsorsiyumu oluşturan firmaların ve ülkelerin tavırlarına baktığımız zaman da, bu noktada ortada ciddî sıkıntıların da olduğu bir gerçektir. Bunun için de, hükümetimiz, belki üç dört senedir işin lafını yapıyor; üç dört senedir, sadece, konuşulanları Mecliste onaylatmak suretiyle de, bu noktada yeni bir adım atmanın gayreti içerisinde bulunuyor. Umarız ki, yapılan bu anlaşmalar kâğıt üzerinde kalmaz; umarız ki, Türkiye'nin bölgedeki etkinliğini, çıkarlarını, Türkî cumhuriyetlerle olan bağlarını artırır.

Şimdiye kadar uygulanan politikalarda, maalesef, Rusya, bölgede uyguladığı sürekli istikrarsızlık politikalarıyla, Türkiye'nin Kafkaslardaki ve Türkî cumhuriyetlerdeki politikalarının önünü kesmek istemiştir. Türki cumhuriyetlerdeki birtakım liderler ile Türkiye'nin arasının açılması, Kafkaslarda önce Azerbaycan-Ermenistan savaşı, arkasından Gürcistan ve Abhazya'yla ilgili anlaşmazlıklar, daha sonra Çeçenistan'daki anlaşmazlıklar, hep, Türkiye'nin bölgedeki hedeflerini gerçekleştirmesini engellemek, politikalarının önünü kesmek için olmuştur.

Şimdi, bu anlaşma yapılmaktadır. Bu anlaşmanın imzalanması da, özellikle Mavi Akım Projesinin hayata geçirilmesinden sonra meydana gelmiş olması da oldukça dikkat çekicidir. Onun için, Dışişleri Bakanlığımız ve özellikle Türkiye'nin dış ticarî ilişkileriyle ilgili bakanlıklarımız, dışilişkilerle ilgili politikaları birlikte yürütmekle mükelleftirler. Maalesef, dışarıdan bakıldığında, içeriden bakıldığında, bütünlüğün olmadığını görüyoruz. Dışişleri Bakanlığımızın Avrupa'da birtakım gayretlerin, çalışmaların içerisinde olduğuna iri gazetelerin, medyanın manşetlerinde yer verilirken, Türkiye, maalesef, Avrupa Birliğine giriş noktasında ciddî sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır. İşte, iki gün önce Portekiz'de toplanan Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliğinden, Türkiye dışlanmıştır; Türkiye'ye birtakım tavsiyelerde bulunulmuştur. Dolayısıyla, Yunanistan'la yapılan flört, maalesef, iyi neticeler vermemiştir. Onun için, Türkiye, hedeflerini tekrar gözden geçirmek, tekrar değerlendirmek mecburiyetindedir.

Doğalgaz ve petrol boru taşımacılığında, bunun yanında, bölgenin kaynaklarının değerlendirilmesinde ve Türkiye'nin bölgedeki etkinliğinin artırılması noktasında da gerekli çalışmaların yapılmadığını görüyoruz. Özellikle, bundan yirmi gün kadar önce Alma Ata'da Türkî Cumhuriyetlerin güvenliğiyle ilgili bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere çağrıldığı halde, Türkî Cumhuriyetler çağrıldığı halde, Türkî Cumhuriyetlerle ilgili politikaların belirlenmesinde ciddî bağlarımızın olduğunu söylediğimiz ülkeler, maalesef, Ortaasya'nın güvenliği, bir bakıma, Türkiye'nin güvenliğinin devamı olacak bölgelerdeki güvenlik ve işbirliği toplantılarına davet edilmemiştir. Dolayısıyla, Dışişleri Bakanlığımız, Yunanistan'ın gönlünü yapacağız derken, Ortaasya'yı unutmuştur, Türk Cumhuriyetlerini unutmuştur. Maalesef, petrol politikalarında da Rusya'ya bağımlı hale gelmişizdir.

Onun için, önümüzdeki yapılacak anlaşmaların muhtevası itibariyle, yapılacak ülkelerin tespiti itibariyle, petrol politikalarımızı, enerji politikalarımızı tekrar gözden geçirmek mecburiyetindeyiz. Şayet, bu, gözden geçirilmezse, önümüzdeki dönemlerde Rusya'nın bölgesel olarak içerisine girebileceği sıkıntılardan da Türkiye'nin ciddî anlamda etkilenmemesi mümkün değildir.

Bunun yanında, ABD ve İsrail, Türkiye'yi bölgede bir yalnızlaştırma politikası izlemektedir. Dikkat edecek olursak, gazete manşetleriyle, Türk dış politikası yönlendirilmeye, hatta Cumhurbaşkanının gezileri tespit edilmeye çalışılmaktadır. Bu, Dışişleri Bakanlığımızın ortaya koymuş olduğu stratejilere de aykırıdır, Türkiye'nin çıkarlarına da aykırıdır ve Türkiye'nin gelecekteki hedeflerine de aykıdır. Onun için, Dışişleri Bakanlığı, maalesef, bu noktada, Türkiye'nin, Türkiye'nin geleceğiyle ilgili projelerde, Türkiye'nin menfaatlarıyla ilgili projelerde ABD'nin önderliğinde ve İsrail'in yönlendirmesiyle politikalar geliştirmektedir ve Türkiye, komşularıyla, bu noktada ilişkilerini düzelteceği yerde, ticaret hacmini artıracağı yerde, bölgede huzurun, barışın ve sosyal kalkınmanın ve demokrasiyi geliştirme noktasında katkıda bulunacağı yerde, maalesef, sadece tek gözlükle, atgözlüğüyle meselelere bakmakta, bu da, Türkiye'ye ve Türkiye'nin gelecekteki hedeflerine zarar vermektedir. Onun için, Dışişleri Bakanlığımız ile Enerji Bakanlığımızın işbirliği içerisinde, ticarî ilişkilerimiz ile siyasî ilişkilerimizi dengeli bir biçimde götürmeleri de gerekmektedir.

Sayın Bakan, gerçekten, buraya çıktığında, o kadar rahat anlatıyor ki; halbuki, biz, Türkî cumhuriyetlerde, Sayın Bakanın içerisine düşmüş olduğu durumları da çok iyi biliyoruz.

Maalesef, Türkî cumhuriyetlerle ilgili politikalarımız neyle yürütülmektedir; folklor ekibiyle yürütülmektedir, özel teşebbüsümüzün manken etkinlikleriyle yürütülmektedir. Bundan dolayı da netice alınamamaktadır. Onun için, Türkiye, dışpolitikasını, mankenlerle, folklor ekipleriyle veyahut da Sulukule ekipleriyle değil, ciddî projelerle ortaya koymak mecburiyetindedir. Azerbaycanlı bir yetkili aynen şu sözlerle bize bir ifadede bunmuştur ki, yüreğimizi yakmıştır: "Kardeşim, sizin yetkilileriniz geliyor, folklor ekibiyle geliyor; halbuki, Almanlar, Fransızlar, İngilizler çantalarında paraları ve projeleriyle geliyorlar. Bıktık artık sizin şu folklor ekiplerinizden."

Onun için, biz, Türkî cumhuriyetlere açılırken, Rusya'nın boyunduruğundan kurtulmuş olan Türkî cumhuriyetlere açılırken, elbette kültürümüzü de, elbette külterel zenginliklerimizi de götüreceğiz; ama, dünyanın değişen şartlarına, dışpolitikanın etkinliklerine, Türkiye'nin gelecekteki hedeflerine ve çıkarlarına da uygun şekilde hareket etmemiz lazım geldiğini ifade etmek istiyorum.

Bu hükümetin üç yıllık uygulamış olduğu politikalar, maalesef, Türkî cumhuriyetlerde iflas etmiştir; Türkî cumhuriyetlerin güvenliğiyle, gelişmesiyle ve Rusya'yla bağlantılarının zayıflatılma noktasında da yeterli olamamıştır. Bu ülkeler, Türkiye'den daha ziyade, Rusya'ya ve Putin'e güvenir hale getirilmişlerdir. Onun için, Türkî cumhuriyetlerin yetkililerinden biri Moskova'ya gidiyor, biri Moskova'dan geliyor. Putin, Azerbaycan'a, Özbekistan'a ve Türkmenistan'a sık sık ziyaretler yapmak suretiyle... O cumhuriyetleri de Putin'e mahkûm etmenin, maalesef, sıkıntısını yaşıyoruz. Onun için, dışpolitika belirlenirken...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Budak, teşekkür ediyorum efendim.

YAKUP BUDAK (Devamla) – Sayın Başkan, sözlerimi tamamlayayım...

BAŞKAN – Tamamlayın bakalım efendim.

Buyurun.

YAKUP BUDAK (Devamla) – Onun için, maalesef, arkadaşlar, gazete sayfalarına baktığımız zaman, Sayın Bakanın gösterdiği kadar... Sayın Bakan da kitabın hep bir sayfasını okuyor, gazetelerin hep bir sayfasını okuyor. Sayın Bakana tavsiye ediyoruz, bütün sayfaları, ve dış politikadaki gelişmeleri bir bütünlük içerisinde değerlendirsinler.

Saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Budak.

Sayın Bedük, sorunuzu yöneltebilirsiniz efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkanım, delaletinizle, Sayın Bakanıma şu sorularımı tevcih etmek istiyorum.

Bakü-Ceyhan hampetrol boru hattı anlaşmasının imzalanmasından memnuniyet duyuyoruz; ancak, tereddütlerimiz ve sorularımız şunlar:

Birinci sorum: uluslararası anlaşmaların ek protokolü, bizim hukukumuzda, pek teamülden değildir bir kanunla geçmesi. Görülüyor ki, bu şartnamenin ekinde fazla miktarda protokol vardır. Bu protokolün getirilmesinin nedenleri nelerdir; bir zorunluluk mudur, yoksa sadece Türkiye'ye mahsus getirilen bir husus mudur?

İkinci sorum: Yine, bu anlaşmayla ilgili taraf olan diğer ülkeler; yani, Gürcistan ve Azerbaycan'daki anlaşmaların altında da aynı mahiyette ekler var mıdır, protokoller var mıdır? İnşaat şartnamesinin formatının milletlerarası anlaşmaya ek olarak yapılması, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülerek yasayla getirilmesi... Acaba, hangi zorunlu şartlar bizi bu noktaya getirmiştir?

Üçüncü sorum: Tezyidi bedel davalarının 99 milyon doların üstüne çıktığı takdirde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından tezyidi bedel davalarının ödeneceği ifade edilmiştir. Hepimiz de biliyoruz ki, Karakaya ve Keban Barajları istimlak bedellerinin 5, hatta 10 misline varacak şekilde artışları söz konusu olmuştur. Acaba, bu projede de, Bakanlığımız, tahmini olarak dahi olsa, gelecekte böyle bir tezyidi bedel davasının sonuçlanması halinde, Türkiye'ye ne kadar fazla yük bindirecektir; bunu öğrenmek istiyorum.

Bize, varil başına 20 sent, ortalama 500 000 varilde -nakliyesi temin edildiği takdirde- bu borudan taşıma ücreti olarak yılda 35 milyon dolar  ödenmiş olacak. Yapılan masraflara bakıyoruz; güvenlik masrafları,  karakol hizmetleri ve yine, daha ziyade, servis yolu, karakol, güvenlik, devriye hizmetleri, gözetleme gibi güvenliği ilgilendiren hizmetler var. Bunlar da, hemen hemen, 35 milyon doları bulacak nispettedir. O halde, Türkiye'nin buradan elde ettiği 35 milyon dolar, gerçekten, Türkiye'ye bir kazanç sağlıyor mu? Bu kazanç, acaba, Türkiye'nin millî gelirine ne kadar katkıda bulunacaktır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bedük.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Sayın Başkan_

BAŞKAN – Buyurun efendim.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakana bir soru tevcih etmek istiyorum.

Şimdi, Azerbaycan 9 Mayıs 2000'de, evsahibi ülke anlaşmasında değişiklik yaparak, kendi lehlerine bir düzeltme, bir iyileştirme yapmıştır. Yine, Gürcistan'da, aynı şekilde, 28 Nisan 2000'de evsahibi ülke anlaşmasında kendi lehlerine bir değişiklik yapmışlardır. Türkiye, acaba, evsahibi ülke anlaşması hükümlerini iyileştirme yönünde, lehimize bir değişiklik yapmış mıdır veyahut da böyle bir değişiklik yapma hususunda bir teşebbüsümüz var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Buyurun Sayın Bakan.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Efendim, şu ücretlerle ilgiyi konuyu bir açıklığa kavuşturmak istiyorum. 20 sent diye başlanıyor, 20 sent diye bitiriliyor; ama, biz, bundan 500 tane bastırdık, arkadaşlara dağıttık. Şu anda, Sayın Bedük'ün önünde de var. Lütfedip bir bakarsa, burada, ilk 1 ile 5 inci yıl arasında vergi 20 sent, taşıma ücreti olarak 35 sent olduğunu; yılda da, toplam 125 milyon dolar Türkiye'nin bir geliri olacağını görecekler. 6 ncı ve 16 ncı yıllarda vergi yine minimum 20 sent olacak, taşıma ve işletme ücretleri 55 sent olacak; nihayetinde de, yani, 17 nci ve 40 ıncı yıllar arasındaki ücret de, 37 sent vergi, 43 sent toplam işletme geliri olmak üzere, 80 sente baliğ oluyor. Yılda da, 155 milyon dolar birinden 135 milyon dolar birinden olmak üzere, toplam 290 milyon dolar bir gelir elde edecek Türkiye.

Şimdi, dönüp dönüp 20 sente takılmanın bir manası yok Sayın Bedük; onu belirlemek istiyorum.

Yine, ayrıca...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Bakanım, cevabınızı, lütfen, normal bir şekilde verin. Ben, takıldığım bir noktayı size sorma ihtiyacını duydum. Bunu da, lütfen, nezaket çerçevesi içerisinde cevaplandırın.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Benim cevaplarımda eğer bir nezaketsizlik varsa, özür diliyorum Sayın Bedük; ama, herhalde, siz de bir milletvekili olarak, önünüze verilen bir belgeyi biraz daha dikkatli incelemek durumundasınız efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Kızmaya hakkınız yok Sayın Bakan. Biz burada soru soracağız, siz de cevap vereceksiniz.

BAŞKAN – Neyse efendim, karşılıklı konuşmayalım Sayın Bedük.

Buyurun Sayın Bakan, siz cevaplamaya devam edin.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Diğer sorulara yazılı cevap vermek istiyorum Sayın Başkanım.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Hepsine verin; ama, nezaket çerçevesinde konuşun.

BAŞKAN – Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır; ancak, bu arada, bir yoklama talebi var. Yoklama talebini işleme alacağım.

                         III. – YOKLAMA

BAŞKAN – Yoklama talebinde imzası bulunan arkadaşlarımın Genel Kurul Salonunda bulunup bulunmadıklarını arayacağım ve daha sonra da yoklama yapacağım.

Sayın Abdüllatif Şener?.. Burada.

Sayın Ulucak?.. Burada.

Sayın Ünal?.. Burada.

Sayın Geçer?.. Burada.

Sayın Batuk?.. Burada.

Sayın Çelik?.. Burada.

Sayın Kamalak?.. Burada.

Sayın Gülle?.. Burada.

Sayın Ayhan?.. Burada.

Sayın Göksu?.. Burada.

Sayın Derin?..

BEKİR SOBACI (Tokat) – Tekabbül ediyorum.

BAŞKAN – Peki efendim.

Sayın Malkoç?.. Burada.

Sayın Canbay?.. Burada.

Sayın Budak?.. Burada.

Sayın Oğuz?.. Burada.

Sayın Demircan?.. Burada.

Sayın Günbey?.. Burada.

Sayın Çetin?.. Burada.

Sayın Ateş?.. Burada.

Sayın Bedük?.. Burada.

Sayın Güven?.. Burada.

Yoklamayı başlatıyorum.

3 dakika süre veriyorum efendim.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V.– KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

6. – Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Petrolün Azerbaycan Cumhuriyeti, Gürcistan ve Türkiye Cumhuriyeti Ülkeleri Üzerinden, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ana İhraç Boru Hattı Yoluyla Taşınmasına İlişkin Anlaşmanın ve Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Toprakları Üzerinden Petrol Taşınmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasındaki Anlaşmanın Değiştirilmesine İlişkin Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/699) (S. Sayısı : 488) (Devam)

BAŞKAN – Tasarının maddelerine geçilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ, AZERBAYCAN CUMHURİYETİ VE GÜRCİSTAN ARASINDA PETROLÜN AZERBAYCAN CUMHURİYETİ, GÜRCİSTAN VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÜLKELERİ ÜZERİNDEN, BAKÜ-TİFLİS-CEYHAN ANA İHRAÇ BORU HATTI YOLUYLA TAŞINMASINA İLİŞKİN ANLAŞMANIN VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ, AZERBAYCAN CUMHURİYETİ VE GÜRCİSTAN TOPRAKLARI ÜZERİNDEN PETROL TAŞINMASINA DAİR TÜRKİYE CUMHURİYETİ, AZERBAYCAN CUMHURİYETİ VE GÜRCİSTAN ARASINDAKİ ANLAŞMANIN DEĞİŞTİRİLMESİNE İLİŞKİN TÜRKİYE CUMHURİYETİ, AZERBAYCAN CUMHURİYETİ VE GÜRCİSTAN ARASINDA PROTOKOLÜN ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU HAKKINDA

KANUN TASARISI

MADDE 1. — 18 Kasım 1999 tarihinde İstanbul’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Petrolün Azerbaycan Cumhuriyeti, Gürcistan ve Türkiye Cumhuriyeti Ülkeleri Üzerinden, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ana İhraç Boru Hattı Yoluyla Taşınmasına İlişkin Anlaşma”nın ve 9 Mayıs 2000 tarihinde İstanbul’da imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Toprakları Üzerinden Petrol Taşınmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasındaki Anlaşmanın Değiştirilmesine İlişkin Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Protokol”ün onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – 1 inci madde üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Zeki Çelik konuşacaktır.

Buyurun Sayın Çelik. (FP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

FP GRUBU ADINA MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 488 sayılı petrolün boru hatlarıyla geçişine dair kanun tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, gerçekten, Türkiye, coğrafî konumu itibariyle zengindoğu ülkelerine ait petrol ve doğalgaz yataklarının olduğu bölgede bulunduğundan ve bunların da batıya ulaştırılmasını amaçlayan çeşitli enerji projelerini gerçekleştirmek için çalışmak durumundadır. Coğrafî konumu itibariyle Türkiye, Hazar havzasını Akdeniz'e, Ortaasya'yı Balkan ülkelerine ve Ortadoğu'yu da Avrupa'ya bağlayan güzergâhların kesişme noktasında yer almakta ve tabiî ki, bu bölgeleri birbirine bağlayan tüm kara ve deniz yolu güzergâhları, bir şekilde, Türkiye'den geçmektedir. Dolayısıyla, petrol ve doğalgaz ithalatında kaynak çeşitliliği, güvenlik ve sürekli arz noktasının gerçekleşebilmesi için, geniş kapsamlı enerji taşıma projelerinin gerçekleştirilmesi, ülkemiz açısından da daha büyük bir önem taşımaktadır.

Dünya çapında, zengin petrol ve doğalgaz bölgesi olarak kabul edilen bu bölgede, bugüne kadar, uluslararası enerji ticaretine yeterli derecede katılım olmamıştır; ancak, bölge ülkeleri, bu yeni pazarlara açılma konusunda çeşitli projeler üretmektedirler ve Türkiye de, bu projelere zaman zaman katılım sağlamaktadır. Mesela, Türkiye Petrolleri Ortaklığı, Mega, Şah Denizi, Kurdaşı gibi projelerde Azerbaycan'la ve buna benzer diğer ülkelerle, birtakım projelerle bu sahalardaki çalışmalarını sürdürmektedir.

Türkiye Hazar havzasında üretilecek olan petrol ve doğalgazın üçüncü ülkelere taşınmasını teşvik amacıyla, tabiî ki, yoğun bir çaba içerisinde olmalıdır. Bu noktada, boru hatlarından sadece Azerbaycan petrolü değil, o bölgede bulunan diğer ülkelerin petrollerinin de taşınması söz konusudur ve Bakü-Tiflis-Ceyhan projesinin gerçekleşecek olması, Türkmenistan–Türkiye doğalgaz projesinin de hayata geçirilmesi bakımından müspet olacaktır.

Çoğu zaman, enerji projelerinin geliştirilmesinde, uluslararası ilişkiler ve siyaset, ekonomik kaygıların önüne geçmekte ve bu projeler, makro ekonomik açıdan uzun vadede etkiler gösterecek projeler olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, ekonomik gelişmeler, söz konusu bu ülkelerin ve bu ülkelerde meydana gelen bu gelişmelerin sonucu olarak da bölgedeki siyasî istikrarsızlığı gidermekte; enerji, siyasî sorunların aşılmasında en önemli anahtar olma görevini sürdürmektedir.

Enerji meselelerinin uluslararası boyutu ve Hazar'ın potansiyeli de göz önüne alındığında, geleceğin enerji sahnesinde rol üstlenmeye istekli pek çok ülkelerle ve buna adaylarla karşılaşılacağı anlaşılmaktadır. Bu bölgede meydana gelen kritik gelişmeleri yakından izleme ve bunlara akılcı çözümler bulma, üretme, jeopolitik gücü yerinde ve zamanında kullanma, orta ve uzun vadeli birtakım stratejiler oluşturma gibi beceriler geliştiren ve uygulama sahasına koyan, daha doğrusu oyunu kurallarına göre oynayan bir Türkiye'nin bulunduğu kritik bu bölgede etkinliğini Ortaasya Türk cumhuriyetleri başta olmak üzere diğer çevre ülkelerin yararına olacak şekilde artırması da kaçınılmazdır.

Bu çevresel etkiler de göz önüne alındığında, Türk Boğazlarının durumu da dikkatle ele alınması gerekir. Hazar petrolünün Karadeniz üzerinden Türkiye'deki Boğazlar vasıtasıyla taşınması, Boğazlardaki deniz trafiğinin yükünü önemli ölçüde artıracaktır. Kaldı ki, Varşova Paktı eski üyeleri, dışticaretlerini henüz yeterince geliştirememişlerdir. 2000'li yıllarda Karadeniz ülkelerinin diğer ülkelerle olan uluslararası ticaretleri, Karadenize daha da bağımlı hale gelecektir. Dolayısıyla, bölge ülkelerinin Akdenize ana çıkışları, Türkiye'deki boğazlar vasıtasıyla olacaktır. Bu durumda, Karadeniz hinterlandı, Orta ve Doğu Avrupa'dan Ortaasya'ya kadar genişleyecektir. Dolayısıyla, ilave petrol ve petrol ürünlerinin Karadeniz ve Türk Boğazları üzerinden taşınması, bu deniz güzergâhı üzerindeki potansiyel tehlike ve riskleri de önemli ölçüde artıracaktır.

Petrolün taşınmasına yönelik Karadeniz alternatiflerinin, sadece ekonomik dezavantaja sahip olmakla kalmayıp, çevresel açıdan da geri döndürülmez birtakım risklere yol açması beklenmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şu anda görüşmekte olduğumuz petrolün boru hatlarıyla taşınmasına dair kanun tasarısı daha önce Dışişleri Komisyonunda görüşülmüş ve hayatî bir proje olduğu ve gecikmeye de tahammülü olmadığı için kabul görmüş ve tabiî ki, bugün gündemimize getirilmiştir; ama, dikkatlerimizden kaçırılmaması gereken bazı konular var. Bunlardan bir tanesi, yıllardır kangren olan ve Irak için uygulanan ambargo sebebiyle uğradığımız milyarlarca dolar zararın nasıl telafi edileceğidir. İşte, bunun için, bu konuda da çok dikkatli ve tedbirli olmamız gerekmektedir; yani, yapılan anlaşmaların nihayetinde, bize geri dönüşü çok risk getirmeyecek bir şekilde, bunların elden ve gözden geçirilmesi lazım. Bu manada Irak petrol boru hattına uygulanan ambargo kaldırılmalı, zarar ziyan tazmin edilmeli ve petrol boru hatlarına işlerlik kazandırılmalıdır; yani, faiz ödemek suretiyle para temin ettiğimiz, borçları ödeme yoluna gittiğimiz bir noktada, birkaç milyar doların bu uğramış olduğumuz zarar sebebiyle karşılanması çok önem arz etmektedir.

Değerli milletvekilleri, burada BOTAŞ müteahhit firma olarak görev almaktadır. Sayın Genel Müdür, KİT alt komisyonunda bize vermiş olduğu bilgilerde şunları ifade etmiştir: Geçtiğimiz günlerde, 45 kişilik bir grup olarak bu işi yapacak olan konsorsiyumla bir toplantı yapıldığı ifade edilmiştir ki, bu konsorsiyum BP, Amaco gibi, Azerbaycan ve Amerikan firmalarla, işte BOTAŞ gibi firmalardan oluşmaktadır. Bu toplantıda alınan kararlara göre, tabiî ki, üç safha belirlenmiştir. Bunlardan bir tanesi temel mühendislik safhasıdır ve çok önemli olan bir safhadır. Burada bütün çalışmalar gözden geçirilecek ve karar verildiğinde temel mühendislik çalışmalarına başlanacak ve bu süre de minimum altı ay sürecektir. Bu altı aylık süre sonucunda, eğer bu ortaya konan proje fizıbl bulunursa devam edilecektir; eğer fizibl bulunmazsa, o zaman, iptal edilmesi söz konusudur. Dolayısıyla, devam edilmesi halinde bu süreden sonra ikinci merhale olan detay mühendislik çalışmaları başlayacaktır ve bu da en az oniki ay sürecektir. Tabiî ki, bu safhanın da tamamlanmasından sonra inşaat çalışmaları başlayacak ki, bunu da BOTAŞ, 1,3 milyar dolar mertebesinde bir ücret karşılığı yapacaktır. Yani, hiçbir aksama ve gecikme olmaması halinde, bu işin gerçekleşmesi, en az 2004 yılını bulacaktır. Dolayısıyla, burada, bu konuda, BOTAŞ'ın, konsorsiyumla çok ciddî bir şekilde bu çalışmaları sürdürmesi ve bu manada meydana gelecek olan ihmalleri ve sıkıntıları ortadan kaldırması gerekiyor.

Tabiî, buna benzer birtakım çekinceleri arkadaşlarımız burada ortaya koydular. Ben onlara tekrar girmek istemiyorum. Ben, bu nedenle, Bakü-Ceyhan Hampetrol Boru Hattı Projesinin, güney Kafkaysa ve Ortaasya'yı Türkiye ve Akdenize bağlaması planlanan doğu-batı taşıma koridorunun en önemli basamağı olması hasebiyle önemsiyorum. Hem, ekleyelim ki, söz konusu proje, Türk Boğazlarındaki aşırı trafik yükünü ortadan kaldıracak ve geçiş risklerini en aza indireceği açısından da önemli bir avantaj sağlayacaktır.

Bu projenin hem ülkemize hem bizimle beraber iş yapan ülkelere hayırlı olmasını diliyor; gecenin bu saatinde hepinize saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Necati Çetinkaya.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, geneli üzerinde yaptığım konuşmada da arz ettiğim gibi, proje, hakikaten heyecanla desteklediğimiz bir proje; ama, şimdiye kadar Meclis teamüllerinin dışına çıkılarak, eklerinin Mecliste onaylandığına dair bir uygulama -tahmin ediyorum- görülmemişti. Bugün, eklerin Mecliste onaylanması, bence, zorlanarak teamüllerin dışına çıkmış ve Meclisin bu konudaki yetkileri, anlaşmaların onaylanması şeklindedir; çünkü, ekler, konsorsiyuma dahil olan şirketlerin veyahut da idarenin ve hükümetin onlarla karşılıklı yapacağı anlaşmalar niteliğindedir. Bunların Mecliste onaylanmasına gerek yoktur ve Meclisin de, bu şekilde, anlaşmaların dışında ekleri onaylaması, teamüllerin dışındadır.

Değerli arkadaşlar, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı, hakikaten, üzerinde yıllardan beri hassasiyetle takip ettiğimiz ve gerçekleşmesini arzuladığımız bir husus; ama, biraz önce soru olarak da Sayın Bakana tevcih ettiğim gibi -ki, Gürcistan bunu yapmış, Azerbaycan yine kendi lehine eklerde düzeltmeler yaparak iyileştirmeler yapmış- Türkiye, acaba, eklerde kendi lehine düzeltme konusunda bir gayretin içine girmiş midir?

Bakınız, demin, Sayın Bakan, bizzat burada, kürsüde, kendileri belirttiler; dediler ki: Kamulaştırma, tezyidi bedel davaları 99 milyon doların üzerine çıktığı takdirde, bunu, Türkiye, kendisi karşılayacağını tekeffül ediyor. Ben, Keban Barajının yapılışı sırasında orada mülkî idare amiriydim. Keban Barajında, Sayın Bakan, tezyidi bedel davaları 5 ve 10 mislin üzerine çıkmıştır. Burada da aynı durum olacaktır; tezyidi bedel davaları, tahminimizin de çok fevkinde gerçekleşecektir. Türkiye, fevkalade büyük ve ağır bir yükümlülük altına girmiştir. Bizim burada vurgulamak istediğimiz budur. Türkiye'nin lehine olan bir projenin, büyük bir mükellefiyet altına Türkiye sokularak, Türkiye bütçesi büyük mükellefiyetler, büyük ağır yükümlülükler altına girerek yapılması değil, Türkiye'nin lehine tecelli edecek şekilde düzeltmelerin ve iyileştirmelerin yapılmasıdır. Diyorum, Gürcistan bunu yaptı, Azerbaycan da bunu yaptı. Niye, biz, bunun yapılması konusunda bir gayret içerisinde olmayalım. Bizim, burada ısrarla vurgulamak istediğimiz husus budur.

Demin Grup Başkanvekilimiz Sayın Bedük de soru olarak sordular. Yani, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattında şu andaki düşük ücret karşılığı boru hattından alacağımız ki, orada bir husus daha var, gözardı edilmeyecek bir husus. Nedir gözardı edilmeyecek husus? Sayın Bakan bu konuyu çok daha iyi bilir, uzmanları da çok daha iyi biliyorlar burada. Boru hattında akan petrol nispeti üzerinden biz ücretimizi alacağız. Peki, boru hattında arzuladığımız seviyeye ulaşmayan bir ton düşüklüğü bahis konusu olduğu zaman, Türkiye, acaba, bu beklenilen ücreti alabilecek bir durumda mıdır; evet, bugün, Ceyhan'ın kapasitesi, o limanın kapasitesi fevkalade büyük ve hakikaten geniş bir rezerve sahiptir. Orada, Avrupa ülkelerine ve Batı'ya son derece büyük bir kapasiteyle bu Hazar Havzasındaki petrol ve doğalgaz akıtılmaya müsaittir ve taşınmaya müsaittir; ama, gelin görün ki, işte, bu boru hattından geçecek petrol, bizim açımızdan son derece önem arz etmektedir. Kerkük boru hattında, şu anda, 55 sente ulaşan ücret karşılığı gelir... Ne zaman buradan bu geliri temin edebilecek bir duruma geleceğiz?

Şimdi, bir konunun üzerinde hassasiyetle durmamız lazım. Türkiye, Ortaasya Türk devletleri ve bağımsız Türk devletlerinin üzerinde gereken ehemniyet ve önemle duruyor mudur, durmuyor mudur? Gün geçtikçe ilişkilerimiz kuvvetlenmekte midir, kuvvetlenmemekte midir? Çünkü, bu, projeyle doğrudan doğruya ilgilidir.

Ben hiç unutmuyorum. Bir zamanlar, Batı dünyası, Ortaasya Türk devletlerine ulaşmak için bu köprüyü kullanmanın zorunluluğunu ve mecburiyetini hissetmiştir. Hangi köprü; Türkiye. İpek Yolunun tarihî önemini yeniden bu büyük projelerle canlandıracak olan ve dolayısıyla, bir mihrak noktası haline gelen Türkiye'nin, bugün, o önemli rolü, maalesef, elinde tuttuğunu söylemek, belki, şu anda mümkün değildir.

Büyük Atatürk'ün 1933 yılında irat buyurduğu bir önemli işareti vardır, hedefi vardır. Nedir o hedef; bir gün, bu Sovyet Cumhuriyetinin mevcut yapısı dağılacaktır; ama, o yapı dağılmadan önce, o imparatorluk dağılmadan önce meydana gelecek Kafkas ve Ortaasya'daki oluşumlar karşısında, Türkiye, şimdiden kendisini hazırlamalıdır. Bugün, biz buna hazır durumda mıyız? Devamlı olarak, Batı dünyasıyla... Gayet tabiî ki, Avrupa Birliğine girmek ve dolayısıyla, Türkiye'nin âli menfaatlarını orada gerçekleştirmek bizim hedefimiz, biz onun üzerinde hassasiyetle duruyoruz ve bir an önce Avrupa Birliğine girmenin hazırlıklarının gerçekleşmesi konusunda gereken çalışmaların yapılmasını, biz, Grup olarak destekliyoruz ve bu hususta, devamlı olarak desteğimizin de olacağını söylemiştik; ama, gelin, görün ki, bugün, Ortaasya Türk devletleriyle olan münasebetlerimiz, maalesef, arzulanan seviyeye ulaşamamıştır. Ulaşamadığı içindir ki, bugün, bu projede gecikmeler olmuş ve biraz önce konuşmamın  içerisinde de belirttiğim gibi, eğer bu hattı kuzeye uzatma durumu bahis konusu olursa, bugün, dağılan yapı yeniden kendiliğinden ortaya çıkar. Bunun da sorumluluğu, Ortaasya Türk devletleriyle ilgili gereken ehemmiyetli politikayı göstermeyişimizden dolayıdır.

Uzun bir aradan sonra, geçen hafta, Dışişleri Bakanımız, Ortaasya'ya nihayet yönünü döndürmüş ve oraya gitmiştir. Gönül arzu ederdi ki, şimdiye kadar, orada, Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve onun bakanı, değişik zamanlarda, oradaki ülkelerle gereken önemli temas ve teşebbüsleri yapmış olsaydı. Bugün, Batı dünyası diyor ki, artık, biz, kendiliğimizden Ortaasya'ya gidebiliriz; ama, bundan birkaç sene önce, Türkiye köprüsünü kullanmadan oraya gitmemiz mümkün değildir diyorlardı. O sebepledir ki, bu konu, önem ve ehemmiyetini, her geçen gün, lehimize değil aleyhimize, sanki törpülenerek gerçekleşmekte...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çetinkaya, süreniz tamamlandı efendim; lütfen, tamamlar mısınız.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Ben onun için diyorum ki, işte, bu eklerdeki projenin şartları gözden geçirilerek, lehimize olan düzeltmeler, Azerbaycan ve Gürcistan'ın yaptığı gibi gerçekleşmelidir.

Bu hususta gereken gayretin gösterilmesini diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

Madde üzerinde, şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç; buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabiî, iktidar partileri çok yoğun bir tempoyla çalışmak istiyorlar. Anlamıyorum, neyi, nereden kaçırmak istiyoruz?! Gecenin saat 2'sine gelmiş, yarına da 5 tane önemli soruşturma raporunu inceleyeceğiz, yargısal bir görev yapıyoruz ve her birisi 300 sayfa civarındaki soruşturma önergeleri. Yani, acaba, bu Mecliste kaç kişi burada görüşülen kanunları okuyor, özünü kavrıyor ve ondan sonra oy veriyor; bunu anlamak çok kolay; çünkü, herhalde, iktidar partisine mensup arkadaşlarımızdan, sözcülük yapanlar dışında, bunları okumuyorlar.

Tabiî, bu Bakan... Öteden beri aramızda ihtilaf var. Niye ihtilaf var; çünkü, çok keyfî işlemler tesis ediyor. Yaptığı enerji ihaleleriyle, Türkiye'nin ihtiyacı olmayan ihaleler yaparak, kendi yandaşı müteahhitlere büyük paralar sağladılar. Kendisi çıkmış bana diyor ki burada: "Bu milletvekili diyeceğim kişi..." Ben de, işte, bu Bakan diyeceğim kişi, maalesef, bu şekilde hareket ediyor.

Benim, şimdi, kimseyle kişisel hesabım yok sayın milletvekilleri. Şimdi, buraya getirmişler... Evvela, bir anlaşma getirmişler. Bu anlaşmaya, tamam, biz, zaten, öteden beri diyoruz ki: "Azerbaycan, Türkmenistan gazının Türkiye'ye gelmesini istiyoruz." Hatta, ben, bu Mavi Akımla ilgili olarak yaptığım konuşmada dedim ki: Yıllardır, Kuzey Kıbrıs Cumhuriyetini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, milyarlarca lira katlanarak, uluslararası düzeyde, yandaşlarımızı, ırkdaşlarımızı orada besliyor. Şimdi, getirip de, Mavi Akımı, siz, Rusya'ya 30 milyar metreküp garanti vererek Rusya'dan gaz ithal edeceğinize, Türkmenistan ve Azerbaycan ile aynı ırktan iki devletiz; ama, iki devlet, bir milletiz, o insanlarımızı koruyalım dedik. Tabiî, bunların hoşuna gitmiyor; çünkü, o Mavi Akımda kendi yandaşlarının büyük menfaatları var. Yani, bunu inkâr etmek mümkün değil.

Şimdi, biz, bir anda bu hükümete soruyoruz: Senin, şimdi, bu projeye öncelik vermen lazımdı. 1 milyar 300 milyon dolar... BOTAŞ güya yapacak. BOTAŞ bu parayı nerede bulacak; yine, devlet garantisinde bir para bulacak. 99 milyon dolar da kamulaştırma bedeli -o da daha kaç lira kamulaştırma bedeli olacağı belli değil- yani, burada öyle laflar söyleniyor ki, sanki karşısındaki insanlar cahil, hiçbir şeyden anlamıyor, kendileri allamei cihan. Böyle bir hükümet görmedim. Zaten hükümet diye bir şey yok. Kanunları müzakere edecek bir tek bakan geliyor, ötekilerin nerede olduğu belli değil.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, burada, anlaşmaların ekleri var. Bu ekler nerede? Bu ekleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin görmesi lazım. Bu ekler, yalnız bu anlaşmanın yapılması sırasında, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başına bela açacaktır; çünkü, burada, bunlar gizleniyor. Bunların gizlenmesinde, bu bakanın ve çevresinin faydası var. Ben iddia ediyorum, çıksın burada, getirsin bu ekleri, bu Meclis bunları incelesin. Bu Meclis, bu ekleri görmeden, bu anlaşmayı nasıl imzalayacak?!

Değerli milletvekilleri, şimdi, şurada bize birtakım bilgi notları dağıtılmış. Ben, bu bilgi notlarının doğru olduğunu ne bileyim! Bunlar böyle el ilanları gibi bize verilmiş; bunlar tutanaklara geçsin. Yarına, biz bu bakandan, bu anlaşmanın uygulamaları nedeniyle, yaptığı her hatadan hesap soracağız; diyeceğiz ki, sen çıktın işte, kürsüde şunları söyledin. Biraz önce burada birtakım şeyler söyledi. Biz bunları niye konuşuyoruz; yarına bu kürsü, bu tutanaklar, burada kim ne konuşmuş, onun şahidi olsun diye. İşte, bu kürsüde konuşmanın faydası bu. Biz, bunları konuşmasak, bunlar, her şeyi, yani hiçbir şeyi incelemeden getirirler.

Bakın, Mavi Akım anlaşması bu kürsüye geldiği zaman, ben Meclisi yönetiyordum. O zaman “söz isteyen var mı” denildi ve “yok” denildi. ANAP Grup Başkanvekili, arkadan bir tek Hayrettin Uzun, kendi milletvekilleri “söz istiyorum” dedi, “yok, yok, söz isteyen yok” dedi. Tutanakları incelerseniz... Bakın, bunların hepsi tutanaklarda var. Ben de dedim ki, Sayın Başkan, siz milletvekilini yok mu sayıyorsunuz.?! Niye; çünkü, orada gizli şeyler yaptılar. O anlaşmanın içine haince birtakım hükümler ilave edildi. Biz de istiyoruz ki, bundan sonra gelecek anlaşmaların içinde her şey açık olsun ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Milletinin hakkı gasp edilmesin birtakım insanlar şeyinde...

Değerli milletvekilleri, şimdi, bu memleket, bu hükümet, bu devlet, gidip de yüzde 150’ler ile borç para alırken ve bugün devletin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Genç, süreniz bitti. Lütfen...

KAMER GENÇ (Devamla) – 1 dakika verirseniz, öteki maddelerde konuşmayacağım.

Gidip de, yüzde 150'ler seviyesinde borç para alırken, bu kadar dolarları nereden bulacak arkadaşlarım, nereye harcayacak, nasıl bulacak; öncelikli projenin bu olması lazımdı. Ben projeye karşı değilim; ama, gidip de, Rusya Devletine 3 milyar dolarlık bir anlaşma Mavi Akımla yaparsanız, Türkiye'de daha hiçbir şey yokken, getirip de bir 329 milyar dolar verirseniz -daha da onunla bitip bitmeyeceği de şey- biz, bunları, milletin kürsüsünde dile getirmek zorundayız. Bunu getirdiğmiz için, işte bu Bakan, bize "zaten huyu budur" diyor, bize karşı çıkıyor. Benim kimseyle hesabım yok. Ben, milletin hakkını arıyorum arkadaşlar. Bu millet de, yarın seçimlerde herkesten hesabını soracaktır.

Saygılar sunarım. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın hatip...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, bir iki hususu düzeltmem lazım.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Hem Mecliste birtakım yanlış anlaşılmalara sebep oluyor hem de Sayın Genç'e, belki bir kere daha söyleyince, anlaşılabilir hale gelir diye düşünüyorum.

Şimdi, ben biraz önce konuşmamda dedim ki: "Bu anlaşma ve bu anlaşmanın bütün ekleri, Türkiye Büyük Millet Meclisine teslim edildi."

Şimdi, tabiî, bizim sözlerimize, Sayın Genç'te bir şey var, özel itimatsızlık var. Ben şimdi tekrar söylüyorum: Bu anlaşma ve bu ekindeki bütün protokoller, hiçbir şey gizlenmeden, hiçbir şey saklanmadan, aynıyle Türkiye Büyük Millet Meclisine, Bakanlar Kurulu kararıyla birlikte teslim edilmiştir.

Devam ediyorum; sadece bu anlaşma da değil, Gürcistan'ın yapmış olduğu anlaşma da teslim edilmiştir, Azerbaycan'ın yapmış olduğu anlaşma da teslim edilmiştir.

Yine tekraren, biraz önce kürsüde söyledim, ama, yine tekraren ifade ediyorum. Bizim, 1 milyar 300 milyon dolarlık bir finansı sağlamak gibi bir yükümlülüğümüz yoktur. Müteahhit ne demektir; müteahhit, kendisine verilen parayla bu işi yapan insan demektir. Bu tarifler, herkesce malum tariflerdir. Bizim böyle bir yükümlülüğümüz yok. Bize bu para verilirse, biz bu işi yapacağız.

Yine bir başka husus: 99 milyar dolar temin edilecektir. Hayır, o parayı da biz temin etmeyeceğiz. Bizim yapacağımız, 99 milyon dolarla, bu sabit fiyatla istimlakleri gerçekleştirmektir. Tabiî, biz, bu 99 milyon doları, hadi 80 olsun veya 90 olsun diye bulmadık. BOTAŞ'ın, aynı mahalde yapmış olduğu gaz boru hattı nedeniyle -ki, gaz boru hattı ile petrol boru hattı belli bir kilometreyi paralel geçeceklerdir- orada yapmış olduğu istimlaklerdeki bedelleri değil, bu istimlaklere istinaden açılan tezyidi bedel davalarını esas aldık ve üzerlerine belli bir emniyet payı ekledik. Yine, ayrıca, eğer 99 milyon dolardan aşağı mal edersek, aradaki fark da bize kalacak.

Saygılar sunuyorum Sayın Başkan.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, o zaman Meclis Başkanı olarak, siz...

BAŞKAN – Neyse efendim; tamam. Teşekkür ederim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir dakika efendim... Neyse değil... Siz, Meclis Başkanı olarak, buraya ekleri niye eklemediniz? Onu söyler misiniz... Lütfen...

BAŞKAN – Sayın Genç...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Muhatabımız sizsiniz efendim.

BAŞKAN – Efendim, buyurun... Gecenin bu saatinde, buyurun... Lütfen...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, arkadaşlar, Meclis Başkanı niye bunları gizledi; söylesin.

AHMET KABİL (Rize) – Saat 02.00 oldu, seni mi dinleyeceğiz?!

MİRAÇ AKDOĞAN (Malatya) – Şuraya kadar geldi!..

BAŞKAN – Sayın Batuk, buyurun, sorunuzu yöneltebilirsiniz Sayın Bakana efendim.

MEHMET BATUK (Kocaeli) – Sayın Başkan, Sayın Bakandan öğrenmek istediğim husus şu...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Gelsin canım... Nereye gelirse gelsin be!..

MİRAÇ AKDOĞAN (Malatya) – Sesini kes be!..

BAŞKAN – Sayın Genç...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim?..

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altındasınız. Lütfen... Sizi bu çatıya uygun davranmaya davet ediyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sizin davranışınız uygun değil. Buraya, bu anlaşmanın eklerini eklemek zorundasınız.

BAŞKAN – Bakın, ne kürsüde ne yerinizde, bir milletvekiline yakışan bir davranış içinde değilsiniz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – O davranışlar size yakışmıyor...

BAŞKAN – Sizin düştüğünüz duruma düşmemek için, Sayın Bakan, sizin hitaplarınıza cevap vermedi. Türkiye Cumhuriyetinin bir Başbakan Yardımcısına ve Bakanına "bu Bakan" diye hitap etmek, ne size ne de hiçbir milletvekiline yakışmaz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Peki, Sayın Başkan...

BAŞKAN – Çok rica ediyorum... Tamam efendim... Lütfen, bana cevap vermeyin...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir dakika efendim... Beni itham ettiniz. O, bana "bu milletvekili denilen kişi" dediği zaman niye müdahale etmediniz?

BAŞKAN – Siz, bu milletvekilisiniz. Buyurun.

AHMET KABİL (Rize) – Sana "bu" bile az!

MİRAÇ AKDOĞAN (Malatya) – Yüzkarası!

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sizin arkadaşınız buraya çıktı diyor, niye buradan müdahale etmiyorsunuz?

BAŞKAN – Sayın Batuk, buyurun efendim, sorunuzu sorabilirsiniz.

MEHMET BATUK (Kocaeli) – Sayın Başkanım, Sayın Bakandan sormak istediğim husus şudur: Bu projeyle ve diğer enerji projeleriyle alakalı hazine garantisi ve Hazinenin açacağı krediler hususunda, Dünya Bankasıyla bir anlaşma yapıldığı ve bu anlaşmada, üç Sayın Başbakan Yardımcımızın imzasıyla, Dünya Bankasının onayı olmayan hiçbir projeye Hazinenin garanti veya kredi sağlamayacağı ifade ediliyor basında yer aldığı kadarıyla. İki ay kadar önce, böyle bir anlaşmanın imzalandığı yer aldı. Bakanlık tarafından da tekzip edilmediğine göre, Sayın Bakan, Hazinenin kredi veya garanti sağlaması hususunda, Dünya Bankasıyla, böyle bağlayıcı bir anlaşma yapıp yapmadıklarını açıklarlarsa memnun olurum.

İkincisi; böyle bir projede, Dünya Bankasının, Hazinenin yapacağı işlerlerle ilgili belirleyici olacağı eğer doğruysa, bu anlaşmanın Meclis tarafından onaylanmasının ne hükmü kalacağını öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Bakan.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkalel) – Bunun Dünya Bankasıyla hiçbir alakası yoktur. Tabiî ki, bu anlaşmaya finans temini noktasında Dünya Bankasının da katkıları olursa herhalde hepimiz de seviniriz bir an önce gerçekleşecek diye.

Diğer soruya da yazılı cevap vereceğim gündemle de bir alakası olmadığı için.

Arz ederim.

MEHMET BATUK (Kocaeli) – Sayın Bakanım, hazinenin kredisi ve garantisiyle ilgili Dünya Bankası onayı söz konusu ediliyor haberde.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Yok öyle bir şey.

MEHMET BATUK (Kocaeli) – O zaman tekzip edin Sayın Bakanım.

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Tekziplerimiz dosya oldu Sayın Milletvekilim, burada; her gün onlarla uğraşıyoruz zaten.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkanım, biraz evvel benim sorduğum sorulara cevap vermedi "sonra cevap vereceğim" dediler.

BAŞKAN – "Yazılı olarak cevap vereceğim" dedi.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Acaba, konuyla ilgili değil miydi ki cevap vermedi?

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Biraz evvel sizin sorunuza da cevap verdim istimlak bedelleriyle ilgili; ama, bir şey demiyorum yine de.

BAŞKAN – Sayın Genç, 488 sıra sayılı, şu anda görüşmekte olduğumuz rapor basılı elinizde değil mi efendim?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet, bu.

BAŞKAN – "Not: Anlaşmanın ve protokolun ekleri çok hacimli olduğundan bastırılamamıştır; ekler ilgili tasarı dosyasındadır."

Eğer çok meraklıysanız yarın gidin...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Nerede?

BAŞKAN – Nerede olduğunu yarın sorarsınız öğrenirsiniz.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.– Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Gruplar adına söz talebi?.. Yok.

Şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç?..

KAMER GENÇ (Tunceli) – Konuşmayacağım.

BAŞKAN – Vazgeçiyorsunuz.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.– Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak?.. Vazgeçiyorsunuz.

Şahsı adına, Sayın Kamer Genç?.. Vazgeçiyorsunuz.

Sayın Melek Denli Karaca?..

Sayın Bedri Yaşar?..

Sayın Yusuf Kırkpınar?..

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama için 3 dakika süre veriyorum efendim.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Petrolün Azerbaycan Cumhuriyeti, Gürcistan ve Türkiye Cumhuriyeti Ülkeleri Üzerinden, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ana İhraç Boru Hattı Yoluyla Taşınmasına İlişkin Anlaşmanın ve Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Toprakları Üzerinden Petrol Taşınmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasındaki Anlaşmanın Değiştirilmesine İlişkin Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısının yapılan açık oylamasında, kanun tasarısı 183 kabul, 2 ret ve 3 çekimser 7 mükerrer oyla kanunlaşmış bulunmaktadır; hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Sayın Bakan bir kısa teşekkür konuşması yapacak.

Buyurun efendim.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öncelikle, bu sözleşmeye verdiğiniz destek için teşekkür ediyorum.

Gerçekten, 21 inci Yüzyılda tayin edici olacak ana ihraç petrol boru hattıyla, Türkiye, 21 inci Asrın en dev projelerinden birine ev sahipliği yapacaktır. Bu projenin gerçekleşmesi noktasında, bugüne kadar emeği geçen herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum ve bu projenin, bu noktaya taşınmasında çalışma grubu olarak faaliyet gösteren bütün bakanlık temsilcilerine teşekkür ediyorum; ama, neticede, nihayette, bu projeyi, Azerbaycan Meclisinin kabulünden, Gürcistan Meclisinin kabulünden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinin de bu kabul kararı çok büyük bir önem atfetmektedir. Bundan sonra çok hızlı yürüyecektir; hep beraber izleyip, göreceğiz.

Tekrar teşekkür ediyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, soruşturma komisyonları raporlarını sırasıyla görüşmek için, 22 Haziran Perşembe günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

                      Kapanma Saati : 02.21

 

 

BİRLEŞİM 114 ÜN SONU