DÖNEM : 21 YASAMA
YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 36
114 üncü Birleşim
21 . 6 . 2000 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – YOKLAMA
IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım’ın, ülkemizde tarımın
ve çiftçinin durumu ile sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve
Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı
2. – Edirne Milletvekili Evren
Bulut’un, Toprak Mahsulleri Ofisinin hububat alımı uygulaması ve prim
ödemelerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü
Yusuf Gökalp’in cevabı
3. – Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in; Eskişehir
Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım’ın, ülkemizde tarımın ve çiftçinin durumu
ile sorunlarına ve Edirne Milletvekili Evren Bulut’un, Toprak Mahsulleri
Ofisinin hububat alımı uygulaması ve prim ödemelerine ilişkin gündemdışı
konuşmalarına cevabı
4. – Ankara Milletvekili Oya Akgönenç Muğisuddin’in, Newyork’ta
yapılan “Kadın 2000” konulu toplantıya ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet
Bakanı Fikret Ünlü’nün cevabı
V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. – Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt’ün Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/462) (S. Sayısı : 452)
2. – İstanbul Milletvekili Mukadder Başeğmez’in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/463) (S.Sayısı : 453)
3. – İstanbul Milletvekili
Sadettin Tantan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık
Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/502) (S.Sayısı : 461)
4. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433)
5. – Ankara Milletvekili Şevket Bülent Yahnici’nin, Çorum Milletvekili
Melek Denli Karaca’nın, Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek ve 4 Arkadaşının,
Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Erzurum Milletvekili İsmail
Köse ve Konya Milletvekili Ömer İzgi’nin, Denizli Milletvekili Beyhan Aslan ve
3 Arkadaşının, 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine
Dair Kanun Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu
(2/435, 2/440, 2/460, 2/462, 2/465) (S. Sayısı : 434)
6. – Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında
Petrolün Azerbaycan Cumhuriyeti, Gürcistan ve Türkiye Cumhuriyeti Ülkeleri
Üzerinden, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ana İhraç Boru Hattı Yoluyla Taşınmasına İlişkin
Anlaşmanın ve Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan
Toprakları Üzerinden Petrol Taşınmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti
ve Gürcistan Arasındaki Anlaşmanın Değiştirilmesine İlişkin Türkiye
Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Dışişleri Komisyonları Raporları
(1/699) (S. Sayısı : 488)
VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A) ÖNGÖRÜŞMELER
1. – Fazilet Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Mehmet Recai
Kutan ve 35 arkadaşının, uyguladığı yanlış politikalarla tarım sektörünün
olumsuz yönde etkilenmesine neden olduğu iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı
Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2)
B) GÖRÜŞMELER
1. – 20 nci Yasama Döneminde Konya Milletvekili Hüseyin Arı ve 56
Arkadaşı tarafından verilen Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996
Yılında Özürlülerin Memurluğa Alınması İçin Açılan Sınavda Mevzuata Aykırı ve
Usulsüz İşlemler Yapılmasına Göz Yumarak Görevini İhmal Ettiği ve Kötüye
Kullandığı ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 230 ve 240 ıncı Maddelerine
Uyduğu İddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Mustafa Kul hakkında
Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis
Soruşturması Açılmasına İlişkin Önerge ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu
(9/34) (S. Sayısı : 410)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak üç oturum yaptı.
Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan’ın, Muğla İlindeki balık üretim
çiftlikleri sahiplerinin sorunları ile alınması gereken önlemlere ilişkin
gündemdışı konuşmasına, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp cevap
verdi.
Hatay Milletvekili Levent Mıstıkoğlu, Mustafa Kemal Üniversitesi Su
Ürünleri Fakültesince kullanılmakta olan Sağlık Bakanlığına ait Pirinçlik’teki
tesislere,
Burdur Milletvekili Mustafa Örs, Burdur İlinin sorunlarına,
İlişkin gümdemdışı birer konuşma yaptılar.
Muğla Milletvekili Nazif Topaloğlu’nun (6/707, 6/708, 6/709) esas
numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü
soruların geri verildiği bildirildi.
Fazilet Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Mehmet Recai Kutan
ve 35 arkadaşının, uyguladığı yanlış politiklarla tarım sektörünün olumsuz
yönde etkilenmesine neden olduğu iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü
Yusuf Gökalp hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2) Genel Kurulun bilgisine sunuldu;
Önergenin, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer
almasına ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince, gündeme alınıp alınmaması
hususundaki görüşmelerin 21.6.2000 tarihli birleşimde yapılmasına; gensoru
önergesinin gündeme alınması kabul edildiği takdirde gensorunun özel gündemde
yer almasına ve görüşmelerinin 26.6.2000 Pazartesi günü yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.
Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in (3/459) (S. Sayısı : 449),
Kastamonu Milletvekili M. Hadi Dilekçi’nin (3/460) (S. Sayısı : 450),
İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak’ın (3/461) (S. Sayısı : 451),
Haklarındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatlarının sona ermesine
kadar ertelenmesine ilişkin Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporları okundu; 10 gün
içerisinde itiraz edilmediği takdirde raporların kesinleşeceği açıklandı.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler” kısmının 7 nci sırasında yer alan 426 sıra sayılı Tasarısının bu kısmın
3 üncü sırasına, 6 ncı sırasında yer alan 421 sıra sayılı Kanun Tasarısının 4
üncü sırasına, 15 inci sırasında yer alan 434 sıra sayılı Kanun Teklifinin 5
inci sırasına, 184 üncü sırasında yer alan 488 sıra sayılı Kanun Tasarısının 6
ncı sırasına ve 188 inci sırasında yer alan 503 sıra sayılı Kanun Tasarısının 7
nci sırasına, 20.6.2000 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte
dağıtılan 504 sıra sayılı Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden 8 inci sırasına
alınmasına;
20.6.2000 Salı günü özel gündemde yer alan 405 sıra sayılı Meclis
Araştırması Komisyonu Raporunun görüşmelerinin tamamlanmasından sonra, sözlü
sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek Kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşülmesine ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri” bölümünün
5 inci sırasına kadar olan işlerin bitimine kadar çalışma süresinin
uzatılmasına; 21.6.2000 Çarşamba günü Genel Kurulun saat 14.00’te toplanmasına;
özel gündemde yer alan (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin
tamamlanmasından sonra, sözlü soruların görüşülmeyerek gündemde yer alan 434 ve
488 sıra sayılı Kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin bitimine kadar
çalışmalarını sürdürmesine; Genel Kurulun 22.6.2000 Perşembe günü saat 14.00’te
toplanmasına; 15.6.2000 tarihinde dağıtılan ve İçtüzüğün 112 nci maddesi
gereğince 22.6.2000 Perşembe günkü gündemde yer alacak olan 442, 481, 483, 485,
495 ve 496 sıra sayılı Meclis Soruşturması Raporları ile gündemde bulunan ve
22.6.2000 Perşembe gününe kadar görüşmeleri tamamlamadığı takdirde 410 sıra
sayılı Meclis Soruşturması Raporunun görüşmelerinin bitimine kadar çalışma
süresinin uzatılmasına; 23.6.2000 Cuma günü 503 ve 504 sıra sayılı Kanun
tasarılarının görüşülmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin
uzatılmasına;
Genel Kurulun 23.6.2000 Cuma, 24.6.2000 Cumartesi, 25.6.2000 Pazar,
26.6.2000 Pazartesi, 27.6.2000 Salı, 28.6.2000 Çarşamba, 29.6.2000 Perşembe ve 30.6.2000
Cuma günleri 14.00-19.00, 20.00-24.00 saatleri arasında çalışmasına ve
bugünlerde Kanun tasarı ve teklifleri ile gündeme girecek olan Meclis
Soruşturması Raporlarının görüşülmesine; 27.6.2000 Salı günü sözlü sorular ile
diğer denetim konularının, 28.6.2000 Çarşamba günü de sözlü soruların
görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine ilişkin DSP, MHP ve
ANAP Gruplarının müşterek önerileri, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildi.
Türkiye Kızılay Derneğinin Sorunları ile Faaliyetlerinin Araştırılarak
Gelir Kaynaklarının Daha Etkin Kullanılması İçin Alınması Gereken Tedbirlerin
Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/73, 74)
(S. Sayısı : 405) üzerindeki görüşmeler tamamlandı.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Mustafa Kul hakkında Meclis
Soruşturması açılmasına ilişkin önerge ve Meclis soruşturması komisyonu
raporunun (9/34) (S. Sayısı : 410) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler” kısmının :
1 inci sırasında bulunan, Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret Odaları,
Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları, Ticaret Borsaları ve Türkiye Ticaret,
Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği Kanununa Bir Geçici
Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne
Dair Kanun Tasarısının (1/641) (S. Sayısı : 484) görüşmeleri tamamlanarak,
kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı;
2 nci sırasında bulunan, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurt Dışı
Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu
Raporunun (1/53) (S. Sayısı : 433) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi;
3 üncü sırasında bulunan, 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/601) (S. Sayısı : 426) ile
4 üncü sırasında bulunan, Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/657) (S. Sayısı : 421),
Yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildikleri ve kanunlaştıkları
açıklandı.
Alınan karar gereğince, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp
hakkında verilen gensoru önergesi ile Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla
görüşmek için, 21 Haziran 2000 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere,
00.33’te birleşime son verildi.
Nejat Arseven
Başkanvekili
Melda Bayer Mehmet
Elkatmış
Ankara Nevşehir
Kâtip Üye Kâtip Üye
No. : 159
II. – GELEN KÂĞITLAR
21.6.2000
ÇARŞAMBA
Tasarı
1. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilât, Görev ve
Yetkilerine İlişkin Konularla Kamu Personeli Arasındaki Ücret
Dengesizliklerinin Giderilmesi ve Kamu Malî Yönetiminde Disiplinin Sağlanması
İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanunu Tasarısı (1/710) (Plan ve
Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 21.6.2000)
Raporlar
1. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/506) (S. Sayısı
: 465) (Dağıtma tarihi : 21.6.2000) (GÜNDEME)
2. – Adana Milletvekili Recai Yıldırım’ın, Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/507) (S. Sayısı
: 466) (Dağıtma tarihi : 21.6.2000) (GÜNDEME)
3. – Kahramanmaraş Milletvekili Ali Doğan’ın, Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/508) (S. Sayısı
: 467) (Dağıtma tarihi : 21.6.2000) (GÜNDEME)
4. – Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya’nın, 24.2.1983
Tarih ve 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun Bir Maddesinin
Değiştirilmesine İlişkin Kanun Teklifi ile Hatay Milletvekili Namık Kemal
Atahan ve Bursa Milletvekili Ali Arabacı’nın, Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifi ve
Adalet Komisyonu Raporu (2/433, 2/500) (S. Sayısı : 493) (Dağıtma tarihi :
21.6.2000) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, ÖSYM
sınavına başörtülü kız öğrencilerin alınmadığı iddiasına ilişkin Millî Eğitim
Bakanından sözlü soru önergesi (6/740) ( Başkanlığa geliş tarihi : 20.6.2000)
2. – Mardin Milletvekili Veysi Şahin’in, Mardin-Midyat
İlçesindeki tarihi ve kültürel önemi
olan alanlara ilişkin Kültür Bakanından sözlü soru önergesi (6/741)
(Başkanlığa geliş tarihi : 20.6.2000)
Yazılı Soru
Önergeleri
1. – Çanakkale Milletvekili Sadık Kırbaş’ın,
özelleştirme kapsamında bulunan
Çanakkale Sentetik Deri Fabrikası çalışanlarına ilişkin Devlet Bakanından
(Yüksel Yalova) yazılı soru önergesi
(7/2244) (Başkanlığa geliş tarihi : 20.6.2000)
2. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, MKE’ye
bağlı bazı fabrikalara ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2245) (Başkanlığa geliş
tarihi : 20.6.2000)
3. – Erzurum Milletvekili Aslan Polat’ın, afet
konutları ihalesinin Sayıştay
denetimine tabi tutulmadığı iddiasına ilişkin Bayındırlık ve İskân
Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2246) (Başkanlığa geliş tarihi : 20.6.2000)
4. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Ermenek Orman
İşletmesi Müdürlüğünde yolsuzluk yapıldığı iddiasına ilişkin Orman Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2247) (Başkanlığa geliş tarihi : 20.6.2000)
5. – Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın,
Bakanlıkça tavsiye edilen kitaplara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2248) (Başkanlığa geliş
tarihi : 20.6.2000)
6. – Hatay
Milletvekili Mustafa Geçer’in, Dumlupınar Üniversitesi Bilecik İktisadî
ve Ticarî Bilimler Fakültesi ile ilgili bazı iddialara ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2249) (Başkanlığa geliş tarihi : 20.6.2000)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma Saati
: 14.00
21 Haziran
2000 Çarşamba
BAŞKAN :
Başkanvekili Nejat ARSEVEN
KÂTİP ÜYELER
: Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir), Melda
BAYER (Ankara)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 114 üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz
vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, ülkemizde tarımın durumu hakkında
söz isteyen Eskişehir Milletvekili Sayın Mehmet Sadri Yıldırım'a aittir.
Buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)
IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri
Yıldırım’ın, ülkemizde tarımın ve çiftçinin durumu ile sorunlarına ilişkin
gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı
MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemizde tarımın ve çiftçinin durumu ve sorunları
hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan evvel, bana bu
imkânı veren Sayın Başkana, Yüce Heyetinize, Aziz Milletime ve kendi kaderiyle
baş başa bırakılan, ülkesi için her fedakârlığa katlanan çilekeş çiftçi
kardeşlerime saygılarımı sunuyorum.
Ülkemiz, bir tarım ülkesidir, nüfusun yarısı tarımla
uğraşmaktadır. Tarım, dünyanın her yerinde korunan, devlet desteğine de ihtiyaç
duyulan bir sektördür. Dünyanın en gelişmiş liberal ülkelerinde bile, tarımda
serbest piyasa şartları henüz oluşmamıştır. Gelişmiş ülkelerin, kendi tarım
sektörlerini desteklerken, bizden, tarıma yönelik desteklerin azaltılmasını,
hatta kaldırılmasını istemelerine bir anlam vermek mümkün değildir; çünkü,
Türkiye'de, tarım kesiminde çalışan nüfus başına 40 dolar, Avrupa Birliği
ülkelerinde 2 605 dolar, Amerika Birleşik Devletlerinde ise 4 570 dolar
olduğunu görüyoruz. Hal böyle iken, IMF, stand-by anlaşmasıyla, Dünya Bankası
ise Türkiye'ye kullandıracağı yapısal uyum kredisi kapsamında tarıma yönelik
desteklerin azaltılmasını istemektedir.
Ülkemiz, tarımda kendi kendine yeten 8-10 ülke arasında
iken, son üç yılda, tarımı ve çiftçiyi bitirme noktasına getiren hükümetin bu
tutumuna daha fazla sessiz kalmanın, tarım kesimine ve cefakâr çiftçilerimize
ihanet olduğunu düşünüyoruz.
Hayvancılıkta ise durum içler acısıdır. Bundan beş on
yıl önce, köylerimizden sürü sürü davarlar çıkarken, artık hayvanı olan kişiler
parmakla gösterilecek duruma gelmiştir. Marketteki et fiyatı artarken,
üreticinin sattığı fiyat geçen yılın fiyatıyla aynıdır. Bunun en büyük nedeni
kaçak et ve hayvan ithalidir.
Süt üreticisi de mağdur durumdadır. Bir bardak çay 100
000 lira iken, çiftçimiz 1 litre sütü 110 000 ilâ 120 000 liraya sütçüye
vermektedir. Sanayi ürünü olarak satılan işlenmiş sütün litresini tüketicimiz
400 000 liraya almaktadır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, çiftçilerimiz, yok
olma pahasına üretimi sürdürmektedir.
Değerli milletvekilleri, konuşmamda, Türkiye tarımının
genel durumunu izah etmiş bulunuyorum. Öyleyse, Türkiye tarımı nereye gidiyor
diye sorduğumuzda; ülkemizde, tarımın bitme noktasına geldiğini, üreticinin ve
çiftçinin perişan olduğunu, borç içinde bulunduğunu, ömrünce evine haciz
gelmeyen çiftçinin mallarının haczedildiğini, kahvelerden veresiye çay
içtiğini, çoluk çocuğuna bakamaz, ihtiyaçlarını göremez ve hatta okutamaz
duruma geldiğini ve ikinci adreslerinin cezaevleri olduğunu, otuz yıldır
kazandığı tarlalarını ve traktörünü satar hale geldiğini görüyoruz. Biz, Doğru
Yol Partisi olarak, bir yıldır, çiftçinin ve tarımın durumu hakkında defalarca
konuştuk, meydanlara indik ve çiftçinin gün geçtikçe kötüye gittiğini söyledik;
ama, zaman bizi haklı çıkardı; keşke, biz, haklı çıkmayıp yanılsaydık da,
çiftçimiz, üreticimiz refah içinde olsaydı. Sayın hükümet, bizim
konuşmalarımızı dikkate almadı, çiftçinin durumunu nazara almadı. Hükümet,
kulağını tıkamış, gözünü kapamış hem duymuyor hem de görmüyor; duymayarak ve
görmeyerek de çiftçiyi acınacak hale getirdi.
Değerli milletvekilleri, tarımın ve çiftçinin durumu
kötü de, esnafın, emeklinin, memurun, işçinin ve sanayicinin durumu çok mu iyi;
hayır, milletvekilleri, hayır, ülkenin genel durumu iyi değil, hiçbir kesim
hayatından memnun değil, hükümetten memnun değil; çünkü, ülkeyi 6,4
küçülttünüz; sebebi ise, yatırım yok, üretim yok, inşaat durmuş, işsizlik had
safhada, hükümet enflasyonun yükünü çiftçiye, küçük esnafa, memura, emekliye ve
işçiye yüklemiştir. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, bugüne kadar olduğu gibi,
bundan sonra da, çiftçinin, esnafın, emeklinin, memurun, işçinin, kısaca fakir
fukara halkın yanında olacağız. Çiftçi, 55 ve 56 ncı hükümetler tarafından
mağdur edilmiş, hakları verilmemiştir, 57 nci hükümet zamanında; yani, şimdi
ise, çiftçi perişan edilmiş, tüm hakları gasp edilmiş, âdeta ölüme terk
edilmiştir. Çiftçinin ipini çektiniz sayın hükümet.
Sayın hükümet, girdileri yüzde 150 ile yüzde 200'lere
varan zam gören ve maliyeti 122 000 liraya ulaşan buğdayın fiyatı, 102 000 lira
olarak belirlenen bu fiyat çiftçiye reva mı?! Gaziantep'te, şu anda, buğday 80
000 liraya satılmaktadır; 102 000 liraya kimse buğday satamaz. Anadolu
buğdayının fiyatı zaten 91 000 lira.
Bakınız değerli milletvekileri, size misal olarak
gösteriyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yıldırım, süreniz tamamlandı.
Mikrofonunuzu açıyorum; lütfen, en kısa zamanda tamamlayın efendim.
Buyurun.
MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) – 2 dakika daha Sayın
Başkanım.
Bu duruma göre, buğdaya yapılan yüzde 24 zam, çiftçiyle
alay etmek değil de nedir?! İyi düşünelim!..
Değerli milletvekilleri, sayın hükümet çiftçiyi ölümden
kurtarmak istiyorsa:
Acilen, kilogramında 20 000 lira daha ekücret verilerek
maliyet fiyatına yükseltilmeli. Şayet, sayın hükümet yukarıdaki ekücreti
vermezse, her ay kilogramına 5 000 lira prim vermelidir.
Çiftçiye peşin ödeme yapılmalıdır.
Çiftçinin Ziraat Bankasına olan geçmiş borçlarının
faizleri silinmeli; şayet sayın hükümet bunu kabul etmezse, bugüne kadar olan
çiftçi borçları iki harman, iki pancar bedeline taksitlendirilmelidir.
Sayın hükümet, ilçelerde, kasabalarda ve köylerde
kapatmış olduğu ofislerin açılmasını sağlamalı veya eylül ayı sonuna kadar alım
yapmalıdır.
Çiftçinin borcu, alacağı buğday bedelinden
kesilmemelidir.
Hububatta olsun, pancarda olsun, üreticiye ceza
verilmemelidir. Pancar kotası kaldırılmalı, pancar kotası nadeniyle az mahsul
kaldırana ceza, çok mahsul kaldırana
ceza usulü kaldırılmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yıldırım, size 1 dakika eksüre verdim, o
da tamamlandı. Sadece, lütfen, teşekkür edin; mikrofonunuzu açayım. Gündemimiz
çok yüklü...
Buyurun.
MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) – Ayrıca, çiftçiye
Ziraat Bankası kredi imkânı da sağlanmalıdır.
Sayın hükümet çiftçi adına bu isteklerimizi yapabilmek
için, IMF'nin şartlarına boyun eğmemeli, Cottarelli'nin elinden anahtarı
almalıdır. Yoksa, vatandaş, sizin elinizden anahtarı alır.
Değerli hükümet ve değerli milletvekilleri; ben,
çiftçime demokratik yollardan haklarını aramalarını dilerken, Doğru Yol Partisi
ve şahsım adına, tüm çiftçilerimize ve Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yıldırım.
Değerli milletvekileri, gerek bu konuşma gerekse şimdi
yapılacak ikinci konuşma, Tarım ve Köyişleri Bakanlığını ilgilendirdiği için,
Tarım ve Köyişleri Bakanımız her iki konuşmaya bir seferde cevap verecek.
Şimdi, gündemdışı ikinci söz, Toprak Mahsulleri
Ofisinin hububat alımı uygalaması ve prim ödemeleri hakkında söz isteyen,
Edirne Milletvekili Evren Bulut'a aittir.
Buyurun Sayın Bulut. (ANAP sıralarından alkışlar)
2. –
Edirne Milletvekili Evren Bulut’un, Toprak Mahsulleri Ofisinin hububat
alımı uygulaması ve prim ödemelerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve
Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı
EVREN BULUT (Edirne) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Toprak Mahsulleri Ofisimizin alımlarıyla ilgili Yüce
Meclisimize ve bölge milletvekillerimize bilgi vermek için söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bildiğiniz gibi Toprak Mahsulleri Ofisi, yıllardır
çifçimize büyük hizmetler veren, büyük bir müessesemizdir. Yalnız, son
zamanlarda, tabiî, Avrupa Birliğine girecek olmamızdan ve dünyadaki bazı
gelişmelerden dolayı, bizim bu müesselerimizde de -tarım satış kooperatiflerini
özerkleştiren yasa gibi- bazı düzenlemeler yapılması lazımdır; fakat, ben, dün,
bölgemden geldiğim için, bu meseleyi hem bölge milletvekillerimin bilgisine
sunmak hem de -Trakyanın sorunu olarak- burada gündeme getirmek istedim.
Türkiye'de 130 çeşit buğday tescil edilmiştir; yani,
Türkiye'de 130 çeşit buğday ekiliyor. Bana göre, bu, 150'nin de üzerinde; bazı
yerel buğdaylarımız da var; fakat, maalesef -senelerdir bunun mücadelesini
Mecliste de yapıyor, genel müdürlüklere de söylüyoruz- bu buğdaylar için altı
çeşit fiyat belirleyerek paritelere ayırıyoruz. İşte biri Anadolu buğdayıdır,
biri şu buğdaydır, biri bu buğdaydır... Esasında bunların tamamı ekmeklik
buğdaydır. Bir markanın iyi olması önemli değildir, önemli olan içerisindeki
evsaftır.
Bugün, benim, itiraz ettiğim veya yanlış bulduğum
mesele, gelecekteki buğday üretimimizle de ilgilidir; çünkü, buğday, benim
Trakyamda ikinci bir münavebe ürünüdür. Trakya, buğday ve artı, ayçiçeği
ekmektedir. Ayçiçeği üretiminin yüzde 80'inin Trakya'da yapılması lazımdır;
buğdayın alternatifi ayçiçeğidir, ayçiçeğinin alternatifi de buğdaydır.
Maalesef, bu pariteler son zamanlarda kaymaktadır. Şimdi, ben Toprak Mahsulleri
Ofisinin yaptığı bu alım beyannameleri ve alım uygulamaları için soruyorum -130
çeşit buğdayın hepsi ekmeklik buğdaydır- nasıl oluyor da, beş sınıfa
bölüyorsunuz, nasıl oluyor da dört sınıfa bölüyorsunuz? Bugün, iklime göre,
mesela, Trakya'da, bu sene, ekmeklik buğdaylarda süne olmamış; hava şartları
güzel olmuş, un randımanı güzel olmuş; sen tutuyorsun, buna, üçüncü, dördüncü
sınıf fiyat açıklıyorsun... Diyelim ki, gerek buğdayı, Anadolu'nun herhangi bir
yerinde birinci buğdaydır; hava şartları kötü gitmiştir, Kırşehir'de,
Bandırma'da, Balıkesir'de olduğu gibi, zararlı hastalıklar olmuştur, buğday
evsafı düşüktür; buna nasıl 102 000 lira da, ötekine 92 000 lira veriyoruz?!
(DYP sıralarından alkışlar)
Sonra, Ofis, biliyorsunuz, bu buğdayları yer altında
saklıyor; 130 çeşit buğdayı, aynı ambara koyuyorsun, ayrı ayrı fiyatlardan
alıyorsun, satarken de tek fiyattan satıyorsun; bu, müstahsilimizin
zararınadır.
İkinci uygulamamız, bugün, Ofisin Trakya'da
açılmadığını görüyoruz. Geçen sene de alım merkezleri kapatıldı. Ben soruyorum
şimdi: Keşan, bir ilçedir, etrafında 51 köyü vardır; Mecidiye'de alım yapılan
yere uzaklıkları 30 kilometredir. 30 kilometre geleceğim merkeze... 3 tane alım
merkezi geçen sene kapanmıştır, Edirne'de 6 tane kapanmıştır, Trakya'da 20 tane
kapanmıştır. Diyoruz ki, trafikte senelerce insanlar zayi oluyor. Mazot,
biliyorsunuz, artı masraf getiriyor ve Ofisin günlerce kuyrukları oluyor;
kamyoncular kavga ediyor. Bir kamyon üç gün Ofis kuyruğunda beklerse, onun bir
maliyeti var. Ofis Genel Müdürlüğü ve Sayın Bakanımız da bir defa gözden
geçirsin, bu sene, Trakya buğdayı, en evsaflı bir buğdaydır, rekoltesi
yüksektir, bunun kalitesi düzgündür, bunun fiyatının 90 000 lira... Uzunköprü
Borsasında dün buğday 72 000 liraydı. Bunu bizim burada dile getirmememiz
mümkün değildir. Bir simit 100 000 lira, buğday 72 000 lira; bir kilo buğdaydan
20 tane simit oluyor. Ne fakir ucuz yiyor ne üreten hakkını alıyor. Bizim,
zaten, sıkıntımız, bürokratlarımız nasıl yapıyorsa siyasîlerimize, üretenler
ile yönetenler arasında uzun zamandır bu mesafe kapanmamıştır. (DYP
sıralarından alkışlar) Trakya Bölge Müdürlüğümüze söylüyoruz, bu buğdayların
kalitesine baksınlar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bulut, mikrofonunuzu açıyorum; lütfen,
siz de tamamlayınız.
Buyurun.
EVREN BULUT (Devamla) – Bu verilen 90 000 liralık
buğdaydan çiftçinin eline -yasal kesintilerle beraber- 85 000 lira geçecektir.
Onun için, bu ilk paramızdır bizim, çiftçinin ilk parasıdır, hem parasının
peşin ödenmesi... Yoksa, buğdaya sen 150 000 lira da versen, Ofis para
ödemiyorsa, buğdayın fiyatı yoktur.
İkinci şartımız da, 1 milyon ton ayçiçeğiyağı açığı
olan ülkemizin buğday fiyatını 100 000 liralarda, 110 000 liralarda tutamazsak,
seneye bu pariteyi de kaybedecektir. Türk çiftçisi adına, benim bölgem çiftçisi
adına bunu getirmek, bir milletvekili olarak görevimdi.
Hepinize saygılar sunarım. (ANAP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bulut.
Değerli milletvekilleri, gündemdışı yapılan her iki konuşmaya
da Tarım Bakanımız Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp cevap verecekler efendim.
Buyurun Sayın Bakan.
3. – Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü
Yusuf Gökalp’in; Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım’ın, ülkemizde
tarımın ve çiftçinin durumu ile sorunlarına ve Edirne Milletvekili Evren
Bulut’un, Toprak Mahsulleri Ofisinin hububat alımı uygulaması ve prim
ödemelerine ilişkin gündemdışı konuşmalarına cevabı
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) –
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Sayın Başkanı, Yüce Meclisin değerli
milletvekilleri; gündemdışı söz alan Doğru Yol Partisi Sayın Milletvekilinin ve
yine Anavatan Partisi Sayın Milletvekilinin, tarım politikalarıyla, çiftçinin
genel durumuyla ve buğday alımında uygulanan sistemle ilgili olarak ileri
sürdükleri görüşlere, müsaadenizle, cevap vermek istiyorum.
Bir yıldır sürdürmüş olduğum Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı görevim sırasında, tarım sektörünü, kamuoyunun, Yüce Meclisin ve 57
nci cumhuriyet hükümetinin gündemine taşımanın ve bunu da Yüce Mecliste
sizlerle sık sık paylaşmanın mutluluk ve huzurunu duyuyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; göreve
başlağıdımdan beri ülkemiz tarımının geliştirilmesi ve üreticilerimizin rekabet
gücünün yükseltilmesi için yapmakta olduğumuz çalışmaları, bu kürsüden ve parti
gruplarına da yaptığım çeşitli ziyaretlerde -ki, parti gruplarına yaptığım bu
ziyaretlerde, konuşmacı olan iki sayın milletvekilimiz de bu toplantılarda
bulunmuşlardır- sizlere ve kamuoyuna açıklama fırsatı buldum.
Değerli milletvekilimizin açıkladığı konulara bir cevap
olması nedeniyle, tarım sektörünün ne durumda olduğunun, neler yapıldığının,
devam eden çalışmaların genel bir çerçevesini, müsaadenizle, çizmek istiyorum.
Görevi devraldığımızda, tarım konusunda, bugüne kadar,
genellikle günübirlik politikalar ve kısa vadeli kararlar alınarak, sorunların
günlük çözümüne gidildiğini; ancak, sektörün temelindeki yapısal sorunları
çözecek köklü tedbirlerin geçtiğimiz yıllarda alınmadığını tespit etmiş
bulunuyoruz. Uygulanan bu politikaların ve alınan kararların sektör ve millî
ekonomi için önemli olumsuzluklar yarattığını, tarımsal üretim yapısında
dengesizlikler meydana getirdiğini, üretimin, iç ve dışpazar taleplerine göre
değil, siyasî kararlar paralelinde yönlendirildiğini, kamu kaynaklarının
dengeli ve etkili kullanılmadığını, burada, muhalefete ve iktidara mensup bazı
milletvekilleri de bizimle birlikte dile getirmişlerdir. Hatta, bu kürsüden,
muhalefete mensup milletvekillerimizin, tarımın bittiğini, tarımın içerisinin
boşaldığını, hayvancılığın ise ameliyat masasına yatırıldığını bizim göreve
geldiğimizin haftasında söylediklerine, Yüce Meclisimiz ve televizyonları
başında bizi izleyen tüm üreticilerimiz şahittirler ve bilmektedirler.
Göreve geldikten sora, bu çerçevede, ilk olarak,
uygulamada yaşanan aksaklıkları ve problemleri öncelikle tespit ederek, çözüm
önerilerini de geliştirdik.
Burada, vaktimizin kısıtlı olması nedeniyle,
müsaadenizle, sorunları ve çözüm önerilerini, yine değerli milletvekilimizin
bahsettiği şekilde maddeler halinde belirtmek istiyorum:
Tarım sektöründe düzenli bir kayıt sistemi ve veri
tabanı kurulamamıştır.
Tarım işletmeleri, mevcut miras hukuku esasları
çerçevesinde parçalanmış ve optimum işletme büyüklüğünün altına düşmüştür.
Yeterli mevzuat düzenlemeleri yapılmadığı ve gerekli
destekler sağlanmadığı için üreticiler teşkilatlanamamıştır.
Tarımsal pazar ve pazarlama faaliyetleri yeterince
geliştirilememiş ve 57 nci cumhuriyet hükümeti göreve gelmeden önce de
pazarlama organizasyonları kurulamamış ve yine, bizim hükümetimiz ve benim de
Tarım ve Köyişleri Bakanı olmamdan çok daha da önce, ürün borsaları
geliştirilememiş.
Bu olumsuzlukların yanında, yine, geçmiş yıllarda, Yem
Sanayii, Et ve Balık Kurumu, Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu, Ziraî Donatım
Kurumu gibi tarımsal KİT'lerin, rehabilite edilmeden ve amacına uygun faaliyet
göstermelerine süreklilik kazandırılmadan özelleştirildiklerine veya
özelleştirme kapsamına alındıklarına şahit olduk.
Üretimin yönlendirilmesi sağlanamamış, tarımsal
destekleme politikalarının en önemli aracı olarak kullanılan fiyat
müdahaleleri, üretimin pazar sinyallerine uygun olarak gelişmesini engellemiş,
üretici gelirlerinde istikrarsızlık yaratmış, çiftçinin gelir dağılımı
bozulmuş, bazı ürünlerde iç ve dış pazarlarda değerlendirilemeyen stoklar
oluşmuş; sonuç olarak, destekler için aktarılan kaynaklar istenilen ölçüde
üreticinin eline geçmemiş ve katrilyonlarca liralık kaynak israfı olmuş; ama,
çiftçi de, ne yazık ki, kaderine terk edilmiştir.
Destekleme politikalarında tarımın alt sektörleri
itibariyle de denge kurulamamış, hayvancılık sektörü tamamen ihmal edilmiş,
yine, muhalefete mensup değerli milletvekillerinin söylediği gibi, ameliyat
masasına yatırılarak, bize devredilmiştir.
Tarımsal politikalar ve alınan kararlar günün değişen
şartlarına cevap vermediği gibi, devamlılık da sağlanamamıştır. Tarıma ilişkin
yetki ve sorumlulukların pek çoğunun, geçmişteki iktidarlar tarafından,
Bakanlığımızdan alınarak başka kuruluşlara dağıtılması, sektörde görev alan
kamu kuruluşlarının sayısını artırmış, bu dağınıklık da, hizmetlerin bir
bütünlük içinde yürütülmesini engellemiştir.
Tarımda arazi kullanımı belli bir plana
dayanmadığından, toprak kullanımında verimsizliğe ve doğal kaynağın kaybına
neden olan yanlışlıklar yapılmıştır.
Tarım ürünleri sigortası sistemi geliştirilmemiştir.
Göreve geldikten sonra ilk ele aldığımız kanunlardan birisi bu olmuştur; ancak,
tarım ürünleri sigortası kanunu çıkarmak Tarım ve Köyişleri Bakanlığının
yetkisinde değildir, Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Devlet Bakanlığının
yetkisindedir. Bu konuda da gerekli girişimlerimiz yapılmıştır.
Özellikle işletmelerin küçülmesi ve üreticilerin
sermaye kaybı gibi nedenlerle, modern teknoloji ve girdi kullanımı yetersiz
kalmış, tarımda verim aşırı derecede düşük seyretmiştir. Gördüğümüz durum
budur.
Sonuç olarak, dünya şartlarının gelişiminin mecbur
kıldığı köklü yapısal değişiklikler, çok eski yıllardan bu tarafa yapılmadığı
gibi, göreve geldiğimizde, ekonomik gücünü kaybetmiş, fakirleşmiş ve tarımsal
üretimden kaçar hale gelmiş bir köylüyü
ve tarım sektörünü karşımızda bulduk.
Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; şunu içtenlikle
söylüyorum ki, Türk çiftçisinin ve Türk tarımının kaderi 29 Mayıs 1999’da
aldığımız manzara halinde olmamalıydı.
Bu tespitleri yaptıktan sonra, mevcut kalkınma planları
ve 57 nci hükümetin programı da dikkate alınarak, sorunların çözümü için
alınacak tedbirleri kısa sürede belirledik.
Bu çerçevede, hedefimiz, tarım sektöründeki bu
sorunları ortadan kaldırarak, ülke tarımını gelişmiş ülkeler seviyesine
çıkarmak ve çiftçimize mecbur olduğumuz rekabet gücünü kazandırmaktır.
Bu hedeflere ulaşırken, öncelikle, verimlilik,
süreklilik, katılımcılık, örgütlülük ve saydamlık ilkelerinin geçerli olması ve
tarım sektöründe yapının, çok sayıda küçük işletmelerden entansif üretime doğru
yönlendirilmesi esas alınmıştır.
İşte, bu gerçekten hareketle, yeni bir heyecan ve
şevkle, günübirlikçi yaklaşımları bir kenara bırakarak, ülkemizde tüm kesimler
tarafından yıllarca dile getirilen; ancak, şimdiye kadar başlatılamayan, uzun
vadeli ve kalıcı politikalar oluşturmak ve sorunları giderecek gerekli yasal
düzenlemeleri de kapsayan, tarımda yeniden yapılanma ve reform programı
çalışmalarını başlattık.
Bu reform programı içerisinde uygulamaya konulan ve
üzerinde çalışılan konuları, müsaadenizle, maddeler halinde vermek istiyorum:
Birincisi, tarım hizmetlerinin düzenlenmesi hakkındaki kanun tasarısıdır. Yüce
Mecliste söz alan tüm milletvekilleri, tarım hizmetlerinin dağınıklığından,
tarımın sahipsizliğinden ve dolayısıyla da tarımdaki uygulamalardaki bir
koordinasyon eksikliğinden bahsetmektedirler. Bu kanun bir noktada, tarım
çerçeve kanunu dediğimiz, tarım anayasası dediğimiz, bu kanun, 29 Mart 2000
tarihinde, Başbakanlığa sunulmuştur. Bu yasa ile, toprak, su gibi doğal
kaynakların etkin kullanılmasının, toprak sulama ve tarım reformu genel
müdürlüğünün kurulmasının, bakanlar seviyesinde tarımsal destekleme ve
yönlendirme kurulunun oluşturulmasının, Avrupa Birliğindeki FEOGA'ya benzer bir
fonun teşkilinin ve iç ve dışpazar şartlarına uygun kalitede üretim
yapılmasının esasları düzenlenmiştir. Ümit ediyorum ki, bu kanun kısa zamanda
Bakanlar Kurulunda imzaya açılacak ve Yüce Meclisin takdirine arz edilecektir.
İkincisi, Tarımda Yeniden Yapılandırma ve Destekleme
Kurulu oluşturulmuş ve bu kurul, 21 Aralık 1999 tarihinde görevini sürdürmeye
başlamıştır. Müsteşarlık düzeyinde oluşturulan bu kurulla, çiftçilerin
meselesi, sanayicinin, ithalatçının, ihracatçının meselesi, bakanlıklar
arasındaki bir koordinasyon içerisinde ele alınmakta ve yürütülmektedir.
Ülke genelinde, doğrudan gelir desteğinin uygulanması
için önşart olan çiftçi kayıt sistemi ve tarımsal veri tabanı projesi
hazırlanmış, 250 milyon dolar iç ve dışkaynak sağlanmıştır. Proje, uygulanmaya
konulmak üzeredir.
Planlı üretimin yapılamamasından dolayı, üretim
fazlalığı nedeniyle büyük sorun yaratan tütün, şekerpancarı, çay, fındık gibi
ürünler yerine, başta yağ bitkileri olmak üzere, ülkemizin ihtiyacı olan
ürünlerin ikame ettirilmesi için "alternatif ürün projesi"
hazırlanmıştır ve bu proje, 588 milyon dolarlıktır; iç ve dışkaynak
sağlanmıştır ve proje uygulamaya konulacaktır.
Yüce Meclise geldiğimiz ilk günden itibaren, değerli
milletvekillerimiz, her zaman, ürün planlamasının olmamasından, stoka üretim
yapılırken, bazı ürünlerdeyse tam itlahatçı olmamızdan bahsetmişlerdir; ancak,
bu projeyi de hazırlamak -yirmi yıldır konuşulan; ama, hazırlanamayan bu
projeyi de hazırlamak- bize nasip olmuştur. Beş yıl devam edecek olan bu proje,
uygulamaya konulacaktır.
Yine, hayvancılıktaki problemleri aşmak için, ilk defa
"hayvancılığı destekleme projesi" hazırlanmıştır. Bu proje, beş yıl
sürecektir. Toplam maliyeti 540 trilyon liradır. Her yıl 90 trilyon lira, yerli
üreticinin desteklenmesi ve yem bitkileri üretiminin desteklenmesi için
ayrılacaktır; bu yılki kaynaklardan 43 trilyon lira ayrılmıştır. Kararname
yayımlanmıştır, uygulama tebliği yayımlanmıştır ve tüm Anadolu'da uygulamaya
konulacaktır.
Bizim, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı olarak, iki önemli
sloganımız var; bunu da burada arz etmek istiyorum: Birincisi "Doğduğumuz
yerde doymak istiyoruz." Bu, hükümet olarak politikamızdır, Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı olarak politikamızdır. Yıllarca, göçten bahsedilir,
köylerin boşaldığından bahsedilir; ama, buna yönelik olarak kalıcı politikalar
ve kalıcı projeler üretilmez. İşte, bu doğrultuda, tarım-sanayi entegrasyonunu
Anadolu'ya yayma projesini geliştirdik. Çiftçimizi, köylümüzü ve esnafımızı,
doğduğu, gençliğinin geçtiği, atasının, dedesinin mezarı olduğu topraklarından
koparıp, büyük şehirlerin gecekondularına mahkûm etmemek için, tarım sanayi
entegrasyonunu oluşturacak projeleri bir bir gerçekleştiriyoruz. Bu anlamda,
özel sektörle her hafta görüşmeler yapıyoruz. Bunun bir somut misali olarak da,
ilk defa bizim tarafımızdan, Koç ve Ata Grubunun da organizasyonuyla, Harran
Ovasında temelini attığımız 1 000 baş sağılır inek, 5 000 baş besi projesini
vermek istiyorum.
İkinci sloganımız ise "Türkiye'yi
yeşillendireceğiz." Türkiye'yi yeşillendireceğiz sloganı altında,
meralarımızın -size bu tarihi net olarak söylüyorum- üç yıl içerisinde, tespit,
tahdit ve tahsis çalışmaları bitecektir. Mera Kanunu bizden önce çıkmıştır.
Sayın Bakan buradadır; Anavatan Partisinin değerli Bakanı zamanında çıkarılmıştır.
Ben, kendilerine teşekkür ediyorum; çabaları sonucunda çıkmıştır; ama, bu Mera
Kanunu, çok daha önce çıkması gerekliydi.
Yine, Devlet Bakanlığıyla yaptığımız protokol
gereğince, özel sektörü de, meraların tespit ve tahdit çalışmalarına çekerek,
meralardaki ölçümlerin ve krokilerin üç yıl içerisinde tamamlanması yapılacak
ve bu arada da, tüm illerimizde, bu ay içerisinde gerekli ihaleler yapılarak,
özel sektör vasıtasıyla da meraların yeşillendirmesine giriyoruz.
Yine "Türkiye'yi yeşillendireceğiz"
sloganının altında Türkiye'de ürün planlamasını ve ürün desen çalışmasını
yapacağız, çiftçinin ürettiği ürünler değeri fiyatıyla pazarlanacak,
böylelikle, çiftçi, tarlasına, toprağına küsmeyecek, tarla ve toprak boş
kalmayacak, bahçesi de yeşil olacak, sebze ve meyve tarlası da yeşil olacaktır.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Bakan, bunlar ne
zaman olacak, ne zaman gerçekleşecek?
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
– Tarihlerini biraz önce arz ettim.
BAŞKAN – Efendim, lütfen, müdahale etmeyin.
Buyurun efendim.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
– Diğer önemli konu da, Türk çiftçisinin üretmiş olduğu meyve, sebze ve
hayvancılık ürünlerine destek sağlanmasıyla ilgili Mecliste herhangi bir
girişimde bulunulmamasına rağmen, bugün, Türk üreticisinin ürettiği meyve,
sebze, hayvancılık ürünlerine hiçbir destek ve teşvik verilmemektedir; ancak,
buğdaya, tütüne ve çaya belirli bir taban fiyat verilmektedir; ama, Türk
üreticisi -sadece meyve ve sebze için örnek vereyim- 257 çeşit meyve ve sebze
üretmektedir. Bu nedenle, biz Bakanlık olarak, üretimde kullanılan girdilerin
dünya fiyatıyla uyumu projesini hazırladık. Bu proje kapsamında, en başta mazot
olmak üzere, kimyevi gübre, sertifikalı tohum, fidan, zirai mücadele, veteriner
sağlık ilaçları, sulama suyu, yem, damızlık hayvan ve hayvan üreticilerine daha
ucuz kredi vermek için hazırladığımız proje Bakanlar Kuruluna arz edilmiş,
Bakanlar Kurulu genelde bu projeyi olumlu bulmuştur. Bu, 750 milyon dolarlık
bir projedir ve buna da dış ve iç kaynak aranmaktadır.
Değerli milletvekilleri, yine, tarım sigortası yasası
üzerindeki çalışmalar devam etmektedir. Tarımsal üretici birlikleri yasa
tasarısı Bakanlar Kurulundan çıkmış, Meclise sevk edilecektir. İlk defa 1926
yılında çıkarılan ve günümüz şartlarına cevap vermeyen hayvancılıkla ilgili
kanunlar 2000 yılında bizim tarafımızdan ele alınmış, Tarım Orman ve Köyişleri
Komisyonundan geçmiş ve yakında Meclise inecektir.
Yine, çeşitli meyve ve sebzeye ihracat teşviki
verilmiştir.
Kaçak hayvan ve et girişlerinden bahsedildi. Kaçak
hayvan ve et girişleri konusunda Tarım ve Köyişleri Bakanlığının aldığı
tedbirleri Yüce Meclisimizin tüm fertleri biliyor.
Avrupa Birliğine uyum çalışmaları için de, Bakanlığımız
hassas bir şekilde çalışmasını devam ettiriyor.
Değerli milletvekilleri, Sayın Evren Bulut'un buğday
konusunda ileri sürdüğü şu hususlara cevap vermek istiyorum. Bugün, Türkiye'de
300 kadar değişik buğday ekiliyorsa, sırf Trakya'da 60 çeşit değişik buğday
tohumu kullanılıyorsa, tabiî ki, bunun sorumluluğu, bir yıldır görevde olan
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığında değildir. Türkiye, bugün, çeşitli tohumlar
için, maalesef, bir uygulama alanı olmuştur. Bu konudaki çalışmalarımıza devam
ediyoruz; ancak, herhalde 300 çeşit buğdaya 300 farklı fiyat verme imkânı da
yoktur. Biz bunları 6 grup altında topluyoruz ve bu 6 grup altında toplama da
ilk bu sene yürürlüğe konulan bir husus değildir, Toprak Mahsulleri Ofisinin
onbeş yıldır uyguladığı sistem budur.
Ofislerin açılma meselesine gelince; ofisler her
tarafta açıktır ve ürün alımları başlamıştır. Burada, İstanbul'dan Gaziantep'e
kadar tüm bölgelerimizdeki alımlar ve dökümleri elimizde mevcuttur. Bunları da
arkadaşlarımıza takdim edebiliriz.
Alımların düzenli olması ve üreticinin beklememesi için
de belirli bir sıra takip edilecektir. Yine, geçmiş yıllarda açılan geçici alım
yerleri de açılmaya devam edecektir.
Takdir edersiniz ki, buğday fiyatlarını Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı belirlemiyor. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, buğday
fiyatlarını, dünyadaki ve dahildeki şartları da baz alarak, Bakanlar Kuruluna
teklif ediyor ve Bakanlar Kurulu tarafından belirleniyor; ancak, buğday
fiyatlarının belirlenmesi konusunda, biraz sonra, bazı rakamlarla açıklamalar
yapabileceğim.
Önemli olan, Sayın Evren Bulut'un da söylediği gibi,
özellikle buğdaya yüksek fiyat verip de alamamak değildir. Önemli olan,
buğdaya, tatmin edici belirli bir fiyat
verdikten sonra, o buğdayı satın alabilmektir. Şu anda Toprak Mahsulleri Ofisi
olarak alımlarımıza devam ediyoruz ve bu seneki ödemeler de peşine yakın bir
anlam içerisinde ödenecektir. Kararname, dün Bakanlar Kurulumuzdan,
Bakanlarımızın imzasından çıkmıştır; Sayın Başbakanın ve Sayın Cumhurbaşkanının
imzasından sonra yayımlanacaktır. Dikkat edilirse, bu kararnamede, alınan
ürünlerin fiyatının yarısının alımdan hemen sonra, yarısının ise otuz günü
geçmemek kaydıyla ödenmesi Bakanlar Kurulunda imzalanmış ve çıkmıştır.
Yine, çiftçilerimize onbeşer günlük birer artış
verilmektedir ve geçen yıl ilk defa mahsup kararnamesini çıkardık; böylelikle,
Ziraat Bankası ve tarım krediye olan çiftçi borçları, alacaklarına sayılmış
oldu ve bu kararname de 1993 yılından bu tarafa 1999 yılında ilk defa
tarafımızdan gönderilmiş ve çıkarılmıştır. Çiftçilerin değişik afetler
karşısında uğradığı zararların giderilmesi ve onlara gerekli olan yardımların
yapılması konusundaki kararnameler de tarafımızdan vaktinde hazırlanmakta ve
Başbakanlığa arz edilmektedir. Bu kararnameler de yakında çıkacaktır. Özellikle
şunu söyleyeyim: Biz, özel sektörü de, özel sektörün elindeki tohumları da
bizzat alarak, kendi şahsî ve bakanlık imkânlarımızı kullanarak, çiftçilerimize
tohum ve fide aktarmaya çalışıyoruz.
Yüce Meclisi ve Sayın Başkanı tekrar saygıyla
selamlıyorum. (MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Değerli milletvekilleri, gündemdışı üçüncü söz, New
York'ta yapılan "Kadın 2000" konulu toplantı hakkında söz isteyen
Ankara Milletvekili Oya Akgönenç'e aittir. (FP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Akgönenç.
4. – Ankara Milletvekili Oya
Akgönenç Muğisuddin’in, Newyork’ta yapılan “Kadın 2000” konulu toplantıya
ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün cevabı
OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Ankara) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Bejing + 5 Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Özel
Oturumu, New York'ta yapılmıştır; bu toplantı aynı zamanda "Kadın
2000" veya "21 inci Yüzyıl İçinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği,
Kalkınma ve Barış Toplantısı" şeklinde de tanımlanmıştır.
Bu toplantıya Türkiye, oldukça geniş bir heyetle
katılmıştır. Heyette kadın işlerinden sorumlu sorumlu Bakan, parlamenterler,
Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğünden, üniversite kadın araştırma
merkezlerinden ve çeşitli kadın sivil toplum kuruluşlarından temsilciler bulunmuştur.
Her partiden birer kadın parlamenter olmak üzere, Sayın Işılay Saygın, Sayın
Sevgi Esen, Sayın Nesrin Ünal, Sayın Tayyibe Gülek ve ben Oya Akgönenç bu grubu
oluşturmuş bulunmaktayız. Ben, kendi adıma, partime ve Parlamentoya, bana böyle
bir imkânı bağışlamış olmalarından dolayı teşekkürü bir borç bilirim.
Bildiğiniz gibi, ilk kadın toplantısı, 1975 yılında
Meksika'da yapılmıştır. 1995'te ise, Çin'de, 30 000 kadın toplanmış ve çeşitli
konularda, çeşitli fikir ve projeler üretmiştir. Sonunda, Kadın Bejing Eylem Platformu kabul edilmiş,
katılımcılar, yani, bütün devletler ve sivil toplum örgütleri, burada alınan
kararları uygulama doğrultusunda imza atmışlardır. Kadın 2000'de ise, yani, New
York'ta yapılan toplantıda ise, Bejing kararlarının gerçek anlamda ne kadar
gerçekleştirilmiş olduğu değerlendirilmiştir. Burada insan hakları, toplumsal
cinsiyet eşitliği kavramları içinde gerçekleştirilmesi hedeflenen kalkınma ve
barış konuları da ele alınmıştır. Uluslararası düzeyde bir uzlaşma ve kalkınma
platformları hazırlanmış, bölgesel işbirlikleri teşvik edilmiştir.
Birleşmiş Milletler toplantısına 188 ülkeden yaklaşık
10 000 kişi katılmıştır. Ülkeleri temsil eden kadın bakan veya sorumlular, son
derece iyi eğitimli hanımlardan oluşmuştur, 10 kadar ülkenin kadın sorunları
ise erkek bakanlar tarafından yürütülmüştür. Toplantılar üç ayrı platformda,
paralel olarak yürütülen oturumla günde 12'şer saat olarak devam etmiştir.
Sonuç bildirisi, dünya çapında ayrıcalıkların, haksızlıkların, şiddet ve
ölümlerin azaltılması yolunda etkili olacak bir doküman olarak hazırlanmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; New
York'ta konuşulan en önemli konuların başında, kadına karşı şiddet ve silahlı
çatışma bölgelerindeki kadınların durumu gelmiştir. İlaveten ekonomik alanda ve
karar mekanizmalarında kadınlara daha eşit fırsatların verilmesi konuları da
ele alınmıştır.
Bugün dünya nüfusunun çok büyük bir kısmı yoksulluk
içinde yaşamını sürdürmektedir. İşte, bu yoksullar grubunun en büyük kesimini
de kadınlar oluşturmaktadır. Açlık ve hastalığın yanı sıra, çaresizlik içinde
yaşayan milyonlarca kadın bulunmaktadır. Dünyanın her ülkesinde kadına karşı
şiddet artmaktadır. Bu durum pek çok kadın tarafından dile getirilmiştir.
Aynı şekilde "töre cinayetleri" olarak
tanımlanan ve ülkemizde de sıkça gazetelere yansıyan kanlı uygulamalar New York
toplantısının en önemli ve hararetli oturumlarının konusu olmuştur. Bunların
içine de namus için işlenen cinayetler, boşanmak isteyen kadının durumu,
getirdiği çeyiz az bulunarak öldürülen gelinlerin durumlarına kadar, her türlü
sebeple işlenen cinayetler girmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi
Annan, bu töre cinayetlerini "utanç cinayeti" olarak isimlendirmiş ve
tüm dünya idareci ve hukukçularını bu konuda adaleti tesis etmeye davet
etmiştir.
Değerli meslektaşlarım, dünyanın çeşitli ülkelerinden
gelen tanınmış kadınlar, pek çoğu kendi millî giysileri içinde konuşarak, güzel
ve çarpıcı görüntüler sergilemişlerdir. Bunlar arasında Hillary Clinton ve
Madelıne Albrıght'ın yaptığı konuşmalar da hayli dikkati çekmiştir. Mesela,
Amerika'da 24 saat açık bulunan "Alo şiddet hattı" uzun bir ilgi ve
tartışma konusu olmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Akgönenç.
Lütfen, tamamlayın efendim.
OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Devamla) – Türkiye'den giden
37 kişilik grup ise, son derece aktif bir şekilde oturumlara katılmış,
kararların oluşumunda katkılarda bulunmuşlardır. Bazı oturum başkanlıkları ise
Türk hanımlar tarafından yürütülmüştür.
New York'taki Konsolosluk ve Birleşmiş Milletler Daimi
Temsilciliği mensuplarıyla birlikte Türk grubu, çok iyi bir birliktelik ve
ahenk içinde çalışmışlardır. Bunun sonucu olarak da, gerektiği yerlerde
kültürümüzün korunması ve kararlarımızın, millî ve manevî değerlerimiz çerçeve
ve doğrultusunda yapılması için elbirliğiyle gayret sarf edilmiştir. Moda olan
popülist akımların etkisinde karar alınmaması sağlanmıştır.
Sonuç olarak; bu tip konferanslara, Türkiye'nin,
muntazam bir süreklilik içinde katılmasının, uluslararası platformlarda yer ve
rol almasının son derece önemli olduğuna inanmaktayım. Türkiye'nin, yetişmiş
elemanı ve beyin gücü her ortamda güzel performans verecek durumdadır.
Ülkemizin gücü ve etkinlik sahaları bu tip katılımlarla artacaktır.
Bu konudaki gelişme ve düşüncelerimi bilginize sunar;
hepinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)
MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun efendim.
MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Ben, söz
istemiştim, herhalde kürsüye gelmedi.
Ben, yaptığım gündemdışı konuşmamda, Sayın Bakanımdan
iki hususun açıklanmasını istiyordum; birinci husus, buğdaya verilen taban
fiyatların...
BAŞKAN – Efendim, böyle bir usulümüz yok; siz
gündemdışı konuşmanızı yaptınız, Sayın Bakan da cevap verdi.
MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Hayır efendim, bir
saniye...
Sayın Bakanım, burada üstünkörü, benim söylemediğim
şeylere cevap verdi.
BAŞKAN – Efendim, o, kendilerinin takdiridir; sizin
için üstünkörü olan, kendisi için üstünkörü olmaz.
MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Sayın Başkanım...
BAŞKAN – Buyurun efendim.
MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Millet, şu anda
cevap bekliyor; 20 000 lira ekücret vermeyi düşünüyor mu?..
BAŞKAN – Efendim, müsaade eder misiniz, böyle bir
usulümüz yok Sayın Yıldırım.
MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Buradan konuşayım
efendim.
BAŞKAN – Efendim, gündemdışı konuşmaya, Devlet Bakanı
Sayın Fikret Ünlü cevap verecek.
Buyurun Sayın Bakan. (DSP sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI FİKRET ÜNLÜ (Karaman) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; kadın-erkek eşitliği, bildiğiniz gibi, demokrasinin
vazgeçilmez koşuludur. Bu eşitlik, yasal alandaki düzenlemeler kadar, devletin,
bütün hizmetlerinde eşit olanaklar sunması, kadınların da, bu olanaklardan
yararlanma haklarının bilincinde olmasıyla sağlanır. Türkiye, cumhuriyet
devrimleriyle kadınlara sağlanan hakları, ileri götürmek, dünyayla
bütünleşerek, kadın-erkek eşitliğini her alanda sağlamak için, 1985 yılında,
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesini imzalamış, 1990
yılında, bu konudaki ulusal mekanizma olarak, Kadının Statüsü ve Sorunları
Genel Müdürlüğünü kurmuştur. Ülkemizdeki gönüllü kadın hareketi de, 1980
sonrasında ivme kazanarak, etkin işbirliği örnekleri sergilemiştir.
Uluslararası alandaki sözleşme ve kararlara katılmak,
dünya konferanslarını takip etmek, işte, bu eşitlikçi çabaların başarısını
artırmıştır.
Dünya ülkeleri, son 25 yılda, Birleşmiş Milletler
konferansları ve toplantılarıyla bir araya gelerek ortak sorunları tartışıyor,
çözüm önerileri geliştirip fikir alışverişinde bulunuyor, ortak kararlar alıp
bu kararlara uyma yolunda taahhütlerde bulunuyor. Böyle bir birliktelik,
eşitliğin sağlanmasında itici bir güç, bir dayanak oluşturduğu gibi, kimi
ülkeler, evrensel kararların gereklerini yerine getirirken, kimi ülkeler de az
gelişmişliklerini pekiştiriyor.
Bildiğiniz gibi Türkiye, insan hakları alanında aldığı
yolu, kadının insan haklarını da kapsayacak şekilde kuvvetlendirmektedir.
Pekin'de 1995 yılında yapılan Dördüncü Dünya Kadın Konferansında taahhütlerini
oldukça başarılı bir şekilde yerine getiren Türkiye, 5-9 Haziranda New York'ta
yapılan Birleşmiş Milletler özel oturumunda da kadın ve aileden sorumlu Devlet
Bakanı Sayın Hasan Gemici başkanlığında geniş bir heyetle etkin bir katılım
sağlamıştır.
Dördüncü Dünya Kadın Konferansının sonucunda kabul
edilen Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformunun sonuçlarının değerlendirilmesi
ve tam olarak uygulanması amacıyla gerçekleştirilen özel oturumda, siyasî
partilerimizi temsilen 5 kadın parlamenter, Parlamentolararası Birlik üyesi 5
parlamenter, bürokratlar ve gönüllü kadın kuruluşlarından 4 temsilci resmî
heyette yer almıştır. Özel oturuma paralel olarak yürütülen gönüllü kuruluş
etkinliklerine ayrıca katılan ve Birleşmiş Milletlere akredite olma şartını
yerine getiren 16 gönüllü kuruluşun temsilcileri de başarılı çalışmalar
yürütmüşlerdir.
Devlet Bakanı Sayın Hasan Gemici, özel oturumun 6
Haziran tarihli genel kurulunda Türkiye adına bir konuşma yaparak, toplumsal
cinsiyet eşitliği alanında kaydedilen kazanımlar ve geleceğe yönelik
önceliklerimizin neler olacağı üzerinde durdu. Sayın Gemici, yaptığı konuşmada,
kadın erkek eşitliğinin sağlanması için temel koşulun siyasî bir irade olduğunu
ve bunun için kaynak tahsis etmek gerektiğini belirtmiş ve bu oturumda alınan
kararların bağlayıcı olmamasıyla birlikte evrensel bir ortak anlayışın ortaya
çıktığını vurgulamıştır.
Özel oturumun sonucunda kabul edilen siyasî deklarasyon
ve sonuç belgesi üzerinde yapılan görüşmelere Türk heyeti aktif bir şekilde
katıldı. Özellikle, eşitliği sağlayıcı ulusal mekanizmalar, kadın ve kız
çocukların sağlığı, yoksulluk, kadının ücretsiz emeğinin tanınması ve kadına
karşı şiddet konularında sonuç belgesine önemli katkılarda bulunulmuştur.
Özel oturum, ülkemizde toplumsal cinsiyet eşitliği
alanındaki çalışmalara yeni boyutlar katacak ve bu çalışmaları hızlandıracak
bir dönemeç olarak kabul edilmelidir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.(Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ünlü.
Sayın milletvekilleri, Anayasa ve Adalet Komisyonu
üyelerinden kurulu karma komisyonun, bazı milletvekillerinin yasama
dokunulmazlıklarına ilişkin raporları vardır; ayrı ayrı okutup, bilgilerinize
sunacağım:
Sayın milletvekilleri, sunuşların uzun olması
dolayısıyla, Kâtip Üyenin, sunuşları, oturduğu yerden yapması hususunu
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
V. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1. – Aydın
Milletvekili Sema Pişkinsüt'ün Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/462) (S.
Sayısı: 452) (1)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başkanlıkça, 16.2.2000 tarihinde karma komisyonumuza
gönderilen Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt’ün yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre
kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.
Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen
28.3.2000 günlü raporuyla, 1163 Sayılı Kooperatifler Yasasına muhalefet suçu
isnat olunan Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt hakkındaki kovuşturmanın,
milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.
Dosyada bulunan belge ve bilgilerle, hazırlık komisyonu
raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde yasama
meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini
sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını; ancak,
böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline
getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde
yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının
bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini gözönüne
almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı
taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği dikkate
alınarak, Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt hakkındaki kovuşturmanın,
milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy çokluğu ile
karar verilmiştir.
Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere
Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
Komsiyon Başkanı ve Üyeler
Muhalefet gerekçem:
Yasama dokunulmazlığının milletvekilliği sıfatı sona
erinceye kadar ertelenmesine dair karma komisyon raporuna aşağıdaki
gerekçelerle ilkesel olarak muhalifim. Değerli milletvekillerinin iddia edilen
suçları işlemediklerine dair savunmaları esas alınmalı, aklanmalarına olanak
tanınmalıdır.
(1) 452 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Gerekçelerim iki ana başlıkta toplanmaktadır:
1. Anayasal gerekçe,
2. Belirli objektif kıstasların uygulanamaması.
Anayasal gerekçe:
Anayasamızın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmü
gereğince; seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen
milletvekili, Meclis kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez,
tutuklanamaz ve yargılanamaz.
Anayasanın 83 üncü maddesindeki düzenleme, Anayasamızın
76 ncı maddesindeki düzenlemeyle çelişmekte, çelişkinin de ötesinde, 76 ncı
maddeyi düzenlemeyi gerekli kılan amacı ortadan kaldırmaktadır.
83 üncü maddedeki bu düzenleme, 76 ncı maddede
tanımlanan ve zaten milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen zimmet,
ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye
kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve
alım satıma fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma gibi suç iddiaları
dolayısıyla soruşturma açılmasına ve yargılama yapılmasına engel olmaktadır.
Anayasanın 76 ncı maddesinde belirtilen suçlardan hükmü
kesinleşmiş olan kişi milletvekili seçilemezken, milletvekili seçilmeden bir
gün önce veya milletvekili seçildikten sonra bu suçları işlediği iddia edilen
kişiler milletvekilliğini sürdürdüğü gibi, bu suçlarla ilgili olarak
sorgulanamamakta ve yargılanamamaktadır. Böyle bir düzenleme Anayasanın ruhuna,
genel hukuk kurallarına aykırıdır.
Anayasanın 76 ncı maddesindeki suç iddialarıyla ilgili
olarak kovuşturma yapılmasına izin verilmeli, karma komisyon, yasama
dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmayacağına, kovuşturma sonucu oluşacak
objektif ölçüler çerçevesince karar verebilmelidir.
Objektif ölçülerin bulunmamasına ilişkin gerekçe:
Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili
Anayasamızın 83 üncü maddesinde belirli objektif ölçüler belirtilmediği gibi,
yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki Meclis İçtüzüğünün 131 ilâ 134
üncü maddelerinde de belirli objektif ölçülere yer verilmemiştir.
Birçok Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği
üzere; yasama dokunulmazlığının kaldırılması konusunda birtakım belirli,
objektif ölçülere uygun davranılması ve bu ölçülerin bir hukuk devletinden
beklenen nitelikte bulunması şarttır. Yeterli olmamakla birlikte, eski
Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde belirli objektif ölçüler yer almış ve Anayasa
Mahkemesi, bu objektif ölçülere uygunluğu gözetmiştir.
Sonuç:
Bir suç isnadı ciddî ise, siyasî ereklere uygun ise
yahut üyenin şeref ve haysiyetini koruma yönünden dokunulmazlığın kaldırılması
zarurî ise, yasama dokunulmazlığı kaldırılmalıdır.
Dokunulmazlığın amacı, yasama görevini yürütecek
milletvekillerinin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan
korunmuş olarak görevlerini gereği gibi yapmalarını sağlayarak, siyasal
nitelikli kovuşturmalar bahanesiyle milletvekillerinin Meclise katılmaktan
alıkonmasını, çalışma şevkinin kırılmasını, bu yolla da TBMM’nin istencinin çarpıtılmasını
önlemektir. Yoksa, kimilerinin, TBMM’ni yıpratmak için kasıtlı olarak söylediği
gibi, milletvekiline, soruşturmadan kaçma, suç işleme ayrıcalığı tanınması
değildir.
Hangi suç isnadının ciddî olduğu; “Milletvekili seçilme
yeterliliği” başlıklı Anayasamızın 76 ncı maddesinde belirtildiği gibi, 2839
sayılı Milletvekili Seçimi Yasasının “Milletvekili seçilemeyecek olanlar”
başlıklı 11 inci maddesinde de belirtilmiştir.
Taksirli suçlar hariç, toplam bir yıl veya daha fazla
hapis veya süresi ne olursa olsun ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar,
affa uğramış olsalar bile; zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık,
dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz
kızartıcı suçlar ile istimal ve istihlâk kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık
suçları, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya devlet sırlarını
açığa vurma suçlarından biriyle mahkûm olanlar, TCK’nun (Devletin Şahsiyetine
Karşı Cürümler) başlıklı ikinci kitabının birinci babından yazılı suçlardan veya
bu suçların işlenmesini alenî olarak tahrik etme suçundan mahkûm olanlar, TCK
312 nci maddesinin ikinci fıkrasında yazılı halkı, sınıf, ırk, din, mezhep veya
bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa, açıkça tahrik etme suçlarından
mahkûm olanlar ve TCK’nun 536 ncı maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü
fıkralarında yazılı eylemlerle aynı yasanın 537 nci maddesinin birinci, ikinci,
üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarında yazılı eylemleri siyasî ve ideolojik
amaçlarla işlemekten mahkûm olanlar milletvekili seçilemezler.
Anayasamızın 76 ncı maddesine göre affedilmiş olsalar
dahi, belirtilen suçlardan mahkûm olanlar milletvekili seçilemediği halde,
Anayasadaki düzenleme biçimine göre yasama dokunulmazlığı, bu suçlarla ilgili
ciddî iddialar bakımından, milletvekilleri hakkında soruşturma yapılmasına
olanak bile vermemektedir. Kamu vicdanını rahatsız eden bu duruma son vermek ve
milletvekillerini gereksiz koruma zırhına büründürmemek için, Anayasanın 76 ncı
maddesinde zaten milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen bu gibi suç
iddiaları dolayısıyla soruşturma açılması ve yargılama yapılmasının Yasama
Dokunulmazlığı dışına çıkarılması uygun olacaktır. Anayasada böyle bir
değişiklik, asılsız suçlamalarla töhmet altında kalan milletvekillerinin yargı
önünde aklanmasına fırsat verilmesi ve genel olarak milletvekili saygınlığının
yükseltilmesi bakımından da yarar sağlayacaktır. Anayasada yapılması gereken bu
değişikliğe kadar da karma komisyonların, bu ilke ve ölçüler içerisinde kişi ve
parti ayırımı yapmaksızın milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
kaldırılmasına karar vermesi uygun olacaktır.
Kimi suç iddiaları vardır ki, ciddî olmamakla birlikte
siyasî ereklere aykırıdır. Öte yandan, öyle asılsız suç iddiaları vardır ki,
üye istemese dahi soruşturmanın ertelenmesine karar verilmektedir. İşte bu suç
iddialarıyla ilgili olarak da yasama dokunulmazlığı kaldırılmalı,
milletvekillerinin aklanmalarına olanak tanınmalıdır. Ancak, uygulamada, üye
istemese dahi dokunulmazlığının kaldırılması ertelenmekte, üyeler töhmet
altında bırakılarak, siyaseten yıpratılmaktadır.
Anayasamızın 83 üncü maddesinde tanımlanan yasama
dokunulmazlığının kaldırılması işlemi, bir yargı işlemi niteliğinde olmayıp,
yasama işlemi niteliğindedir. İşlem dosyaları tam olarak oluşmuş olsa dahi,
kurulun yapısı ve çalışma esasları gereği, işlem dosyalarını tam bir
tarafsızlıkla inceleyebilmesi, suçun maddî ve manevî unsurlarını saptayabilmesi
ve değerlendirebilmesi olanaksızdır. Bu niteliği gereği, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi, ceza kovuşturmasının açılması veya ceza verilmesi
niteliğinde olmayan, sadece yasama meclisi üyelerini, kimi istisnaî durumlarda
üyelik teminatından sıyırarak, adalet karşısında öteki yurttaşlarla bir düzeye
getirmekten ibarettir.
Anayasamızın 85 inci maddesi, yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurul kararının
alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde, ilgili milletvekilinin veya
bir diğer milletvekilinin, kararın Anayasaya, yasaya veya İçtüzüğe aykırılığı
iddiasıyla, iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabileceğini düzenlemektedir.
Bu düzenlemeyle, yasama içindeki iktidar-muhalefet
dengesi nedeniyle alındığı iddia edilen haksız yasama işleminin yargıyla
dengelenmesi, objektif kıstaslara uygunluğunun saptanması sağlanmaktadır.
Yukarıda belirtilen ilkelere uygun davranılması
gerektiğini ve değerli üyelerin aklanmalarına olanak sağlanılması gerektiğini
düşündüğümden, ilkesel olarak, yasama dokunulmazlığının, üyelik sıfatının sona
ermesine kadar ertelenmesine dair çoğunluk görüşüne katılmamaktayım.
Saygılarımla. 24.5.2000
Hüseyin Tayfun İçli
Ankara
Karşı oy gerekçemdir :
Karma Komisyon Başkanlığına
Milletvekillerinin herhangi bir baskı ve tehdit altında
olmadan, görevlerini serbestçe yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla
dokunulmazlıklar düzenlenmiştir.
Tarihî bakımından milletvekili dokunulmazlığı ilk defa
1688 tarihinde İngiltere’de düzenlenmiştir. Bu düzenleme “parlamentoda konuşma
özgürlüğü, tartışmalar, yargılamalar, hiçbir mahkemede veya parlamento dışında
sorumluluk sebebi olamaz” şeklindedir. Buna paralel olarak, 1789 tarihli
Fransız Kanunu ile bunlardan esinlenen 1876 Türk Anayasasında ve halen
yürürlükte bulunan Hindistan, Mısır, Meksika, Bulgaristan, İtalya ve bunun gibi
ülkelerde tarihî anlayışa uygun olarak yasama dokunulmazlığı, Mecliste ileri
sürülen düşünceler ile kullanılan oyların suç sayılamayacağıyla sınırlıdır.
Ülkemizde ise, 1982 Anayasasının 83 üncü maddesine göre
yasama dokunulmazlığı, “TBMM üyelerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve
sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden sorumlu tutulamaması” ile
“seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin,
Meclis kararı olmadıkça tutulamaması, sorguya çekilememesi, tutuklanamaması ve
yargılanamaması”dır.
Böylesi bir dokunulmazlık düzenlemesi, yerli ve yabancı
ceza yasalarında düzenlenen ve “kanunsuz suç olmaz, suç ve suçlular da cezasız
bırakılamaz” şeklinde özetlenebilecek temel prensiplere ve Anayasanın 2 nci
maddesine dayalı hukuk devleti ilkesiz ile 10 uncu maddesine dayalı eşitlik
ilkesine gölge düşürmektedir.
Bu nedenle, yasama dokunulmazlığının “Meclis
çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, ileri sürdükleri düşüncelerinden sorumlu
tutulamamak ve kişisel özgürlüğü kısıtlanamamak” şeklinde düzenlenmesi, tarihî
gelişmeye ve gerekçeye uygun olacaktır.
Fransa’da 1995 yılında bu yönde yapılan düzenlemeyle,
adlî soruşturma ve yargılama dokunulmazlık kapsamı dışına çıkarılmış, sadece
tutuklama ve kişi özgürlüğünün kaldırılması, Meclisin kararına bırakılmıştır.
Yine, yasama dokunulmazlığının anavatanı olan İngiltere’de, dokunulmazlık
zırhı, ceza kovuşturmalarına karşı değil, hukuk davalarına karşı koruyucu bir
işleve indirgenmiştir.
Gündemdeki ertelenme kararı verilen dosyalar
kapsamındaki iddialar, vatandaşlarımızın günlük yaşamında karşılaştıkları ve
mevzuata göre gereğinin yapıldığı hukukî olaylar ve iddialardır. Bir yurttaş bu
gibi hallerde hangi hukuk kurallarına tabi tutuluyorsa, onun vekili ve aynı
zamanda bir vatandaş olan milletvekillerinin ve diğer kamu görevlilerinin de
aynı kurallara tabi olması kadar doğal bir şey olamaz. Böyle bir anlayış ve
uygulayış, eşitliğin gereği olduğu gibi, hukuk devleti olmanın da temel
gereğidir.
Yukarıda belirttiğim gerekçelerle, öncelikle, yasal
düzenlemeler yapılarak sorgulanma ve yargılanma dokunulmazlık kapsamı dışına
çıkarılmalı, sadece kişisel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması dokunulmazlık
kapsamında olmalıdır. Ceza hükümlerinin infazı ise, milletvekili sıfatının sona
ermesine bırakılmalıdır. Böyle bir düzenlemeyle, bir taraftan yargısal denetim
işlerlik kazanacak, diğer taraftan milletvekillerinin Meclis çalışmalarına
katılımı da sağlanmış olacaktır.
Yasal düzenlemeler yapılıncaya kadar “yasama
sorumsuzluğu” kapsamı dışındaki suç iddialarını içeren dosyalar için,
dokunulmazlıklar kaldırılmalıdır. Böylelikle, asil ve vekili arasında eşitlik
sağlanacağı gibi, milletvekillerine de bir an önce aklanma olanağı yolu
açılacaktır.
Bu nedenle “yasama sorumsuzluğu” kapsamı dışında
gördüğüm bu dosya için, dokunulmazlığın kaldırılmasının yerinde olacağı
kanaatinde olduğumdan, erteleme kararına katılmıyorum.
29.5.2000
Osman Kılıç
İstanbul
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer raporu okutuyorum:
2. – İstanbul
Milletvekili Mukadder Başeğmez’in, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/463) (S. Sayısı 453) (1)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başkanlıkça, 16.2.2000 tarihinde karma komisyonumuza
gönderilen İstanbul Milletvekili Mukadder Başeğmez’in yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre
kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.
Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen
7.3.2000 günlü raporuyla Devletin Askerî Kuvvetlerini alenen tahkir ve tezyif
etmek suçu isnat olunan İstanbul Milletvekili Mukadder Başeğmez hakkındaki
kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine
karar vermiştir.
Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık
komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde
yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine
getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların)
tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun
dışında bir grup haline getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin
kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel
olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması
amacına yöneldiğini gözönüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu
anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan
eylemin niteliği dikkate alınarak, İstanbul Milletvekili Mukadder Başeğmez
hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesine oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere
Yüksek Başkanlığa saygı ile sunulur.
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
Komisyon
Başkanı ve Üyeler
(1) 453 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Ankara Milletvekili
Tayfun İçli ile İstanbul Milletvekili Osman Kılıç, bu rapora da biraz önce
bilgilerinize sunulan raporun ekinde okunan gerekçelerle muhaliftirler; bu
nedenle, bir daha okutmuyorum.
Şimdi, bu rapora, İstanbul Milletvekili Nazire
Karakuş'un muhalefet şerhini okutuyorum:
Muhalefet şerhi:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Karma Komisyon
Başkanlığına
Halkın egemenliğinin tesis edildiği TBMM’nin her üyesi
saygıdeğerdir.
Yasama görevini yerine getiren bir milletvekilinin,
saygınlığını zedeleyen suçlamalar karşısında, Türk Milleti adına karar veren
bağımsız yargıda aklanmak en doğal hakkı olmalıdır. Bu hakkın kullanılabilmesi
için, sayın milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasının doğru olacağı
düşüncesindeyim.
Karara bu anlamda muhalefet ediyor, saygılar sunuyorum.
24.5.2000
Nazire Karakuş
İstanbul
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer raporu okutuyorum:
3. – İstanbul Milletvekili Sadettin Tantan’ın,
Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/502) (S.
Sayısı : 461) (1)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başkanlıkça, 24.3.2000 tarihinde karma komisyonumuza
gönderilen İstanbul Milletvekili Sadettin Tantan’ın yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre
kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.
Hazırlık Komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen
27.4.2000 günlü raporuyla, görevi ihmal suçu isnat olunan İstanbul Milletvekili
Sadettin Tantan hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona
ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.
İstanbul Milletvekili Sadettin Tantan Komisyonumuza
yazılı savunma vermiştir.
Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık
komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde
yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine
getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların)
tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun
dışında bir grup haline getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin
kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel
olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması
amacına yöneldiğini göz önüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu
anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan
eylemin niteliği dikkate alınarak, İstanbul Milletvekili Sadettin Tantan
hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesine oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere
Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
Komisyon Başkanı ve Üyeler
(1) 461 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, İstanbul
Milletvekilleri Osman Kılıç ve Nazire Karakuş, bu rapora da muhaliftirler.
Gerekçeleri aynı olduğu için, ayrıca okutmuyorum.
Sayın milletvekilleri, ıttılaınıza sunulan bu
raporların tümü, kovuşturmalarının, milletvekilliği sıfatının sona ermesine
kadar ertelenmesine dairdir. 10 gün içinde itiraz olunmadığı takdirde, bu
raporlar kesinleşmiş olacaktır.
Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler"
kısmına geçiyoruz.
Bu kısımda yer alan, Fazilet Partisi Genel Başkanı ve
Malatya Milletvekili Mehmet Recai Kutan ve 35 arkadaşının, uyguladığı yanlış
politikalarla tarım sektörünün olumsuz yönde etkilenmesine neden olduğu
iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında (11 / 2) esas
numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki
görüşmelere başlıyoruz.
VI. –
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS
ARAŞTIRMASI
A)
ÖNGÖRÜŞMELER
1.- Fazilet
Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Mehmet Recai Kutan ve 35
arkadaşının, uyguladığı yanlış politikalarla tarım sektörünün olumsuz yönde
etkilenmesine neden olduğu iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf
Gökalp hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2)
BAŞKAN – Hükümet?.. Burada.
Sayın milletvekilleri, önerge daha önce, 20.6.2000
tarihli 113 üncü Birleşimde okunduğu için, tekraren okutmuyorum.
Anayasanın 99 uncu maddesine göre, bu görüşmede, önerge
sahiplerinden birine, siyasî parti grupları adına birer milletvekiline ve
Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.
Konuşma süreleri, önerge sahibi için 10 dakika, gruplar
ve hükümet için de 20'şer dakikadır.
Şu ana kadar Divana intikal etmiş herhangi bir söz
talebi yoktur.
Önerge sahipleri adına kim konuşacak efendim?
VEYSEL CANDAN ((Konya) – Ben konuşacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge sahipleri adına, Konya Milletvekili
Sayın Veysel Candan; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika Sayın Candan.
VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; konuşmama başlarken, muhterem heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Evvela, böyle bir gensoruya neden imza koyduk; kısaca,
onun üzerinde durmak istiyorum.
Mevcut 57 nci hükümet, sayısal çoğunluğuna dayanarak
denetimi devredışı bırakmış ve böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisinin,
Anayasa ve yasalarda yazılı olan denetim hakkı gasp edilmiş durumdadır.
Böylece, İçtüzük ihlal edilmiştir ve anayasa suçu işlenmektedir.
İkinci olarak, Sayın Bakan, temsilcisi olduğu tarım
sektörünün, yani, çiftçinin hakkını tam olarak koruyamadı ve korumamıştır.
Aksine, hububat taban fiyatlarında, hükümet kararını ısrarla savunmuştur. Bu
fiyat politikalarıyla, çiftçinin zararına zemin hazırlanmıştır.
Yine, istedik ki, hükümet, gündemin esasına gelsin;
özellikle, hükümet, bir türlü gerçek gündeme gelmedi. Şimdi de -yeni çıktı-
kurtla kuşla oynanıyor! (FP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, bu gensoruyu vermemizin en önemli
dördüncü maddesi de, çiftçimiz mağdur olmuştur; hakkı yenen çiftçinin hakkını
aramaya çalışıyoruz. Ümit ederiz ki, hükümet, bu konuda aldığı kararları tashih
etme durumuna gider.
Değerli arkadaşlar, açıklanan hububat taban
fiyatlarında -Sayın Bakanın da ifade ettiği gibi- artış oranı, normal,
makarnalık ve ekmeklik buğdayda yüzde 27,5; arpada yüzde 36, yulafta yüzde 36,6
ve mısırda yüzde 35'tir. Ödeme şekli, büyük bölümü peşin olarak ifade
edilmektedir; bakiye, kalan 30 günde ödenecektir denilmektedir; 15 günde de,
kilogram fiyatına 1 000 lira zam verileceği ifade edilmektedir; bir de,
makbuzla ödeme yapılacağı söylenilmektedir.
Fazilet Partisi olarak itirazımız, bu fiyatlar
yetersizdir ve maliyetin altındadır. Ödeme modeli olarak ortaya konulan usul de
yanlıştır. Eğer makbuzla ödeme yaparsanız, vatandaş gider, o makbuzları bir
yerde bozdurur ve zarar eder. Kaldı ki, açıklanan rakam yüzde 27,5 gibi
verilmiş olsa bile, aslında, bir ay gecikmeyle açıklandığı için 24'e iner;
yine, Toprak Mahsulleri Ofisinin alımında uyguladığı birtakım tekniklerden
dolayı da 4 puan daha gider ve yüzde 20 civarındadır açıklanan fiyat.
Değerli arkadaşlar, Sayın Bakan ve hükümet yetkilileri,
ısrarla, bu fiyatların, hükümetin açıkladığı fiyat olduğunu söylüyorlar. Sayın
Bakanın bir açıklaması var: "Ekonomik istikrar programı, kısıtlı bütçe imkânları içinde en rantabl
olanı verdik" diyor. Halbuki, 27 Mayıs 2000 tarihinde, hükümetin IMF ile
yaptığı anlaşmada 30 maddelik çok önemli bir niyet mektubu var. Bu niyet
mektubunun tarihi 27 Mayıs 2000; yani, taban fiyatlar açıklanmadan önce. Yer;
Ankara; taraflar, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Bakanı Sayın Recep Önal; karşı
taraf, Dünya Bankası Başkanı. Tarımla ilgili olan maddeleri takdim ediyorum:
"Madde 19. Tarımda kamu desteğinin azaltılması,
2. Ziraat ve Halk Bankasının verdiği ucuz çiftçi
kredilerinin kaldırılması,
Madde 21. Tarım ürünleri taban fiyatları, dünya
fiyatları çerçevesinde olmalıdır.
Madde 22. Tarım satış kooperatiflerinin yeniden
yapılandırılması."
Bu 22 nci madde, takdir edersiniz ki, geçen hafta
oturumlarda IMF'nin talepleri doğrultusunda değiştirildi. Diğer üç madde de,
aslında, hububata verilen taban fiyatla ilgilidir; yani, dört maddede, hükümet,
IMF'ye karşı sözünde durmuştur; ancak, Türk çiftçisine karşı durmamıştır. Bu
açıdan, Sayın Bakanın birtakım açıklamaları daha var, dikkatimi çekti:
"Dünya Bankası ve IMF'nin tarımla ilgili istekleri kabul edilemez."
Tarım Bakanının ifadesi, ama, hükümetin diğer kanadı kabul etti ve Sayın Bakan
da açıkladı. Peki, Sayın Bakan ne yapabilirdi; bu fiyatların çiftçimizin hakkı
olmadığını, çiftçimize verilen fiyatlar için yeterli olmadığını ve "ben bu
görevi de bu şartlarda yapmam" diyebilirdi değerli arkadaşlar. Böyle
demediği gibi "bu şartlarda ülkeyi tarım ürünleri ihracatçısı haline
getireceğiz" diyor; ama, şartlar böyle devam ederse, gelecek yıl ekim
azalacak, çiftçi iflas edecek, traktörler satılacak ve o zaman, belki, ihraç
değil, ithal etmek durumunda kalacağız.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'de tarım sektörü
hayatımızın neresinde; rakamlara baktığımız zaman, nüfusun yüzde 40'ı,
istihdamın yüzde 45'i tarımdadır ve millî gelirden ancak yüzde 13 pay
almaktadır. Tarımdan geçinen insan sayısı 30 milyondur. Bizzat hububat üreten
insan da 20 milyondur.
Değerli arkadaşlar, şimdi, çiftçimiz, ciddî destek
alıyor mu? IMF ve Dünya Bankası yetkilileri hep şunu söylüyor: "Çiftçinize
çok destek veriyorsunuz, bunu çekin" diyor. Halbuki, rakamlara baktığımız
zaman, gayri safi millî hâsıla içindeki payı, Türkiye için yüzde 13; OECD
ülkelerinde yüzde 1,7; istihdamdaki payı yüzde 45, OECD'de yüzde 2,2;
ihracattaki payı Türkiye'de yüzde 22 ve OECD'de yüzde 9,3. Yani, bütün bunlara
rağmen, bu rakamlara rağmen, OECD'de çiftçinin desteklenmesi Türkiye'ye göre
daha fazladır.
ABD'deki duruma bakıyoruz; yani, bize "çiftçinize
destek vermeyin" diyen ülkelerin durumuna bakıyoruz: ABD'de doğrudan ödeme
yapılıyor. Ayrıca, pazarlama ve kredi programı adı altında, Amerikan hükümeti,
çiftçisine yardım ediyor. En son geçen yıl yaptığı yardım miktarı, 13,5 milyar
dolardır arkadaşlar.
Ayrıca, Avrupa Birliğindeki çiftçiler de ürünlerini,
dünya fiyatlarında satıyorlar. Aradaki farkı da, fon olarak, kendi ülkeleri
ödemektedir. Peki, buradan nereye varıyoruz; demek ki, IMF ve Dünya Bankası
yetkililerinin, bize "çiftçinize destek vermeyin" deme hakkı yoktur.
Peki, IMF yetkilileri ne yapmak istiyor; bizden kredi alacaksanız, faizlerini
de zamanında ödeyecekseniz, bizim söylediklerimizi yapmak mecburiyetindesiniz
demektedirler.
Şimdi, hükümet, bir iddiada daha bulunuyor. Hububat
fiyatları, Türkiye'de, dünyadan yüksek; Amerika'da tonu 112 dolar, bizde 167
dolar denmektedir. Destekleme fonu olarak da gayri safi millî hâsılada pay,
yüzde 5. Bu rakam doğru olmakla birlikte, yaptığımız araştırmaya göre,
çiftçinin cebine bu yüzde 5'ten ancak üçte 1'i gitmektedir; yani, bizde
destekleme fonu, ancak yüzde 1,5'tir. Dolayısıyla, hükümetin bu savunması haklı
değildir.
Hükümet bir şey daha söylüyor, diyor ki dünya
borsalarına göre Chicago borsası artı yüzde 35... Acaba rakamlar doğru mu
dedik; çarptık, böldük, vardığımız netice yanlış. Chicago borsasında ekmeklik
buğday tonu 112 dolar; navlun artı sigorta 20,5 dolar; 132,5 dolar, artı yüzde
35 verdiğiniz zaman, 179 dolar fiyat vermeniz lazım. Halbuki, şu anda hükümetin
verdiği fiyat 167,5 dolardır; bu da, dünya fiyatlarının daha da altındadır.
Değerli arkadaşlar, uzmanlara sorduk: Bir ülkede taban
fiyatlar nasıl belirlenir dedik; aynen şu şartları ortaya koydular:
Türkiye'deki enflasyon oranı mutlaka göz önüne alınır; üretim maliyetleri göz
önüne alınır; millî gelir dağılımındaki adalet göz önüne alınır; ürünün ülke
içindeki ehemmiyeti göz önüne alınır. Ancak, enflasyon oranı göz önüne alındığı
halde, maliyet, millî gelirdeki dağılım ve ürünün ülke içindeki ehemmiyeti göz
önüne alınmamıştır. Dolayısıyla, hükümetin açıkladığı bu rakamlar sağlıklı
değildir.
Değerli arkadaşlar, peki, bunları, biz, anamuhalefet
partisi olarak söylüyoruz da, işin sahipleri ne diyor; onlara da sorduk.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği, buğday maliyetini 122 000 lira olarak tespit
etmişlerdir ve talepleri 158 000 liradır; Türkiye Ziraat Derneği mensupları,
maliyeti 118 000 lira olarak belirlemişlerdir ve talepleri 153 000 liradır;
İzmir Ziraat Odaları, maliyeti 147 000 lira olarak belirlemişlerdir ve
talepleri 158 000 liradır.
Şimdi, bu işin patronları, sahipleri bir şey daha
söylüyor: Taban fiyatları bir ay geç açıklandı; üretici, mahsulünü mecburen 80
000-90 000 liradan satma durumunda kaldı; geç açıklamak da ihmaldir.
Bir şey daha söylüyorlar; diyorlar ki:
"Ekonomimizi, çiftçimizin fiyatlarını Cottarelli yönetecekse, hükümet ne
iş yapar veya ne işe yarayacak!"
Bu mitinglere katıldığımız zaman, doğrusunu söylemek
gerekirse -birçok pankart okuduk- orada çiftçilerin Cottarelli'yi daha iyi
tanıdıklarını gördük, çok üzülerek...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Evet, Sayın Candan, süreniz bitti.
VEYSEL CANDAN (Devamla) – 2 dakika daha
verirseniz...
BAŞKAN – Hayır, 2 dakika veremem, sadece 1 dakika
veriyorum; lütfen toparlayın efendim. Gündemimiz bugün çok yüklü; hepsini
tamamlamak zorundayız.
VEYSEL CANDAN (Devamla) – Yani, Cottarelli'yi bilmeleri
de çok garibimize gitti doğrusunu söylemek gerekirse. Motorin, gübre ve tohumda
yüzde 100 zam olduğu halde, buğdaya verilen bu zammın yüzde 27 olması,
maalesef, düşündürücüdür.
Değerli arkadaşlar, açıklanan bu rakamlar neye yol
açar; tarım sektörü çöker, çiftçi ekim yapamaz, üretim düşer, fiyatlar
yükselir, çiftçi iflas eder, tarlayı, traktörü satar, şehre göç eder, işsizlik
çoğalır.
Değerli arkadaşlar, hükümet, aslında, birçok yere, batan
bankalara, off-shorezedelere, İnterbanklara, birçok bankalara para buldu.
Çiftçinin talebi, ek talebi 220 trilyondur. Biz ümit ediyoruz ki, hükümet, bu
gensoru müzakerelerinden sonra -bir araya gelip reddedebilirsiniz; hiçbir şey
yazmaz, sayısal çoğunluğa bağlı olarak reddolabilir- hatasını tashih eder,
çiftçinin itirazını haklı bulur ve bu değişiklikle çiftçinin ücretini öder.
Muhterem Heyetinize saygılar sunuyorum. (FP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Gensoru üzerinde gruplar adına söz talebi yok mu?
TURHAN GÜVEN (İçel) – Var efendim.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Balıkesir Milletvekili
Sayın İlyas Yılmazyıldız.
BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Balıkesir
Milletvekili Sayın İlyas Yılmazyıldız; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika efendim.
DYP GRUBU ADINA İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Fazilet Partisi
tarafından 57 nci hükümetin Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında
verilen gensoru önergesi üzerinde, DYP Grubu adına görüşlerimi arz etmek üzere
söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, Doğru Yol Partisi Grubu ve
şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlarım.
Beslenme, barınma ve giyinme gibi insanoğlunun en temel
ihtiyaçlarını karşılayan tarım sektörü, çok önemli ve stratejik bir sektör
olarak dünyanın her tarafında, özellikle gelişmiş ülkelerde özel politikalarla
korunan ve desteklenen bir sektördür. Zira, hayatî önemine ilaveten, aynı
zamanda, çok zor ve meşakkatli bir iş olarak kâr marjı en düşük sektördür.
Bunun içindir ki, cumhuriyetten günümüze kadar, bu sektör, cumhuriyet
hükümetlerince hep desteklenmiştir. Özellikle Doğru Yol Partisi hükümetleri
zamanında, gerek gübre, ilaç gibi girdi bazında gerekse ucuz kredi; yani,
enflasyonun yarısına yakın ucuz kredi ve yüksek destekleme fiyalarıyla tarıma
ciddî destekler yapılmıştır.
Sayın milletvekilleri, şimdi ise, 57 nci hükümetin
işbaşına gelmesinden itibaren, bırakın desteklemeyi, uygulanan yanlış politikalar,
alınan yanlış kararlar ve özellikle, Türk tarımı için idam fermanı olan IMF'yle
imzalanan stand-by anlaşmasının harfiyen uygulanması sonucu, Türk tarımı, tam
bir çıkmaza sürüklenmiş, yaklaşık 30 milyon Türk çiftçisinin hakkı gasp
edilerek, çiftçi, iyice yoksulluğa itilmiştir.
Şimdi, özellikle, bu IMF'yle stand-by anlaşması
yapıldığında "tarımda IMF damgası" diye Cumhuriyet Gazetesinin bir
haberi var. Tabiî, buna karşılık, Sayın Tarım Bakanının verdiği bir haberden
çiftçiler olarak çok ümitlendik. Diyor
ki "IMF, tarım gerçeğini bilmez; biz biliriz. IMF'nin önerilerinin bize
uyanını alırız." Şimdi, Sayın Bakana soruyorum, Türkiye'nin gerçeğine
uyan, buğdayda 102 000 lira taban fiyat mıdır? Türkiye'nin gerçeğine uyan,
fındıkta, patateste, zeytinde yüzde 25 zam mıdır? Yine, Türkiye'nin gerçeğine
uyan, hedeflenen enflasyonun 2 katı faiz midir? Dolayısıyla, anlaşıyor ki,
Sayın Bakan, o günkü yanlış politikaların eleştirilmesinden kendine bir sonuç
çıkarıp, buna göre hükümeti uyarıp, sorumlu olduğu tarım sektöründe, çiftçinin
traktörünü, tarlasını, damındaki hayvanını satmak zorunda bırakmayacak,
politikalar geliştirmek yönünde hükümeti yönlendireceğine, bu kürsüden, çıkıp,
IMF'nin dayattığı yanlış politikaların savunucusu olmuştur; işte, bu yanlıştır.
Bütün bu uygulamalarla, Türk çiftçisi, Türkiye'deki enflasyonun sorumlusu ilan
edilerek, Türk çiftçisine hem büyük bir haksızlık yapılmış hem de enflasyonun
ağır faturasının büyük kısmı ekonomik gücü kalmamış olan bu kesime
yüklenmiştir.
Sayın milletvekilleri, bu, büyük bir haksızlıktır.
Bugün, bu ülkede üreticinin ürettiği her ürünün, ister hayvansal ister bitkisel
olsun; ama her ürünün, açıklanan fiyatlarının, enflasyonun üzerinde veya
maliyetinin üzerinde olduğunu iddia edebilecek bir Allah'ın kulu var mı?
İşte, açıklanan fiyatlar. Ben, kupürleri sürekli takip
ediyorum -zaman zaman kestim- Sayın Bakan diyor ki: "Yüksek fiyat çiftçiyi
kurtarmaz." Sayın Bakan, soruyorum, zararına fiyat mı çiftçiyi kurtarır;
yani, verdiğiniz düşük fiyatlarla, çiftçi, traktörünü sattığı zaman, karısının
kızının kolundaki, boynundaki zor günler için biriktirdiği altını sattığı zaman
mı kurtulmuş olur?
Yine, bakıyoruz, çiftçiye geldiğinde verilemeyen
paralar_ 5 bankaya 2 haftada 130 trilyon aktarılmış; Milliyet Gazetesinden_
Neredeyse ayçiçeğin yeni hasatı olacak, muhalefetin baskısıyla primler yeni
ödeniyor. Pamuk primleri hâlâ ödenmemiş; pancar avansı hâlâ ödenmemiş; tütün
parası öyle_
Şimdi, durum böyleyken, neredeyse 15 aya, yani, 1,5
yıla varan sürelerle, verilen sözler yerine getirilmemişken, Sayın Bakan, yine,
bugünkü bir konuşmasında diyor ki: "Buğday parasının yüzde 50'si 1 ay
içinde hemen ödenecek, yüzde 50'si 1 ay sonra ödenecek." Geçen yıl, Sayın
Bakanın verdiği sözleri ne kadar tutabildiğini gördük: 45 gün içinde yarısını,
geri kalan 45 gün içinde diğerini; yani, yarısı peşin, geri kalanını da 45 gün
içinde ödeneceğini söylemişti. Yazılı cevabı da vardı; buraya getirdik,
kürsüden de konuştuk, millete de gösterdik; ama, 4 ayda, buğday parası zor
ödendi.
Bu arada, çiftçinin borçlarının faizleri işliyor Ziraat
Bankasına; çiftçinin borçlarının faizleri işliyor tarım kredi kooperatiflerine
veya herhangi özel bankaya veya esnafa; alışveriş yaptığı her yere olan
borçlarının faizleri işliyor.
Büyük baskılarla, ancak, beş altı ay sonra mahsup
kararnamesi yayımlandı; ama, baktık, onun süresi bitmiş. Soruyorum: Bugün, yine
çiftçinin alacağı var, peki, yeni bir mahsup kararnamesi çıkarmak için ne
bekliyorsunuz; bunu, bir daha yenileyin. Onun için bakıyoruz "Tütüncü
yıkıldı, üretici yıkıldı." Yeni Asır Gazetesinden_ Tabiî, böyle olunca da,
Ziraat Odaları Başkanı diyor ki "çiftçiden destek yok." Olmaz; nasıl
olsun?! "Bir sıkıntı varsa, köylünün 500 trilyon parası ödenmiyorsa, o
zaman, niçin Eximbankın sermayesini 1 milyar 100 milyon dolar artırdın, niçin
Eximbanka DFİF'ten 70 trilyon lira aktardın veya yine, bir holdinge niçin 7
trilyon lira para verdin" diyor.
Yine, bakıyoruz off-shorezedelere, tabiî ki, zarar
gören vatandaşlardır, mutlaka ödenmelidir; ama, bunlar, bir risk almıştır, bir
ranta talip olmuştur. Bunları ödeyeceğim diyorsunuz; ama, üreten insanların
paralarını ödemiyorsunuz. İşte, bu olmaz; bu, yanlış.
Öncelikle şunu söyleyeyim: Bu hükümet, eğer enflasyonu
düşürmek istiyorsa, mutlaka, üretimi artırmalıdır; mutlaka, üretimi teşvik
etmelidir; ama, maalesef, en başta tarım politikalarına baktığımızda, bu
hükümetin hiçbir politikası, özellikle tarım politikaları, üretimi teşvik eden
politikalar değildir; üretimi cezalandıran, üreticiyi cezalandıran, çiftçiyi,
esnafı cezalandıran politikalardır. (DYP sıralarından alkışlar)
Yine, çıkan kararnamelere bakıyoruz, girdi fiyatları
artıyor. Tamam, girdi fiyatları hedeflenen enflasyonun çok üzerinde de, bir de,
Tarım Bakanının, aynı hükümetin diğer bakanlarının, pek çoğunun aldığı
kararları ikide bir değiştiren kararnameleri veya kanunlarından dolayı da
artıyor. Mesela, Bağ-Kurla ilgili hedef veya SSK primleriyle ilgili enflasyon
hedefi yüzde 25 iken, prim ödemeleri yüzde 70 arttı; hadi bir kanun; ama,
baştan uyarılmıştı, Kemal Kabataş arkadaşımız uyarmıştı bu kanun çıkarken;
dinlenilmedi.
Yine, bakıyoruz, gübreyle ilgili, inanın, bir ayda tam
11 defa kararname değişiyor. Bunu gündemdışı konuşmamda da dile getirdim.
Şimdi, Pankobirlikten yazmış; tarımda gübre krizi, gübre üreticilerinin
feryadı...
Soruyorum size: Siz, üretilen bir emtianın, bir malın
dağıtımını engelleyecek şekilde, iki günde bir kararname çıkarırsanız,
kaçakları önlemenin başka yolları varken, bunu, eski komünist ülkelerdeki
sistemlerde olduğu gibi, 50 yerden karne ve izne bağlarsanız, ondan sonra, ocak
ayından mart ayına gübre fiyatları yüzde 100 artar. Bu, normal girdilerin
artışı değil, bu, tümüyle, burada dönen sistemi, buradaki ticareti
engellemekten kaynaklanan bir olay. Pek çok olay, bu hükümetin politikalarında,
maalesef, böyle. Şimdi, mantık; efendim, kaçak oluyor... O zaman, diyelim ki,
pamuk ithal eden insanlar da ilçe tarım müdürlüklerinden izin alsınlar, sanayi
malı bayiliği yapan insanlar da, otomotiv bayileri de il sanayi
müdürlüklerinden izin alsınlar... Bu mantığın sonu yok, tümüyle yanlış
politikalar.
Tekrar, hububat fiyatlarına dönecek olursak, 57 nci
hükümetin işbaşına gelmesinden hemen sonra açıklanan hububat alım fiyatları ve
izlenen alım rejimiyle başlayalım. 1999 Haziranında, hükümet, birinci sınıf
ekmeklik buğday için 80 000 lira fiyat açıkladı ve Sayın Tarım Bakanı, bu
açıklamayla birlikte, kesin bir ifadeyle, buğday parasının bir ay içerisinde
ödeneceğini ifade etmesine rağmen, üretici, parasını, ancak dört ay sonra
alabildi. Birinci sınıf ekmeklik buğdaya, bir önceki yıla göre yüzde 50,9'luk
bir artış uygulanıyordu ve haziran ayı itibariyle -yani, 1999 yılından
bahsediyorum- bir yıllık enflasyon yüzde 70'ti. İş, bununla kalsa iyi. Toprak
Mahsulleri Ofisinin peşin para ödeyememesi ve yanlış politikaları sonucu, zaten
borçlu olan ve tarım kredi kooperatiflerine ve Ziraat Bankasına borcundan
dolayı zor durumda olan üretici, buğdayını 57 000-60 000 liradan satmak zorunda
kaldı ve resmen tüccara ezdirildi. Aynı yıl, mazottaki artış yüzde 140,
gübredeki artış yüzde 100'dü.
Sayın milletvekilleri, gelelim bu yıla. Bu yıl
açıklanan birinci sınıf ekmeklik buğday fiyatı, -ikinci kalite buğday fiyatları
daha düşük olmak üzere-yüzde 27'lik bir artışla 102 000 TL'dir. Yüce
Heyetinizin de çok iyi bildiği gibi, bu yıl, haziran ayı itibariyle, enflasyon
yüzde 67'dir, ekmek fiyatları artışı yüzde 128'dir, mazottaki artış yüzde
100'dür, yıl sonuna kadarki enflasyon, en iyimser tahminle yüzde 40 civarında
olacaktır. Her halükârda çiftçinin hakkı gasp edilerek, parasının yüzde 50'si
cebinden alınmış, enflasyonun en ağır faturası, sanki sorumlusu çiftçiymiş gibi
ona ödetilmiştir. Belirlenen fiyat, açıkça, maliyetlerin çok altındadır. Zira,
buğdayın maliyeti, bizzat, Tarım
Bakanlığınca yapılan hesapta 120 000, Ziraat Mühendisleri Odasınca yapılan hesapta 120 000 liradır.
Neden böyle olmuştur; hükümet, IMF'nin dikte ettirdiği stand-by anlaşmasında
belirlenen fiyatı, yani Chicago borsası artı yüzde 35'i vermiştir. Bunun
anlamı, hükümet, kişi başına 5 000 dolar düzeyinde destekleme yapılan, dekara 700–800 kilogram verim alan Amerikan
çiftçisi ile dekar başına ortalama verimi 200 kilogram civarında olan ve hiçbir
desteği olmayan -çünkü, ne gübre desteği kaldı ne ilaç desteği kaldı ne tohum
desteği kaldı; güya mazot desteği verilecekti, hâlâ konuşuluyor, bir türlü
gelmiyor- Türk çiftçisini yarıştırmaya kalkmıştır. Şimdi soruyorum; Amerika
veya Avrupa çiftçisi, Chicago borsasında belirlenen fiyatlara buğday sattığı
zaman zarar mı ediyor, bu kadar desteği aldıktan sonra!.. Ama, Türk çiftçisi
zarar ediyor; çünkü, destek yok. Böyle bir durum kabul edilebilir mi?! İş,
bununla da kalmayacaktır. Bugün 102 000 lira olarak açıklanan fiyat, 90 000
lira civarında seyredecektir. Yani, üretici, belirlenen bu fiyata satamayacaktır;
zaten, şu anda, bu fiyatlara da satamadığı açıktır.
Bugün, Gönen'den beni aradılar. Sedat Ölmez adlı bir
vatandaşımız, Havutça'da buğdayı biçmiş, "80 000 liraya sattım"
diyor, 80 000 liraya... Çünkü, Toprak Mahsulleri Ofisi paranın yarısını
ödemiyor; geri kalan yarısını da -geçen yılki tecrübeden- kaç ay sonra alacağı
belli değil; borcu da var; mecburen, yine, çiftçi tüccara teslim edilmiştir,
ezdirilmektedir. Zira, Sayın Bakanın yönetimindeki Toprak Mahsulleri Ofisi,
bugün, çiftçinin karagün dostu gibi değil, piyasayı ve fiyatı düzenleyen gibi
değil, âdeta, geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da tüccarın deposu gibi
davranmaktadır. İşte örneği: Bu yıl tabanfiyat açıklanmadan bir ay kadar önce,
Toprak Mahsulleri Ofisi, piyasaya, buğdayın kilosunu 100–117 dolardan, yani, 54
000-57 000 liradan satmıştır. Bu satış ihaleyle değil, müracaat halinde,
tüccara yapılmıştır.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, tabanfiyat açıklanmadan
önce 57 000 liradan buğday satıyorum... Ondan sonra, üreticinin buğdayını 102
000 liradan kim alır, hangi tüccar alır?.. Sadece 1 ay önce... 57 000 liradan
Ofisten alınan buğdayın, 1 ay bir yerlerde bekletilip 102 000 liraya tekrar
Ofise geri dönmeyeceğini kim garanti edebilir?.. Bakınız, normal bir
uygulamada, yani alım döneminden en az 3 ay öncesine kadar Ofisin buğday alımı
durdurulmalıdır, durdurulmalıydı.
Sonuç olarak; bu uygulamayla, yaklaşık 20 milyon buğday
üreticisi, ciddî olarak mağdur edilmiştir. Çiftçi, patlama noktasına gelmiştir.
Nitekim, sağda solda mitingler başlamıştır. 29 Haziran 2000 tarihinde de,
Tekirdağ ziraat odaları, buğday tabanfiyatını ve bu hükümetin tarım
politikalarını protesto eden bir miting yapacaktır. Bugün, beni, Gönen Ziraat
Odası Başkanı arayarak, bu mitinge davet etmiştir. Yani, artık, çiftçi,
suskunluğunu bozmuştur.
Yine, bu sabah haberlerde izledik, fındık üreticisi
parasını alamadığı için fabrika işgal etmiştir. Eğer böyle giderse, siz, bu
milleti isyana teşvik ediyorsunuz, sosyal istikrarsızlığı sağlıyorsunuz. Yine,
bu politikalarla sosyal istikrarsızlığın oluşması kaçınılmaz olmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, yine biliyoruz ki, domates
üreticisi bir yıldır parasını alamamıştır. Burada konuştuk, özellikle
yumurtacılık sektöründe, iflaslar birbirini izlemektedir ve bir araştırma
komisyonu kuruldu. Komisyon kurulduğu zaman 26 000 lira olan yumurta fiyatları,
bugün, 19 000 - 20 000 liraya düşmüştür. İşte, tarımda, mümkünse acil bir durum
ilan edilerek, mutlaka bu iflaslar durdurulmalıdır; çiftçinin acil çözüm
bekleyen sorunları, bir planla, çok acil bir şekilde çözülmeye çalışılmalıdır.
Bizim -milletvekilleri olarak- görevimiz, milletimizin
mutlu olması için çalışmaktır, çalışmak olmalıdır. Bu hükümetin, genelde
politikalarına ve özelde de tarım politikalarına baktığımız zaman, bunun tam
tersini görmekteyiz. Milletin, çiftçinin mutfağındaki ekmeğin iki diliminden
birisi alınmış, 5 gram et 1 grama düşmüş; kısacası, millet, açlığa ve sefalete
itilmiş, işsizlik ve bunalım artmıştır. Milletimiz ve özellikle çiftçilerimiz,
kendisini sefalete iten politikaları, hiç, ama hiç unutmayacaktır.
Tarım Bakanı, çiftçilerimizin sorunlarını çözemiyor;
ancak, liyakatsiz yandaşlarına koltuk ikramında oldukça cömert davranmaktadır.
Her yerde, Tarım Bakanlığında kadrolaşmalardan büyük şikâyet vardır. Eğer böyle
yaparsanız, çalışanlarınızı demotive ederseniz, sorunları çözecek politika
ürettiremezsiniz. Bütün bakanlık camiası, bu haksız tasarrufların ıstırabı
içerisinde kıvranmaktadır.
Son olarak sizlere bir şey göstermek istiyorum. Bu,
gördüğünüz gibi, bu hükümetin karnesidir; yalnız, bu, bu hükümetin yatırım
karnesi, çiftçiyi, milleti mutlu etme karnesi değil, bu hükümetin mazota
yaptığı zam karnesidir. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Sadece 1999 yılında
132 defa, bugüne kadar belki 220-250 defa... Artık sayamıyoruz kaç defa olduğunu,
metrelerce olmuştur. Gönül arzu ederdi ki, milletin mutluluğunu artıracak
icraatlarının karnesini burada böyle gösterelim. Bu, Petrol Ofisi Genel
Müdürlüğünden alınmıştır.
Değerli arkadaşlarım, işte, bütün bunları dikkate
aldığımızda, zaten milletin ıstırabı da açıktır. Bakınız, sadece muhalefet
milletvekilleri olarak bizler değil, neredeyse, bölgelerindeki tepkilerden
dolayı iktidar milletvekilleri bile, burada, tarım politikalarından yakınır
hale gelmiştir.
MUSTAFA ZORLU (Isparta) – Halt etmişsin!
İLYAS YILMAZYILDIZ (Devamla) – DSP Adana Milletvekili
Sayın Vursavuş konuştu "buğdayın ortalama maliyeti 108 000 lira"
dedi. Açıklanan fiyat 102 000 lira... Yine, bakıyoruz, Sayın Evren Bulut
konuştu "buğdayın, işte efendim, olur mu, randımanı iyi, niye buğdayın
sınıfını düşürüyorsunuz?" dedi. Doğru, bizim zamanımızda Gönen cinsi
buğday, birinci sınıftı; bu yıl gayet iyi randıman olmasına rağmen, ikinci
sınıftır; sırf bu derece indirmesinden dolayı kilo başına 30 000 lira kayıp
vardır
Bir şeyi daha düzeltmek istiyorum. Sayın Bulut'un ifade
ettiği gibi, Bandırma civarındaki buğdaylarda hastalık falan yoktur, son derece
kalitelidir; ama, bütün Trakya'da, bütün Marmara'da, bu yanlış sınıflandırmadan
dolayı, çiftçi, gerçekten büyük üzüntü içindedir, büyük sıkıntı içindedir.
Ben, son olarak, bu hükümetten özellikle şunu istirham
ediyorum: Lütfen, buğdaya prim veriniz. Bu fiyatlarla, bu yılki iflasları daha
artırırsınız, işsizliği daha artırırsınız, sosyal patlamaya yol açacak
zeminleri yaratırsınız.
Bu arada, vermeyi vaat ettiğiniz, pamuğa, ayçiçeğine
olan primlerin de bir an önce ödenmesi lazım. (DSP sıralarından
"ödeniyor" sesleri)
Bugün ödeniyor; haberim var; ama, tam onbeş ay sonra.
onbeş ay çok geç; eğer, buğday paralarını da 15 ay sonra öderseniz, iflaslar
devam eder.
Son olarak, diyorum ki, bu yanlış politikalarından
dolayı, Doğru Yol Partisi Grubu olarak, Tarım Bakanı için verilen güvensizlik
önergesini desteklediğimizi bilirdirir, hepinize saygılar sunarım. (DYP ve FP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yılmazyıldız.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Trabzon
Milletvekili Sayın Nail Çelebi; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
MHP GRUBU ADINA NAİL ÇELEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; (11/2) esas numaralı, Fazilet Partisi Genel Başkanı ve
Malatya Milletvekili Mehmet Recai Kutan Beyin, Tarım ve Köyişleri Bakanı
hakkında vermiş olduğu gensoru önergesiyle ilgili olarak, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
57 nci hükümetin nasıl bir tarım sektörü devraldığını,
yıllardır Tarım ve Köyişleri Bakanlığında hizmet vermiş bir arkadaşınız olarak
ve aynı zamanda, Türk Ziraat Yüksek Mühendisleri Birliğinin iki dönem boyunca,
dört yıl boyunca Genel Başkanlığını yapmış bir arkadaşınız olarak, iyi
bildiğimi sanıyorum. O bakımdan, sizlere, anlamlı ve doyurucu bilgiler
vereceğimi, -şüphe etmeden dinleyeceğinizi umarak- ifade etmek istiyorum.
Bildiğiniz gibi, 1991 yılından beri, Tarım Bakanlığı
kanun hükmünde kararnamelerle yönetiliyor; yeni bir teşkilat kanunu yok, idarî
dokusu dejenere edilmiş, personelin motivasyonu kalmamış ve bir avuç kaynağı
siyasî amaçlar için israf edilmiş bir bakanlık olarak, Sayın Tarım Bakanı ve mevcut
57 nci hükümet tarafından devralınmış bir bakanlık olarak önümüzde durmaktadır.
Sanki, tarım sektörünün durumu 57 nci hükümetin göreve
başladığı tarihe kadar çok iyiymiş de, Sayın Gökalp göreve başladıktan sonra
bozulmuş gibi iddiaları ortaya koymayı anlamak gerçekten oldukça zordur. Türk
tarım sektörünün bir enkaz durumuna gelmesinde, Milliyetçi Hareket Partisinin,
57 nci hükümetin ve de Sayın Bakanın zerre kadar dahli yoktur; bunu da, burada,
çok açık ve net olarak ifade etmek istiyorum.
Bunu ifade ederken, izninizle, 57 nci hükümet göreve
gelirken Türk tarımının durumunu, şöyle bir değerlendirmenize sunmak istiyorum.
Geçen yılın 29 Mayısında -Bakanlığı bir kenara
bırakalım- bu Bakanlığın, her şeyiyle değil; ama, kimi taraflarıyla ilgili
tuttuğu tarım sektörünün içerisinde bulunduğu manzarayı şu şekilde görmüştük:
Tarım işletmeleri teknik ve ekonomik açıdan optimum
büyüklüklerin altında ve çok parçalı vaziyetteydi ve miras yoluyla parçalamalar
bütün hızıyla sürmekteydi.
Sektörde sermaye birikimi yoktu ve çiftçi örgütlenmesi
henüz tamamlanmamıştı.
Tarımsal pazarlama faaliyetleri çok elverişsiz
durumdaydı, ürün pazarlaması ve yönlendirilmesi yapılamıyordu.
Destekleme sistemi yönlendirici değildi ve aktarılan
kaynaklar, istenilen seviyede üreticiye ulaştırılamıyordu.
Desteklemelerde, bitkisel üretim öncelikli olarak elde
edilmesine rağmen, hayvancılık büyük bir ihmale maruz bırakılmıştı.
Toprak kullanımı, verimsizliğe ve doğal kaynakların
kaybına konu, büyük bir sorumsuzlukla karşı karşıyaydı.
Sektörde modern teknoloji ve girdi kullanımı
yetersizdi.
Tarımsal veri tabanı ve ülke tarım envanteri henüz
çıkarılmamıştı.
Tarım sanayii entegrasyonu temin edilmemiş, kırsal
üretim yerinde işlenmesi ve pazarlanmasına ilişkin organizasyonları da kurulmamıştı.
Şimdi, izninizle, tarımı değerlendirdikten sonra, bu
noktada, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının durumunu şöyle bir değerlendirmeye
alalım.
Bütün bu olumsuz ve yıllardır üzerine gidilmeyen,
müzminleşmiş yapısal problemleri üzerine, tabelasında "tarım ve
köyişleri" ibaresi bulunan bir bakanlığın içine düştüğü durumu şu şekilde
ifade etmek mümkün:
Ülkemizde, ilk 1844 yılında kurulduğu bilinen ve
birbuçuk asrı aşan bir müktesebatı olan bir bakanlığın hâlâ, teşkilatı yok...
Biraz önce ifade etmiştim. Bakanlıkta, yetkiler merkezde toplanmış, aşırı,
ağır, hantal, katı ve hizmet üretmekten çok, durumunu muhafazayı şiar edinmiş
bir görüntü vermek durumuyla karşı karşıyaydı.
Toprak Mahsulleri Ofisi kanalıyla, 500 trilyonu
çiftçiye olmak üzere, toplam 1 katrilyon borç söz konusuydu ve borç sebebiyle,
günde 3 trilyon faiz ödenmekteydi.
O sıralar, iktidar ve muhalefet sözcülerinin sözbirliği
etmiş gibi tekrarladığı ifadelerle, yetkileri daraltılmış, inisiyatifi
azaltılmış ve içi boşaltılmış, pamuk, tütün, çay, zeytin, ayçiçeği,
şekerpancarı gibi ürünler ile toprak koruma ve sulama gibi, tarımsal pazarlama
gibi temel konularla hiçbir ilişkisi olmayan bir bakanlıkla orta yerde
durmaktaydı.
Başta belirttiğim gibi, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın
Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında verdikleri gensoru bile, bu Bakanlığın alanı
dışında olan tütün ve çay gibi ürünler ile tarım satış kooperatifleri konusunu
gündeme getirerek, sözünü ettiğim bu garip çelişkiye ibret verici bir örnek
oluşturmaktaydılar.
Halbuki, 57 nci hükümet, Türk tarımında günübirlikçi
yaklaşımları ortadan kaldırarak, uzun vadeli ve kalıcı tarımsal politikalar
oluşturmak ve bunları, kamuoyunun ve ilgili çevrelerin sahipliğiyle uygulamaya
aktararak, hizmette etkinliği ileri ölçülerde var olma kararlılığında
bulunmaktaydı.
Nitekim, bu mevcut durumun analizinin sonucu olarak ve
tarımda sürmekte olan kaosun ortadan kaldırılması maksadıyla, Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı bir tarımsal reform çalışmasını başlatmış. Bu reform
programının, izninizle, satırbaşlarıyla değerleme yaparak, huzurunuza sunmak
istiyorum.
Bildiğiniz gibi, tarım reformu çalışmaları içerisinde,
mevcut, şu anda görevde bulunan 57 nci hükümetin Tarım Bakanı, tarımsal veri
tabanının oluşturulmasıyla ilgili bir proje hazırlamıştır, bazı ürünlerde
parite uygulaması projesi hazırlamıştır, doğrudan gelir desteği projesi
hazırlamıştır, alternatif ürün projesi hazırlamıştır, çiftçi kayıt sistemi
projesi hazırlamıştır, tarımsal üretici birliklerinin geliştirilmesi yardım
projesi hazırlamıştır, tarımsal girdilerin dünya fiyatlarıyla uyum projesini
hazırlamıştır -ki, biraz önce Doğru Yol Partili sayın konuşmacım da söylediler;
bu çalışma tamamlanmıştır, Bakanlar Kurulunun gündemindedir- hayvancılığı
geliştirme ve destekleme projesi hazırlamıştır, son olarak, uygulamaya da
giren, tarımsal destekleme ve yönlendirme kurulu oluşturularak gündeme
getirilmiştir.
Şimdi, mevcut hükümetin Tarım Bakanının durumu ile
tarımın bu durumunu ifade ettikten sonra, izninizle, hafızalarınızda biraz daha
yer alması ve hafızalardan silinmemesi noktasında, değerli partilerimizin
değerli vekillerinin sözlerinden birkaç alıntı yapmak suretiyle,
değerlendirmelerinize sunmak istiyorum.
Fazilet Partisi Grubu ile Tarım, Orman ve Köyişleri
Komisyonu toplantı salonunda 26 Ocak 2000 tarihinde yapılan toplantıda, Sayın
Cevat Ayhan’ın ifadesini aynen arz etmek istiyorum: “Tarımın sorunlarından
başlanarak çözüm önerileri detaylı olarak ortaya konmuş. Bu yazılanları kabul
etmemek mümkün değil. Kanun tekniğine ve bakanlığın çalışmalarında ihtiyacı
olan her şeyin yazıldığı bu metni, ben, şahsen destekliyorum.”
Meclis tutanakları incelendiğinde görüleceği üzere,
Tarım ve Köyişleri eski Bakanı Sayın Mahmut Erdir Beyin konuşmaları çok
alenîdir, ortadadır.
Edirne Milletvekili Sayın Evren Bulut’un konuşmaları
açık, ortadadır.
Yine, Fazilet Partisi Tarım eski Bakanı -benim de
bakanımdı- Sayın Musa Demirci Beyin konuşması da ortadadır. Aynen ifade ettiği
şekilde söylüyorum: "Sayın Tarım Bakanının bu hassasiyetinden dolayı
kendisini kutluyoruz" demiştir.
Yine, Doğru Yol Partisi milletvekili hocam- Prof. Dr.
Sayın Zeki Ertugay Beyin de konuşmaları çok anlamlıdır; huzurlarınıza sunmak
istiyorum, satırbaşlarıyla aralardan çıkararak söylüyorum: "Sayın Bakanı
da bu konuda kutluyorum. Tarımda yeniden yapılanmanın tam zamanıdır. Sayın
Tarım Bakanının verdiği teknik bilgilerin hepsine katılıyorum; çok doğru ve
güzel, mukayese edici bilgiler vermiştir. Sayın Bakanın bu temennilerine, bu
çırpınışlarına katılıyorum. Doğru Yol Partisi olarak da, canı gönülden destekliyoruz.
Az da olsa, dolaylı da olsa, 27 civarında bitkisel ürün desteklenirken, hiçbir
hayvansal ürüne bir kuruşluk destek verilmemiştir. Sayın Bakanın, bu konudaki
samimiyetine ve heyecanına aynen katılıyorum. Biz gruplar olarak, Sayın Tarım
Bakanına, bu konuda, bu muhkem programının gerçekleşmesi konusunda azamî
desteği vereceğiz. Türkiye tarımının patronunun Tarım ve Köyişleri Bakanının
olmadığını, defalarca bu Yüce Mecliste ifade ettim, dört yıldan beri her bütçe
konuşmamda ifade ettim" demiştir. Kendilerine şükranlarımı arz ederek, bu
ifadeyi, burada yer aldığı için bilgilerinize arz ediyorum.
Yine, Hakkâri Milletvekili Sayın Evliya Parlak'ın
konuşmaları ve Eskişehir Milletvekili Sayın Sadri Yıldırım Beyin konuşmaları,
Meclis tutanaklarında -tabiî, vaktinizi fazla almamak için tekrarlamak
istemiyorum- çok açık olarak ortadadır.
Meclis zabıtlarından noktası ve virgülüyle alınan bu
ifadelerden anlaşılacağı gibi, iktidarı ve muhalefetiyle, Mecliste grubu
bulunan bütün partilerin, açıklamış olduğumuz, tarımda yeniden yapılanma
programına destek verdikleri ve önerilen tedbirleri yerinde buldukları açıkça
görülmektedir. Bunu, gözden ırak tutmayacağınızı ümit ediyorum.
Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp ve
mevcut 57 nci hükümet, tarımın, siyasetin üstünde tutulması, çiftçinin alınteri
üzerinde siyaset yapılmaması gerektiğini, bizim felsefemizin de "alınteri
üzerinde siyaset yoktur" biçiminde ifade edildiğini, hafızalarınızı
tazelemek adına tekrar belirtmek istiyorum.
Bütün konuşmacıların ifade ettiği gibi, mevcut
hükümetimiz, Dünya Bankasıyla stand-by anlaşması yapmıştır. Geçmiş yıllarda da
bu anlaşma yapılmıştır. Bu anlaşmanın gereği olarak da, hükümetimiz, dolaylı
değil, doğrudan, niyet mektubunun arkasında olmak zorundadır. "Arkasında
olmak zorundadır" ifadesine karşılık, huzurlarınızda, bir şeyi arz etmek
istiyorum.
Bu niyet mektubu imzalanmıştır; doğrudur. Niyet
mektubunun bir muhatabı da Tarım ve Köyişleri Bakanıdır. Ancak, hatırlatmak
için söylüyorum, niyet mektubunda yapılan değerlendirmelere karşı, muhatap, her
ne kadar Tarım ve Köyişleri Bakanı değilse de -bildiğiniz gibi, muhatap, imzaya
koyan olarak Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığıdır, ondan sorumlu Devlet
Bakanıdır- Sayın Tarım ve Köyişleri Bakanının, Dünya Bankası ekonomik reformu,
kredi kapsamında Dünya Bankasıyla müzakere edilecek dokümanlarla ilgili olarak
hazırlanan Tarım ve Köyişleri Bakanlığının görüşlerini, acaba okudu mu sayın
muhalefet ya da diğer arkadaşlarımız?.. Bende var, isteyenlere sunabilirim.
Duygu ve düşüncelerini, bu minval ve bu bilgiler üzerinde eğer derlerlerse,
Tarım ve Köyişleri Bakanının, tarımla alakalı çalışmaları, ne derece, nasıl
değerlendirdiğini daha net ve çok açık görme şansını elde ederler diye ifade
etmek istiyorum.
Tabiî ki, Tarım ve Köyişleri Bakanı, Bakan olduğu
günden bugüne kadar, amaçlarının, tarım sektörüne verilen desteklerin
azaltılması veya tamamen ortadan kaldırılması olmadığını defalarca ifade
etmiştir. Yani, yeni destekleme sistemlerinin devreye konulması konusunda azamî
gayret sarf etme noktasında çaba sarf ettiğini de defalarca ifade etmiştir.
Avrupa Birliğindeki desteklerin çok fazla olduğunu, bizim bu desteklerden
yeteri kadar istifade etmediğimizi ifade etmiştir. Onu sağlayabilmek için de,
elinden gelen gayreti gösterdiğini, hem sözleriyle hem de davranışlarıyla, siz
de, zaten, gördünüz ve biliyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, diğer konuşmacıların da ifade
ettiği gibi... Ama, gözden kaçmaması gereken bir şeyi, ben de burada tespit
etmek istiyorum. Bugün, hububat fiyatlarıyla ilgili yapılan değerlendirme,
bildiğiniz gibi, Tarım ve Köyişleri Bakanının yaptığı açıklama gibi görünüyorsa
da Tarım ve Köyişleri Bakanının yaptığı açıklama değildir. Bu, tamamen,
Bakanlar Kurulunun yaptığı bir açıklamadır. Dolayısıyla, Tarım ve Köyişleri
Bakanını, bu noktada, değerlendirmeden sorumlu tutmayı, ben, çok anlamlı
bulmuyorum; ancak, sizlere, bazı noktalarda değerlendirme yapmanız açısından
bazı şeyleri ifade etmek istiyorum.
Tabanfiyat politikaları belirlenirken ya maliyetlere
göre ya pariteye göre ya dünya fiyatlarına göre ya da politik amaca göre
değerlendirme yapmak zorundasınız. Bugüne kadar yapılan açıklamalar, yapılan
değerlendirmelerin çoğu politik amaca göre yapılmıştır. Şu andaki,
huzurlarınızdaki 57 nci hükümet, bunu, maliyetlere ve dünya fiyatlarına göre
yapmıştır. Bunu belgeleriyle beraber açıklamakta hiçbir beis görmüyorum.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığının yaptığı çalışmadaki
maliyet 90 326 lira olarak belirlenmiştir. Elimdeki belge onu göstermektedir.
Bunun üzerindeki fiyatı bu şekilde değerlendirdi mevcut hükümet.
Esas olan bu değildir. Esas olan, çok fazla üretim
yapmak da değildir. Esas olan, verimi artırmaktır; ama, onbeş yıllık verim
kriterlerine baktığınız zaman, tarımda, verimde hiçbir artış olmadığını
görüyorsunuz. Bunun, dolayısıyla, sorumlusunun, mevcut Bakana
yönlendirilmesinin, doğrusu, anlamlı olmadığını bilmenizi istiyorum. Doğruyu
görmekte fayda vardır; ama, doğruyu değil de, siyaset yapmak adına yapılan
çalışmaları da sağlıklı bulmam.
Uluslararası kuruluşlar ar-ge çalışmalarına ve kırsal
kalkınma projelerine destek vermektedir. Bu manada, Tarım ve Köyişleri
Bakanının çalışmaları olduğunu biliyorum. Bu manada alacakları desteklerle Türk
tarımına hizmet veren insanlara azamî katkının sağlanacağı konusunda hiçbir endişem
yoktur.
Burada, bir şeyi ifade etmek istiyorum: Bugüne kadar
alım fiyatları belinlenmektedir. Aslında, bunlar tabanfiyat değil
tavanfiyattır.
Bir şey daha söyleyeyim: Toprak Mahsulleri Ofisinin
yaptığı desteklemeleri dikkate aldığınız zaman, Toprak Mahsulleri Ofisinin
yaptığı alımların karşılığı 400 000 çiftçiye tekabül etmektedir. 400 000
çiftçiye tekabül etmesi demek, desteklenmesi gereken çiftçilerin onda 1'ine
tekabül ediyor demektir. Dolayısıyla, sadece bu desteğin ve bu fiyatların
açıklanmış olması ve Toprak Mahsulleri Ofisinin tamamını almış olması dahi,
sadece 400 000 kişiye destek verilmesi anlamını taşıyacağı için, bunun, bu
anlamda destek gibi değerlendirilmesini, doğrusu, anlamlı bulmam; ama,
yapılması gereken çalışmalar yok mudur; vardır. Bu çalışmalar, Avrupa
Birliğinin yaptığı çalışmalar gibi, nasıl pazar fiyatı desteğini çok yüksek
noktalarda yapması yanında, diğer kalemlerde de yaptığı gibi, Tarım ve
Köyişleri Bakanlığına verilecek olan destekleme katkılarıyla, diğer kalemlerde
de yapacağı çalışmalarla bunun karşılanması imkân dahilinde olacaktır.
Kısaca, birkaç şeyi de, hafızalarınızı tazelemek için
sunmak istiyorum. 1994 yılında, Doğru Yol Partisi ile SHP'den oluşan koalisyon
vardı. Bu koalisyon döneminde buğdaya verilen fiyat, dünya fiyatından 21
dolar/ton gerisindeydi. Sene 1995, yine Doğru Yol Partisi ile SHP hükümeti;
hükümetin başı DYP'li bir arkadaşımızdı, onların da buğdaya verdiği fiyat,
dünya fiyatlarından sadece ve sadece 5 dolar/ton daha fazlaydı -bunu bilmenizi
istiyorum- ve buna rağmen, aldıkları miktar, sadece 246 000 tondu. Bu da,
bizim, olağanüstü hal stokunu dahi karşılamamaktaydı.
Şimdi, 1997 Refah Partisi-Doğru Yol Partisi dönemine
geliyorum. Bakınız, 20 Haziranda fiyatlar ilan ediliyor, 5,9 milyon ton ürün
alınıyor; fakat, iktidarda olan hükümet, TMO'ya talimat veriyor ve buğday
fiyatlarını geriye çekiyor; TMO, ucuz fiyattan satış yapmaya başlıyor; devlete
güvenerek piyasalara giren ve alım yapan tüccar ve sanayici -çiftçiden aldığı
fiyattan daha ucuz fiyata buğday satınca- zarar ediyor ve sanayici, tüccar,
2000 yılına gelinceye kadar bir daha piyasalara girmiyor ve bu yük Toprak
Mahsulleri Ofisinin sırtına biniyor; Toprak Mahsulleri Ofisi bankalara koşuyor
ve faize boğuluyor. Bunu hiç kimsenin unutmaması gerekiyor. Bunlar,
hafızalarınızı tazelemek adına söylenmiş olan sözlerdir. Bunu bilmenizi
istiyorum.
Söylenecek çok söz var; ama, vaktim de daraldı, o
bakımdan, çok daha fazla şeyi söyleme şansımız yok; ama, geldiğimiz noktada,
Toprak Mahsulleri Ofisi, 974 trilyon faiz yüküyle devralınan bir yükü
taşıyordu, 3 trilyon 11 milyar lira faiz ödemekteydi; ama, geldiğimiz
noktalarda bu rakamlar çok aşağıya düştü, 600 milyar liraya varan bir faiz
yükünü karşılayacak noktaya kadar, hükümet, bunu üstlenebilmiş ve getirmiştir.
1999 yılında hububat alımını destekleme için katlanılan
maliyetin yüzde 88'i faiz ödemelerine ayrılırken, sadece yüzde 12'si çiftçiye
ödenebilmiştir. Onun için bunları da dikkate almanızı istiyorum.
Çok özet olarak söylüyorum; Çaykurla ilgili
değerlendirme yapılmıştır. Çaykurla ve Tekelle ilgili konu, her ne kadar Tarım
ve Köyişleri Bakanlığını ilgilendirmiyor ise de, buna ilişkin ödemelerde çok
anormallik yoktur. Kaldı ki, 1998 Tekel ürünleri alımlarıyla ilgili olarak
elimde -eğer istiyorsanız size takdim edebilirim- oldukça fazla teşekkür
mesajı vardır; çayla ilgili yapılan
destekleme fiyatı yüzde 25 değil, yüzde 37,7'dir. Hesabı bilmeyen
arkadaşlarımıza bu hesabı sunabilecek durumdayım, bunu arz etmek istiyorum.
Tarım satış kooperatiflerinin, çiftçinin elinden alınıp
başkasına verilmesi noktasındaki iddia da doğru değildir; çünkü, yapılan
çalışma, tamamen, anonim şirket haline dönüştürülmesi çalışmasıdır ve anonim
şirkete bütün üyeler ortak olacaktır. Onu da not olarak bilginize sunmak
istiyorum.
Gayri safî millî hâsıladaki düşüşü kabul ediyorum; ama,
bu bizden kaynaklanmıyor. Geçmiş hükümetler dönemindeki eksi 6,4'lük düşüş,
tarıma 4,6'lık bir düşüş olarak yansımıştır; bunun sorumlusu nasıl Tarım ve
Köyişleri Bakanıdır; bunu hâlâ anlamış değilim. Kaldı ki, bu rakamlar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Çelebi, size de 1 dakika eksüre veriyorum. Lütfen, tamamlayın
efendim.
Buyurun.
NAİL ÇELEBİ (Devamla) – Hükümetimiz 29 Nisan 1999
tarihinde güvenoyu almıştır, 18 Nisan 1999 tarihinde yapılan seçimlerden sonra
bu rakamlar ele gelmiştir. Bildiğiniz gibi, verilen rakamlar nisan ayı
rakamlarıdır. Dolayısıyla, bizim hükümetle bunların hiçbir alakası yoktur.
Ezcümle şunu söylemek istiyorum: Arkadaşların bir kısmı
Anayasayla ilgili olarak birtakım ifadelerde bulundular. Ben de not olarak şunu
size ifade etmek istiyorum: Gensoru metninde, Anayasanın 5 inci maddesinden
bahisle, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamanın, devletin
temel amaç ve görevlerinden olduğu ifade edilmektedir. Halbuki, Türkiye, 65
milyon gibi büyük bir nüfusun üzerinde yaşadığı bir ülkenin ismidir. Tarımla
iştigal eden kitlede değil, bu nüfusun tamamı yaş ortalaması hayli genç,
tüketici bir nüfustur. Anayasamızın 172 nci maddesi bu kesimin korunmasını amir
bulunmaktadır. Toplum kesimlerinden birini, ötekinin aleyhine himaye etmek de,
yine, Anayasanın 2 nci maddesindeki sosyal devlet olma ilkesiyle asla
bağdaşmamaktadır.
Bu itibarla da, bunu da takdirlerinize sunarak, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Çelebi.
Gruplar adına...
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Cevat Ayhan...
BAŞKAN – Fazilet Partisi Grubu adına Sayın Cevat Ayhan;
buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakikadır efendim.
FP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan,
muhterem üyeler; Fazilet Partisi Grubu tarafından verilmiş olan Tarım Bakanı
hakkındaki gensoruda Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Gensorunun konusu, hükümetin uyguladığı, Tarım
Bakanının uyguladığı tarım politikaları sebebiyle, Türk çiftçisinin, içine
düşürülmüş olduğu durumdur.
Değerli arkadaşlar, bu hükümet iktidarda bir yılını
tamamladı; bu Tarım Bakanı da bir yıldır Tarım Bakanlığını yönetmektedir.
Geldiğimiz nokta nedir diye baktığımızda: Geldiğimiz nokta, tarım,
havyancılığıyla besiciliğiyle, sütçülüğüyle, buğdayıyla, pamuğuyla, diğer tarım
ürünleriyle tamamıyla bir çıkmazın içine sokulmuş bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlar, hükümet, aslında, 2000 yılında
uygulayacağı bu politikaların işaretini 1999 yılında hazırladığı 2000 yılı
bütçesinde ortaya koymuştu. Bakın, 2000
yılı bütçesinde neler var, tarıma ne destek verecek hükümet: 1999 yılında
tarıma verilen destek 272 trilyon liradır; 2000 yılında tarıma verilecek destek
toplamı ise, 336 trilyon liradır; yani, artış, sadece, yüzde 23'tür. Tabiî,
hükümet, bu desteği, 2000 yılı içindeki uygulamalara baktığımız zaman, daha da
aşağı düşürme niyetindedir.
Bakın, ocak-mayıs döneminde beş aylık dönemde, 1999 yılında tarıma destek için hükümetin
yaptığı harcama 128 trilyon liradır, 2000 yılında ocak-mayıs döneminde tarıma
verilen destek için yapılan harcama, 95 trilyon liradır. Yani, enflasyon
şartlarında sizin, bu 2000 yılında, 1999 yılı ocak-mayıs dönemindeki 128
trilyon lirayı asgarîden bir yüzde 60 artırsanız, en azından, 200 trilyon lira
olarak uygulamanız gerekirdi ocak-mayıs döneminde 2000 yılında; ama, 1999'da
verilen destek dahi çiftçimizden esirgenmiş, sadece, 95 trilyon lira
harcanmıştır. İşte, bugün koparılan feryadın sebebi budur; hayvancının,
sütçünün, hububat çiftçisinin, bütün tarım kesimlerinin kopardığı feryadın
sebebi budur ve destek, 2000 yılının beş ayında yüzde 24 azaltılmıştır; dikkat
buyurun, artırılmış değildir.
Değerli arkadaşlar, hükümetin buna ait bir diğer
işareti de, 2000 yılı bütçesine paralel olarak, yine, bu hükümetin 1999 yılının
aralık ayında çıkarmış olduğu bir kararnamedir. 99/13758 numaralı Bakanlar
Kurulu Kararına bakarsanız, bu kararnamede, 2000 yılında çiftçiye verilecek
olan kredilerin, 1999 yılında verilen kredilerin yüzde 55'ine düşürülmesi
kararlaştırılmıştır. Dikkat buyurun; yani, 2000 yılında kredilerde artış yok, 1999'a göre yüzde
55'ini verecek, yarı yarıya azaltıyor. Yine, 2000 yılında çiftçiye uygulanacak
olan faizlerin de... Daha önceki hükümetler, hep, piyasa faizlerinin aşağı
yukarı yarısına kadar bir faiz uygularlardı. Yani, enflasyonun yüzde 80-90
olduğu bir dönemde, çiftçiye uygulanan faizler de yüzde 40-50 mertebesinde
olurdu; ama, bu hükümet, bu Tarım Bakanlığı 2000 yılı için hazırladığı bu
kararnamede "ben, 2000 yılında, çiftçiye uygulayacağım faizleri, Hazinenin
içborçlanma senetleri için uygulanan faizlerinin 5 puan üzerine çıkaracağım;
yani, ortalama faizin 5 puan üzerine çıkaracağım" diyor. Daha önceki bütün
cumhuriyet hükümetleri, piyasa faizlerinin altında bir kredi faiziyle çiftçiyi
desteklerken, bu hükümet, ben, piyasa faizlerinin 5 puan da üzerinde -borçlanma
faizlerinin- bir borçlanmayla çiftçiyi yük altına sokacağım diyor. Değerli
arkadaşlar, işte, bugün çekilen sıkıntının sebebi budur.
Bugün, eğer, buğdaya 102 000 lira fiyat verilmişse,
bunun arkasındaki gerekçe, bu 2000 yılının bütçesidir; bunun arkasındaki
gerekçe, 2000 yılı bütçesinin IMF'yle varılan mutabakat çerçevesinde uygulanmış
olmasıdır.
Şimdi, Muhterem Bakan geldi, burada ifade ettiler;
dediler ki: "Buğday fiyatları dünya piyasasına göre tespit edilir."
Doğru... Dünya piyasasına göre tespit edelim; ama, dünya piyasasına,
Chicago'ya, bilmem nereye gelen buğday fiyatlarına baktığınız zaman, Avrupa
piyasasındaki buğday fiyatlarına baktığınız zaman, bunun arkasında bir devlet
desteği var. Avrupa Topluluğu 1962 yılında beri, belirli programlarla kendi
çiftçisini destekliyor; buğdayı da destekliyor, pancarı da destekliyor, eti de
destekliyor, sütü de destekliyor, bütün tarım ürünlerini, hayvancılık
ürünlerini destekliyor. Bu destekler nedir diye bakarsanız, bu destekler
milyarlarca dolardır. Bakın, Avrupa Topluluğunun, bugün, yıllık, aşağı yukarı
40 milyon mertebesinde buğday fazlası var, bütün tarım ürünlerinde olduğu gibi;
ama, bu fazlalığı temin ederken de, kendi tarım sektörünü destekliyor. Nasıl
destekliyor; üretici desteği veriyor ve tarım ürünlerini, kendi pazarında,
kendi tüketicisinin pahalı almaması için de tüketici desteği veriyor; producer
subsidy ve consumer subsidy diye Avrupa Topluluğunun -ki, paralel destekler
Amerika'da da vardır- kendi çiftçilerine verdiği desteğin yekûnuna baktığınız
zaman, bu, 1962'de başlayıp 1999'a kadar olan dönemde, 120 milyar dolar ile 150
milyar dolar arasında değişmektedir ve bu destekleri de, Avrupa Topluluğunun
çiftçi nüfusuna böldüğünüz zaman, 9 000-10 000 dolar mertebesinde, çiftçi
nüfusuna verdikleri destek var. Bizim verdiğimiz destek nedir; işte, burada
hükümet koymuş: 2000 yılı için ben, çiftçiye, sadece 336 trilyon lira destek
vereceğim, yani, 500 milyon dolar vereceğim diyor; bunun manası budur. Elinsaf,
sekiz tane, beş tane banka batmış, 5 milyar dolar veriyorsunuz; ama, 30 milyon
çiftçiye gelince, 30 milyon çiftçiye sadece 500 milyon dolar destek veririz
diyorsunuz. Faiz babalarına Türkiye'de, beş ayda bu hükümetin ödediği faiz, 20
milyar 200 milyon dolardır. Yani, ayda ortalama 4 milyar doların üzerinde faiz
ödenmiştir. Yani, bu faiz babalarına ödediğiniz faizin, bir ayda ödediğiniz
değil, on günde ödediğiniz değil, yani, hesaplarsanız, aşağı yukarı üç günde
ödediğiniz faizi, beş günde ödediğiniz faizi bir yılda 30 milyon çiftçiye
tahsis ediyorsunuz. İşte, Türkiye'de, çiftçinin feryadı budur.
Bakın siz, 102 000 lira fiyat verdiniz; biraz önce
Adana Kadirli'den telefon geldi -her yerden geliyor- ben buğdayımı 85 000
liraya satabildim, alıcı da yok diyor. Niye; sizin hükümetinizin politikası
yüzünden, Tarım Bakanlığının politikası yüzündendir. Efendim, MHP'li
arkadaşımız kalktı, Tarım Bakanlığı sorumlu değildir bundan dedi. Kim sorumlu;
hükümet sorumlu. Kardeşim, sen Tarım Bakanısın; eğer, çiftçinin lehine olan
politikalarını uygulatamıyorsan, istifa müessesesi diye bir yer vardır, bırakır
gidersin. Hükümet olmak için, bakan olmak için buna katlanmaya mecbur
değilsiniz ki!..
Yine, değerli Tarım Bakanı arkadaşımız, kalktı,
kendinden önceki hükümetin tarım politikalarını yerden yere vurdu. Sayın Taşar
buradadır, umut ederim bunlara cevap verecektir. Bakın, geçenlerde afet oldu,
Sakarya'da da oldu, binlerce dönüm tarım arazisi sular altında kaldı, Türkiye
genelinde 200 000 dönümde oldu; Antalya'da oldu, Tokat'ta oldu, Samsun'da oldu,
Bartın'da oldu, Zonguldak'ta oldu, her tarafta... Ben, şimdi Sayın Taşar'a
buradan teşekkür ediyorum; 1999'da mayıs ayının sonunda sel afeti olduğu zaman,
hemen haftasında gerekli olan mısır tohumunu bölgeye yolladı ve ikinci mısır
ekimi yapıldı.
Şimdi, ben, arkadaşlarla, Sakarya İl Tarım Müdürüyle
görüştüm, daha raporlar bile tasdik edilmemiş. Binlerce dönüm tarım arazi heder
olmuş, çiftçinin mazotu gitmiş, gübresi gitmiş, tohumu gitmiş; hükümet, bir
avuç mısır tohumu verecek, bir avuç şu tohumu verecek, bunu dahi esirgiyor.
Böyle atıl, böyle bürokrasiye boğulmuş olan bir Tarım Bakanlığı olmaz değerli
arkadaşlar. Afet olduğu an, ertesi günü, ertesi hafta orada tohumluğu hazır
edeceksiniz; her gün ekim yapamazsınız, tarlayı tavındayken ekmeniz gerekir.
Vatandaşın, kaybolan mahsulünün yerine, hiç olmazsa, ikinci ekim yapıp, ayakta
durabilmesi lazım; ama, maalesef...
Biz, bu hükümet kurulduğundan beri, Tarım Bakanına her
türlü yardımda bulunuyoruz. Bir arkadaşımızın ifade ettiği gibi kendileri
komisyonda "tarım reformuyla ilgili kanun tasarısı getiriyorum" dedi.
Dinledik, evet, getirirseniz biz destekleriz dedik; ama, desteklemenin
çerçevesi şudur dedik Sayın Bakan. Bunu, bütçede de söyledik, komisyonda da
söylüyoruz. Bugün, desteklemenin, tarım desteğinin çerçevesi şudur: Efendim,
ben, tarımı şöyle yaptım, buraya getireceğim... Hayır, ben, doğrudan doğruya
uygulamaya bakarım.
Bakın, Sayın Tarım Bakanı bundan bir süre önce, 17
Haziranda Bursa'ya gitmiş -Bursa'nın Olay Gazetesinde, Bursa Haber Gazetesinde-
Bursa'da diyor ki: "Çiftçinin durumunu iyi biliyorum. Ben, ziraat mühendisiyim.
Ailem de buğday, arpa ekiyor. Soruyorum, Türkiye'de hangi yıl çiftçimizin
durumu iyi oldu, ne zaman ürettiğimizin karşılığını aldık; 70, 80, 90'lar da
mı? O zamanki hükümetler tarıma sırt çevirdiler..." Ve, şunu yaptılar,
bunu yaptılar...
Değerli arkadaşlar, evet, hükümetler herşeyi
yapamamıştır; ama, güzel işler de yapmıştır. Bakın, 54 üncü Hükümetin içinde
bulundum ben. Biz, pancara yüzde 150 fiyat verdik ve pancar ekimi genişledi.
Biz, buğdaya aynı şekilde, hayvancılığa aynı şekilde, fındığa aynı şekilde
verdik. Bakın, biz, fındığa 2 dolar fiyat verdik 1996'nın eylül ayında,
Trabzon'da, Bakanlar Kurulu toplantısında. Bundan geri adım atamadı hükümetler
bizden sonra. Bu hükümet de atamadı. Atamadı; ama, ne yaptı? Biz, fındığı
aldık, parasını ödedik. Fındık, piyasada, bizim verdiğimiz fiyatın daha
üzerinde tüccardan alıcı buldu. Siz, fındığı 2 dolardan aşağıya çekemediniz,
üzerinde birkaç sent de verdiniz; ama, ödeme yapmadınız. 1 020 000 lira iken
fındık fiyatı Ofiste, Fiskobirlikte, vatandaş, 650 000 liraya fındığını sattı
ve aylarca, iki ay, üç ay, dört ay fındık parasını alamadı; hatta, deprem
bölgesinde dahi alamadı.
Sizin burada bir yanlışınız şudur muhterem arkadaşlar:
Sayın Bakana söylüyorum, hükümete söylüyorum ve hatırlatıyorum. Bakın, tarım
politikalarında yeni düzenlemeler yapabilirsiniz, yeni uygulamalar
getirebilirsiniz, daha verimli, kaliteyi yükselten, verimi artıran, daha uygun
politikalara dönebilirsiniz; ama, bu dönüşü yaparken, çiftçiyi de öldürmeye,
yok etmeye hakkınız yok. Biraz önce dedim, çiftçi telefon ediyor her yerden ve
"hükümet, 102 000 lira dedi; ama, ben, 85 000 liraya Kadirli'de zor satış
yaptım. Ben, 88 000 liraya Kahramanmaraş'ta zor satış yaptım" diyor; yani,
buğday çiftçisi mahvolmuştur.
Değerli arkadaşlar, buğday çiftçisi mahvolmuştur.
Bugün, buğday çiftçisinin -buğday çiftçisi için söyleyeyim size- 1 litre mazot
almak için satması gereken buğday miktarlarına baktığımızda, bakın, daha önceki
hükümetler zamanında, bizim hükümetimizde, 2 kilo buğdayla 1 litre mazot
alırken, şimdi, sizin getirdiğiniz fiyatla, 4 kilo 300 gram buğday satması
lazım. Niye söylüyorum bunu; tabiî, bugün, buğday fiyatı 102 000 lira, mazot
fiyatı 441 100 lira. Bakın, işte, hesabı görün. Yani, çiftçi, 2 kilo buğdayla
aldığı mazotu, 4,5 kilo, 4,3 kilo buğdayla almadurumundadır. Bütün tarım
ürünlerinde bu oranlara baktığınız zaman, 54 üncü hükümet dönemi, Refahyol
Hükümeti dönemi, hakikaten, son yıllarda çiftçimiz için altın yıl olmuştur;
sadece çiftçimiz için değil, esnaf için de, memur için de, emekli için de,
bütün çalışanları, üretime tevşik eden yıl olmuştur.
Yakında Sekizinci Beş Yıllık Planı görüşeceğiz. Açın,
bakın, planın 1996-1997 yılları uygulamalarına, üretimde artış var, niye;
çünkü, hükümet olarak üretimi desteklemişiz. 1996'da millî gelir artışı yüzde
7,1, 1997'de yüzde 8,3. Bizden sonra gelen hükümette, 1998 yılındaki hükümette
yüzde 3,8'e düşmüş, 1999 yılındaki hükümette de, Anasol-M'nin uygulamalarıyla
yüzde 6,4 küçülmüş Türkiye; tarımda küçülmüş, sanayide küçülmüş, her şeyde
küçülmüş.
Burada, hükümetin ve Tarım Bakanlığının anlamadığı
mesele nedir? Sayın Başbakan gidip de, falan yerde sualtında kalacak mozaikleri
inceleyeceğine, önce gelsin, tarım politikalarını değerlendirsin, çiftçinin
meselelerini değerlendirsin değerli arkadaşlar.
Nedir anladığı mesele; o mesele şudur: Çiftçiye,
üretimi özendirecek fiyat vereceksiniz. Hiç kimse yaptığı işten zarar ederse
onu yapmaz, esnaf da yapmaz, çiftçi de yapmaz. Hayvancılık yapıyorsa, yemiyle,
otuyla, samanıyla, süt geliriyle, et geliriyle onu dengelemesi lazım ki, elinde
bir şey kalsın. Aynı şey hububat ziraatında da söz konusudur. Mazot kullanacak,
gübre kullanacak, ilaç kullanacak, tohumluk kullanacak... İşçiliğini saymıyor,
köylü işçiliğini de feda ediyor, helal olsun işçiliğime diyor; ama, siz, onun
maliyetini kurtarmayan bir fiyat vereceksiniz. Ziraat Odaları "125 000
liradır bizim fiyatımız; 155 000 lira olması lazım; başka türlü kurtarmaz"
diye bar bar bağırdı. Niye; bir yılda mazota yüzde 127 zam yapmışsınız. İşte,
sizin hükümeti kurduğunuz zaman mazot 194 000 lira, bugün ise, 441 000 lira;
yüzde 127 zam yapmışsınız mazota. Gübreye yüzde 100 zam yapmışsınız. Çiftçiye
de, kalkıp, yüzde 27 zam veriyorsunuz. Çiftçi ne yapsın?! Hani, Tarım Bakanı,
ocak ayında, sağda solda "ben, ucuz mazot vereceğim" diye söylüyordu.
Ondan sonra, basında demeçleri var: "Mazot fiyatını yarıya indireceğim,
şuraya indireceğim..." Biz de "iyi olur, tebrik ederiz" dedik;
burada söyledim, komisyonda söyledim. Hani ucuz mazot?! Vatandaş mahsulünü
ekti, şimdi hasat zamanıdır. Vatandaş mahsulünü yüzde 127 pahalı mazotla,
fiyatı artan mazotla ekti; bunu nasıl karşılayacaksınız? Yani, birinci mesele,
çiftçiyi üretime özendirecek olan fiyattır ve çiftçiye birkaç kuruş getirecek
olan, maliyet ile satış arasındaki farktır.
Değerli arkadaşlar, bundaki politikanın da esası şudur:
Uygun fiyat vereceksiniz, destekleme alımı yapacaksınız ve aldığınızı
ödeyeceksiniz. Çok alın demiyoruz. Zaman zaman, Tarım Bakanları, gelir, burada
"efendim, siz 2 milyon ton aldınız, biz 10 milyon ton aldık" derler.
Kardeşim, mesele çok almak değil, aldığının fiyatını ödersen piyasa canlı
oluyor. Tüccar o zaman bakıyor ki, devlet ciddî alım yapıyor, para da ödüyor ve
tüccar daha yüksek fiyatla piyasaya giriyor. Bakın, şimdi, bugün buğday
çiftçisinin düştüğü durum bu: Siz 102 000 lira diyorsunuz, o, 85 000 liraya
satmaya mecbur kalıyor. O da nazlı tüccar; çünkü, tüccar biliyor ki, bu hükümet
IMF'nin emrindedir, bu hükümet -bu rakamları benden daha iyi biliyor tüccar-
2000 yılında çiftçiye para vermeyecek, çiftçiyi ezecek, beş ayda zaten ezmiş,
destekleri yüzde 24 azaltmış; tüccar
"tamam, biraz daha bekleyeyim; çiftçi sıkışacak, 85 000 liraya değil, 80
000 liraya da vermeye mecbur kalacak" diyor. Niye; çiftçinin mazotçuya
mazot borcu var, gübreciye gübre borcu var, esnafa borcu var; bir yıl
çalışacak, kazandığıyla bir yıl geçinecek. Siz, çiftçiyi götürüp, böyle teslim
ediyorsunuz; ama, bütün paraları da faizcilere doğru sevk ediyorsunuz. İşte, bu
hükümetten bu milletin sıkıntısı budur.
Bu Tarım Bakanı, bunun mücadelesini yapmakla
mükelleftir. Bakanlık koltuğuna oturmak, mazeret üretmek demek değil. Başka
zaman da hükümetlerin yaptığı meseleler bize mazeret olamaz. Hükümet makamı
mazeret ihdas etme yeri değil ki, meseleleri çözmek için hükümet olunur; bakan
arkadaşların da, hükümetlerin de görevi budur. Çözemezlerse giderler, Meclis
iradesi başka hükümetler çıkarır, millet iradesi -seçimle- başka hükümetler
çıkarır.
Değerli arkadaşlar, hükümetin ve Tarım Bakanının
uygulamaları baştan sona yanlıştır; bunu söylüyorum. Avrupa piyasalarındaki,
Amerika piyasalarındaki mahsul fiyatlarıyla Türkiye'yi mukayese ederseniz, Türk
çiftçisini Türk çiftçisini mahvedersiniz.
Bugün, nüfusun takriben yüzde 40'ı tarımda, köyde
yaşamaktadır, tarımla geçinmektedir. Birçok ilçemizde ve kasabamızda, ilçe ve
belediye olmasına rağmen, belde olmasına rağmen insanlar, tarımla
geçinmektedir. Bu insanları desteklemeye mecbursunuz. Biz, Türkiye Büyük Millet
Meclisi olarak desteklemeye mecburuz. Hükümetleri, onları desteklemeye mecbur
kılmak, bizim görevimizdir. İki sebeple desteklemeye mecburuz: Birincisi sosyal
sebeptir, ikincisi de iktisadî sebeptir. Niye; bu insanlar yaşayacak mı;
yaşayacak; 30 milyon köylü yaşayacak mı; yaşayacak; yaşamak için yiyecek,
giyecek, zarurî birtakım harcamalar yapacak mı; yapacak. Peki, bunlara üretim
imkânını vermezseniz, bunlar, eğer hayvancılıkta zarar ediyorsa, hububatta
zarar ediyorsa, pancarda zarar ediyorsa, patateste zarar ediyorsa, pamukta
zarar ediyorsa o zaman ziraat yapamayacaklar demektir...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ayhan, lütfen tamamlayın efendim.
Mikrofonunuzu açıyorum ve size de 1 dakika süre
veriyorum.
CEVAT AYHAN (Devamla) – Teşekkür ederim.
Kimse zararına çalışmayacağına göre, bunlar, o zaman,
şehirlerin banliyölerine, varoşlarına, gecekondu bölgelerine doğru
yığılacaklar.
Sayın Tarım Bakanı buyurdular ki: "Bizim
politikamız, vatandaşı yaşadığı yerde doyurmak." İyi, çok güzel bir
politika, onun için de fiyat vereceksin. "Ama, efendim, buğdaya fiyat
vermekle çiftçinin meselesi çözülmez." Ne yapacağız, kemane mi çalacağız
yani çiftçiyi eğlendirmek için.
Değerli arkadaşlar, bir insan niye üretim yapar; bir
insan yaşamak için üretim yapar, geçinmek için üretim yapar. Birinci mesele,
bunları, biz doyurmaya mecburuz; bu, bir sosyal transferdir. Bugün, bizim
çiftçimiz 365 gün çalışır, kışta yazda çalışır, sabah da kalkar erken çalışır,
geceyarısına kadar çalışır, bizi besler; ama, şimdi, biz, maalesef, çiftçinin
mallarını değerlendirecek, çiftçiyi ayakta tutacak yerde, faizcileri besleyen
bir politikanın içine girip, gömülmüşüz.
Çiftçiyi desteklemenin ikinci sebebi de şudur: Bu
insanlar üreterek mi yaşasın, sadece üretmeden tüketsin mi? Onun için, çiftçiye
destek vermeye mecbursunuz. Bugün, tarımın millî gelirdeki payı, aşağı yukarı
yüzde 14-15'tir. Yuvarlak hesap 200 milyar doların içinde, aşağı yukarı 25-30
milyar dolar mertebesinde bir üretimi var...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.
CEVAT AYHAN (Devamla) – Tarım Bakanı aleyhine
verdiğimiz bu gensorunun kabulünü hepinize arz ediyor, hepinizi hürmetle
selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonumuzun daveti üzerine, Meclis Başkanımızın
himayelerinde, Batı Trakya'dan 40 misafirimiz, komisyon çalışmalarımıza
katılmışlardır.
Başta, Gümülcine Milletvekili Galip Galip, eski
milletvekilleri İsmail Rodoplu, Birol Akifoğlu, Faik Faikoğlu olmak üzere,
İskeçe Müftüsü Emin Aga, Gümülcine Müftüsü İbrahim Şerif, dernek başkanları,
birlik başkanları, belediye başkanları ve Meclis üyeleri, şu anda, Genel Kurul
Salonumuzu teşrif etmişlerdir.
Hepiniz adına, kendilerine hoş geldiniz diyorum.
(Alkışlar)
Sayın milletvekilleri, gensoru görüşmeleriyle ilgili
olarak, Anavatan Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Beyhan Aslan.
Buyurun efendim.
Süreniz 20 dakika.
ANAP GRUBU ADINA BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Fazilet Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili
Sayın Recai Kutan ve 35 arkadaşı tarafından verilen, uyguladığı yanlış
politikalarla tarım sektörünün olumsuz yönde etkilenmesine neden olduğu
iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında gensoru
açılmasına ilişkin önerge üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz
etmek üzere huzurunuzdayım. Şahsım ve Grubum adına, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugüne kadar görev yapan
cumhuriyet hükümetlerinin hepsinin programlarını incelediğimizde, tarım
sektörünün sorunlarına ve sorunların çözüm yollarına hep değinilmiş; ama, ne
var ki, bugün geldiğimiz noktada, tarım ve hayvancılığımızı, geçen yıllarla
kıyaslamak alışkanlık haline gelmiş. Bunun yerine, yani, geçmiş yıllarla
karşılaştırmak yerine, tarım ve hayvancılığımızı gelişmiş ülkelerle kıyaslamak,
tarım sektöründe dünyanın geldiği noktadan tarım sektörüne bakmamız gerektiğini
bilmek, kısır çekişmelerden ve günübirlik popülist yaklaşımlardan kurtulup,
tarım politikalarının esaslarını, Dünya Ticaret Örgütü tarım anlaşmasının
öngördüğü yükümlülükler ile Avrupa Birliği ortak tarım politikası
standartlarını ölçü almamız gerekir.
Sanayileşme ve bilgi toplumu olma yolundaki gayretler
tarımı da kurtaracak gayretlerdir. Zira, süratle, geçimini tarım sektöründen,
tarımdan sağlayan nüfusumuzu aşağılara indirmek durumundayız. Tarımda çalışan
nüfus, ülkemizde yüzde 46 iken, bu oran, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde
2,6, İspanya'da yüzde 8,4, İtalya'da yüzde 7,8'dir. Aynı şekilde, 1999 yılı
itibariyle, tarım sektörünün gayri safî yurtiçi hâsıla içerisindeki payı
ülkemizde yüzde 15 olmasına karşılık, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 1,8,
İspanya'da yüzde 3,5, İtalya'da ise yüzde 2,8'dir. Bu oranlar, tarım
sektöründeki problemin büyüklüğünü, önemini ortaya koyması açısından dikkat
çeken rakamlardır.
Değerli milletvekilleri, istihdam yoğunluğu ve bu işten
geçimini sağlayanların nüfusumuzun yarısına yakın bölümünü oluşturmasından
dolayı, tarım sektörü, ülkemizin en büyük, o ölçüde de en sıkıntılı ve en
problemli sektörü durumundadır. Bu sıkıntıyı en fazla hissedenin çiftçimiz ve
köylümüz olduğu gerçeğinin yanında bir gerçek daha vardır ki, o da, toplam
istihdamın yarıya yakınını barındıran bir alanın ihmal edilemeyeceği, gözardı
edilemeyeceği ve çiftçilerimizin sıkıntılarına sırt dönülemeyeceği gerçeğidir;
çünkü, böylesine önemli ve kangren olmuş problemlerle boğuşan bir sektörü
kaderine terk ederek, topyekûn ve dengeli bir kalkınmayı gerçekleştirmek mümkün
değildir. O zaman, yapılacak olan kuru, popülist politikalarla günü kurtarmak
ve tarım sektörünü politik bir potansiyel kaynağı görmek değil, 2000'li
yıllarda lider ülke olmayı hedefleyen ve bu hedeflerini de mutlaka
gerçekleştirecek olan lider Türkiye'ye yaraşır, lider Türkiye tablosunun
gerçekleşmesine katkıda bulunacak, kaynak yutan değil, kaynak yaratan bir
sektörün gerçekleşmesini sağlamak, tarım sektörünü bu role uygun donanımlara
kavuşturmak en büyük görevimiz olmalıdır.
Tarım sektörünün bu yeterliliği yakalaması, çiftçimizin
ve köylümüzün yüzünün güldürülmesi, sektörü yarınlara taşıyacak yapısal
adımlara ve reformlara hız verilmesi yönünde, 55 inci hükümet döneminde çok
büyük mesafeler alınmıştır. Tarım sektöründeki problemlerin kangren hale
gelmesinin en önemli nedenlerinden olan kalıcı ve sürdürülebilir tarımsal
politikaların olmayışı konusu da, 55 inci hükümet döneminde ortadan
kaldırılmış; kısa, orta ve uzun vadede uygulamaya konulması gereken gelişme
planları oluşturulmuştur.
Cumhuriyet tarihinde ilk defa Tarım Şûrası toplanmış
-ki, ben hatırlıyorum, Sayın Bakanımız da bu şûranın üyesiydi- yine cumhuriyet
tarihinde ilk defa Birinci Hayvancılık Kongresi düzenlenmiştir. 55 inci
hükümetin Sayın Bakanına, bu girişimlerinden, bu atılımlarından dolayı teşekkür
ediyorum. Bu ilk adımlarda, sektördeki bütün temsilcilerin katılımıyla,
siyasetüstü anlayışla tarım sektörünün sıkıntıları masaya yatırılmış, çözüm
önerileri de ortaya konarak, kalıcı ve sürdürülebilir tarımsal politikaların temeli
atılmıştır.
Ülkemiz hayvancılığının gelişmesinin ve bu gelişmeyi
devam ettirmesinin en önemli kaynaklarından biri olan çayır ve meraların
ıslahı, bakımı, korunması ve geliştirilmesine hizmet edecek olan, kırk yıldır
çıkarılamayan, yıllarca sakız gibi ağızda çiğnenen ve Meclisimizde defalarca
kadük kalan bir kanunu, Mera Kanununu, 55 inci hükümetin Başbakanı Sayın
Yılmaz'ın talimatlarıyla, o günkü hükümet ve o günkü Tarım Bakanı çıkarmıştır. Bu reform niteliğindeki yasa
dolayısıyla, o günkü hükümet üyelerine, 20 nci Dönem Parlamentosuna ve o günkü
Bakan Sayın Taşar'a teşekkürü de bir borç biliyorum.
Yine, aynı dönemde, çiftçimizin ürünü elinde
bırakılmamış, enflasyonun üzerinde bir fiyat verilmiş, çiftçilerimizin
alacakları peşin olarak ödenmiş ve iki yıl üst üste, çiftçiye tek kuruş borcu
olmadan bir sonraki yıla geçilmiştir ki, bu, cumhuriyet tarihinin rekorudur. Bu
rekorun kırılması, en büyük temennim ve dileğimdir.
Anavatan Partisi olarak, 55 inci hükümet döneminde
belirlenen, kalıcı ve sürdürülebilir nitelikleri haiz tarımsal politikaların
devam ettirilmesi mecburiyetinin yanında, geleceğe yönelik yapısal adımların da
süratle atılmasının, çiftçimizin ve köylümüzün, gelecekte, bugünkü sıkıntıları
yaşamamasının şartı olarak değerlendiriyoruz.
Öncelikle, tarım sektörünün, rekabet edebilir ve çağdaş
üretim tekniklerini kullanarak birim alandan daha fazla verim elde edebilecek
bir yeterliliğe kavuşturulması şarttır.
İşletme büyüklüklerinin optimum düzeye ulaştırılması,
tarımsal nüfusun kademeli olarak diğer sektörlere kaydırılması, çiftçimizi,
kendi kendisine yeten, yerinde üretici olan durumunu muhafaza eden ve
alınterinin karşılığını alarak, temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmayacağı
bir gelişmişliğe taşımak, hepimizin öncelikle düşünme ve politika üretme alanı
olarak düşünülmelidir. Bunun da, siyasetüstü bir anlayışla, tarımsal
politikaların devam ettirilmesiyle ve yapısal adımların bir an önce atılmasıyla
mümkün olabileceği inancındayım.
Bugün, kırsal alandaki toprak-insan dengesi bozulmuş,
mevcut tarımsal alanlardan ve faaliyetlerden geçimini sağlayanların oranı
geçmiş yıllara göre azalmış görünmekteyse de, nüfus olarak, sayı daha da
artmıştır.
Eldeki mevcut yapı ve sektördeki kaynaklarla, mevcut
nüfusun geçiminin sağlanması bir yana, temel ihtiyaçlarını dahi karşılamakta
zorlanır bir yapıya ulaştığı açıkça ortadadır. Bugünden konuyu siyasetüstü bir
anlayışla ele almaz, kendi halinde bırakırsak, gelecekte, çiftçimizi ve
köylümüzü bekleyen sıkıntıları daha da büyütmekten başka bir iş yapmamış
oluruz. Bunun için, modern tarım tekniklerinin ve arazilerin
bütünleştirilmesinin teşvik edilmesi şarttır; hem çiftçimizin hayat standardını
yükseltmek hem de tarım sektörünü ekonomik kalkınmamızda bir dinamo, bir destek
alanı haline getirmemiz bakımından şarttır. Tarımsal üretim planlanmalı ve
piyasa sürekliliğinde istikrar sağlanmalıdır. Bunun için, çiftçimiz, ürün
planlanması ve ürün çeşitlendirilmesi konusunda yönlendirilmelidir. Bir yıl çok
olan ürün, ertesi yıl talebi karşılayamayacak derecede üretilmekte; bundan da,
tüketici kadar çiftçimiz de zarar gördüğü gibi, Türk ekonomisi de büyük
kayıplara uğramaktadır. Son olarak, patates üreticisinin yaşadığı sıkıntıların
temelinde, bu üretim plansızlığı, üretim sorumsuzluğu ve üretim sistemsizliğinin
olduğu açıkça ortadadır.
Bu yapının devam ettirilmesi, sadece çiftçimizi
sıkıntıya sokan bir kaynak değil, aynı zamanda, çiftçimizin üretkenliğini devam
ettirmesini de engelleyecek bir sonuca doğru gitmektedir; çünkü, çiftçinin
ürününden elde ettiği gelir girdilerini karşılayamayacak seviyede olurda, ne
çiftçinin sıkıntıları ortadan kalkacaktır ne de çiftçimizin üretkenliğini devam
ettirecek şartlar devam edecektir.
Bu nedenle, tarımsal politikalardaki fiyat oluşumunda,
çiftçinin elde ettiği gelir ile tarımsal girdiler arasındaki farkın, çiftçiye
iyi bir hayat standardı sağlayacak ve üretkenliğini devam ettirecek bir
seviyede tutulmasının sağlanmasını şart olarak görüyoruz. Bunun için de,
tarımsal amaçlı kuruluşlar desteklenerek, çiftçiye, ucuz, kalitesi ve yeterli
girdi temin edilmesi sağlanmalıdır. Özellikle, gübre, traktör, süt, yem
girdilerinin fiyat artışları enflasyonun altında gerçekleşmeli, tarım
ürünlerini destekleme fiyatlarında ise, enflasyonun üzerinde bir artış olmasına
dikkat edilmelidir. İşte, çiftçi dostu
olmanın, çiftçiden, köylüden yana olmanın şartının da bu olduğunu tahmin
ediyorum.
Değerli milletvekilleri, elbette, muhalefet iktidarı
denetleyecektir; Başbakan ve bakanların tasarruflarını gözlem ve denetim altına
alacaktır. Bu, muhalefetin en doğal hakkıdır, demokrasinin de bir gereğidir.
Elbette, Anayasamızda var olan, araştırma, soruşturma, genel görüşme, gensoru
yolları denenecektir. Önemli olan, sorumlu muhalefet anlayışı ölçülerine göre
mesele ele alınmalıdır. Nedense, hep bu yollara, iktidar-muhalefet
ilişkilerinin normal düzeyde gittiği zamanlarda değil de, siyasî tansiyonun
yükseldiği, siyasî rant peşinde koşulduğu, öfkenin akla, demagojinin bilime
hâkim olduğu dönemlerde gensorular veriliyor. Bugün var olan soruşturma dosyaları
da buna bir örnektir.
Değerli milletvekilleri, tarım sektörünün sorunlarını
izaha çalıştık. Tarım sektörünün sorununun, yalnızca desteklenme ve sübvansiyon
sorunu olmadığını gördük. Sorunu, sadece ürün tabanfiyatları olarak görmüyoruz.
Günlük düşünmek, popülist yaklaşmak, kolaycılığa kaçmaktır.
Tarım Bakanıyla ilgili gensoru önergesinin, aceleyle
kaleme alındığı anlaşılıyor. Biraz da "iktidar ortakları arasında sular
bulanıyor, biraz da biz bulandıralım mı" anlayışının önplana çıktığını
görüyorum. Bu gensoruda, biraz popülizm, biraz siyasî rant, biraz da öfke
kokusu var.
Hükümetçe ortaya konulan ekonomik program, özellikle,
enflasyona karşı alınan önlemler titizlikle uygulanmalıdır. Bu konuda verilecek
her taviz, popülist yaklaşımdır. Enflasyonist ve popülist politikalarla ekonomi
tepetakla olursa, bugünleri arar hale geliriz.
Bu önergenin acilen ve acele kaleme alındığının bir
diğer örneği de, tarımın, maalesef, dağınıklığı ortadayken, tütünden, çaydan
sorumlu olan Devlet Bakanının konusu da önergeye dahil edilmiş; yine, Sanayi ve
Ticaret Bakanının sorumlu olduğu birlikler de önergeye dahil edilmiştir. Bu
nedenle, bu önergenin acele kaleme alındığı ve mevcut olan siyasî ortamdan
yararlanma kaygısıyla verildiği açıktır.
Anavatan Partisi olarak, gönlümüz, tarım ürünlerine
daha çok ve daha fazla fiyat vermektir. Ne var ki, her zaman gönlündekinin
gerçekleşmesi imkân dışı olur. Mevcut ekonomik yapı içinde verilen fiyatlar
nedeniyle sıkıntıda olan çiftçimizi istismar yerine, kısa, orta ve uzun vadeli
politikalarla tarım sektörünün problemlerini çözme gayreti içinde olmak
durumundayız. Milletimiz, kavgayı ve kavga edenleri sevmiyor. Siyasî çekişmeye
değil, icraata ihtiyacımız vardır.
Hayırda ve güzelde birleşmek gerektiğini vurguluyor, bu
düşüncelerle Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında
verilen gensoru önergesine katılmadığımızı ifade ediyor ve Anavatan Partisi
Grubu adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aslan.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Eskişehir
Milletvekili Sayın Necati Albay; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA NECATİ ALBAY (Eskişehir) – Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; Fazilet Partisi tarafından verilmiş olan Sayın
Tarım Bakanımız hakkındaki gensoruyla ilgili Demokratik Sol Parti Grubunun
hakkındaki görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum; şahsım ve Partim
adına sizleri saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, gelişmekte olan ülkeler, tarım ağırlıklı
toplumdan sanayi toplumuna geçişte bazı arayışlar içerisindedirler. Ne var ki,
sanayileşmenin altyapısı da tarım sektörüne dayanmaktadır. Ekonomik gelişmenin
ve sanayileşmenin özünü teşkil eden kaynak, tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi
ülkemizde de tarım sektöründen aktarılan değerlerle gerçekleştirilmektedir.
Sanayiin büyük kesiminin hammaddesini tarım sektörü
sağlamaktadır. Ekonomik gelişme, tarım sektörünün gelişmesine bağlıdır.
Tarımsal kalkınmayı kolaylaştırmak, her şeyden önce, yeterli bir altyapı ile
iyi bir fiyat politikası ve üreticilere sağlanacak olan birtakım kolaylıklar ve örgütlenmelerle
olacaktır. Bunu sağlamış olan Batı'nın sanayileşmiş ülkeleri, tarım sektörüne
yatırdıkları değerlerin kat kat karşılığını alarak sanayi toplumuna
dönüşmüşlerdir.
Yurdumuzda tarım kesiminin genel nüfus içindeki oranı
yüzde 41, istihdamda yüzde 46, millî hâsıladaki payı yüzde 15, ihracattaki payı
ise yüzde 18'dir. Ancak, son zamanlarda tarımdaki bu yapılaşmada tersine
bozulmalar görülmektedir. Nüfusumuz, her yıl yüzde 2 oranına yakın artmaktadır.
Nüfusun beslenme gereksinimi tarım sektöründen sağlanmaktadır.
Bütün bunları düşündüğümüz zaman, tarım sektörünün
önemi kendiliğinden orta yere çıkmaktadır. Tarım sektörünün ulusal gelirden
aldığı pay ise, son zamanlarda, yüzde 30'lardan yüzde 12'lere kadar
gerilemiştir. Doğal olarak işsizlik büyümüştür. Şehirlere akın eden işsizler
nedeniyle, köylerde genç nüfus kalmamış, şehirler artan nüfus nedeniyle yarı
yarıya, hatta, misli misline büyüyerek büyük köyler haline dönüşmüştür. Çiftçi,
üretim dışına çıkmak zorunda kalmıştır. Bu konuda süratle önlem alma ve
politika üretilmesi zorunlu hale gelmiştir. Diğer bir ifadeyle, tarıma yönelik
yanlış politikaların göz göre göre çiftçiyi yoksullaştırması, ülkede göç
olgusunu hızlandırmıştır. Köy nüfusunun 1980 yılından sonra büyük ölçüde
azalması, köyün artık kendini besleyemediğinin açık ifadesidir.
Tarım sektörünün gelirlerindeki büyük düşüş, bir yandan
sanayie aktarılabilecek kaynakları azaltırken, diğer yandan da sanayi
ürünlerine olan talebi düşürdüğü için, sanayileşme çabalarına da darbe
vurmuştur. Tarım ürünlerine vurulan bu darbeden daha da korkuncu, tarım
ürünleri dış alımı özendirilerek daha da baskılı hale gelmiştir.
Değerli arkadaşlar, Anadolumuz, gerek toprak yapısı
gerek iklim özellikleriyle, tarımla ilgili pek çok bitkinin gen merkezidir.
Bugün, dünya üzerinde bulunmayan 3 500 adet bitkinin gen merkezi Anadolu'dur ve
dünyadaki bitki gen merkezlerinin de yüzde 35'ini oluşturmaktadır; ancak, ne
var ki, kırsal alanda yaşanan bugünkü olumsuzlukların tüm nedeni de, bu zamana
kadarki gelmiş geçmiş iktidarlarımızın tarım konusunda yapmış oldukları
eksikliklerden, tarım konusundaki yanlış yönlendirmelerden kaynaklanmıştır.
Gerçekten, nüfusumuzun, bugün, yüzde 40'lara kadar indiği bu kırsal alandaki
gelişmelere, eğer mevcut hükümetlerimiz gerekli destekleri sağlamış olsalardı,
kırsal alandaki bu gerileme görülmeyecek; Türkiye de tarım alanında büyük
başarılar elde ederek, elbette ki, sanayileşmesini tamamlamış olacaktı.
Değerli arkadaşlarım, bugün, ülkemizde, geçmişten beri
yanlış uygulanan politikalar sonucu, çayda, tütünde pek çok üretim fazlalıkları
vardır. Bunun yanında da, maalesef, Türkiye'nin ihtiyacı olan yağ bitkilerinde
de büyük bir açığımız vardır. Buralarda popülist politikalar yapılarak,
Türkiye'deki tarımı tahrip etmeye hiçbirimizin hakkı yoktur. Dolayısıyla,
tarımla ilgili mevcut hükümetimizin, 57 nci hükümetimizin almış olduğu birtakım
tedbirleri elbirliğiyle desteklemek durumundayız.
Yıllardan beri tarımla uğraşan ülkemizde, bugün,
maalesef, yeterli miktarda tarımsal kayıt ve veri tabanı oluşturulamamıştır.
Eğer, siz, ülkenizde tarımsal kayıt ve veri tabanını oluşturamadınız ise,
elbette, birtakım şeyler de rasgeleliğe terk edilmiş olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, tarım ekonomisinin, 57 nci
hükümetimiz tarafından, kayıt ve veri tabanının oluşturulmasına büyük bir hız
verilmiştir. Mevcut hükümetimiz, tarımsal desteklemelerin
gerçekleştirilebilmesi için, tarımdaki kayıt sistemini ve veri tabanını
oluşturmak durumuyla karşı karşıyadır. Bununla ilgili, Sayın Bakanlığımız
tarafından, gerekli tedbirler alınmış ve uygulanmasına da başlanılmıştır.
Dünyayla rekabet edebilecek üretim çeşidi ve kalitesi, ülkemizde mutlak surette
sağlanmalıdır. Alternatif ürün üretimine mutlak surette hız verilmelidir.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, bakın, biraz evvel vermiş
olduğum örnekte olduğu gibi, çayda ve tütünde üretim fazlalığımız vardır. Biz,
üreticiden almış olduğumuz tütün ve çayımızı, daha sonra, yakarak yok etmekteyiz.
Peki, bu, millî bir değer, millî bir
kayıptır. Biz, bu çay ve tütün yerine, eğer ülkemizde üretim fazlalığı varsa
-ki, vardır- üreticimize direkt destekleme yaparak, bunun yerine altertanif
ürünler üreterek... Ürettiğimiz değerlerin yok edilmesine bile bile göz
yumulmaktadır ve bu, yıllardan beri, ülkemizde, maalesef, biraz evvel
söylediğim popülist politikalar sonucu uygulanagelmiştir. Halbuki, bugün, biz,
eğer, tütünün yerine -ki, Sayın Tarım Bakanlığı, bu konuda gerekli tedbirleri
almış, gerekli önerileri getirmiş ve bu yönde çalışmalara başlanılmıştır-
üreticimize ayçiçeği ekimi yaptırabilirsek ve tütünden kazandığı para kadarını
fark olarak, ayçiçeği bedelleri üzerine, çiftçimize direkt destekleme yaparak
verirsek, Türkiye, açığı olan yağ ihtiyacını kendi üretimiyle
karşılayabilecektir; elbette ki, yakarak yok ettiğimiz ürünler için de, millî
değerlerin kaybı önlenmiş olacaktır.
Bugün, ülkemizde, hayvancılık sektörü gerçekten büyük
darbeler yemiştir. Geçmişteki birtakım yanlış uygulamalar sonucu, hükümetler
vatandaşın gereklerini tam teşhis edemeden, gereksiz ithalatlar yapılmıştır ve
bu ithalatlar sonucu, Türkiye hayvancılığı yok olma noktasına getirilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye -biraz evvel de
söylediğim gibi- pek çok tarımsal ürünün gen merkezidir ki, bunlardan bir
tanesi de, hayvancılık konusunda, tiftik keçisi olayıdır. Bugün, Türkiye,
tiftik keçisinde, neredeyse tükenme noktasına gelmiştir. Tiftik keçisiyle
ilgili gerekli desteklemeler yapılmamış; dolayısıyla, ürettiği üründen yeterli
kazancı temin edemeyen çiftçi de, bunu terk etmek, bırakmak zorunda kalmıştır.
Üretimi fazla olan ürünlerimiz, mutlak surette
ihracatla değerlendirilmelidir.
Biraz evvel, burada konuşan değerli arkadaşlarımın
buğday taban fiyatlarıyla ilgili söyledikleri şeylere katılmıyorum. 1996
yılında mevcut hükümetimizin buğday fiyatını 18 000 lira olarak ilan etmesine
rağmen, Ofise gerekli destek sağlanmadığı için, Ofis tarafından çiftçinin ürünü
satın alınamadığı için, çiftçimiz, buğdayını 12 000 liradan, 13 000 liradan
satmakla karşı karşıya kalmıştır.
NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – 1996'yı bırakın, 2000'den
bahsedin.
NECATİ ALBAY (Devamla) – Elimdeki rakamlara göre, 1996
yılı içerisinde Toprak Mahsulleri Ofisinin aldığı toplam hububat miktarı -ki,
bunun içerisinde arpa, çavdar, buğday dahil olmak üzere- 1 550 000 tondur.
Halbuki, Türkiye'nin pazara sunduğu hububat miktarı, aşağı yukarı 8 milyon
tondur. Dolayısıyla, biraz evvel, burada, buğdaya düşük fiyat verildi diye
hükümetimizi tenkit eden diğer siyasî parti gruplarına mensup arkadaşlarımız,
bizatihi, bunlar, 1996 yılında Ofise gerekli desteği, gerekli kaynağı
sağlamadıkları için, üretici, ürününü yarı fiyatına satmak durumuyla karşı
karşıya kalmıştır. 57 nci hükümetimiz kurulduktan sonra, Toprak Mahsulleri
Ofisine gerekli kaynaklar zamanında temin edilerek 1997 yılında 5,5 milyon ton,
1998 yılında 8 milyon ton, 1999 yılında da 5,6 milyon ton hububat alımı
yaptırılmış ve 1999 yılında, doğal afet nedeniyle, belki bunların bedellerinin
ödenmesinde bir miktar gecikme olmuştur; ama, 1997 ve 1998 yıllarında,
üreticinin alınteri, elemeği karşılığı gününde ödenmiştir.
Değerli arkadaşlarım, elbette, hükümetin yaptıklarını
tenkit etmek durumundasınız; ancak, birtakım gerçekleri de orta yere koymak
zorundayız. Sadece, yanlışları orta yere getirip bazı şeyleri söylemek,
elbette, ülkemizin hayrına ve geleceğine değildir.
Değerli arkadaşlarım, elbette, bugün, ülkemizin
tarımının içinde bulunduğu koşullardan sadece bu 57 nci hükümeti sorumlu
tutmak, vicdanla, izanla bağdaşır bir durum değildir.
Ülkemiz, gerçekten, pek çok kaynağı israf etmiştir.
Tarıma direkt destek veren kuruluşlar devre dışı bırakılmıştır. 1950'li
yılların sonunda kurulan toprak su teşkilatı, 1940'lı yıllarda kurulan Ziraî
Donatım Kurumu, maalesef, yok edilmişlerdir. Bunlar, tarıma direkt destek veren
kuruluşlardır. Eğer, biz, bu her iki kuruluşu ülkemizde gerektiği şekilde
destekleyip bunların yaşamasına olanak sağlamış olsaydık, bugün, Türkiye
topraklarının pek çoğu sulama olanağına kavuşacaktı, pek çok havzamız, pek çok
alanımız sulu hale gelecekti.
Türkiye'de, hepinizce malum olduğu gibi, büyük çapta
toprak erozyonu mevcuttur. Yıllık taşınan verimli toprak miktarımız, neredeyse,
Kıbrıs Adası kadardır. Elbette ki, siz, ülkenizde havza ıslahı yapmazsanız,
yağışlardan oluşan sellenmelerin önünde gerekli tedbirleri almazsanız, ülkenizin verimli topraklarını kaybetmekle
karşı karşıya kalırsınız. Ne pahasına olursa olsun, ülke toprakları, gerçekten,
kutsaldır; hiçbir şekilde ihmal edilmeye gelmeyecektir.
Değerli arkadaşlarım, ülkemizin tarımsal potansiyeli
oldukça yüksektir. Bakın, size çok basit birörnek vermek istiyorum: Yıllık
fındık üretimimiz, aşağı yukarı 450 000 ton civarındadır. Bu, bizim
ihracatımızın neredeyse yüzde 15'ine tekabül etmektedir. Biz, gerçekten, kendi
ürettiğimiz ürünlerin pazarlama aşamasında da, devlet olarak, gerekli altyapıyı
sağlayıp, bunların dünyaya ihraç edilmesini ve değerlendirilmesini sağlamakla
mükellefiz ve bunları yerine getirmek zorundayız.
Değerli arkadaşlarım, benden evvel, buradaki konuşmacı
arkadaşlarımız, bu 57 nci hükümetin çiftçiyi perişan ettiğini,
yoksullaştırdığını söylediler. Konuya biraz insafla yaklaşmamız gerekecek
sanıyorum. 1994 yılında, dönemin hükümetleri zamanında, Türkiye'deki pancar
fiyatı 1 000 liraydı. 1995 yılında, hükümetin pancar fiyatını ilan etmesi
beklendi ve köylümüz 1 200 liraya razıydı; ancak, hükümet zamanında pancar
fiyatlarını ilan etmedi. Söküm zamanında ilan ettiği, 2 500 liraydı; ama, o yıl
Türk köylüsü pancar ekmedi; pancar ekimi üçte 2 oranında azaltıldı ve Türkiye,
o yıl, 1995-1996 yılları içerisinde Avrupa piyasalarından 800 000 ton şeker
almakla karşı karşıya kaldı.
Peki, Türkiye'nin pancar ekimi ve şeker üretim
potansiyeli bu kadar yüksek olmasına karşın, ne için, Türkiye, kendi ürettiği
şekeri dış piyasaya satamazken, dış piyasadan şeker almakla karşı karşıya
kalmıştır; işte, buradaki hükümetlerin aymazlığı, gerekli tedbirleri zamanında
almamasından kaynaklanmıştır.
Daha sonra ne yapılmıştır: 1996 yılı içerisinde verilen
4 400 liralık fiyat, 1997 yılında verilen 11 000 liralık fiyat_ Ne için, 1997
yılında bu fiyatlar birdenbire şişirilmiştir; Refahyol dönemi yıkılıyordu
değerli arkadaşlarım, gelecek hükümeti de şimdiden tahakküm altına almak için
böyle bir yola gidildi ve 4 400 liralık pancar fiyatı, 1997 yılında 11 000 lira
olarak ilan edildi; ama, gelen hükümetler, elbette, devletteki devamlılığı esas
alarak, 11 000 liradan, bu çiftçimizin pancar bedellerini ödemiştir. Bugün,
Türkiye'nin, kendi ihtiyacını üç sene boyunca karşılayacak miktarda elinde
şeker stoku vardır.
Değerli arkadaşlarım, elbette, tüketilemeyen bu
değerler, Türkiye bütçesine yüktür. Değerli arkadaşlar, bu tedbirlerin,
bilinçli bir şekilde planlanarak alınması, yapılması gerekirken, maalesef, bu
tür yığılmalar olmuştur. Bugün, Türkiye'de, bu konuyla ilgili olarak,
hükümetimiz, birtakım düzenlemelere gitmiştir. Eğer, Türkiye'de, pancar üretimi
ihtiyacımızdan fazlaysa, dışarıdaki şeker fiyatı da bizim maliyetimizden az
ise, biz, pancar üretiminde belirli sistemleri getirmek zorundayız ve yapılan
da budur. Türkiye'de, pancar üretimi, Türk çiftçisine hiçbir zaman için yük
olmayacak şekilde düzenlenmiştir ve bunda da başarılar sağlanmıştır.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, gelelim, buğday
fiyatlarının 122 000 lira maliyeti olduğu ve 102 000 lira fiyat verildiği
meselesine. Burada, milletin kürsüsünden, 65 milyon insana hitap ediyoruz; ama,
her şeyden evvel, burada, doğruları da söylemek durumundayız. Ben, mesleğim
olarak, otuz yıl bu mesleği yapıp içinden gelen bir kişi olarak ifade ediyorum;
hiçbir zaman için, Türkiye'de, bugünkü koşullarda, buğdayın maliyeti 122 000
lira değildir.
Değerli arkadaşlarım burada çıktılar, konuştular,
birtakım yerlerden rakamlar aldılar. Eğer istiyorsanız, varsanız, gelin, hep
beraber, şurada, buğday fiyatlarını beraberce hesaplayalım ve buğdayın
maliyetinin ne olduğunu birlikte görelim.
Değerli arkadaşlarım, burada konuşulacak ise, burada
birtakım şeyler söylenecekse, elbette, doğruları söylemek durumundayız. Bugün,
Türkiye'de -kim ne söylerse söylesin- buğdayın dekar başına kilogram
maliyetinin 70 000 TL'yi geçmesi mümkün değildir. Peki, nereden çıkarıyorsunuz
122 000 lira buğday maliyetini?! Eğer istiyorsanız, varsa, alın elinize kâğıdı
kalemi, beraberce şurada buğday fiyatlarını hesaplayalım.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Az önce, iktidar
milletvekili söyledi; Tarım Bakanlığının hesabı 90 136 lira; yapmayın!..
NECATİ ALBAY (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, hayır,
kimsenin, bu ülke üzerinde, kendi partisel çıkarı için, birtakım şeylerde
popülizm yapmaya hakkı yoktur. Bugün, sulu şartlarda, buğdayın dekar maliyeti
aşağı yukarı 26 milyon lira civarındadır. Dekardan 400 kilogram buğday
üretiyorsanız, bunu, buna böldüğünüz zaman, rakam 60 000; koyun bunun üzerine
10 000 lira daha; dolayısıyla 70 000'i geçiremezsiniz ve doğru olanı da budur.
Eğer bunun aksini söyleyebiliyorsanız, sizi, o rakamı ispatlamaya davet
ediyorum.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Biz aksini
söylemiyoruz... Sayın Aslan söyledi; 90 136 lira... Tarım Bakanlığı
hazırlamış... İspata gerek yok...
NECATİ ALBAY (Devamla) – Değerli arkadaşlar, hiç kimse,
burada, popülizm yapmak durumunda değildir. Dolayısıyla, Türkiye'de geçmişte
yapılan hatalarla -ben de sizlere katılıyorum- Türkiye tarımı darboğazlara
itilmiştir. Bunda, geçmişteki arkadaşlarımızın, geçmişteki cumhuriyet
hükümetlerimizin, ihmali diyemeyeceğim, ama, belki bilgisizlikleri vardı.
Dolayısıyla, tarım, ülkemizin ana konularından birisidir.
Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri, elbette,
ihmale gelmeyecektir. Tarım konusunda, hükümetimiz, gerekli bütün tedbirleri
almıştır. Bir sayın konuşmacı, burada, çıkıp, Sayın Tarım Bakanımızın akaryakıt
fiyatlarında yüzde 50 destekleme verileceğini ilan etmiş olmasına rağmen,
konuyla ilgili herhangi bir çalışmanın yapılmadığından bahsetti. Sanıyorum, bu
konuda, Sayın Bakanım sizlere gerekli bilgiyi aktaracaktır; ama, hedefimiz odur
ki, Türkiye'de, tarımın yeniden planlanması, yeniden yapılandırılması.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Albay, size de 1 dakika eksüre
veriyorum; lütfen, tamamlayın efendim.
Buyurun.
NECATİ ALBAY (Devamla) – Bunlar, 57 nci cumhuriyet
hükümetinin hedeflerindendir. Söylenenler tek tek gerçekleştirilmektedir. Şunu
söylemeden geçemeyeceğim. Türkiye'nin içerisinde bulunduğu bu ekonomik
darboğazın, sıkıntının nedeni, yıllardan beri, ülkedeki yüksek faizdir.
Değerli arkadaşlarım, 57 nci hükümete elbirliğiyle
destek olmak zorundasınız. Bugün, Türkiye'de, bakın, faizler yüzde 30'lar
mertebesine inmiştir. Önümüzde üç yıllık bir program deklare edilmiştir.
Burada, yıllara göre hedefler belirtilmiştir. Türkiye, hepimizin ülkesidir; bu
ülke ne kadar ileriye doğru gidiyorsa, bunda hepimizin payı vardır. Türk
halkının refah seviyesine ulaşması, hepimizin ortak hedefidir. 57 nci hükümet,
bu yolda çok önemli tedbirler almış, bunları deklare etmiştir; elbirliğiyle
buna destek olmak, her birimize düşen görevlerdendir.
Konuyla ilgili olarak verilmiş olan gensoruya
Demokratik Sol Parti Grubu olarak aleyhte oy vereceğimizi belirtir, hepinize
saygılar sunarım. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Albay.
Hükümet adına, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf
Gökalp; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, hakkımda verilen gensoru ve
gensoru içerisinde yöneltilen iddialar ve burada yapılan konuşmalarla ilgili
sorulara bu kısıtla süre içerisinde cevap vereceğim; ancak, gensorunun
özellikle bugünlerde verilmesinin, daha ziyade hububat alış ve satış
politikalarıyla ilgili olduğundan dolayı, müsaade ederseniz, ben, öncelikle,
televizyonlarımızın başında bizi izleyen değerli dinleyicilerimizin ve
üreticilerimizin de bu konuyla çok daha yakinen ilgilendikleri için oradan
başlamak istiyorum ve hakkımda verilen gensorunun, gerçekten, çiftçinin
durumunu düzeltmeye yönelik değil de, siyasî bir düşüncenin sonucundan
kaynaklandığını da, açıkladığım rakamlarla, sizler ve değerli izleyicilerimiz
göreceklerdir.
Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; şu anda
Parlamentoda bulunan 5 siyasî partiden, son on yılda iktidarda bulunmayan hiç
biri yoktur; yine, bu 5 siyasî partiden Tarım ve Köyişleri Bakanlığı görevini
üstlenmeyen herhangi bir parti de yoktur; bunun öncelikle, burada, altını
çizmek istiyorum.
Sene 1994 -müsaade ederseniz, hastalığı teşhis etmemiz
gerekli ki, tedaviyi yapalım; o nedenle bunları söylüyorum- iktidarda bir
koalisyon hükümeti var. İzlenen politikalardan birkaç örneğini bilgilerinize
arz etmek istiyorum: Buğdaya verilen fiyat, dünya fiyatlarının ton başına 21
dolar gerisinde; yani, dünya fiyatlarından 21 dolar daha düşük bir fiyat
verildi; seneyi tekrar ediyorum, 1994. Bu mudur çiftçiyi korumak ve kollamak?!
Toprak Mahsulleri Ofisi, fiyatları 10 Haziranda ilan
ediyor ve 2,5 milyon ton ürün alınıyor; piyasaları regüle edecek rakama bile
ulaşılamıyor. O yıllarda, Türkiye, iyi hatırlarsınız ki, bakliyatta dünyanın
sayılı üretici ve ihracatçı ülkelerinden biri. İktidar, baklagilleri, gerekli
hazırlıkları bile yapmadan ve ekiminden sonra, çiftçiye haber vermeden
desteklemeden çıkarıyor. Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye Cumhuriyeti Devleti
dışarıdan baklagil ithal etme durumunda kalıyor ve özellikle de, 1990'ların
başında 270 000 ton üretime çıkardığımız soya fasulyesi üretimi işte bu yıldan
sonra düşüyor ve göreve geldiğimiz yıl da 45 000 tona düşüyor. Soya fasulyesi
üretilmeyen bir ülkede, hayvancılıktan bahsedemezsiniz. O yıldan sonra neler mi
oluyor; bugün, Türkiye, baklagil ithalatçısı ülkelerin başında geliyor. Bu
mudur çiftçiyi düşünmek?!
Sene 1995, iktidarda yine bir malum koalisyon var.
İktidar, buğdaya, ton başına, dünya fiyatlarından sadece ve sadece 5 dolar
fazla veriyor; ama, bugün, dünya fiyatları, Kansas Futures Marketing'de 108
dolardır, verilen fiyat 167 dolardır. Ben de isterim Tarım ve Köyişleri bakanı
olarak hububata daha yüksek fiyat vermeyi, onu da birazdan açıklarım. Bu mudur
çiftçi dostu olmak; Türkiye'de üretilen buğdaya, dünya piyasasından yalnız 5
dolar fazla verip de çiftçi dostu olduğunuzu burada sıralamak?!
Evet, Türkiye'de buğdayın maliyeti yüksek; niye yüksek;
çünkü, biraz önce de söylendiği gibi, dünya ortalaması 500-600 kilogram dekara
iken, maalesef, çiftçimiz, bugün, 200 kilogram dekara buğday alıyor; çünkü,
tarlasına su götürülmedi, verimi artırılmadı, tohumu ıslah edilmedi ve gerekli
tohum verilmedi. İktidar, buğdaya dünya fiyatlarından sadece 5 dolar fazla
vererek, çiftçi dostu olduğunu burada nasıl müdafaa eder; onu merak ediyorum.
Türkiye'de hububat hasadının önemli birkısmı temmuz
ayında tamamlanır. O günkü iktidar, 1995 yılında fiyatları ne zaman açıkladı;
bizim geç açıkladığımızı iddia eden iktidar -düşünmenize gerek yok; çünkü,
tahmin edemezsiniz değerli milletvekilleri- hububat fiyatları 31 Ağustos
1995'te ilan edildi tarafınızdan, 31 ağustosta ilan edildi hububat fiyatları.
Peki, çiftçiden ne kadar ürün alındı -yine hastalığın teşhisi için söylüyorum-
sadece 40 000 ton buğday, toplam 246 000 ton hububat satın alındı. Olağanüstü
hal stokunu bile karşılayacak rakam değil, hatta olağanüstü hal stokunun onda
1'inden daha az buğday alındı. Çok alım yapmak başarı değildir; doğru; ama, hiç
olmazsa piyasayı regüle edecek kadar alım yapmak ve çiftçimizi sokakta
bırakmamak esastır. Bu mudur çiftçiye el uzatmak, bu mudur çiftçiyi tüccara
ezdirmemek?! Bunu nasıl izah edersiniz, ben sizlere sormak istiyorum!..
Şimdi, başka bir iktidar döneminden bahsedeceğim. Sene
1997, yine koalisyon hükümeti, yine Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bir partide.
Fiyatlar 20 haziranda ilan edildi; yani, bugünküne denk bir dönemde; ancak,
alınan buğday miktarı 3,4 milyon ton. 1996'da bu koalisyon hükümetinin görevde
bulunduğu yıllarda, TMO'ca buğday alımı biraz rayına girmeye başlamıştı, buğday
TMO'ya birazcık akmaya başlamıştı; ama, o zamanki iktidar, TMO'ya talimat verdi
ve buğday fiyatlarını geriye çekti, TMO ucuz fiyatla satış yapmaya başladı.
Devlete güvenerek piyasalara giren ve alım yapan tüccar ve sanayici, TMO
tarafından, sonradan, bazı tüccar ve sanayiciye -ki, bunları bazıları yandaşlar
diye isimlendiriyorlar; onu sizin takdirinize bırakıyorum- daha ucuz fiyata
buğday satmaya ve TMO'yu zarar ettirmeye başladılar ve sanayiciyle tüccar 2000
yılına girilinceye kadar bir daha piyasalara girmeye korktu. Bütün yük TMO'nun
sırtına bindi. TMO, bankalara koşuyor ve faize
boğuluyordu. Faizden dert yananlar "TMO'yu rantiyenin kucağına ve faiz
batağına itiyor" diyenler, bu mudur o gün için savunulan adil
düzen, bu mudur çiftçiyi korumak?! Sizelere bunu sormak istiyorum. (MHP
sıralarından alkışlar)
Bugün çekilen sıkıntıların temelinde, 1996 yılı
sonlarına doğru uygulanan popülist politikalar ve zararına satış kararı
yatmaktadır. Geçmişi unutmadan, devlete güveni sarsanlara bunları hatırlatmadan
geçemeyeceğimizi burada müsaadenizle arz etmek istiyorum.
Bugünlerde "pahalıya alınan buğdaylar ucuza
satılıyor" diye bir değerli milletvekilimiz bir iddiada bulundu, dün basın
toplantısında da açıkladılar. Burada olay çarpıtılıyor, sokaktaki vatandaşın
kafasında şüpheler uyandırılıyor. Meselenin aslı şudur: Türkiye, dünyada
hububat fazlası olan ülkelerdendir ve fazla miktarı ihraç etmekten başka şansı
yoktur; denize dökme cüretini gösteremeyeceğimize göre, ihraç etmek
durumundayız. İhraç ederken de, dünyadaki fiyatlar neyse, o fiyattan
satabilirsiniz. Böylece, geçmiş bir dönemdeki gibi, dünya fiyatlarından düşük
fiyatla alım yaparsanız -nitekim, 21 dolar aşağısına aldığınız dönemi
hatırlayınız- ihraç fiyatınız otomatikman dünya fiyatlarına yakın olur; ama,
çiftçinin hali ne olur; biz o günleri iyi hatırlıyoruz.
Bir diğer konu, un ve makarna gibi tarımsal sanayi
ürünlerinin ihracatının teşviki amacıyla dahilde işleme rejimi kapsamında
sanayiciye dünya fiyatlarından buğday satıyoruz. Şimdi deniliyor ki
"ihracatçıya iç alım fiyatlarından daha ucuza buğday satılıyor." Un
ihracatında dünyada belli bir yeri olan Türkiye, neden pazar kaybetti dersiniz;
cevabını hemen vereyim: İleriyi göremeyen ve demagojiye kaçan türde demeç
verip, yanlış soru soran siyasîler yüzünden. Hiçbir kimseye kilogramı 57 000
liradan buğday satılmamaktadır. Bunlar, ihraç kaydıyla satılmaktadır, dahilde
işleme rejimi kapsamıyla satılmaktadır. Nasıl, meyve, sebze ihraç ederken, ona
ton başına bir ihracat teşviki veriyorsak, buğdayda da, bu, bu şekilde
verilmektedir; ama, biz, burada şu değişikliği yaptık: TMO'dan ihraç karşılığı
ürün alıp iç piyasaya satabilen, ihracatını gerçekleştirmeyen ve devleti zarara
sokanları dürüst ihracatçıdan ayırmak amacıyla "önce ihracatını yap, belgelerini
tamamla, ihtiyaç duyarsam, ihtiyaç
duyarsam ihracatı ben de gözetlerim ve daha sonra da bunun karşılığı buğdayı
veririm" diyerek, içinde bulunduğumuz hükümet, iktidara geldikten sonra bu
uygulamayı başlatmıştır; bu uygulama başarıyla yürümektedir. Türkiye, dünya un
piyasasına yeniden girmeye başlamıştır. Şimdi "aldıkları fiyattan daha
ucuza satış yapıyorlar" deyip, ihracattan bahsetmeden, halkın kafasını
karıştıranlara huzurlarınızda soruyorum: Siz ihracata karşı mısınız, siz dürüst
ihracatçının desteklenmesine karşı mısınız? Ben, olmadığınıza inanıyorum, öyle
ümit ediyorum. Muhtemelen, birileri sizlere yanlış bilgiler veriyor veya
bilerek siyasî yaklaşıyorsunuz.
Müsaade ederseniz, bu ihracat rakamlarıyla ilgili
birkaç rakamı arz etmek istiyorum:
1991 yılı, buğdayın iç alım değeri ton başına 191
dolar, ihraç fiyatı 91 dolar.
1992 yılı, buğdayın iç alım değeri ton başına 175
dolar, ihracat fiyatınız 86 dolar.
1993 yılı, buğdayın iç alım fiyatı ton başına 188
dolar, ihracat fiyatı 109 dolar.
1998 yılı, buğdayın iç alım fiyatı ton başına 212
dolar, dışsatım fiyatı 97 dolar.
57 000 liralık fiyat buradan kaynaklanmaktadır. Bu
konuyu, lütfen, izah ederken, beyinlerde şüphe uyandırmamak için, bu rakamları
vermenizde siyaseten de fayda olduğuna inanıyorum.
Diğer taraftan, Yüce Meclis tarafından kanunlaşan ve 1
Ocak 1995 tarihinden itibaren yürürlüğe giren Dünya Ticaret Örgütü Anlaşmasına
göre, Türk çiftçisini ne duruma getirdiğinizi size anlatmak istiyorum. Bu
anlaşmada, ülkemizin 2000 ve 2004 yıllarında yapabileceği buğday ve arpa
ihracatı üst limitleri sizin tarafınızdan belirlenmiştir. Türkiye, ihtiyacından
fazla buğday üretmektedir; bunun için burayı açıklıyorum. O yıllarda bu
anlaşmaya imza koyanlar, Türkiye'nin önünü tıkamışlardır;
çiftçiler bu nedenle sizi affetmeyeceklerdir; çünkü, bu anlaşmada denilmiştir
ki: Ben Türkiye olarak, 2000 yılında, yani bu yıl, içinde bulunduğumuz
yıl, en fazla 1,6 milyon ton buğday ve arpa satacağım ve yıllara göre azalacak,
2004 yılında ise en fazla buğday ve arpa satmama izin verilen rakam 607 000
tondur; yani, bu kadar ihracat yapacağım. Bunun manası şudur: İhracattaki
azalma paralelinde, Türk çiftçisinin hububat ekiminden uzaklaşmasıdır. O
yıllardaki iktidara şimdi sormak gerekmez mi; siz o gün karar vermişsizin Türk
çiftçisi buğday ekmesin ve dünyaya satmasın diye... Ama, biz, bizden önce
kaynaklanan bu problemi, buğdayı işleyerek, un, makarna ve diğer ürünlere
çevirenlere satarak ve dahilde işleme rejimine işlerlik kazandırarak, ürünlere
çevirip ihraç ediyoruz.
Bütün bu yanlış alım ve satım politikalarının TMO'yu
malî açıdan ne hale getirdiği konusundan da, müsaade ederseniz, bir iki
cümleyle bahsetmek istiyorum.
1999 yılı sonunda, Toprak Mahsulleri Ofisinin borçları
974 trilyondur, ödediği günlük faiz tutarı 3 trilyon 11 milyardır, borçlarının
önemli bir bölümü de temerrüte düşürülmüş ve yüzde 210'lara varan oranlarda
faiz uygulamalarıyla karşı karşıya kalmıştır. Aralık 1999'da bankalarla
yaptığımız görüşmeler ve uzun pazarlıklar neticesinde, faiz oranlarında indirim
sağlanmış, temerrüt faizleri tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bu operasyonla,
kuruluşun günlük faiz yükü 3 trilyon 11 milyardan 1 trilyon 135 milyara
düşürülmüştür. Kuruma, 108 trilyonu başlangıçta olmak üzere, toplam 327 trilyon
avantaj sağlanmıştır. Bugün itibariyle, günlük faiz yükü geçen yılki 3 trilyon
11 milyara karşılık, 583 milyara düşürülmüştür. 1999 yılı sonundaki bu
iyileştirme yapılmamış olsaydı, Toprak Mahsulleri Ofisinin şu andaki borcu 1
katrilyon 433 milyar olacaktı, günlük faiz yükü de 4 trilyon olacaktı. Bunların
hepsinin, geçmiş yıllarda uygulanmaya başlanan yanlış politikaların sonucu
olduğunu bizi izleyen herkes çok iyi bilmektedir. Özellikle bu yanlış
politikaların temelleri, biraz önce verdiğim, 1996 yılında alınan kararlarda yatmaktadır;
yani, biz göreve geldiğimizde, Toprak Mahsulleri Ofisi bitmek üzereydi ve hatta
bitirilmişti; ama, mutlulukla söylüyorum, övünçle söylüyorum ki, çiftçinin
güvencesi olan Toprak Mahsulleri Ofisini bugün kurtardık.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve ekranları
başında bizi izleyen değerli vatandaşlarım; şimdi, burada, müsaadenizle, tekrar
sormak istiyorum: Bizim hangi yanlış politikamızın hesabı burada soruluyor;
yoksa, bu gensorunun arkasında, biraz önce değerli bir konuşmacımızın da söylediği
gibi, siyasî bir düşünce mi yatıyor?
Devraldığımızda, TMO'nun yüklendiği destekleme
maliyetinin önemli bir kısmı faize gitmekteydi. Örneğin, 1999 yılında hububat
alımını desteklemek için kullanılan maliyetin yüzde 88'i faiz ödemelerine,
yüzde 12'si ise çiftçiye ulaşmıştır. Bu faizlerin önemli bir bölümü, geçmiş
yıllardan kalan kredilerin faizidir.
Hububat alım kampanyasının başladığı bugünlerde, Toprak
Mahsulleri Ofisinin ticarî bankalara olan tüm borçları tarafımızdan ödenmiştir;
kamu bankalarına olan borçlarının da önemli bir kısmı ödenmiş, kalan kısmı ise
üç yıla varan vadeye yayılarak ödenilebilir hale getirilmiştir. TMO, şu anda,
malî bünyesi güçlendirilmiş, borçlarını rahatlıkla ödeyebilen, kredibilitesi
yüksek bir kuruluş haline gelmiştir. Bu yöndeki çalışmalara büyük bir gayretle
devam etmekteyiz.
2000 yılı hububat alımı için, ürün bedelleri karşılığı
olarak, çiftçiye 500 trilyon ödeme yapılması planlanmaktadır. Ödenecek faiz
miktarı, 500 trilyona karşılık, 80 trilyondur; ama, sizlerden kalan Toprak
Mahsulleri Ofisinde, geçmiş yıllarda, 418 trilyona 393 trilyon faiz ödediğinizi
sizler de biliyorsunuz ve çiftçilerimiz de biliyor.
Amacımız, TMO'nun kasasından çıkan paranın yönünü
değiştirmek ve tamamına yakın kısmının çiftçimize ulaşmasını sağlamaktır.
Önümüzdeki birkaç yıl içinde, TMO, geçmiş iktidar dönemlerinden aldığı
borçların tamamından kurtarılacak ve kendi özkaynaklarıyla görevini yerine
getirecektir.
57 nci hükümetle birlikte, hububat politikaları gerçek
zeminine oturmaya başlamıştır. Asıl desteklemenin, ürün fiyatının tarla
maliyeti esasına göre belirlenmesiyle sağlanacağı gündeme getirilmiştir.
Burada, bazı konuşmacı arkadaşlarımız “çeşitli
kuruluşların buğday maliyetlerini tespitlerinin 120 000 lira ile 158 000 lira
arasında değiştiğini” söylediler. Ben, burada, bu kuruluşlar arasında da bir
fikir birliğine varılmasını talep ediyorum; ama, buğday maliyetleri, bugün
bölgelere göre tarafımızdan belirlenmiştir ve bu maliyetler esas alınarak ve
üzerine de yüzde 20 fazlasıyla çiftçimize fiyat verilmiştir.
Tarım ve Köyişleri Bakanı olarak, ben de, daha fazla
fiyat verilmesini doğal olarak isterim; ancak, mevcut bütçe imkânlarını ve
hükümetin başarıyla uygulamakta olduğu ekonomik istikrar programını da burada
belirtmek istiyorum.
Belirlenen destekleme fiyatlarının da yıllar itibariyle
kıyaslanmasında bir yarar vardır. 1996 yılında dünya fiyatlarından yüzde 2
düşük verildi, 1997 yılında dünya fiyatlarından ancak yüzde 38 fazla verildi,
1998 yılında dünya fiyatlarından yüzde 57 fazla verildi; 1999 yılında, 57 nci
cumhuriyet hükümeti ve onun Tarım ve Köyişleri Bakanı olarak göreve
geldiğimizde, çiftçinin içerisinde
bulunduğu sıkıntıdan ve hatta 1994, 1995, 1996 ve 1997 yıllarında tarım
kredi kooperatiflerinden ve Ziraat Bankasından aldığı kredileri
ödeyemediğinden, üzerlerine de temerrüt faizi binmiş olmasından dolayı,
çiftçimize bir cansuyu verelim diye ve onun karşı karşıya kaldığı kuraklıkta da
yardımcı olalım diye, geçen sene, dünya fiyatlarından yüzde 75 fazla bir fiyat
verilmiştir. 2000 yılı için söylüyorum; dünya fiyatlarının üzerine yüzde 59 bir
fiyat verilmiştir; ancak, bazı arkadaşlarımız, IMF’ye verilen niyet mektubunda,
ton başına CIF değer üzerinden yüzde 35 daha fazla bir fiyat verileceğini
söylüyorlar. Bu maksimum bir değerdir ve biz, Türkiye’deki tarla maliyetlerini
ve diğer enflasyonu, faizleri düşünerek, hükümet olarak buğdaya verdiğimiz
artış, ekmeklik buğdayda yüzde 27,5, diğerlerinde biraz daha yüksek, arpada
yüzde 36, mısırda yüzde 37’dir.
Özellikle Türkiye’nin yem bitkilerine ihtiyacı vardır;
mısırın durumu buğdaya göre iyileştirilmiştir, arpanın durumu iyileştirilmiştir
ve bugün dışarıdan mısır alma mecburiyetinde kalıyoruz; arpa, dünyada yüksek
bir fiyatla gidiyor. Bunların hepsi tarafımızdan günü gününe takip edilmektedir.
Diğer taraftan, buğday üreticisi çiftçimiz, diğer 99
çeşit ürünü de tüketmektedir. Burada önemli olan, enflasyonu düşürmektir; bizim
mücadelemizin temelinde de bu yatmaktadır. Devraldığımız enflasyonun ve ticarî
faizlerin ne kadar yüksek olduğunu, değerli izleyicilerimiz ve siz değerli
milletvekilleri bilmektesiniz.
Türkiye genelinde, ancak, 100 dekarın üzerindeki alanda
hububat ekimi yapan çiftçiler, ürünlerini pazara sunmaktadırlar. Tarım ve
Köyişleri Bakanlığında bakanlık yapan bakanlarımız bilirler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kesildi)
BAŞKAN – Buyurun efendim, açıyorum mikrofonunuzu Sayın
Bakan; lütfen, tamamlayın efendim.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
– Türk çiftçisinin yüzde kaçı buğday üreticisidir, Türk çiftçisinin yüzde kaçı
buğday satıcısıdır ve buğday satanın da sattığı buğday miktarı ne kadardır, bu
rakamları çok iyi analiz etmek lazımdır.
Bugün, Türkiye'de, yıllara göre, Toprak Mahsulleri
Ofisinin bilgisayarlarından çıkardığınız zaman, Toprak Mahsulleri Ofisine
buğday satan çiftçilerin sayısı 250 000 ile 350 000 arasında değişir. Bu
rakamlarsa, ülkemizdeki toplam çiftçi sayısının yüzde 10'una tekabül eder.
Tüm çiftçilerin, aynı zamanda, buğday haricinde pek çok
ürünün tüketicisi olduğunu düşünürsek, özellikle ekmek tüketicisi olduğunu
düşünürsek, özellikle dibe vuran hayvancılık -ki, bizzat, muhalefet partili
milletvekilleri tarafından, bu kürsüden "ameliyat masasına yatırdık
hayvancılığı, bu şekilde size devrediyoruz" diye dile getirilmiştir- hayvan
yemi açısından tüketici olduğunu düşünürsek, yüksek fiyat vermenin, maliyet
olarak çiftçiye direkt yansıdığını göremeyiz. Örnek olarak, ortalama bir römork
buğdayın -yani, 2 ton buğday satan bir çiftçi; ki, Türkiye'de oldukça büyük bir
çiftçidir bu- kilogramına, eğer, 10 000 Türk Lirası fazla fiyat vermiş olsanız
-ben de isterim vermeyi- bunun farkı, yılda 20 milyon Türk Lirası eder; ama,
enflasyon nedeniyle bunun çiftçiye maliyeti kat kat daha fazla olmaktadır.
2000 yılı hububat alım ve satış politikalarının
belirlenmesinde temel hedeflerimiz, çiftçinin, alınteri ürünlerini kolay ve
değerinde pazarlayacağı bedeli, zamanında almasını sağlamaktır; özel sektörün,
Toprak Mahsulleri Ofisiyle birlikte alıma girmesini sağlamaktır; çünkü, Toprak
Mahsulleri Ofisinin görevi, regülasyon görevidir. Üretilen ve pazara sunulan
buğdayın az bir kısmını Toprak Mahsulleri Ofisi almaktadır. İlk defa bir
yenilik getirdik bu sene biz, alım fiyatları ile satış fiyatlarını aynı
kararnamede açıkladık; bu, tüccarın, un sanayicisinin ve gıda sanayicisinin
piyasaya girmesini sağlamaktadır. Geçen hafta burada sunduğum gibi, özel
firmalar, bugün, geçen seneki alımlarının, ortalama olarak yüzde 60-yüzde 80
daha üzerinde fiyat artışıyla ürün almaktadırlar. Eğer, özel sektörü, TMO'yla
birlikte yarışa sokamaz, alıma sokamazsak, TMO'yu ağır finansman yükünden
kurtarmamız imkânsızdır ve böylelikle de, TMO, çiftçinin karagün dostu olmaktan
çıkacaktır.
Sayın milletvekilleri, tarımda yeniden yapılanma
programı içerisinde yer alan bu çalışmalar, yine yapılması hedeflenen yasal ve
kurumsal düzenlemelerle birlikte, çiftçimizin, buğday üreticimizin ve diğer tüm
çiftçilerimizin durumlarını düzeltme yönündeki hazırladığımız kanun
tekliflerini, biraz önce gündemdışı konuşmalara cevap verirken söyledim ve bu
kanun teklifleri, şu anda, Başbakanlığa arz edilmiştir; ümit ediyorum ki,
yakında, Bakanlar Kurulundan geçerek Yüce Meclise sunulacaktır.
Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; Meclis
zabıtlarından biraz önce bir konuşmacı açıkladı, muhalefet partisi
milletvekillerinin de Tarım ve Köyişleri Bakanlığının tarım konusundaki
politikalarını nasıl desteklediğini; ancak, Fazilet Partisine mensup, başta
Sayın Genel Başkanı olmak üzere, 36 milletvekili arkadaşımızın imzasıyla
verilen gensoru önergesine baktığımda, benim politik uygulamam olarak
değerlendirmelerin nereden kaynaklandığını da görme imkânı yoktur.
Şunu belirtmek istiyorum; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
görevine başladığım ilk günden beri, üzerinde önemle durduğum ve her fırsatta
dile getirdiğim en önemli konu, tarımın siyasetin üstünde tutulması, çiftçinin
alınteri üzerinden siyaset yapılmaması olmuştur. Bizim felsefemizde,
alınterinden siyaset yoktur. Özellikle, muhalefete mensup milletvekili
arkadaşlarımızın bu kürsüden politikalarımıza destek verdiğini, bir kez daha
kendilerine hatırlatmak istiyorum.
Tarımda almış olduğumuz kararlar ve yapmış olduğumuz
uygulamalar, bir siyasî rant hesabıyla yapılmamış, bizim hükümetimize kadar
yapılan bu tür uygulamaların tam tersine, Türkiye'nin ihtiyacı olduğu için,
çiftçinin, üreticinin ihtiyacı olduğu için bu çalışmalar gündeme taşınmış ve
uygulamaya aktarılmıştır. Bu çalışmaları uygulamaya aktarırken birtakım
uluslararası kuruluşlarla görüşmelerimiz olmuş, tarım sektörünün içinde
bulunduğu durum tartışılmış ve neticede bir niyet mektubu ortaya çıkmıştır.
BAŞKAN – Sayın Bakan, sürenizi 5 dakika kadar aştınız.
Lütfen, tamamlar mısınız efendim!..
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
– Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bu niyet mektubunun, hükümet olarak ve hükümetin bir
bakanı olarak tabiî ki arkasındayız; ancak, bu mektubun herhangi bir hatası
olduysa bunu Tarım ve Köyişleri Bakanlığında aramak haksızlık değil midir? Onu
da ben vicdanınıza tevdi ediyorum.
Yine, önergede, Türk tarımıyla ilgili bazı taahhütler
altına girildiği ve amacın, tarıma verilen desteğin kısa sürede tamamen
kaldırılması olduğu ileri sürülmektedir.
Sayın milletvekilleri, tarıma verilen destek, her zaman
bu kürsüden de söyledim ki, soframızdaki gıdamıza, yediğimiz ekmeğimize,
içtiğimiz süte verilen destektir. Yani, tarıma verilen destek, sadece köylüye,
çiftçiye verilen destek değil, tüm tüketiciye verilen destektir. Bizim politik
anlayışımız budur.
BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen, tamamlar mısınız efendim.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
– Tamamlıyorum efendim.
Daha önce de çeşitli konuşmalarımda ifade ettiğim gibi,
tarım sektörüne verilen desteklerin azaltılması ve tamamen ortadan kaldırılması
bizim politikamız asla olmamıştır; ancak, sizlerin de her zaman belirttiğiniz
gibi, çiftçiye verilen destek ve teşviklerin çiftçinin eline ulaşmadığı, bu
teşvik ve desteklerde -bizzat, Anamuhalefet Partisi milletvekillerinin de
değindiği gibi- Avrupa Birliğindeki ortak tarım politikalarının uygulanması gerektiği
belirtilmiştir.
Sayın Başkan, müsaade ederseniz şu iki rakamı arz etmek
istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Bakan, sürenizi 10 dakikaya yakın
aştınız...
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
– Çünkü, gensoru çok uzun ve çok rakam var. Müsaade ederseniz onları arz etmek
istiyorum.
BAŞKAN – Lütfen, tamamlayın efendim!
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
– Sayın milletvekilleri, gensoru önergesini veren arkadaşlarımız eğer
Türkiye'deki istatistikleri inceler ve bir de genel ekonomi kitaplarına
baksalardı şu gerçekleri görürlerdi.
1999 yılında tarım sektörünün 4.6 küçüldüğü, gayri safî
millî hâsıla içindeki payının da yüzde 16'dan yüzde 13'e düştüğü söylenmekte ve
yine, tarımda çalışanların oranının da yüzde 44'ten 45'e çıktığı
söylenmektedir. Evet, doğrudur. Tarım yüzde 4,6 küçülmüştür; ancak, 1999
yılında, çeşitli nedenlerden dolayı ve 18 Nisanda bir seçim yapılmıştır;
Türkiye'deki genel ekonomideki düşüş 6,4, tarımdaki düşüş ise 4,6'dır. O halde,
görevi devraldığım yıl ortasından sonra, buradaki başarımın da Tarım
Bakanlığının hanesine yazılmasında yarar vardır.
Tarımın millî ekonomideki payının yüzde 16'dan yüzde
13'e düştüğüne dair rakamları da söyleyip bitirmek istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Efendim, lütfen...
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
– Resmî rakamlarda, sabit fiyatlarla tarımın toplam gayri safî millî hâsıla
içindeki payı 95 yılında yüzde 14,8, 96 yılında yüzde 14,4'e, 97 yılında da
yüzde 13'e düşmüş. 97'de kim iktidardaydı?! 98 yılında yüzde 13,6'ya düşmüş, 99
yılında biz yükseltmişiz. (FP sıralarından "az" sesleri) Az; ama,
yine yükselmiş.
BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen tamamlar mısınız. Çok rica
ediyorum...
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
– Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; televizyonları başında bizi
izleyenlere en son şunu söylemek istiyorum: Hazırladığımız tarımda yeniden
yapılanma ve reform yasa tasarıları yakında bu Meclise gelecektir ve
hükümetimiz, bu reform yasalarının arkasında olacaktır.
Şunu geçen söylemiştim, tekrar arz ediyorum. Çiftçinin
alınteri üzerinde siyaset yapmak bize göre haramdır ve bunu da, artık, bu
reform tasarılarıyla yaptırmayacağımızı arz etmek istiyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Değerli milletvekilleri...
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Mikrofonu açar
mısınız...
BAŞKAN – Açamam efendim; böyle bir usulümüz de yok.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Tarım Bakanı...
BAŞKAN – Müsaade eder misiniz... Önce ben konuşacağım.
Lütfen...
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Tamam... Çok kısa...
BAŞKAN – Müsaade eder misiniz... Bir dakika Sayın
Yılmazyıldız... Lütfen oturur musunuz.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Ben çok kısa bir şey
söylemek istiyorum.
BAŞKAN – Önce ben söyleyeyim, sonra size söz vereceğim.
Bir dakika efendim...
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Tarım Bakanı,
buğday alım fiyatlarını dünya fiyatlarıyla kıyasladı; ama, girdi fiyatlarını
kıyaslamadı!..
BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorum. Böyle bir usulümüz
yok.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – 1996'da 2,5 kilogram
buğdaya 1 litre mazot alınırken şimdi 4,5 kilogram buğdaya 1 litre mazot
alınıyor.
Gübreye bakıyoruz; 1996 yılında 1 kilogram buğdaya 2
kilogram gübre alınırken, şimdi 1 kilogram buğdaya 300 gram gübre alınıyor.
BAŞKAN – Peki efendim, buyurun... Buyurun...
Anlaşıldı...
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Gübreye yapılan yüzde
50 destek kaldırılmış, tohumdaki destek kaldırılmış... Ben de bunları
söylüyorum. Bakan alım fiyatlarını söylüyor; ama, girdi fiyatlarını söylemiyor.
Girdi fiyatları dört beş kat artmış, dünya fiyatlarının dört beş kat üstünde;
ama, buğday alım fiyatları yüzde 10 artmış.
BAŞKAN – Sayın Yılmazyıldız, böyle bir usulümüz yok.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Ayhan.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, Sayın Bakan
konuşurken...
BAŞKAN – Sayın Ayhan, aynı ikazı size de yapmak
zorundayım.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Arz edeyim... Cümleyi arz
edeyim...
BAŞKAN – Bakın, bir dakika müsaade eder misiniz. Biz
gensoruyu görüşüyoruz. Gensoru görüşmeleri hem Anayasamızda hem İçtüzüğümüzde
tarif edilmiştir. Dolayısıyla, burada, her bir sayın milletvekilinin şu veya bu
şekilde beyanda bulunma usulü yok.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Bilgi vermeyeceğim, bir şey arz
edeceğim. Sayın Bakan konuşurken
"1997'deki hükümet, yandaşlarına buğday sattı" dedi. Ben o hükümetin
bünyesinden biri olarak sataşmaya cevap vereceğim. Bunun burada tavzih edilmesi
lazım.
BAŞKAN – Yok efendim öyle bir şey. Zabıtları getirtip
bakacağım, eğer öyle bir şey varsa, sonra gereğini yaparım.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Zabıtlarda var efendim.
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri
Bakanı Hüsnü Yusuf...
MUSA DEMİRCİ (Sıvas) – Sayın Başkan, 69 uncu maddeye
göre söz istiyorum. Benim dönemimle alakalı yanlış bilgi verildi, onun için söz
istiyorum.
BAŞKAN – Efendim, zabıtları getirteyim, sizin
durumunuza da bakacağım.
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun efendim.
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, elçabukluğuyla
bir şey yapmaya ihtiyacımız yok. Sayın Bakan konuşmasını 10 dakika aştı.
Her zaman ifade ettiklerini tekrarladı.
Zaten Sayın Bakanın en büyük başarısı, 5 dakikalık gündemdışı konuşmaya yarım
saat cevap vermektir. Başka bir başarısı yok. Bu kadar uzun süre konuşarak
itham ettiği insanlar, 69'a göre söz istiyorlar, söz vermiyorsunuz.
BAŞKAN – Efendim, ben Sayın Bakana gerekli ikazı
yaptım. Hakkında gensoru verilen bakan, kürsüden açıklamalar yapıyor. Evet,
süreyi biraz uzatmış olabilir; ama, netice itibariyle, sizin vermiş olduğunuz
gensoruyla ilgili açıklamalar yaptı.
Teşekkür ediyorum Sayın Arınç.
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Efendim, bizzat, itham edilen
kişiler var, 69'a göre söz hakkını kullanmak istiyorlar...
BAŞKAN – Efendim, zabıtlara bakacağım; gerekirse, eğer,
bir sataşma tespit edersem veririm. (FP sıralarından "Oo" sesleri,
gürültüler)
YAKUP BUDAK (Adana) – Oylamadan sonra ne anlamı var!
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri
Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkındaki gensoru önergesinin gündeme alınıp
alınmaması hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmaması
hususunu değerli oylarınıza sunuyorum: Gensoru önergesinin gündeme alınmasını
kabul edenler... Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul etmeyenler...
Değerli milletvekilleri, gensoru önergesinin gündeme alınması kabul
edilmemiştir. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, gündemin "Meclis
Soruşturması Raporları" kısmına geçiyoruz.
20 nci Yasama Döneminde Konya Milletvekili Hüseyin Arı
ve 56 arkadaşı tarafından verilen Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce
1996 yılında özürlülerin memurluğa alınması için açılan sınavda mevzuata aykırı
ve usulsüz işlemler yapılmasına göz yumarak görevini ihmal ettiği ve kötüye
kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 230 ve 240 ıncı maddelerine
uyduğu iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı Mustafa Kul hakkında
Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis
soruşturması açılmasına ilişkin önerge ve 9/34 Esas Numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu üzerindeki görüşmelere başlayacağız.
B) GÖRÜŞMELER
1. – 20 nci
Yasama Döneminde Konya Milletvekili Hüseyin Arı ve 56 Arkadaşı Tarafından
Verilen Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996 Yılında Özürlülerin
Memurluğa Alınması İçin Açılan Sınavda Mevzuata Aykırı ve Usulsüz İşlemler
Yapılmasına Göz Yumarak Görevini İhmal Ettiği ve Kötüye Kullandığı ve Bu Eylemlerinin
Türk Ceza Kanununun 230 ve 240 ıncı Maddelerine Uyduğu İddiasıyla Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Mustafa Kul Hakkında Anayasanın 100 üncü ve
İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin
Önerge ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/34) (S. Sayısı: 410)
BAŞKAN – Komisyon ?..Yok.
Ertelenmiştir.
Alınan karar gereğince sözlü soruları görüşmüyor ve
gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmına devam ediyoruz.
Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı
Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporunun
görüşmelerine başlayacağız.
V.– KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
4. – Kamu
Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433)
BAŞKAN – Komisyon ?..Yok.
Hükümet ?..Yok.
Ertelenmiştir.
Ankara Milletvekili
Şevket Bülent Yahnici'nin, Çorum Milletvekili Melek Denli Karaca'nın,
Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek ve 4 Arkadaşının, Milliyetçi Hareket Partisi
Grup Başkanvekilleri Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve Konya Milletvekili
Ömer İzgi'nin, Denizli Milletvekili ve Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Beyhan
Aslan ve 3 Arkadaşının, 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler
Eklenmesine Dair Kanun Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
5. – Ankara
Milletvekili Şevket Bülent Yahnici’nin, Çorum Milletvekili Melek Denli
Karaca’nın, Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek ve 4 Arkadaşının, Milliyetçi
Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve Konya
Milletvekili Ömer İzgi’nin, Denizli Milletvekili Beyhan Aslan ve 3 Arkadaşının,
2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun
Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/435,
2/440, 2/460, 2/462, 2/465) (S. Sayısı: 434) (1)
BAŞKAN – Komisyon ?..Hazır
Hükümet ?...Hazır.
Komisyon ve Hükümet yerini almıştır.
Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu
oylarınıza sunuyorum : Raporun okunmasını kabul edenler... Etmeyenler...
Raporun okunması kabul edilmemiştir.
Teklifin tümü üzerinde...
(1) 434 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, usulle ilgili bir
şey söylemek istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, aynı konuda, Doğru Yol
Partisi milletvekili Sayın Mehmet Sağlam ve arkadaşlarının verdiği ve
doğrudan gündeme alınan bir kanun
teklifimiz var. Genel Kurulun, bu teklifi de birleştirerek görüşmesini teklif
ediyorum.
BAŞKAN – Olur efendim... Dikkate alayım, komisyona
ileteyim.
Teklifin tümü üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına,
Kahramanmaraş milletvekili Sayın Mehmet Sağlam; buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 434 sıra sayılı,
2547 sayılı Kanuna iki geçici madde eklenmesine dair kanun tekliflerinin
birleştirilmesiyle oluşan metin üzerinde, Doğru Yol Partisinin görüşlerini
açıklamak üzere huzurunuzdayım; Grubum ve şahsım adına, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Aşağı yukarı bundan bir yıl önce, öğrenci affı,
1974'ten bu yana ilk defa mahkûmların affıyla birlikte Yüce Meclisin huzuruna
geldi, bir kanun haline dönüştü. Sayın Cumhurbaşkanının yeniden görüşülmek
üzere Meclise iadesiyle, tekrar, yeni bir teklifin hazırlanması gerekti.
O sırada da, sadece üniversiteden başarısızlıkları
nedeniyle ilişiği kesilen öğrencilere, iki sınav hakkı ve bir bütünleme hakkı
olmak suretiyle getirilen tasarının iki noktadan yanlış olduğunu yüce
huzurunuzda ifade etmiştim. Bunlardan birisi, öğrencilerle ilgili konunun
mahkûmlarla birlikte görüşülmesiydi. Bunun sonucu olarak da, öğrenci affı,
Millî Eğitim Komisyonu yerine, asıl komisyon olarak Adalet Komisyonunda
görüşüldü. Altı saat boyunca anlatmaya çalıştık ki, öğrencilerinin
başarısızlığı ya da Yükseköğretim Kanunundaki bazı aksaklıkların, uygulamadaki
bazı aksaklıkların giderilmesine ilişkin hükümlerin mahkûmlarla bir ilişkisi
yoktur, Adalet Komisyonuyla bir ilişkisi yoktur; ama, anlatamadık. Sonunda,
Sayın Cumhurbaşkanının iadesiyle, tekrar, iş, doğru yoluna oturmuş ve bizim
yaptığımız teklife ilave olarak başka arkadaşlarımızın da teklifiyle, Millî
Eğitim Komisyonu, asıl görev yapması gereken komisyon olarak, olayı ele alarak,
huzurunuza bir metin getirmiştir. Bu metin şimdi, doğru yola oturmuştur; ama,
tekrar söylüyorum, bunun bu yola gelmesi için sekiz ay boyunca bazı
arkadaşlarımızı ikna etmek zorunda kaldık; ama, bugün geldikleri nokta
dolayısıyla, bugünkü uzlaşma dolayısıyla, bu uzlaşmayı sağlayan grubu ve teklif
veren arkadaşlarımızı, doğrusunu isterseniz, öğrenciler ve bugüne kadar bu
teklifin sonuçlarını bekleyen bazı öğretim üyeleri adına kutlamak
istiyorum. Yapılan iş, Türk
yükseköğretimine büyük bir hizmet olacaktır.
Şimdi, bu kanun teklifiyle getirilenler nedir,
huzurunuzda, bunu kısaca özetlemek istiyorum: Birincisi, önlisans ve lisans
öğrencilerinin tümüne, 1983-84 ders yılından bugüne kadar ve 2000 yılı sonuna
kadar, her ne sebeple olursa olsun, okuldan atılanlara iki sınav hakkı ve bir
bütünleme sınavı hakkı verilmektedir. Yani, başarısız oldukları derslerden üç
defa sınava girecekler ve tekrar okullarına dönme imkânına kavuşacaklardır.
İşte, bugüne kadarki öğrenci affı tasarılarının,
genellikle, getirdiği hüküm bundan ibaretti. Halbuki bugün, bu yeni teklifle,
yani, Yükseköğretim Kanununa eklenen iki geçici maddeyle, bunun çok ötesinde ve
gerçekten, Türk yükseköğretimi için yararlı olan yeni hükümler de vardır.
Bunlardan birincisi -daha önce de huzurunuzda çok ifade ettim-
üniversitelerimizde iki yöntem uygulanır; sınıf geçme yöntemi uygulayan
fakültelerimiz vardır, bunlar, genellikle tıp ve hukuk fakülteleridir; ders
geçme yöntemi uygulayan fakültelerimiz vardır. Aynı üniversitenin bir
fakültesinde sınıf geçme esası uygulanıyorsa, bir öğrenci 1 dersten dahi
başarısız olduğu zaman yıl kaybeder. Halbuki, ders geçme esası uygulanıyorsa,
birkaç dersten başarısız olsa bile, bir üst sınıfa devam eder, o derslerin
imtihanına yine girer ya da daha çağdaş bir uygulamayla, yaz okulu açılır,
başarısız olduğu 1-2 dersi yazın alır, eylülde sınıfını geçmek suretiyle bir
üst sınıfa devam eder.
İşte bu haksızlığı önlemek için, bu teklifte, ders
geçme esası olan fakültelerde de 3 derse kadar başarısız olan gençlerimize, bir
üst sınıfa geçme hakkı getiriliyor; icap ederse, yaz okullarıyla, bunları
tekrar almalarıyla -elbette ki, sınıfı geçmek üzere sınavlarına girmeleri
şartıyla- yıl kaybetmeleri önlenmiş oluyor. Bu, benim nazarımda, binlerce
gencin yıl kaybetmesini engelleyen çok önemli ve yararlı bir hüküm olmaktadır.
Üçüncü olarak, bazı öğrencilerimiz, Üniversiteler
Kanunumuza göre 6 yıl okuyacaklarsa -örneğin tıp fakültelerinde- 9 yıla kadar,
5 yıl okuyacaklarsa 8 yıla kadar, 4 yıl okuyacaklarsa, aşağı yukarı 7 yıl
içerisinde üniversiteyi bitirmek zorundadırlar. Bu süre, sağlık raporları dahil
hiç uzatılmaz; yani, mazeret ne olursa olsun, 4 yıllık okulu 7 yılda, 5 yıllığı
8 yılda, 6 yıllığı 9 yılda bitirmek zorundasınız. Halbuki, bazen, bu
gençlerimiz, belirli mazeretlere dayalı olarak... Örneğin, geçen yıl asrın
afetini yaşadık, deprem bölgesindeki öğrencilerimiz için özel bir hüküm
getirilemedi, teklifimize rağmen getirilemedi. Böyle olaylarda olduğu gibi, 17
Ağustosta deprem oldu, bütünlemeye kalan öğrenciler eylül ayında sınava alındı;
bunların çoğu başarısız oldu; ama, kimsenin umurunda olmadı. O zaman da teklif
getirdik, maalesef, geçmedi.
Şimdi, üçüncü bir yenilik olarak, bu gibi hallerde,
öğrencilerimize, en azından iki ek yıl daha, okullarını tamamlamak üzere süre
verilmektedir. Bu da, binlerce gencimizi üniversiteden atma veya sokağa bırakma
yerine, tekrar topluma kazandırmanın çok önemli ve yararlı bir maddesi
olmaktadır.
Değerli milletvekilleri; ayrıca, bu teklifte, askerlik
dolayısıyla ya da gözlem altında bulunma ya da tutukluluk hali dolayısıyla bu
kanunun çıktığı tarihte hemen kayıtlarını yaptırıp, sınavlara giremeyen
öğrencilere de, askerliklerinin bitimi, tutukluluk veya gözlem halinin sona ermesinden itibaren, iki ay zarfında
başvurdukları takdirde, yine, yükseköğretim kurumlarında iki sınav ve bir
bütünleme hakkını kullanmak suretiyle, tekrar öğrenimlerine devam hakkı
getirilmektedir.
Bir başka konu, Gülhane Askerî Tıp Akademisinden her ne
sebeple olursa olsun atılan gençlerimize, Yüksek Öğretim Kurulunun göstereceği
bir tıp fakültesinde öğrenimlerine devam edip, yine, en azından, mesleklerinin
sahibi olmaya, mezun olmaya yol açılmaktadır.
Bir başka konu, lisansüstü; yani, mastır ve doktora
yapan öğrenciler içindir. Bunların da birçoğu, şu veya bu sebeple üniversiteyle
ilişkileri kesilmiş, belki, süreleri dolduğu için başarısız olmuşlar, belki,
başka mazeretlerle sınavlarına giremedikleri için başarısız duruma
düşmüşlerdir. Bunlara da, iki sınav ve bir bütünleme hakkı getiriliyor.
Çok önemli bir başka konu, yabancı dil konusudur.
Cumhuriyet üniversiteleri kurulduğundan 1997 yılına kadar, üniversitelerde
mastır ve doktora yapanlar yahut üniversitelerde yardımcı doçent, doçentlik
sınavına girenler, genel bir hüküm olarak, kendi alanlarında bir yabancı
dildeki metni okuma, anlama, ifade etme konusunda sınava tabi tutulurlar. 1997
yılında, yani, üç sene önce, YÖK, yeni bir sistem getirdi. Bildiğiniz gibi, bir
kamu personeli dil sınavı var. Bu, bir test sınavı, bir gramer sınavı. Bu
sınava girmelerini zorunlu kıldı mastır ve doktora öğrencilerinin. Alanları ne
olursa olsun sınav metni değişmedi; yani, bir hekim, belki, ziraatla ilgili bir
konudan, bir ziraat mühendisi ise, belki, hukukla ilgili bir konudan çıkan
metinler üzerinden yabancı dil sınavına tabi tutuldu. 1997'den bu yana bu sınav
büyük bir şikâyet konusudur. Binlerce gencimiz, mastır, doktora yapmış ya da
yardımcı doçent olmuş, doktorasını bitirmiş insanlar doçent olabilmek için, bu
sınavın kurbanı olmuşlardır. Biz, hep 1997'den önceki sisteme dönülmesini, kamu
personeli dil sınavından vazgeçilmesini savunageldik, üç yıldır sesimizi duyuramadık;
ama, bugün anlıyorum ki, arkadaşlarımızın ortaya koyduğu bir metinle, mastır ve
doktora öğrencileri için bu dil sınavında 100 üzerinden 50 alanların, doçentlik
sınavında da 100 üzerinden 65 alanların, en azından, başarılı olmaları
sağlanıyor ve bu 1997 yılına kadar geriye doğru da işletiliyor. Bu da, Türk
yükseköğretimine doktora yapmış binlerce yardımcı doçentin işten atılmamaları
bakımından ve binlerce mastır ve doktora öğrencisinin de sırf kendi alanlarında
bile olmayan bir yabancı dil sınavı dolayısıyla mastır ve doktoralarından
atılmalarını, bu programlardan çıkarılmalarını önleme bakımından büyük yarar
sağlayacaktır.
Bu tasarının bir başka yönü, çok önemli bir başka yönü,
mezuniyet sonrası çalışmaları sırasında mastır ve doktora programlarından
uzaklaştırılanların, yabancı dil veya başka nedenlerle araştırma görevliliği
kadrolarından çıkarılanların, bu sınavlar sonrasında mastır ve doktora
programlarına döndükleri zaman, araştırma görevlisi kadrosuna yeniden
atanmalarıdır.
Değerli milletvekilleri, Türk yükseköğretiminin en
önemli sorunu, öğretim üyesi yetiştirme sorunudur. Yıllarca, Türk
yükseköğretiminde öğrenci- öğretim üyesi oranının dünya standartlarına
çıkarılması çabası verilmiştir; ama, son yıllarda araştırma görevlileri
üzerinde, araştırma görevlilerinin mastır ve doktora yapmalarıyla ilgili çok
çeşitli olumsuz kararlar alınmıştır. Bunların başında bazı üniversitelerin
doktora yapmaktan alıkonmaları, yalnız bazı üniversitelerde doktora yaptırarak,
öğretim üyesi yetiştirme -bir başka deyişle, 2547 sayılı Kanunun 35 inci
maddesine göre, Anadolu'daki üniversitelerin asistanlarına, araştırma
görevlilerine, Türkiye'nin büyük şehirlerindeki büyük üniversitelerde doktora
yaptırma- uygulamasına dönme vardır. Aslında, bu, çok eskiden uygulanan bir
yöntemin, tekrar uygulamaya konulması suretiyle -eskiden olduğu gibi, yine
işlemeyecek olan bir yöntemin yeniden uygulamaya konulması suretiyle- araştırma
görevlilerinin mastır ve doktora çağında, yetişmeleri sırasında, mezuniyet
sonrası eğitimleri sırasında, büyük sıkıntılara sebep olmaktadır.
Sebebi de şu: Anadolu'daki bir üniversiteye aldığınız
araştırma görevlisine, Ankara'daki, İstanbul'daki üniversitelerde 4-5 sene
doktora yaptırdığınızda -bunlar, normal olarak, fakülte bitirmiş, evlilik
çağına gelmiş insanlar- bulundukları üniversitelerde sosyalleşiyorlar, farz
edelim evleniyorlar; sonra, Anadolu'daki üniversite rektörünün karşısına çıkıp
"biz İstanbul'da evlendik, eşim İstanbul Üniversitesinde, ben şimdi Van
Üniversitesine nasıl giderim" diyorlar. Bu problem geçmişte binlerce defa
yaşanmış ve işlemediği görülmüştür. Yüksek Öğretim Kurulu, maalesef, 35 inci
madde uygulamasına tekrar dönmüş, büyük üniversitelerde mastır ve doktora yapan
öğrenciler için, yatılı okul gibi, bir nevi pansiyonlar inşaasına gidilmiştir;
ama, bugüne kadar buralarda doktora yapanların sayısı, maalesef, tatmin edici
bir düzeye ulaşamamıştır.
Bildiğiniz gibi, yakında, Genel Kurulda, Sekizinci Beş
Yıllık Plan görüşmelerine başlayacağız, bu plan bugünlerde Plan ve Bütçe
Komisyonumuzda görüşülüyor. Devlet Planlama Teşkilatının buna esas olan
1996-2000 değerlendirmeleri çıktı. Buradaki, eğitimle ilgili sonuçlara
bakarsanız, maalesef, Türk yükseköğreniminde, 1995 yılına kadar, 1992-1995
yılları arasında, her yıl gönderilen 1 000 öğrencinin dışarıda doktora
yapmasına ilişkin programın, 1995'ten itibaren bırakıldığını ve 2000 yılına
kadar 7 500 olması gereken, dışarıya gönderilen öğrenci sayısının son üç yılda
70-80'lerde, 100'lerde kaldığını görürsünüz. İşte onun için, Devlet Planlama
raporunda, değerlendirmede, maalesef, 1996-2000 yılları arasında, öğretim üyesi
yetiştirme faaliyetinin yetersiz kaldığı ve Türk yüksek öğretiminde, öğretim
üyesi başına düşen öğrenci miktarının dünya standartlarının 2 katı olduğu,
açıkça ortaya konulmaktadır.
Şimdi, bunun gibi değerlendirmelerle ortaya çıkıyor ki,
araştırma görevlilerine sahip çıkmak, öğretim üyesi mesleğinin temelini
oluşturan, âdeta bir fidanlık şeklinde olan araştırma görevlilerinin, gerek
ücret durumlarını gerekse mastır ve doktora yapmaları sırasındaki
düzenlemelerini çok itinayla yapmak gerekmektedir. İşte, bu tasarıda, araştırma
görevlileriyle ilgili böyle bir düzenlemeyle, bunların, yeniden mastır ve
doktora programlarına kazandırılmaları, sonra da araştırma görevliliği kadrolarına
atanmaları öngörülmektedir.
Değerli milletvekilleri, Yüce Atatürk'ün çıkardığı 1416
sayılı Kanun, yıllardan beri, aşağı yukarı 60-70 yıldır, Türkiye'de öğretim
üyesi yetiştirmek üzere, sınavla, yurtdışına öğrenci gönderilmesini öngörür.
Ben de, bu Kanuna dayalı olarak, devlet bursuyla, binlerce arkadaşımız gibi
Birleşik Amerika'da doktora yaptım. Buraya gönderilen arkadaşlarımız,
döndükleri zaman, ülkede, içerisinde mezuniyet sonrası eğitimi yaptıkları bu
ülkelerin bilim iklimini taşırlar ve bunların, Türkiye'ye döndükleri zaman,
Türkiye'de yetişen arkadaşlarıyla beraber, çeşitli ülkelerin bilim atmosferinde
yetiştikleri için, Türk yüksek öğreniminin çok sesliliğinde, çok yönlülüğünde
büyük rolleri vardır.
İşte, bu cümleden olarak, 1992 yılında, hükümetimizin
kabul ettiği bir projeyle, yılda 1 000'e yakın mezuniyet sonrası öğrencisi,
yurtdışı ülkelerine gönderilmeye başlanmıştır. Bu çocuklarımızdan bir kısmı,
doğal olarak, şu veya bu nedenle başarılı olmuş, bir kısmı da başarısız
olmuştur. Bu, her zaman olagelmiştir; yani, Büyük Atatürk döneminde çıkarılan,
dışarıya öğrenci gönderilmesiyle ilgili 1416 sayılı Kanunun yetmiş seksen
yıllık uygulamasında, hem başarıyı hem başarısızlığı görürsünüz. Doktora
yapmak, herkesin mutlaka başarılı olmasını gerektiren bir iş değildir. İşte, bu
şekilde yurt dışına gönderilen binlerce öğrencinin bir kısmını, Yüksek Öğretim
Kurulu, süreniz doldu, yahut, şurada başarısız oldunuz, girdiğiniz üniversiteyi
beğenmiyorum gibi çeşitli bahanelerle Türkiye'ye geri çekmiştir. Böylece, bir
taraftan binlerce genç, öğrenimlerini yarıda bırakmış, bir taraftan da binlerce
aile, öğrenciye harcanan paraların icra yoluyla kendilerinden istenmesi
dolayısıyla perişan olmuşlardır. İşte, bunu ortadan kaldırmak üzere, bu
teklifte, yine, bir çare getirilmiştir; o da şudur: Bu gençler, yurt dışına
giderken bir sınava tabi tutulmuşlar ve bu sınavda başarılı olmuşlardır; orada
başarısız olmaları veya süre dolması dolayısıyla geri çekilmişlerdir ve
araştırma görevlisi kadrolarından da uzaklaştırılmışlardır. Bunlar, tekrar,
araştırma görevlisi kadrolarına intibak ettirilerek, onlara da, iki sınav ve
bir af yoluyla, yine mastırsa mastırlarını, doktoraysa doktoralarını, Yüksek
Öğretim Kurulunun belirleyeceği Türkiye'deki bir üniversitede tamamlama imkânı
getirilmektedir. Böylece, sınav kazanmış, dışarı gitmiş, dil öğrenmiş ama şu
veya bu şekilde süresi içinde doktorasını tamamlayamayan binlerce gencimize,
Türkiye'deki üniversitelerde, tekrar bir şans verilmektedir. Bu da, bir
taraftan bu öğrenciler için, bir taraftan bunların aileleri için, milyarlarca
liralık tazminata hükmedilen aileler için büyük bir çıkış yolu ve çözüm yolu
olmaktadır. Bu anlamda da, bu teklifle, gerçekten hayırlı bir iş yapılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, son olarak, öğrencilerin
disiplin suçlarıyla ilgili bir af maddesi de vardır; bu teklifin 3 üncü
maddesinde, öğrencilerin, en azından, son yıllarda işledikleri disiplin
suçlarından dolayı kendilerine verilen cezalar bir defaya mahsus olmak üzere
affedilmektedir ve dosyalarından çıkarılmaktadır. Bu da, gençliğe, genç
kızlarımızın, delikanlılarımızın -belki, o çağda hepimizin yaşadığı- bazı
disiplindışı hareketlerine, Yüce Meclisimizin göstereceği bir tolerans
olacaktır ve bu memleket, gençlerinin kazandırılmasını, daha temiz bir sicille
hayata atılmalarını sağlayacaktır.
Değerli milletvekilleri, bu teklif, her bakımdan
desteklenmesi gereken, gerçekten, Türk yükseköğretimine hizmet eden bir
tekliftir. Emeği geçen arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum, uzlaşan
arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum ve Yüce Meclisin bu teklifi desteklemesinde
yarar gördüğümüzü ve Doğru Yol Partisi Grubu olarak destekleyeceğimizi arz
ediyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sağlam.
Fazilet Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın
Musa Uzunkaya; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Sayın Başkan,
Yüce Meclisin değerli üyeleri; bugün görüşülmekte olan 434 sıra sayılı, kısa
adı öğrenci affı yasası diye bilinen 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununa Geçici
Maddeler Eklenmesine Dair Yasa Teklifi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına,
geneli üzerinde, görüşlerimizi arz etmek üzere huzurlarınıza çıkmış
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi ve bu yasayı sabırsızlıkla bekleyen
öğrenci ve öğretim üyelerini, aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten, belki ilk defa, böyle bir yasa,
üniversitelerle ilgili bir yasa, hem öğreticilerini hem öğrencilerini
sabırsızlıkla bekleten bir yasadır; çünkü, bu yasanın tarafları içerisinde,
üniversitelerde, şu veya bu şekilde -biraz sonra arz edeceğim- çok kere
öğrencilerden değil, hem sistemin kendisinden kaynaklanan problemlerle meydana
gelen haksızlıkların giderilmesini öğrenciler adına sağlamış olacak hem de
üniversitelerde yıllardır akademisyen olarak görev yapan araştırma görevlisi,
doktor, yardımcı doçent, sayıları binlerle ifade edilen öğretimle ilgili
arkadaşlarımızın büyük oranda, mağduriyetini giderecektir. Bu manada, bu yasaya
"af yasası" demek yerine "hak yasası" demek daha doğru
olacaktır. Çünkü, bu yasa kimi affediyor; bu yasa, üniversitenin kapısından,
bir şekilde, haksız yere, Anayasanın temel hükümleri çiğnenerek uzaklaştırılan
öğrencileri affediyor veya affetmesi bekleniyor veya ailesinin maddî
imkânsızlıklarından dolayı bir şekilde okuldan uzaklaşmış -az önce değerli eski
YÖK Başkanımız, değerli milletvekili arkadaşımızın ifade ettiği gibi- veya
gençlik saikiyle işlemiş oldukları birkısım ufak tefek hataları sonucu,
1983'ten beri mağduriyeti devam eden birkısım insanların, öğrencilerin,
gençlerin yeniden üniversiteye dönebilme haklarını veya mezuniyet imkânlarını
kazanma hakkı getiriyor.
Değerli arkadaşlar, Anayasanın 42 nci maddesi hepinizin
malumudur. Madde 42'de "Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun
bırakılamaz" deniyor ve devamında "Devlet, maddî imkânlardan yoksun
başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve
başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel
eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.
Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim,
araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne
suretle olursa olsun, engellenemez" deniyor.
Eğitim ve öğretimle alakalı faaliyetlerin dışında,
eğer, birkısım eğitim müesseseleri, üniversiteler, devletin bugün en büyük
eğitim kurumu diye kabul edilen Yüksek Öğretim Kurumu -kısa adıyla YÖK diye
bilinen bu kuruluş- ideolojik birkısım yaklaşım ve dayatmalar içerisinde
bulunursa, o takdirde, eğitim, bilimsellikten çıkar ve ideolojik amaçlara
hizmet eden bir müessese haline dönüştürülmüş olur, ideolojik insanların
yetiştirilmesine vesile olur.
Değerli arkadaşlar, Yüksek Öğretim Kurumu, maalesef,
bugüne kadar, arzu edilen tarzda, gençliğin yetişmesiyle ilgilenmekten,
öğrencilerin kendi sorunlarını yakinen takip etmekten, öğretim üyelerinin
yetişmelerine katkı sağlayacak araştırma imkânlarını temin etmekten ziyade,
özellikle, son senelerde, Türkiye'de, konjonktürden en çok etkilenen müessese
olmuştur.
Değerli arkadaşlar, şunu açıkça kabul etmek zorundayız:
Türkiye'de değil, dünyada konjonktürün etkilemeyeceği tek müessese varsa, o da
akademik araştırma yapan müesseseler; yani, üniversitelerdir. İfade edilir ki,
Rusya'da, Bolşevik ihtilali esnasında, sokaklardaki birkısım arbede ve
oluşumlar karşısında, Pavlov'un
asistanlığını yapan bir araştırma görevlisi, hocasının dersine bir
miktar geç gelir ve hocası niçin geç geldiğini sorduğunda, sokaktaki arbededen,
ona takılan ilgisinden dolayı geciktiğini söyleyen asistanına, Pavlov "bir
bilim adamını, devrimler dahil, hiçbir olay akademik çalışmalarından
alıkoymamalı, ilmî çalışmalarına sarf etmesi gereken mesaisinden
engellememelidir" derken, Türkiye'de, eğer hava puslu olur, toplumda ufak
bir nezle hissedilirse, mutlaka YÖK grip olmuştur, hatta, yatağa düşmüştür.
Şimdi, burada, dikkat edilmesi gereken husus şudur:
Değerli arkadaşlar, bakınız, YÖK Yasası çıktıktan ve uygulamaya konulduktan
sonra, yanılmıyorsam bu 9 uncu af yasasıdır; yani, bir memlekette, düşünebiliyor
musunuz, adına af dediğimiz, esasen, benim ısrarla söylediğim hak yasası olan
bu yasayı -tabiî, geçmişte, bir de, büyük bir nakisa olarak, demin de ifade
edildi- birkısım suçlara iştirak etmiş suçluların affedileceği bir yasanın
içerisine koymak kadar, pedagojik, ciddî bir yanlış da düşünülemezdi.
Düşünün ki, üniversitedeki hocaya hak vereceğiz,
üniversitedeki mağdur edilen veya mağdur olan öğrenciye hak vereceğiz; yirmi
yılla yargılanan katille, aynı yasanın kapsamı içerisinde onu çıkarmış olacağız...
Nihayet, bereket ki, Çankaya, yasayı geri göndererek, hiç olmazsa
çocuklarımızı, pedagojik olarak telafi edilmesi mümkün olmayan yanlıştan,
netice itibariyle kurtarmıştır. Gerçi gecikmeye vesile olunmuştur; ama, en
azından, böyle bir pedagojik yanlış da, zihinsel bir yanlış da düzeltilmiş
oldu.
Değerli arkadaşlar, bir konuda, eğer 9 defa af yasası
geliyorsa, bunun anlamı şudur: Artık, burada, düzeltilmesi gereken, yapılması
gereken, mükerreren buraya af yasalarını getirmek değil, hastalığın kökenini
tespit ederek, o kökteki sıkıntıyı gidermek ve telafi etmektir.
Bugünlerde, Meclis araştırması komisyonlarımızdan,
değerli ilim adamı arkadaşlarımızın içerisinde bulunduğu bir komisyon da
YÖK'teki olayları araştırmış, ciddî raporlar Yüce Meclisin Başkanlığına takdim
edilmiştir. Hakikaten, şu anda dahi af yasası kapsamı içerisinde
-yanılmıyorsam- sunulan raporun maddelerinden birisi olarak da özellikle
yardımcı doçent ve doçent arkadaşlarımızın ve doktor arkadaşlarımızın, KPDS
imtihanlarında uğradıkları mağduriyete mütedair olmak üzere, YÖK'ün, bizzat
kendi uygulamalarındaki yanlışlık ve çarpıklıkların belgeleri ve delilleri var;
bir tarafta, 43 puanla yabancı dilden geçirilmiş, hak verilmiş araştırma
görevlileri, öbür tarafta, 70 puandan az aldı diye, oniki yıla varan, yardımcı
doçentlikte bekletme olayları!.. Geçenlerde, -eğer basına yansıyan bu bilgiler
yanlış değilse- bizim, Millî Eğitim Komisyonu olarak, KPDS imtihanlarında
puanın 70'ten aşağıya düşürülmesi istikametindeki çalışmalarımızı duyan işgüzar
bir YÖK yetkilisinin "onlar isterse puanı 30'a indirsinler, biz yine
soruları ona göre sorar, almayacağımız insanları almayız" anlamında bir
açıklaması olduğunu ve bunun da tekzip edilmediğini üzülerek gördük. Böyle bir
yanlış beyan varsa, basını düzeltmiş olmalarını da temenni ediyoruz.
Değerli arkadaşlar, bugün, inşallah biraz sonra çıkacak
ve birkısım değişiklik önergeleri Yüce Meclisin tasvibinden de geçerse, daha
çok öğrenciyi ve akademisyen, araştırmacı genç arkadaşlarımızı mennun edecek bu
çalışmanın, bu af veya hak yasasının acilen çıkması elbette en büyük
temennimizdir ve bu konuda, bugüne kadar grupların yapmış olduğu çalışmayı
takdir etmemek mümkün değildir.
Bütün bu olaylar şunu gösteriyor: Bu çalışmalar
yapılırken dahi meseleye konjonktürel bakan, sorunun çözüleceği mahal
Parlamento olmasına rağmen konjonktürel bakan ve hâlâ, toplumdaki şartlardan
etkilenerek, meseleyi bu yaklaşım içerisinde değerlendiren partilerimizin ve
birkısım üye arkadaşlarımızın bulunduğunu da, burada, üzülerek ifade etmek
zorundayım. Tekrar ediyorum, en büyük sıkıntı, bu yasa çıktıktan sonra, hele
YÖK'le ilgili önemli bir rapor, değerli araştırmacı arkadaşlarımız vesilesiyle
Yüce Parlamentoya sunulduktan sonra, Anayasadaki temel dayanağındaki değişiklik
başta olmak üzere, YÖK Yasasının, öğrencileri sürekli suçlu hale getiren,
kusurlu hale getiren, öğretim üyelerini araştırma yapmaktan engelleyici bir
noktaya getiren, sadece yabancı dile, hem de esasen kendi bilim adamlarına
değil, ilgili birçok arkadaşın ifade ettikleri gibi, alakası olmayan sahalarda
muhatap oldukları sorularla, bir türlü, yıllardır KPDS imtihanlarından
geçemeyen arkadaşlarımızın da önünün açılmasına vesile olacak ciddî bir YÖK
Yasasının yeniden tanzim edilmesi, bu Meclisin en önemli sorumluluklarından
olması gerekir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, elbette, biz, YÖK'ün uygulamalarını
burada genel anlamda masaya yatıracak değiliz. Türkiye'de, konu, sadece YÖK
konusu da değildir. Türkiye'de, esasen, eğitimle alakalı, hükümetlerimizin,
devletimizin ciddî bir eğitim politikası olduğunu söylemek fevkalade zordur.
Bakın, hükümetimizi temsilen, şu anda, Değerli Millî Eğitim Bakanımız, Komisyon
yetkilileriyle beraber bulunmaktalar. Sayın Millî Eğitim Bakanımız, geçtiğimiz
hafta içerisinde, bir vesileyle bize bir rapor takdim ettiler; yani, özellikle
son üniversite imtihanlarına girişle alakalı, puanlarla alakalı yaşanan
sıkıntıyı ifade etme anlamında. Muhtemeldir ki, hazırladıkları raporu,
kendilerinin bize Bakanlık raporu olarak sundukları –zannediyorum, bütün
milletvekili arkadaşlarımıza da takdim edildi– Bakanlığın raporu ile geçen
hafta kendilerinin bize sunmuş oldukları 7-8 sayfalık raporun birkısım
maddeleri itibariyle, ciddî tezatların olduğunu maalesef görmüş bulunuyoruz.
Sebep şudur: Hakikaten, Millî Eğitimin verdiği raporlar daha sağlıklı
-muhtemelen, o raporu YÖK'ün ilgilileri hazırlamıştır- özellikle, meslekî
eğitim yapan okullarla ilgili verilen raporlar ise, Millî Eğitimin raporlarına
göre daha çok farklılık arz etmektedir. Burada, eğitimin, tek merkezde...
Elbette ki, YÖK ayrı bir kurumdur, Millî Eğitimin bakış açısında farklılık
olabilir. Millî Eğitim, devlet politikasını eğitimde mutlaka temsil edecektir,
etmelidir; ancak, esas üzüntümüzü mucip olan hadise, millî eğitimimiz
konusunda, adı millî olan iki bakanlıktan birisi olan Millî Eğitim
Bakanlığımızın, millîlik şuuruna uygun ve bir devlet politikası üretme
konusunda, devletin eğitim politikası üretmesi konusunda sağlıklı adımlar
atamamış olmasıdır. Son on yılı, hatta, isterseniz, rahmetli Özal'ın döneminden
berisini alınız, bakanlar politikasının çok açık şekilde millî eğitimde
uygulandığını görürsünüz. Ama, tabiî, bütün bu meselelerde, konulara ariz ve
amik muttali olmasında, elbette, yeterli olması söz konusu olmayabilir atanan
değerli bakanlarımızın; ama, üst düzey bürokratların, bu konuda, kendilerinin
çizdikleri veya kendilerine takdim edilen birkısım merkezlerden verilen
bilgiler doğrultusunda eğitimi yönlendirmiş olmasını da bir anlamda üzüntüyle
görmekteyiz. Bunların en önemlilerinden birisi de -az önce arz ettiğim gibi,
muhtemelen önümüzdeki günlerde Yüce Parlamentoya gelecek- üniversiteye
girişteki gayri adil uygulamanın giderilmesi konusunda her iki kurum
arasındaki, yani, YÖK bilgileri ile Millî Eğitimin sunduğu raporlar arasındaki
tezat ve farklılıktır.
Değerli arkadaşlar, tabiî, eğitim -az önce arz ettim-
ideolojik veyahut da gerçekten bilime dayalı bir amacı, maalesef, yeterince
taşıyamadığı içindir ki, sekiz yıllık eğitim yasasının uygulandığı günden
bugüne kadar, Sayın Bakanlarımızın hedeflediği amaçları da bir türlü tahakkuk
ettirememiştir. Bunu, hükümet üyelerinin, değerli bakanların... Özellikle, şu
anda bir önceki Bakanın yerinde oturan Sayın Bakanımız -ki, aynı partinin
üyesidirler- bir önceki Bakanın, bize, Yüce Mecliste, hem Genel Kurulda hem
yukarıda komisyondaki beyanatı şudur, ifade aynen şudur: "Birleşik sınıflı
okullarda okuyan yaklaşık 1 milyon öğrencinin sekiz yıllık sisteme nasıl
entegre edileceği sorusu akıllarınıza gelmiş olabilir. Bu okulların öğrenci ve
öğretmen durumlarını, sizlere dağıtmış olduğum belgelerde ortaya koyuyorum.
Sekiz yıllık sistem içinde bu okullarımızda okuyan öğrenciler iki yöntemle
sekiz yıllık sistemin içine çekileceklerdir; birinci yöntem, 'taşımalı
ilköğretim' diye tanımlanan uygulamalardır. Bu konuda bir fikir vermesi
bakımından belgeler sunuyorum. 2000 yılında, kesinlikle birleşik sınıf
uygulaması olmayacaktır."
Şimdi, Sayın Bakana soruyorum: Sekiz yıllık eğitim
hedeflerinde hazırladığınız bu kitapçıkta kaç bin tane birleşik sınıfınız
vardır? Oysaki, 2000 yılında -1997 yılında bu yasayı çıkarırken, evet, burada
binlerce birleşik sınıf, 60-70 öğrencinin bir sınıfta okuduğunu, Sayın
Bakanlığımız bize dürüst olarak burada ifade ediyorlar; doğrudur, vakıa budur
ama- bunlar gerçekleştirilecekti.
Yine, eğitime katkı payı adı altında toplanan
paralardan, maalesef ve maatteessüf, değerli arkadaşlar, hedeflenen
dersliklerin yapılması gerçekleşememiştir; yani -tek kelimeyle toparlıyorum bu
konuyu- sekiz yıllık kesintisiz eğitim, sadece konjonktür ürünü, hiçbir
altyapısı olmayan ve hedeflerini tutturamayan, tek kelimeyle, hükümetin bu
politikasının iflas beyannamesidir ve sadece, burada yapılan, meslekî eğitimin
baltalanmasıdır, çıraklık eğitiminin yok edilmesidir, ara elemanın yetişmesinin
önlenmesidir, daha açık -bunu her zaman bizden duyduğunuz için belki
garipsemeyeceksiniz; ama, vakıa olduğu için- söylüyorum, meslek eğitimi
içerisinde de -özellikle tırnak içinde söylüyorum- din eğitiminin baltalanması
hedeflenmiştir. Belki, bunda bir oranda muvaffak oldunuz; ama, neticede, öyle
bir yere gelindi çatıldı ki, artık, ülkenin büyük bir bölgesini satanizm
felaketi sarmaya başladı, değişik felaketler sarmaya başladı. Bu gerçekleri
görmezden gelmemiz de elbette mümkün değil.
Değerli arkadaşlar, bir değişik yaklaşımı ise
-inşallah, biraz sonra maddelere geçildiğinde, önergelerimizde, belki
arkadaşlarımızın destek vereceğini umuyorum - geçici 46 ncı maddenin birinci
fıkrasında, özellikle arkadaşlarımızın kanun ve mevzuat kavramına bu derece
kilitlenmiş olduğunu anlamak doğrusu mümkün değildir. Şimdi, değerli DSP'li
arkadaşlarımız dediler ki: "İlle de bu af yasası çıksın; ama,
üniversitelerdeki mevzuata da uysun." Değerli arkadaşlar, kanunları kim
yapar; bu Parlamento yapar. Mevzuatı; Sayın Kemal Alemdaroğlu yapar, Sayın Ömer
Şarlak yapar, Sayın Kemal Gürüz yapar veyahut da filan yüksekokulun müdürü
yapar! Allahaşkına, bu arkadaşların, bu ilgili zevatın çıkardıkları
mevzuatların, kanuna uygun değilse, bugüne kadar iptali niye tahakkuk etmedi?!
Kanun veya kanuna uygun mevzuat tabirini, sizin gücünüz, devletin size verdiği
egemenlik gücünün önüne geçirme hakkını, hangi güce veya hangi zorlamaya göre
direttiniz ve dayattınız?
Değerli arkadaşlar, DSP derken, muhtemeldir ki,
önergemize DSP'liler destek verecek; ama, belki, Halil Bey kardeşimiz
bilmiyorum ne diyecektir; fakat, ben şunu söyleyeyim: Özellikle istirhamımız
şudur: Değerli arkadaşlar, bu milletin, Yüce Milletin...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Uzunkaya, sadece 1 dakika süre
verebilirim. Mikrofonunuzu açıyorum, lütfen tamamlayın.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Değerli Başkan, tamamlıyorum.
Yüce Parlamentomuzun milletten aldığı yetkiyi, kusursuz
ve küsursuz kullanmak mecburiyeti vardır; evet. Dolayısıyla, diyoruz ki,
burada, mevzuat diye, her sabah okula girerken, bugün evden çıkarken şundan
rahatsız oldum, okulun önünde şöyle bir uygulama yapacağım diye her önüne
gelenin bir uygulama yapması, içtüzük yayımlaması da mevzuattır. Bir rektörün,
bir dekanın, hatta bir yüksekokul müdürünün yayımladığı içtüzük de mevzuattır.
Siz, kanunun önüne, hatta kanunla mevzuatı güçlendirir hale getirmek hakkına
sahip olmamalısınız. Esasen, millet, bu hakkı, bize, böyle kullanalım diye de
vermiş değildir.
Değerli arkadaşlar, inanıyorum ki, bunu
düzeltecekseniz. Diğer maddelerde de bazı değişiklik önergelerimizin olacağını
ifade ediyor; her halükârda bu yasanın bir an önce çıkması temennisiyle, tüm
taraflarının yasadan yeteri kadar yararlanması dileğimle, Aziz Parlamentomuza
ve Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uzunkaya.
Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili
Sayın Ahat Andican; buyurun efendim.
ANAP GRUBU ADINA A. AHAT ANDİCAN (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 20 000 kadar öğrenci, doktora ve yüksek lisans
öğrencisi ile yardımcı doçenti ilgilendiren bir yasa teklifini burada
görüşüyoruz. Daha önceki arkadaşlarımın da vurguladığı gibi, bu konu, daha
önce, genel af yasasının içerisine derc edilmişti; ama, veto olayından sonra,
yeniden bir yasa teklifi olarak komisyonda değerlendirildi ve bugün gündemimize
gelmiş durumda.
Öğrenci affı veya öğrenci afları, Türkiye'nin gündemine
1983'ten sonra gelip yerleşmiş. 1983'ten bu yana tam 9 yasal girişim, yasal
uygulama söz konusu. Parlamento 9 kez ve her birbuçuk iki yılda bir böyle bir
yasal düzenleme yapma gereğini duymuş.
Tabiî, 1983'te ilk yasa çıkarıldığı zaman, bunun
gerekçesi çok makul, çok doğru bir gerekçeydi. 1970-1980 arası, hepimizin
yaşamaktan bugün üzüntü duyduğumuz, Türkiye açısından kayıp yıllar
diyebileceğimiz bir dönemdi. İdeolojik kamplaşmaya dayalı bir çatışma
ortamında, sadece o çatışmaya katılan taraflar değil, o çatışmanın dışındaki
birçok öğrenci de, maalesef, eğitimlerini sürdürme imkânını bulamadılar ve
1983'te, o dönemin Parlamentosu, doğal bir sonuç olarak, bu insanlara yeniden
eğitimlerini sürdürebilme imkânını sağlamak için bir yasal düzenleme yapmış.
Benden önceki konuşmacı arkadaşım da söyledi; bugün 9
uncusunu görüşüyoruz ve zannediyorum, dünyada, eğitimi, yasal düzenlemelerle,
bu kadar sık, Parlamentonun girişimleriyle düzenleyen, başarıyı, bir anlamda,
parlamentodan geçen yasalarla düzenleyen başka bir ülke olmasa gerektir.
Şimdi, 1970-1980 nedeniyle, 1983'te haklı olarak ortaya
konulan bu yasa ve bu gerekçe, maalesef, daha sonra toplum olarak her şeyi
yozlaştırma alışkanlığımızın bir boyutu olarak, Parlamento açısından bir
"popülizm" anlayışı içerisinde, öğrenciler açısından da "canım,
nasıl olsa bir kez daha çıkarılır" anlayışı içerisinde, bu olay, her bir
yılda, birbuçuk yılda bir tekrarlanagelmiş.
Konuyla ilgili olmayan arkadaşlarımın hafızalarını
tazelemek bakımından söylüyorum: 1983, 1984, 1986, 1988, 1991 yıllarında arka
arkaya yasalar çıkarılmış. Sonunda, o dönemde, Parlamentoda bazı arkadaşlar
demişler ki: "Bu yasayı devamlı çıkarmaktansa, öyle maddeler koyalım ki,
böyle bir yasal düzenlemeye gerek kalmasın" ve o dönemde, 1993'teki 3908
sayılı Yasayla, devamlı hale getirilen bazı maddeler konulmuş; 3 dersten
sınırsız sınav hakkı gibi, 2 dersten, not yükseltebilmek için, yine, sınırsız
sınava girmek gibi, öğrenciler için ciddî avantajlar sağlanmıştır. Buna rağmen,
bunda da başarılı olunamamış -bu enterasan bir şeydir; yine, başarılı
olunamamış- ve 1992'de bu yasa çıkarıldıktan sonra da, 1993, 1995, 1997'de yasa
çıkarılmış ve 2000'de, şu anda, biz, bir yeni yasal düzenlemeyi burada
tartışıyoruz.
Merak ediyorsunuz tabiî, ben de merak ettim, aftan
yararlanan insanlar, daha sonra döndüklerinde üniversitede nasıl katılımda bulunabiliyorlar
diye ve bunu da, yasaları çıkaran Parlamento incelemek zorunda diye
düşünüyorum. Bunların rakamlarını aldık. 1991'e kadar çeşitli nedenlerle
ilişkisi kesilen 185 000 insanın ancak, 64 500 kişisi dönmüş ve bunların da 40
207'si yeniden üniversiteden ayrılmış. Altını çiziyorum arkadaşlar, bu önemli
bir şey. Buradan bir noktaya varmak istiyorum: İlişkisi kesilen 185 000
öğrenciden, 64 500'ü dönmüş ve bunun da 40 207'si eğitimlerini yine
tamamlayamamış, yeniden ayrılmışlar ve bugün, belki bu yasalardan yararlanarak,
hâlâ sınavlara girmeye devam ediyorlar. 1992'den sonraki rakamları veremiyorum;
çünkü, bununla ilgili böyle bir dokümantasyon yok; ama, oranı bütünün içinde
aldığınız zaman, çok düşük bir oran olduğunu görüyorsunuz. Bunun bilinmesinde,
parlamento açısından yarar var.
Tabiî, burada temel açmazımız o değil. Bana göre
"nasıl olsa iki senede bir bu yasa çıkacak" anlayışı içerisinde
öğrencileri bir rahata sürüklemek gibi bir dezavantajı da yaşıyoruz. O dönemde
-gerçekten çalışarak, okuduğu o okulun gereklerini yerine getiren insanlar bir
tarafta, bunda başarılı olamayan arkadaşlara imkân sağlıyoruz. Bir taraftan
baktığımız zaman, sayıları 15 000-20 000'de olsa bu öğrencilere yeniden
başarılı olma imkânı sağlanmıştır; bu, bir kazançtır diye bakabilirsiniz; bir
taraftan baktığınız zaman da -farklı bir boyutta da bakmak lazım diye
düşünüyorum- böylesi bir alışkanlığın Parlamento düzeneği, Parlamento
sistematiği içerisine yerleştirilmesinin, uzun vadede kaliteyi yakalamak
bakımından ciddî bir tahribat yarattığı inancındayım.
Burada, bu meseleyi, açık ve dürüst olarak ortaya
koymamız lazım; çünkü, yasayı çıkardığımız zaman, bu popülist anlayış, tabiî
ki, bu konuya gerekçe olan ya da bu konunun hedefi olan insanlardan alkış
almamızı sağlıyor ve belki, siyasî partilerimizin tümü, bu konuda teklif
verirken belli oranlarda oy almayı da düşünüyor; ama, bir anlamda, yüksek
tahsil sürecini de, kalite standardı açısından da tahrip eden bir anlayış
olduğunu açıkça söylemek lazım. Bunu da gözardı etmememiz lazım.
Bütün bunları söylerken, ben, bu yasa teklifinin
altkomisyon üyesiydim ve bu yasa teklifinin altında imzam var; çünkü, artık
dönülemez bir noktaya gelmiş, veto nedeniyle geri dönmüş, dolayısıyla,
beklentiler yaratılmış, bunun çıkarılması lazım; ama, bu, Parlamentonun doğru
yaptığını göstermiyor; bu, benim inancım.
Tabiî, bunun birçok nedeni var; ama, önemli bir nedeni
de şu: Parlamento, bu tip bir af anlayışının temeline birçok gerekçeyi koyuyor.
Biraz önce burada konuşan arkadaşım da söyledi; bazı nedenlerle, hukukî
nedenlerle, işte, türban gibi, başörtüsü gibi nedenlerle ayrılan insanlar var
ve bu insanların da bu sistematik içerisinde yer alabilmesi için bütünü
kavramak lazım. Açık açık bunlar ifade edilmeksizin, bütünü kavranarak getiriliyor
ve böylece, bir anlamda, işte, kaç kişi olduğunu bilmediğim bir grup ya da
benzeri gruplar için, başarısızlığa da, Parlamento ödün veriyor, prim veriyor.
İşin doğrusu, gerçeği bu. Parlamento bu konuda kendisiyle yüzleşemiyor; problem
burada.
Biraz önce, arkadaşım bazı şeyleri söyledi; ama, izin
verirseniz, ben, hemen bir şeyi vurgulamak istiyorum. İnsanlar neden ayrılıyor,
bunu da tanımlamamız lazım. Başarısızlık oranı yüzde 62, 1992'den sonra. Yüzde
62, büyük bir rakam yani, mesela, yalnızca, disiplin cezaları 41, kendi
isteğiyle ayrılma 3 800, devamsızlık 7 200; yani, 42 000 kişinin oluşumu böyle.
Şimdi, bu tanımlamadan sonra, yasa teklifine dönmek
istiyorum izin verirseniz. Üç temel boyutu var: Öğrencilerle ilgili...
Öğrencilerle ilgili görüşümü söyledim ve bir dileğimi burada vurgulamak
istiyorum; o da şudur: Şu ya da bu gerekçeyle, inşallah, 2002 yılında bu
Parlamento, eğer devam ederse bizler, değilse yeni Parlamento, yine seçimden
sonra gelen fakslar nedeniyle, bir anlamda af lobisinin etkisi altında kalarak,
yeni bir yasayı bu Parlamentonun önünde tartışmaz diyorum; ama, biliyorum ki,
tartışacak; biliyorum ki, yine onaylayacak; biliyorum ki, bütün partiler bunun
için teklif verecekler; bunu da biliyorum...
Gülhane Askerî Tıp Akademisi öğrencileriyle ilgili
disiplin suçları... Benden önce konuşan Mehmet Sağlam arkadaşımız bu konuyla
ilgili geniş açıklama yaptı, üzerinde durmayacağım; ama, bu yasa teklifiyle,
öğrencilerin disiplin suçları affediliyor, süresi dolanlara iki yıl eksüre
veriliyor ve 1983'ten bu yana başarısız olan tüm öğrencilere yine sınav hakkı
veriliyor.
Burada, benim ilgimi çeken bir şey daha var; Gülhane
Askerî Tıp Akademisinde okurken ilişikleri kesilenlerin, otomatik olarak sivil
tıp fakültelerine yerleştirilmeleri... Bunu anlamakta ciddî zorluk çektiğimi
söylemeliyim ve bunu Millî Eğitim Komisyonunda da vurguladım. Yani, buradan
şöyle bir sonuç çıkıyor: Askerî okulda standardı tutturamayan öğrenci, sivil
okullara otomatik olarak yerleştirilir, okur. Böyle bir anlayışa, bir öğretim
üyesi olarak sıcak bakamayacağımı, doğru bulmadığımı söylemek isterim. Yani,
Gülhane Askerî Tıp Akademisine girecek olan öğrenci, oranın koşullarını
bilmektedir, hangi şartlarda, ne olacağını bilmektedir, ona göre girmektedir; o
koşullarda başarısız oluyorsa, onu sivil tıp fakültelerine yerleştirme
sürecini, bir milletvekili olarak, bir öğretim üyesi olarak doğru bulmadığımı
söylemek istiyorum.
Lisansüstü öğrencilerle ilgili; doktora yeterlilik
için, gerekli süre içerisinde, özellikle yurt dışında doktorasını
tamamlayamadığı için buraya çağrılan ve bu nedenle üniversitelerden ya da
doktorasından ayrılmak zorunda kalan öğrencilerle ilgili bir düzenleme de var.
Bunun da yararlı olduğunu düşünüyorum ve YÖK'ün göstereceği bir üniversitede
dönemlerini tamamlayacaklar; böylece, zannediyorum, daha önce sürdürdükleri
emek boşa gitmemiş olacak. Bir anlamda, doktoralı insan sayısının, toplumsal
eğitimde, bir bilim toplumu olma yolunda çok önemli olduğunu da hatırlayarak,
onu da hatırlatarak, bunun, gerçekten, bu yasal düzenleme içerisinde çok
yararlı noktalardan biri olduğunu vurgulamak istiyorum.
Bir diğer olay ise, bir diğer grup ise, yardımcı
doçentlerle ilgili boyutudur. 1983 yılında, o dönemde çıkarılan YÖK Yasası,
sanıyorum, o dönemin ihtilal hükümeti karşısında, başarıyı yüksek oluşturmak
için -neredeyse, üniversitelere not yükseltme direktifleri verdikleri gibi-
yardımcı doçentlik müessesesini de oluşturdular. Dünyada, yardımcı doçentlik
diye bir müessese yok, böyle bir uygulama da yok, böyle bir yapı da yok
aslında; ama, öğretim üyesi sayısını artırabilmek bakımından böyle bir kuruluş
oluşturuldu ve aradan geçen yıllar boyunca da, bu kurum, bir anlamda, yardımcı
doçentlik kurumu müesseseleşti. Bugün, 9 000 civarında yardımcı doçentimiz var
ve doğal olarak, üniversitelerimizin çok önemli fonksiyon gören ve vazgeçilmez
unsurlarından biri haline dönüştü. Bu arkadaşlarımızın ciddî sorunları vardı,
gerçekten ciddî sorunları vardı. Alt komisyonda üye olan arkadaşlarımızla, bu
konuyu enine boyuna tartıştık ve sorunlarını çözebilme noktasında da gerçekten
doğru kararlar aldığımıza inanıyorum.
Değerli arkadaşlarım, temel sorun, üç kere, üç yıl
sürelerinin uzatılmasıydı, temel sorunları buydu, daha sonra bunu, YÖK, dört
kez, üç yıla çıkarmıştı; ama, oniki yıl sonra, doçent olamayan bir yardımcı
doçent, araştırma görevlisi değil; ama, öğretim görevlisi konumuna geliyordu.
Üniversitelerdeki maaş durumunu falan biliyorsunuz.
Üniversitelerde birçok öğretim üyesi, onun parası vesairesi için değil, sosyal
statüsü için bir anlamda ve bilim sevgisi nedeniyle üniversitede görev yapar.
Siz, bir insanı yardımcı doçentlik kurumundan alıp, görevli haline
getirirseniz, kendi sosyal statüsü açısından, öğrencilerinin karşısında ciddî
bir kayba uğrayacaktır. Bunun doğru olmadığına, baştan beri, şahsen ben de
inanmaktaydım, arkadaşlarımın da onayıyla, sonuçta, bu, sonsuz hale
getirilmiştir. Bundan sonra, bir yardımcı doçent, doçent olmamışsa, yardımcı
doçentlikten emekli olabilecektir. Bu yasal düzenlemeyle, böylece, yardımcı
doçent olarak üniversiteye hizmeti sürdürecektir; doçent olduğu takdirde zaten
sorunu yoktur. Bu arkadaşlarımızın, böylece, önlerindeki temel sorunlardan biri
bu yasal düzenlemeyle çözümlenmiştir.
Aslında, bir sorunu daha çözümlemek istedik; fakat,
bunu gerçekleştirme imkânını bulamadık; çünkü, bunun bir kadro meselesi olduğu
şeklinde bize bir bilgi geldi. O da şudur: Maalesef, 1983'te çıkarılan 2547
sayılı Yasa, bir anlamda, doçentleri 3 üncü dereceden aşağıya, yardımcı
doçentleri 4 üncü dereceden aşağıya indirmemek gibi bir garabetle çıkmıştır ve
profesörler 1 inci derecede olmaktadır. Bu, belki üniversite mantığı içerisinde
doğrudur; ama -yanlış anlaşılmasın- bir ilkokulda bile... Eğitim görevi yapan
ilkokul öğretmeni arkadaşlarımın da, bu ülkenin yapıtaşları, onun harcını
oluşturan, özellikle eğitim dünyamıza büyük katkıları olan bu insanların 1 inci
dereceye çıkmaları, eğitimle ilgili her yerde görev alan öğretmenlerin 1 inci
dereceye çıkma hakları varken, üniversitelerde görev yapan, yardımcı
doçentlerin 4 üncü derecede, doçentlerin 3 üncü derecede kalıyor olması,
doğrusu bir garabettir. Halen bu devam etmektedir, bunun en kısa zamanda
düzeltilme gereği vardır. Bunu, maalesef, biz bu af teklifi içerisinde
gerçekleştiremedik; çünkü, Maliye Bakanlığı vesaire gibi kuruluşların da onayı
gerekiyordu, Plan ve Bütçe Komisyonundan geçmesi gerekiyordu. Dolayısıyla,
bunun önümüzdeki dönemde düzeltilmesi konusunda çabalarımızı sürdüreceğiz.
Bir başka konu da, bunların yabancı dil sorunlarıydı.
Yabancı dil konusunda, biliyorsunuz, öğretim üyesi olacak olan bir insanın
yabancı dili olmalı, bu yabancı dilin derecesi şöyle ya da böyle olabilir; ama,
burada, şikâyet konusu olan derece 65'e çekilmiştir. Bunu da olumlu bir
gelişmedir diye kabul etmemiz lazım.
Burada daha önemli bir şeyin altını çizmek istiyorum, o
da, Yüksek Öğretim Kuruluna düşen görevdir. Yüksek Öğretim Kurulu, daha önce
çıkardığı bir yönetmelik gereği, doktora öğrencilerine yurtdışında ve
yurtiçinde yabancı dil eğitim verme noktasında bir çaba içerisindedir. Bu,
doğrudur, yapılmalıdır; ama, asıl yapılması gereken şey, üniversitede yardımcı
doçent olduğu andan itibaren, bir akademisyenin yabancı dil sorununun, YÖK'ün
yapacağı düzenlemeyle çözümlenme zorunluluğudur. Bu da, bir yıl, kendisini,
ücretli, maaşlı izinli olarak kabul etmek ve onu bir yıl, yurtiçinde veya
yurtdışında eğittikten sonra, ondan yabancı dili istemek gibi bir avantajı ve
imkânı, yardımcı doçentin önüne getirmelidir. Çünkü, yardımcı doçent olan
insan, yarın doçent, öbür gün profesör olacaktır, bu ülkeye, bu ülkenin
geleceğini oluşturacak olan bilim kadrolarını yetiştirecektir, gençleri
yetiştirecektir. Dolayısıyla, doktora öğrencilerinden önce, yardımcı doçent
boyutunda bu işin gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum; bunun yapılması lazım. Bu gerçekleştirildiği
takdirde, öğretim üyelerinin, özellikle yardımcı doçentlerin temel
sorunlarından biri olan yabancı dil meselesi de otomatik olarak çözümlenmiş
olacaktır ve yabancı dille donanmış olarak akademik kariyerini sürdüren öğretim
üyesi de, hiçbir komplekse kapılmadan, hem Türkiye'de hem uluslararası arenada,
hem kendi bilim dalını hem Türkiye'yi rahatça temsil edebilecektir ve bu, çok
önemli bir sürece katkıda bulunacaktır diye düşünüyorum.
Tabiî, burada bunlar söylenir söylenmez, insan, üniversitelerde,
özellikle, üniversite öğretim üyelerinin başka bir iş yapma imkânına sahip
olmayan... Yani, bugün, ülkemizde, birçok öğretim elemanı ikinci bir iş yapmak
zorunda kalmıştır. Bunu, daha önce, birçok arkadaşımız, bu kürsülerden
defalarca dile getirdi. Ama, üniversite öğretim üyeleri, özellikle sosyal
branşlarda, bu şansı çok kolay bulamazlar. Dolayısıyla, bu insanların,
maaşlarını da, burada, bir kez daha Meclisin gündemine getirmek gerekli ve
yararlı diye düşünüyorum.
Benim üniversitede olduğum yıllarda, hatırladığım
kadarıyla, bir profesörün maaşı, bilemiyorum nedendir; ama, bir kıdemli albaya
endekslenmiş idi; yani, bir kıdemli albay sonuçta ne alıyorsa, profesör de o
maaşı alırdı. Bugün geldiğimiz noktada, bir üniversite profesörü, sanıyorum,
bir üstteğmen, ya da yüzbaşı düzeyinde bir maaş almaktadır. Yanlış
anlaşılmasın, burada verdiğim örneklerde, bir albayın, ya da bir binbaşının
maaşının çok olduğunu söylemek istemiyorum; ama, o standardın korunması,
böylece, üniversite öğretim üyelerinin hayat standartlarının yükseltilmesi
gerektiğini söylüyorum ve Türkiye'de 22 000 civarında olan bu insanları, bu
noktada, geçim kaygılarından ne kadar uzaklaştırabilirsek, onların, o kadar
iyi, o kadar rahat hizmet verebileceğini ve onların hizmetlerinin de
Türkiye'nin geleceğini oluşturacağını unutmamamız lazım diye düşünüyorum.
Tabiî, Parlamento olarak, bu yasal düzenlemeleri yaparken, bu konuda da,
özellikle ilgili bakanlıktaki arkadaşlarımızın ciddî bir düzenleme sürecine
geçmeleri, girmeleri gerektiğini söylemek istiyorum
Değerli arkadaşlarım, sözlerimin sonunda, bir kez daha,
2001-2002 yılında, bir "af yasası" adı altında, burada, yeniden,
hepimizin alkışlarıyla ve affedilen öğrencilerin de, ailelerinin de
alkışlayacağı; ama, uzun vadede eğitimin kalitesi açısından ciddî sorunlar
yaratacak bir süreci yaşamamayı ümit ediyorum. Parlamentonun bu konuda
kendisiyle yüzleşmesi gerektiğini söylüyorum. Tabiî ki, bu yasa artık, çıkacak;
dediğim gerekçelerle de altına imza koydum ve parti olarak da bunu destekliyoruz;
zaten, tüm partiler zaten destekliyor.
Yasanın hayırlı uğurlu olmasını diliyorum; hepinize
saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Andican.
Değerli milletvekilleri, saat 20.00'de toplanmak üzere
birleşime ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 18.46
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 20.00
BAŞKAN : Başkanvekili Nejat ARSEVEN
KÂTİP ÜYELER : Mehmet ELKATMIŞ
(Nevşehir), Melda BAYER (Ankara)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri; 114 üncü Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.
Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz.
V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
5. – Ankara Milletvekili Şevket Bülent
Yahnici’nin, Çorum Milletvekili Melek Denli Karaca’nın, Yozgat Milletvekili
Mehmet Çiçek ve 4 Arkadaşının, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri
Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve Konya Milletvekili Ömer İzgi’nin, Denizli
Milletvekili Beyhan Aslan ve 3 Arkadaşının, 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununa
Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/435, 2/440, 2/460, 2/462, 2/465) (S. Sayısı
: 434) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon?.. Hazır.
Hükümet?.. Hazır.
Görüşmekte olduğumuz 434 sıra sayılı kanun teklifinin tümü üzerindeki
görüşmelerde, söz sırası, MHP Grubu adına, Çankırı Milletvekili İrfan Keleş'e
aittir.
Buyurun Sayın Keleş. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakikadır efendim.
MHP GRUBU ADINA İRFAN KELEŞ (Çankırı) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, televizyonları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarım;
2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun
Teklifi, bir diğer ifadeyle öğrencilerimize yeni bir imtihan hakkı verilmesiyle
ilgili kanun teklifi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 21 inci Yüzyıla girdiğimiz şu
günlerde, asrın belirgin özellikleri göz önünde bulundurularak, bu asırla ilgili
çeşitli sıfatlar kullanılmaktadır. Çoğu düşünürün birleştiği bir görüşe göre,
21 inci Yüzyıl bilgi çağı olacaktır. Gerçekten, bu asrımız, tam anlamıyla, bir
bilgi asrıdır. Milletler, günümüzde, ilim ve teknikte kıyasıya yarış
halindedir. İnsanlık, artık, birtakım dogmatik fikir kalıplarını aşmış, ilim ve
teknolojide bir yarışın içerisine girmiş bulunuyor. Böyle bir çağda yaşayan
milletimiz de, kendisini, bilgi çağına göre, bu çağın icaplarına, şartlarına ve
ihtiyaçlarına göre hazırlamak zorundadır.
Bütün sosyal, kültürel ve iktisadî meselelerimizi, Atatürk'ün ifade
ettiği gibi, ilmî rehber ederek çözmeye mecburuz. İşte bunun içindir ki, artık,
kısır çekişmeleri bir tarafa bırakıp, birbirimizi sevmeliyiz; artık, ilerici,
gerici, laik, antilaik, sağcı, solcu gibi toplumu germekten başka bir işe
yaramayan anlamsız tartışmalar 20 inci Yüzyılda kalmalı, bilgi çağında, aklın
ve ilmin aydınlık ışığında, aziz milletimizin meselelerini çözecek atılımlar
yapmalıyız.
Gelişmiş ülkeler, gelişmişliklerini, iyi yetiştirilmiş, birinci sınıf
aydın kadrosuna borçludur. Biz de, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak
istiyorsak, yarınımızın teminatı gençliğimizi kısır çekişmelerin içerisinden
çekip çıkarmak, ilmin ve aklın aydınlık ışığında, memleketini seven, milletinin
millî ve manevî değerlerine saygılı, çağı yakalamış bir şekilde yetiştirmek
zorundayız. Ancak o zaman, Türk Milleti, atinin medeniyet ufkundan yeni bir
güneş gibi doğabilir.
Peki, bunu kim yapacaktır, hangi teşkilat yapacaktır; elbette ki, bu
görev, Millî Eğitim Bakanlığınındır. Bunun içindir ki, bilgi çağına girdiğimiz
şu günlerde, milletimizin kalkınma hamlesini gerçekleştirmesi için ilk köklü
değişiklik millî eğitim sisteminde yapılmalıdır. Her yönüyle kokmuş, çürümüş,
laçkalaşmış ve çağın çok gerisinde kalmış bugünkü eğitim sistemi, temelinden,
yeniden ele alınmalı, milletimizin ihtiyaçlarına göre yeniden kurulmalıdır.
Milletimizin bütün fertleri, imkân ve kabiliyetlerine göre derece derece
işlenmeli, yetişmeli ve yerli yerine konulmalıdır. Kim, hangi sahada rehber
aydın olacaktır; kim, hangi sahada uzmanlaşacak, teknokrat olacak, ülkemizin
hangi meslek ve sahada, ne tip elemana ihtiyacı vardır; en kısa zamanda, en
fazla üretim sahasına nasıl varılacaktır; kısaca, Türk Milleti az gelişmişlik
zilletinden nasıl kurtulacaktır? Millî eğitim teşkilatımız, bu soruların
cevabını bulmak, buna göre çare aramak zorundadır. Ne yazık ki, bugün, Millî
Eğitim Bakanlığı, bu soruların cevabını aramak yerine, sanki, bir tayin ve
terfi bakanlığı haline gelmiştir.
Yeri gelmişken, son zamanlarda millî eğitim camiasında büyük
huzursuzluklara sebep olan Görevde Yükselme Yönetmeliğinden söz etmek
istiyorum. Yönetmelikler, kanunlar, insanların huzurunu, mutluluğunu,
gelişmesini temin etmek için hazırlanır. Oysaki, bu yönetmelikle, millî eğitim
camiasında huzur bozulmuş, birçok yönetici "acaba, 12 Eylül öncesinin
uygulamaları yeniden gündeme mi geliyor" düşüncesine dalmışlardır.
Bu yönetmeliğin uygulanmasının durdurulmasını Sayın Bakanımızdan
istirham ediyoruz. Yerine, eğitim camiasının sesine kulak veren, kimseyi
huzursuz etmeyecek, görevde liyakat, eşitlik ve verimliliği artıracak yeni bir
yönetmelik hazırlanmalıdır.
Hukukta hiçbir kanunun geriye doğru işlemesi mümkün değildir. Oysaki, bu
yönetmelik, geriye doğru on yılı içine almaktadır. Bu hukukdışı uygulamalardan
vazgeçmeli, eğer uygulanacaksa, yönetmeliğin yayım tarihinden itibaren
uygulanması yoluna gidilmelidir.
Son yıllarda binlerce gencimizi huzursuz eden bir diğer nokta da, meslek
lisesi mezunlarının üniversiteye girerken karşılaştıkları haksız tutumdur.
Binlerce endüstri meslek lisesi, ticaret lisesi, kız meslek lisesi, imam-hatip
lisesi mezunu üniversite imtihanlarında haksız bir rekabetle karşı karşıyadır.
Bu öğrencilerimizin kendi alanlarında tercihlerinde, diğer lise öğrencilerine
tanınan haklar, onlara da tanınmalı, Anayasamızın “eğitimde fırsat eşitliği”
ilkesine uyulmalıdır.
Eğitimin konusu ve üzerinde çalıştığı malzeme insan olduğuna göre, Türk
millî eğitimi de milletimizin hiçbir ferdini ziyan etmeden yetiştirmek
zorundadır. Vatanın sahibi hem de en kıymetli hazinesi olan Türk Milletinin her
ferdini hür, mutlu yaşatacak tedbirleri almak, eğitimin temel hedefi olmalıdır. Her genç okuldan,
Türk ve Müslüman olduğunun şuuruna varmış olarak çıkmalıdır; ancak, böylece,
Türk Milleti, halkı ve aydınıyla, dilde, imanda ve ülküde bir olan fertlerden
teşekkül edebilir. Esasen bir insan topluluğu, ancak bu manevî bağlar sayesinde
millet olabilir. Onun içindir ki, Yahya Kemal’in bir şiirinde ifade ettiği gibi
“Dili bir gönlü bir insan yığını; görüyor varlığının bir yerde toplandığını.”
Bütün okullarımızda tarih derslerinin müfredatı, bize göre, yeniden
gözden geçirilmeli, Türk tarihi, bilinen ilk devirlerinden itibaren günümüze
kadar kesintisiz ve bütün olarak ele alınmalıdır. Milletimizin kurmuş olduğu 16
büyük Türk Devleti ayrı ayrı değil, aynı milletin kurduğu devletler zincirinin
birer halkası olarak ele alınmalı, çocuklarımız bir Göktürk ve Karahanlı
Devletini, Roma yahut İran tarihini okuyormuş gibi değil, kendi tarihini
okuduğunun şuuruna varmalıdır. Hele, Selçuklu ve Osmanlı Devleti ile
cumhuriyetimiz arasındaki kopukluk, mutlaka giderilmelidir. Cumhuriyetten
önceki tarihimize de sahip çıkmalıyız. Türk çocukları, manevî ve dinî terbiyeyi
mutlaka okullarda almalıdır. Yüce Dinimizin esasları doğru bir şekilde
öğretilmelidir. Böylece, dinimize sonradan karışmış hurafe ve batıl inançların
İslamla bir ilgisinin olmadığı, gençliğimize anlatılmalıdır.
İslamiyetin, çağın icaplarına uymaya asla engel olmadığı, çalışmayı,
araştırmayı, temizliği, iyi ahlakı, adaleti, vatanseverliği ve sosyal
yardımlaşmayı, kısacası, ilmi emrettiği öğretilmelidir. Böylece, hem aydınlar
milletimizin dinî inancına saygılı olacak hem de din istismarı
önlenebilecektir.
Gençlerimiz, tarihimiz boyunca milletimize hizmet eden Türk büyüklerini
tanıyıp, kendine örnek almalıdırlar. Bilge Kaan'dan Alparslan'a, Osman Gazi'den
Fatih'e, Yavuz'a, Kanuni'den Atatürk'e kadar her Türk büyüğünün, çocuklarımızın
gönlünde yeri olmalıdır. Türk çocuğu, tarihinin her devrinde yetişmiş
kahramanlarına sahip çıkmalı, hepsiyle övünecek şekilde yetiştirilmelidir.
Kısacası, millî eğitimimiz, baştan sona ele alınıp, Türk Milletinin millî ve
manevî değerlerine, Atatürk ilke ve inkılaplarına, çağdaş ilme uygun bir şekilde,
yeniden ele alınıp değerlendirilmelidir. Bu konudaki her olumlu adım,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunca sonuna kadar desteklenecektir.
Sayın milletvekilleri, üzülerek ifade etmeliyim ki, millî eğitimin
yetersizliği, bütün meselelerin millî eğitimde düğümlendiği, çözüme oradan
başlamak gerektiği konusunda aydınlarımız arasında yaygın bir kanaat vardır. Bu
yüzden, çoğu aydın, bir millî eğitim reformunun zaruretine inanmaktadır; fakat,
ne yazıktır ki, hastalığın teşhisinde bir mutabakat sağlanamamış, her gelen
siyasî iktidar, bakan, kendi anlayışına göre bir eğitim reformu gündeme
getirmiştir. Oysa ki, hastalığı önce teşhis etmeliyiz.
Millî Eğitimin görevlerini şu 4 noktada toplayabiliriz:
1- Yeni nesilleri okutup yetiştirmek.
2- Halkın bilgi seviyesini yükseltmek.
3- Türk Milletinin çağdaş medeniyete ayak uydurması için gereken ilim ve
bilim hayatını kurmak ve teknik gelişmeyi sağlamak.
4- Türk kültürünü korumak, yaşatmak, geliştirmek.
Maalesef, Millî Eğitim Bakanlığı, bu hizmetlerin hiçbirini bugüne kadar
layıkıyla yapmamış, imkân nispetinde bile yerine getirememiştir; Türkiye'yi
çağdaş medeniyet seviyesine çıkaracak ilim ve teknik hayatını asrın icaplarına
göre kuramamıştır.
Bu memlekette, ilmin ve tekniğin temeli, akademik hayat ve yüksek kademe
kuruluşlarıdır. Üniversitelerimiz, yeni bir denemenin, yeni bir oluşumun
eşiğindedir. Türkiye, geniş ve işler bir ilmî ve teknolojik araştırma
merkezleri ağına muhtaçtır. Türk kültürünü korumak, yaşatmak ve geliştirmek
hizmeti ise, tam faciaya dönüşmüştür. Bakanlık, üzülerek ifade ediyorum ki,
millî kültürün dışına çıkmayı çağdaşlık zannetmektedir. Bu konuda o kadar
ifrada düşülmüş ki, daha ilkokula bile gitmeyen çocuklarımıza, 5-6 yaşlarında
yabancı dil öğretilmesi konusunda, Talim ve Terbiye Kurulu, maalesef, 30.3.2000
tarihinde karar alabilmiştir. Bu, ne biçim gaflettir? Burası, yabancı
kültürlerin at oynattığı bir sömürge ülkesi midir; yoksa, şehit kanları üzerine
kurduğumuz Türk ülkesi midir?! Ümit ederiz ki, Sayın Bakanımız, bu anlamsız
kararı ortadan kaldırır. Aksi takdirde, daha 5-6 yaşında yabancı kültürlerin
kucağına attığımız çocuklarımızdan nasıl bir gençlik yetişmesini bekliyoruz?
Söyleyiniz allahaşkına, Atatürk'ü anlamak bu mudur? Türk çocuklarına, Türk
kültüründen önce yabancı kültürlerin öğretildiğini Atatürk görseydi, acaba,
sizler için ne düşünürdü, ne yapardı; doğrusu çok merak ediyorum.
Sayın milletvekilleri, bugün ele aldığımız, öğrencilerimize bir imtihan
hakkı verilmesiyle ilgili kanun teklifi, geniş bir öğrenci kitlesini içine
almaktadır. Bilindiği gibi, daha önce, genel af kanunu içinde, öğrenci affı da
yer almıştı. Ne var ki, af yasa tasarısı, belirsiz bekleme sürecine girmiş
bulunuyor. Öğrenci affını bekleyen binlerce öğrenci ve ailesinin, bekleme
sürecindeki mağduriyeti daha da artmıştır. Bu bakımdan, teklif, binlerce
öğrenciyi ve ailesini rahatlatmak bakımından son derece önem arz etmektedir.
Bazılarının ifade ettiği gibi, öğrenci affı, başarılı öğrenci ile başarısızı
bir tutmak değil, çeşitli sebeplerle yükseköğretim kurumlarından kaydı silinen,
başarısız duruma düşmüş öğrencilerimize bir fırsat daha vermek, onları topluma
kazandırmaktır. Bu teklifin, daha önceki af yasasından birtakım farklılıkları
bulunmaktadır. Bir kere, bu teklifle, 1983-1984 öğretim yılından 1999-2000 öğretim
yılının sonuna kadar, her ne sebeple olursa olsun, okullarıyla ilişiği kesilmiş
veya kesilme durumuna gelmiş bütün öğrencileri içine almakta, onlara, devam,
kanun, mevzuatlara uymak kaydıyla, imtihan ve öğrencilik hakkı tanınmaktadır.
Bu kanun teklifinin bir diğer özelliği de, daha önceki af kanunlarından
farklı olarak, lisansüstü eğitimi de ele almasıdır. Lisansüstü öğrenim
görürken, her ne sebeple olursa olsun kurumlarıyla ilişiği kesilen yükseklisans
ve doktora öğrencilerine sınav hakkını öngörmektedir.
Ülkemiz, genç ve dinamik bir nüfusa sahiptir. Binlerce öğrencimiz
üniversitelere girememekte, açıkta kalmaktadır. İlim öğrenmek, kendilerini
geliştirmek isteyen gençlerimizin önünü açmak hepimiz için millî bir görevdir.
Bunun temelde iki sebebi vardır: Birisi, yeterli üniversite olmayışı; diğeri
de, öğretim üyesi yetersizliğidir. Bunun için, altyapısını tamamlamış
illerimize üniversite açılması yönünde gayretlerimizi artırmalıyız. Mesela, her
türlü altyapısı birçok üniversiteden daha iyi durumda bulunan Çankırı'ya
üniversite açılmayışını, açılma kararı çıkan bir fakültenin de iptal edilmesini
anlamak mümkün değildir. Çankırı gibi, Anadolu'daki çoğu ilimiz çoktan
üniversiteyi hak etmiştir. Yüksek Öğretim Kurulu mensupları, çocuklarımızın
başörtüsüyle uğraşacakları yerde, bunların üstünde kafa yormalıdırlar.
Yeni üniversitelere kavuşabilmek için öğretim üyelerinin önündeki bazı
sınırlamalar da kaldırılmalıdır.
Bu teklifle, yardımcı doçentlerin önündeki sınırlama kaldırılarak, bu
kadroda çalışan elemanlar sürekli kadroya kavuşturulmuşlardır.
Diğer taraftan, öğretim üyelerinin ekonomik şartları da iyileştirilmeli,
ilimle uğraşan insanların ekonomik sıkıntı çekmeleri önlenmelidir.
Öğretim elemanlarının önemli bir sorunu da yabancı dil meselesidir.
Bugün hiç kimse yabancı dilin önemini inkâr etmiyor. Keşke mümkün olsa da bir
yerine iki, üç yabancı dil öğrenme imkân ve mecburiyeti olsa. Kimsenin buna bir
diyeceği yok; ancak, ne var ki, bugün üniversitelerimizde uygulanan KPDS
sistemi, yeniden ele alınıp gözden geçirilmelidir. Bu sistem, yabancı dili
ölçme yerine, öğretim elemanlarının korkulu rüyası haline gelmiştir. Bir
insanın, bir dili bütün cepheleriyle öğrenmesi mümkün değildir. Bunun için,
üniversitelerimiz, KPDS uygulamasından süratle vazgeçmelidir. Onun yerine,
sosyal, fen, sağlık enstitülerinin bünyesinde kendi sahalarıyla ilgili yabancı
dil hazırlık sınıfları oluşturulmalı, bu sınıflarda başarılı olmayan
öğrencilerin, akademik kadroları boş yere işgal etmeleri engellenmelidir. Bu
tasarıyla bu konuda bir nebze ferahlık getirilmiş olsa da konuyu kökünden
çözmek gerekir.
Bu tasarıyla, ilk defa, doçentlik imtihanındaki KPDS barajı 70'ten 65'e,
doktora imtihanında da 60'tan 50'ye düşürülerek kısmî bir ferahlık sağlanmış
olmaktadır.
Tasarı, tıpta uzmanlık, yurt dışında yükseklisans ve doktora yaparken,
çeşitli nedenlerle başarısız duruma düşen öğrencilere de yeni haklar
getirmektedir.
Tasarının bir diğer önemli yanı da, öğrencilerimizin çeşitli sebeplerle
aldıkları disiplin cezalarının kaldırılmasını içermektedir. Böylece,
öğrencilerimize her bakımdan bir fırsat verilerek topluma kazandırılması
öngörülmüştür.
Teklife, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak olumlu oy vereceğimizi
ifade ediyor; hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Keleş.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Kocaeli Milletvekili Sayın Halil
Çalık; buyurun.
DSP GRUBU ADINA HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 434 sıra sayılı, öğrencilerimize yeni bir hak verilmesiyle
ilgili yasa teklifi hakkında, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış
bulunuyorum; Yüce Meclisi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, artık, eğitimin önemini herhalde bilmeyen yoktur.
Hele, bilgi çağına girdiğimiz 21 inci Yüzyılda, eğitimin, ülkemiz için,
insanlık için, geleceğimiz için ne kadar önemli olduğu, herhalde kaçınılmaz bir
gerçektir. Böyle bir ortamda, temel eğitimimizin, geçtiğimiz dönemde sekiz yıla
çıkarılışını hep beraber yaşadık. Şu anda, çocuklarımız, bu eğitimi almaktadır.
Biliyorsunuz ki, 1997 yılında yapılan en son çalışmayla ilgili
istatistik sonucuna göre, şu anda ülkemizde okur-yazar yaş oranı 4,4 yıldır.
Sayın milletvekillerim, sekiz yılla beraber ne oldu; hep, artık,
çoçuklar babalarını geçmek durumunda, artık, küçükler büyükleri geçmek durumunda, onların daha iyi eğitim ve
daha iyi olanaklardan faydalanmasını sağlama zorunluluğu vardır deriz ya, onun
için, sekiz yıllık temel eğitim, artık, çocuklarımız bizi kesin geçecek
demektir; çünkü, asgarî sekiz yıl eğitim alacaktır; dolayısıyla, dünya
görüşünün, çağdaşlığının, insana yaklaşımının, insanla ilişkileri ve
teknolojiden faydalanmasının da o nispette daha sağlıklı, daha geniş ölçüde
olacağına inanıyorum. Onun için, sekiz yılı değil de, onbir veya oniki yılı
telaffuz etme günümüz geldi diye düşünüyorum; artık, bunu gündemimize almamız
gerekir.
Sayın milletvekilleri, daha önceleri, belki, Millî Eğitim Bakanlığında,
bakan politikası uygulanabiliyordu veya en azından "uygulanıyor"
deniliyordu; ama, sizleri temin ederim ki, 55 inci hükümetimizden sonra, Millî
Eğitim Bakanlığında, kesinlikle ve kesinlikle, sayın bakanların politikaları
değil, hükümetin politikası izlenmektedir. Ben, 1996 yılında Millî Eğitim
Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşma yaparken, hep şunun altını çiziyordum:
"Millî Eğitim Bakanlığında yeniden yapılanma sağlanmalıdır; artık, herkes
idareci olamamalıdır, olmamalıdır; liyakat ve kariyer kesinlikle yerini
almalıdır."
Bugün ise, Sayın Millî Eğitim Bakanımız dahi, sanırım, çocuğunu, istediği
okula müdür yapamaz durumdadır; çünkü, sınava girecek, sınavı kazanacak ve
ondan sonra ataması yapılacaktır; yani, liyakat ve kariyer kesinlikle
yerleşmiştir. Bu, şeflik için de böyledir, bakanlık içerisindeki yükselme de bu
şekildedir.
Her evde, her akşam, millî eğitim mutlaka konuşuluyor; çünkü, 700 000
civarında öğretmeniyle beraber, 10 milyonun üzerinde öğrencisiyle beraber, her
evde eğitim konuşuluyor. Ha, belki uygulamalar yavaş olabilir, bundan söz
edebiliriz; ama, hiç kimse bunların yanlış olduğunu söyleyemez; çünkü,
gerçekten faydalı olduğuna inanıyoruz, eğer, objektif kurallarla, objektif
bakabilme cesaretini gösterirsek.
Onun için, buna, olumsuz şekilde değil de, bir de olumlu bakarak,
ülkemize getirdiği katkıları, eğitimimize artılarını, ülkemize artılarını,
çağdaş dünyaya girdiğimiz, 21 inci Yüzyıla girdiğimiz şu sırada ülkemize
getirdiği artıları göz önüne alırsak, 1995'ten bu yana kat ettiğimiz mesafeyi
algılamamız çok daha kolay olur diye düşünüyorum.
Burada, norm kadroyla ilgili de birkaç cümle söylemek istiyorum.
Kuşkusuz, uygulanmalıdır. Şu anda uygulama aşamasında olduğu için bazı
sıkıntılar olabilir, uygulamada hatalar olabilir; ama, uygulamada hatalar
olacak diye, bu karardan kesinlikle vazgeçilmemelidir. Kesinlikle vazgeçilmemelidir;
çünkü, yalnızca müdür muavini arkadaşlarımızdan –ben bir eğitimci olduğum için
söylüyorum; onaltı sene öğretmenlik yaptıktan sonra Meclise geldim; bizatihi
yaşayan kişi olarak söylüyorum– devletimizin kazancı, yani, millî eğitimimizin
kazancı, yaklaşık 11 500 öğretmendir. Bu, çok çok büyük rakamdır. Şimdi,
öğretmenimizde de norm kadroyu uyguladığımızda bunun kaç katı daha olacağını
düşünürsek, eğitimimizin kazancının, ülkemizin kazancının, hem eğitim açısından
hem ekonomik açıdan ne kadar yüksek seviyelere çıkacağı her halde göz önüne
alınır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'de ortaöğretimi bitiren
gençlerin üniversiteye girişi çok zor koşullarda gerçekleşmektedir.
Devletimizin ve ailelerimizin gençlere yaptığı yatırım oldukça büyük boyutlardadır.
Dolayısıyla, ailelerin çocuklara yaptığı yatırım ve sonuçta beklentileri de çok
yüksek olmalıdır. Biz de, bu anlayışla beraber... 57 nci hükümetimiz de, zaten,
uzlaşı hükümetidir; beraberinde, Türkiye'ye uzlaşıyı yaşatmaktadır; bu, her
kesimde de hissedilmektedir. Biz de, Millî Eğitim Komisyonunda, bu mantıktan
hareketle, gençlerimize çok geniş boyutta bir hak daha verme olanağını
getirdik. Biliyorsunuz, bu yasa, geçtiğimiz yıl gündeme gelmiş ve Meclisimizde
28.8.1999 tarihinde kabul edilmiş; ancak, Sayın Cumhurbaşkanımızın veto
edişiyle beraber gündemden düşmüştü. O günden bu yana, artık, bu, beklenti
haline gelmiştir. Her gün yüzlerce telefon, bir sürü faks, bir sürü istek
yağmuru, bana olduğu kadar hepinize de gelmektedir. Dolayısıyla, artık, bir
beklenti durumuna gelmiştir. Ondan hareketle beraber, ben, bu konuda teklif
veren sayın milletvekillerine şahsım ve Grubum adına teşekkür ediyorum. Tabiî
ki, bunun güncelleşmesi, yürürlüğe girmesi, binlerce öğrencimizin rahatlamasına
neden olacaktır. Ben inanıyorum ki, şu anda binlerce öğrencimiz, genç
kardeşimiz bizi televizyondan izlemekte ve bu teklifin bir an önce
yasalaşmasını dört gözle beklemektedir.
Tabiî ki, gençleri topluma kazandırmak esas olmalıdır; bunları gözardı
edemeyiz; çünkü, Avrupa'nın birçok kentinden, birçok ülkesinin nüfusundan daha
fazla bizim gençliğimiz var. Öyleyse, gençlik bizim geleceğimizdir, gençlik
bizim her şeyimizdir. Kuşkusuz, hepimizin bakış açısı da bu olduğuna göre, bu
yasa teklifini, aynen komisyondan geldiği gibi, bir an önce yasallaştırıp,
yarından tezi yok hayata geçirirsek çok hayırlı bir iş yapmış olacağız.
Sayın milletvekilleri, bu uzlaşı noktasından hareketle beraber, bu yasa
teklifini gündeme getirdik. Bu yasa teklifi ilk defa gündeme gelmedi. 1983
yılından bu yana dokuz kez yasalaştı; biz, onuncu kez yasalaştıracağız. Yalnız,
biz buna af olarak isim vermiyoruz; biz, gençlerimize yeni bir hak olarak bunu
görüyoruz. Bu haklar şimdi gençlerimize ne getiriyor; ben, o konular üzerinde
durmak istiyorum. Diğer sayın milletvekillerimiz, tabiî, detayına indiler,
birçok bilgileri verdiler. Ben, onlardan ziyade, şu anda bizi dört gözle
televizyondan izleyen genç arkadaşlarımıza, ülkemize, eğitimimize bu ne katkı
sağlıyor, onlar üzerinde durmak istiyorum.
Süre açısından, bir defa, daha önce biz 1997 yılında bu yasa teklifini
tekrar gündeme almış ve yasalaştırmıştık; iki yılı kapsıyordu. Şimdi, 1983-1984 öğretim yılından bu yana
gelen tüm olumsuzlukları, başarı ve başarısızlıkları kapsıyor; bir bu.
İkincisi, tıp fakültesi gibi uygulamalı eğitim yapan okullarımızdaki
öğrencilere devam hakkı öngörmektedir. Diğeri, sınıf geçme sistemi uygulayan
okullarda, öğrencilere bir üst sınıfa devam hakkı tanımaktadır.
Bir başkası, not ortalaması, yani, baraj olarak, baraj mağduru dediğimiz
çocuklarımıza bir sınav hakkı daha vermektedir.
Okul bitirme süresinde mezun olamayan çocuklarımıza bir sınav hakkı daha
vermektedir.
1997-1998 öğretim yılından itibaren Gülhane Askerî Tıp Akademisinden
ilişiği kesilen öğrencilerin Yüksek Öğretim Kurulu tarafından sivil tıp
fakültelerine intibakının yapılmasını öngörmektedir.
Bir başkası, 1988-1989 öğretim yılından 1999-2000 öğretim yılı sonuna
kadar lisansüstü öğrenim görürken, her ne sebeple olursa olsun, ilişiği kesilen
öğrencilere yeni sınav hakkı vermektedir.
Bir başkası, yüksek lisans ve doktora yabancı dil not barajı 50 puana
indirilmektedir.
Bir başkası, doçentlik dil sınavında ise, not barajı 65 olarak
belirlenmektedir.
Değerli arkadaşlarım, en çok başımızı ağrıtan, en çok sıkıntı duyduğumuz
konulardan birisi, bu yardımcı doçentlik olayıdır. Gelen faksların belki yüzde
80'i, belki yüzde 90'ı bu konuda düğümlenmektedir. Şimdi, bunu, 70 barajından
65'e indiriyoruz. Bu yeterli mi; belki yetersiz gelebilir; ancak, bilim adamı
olacak değerli arkadaşlarımızın da, kuşkusuz, yabancı dil bilme zorunluluğu
vardır; çünkü, yabancı yayınları takip etme zorunluluğu vardır, kendisini
geliştirme zorunluluğu vardır, çağa ayak uydurma zorunluluğu vardır; bu
zorunluluğu hissediyorsa da, yabancı dil bilme zorunluluğu vardır.
Bir başka getirisi, 1989-1990 öğretim yılından itibaren yükseköğretim
kurumlarında öğrencilerin almış oldukları disiplin cezaları, tüm sonuçlarıyla
beraber ortadan kaldırılmaktadır.
Bir başka getirisi; yurt dışına gönderdiğimiz çocuklarımızın orada
başaramayıp, tekrar, sıfırdan Türkiye'ye dönmeleri durumunda, onların mağdur
olmalarını önleyerek, Yüksek Öğretim Kurulumuzun, Türkiye'de, onlara
göstereceği bir üniversitede, tekrar bir sınav hakkı ve tekrar bir okuma
olanağı verilmektedir.
Değerli arkadaşlarım, bu yasa teklifinin, Demokratik Sol Parti Grubu ve
şahsım adına, bir an önce yasalaşmasını diliyorum. Bunun, daha farklı boyutlara
çekmeden, daha farklı kanallara çekmeden, olumsuzluklarını değil, olumlu
yönlerini görerek, göstererek bir an önce yasalaşmasını ve gençlerimize hayırlı
olmasını diliyorum ve Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına, Samsun Milletvekili Sayın Musa
Uzunkaya?.. Yok.
Çorum Milletvekili Sayın Melek Denli Karaca, buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar)
MELEK DENLİ KARACA (Çorum) – Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli
üyeleri; öğrenci affı konusunda, şahsım adına söz almış bulunuyorum; sözlerime
başlarken, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Bu konuşmamda, üniversite öğrencileri arasından, her ne sebeple olursa
olsun okuma haklarını kaybeden veyahut okuma hakları ellerinden alınan
gençlerimize yeniden bir şans verilmesinin zaruret ve önemini dile getirmek
istiyorum.
Malumunuz olduğu üzere, dünyamızdaki, gerek sosyal ve gerekse üstün
teknik gelişmeler, bir globalleşme sürecinin başlamasına sebebiyet vermiştir.
Teknolojinin en yüksek standardını yakalayabilen dünya ülkeleri 2000'li
yılların hazırlığını yaparken, bizim, bu teknoloji ve yeniliklerin gerisinde
kalmamız düşünülemez. Ülkemizin bu yarışta yerini alabilmesi, kısacası, lider
Türkiye idealinin gerçekleşebilmesi, ancak ve ancak, memleketimizin geleceğinin
hazırlanmasında en büyük rolü oynayacak olan gençlerimizin iyi yetişmesiyle
mümkündür.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bizler, Türkiye Cumhuriyetinin,
Türk Milletinin milletvekilleri olarak, bugünün yanı sıra, on yıl, yirmi yıl ve
hatta elli yıl sonrasının Türkiyesini de düşünmek mecburiyetindeyiz; yani,
milletimizin ve devletimizin geleceğini planlamak durumundayız. Geleceğimizin
teminatı ise, ilim - irfan sahibi olarak yetişmiş, imanlı, kendi sahasında
otorite olmuş, memleket sevgisiyle mücehhez, Türklük şuuruyla bezenmiş
gençlerimiz olacaktır. Bu itibarla, geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin
problemleri üzerine hassasiyetle eğilmeli ve Büyük Atatürk'ün "Türkiye
Cumhuriyetinin fikren, ilmen ve bedenen kuvvetli ve seciyeli bir gençliğe
ihtiyacı vardır" sözünden hareketle, meseleleri çözmeye çalışmalıyız.
Ülkemizde, her yıl, ortalama 2 milyon gencimiz yükseköğretime
başlayabilmek için mücadele vermekte; bunlardan, ancak 300 bin civarında
gencimiz üniversitelere kayıt yaptırabilme şansına sahip olabilmektedir. Bir gencin
yükseköğrenime hazırlanması hiç de kolay değildir. Yüksekeğitim ve öğrenimin
önemini kavramış olan kırsal kesimin yoksul insanları, anneler babalar, her
türlü ekonomik sıkıntılarına rağmen çocuklarına yüksekeğitim verdirebilmek
için, maddî ve manevî büyük çabalar harcamaktadırlar. Ayrıca, psikolojik açıdan
da değerlendirilecek olursa, gençlerin, üniversiteye girinceye kadar
yaşadıkları yoğun stresin baskısı altında çeşitli ruhsal badireleri de
atlattıkları bilinmektedir.
İşte, bu durumdaki gençlerimizin, tez elden okullarını bitirip topluma
faydalı insan olmaları gerekirken, bir kısmının, yasal hükümlere dayanmayan
çeşitli sebeplerle okullara, derslere ve imtihanlara girmelerine mâni
olunmuştur. Dolayısıyla, Anayasamızın 40 ıncı maddesinde yer alan "temel
hak ve hürriyetlerin korunması" ve 42 nci maddesinde yer alan "kimse,
eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz" hükümlerinin hayata
geçirilmesine de mâni olunmuştur.
Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri; dünyamız hızla
değişmektedir. Küreselleşme fikrinin, dünyamızın bütün kıtalarına ve
bölgelerine yayıldığı bir geçiş dönemini yaşıyoruz. Küreselleşme hedefleri
doğrultusunda, ülkeler birbirlerine destek olmak için çeşitli faaliyetler
göstermektedirler. Bu küreselleşme sürecinde, Türkiye'nin, ekonomisi kadar,
sosyal ve siyasal durumu da ayrıca önem arz etmektedir. Bu önem, Türkiye'nin
coğrafyasından, Avrupa ile Asya arasında köprü olmasından, İslam ülkeleri
arasında örnek modeli teşkil etmesinden, Ortaasya ülkeleriyle tarihî ve kültürel
köklere sahip bulunmasından kaynaklanmaktadır. İşte, bu kadar önemi haiz büyük
bir devletin mensupları olarak, tarihî sorumluluklarımızın bilinciyle olaylara
bakmalıyız. Bu bilinçle, değişen ve gelişen dünyada Türkiye'nin geleceğinin
sorumluluğunu taşımak, milletimizin demokratik haklarını savunarak millî
çıkarlarımıza uygun kararlar almak mecburiyetindeyiz.
Bütün bu sebeplere istinaden, öğrenci affı, çok büyük bir önem arz
etmektedir. Ayrıca, şunu da unutmamak lazımdır ki, milletlerarası kültür
mücadelesinde bazı milletler, hedefledikleri devletin nesilleri arasındaki
çatışmayı körükleme durumundadırlar; özellikle, gençlerin zihnini, gönlünü
bulandırma çalışmaları yapılmaktadır. Bu hücumlara en çok maruz kalan bir ülke
durumundayız. Bu açıdan da, gençlerimize sahip çıkmak, onların geleceğini
planlamak, Anayasanın öngördüğü eğitim hakkından bütün gençlerimizin
faydalanmalarını sağlamak gibi bir vebalin altındayız. Zira, bizim sahip
çıkamadığımız gençlerimizi, ülkemiz üzerinden çıkar sağlamak isteyen yabancı ve
zararlı akımların sahiplenmesi kaçınılmaz olacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; üniversiteye kadar gelmiş, birkaç
yıl okumuş gençlerimizi, çeşitli sebeplerle okullardan uzaklaştıracak kadar
zengin bir ülke değiliz; bu kadar lükse de hakkımız yoktur. Eğitim ve
öğretimden beklenen, bir ülkede yaşayan genç dimağları birbirleriyle
kaynaştırmak, millî kalkınmamız için ihtiyacımız olan insan yetiştirmektir. Her
gencimiz, kalkınmamızın bir tuğlası olmalıdır.
Bu itibarla, 2000'li yılların güçlü devlet ve lider ülke olma yolundaki
bir milletin evlatları olarak, çeşitli sebeplerle okuma imkânından mahrum
bırakılan gençlerimizin haklarını iade ederek, her birini topluma faydalı
hizmetler yapabilecek duruma getirmek millî bir görevimiz olmalıdır. Bu gençlerimiz,
sokaktan tekrar okullarına dönmeli ve kaldıkları yerden devam etmelidirler.
Sayın Başkan, değerli üyeler; bugün, gelişmenin ve üretimin en önemli
faktörü bilgi olmuştur. Yüksek bilgi düzeyine ulaşamamış toplumların teknoloji
üretmesi de mümkün değildir. Üretmeyen, bilgiye erişemeyen toplumlarda ise,
gelişme ve kalkınma da beklenemez. Türk toplumu, 21 inci Yüzyıl ve sonrası için
hazırlanmalıdır. Bunun da yolu, gençlerimizin, hiçbir ayırıma maruz
bırakılmadan, eğitim haklarını yeterince kullanmalarından geçer. Önümüzdeki on
yirmi yıl için gerekli yapısal reformların gerçekleşmesi, nüfusumuzun iyi bir
eğitim düzeyinde olmasıyla mümkündür.
Şu da unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyetine, Türk Milletine karşı
her çeşit ihanet, daima pusudadır ve pusudaki her tehlike, cehaletle gerekli
zemini bulduğu anda harekete geçecektir. İşte, bu tehlikeyi durduracak,
bilgidir, ilimdir, irfandır ve imandır; ülkeyi yönetenlerin erdemliliği, millet
sevgisi ve hoşgörüsüdür. Bu gençlerimizi cehaletin pençesine atamayız ve
atmamalıyız.
Bütün bu gerçeklerden dolayı, yükseköğretim öğrenci affıyla ilgili
olarak, 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair
Kanun Tekliflerimizin Yüce Meclisimiz tarafından kabul görerek onaylanacağı
inanç ve görüşündeyiz. Bu geçici maddelerle, öğrencilerin yanı sıra, yüksek
lisans, doktora ve doçentlik seviyesinde de ilmî çalışma yapanlar da, arz
edeceğim haklara sahip olacaklardır:
1984 öğretim yılından 1999-2000 yılı sonuna kadar, her ne sebeple olursa
olsun ilişiği kesilen veya kesilme durumuna gelmiş öğrencilere 2 sınav ve
bütünleme hakkı verilecektir.
Sınıf geçme sistemi uygulayan okullardaki öğrenciler, bir üst sınıfa
devam edebileceklerdir.
Not ortalaması not barajına takılan öğrencilere birer sınav hakkı daha
verilecektir.
Okul bitirme süresinde mezun olamayanlara, bitirmek için devam ve sınav
hakkı tanınacaktır.
1997 yılından itibaren askerî tıp fakültelerinden ilişiği kesilenlere,
Yüksek Öğretim Kurulu bünyesindeki sivil tıp fakültelerine devam hakkı
tanınacaktır.
1998 yılından itibaren 2000 yılına kadar lisansüstü eğitim görürken, her
ne sebeple olursa olsun ilişiği kesilen öğrencilere sınav hakkı verilecektir.
Yüksek lisans, doktora ve yabancı dil sınavlarının not barajı 50,
doçentlik yabancı dil sınavında not barajı 65 olarak belirlenerek, yardımcı
doçentlikte kadro sınırlaması kaldırılacaktır.
En nihayet, 1989-1990 eğitim yılından itibaren, yükseköğretim
kurumlarında disiplin cezası alanların cezalarının bütünü, sonuçlarıyla
birlikte silinerek affedilecektir.
Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri; netice itibariyle,
öğrenci affı konusunda, Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuzun ve benim
hazırladığım yasa teklifinin kabulüyle, yüzlerce gencimiz cehaletin pençesinden
kurtulmuş olacaktır. Ayrıca, yoksul; ama, eğitim ve öğretimin anlamını
kavramış, genellikle kırsal alanlarda yaşayan ve her türlü sıkıntılara rağmen
çocuklarını okutmak isteyen, kızlarımızın, gençlerimizin aileleri mutlu
olacaktır. Boşluğa itilen gençler, yeniden okuma şansına kavuşacaklardır.
YÖK'ün, yasalara, halkımızın genel yaşam ve teamüllerine aykırı düşen sorumsuz
uygulamaları sonucu mağdur edilen binlerce öğrenci huzura kavuşacak, gelecekle
ilgili planlarını yapma fırsatı bulacaklardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MELEK DENLİ KARACA (Devamla) – Sayın Başkan, 1 dakika daha verirseniz,
tamamlıyorum.
BAŞKAN – Buyurun, tamamlayın efendim.
MELEK DENLİ KARACA (Devamla) – En nihayet, Anayasamızın 40 ıncı ve 42
nci maddeleri hayata geçirilmiş olacaktır. Kalkınma hamlesinin psikolojik
dinamikleri de böylece harekete geçmiş olacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle, sözlerimi noktalarken, şahsım adına Yüce
Meclisi tekrar selamlıyor ve yasa teklifinin kabulünü arz ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karaca.
Sayın Bakanın hükümet adına söz talebi var efendim.
Buyurun Sayın Bakan. (DSP sıralarından alkışlar)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; şu ana kadar yapılan konuşmalardan, 2 maddeden ibaret olan
kanun teklifi kapsamı dışında olanları değerlendirmeye almayacağım ve
Bakanlığımla ilgili haksız söylenenlere cevap vermeyeceğim; çünkü, bugün,
konumuz, her ne sebeple olursa olsun, üniversitelerden kaydı silinmiş
öğrencilere yeniden sınav hakkı verilmesi ve doçentlikte dil sınavı ve yardımcı
doçentlik süresiyle ilgilidir. Bu kürsüyü, biz, amacına uygun kullanmak
zorundayız. Bu kürsüyü, biz, seçmene selam olsun diye kullanırsak, doğru işler
yapmamış oluruz.
Sayın Başkan, kıymetli üyeler; bilindiği gibi, ülkemizde, ekonomik
nedenlerle, yükseköğrenim görmeye yoğun bir talep vardır. ortaöğretim
sistemindeki yapılanma da bu talebi körüklemektedir. Bugünkü hayat koşulları
içerisinde, üniversiteye girmek hem zor hem de pahalıdır.
Ülkelerin en önemli kaynaklarının başında, kaliteli eğitim görmüş
insanları gelmektedir. Tüm üretim, yatırım ve eylemin temelinde insan vardır.
Kalkınmanın temeli de kaliteli eğitim almış işgücüdür.
Bilginin ve teknolojinin üretilmesinde, paylaşılmasında ve
sürekliliğinde, akademik hareketliliğin önemi büyüktür. Yükseköğretimdeki
uluslararası hareketlilikle de, ülkelerin, birbirinin eğitimlerini, diploma ve
diğer belgelerinin denkliklerini tanımaları arasında çok yakın bir ilişki
vardır. Diğer bir deyişle, ülkelerin, kaliteyi koruyarak, yükseköğrenim
belgelerinin denkliklerini tanımaları, uluslararası akademik hareketliliğin hem
gerçeği hem de gereği olabilmektedir.
Ülkeler arasında başlayan ve büyük bir hızla artacağına inanılan öğrenci
değişimi programlarının eşdeğerliliği, eğitimin niteliği gibi konular,
uluslararası akreditasyonu da gündeme getirmiştir. Bunların dışında,
yükseköğretimde akreditasyonu zorlayan bir etken de, uluslararası ticarî,
teknolojik entegrasyondur.
Büyük bir olasıkla, 2000'li yılların mühendis, avukat veya
ekonomistleri, doktorları, çokuluslu şirketlerde, hastanelerde, yabancı
meslektaşlarıyla bir arada veya yalnızca ulusal değil, uluslararası normlarla
görev yapacaklardır. Bütün bu gerçeklerin, yapılacak yasal düzenlemelerde göz
önünde tutulması gerekir. Bütün bu gerçeklerin, bilhassa, bugün, bu
görüştüğümüz kanun teklifi üzerinde, bir defa daha göz önünde tutulması
gerekir.
Yükseköğretim konusunda, 1983 yılından 2000 yılına kadar 9 defa
değişiklik yapıldığını, hatta son yapılan bir değişiklikle de, devamlılık arz
eden affın söz konusu olduğunu milletvekili arkadaşlarım anlattılar.
Yüksek düzeyde akademik başarıyı gerektiren lisansüstü eğitim, dünyanın
hemen birçok ülkesinde paralı olmasına karşın, ülkemizde ücretsiz ve bu kademe
için verilen süreler diğer ülkelerden daha uzundur. Bunun için, lisansüstü
eğitimin aksatılmadan, düzenli, planlı bir şekilde yürütülmesi esastır.
Üniversitelerimizde görev alacak adayların dünya standartlarında yetiştirilmesi
gerekir.
Bilimsel bir yaklaşımla ele alındığında, ek sınav hakkı verilmesiyle
ilgili uygulamalar, yükseköğretimde liyakat ve ehliyet ilkesiyle çelişmekte,
eğitimin niteliğini düşürmekte, üniversite özerkliğini zedelemekte, yeni
öğrenci kontenjanlarının kısıtlanmasına neden olmakta, üniversite ortamında
olumsuz hava yaratmakta ve bütün bunların sonucu olarak ekonomik kayba neden
olmaktadır.
Tekliflerle, öğretim üyelerine de bazı muafiyetler getirilmesinin
istendiği görülmektedir. Akademik kariyer yapmak bir istek olup, bunun
gereklerini yerine getirmek de talep sahiplerinin görevidir. Akademik
personelin, her yönüyle, diğer ülkelerin üniversitelerinde görev yapan
meslektaşlarıyla iletişim içerisinde olmaları, dünya ölçeğinde, alanlarında
meydana gelen gelişmeleri ve yayınları izlemeleri kaçınılmazdır. Bu çerçevede
değerlendirildiğinde akademik kariyer yapacaklar için belirlenen kriterler,
onların dünya ölçeğinde olmalarını hedeflemektedir. Kaliteyi belirleyecek bu
kriterlerden vazgeçilmesi, ülkemiz adına kayıp olacaktır sayın milletvekilleri.
Bu nedenle, özellikle, kamu personeli dil sınavında belirtilen kriterlerin
altına inilmesi mümkün görülmemekle birlikte; dil sınavının, yine merkezî
sistemle, sağlık bilimleri, sosyal bilimler ve fen bilimleri arasında kategorik
bir düzeye tabi tutulacağı düşünülebilir.
Sayın milletvekilleri, bu hafta başlarken, hükümetimizi, devletimizi
temsilen, Avrupa Birliğinin Bükreş'te düzenlemiş olduğu Dördüncü Avrupa Birliği
Eğitim Bakanları Toplantısına katıldım; pazartesi ve salı günü bu toplantı
yapıldı, çalışmalar tamamlandı. Avrupa Birliği Eğitim Bakanları Toplantısının
konusu, sosyal uyum ve kaliteydi. Biz, üniversite öğrencilerimizin
yetiştirilmesinde, Avrupa Birliği ve dünyayla sosyal uyum sağlayamazsak; biz,
kaliteyi oya feda edersek, entegrasyondan nasıl söz edeceğiz?! Avrupa Birliği
ve dünya standartlarını nasıl gözardı ediyoruz?! İstikrar Paktı çerçevesinde,
Güneydoğu Avrupa Eğitim Bakanları Toplantısında, ülkemiz, bundan sonra
yapılacak Güneydoğu Avrupa Eğitim Bakanları Toplantısına evsahipliği yapmak
dileğindedir; o toplantının konusu "kalite" olacaktır.
Şimdi, Türkiye Cumhuriyetinin Millî Eğitim Bakanı olarak, biz,
üniversitede yetiştireceğimiz öğrencilerimizin, dünyadaki öğrencilerin kalite
seviyesinin altına çekilmesini ve öğretim üyelerinin, dünyadaki öğretim
üyelerinin kalitesinin altında olmasını nasıl kabul edebiliriz?!
Bütün bunlara rağmen, anladığım ve gördüğüm kadarıyla, bu kanunun
çıkması konusunda birkısım arkadaşlarım mutabıklardır; ancak, Millî Eğitim
Bakanı olarak, bu görüşlerimi sizlere arz etmeyi görev bildim.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Şahsı adına ikinci söz, İstanbul Milletvekili Sayın Bozkurt Yaşar
Öztürk’e ait.
Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşmekte olduğumuz 434 sıra sayılı, bana göre, öğrenciye yeni hak verme yasa
teklifi hakkında şahsî görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum.
Maalesef, 4.11.1981 tarihli 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa atfen, bu
görüştüğümüz, onsekiz yıl içerisinde 9 uncu af yasasıdır. Bu demektir ki, 12
Eylül ürünü 2547 sayılı Kanun, yaklaşık iki yılda bir tamir ediliyor. Artık,
bundan sonra tamir kaldırabileceğini düşünemiyorum. O halde, 21 inci Dönem
Meclisine düşen, bu yasayı, bir an önce mutlaka değiştirmektir. 21 inci Dönem
Meclisinde grubu bulunan 5 partinin bu konuda hemfikir olduğuna inanıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üyesi bulunduğum YÖK Araştırma
Komisyonu, yaklaşık beş aydır YÖK'te ve 73 üniversitemizde yaptığı araştırma
sonunda, Yüce Meclisimizin görev verdiği 13 üyenin firesiz birleştiği -altını
çizerek söylüyorum- Türk Milletinin geleceği, toplumsal barışın korunması, ilmî
gelişmelerde çağ atlamak için, 2547 sayılı YÖK Yasası yeniden ele alınarak,
bütünüyle değiştirilmesidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüştüğümüz bu teklif, 21 inci
Dönem Meclisi göreve başladığı günden itibaren, yaklaşık 40 000 üniversiteli
öğrencimizin ve yaklaşık 7 000 doktora öğrencisi ve yardımcı doçentimizin bir
an önce çıkmasını bekledikleri bir yasa teklifidir. Bir eğitimci olarak ilmen
ve kalben inanıyorum ki, şu anda, bu vatandaşlarımız, nefeslerini tutmuş bizi
bekliyorlar. Yine inanıyorum ki, bu teklif, üniversitelerimizde kaliteyi
düşürmeyecek, aksine yükseltecektir; öğretim üyeleri ordusuna 7 000 kişi daha
katılacaktır.
Sayın milletvekilleri, eğer, iyi inceleme yapacak olursanız, bu ilim
adamlarının önü -ilmî çalışmalarıyla hiç ilgisi olmayan, ancak üçüncü dünya
ülkelerinde var olan- yabancı dil barajıyla kesilmektedir. Bir insanın birçok
dil bilmesinden güzel bir şey olamaz; hele, bu, bir ilim adamıysa, hem çok
elzem hem de çok daha güzel olur. Burada benim karşı olduğum, KPDS dediğimiz,
Kamu Personeli Dil Sınavının baraj oluşu ve sınavın muhtevasıdır. Millî Eğitim
Komisyonumuzun titizlikle hazırladığı bu yasa teklifi, inşallah, mağdur olan
herkesin faydalanacağı, sosyal adaleti sağlayıcı, toplumsal barışa faydalı,
sonuç olarak, yüce Türk Milletinin, ilimde, ahlakta, ekonomide geleceği için
bir ışık olacaktır.
Bu yasa teklifinin hazırlanmasında emeği geçen bütün arkadaşlara
şükranlarımı sunar, hepinizi saygıyla selamlarım.
Çıkacak bu yasa, Türk gençliğine ve ilim adamlarımıza hayırlı olsun.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.
Efendim, maddelere geçilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Başlığı okutuyorum:
Yüksek Öğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifi
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, yeni 1 inci madde ihdasına dair bir
önerge vardır.
Malumlarınız olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu
kanunun, komisyon metninde bulunmayan; ancak, tasarı veya teklifle çok yakın
ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt
çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme
açılacağı, İçtüzüğümüzün 87 nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür.
Bu nedenle, önergeyi okutup, komisyona soracağım. Komisyon, önergeye
salt çoğunlukla; yani, 13 üyesiyle katılırsa, önerge üzerinde yeni bir madde
olarak görüşme açacağım; Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması halinde ise,
önergeyi işlemden kaldıracağım.
Önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı teklife aşağıdaki maddenin 1 inci
madde olarak eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Madde 1- 4.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 24
üncü maddesinin (b) bendinin “3” nolu alt bendi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
3.- Üniversitelerarası Kurulca merkezî sistemle hazırlanacak (sosyal,
fen, sağlık gibi) kendi alanlarındaki bir yabancı dil imtihanını başarmış
olmak.
Metin Ergun Hüseyin Akgül Mustafa
Gül
Muğla Manisa Elazığ
Seydi Karakuş Bozkurt Yaşar Öztürk Akif Gülle
Kütahya İstanbul Amasya
Mehmet
Sağlam Ahmet Kabil Mehmet Arslan
Kahramanmaraş Rize Ankara
Kürşat Eser Bekir Ongun
Aksaray Aydın
BAŞKAN – Gerekçeyi de okutuyorum:
Gerekçe:
Kendi alanlarındaki yayınları takip edebilecek yabancı
dilbilgisine sahip olup olmadığının ölçülmesi yerine, ilgisiz olanlardan sınava
tabi tutulması bilimsel yaklaşımla bağdaşmamaktadır.
BAŞKAN – Sayın Komisyon, okunan önergeye, biraz önce
izah ettiğim gibi, salt çoğunlukla katılıyor musunuz efendim?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN – Salt çoğunluğunuz var mı?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Var efendim.
BAŞKAN – Lütfen, komisyon üyeleri ellerini
kaldırabilirler mi...
Tamam efendim, 15 üyeyle, Komisyon katılıyor.
Değerli milletvekilleri, Komisyon önergeye salt
çoğunlukla katılmış olduğundan, önerge üzerinde, yeni bir madde olarak görüşme
açıyorum.
Söz taleplerini rica ediyorum.
Gruplar adına söz talebi?.. Yok.
Şahısları adına?.. Yok.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkan, önergede bir düzeltme yapmak
istiyorum...
BAŞKAN – Buyurun.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Hükümete sormadınız efendim.
BAŞKAN – Soracağım efendim.
Sayın Komisyon, buyurun.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – "Üniversitelerarası Kurulca merkezî sistemle
sosyal bilimler, fen bilimleri, sağlık bilimleri alanlarında yabancı dil
imtihanını başarmış olmak" şeklinde düzeltilirse, uygun olacaktır. Ben,
önce bunu açıklamak istedim ve maddenin de bu şekilde olması uygun olur diye
arz ediyorum.
BAŞKAN – Uygun buluyorsunuz yani.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Evet.
BAŞKAN – Hükümet?..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) –
Katılıyoruz.
BAŞKAN – Efendim, tekrar ifade eder misiniz.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – "Üniversitelerarası Kurulca merkezî sistemle
sosyal bilimler, fen bilimleri, sağlık bilimleri alanında olmak üzere bir
yabancı dil sınavını başarmış olmak."
ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Önerge öyle değil efendim.
BAŞKAN – Efendim, siz, okunan önergeden farklı bir
metin ifade ediyorsunuz. Biz, önergeyi oylamak durumundayız.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Önergede düzeltme yaptık efendim; yani, bu şekilde
kabulü uygun diye, redaksiyon yetkisiyle beraber...
BAŞKAN – Hükümet ne düşünüyor efendim?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın
Genel Kurulun takdirine arz ediyorum.
YASİN HATİBOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan, Hükümet veya
Komisyon değişiklik yapamaz ki... Önergeye katılır veya katılmaz.
BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Önerge sahibi olarak sizi dinliyorum, buyurun.
BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Sayın Başkanım,
önerge sahibi olarak, önergemiz gayet açık zaten. "Üniversitelerarası
Kurulca merkezî sistemde hazırlanacak (sosyal, fen, sağlık gibi kendi
alanlarındaki) bir yabancı dil imtihanını başarmış olmak." Zaten, gayet
açık. Yani, Sayın Başkanın söylediği ile bizim önergemiz arasında herhangi bir
fark yok. "Sosyal, fen, sağlık gibi kendi alanlarındaki bir yabancı dil
imtihanını başarmış olmak." Zaten, aynı; eğer, önerge okunacak olursa,
aynı olduğu görülecektir.
BAŞKAN – Önerge de bu zaten efendim.
BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Evet, aynen öyleydi.
BAŞKAN – Komisyon da katılmış olduğuna göre, önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir
efendim.
1 inci maddeyi 2 nci madde olarak okutuyorum:
MADDE 2. – 4.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanununa aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir :
GEÇİCİ MADDE 46. – Yükseköğretim kurumlarında; hazırlık
ve ara sınıflar dahil bütün sınıflarda ön lisans ve lisans düzeyinde öğrenim
yapan öğrencilerden, 1983-1984 öğretim yılından 1999-2000 öğretim yılı sonuna
kadar, her ne sebeple olursa olsun ilişkileri kesilmiş veya kesilme durumuna
gelmiş öğrencilere ilişkilerinin kesilmesine sebep olan bütün dersler için
devam, iki sınav ve bütünleme hakkı verilir (Öğrenciler, daha önce başarısız
oldukları kaldırılan derslerin yerine kurumlarınca konulacak muadil başka
derslerden sınava girerler.) Öğrencilerin bu sınavlarda başarılı olmaları
halinde öğrenciliğe intibakları yapılır. Öğrenciler, öğrencilik haklarının
devamı için yürürlükteki kanun ve kanunlara uygun ilgili mevzuata uymak
zorundadır.
Birinci fıkradaki haklar saklı kalmak kaydıyla,
uygulamalı eğitim-öğretim yapan okullardan ayrılan öğrencilere, devam
edemedikleri dersler ve uygulamalar için ilgili yükseköğretim kurumunca devam
imkânı sağlanır. Bu öğrenciler için yönetmeliklerindeki devam şartını
tamamladıktan sonra Kanunun öngördüğü sınav süresi başlar.
Sınıf geçme sistemi uygulayan yükseköğretim
kurumlarında en çok üç dersten başarısız olup bir üst sınıfa geçemeyen
öğrencilere; üst sınıfa devam etme ve alt sınıfa başarısız oldukları dersler
için iki sınav ve bir bütünleme hakkı verilir. Not ortalaması sebebiyle sınıf
geçemeyen veya mezun olamayan öğrencilere, istedikleri üç dersten not
yükseltmek için bir sınav hakkı tanınır.
2547 sayılı Kanunda öngörülen azamî öğrenim sürelerini
doldurdukları için, kurumları ile ilişkileri kesilen öğrencilere; alamadıkları
dersler için, bir defaya mahsus olmak üzere devam etme ve sınav hakkı tanınır.
Bu öğrencilere normal öğrenim sürelerine ilave olarak iki yıl ek süre verilir.
Öğrenimlerine devam eden öğrencilerden dönem veya yıl kaybetme durumunda
olanlar da bu haktan yararlanırlar. Bu öğrencilere istemeleri halinde derslere
devam hakkı tanınır. Bunlardan ara sınav şartı istenmez. Diğer öğrencilerle
birlikte final ve bütünleme sınavlarına girerler.
Sınavlara girecek öğrencilerin hakları, hukuk dışı
herhangi bir sebeple engellenemez. Belirtilen müracaat süreleri içerisinde
askerlik süresi gelmiş olanlar, bu Kanun hükümlerine göre verilmiş hakları
kullandıkları takdirde tecilli sayılırlar. Halen askerlik görevini yapmakta
olanların terhislerinden sonraki iki ay içerisinde müracaat hakları saklıdır.
Gözlem altında veya tutuklu bulunanlar, bu hallerinin sona ermesini takip eden
iki ay içerisinde müracaat ettikleri takdirde, bu Kanun hükümleri çerçevesinde
haklarını kullanabilirler.
Üniversitelerin çeşitli bölümlerinde ve
konservatuvarlarda dışarıdan bitirme sınavlarına girerek öğrenimlerine devam
eden ancak bu sınavların kaldırılması ile okullarını bitirememiş veya başarısız
duruma düşmüş öğrenciler de bu Kanunda diğer öğrencilere tanınan sınav
haklarından yararlanırlar.
1997-1998 eğitim-öğretim yılından başlamak üzere
Gülhane Askerî Tıp Akademisinde okurken bu Kanunun yayımı tarihine kadar her ne
sebeple olursa olsun ilişiği kesilmiş olanların (yargıya intikal etmiş ve
disiplin suçu nedeniyle ilişiği kesilenler hariç) bu Kanunun yayımı tarihinden
itibaren iki ay içerisinde başvurmaları halinde, Yüksek Öğretim Kurulunca,
okuyacakları Tıp Fakülteleri belirlenir. Belirlenen Tıp Fakültelerince
intibakları yapılan öğrenciler, 2547 sayılı Kanunun geçici 40 ıncı maddesinin
ilgili hükümlerinden diğer öğrenciler gibi yararlanırlar.
Yukarıdaki haklardan yararlanmak isteyenlerin bu
Kanunun yayımı tarihinden itibaren iki ay içerisinde ilgili yükseköğretim
kurumuna başvurmaları şarttır.
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, 2 nci maddeye bağlı
geçici 46 ncı madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Amasya Milletvekili
Sayın Akif Gülle...
Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA AKİF GÜLLE (Amasya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 434 sıra sayılı, Yükseköğretim
Yasasına Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geçici 46 ncı
maddesi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime
başlarken, hepinizi en içten duygularla selamlarım.
Değerli milletvekilleri, bu maddeyle, yükseköğrenim
kurumlarının bütün sınıflarında önlisans ve lisans düzeyinde öğrenim yapan
öğrencilerden, 1983-1984 öğretim yılından, 1999-2000 öğretim yılı sonuna kadar,
her ne sebeple olursa olsun, okullarıyla ilişkileri kesilmiş veya kesilme
durumuna gelmiş öğrencilerin ilişiklerinin kesilmesine sebep olan bütün dersler
için devam ve iki sınav hakkı ile bir bütünleme hakkı verilmiş olacaktır.
Ayrıca, sınıf geçme sistemi uygulayan yükseköğretim
kurumlarında, en çok üç dersten başarısız olup, bir üst sınıfa geçemeyen
öğrenciler için de, üst sınıfa geçme ve başarısız durumda oldukları derslerden
iki sınav hakkıyla beraber, bir bütünleme sınav hakkı da, aynı zamanda verilmiş
olacaktır.
Bir diğer taraftan, 2547 sayılı Yasada öngörülen azamî
süreyi kullandıkları için okullarıyla ilişiği kesilenler ile 1997-1998 öğretim
yılından itibaren Gülhane Askeri Tıp Akademisinden ilişiği kesilenler de, bu
maddeyle, yeniden telafi imkânı bulacaklar, tahsillerine devam
edebileceklerdir.
Değerli milletvekilleri, üniversite öğrencilerimize
tanınması düşünülen, bir bakıma kalan, bir bakıma eksik kalan öğrenimlerinin
telafi hakkı konusunda, Yüce Meclisimizin büyük bir çoğunluğunun müspet
temayülü, uzun zamandır söz konusuydu. Bu konuda, mensubu bulunduğum Fazilet
Partili arkadaşlarımızla beraber, diğer partilere mensup arkadaşlarımızın da
verdikleri çok sayıda kanun teklifi vardı. Bu teklifler, Millî Eğitim
Komisyonunda ve oluşturulan altkomisyonda enine boyuna tartışıldı, konuşuldu ve
üzerinde bir konsensüs sağlanmış oldu.
Bu tekliflerin, gecikmeli de olsa Yüce Meclisin
gündemine getirilmiş olmasından dolayı duyduğum memnuniyeti huzurlarınızda
ifade etmek istiyorum. Aslında, öğrencilerimize verilmek istenen, bir muafiyet
veya bir af değil, sadece ve sadece yeni bir telafi imkânından ibarettir.
Değerli milletvekilleri, bugün, ülkemiz, gerek
ortaöğretim ve gerekse yükseköğretim bakımından, maalesef, hiç de iç açıcı ve
arzu edilen noktada değildir. Nüfusumuzun, bugün için, yüzde 46'ları hâlâ
ilkokul mezunu seviyesindedir. Nüfusumuza göre, ortaokul mezunlarımızın oranı
yüzde 7'ler, lise mezunlarımızın oranı da yine yüzde 7'ler civarındadır.
Yüksekokul mezunlarımız ise, ancak ve ancak, ülke nüfusumuzun yüzde 3'lerini
ifade etmektedir. Bugün hâlâ okuryazar olmayan yüzde 19 civarında, maalesef,
insanımız vardır. Bu oranın çok büyük bir miktarını da bayanların oluşturduğu
dikkat çeken bir husustur. Çalışanlarımızın ise, maalesef, hâlâ yüzde 78'i
ilkokul ve daha aşağı eğitim seviyesindeki insanlardan oluşmaktadır. Cumhuriyet
döneminde öğrenci artışları ile, öğretmen (ders veren) artışları arasındaki
oran da aynı ölçüde, maalesef, gelişmiş değildir.
Ülkemizde yüzde 3'lük yüksekokul mezunu olabilme
hakkını elde etmek elbette oldukça zor olan bir iştir. Bir fakülteye girebilmek
çok büyük bir gayret ve imkânı gerektirirken, mezun olabilmek de aynı ölçüde
gayret ve imkânı gerekli kılmaktadır. Bir yüksekokul veya fakülteye girebilme
şansını elde edenler, karşılaştıkları üniversite imkân ve ortamından da,
maalesef, ciddî manada hayal kırıklığına uğramaktadırlar. Yapılan araştırmalara
göre, üniversite öğrencilerinin büyük bir çoğunluğunun, üniversiteye
geldiklerinde, ümit ettikleri bilim ortamı ve sosyal şartlara bir türlü
kavuşamadıklarını ifade etmektedirler.
Bugün, üniversitelerimizdeki öğrencilerimizin
memnuniyetsizlik sebeplerinin büyük bir kısmı ekonomik şartlara bağlı
imkânsızlıklar olmakla beraber, çok önemli bir diğer sebep de, üniversitelerde
olması gereken özgür ortam, karşılıklı güven, hoşgörü ve öğrenci-öğreten
arasında olması gereken sevgi bağlarının, maalesef, eksikliğidir.
Bugün, bizleri, bu tür yasaları çıkarmaya mecbur
bırakan, başarısızlıkların altında yatan en önemli sebep de, bize göre, bu
noktadan kaynaklanmaktadır.
Değerli milletvekilleri, yaşadığımız dünyada,
yönetimler, artık, bireyi esas almaktadır. Vazgeçilmeyen bireyin hak ve
özgürlükleridir. Özgür düşünebilmek, düşüncelerini açıklamak, başkalarıyla
paylaşabilmek, istediği yaşam tarzını benimsemek, kısıtlanamayacak temel
değerler arasında yerini almıştır. Bu hakların kazanılmasında ve uygulanmasında
öncü görevini yapması gereken müesseselerin de, her şeyden önce, hiç şüphesiz,
üniversitelerimiz olması gerekmektedir. Bugün, maalesef, üniversitelerimizde bu
ortamı gereği gibi oluşturamadığımız acı gerçeğini hep beraber kabul etmek
mecburiyetindeyiz. Üniversitelerimizi, içine düştüğü güven bunalımından bir an
önce kurtarmak ve ülkemizin ufkunu açan müesseseler haline getirmek, herkesin,
ama herkesin, bugün için, öncelikli görevi olduğuna inandığımı ifade etmek
istiyorum.
Değerli milletvekilleri, ifade etmeye çalıştığım güven
ve hoşgörü ortamının oluşmasında, Yüce Meclisimize de elbette büyük görevler
düşmektedir. Bu noktada, görüşmekte olduğumuz teklifle ilgili bir üzüntümü
ifade ederken, düzeltilebileceği konusundaki ümidimi de belirtmek istiyorum.
Geçici 46 ncı maddenin birinci paragrafında
"öğrenciler, öğrencilik haklarının devam için yürürlükteki kanun ve kanunlara
uygun ilgili mevzuata uymak zorundadırlar" denilmektedir. Öğrenciler de
dahil, herkes, elbette, bir haktan yararlanmak için kanunlara uymak zorundadır.
Hiç kimseden kanunsuz bir eylem beklenemez ve kanunsuzluğa da kesinlikle göz
yumulamaz. Kanunlara uygun olmayan bir mevzuatı da hiçbir yönetici uygulama
cüretini gösteremez, göstermemesi gerekir. Yüce Mecliste görüşülen hiçbir
tasarı ve teklifte, verilen herhangi bir hak için "bundan yararlanmak için
mutlaka kanunlara uyacaksın" telkininde bulunulmazken, buna hiç de gerek
yokken, söz konusu teklifle öğrenimlerini telafi imkânı vereceğimiz
öğrencilerimize, yasayla böyle bir hatırlatmada bulunmanın hiç de uygun
olmadığı düşüncesindeyim.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Gülle, süreniz bitti. Mikrofonunuzu
açıyorum, lütfen tamamlayın efendim.
Buyurun.
AKİF GÜLLE (Devamla) – Öğrencilerimiz, elbette,
kanunlara uyacaklar; yöneticilerimiz de kanunlara uygun olmayan bir
düzenlemeyi, kurumlarında uygulamaya kalkışmayacaklardır. Bundan tabiî ne
olabilir... Münhasıran, böyle bir cümlenin teklifte zait olduğuna inanıyor ve
çıkacak olan yasanın eğitim camiasına hayırlı olmasını diliyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gülle.
Madde üzerinde ikinci söz, Doğru Yol Partisi Grubu
adına, Van Milletvekili Sayın Hüseyin Çelik’in.
Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 434 sıra sayılı Yükseköğretim
Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin 2 nci maddesi
kapsamında bulunan geçici madde 46 üzerinde, Doğru Yol Partisinin görüşlerini
arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi en derin saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi, geçen
sene, 28 Ağustos 1999 tarihinde, Genel Kurulda, sabahlara kadar çalışılarak,
bir af yasa tasarısı bu Meclisten geçirildi; ancak, dönemin Sayın Cumhurbaşkanı
bu yasayı veto etti. Bu öğrenci affı dediğimiz ve şu anda görüşmekte olduğumuz
af, bu genel affın bir maddesi olarak gündeme gelmişti; ancak, aradan geçen bir
yıla yakın zaman içerisinde, bu, bir türlü ele alınmadı; hükümetin bunu tekrar
gündeme getirmesinden ümidini kesen bazı değerli arkadaşlarımız, hiç olmazsa,
öğrenci affını genel aftan ayırarak Meclisimizin gündemine getirmişlerdir. Ben,
bu vesileyle, bu öğrenci affını Meclisimizin gündemine getiren değerli
arkadaşlarımı huzurunuzda kutluyorum.
Değerli milletvekilleri, ne yazık ki, af yasa
tasarısının toplumun gündemine getiriliş biçimi, af yasa tasarısının Mecliste
görüşülme şekli... hükümet, değerli milletvekillerini, burada, af yasa
tasarısını görüşmekten ziyade, onları şuurlu idrakleriyle burada tutmaktan
ziyade, âdeta bedenleriyle sabahlara kadar oturmaya zorlayarak ve , sunî bir
ortamda, bu af yasa tasarısını çıkardı.
O zaman da, biz, bu kürsülerden, bu affın ne kadar
gayri adil olduğunu, ne kadar haksız hükümler içerdiğini ve bu şekliyle affın
çıkması halinde, toplumda ciddî sıkıntıların olacağını söyledik; ancak, sayın
hükümet, muhalefet söylüyor diye, bizi dinlemedi. Sayın Cumhurbaşkanı veto
etti. Sayın Cumhurbaşkanının veto etmesinden sonra, aradan geçen bir yıllık
süre içerisinde, ne yazık ki, hükümet, çok büyük bir sorumsuzluk örneği
göstererek, bu yasa tasarısını, bir türlü bu Meclisin gündemine getirmedi.
Değerli milletvekilleri, ya af meselesinden hiç söz
etmeyeceksiniz veya bunu telaffuz ettiğiniz andan itibaren, toplumda meydana
getireceğiniz beklentiden dolayı, en erken zamanda, makul bir biçimde
çözümlemek durumundasınız. Ancak, üzülerek söylüyorum ki, bugün, cezaevleri
barut fıçısına dönmüştür. Hükümet, cezaevlerine hakim değildir. Bugün,
cezaevlerimizde, Avrupalı bir ülkenin ordusu kadar bir insan kitlesi
bulunmaktadır. Cezaevleri, hıncahınç insanla doludur. Van Cezaevinin kapasitesi
250 kişi iken, 600 kişi, cezaevinde, âdeta istif halinde, üst üste yatmaktadır.
Bütün bunlar göz önünde bulundurularak, bu şekilde,
insanların, âdeta tahammül ve sabır duygularıyla alay edilmesi, onların sabır
duygularının âdeta sınanması, demokratik bir işleyişe sahip olduğunu iddia eden
bir hükümete, devletimiz gibi demokratik bir işleyişe sahip olduğunu iddia eden
bir devlete yakışmaz.
Bu öğrenci affı vesilesiyle, bu meselenin de toplumda
çok ciddî bir beklenti doğurduğunu, tez elden, mutlaka halledilmesi
gerektiğini, burada, huzurunuzda ifade etmek istiyorum. Af meselesi, hukukun
temel prensiplerini zedelemeden, mutlaka, bir şekliyle tekrar gündeme gelmeli
ve toplumun gündeminden mutlaka çıkarılmalıdır.
Değerli arkadaşlar, bu yasa teklifi, biliyorsunuz, 3
geçici madde getiriyordu. Biraz önce verilen bir önergeyle, buna, yeni bir
kanun maddesi, 1 inci madde olarak ilave edilmiştir.
Geçici Madde 46 ile 1983-1984 öğretim yılından
1999-2000 öğretim yılına kadar, üniversitelerden, önlisans, lisans
programlarından ilişiği şu veya bu şekilde kesilen, başarısız olan öğrencilere
bazı yeni fırsatlar verilmektedir. Kimlere ne tür kolaylıklar ve yeni fırsatlar
tanındığı kanun metninde ifade edilmiştir; birçok arkadaşımız da bunu burada
ifade ettiği için, ben tekrar bunun detaylarına girmeyeceğim; ancak, burada bir
haksızlık yapıldığını da huzurlarınızda belirtmek istiyorum. Bildiğiniz gibi,
kanun metninde, GATA'dan, yani, Gülhane Askerî Tıp Akademisinden disiplinsizlik
sebebiyle atılanların sivil üniversitelere devamına bir daha imkân
tanınmayacağı şeklinde bir husus vardır. Normal yollardan, başarısızlıkla
GATA'dan ayrılanlar sivil fakültelere kayıtlarını yaptırabilirler; ancak,
disiplinsizlik sebebiyle buradan ayrılanlar, sivil üniversitelere tekrar kayıt
yaptıramıyorlar.
Bildiğiniz gibi, genellikle askerî disiplinsizlik, daha
çok ideolojik meselelere dayanmaktadır. Bir insanın komünist olması, ateist
olması, Budist olması veya başka bir inanç ve mezhebe mensup olması, fikre ve
ideolojiye sahip olması, belki onun asker olması önünde bir engel teşkil
edebilir; ancak, onun doktor olması önünde bir engel teşkil etmez diye
düşünüyorum; bunun düzeltilmesi gerektiğini burada ifade ediyorum.
Bildiğiniz gibi, disiplinsizlik sebebiyle, yıllardan
beri, özellikle askerî personel, YAŞ kararlarıyla ordudan ihraç edilmektedir.
Başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere, birçok değerli hukukçumuz, bu ülkede,
Avrupa Birliği üyeliğine aday olduğumuz bu süreçte, mutlaka, YAŞ kararlarının
da yargı kapsamı içine alınması gerektiğini söylüyorlar ve Türkiye, bu meseleyi
düzeltmek durumundadır.
Yine, 2 nci maddeye bağlı olarak getirilen Geçici Madde
46 ile lisansüstü eğitim yapan öğrencilere ve yardımcı doçentlere de yeni bazı
fırsatlar ve haklar verilmektedir.
Biraz önce, değerli konuşmacılarımız da belirttiler;
bildiğiniz gibi, yardımcı doçentler, mevcut uygulamayla, 12 yıl bir
üniversitede yardımcı doçentlik yaptıktan sonra, eğer, doçent olamamışlarsa, ya
kendi üniversitelerinde tenzili rütbeyle öğretim görevliliğine iniyorlardı veya
üniversite değiştirmeleri halinde, başka bir üniversiteye geçmeleri halinde, bu
insanlar, yardımcı doçentliğe devam ediyorlardı. Örneğin, diyelim ki, Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesinde yardımcı doçent olan bir arkadaşımız 12 yıl burada
çalıştıktan sonra, eğer hâlâ doçent olamamışsa orada öğretim görevliliğine
inmek durumunda; ama, Hacettepe Üniversitesine, Orta Doğuya, Boğaziçine giderse
orada yardımcı doçent olarak mesleğini sürdürmektedir. Bunun akılla, izanla bir
ilgisi yoktu ve Millî Eğitim Komisyonu, önergeyi veren arkadaşların da
görüşleri doğrultusunda bunu düzelterek önünüze getirmiştir, bu sınırlama
kaldırılmıştır.
Değerli milletvekilleri, bize göre, aslında, yardımcı
doçentlerle ilgili olarak yapılan bu düzeltme de yeterli değildir; çünkü,
bildiğiniz gibi, üniversitelerde öğretim üyesi statüsünde üç grup insan vardır;
yardımcı doçentler, doçentler ve profesörler. Yardımcı doçentler, yüksek lisans
ve doktora tezi yönetebilmekte, üniversitelerde öğretim üyesi olarak ders
vermekte ve rektörlük seçimlerinde öğretim üyesi olmaları hasabiyle de oy
kullanmaktadırlar. Ancak, özellikle bu rektörlük seçimleri, değerli
milletvekilleri, bugünkü şekliyle Türk üniversitelerine çok büyük bir fitne sokmuştur.
Seçilen bazı rektörler, kendilerine oy vermeyen üniversitelerle hesaplaşmaya
girişecekleri zaman en fazla yardımcı doçentlere zarar verebilmektedirler;
çünkü, profesörler ve doçentler daimî kadroda oldukları için, genellikle,
rektörler, yardımcı doçentlerle hesaplaşmaktadırlar. Bundan dolayı, yardımcı
doçentlerin de, tıpkı doçent ve profesörler gibi -mademki, öğretim üyesi
statüsündedirler bu insanlar- mutlaka daimî statülere tayin edilmeleri
gerekmektedir.
Bildiğiniz gibi, özellikle Amerika'da ve birçok Avrupa
ülkesinde esas olan doktoradır. Doktoradan sonrası, diyelim ki, İngiltere'de
junior lecturer vardır, senior lecturer vardır ve profesör vardır; ama,
sonuçta, önemli olan, akademik kariyerin en önemli safhası, doktoradır.
Yardımcı doçentler, doktoralarını yapmış insanlar oldukları için, öğretim üyesi
statüsünde bulundukları için, bunların daimî kadrolara...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Çelik, mikrofonunuzu açıyorum;
lütfen tamamlayın efendim.
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Yardımcı doçentler de öğretim
üyesi olmaları hasebiyle, öğretim üyeleri arasında bu farklılığı kaldırmak ve
yardımcı doçentlerin kendilerini daha iyi hissetmeleri, rahat hissetmeleri
-ancak, bu rahatlık, atalete düşmek ve tembelliğe kapılmak anlamında
değil- özlük hakları itibariyle
kendilerini daha rahat hissetmeleri için, onların da daimî kadrolara atanmaları
gerektiğini düşünüyoruz.
Bu konularla ilgili olarak sizlere arz edeceğim başka
görüşlerimiz vardır; müteakip maddelerde bunları arz edeceğim.
Saygılar sunuyorum efendim. (DYP ve FP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.
Madde üzerinde, şahsı adına, Çorum Milletvekili Sayın
Yasin Hatiboğlu; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
YASİN HATİBOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin
değerli üyeleri; gecenin bu saatinde, zannediyorum, çok hayırlı bir iş
yapıyoruz.
Temel insan haklarının zedelendiği bir ülkede, temel
insan haklarına yeterli saygının gösterilmediği bir ülkede, önce yaptığımız
yanlışlıkların, şimdi, galiba faturasını ödemek için bir düzenleme getiriyoruz.
Yani, bir başka ifadeyle, önce cüzdanını vuruyoruz, sonra fakire bulduruyoruz
onu ve böylece, sevinsin diyoruz; yani, yüzü gülsün biraz. Bir başka açık
ifadeyle, önce senin kılığın ve kıyafetin, çağdaş kılık ve kıyafete yakışmıyor,
yaraşmıyor, onunla uyuşmuyor diyoruz. Çağdaşlığın ölçüsü ne; ölçü çağı hangi
çağ? Bunu kimsenin dikkate aldığı yok; ama, biri çıkıyor, diyor ki: Senin
kılığın kıyafetin çağdaş değildir; sen çift sürebilirsin -affedersiniz- inek
sağabilirsin, çocuk yetiştirebilirsin, eskiden olduğu gibi eratımıza çanta
hazırlayabilirsin; sen her şeyi yaparsın, pancar çapalarsın, hatta dişini
tırnağına takarak para kazanırsın, ülke ekonomisine katkıda bulunursun, sen
üretken olursun, sen her şey olursun, hamal olursun; ama, üniversite
okuyamazsın. Niye; çünkü, senin, en büyük engelin başındaki örtün. Bir başka
şey: Senin inanç hürriyetinin sana verdiği hakları kullanma çaban ve
gayretindir diyoruz, engelliyoruz. Şimdi de kalkıp, göğsümüzü gere gere,
çocuklar, müteessir olmayınız, başörtünüzü yırttığımıza bakmayınız; şimdi, size
bu imkânı getiriyoruz diyoruz. Yine de ben teşekkür ediyorum. Bu da
olmayabilirdi. Öyle bir ortamdayız ki, öyle bir anlayış ve kavrayış
içerisindeyiz ki, toplumla öylesine kopmuşuz ki, bu bile övünülecek, bu bile
sevinilecek bir hal oldu. Yani, çarptığımız cüzdanı bulduruyor olmamızdan
dolayı seviniyor ve övünüyoruz; ama, ben üzülüyorum.
Bununla beraber, yaptığımız ne? Anayasanın 42 nci
maddesinde deniliyor ki “Öğrenim özgürlüğü vardır, kimse önleyemez. Anayasanın
11 inci maddesinde deniliyor ki: Anayasa, herkesi bağlar. Anayasanın 153 nci
maddesinde deniliyor ki: Mahkeme kararları bağlayıcıdır. Kararlar bağlayıcıdır,
gerekçeler bağlayıcı değildir. Mahkeme kararlarına baktığınız zaman, bir hüküm
bölümü vardır; bağlayıcı orasıdır. Bir başka şeye bakıyoruz, Anayasa
Mahkemesine dayananlara, güvenenlere sesleniyorum; yani, şu aydınlatma odaları
var ya hani, ona güvenenlere sesleniyorum: Anayasa Mahkemesi, bir maddeyi
Anayasaya aykırılıktan dolayı iptal ederken koyduğu gerekçeyi başka sebeple
aynı konudaki maddeyi iptal etmezken gerekçe yaptıysa, o gerekçeye güvenilemez;
çünkü, o gerekçe, iptal gerekçesidir, o gerekçe iptalin reddine gerekçe olamaz.
Bütün bu aksaklıklardan sonra, ben, şimdi, teklif
sahiplerine -beş ayrı grup arkadaşım
teklif vermiş- hepsine teşekkür ediyorum; ancak, 1 inci maddede fevkalede
sıkıntılar vardır, endişem vardır, önergelerim vardır. Önergeler geldiğinde arz
ve izah edeceğim. Onu düzeltirsek işe yarar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada üç
kategori var. Bir, başarısızları başarılı gösterme kanunu. Katılmıyorum; bir
insan başarısızsa, başarısız kalmalıdır ya da gayret edip başarılı olmalıdır.
İkinci kategori, imkân. Başarabilmesi için, okuma ve sınava girme imkânı
verilmektedir. Katılıyorum; bu imkânı verelim, sınava girsin, başarsın. Üç,
haksızlıklar ve dayatmalar dolayısıyla -ki, bizim yüreğimizi dilhun eden en
önemli mesele- üniversiteyle ilişkisi kesilmiş çocuklara bu fırsatın
verilmesidir. Ancak, madde muğlaktır, madde açık değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen tamamlayın Sayın Hatiboğlu.
Buyurun efendim.
YASİN HATİBOĞLU (Devamla) – Sayın Başkanım, teşekkür
ediyorum.
Bunu vuzuha kavuşturmamız lazım. Yanlış olur... Ben,
grup adına konuşan arkadaşlarımı istifadeyle dinledim, çok yararlandım ve şimdi
merak ediyorum. Bir grubun sözcüsü arkadaşım "Millî Eğitim Bakanlarımızın
hepsi, bizim hükümet ortaklarımızın birlikte, beraber, görüşleri istikametinde
çalışırlar" diyor; ne güzel, seviniyorum; ama, bir başka grup sözcüsü
arkadaşım diyor ki: "Yahu, bu Millî Eğitim Bakanlığı..." Yani, ben
ifade edemiyorum. Bir kere, hani, adımız muhalefet ya... Adımız çıkmış bine,
inmez beşyüze. Onun için, ben diyemiyorum, atıfta bulunuyorum; Milliyetçi
Hareket Partisi Grubunun sözcüsü değerli kardeşimin sözlerine atıfta
bulunuyorum. Yani, bunları, bir araya gelin, lütfen, çözün. Biz, sizin kavgalı
olmanızı istemiyoruz. İktidarın kavgalı olduğu yerde, muhalefetin huzurlu
olması mümkün değil.
MİHRALİ AKSU (Erzincan) – Biz çözeriz...
YASİN HATİBOĞLU (Devamla) – Çözün efendim, çözün...
Ama, lütfen, rica ederim... Ben konuşurken girerseniz, ben cevap veririm...
Çözün de, bugüne kadarki çözdüğünüz biçimde çözmeyin.
Heyeti selamlıyorum efendim; saygı sunuyorum Sayın
Başkanım. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Madde üzerinde, şahsı adına ikinci söz, Samsun
Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Değerli Başkan, değerli
arkadaşlar; görüşmekte olduğumuz kanun teklifinin geçici 46 ncı maddesi
üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle de, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Tabiî, yukarıdan beri ifade edilen gerek gruplar adına
yapılan konuşmalarda gerekse geneli üzerinde yapılan konuşmalarda ifade edilen
husus, bu teklifte ve özellikle de çok geniş olan bu maddenin fıkralarında,
1983 öğretim yılından beri mağdur olan öğrencilerin, hangi sebeple olursa
olsun, mağduriyetlerinin giderilmesi, okuldan uzaklaştırılmış olanların, yine
nedenleri, sebepleri ne olursa olsun; imtihanları vermek kaydıyla okullarına
dönebilmeleri, staj alması gereken derslerde -tıp gibi, benzeri alanlarda da-
stajlarını alabilmeleri; yani, eğitimlerini aksatmadan yürütebilmeleri imkânı
verilmektedir.
Tabiî, burada, geneli üzerinde konuşurken de arz ettim.
Önemli olan husus şudur: Biz, bugün bir yasa çıkarıyoruz; inşallah, biraz sonra
bu teklif kanunlaşacak. Bu, tekrar Parlamentoya gelmeyecek tarzda,
öğrencilerimizin, eğitim camiasının önünü açacak ciddî bir düzenlemeye gidişin
de ilk adımı olsun. Bu adım, kanaatimce, her fırsatta, çok kere, içinde
bulunup, şu anda aramızda parlamenter olarak görev yapan, yükseköğrenim
kurumunda görev yapmış, fiilen görev yapmış, öğretim görevlisi olarak hizmet
vermiş arkadaşlarımızın da müşteki olduğu Yükseköğrenim Yasasının bir an önce
değiştirilip, dokuzuncu defa, Parlamentonun huzuruna gelen öğrenci affı veya
hakkı yasasının, bir onuncu defa gelmesine meydan vermeyecek tarzda bir
düzenlemenin getirilmesidir.
Değerli arkadaşlar, yine, bu teklifin, özellikle
birinci fıkrasında yer alan, kanun ve kanunlara uygun mevzuat kavramı üzerinde,
geneli üzerinde konuşurken de durmuştum. Tabiî, bu kavram, gerçekten, dikkat
çekici. Biz, Mecliste kanun yapıyoruz, millet adına kanun yapıyoruz; ama, çok
kere, hissi olmasından, kişiselleşmesinden endişe duyduğumuz birkısım
tavırların, özellikle bazı rektörlerimizin -üniversitelerin tamamında değil;
tırnak içinde söylüyorum birkısım rektörlerin- keyfî uygulamalarına muhatap
olan birçok öğrencimizin mağduriyetine vesile olmayacak tarzda bu düzenlemenin
sonuçlandırılması da en büyük beklentimiz ve temennimizdir; uygulamanın böyle
olacağını umuyoruz inşallah.
Öbür taraftan, tabiî, sadece, ders geçme veya
-özellikle, burada, alt fıkralarda değişiklik önergeleri de var yanılmıyorsam-
sınıf geçme hakkı kullanan öğrencilerimizin, sınıf geçen öğrencilerimizin, bir
alt sınıftan kalan derslerini vermeden üst sınıfa devam edemeyenlere tanınan
hakkın, hiç olmazsa, geri sınıflarda dersi olan, ders geçme uygulayan
üniversitelerde de geniş anlamda uygulanmasını bu yasa çerçevesinde umuyoruz ve
beklemekteyiz.
Değerli arkadaşlar, hangi nedenlerle olursa olsun
ilişkileri kesilmiş olan, sayıları onbinlerle ifade edilen -ki Sayın Ahat
Andican burada ifade ettiler, geçmiş dönemde, binlerce öğrencinin böyle bir
imtihana yeniden girme hakkı olmuştu- binlerce öğrencinin hiçbirisini, bu af ve
hak kapsamı dışında tutmayacak tarzda -özellikle kayıtlara geçmesi bakımından
söylüyorum- bu yasanın uygulanmasını, tüm uygulayıcılardan, Yüce Parlamento
olarak beklemekte olduğumuzu özellikle ifade ediyor ve bu yasa teklifiyle,
bugüne kadar sebebi ne olursa olsun imtihana alınmamış, alınamamış veya
imtihana kendine ait nedenlerle girememiş öğrencilerimize bu hakkın verilmesini
bekliyor, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uzunkaya.
Değerli milletvekilleri, madde üzerinde 5 adet önerge
vardır. Önergeleri önce geliş sıralarına göre okutacağım, sonra aykırılık
derecelerine göre işleme alacağım. Son okutacağım önerge, en aykırı önerge
olacak ve bu önergeden işleme başlayacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
434 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 1 inci
maddesiyle düzenlenen geçici 46 ncı maddenin dördüncü satırındaki
"durumuna gelmiş" ifadesinden sonra gelmek üzere "öğrencilerle,
dersler sebebiyle ilişiği kesilmiş öğrencilere bütün dersler için devam" ifadesinin
konulmasını; bu sebeple, metindeki "öğrencilere ilişkilerinin kesilmesine
sebep olan bütün dersler için devam" ifadelerinin çıkarılmasını arz ve
teklif ederim. 21.6.2000
Yasin Hatiboğlu
Çorum
BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum efendim.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı yasa teklifinin
geçici 46 ncı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinin "Öğrenciler,
öğrencilik ve imtihana girme haklarının devamı için yürürlükteki kanunlara
uymak zorundadırlar" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Musa
Uzunkaya Mahmut Göksu Nazlı Ilıcak
Samsun Adıyaman İstanbul
Akif Gülle Mehmet Çiçek İsmail
Kahraman
Amasya Yozgat İstanbul
BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı kanun teklifinin
çerçeve 1 inci maddesine bağlı geçici 46 ncı maddesinin birinci fıkrasında
"...1983-1984 öğretim yılından 1999-2000 öğretim yılı sonuna
kadar..." şeklinde geçen ibarenin "...12 Eylül 1980 tarihinden
1999-2000 öğretim yılı sonuna kadar..." olarak değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz.
Emrehan Halıcı İsmail Köse Beyhan
Aslan
Konya Erzurum Denizli
Orhan
Bıçakçıoğlu Erol Al
Trabzon İstanbul
BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
434 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 1 inci
maddesiyle yeniden düzenlenen geçici 46 ncı maddesinin birinci fıkrasının son
cümlesinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederim. 21.6.2000
Yasin Hatipoğlu
Çorum
BAŞKAN – Şimdi okutacağım önerge en aykırı önergedir;
okutup, aynı zamanda işleme de alacağım efendim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı Yükseköğretim
Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin Geçici 46 ncı
maddesinin üçüncü fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.
Akif Gülle Musa Uzunkaya Mehmet
Çiçek
Amasya Samsun Yozgat
Mehmet Batuk Mahmut Göksu
Kocaeli Adıyaman
"Yükseköğretim kurumlarında en çok üç dersten
başarısız olup bir üst sınıfa veya yarıyıla geçemeyen öğrencilere, üst sınıfa
devam etme ve başarısız oldukları dersler için, iki sınav ve bir bütünleme
hakkı verilir. Not ortalaması sebebiyle sınıf geçemeyen veya mezun olamayan
öğrencilere, istedikleri üç dersten, not yükseltmek için bir sınav hakkı
verilir."
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Çoğunluğumuz olmadığı için takdire bırakıyoruz
efendim.
BAŞKAN – Sayın Hükümet?..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Komisyonun takdire bıraktığı, hükümetin de
katılmadığı önerge konusunda, önerge sahibi olarak konuşacak mısınız,
gerekçenizi mi okutayım?
AKİF GÜLLE (Amasya) – Konuşacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Gülle, buyurun efendim. (FP sıralarından
alkışlar)
AKİF GÜLLE (Amasya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 46 ncı maddenin üçüncü fıkrasında, bilindiği gibi, sınıf geçme
sistemi olan fakültelerimizdeki öğrencilerimize, en fazla 3 dersten başarısız
oldukları durumlarda, bir üst sınıfa devam etme ve başarısız oldukları dersler
için de 2 sınav hakkı vermiş oluyorduk; ancak, bazı fakültelerimizde, sınıf
geçme sistemi değil, ders geçme sistemi uygulanmaktadır. Sınıf geçme
sisteminden yararlanan öğrencilerin yanında, ders geçme sistemi uygulanan
öğrencilerimizin aynı haktan yararlanamaması gibi biri sonuç ortaya
çıkmaktadır.
Biz, önergemizle, daha önce Millî Eğitim Komisyonunda
kabul edilen, sınıf geçme sistemi uygulanan fakültelerdeki öğrencilere verilen
bu hakkın, aynı ölçüde, ders geçme sistemi uygulanan fakültelere de verilmesini
arzu ettik. Bu anlamda önergeyi vermiş bulunuyoruz.
Desteklerinizi bekliyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
434 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 1 inci
maddesiyle yeniden düzenlenen geçici 46 ncı maddenin birinci fıkrasının son
cümlesinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederim. 21.6.2000
Yasin Hatiboğlu
Çorum
BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu efendim?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN– Hükümet?..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop)
– Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Komisyon ve hükümetin katılmadığı önerge
konusunda önerge sahibi olarak Sayın Yasin Hatiboğlu; buyurun efendim.
YASİN HATİBOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan, Yüce
Meclisin değerli üyeleri; eğer bir hayır yapacaksak, lütfen, bunu tam yapalım;
yani, kaş yapacağız derken göz çıkarmanın bir anlamı yok. Çıkarılmasını arz ve
teklif ettiğim husus şudur: "Öğrenciler, öğrencilik haklarının devamı için
yürürlükteki kanun ve kanunlara uygun ilgili mevzuata uymak zorundadır."
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu, malumu ilam
değil midir bir anlamda?! Yani, diyelim ki, böyle bir hüküm koymadık,
koymadınız; kanunlara ve nizamlara uymayacak mı öğrenciler ya da insanlar?! Ya
da mefhumu muhalifini alalım -hukukta
bir mefhumu muhalif kavramı vardır- yani, karşı mefhum, onu alalım. O zaman ne anlam çıkar biliyor musunuz;
çıkacak anlam şudur: Affedilen öğrenciler gidecekler, diyecekler ki "azmen
cezmen kastettik, bundan sonra bu kanunlara uymaya, nizamata uymaya devam
edeceğiz" ve onlar uyacaklar; ama, böyle bir taahhütte bulunmayanların
kanuna ve mevzuata uyma mükellefiyeti olmayacak. Bu anlam çıkar. Buna imkân
vermeyelim, buna fırsat vermeyelim. Benim istirhamım şudur: Eğer, haksızlığa
uğradığı için, temel insan haklarını kullanmasına fırsat verilmediği için
derslere giremeyen, bu suretle de ilişkisi kesilen yüzlerce, binlerce
evladımız... Bakınız, bugün, bir üniversite imtihanını kazanabilmek için
çocuklar ne masraflar yapıyor, aileler ne masraflar yapıyor, ne alınterileri
döküyor. Bunlar hepimizin gözünün önünde.
Öbür taraftan, Hacettepe gibi, eğitim düzeyi çok
yüksek, başarılması ve kazanılması çok zor bir fakülteyi kazanmış, tıp fakültesinin
son sınıfına gelmiş; bir saplantımızdan dolayı, ilişkisini kesiyoruz. Ondan
sonra da diyoruz ki, biz sana bu hakkı veririz; ama, gideceksin, mesela -çok
canımızı yaktığı için ismini söylüyorum, çok sevdiğim için değil- Kemal
Alemdaroğlu'na gideceksin, diyeceksin ki "beni, şu sizin icat ettiğiniz
meşhur odalar var ya; nedir o odalar?..
AZMİ ATEŞ (İstanbul) – İkna odaları.
YASİN HATİBOĞLU (Devamla) – İkna odaları.
"Beni ikna odalarına götürün. Ben, orada, şöyle
bir dizüstü oturayım. Ondan sonra da, sizin elinize, ayağına kapanayım ve
yemini billah edeyim, hatta azmen cezmen kastettim, badema sizin emir ve
talimatlarınıza aykırı davranmayacağım diye bir yemin edeyim, sonra da beni
okula kabul edin." Yapmayın!.. Bu, insanların kişilikleriyle alay
etmektir; bu, insanların kişiliğine saygı duymamaktır. Yapmayın!.. Bu gençler
bizim gençlerimiz; bu insanlar bizim insanlarımız. Yarın biz yokuz. Buralarda
onlar oturacaklar; ülkeyi onlar konuşacaklar, ülkeyi onlar yönetecekler.
Yapmayınız!..
Değerli milletvekilleri, yanlış bir şey teklif
etmiyorum. Yurttaş olarak, bu sözü veren de vermeyen de kanunlara zaten uyacak;
bunun başkası yok ki!..Yani, ne maksatla konuldu, anlamak mümkün değildir.
Ben, Sayın Bakanımın, her ne kadar
"katılmıyorum" diye bir söz ifade buyurdularsa da, oylarıyla
katılacaklarını; Sayın Başkanın, her ne kadar, gönülsüz gönülsüz "ben buna
katılmıyorum" dediyse de, oylarıyla destek vereceklerini ve destekleriyle
de, bir anlamda, gruplarına işaret vereceklerini umuyorum.
Yüce Heyeti selamlıyor, Başkanlığa saygı sunuyorum. (FP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sağ olun efendim, teşekkür ediyorum.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
Müteakip maddeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
434 sıra sayılı kanun teklifinin çerçeve 1 inci
maddesiyle düzenlenen geçici 46 ncı maddenin dördüncü satırındaki
"durumuna gelmiş" ifadesinden sonra gelmek üzere "öğrencilerle
dersler sebebiyle ilişiği kesilmiş öğrencilere bütün dersler için devam"
ifadesinin konulmasını; bu sebeple metindeki "öğrenciler ilişkilerin
kesilmesine sebep olan bütün dersler için devam" ifadelerinin
çıkarılmasını arz ve teklif ederim. 21.6.2000
Yasin Hatiboğlu
Çorum
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU
BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) –
Katılamıyoruz.
BAŞKAN – Hükümet?..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) –
Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Sayın Hatiboğlu, buyurun efendim.
YASİN HATİBOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan, Yüce
Parlamentonun değerli üyeleri; bir başka önergem daha var. Maksadım -çok samimi
ifade ediyorum- bağcı dövmek değildir, üzüm yemektir; yani, ileride ihtilaflara
fırsat vermemektir, böyle bir düzenleme yapmaktır. Benim istirhamım budur,
yoksa, gecenin bu saatinde... Ben, hayatımda kürsü görmemiş, söz söylememiş
insan değilim; ömrüm kürsülerde geçti. Böyle bir hevesim de yok; ama, şunu
düzeltmemiz lazım. Maddede karşı olduğum, bir türlü içime sindiremediğim,
ileride ihtilaflara sebep olacak, hükümetimizi de, komisyonumuzu da,
öğrencilerimizi de çok huzursuz edecek bir metni okuyorum; dikkat buyurunuz
lütfen.: "Her ne sebeple olursa olsun ilişkileri kesilmiş veya kesilme
durumuna gelmiş öğrencilere ilişkilerinin kesilmesine sebep olan bütün dersler
için devam" diyor. Yani, bu imkân, af imkânı, her ne sebeple olursa olsun,
dersler dolayısıyla ilişkisi kesilmiş olanlara tanınıyor. Halbuki, ders
dolayısıyla ilişkisi kesilmiş olanların ötesinde ve önünde, imkân verilmediği
için, kovulduğu için, horlandığı için üniversiteyle ilişkisi kesilmiş olanlar
var. Açık söyleyelim; başı örtülü olduğu için... Ben bu kavramı kullanmıyorum,
benim hep kullandığım şudur: Temel insan hakkı, inanma hakkı. Bu elinden
alındığı için üniversiteyle ilişkisi kesilmiş evlatlarımız var. Çabamız
hepimizin çabası; DSP'nin de, MHP'nin de, ANAP'ın da, Fazilet Partisinin de,
DYP'nin de, bağımsızların da, hepimizin çabası bunadır. Ben biliyorum ki,
maksadımız da budur, bu düzenlemedeki maksadımız da budur; ama, maksadımızı
olabilir ki, iyi ifade edememiş olmanın sıkıntısını yarın hep beraber çekeriz.
O bakımdan, diyorum ki: Geliniz, ilişki kesmeyi sadece derse bağlamayalım
"her ne sebeple olursa olsun ilişkisi kesilmiş olan" ifadesinin
sonuna noktalı virgül koyalım ve sonra, önergemde olduğu gibi, ders sebebiyle
ilişkisi kesilmiş olanlara da ilişki kurma imkânı verelim. Önergem bu hedefe
yöneliktir, başka bir maksadım da yoktur; yani, sizin muradınızı ben metne
döktüm. Sayın Bildik olsaydı, onu nazmen ifade ederdi; ama, ben nesren ifade
ettim.
Yüce Başkanlığı ve Muhterem Heyeti saygıyla selamlıyor
ve destek bekliyorum. Saygı sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Hatiboğlu.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum...
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkan, zapta geçmesi bakımından bir
açıklama yapabilir miyim?
BAŞKAN – Buyurun efendim.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Şimdi, efendim,
kayda geçmesi için ifade etmek istiyorum. Her ne sebeple olursa olsun
ilişiği kesilen öğrencilere, ilişkileri kesildiği anda sorumlu bulundukları
dersler veya ders yoksa, hangi konumda ilişiği kesilmişse öğrencilik haklarına
oradan devam etmek üzere bu madde düzenlenmiştir.
Açmak istiyorum. Yani, bir öğrencinin devamsızlık
yüzünden okuluyla ilişiği kesildi; bu hak verildi, bir yıl geçti, öğrenci
döndüğü zaman, o sınıfın öğrencisi olarak ilişiği kesildiği için, o sınıfın
derslerine isterse devam edecek ve istediği zaman da, devam sonunda, iki sınav
ve bir bütünleme hakkını kullanabilecek.
Buradaki madde üzerindeki tartışmalar, alt komisyonda
da üst komisyonda da bu doğrultuda olmuştur. Herhangi bir yanlış anlamaya
fırsat verilmemesi, kayıtlara geçmesi için...
Teşekkür ediyorum efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Küçük.
Hükümet katılıyor mu efendim?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Müteakip önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı yasa teklifinin
geçici 46 ncı maddesi birinci fıkrasının son cümlesinin "öğrenciler,
öğrencilik ve imtihana girme haklarının devamı için yürürlükteki kanunlara
uymak zorundadırlar" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Musa Uzunkaya
(Samsun)
ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Efendim, takdire bıraktık.
BAŞKAN – Hükümet?..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) –
Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Sayın Ilıcak, önerge sahipler adına siz mi
açıklama yapacaksınız?
AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Evet efendim.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Ilıcak. (FP sıralarından
alkışlar)
AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 434 sıra sayılı kanun teklifinin geçici 46 ncı maddesi
üzerinde bir önerge verdik; bu önerge konusunda görüşlerimizi açıklayacağız.
46 ncı maddenin birinci fıkrasının son cümlesi, biraz
önce Sayın Yasin Hatiboğlu'nun da ifade ettiği gibi, malumu ilandan ibaret;
öğrenciler, öğrencilik haklarının devamı için yürürlükteki kanun ve kanunlara
uygun ilgili mevzuata uymak zorunda. Şimdi biz diyoruz ki önergemizde, hiç
değilse "kanunlara uygun davranmak zorunda" diyelim de
"kanunlara uygun mevzuat" kısmını çıkaralım; zaten, mevzuat, tabiî ki
kanunlara uygun olmak durumunda. Peki, acaba, bu kanunu kaleme alanlar niçin
böyle bir cümleyi buraya koymak zorunda kendilerini hissetmişler?
Yükseköğretim Kanununun, biliyorsunuz, ek 17 nci
maddesi var; burada şöyle deniliyor: "Üniversitelerde kanunlara aykırı
olmayan her türlü kılık kıyafet serbesttir." Bu kanun 28.10.1990'da
yayımlandı. 17 nci madde aleyhine Anayasa Mahkemesine iptal davası açıldı; ama,
Anayasa Mahkemesi bu iptal başvurusunu reddetti. Dolayısıyla, Yükseköğretim
Kanununun ek 17 nci maddesi halen yürürlüktedir.
Anayasa Mahkemesi, iptal başvurusunu reddederken, bir
de yorum getirmiştir; demiştir ki: "Yükseköğretim Kanununa eklenen 17 nci
madde, çağdaş kıyafete ters düşen dinî nitelikli kılık kıyafeti serbest
bırakmamıştır." Her ne demekse çağdaş!..
Şimdi, bu, bir yorumdur ve üstelik, kanun koyucunun
maksadına aykırı bir yorumdur. Anayasanın 153 üncü maddesini sizlere
hatırlatmak isterim. Anayasanın 153 üncü maddesi, Anayasa Mahkemesinin uyacağı
bir kuralı ilan ediyor: Anayasa Mahkemesi iptal kararı verirken, bir kanun
koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm ihdas
edemez. Oysa, etmiştir. Çünkü, ek 17 nci maddeyi, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
1990 yılında, her türlü kılık kıyafeti serbest bırakmak için -başörtüsü de buna
dahil- bu amaçla çıkarmıştır; ama, ülkemizde aksine bir uygulama var.
Sadece Anayasa Mahkemesi, yorumuyla, 17 nci maddeyi yok
farz etmiyor, aynı zamanda, İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu da
yok farz ediyor. İşte, YÖK Komisyonunun hazırladığı raporun 73 üncü maddesinde
-bu vesileyle, YÖK Komisyonu Başkanı Milliyetçi Hareket Partili Sayın Mustafa
Gül'e ve diğer partilerden bu komisyona katkıda bulunan arkadaşlarına teşekkür
etmek istiyorum- Kemal Alemdaroğlu hakkında suç duyurusu var, diğer maddelerde
de var; ama... Bakın "Kemal Alemdaroğlu, İstanbul Üniversitesince
neşredilen kitabın ikinci baskısında, baskı ve film merkezi yetkililerine
bizzat emir vererek, kanunun ek 17 nci maddesini metinden çıkarmak suretiyle,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin yaptığı bir yasayı yok saymıştır." Evet,
bundan dolayı da kendisi hakkında bir suç duyurusu vardır.
Değerli arkadaşlar, yürürlükteki kanunların hiçbiri,
devrim kanunları da dahil olmak üzere, başörtüsünü yasaklamıyor. İşte devrim
kanunları; Şapka Kanunu, bir de, Bazı Kisvelerin Giyilemiyeceğine Dair
Kanundur. Burada, kılık kıyafet yasağı mevcut değildir; ama, Anayasa Mahkemesi,
mevcut olmayan bir yasağı, maalesef, ihdas etmek istiyor; o yüzden, o günden
bugüne bu tartışma bir türlü sona ermiyor ve çeşitli idare mahkemeleri,
başvuran başörtülü genç kızların lehinde karar vermesine rağmen, maalesef, bu
hâkimler hakkında da çeşitli müfettiş raporlarıyla sürgün kararları çıkıyor;
yani, ülkemizde bir zulüm dönemi mevcut.
Değerli Milliyetçi Hareket Partili milletvekilleri ve
değerli ANAP milletvekilleri esasında bu zulmü sona erdirmek üzere bu af
kanununa katkıda bulundular.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, tamamlayın efendim.
Buyurun.
AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) – "Öğrenciler,
öğrencilik haklarının devamı için kanuna uymak zorundadır" cümlesi,
aslında, Anayasa Komisyonunda kabul edilmişti, mevzuat meselesi safdışı
edilmişti; yani, öğrenciler, yürürlükte olan ek 17 nci maddeye uydukları
takdirde -ki, hiçbir yasak yoktur, hiçbir sınırlama yoktur- üniversitelere
serbestçe gidebilsin diye.
Şimdi, aslında, zorla, daha sonra, çeşitli münakaşalar
sonunda "mevzuat" kelimesi de teklife girmiştir. Aslında, bazı
arkadaşlarımız son derece zor durumda; vicdanlarının sesini mi dinleyecekler,
yoksa ortaklarının sesini mi dinleyecekler? Sayın Bülend Yahnici "biz
başörtüsünü bir sembol gibi kabul etmiyoruz, aslında, kimsenin başını
örtmesinden dolayı bu topluma zarar gelmez; bence, Parlamentoya da başörtüsüyle
girilmesi gerekirdi" diye bir demeç vermiştir; fakat "benim inancım
öyle olmakla birlikte oyum farklı" demiştir. Dilimin ucuna geldiği için,
müsaade ederseniz, bir latife yaparak sözlerimi tamamlamak istiyorum; sizi gidi
takıyyeciler sizi!
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Son önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı kanun teklifinin
çerçeve 1 inci maddesine bağlı geçici 46 ncı maddesinin birinci fıkrasında
"1983-1984 öğretim yılından 1999-2000 öğretim yılı sonuna kadar"
şeklinde geçen ibarenin "12 Eylül 1980 tarihinden 1999-2000 öğretim yılı
sonuna kadar" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Emrehan Halıcı
(Konya)
ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara)
– Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükümet?..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) –
Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Komisyonun takdire bıraktığı, hükümetin de
katılmadığı önerge üzerinde, önerge sahipleri olarak konuşacak mısınız,
gerekçeyi mi okutayım?
MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Gerekçe okunsun.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
12 Eylül 1980 yılından önceki öğrenci olayları
nedeniyle okullarıyla ilişiği kesilmiş
bulunan öğrencilere de bir hak tanımak amacıyla bu değişiklik yapılmıştır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir. (DSP ve MHP sıralarından
alkışlar)
Kabul edilen önerge doğrultusunda, geçici 46 ncı
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Madde kabul
edilmiştir.
Geçici 47 nci maddeyi okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 47. – 1988-1989 öğretim yılından 2000 yılı
sonuna kadar, lisansüstü öğrenimi görürken, her ne sebeple olursa olsun
kurumları ile ilişiği kesilen öğrencilere başarısız olduğu dersler için iki
sınav hakkı; yüksek lisans öğrencileri için bir yıl, doktora öğrencileri için
de iki yıl tez hazırlama süresi verilir. Ayrıca 1996-1997 öğretim yılı
başlangıç tarihine kadar yabancı dil sınavına giremeyenler ve ilgili kanunun
yürürlük tarihine kadar yabancı dil şartını yerine getiremeyerek kaydı silinen
öğrenciler, yeniden kayıt yaptırabilirler. Doktora yeterlilik sınavına girebilmek
için, yabancı dil sınavında başarısız olanlara üç sınav hakkı tanınır.
Yardımcı doçentlik kadrosunda görev yapan öğretim
elemanlarının çalışma sürelerindeki sınırlama kaldırılmıştır.
1997 yılından itibaren yüksek lisans ve doktora yabancı
dil sınavında 100 puan üzerinden 50 (elli) ve daha yukarı, doçentlik yabancı
dil sınavında ise 65 (altmışbeş) ve daha yukarı puan veya Üniversitelerarası
Kurul tarafından kabul edilen ve Yükseköğretim Kurulu tarafından uluslararası
alanda geçerli sayılan diğer yabancı dil sınavlarından bunlara denk puan
alanlar başarılı sayılırlar.
Lisansüstü öğrencilik sıfatını yeniden kazananlar, bu
hakkı kazandıkları tarihten itibaren araştırma görevlisi olanlar, araştırma
görevliliği kadrosuna yeniden atanırlar. Çalıştıkları üniversitenin bulunduğu
şehir dışındaki başka bir üniversitede lisansüstü eğitim-öğretim programına
kayıtlı iken, kayıt-kabul işlemlerinden sonra yürürlüğe girmiş Yükseköğretim
Kurulu karar ve talimatlarına göre kaydı silinenler, bu kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren iki ay içinde müracaat etmeleri halinde öğrenimlerine
kaldıkları yerden devam ederler. Bu Kanundan yararlanmak üzere müracaat eden
öğrencilerden askerlik erteleme süreleri sona erenlerin askerlikleri, bir
defaya mahsus olmak üzere bir yıl daha ertelenir.
1988-1989 öğretim yılından 2000 yılı sonuna kadar;
sanatta yeterlilik, Tıp Fakülteleri veya tıpta uzmanlık alanlarında başarısız
olanlara, kendi isteği ile ayrılanlara veya eğitimini kesintiye uğratanlara,
istemeleri halinde, başarısız oldukları derslerden laboratuvar ve uygulamalı
derslere devam ve ayrıca eksik rotasyonlarını tamamlamaları şartı ile iki sınav
hakkı tanınır.
Yurt dışına yüksek lisans ve doktora yapmak üzere
gönderilen, yurt dışında yüksek lisans ve doktora için kalmaları gereken süre
içerisinde her ne sebeple olursa olsun çalışmanın hangi aşamasında olursa olsun
Türkiye’ye dönmüş veya çağrılmış olanlar veya yurt dışında kalması gereken süre
dolduğu için geri gelmek zorunda kalan ve Türkiye’de görevleri ile ilişkileri
kesilen öğrencilere iki, doktora eğitimi için dört yarı yıl Yükseköğretim
Kurulunun Türkiye’de belirleyeceği üniversitelerde öğrenimlerine devam hakkı
tanınır.
Yukarıdaki haklardan yararlanmak isteyenlerin bu
Kanunun yürürlük tarihinden itibaren kurumlarına iki ay içerisinde müracaatları
şarttır.
BAŞKAN – 2 nci maddeye bağlı geçici 47 nci madde
üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Yozgat Milletvekili Sayın Mehmet Çiçek;
buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) – Sayın Başkanım,
saygıdeğer milletvekilleri; 434 sıra sayılı kanun teklifinin geçici 47 nci
maddesiyle ilgili Grubum adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekileri, uzun zamandan beri ülke
gündeminde yer alan ve binlerce öğrencimizi yakından ilgilendiren bir kanun
teklifini görüşüyoruz. Hatırlanacağı üzere, bu kanun teklifi, 28.8.1999
tarihinde genel af kapsamında görüşülmüştü. Af kanununun Sayın
Cumhurbaşkanımızca Meclise iadesiyle, kanun belli bir süre beklemeye alınmıştı;
hükümet, isabetli bir kararla, konuyu genel af kapsamından çıkarıp, başlıbaşına
ele alınmasını kararlaştırmış ve Millî Eğitim Komisyonuna tek başına sevk
etmiştir. Üyesi bulunduğum Millî Eğitim Komisyonunda uzun uzadıya tartışılan
kanun teklifi, alt komisyona sevk edilmiş ve daha sonra da komisyonumuzda kabul
edilerek, huzurunuza getirilmiştir.
Sayın milletvekilleri, bu, bir af kanunu teklifi olarak
görülmemelidir; çünkü, af, suçlu içindir. Daha önce öğrencilerimizin
problemlerinin, katiller, caniler, ırz düşmanları, madde bağımlıları ve
teröristlerle birlikte ele alınması, son derece yanlıştı, onur kırıcı idi.
Bu kanun teklifi, öğrencilere alınan haklarını iade
etme teklifidir diyebiliriz; çünkü, bugün, öğrencilerimizin büyük bir çoğunluğu
çarpık eğitim ve öğretim sistemimizin kurbanıdırlar. Öğrenciler, devam eden
anlaşmazlıkların, kavgaların malzemesi haline getirilmiştir, hırpalandıkça
hırpalanmıştır.
Sayın üyeler, bir eğitim sistemi düşünün, öğretmeni
mağdur ve şikâyetçi. Ülkemizde vicdanıyla cüzdanı arasına hapsedilenler sadece
hâkimlerimiz değil, öğretmenler ve üniversitelerimizin değerli üyeleri de bu
haksızlıklardan nasibini alıyorlar. Öğretim elemanlarımız, dersten çıkar çıkmaz
işportacılık yaparak hayatını idameye mahkûm bir zümre haline gelmiştir.
Birçok yerde öğretmen yoktur, okul yoktur; taşımalı
eğitim problemlerle doludur. Yozgat’ta 102 köyde taşımalı eğitim yapılmaktadır;
117 okulda taşımalı eğitime devam ediliyor ve 9 754 öğrenci, kilometrelerce
ilerideki okullara taşınıyor.
Araç ve gereç yoktur, eğitimde eşitlik ilkesi ihlal
edilmiştir. Mahrumiyetler içerisinde kıvranan öğrenciler ile her türlü imkâna
sahip öğrenciler, sınavda, aynı şartlarda yarıştırılmaktadırlar. Öğrencisi
mağdur ve şikâyetçidir.
Ortaöğretimde, 80-100 kişilik sınıflarda eğitim
yapılmaktadır.
Üniversitelerde okumak için her türlü fedakârlığa
katlanan ve geleceğimizi emanet edeceğimiz bu yavrularımıza ana-baba şefkatiyle
yaklaşması lazımgelen üniversite yönetimi... Öğrencilerimiz, kılık ve
kıyafetleri sebebiyle, polis ve jandarma müdahalesiyle üniversitelerden
uzaklaştırılmışlardır.
İlimle uğraşması gereken bu müesseseler, siyasetin
arenası haline gelmiştir. Binlerce öğrenci ve öğretim üyesi, düşünceleri
sebebiyle üniversitelerden uzaklaştırılmışlardır. Rektörler, dekanlar,
asistanlar, doçentler ve profesörler, YÖK'ün şablonuna uymadığı için sokağa
konulmuşlardır. Daha da ileri gidilerek, birkısım öğretim üyelerinin, bilimsel
sistemin verilerine göre aldığı unvanları ellerinden alınmıştır. Son zamanlarda,
üniversitelerimizde, dünyanın en ilkel ülkelerinde bile rastlanmayan
uygulamalarla karşı karşıya kalınmıştır.
Yavrularımızın üniversite kapılarında günlerce gözyaşı
döktüklerine şahit olduk. Onların adına yanlış söz söyleyen, yazı yazan ve
konuşanlar cezalandırılacağına, öğrenciler cezalandırılmıştır.
Sayın milletvekilleri, sizler de babasınız, sizler de
annesiniz, sizin de çocuklarınız var. Konuşmadıkları bir sözden, yapmadıkları
bir fiil ve davranıştan dolayı, sizin evlatlarınızın yüzüne üniversitelerin
kapıları kapatılsa; sizin evlatlarınız sokağa atılsalar, coplansalar; okumak
için çırpınan bu çocuklarınız, gece sabahlara kadar kâbus görseler,
rüyalarından çığlıklarla uyansalar, hep meçhul bir elin başörtülerini
başlarından aldığını rüyalarında görseler; siz, neler hissedersiniz?! Bizi
buraya gönderen milletimizin belli bir bölümü, bu kâbusu her gün yaşıyor. Bu
ıstırabı, milletimizin temsilcileri sizler dindireceksiniz; çünkü, milletimizin
en son dayanağı, istinatgâhı, Yüce Meclisimizdir.
Bu vesileyle, şunu da belirtmek istiyorum; İslam
Dininin politikaya alet edilmesine kesinlikle karşıyız; bunu yapanları şiddetle
kınıyoruz. İslam Dini, Allah'ın bütün insanlığa gönderdiği ilahî bir dindir;
hiçbir milletin, ırkın, ülkenin, zümrenin, cemaatin, siyasî grubun veya
partinin malı değildir; böyle görenleri de kınıyoruz.
Din, insanları birleştirmek, bütünleştirmek için
gelmiştir. Dini, bölünmenin, parçalanmanın vasıtası yapmaya, hiç kimsenin hakkı
yoktur.
Ülkemizin ve milletimizin varlığı, bölünmez bütünlüğümüz,
oluk oluk kan dökerek kurduğumuz devletimiz Türkiye Cumhuriyetinin bekası da
esastır. Ayyıldızlı Bayrağımıza, kanla yazdığımız İstiklal Marşımıza söz
söyletmeyiz.
Din adına işlenen vahşet ve cinayetleri de kınıyoruz.
Bu tarz düşünenlere, ülkeyi bölmek isteyenlere, bölmek için çalışanlar kim
olursa olsun, ebediyen düşman oluruz. Ülkemizin varlığına ve bütünlüğüne
kastedenleri, hoş görmemiz, işledikleri suçlardan dolayı affını istememiz,
affetmemiz, asla mümkün değildir.
Sistemimizin karmaşıklığından ve tarafgir tavır ve
davranışlar sonunda okullarıyla ilişkisi kesilmiş öğrenci ve öğretim
üyelerimize tekrar hak vererek, ülkemize ve milletimize, eğitim camiamıza
kazandırmamız, güzel bir hizmet olacaktır; onlara tekrar bu fırsatı vererek,
sınav hakkı vererek, onları eğitim kurumlarımıza tekrar kazandırmış olacağız.
Bu kanun teklifiyle, lisansüstü eğitim görürken, her ne
suretle olursa olsun, okullarıyla ilişkisi kesilenlere sınav hakkı
verilmektedir. Lisans öğrencilerine, doktora öğrencilerine tez hazırlama
süresi, yabancı dil sınavlarında başarısız olanlara yeni bir hak, atıl hale
gelmiş binlerce yardımcı doçente, öğretim elemanlarına kurumlarına dönme hakkı
veriliyor.
Bu teklifle, doktora ve yabancı dil sınavlarındaki
puanlar makul noktaya getirilmiştir; yurt dışında yükseklisans ve doktora
yapanların mağduriyetleri giderilmiş, ülkemizde eğitim ve öğretimlerine tekrar
devam hakkı sağlanmıştır.
Saygıdeğer milletvekilleri, eğitim ülkemizin hâlâ temel
sorunlarından biridir. Eğitim politikamızın neresinden tutulursa tutulsun lime
lime dökülmektedir. Problemli eğitimle boğuşan ülkemizde elbette mağdurların
sayısı çok olacaktır.
Sayın milletvekilleri, cehalet en büyük felakettir. Her
türlü fitnenin, fesadın, anarşinin, vatana ve millete ihanete varan fiil ve
davranışların arkasında cehalet vardır, yanlış eğitim politikaları vardır.
Diken ektiğiniz bahçeden gül fidanı yetiştiremezsiniz. Ülkemizde gördüğümüz,
hatırımıza gelen her türlü vahşet ve dehşetin arkasında çarpık eğitim
sistemimiz vardır.
Değerli milletvekilleri, legal eğitimi yaymazsanız veya
önünü tıkarsanız, illegal eğitimi önleyemezsiniz. Unutulmamalıdır ki, millet
bütünlüğümüze uymayan eğitim bizi yozlaştırır. Bu yavrular, kusuruyla,
eksiğiyle, bizim evlatlarımızdır. Onlara şevkat kanatlarımızı germeliyiz,
onları ülkemize ve milletimize kazandırmalıyız. Sizin gibi düşünmüyor diye,
sizin şoblonunuza uymuyor diye kimseye husumet beslememelisiniz.
Üniversitelerimizin süper öğrencilerini, ilimdeki başarıları yerine,
başlarındaki örtüsüyle değerlendirirseniz, ülkeye hizmet edecek binlerce
insanı, ülkesine, milletine ve devletine küskün hale getirirsiniz.
İşte, üzerinde konuştuğumuz hakları iade etme yasa
teklifi, toplumdaki barışın ve uzlaşmanın simgesi olacaktır; bu vesileyle
binlerce öğretim üyesi tekrar o eğitim ordumuza katılacaktır;
üniversitelerimizden uzaklaştırılan gözü yaşlı evlatlarımıza devletin uzanan
şevkat eli olacaktır.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; bu güzel
sonucu gerçekleştirdiğiniz için sizleri kutluyor, yüce milletimizi saygıyla
selamlıyor ve kanun teklifinin, muhataplarına hayırlar getirmesini diliyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çiçek.
Madde üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Van
Milletvekili Sayın Hüseyin Çelik.
Buyurun Sayın Çelik. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Komisyonunda bu yasa teklifi görüşüldüğü
zaman, Kahramanmaraş Milletvekilimiz Sayın Prof. Dr. Mehmet Sağlam Beyle
birlikte başından sonuna kadar orada bulunuyordum. Bütün maddeler üzerinde
konsensüse varıldı ve geneli üzerinde oylamaya geçileceği sırada, bizler,
komisyonun üyesi olmadığımız için komisyondan ayrıldık; ancak, üzülerek
belirtmeliyim ki, daha sonra, Sayın Komisyon Başkanına gelen bir telefon
üzerine, mesele yeniden tekriri müzakere edildi ve kanunla bu çocuklarımıza,
öğrencilerimize tanınmış olan hak, bir mezvuata havale edildi.
Değerli milletvekilleri, Parlamento, kendi yetkisini,
şunun bunun hazırladığı mevzuatlara havale etmez.
Biraz önce, Anavatan Partisinin değerli sözcüsü Prof.
Dr. Ahad Andican "siyaset kurumu kendisiyle yüzleşmelidir" dedi.
Evet, ben de burada huzurunuzda ifade ediyorum; siyaset kurumu, kendisiyle hem
yüzleşmeli hem hesaplaşmalıdır. İşte burada yazıyor; egemenlik eğer kayıtsız
şartsız milletinse ve bizler de eğer bu milletin temsilcileri, vekilleriysek,
biz, milletin sesine kulak vermek ve milletin istediği istikamette kanunlar
çıkarmak durumundayız; ama, üzülerek belirtiyorum ki, bu erkeklik iddiaları,
sadece seçim meydanlarında boş bir laf olarak kalmıştır. Telefonlarla,
talimatlarla bu Meclis iş görmemelidir.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Hüseyin Bey, doğru konuş.
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Meclisin ve milletin üzerinde
hiçbir güç tanımıyoruz ve olmamalıdır değerli milletvekilleri.
Üniversitelerimiz, devlet ile milletin âdeta karşı
karşıya getirildiği müesseseler haline getirilmiştir değerli arkadaşlar. Eğer,
bugün, üniversitelerimizin kapısında gözü yaşlı kız çocuklarımız üniversiteye
girme mücadelesi veriyorsa, bunların eğitim hakları birileri tarafından
bunların elinden alınıyorsa ve bu memleketin çocukları olan polis tarafından bu
insanlar tartaklanıyorsa, bunun sorumlusunu Kemal Gürüz olarak ilan etmek,
Kemal Alemdaroğlu olarak ilan etmek, bence doğru değildir. Eğer bir sorumlu
arıyorsak, değerli milletvekilleri, o sorumlu biziz, bu Parlamentodur. Bakın,
yıllardan beri, Anayasa Mahkemesinin bir yorumuna dayanılarak, bu ülkede çok
ciddî zulümler yaşanmaktadır. Anayasa Mahkemesi, Parlamentonun üzerinde, kanun
tesis edecek bir kuruluş değildir. Anayasa Mahkemesinin yorumu bir tarafta,
halkın temsilcisi olan Yüce Parlamento bir tarafta. Biz, ne yapıp edip, bu
ülkede neyin yasak olduğunu, neyin yasak olmadığını, çok açık seçik ifadelerle,
çıkaracağımız kanunlarla ortaya koymalıyız. Milletin bizden istediği budur. Ben
de başta olmak üzere, hepimiz, bir sorumlu aradığımız zaman, genellikle, kendi
dışımızdaki insanlarda sorumluluk arıyoruz.
Değerli milletvekilleri, bendeniz, onbeş ay önce,
üniversitede bölüm başkanıydım. Bir yıl boyunca 15 tane toplantı yaptıysak,
bunun 14'ünde -tırnak içerisinde söylüyorum- "başörtülü düşman
kuvvetlerine karşı ne tür stratejiler geliştireceğimiz" meseleleri konuşuldu.
Böyle bilimsellik, böyle üniversite anlayışı olur mu allahaşkına!.. (DYP ve FP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, bakın, bizler, gerçekten, bu
milletin temsilcileri olan insanlar olarak, üniversitelerimizdeki bu durumu
görmezlikten gelemeyiz.
Bakınız, bu milletin menfaatına, gerçekten,
üniversitelerimizi daha ileriye götürecek, bilimsel faaliyetlere ağırlık veren
rektörleri, biz, her zaman alkışlarız ve onları kutlarız; ama, ne yazık ki...
Bakınız, Şanlıurfa'da bir sayın rektörümüz vardır. 4
ayrı partiden 9 Şanlıurfa Milletvekili, Urfa'da Harran Üniversitesinin Rektörü
olarak bulunan Prof. Dr. Uğur Büyükburç'u, yaptığı yanlı ve yanlış
uygulamalardan dolayı, adeta, bu şehirde istenmeyen adam ilan etmiştir. İşte,
ortak deklarasyon diye, 9 milletvekilinin imzaladığı bir deklarasyon. Bununla
bitmiyor; Şanlıurfa'daki 32 sivil toplum kuruluşu "bu rektör, ilimize ilim
irfan getirmekten öteye, insanımızı küçümseyen, burada hakkıyla çalışan öğretim
üyelerini kaçıran, politik, ideolojik uygulamalar yapan bir insandır. Biz, bu
insanı burada istemiyoruz" diyor. Şimdi, biz, Parlamento olarak, devletle
halk arasındaki bu küskünlüğü, bu gerginliği ortadan kaldırmak zorundayız.
Üniversite kapılarındaki çocuklar, bizim çocuklarımızdır.
Değerli milletvekilleri, dünyanın gidişi bizim
gidişimiz değildir. İnsanları, giydiği kıyafetlerle, saçlarıyla, sakallarıyla,
bıyıklarıyla kategorize etmek, onlara farklı muamele etmek, çağdışılığın ta
kendisidir. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)
Çağdaş kıyafet, çağdaş anlayış gibi içi boş olan,
gerçekten göreceli olan bir kavramla, biz, bu ülkedeki bu kaotik ortamı
sürdüremeyiz. Yıllardan beridir, bu ülkede, bu mesele tartışılır ve ben, bunun,
bir son bulmasını ümit ediyorum değerli milletvekilleri.
Bakınız, daha önce -Sayın Sağlam Hocam çok iyi
bilirler- üniversitelerde bir norm kadro uygulaması vardı. Hangi fakültenin
hangi bölümünde, hangi anabilim dalında kaç profesör, kaç doçent, kaç yardımcı
doçent ve yardımcı öğretim elemanı kadrosu olacağı belliydi. Ne yapıldı; bir
havuz sistemi oluşturuldu. Zaten 2547 sayılı Kanunun 13 üncü maddesi,
rektörlere, âdeta bir imparator yetkisi tanımıştır. Bir de bu havuz sistemi
olunca, bütün kadrolar, rektörlük bünyesinde, bu havuzda toplanınca, rektörler
istedikleri şekilde icraat yapma gücüne kavuştular ve son derece keyfî
uygulamalar olmaktadır.
Bakınız, genellikle bilimsel ahlaka aykırı olduğu
halde, demokratik anlayışa aykırı olduğu halde, birçok sayın rektörümüz
-bazılarını tenzih ediyorum- ikinci seçimde kendilerini garantiye alabilecek
şekilde insanlar tayin ediyorlar veya bazı insanları bu kurumlardan
uzaklaştırıyorlar. Peki, biz, Parlamento olarak, buna seyirci mi kalacağız,
buna bir dur demeyecek miyiz değerli milletvekilleri?
Bu ülkede, bakınız, 74 üniversite vardır. Üniversite
binasıyla, üniversitenin farklı olduğunu herkes bilir. Üniversite, üniversal
bir anlayışla yürür. Eğer, siz, üniversitelerde üniversal anlayışı
yerleştirmezseniz, siz, üniversitelerde tek tip insan yetiştireceğim, ben,
istediğim istikamette, âdeta insanları kereste gibi görerek "onları tek
tip sopalar haline getireceğim" şeklindeki bir anlayışı egemen kılarsanız,
o üniversite, çağdaş üniversite olmaz ve dünyanın gittiği istikamet de, bu
istikamet değil değerli milletvekilleri.
Yine, Sayın Mehmet Sağlam Hocamız, teklifin geneli
üzerinde yaptığı konuşmada, en önemli meselelerden birinin öğretim üyesi
yetiştirmek olduğunu söyledi. Nasıl yetiştireceğiz? Yurtdışına gönderilen
lisansüstü öğrencileri, âdeta, hafiyeci bir anlayışla izlenmektedir. Hür
düşüncenin, insan hak ve hürriyetlerinin, din ve vicdan hürriyetinin kâmil
manada yaşandığı Avrupa ülkelerinde, bizim lisansüstü öğrencilerinin peşine,
âdeta, jurnalciler ve hafiyeler takılmıştır. Birçok insan, bu insanları,
görüştükleri insanlara göre, devam ettikleri derneklere, cemiyetlere göre,
kılık kıyafetlere göre kategorize ederek, Türkiye'ye şikâyet etmektedir ve bu
insanlar geri çağrılmaktadır, mağdur edilmektedir.
Bütün bunlar yaşanırken, halkın temsilcisi olan bizler
-bu Parlamento- sağdan soldan gelen seslere göre, ondan bundan gelen
telefonlara göre hareket edebilir miyiz değerli milletvekilleri. Tekrar
söylüyorum, biz, bu Parlamentoda, bu meseleyi çözecek iradeye sahibiz ve bu
iradeyi ortaya koymak durumundayız. Aksi takdirde, meseleyi sloganlarla götüremeyeceğimiz
ortadadır değerli milletvekilleri.
Yabancı dil konusunda, bakınız, yardımcı doçentlerin
doçentliğe müracaatı için 65 puan getirilmesi, doktora yeterlilikte bunun 50
puan olması, arkadaşlarımız tarafından kabul gördü. Bunun, 1997'den itibaren
uygulanması benim teklifimdi. Bendeniz, komisyonda bunu ifade ettim;
arkadaşlarımız bunu makul gördüler ve uygun buldular. Bundan dolayı kendilerine
teşekkür ediyorum. Buradaki temel espri ise, KPDS'den alınan puanların beş yıl
geçerli olmasıydı.
Burada, geçici 47 nci maddeyle yeni bir uygulama daha
getiriliyor. Bildiğiniz gibi, daha önce sadece KPDS sınavından aldığınız
puanlarla yardımçı doçentlikten doçentliğe müracaat ediyordunuz. Şimdi, bu
geçici 47 nci maddeyle ...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – 1 dakika daha süre rica
ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Çelik, buyurun efendim.
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – ... ne getiriliyor değerli
milletvekilleri: Uluslararası geçerliliği olan diğer sınavalara müracaat ederek
de, akademisyenlerimiz, oralardan aldıkları geçerli puanlarla da doçentliğe
müracaat edebilirler veya doktora sınavlarına gireceklerse, yeterliliğe bu
puanlarla girebilirler.
Değerli arkadaşlarımızın verdikleri önergeyle 1 inci
madde haline gelen, zaten, uygulamayla da, sosyal, fen ve sağlık bilimleri
olarak da ayrıldı; bunu olumlu buluyorum.
Ancak, değerli milletvekilleri, dil öğretimi konusunda
bu ülkede ciddî sıkıntılar vardır. Müteakip maddede bununla ilgili
görüşlerimizi arz edeceğiz.
Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum efendim. (DYP
ve FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkan, söz alabilir miyim konuşmacının
konuşması üzerine.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; bazı
konuların aydınlığa kavuşmasına ihtiyaç hâsıl olmuştur. Burada, bütün grupların
ittifakıyla, özellikle Millî Eğitim Komisyonu olarak, bir önceki yasama
döneminde alt komisyonda olgunlaştırdığımız bir metnin, daha sonradan Millî
Eğitim Komisyonuna önerge olarak verildiğini ifade ediyorum. Kendisinin verdiği
önerge üzerine sanki KPDS bu noktaya getirilmiştir ifadesinin altını çizerek,
bu yasayı kendisine mal etmek istedi. Bunu düzeltiyorum; bir.
İkincisi "Sayın Komisyon Başkanı aldığı bir
telefon üzerine tekriri müzakere istedi" dedi. Bu da doğru değil; bunun da
zabıtlara aynen böyle geçmesini istiyorum.
Üçüncü olarak şunu ifade etmek istiyorum: Hiç kimse,
buradan, seçmene, üniversiteye selam vermesin. Bu, Yüce Meclisin ittifakıyla
çıkan, binlerce öğrencinin, binlerce araştırma görevlisinin, binlerce yardımcı
doçentin önünü açacak ve hepsinin ittifakla üzerinde anlaşmaya vardığı bir
metindir. Bu metni, kimse, şahsî menfaatına, partisinin, grubunun menfaatına
tevile zorlamasın ve doğruları burada... Çünkü, bu yasanın çıkması lazım. Bu
yasanın çıkmasını bekleyen binlerce insan var. Öyle, lüzumsuz sataşmalara,
lüzumsuz atışmalara, lüzumsuz selamlara gerek olmadığının altını çizmek
istiyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Çelik. Lütfen, yeni bir
sataşmaya sebep olmadan, çok kısa olmak üzere beyanınızı alayım.
HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, Sayın Millî Eğitim
Komisyonu Başkanımızın söylediği bir şeye itiraz ediyorum; o da şudur: KPDS'den
alınan notun 65'e ve 50'ye indirilmesi benim teklifimdir demedim. Bunun 1997
yılından itibaren yürürlüğe girmesini, 1997 yılından itibaren geçerli olmasını
komisyonda bendeniz teklif ettim; kendileri kabul ettiler, bunu uygun buldular
ve oradaki zabıtlar ortadadır. Bunu kendimize mal etmek falan gibi bir
gayretkeşlik içerisinde de değiliz; böyle bir şey söz konusu değil Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Peki, Sayın Çelik, çok teşekkür ediyorum.
Şahsı adına, madde üzerinde, Samsun Milletvekili Musa
Uzunkaya; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; Geçici Madde 47 üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum;
bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabiî, ben de Sayın Komisyon Başkanının bir temenni ve
ifadesine katılıyorum. Bu teklif, hakikaten, takriben bir yıldır Parlamentonun
gündeminde olan bir yasa teklifidir ve tüm partilerin, çıkarılması konusunda
azamî gayret sarf ettiği; ama, daha önceki Af Yasası çerçevesinde çıkamamış
veya çıktıktan sonra Çankaya'dan tekrar görüşülmek üzere Parlamentoya
gönderilmiş.
Neticede, Af Yasasından ayrılmak suretiyle, başta olan
arzular istikametinde, demin de geneli üzerindeki konuşmamda ifade etmiştim;
büyük bir tevafuk ve güzellik eseri olarak da Af Yasasının genel çerçevesinden
ayrılarak bir öğrenci affı veya hakkı yasası olarak önümüze gelmiştir. Ama, bu
teklifi, 47 nci maddede de görüleceği üzere, sadece öğrencilerin problemlerini
halleden bir yasa teklifi olarak değil, aynı zamanda, yardımcı doçent,
araştırmacı, asistan ve doktora öğrencisi arkadaşların da sıkıntılarını gideren
bir yasa teklifi olarak görmek durumundayız. Dolayısıyla, bu yasa çerçevesinde,
tüm grupların, Parlamentoda grubu bulunan arkadaşların komisyondaki
temsilcileriyle, komisyona ilgilerinden dolayı, uzmanlık alanlarından dolayı,
özellikle alaka gösteren, komisyon toplantılarına iştirak eden çok değerli üye
arkadaşlarımızın her birinin ciddî katkıları olmuş ve bugün, bu şekliyle
önümüze gelmiştir.
Yine, bugün, Genel Kurulda, muhtelif partilerden
arkadaşlarımızın, şu ana kadar ve belki bundan sonraki maddelerde de müşterek
imzalarını taşıyan, iki tanesi kabul olan, belki bundan sonra da kabulü söz
konusu olacak önergeler vardır; kabul edilenler vardır, kabul edilmeyi
bekleyenler vardır. Bu, belki Meclis tarihimizde arzu edilen güzel
örneklerdendir. Bütün partiler; iktidar ve muhalefet olarak ittifak edilen,
hakikaten güzel bir noktada buluşalım; öğrencilerimizi, şu tatil günlerinde
sevindirelim. Yeni öğretim yılı açılmadan, önce bu sıkıntılarını, yaz döneminde
kazanabilecek imtihan haklarıyla gidermiş olalım. Artı, özellikle, bu 47 nci
maddeyle -zikri geçilen, üzerinde tartışılan bu maddede-özellikle yardımcı
doçentlik durumunda olan, senelerdir, takriben on seneyi aşkın bir süre
zarfında doçent olamayan, sadece KPDS'den dolayı son üç, dört yıldır mağduriyet
yaşayan arkadaşlarımıza da büyük bir kolaylık geleceğini umuyoruz. Daha geniş
anlamda, zaten, ek 1 inci madde olarak yasa teklifinin başında kabul edilen o
madde de, bu sahada büyük bir kolaylık getirmiştir. Umuyorum, buradaki bir
önergenin kabulüyle bu yasa teklifi çerçevesinde daha da büyük bir rahatlık
sağlayacaktır. Yasa teklifinin, Parlamentonun bir konsensüsünün ürünü olduğunu
ifade ediyor; katkısı olan tüm arkadaşlara tekrar saygılar sunuyor, çıkacak
yasanın hayırlı olmasını temenni ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.
Madde üzerinde, şahsı adına ikinci söz, İstanbul
Milletvekili Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk?..
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Vazgeçti efendim.
BAŞKAN – Sayın Bedri Yaşar?..
BEDRİ YAŞAR (Gümüşhane) – Vazgeçtim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Yusuf Kırkpınar?..
YUSUF KIRKPINAR (İzmir) – Vazgeçtim efendim.
BAŞKAN – Sayın Ahmet Kabil?.. Konuşmuyorsunuz.
Sayın Bedük, sorunuzu alabilirim.
Buyurun.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan,
delaletinizle, Komisyon Başkanımıza bir soru tevcih etmek istiyorum. Ben bir
önceki maddede istemiştim; ama, teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Kusura bakmayın efendim, bir önceki maddede
görememiştim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayın Komisyon Başkanımıza sormak istediğim soruyu tevcih
ediyorum.
Bu kanun teklifi, lisans, önlisans ve lisansüstü
öğrenciler ile mastır veya doktora mertebesine gelmiş olan kişilere yeniden bir
sınav hakkı vermeye veya devam etme imkânını vermeye yönelik bir kanun
teklifidir. Bu, daha evvelden veto edilmiş olan Af Kanunu kapsamı
içerisindeydi. Aslında, bu şekilde müstakil olarak getirilmesi fevkalade olumlu
bir gelişmedir; çünkü, öğrencilerin affının diğer genel affın içerisine
sokulması fevkalade çirkindi. O sebeple, kanun teklifini verenlere teşekkür
ediyoruz ve komisyonda bunun müzakere edilmesinden memnuniyet duyuyoruz; ancak,
sorum şu: Doğru Yol Partisine mensup olan milletvekili arkadaşlarımız, Prof.
Mehmet Sağlam ve arkadaşları olarak benim de katıldığım bir kanun teklifini
vermiştik ve öncelikle de biz vermiştik; fakat görüşülemediğinden dolayı,
İçtüzüğün bize verdiği yetkiye dayanarak, 37 nci maddeye göre, burada
müzakeresi yapıldı ve Genel Kurul kararıyla da doğrudan gündeme alındı.
Görüşmekte olduğumuz bu kanun teklifiyle tamamen aynı,
muhteva itibariyle aynı ve o sebeple de komisyonda Sayın Mehmet Sağlam, bizim
vermiş olduğumuz öğrenci affı ve KPDS sınavlarıyla ilgili olan affın
birleştirilmesi istikametinde bir teklifte bulundu. İçtüzüğümüzün 35 inci
maddesine göre, muhteva itibariyle aynı olan kanun tekliflerinin
birleştirilmesi mecburiyeti, komisyon başkanına verilmiş olan bir görev ve
sorumluluktur. Bu teklifimiz dikkate alınmamıştır. Oysa, şu anda görüşmekte
olduğumuz kanun teklifi aynı; ama, bir tanesi kabul edilecek, bir diğeri -ki,
392 sıra sayılı kanun teklifi- ise gündemde kalacak.
Şimdi, komisyon başkanına soruyorum: 392 sıra sayılı
kanun teklifini komisyona geri çekmek suretiyle -ki, geri çekme hakkınız vardır
İçtüzüğe göre- birleştirmeme gerekçeniz neydi? Birincisi bu.
İkincisi, muhteva itibariyle aynı olmasına rağmen,
İçtüzüğe aykırı olarak gündemde kalan 392 sıra sayılı kanun teklifi üzerinde ne
yapacaksınız?
Bir taraftan, bir kanun teklifi kabul edilmiş olacak;
bir taraftan da, bir başka kanun teklifi- ama, muhteva itibariyle aynı olan
kanun teklifi- gündemde olacak. Böylesine bir anlayış içerisinde komisyonumuzun
çalışmasını, acaba, tarafsız kalınmaması ve muhalefetten gelen bir teklifin
gündeme alınmaması konusundaki bir başka tutumun ifadesi midir; yoksa, biz,
bunu iyi niyet olarak mı alacağız? Sayın Başkanın bu konudaki görüşlerini almak
istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkan, cevap verebilir miyim...
BAŞKAN – Buyurun efendim.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Bedük'e teşekkür ediyorum, bir konunun
açıklığa kavuşmasına da ışık tuttuğu için.
Efendim, affınıza sığınarak, biraz zamanı kullanmak
istiyorum; çünkü, netleşmesi bakımından. Bir önceki genel af yasası içerisinde
12 nci maddede yer alan öğrenci affıyla ilgili bir madde vardı ve bu
sınırlıydı. Bu sınırlı madde dışında, komisyonumuza intikal etmiş olan
teklifler vardı, milletvekillerinden gelen teklifler vardı. Biz, bu teklifleri
birleştirdik, alt komisyona gönderdik; alt komisyon, tali komisyon olmamız
hasebiyle, çok ciddî bir çalışma yaptı. O ciddî çalışma komisyonumuza geldi. O
arada da, hükümet tasarısı geldi. Hükümet tasarısını esas alarak, alt
komisyondan gelen bazı maddelerin görüşülmesini, Meclis Genel Kuruluna
inmesini... Bizden bir yardım bekleyen, önünün açılmasını bekleyen insanlara
bir yardım olsun diye, alt komisyondan gelen metnin bir kısmını hükümet
tasarısına derc ettik ve böylece de, Adalet Komisyonuna gönderdik. Adalet
Komisyonu eski yasayı devam ettirdi; bizim alt komisyon raporu kaldı. Daha
sonra, zannediyorum, Mehmet Sağlam Beyin bir teklifi oldu. O teklif, alt
komisyonda hazırlanan metnin yüzde 90 benzeriydi. Bu teklifler komisyonumuza
geldi. DSP hariç dört grubun teklifi vardı. İçtüzüğün 37 nci maddesine göre,
Sayın Mehmet Sağlam teklifini geri çekti, Genel Kurulun gündemine indirdi. Ben
üst komisyonu topladığımda yeniden alt komisyon oluşturduk...
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, bir
düzeltme yapmasını rica edebilir miyim? Geri çekme değil, doğrudan gündeme
almak...
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – İzah edeceğim efendim... İzah edeceğim...
Sonra, alt komisyon oluşturduk. Alt komisyon raporu,
Milliyetçi Hareket Partisi grup başkanvekillerinin, Milliyetçi Hareket
Partisinden iki milletvekilinin ayrı ayrı verdikleri teklifleri, Anavatan
Partisi grup başkanvekili ve arkadaşlarının verdiği teklifi Fazilet Partisi ve
oradaki arkadaşların verdiği teklifi
gündeme aldık. Üst komisyona geldiğinde Mehmet Sağlam Beyin teklifi olduğunu;
ancak, Mehmet Sağlam Bey, süresi içerisinde görüşülmediği için, İçtüzüğün 37
nci maddesine göre teklifini geri aldığını ve Genel Kurulun gündemine
indirdiğini ifade ederek, öbür maddelerin birleştirilerek görüşülmesini sağladı
ve gerçekten, her zaman iftiharla söyleyeceğim bir uzlaşma sağladık. Bir
kelimeye feda etmedik; çünkü -biraz önce ifade ettim- binlerce öğrenci, hangi
sebepten olursa olsun -sebepler üzerinde de durmadık- bunun neticesi önemlidir
dedik. Neticede, bundan bir kişi yararlanıyorsa, ben onlar için her türlü
fedakârlığa hazır olduğum gibi buradaki arkadaşlarımız da hazırdır dedik,
görüştük, uzlaşmayı sağladık ve uzlaşmanın tıkandığı noktada ortayolu bulalım
dedik. Önemli olan üzüm yemektir, bağcı dövmek değildir; ne yapalım, bu
insanların önünü açalım, orta noktada buluşalım dedik ve bu noktaya getirdik.
Hüseyin Çelik Bey de oradaydı, Mehmet Sağlam Bey de
katıldı, onların huzurunda bunları ifade ettim. "1997 yılı teklifi
benimdi" dedi, doğru; ama, ben orada şunu ifade ettim, KPDS'nin uygulamaya
konulduğu tarihtir; o da buraya 1997 yılı şeklinde yanlış olarak geçmiştir,
1996 yılıdır KPDS'nin uygulaya konulduğu tarih. Belki imkân olur o da
düzeltilirse böylece bir haksızlık giderilmiş olur. Aynı önergede,
arkadaşlarımızın verdiği önergede, doktora yeterlilikte 40, doçentlikte 60
barajının uygulanması, geçerli olması bakımından, KPDS'nin uygulandığı tarihin
esas alınması önergeyle istenmişti ve o noktada da bir uzlaşma sağlandı.
Uzlaşmaya saygı duyduk ve bunun neticesi bizim için önemlidir dedik, bu
neticeyi de buraya kadar getirdik. Ümit ediyorduk ki, burada o uzlaşma
içerisinde kısa sürede bu yasalaşır, öğrenciler, araştırma görevlileri,
yardımcı doçentler bundan yararlanır dedik, buraya getirdik.
Herhangi bir art niyetimiz yoktur. Bu yasa teklifini,
emeğimiz olmasına rağmen, Yüce Meclisin ortak malı olarak kamuoyuna sunmanın
zevkini, şevkini duyduğumu huzurlarınızda ifade etmek istiyorum.
Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum efendim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, bir
düzeltme yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Efendim, siz sordunuz, Sayın Komisyon Başkanı
da cevap verdi.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, yerimden,
bir düzeltme yapmak ihtiyacı duyuyorum.
BAŞKAN – Peki, buyurun efendim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın
Komisyon Başkanımızın açıklamalarını dinledim. Önce, grubu bulunan 5 siyasî
partinin müşterek teklifi ve konsensüsüyle böyle bir kanun teklifinin bu
noktaya getirilip müzakare edilmesinden duyduğum memnuniyeti belirtiyor ve
biraz evvel de ifade ettiğim gibi, teşekkür ediyorum.
Ancak, bir ifadeyi yanlış kullanıyor. Nitekim, bize bu
konu geldi, grubumuza geldi. Diyor ki: "Kanun teklifini geri çekti."
Efendim, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre, geri çekme değil, komisyonda
zamanında görüşülmemesi sebebiyle, gündeme alınması bakımından Genel Kurula
indirilmesi ve burada müzakere edilmesi hadisesidir. Geri çekme değildir. O
"geri çekme" ifadesini düzeltmelerini rica ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Anladım Sayın Bedük, çok teşekkür ediyorum.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkan, ben, bunu ifade ettim, Komisyonda da
ifade ettim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Geri çekme değil_
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – 37 nci maddeye göre, süresi içinde görüşülmediği
için, Genel Kurulda görüşmek üzere, teklifini Genel Kurulun gündemine
indirmiştir dedim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Geri çekme denildi de,
onun için söyledim.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, madde üzerinde 8 adet önerge
vardır.
Önergeleri önce geliş sıralarına göre okutacağım, sonra
aykırılık derecelerine göre işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum efendim:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı kanun tasarısının
geçici 47 nci maddesinin birinci fıkrasının "ayrıca" diye başlayan
cümlesinin sonuna "kaydı silenen öğrenciler bu şarttan muaf olarak,
yeniden kayıt yaptırırlar" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.
Mahmut
Göksu Osman Aslan Bekir Sobacı
Adıyaman Diyarbakır Tokat
Latif Öztek Yakup Budak
Elazığ Adana
BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı kanun teklifinin
çerçeve 1 inci maddesiyle 2547 sayılı Kanuna eklenen Geçici 47 nci maddesinin
ikinci fıkrasına aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Lütfü Esengün Ahmet Demircan Ahmet
Karavar
Erzurum Samsun Şanlıurfa
Ahmet Cemil Tunç Musa Uzunkaya
Elazığ Samsun
"12 yıllık görev süresi sona erdiği için
üniversitelerde başka görevlere atanan yardımcı doçentler halen bulundukları
kadrolara yeniden yardımcı doçent olarak atanırlar."
BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı yasa teklifinin 1
inci maddesi kapsamında bulunan Geçici Madde 47'nin ikinci paragrafının
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Hüseyin Çelik Sebahattin Karakelle Mehmet Yalçınkaya
Van Erzincan Şanlıurfa
Mehmet Sadri
Yıldırım Hakkı Töre M. Niyazi Yanmaz
Eskişehir Hakkâri Şanlıurfa
"Yardımcı doçentlik kadrosunda görev yapan öğretim
elemanlarının çalışma sürelerindeki sınırlama kaldırılmıştır. Yardımcı
doçentler de tıpkı doçentler ve profesörler gibi daimi kadrolara
atanırlar."
BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı yasa teklifinin
geçici 47 nci maddesinin üçüncü fıkrasının "1996-97 yılından kanunun
yürürlüğe girdiği tarihe kadar yüksek lisans, doktora ve doçentlik yabancı dil
sınavında 100 üzerinden 50 ve daha yukarı puan alanlar veya Üniversitelerarası
Kurul tarafından kabul edilen ve YÖK tarafından da benimsenen herhangi bir dil
sınavından denk puan alanlar bir defaya mahsus başarılı sayılırlar. Kanunun
yürürlük tarihinden itibaren ise lisans ve doktora yabancı dil imtihanı için
100 üzerinden 50, doçentlik için ise 60 puan alanlar yabancı dilden başarılı
sayılırlar" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Musa
Uzunkaya Akif Gülle Mahmut Göksu
Samsun Amasya Adıyaman
Mehmet Çiçek Mustafa Kamalak İsmail
Kahraman
Yozgat Kahramanmaraş İstanbul
BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı yasa teklifinin
geçici 47 nci maddesinin üçüncü fıkrasının "96-97 yılından yasanın
yürürlüğe girdiği tarihe kadar yüksek lisans, doktora ve doçentlik yabancı dil
imtihanlarına girenlerden bir defaya mahsus 50 ve daha yukarı puan alanlar
başarılı sayılırlar, yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren ise sosyal
bilimler, sağlık bilimleri ve fen bilimleri (mühendislik) olmak üzere üç temel
alanda yapılacak yabancı dil imtihanlarında 100 üzerinden 50 ve daha yukarı
puan alanlar yüksek lisans ve doktoradan, 60 ve daha yukarı puan alanlar ise
doçentlik yabancı dil imtihanından başarılı sayılırlar" şeklinde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
İsmail
Kahraman Musa Uzunkaya Akif Gülle
İstanbul Samsun Amasya
Mahmut
Göksu Mustafa Kamalak
Adıyaman Kahramanmaraş
BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı Yükseköğretim
Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geçici 47 nci
maddesinin üçüncü fıkrasının başındaki "1997" ibaresinin
"1996" olarak değiştirilmesini arz ederiz.
İbrahim Halil
Oral Bekir Ongun Akif Gülle
Bitlis Aydın Amasya
Sebahattin
Karakelle Aydın Gökmen Arslan Aydar
Erzincan Balıkesir Kars
BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı 4.11.1981 tarihli ve
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunundaki geçici 47 nci maddenin 3 üncü
paragrafındaki doçentlik yabancı dil sınavında 65 (altmışbeş) ve daha yukarı
olan puanın 60 (altmış) ve daha yukarı olarak düzeltilmesini arz ve talep
ederiz.
Bekir Ongun Metin Ergun Prof.
Dr. Hasan Basri Üstünbaş
Aydın Muğla Kayseri
Seydi Karakuş Mustafa Gül Bozkurt
Yaşar Öztürk
Kütahya Elazığ İstanbul
Süleyman
Coşkuner Doç. Dr. Kürşat Eser İbrahim Halil Oral
Burdur Aksaray Bitlis
BAŞKAN – Son önergeyi okutuyorum; ayrıca, en aykırı
önerge olan bu önergeyi, aynı zamanda işleme de alacağım efendim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Konu: Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi hakkında değişiklik önergesi
2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler
Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geçici 47 nci maddesinin ikinci paragrafının
ikinci satırındaki "sınırlama" kelimesi ile
"kaldırılmıştır" kelimesi arasına "ve sözleşme yenileme"
kelimelerinin eklenmesini ve ikinci paragrafın sonuna "Daha önce
sözleşmesi yenilenmeyenler kadrosu boş ise önceki kadrosuna, doldurulmuş ise
üniversite bünyesinde boş bulunan bir başka kadro aktarılarak önceki
kadrolarına kanunun yayımından itibaren iki ay içinde müracatları halinde
dönebilirler. Yardımcı doçentler daimî öğretim üyesi olarak görev yaparlar.
Derece ilerlemesi 1 inci derecenin en üst kademesine kadar devam eder.
Doktorada yeterliğe girecekler ile doçentliğe başvuracak öğretim elemanlarının
bir defaya mahsus olmak üzere, yabancı dilden muaf tutularak, doktora
aşamasındakiler yeterliğe, doçentlik için en az üç yıl bekleyen doktor unvanını
almış olanlar, yabancı dil imtihan sonucuna bakılmaksınız doçentlik bilim
imtihanına kanunun yayımı tarihinden itibaren üç ay içerisinde
girebilirler" cümlelerinin eklenmesini,
Üçüncü paragrafın üçüncü satırındaki "65
(altmışbeş)" rakamının "60 (altmış)" olarak değiştirilmesini,
Altıncı paragrafın sonuna; "Yüksek Öğretim
Kurulunun, denkliğini tanıyarak katoloğuna aldığı yurtdışında bulunan
üniversitelerden mezun olanların denkliği verilir. Bu üniversitelerden mezun
olanlardan, denkliği verilmemiş olanların denklik belgesi, kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren iki ay içerisinde verilir. YÖK'ün kataloğunda yer
almayan yurtdışı üniversitelerinden mezun olanların diplomaları ve aldıkları
dersleri gösteren belgeleri, tayin edilecek bir hakem üniversiteye gönderilir.
Hakem üniversitenin raporu doğrultusunda denkliği verilir. Ancak, Türk
üniversitelerinin verdiği derslerden eksik olanlar olur ise YÖK'ün göstereceği
ve öğrencinin ikametine yakın bir şehirdeki üniversitelerden eksik dersleri
tamamlattırılır ve denkliği verilir" cümlelerinin eklenmesini arz ve
teklif ederiz.
Basri Coşkun İbrahim Halil Oral Seydi Karakuş
Malatya Bitlis Kütahya
Hasan Basri
Üstünbaş Lütfi Doğan Hüseyin Çelik
Kayseri Gümüşhane Van
Musa
Uzunkaya Mustafa Gül Bozkurt Yaşar Öztürk
Samsun Elazığ İstanbul
Müjdat
Kayayerli Miraç Akdoğan Mehmet Arslan
Afyon Malatya Ankara
Dr. Azmi Ateş M. Necati Çetinkaya Ekrem Pakdemirli
İstanbul Manisa Manisa
Dr. Nesrin Ünal
Antalya
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılamıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükümet?..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Komisyon ve Hükümetin katılmadığı önerge
konusunda, önerge sahibi konuşacak mı, gerekçeyi mi okutalım efendim?
BASRİ COŞKUN (Malatya) – Gerekçe okunsun.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Halihazırda, üniversitelerin yardımcı doçent
kadrolarında bulunan öğretim üyeleri, her iki üç yılda bir sözleşme yenileme
veya yenileyememe ve oniki yılın sonunda üniversiteden atılmayla yüz yüzedir.
Bu durum, huzursuzluğu artırmakta ve ilmî çalışmaları engellemektedir.
Devlet memuriyetinin her alanında birinci derecenin en
üst kademesine yükselebilen bu öğretim üyeleri, üniversite öğretim üyesi olunca
bu haklarını kaybetmişlerdir. Bu adaletsizliğin giderilmesi gerekmektedir.
Türk üniversitelerinde uygulanmakta olan kariyer
sistemi, ilmin gelişmesine, insanlığın faydasına, ülkenin kalkınmasına herhangi
bir katkı sağlamamıştır. Bu zamana kadar, kariyer sahipleri; ilmî tespit,
orijinal eser, buluş ve icat itibariyle dikkat çekebilecek bir varlık ortaya
koyamamıştır. Bu zamana kadar, kariyer sahiplerinin yazdıkları kitap ve makale
sayısı yüzbinleri hatta milyonları bulmuş olması gerekirken, ortaya çıkan
gerçek bunun tamamen zıddı olarak görülmektedir. Öyle acı bir gerçek ortaya
çıkmaktadır ki, dünya ülkelerinden çok farklı bir sistem uygulayan Türkiye, söz
konusu akademik yapılanmanın neticesi olarak ilmin, ülkenin ve insanlığın
gelişmesine gözle görülebilir bir katkı sağlayamamıştır.
Türkiye, araştırmayı ve çalışmayı teşvik edecek, dünya
çapında yeni ve çok sayıda eserlere imza koyacak daha faydalı ve gerçekçi bir
akademik yapılanmayı gerçekleştirmek zorundadır. Türkiye, en azından Avrupa
Birliğine uyum yasaları çerçevesinde Avrupa veya Amerikan üniversitelerinin
akademik yükseltilmesine uygun, hatta verimi artıracak ve diğer ülkelerin de
emsal kabul edebileceği çalışmayı ve araştırmayı teşvik eden ve ödüllendiren
bir sistemi kurmak mecburiyetindedirler.
Halihazırdaki piramit sistem ve buna uygun idarî
yapılanmayla, kavgadan, gürültüden, huzursuzluktan, ülkeyi geriye götürmekten,
ilmî çalışma yerine hizipleşmekten, hoş olmayan gelişmelerden ve zarar
vermekten başka bir netice elde edilemez.
Türkçe'nin ilim dili kabul edilmediği, herhangi bir
yabancı dilden, yapılan test sonucu bir miktar puan almayı ilim kabul eden,
ilmin zirvesi gibi gören anlayışın sahibi bir sistemden ne ilme, ne ülkemize,
ne de insanlığa bir fayda beklenemez. Söz konusu dil imtihanını geçmiş
olanların çok az bir kısmı hariç, büyük bir bölümü ne yabancı yayınları takip
edebilecek yeterliliği vardır, ne de herhangi bir ilmî toplantıyı o dilde takip
edebilme kabiliyeti ve bilgi birikimine sahiptir.
Türk akademik yapısını, ilme, ülkeye, insanlığa ciddî
faydalar sağlayan, dünya çapında ilmî araştırma, tespit ve buluşların
yapıldığı, çalışmanın, araştırmanın ödüllendirildiği, teşvik edildiği ve aynı
zamanda en az bir lisanın konuşulup, okunup, yazılabildiği bir hale
getirebilmek için yeni bir sisteme geçilmesi mecburiyeti kaçınılmaz
görünmektedir.
YÖK, kataloğuna almadığı üniversitelerin denkliğini
reddederken, kataloğuna aldığı üniversite mezunlarının bir kısmına denklik
verirken bir kısmının denkliğini reddetmektedir. Bu durum, Türk insanının
gelişmesine engel teşkil ederken, eğitim seviyesini yükseltmek yerine
geriletmektedir. YÖK'ün kataloğuna aldığı üniversiteler hususunda bir engel
çıkarmayı bırakmak yanında, diğer üniversitelerden mezun olanların da
kazanılması yönünde bir bakış açısının ortaya konulması gerekmektedir.
BAŞKAN – Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı ve
gerekçesini okumuş olduğumuz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, bir
açıklama yapmak gerekiyor.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkanım, Sayın
Bakanımızın üniversitelerde sözleşmeli araştırma görevlisi olup olmadığı
hususunda bir açıklama yapmaları zarureti ortaya çıktı; çünkü, üniversitelerde
böyle bir kadro var mı yok mu konusunda tereddüt var.
MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Sözleşmeli değil
bunlar.
BAŞKAN – ...Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir. (FP sıralarından "Sayılmadı" sesleri)
Efendim, çok açık görünüyor, Divanda da bir ihtilaf
yok, saymayı gerektirir bir durum da yok.
Müteakip önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı kanun tasarısının
geçici 47 nci maddesinin birinci fıkrasının "ayrıca" diye başlayan
cümlesinin sonuna "kaydı silinen öğrenciler bu şarttan muaf olarak yeniden
kayıt yaptırırlar" şeklinde değiştirilmesini
arz ve teklif ederim.
Mahmut Göksu
(Adıyaman)
ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu efendim?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükümet?..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Komisyon ve Hükümetin katılmadığı önerge
üzerinde konuşacak mısınız efendim?
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Evet efendim.
Buyurun sayın Göksu. (FP sıralarından alkışlar)
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
434 sıra sayılı öğrenci affı yasa teklifinin geçici 47
nci maddesinde bir önergem vardır.
Bu kanun teklifi ve arkadaşlarımızdan gelen teklifler
bir alt komisyonda uzun süre tartışıldı. Ben de bu alt komisyonda görev alan
Millî Eğitim Komisyonu üyelerindenim. Tabiî, bir yıl önce çıkması gereken bu
kanunun bugüne sarkması, bunun taraftarı olan binlerce öğrencimizi ve öğretim
üyesini mağdur etmiştir. Dolayısıyla, şu anda Meclisimizin dikkatle izlemiş
olduğu bu kanun teklifi, inanıyorum ki, izleyenler tarafından da çok dikkatli
bir şekilde irdelenmekte ve onbinlerce insanımız, bu kanunun ivedilikle
çıkmasını beklemektedir.
Yalnız bu kanun çıkarken, bütün öğrencilerimize,
elbette, adilane bir şekilde yaklaşmamız lazım. Yani, mademki, bu
öğrencilerimize yeni bir hak veriyor, onları hayata döndürmek ve öğrenim
hayatlarını devam ettirmeleri için bir fırsat tanıyoruz, o halde, her kesimi
kapsamalı ve kaplamalıdır diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, bizim önergemizin amacı şudur:
Geçici 47 nci maddenin "ayrıca" diye başlayan cümlesinde 1996-1997
öğretim yılı başlangıç tarihine kadar yabancı dil sınavına giremeyenler ve
ilgili kanunun yürürlük tarihine kadar yabancı dil şartını yerine getiremeyerek
kaydı silinen öğrenciler, işte buraya "bu şarttan muaf olarak yeniden
kayıt yaptırabilirler" olsun diyoruz. Diyeceksiniz, bu şarttan muaf
olabilir mi, yani, akademisyen olan bir insanın yabancı dil sınavına girmeden
-öyle gözüküyor ilk etapta- nasıl
akademisyen olmasını savunabilirsiniz?
Değerli arkadaşlar, artık, çağımız -yabancı dil sadece
akademisyenlere değil- ilkokul çağındaki çocuklarımızın bile dil öğrenebilmesi
için bütün gayretimizi ortaya koyduğu bir gündür. Dünya küçülmüş, insanlarımız
yabancı dil öğrenebilmek için büyük bir seferberlik halinde, bunu kendileri
için bir şiar edinmişler; ama, burada, bu şarttan muaf dediğimiz insanlar, daha
önce yabancı dil sınavına girip de başarılı olanların bu şarttan muaf olarak
yeniden kayıt yaptırmaları hususundadır.
Bakınız, alt komisyonda olduğumuz için bu konuda çok
mektuplar aldık, telefonlar, fakslar aldık. Sabriye Dilara diye bir mağdur
İstanbul'dan yazmış; diyor ki: "Daha önce doktora bilim sınavına
girebilmek için, bilim dalıyla ilgili bir yabancı dil çeviri sınavını başarmak
gerekiyordu. Yukarıda belirttiğim dönemde, İngilizce, Fransızca ve Almanca'dan
gireceklerin ÖSYM tarafından yapılacak merkezî sistemli sınava girmeleri söz
konusu oldu. Aynı KPDS benzeri, bilim dalımızla hiçbir ilgisi olmayan bir
yabancı dil sınavıydı bu. Bu sınavı, ekte gönderdiğim belgede de görüleceği
üzere, başararak bilim sınavına girip, doktora programına başladım" diyor.
Yani, 95 yılında bu öğrenci ÖSYM sınavına girmiş ve 72 puan almış. Burada da
belgesi var. "Bu belge iki yıl geçerli olmasına rağmen, YÖK'teki yönetim
değişikliğiyle dokuz ay sonra KPDS zorunluluğu getirildi ve benim kazanılmış
haklarım ihlal edildi. Eğer ben bu haksızlığa uğramamış olsaydım, birbuçuk
yılda bitirdiğimiz ders programından sonra, belgem iki yıl geçerli olduğu için,
yeterlilik sınavına girip, şimdiye kadar çoktan doktora programını tamamlamış
olacaktım. Benim gibi, 1995 ve öncesi -yani, KPDS öncesi- girişli olup da
mağdur durumda olan pek çok öğrenci bulunmaktadır. Bu durumda, ben, sizlerden,
kazanılmış hakkımın geri verilmesini istiyorum" diyor. Yani, KPDS çıkmadan
sınava girmiş, dil sınavını geçmiş; ama, daha sonra KPDS gelince, bunların dil
sınavlarını kabul etmemiş; bu arkadaşlarımız da hayatın değişik noktalarında bu
sınava hazırlanamadıkları...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, teşekkür edin efendim.
MAHMUT GÖKSU (Devamla) – Bir cümleyle tamamlıyorum
efendim.
Dolayısıyla, 1995'ten önce doktoraya başlamış ve bu
sınavı geçmiş olan arkadaşlarımızın bu şarttan muaf olarak tekrar doktora
programına devam edebilmeleri için, kayıt yaptırabilmeleri için böyle bir
önergemiz vardır; kabul edeceğinizi ümit ediyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı kanun teklifinin
çerçeve 1 inci maddesi ile 2547 sayılı Kanuna eklenen geçici 47 nci maddesinin
ikinci fıkrasına aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Lütfü Esengün
(Erzurum)
ve arkadaşları
"12 yıllık görev süresi sona erdiği için
üniversitelerde başka görevlere atanan yardımcı doçentler, halen bulundukları
kadrolara yeniden yardımcı doçent olarak atanırlar."
BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu önergeye?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükümet?..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) –
Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Komisyon ve Hükümetin katılmadığı önerge
konusunda önerge sahipleri adına konuşacak mısınız?
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Gerekçe okunsun.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Kanun teklifiyle, öğrencilere, öğretim üyelerine
çeşitli imkânlar getirilmekte ve bu sebeple, teklif, kamuoyunda öğrenci affı
olarak nitelendirilmektedir. Yardımcı doçentler, halihazırda 12 yıllık bir
zaman sınırlandırılmasına tabi bulunmaktadırlar. Kanun teklifinin geçici 47 nci
maddesinin ikinci fıkrası ile yardımcı doçentler için konulan süre
sınırlandırılmasını kaldırmaktadır.
Bu teklifin yasalaşmasından önce süreler dolduğu için
yardımcı doçentlik görevinden ayrılmış bulunanların tekrar yardımcı doçentliğe
atanmaları hem bu kanun teklifinin ruhuna ve esprisine uygundur hem de genelde
lisan barajını aşamadıkları için süresini doldurmuş olan yardımcı doçentleri,
bu kanun teklifiyle getirilen kolaylıktan istifade ettirmek gerekmektedir.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı yasa teklifinin 1
inci maddesi kapsamında bulunan geçici madde 47'nin ikinci paragrafının
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Hüseyin Çelik
(Van)
ve arkadaşları
"Yardımcı doçentlik kadrosunda görev yapan öğretim
elemanlarının çalışma sürelerindeki sınırlama kaldırılmıştır. Yardımcı
doçentler de, tıpkı, doçent ve profesörler gibi daimi kadrolara atanılar."
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara)
– Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükümet?..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) –
Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Komisyon ve Hükümetin katılmadığı önerge
üzerinde, önerge sahipleri konuşacaklar mı efendim?
TURHAN GÜVEN (İçel) – Gerekçe okunsun.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe: Yardımcı doçentlik öğretim üyeliği
kategorisine girdiği için, öğretim üyeleri arasında geçici kadro, daimi kadro
gibi bir ikilik yaratmak doğru değildir.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Müteakip önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı yasa teklifinin
geçici 47 nci maddesinin üçüncü fıkrasının "1996-97 yılından kanunun
yürürlüğe girdiği tarihe kadar, yüksek lisans, doktora ve doçentlik yabancı dil
sınavında 100 üzerinden 50 ve daha yukarı puan alanlar veya Üniversitelerarası
Kurul tarafından kabul edilen ve YÖK tarafından da benimsenen herhangi bir dil
sınavından denk puan alanlar bir defaya mahsus başarılı sayılırlar. Kanunun
yürürlük tarihinden itibaren ise, lisans ve doktora, yabancı dil imtihanı için
100 üzerinden 50, doçentlik için ise 60 puan alanlar yabancı dilden başarılı
sayılırlar" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Musa Uzunkaya
(Samsun)
ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu efendim?..
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara)
– Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükümet?..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) –
Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Komisyon ve Hükümetin katılmadığı önerge
üzerinde...
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Gerekçe okunsun Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Af, bir muafiyet ve imkân hazırlamaktır. Şimdiye kadar
çeşitli nedenlerle imtihana girmiş; ancak, başarılı olamayanlardan 50 ve üzeri
puan alanlar için bir hak getirilmekte, kanunun yürürlük tarihinden sonra ise
puanda bir seviye farkı ortaya konulmaktadır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Önerge reddedilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı yasa teklifinin
geçici 47 nci maddesi üçüncü fıkrasının "96-97 yılından yasanın yürürlüğe
girdiği tarihe kadar yüksek lisans, doktora ve doçentlik yabancı dil imtihanına
girenlerden bir defaya mahsus 50 ve daha yukarı puan alanlar başarılı
sayılırlar, yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren ise sosyal bilimler,
sağlık bilimleri ve fen bilimleri (mühendislik) olmak üzere üç temel alanda
yapılacak yabancı dil imtihanlarında 100 üzerinden 50 ve daha yukarı puan
alanlar yüksek lisans ve doktoradan, 60 ve daha yukarı puan alanlar ise
doçentlik yabancı dil imtihanından başarılı sayılırlar" şeklinde
değiştirilmesini arz ve tekif ederiz.
İsmail Kahraman
(İstanbul)
ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükümet?..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) –
Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Komisyon ve Hükümetin katılmadığı önerge
sahipleri konuşacaklar mı, gerekçeyi mi okutayım efendim?
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Gerekçe okunsun.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Bugüne kadar imtihana giren çok sayıda doktora
öğrencisi ve yardımcı doçent, imtihanlarda gerekli başarıyı gösterememiş olup
büyük bir yığılma meydana getirmişlerdir. Bu yığılmanın önlenmesi, akademik
araştırma yapan uzmanların kendi alanlarında yabancı dilde başarılı
olabilmeleri için üç temel branştan (tercihlerine göre) imtihana girebilmeleri
sağlanmaktadır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Önerge reddedilmiştir.
Son önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı Yüksek Öğretim
Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geçici 47 nci
maddesinin üçüncü fıkrasının başındaki "1997" yılı ibaresinin
"1996" olarak değiştirilmesini arz ederiz.
İbrahim Halil Oral
(Bitlis)
ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Ben, biraz önce ifade etmiştim. Aslı 1996 idi,
KPDS'nin uygulamaya girdiği tarihti. Onun için, buna katılıyoruz. Bu, bir
noktada, düzeltme olacak. Katılıyoruz.
BAŞKAN – Hükümet?..
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) –
Katılmıyoruz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Komisyon da katılamaz, çoğunluğu
yok.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Takdire bırakıyor
efendim; katılıyor, takdire bırakıyor.
BAŞKAN – Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin
katılmadığı önerge üzerinde önerge sahibi konuşacak mı?
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Gerekçe okunsun.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
KPDS sınavları 1 Temmuz 1996 tarihinde başladığı için,
tarihin bu şekilde değiştirilmesinde fayda mülahaza ediyoruz.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Önergeyi kabul
edenler... Önergeyi kabul etmeyenler...
Efendim, Divanda anlaşma sağlayamıyoruz.
Bir kere daha oylama yapacağım.
Değerli milletvekilleri, lütfen, herkesin yerine
oturmasını rica ediyorum. Bakın, gecenin bu saatinde oylama yapıyoruz; lütfen,
bütün arkadaşlarımız yerine otursunlar ki, Divan Kâtibi arkadaşlarımız dikkatli
bir şekilde tekrar saysın.
Buyurun, lütfen yerinize oturunuz.
Efendim, oylamayı elektronik cihazla yapacağım; oylama
için 2 dakika süre veriyorum ve oylamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, önerge kabul
edilmiştir.
Şimdi, daha önce okunan son bir önerge var; yalnız,
biraz önce reddedilen önergeyle aynı mahiyette olduğu için sadece okutacağım ve
ıttılanıza sunacağım; ama, işleme almayacağım.
Önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı 4.11.1981 tarihli ve
2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunundaki geçici 47 nci maddenin üçüncü
pragrafındaki doçentlik yabancı dil sınavında "65 (altmışbeş)ve daha
yukarı olan" puanın, "60 (altmış) ve daha yukarı" olarak
düzeltilmesini arz ve teklif ederiz.
Bekir Ongun
(Aydın)
ve arkadaşları
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, biraz önce reddedilen
önergeyle aynı mahiyette olduğu ve o önerge de reddedildiği için bu önergeyi
işleme almıyorum.
Şimdi, kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, birleşime 15 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati : 23.35
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati
: 23.55
BAŞKAN :
Başkanvekili Nejat ARSEVEN
KÂTİP ÜYELER
: Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir), Melda BAYER (Ankara)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 114 üncü Birleşimin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
5. – Ankara Milletvekili Şevket Bülent
Yahnici’nin, Çorum Milletvekili Melek Denli Karaca’nın, Yozgat Milletvekili
Mehmet Çiçek ve 4 Arkadaşının, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri
Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve Konya Milletvekili Ömer İzgi’nin, Denizli
Milletvekili Beyhan Aslan ve 3 Arkadaşının, 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununa
Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/435, 2/440, 2/460, 2/462, 2/465) (S. Sayısı
: 434) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerlerini almıştır.
Görüşmekte olduğumuz 434 sıra sayılı kanun teklifinin
geçici 47 nci maddesi kabul edilmişti.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, izin verirseniz,
bir hususun açıklığa kavuşmasını arzu ediyorum.
BAŞKAN – Ne hususta efendim?
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Oyladığımız önergeyle ilgili
bir hususun açıklığa kavuşturulmasını arzu ediyorum.
BAŞKAN – Efendim, madde oylandı, kabul edildi. Açıklığa
kavuşturulacak bir şey yok.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, bir açıklamaya
ihtiyaç var da onun için. Bir hususun açıklanmasını Sayın Bakandan istirham
edeceğim.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkanım, az önce kabul
etmiş olduğumuz önerge üzerine, kabul eden milletvekili arkadaşlarımızın
kafalarında bazı istifhamlar meydana gelmiştir; doğrudur ve arkadaşlarımız
haklıdır. Sayın Bakanımızın bir tereddüt geçirmesi sonucunda, sanki, Sayın
Bakan, bu önergeye karşıymış gibi de bir hava oluştu. Esasen, Sayın Bakanla,
daha önce görüştüğümüzde de, bu
önergenin getirmiş olduğu herhangi bir değişiklikle ilgili bir karşı
düşüncesinin olmadığını ifade etmişlerdir. Bu itibarla, Sayın Bakanımın
takdirine bakıyorum, ister şimdi isterse daha sonra bu konunun açıklığa
kavuşturulmasını, Değerli Bakanımızdan istirham ediyorum Sayın Başkan.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Öyle bir usul yok. Madde geçmiş.
Öyle bir hüküm, İçtüzükte var mı?
BAŞKAN – Şimdi, geçici 48 inci maddeyi okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 48. – 1989-1990 eğitim-öğretim yılı
başından, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, yükseköğretim kurumlarının
hazırlık sınıfı, önlisans ve lisans eğitim-öğretim programları ile
yüksekokulların herhangi bir sınıfında kayıtlı öğrencilerin, 2547 sayılı Yüksek
Öğretim Kanunu ve bu Kanuna atıf yapan Yüksek Öğretim Kurumları Öğrenci
Disiplin Yönetmeliği hükümlerine göre aldıkları disiplin cezaları, bütün
sonuçları ile kaldırılmıştır. Bunların sicil dosyalarındaki cezaî kayıtlar,
ilgililerin müracaatı aranmaksızın dosyalarından çıkarılır.
BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına,
Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu?..
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Konuşma yapmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Mehmet
Sağlam?..
TURHAN GÜVEN (İçel) – Vazgeçtik efendim.
BAŞKAN – Şahsı adına, Sayın Musa Uzunkaya?..
Vazgeçtiniz.
Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk?... Vazgeçtiniz.
Sayın Melek Denli Karaca?.. Vazgeçtiniz.
Sayın Bedri Yaşar?.. Vazgeçtiniz.
Sayın Cevat Ayhan?.. Vazgeçtiniz.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, yeni bir geçici madde
eklenmesine dair önerge vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 434 sıra sayılı 4.11.1981 tarihli ve
2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa geçici 49 uncu madde olarak aşağıdaki madde
eklenmiştir.
Arz ederiz. 21.6.2000
Geçici Madde 49- "Üniversitelerde doktor unvanı
ile en az 3 yıl görev yapan akademik personel, bir defaya mahsus olmak üzere
yabancı dil sınavı sonucuna bakılmaksızın doçentlik bilim sınavına
alınır."
Seydi Karakuş Mustafa Gül Ali
Işıklar
Kütahya Elazığ Ankara
Nidai Seven Bozkurt Yaşar Öztürk Hasan Basri Üstünbaş
Ağrı İstanbul Kayseri
Müjdat
Kayayerli İbrahim Halil Oral
Afyon Bitlis
(MHP sıralarından "önergemizi geri çekiyoruz"
sesleri)
BAŞKAN – Peki efendim. Önerge geri çekilmiştir.
Müteakip maddeyi okutuyorum:
MADDE 3. – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına,
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Avni Doğan?..Vazgeçtiniz.
Zannediyorum, şahısları adına söz talep eden
arkadaşlarımız da konuşmaktan vazgeçiyorlar.
Sayın Musa Uzunkaya?.. Vazgeçtiniz.
Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk?.. Vazgeçtiniz.
Sayın Bedri Yaşar?.. Vazgeçtiniz.
Sayın Yusuf Kırkpınar?.. Vazgeçtiniz.
Sayın Mehmet Kaya?.. Vazgeçtiniz.
Sayın Cevat Ayhan?.. Vazgeçtiniz.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Müteakip maddeyi okutuyorum:
MADDE 4. – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür.
BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına,
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mustafa Kamalak?.. Vazgeçtiniz.
Sayın Musa Uzunkaya?.. Vazgeçtiniz.
Sayın Bozkurt Yaşar Öztürk?.. Vazgeçtiniz.
Sayın Bedri Yaşar?.. Vazgeçtiniz.
Sayın Yusuf Kırkpınar?.. Vazgeçtiniz.
Sayın Cevat Ayhan?.. Vazgeçtiniz.
Sayın Mukaddes Başeğmez?.. Vazgeçtiniz.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Tasarının başlığı, kabul edilen birinci madde
dolayısıyla aşağıdaki şekilde düzeltilmiştir:
"Yükseköğretim Kanununun Bir Maddesinin
Değiştirilmesi ile Bu Kanuna Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun
Teklifi"
Bu hususu bilgilerinize sunuyorum.
İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, oyunun rengini belli
etmek üzere, aleyhte, Sayın Yasin Hatiboğlu?.. Yok.
Lehte, Sayın Nidai Seven?.. Vazgeçiyorsunuz.
Teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu
olmasını diliyorum. (Alkışlar)
Sayın Bakan, bir teşekkür konuşması yapmak üzere söz
talep ettiler.
Buyurun Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – İzin
verirseniz yerimden arz edeyim.
Sayın Başkan, kabul edilen Kanun, 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanununun bütünlüğünü bozacak unsurlar ihtiva etmiştir.
Kabul edilen Kanun, bilim ve kalite adına, Türk
üniversitesine, dilerim ki zarar getirmez.
ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Bu nasıl teşekkür konuşması
Sayın Başkan?.. Böyle teşekkür olmaz ki!
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Bir
tek... Belki bir tek olumlu tarafı vardır: Bu kanundan yararlanıp,
üniversitelere yeniden kaydedilen ve kazanacağımız gençlerin sayısı çok az da
olsa, tek faydalı yanı belki o olacaktır.
Teşekkür ederim. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkanım, bir şey ifade etmek istiyorum;
mümkün mü?
BAŞKAN – Efendim, öyle bir usulümüz yok.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Redaksiyonla ilgili... İki kelime...
BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorsunuz herhalde sizde.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI
ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Efendim, ben de teşekkür ediyorum bütün gruplara,
katkısı olan bütün arkadaşlarımıza ve Yüce Meclisimize.
Hayırlı uğurlu olsun. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Küçük.
Değerli milletvekilleri, kabul etmiş olduğunuz ve
kanunlaşan teklifin bir maddesinde redaksiyonla ilgili olarak Komisyon
Başkanının bir arzı olacak.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Geçti artık Sayın Başkan; olur
mu böyle!
BAŞKAN – Ama...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, böyle bir usul
var mı yani!..
BAŞKAN – Peki efendim, peki...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bu Meclisi doğru dürüst
yönetecekseniz yönetin yani; burası kahvehane değil ki!
BAŞKAN – Sayın Genç, Meclisi yönetmeyi sizden öğrenecek
değilim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Gider, Cumhurbaşkanı veto eder
efendim. (MHP sıralarından gürültüler)
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Ayıptır be! Yeter artık!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ne ayıbı!.. Ne ayıbı!..
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Yeter be!.. Gece saat 10.00'da
geliyorsun...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen ne konuşuyorsun! Allah
Allah...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri...
Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve
Gürcistan Arasında Petrolün Azerbaycan Cumhuriyeti, Gürcistan ve Türkiye
Cumhuriyeti Ülkeleri Üzerinden, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ana İhraç Boru Hattı Yoluyla
Taşınmasına İlişkin Anlaşmanın ve Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti
ve Gürcistan Toprakları Üzerinden Petrol Taşınmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti,
Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasındaki Anlaşmanın Değiştirilmesine
İlişkin Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Dışişleri Komisyonları
raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.
6. – Türkiye
Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Petrolün Azerbaycan
Cumhuriyeti, Gürcistan ve Türkiye Cumhuriyeti Ülkeleri Üzerinden,
Bakü-Tiflis-Ceyhan Ana İhraç Boru Hattı Yoluyla Taşınmasına İlişkin Anlaşmanın
ve Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Toprakları
Üzerinden Petrol Taşınmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti
ve Gürcistan Arasındaki Anlaşmanın Değiştirilmesine İlişkin Türkiye
Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Dışişleri Komisyonları Raporları
(1/699) (S. Sayısı : 488) (1)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu
oylarınıza sunacağım. Raporun okunmasını kabul edenler... Etmeyenler... Raporun
okunması kabul edilmemiştir.
Tasarının tümü üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına,
Bitlis Milletvekili Sayın Zeki Ergezen; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattıyla ilgili kanun teklifi
üzerinde Grubum adına görüşlerimi açıklarken, hepinize, gecenin bu vaktinde
saygılarımı sunarak başlamak istiyorum.
Uzun bir mücadeleden sonra Azerbaycan petrollerinin
Türkiye üzerinden dünyaya sevkiyatının kabul görmesinin, Türkiye'nin onuru
bakımından, Türkiye'nin prestiji bakımından önemli bir proje olduğunun altını
çizmek istiyorum. Bundan dolayı da, bu projenin gerçekleşmesinde emeği geçen
sayın hükümetlerimize, Sayın Bakanımıza, Bakanlarımıza ve bürokratlarımıza
teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.
Bu noktaya gelmesinde, tabiî ki, hükümetin başarısına
en büyük katkıyı sağlayan, kanaatimce, Çeçen ve Rus mücadelesi olmuştur. Petrol
ilk çıktığı zaman, konsorsiyum, erken petrol üretimini kuzey ve batı hattından
dünyaya ulaştırmayı planlamış; çünkü, onlar için daha ekonomik olduğu
düşünülmüş; ancak, Çeçenler ile Rusların mücadelesinde Çeçenlerin petrolünün
akmasına engel olunmasından dolayı... (Gürültüler)
ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Sayın Başkan, hatip orada
konuşurken oradaki kalabalık dikkatimizi dağıtıyor. Lütfen arkadaşları ikaz
edin.
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – ... Ruslar, petrol boru
hattının yeniden Dağıstan'dan geçmesi için...
AZMİ ATEŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, hatibi dinleyemiyoruz,
duyamıyoruz.
ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Rahat dinleyemiyoruz; orası
dikkatimizi dağıtıyor.
AYDIN TÜMEN (Ankara) – Duyamıyorsanız niye bu tarafa
oturmuyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen yerlerinize
oturur musunuz efendim.
Buyurun.
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Bu petrol boru hattını başarı
olarak kabul ettiğimiz takdirde -ki, başarıdır; ben, bu başarıdan dolayı tebrik
ettim- tebrik edilmesi gereken bir kesim daha vardır. Ruslar, bu petrolü; yani,
erken üretim 5 milyon/yıl kapasiteli petrolü, mevcut hatlarından,
Çeçenistan'dan dünyaya ulaştırmayı planladılar; ancak, Çeçenlerin onurlu
mücadelesi, bu petrolün akmasına, Rusya üzerinden pazarlanmasına engel oldu.
Ruslar, Dağıstan üzerinden bir by-pass boru hattını yeniden inşa ederek denemek
istediler; ancak, muvaffak olamadılar. Dolayısıyla, hükümetimizi ve Türkiye'nin
başarısı olan Bakü-Ceyhan boru hattından dolayı da Çeçenlerin onurlu
mücadelesine burada alkışlamak, onları tebrik etmek, herhalde hakkımız olsa
gerek diyorum. (FP sıralarından alkışlar)
(1) 488 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Dünyanın doğalgazlarının -ki, Sayın Bakanımızın konuşma
metinlerinde de bu aynen geçiyor- yüzde 40'ı ve dünya petrollerinin de yüzde
67'si bizim komşu bulunduğumuz coğrafyadadır; yani, Asya ve Ortadoğu'dadır.
Tabiî ki, bu petrollerin dünya pazarlarına sevkıyatı bakımından, Türkiye,
önemli bir boğaz. Tabiî, bir köprü gibi ve aynı zamanda kritik bir bölgede
olması, kritik bir noktada olması, Türkiye için önemli bir avantajdır. Sadece
kritik bir bölgede olması avantajının yanında, Türkiye'nin bir başka avantajı
daha vardır, Osmanlının bu bölgelerde Türkiye'ye bırakmış olduğu krediler
vardır; bu, ikinci bir avantajdır. Üçüncü bir avantaj, Asya ve Ortadoğu
ülkeleri, Müslüman ülkeler, kan bağımız, din bağımız, tarihî bağlarımız olan
ülkeler. Dolayısıyla, bizim, bu üç avantajı, ülkemiz menfaatına en iyi şekilde
kullanmayı planlamamız gerekirken, maalesef, dış güçler karşısında, bu bölgenin
nimetlerinden süper güçlerin yararlanmasının yanında, bizim, onlar kadar
yararlandırıldığımızı söylemek mümkün değil. Dolayısıyla, hükümetlerimizin bu
konudaki politikalarını da takdir edemeyeceğimi ifade etmek istiyorum. Türkiye,
gerek vurdumduymaz politikalarıyla gerek çekingen tavırlarıyla gerek ürkek
tavırlarıyla... Türkiye'ye, zaman zaman çok pahalıya ödetmişlerdir bu
tutumlarını. Bakınız, bugün, biz, petrolün Azerbaycan'dan, Türkiye üzerinden
dünyaya pazarlanması için on yıla yakındır bir mücadele verirken, yanı
başımızda, Azerbaycan'dan sevk edilen petrolün 2 misli petrol, Türkiye'ye geçiş
ücreti bakımından daha fazla avantaj sağlayan Irak petrol boru hattını kapalı
tutuyoruz. Niçin tutuyoruz; bazı güçler, Irak petrol boru hattından petrolün
akmasını istemedikleri için, biz de, sessiz sedasız, bu petrolün akmamasına göz
yumuyoruz. Peki, ihalesini biz yapmışız, kendi bütçemizden para çıkmış... Kendi
topraklarımızdaki hattın ihalesini kendimiz yapmışız, kendi bütçemizden para
harcamışız; her varil başına 0,35 dolar bize bir getirisi vardır; ayrıca,
Türkiye'nin ihtiyacı olan petrolü, burada, bu boru hattından karşılama avantajı
vardır. Peki, hem bu petrol boru hattının ihalesini yapacaksınız, parasını
kendi bütçemizden çıkaracağız hem şu andaki Bakü-Ceyhan boru hattı geçiş
ücretinden daha fazla bir ücret bize sağlanmış olacak hem de buradan
Türkiye'nin ihtiyacını karşılama; ki, anlaşmalarda bu hüküm vardır. Peki, kimin
hatırı için bu boru hattını biz kapalı tutuyoruz? Hani Türk Milletinin onurlu
politikası vardı; büyük millettik, güçlü millettik, güçlü devlettik, Osmanlının
mirası üzerine kurulmuş yepyeni bir cumhuriyet, kendi topraklarından geçen
petrol boru hattını, birilerinin menfaatı için, efendiler emretti diye, onlar
arzu etmedi diye petrolün akıtılmamasına göz yumuyoruz ve milletin temsilcilerinin
de haberi olmadan, birileri karar veriyor.
Şu anda Mecliste hangi partinin milletvekiline
sorarsanız sorunuz, hangi partiye sorarsanız sorunuz, bu petrol boru hattının
kapalı olmasından, elbette ki
rahatsızdır, elbette ki üzüntü duyacaklardır, elbette ki Türkiye'nin
menfaatlarına zarar getirildiğini söyleyeceklerdir; ama, bu vekillere kimse
sormaz, bu partilere kimse sormaz; hatta, bakanlara da kimse sormaz, el
altından birileri emir verir "bu borudan, bu hattan petrol akmayacak"
denilir ve akmaz.
Peki, siz, Azerbaycan petrollerinin, hem Türkiye'nin
onuru bakımından hem stratejik önemi bakımından hem prestiji bakımından; ama,
en önemlisi de, Türkiye'nin ekonomisine katkı sağlansın diye, bu petrollerin
Türkiye üzerinden dünyaya sevkıyatı için, yıllardır, Cumhurbaşkanı nezdinde,
bakanlar nezdinde, hükümetler nezdinde, bürokratlar nezdinde onurlu bir
mücadele yaptınız. Niye; Türkiye'ye bir getirisi olsun, Türkiye güçlensin...
Bakınız, sadece bununla kalmıyoruz. Ben, demin sözümün
başında dedim ki, Türkiye, dış güçlere karşı ülkemizin millî menfaatlarını
korunmakta yeterli değildir, çekingendir, ürkektir ve bunun da Türkiye'ye
maliyeti çok pahalıdır. Bundan dolayı bu uygulamaları tebrik edemiyoruz, takdir
edemiyoruz; gönlümüz de razı değil; ama, bunların düzelmesini istiyoruz.
Peki, biz, hükümette olduğumuz zaman, aynı dış güçler
yokmuydu; aynı dış güçler vardı. Ağa, paşa, petrol boru hattının olduğu yere
gittik, toplar atılarak da, petrolün akıtılmasını sağlamış olduk, sevkıyatını
başlatmış olduk.
İşte, hükümet olmak için, sadece hükümet olmak
gerekmiyor. Ülkenin menfaatlarını korumak için onurlu davranmamız gerekiyor,
dirayetli olmamız lazım; dış güçlere karşı ülkemizin menfaatını korumak için
amansız bir mücadelenin içine girmek lazım. Ürkek olmamak, çekingen olmamak
işte burada gereklidir. Siz, ülkenizin menfaatını koruduğunuz zaman, korumayı
kafanıza koyduğunuz zaman, bütün engelleri aşabilmenin yollarını ve onurlu
mücadelesini vermek, hükümet olmanın vazgeçilmez şartlarındandır.
Ben "ürkek" kelimesini bir başka parti için
kullanmadım; özür dilerim, yanlış anlaşılmasın. Bir ses geldi de...
MEHMET TELEK (Afyon) – Kaddafi'den fırça yediğiniz
gibi...
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Hayır, olabilir... Ben, şu
anda bir sürtüşmenin içine girmek istemiyorum. Kaddafi olayı, meselesi değil;
bu, Türkiye'nin meselesi. Ben Türkiye'nin menfaatı için burada konuşuyorum.
Türkiye'nin menfaatını korumaya çalışıyorum ve bu, benim vekil olarak da
görevim; bunu, grubumuz adına da konuşmak herhalde hepimizin görevi olmalıdır.
Bakınız, siz, doğalgazı bile İran hududundan bu yüze
geçiremiyorsunuz. Öbür taraftaki boru hatları bitmiş, geçmesi gerekirken,
sadece petrol boru hattından petrol akıtmakla kalmadılar beyler, efendiler;
aynı zamanda, İran'dan buraya geçmesi gereken doğalgazı da geçiremiyorsunuz.
Siz mi geçirmek istemiyorsunuz? Sayın Bakana sorsanız, sayın vekillere
sorsanız; bir an evvel bu doğalgazın gelmesini arz etmez misiniz?! Yani, bizim
milletimizin doğalgazla ısınma hakkı yok mudur?! İlle bu doğalgazı
Amerikalının, İsraillinin, Avrupalının veya başka şirketlerin emrettiği
ülkelerden almak mecburiyetinde miyiz?! Böyle bir mecburiyetimiz olduğu
takdirde "egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir" ifadesinin ne
anlamı vardır; kendi kendimizi aldatmaktan başka hiçbir şey değildir o zaman.
"Siz, İran'dan doğalgazı getirmeyeceksiniz"
deniliyor, el altından fısıldanıyor; ama, biz, hükümetler olarak, kamuoyuna
karşı, Parlamentoya karşı, kendi partilerimize karşı, kendi tabanımıza karşı
birtakım kılıflar uyduruyoruz, onları ikna etmeye çalışıyoruz; ama, gerçek bu
değil, vicdanımızın sesi bu değil, aklımızın icabı da bu değil. Birileri
emrettiği için, o doğalgazı biz bu tarafa geçiremiyoruz. Bu zahmetlerden sonra,
Bakü-Ceyhan petrol boru hattından da, yarın, birtakım bahaneler uydurularak, bu
petrolün ülkemizden akması engellenir diye bir endişe taşıdığımı da ifade etmek
istiyorum.
Zaten, biz, onurlu dışpolitikalar izlemiş olabilseydik,
dış güçlere karşı ülkemizin menfaatlarını en iyi şekilde korumayı
becerebilseydik yıllardır... Ben ille bugünkü hükümet için de bunu
söylemiyorum; ben, geçmişi değerlendirmek için; ama, bugünkü hükümeti de buna
dahil ederek söylüyorum. Bizim, Azerbaycan'daki petrol üretimindeki payımız
yüzde 5 değil, en azından, yüzde 10 olmalıydı; çünkü, onlar bizim
kardeşlerimiz. Onlarla kan bağımız var, kültürel bağımız var, kardeşliğimiz
var. Rusya'dan koptukları zaman, onların bize ilk söyledikleri laf
"ağabeylerimiz var" olmuştur. Sayın Cumhurbaşkanımız, Adriyatikten
Çin Seddine kadar büyük bir laf etmişti. Biz, bu lafların söylenilmesi değil,
bu lafların gereğinin yapılmasından yanayız. Parlak lafları söyleyip, parlak
lafların arkasına sığınıp, gereğini yapmamak, biz Türk Milletinin
temsilcilerini, herhalde, hepimizi üzmüş olması lazım.
Bakınız, geçen gün, DSP'den Hayati Bey de benimle
beraber Azerbaycan'daydı. Azerbaycan'da işadamlarının toplantısına katıldık,
temsilcilerini dinledik. Clinton, Azerbaycan hükümetiyle toplantı yapmak üzere
kendi danışmanlarını göndermiş ve bu arada, Türk işadamlarının temsilcilerini
de çağırmışlar. Clinton'un danışmanlarının söylediği, ben ile Hayati Bey
kardeşimi gerçekten hayrete düşürdü. Türk temsilcilerine, oradaki iş adamlarına
-800'e yakın işadamımız var- Azerbaycan'a yapılacak ihracatı Amerikalı işadamlarıyla
paylaşacaksınız diyorlar. Sizin de, Türk işadamlarının, Azerbaycan hükümetiyle
ilgili sorunlarınızın var olduğu duyuyoruz, işitiyoruz; bunları bize not
ettiriniz; biz, Clinton'a söyleyeceğiz. Clinton, Azerbaycan hükümeti nezdinde
bu sorunlarınızı çözecektir. İşte, devletler böyle çalışıyor, böyle mücadele
veriyor.
Acaba, Azerbaycan, Rusya'dan koptuktan sonra, bu petrol
sorunu orta yere çıktıktan sonra, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri olarak,
oraya, gerek Azerbaycan hükümetlerini gerekse konsorsiyumun sahiplerini
etkilemek ve Türkiye'nin payını daha fazla artırabilmek için kaç tane danışman
gönderdik; kaç tane uzman çalıştırdık, kaç tane danışman ve uzman ikâmet
ettirdik? En azından, elçimizi oraya tayin ettiğimiz zaman, Batılıların
"bir damla kan eşittir bir damla petrol" anlayışının, felsefesinin
sahiplerinin cirit attığı bu bölgelerde, biz elçimizi tayin ederken, acaba,
petrol noktasında Türkiye'nin menfaatlarını koruyabilir mi düşüncesiyle hareket
ettik mi veya bizim insanlarımız, orada, bu konuda, gerekli gayreti, gerekli
enerjiyi tükettiler mi; ben şahsen merak ediyorum ve olduğuna da inanmadığımı
belirtmek istiyorum; çünkü, geçen gün, biz Azerbaycan'a gittiğimizde, oraya 120
işadamı gelmiş; sayın elçimizin gelip o işadamlarının önüne geçmesi, sorunlarını
dinlemesi lazımken, davet edilmesine rağmen gelmemiştir.
Ben, demin, Irak petrol boru hattından bahsettim, 0,35
dolar dedik; yani, 35 sent eşit 0,35 dolar_ Bakınız, bizim Bakü-Ceyhan boru
hattından elde ettiğimiz 20 sent; 0,20 dolar! Hesaplamalar yapılıyor -ki,
medyada da bu yer aldı; inşallah, ben yanılıyorum; yanılıyorsam, ki Sayın
Bakanımız bu kürsüye çıkıp, mutlaka bilgi vereceklerdir- ve biz, Türkiye
olarak, petrol boru hattının sigortasıyız. Biz, buranın güvenliğini
sağlayacağız, servis yollarına bakacağız, karakollarını yapacağız, her türlü
imkânı sağlayacağız. Peki, varil başına aldığımız ne kadar; 20 sent! Peki,
Gürcistan'ın 225 kilometresi var, o 14 sent alıyor; biz, 1 037 kilometrelik
hattı geçireceğiz, bizim aldığımız 20 sent. Mukayese yaptığımız zaman, bizim,
burada, en az 50 sent, 55 sent almamız gerekiyordu.
Ben, burada, Sayın Bakanla ilgili söylemiyorum; eğer
güçlü hükümetler olsak, güçlü devletler olsak, biraz önce söylediğim,
elçimizin, danışmanlarımızın, uzmanlarımızın ve yine, biraz önce söylediğim
gibi, Azerbaycan Rusya'dan koptuğu zaman ve Ermeni işgaliyle karşı karşıya
kaldığı zaman Türkiye'nin tavrı onurlu olsaydı ve Türkiye, gerçekten, o
kardeşlerine, kardeşlik görevini bihakkın yerine getirmiş olsaydı, ben, bizim
buradaki payımızın ekonomimize katkısı çok daha fazla olacağına inanıyorum;
çünkü, bunlar, hepsi karşılıklıdır. Ne ekerseniz onu biçersiniz prensibidir.
Şimdi, sadece 20 sentten dolayı bizim bu anlaşmada
yeterince payı almadığımızla kalmıyoruz; benim görebildiğim kadarıyla, bu
anlaşma metninin içinde, 3 tane anlaşma daha var. Demin, Bakanımla da görüştüm
burada, Irak petrol boru hattı anlaşması yapmışız, doğalgaz anlaşmaları
yapmışız. Rusya'dan ilk defa doğalgaz getirdiğimiz zaman, o anlaşma metninin
içerisinde, bu tür anlaşmaların olmadığını görüyoruz. Benim kanaatimce hükümet,
ileride birtakım sıkıntılara girmesin, denetimle karşı karşıya kalmasın diye,
bu anlaşma metninin içinde, ev sahibi ülke anlaşması, hükümetin garanti
mektubu, bir de anahtar teslimi inşaat anlaşması. Ben, dün, birkaç saat, bu
dosyaların içerisinde yoğuruldum, acaba, ne eksiklikler var, ne fazlalar var,
bu kürsüden Meclise ne gibi bilgiler sunabilirim diye; ama, bir saat değil,
belki, birkaç kişiyle, birkaç gün çalışarak ancak o dosyalara hâkim olabilirsiniz.
Ben inanıyorum ki, Dışişleri Komisyonundaki, Enerji Komisyonundaki
arkadaşlarımız, Türkiye için onurlu olan bu projenin -hiçbirimizin
vazgeçemeyeceği, hepimizin desteklemesi gereken bu projenin- bir an evvel
hayata geçirilmesi için -o dosyaları araştırmaya da zaten vakitleri olduğuna
inanmıyorum- bir an evvel, o kanun tasarısının Meclise inmesini istemişlerdir.
Ben inanmıyorum ki, şu anda, hükümet tarafındaki milletvekillerinden bir
tanesi, o dosyaların içerisine girebilsin, o sayfaları inceleyebilsin; ne
vakitleri var ne de öyle bir imkânları var; çünkü, 600-700 sayfalık dosyaları,
siz, bir iki gün içerisinde inceleyemezsiniz, araştıramazsınız, vâkıf
olamazsınız.
Bir başka konu, ev sahibi ülke anlaşması; Türkiye...
Peki, karşıda, boru hattını yapacak konsorsiyum kim; belli değil. Peki,
konsorsiyumla anlaşmayı kim yapar; hükümet yapar. Şimdiye kadar, Meclis,
müteahhit firmalarla anlaşma yapmış mıdır; şimdiye kadar, garanti mektubunu
Meclis vermiş midir; şimdiye kadar, anahtar teslimi inşaat anlaşmasını Meclis
yapmış mıdır?! Peki, niye yapıyorsunuz; denetimden kaçmak için. Burada, şu
anda, o anlaşmanın içinden metinleri çekmek mümkün mü; birkaç cümleyi, üç
anlaşmayı çekmek mümkün mü? Bakıyorsun, Gürcistan imzalamış, Türkiye imzalamış,
Azerbaycan imzalamış. Herhalde, şu anda çekmek mümkün değil; ancak, kanunu geri
çekip, o ülke imzalarını da almak lazım ki, değiştirebilesiniz.
Ben, sadece, şu öneride bulunabileceğim: Lütfen, Sayın
Bakanımız, teknik elemanlarla beraber bu dosyaları bir daha gözden geçirebilir
mi; acaba, değiştirme şansı var mı? Biraz sonra anlatacağım birtakım
sıkıntıların olabildiğini görüyorum. Ben, bir daha tekrarlıyorum: Bugüne kadar,
Mavi Akım ve Bakü-Ceyhan petrol boru hattında, konsorsiyumla Meclis anlaşma
imzalıyor, konsorsiyumla Meclis anahtar teslimi inşaat şartnamesini imzalıyor
ve ev sahibi ülke anlaşmasını imzalıyor. Şu Meclisin geleneğinde var mı? Böyle
bir gelenek, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri olmuş mudur; hayır,
olmamıştır. Sayın Bakanımız şunu diyebilir: Bu, bir özel hattır, biz, bunu
cazip hale getirmek istedik; zar zor, bu boru hattını Türkiye'den
kabullendirdik; çünkü, on yıldır uğraşıyoruz; Amerikasıyla, Batılısıyla
mücadele verdik, petrol şirketleriyle mücadele verdik; biz, bunu cazip hale
getirmeseydik, belki bunu kabul ettiremezdik gibi, birtakım yaklaşımlarla,
Sayın Bakanımızın iyi niyetiyle, bu şartnamelere birtakım ağır hükümler
konulmuş olabilir; ama, ağır hükümler de konulsa, önceden bu Meclise bilgi
verilir, Meclisin okeyi alınır; ama, bu anlaşmalar Meclisten geçemez.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ergezen, süreniz bitti efendim.
Mikrofonunuzu açıyorum, lütfen, tamamlayın. Size 1
dakika eksüre veriyorum.
Buyurun.
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Peki Sayın Başkanım, teşekkür
ederim.
Bahsettiğim bu üç tane şartnamenin içerisinde, bakınız;
boru hattını yapacak konsorsiyum, istediği zaman, hiçbir şart koşmadan
sözleşmeyi feshedebilir; ama, Türkiye'nin feshetme hakkı yoktur. Bir harp
zamanında, terör olaylarında, petrol boru hattından petrol akmadığı halde,
gerek petrol üreticilerine gerekse petrol sevkıyatını yapacak konsorsiyumlara,
varil başına düşen zararlarını Türkiye ödemek mecburiyetindedir. Şimdi,
Türkiye, bu kadar mükellefiyetin altına girmiş, peki, petrol üreten konsorsiyum
veyahut da petrol nakliyatını yapan konsorsiyum, bu petrolü sevk etmediği zaman
Türkiye ne ödeyecek? Doğrusu, ben göremedim; ama, inşallah yanılıyorum. Sayın
Bakanımız, hayır, onlar petrolü buradan akıtmadıkları takdirde, bize şunu
ödeyecekler derse, şahsen ben çok mutlu olurum, Meclisin de mutlu olacağına
inanıyorum.
Mademki zaman çok dar, konuşacağım çok şeyler var;
konulara girmek istemiyorum, girdiğim takdirde, kesilmesi insicamımı
bozacağından dolayı, sözlerimi burada kesiyorum ve yine şunu söylüyorum: Bu
boru hattını destekliyoruz, buna emeği geçen herkesi tebrik ediyoruz, teşekkür
ediyoruz; ama, Türkiye'nin ekonomik çıkarlarını da en iyi şekilde korumamız
gerektiğini, bir daha, bir daha gözden geçirmemiz gerektiğine inanıyorum.
Petrol payımızın yüzde 5'ten yüzde 10'a çıkarılması iş başladığından beri
arzumuzdur; o zaman, zaten böyle bir rakam zikredilmişti. Bir de, geçiş
ücretinde, acaba, bir artırım olabilir mi, Türkiye'nin menfaatı burada
gözetilebilir mi diyorum, böyle bir teklifim var ve saygılarımı sunuyorum. (FP
ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ergezen.
Doğru Yol Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın
Necati Çetinkaya; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
AYDIN TÜMEN (Ankara) – Sayın Başkan, iki cümle
ifade edebilir miyim.
Sayın Ergezen'in bir ifadesi oldu, sanıyorum, kendisi
de...
BAŞKAN – Sayın hatibi kürsüye davet ettim; konuşmasını
yapsın, sonra, tekrar, size...
AYDIN TÜMEN (Ankara) – Bir cümle ifade edebilir
miyim; sanıyorum, haddini aştı.
BAŞKAN – Peki, buyurun.
AYDIN TÜMEN (Ankara) – "Türkiye'nin
Azerbaycan konusunda, örneğin, Ermenistan işgaline karşı onurlu bir davranış
sergileseydi, bugün daha farklı olurdu" şeklinde bir ifade kullandı.
Sanıyorum, tabiî ki, o günkü sergilemiş olduğu politikasını eksik ve yetersiz
bularak eleştirebilir; ama, "onursuz bir davranış" şeklinde ifade
tarzının sanıyorum biraz düzeltilmesi gerekir Sayın Başkanım.
ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) – Yanlış anlaşılmasın; ben, daha
onurlu... Herhalde, bu, Mecliste sık kullanılan bir ifadedir.
BAŞKAN – Yani, mevcut hal onurlu da, daha onurlu
demek istemiş.
AYDIN TÜMEN (Ankara) – Sonuçta, o şekilde bir anlam
ifade edebilir; onun için, düzeltilmesi konusunda...
BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum.
Buyurun Sayın Çetinkaya.
DYP GRUBU ADINA M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Sayın
Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; konuşmalarıma başlamadan önce şahsım ve
Doğru Yol Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan Arasında Petrolün
Azerbaycan Gürcistan ve Türkiye Üzerinden Bakü-Tiflis-Ceyhan ana ihraç boru
hattı yoluyla taşınmasına ilişkin anlaşma üzerinde Doğru Yol Partisi adına
görüşlerimizi arz etmek üzere yüce huzurunuza gelmiş bulunuyorum. Çok önemli
bir konu ve yıllardan beri, Türkiye'nin, hakikaten hassasiyetle üzerinde
durduğu fevkalade önemli bir husus bu. Niye önemli bir husus; çünkü, bugün,
Hazar havzasında, bağımsız Türk devletlerinin ve hakikaten, bizimle dil, din ve
milliyet birliği olan bu ülkelerin sahip oldukları o muazzam yeraltı
zenginliği, eğer, Bakü-Ceyhan hattına değil de Karadenizin kuzeyine yönelmiş
olsa, bugün, dağılmış olan bir gücün yeniden ihyası mukadder olur. O sebepledir
ki, durumu fevkalade hassasiyetle değerlendirmemiz ve meseleye önemle bakmamız gerekir.
Hazar havzasında bulunan Kazakistan, Türkmenistan,
Azerbaycan gibi ülkelerde üretilen hampetrolün, boru hattıyla Ceyhan'daki
terminale taşınması, buradan da gemilere dolum yapılarak dünya pazarlarına
ulaştırılması için geliştirilen Bakü-Tiflis-Ceyhan hampetrol boru hattı
projesi, gecikmeli de olsa, nihayet Meclisimizin huzuruna gelmişitir.
Değerli arkadaşlarım, bugün, Uzakdoğu Asya ülkesi,
küçük bir ada ülkesi durumunda olan Singapur'la bu projeyi mukayese ettiğimiz
zaman, bugün, Singapur, 767 kilometrekare yüzölçümüne ve 2 700 000 nüfusa sahip
bir ülke; ama, ihracatı, şu anda, 126 milyar Amerikan Doları... Türkiye
ihracatının hemen hemen 6 misline yakın bir ihracatı var. Bir damla petrolü
yok; ama, Uzakdoğu petrollerinin rafine ediliş ve Batı dünyasına sevk ediliş
havzası Singapur limanlarıdır. Bizim, yıllarca üzerinde durduğumuz ve Doğru Yol
Partisinin İkinci Demokrasi Paketinde de önemle üzerinde durduğu konulardan
birisi, Ceyhan-Yumurtalık havzasını bir petrol havzası haline getirmek ve
buradan, dünya ülkelerine o kapıyı açmak.
1998 yılında Karadeniz Ekonomik Asamblesi Toplantısı,
Genel Kurulu Saint Petersburg'da yapıldığında, Ruslar büyük bir manevrayla
Montrö Anlaşmasını gündeme getirdiler. Fevkalade büyük sıkıntıya girdik ve biz
de, karşı büyük bir manevrayla onu geçiştirmemiş olsaydık, belki, bağımsız
devletler topluluğunu da yanlarına alarak, boğazlarda gemiyle geçişi, tankerle
geçişi, bugün, dünya ülkeleriyle bizi karşı karşıya bırakacak bir gaile meydana
getirmek istiyorlardı ve onu, orada, hamdolsun ki, bertaraf ettik.
Değerli arkadaşlar, işte bu proje, Türkiye'nin, bence
önemli bir dönüm noktasını teşkil edecek bir projedir. Bu projenin
gerçekleşmesi hususunda, hükümet olarak, Meclis olarak fevkalade önem ve
hassasiyetle -Türkiye'nin menfaatlarına taalluk edecek şekilde- konuyu
irdelememiz ve meseleyi, bu perspektif altında çok iyi bir şekilde tahlil ve
değerlendirmemiz gerekir.
1992'den beri Hazar havzası petrolünü Ceyhan'a getirmek
için çaba harcayan Türkiye, yakın zamana kadar, projenin maliyetinden çok
stratejik önemi üzerinde durmuş, boru hattının muhtemel güzergâhını tartışmış,
Ermenistan ve Gürcistan geçişleri üstünde çeşitli senaryolar geliştirerek bugünlere gelinmiştir. 18 Kasım 1999 tarihinde
yapılan AGİT zirvesi sırasında, ABD Başkanı Clinton'un da aralarında bulunduğu,
Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan arasında hükümetlerarası anlaşma imzalanmış ve
Bakü-Tiflis-Ceyhan üzerinde anlaşmaya varılmıştır.
Gelişmenin vazgeçilmez unsuru enerjinin, küreselleşen
dünyada, üretim kaynaklarından talep merkezlerine ulaştırılmasında boru
hatları, en güvenli ve en verimli yollardır. Dünya petrol rezervlerinin
yaklaşık olarak yüzde 67'sine ve dünya doğalgaz rezervlerinin yüzde 40'ına
sahip olan Ortadoğu ve Ortaasya ülkeleri ile Avrupa arasında coğrafî köprü olan
Türkiye'den geçen ve geçecek boru hatları, uluslararası önem taşımaktadır.
Halen doğalgaz boru hattı ile doğalgaz ithal olunan Rusya kaynakları da göz
önüne alınırsa, bu yüzdeler doğalgazda yüzde 73'e, petrolde ise yüzde 72'ye
ulaşmaktadır. Bu önem, Türkiye'yi enerji köprüsü durumuna getirmeye gerekli ve
yeterli neden olup, Türkiye'ye fayda sağlayıcı bu gelişme, artık ulusal
politika konumunda olmaktadır. Tarih boyunca Asya ve Avrupa arasında stratejik
köprü oluşturan ve İpekyolunun son terminali olan Türkiye, bu özelliğini
korumakta ve enerjiyle yeniden güçlenmektedir. Stratejik geçiş ülkesi olan
Türkiye, aynı zamanda büyük bir enerji pazarı olmaya da adaydır. Dolayısıyla,
petrol ve doğalgaz ithalinde kaynak çeşitliliği arz ve güvenliği ile çeşitli ve
büyük enerji taşıma projeleri geliştirmesi, ülkemizin geleceği için çok
önemlidir.
Coğrafî konum, siyasî istikrar, yükselen tüketim düzeyi
ve işletme güvencesi gibi faktörler, özellikle, Ortadoğu, Ortaasya, Kuzey
Afrika'da üretilen doğalgazın taşınması, depolanması, kullanımı ve Avrupa'ya
ihracı açısından Türkiye'yi en güvenilir ve en uygun çekim merkezi haline
getirmiştir.
Türkiye'nin, uluslararası petrol bağlantıları
açısından, petrol boru hatları, petrol ithalatına güvence getireceği gibi, petrol
taşımacılığında da Türkiye'ye ekonomik faydalar sağlayacağı kesindir.
Kamuoyunda Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı olarak bilinen bu projeyle, Hazar
havzasında bulunan Kazak, Türkmen ve Azerî hampetrolünün boru hattıyla Ceyhan'a
taşınması ve Ceyhan'dan da tankerlerle dünya pazarlarına ulaştırılması
amaçlanmakta ve bu boru hattı 1 730 kilometre olup, bunun 1 037 kilometresi
Türkiye'den, 225'i Gürcistan'dan ve 468'i de Azerbaycan'dan geçer.
Boru hattı, Bakü yakınlarındaki Surachany terminalinden
başlayacak ve Türkiye'ye, Çıldır Gölünün doğusundan girip, Erzurum, Erzincan,
Sıvas, Pınarbaşı ve Kozan'dan geçerek Ceyhan'a ulaşacaktır. Boru hattıyla yılda
45 milyon ton petrol taşınması planlanmaktadır. Nihaî netice, 45 milyon ton
kapasiteye ulaşacağı düşünülmektedir.
Değerli arkadaşlar, Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı,
uluslararası politikaya konu olduğundan, üzerinde çok tartışılan bir hat olup,
Türkiye, bu boru hattının yapılması için kararlı; ancak, yavaş yürüyen; fakat,
siyasî menfaatler, ülke menfaatlarının gerisinde bırakılmak kaydıyla, o zaman,
meseleyi daha iyi, daha aklıselim süzgecinden geçirerek, lehimize çevirmemiz
mümkün olacaktı ve olmalıdır.
Bakınız, Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı Projesinin
gerçekleşmesi için, uzun süreden beri hükümetlerarası anlaşmalar
(Intergovernmental Agreement) imzalanmış olup, onay, şu anda Meclise gelmiş.
Bunu, biraz irdelediğimiz zaman, biraz incelediğimiz zaman göreceğiz ki,
hükümetlerarası metin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanarak
milletlerarası anlaşma haline girecektir. Hükümetlerarası anlaşmanın ekinde üç
doküman daha olacaktır: Birincisi, Evsahibi Ülke Anlaşması; ikincisi, Hükümet
Garanti Mektubu; üçüncüsü, Anahtar Teslimi İnşaat Anlaşması.
Bakınız, burada, konuyu, çok önemli, çok hassas bir
mantık süzgecinden geçirdiğimiz zaman, göreceğiz ki, hazır olacak
"Evsahibi Ülke Anlaşması" metnine taraf olarak, Türkiye Cumhuriyeti
adına, hükümet imza koyacak; ancak, anlaşmaya imza koyacak diğer taraf henüz
belli değildir. Bugüne kadar Türk çalışma grubuyla müzakereleri Azerbaycan
çalışma grubu yürütmüş olup, Azerbaycan'da petrol üreten şirket temsilcileri
de, görüşmelere, bu çalışma grubu yanında iştirak etmiştir; ancak, bu şirket,
boru hattı yatırımcı kuruluşu değildir. Henüz yatırımcı bir kuruluş da mevcut
değildir; ancak, hükümetlerarası anlaşmanın ülke meclislerinde onaylanmasından
sonra potansiyel yatırımcıların çıkıp çıkmayacağı, o zaman belli olacaktır.
Yatırımcı kuruluş, uygun gördüğü bir zamanda projeden
vazgeçme, anlaşmayı feshetme hakkına sahip iken, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetinin anlaşmayı feshetme hakkı, çok özel hallere münhasır olup, neredeyse
imkânsız haldedir.
İnşaat şartnamesinin formatının milletlerarası
anlaşmaya ek yapılarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülerek onaylanması
ve kanun haline getirilmesi, hatta, Anayasa hariç, Türk hukukuna hâkim rejim
haline getirilmesi, teamülleri zorlamakta ve biraz aykırılık teşkil etmektedir.
Bugüne kadar, bu Mecliste milletlerarası anlaşmalar
onaylanmış ve ekler, Mecliste onaylanmamıştır. Ekler, ancak, hükümet ve idarî
mekanizma arasında onaylanır; yoksa, Meclis, ekleri onaylamaz.
Prensip olarak, hükümetler ile ülkeler arasında eşit
haklar eşit haklar tanınması gerekirken, güvenlik konusunda Gürcistan, vergi
konusunda Azerbaycan korunmuştur.
Bir diğer garabet ise, bu anlaşma, hükümetler arasında
18 Kasım 1999'da imzalanmış olmasına rağmen, Gürcistan, bunun eklerinden
Evsahibi Ülke Anlaşmasını 28 Nisan 2000'de tekrar değiştirmiş, aynı şekilde,
Azerbaycan da Evsahibi Ülke Anlaşmasını 9 Mayıs 2000'de tekrar değiştirmiştir.
Türkiye'nin Evsahibi Ülke Anlaşması ülkemizin aleyhine hükümler ihtiva etmesine
rağmen, iyileştirici bir düzenleme yapılmış mıdır, yapılmamış mıdır; bunun, bu
Mecliste mutlaka açıklanması lazım. Onlar kendi lehlerine olan değişikliği
yaptıkları halde, Türkiye böyle bir değişikliği yapmamış ve böylelikle, bence,
çok fazla risk almıştır.
Evsahibi Ülke Anlaşması, prensip olarak yatırımcı
kuruluş ile ilgili evsahibi ülke arasında imza edilecek ve her evsahibi ülkenin
yatırımcıya benzer hak ve kolaylıkları sağlaması gerekirken, Türkiye, yatırımcı
kuruluşa, Gürcistan'dan daha fazla kolaylık ve imtiyaz vermektedir.
Evsahibi Ülke Anlaşmasına göre, yatırıma iştirak eden
her ortak, hisse oranına bakılmaksızın, Türkiye ile birebir muhatap olacak,
küçük hissedar dahi, Türkiye'yi uluslararası tahkime götürebilecektir.
Türkiye'de boru hattı güzergâhında, arazi kullanımıyla
ilgili, yatırımcı kuruluşun her hissedarının adına tapuda şerh düşülecektir.
Her hisse hareketinde (devir, satış, vs.) 1 037 kilometrelik güzergâh boyunca
tüm tapular, bedeli ve işlemleri Türkiye tarafından karşılanmak üzere
yenilecektir. Kendilerine tanınan bu istisnaî tapu hakkındaki herhangi bir
anlaşmazlık için uluslararası tahkime gitme hakkına da sahip olacaklardır.
Petrol boru hattı yatırımları için en önemli parametre
olan boru içerisinden geçecek petrol miktarı (throughput) hakkında, petrolü
üretecek şirketler veya boru hattı yatırımcı kuruluşu tarafından herhangi bir
garanti verilmemektedir.
Türkiye'nin evsahibi ülke olarak alacağı geçiş bedeli
doğrudan akacak petrole bağlı olduğundan, bu hususta, bir garantili ödeme de
söz konusu değildir.
Buna karşılık, Türkiye, her şart altında boru hattının
güvenliğini sağlamak için garanti vermektedir. Bu tür hususlar, Türkiye'nin pek
de lehinde değildir.
Anlaşma kapsamında Türkiye'nin yükümlülük altına
girdiği garantiler; ancak, boru hattının evsahibi tarafından üstlenilebilecek
olan yükümlülüklerdir. Türkiye, bu projede, petrol şirketlerinin "sigorta
şirketi" durumuna da girmiştir.
Evsahibi Ülke Anlaşması kapsamında, yatırımcıların
Türkiye'nin kusurundan dolayı maruz kalacakları taşıma zararları Türkiye
tarafından karşılanacağı gibi, müteselsilen, petrol satıcılarının ve kuyubaşı
üretim için yatırım yapan üreticilerin de zarar ve ziyanları, yine Türkiye
tarafından karşılanacaktır. Bu tazminatlar Türkiye'nin altından kalkamayacağı
büyük meblağlara ulaşabilir. Hatta, böyle bir anlaşma şartlarında, yatırımcı
kuruluşun boru hattını çalıştırmaması halinde daha kazançlı olma ihtimali
vardır.
Yatırımcı kuruluş, proje kapsamında Gelir Vergisi ve
Katma Değer Vergisinden muaf tutulmaktadır. Hatta, bu muafiyet, proje ömrü
boyunca tüm yatırımcı taraflara ve onların mal ve hizmet taşeronlarına da
uygulanacaktır.
Evsahibi Ülke Anlaşması kapsamında, Türkiye'den, arazi
kullanımı ve diğer muafiyetlerle ilgili çok uzun süreli imtiyazlar
alınmaktadır. Projenin ekonomik ömrünün 20 yıl olmasına rağmen, imtiyazlar 40
yıllık süreyle başlayıp ve takip eden sınırsız 10'ar yıllık aralıklarla
uzatılacaktır.
Türkiye, Enerji Şartı Anlaşmasını onaylayarak kabul
etmiştir. Bakü-Ceyhan anlaşmasında yatırımcılara verilen imtiyazın benzerinin
diğer transit enerji hatları geçişlerinde de verilmesi, ileride, âdeta bir
örnek olarak kabul edilecektir. Dolayısıyla, bu projede verilen tavizler,
bundan sonraki projeler için kazanılmış hak olacaktır.
Evsahibi Ülke Anlaşmasında, ülkelere adil ödemeler
yapılmamaktadır. Bakınız, Türkiye'ye 1 037 kilometre için 20 sent ödenirken,
Gürcistan'a 225 kilometre için 14 sent ödenmektedir. Gürcistan'a ödenen geçiş
ücreti baz alındığında, Türkiye'ye 56 sent ödenmesi gerekecektir. Kerkük'ten 55
sent alınmakta. Türkiye, ilk onaltı yıl için, yatırımcı şirketten, geçiş ücreti
olarak, varil başına 20 sent alacak; ortalama olarak günde 500 000 varil; yani,
25 milyon ton/yıl petrol taşıması kabulüyle, yılda ortalama 35 milyon dolar
geçiş ücreti -güvenlik önlemleri, servis yolu, karakol güvenlik personeli,
devriye hizmeti, gözetleme için- alacaktır ve dolayısıyla, alınan geçiş ücreti,
doğrudan bir kazanç değil, verilecek bir hizmetin bedelidir.
Diğer taraftan, Türkiye Cumhuriyeti, her zaman, büyük
bir tazminat ödeme riskiyle karşı karşıyadır. Petrol akışından olası bir
kesinti nedeniyle, yatırımcı şirketlere ve petrol üreten şirketlere ödenecek
tazminat, bu alınan ücretin çok üzerinde olacaktır. Türkiye, yukarıda verilen
garanti ve taahhütleri, kendi ülkesindeki boru hatlarına dahi vermemektedir.
Bakü-Ceyhan mutlaka yapılmalıdır; biz, bunu heyecanla
savunuyoruz ve heyecanla destekliyoruz; ama, bunu yapıyoruz diye, Türkiye'nin
âli menfaatlarını gözardı edemeyiz. Şartnamedeki aksaklıkları, diğer ülkelerin
yaptığı gibi, Türkiye lehine düzeltmek durumundayız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Çetinkaya, süreniz bitti. Size de 1
dakika eksüre veriyorum; lütfen, tamamlayın efendim.
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Sayın Bakan, bir de,
bugün, Star Gazetesinde bir yazı vardı; diyordu ki: "Rusların yeni
oyunları..." Mutlaka konuyu incelemişsinizdir. İnşallah, o şekilde
değildir; ama, konu, üzerinde durulması gereken yorumlara sebebiyet verecek bir
konudur.
Ben, bunu, burada, zamanınızı almamak için okumuyorum;
fakat, bu hususta da, inanıyorum ki, burada, bu konuyu cevaplandırma durumunda,
Meclisi aydınlatmış olacaksınız.
Değerli arkadaşlarım, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru
hattı...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Çetinkaya, süreniz tamamlandı efendim;
lütfen, teşekkür eder misiniz...
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Bu proje, Grubumuzca
da, büyük bir şevkle desteklenmektedir; ama, konuşmamın arasında da belirttiğim
gibi, Türkiye'nin menfaatları, diğer ülke menfaatları nasıl gözetilmişse,
gözetilmelidir ve şartnamede, eklerde, mutlaka, Türkiye'nin lehine olacak
düzeltmeler yapılmalıdır.
Şimdiden, bu projenin ülkemiz için hayırlı uğurlu
olmasını diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çetinkaya.
Şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç;
buyurun efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, tabiî, Türkiye Büyük Millet
Meclisi yönetilirken bir İçtüzüğü var. İçtüzüğün 85 inci maddesinde der ki:
"Bir kanun tasarısının son oylaması yapılmadan önce, eğer, maddî hata
varsa, komisyon veya hükümet onu geri alır ve bunu düzeltir, yeniden Genel
Kurula sunar." Biz, bunu söylüyoruz, arkadaşlarımız bizi tehdit ediyorlar.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Hayır efendim, tehdit yok.
KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, sizin grubunuz bizi
tehdit etti; işte, arkadaşlarınız orada bağırdı... Rica ediyorum...
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Öyle bir şey yok.
KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın, ben, tehditlere pabuç
bırakacak bir insan değilim. Ben, bu saatlere kadar, bu milletin hakkını
savunmak için burada varım. Rica ediyorum... Doğruları savunmak, eğer, sizin
zorunuza gidiyorsa... Yani, bizi kaba kuvvetle durdurmak istiyorsanız,
durdurabilirsiniz. Tabiî ki, bizim de bir kişiliğimiz var; biz de, gücümüz
yettiği kadar, kaba kuvvete karşı savunabiliriz; ama, yani, ille tehditlerle bu
iş olmaz.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Doğru şeyleri konuş...
KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Köse, yani, rica
ediyorum... Ben, burada doğruları söylüyorum.
İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Konu üzerinde konuş.
BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen, bir sataşmaya sebep
olmadan...
KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, ama, yani, burada doğru
söylenen şeyleri... Sayın Nidai Seven beni niye tehdit ediyor, orada, ille
böyle yapıyor! Yapmayın böyle.
BAŞKAN – Tamam, yapmayacaklar bir daha; siz konuşmanıza
devam edin.
KAMER GENÇ (Devamla) – Biz, burada, doğruları
savunuyoruz. İçtüzüğü okuyun, Anayasayı okuyun gelin buraya.
Şimdi, bu Anayasaya gelince...
Sayın Başkan, bu iş sizden kaynaklanıyor. Meclisi doğru
yönetseniz bu işler olmaz. Bilgi eksikliği sizden kaynaklanıyor...
BAŞKAN – Sayın Genç...
KAMER GENÇ (Devamla) – Bakana 10 dakika fazla konuşma
hakkını veriyorsunuz, milletvekiline gelince, ille... Yani, özellikle biz,
buraya, kürsüye çıktığımız zaman, sanki sizin alnınıza kurşun sıkılmış gibi acı
hissediyorsunuz. Böyle olmaz yani... Burada, milletvekilleri eşittir, bakanı da
eşittir, milletvekilleri de eşittir.
Değerli milletvekilleri, bir anlaşma yapılmıştır;
Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye petrol taşıma anlaşması. Bunu alkışlıyoruz.
Alkışlıyoruz; ama, göz boyama bir anlaşma. Şimdi, nasıl göz boyama anlaşması...
Biraz önce Sayın Zeki Ergezen burada anlattı. Tamam,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir anlaşma yaparken, karşısında bir konsorsiyum
yok. Bu anlaşmayı kim yapacak, kaç liraya yapacak?..
Şimdi, hükümet, bu Bakan, geçmişte mavi akım projesini
yaptı... (ANAP sıralarından “Sayın Bakan diyeceksin” sesleri, gürültüler)
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – “Bu Bakan” değil, “Sayın Bakan”
diyeceksin!..
KAMER GENÇ (Devamla)
– Bir dakika efendim...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – “Sayın Bakan” diyeceksin! Öyle
konuşamazsın!..
KAMER GENÇ (Devamla) – Konuşma be! Konuşma oradan!
Konuşma!
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – “Bu” diyemezsin! “Sayın Bakan”
diyeceksin!
KAMER GENÇ (Devamla) – Seni ilgilendirmez! Çok ileri
gidiyorsun konuşmaya çıktığım zaman...
BAŞKAN – Sayın Genç...
KAMER GENÇ (Devamla) – Otur yerine!.. Otur yerine!..
Otur!..
BAŞKAN – Sayın Genç, konuşma üslubunuza...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) –”Bu Bakan” diyemezsin! “Sayın
Bakan” diyeceksin!
KAMER GENÇ (Devamla) – “Bu bakan” derim, seni
ilgilendirmez! Bu, benim hitap tarzım...
BAŞKAN – Sayın Genç!.. Kendinize gelin Sayın
Genç!..
KAMER GENÇ (Devamla)– Şimdi, Mavi Akım Projesinde...
BAŞKAN – Sayın Genç, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
kürsüsünden konuşuyorsunuz, burası sokak değil!.. Lütfen hitabetinize dikkat
edin...
KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, yani, bir grup
başkanvekili kürsüde konuşan insanlara saygı duymalıdır. Hep beni burada tehdit
etmeye kimin hakkı var burada?!
BAŞKAN – Sizi kimsenin tehdit falan ettiği yok...
KAMER GENÇ (Devamla) – Ben, burada, bir milletvekiliyim
ve beni onurlu bir halk buraya göndermiştir...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – “Sayın Bakan” diye hitap
edeceksin!..
KAMER GENÇ (Devamla) – Ben, burada müteahhitlerin
hakkını savunmuyorum!..
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) –
“Sayın Bakan” diyeceksin!..
KAMER GENÇ (Devamla) - Ben, burada hırsızların hakkını
savunmuyorum!.. Rica ediyorum.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Hırsızlık varsa, sendedir!..
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, değerli milletvekilleri,
Mavi Akım Projesinde, gidildi, Rus şirketiyle bir anlaşma yapıldı ve orada
müteahhit firma belirlendi. Niye belirlendi; efendim, müteahhit firmaya
sağlanan imkânlardan, hükümet... Bakın, bu mavi akım projesine kadar, Türkiye
Büyük Millet Meclisi anlaşmaların metnini incelemiyordu. Zannediliyordu ki,
hükümet, bu anlaşmaları, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin menfaatlarını
koruyarak, buraya getiriyor; fakat, o Mavi Akım Projesinde, hükümet, Meclise
bir oyun oynadı. Niye; tuttu, gitti, Rus şirketiyle anlaştı, Türkiye'deki
müteahhidi de belirledi.
Şimdi, bu anlaşmada da, hükümet, kendi üzerindeki
sorumluluğu atıyor. Nasıl atıyor; diyor ki: "Efendim, yani, bir anlaşmayı
Meclis onaylasın, bu konsorsiyumu da Meclis belirlesin."
Peki, hükümet olarak icranın sorumluluğu... Yani, bunun
usulü şu: Meclis olarak biz, Anayasaya göre anlaşmayı imzalayacağız; ama, bu
anlaşmanın müteahhitlik faaliyetlerinin, konsorsiyumunun muhatabı kim ise, onu,
icra olarak hükümet alacak üzerine.
Yarına, biz, Meclis olarak bu anlaşmayı imzaladık;
hükümet de bir konsorsiyum bulmadı, ondan sonra da, herhangi bir ihale de
yapılmadı. O zaman ne diyecek: "Kardeşim, siz, Meclis olarak bu anlaşmayı
böyle onaylamasaydınız..."
Şimdi, Mavi Akım'da ne diyor: "Efendim, biz, Mavi
Akım'ı Meclisten geçirdik. Müteahhit firmayı, siz, kabul ettiniz."
Efendim, Rus şirketine dediniz ki, siz bunu verdiniz diyor. Tabiî ki,
hakikaten, o zaman, Meclis, bunun farkına varmadı; ama, bu anlaşmada da, yine
Meclise bir oyun oynanıyor. Bu anlaşma, gerçekten güzel bir anlaşma; burada,
petrol taşıması var.
Bakın, geçen gün bir gazetede, Melih Aşık'ın köşesinde,
Bakanla ilgili bir yazı var. Birisi Bakana "Türkiye'nin doğalgaz ihtiyacı
ne kadar" diye soruyor,
"efendim, 55 milyar metreküp" diyor. Devlet Planlama Teşkilatı
ne diyor 25 milyar metreküp diyor. "Sayın Bakan, şimdi, Devlet Planlama
Teşkilatı '25 milyar metreküp' diyor; siz '55 milyar metreküp' diyorsunuz. Bu
fark nereden geliyor?" diyor. Sayın Bakan da diyor ki: "Efendim,
Dünya Enerji Komisyonunun Türkiye için belirlediği bir rakamdır bu."
Sonra, Dünya Enerji Komisyonuna soruyorlar. Onlar da "hayır efendim,
bizim, Türkiye'nin doğalgaz ihtiyacı için böyle bir incelememiz yok. Türkiye
bize 'bizim doğalgaz ihtiyacımız bu' dedi, biz de onu öyle kayıtlara
geçirdik" diyorlar.
Şimdi, bakın, düşünebiliyor musunuz; yani, Türkiye
Cumhuriyetinin Devleti, gidiyor, Rusya'yla 30 milyar metreküp doğalgaz
anlaşması yapıyor; Türkiye'nin Devlet Planlama Teşkilatı diyor ki, benim
ihtiyacım 25 milyar metreküp...
Şimdi, değerli arkadaşlarım, kimsenin kimseyi
kandırmaya ihtiyacı yok; kimse kimseden daha vatansever değil. Çıksın, burada,
hükümetiniz, bunun doğrusunu söylesin. Hakikaten, Dünya Enerji Komisyonu,
Türkiye'nin doğalgaz ihtiyacı için bir inceleme yapmış mıdır yapmamış mıdır?..
Bakın, ANAP iktidarı zamanında, 9 tane doğalgaz şebeke
ihalesi yapılmış ve 170 milyon dolar da avans verilmiş. Ne zaman; 1998 yılında
verilmiş, 1998-1999 yılında. Hani gaz; gaz yok. Niye; efendim, biz bu ihaleleri
yapalım da -yüzde 15 de, tabiî, avans vermişler- sonradan, gaz gelince
dağıtımını yaparız...
Değerli milletvekilleri, bakın, şimdi, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin vatandaşları işsiz, güçsüz, aç, çıplak; üniversiteyi
okuyan gençlerimiz iş bulamıyor, sokakta her türlü sefaletin içinde; birkaç
tane müteahhit firmasına iş bulmak için, peşin avans vermek için,
yandaşlarımıza, tutuyoruz, 170 milyon dolar sırf avans veriyoruz... Daha kazma
vurmamışlar bunlar! Ama, bu olmaz ki değerli milletvekilleri.
Biz, bunları söylediğimiz zaman, tabiî ki, menfaatı
haleldar olan insanlar bundan rahatsız olabilir; ama, her şeyin doğrusunu
yapmak zorundayız. Yapamazsak kim zarar görür; tamam, bugün gücünüz yeter bizi
susturmaya, belki burada gücünüz yeter; ama, halkı susturmaya gücünüz yetmez;
onu, özellikle bilmenizi istiyorum.
Bu anlaşma, gerçekten, yerinde bir anlaşma; ama, peki,
doğalgaz anlaşması nerede? Petrol taşıma anlaşmasıdır. Tabiî ki, boğazlarda
petrol taşıması için bu anlaşmayı yapıyoruz da, Bakü-Ceyhan Mavi Akımın bir
alternatifi bir de doğalgaz anlaşması vardı. Çıksın Sayın Bakan; onu niye
yapmadılar?.. Buna, güya, Amerika destek vermişti.
Şimdi, değerli milletvekilleri, maalesef, dünyada,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tek başına kalan bir ülkedir. Bu tek başına
kalmasının nedeni de, basiretsiz yöneticilerin sayesinde olmuştur. Biz,
Amerika'dan daha fazla Amerikancıyız, İngilizlerden daha fazla Amerikancıyız,
bilmem, Almancılardan daha fazla Almancıyız.
Körfez Savaşı çıktı, kim bize dedi ki, git, bilmem,
petrol boru hattının hemen vanasını kapat?! Bizim zararımız ne kadar?.. Ben
Meclis Başkanvekiliyken, her Avrupa ülkesine gittiğim zaman, arkadaş, bizim
burada 35 milyon dolar zararımız var, ödeyin; biz burada dünya barışına katkıda
bulunuyorsak bunun bedelini ödeyin bize... Ama, bizim yöneticilerimiz böyle
değil ki!.. Bizim yöneticilerimiz, efendim, yok, bu benim dostumdur; yok, Bush
benim dostumdur; yok, bilmem, Clinton benim dostumdur...
Değerli arkadaşlarım, biz kendi kişiliğimizi
korumazsak, bu Meclisten geçen kanunları enine boyuna tartışmazsak, ülkemizin
ve milletin menfaatlarını uzun uzadıya tartışmazsak, bu millete faydadan ziyade
zarar vereceğiz. Türk Halkını lider ülke olma durumundan çıkarıp, maalesef,
köle ülke haline çevireceğiz. Bizim istediğimiz bu. Siz eğer daha iyi doğruları
biliyorsanız çıkıp burada konuşun, bunları söyleyin. Siz söylediğiniz zaman biz
bundan gurur duyarız. Kimseye karşı da bir kinimiz yok.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Genç, süreniz tamamlandı efendim.
Size de 1 dakika süre veriyorum, lütfen, tamamlayın.
Buyurun.
KAMER GENÇ (Devamla) – Burada 9,5 dakika var Sayın
Başkan, niye... (Gülüşmeler)
Değerli arkadaşlarım, gülüyorsunuz; ama, Meclis
kürsüsünde oturan Başkanvekili keyfî olarak dakika belirlerse benim de bunu
söyleme hakkım var. Onun için, rica ediyorum, şu Meclisi usulüne göre yönetin.
Ha, kimse de... Herkes de hakkına razı olur. O bakımdan...
Sayın milletvekilleri, ben zaten maddeler üzerinde de
söz aldım.
Bakın, her vesileyle kendi bölgemdeki sıkıntıları dile
getiriyorum; o insanların açlığını, sefaletini dile getiriyorum; ama, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti ekonomik yönden gerçekten güçlü bir devlet. Gerçekten güçlü
bu devlet; ama, bu devletin kaynaklarını, üç beş hırsız götürüyor, hatta
TIR'larla yurt dışına götürüyor. Türkiye'de, çıksalar, şu Kızılay meydanında o
paraları halka dağıtsalar kimisi gider fırından ekmek alır yer, lokantada yemek
yer, elbise alır piyasaya bir canlılık gelir. Bunu götürüyorlar, yurtdışına
götürüyorlar. Bu, Türkiye Cumhuriyeti Devletine yapılan en büyük kötülüktür.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) – Maddelerde de konuşacağım.
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Peki efendim.
Sayın Bakanın söz talebi vardır.
Buyurun efendim.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
sizleri önce saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, bu tasarımızın, bu anlaşmamızın Dışişleri
Komisyonunda ve Enerji Komisyonunda görüşülmesi esnasında verilen katkılardan
ve desteklerden dolayı komisyon üyesi arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Her
iki komisyondan da oybirliğiyle geçerek huzurunuza gelmiştir.
Bütün konuşmacılar -özellikle grup adına konuşan
konuşmacıları kastediyorum- kendi pencerelerinden belli hususları dile
getirmişler; ama, neticede, bu anlaşmaya oy vereceklerini belirtmişlerdir.
Netice itibariyle, Meclisimizden bir konsensüs içinde geçecektir ve Türkiye
Cumhuriyeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi, böylesine önemli, tarihî bir
uluslararası anlaşmayı bu akşam onaylayacaktır diye düşünüyorum.
Tabiî, Türkiye'nin, uluslararası platformda şimdiye
kadar yaptığı ilk anlaşmadır. Türkiye, şimdiye kadar böylesine bir anlaşmanın
altına imza atmamıştır; doğrudur; biz, hükümet olarak bu anlaşmanın altına imza
attık.
Bu anlaşma yapılana kadar üç yıl süre geçti. Sayın
Ergezen belirtti, biz, anlaşmanın bütün eklerini Meclis Başkanlığımıza arz
ettik; ama, doğrudur, bizim, madde madde, hüküm hüküm üç yıl uğraştığımız ve
Enerji Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Orman Bakanlığı, Çevre Bakanlığı,
Hazine, Maliye, İçişleri, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü gibi, hemen hemen,
devletimizin anlaşmayı ilgilendiren bütün kuruluşlarının üst düzey
temsilcilerinin de hazır bulunduğu çalışma komisyonu, Azerbaycan'la,
Gürcistan'la ve muhtemel yatırımcılarla bu işleri görüşerek bu noktaya
çekmiştir.
Şimdi, burada söylenen şeyler, önce içimizi
ferahlatıyor, daha sonra da, maalesef, yine, bizim içimizi karartıyor.
Türkiye'nin yalnız kalmasından, Türkiye'nin yalnız
kalma ihtimalinden bahsedildi. Aslında, bu anlaşma, başlı başına, Türkiye'nin
yalnız olmadığının, Türkiye'ye verilen önemin en güzel işaretidir.
Şimdi,
arkadaşların cevaplandırılmasını istedikleri soruları biraz daha aza
indirebilmek bakımından, notlar dağıttım; ama, anladım ki, bizim dağıttığımız
notlar, bizim vurguladığımız hususlar, tam, yeteri kadar incelenmemiş, dikkate
alınmamış.
Şöyle düşünebiliyor musunuz: Bu, boru hattı
tamamlandığında -boru hattının değeri 1,3 milyar dolar, biz, bunu yapmayı
taahhüt ediyoruz; ama-netice itibariyle, 1 milyon ton petrol boru hattının
içerisinde, 1 milyon ton Ceyhan'daki terminalde petrolümüz olacak. Böyle bir
kapasite, Türkiye sınırları içerisinde bulunacak ve bunun değeri de 350 milyon
dolar.
Taşıma ücretlerine değinildi. Tabiî, başlangıç
ücretleri söyleniyor burada. Niye sondaki ücrete bakılmamış; yani, 20 sentle
başlayan ücret, 55 sentle bitiyor, 80 sentlere doğru... Elinizdeki notlarda
var; onun için detaya girmek istemiyorum. Nihai sonucu, 300 milyon dolarlık
yıllık bir gelir getiriyor. Doğrudur, Irak boru hattını Türkiye inşa etmiştir
ve bütün riskler Türkiye'nin sırtındadır; ancak, Türkiye'nin, herhalde, yalnız
bir ülke olmadığını, netice itibariyle, altına imza attığı anlaşmalara bağlı
kalmak durumunda olduğunu, Birleşmiş Milletlerin bir üyesi olarak, şimdiye
kadar, ülkesel birtakım taahhütlerin altına girdiği gibi, uluslararası
yükümlülüklerini de her zaman yerine getirdiğini de ifade etmemiz gerekiyor.
Bu boru hattının inşaı esnasında, bu boru hattının
anlaşmasının imzalanması esnasında, bu anlaşmanın hayata geçirilebilmesi
noktasında karşılaşılanları biliyorsunuz. Burada, tam ifade etmekten
çekiniyorum; ama hakikaten, acımasız bir rekabet vardı. Yani, Hazar Bölgesindeki
bu petrol Batı'ya taşınacaktı. Bu petrolün bir ekonomik değeri olabilmesi için
Batı'ya taşınması gerekiyordu. Bu petrolü Batı'ya taşımak için doğal olarak
kabul edilen yol, işte Karadenize indirilsin, Karadenizden de Boğazlar
kanalıyla Akdenize indirilsin, piyasaya çıkarılsın idi. Karadenizin ekolojik
dengesinin önemini, burada, kimse yok diyemez. Tarih ve kültür varlığı, dünya
varlığı olmuş Boğazlarımızda bu petrolün taşınması esnasında ortaya çıkacak
riskleri, kimse yok farz edemez; Türkiye, bugünlere, bu yangınları, bu acıları
yaşayarak geldi ve Bakü-Ceyhan, bir yandan Karadenizi by-pass edecek, bir
yandan Türk Boğazlarını by-pass ederek gelecek bir proje. Türkiye bakımından
bir başka önemi de burada projenin. Biz, Bakü-Ceyhan'ı gerçekleştiriyoruz; ama,
diğer yandan, Boğazlarımızdaki riski minimize etme imkânına sahip oluyoruz,
Karadenizdeki riski minimize ediyoruz.
Peki, Bakü-Ceyhan, hiç rakibi olmayan, herkesin yapmak
için yarıştığı bir proje miydi, yoksa çok ciddî projelerle rekabet etme durumunda
mıydı? Yine, size dağıttığımız notlarda, bunlar çok net bir şekilde gözüküyor;
yani, burada, çok ciddî bir mücadele yapıldı. Tabiî ki, Türkiye, bu projenin
yapılmasını teşvik etmek durumundaydı. Türkiye, bu boru hattının kendi
sınırlarından geçmesini sağlayabilmek noktasında bazı fedakârlıklar yapacaktı;
ama, biz, hükümet olarak, bu fedakârlıkların yapılmasını göze alırken, bu
teşvikleri sağlarken, Türkiye'nin menfaatlarını bir kenara atmış; hatta,
burada, bazı ifade edildiği gibi, ileride Türkiye'nin zararına olacak birtakım
hususları, sadece ve sadece, bu proje Türkiye sınırları içerisinde olsun diye
kabul etmiş falan değiliz. Burada, birtakım yanlış değerlendirmelere sebebiyet
vermemek için, bütününü net olarak ifade edersem, herhalde 20 dakikalık süre değil, 2 saatlik süre de yetmeyecek. Can
alıcı noktaları söylemek istiyorum.
Şimdi, her anlaşmada olduğu gibi fors majorler var...
Deprem, toprak kayması, siklon, sel, yangın, yıldırım, volkanik hareketler,
diğer benzeri tabiî olaylar, Türkiye'nin başlatmadığı savaşlar... Eğer
Türkiye'nin başlatmadığı bir savaş nedeniyle bir risk doğarsa, Türkiye, bu
riske katlanmayacak ki. Uluslararası ambargolar nedeniyle de; yani, Irak boru
hattı emsal gösterilerek... Haklı bir endişe diye katılıyorum. Biz de rahatsızız.
Boru hattımız var; niye biz bu petrolü istediğimiz gibi akıtmayalım.
Uluslararası ambargolar da bir fors major kabul
edilmiştir anlaşmada; yani, Türkiye, bir savaş hali veya bir ambargo nedeniyle
herhangi bir tazminat ödeme yükümlülüğünde değildir.
Burada, BOTAŞ müteahhit olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetinin yüklendiği bir sorumluluk yoktur. Bizim yaptığımız, müteahhit
BOTAŞ'a Hazine garantisi vermektir. BOTAŞ'ın yapacağı iş şudur: Sabit bir
fiyatla, 1 milyar 300 milyon dolar fiyatla, bu boru hattını inşa etme
taahhüdünde bulunmuştur. Eğer, 1 milyar 300 milyon dolara inşa edemezse,
aradaki farkı ödemeyi taahhüt etmiştir. Türkiye, burada, bir finans
mükellefiyetinde değildir. Bu boru hattını finanse edecek olan yatırımcı
kuruluştur. Burada, bir finans riskinden, Türkiye'nin sırtına yüklenecek bir
yükten bahsetmek söz konusu değildir. Arazi temini noktasında garanti
verilmiştir. Türkiye, bu boru hattının geçeceği kara parçasıyla ilgili sabit
bir fiyat vermiştir; yani, ileride açılacak olan tezyidi bedel davaları ve bu
fiyatın artmasına karşılık doğacak birtakım mükellefiyetler noktasında sabit
bir fiyat vermiştir. Peki, bunu, biz, tespit ederken, bu fiyatı verirken,
acaba, bu boru hattının geçeceği bölgeler ve buradaki arazi değerlerini hiç mi
değerlendirmedik, göz ardı mı ettik... İstimlak bedeli olarak 99 milyon dolar
tespit edilmiştir. Burada verilen garanti şudur: Eğer, 99 milyon dolara bu
istimlakler yapılamazsa, bunun üstündeki kısım Türkiye tarafından
karşılanacaktır.
Türkiye'nin, bu boru hattının yapımı konusunda
getirdiği cazibeler, hazırladıkları bunlardır.
Efendim, burada, Meclisten kaçırılan, Meclisten
gizlenen konulardan, Meclise oynanan bir oyundan bahsediyorlar. Ben, aslında,
bu akşam, ümit ediyordum, arzu ediyordum, diyordum ki, Meclisimiz, bu anlaşma
konusunda mutlaka ki hassasiyetini dile getirecektir; ama, hiç olmazsa, bu
milletvekili diyeceğimiz arkadaşımızın da, her zaman alışkın olduğumuz
mesnetsiz, desteksiz birtakım suçlamalarına hedef olmayacaktır, hiç olmazsa bu
nezahet bozulmayacaktır diye düşünüyordum; ama, alışkanlıklardan insanların
kurtulması mümkün değil; şüphelerden, şeklerden, karalamalardan uzaklaşması
mümkün değil.
Yatırımcı ve devletlerin, yani, bu anlaşmanın, sadece
tek taraflı bir fesih hakkı varmış, Türkiye'nin böyle bir hakkı yokmuş tarzında
bir değerlendirme yapıldı. Her iki tarafın da, anlaşmayı, anlaşmada belirtilen
şartlar itibariyle, net bir şekilde feshetme hakkı vardır. Türkiye'nin, hangi
durumda ve şartlarda tazminat ödeme mecburiyetinde kalabileceği, yine bu
anlaşmalarda belirlenmiştir. Bu anlaşmayla, bu boru hattıyla, Türkiye, büyük
çapta –eğer tahmin edilen rezervler doğru çıkarsa– kendi petrolünü
taşıyacaktır. Türkiye'nin, Azerbaycan petrolleri üzerindeki hakkı sadece yüzde
5 değildir. Önce yüzde 5 olarak alınmıştır, doğrudur; arkadan, 1,75 daha
eklenmiştir, 6,75 olmuştur; ama, daha sonra, benim dönemimde imzalanan
anlaşmalarla, Şah Deniz Projesinde yüzde 9, Kurdaşı'nda yüzde 5, Alov'da yüzde
10'luk yeni hisseler alınmıştır ve Türkiye'nin, burada 150 milyon metreküplük
bir hampetrol sahibi olma ihtimaline göre konuşuyoruz. Yurt içinde de 30 milyon
ton hampetrolü muhafaza etme imkânımız olacaktır. Bunlar, bizim için
sevinilecek şeylerdir; ama, sanırım ki, bilgilendirmede noksanlıklar olduğu için,
burada birtakım, bu manada şüpheler dile getirildi.
Saat çok ilerledi, arkadaşlardan da ikazlar alıyorum.
Deniliyor ki, bu saatte çok fazla uzatıyorsun; ama, yine, hiç olmazsa vaktimi
bitirmek dileğindeyim.
Şimdi ne olacaktır? 29 Mayıs, bu yatırımcılar için
tespit edilmiş, müracaat için tespit edilmiş bir süreydi. Yani, petrolü olup
taşıtmak isteyenlerin, bu boru hattına yatırım yapmak isteyenlerin müracaat
ettiği bir başlangıç tarihiydi. O gün yapılan sunuşa 27 dev şirket katıldı ve
gazetelerimizde de "Bakü-Ceyhan'a büyük ilgi", "dünya
Bakü-Ceyhan'ın peşinde", "Bakü-Ceyhan kapış kapış" tarzında
değerlendirmelere muhatap oldu. Tabiî, sadece, bunları gözardı edip, bunları
görmeyip, belli organlarda belli maksatlara yönelik çıkan değerlendirmeleri
esas alarak konuşmak da hakkaniyete pek uygun düşmüyor.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerimi daha
fazla uzatmak istemiyorum. Her zaman, burada ileri sürülen birtakım iddialara,
düşünülen, akıldan geçen birtakım şüphelere, her halükârda, her zeminde, her şekilde
cevap vermek arzusunda olduğumuzu ve bunun yapılmasının da doğru olduğu
kanaatinde olduğumu bir kere daha tekrar etmek istiyorum. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bu anlaşmaya vereceği desteğe şimdiden teşekkür ediyorum.
Bu akşam alınacak, bu geç saatlerde alınacak karar,
Türkiye'nin en azından geriye doğru yaptığı anlaşma nedeniyle elli altmış
yılını etkileyecek; ama, çalışan, rantabl bir hat olması nedeniyle, belki,
yanına bir ikinci hattın yapılmasını sağlayabilecek ve 21 inci Yüzyılda
Türkiye'nin Doğu-Batı arasındaki enerji koridoru olmasını bir kere daha tescil
edecek bir anlaşmaya oy vereceksiniz. Bu tarihî anlaşmaya oy verebilmiş
olmaktan dolayı da ömür boyu hep birlikte onur duyacağımızı belirtir, sizleri
saygıyla selamlarım. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına, Adana
Milletvekili Sayın Yakup Budak; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)
YAKUP BUDAK (Adana) – Sayın Başkan, sayın üyeler;
Türkiye, Gürcistan, Azerbaycan arasında petrol taşımacılığıyla ilgili yapılmış
olan anlaşmanın onaylanmasına dair kanun tasarısı üzerinde şahsım adına söz
almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten, 20 nci Yüzyıl, enerji politikaları
açısından, ülkeleri en fazla uğraştıran, ülkeler arasında en fazla savaşlara
neden olan konuların başında gelmiştir. Birinci Cihan Harbine bakacak olursak,
İkinci Cihan Harbine bakacak olursak, tarihçilerin diğer bir ifadesiyle,
birinci paylaşım savaşına, ikinci paylaşım savaşına bakacak olursak, aslında,
toprakların paylaşılmasından daha önce enerji kaynaklarının paylaşılması
hedeflenmiştir. Şimdi, 20 nci Asrın sonlarında, 21 inci Asra girerken de, yine,
yeryüzündeki çatışmalara baktığımızda, savaşlara baktığımızda, hep bu
paylaşımın söz konusu olduğunu görüyoruz. Elbette, Türkiye, bulunduğu bölge
itibariyle, bulunduğu konjonktür itibariyle de, bu olayların dışında kalamazdı
ve Rusya ile ABD arasındaki petrol savaşlarında, belki Washington'la birlikte
olabilmenin bir meyvesi olarak da bakabileceğimiz bu anlaşma, inşallah, hayırlı
neticeleri de beraberinde getirir diye düşünüyoruz.
Şüphesiz ki, Türkiye'nin böylesine yapabileceği
anlaşmalara kişilerin karşı çıkması, arkadaşlarımızın karşı çıkması mümkün
değil; ama, önemli olan, yapılan işlerin, usul açısından da, maliyet açısından
da, sosyal fayda açısından da üzerinde değerlendirilmesi, eleştirilerin
yapılması, daha güzel yapılabilmesi için fikirlerin ortaya konulması da
kaçınılmazdır.
Görebildiğimiz kadarıyla, Türkiye'nin ticarî ilişkilerinin
düzenlenmesinde, siyasî ilişkilerinin düzenlenmesinde, hükümet içerisinde bir
mutabakatın olmadığını görüyoruz. Hükümet, bu Mecliste, bu kürsüye geldiğinde,
özellikle Dışişleri Bakanımız "iki tane büyük hedefimiz vardır: Bunlardan
bir tanesi, Avrupa Birliğine girmek; ikinci hedefimizse, bulunduğumuz bölgede
önder, lider ülke ve özellikle, Türk cumhuriyetleri konusunda önderlik yapma
noktasında amacımız vardır" diye burada iki amaçlarını ortaya koymuşlardı.
Üçüncü amaç olarak da, komşularıyla daha fazla ticaret hacmini geliştirebilmek
için yapılacak çalışmaları ifade etmişlerdi.
Görebildiğimiz kadarıyla, bu politikanın bir ayağı kör
topal gitmektedir. Dışişleri Bakanlığımız, özellikle Batı'yla iyi ilişkiler
kuracağız derken, Yunanistan'la flört yaparken, aynı zamanda, Türkî
cumhuriyetlerin de ihmal edildiğini görüyoruz. Her ne kadar, Azerbaycan'la bu
anlaşma yapılmışsa da, bu anlaşmanın yapılmasına imza atanlardan Sayın
Aliyev'in şöyle bir ifadesi vardı: "Biz, elbette ki, Hazar petrollerinin,
Azerbaycan petrolünün Türkiye'ye akıtılması noktasında hemfikiriz; ama, bu
noktada karar verecek, bunu uygulamaya geçirecek olan da, bu petrolleri
işleyecek olan ve işlemek üzere kurulmuş olan konsorsiyumdur." Bu
konsorsiyumun da portresine baktığımız zaman, bu konsorsiyumun oluş biçimine
baktığımız zaman ve değişik zamanlarda bu konsorsiyumu oluşturan firmaların ve
ülkelerin tavırlarına baktığımız zaman da, bu noktada ortada ciddî sıkıntıların
da olduğu bir gerçektir. Bunun için de, hükümetimiz, belki üç dört senedir işin
lafını yapıyor; üç dört senedir, sadece, konuşulanları Mecliste onaylatmak
suretiyle de, bu noktada yeni bir adım atmanın gayreti içerisinde bulunuyor.
Umarız ki, yapılan bu anlaşmalar kâğıt üzerinde kalmaz; umarız ki, Türkiye'nin
bölgedeki etkinliğini, çıkarlarını, Türkî cumhuriyetlerle olan bağlarını
artırır.
Şimdiye kadar uygulanan politikalarda, maalesef, Rusya,
bölgede uyguladığı sürekli istikrarsızlık politikalarıyla, Türkiye'nin
Kafkaslardaki ve Türkî cumhuriyetlerdeki politikalarının önünü kesmek
istemiştir. Türki cumhuriyetlerdeki birtakım liderler ile Türkiye'nin arasının
açılması, Kafkaslarda önce Azerbaycan-Ermenistan savaşı, arkasından Gürcistan
ve Abhazya'yla ilgili anlaşmazlıklar, daha sonra Çeçenistan'daki
anlaşmazlıklar, hep, Türkiye'nin bölgedeki hedeflerini gerçekleştirmesini
engellemek, politikalarının önünü kesmek için olmuştur.
Şimdi, bu anlaşma yapılmaktadır. Bu anlaşmanın
imzalanması da, özellikle Mavi Akım Projesinin hayata geçirilmesinden sonra
meydana gelmiş olması da oldukça dikkat çekicidir. Onun için, Dışişleri
Bakanlığımız ve özellikle Türkiye'nin dış ticarî ilişkileriyle ilgili
bakanlıklarımız, dışilişkilerle ilgili politikaları birlikte yürütmekle
mükelleftirler. Maalesef, dışarıdan bakıldığında, içeriden bakıldığında,
bütünlüğün olmadığını görüyoruz. Dışişleri Bakanlığımızın Avrupa'da birtakım
gayretlerin, çalışmaların içerisinde olduğuna iri gazetelerin, medyanın
manşetlerinde yer verilirken, Türkiye, maalesef, Avrupa Birliğine giriş
noktasında ciddî sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır. İşte, iki gün önce
Portekiz'de toplanan Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliğinden, Türkiye
dışlanmıştır; Türkiye'ye birtakım tavsiyelerde bulunulmuştur. Dolayısıyla,
Yunanistan'la yapılan flört, maalesef, iyi neticeler vermemiştir. Onun için,
Türkiye, hedeflerini tekrar gözden geçirmek, tekrar değerlendirmek
mecburiyetindedir.
Doğalgaz ve petrol boru taşımacılığında, bunun yanında,
bölgenin kaynaklarının değerlendirilmesinde ve Türkiye'nin bölgedeki
etkinliğinin artırılması noktasında da gerekli çalışmaların yapılmadığını
görüyoruz. Özellikle, bundan yirmi gün kadar önce Alma Ata'da Türkî
Cumhuriyetlerin güvenliğiyle ilgili bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya Amerika
Birleşik Devletleri, İngiltere çağrıldığı halde, Türkî Cumhuriyetler çağrıldığı
halde, Türkî Cumhuriyetlerle ilgili politikaların belirlenmesinde ciddî
bağlarımızın olduğunu söylediğimiz ülkeler, maalesef, Ortaasya'nın güvenliği,
bir bakıma, Türkiye'nin güvenliğinin devamı olacak bölgelerdeki güvenlik ve
işbirliği toplantılarına davet edilmemiştir. Dolayısıyla, Dışişleri
Bakanlığımız, Yunanistan'ın gönlünü yapacağız derken, Ortaasya'yı unutmuştur,
Türk Cumhuriyetlerini unutmuştur. Maalesef, petrol politikalarında da Rusya'ya
bağımlı hale gelmişizdir.
Onun için, önümüzdeki yapılacak anlaşmaların muhtevası
itibariyle, yapılacak ülkelerin tespiti itibariyle, petrol politikalarımızı,
enerji politikalarımızı tekrar gözden geçirmek mecburiyetindeyiz. Şayet, bu,
gözden geçirilmezse, önümüzdeki dönemlerde Rusya'nın bölgesel olarak içerisine
girebileceği sıkıntılardan da Türkiye'nin ciddî anlamda etkilenmemesi mümkün
değildir.
Bunun yanında, ABD ve İsrail, Türkiye'yi bölgede bir
yalnızlaştırma politikası izlemektedir. Dikkat edecek olursak, gazete
manşetleriyle, Türk dış politikası yönlendirilmeye, hatta Cumhurbaşkanının
gezileri tespit edilmeye çalışılmaktadır. Bu, Dışişleri Bakanlığımızın ortaya
koymuş olduğu stratejilere de aykırıdır, Türkiye'nin çıkarlarına da aykırıdır
ve Türkiye'nin gelecekteki hedeflerine de aykıdır. Onun için, Dışişleri
Bakanlığı, maalesef, bu noktada, Türkiye'nin, Türkiye'nin geleceğiyle ilgili
projelerde, Türkiye'nin menfaatlarıyla ilgili projelerde ABD'nin önderliğinde
ve İsrail'in yönlendirmesiyle politikalar geliştirmektedir ve Türkiye,
komşularıyla, bu noktada ilişkilerini düzelteceği yerde, ticaret hacmini
artıracağı yerde, bölgede huzurun, barışın ve sosyal kalkınmanın ve demokrasiyi
geliştirme noktasında katkıda bulunacağı yerde, maalesef, sadece tek gözlükle,
atgözlüğüyle meselelere bakmakta, bu da, Türkiye'ye ve Türkiye'nin gelecekteki
hedeflerine zarar vermektedir. Onun için, Dışişleri Bakanlığımız ile Enerji
Bakanlığımızın işbirliği içerisinde, ticarî ilişkilerimiz ile siyasî
ilişkilerimizi dengeli bir biçimde götürmeleri de gerekmektedir.
Sayın Bakan, gerçekten, buraya çıktığında, o kadar
rahat anlatıyor ki; halbuki, biz, Türkî cumhuriyetlerde, Sayın Bakanın
içerisine düşmüş olduğu durumları da çok iyi biliyoruz.
Maalesef, Türkî cumhuriyetlerle ilgili politikalarımız
neyle yürütülmektedir; folklor ekibiyle yürütülmektedir, özel teşebbüsümüzün
manken etkinlikleriyle yürütülmektedir. Bundan dolayı da netice
alınamamaktadır. Onun için, Türkiye, dışpolitikasını, mankenlerle, folklor
ekipleriyle veyahut da Sulukule ekipleriyle değil, ciddî projelerle ortaya
koymak mecburiyetindedir. Azerbaycanlı bir yetkili aynen şu sözlerle bize bir
ifadede bunmuştur ki, yüreğimizi yakmıştır: "Kardeşim, sizin
yetkilileriniz geliyor, folklor ekibiyle geliyor; halbuki, Almanlar,
Fransızlar, İngilizler çantalarında paraları ve projeleriyle geliyorlar. Bıktık
artık sizin şu folklor ekiplerinizden."
Onun için, biz, Türkî cumhuriyetlere açılırken,
Rusya'nın boyunduruğundan kurtulmuş olan Türkî cumhuriyetlere açılırken,
elbette kültürümüzü de, elbette külterel zenginliklerimizi de götüreceğiz; ama,
dünyanın değişen şartlarına, dışpolitikanın etkinliklerine, Türkiye'nin
gelecekteki hedeflerine ve çıkarlarına da uygun şekilde hareket etmemiz lazım
geldiğini ifade etmek istiyorum.
Bu hükümetin üç yıllık uygulamış olduğu politikalar,
maalesef, Türkî cumhuriyetlerde iflas etmiştir; Türkî cumhuriyetlerin
güvenliğiyle, gelişmesiyle ve Rusya'yla bağlantılarının zayıflatılma noktasında
da yeterli olamamıştır. Bu ülkeler, Türkiye'den daha ziyade, Rusya'ya ve
Putin'e güvenir hale getirilmişlerdir. Onun için, Türkî cumhuriyetlerin
yetkililerinden biri Moskova'ya gidiyor, biri Moskova'dan geliyor. Putin,
Azerbaycan'a, Özbekistan'a ve Türkmenistan'a sık sık ziyaretler yapmak
suretiyle... O cumhuriyetleri de Putin'e mahkûm etmenin, maalesef, sıkıntısını
yaşıyoruz. Onun için, dışpolitika belirlenirken...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Budak, teşekkür ediyorum efendim.
YAKUP BUDAK (Devamla) – Sayın Başkan, sözlerimi
tamamlayayım...
BAŞKAN – Tamamlayın bakalım efendim.
Buyurun.
YAKUP BUDAK (Devamla) – Onun için, maalesef,
arkadaşlar, gazete sayfalarına baktığımız zaman, Sayın Bakanın gösterdiği
kadar... Sayın Bakan da kitabın hep bir sayfasını okuyor, gazetelerin hep bir
sayfasını okuyor. Sayın Bakana tavsiye ediyoruz, bütün sayfaları, ve dış
politikadaki gelişmeleri bir bütünlük içerisinde değerlendirsinler.
Saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Budak.
Sayın Bedük, sorunuzu yöneltebilirsiniz efendim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkanım,
delaletinizle, Sayın Bakanıma şu sorularımı tevcih etmek istiyorum.
Bakü-Ceyhan hampetrol boru hattı anlaşmasının
imzalanmasından memnuniyet duyuyoruz; ancak, tereddütlerimiz ve sorularımız
şunlar:
Birinci sorum: uluslararası anlaşmaların ek protokolü,
bizim hukukumuzda, pek teamülden değildir bir kanunla geçmesi. Görülüyor ki, bu
şartnamenin ekinde fazla miktarda protokol vardır. Bu protokolün getirilmesinin
nedenleri nelerdir; bir zorunluluk mudur, yoksa sadece Türkiye'ye mahsus
getirilen bir husus mudur?
İkinci sorum: Yine, bu anlaşmayla ilgili taraf olan
diğer ülkeler; yani, Gürcistan ve Azerbaycan'daki anlaşmaların altında da aynı
mahiyette ekler var mıdır, protokoller var mıdır? İnşaat şartnamesinin formatının
milletlerarası anlaşmaya ek olarak yapılması, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşülerek yasayla getirilmesi... Acaba, hangi zorunlu şartlar bizi bu noktaya
getirmiştir?
Üçüncü sorum: Tezyidi bedel davalarının 99 milyon
doların üstüne çıktığı takdirde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından tezyidi
bedel davalarının ödeneceği ifade edilmiştir. Hepimiz de biliyoruz ki, Karakaya
ve Keban Barajları istimlak bedellerinin 5, hatta 10 misline varacak şekilde
artışları söz konusu olmuştur. Acaba, bu projede de, Bakanlığımız, tahmini
olarak dahi olsa, gelecekte böyle bir tezyidi bedel davasının sonuçlanması
halinde, Türkiye'ye ne kadar fazla yük bindirecektir; bunu öğrenmek istiyorum.
Bize, varil başına 20 sent, ortalama 500 000 varilde
-nakliyesi temin edildiği takdirde- bu borudan taşıma ücreti olarak yılda 35
milyon dolar ödenmiş olacak. Yapılan
masraflara bakıyoruz; güvenlik masrafları,
karakol hizmetleri ve yine, daha ziyade, servis yolu, karakol, güvenlik,
devriye hizmetleri, gözetleme gibi güvenliği ilgilendiren hizmetler var. Bunlar
da, hemen hemen, 35 milyon doları bulacak nispettedir. O halde, Türkiye'nin
buradan elde ettiği 35 milyon dolar, gerçekten, Türkiye'ye bir kazanç sağlıyor
mu? Bu kazanç, acaba, Türkiye'nin millî gelirine ne kadar katkıda bulunacaktır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bedük.
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Sayın Başkan_
BAŞKAN – Buyurun efendim.
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Sayın Başkan,
delaletinizle, Sayın Bakana bir soru tevcih etmek istiyorum.
Şimdi, Azerbaycan 9 Mayıs 2000'de, evsahibi ülke
anlaşmasında değişiklik yaparak, kendi lehlerine bir düzeltme, bir iyileştirme
yapmıştır. Yine, Gürcistan'da, aynı şekilde, 28 Nisan 2000'de evsahibi ülke
anlaşmasında kendi lehlerine bir değişiklik yapmışlardır. Türkiye, acaba,
evsahibi ülke anlaşması hükümlerini iyileştirme yönünde, lehimize bir
değişiklik yapmış mıdır veyahut da böyle bir değişiklik yapma hususunda bir
teşebbüsümüz var mıdır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Buyurun Sayın Bakan.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Efendim, şu ücretlerle ilgiyi konuyu bir
açıklığa kavuşturmak istiyorum. 20 sent diye başlanıyor, 20 sent diye
bitiriliyor; ama, biz, bundan 500 tane bastırdık, arkadaşlara dağıttık. Şu
anda, Sayın Bedük'ün önünde de var. Lütfedip bir bakarsa, burada, ilk 1 ile 5
inci yıl arasında vergi 20 sent, taşıma ücreti olarak 35 sent olduğunu; yılda
da, toplam 125 milyon dolar Türkiye'nin bir geliri olacağını görecekler. 6 ncı
ve 16 ncı yıllarda vergi yine minimum 20 sent olacak, taşıma ve işletme
ücretleri 55 sent olacak; nihayetinde de, yani, 17 nci ve 40 ıncı yıllar
arasındaki ücret de, 37 sent vergi, 43 sent toplam işletme geliri olmak üzere,
80 sente baliğ oluyor. Yılda da, 155 milyon dolar birinden 135 milyon dolar
birinden olmak üzere, toplam 290 milyon dolar bir gelir elde edecek Türkiye.
Şimdi, dönüp dönüp 20 sente takılmanın bir manası yok
Sayın Bedük; onu belirlemek istiyorum.
Yine, ayrıca...
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Bakanım,
cevabınızı, lütfen, normal bir şekilde verin. Ben, takıldığım bir noktayı size
sorma ihtiyacını duydum. Bunu da, lütfen, nezaket çerçevesi içerisinde
cevaplandırın.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Benim cevaplarımda eğer bir nezaketsizlik
varsa, özür diliyorum Sayın Bedük; ama, herhalde, siz de bir milletvekili
olarak, önünüze verilen bir belgeyi biraz daha dikkatli incelemek
durumundasınız efendim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Kızmaya hakkınız yok
Sayın Bakan. Biz burada soru soracağız, siz de cevap vereceksiniz.
BAŞKAN – Neyse efendim, karşılıklı konuşmayalım Sayın
Bedük.
Buyurun Sayın Bakan, siz cevaplamaya devam edin.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Diğer
sorulara yazılı cevap vermek istiyorum Sayın Başkanım.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Hepsine verin; ama,
nezaket çerçevesinde konuşun.
BAŞKAN – Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır;
ancak, bu arada, bir yoklama talebi var. Yoklama talebini işleme alacağım.
III. – YOKLAMA
BAŞKAN – Yoklama talebinde imzası bulunan
arkadaşlarımın Genel Kurul Salonunda bulunup bulunmadıklarını arayacağım ve
daha sonra da yoklama yapacağım.
Sayın Abdüllatif Şener?.. Burada.
Sayın Ulucak?.. Burada.
Sayın Ünal?.. Burada.
Sayın Geçer?.. Burada.
Sayın Batuk?.. Burada.
Sayın Çelik?.. Burada.
Sayın Kamalak?.. Burada.
Sayın Gülle?.. Burada.
Sayın Ayhan?.. Burada.
Sayın Göksu?.. Burada.
Sayın Derin?..
BEKİR SOBACI (Tokat) – Tekabbül ediyorum.
BAŞKAN – Peki efendim.
Sayın Malkoç?.. Burada.
Sayın Canbay?.. Burada.
Sayın Budak?.. Burada.
Sayın Oğuz?.. Burada.
Sayın Demircan?.. Burada.
Sayın Günbey?.. Burada.
Sayın Çetin?.. Burada.
Sayın Ateş?.. Burada.
Sayın Bedük?.. Burada.
Sayın Güven?.. Burada.
Yoklamayı başlatıyorum.
3 dakika süre veriyorum efendim.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, toplantı yetersayımız
vardır; görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V.– KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
6. – Türkiye
Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Petrolün Azerbaycan
Cumhuriyeti, Gürcistan ve Türkiye Cumhuriyeti Ülkeleri Üzerinden,
Bakü-Tiflis-Ceyhan Ana İhraç Boru Hattı Yoluyla Taşınmasına İlişkin Anlaşmanın
ve Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Toprakları
Üzerinden Petrol Taşınmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti
ve Gürcistan Arasındaki Anlaşmanın Değiştirilmesine İlişkin Türkiye
Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Dışişleri Komisyonları Raporları
(1/699) (S. Sayısı : 488) (Devam)
BAŞKAN – Tasarının maddelerine geçilmesi hususunu
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ, AZERBAYCAN CUMHURİYETİ VE GÜRCİSTAN ARASINDA PETROLÜN AZERBAYCAN
CUMHURİYETİ, GÜRCİSTAN VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÜLKELERİ ÜZERİNDEN,
BAKÜ-TİFLİS-CEYHAN ANA İHRAÇ BORU HATTI YOLUYLA TAŞINMASINA İLİŞKİN ANLAŞMANIN
VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ, AZERBAYCAN CUMHURİYETİ VE GÜRCİSTAN TOPRAKLARI ÜZERİNDEN
PETROL TAŞINMASINA DAİR TÜRKİYE CUMHURİYETİ, AZERBAYCAN CUMHURİYETİ VE
GÜRCİSTAN ARASINDAKİ ANLAŞMANIN DEĞİŞTİRİLMESİNE İLİŞKİN TÜRKİYE CUMHURİYETİ,
AZERBAYCAN CUMHURİYETİ VE GÜRCİSTAN ARASINDA PROTOKOLÜN ONAYLANMASININ UYGUN
BULUNDUĞU HAKKINDA
KANUN TASARISI
MADDE 1. — 18 Kasım 1999 tarihinde İstanbul’da
imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında
Petrolün Azerbaycan Cumhuriyeti, Gürcistan ve Türkiye Cumhuriyeti Ülkeleri
Üzerinden, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ana İhraç Boru Hattı Yoluyla Taşınmasına İlişkin
Anlaşma”nın ve 9 Mayıs 2000 tarihinde İstanbul’da imzalanan “Türkiye
Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Toprakları Üzerinden Petrol
Taşınmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan
Arasındaki Anlaşmanın Değiştirilmesine İlişkin Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan
Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Protokol”ün onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN – 1 inci madde üzerinde Fazilet Partisi
Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Zeki Çelik konuşacaktır.
Buyurun Sayın Çelik. (FP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 10 dakikadır.
FP GRUBU ADINA MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; 488 sayılı petrolün boru hatlarıyla geçişine
dair kanun tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabiî, gerçekten, Türkiye, coğrafî konumu itibariyle
zengindoğu ülkelerine ait petrol ve doğalgaz yataklarının olduğu bölgede
bulunduğundan ve bunların da batıya ulaştırılmasını amaçlayan çeşitli enerji
projelerini gerçekleştirmek için çalışmak durumundadır. Coğrafî konumu
itibariyle Türkiye, Hazar havzasını Akdeniz'e, Ortaasya'yı Balkan ülkelerine ve
Ortadoğu'yu da Avrupa'ya bağlayan güzergâhların kesişme noktasında yer almakta
ve tabiî ki, bu bölgeleri birbirine bağlayan tüm kara ve deniz yolu
güzergâhları, bir şekilde, Türkiye'den geçmektedir. Dolayısıyla, petrol ve
doğalgaz ithalatında kaynak çeşitliliği, güvenlik ve sürekli arz noktasının
gerçekleşebilmesi için, geniş kapsamlı enerji taşıma projelerinin
gerçekleştirilmesi, ülkemiz açısından da daha büyük bir önem taşımaktadır.
Dünya çapında, zengin petrol ve doğalgaz bölgesi olarak
kabul edilen bu bölgede, bugüne kadar, uluslararası enerji ticaretine yeterli
derecede katılım olmamıştır; ancak, bölge ülkeleri, bu yeni pazarlara açılma
konusunda çeşitli projeler üretmektedirler ve Türkiye de, bu projelere zaman
zaman katılım sağlamaktadır. Mesela, Türkiye Petrolleri Ortaklığı, Mega, Şah
Denizi, Kurdaşı gibi projelerde Azerbaycan'la ve buna benzer diğer ülkelerle,
birtakım projelerle bu sahalardaki çalışmalarını sürdürmektedir.
Türkiye Hazar havzasında üretilecek olan petrol ve
doğalgazın üçüncü ülkelere taşınmasını teşvik amacıyla, tabiî ki, yoğun bir
çaba içerisinde olmalıdır. Bu noktada, boru hatlarından sadece Azerbaycan
petrolü değil, o bölgede bulunan diğer ülkelerin petrollerinin de taşınması söz
konusudur ve Bakü-Tiflis-Ceyhan projesinin gerçekleşecek olması,
Türkmenistan–Türkiye doğalgaz projesinin de hayata geçirilmesi bakımından
müspet olacaktır.
Çoğu zaman, enerji projelerinin geliştirilmesinde,
uluslararası ilişkiler ve siyaset, ekonomik kaygıların önüne geçmekte ve bu
projeler, makro ekonomik açıdan uzun vadede etkiler gösterecek projeler olarak
ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, ekonomik gelişmeler, söz konusu bu ülkelerin
ve bu ülkelerde meydana gelen bu gelişmelerin sonucu olarak da bölgedeki siyasî
istikrarsızlığı gidermekte; enerji, siyasî sorunların aşılmasında en önemli
anahtar olma görevini sürdürmektedir.
Enerji meselelerinin uluslararası boyutu ve Hazar'ın
potansiyeli de göz önüne alındığında, geleceğin enerji sahnesinde rol
üstlenmeye istekli pek çok ülkelerle ve buna adaylarla karşılaşılacağı
anlaşılmaktadır. Bu bölgede meydana gelen kritik gelişmeleri yakından izleme ve
bunlara akılcı çözümler bulma, üretme, jeopolitik gücü yerinde ve zamanında
kullanma, orta ve uzun vadeli birtakım stratejiler oluşturma gibi beceriler
geliştiren ve uygulama sahasına koyan, daha doğrusu oyunu kurallarına göre oynayan
bir Türkiye'nin bulunduğu kritik bu bölgede etkinliğini Ortaasya Türk
cumhuriyetleri başta olmak üzere diğer çevre ülkelerin yararına olacak şekilde
artırması da kaçınılmazdır.
Bu çevresel etkiler de göz önüne alındığında, Türk
Boğazlarının durumu da dikkatle ele alınması gerekir. Hazar petrolünün
Karadeniz üzerinden Türkiye'deki Boğazlar vasıtasıyla taşınması, Boğazlardaki
deniz trafiğinin yükünü önemli ölçüde artıracaktır. Kaldı ki, Varşova Paktı
eski üyeleri, dışticaretlerini henüz yeterince geliştirememişlerdir. 2000'li
yıllarda Karadeniz ülkelerinin diğer ülkelerle olan uluslararası ticaretleri,
Karadenize daha da bağımlı hale gelecektir. Dolayısıyla, bölge ülkelerinin
Akdenize ana çıkışları, Türkiye'deki boğazlar vasıtasıyla olacaktır. Bu durumda,
Karadeniz hinterlandı, Orta ve Doğu Avrupa'dan Ortaasya'ya kadar
genişleyecektir. Dolayısıyla, ilave petrol ve petrol ürünlerinin Karadeniz ve
Türk Boğazları üzerinden taşınması, bu deniz güzergâhı üzerindeki potansiyel
tehlike ve riskleri de önemli ölçüde artıracaktır.
Petrolün taşınmasına yönelik Karadeniz
alternatiflerinin, sadece ekonomik dezavantaja sahip olmakla kalmayıp, çevresel
açıdan da geri döndürülmez birtakım risklere yol açması beklenmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şu anda görüşmekte
olduğumuz petrolün boru hatlarıyla taşınmasına dair kanun tasarısı daha önce
Dışişleri Komisyonunda görüşülmüş ve hayatî bir proje olduğu ve gecikmeye de
tahammülü olmadığı için kabul görmüş ve tabiî ki, bugün gündemimize
getirilmiştir; ama, dikkatlerimizden kaçırılmaması gereken bazı konular var.
Bunlardan bir tanesi, yıllardır kangren olan ve Irak için uygulanan ambargo
sebebiyle uğradığımız milyarlarca dolar zararın nasıl telafi edileceğidir.
İşte, bunun için, bu konuda da çok dikkatli ve tedbirli olmamız gerekmektedir;
yani, yapılan anlaşmaların nihayetinde, bize geri dönüşü çok risk getirmeyecek
bir şekilde, bunların elden ve gözden geçirilmesi lazım. Bu manada Irak petrol
boru hattına uygulanan ambargo kaldırılmalı, zarar ziyan tazmin edilmeli ve
petrol boru hatlarına işlerlik kazandırılmalıdır; yani, faiz ödemek suretiyle
para temin ettiğimiz, borçları ödeme yoluna gittiğimiz bir noktada, birkaç
milyar doların bu uğramış olduğumuz zarar sebebiyle karşılanması çok önem arz
etmektedir.
Değerli milletvekilleri, burada BOTAŞ müteahhit firma
olarak görev almaktadır. Sayın Genel Müdür, KİT alt komisyonunda bize vermiş
olduğu bilgilerde şunları ifade etmiştir: Geçtiğimiz günlerde, 45 kişilik bir
grup olarak bu işi yapacak olan konsorsiyumla bir toplantı yapıldığı ifade
edilmiştir ki, bu konsorsiyum BP, Amaco gibi, Azerbaycan ve Amerikan
firmalarla, işte BOTAŞ gibi firmalardan oluşmaktadır. Bu toplantıda alınan
kararlara göre, tabiî ki, üç safha belirlenmiştir. Bunlardan bir tanesi temel
mühendislik safhasıdır ve çok önemli olan bir safhadır. Burada bütün çalışmalar
gözden geçirilecek ve karar verildiğinde temel mühendislik çalışmalarına
başlanacak ve bu süre de minimum altı ay sürecektir. Bu altı aylık süre
sonucunda, eğer bu ortaya konan proje fizıbl bulunursa devam edilecektir; eğer
fizibl bulunmazsa, o zaman, iptal edilmesi söz konusudur. Dolayısıyla, devam
edilmesi halinde bu süreden sonra ikinci merhale olan detay mühendislik
çalışmaları başlayacaktır ve bu da en az oniki ay sürecektir. Tabiî ki, bu
safhanın da tamamlanmasından sonra inşaat çalışmaları başlayacak ki, bunu da
BOTAŞ, 1,3 milyar dolar mertebesinde bir ücret karşılığı yapacaktır. Yani,
hiçbir aksama ve gecikme olmaması halinde, bu işin gerçekleşmesi, en az 2004
yılını bulacaktır. Dolayısıyla, burada, bu konuda, BOTAŞ'ın, konsorsiyumla çok
ciddî bir şekilde bu çalışmaları sürdürmesi ve bu manada meydana gelecek olan
ihmalleri ve sıkıntıları ortadan kaldırması gerekiyor.
Tabiî, buna benzer birtakım çekinceleri arkadaşlarımız
burada ortaya koydular. Ben onlara tekrar girmek istemiyorum. Ben, bu nedenle,
Bakü-Ceyhan Hampetrol Boru Hattı Projesinin, güney Kafkaysa ve Ortaasya'yı
Türkiye ve Akdenize bağlaması planlanan doğu-batı taşıma koridorunun en önemli
basamağı olması hasebiyle önemsiyorum. Hem, ekleyelim ki, söz konusu proje,
Türk Boğazlarındaki aşırı trafik yükünü ortadan kaldıracak ve geçiş risklerini
en aza indireceği açısından da önemli bir avantaj sağlayacaktır.
Bu projenin hem ülkemize hem bizimle beraber iş yapan
ülkelere hayırlı olmasını diliyor; gecenin bu saatinde hepinize saygılar
sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Necati Çetinkaya.
Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Sayın
Başkan, çok değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, geneli üzerinde yaptığım konuşmada da arz
ettiğim gibi, proje, hakikaten heyecanla desteklediğimiz bir proje; ama,
şimdiye kadar Meclis teamüllerinin dışına çıkılarak, eklerinin Mecliste
onaylandığına dair bir uygulama -tahmin ediyorum- görülmemişti. Bugün, eklerin
Mecliste onaylanması, bence, zorlanarak teamüllerin dışına çıkmış ve Meclisin
bu konudaki yetkileri, anlaşmaların onaylanması şeklindedir; çünkü, ekler,
konsorsiyuma dahil olan şirketlerin veyahut da idarenin ve hükümetin onlarla
karşılıklı yapacağı anlaşmalar niteliğindedir. Bunların Mecliste onaylanmasına
gerek yoktur ve Meclisin de, bu şekilde, anlaşmaların dışında ekleri
onaylaması, teamüllerin dışındadır.
Değerli arkadaşlar, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı,
hakikaten, üzerinde yıllardan beri hassasiyetle takip ettiğimiz ve
gerçekleşmesini arzuladığımız bir husus; ama, biraz önce soru olarak da Sayın
Bakana tevcih ettiğim gibi -ki, Gürcistan bunu yapmış, Azerbaycan yine kendi
lehine eklerde düzeltmeler yaparak iyileştirmeler yapmış- Türkiye, acaba,
eklerde kendi lehine düzeltme konusunda bir gayretin içine girmiş midir?
Bakınız, demin, Sayın Bakan, bizzat burada, kürsüde,
kendileri belirttiler; dediler ki: Kamulaştırma, tezyidi bedel davaları 99
milyon doların üzerine çıktığı takdirde, bunu, Türkiye, kendisi karşılayacağını
tekeffül ediyor. Ben, Keban Barajının yapılışı sırasında orada mülkî idare
amiriydim. Keban Barajında, Sayın Bakan, tezyidi bedel davaları 5 ve 10 mislin
üzerine çıkmıştır. Burada da aynı durum olacaktır; tezyidi bedel davaları,
tahminimizin de çok fevkinde gerçekleşecektir. Türkiye, fevkalade büyük ve ağır
bir yükümlülük altına girmiştir. Bizim burada vurgulamak istediğimiz budur.
Türkiye'nin lehine olan bir projenin, büyük bir mükellefiyet altına Türkiye
sokularak, Türkiye bütçesi büyük mükellefiyetler, büyük ağır yükümlülükler
altına girerek yapılması değil, Türkiye'nin lehine tecelli edecek şekilde
düzeltmelerin ve iyileştirmelerin yapılmasıdır. Diyorum, Gürcistan bunu yaptı,
Azerbaycan da bunu yaptı. Niye, biz, bunun yapılması konusunda bir gayret
içerisinde olmayalım. Bizim, burada ısrarla vurgulamak istediğimiz husus budur.
Demin Grup Başkanvekilimiz Sayın Bedük de soru olarak
sordular. Yani, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattında şu andaki düşük ücret
karşılığı boru hattından alacağımız ki, orada bir husus daha var, gözardı
edilmeyecek bir husus. Nedir gözardı edilmeyecek husus? Sayın Bakan bu konuyu
çok daha iyi bilir, uzmanları da çok daha iyi biliyorlar burada. Boru hattında
akan petrol nispeti üzerinden biz ücretimizi alacağız. Peki, boru hattında
arzuladığımız seviyeye ulaşmayan bir ton düşüklüğü bahis konusu olduğu zaman,
Türkiye, acaba, bu beklenilen ücreti alabilecek bir durumda mıdır; evet, bugün,
Ceyhan'ın kapasitesi, o limanın kapasitesi fevkalade büyük ve hakikaten geniş
bir rezerve sahiptir. Orada, Avrupa ülkelerine ve Batı'ya son derece büyük bir
kapasiteyle bu Hazar Havzasındaki petrol ve doğalgaz akıtılmaya müsaittir ve
taşınmaya müsaittir; ama, gelin görün ki, işte, bu boru hattından geçecek
petrol, bizim açımızdan son derece önem arz etmektedir. Kerkük boru hattında,
şu anda, 55 sente ulaşan ücret karşılığı gelir... Ne zaman buradan bu geliri
temin edebilecek bir duruma geleceğiz?
Şimdi, bir konunun üzerinde hassasiyetle durmamız
lazım. Türkiye, Ortaasya Türk devletleri ve bağımsız Türk devletlerinin
üzerinde gereken ehemniyet ve önemle duruyor mudur, durmuyor mudur? Gün
geçtikçe ilişkilerimiz kuvvetlenmekte midir, kuvvetlenmemekte midir? Çünkü, bu,
projeyle doğrudan doğruya ilgilidir.
Ben hiç unutmuyorum. Bir zamanlar, Batı dünyası,
Ortaasya Türk devletlerine ulaşmak için bu köprüyü kullanmanın zorunluluğunu ve
mecburiyetini hissetmiştir. Hangi köprü; Türkiye. İpek Yolunun tarihî önemini
yeniden bu büyük projelerle canlandıracak olan ve dolayısıyla, bir mihrak
noktası haline gelen Türkiye'nin, bugün, o önemli rolü, maalesef, elinde
tuttuğunu söylemek, belki, şu anda mümkün değildir.
Büyük Atatürk'ün 1933 yılında irat buyurduğu bir önemli
işareti vardır, hedefi vardır. Nedir o hedef; bir gün, bu Sovyet Cumhuriyetinin
mevcut yapısı dağılacaktır; ama, o yapı dağılmadan önce, o imparatorluk
dağılmadan önce meydana gelecek Kafkas ve Ortaasya'daki oluşumlar karşısında,
Türkiye, şimdiden kendisini hazırlamalıdır. Bugün, biz buna hazır durumda
mıyız? Devamlı olarak, Batı dünyasıyla... Gayet tabiî ki, Avrupa Birliğine
girmek ve dolayısıyla, Türkiye'nin âli menfaatlarını orada gerçekleştirmek
bizim hedefimiz, biz onun üzerinde hassasiyetle duruyoruz ve bir an önce Avrupa
Birliğine girmenin hazırlıklarının gerçekleşmesi konusunda gereken çalışmaların
yapılmasını, biz, Grup olarak destekliyoruz ve bu hususta, devamlı olarak
desteğimizin de olacağını söylemiştik; ama, gelin, görün ki, bugün, Ortaasya
Türk devletleriyle olan münasebetlerimiz, maalesef, arzulanan seviyeye
ulaşamamıştır. Ulaşamadığı içindir ki, bugün, bu projede gecikmeler olmuş ve
biraz önce konuşmamın içerisinde de
belirttiğim gibi, eğer bu hattı kuzeye uzatma durumu bahis konusu olursa,
bugün, dağılan yapı yeniden kendiliğinden ortaya çıkar. Bunun da sorumluluğu,
Ortaasya Türk devletleriyle ilgili gereken ehemmiyetli politikayı
göstermeyişimizden dolayıdır.
Uzun bir aradan sonra, geçen hafta, Dışişleri
Bakanımız, Ortaasya'ya nihayet yönünü döndürmüş ve oraya gitmiştir. Gönül arzu
ederdi ki, şimdiye kadar, orada, Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve
onun bakanı, değişik zamanlarda, oradaki ülkelerle gereken önemli temas ve
teşebbüsleri yapmış olsaydı. Bugün, Batı dünyası diyor ki, artık, biz,
kendiliğimizden Ortaasya'ya gidebiliriz; ama, bundan birkaç sene önce, Türkiye
köprüsünü kullanmadan oraya gitmemiz mümkün değildir diyorlardı. O sebepledir
ki, bu konu, önem ve ehemmiyetini, her geçen gün, lehimize değil aleyhimize,
sanki törpülenerek gerçekleşmekte...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Çetinkaya, süreniz tamamlandı efendim;
lütfen, tamamlar mısınız.
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Ben onun için diyorum
ki, işte, bu eklerdeki projenin şartları gözden geçirilerek, lehimize olan
düzeltmeler, Azerbaycan ve Gürcistan'ın yaptığı gibi gerçekleşmelidir.
Bu hususta gereken gayretin gösterilmesini diliyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Madde üzerinde, şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın
Kamer Genç; buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tabiî, iktidar partileri çok yoğun bir tempoyla çalışmak
istiyorlar. Anlamıyorum, neyi, nereden kaçırmak istiyoruz?! Gecenin saat 2'sine
gelmiş, yarına da 5 tane önemli soruşturma raporunu inceleyeceğiz, yargısal bir
görev yapıyoruz ve her birisi 300 sayfa civarındaki soruşturma önergeleri.
Yani, acaba, bu Mecliste kaç kişi burada görüşülen kanunları okuyor, özünü
kavrıyor ve ondan sonra oy veriyor; bunu anlamak çok kolay; çünkü, herhalde,
iktidar partisine mensup arkadaşlarımızdan, sözcülük yapanlar dışında, bunları
okumuyorlar.
Tabiî, bu Bakan... Öteden beri aramızda ihtilaf var.
Niye ihtilaf var; çünkü, çok keyfî işlemler tesis ediyor. Yaptığı enerji
ihaleleriyle, Türkiye'nin ihtiyacı olmayan ihaleler yaparak, kendi yandaşı
müteahhitlere büyük paralar sağladılar. Kendisi çıkmış bana diyor ki burada:
"Bu milletvekili diyeceğim kişi..." Ben de, işte, bu Bakan diyeceğim
kişi, maalesef, bu şekilde hareket ediyor.
Benim, şimdi, kimseyle kişisel hesabım yok sayın
milletvekilleri. Şimdi, buraya getirmişler... Evvela, bir anlaşma getirmişler.
Bu anlaşmaya, tamam, biz, zaten, öteden beri diyoruz ki: "Azerbaycan,
Türkmenistan gazının Türkiye'ye gelmesini istiyoruz." Hatta, ben, bu Mavi
Akımla ilgili olarak yaptığım konuşmada dedim ki: Yıllardır, Kuzey Kıbrıs
Cumhuriyetini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, milyarlarca lira katlanarak,
uluslararası düzeyde, yandaşlarımızı, ırkdaşlarımızı orada besliyor. Şimdi,
getirip de, Mavi Akımı, siz, Rusya'ya 30 milyar metreküp garanti vererek
Rusya'dan gaz ithal edeceğinize, Türkmenistan ve Azerbaycan ile aynı ırktan iki
devletiz; ama, iki devlet, bir milletiz, o insanlarımızı koruyalım dedik.
Tabiî, bunların hoşuna gitmiyor; çünkü, o Mavi Akımda kendi yandaşlarının büyük
menfaatları var. Yani, bunu inkâr etmek mümkün değil.
Şimdi, biz, bir anda bu hükümete soruyoruz: Senin,
şimdi, bu projeye öncelik vermen lazımdı. 1 milyar 300 milyon dolar... BOTAŞ
güya yapacak. BOTAŞ bu parayı nerede bulacak; yine, devlet garantisinde bir
para bulacak. 99 milyon dolar da kamulaştırma bedeli -o da daha kaç lira
kamulaştırma bedeli olacağı belli değil- yani, burada öyle laflar söyleniyor
ki, sanki karşısındaki insanlar cahil, hiçbir şeyden anlamıyor, kendileri
allamei cihan. Böyle bir hükümet görmedim. Zaten hükümet diye bir şey yok.
Kanunları müzakere edecek bir tek bakan geliyor, ötekilerin nerede olduğu belli
değil.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, burada, anlaşmaların
ekleri var. Bu ekler nerede? Bu ekleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin
görmesi lazım. Bu ekler, yalnız bu anlaşmanın yapılması sırasında, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin başına bela açacaktır; çünkü, burada, bunlar gizleniyor.
Bunların gizlenmesinde, bu bakanın ve çevresinin faydası var. Ben iddia
ediyorum, çıksın burada, getirsin bu ekleri, bu Meclis bunları incelesin. Bu
Meclis, bu ekleri görmeden, bu anlaşmayı nasıl imzalayacak?!
Değerli milletvekilleri, şimdi, şurada bize birtakım
bilgi notları dağıtılmış. Ben, bu bilgi notlarının doğru olduğunu ne bileyim!
Bunlar böyle el ilanları gibi bize verilmiş; bunlar tutanaklara geçsin. Yarına,
biz bu bakandan, bu anlaşmanın uygulamaları nedeniyle, yaptığı her hatadan
hesap soracağız; diyeceğiz ki, sen çıktın işte, kürsüde şunları söyledin. Biraz
önce burada birtakım şeyler söyledi. Biz bunları niye konuşuyoruz; yarına bu
kürsü, bu tutanaklar, burada kim ne konuşmuş, onun şahidi olsun diye. İşte, bu
kürsüde konuşmanın faydası bu. Biz, bunları konuşmasak, bunlar, her şeyi, yani
hiçbir şeyi incelemeden getirirler.
Bakın, Mavi Akım anlaşması bu kürsüye geldiği zaman,
ben Meclisi yönetiyordum. O zaman “söz isteyen var mı” denildi ve “yok”
denildi. ANAP Grup Başkanvekili, arkadan bir tek Hayrettin Uzun, kendi
milletvekilleri “söz istiyorum” dedi, “yok, yok, söz isteyen yok” dedi.
Tutanakları incelerseniz... Bakın, bunların hepsi tutanaklarda var. Ben de
dedim ki, Sayın Başkan, siz milletvekilini yok mu sayıyorsunuz.?! Niye; çünkü,
orada gizli şeyler yaptılar. O anlaşmanın içine haince birtakım hükümler ilave
edildi. Biz de istiyoruz ki, bundan sonra gelecek anlaşmaların içinde her şey
açık olsun ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Milletinin hakkı gasp edilmesin
birtakım insanlar şeyinde...
Değerli milletvekilleri, şimdi, bu memleket, bu
hükümet, bu devlet, gidip de yüzde 150’ler ile borç para alırken ve bugün
devletin...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Genç, süreniz bitti. Lütfen...
KAMER GENÇ (Devamla) – 1 dakika verirseniz, öteki
maddelerde konuşmayacağım.
Gidip de, yüzde 150'ler seviyesinde borç para alırken,
bu kadar dolarları nereden bulacak arkadaşlarım, nereye harcayacak, nasıl
bulacak; öncelikli projenin bu olması lazımdı. Ben projeye karşı değilim; ama,
gidip de, Rusya Devletine 3 milyar dolarlık bir anlaşma Mavi Akımla yaparsanız,
Türkiye'de daha hiçbir şey yokken, getirip de bir 329 milyar dolar verirseniz
-daha da onunla bitip bitmeyeceği de şey- biz, bunları, milletin kürsüsünde
dile getirmek zorundayız. Bunu getirdiğmiz için, işte bu Bakan, bize
"zaten huyu budur" diyor, bize karşı çıkıyor. Benim kimseyle hesabım
yok. Ben, milletin hakkını arıyorum arkadaşlar. Bu millet de, yarın seçimlerde
herkesten hesabını soracaktır.
Saygılar sunarım. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın hatip...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, bir iki hususu düzeltmem
lazım.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Hem Mecliste birtakım yanlış anlaşılmalara
sebep oluyor hem de Sayın Genç'e, belki bir kere daha söyleyince, anlaşılabilir
hale gelir diye düşünüyorum.
Şimdi, ben biraz önce konuşmamda dedim ki: "Bu
anlaşma ve bu anlaşmanın bütün ekleri, Türkiye Büyük Millet Meclisine teslim
edildi."
Şimdi, tabiî, bizim sözlerimize, Sayın Genç'te bir şey
var, özel itimatsızlık var. Ben şimdi tekrar söylüyorum: Bu anlaşma ve bu
ekindeki bütün protokoller, hiçbir şey gizlenmeden, hiçbir şey saklanmadan,
aynıyle Türkiye Büyük Millet Meclisine, Bakanlar Kurulu kararıyla birlikte
teslim edilmiştir.
Devam ediyorum; sadece bu anlaşma da değil,
Gürcistan'ın yapmış olduğu anlaşma da teslim edilmiştir, Azerbaycan'ın yapmış
olduğu anlaşma da teslim edilmiştir.
Yine tekraren, biraz önce kürsüde söyledim, ama, yine
tekraren ifade ediyorum. Bizim, 1 milyar 300 milyon dolarlık bir finansı
sağlamak gibi bir yükümlülüğümüz yoktur. Müteahhit ne demektir; müteahhit,
kendisine verilen parayla bu işi yapan insan demektir. Bu tarifler, herkesce
malum tariflerdir. Bizim böyle bir yükümlülüğümüz yok. Bize bu para verilirse,
biz bu işi yapacağız.
Yine bir başka husus: 99 milyar dolar temin
edilecektir. Hayır, o parayı da biz temin etmeyeceğiz. Bizim yapacağımız, 99
milyon dolarla, bu sabit fiyatla istimlakleri gerçekleştirmektir. Tabiî, biz,
bu 99 milyon doları, hadi 80 olsun veya 90 olsun diye bulmadık. BOTAŞ'ın, aynı
mahalde yapmış olduğu gaz boru hattı nedeniyle -ki, gaz boru hattı ile petrol
boru hattı belli bir kilometreyi paralel geçeceklerdir- orada yapmış olduğu
istimlaklerdeki bedelleri değil, bu istimlaklere istinaden açılan tezyidi bedel
davalarını esas aldık ve üzerlerine belli bir emniyet payı ekledik. Yine,
ayrıca, eğer 99 milyon dolardan aşağı mal edersek, aradaki fark da bize
kalacak.
Saygılar sunuyorum Sayın Başkan.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, o zaman Meclis
Başkanı olarak, siz...
BAŞKAN – Neyse efendim; tamam. Teşekkür ederim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir dakika efendim... Neyse
değil... Siz, Meclis Başkanı olarak, buraya ekleri niye eklemediniz? Onu söyler
misiniz... Lütfen...
BAŞKAN – Sayın Genç...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Muhatabımız sizsiniz efendim.
BAŞKAN – Efendim, buyurun... Gecenin bu saatinde,
buyurun... Lütfen...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, arkadaşlar, Meclis
Başkanı niye bunları gizledi; söylesin.
AHMET KABİL (Rize) – Saat 02.00 oldu, seni mi
dinleyeceğiz?!
MİRAÇ AKDOĞAN (Malatya) – Şuraya kadar geldi!..
BAŞKAN – Sayın Batuk, buyurun, sorunuzu
yöneltebilirsiniz Sayın Bakana efendim.
MEHMET BATUK (Kocaeli) – Sayın Başkan, Sayın Bakandan
öğrenmek istediğim husus şu...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Gelsin canım... Nereye gelirse
gelsin be!..
MİRAÇ AKDOĞAN (Malatya) – Sesini kes be!..
BAŞKAN – Sayın Genç...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim?..
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı
altındasınız. Lütfen... Sizi bu çatıya uygun davranmaya davet ediyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sizin davranışınız uygun değil.
Buraya, bu anlaşmanın eklerini eklemek zorundasınız.
BAŞKAN – Bakın, ne kürsüde ne yerinizde, bir
milletvekiline yakışan bir davranış içinde değilsiniz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – O davranışlar size yakışmıyor...
BAŞKAN – Sizin düştüğünüz duruma düşmemek için, Sayın
Bakan, sizin hitaplarınıza cevap vermedi. Türkiye Cumhuriyetinin bir Başbakan
Yardımcısına ve Bakanına "bu Bakan" diye hitap etmek, ne size ne de
hiçbir milletvekiline yakışmaz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Peki, Sayın Başkan...
BAŞKAN – Çok rica ediyorum... Tamam efendim... Lütfen,
bana cevap vermeyin...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir dakika efendim... Beni itham
ettiniz. O, bana "bu milletvekili denilen kişi" dediği zaman niye
müdahale etmediniz?
BAŞKAN – Siz, bu milletvekilisiniz. Buyurun.
AHMET KABİL (Rize) – Sana "bu" bile az!
MİRAÇ AKDOĞAN (Malatya) – Yüzkarası!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sizin arkadaşınız buraya çıktı
diyor, niye buradan müdahale etmiyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın Batuk, buyurun efendim, sorunuzu
sorabilirsiniz.
MEHMET BATUK (Kocaeli) – Sayın Başkanım, Sayın Bakandan
sormak istediğim husus şudur: Bu projeyle ve diğer enerji projeleriyle alakalı
hazine garantisi ve Hazinenin açacağı krediler hususunda, Dünya Bankasıyla bir
anlaşma yapıldığı ve bu anlaşmada, üç Sayın Başbakan Yardımcımızın imzasıyla,
Dünya Bankasının onayı olmayan hiçbir projeye Hazinenin garanti veya kredi
sağlamayacağı ifade ediliyor basında yer aldığı kadarıyla. İki ay kadar önce,
böyle bir anlaşmanın imzalandığı yer aldı. Bakanlık tarafından da tekzip
edilmediğine göre, Sayın Bakan, Hazinenin kredi veya garanti sağlaması
hususunda, Dünya Bankasıyla, böyle bağlayıcı bir anlaşma yapıp yapmadıklarını
açıklarlarsa memnun olurum.
İkincisi; böyle bir projede, Dünya Bankasının,
Hazinenin yapacağı işlerlerle ilgili belirleyici olacağı eğer doğruysa, bu
anlaşmanın Meclis tarafından onaylanmasının ne hükmü kalacağını öğrenmek
istiyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Buyurun Sayın Bakan.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkalel) – Bunun Dünya Bankasıyla hiçbir alakası
yoktur. Tabiî ki, bu anlaşmaya finans temini noktasında Dünya Bankasının da
katkıları olursa herhalde hepimiz de seviniriz bir an önce gerçekleşecek diye.
Diğer soruya da yazılı cevap vereceğim gündemle de bir
alakası olmadığı için.
Arz ederim.
MEHMET BATUK (Kocaeli) – Sayın Bakanım, hazinenin
kredisi ve garantisiyle ilgili Dünya Bankası onayı söz konusu ediliyor haberde.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Yok öyle bir şey.
MEHMET BATUK (Kocaeli) – O zaman tekzip edin Sayın
Bakanım.
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Tekziplerimiz dosya oldu Sayın
Milletvekilim, burada; her gün onlarla uğraşıyoruz zaten.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkanım, biraz
evvel benim sorduğum sorulara cevap vermedi "sonra cevap vereceğim"
dediler.
BAŞKAN – "Yazılı olarak cevap vereceğim"
dedi.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Acaba, konuyla ilgili
değil miydi ki cevap vermedi?
ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Biraz evvel sizin sorunuza da cevap verdim
istimlak bedelleriyle ilgili; ama, bir şey demiyorum yine de.
BAŞKAN – Sayın Genç, 488 sıra sayılı, şu anda
görüşmekte olduğumuz rapor basılı elinizde değil mi efendim?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet, bu.
BAŞKAN – "Not: Anlaşmanın ve protokolun ekleri çok
hacimli olduğundan bastırılamamıştır; ekler ilgili tasarı dosyasındadır."
Eğer çok meraklıysanız yarın gidin...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Nerede?
BAŞKAN – Nerede olduğunu yarın sorarsınız öğrenirsiniz.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Müteakip maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.– Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Gruplar adına söz talebi?.. Yok.
Şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç?..
KAMER GENÇ (Tunceli) – Konuşmayacağım.
BAŞKAN – Vazgeçiyorsunuz.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3.– Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına,
Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak?.. Vazgeçiyorsunuz.
Şahsı adına, Sayın Kamer Genç?.. Vazgeçiyorsunuz.
Sayın Melek Denli Karaca?..
Sayın Bedri Yaşar?..
Sayın Yusuf Kırkpınar?..
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya
tabidir.
Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için 3 dakika süre veriyorum efendim.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti,
Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasında Petrolün Azerbaycan Cumhuriyeti,
Gürcistan ve Türkiye Cumhuriyeti Ülkeleri Üzerinden, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ana
İhraç Boru Hattı Yoluyla Taşınmasına İlişkin Anlaşmanın ve Türkiye Cumhuriyeti,
Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Toprakları Üzerinden Petrol Taşınmasına
Dair Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti ve Gürcistan Arasındaki
Anlaşmanın Değiştirilmesine İlişkin Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan Cumhuriyeti
ve Gürcistan Arasında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısının yapılan açık oylamasında, kanun tasarısı 183 kabul, 2 ret ve 3
çekimser 7 mükerrer oyla kanunlaşmış bulunmaktadır; hayırlı ve uğurlu olmasını
diliyorum.
Sayın Bakan bir kısa teşekkür konuşması yapacak.
Buyurun efendim.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
öncelikle, bu sözleşmeye verdiğiniz destek için teşekkür ediyorum.
Gerçekten, 21 inci Yüzyılda tayin edici olacak ana
ihraç petrol boru hattıyla, Türkiye, 21 inci Asrın en dev projelerinden birine
ev sahipliği yapacaktır. Bu projenin gerçekleşmesi noktasında, bugüne kadar
emeği geçen herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum ve bu projenin, bu noktaya
taşınmasında çalışma grubu olarak faaliyet gösteren bütün bakanlık
temsilcilerine teşekkür ediyorum; ama, neticede, nihayette, bu projeyi,
Azerbaycan Meclisinin kabulünden, Gürcistan Meclisinin kabulünden sonra Türkiye
Büyük Millet Meclisinin de bu kabul kararı çok büyük bir önem atfetmektedir. Bundan
sonra çok hızlı yürüyecektir; hep beraber izleyip, göreceğiz.
Tekrar teşekkür ediyorum. (ANAP, DSP ve MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince,
soruşturma komisyonları raporlarını sırasıyla görüşmek için, 22 Haziran
Perşembe günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati : 02.21
BİRLEŞİM 114 ÜN SONU