DÖNEM : 21 CİLT
: 35
YASAMA YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
113 üncü Birleşim
20 . 6. 2000
Salı
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – YOKLAMALAR
IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan’ın, Muğla İlindeki balık üretim
çiftlikleri sahiplerinin sorunları ile alınması gereken önlemlere ilişkin
gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı
2. – Burdur Milletvekili Mustafa Örs’ün, Burdur İlinin sorunlarına
ilişkin gündemdışı konuşması
3. – Hatay Milletvekili Levent Mıstıkoğlu’nun, Mustafa Kemal
Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesince kullanılmakta olan Sağlık Bakanlığına ait
Pirinçlik’teki tesislere ilişkin gündemdışı konuşması
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Muğla Milletvekili Nazif Topaloğlu’nun (6/707, 6/708, 6/709) esas
numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/270)
C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. – Fazilet Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Mehmet Recai
Kutan ve 35 arkadaşının, uyguladığı yanlış politikalarla tarım sektörünün
olumsuz yönde etkilenmesine neden olduğu iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı
Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2)
V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. – Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/459) (S. Sayısı: 449)
2. – Kastamonu Milletvekili M. Hadi Dilekçi’nin Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/460) (S. Sayısı: 450)
3. – İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak’ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/461) (S. Sayısı: 451)
4. – “Ticaret ve Sanayi Odaları”, “Ticaret Odaları”, “Sanayi Odaları”,
“Deniz Ticaret Odaları”, “Ticaret Borsaları” ve “Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz
Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği” Kanununa Bir Geçici Madde
Eklenmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair
Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonu Raporu (1/641) (S. Sayısı: 484)
5. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı
Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433)
6. – 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin Eki Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları
Raporları (1/601) (S. Sayısı: 426)
7. – Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Millî Savunma ve Adalet Komisyonları Raporları (1/657) (S. Sayısı:
421)
VI. – ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1. – (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin “Özel Gündemde
Yer Alacak İşler” kısmında yer almasına ve Anayasanın 99 uncu maddesi
gereğince, gündeme alınıp alınmaması hususundaki görüşmelerin 21.6.2000 tarihli
birleşimde yapılmasına; gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edildiği
takdirde gensorunun özel gündemde yer almasına ve görüşmelerinin 26.6.2000
Pazartesi günü yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi
B) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1. – Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın
yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi
VII. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A) GÖRÜŞMELER
1. – İstanbul Milletvekili Nazif Okumuş ve 43 Arkadaşı ile Ankara
Milletvekili Cemil Çiçek ve 21 Arkadaşının, Türkiye Kızılay Derneğinin
Sorunları ile Faaliyetlerinin Araştırılarak Gelir Kaynaklarının Daha Etkin
Kullanılması İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın
98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Birer Meclis Araştırması
Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/73,
74) (S. Sayısı: 405)
2. – 20 nci Yasama Döneminde Konya Milletvekili Hüseyin Arı ve 56
Arkadaşı Tarafından Verilen Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996
Yılında Özürlülerin Memurluğa Alınması İçin Açılan Sınavda Mevzuata Aykırı ve
Usulsüz İşlemler Yapılmasına Göz Yumarak Görevini İhmal Ettiği ve Kötüye
Kullandığı ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 230 ve 240 ıncı Maddelerine
Uyduğu İddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Mustafa Kul Hakkında
Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis
Soruşturması Açılmasına İlişkin Önerge ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu
(9/34) (S. Sayısı: 410)
VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak’ın, eski Cumhurbaşkanı
Kenan Evren hakkında iddianame hazırlayan Adana Cumhuriyet Savcısına ilişkin
sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/1810)
2. – İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in, GAP Bölgesindeki arazi
satışlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Şuayip Üşenmez’in cevabı (7/1814)
3. – Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Adana İli ve ilçelerinde
yürütülen proje ve hizmetlere ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami
Türk’ün cevabı (7/2060)
4. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, 4 üncü GSM ihalesinden
sonra Demirbank hisse senedi sahiplerinin borsada zarar ettikleri iddialarına
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal’ın cevabı (7/2065)
5. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, İstanbul’da yapımı planlanan göz
hastanesi için ayrılan ödeneğe ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un
cevabı (7/2071)
6. – Erzurum Milletvekili Mücahit Himoğlu’nun, Ege adaları konusunda bir
dergide yer alan habere ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in cevabı
(7/2074)
7. – Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı’nın, kamu kurumlarındaki
ücret dengesizliklerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü Sina
Gürel’in cevabı (7/2098)
8. – Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu’nun, D-8 projesine ilişkin
sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in cevabı (7/2109)
9. – Antalya Milletvekili Mehmet Zeki Okudan’ın, esnaf ve sanatkârlara
kullandırılan kredilerin faiz oranlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı H. Hüsamettin Özkan’ın cevabı (7/2116)
10. – İstanbul Milletvekili İsmail Aydınlı’nın, bir davada sanık
durumunda olan polislerin mahkemeye getirilmediği iddialarına ilişkin sorusu ve
İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/2120)
11. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışmayı Teşvik Fonuna ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin
cevabı (7/2124)
12. – Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın, Erzincan’a Vakıflar
Şube Müdürlüğü kurulup kurulmayacağına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel
Yalova’nın cevabı (7/2127)
13. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak’ın, Emlakbank’tan Egebank’a
kredi verilip verilmediğine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Faruk Bal’ın yazılı
cevabı (7/2131)
14. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, bakanlık fonlarından
belediyelere gönderilen paralara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın
cevabı (7/2139)
15. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, haklarında soruşturma açılan
belediye başkanı olup olmadığına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin
Tantan’ın cevabı (7/2140)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açılarak iki oturum yaptı.
Yapılan yoklamalar sonucunda Genel Kurulda toplantı yetersayısı
bulunmadığı anlaşıldığından, 20 Haziran 2000 Salı günü saat 15.00’te toplanmak
üzere, birleşime 14.32’de son verildi.
Mehmet
Vecdi Gönül
Başkanvekili
Burhan Orhan Levent Mıstıkoğlu
Bursa Hatay
Kâtip Üye Kâtip Üye
No.: 157
II. – GELEN
KÂĞITLAR
19.6.2000 PAZARTESİ
Sözlü Soru
Önergeleri
1. - Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, Bolu Tünel inşaatına ilişkin Bayındırlık ve
İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/737) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)
2. - Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, Ayaş Tüneli Projesine ilişkin Bayındırlık ve
İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/738) (Başkanlığa geliş tarihi:
16.6.2000)
3. - Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, Türk Ticaret Bankası Genel Müdürü hakkında
açılmış ceza davası olup olmadığına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi
(6/739) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)
Yazılı
Soru Önergeleri
1. - İstanbul
Milletvekili Yücel Erdener’in, Türkiye’de avcılığın idaresi, yaban
hayatı ve atıcılığa ilişkin Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/2228)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)
2. - İstanbul
Milletvekili Yücel Erdener’in, Türkiye’de avcılığın idaresi, yaban
hayatı ve atıcılığa ilişkin Devlet Bakanından (Fikret Ünlü) yazılı soru
önergesi (7/2229) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)
3. - Ankara
Milletvekili M.Zeki Çelik’in, Bakanlığa bağlı müzelere ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2230) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)
4. - Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, vakıf
üniversitelerine yapılan yardımlara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2231) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)
5. - Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, vakıf
üniversitelerine yapılan yardımlara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2232) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)
6. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, ortaöğretim
okullarında meydana gelen şiddet olaylarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2233) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)
7. - Antalya Milletvekili Mehmet Zeki Okudan’ın,
Türkiye’nin kükürt ihtiyacına ve Isparta’daki Keçiborlu Kükürt Fabrikasına ilişkin
Devlet Bakanından (Şükrü Sina Gürel) yazılı soru önergesi (7/2234) (Başkanlığa
geliş tarihi: 16.6.2000)
8. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Bolu Tüneli
inşaatına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2235)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)
9. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Jeotermal
Enerji Kaynaklarının kullanımına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/2236) (Başkanlığa geliş tarihi:
16.6.2000)
10. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, trafik
kazalarının nedenlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2237) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)
11. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Kombassan
Holdinge ayrımcı uygulamalar yapıldığı iddialarına ilişkin Devlet Bakanından
(Recep Önal) yazılı soru önergesi (7/2238) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)
12. - Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün, Uzaktan Eğitim Vakfı’na ilişkin Millî
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2239) (Başkanlığa geliş tarihi:
16.6.2000)
13. - Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün,
Ankara-Çankaya İlçesi Mürsel Uluç Mahallesinin sağlık sorunlarına ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2240) (Başkanlığa geliş tarihi:
16.6.2000)
14. - Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün,
Ankara yöresindeki çiftçilerin ve hayvan yetiştiricilerinin sorunlarına ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2241) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.6.2000)
Gensoru
Önergesi
1. - Fazilet
Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Mehmet Recai Kutan ve 35
arkadaşının, uyguladığı yanlış politikalarla tarım sektörünün olumsuz yönde
etkilenmesine neden olduğu iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf
Gökalp hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı Maddeleri uyarınca bir
gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)
(Dağıtma tarihi: 19.6.2000)
Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru
Önergeleri
1. - Ardahan Milletvekili Saffet Kaya’nın, TEDAŞ
Bayburt müessesesinde görevine son verilen güvenlik görevlilerine ilişkin
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru
önergesi (7/1958)
2. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Akkuyu Nükleer
Elektrik Santrali ihalesine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/1965)
3. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Çin’in Doğu
Türkistan’ı işgaline ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1971)
4. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun, bazı MİT
görevlilerinin basın kuruluşlarında çalıştığı iddialarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/1973)
5. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, İsrail Eğitim
Bakanının beyanları hakkında bir girişimde bulunulup bulunulmadığına ilişkin
Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1976)
No. : 158
20 . 6 . 2000
SALI
Kanun
Hükmünde Kararname
1. - Başbakanlık Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Hükmünde Kararname (1/706) (Anayasa ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2000)
Tasarılar
1. - Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu Arasında
Hukukî, Ticarî ve Cezaî Konularda Adli Yardımlaşma Sözleşmesinin ve Sözleşmeye
İlişkin Notaların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/707)
(Adalet ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2000)
2. - Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan Cumhuriyeti
Arasında Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı ile Yunanistan Cumhuriyeti Kamu
Düzeni Bakanlığı Suç ile, Özellikle Terörizm, Örgütlü Suçlar, Uyuşturucu Madde
Kaçakçılığı ve Yasa Dışı Göç ile Mücadelede İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/708) (İçişleri ve
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2000)
3. - Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/709) (Plan ve Bütçe
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)
Teklifler
1. - Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Ankara
Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün; 9.6.1930 Tarih ve 1700 Sayılı Dahiliye
Memurları Kanununa Bir Geçici Madde ve Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun
Teklifi (2/555) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.6.2000)
2. - Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Ankara
Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün; 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun Bir
Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/556) (Plan ve Bütçe
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.6.2000)
3. - Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Ankara
Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün; 867 ve 170 Sayılı Ziraat Vekaletine Merbut
Bazı Mektep ve Müesseselerin Sureti İdaresi Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/557) (Tarım, Orman ve Köyişleri ve Plan ve
Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2000)
4. - Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici’nin; Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılması Hakkında İçtüzük Teklifi
(2/558) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2000)
Raporlar
1. - Türkiye Cumhuriyeti ile Hindistan Cumhuriyeti
Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe ve
Dışişleri Komisyonları Raporları (1/671) (S. Sayısı: 489) (Dağıtma tarihi:
19.6.2000) (GÜNDEME)
2 .- Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Kastamonu
Milletvekili Murat Başesgioğlu, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili
Konya Milletvekili Ömer İzgi, Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Ankara
Milletvekili Saffet Arıkan Bedük, Fazilet Partisi Grup Başkanvekili İstanbul
Milletvekili İsmail Kahraman ve Demokratik Sol Parti Grup Başkanvekili Konya
Milletvekili Emrehan Halıcı’nın, 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen
Kütükleri Hakkında Kanunun 47 nci Maddesine Bir Fıkra Eklenmesi Hakkında Kanun
Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/527) (S. Sayısı: 494) (Dağıtma tarihi:
19.6.2000) (GÜNDEME)
3. - İzmir Milletvekilleri Suha Tanık ve Işılay
Saygın’ın, İzmir İlinde Uzundere Adı ile Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun
Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin
Önergesi (2/365) (S. Sayısı: 498) (Dağıtma tarihi: 19.6.2000) (GÜNDEME)
4. - Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Kurulmasına
İlişkin Kanun Tasarısı ve Dışişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları
(1/700) (S. Sayısı: 504) (Dağıtma tarihi: 20.6.2000) (GÜNDEME)
Yazılı Soru
Önergeleri
1. - İstanbul Milletvekili M. Murat Sökmenoğlu’nun,
yurtdışına çıkışlardaki vize uygulamalarına ilişkin Dişişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2242) ( Başkanlığa geliş tarihi: 19.6.2000)
2. - Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan’ın, deprem
felaketinden sonra çeşitli kuruluşlarca düzenlenen yardım kampanyalarına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2243) (Başkanlığa geliş tarihi:
19.6.2000)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma Saati
: 15.00
20 Haziran
2000 Salı
BAŞKAN :
Başkanvekili Nejat ARSEVEN
KÂTİP ÜYELER
: Melda BAYER (Ankara), Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113 üncü
Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz
vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, Muğla İlindeki balık çiftliklerinin
sorunları hakkında söz isteyen Muğla Milletvekili Sayın Fikret Uzunhasan'a
aittir.
Buyurun Sayın Uzunhasan (DSP sıralarından alkışlar)
IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – Muğla Milletvekili Fikret
Uzunhasan’ın, Muğla İlindeki balık üretim çiftlikleri sahiplerinin sorunları
ile alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve
Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı
FİKRET UZUNHASAN (Muğla) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
21 inci Yüzyıla girmiş olmamıza rağmen, besin üretim
kaynaklarının ve alanlarının daralması, dünyamız için hâlâ önemli bir
tehdittir. Son yıllarda, protein açığının kapatılabilmesi için, gelişmiş
ülkeler, denizlere ve denizlerdeki su ürünlerine büyük önem vermişlerdir. FAO
bilgilerine göre, denizlerden elde edilen su ürünleri toplamı 120 milyon
tondur, yetiştirilen balık miktarı ise 20 milyon ton kadardır.
Ülkemiz, gerek iklim ve ekolojik gerekse topografik
olarak su ürünleri yetiştiriciliğine uygun dünyanın sayılı ülkelerinden
biridir. Ancak, uygulamada yaşanan sıkıntılar, ne yazık ki, bizi, bu üretimde
çok gerilerde bırakmıştır. Örneğin, bizim kıyılarımızın 1/3'ü kadar kıyılara
sahip olan Japonya, yılda 450 000 ton balık üretirken, biz, ancak 25 000 ton,
yani, Japonya'nın yaklaşık 1/18'i kadar balık üretebiliyoruz. Hatta, bizden çok
sonra bu işe başlayan Yunanistan'dan bile daha az üretim yapabiliyoruz.
Türkiye'de ilk defa ağ kafeslerde deniz balığı
yetiştiriciliği Muğla'da başlamıştır. Çok kısa zamanda ülkemizde mevcut olan
300 ağ kafeslerde balık üretim çiftliğinin 176'sı burada kurularak, toplam
üretime yüzde 65'lik katkı sağlamıştır. 1999 yılı üretimi 13 000 ton olmuş ve
179 trilyon Türk Lirası kaynak oluşturulmuştur. Yaklaşık 38 milyon dolar
dışsatım yapılmıştır. Muğla İlinde bu sektör, 7 200 kişilik istihdamla yerli
halka önemli bir iş sahasıdır. Ancak, bu gelişmeye paralel olarak, daha çok,
devlet kuruluşları arasındaki yetki karmaşasından kaynaklanan bazı problemler,
bu sektörü durma noktasına doğru hızla sürüklemektedir; oysa, 1380 sayılı Yasa,
bütün bu görevleri, Tarım Bakanlığı ve onun illerdeki kuruluşları olan Tarım İl
Müdürlüklerine vermiştir. Ancak, Muğla sahillerinin yoğun olarak turizme hizmet
verdiğini dikkate alırsak, Turizm Bakanlığının görüşlerini almamak mümkün
değildir; böyle de yapılmış ve sonuçta, bu sahillerin onbinde 2'si gibi çok az
kısmı balık çiftliklerine ayrılmıştır ve geri kalan sahiller turizme
bırakılmıştır.
Sayın milletvekilleri, bu iki sektör, esasen, birbirine
destek veren iki sektördür. Hatta, gelişmiş ülkelerde, örneğin, Amerika,
Japonya, Norveç, İngiltere, Kanada ve hatta Yunanistan'da, yer darlığından,
balık çiftlikleri, bir yandan, üretim yaparken, aynı zamanda, turizme hizmet
veren birer işletme haline dönüştürülmüştür.
Diğer yandan, Çevre Bakanlığının, Denizcilik
Müsteşarlığının, Sağlık Bakanlığının, Muğla Valiliğinin, Bayındırlık ve İskân
Bakanlığının, Orman Bakanlığının görüş ve müsaadelerine başvurulmuştur; son
olarak da, bu sahaların denizlerdeki sahibi olan Maliye Bakanlığının
müsaadesiyle, 2886 sayılı Yasa çerçevesinde ihalesi yapılıyor ve sözleşmeye
bağlanıyor. Yani, kısaca, üretime uygun sahaların tespitinde ve balık üretim
çiftliklerinin kurulmasında yetkili olan Tarım Bakanlığının yanında, sekiz ayrı
devlet kuruluşu görüş sahibidir. İşte, bu kadar geniş yetki yelpazesi
içerisinde üretici ve sektör, dış müdahalelere karşı savunmasız ve çaresiz
kalmaktadır. Durumdan istifade etmek isteyen bazı güçler tarafından, daha çok
bu çiftliklerin yoğun olarak bulunduğu Milas-Güllük Koyunda, balık çiftlikleri,
deniz kirliliği ve görüntü kirliliği yapıyor gerekçesiyle, ruhsatlı
çiftliklerin yerinden sökülüp, bunların üretime uygun olup olmadığı belli
olmayan açık denizlere kurulmaları istenmektedir. Diğer yandan, Muğla Valiliği
de, sadece turizm diyerek, bu çiftliklerin ruhsatlarını iptal etmek için
kollarını sıvamış durumdadır. Gerekçesini de, sanki danışıklı, temyizsiz ve
defanssız bir mahkeme sonucuna dayandırmaktadır; oysa, deniz yüzeyinin
kiralanması işi, 2886 sayılı Yasaya göre yapılmıştır. Sözleşme gereği,
taraflardan biri üretici, diğeri ise, Maliye Bakanlığıdır. Bu sözleşmenin 15
inci maddesi, "projeye dayalı kiralamalarda, sözleşmenin feshinden önce
Tarım Bakanlığının görüşü alınır" der. Bildiğim kadarıyla, bu konuda,
Tarım Bakanlığının görüşüne başvurulmamıştır.
Kirlilik sorununa gelince: Balık çiftliklerinin,
bulundukları ortamı kirletme şansları yoktur; çünkü, balık kirli ortamda
yaşamaz, kısaca, çiftliğin bulunduğu yer, ortamın laboratuvarıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Uzunhasan, lütfen tamamlayın efendim.
FİKRET UZUNHASAN (Devamla) – Kaldı ki, rutin olarak
kirlilik kontrolları yapılmaktadır. Bu kontrolların hiçbirinde çiftliklerden
kaynaklanan olumsuz bir sonuçla karşılaşılmamıştır. Oysa, çiftliğin olmadığı
diğer yerleşim birimlerinin bulunduğu yerlerden alınan örneklerde, kirlilik,
tehlike sınırını aşmaktadır.
Netice olarak, dünyada hızla gelişmekte olan bu
sektörün önündeki bütün bürokratik engellerin aşılması ve geç kalınmadan
gereğinin yapılması şarttır, bu çiftliklerin kapasite artırmalarına müsaade
edilmelidir. Kaldı ki, Muğla Bölgesinde kurulu çiftlik işletmecisinin hiçbiri
devletten teşvik almadığı gibi, böyle bir beklentileri de yoktur, yeter ki,
rahat bırakılsınlar. 13 000 ton yıllık üretimi 2'ye, 3'e, hatta 4'e katlamaları
mümkündür. Bu sektörden ülke ekonomisi, en az turizmdeki kadar girdi temin
edebilir.
Sözlerime son verirken, Sayın Başkana, müsamahalarından
dolayı teşekkür ediyor, Yüce Heyete saygılarımı sunuyorum. (DSP ve MHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Uzunhasan.
Gündemdışı konuşmaya, hükümet adına, Tarım Bakanı Sayın
Hüsnü Yusuf Gökalp cevap vereceklerdir.
Buyurun Sayın Bakan.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sivas) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Muğla Milletvekilimiz Sayın Fikret Uzunhasan'a, Türkiye
su ürünlerini ilgilendiren ve özellikle de Muğla'daki su ürünü
yetiştiricilerinin problemlerini dile getiren bu konuşmasından dolayı teşekkür
ediyorum. Bunu fırsak bilerek, Türkiye'de su ürünleri yetiştiriciliği ve
özellikle de Muğla'daki su ürünleri yetiştiricilerinin problemleri ve bu
problemlerin çözümüyle ilgili, Bakanlığımızın görüşlerini arz etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepimiz
biliyoruz ki, dünya nüfusunun hızla arttığı ve açlık meselesinin önemli
boyutlar kazandığı günümüzde, hayvansal protein kaynaklarının geliştirilmesi
zorunluluk arz etmektedir. Özellikle, protein açığının kapatılmasında, su
ürünleri, değerli ve olmazsa olmaz gıda kaynaklarıdır. Yine, beslenme
biyokimyacılarının bildirdiğine göre, balık etinin, su ürünlerinin yerine ikame
edilecek, başka değerli bir protein kaynağı yoktur.
Türkiye, 3 tarafı denizlerle; ancak bir o kadar da göl,
gölet, baraj, akarsu kaynaklarıyla, bir noktada 5 tarafı suyla çevrili ve
zengin su potansiyeline sahip bir ülkedir. Yine, uzun bir kıyı şeridine sahip
olduğumuz gibi, içsu kaynaklarımızın potansiyelleri de gereği şekilde
değerlendirilirse, Türkiye, şu anda ürettiği su ürünlerinin çok daha fazlasını
üretme imkânına sahiptir.
Bu yüksek potansiyele rağmen, ne yazık ki, dünyada da
oldukça ucuz bir gıda kaynağı olan deniz ürünleri avcılığımız, üreticiliğimiz,
diğer ülkelerle mukayese edildiğinde çok yetersizdir. Son rakamlara göre, 433
000 ton deniz ürünleri avcılığı, 54 000 ton kadar içsu ürünleri avcılığı, 57
000 ton yetiştiricilik olmak üzere, toplam 544 000 ton su ürünleri
üretilmektedir. Bu üretimden sağlanan katmadeğer ise 303 trilyon lira
civarındadır. 1999 yılı istatistiklerine göre, toplam olarak 590 000 ton
civarında su ürünleri elde edilmiştir. Bunun yaklaşık 65 000 tonunun
yetiştiricilikten elde edildiğini biliyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son rakamlara
göre Türkiye'de kişi başına su ürünleri tüketimi yalnızca 7,5 kilogramdır.
Ancak, bu rakamın dünya ortalaması 15 kilogram, Avrupa Birliği ülkeleri
ortalaması ise 23 kilogramdır; yani, Avrupa Birliği ülkelerinde, kişi başına,
23 kilogram balık eti tüketilirken, bu rakam, Türkiye'de, kişi başına 7,5
kilogramdır.
Ülkemizde, su ürünleri üretimini, Avrupa Birliği
ülkelerinin bugünkü seviyesine çıkarabilmemiz için, en az üç kat artırmamız
gerekmektedir. Ülkemizde, izah ettiğim su ürünleri üretimine uygun çok büyük
bir potansiyel olmasına rağmen, elde edilen ürünlerin çok düşük olduğunu bizzat
görmekteyiz. Nitekim, avcılık yoluyla 1 milyon ton, yetiştiricilik yoluyla
kolaylıkla 500 000 ton olmak üzere toplam 1,5 milyon ton su ürünü üretmemiz
imkân dahilindedir.
Türkiye'de, su ürünü yetiştiriciliğinin durumu nedir:
Bilindiği üzere, nüfusun ve beslenme problemlerinin hızlı bir şekilde arttığı
dünyada ve ülkemizde, su ürünlerine olan talep de giderek artmaktadır.
Özellikle, olan bu talep, yetiştiricilik yoluyla karşılanmaktadır. Üç tarafı
denizlerle çevrili ve iç su kaynakları bakımından çok iyi imkânlara sahip olan
ülkemizde, balık yetiştiriciliği potansiyeli diğer birçok ülkeye göre çok daha
yüksektir.
Yine, istatistiklere göre, dünya su ürünleri üretiminin
yaklaşık yüzde 23'ü, yetiştiricilikten elde edilmektedir. Yine, son rakamlara
göre, Türkiye'ye baktığımız zaman, Türkiye'de, yetiştiricilikten sağladığımız
su ürünleri üretimi, ancak, toplam üretimin yüzde 10'u kadardır.
1971 yılında sayısı 1 olan yetiştiricilik tesisi, 1999
yılı sonu itibariyle 1 400'lere, proje kapasitesi ise 65 000 tona ulaşmıştır.
Toplam 1 400 civarındaki bu yetiştirici işletmenin 1 120'si içsu, 324'ü de
deniz ürünleri projesidir. Yine, 1998 yılında yapılan yetiştiricilik üretiminin
miktar olarak yüzde 59'u içsularda, yüzde 41'i de denizlerde yapılmaktadır.
Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde su
ürünleri yetiştiriciliği, özellikle denizlerde çipura ve levrek
yetiştiriciliği, türlerin biyolojik özellikleri, ekolojik yapılanmalar, yatırım
maliyetlerinin düşük olması, birim alandan elde edilen ürünün yüksek olması
nedeniyle, denizlerde ağ kafeslerde yapılmasını gerektirmektedir. Ülkemiz Ege
ve Akdeniz sahilleri, bu tip kafes yetiştiriciliği için son derece uygun
özellikler taşımaktadır. Bu sahiller, aynı zamanda, turizm yatırımları için de
uygun özellikler taşımaktadır. Kamuoyunda, herhangi bir araştırma ve incelemeye
dayandırılmadan, balık çiftliklerinin, başta turizm, tatil yerleşimleri, yat
turizmi ve ulaşım gibi faaliyetlere engel olduğu, kirliliğe neden olduğu gerekçesiyle,
bu sektör, olumsuz bir şekilde etkilendirilmekte ve kamuoyunda yanlış bir
şekilde tartışmaya konu olmaktadır. Oysa, balıkçılık ve turizm, birbirlerini
tamamlayan iki önemli sektördür ve asla birbirinin rakibi değildir.
Nitekim, aynı suları paylaştığımız Yunanistan'da,
çipura ve levrek yetiştiriciliğinden elde edilen üretim, 1988 yılında 330 ton
iken, 1998 yılında 40 000 tonu ve 1999 yılı sonunda ise 60 000 tonu bulmuştur.
Ülkemizde, bu üretim, 1998 yılında yalnızca 105 ton iken, çeşitli engellemeler
nedeniyle, ancak 18 000 tona ulaşabilmiştir. Şüphesiz, Yunanistan da, bizim
gibi bir turizm ülkesidir ve aynı çevre şartlarına ve duyarlılığına onlar da
sahiptirler. Özellikle Yunanistan, ticarî olarak, çipura ve levrek
yetiştiriciliğine bizden daha sonra başladığı halde, Avrupa Birliğinin
desteğiyle, Yunanistan'da bu sektör hızla gelişerek hem üretim miktarı olarak
hem de pazarlama organizasyonları olarak büyük bir mesafe katetmiştir.
Uygun kaynaklarımıza rağmen, gerek bürokratik engeller
ve gerekse bundan kaynaklanan organizasyon bozuklukları nedeniyle, ülkemiz su
ürünleri sektörü, Avrupa ülkeleriyle rekabet edemez duruma gelmiştir. Su
ürünleri yetiştiricilik sektörü, ülkemize önemli miktarda döviz girdisi temin
etmenin yanında, toplam 1 400 civarındaki tesisle yapılan yatırım, direkt ve
indirekt olarak pek çok kişiye istihdam imkânı sağlamaktadır.
Müsaade ederseniz, su ürünleri yetiştiriciliğinin
çevresel etkilerini bir kez daha burada arz etmek istiyorum. Türkiye'de su
ürünleriyle ilgili görev ve yetkiler, 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunuyla
Bakanlığımıza verilmiştir. Su ürünleri yetiştiriciliği yapmak isteyenlerin, söz
konusu kanunun 13 üncü maddesi gereği, Bakanlığımızdan izin almaları
gerekmektedir. Bakanlığımız, su ürünleri yetiştiriciliğinin daha düzenli
yapılmasını sağlamak, çevreye etkilerini asgarî seviyeye indirmek, sağlıklı,
kaliteli üretimi gerçekleştirmek amacıyla, Kasım 1998 tarihinde, Kalıntı İzleme
Genelgesi ve göreve geldikten sonra, Ekim 1999'da, Su Ürünleri Yetiştiriciliği
Usul ve Esasları Genelgesini uygulamaya koymuştur.
Bilindiği gibi, su ürünleri yetiştiriciliği, bir yerin
coğrafî ve iklim şartlarıyla, suyun fiziksel, kimyasal ve biyolojik şartlarına
sıkı sıkıya bağlı olduğundan her yerde yapılamamaktadır. Yine, sağlık, ülke
ekonomisi, denizlerde seyrüsefer, teknik ve ilmî bakımlardan herhangi bir
mahzuru bulunmayan ve bu yönlerden etüt, inceleme ve araştırmaları tamamlanmış
ve yetiştiriciliğe uygunluğu tespit edilmiş deniz alanlarında kafes balıkçılığı
yapılmaktadır.
Türkiye'de su ürünleri yetiştiriciliği, henüz
potansiyel gelişime ulaşamamış, çevreye ve diğer kullanımlara etkileri yok
denecek kadar azdır. Tesislerin büyük bir kısmı küçük kapasiteli olup, birim
alandaki yoğunluk da oldukça düşüktür. Yetiştiricilik faaliyetleri etkin bir
şekilde düzenlendiği ve planlandığı takdirde, çevreye menfi etkileri asla
yoktur. Bu etkinliği sağlamak üzere, Bakanlığımızca, belirttiğim gibi,
genelgeler valiliklere tamim edilerek yayımlanmış ve uygulamaya konulmuştur;
ancak, su ürünleri yetiştiriciliğinde, özellikle Muğla'da, yetiştiricilerimiz
haksız yere çeşitli ithamlara maruz kalmaktadır. Bu ithamların başında, çevreye
olan olumsuz etkileri ve suyu kirlettiği ileri sürülmektedir.
Değerli milletvekilleri, su kirliliğinin ölçüsü, bizzat
balığın kendisidir. Sizler de takdir edersiniz ki, bir suda kirlilik varsa,
önce, orada yaşayan balıklar etkilenmekte ve balıklar ölmektedir.
İkinci tenkit edilen husus ise, turizm sektörüne olan
menfi etkisidir. Müsaade ederseniz, bunu da kısaca cevaplandırmak istiyorum.
Muğla İli, 1 124 kilometrelik kıyı uzunluğuyla,
ülkemizin en uzun kıyı şeridine sahip ilidir. Kıyıların girintili çıkıntılı
olması ve çok sayıda koyların bulunması, ağ kafes yetiştiriciliğine uygun bir
ortam yaratmaktadır. Uygun şartları bulunan Muğla İlinde, ağ kafes
yetiştiriciliğine 1986 yılında başlamış bulunuyoruz. Bu üretim, daha sonra
hızlı bir gelişme göstererek, Türkiye'de, gerek sayı ve gerekse üretim miktarı
açısından başı çekmektedir. Bugün, Muğla'da, toplam 150 tesis bulunmakta;
ancak, bunların bir kısmı faaliyete geçmiş, bir kısmı da, maalesef, çeşitli
egellemeler nedeniyle faaliyete geçememektedir. Faaliyete geçen işletmelerin
de, bugün, karşı karşıya oldukları pek çok sorunları bulunmaktadır.
Muğla İlinde üretilen yıllık balık miktarı, yaklaşık 10
000 ton kadardır. Üretilen bu balığın yüzde 80 - 90'ı Avrupa Birliğine ihraç
edilmektedir. Bu gerçek göz önüne alınırsa, sektörün, ülke için ne kadar önemli
olduğu anlaşılmaktadır. 1999 yılında Çipura ve Levrek satışından elde edilen
gelirin, bu ilde, 20 trilyon lira olduğunu hesap etmekteyiz.
Ülkemiz sahillerinde, deniz ürünleri yetiştiriciliğine
uygun muhtemel alanlar belirlenmiş ve uygulanmasına izin verilen işletme
yerleriyle birlikte 1994 tarihinde 1/25 000 ölçekli çevre düzeni planları,
işlenmek üzere, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına arz edilmiştir. Plan
çalışmalarına, talebin yoğun olduğu Muğla İlinden başlanılmıştır. Bu çerçevede,
Bakanlığımızca, 52 adet potansiyel balık üretim alanı belirlenmiş ve bunların
çevre düzeni planlarında yer alması için, yine, Bayındırlık ve İskân
Bakanlığına, 1994 yılında, Bakanlığımız tarafından sunulmuştur. Teklif edilen
bu alanların büyük bir kısmında, birincisi, Turizm Bakanlığı Yatırımlar Genel
Müdürlüğü turizmi engellediği, turizm yatırımcılarının yatırım için çekinceli
davrandıkları gerekçesiyle; teklif edilen alanın çok az bir kısmına ise,
Denizcilik Müsteşarlığı Deniz Ulaştırması Genel Müdürlüğü seyrüsefere mani
olduğu gerekçesiyle, Kültür Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Genel Müdürlüğü doğal, arkeolojik ve kentsel sit alanları açısından, Çevre
Bakanlığı Çevre Koruma Genel Müdürlüğü fok, kaplumbağa üreme ve koruma alanları
açısından olumsuz görüş vermişlerdir. Teklif edilen 52 alandan ancak 25 adedine
planda yer verilmiştir. Bakanlığımız itirazlarına rağmen, planlar, 10 Mart 1997
tarihinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca onaylanmıştır. Bu haliyle onaylanan
planlar, mevcut problemlerin çözümüne yardımcı olamamıştır. Bu arada, Muğla
Valiliği de, turizm sektörü ve ikinci konut sahiplerinin şikâyetleri üzerine,
plan dışında kalan balık çiftliklerinin kaldırılması yönünde uygulamalara
başlamıştır; ancak, turizm sektörü ve ikinci konut sahiplerinin şikâyetlerinde,
bizce, bilimsel ve doğru yönler oldukça azdır. Bu durum problemleri daha da
artırmış, balık çiftlikleri sahiplerini mağdur etmiş, bazı yasal problemlerin
ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Ortaya çıkan bu problemleri çözmek için,
Başbakanlığın direktifi doğrultusunda, yine, Bakanlığımız, 1998 yılında
planlarda revizyon talebinde bulunarak, 27 adet alanın plana alınmasını teklif
etmiştir; ancak, yine, anlamadığımız bir nedenle; ama, tahmin ettiğimiz bazı
sebeplerden dolayı, Turizm Bakanlığındaki bazı yetkililer, yukarıda belirtilen
aynı gerekçelerle -ki, bunların çoğu yersizdir- itiraz ederek, teklif edilen bu
alanlardan ancak 8 adedine planda yer verilerek, 30 Kasım 1998 tarihinde plan
revize edilerek onaylanmıştır. Bu plan da çözüme yardımcı olmamıştır.
Bakanlığımızca projesi onaylanmış, faal halde bulunan 93 tesisten 64 adedi alan
dışında kalmıştır. Bu tesislerden 26 adedi, mevcut yetiştiricilik sistemlerine
uygun olan plandaki alanlara taşınabilmiş, geriye kalan 38 tesis, mevcut
yetiştiricilik sistemlerine uygun alan kalmadığı için taşınamamış ve bugün
problemle karşı karşıyadır. Zira, onaylı planda yer alan 33 adet potansiyel
alandan 16 adedinde su derinliğinin uygun olmaması, dalga boylarının
yüksekliği, hâkim rüzgârlara açık olması nedeniyle, ancak daha gelişmiş,
yatırım maliyeti çok yüksek olan teknolojiler kullanılarak off-shore sistemiyle
balık yetiştiriciliği yapmak mümkün olabilmiştir. Bu sistemlerle yapılacak
balık yetiştiriciliğinin rantabıl olabilmesi için, asgarî proje kapasitesinin
300 veya 500 ton/yıl olması gerekmektedir. Oysa, Türkiye'de, bunlar, genelde,
dar gelirli ve küçük ailelerin birikimlerini bir araya getirerek yaptıkları
tesislerdir; küçük kapasitelidir, kapasiteleri 10 ile 100 ton/yıl arasında
değişmektedir. Bu tesislerin planında belirtilen off-shore sistemine uygun
alanlara taşınabilmesi için, mevcut sistemlerini tamamen terk ederek off-shore
sistemine geçmeleri için uygun kredilerle desteklenmesi ve belirli bir süre -üç
beş yıl kadar- verilmesi gerekmektedir.
Ayrıca, Muğla İlinde balık çiftlikleriyle ilgili olarak
ortaya çıkan bu problemlere çözüm getirmek için, 21 Nisan 2000 tarihinde
yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında, konu, tarafımızdan gündeme
getirilmiştir. Toplantıda alınan kararla, bize Sayın Başbakanımızın
direktifiyle, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının koordinatörlüğünde, Denizcilik
Müsteşarlığından sorumlu Devlet Bakanlığı, İçişleri, Maliye, Bayındırlık ve
İskân, Kültür, Turizm, Orman ve Çevre Bakanlıklarından üst düzey temsilcilerin
ve uzmanların katılımıyla bir komisyon oluşturulmuş, Muğla İlinde denizde
yapılan balık yetiştiriciliğiyle ilgili çevre düzeni planlarının gelişen
şartlara göre gözden geçirilmesi uygulamalarına ait esaslar oluşturmaları
talimatlandırılmıştır. Bu, Bakanlığımızın konuyu özellikle takibi sonucu, 1998
yılındaki planın tekrar revize edilmesi doğrultusunda atılan çok müspet bir
adımdır. Bu talimat üzerine, Bakanlığımızda 26 Nisan 2000 tarihinde bir
toplantı yapılmış ve bu toplantıyla oluşturulan uzmanlar bir alt komisyon
oluşturarak bizzat Muğla'da mahallinde inceleme yapmışlar ve yapılan çalışmalar
neticesinde ortaya çıkan görüş ve tespitlerin, bilahara üst düzey toplantıda
değerlendirilmesi kararlaştırılmıştır. Bu karar doğrultusunda oluşturulan
heyet, yine 15-17 Mayıs 2000 tarihleri arasında Muğla'da incelemelerini yapmış
ve tamamlamıştır. Alt komisyonun, mahallinde yaptığı çalışmalar neticesinde, 10
adet yeni potansiyel alan tespit edilmiş, bu alanlarda planlar yapılmış, 38
balık çiftliğinden 30 adedinin mevcut sistemlerle taşınabileceği tespit
edilmiştir.
Bu tespit ve öneriler 23 Mayıs 2000 tarihinde bakanlık
üst düzey temsilcileriyle bakanlığımızda yapılan toplantıda değerlendirilmiş,
tüm diğer bakanlıkların temsilcileri, yapılan bu plan ve programlara uygun
görüş bildirdiği halde, Turizm Bakanlığı temsilcisinin bu plana, anlamadığımız
bir nedenle, herhangi bir gerekçe de ileri sürmeden karşı çıkmasını
dikkatlerinize arz ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizden yıllarca
sonra kafes balıkçılığı üretimine başlayan Yunanistan, bugün, kafes
balıkçılığından 60 bin ton civarında balık üretirken ve bu ürettiği balığı da
Avrupa Birliğine pazarlarken, aynı denizi paylaştığımız, aynı benzer coğrafî
şartlara sahip olduğumuz, bir noktada aynı hâkim rüzgârları aldığımız Muğla
İlinde, Akdeniz'de ve Ege'de, kaynağını tahmin ettiğimiz bazı baskılarla, kafes
balıkçılığına karşı bu yersiz saldırının yapılmasını asla kabul etmiyoruz.
Bugün, Türkiye'nin kafes balıkçılığı üretimi 8 000-9 000 ton civarındadır.
Bunu, özellikle, burada arz ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakanım, mikrofonunuzu açıyorum; lütfen
tamamlar mısınız efendim.
Buyurun.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
– Yine, Muğla Valiliğimizin mahkeme kararlarına karşı Tarım ve Köyişleri
Bakanlığının da görüşüne müracaat ederek, uygulamaları bu çerçevede
değerlendirmesinde yarar olduğunu ve mecburiyet olduğunu belirtmek istiyorum.
Şunu da özellikle vurgulamakta yarar görüyorum ki, bir ülkeye gelen turist,
yalnız o ülkenin denizi ve güneşi için gelmemektedir, o ülkenin diğer
değerlerini de görmek, paylaşmak için gelmektedir. Bir ülkeye gelen turiste,
kendi yetiştirdiğimiz gıdaları değişik şekillerde işleyip sunamadıktan sonra,
korkarım ki, o turisti kaybedeceğiz.
Yine, sayın milletvekilimizin de belirttiği gibi,
Muğla'da Güvercinlik Köyünden Milas'a doğru giderken Güvercinlik Koyunda ve
Muğla'nın, Bodrum'un sahillerini gezdiğimiz zaman, bu alanların pek çoğunun
bazı firmalar ve kişiler tarafından gelecekteki turizm yatırımları için
ayrıldığını, kapatıldığını da görüyoruz ki, bu da, bizim aklımızda çeşitli
soruların doğmasına neden olmaktadır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve DSP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Değerli milletvekilleri, gündemdışı ikinci söz, Burdur
İlinin sorunları hakkında söz isteyen Burdur Milletvekili Mustafa Örs'e aittir.
Buyurun Sayın Örs. (DYP sıralarından alkışlar)
2. – Burdur Milletvekili Mustafa Örs’ün, Burdur İlinin sorunlarına
ilişkin gündemdışı konuşması
MUSTAFA ÖRS (Burdur) – Çok Değerli Başkanım, muhterem
milletvekilleri; şahsım ve Burdurlu hemşerilerim adına saygılarımı sunuyorum ve
Burdur İlimizin sorunlarını anlatmak için söz veren Değerli Başkanıma da
teşekkürlerimi arz ediyorum.
Galatasarayımızdan sonra, dün gece, Euro 2000'de çeyrek
finale kalarak bizleri tekrar sevindiren Millî Takımımızı da kutluyor ve
başarılarının devamını diliyorum.
Değerli milletvekilleri, Burdur, 260 000 nüfusu ile 184
köy, 18 belde ve 11 ilçeli, mazbut, yüzde 75 oranında tarımla geçinen Anadolu
illerimizden birisidir; okuma-yazma oranı ve çalışkanlığıyla, son derece sakin
tavrıyla, yaşamıyla gayet güzel bir ilimizdir; ancak, büyük sorunları da
vardır.
Öncelikle, çok kişinin bildiği topçu tugayımız, çok
arkadaşımızın askerlik yaptığı yerdir. Bundan sonra generallik ve tugaylık
seviyesinden indirilerek tugay komutan yardımcılığı veya alay seviyesinde
temsil edilecektir. Biz, tarihî görevimizi yapan Burdurlu insanlar olarak,
generallik temsilinin ve tugay temsciliğinin devamını yetkililerden arz
ediyoruz.
Burdur'da fert başına millî gelir 3 000 dolardır; çok
sayıda da göç hareketi olan bir ildir. Bu göçlerin çoğu Antalya'da 130 000
civarında, Denizli'de 35 000 -40 000 civarında ve diğer illerimizde de kendi
nüfusundan çok fazla sayıdadır. Bunun sebebi de, Burdur'daki sorunların fazla
oluşu, geçim kaynaklarının kıt oluşu ve geçimlerini başka illerden sağlama
gerekçesinden dolayıdır.
Burdur'da yatırımlar yönüyle, geçmiş yıllara bakılırsa,
bir azalma vardır. En önemli konulardan birisi olan Karaçal, Bucak, Gölhisar ve
Aşağı Aksu Barajları... Ayrılan mevcut
ödeneklerle, Karaçal kırk senede, Bucak onbeş senede, Gölhisar yirmibeş, Aşağı
Aksu da beş senede bitirilebilecektir. Halbuki, Karaçal Barajı 50 000, Bucak da
20 000 dönüm civarında arazi sulayacaktır.
Çavdır, Tefenni, Karamanlı Devlet Hastaneleri durma
noktasındadır, bazılarının ödeneği de hâlâ ayrılmamıştır. Sayın Bakanımın da
bilgilerinde olan SSK hastanesinde doktor eksikliklerinin giderilmesi, ilave
binanın bitirilmesi, Bucak İlçesine eczaneli dispanser açılması da çok acil bir
şekilde gereklidir.
Köy hizmetleri yatırımları, geçmiş yıllara göre azdır.
Karayolları itibariyle,
İzmir-Denizli-Yeşilova-Burdur-Karamanlı-Tefenni-Çavdır-Gölhisar-Altınyayla ve
Fethiye güzergâhı olan yol çok dar olup, mutlaka bir an önce genişletilmelidir.
Yine, Keçiborlu-Burdur-Antalya güzergâhı, göl
kenarından yol kısaltılarak, duble yollar olarak yapılmak mecburiyetindedir.
Zira, Antalya yolu, bildiğiniz gibi, trafiğin çok yoğun olduğu, önemli
yollarımızdan birisidir; çok uzun yatırım olmasına rağmen, yine de, programa
alınması itibariyle, Ankara'dan, Burdur-Antalya demiryolu bağlantısının mutlaka
gündeme getirilmesi isteklerimizdendir.
Burdur'da silah sanayii ve antik kent zenginliklerinin
mutlaka ülkemize kazandırılması gerekmektedir.
Yıllardır uğraşı verdiğimiz ikinci organize sanayi
bölgesi, kısa süre önce kabul görmemiştir. Bunun gerekçesi de, Çevre Bakanlığı,
Orman Bakanlığı, Orman ve Köyişleri Genel Müdürlüğünün olumsuz görüşleridir.
Halbuki, bölgede herhangi bir orman, su kaynağı veya kirlilik yoktur. Zira, göl
etrafında 15'ten fazla yerleşim merkezi, birinci organize sanayii, küçük
sanayi, Isparta Organize Sanayii ve havaalanı mevcuttur. Eğer, bunlar var ise,
başka bir yapılanmanın da burada olmasının bir mahzuru yoktur. Zira, arıtma
tesisleri ile -günümüzde teknik olarak her türlü imkân olduğuna göre- bir
sıkıntı doğmayacaktır. Bu konuda, yetkilileri, ben, ciddî anlamda, tekrar
göreve davet ediyorum. Zira, yatırıma çok uygun bir bölgedir her yönüyle.
Burdur mevcut yapısıyla üniversiteyi de hak etmiş
illerimizden birisidir. Aslında bu konu bütün illerimizi ilgilendirmektedir.
Bu, bir an önce gündeme getirilmeli ve yol ağı, çevre illerin yükünü azaltması,
öğrenci sayısı, altyapı imkânlarıyla hazır olan ilimizin üniversite meselesi
mutlaka halledilmelidir.
Burdur, tarım ağırlıklı oluşu nedeniyle, taban
fiyatlarından ve tarım politikasından en fazla olumsuz etkilenen illerdendir.
Bütün tarım ürünlerinde olduğu gibi buğday fiyatının çok düşük oluşu, pancar ve
anason kotaları, gübre, mazot fiyatlarının yüksekliği, Bucak bölgemizdeki tütün
fiyatları ve ödemelerdeki olumsuzluklar, Burdur'u tarihinde en zor günlerine
itmiştir.
Hayvancılığın sıkıntılarını azaltmak için pilot il
seçilerek, personel ihtiyaçlarının karşılanması, hayvan hastanesi kurulması,
Bucak, Çavdır, Kemer, Gölhisar hizmet binalarının yapılması, Burdur merkez ve
Çavdır hayvan pazarlarının modernleştirilmesi şarttır.
Bütün bu sorunlara çare olarak en önemli konu,
Burdur'un kalkınmada öncelikli yöreler kapsamına alınmasıdır. Aslında,
Türkiye'de her ilin bu kapsama alınması şarttır. Zira, yatırımların, ağır yük
taşıyan illerden her bölgeye yayılmasının uygun olacağı kanaatindeyim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Örs, lütfen, tamamlar mısınız efendim;
açıyorum mikrofonunuzu.
Buyurun.
MUSTAFA ÖRS (Devamla) – Burdur çok göç hareketi olan
bir ildir. Fabrikası, önemli yatırımı yoktur. Gayri safî yurtiçi hâsıla
sıralamasında 56 ncı sıradadır. İşsiz sayısı yüksektir. Asayiş yönüyle de çok
rahat bir ildir. Büyük yatırımcıların gelemeyişinin nedeni de, haksız
rekabettir. Değerlendirme ve kriterlerin tekrar gözden geçirilmesi, Burdur'la
beraber aynı durumda olan illerimizin aynı kapsama alınması şattır.
Burdur İlimizi ilgilendiren başka meselelerden ikisi de
-aslında bu genel mesele- şudur: Kaymakamlarımızın, belde belediye
başkanlarımızın yeşil pasaport almaları ve muhtarların 41 milyon civarında olan
maaşlarının prim borçlarına bile yetmemesi nedeniyle, asgarî ücrete
çıkarılmasıdır. Tabiî, bunlar, yerel yönetimler yasasının da çıkarılmasıyla
daha iyi bir duruma gelecektir.
Değerli milletvekilleri, son günlerde gündemde olan
konulardan birini, sayın milletvekillerinin, Burdurluların ve ilgili herkesin
dikkatine arz etmek istiyorum: Şu anda, Burdur Bayındırlık Müdürlüğünde görev
yapan kişi bir öğretmendir. Öğretmenlere saygımız vardır; ancak, görevleri
başında olmaları kaydıyla. Bu arkadaş, bundan önceki seçimlerde, bir partinin
Burdur ikinci sıra milletvekili adayıydı. Bir süre önce Isparta'ya asaleten
atanmış, şu anda da, geçici görevle, Burdur Bayındırlık Müdürlüğünde
görevlendirilmiştir. Şu andaki, Burdur Bayındırlık Müdürüyle ilgili elimde bir
evrak vardır; bunu, arz etmek istiyorum:
1993 senesinde görevde olduğu sürece -sürem bitmek
üzere olduğu için çok kısa arz ediyorum; belge elimde- 2886 sayılı İhale
Kanununa göre -o zamanın parasıyla 165 milyon, bugünün parasıyla tahmin
ediyorum 15-20 milyar civarındadır- suç işlediği nedeniyle, Burdur İl Yönetim
Kurulunca muhakemesine karar verilmiş; ama, nedense, beş yıl bekletilerek,
Ankara'ya gönderilmemiştir. 1998 senesinde, Ankara'ya geldiğinde de,
Danıştayda, zamanaşımı nedeniyle incelenemediği, kovuşturma yapılamadığı
anlatılmaktadır; ama, hiçbir yerinde de suçsuz dememektedir. Ben, suçsuz
denilmediğine göre, adlî mercileri, idarî mercileri bu konuda göreve davet
ediyor ve herkesin dikkatine arz ediyorum.
Sizlere ve müsamahasından dolayı da Değerli Başkanıma
teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Örs.
Gündemdışı üçüncü söz, Mustafa Kemal Üniversitesi Su
Ürünleri Fakültesinin Pirinçlik tesisleri hakkında söz isteyen Hatay
Milletvekili Levent Mıstıkoğlu'na aittir.
Buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
3. – Hatay
Milletvekili Levent Mıstıkoğlu’nun, Mustafa Kemal Üniversitesi Su Ürünleri
Fakültesince kullanılmakta olan Sağlık Bakanlığına ait Pirinçlik’teki tesislere
ilişkin gündemdışı konuşması
LEVENT MISTIKOĞLU (Hatay) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Hatay İlimizde kurulu olan Mustafa Kemal Üniversitesine, 1995
yılında, Sağlık Bakanlığının -Hatay İskenderun İlçemizin Pirinçlik mekiinde-
Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğüne ait tesislerinin birkısmı kiralama
yoluyla verilmişti ve Mustafa Kemal Üniversitemiz burada Su Ürünleri Fakültesi
açmak suretiyle, ilk mezunlarını da 1998-1999 öğretim yılında vermiştir; ancak,
bu tesislerin, ulusal ve uluslararası hastalıkların önlenmesi amacına uygun
olarak kullanılacağı gerekçesiyle, Sayın Sağlık Bakanı Osman Durmuş tarafından,
Üniversiteden, 30.6.2000 tarihinde -yani, bu ayın 30'unda- tahliyesi talep
edilmiştir. Bu gerekçeyi anlamak mümkün değildir. Nedenine gelince, bu tesisler
1990 yılında büyük paralar harcanarak bitirilmiş; ancak, 1995 yılına kadar;
yani, birkısmı Mustafa Kemal Üniversitesine kiralanana kadar bakılmamış,
herhangi bir amaçla kullanılmamış, çürümeye terk edilmişti ve bu tesisler büyük
oranda tahrip olmuştu. Mustafa Kemal Üniversitesi bu tarihten sonra oraya ciddî
masraflar yaparak, Su Ürünleri Fakültesini hizmete sokmuştur. Bu tesisin
tamamı, Mustafa Kemal Üniversitesi tarafından zamanın sağlık bakanlarından ve
bugünkü Sağlık Bakanından talep edilmiş, bu talebe gerekçe olarak da, bu
tesiste turizm yüksekokulu ve Türkiye'nin, dünyanın çok ihtiyaç duyduğu gemi
adamı yetiştirme yüksekokulu açma düşüncesi gösterilmiştir.
Bu tesis, uluslararası konferanslara evsahipliği
yapabilecek kapasitede bir tesistir; ancak, orada okuyan yüzlerce talebeyi,
Sayın Bakanın yazısıyla, bu ayın 30'unda sokağa atmak, hangi vicdanlara sığar,
onu merak ediyorum.
Bu tesiste, öyle uluslararası ve ulusal hastalıkların
önlenmesi diye bir birimin açılması mümkün değildir; çünkü, bu tesisin hem
projesi hem yapılış amacı dinlenme ve tatil yapma amacına yöneliktir. Tesisi
her gören, buranın bir tatil köyü vasfını taşıdığını çok iyi anlamaktadır. Üst
düzey görevli, yönetici vasfındaki üç beş kişinin tatil yapması uğruna, Mustafa
Kemal Üniversitesine bağlı bu yüksekokulun talebeleri Sayın Bakanın
talimatıyla, bu ayın 30'unda sokağa atılacaklardır. Ulu Önder Atatürk'ün adını
taşıyan üniversitemizi ve cumhuriyetimize Ulu Önderin son armağanı 40 asırlık
Türk Yurdu Hatay'da bulunan bu fakültede okuyan üniversite öğrencilerini sokağa
atmak ne kadar doğrudur bilemiyorum.
Bu tesisin tamamının Mustafa Kemal Üniversitesine
devrinde büyük yarar vardır, hem ülkemiz açısından yarar vardır hem Hatayımız
açısından büyük yarar vardır. Sayın Bakanın, YÖK'le şahsî kavgasına Mustafa
Kemal Üniversitesini ve yüzlerce öğrencisini alet etmeyececeğini umuyorum. Bu
konuyu, Sayın Başbakanın ve Sayın Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin de
yakın ilgisine arz ediyorum.
Değerli milletvekilleri, Sayın Sağlık Bakanımız, ocak
ayında Hatayımızı ziyaret etmişlerdir; kendilerine teşekkür ediyorum; ancak,
Sayın Bakanın, Hatay'da, kamuoyuna vermiş olduğu beyanlar, Hataylı insanların
yüreğine su serpmişti; ama, sonunda ne oldu bakın. Gazeteler manşet attı
"ister beğenin, ister beğenmeyin" dedi "alkışlar Sağlık
Bakanına" dedi. Niçin bunu dedi; çünkü, 1990 yılında temeli atılan,
Antakya'da yapılmakta olan 250 yataklı devlet hastanesi için Sayın Bakanın
beyanlarını aynen okuyorum: Bakan Osman Durmuş'un "yeni devlet hastanesi
inşaatı bir aya kadar tamamlanacak, açılışı da martta gerçekleştirilecek.
Bakanlık, bu yıl içinde Hatay'a 7 ambulans gönderecek. Antakya Devlet Hastanesine
MR merkezi kurulacak. Antakya Devlet Hastanesi poliklinik kapılarında kuyruklar
sona erecek; on güne kadar -yani, ocakta verdi bu sözü- 09.00'dan 24.00'e kadar
olmak üzere, vardiyalı sistemle poliklinik hizmetlerine başlıyoruz. Kırıkhan'a
150 yataklı hastane kararı alındı; aynı hastanenin asansör, jeneratör, seyyar
röntgen cihazı ve yoğunbakım üniteleri işler hale getirilecek" diye,
kamuoyuna deklarasyonları var. Biz, çok sevindik, Sayın Bakanın bu sözlerini
yerine getireceğine de emindik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Mıstıkoğlu, açıyorum efendim;
lütfen, tamamlayın.
LEVENT MISTIKOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Ama, 18 Mayıs Perşembe günü gazetelerin beyanlarında
-burada, Hatay milletvekillerimiz de var- "Bakan sözü havada kaldı;
hastane nerede. Sağlık Bakanı Osman Durmuş, dört ay önce ilimize yaptığı
ziyarette, inşaatı süren yeni devlet hastanesinin bir aya kadar tamamlanıp
hizmete gireceği sözünü vermişti. Sağlık Bakanı Osman Durmuş, iddialı sözlerle,
hastanenin otuz gün içinde tamamlanacağını söylemesine rağmen, aradan yüzyirmi
gün geçti, -bugün itibariyle, yüzaltmış gün geçti- ortada biten hastane yok.
Böylelikle, devletin bakanının sözü havada kaldı" deniliyor. Bir şahsın
sözünün havada kalması önemli değil; ama, bir bakanın sözünün havada kalması,
Türkiye Cumhuriyeti Devletine yakışmaz ve yine diyor ki: "Antakya Devlet
Hastanesi koridorlarında saatlerce çile çeken hasta ve yakınları şimdi soruyor:
Devletin bakanı verdiği sözü tutmazsa, halkın seçtiği milletvekilleri de işi
takip edip bunun hesabını sormazsa, siyasîlere olan güven azalmaz mı,
parlamenter demokrasi bundan zarar görmez mi?" Evet, görür.
Sayın Bakanın yaptığı, hastanede kuyrukları azaltmak,
devlet hastanesini bitirmek değil, peki ya nedir; devlet hastanesinde, bütün
Hataylıların sevgisini kazanmış, gece gündüz, yıllardır hizmet eden başhekimi
zorlayıp istifa ettirerek, 100'e yakın uzman hekimin bulunduğu devlet
hastanesinin başına, yönetmeliklere aykırı olarak, ancak uzman hekimlerin
olmadığı hastanelerde diş hekimlerinin vekâlet edebileceği durumları gözardı
ederek, 100'e yakın uzman hekimi olan devlet hastanesinin başına bir diş
hekimini, vekâleten, başhekim olarak atamak olmuştur.
Şimdi, Sayın Bakandan, Hatay'da Hataylılara verdiği
sözleri dört aydır yerine getirmemiştir, hiç olmazsa bundan sonra getirmesini
istirham ediyorum; ancak, Mustafa Kemal Üniversitesi öğrencilerini sokağa atmak
ne devlete ne Sayın Bakana yakışır. Bu konuda da Sayın Bakanın himmetlerini
rica ediyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Mıstıkoğlu.
Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.
Sayın milletvekilleri, okuma süresinin uzun olması
dolayısıyla, Kâtip Üyenin, sunuşları oturarak okuması hususunu değerli
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sözlü soru önergelerinin geri alınmasına dair bir
önerge vardır; okutuyorum:
B) TEZKERELER
VE ÖNERGELER
1. – Muğla
Milletvekili Nazif Topaloğlu’nun (6/707, 6/708, 6/709) esas numaralı sözlü
sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/270)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 274, 275,
276 ncı sıralarında yer alan (6/707,708,709) esas numaralı sözlü soru
önergelerimi, yazılı cevap aldığımdan geri alıyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim. 14.06.2000
Nazif
Topaloğlu
Muğla
BAŞKAN – Sözlü soru önergeleri geri verilmiştir.
Gensoru önergesi vardır; daha önce bastırılıp dağıtılan
önergeyi okutuyorum:
C) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. – Fazilet
Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Mehmet Recai Kutan ve 35
arkadaşının, uyguladığı yanlış politikalarla tarım sektörünün olumsuz yönde
etkilenmesine neden olduğu iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf
Gökalp hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
57 nci Ecevit Hükümetinin Tarım ve Köyişleri Bakanı
Hüsnü Yusuf Gökalp'in izlemiş olduğu yanlış tarım politikaları, almış olduğu
yanlış kararlar Türk tarımını tahrip etmeye devam etmektedir. Bakanlığın
yanlışlarının faturasına ise, tarım kesiminde çalışan 30 milyon halkımız
katlanmaktadır. Zaten zor koşullar altında var olma mücadelesi veren tarım kesimi,
sorumlusu olmadığı isabetsiz ve yanlış kararların ağır maliyetleri altında her
geçen gün biraz daha ezilmektedir.
En son yaşanan hububat taban fiyat açıklaması da, 57
nci hükümetin Tarım ve Köyişler Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in yürüttüğü yanlış
tarım politikalarının bir sonucudur. Hükümet, üretim maliyetlerinin 122 000 TL
olduğu bir ekonomik ortamda buğdaya 102 000 TL taban fiyat açıklamıştır.
Verilen bu rakamla hububat üreticisi yüzde 35 oranında zarara uğratılmıştır.
Tütün üreticisi ve çay üreticisinin durumu, hububat
üreticisinden farklı değildir. Tütüne ve çaya yüzde 25 artış yapılarak, bu
ürünlerin üreticisi perişan edilmiştir. Enflasyon karşısında tütün ve çay
üreticileri yüzde 38 oranında zarara uğratılmıştır.
Öte yandan, üreticilerin kendi birikimleriyle
kurdukları üretici birlikleri, "Tarım Satış Kooperatifleri Yasası"
ile; bu birliklerin elinde bulundurdukları fabrikalar, kooperatif ekseni
dışındakilere peşkeş çekilmeye çalışılmaktadır.
57 nci Ecevit Hükümeti, IMF ile yaptığı stand-by
antlaşması ve buna dayalı olarak gönderdiği niyet mektuplarında Türk tarımı ile
ilgili bazı taahhütler altına girmiştir. Bu taahhütler ülkemiz genel
ekonomisinin, Türk tarım sektörünün ve üreticinin perişan olmasına yetmiştir.
Burada amaç, tarıma verilen desteği kısa sürede tamamen kaldırmaktır.
Uygulanan genel ekonomik politikalar ve yanlış tarım
politikaları, tarım sektörünü 1999 yılı için 4,6 küçültmüştür. Türkiye'de
tarımın gayri safî millî hâsıla içindeki payı yüzde 16'dan 13'e düşmüştür.
Tarım sektörünün istihdam içindeki payı yüzde 44'ten yüzde 45'e çıkmıştır. Bu
tarım kesiminde istihdam edilen halkımızın fakirleştiğinin göstergesidir. Bu
veriler tarımın ve tarımsal üreticinin mutlak surette desteklenmesi gereğini
ortaya çıkarmaktadır.
Anayasanın amir hükümlerine rağmen, Tarım Bakanı Hüsnü
Yusuf Gökalp'in yanlış politikaları halkı yoksulluğa mahkûm etmektedir.
Hükümetin ekonomiyi daraltan kararlarının altında ezilmekte olan tarım kesimi
ayakta kalma mücadelesi vermektedir.
"...Kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak" (Anayasa madde 5) devletin temel amaç ve görevleri
arasındadır.
Aynı zamanda "Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve
hizmet piyasalarının sağlıklı ve
düzenli işlemesini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır..." (Anayasa madde
167)
"Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin
değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken
tedbirleri alır." (Anayasa madde 45.)
Halkın refah, huzur ve mutluluğunu, piyasaların
sağlıklı ve düzenli işlemesini, sektörlerarası dengeyi ve tarım sektöründe
istihdam edilen nüfusun mutluluğunu sağlayıcı politik kararları alacak ve
uygulayacak olan, siyasal iktidardır. Bu yönde dolaysız müdahaleler, para
politikası, maliye politikası araçları ve kamu iktisadî kuruluşlarının
faaliyetleri, bazı iktisatdışı araçlar yanında sayılabilir. Siysal iktidarın
tüm bu araçları kullanım biçimiyle, hedeflenen amaçların gerçekleşmesi
sağlanabileceği gibi, yanlış kararlar ve uygulamalarla makro ekonomik
dengelerin bozulması da mümkündür.
Nitekim, 57 nci Ecevit Hükümetinin Tarım Bakanı Hüsnü
Yusuf Gökalp'in tarım sektörüne ilişkin politik uygulamaları, ekonomimizin
altyapısını oluşturan tarım sektörünün olumsuz etkilenmesine neden olmuş,
alınan yanlış politik kararlar, tarım kesiminde istindam edilen 30 milyon
nüfusu doğrudan etkileyerek perişan etmiştir.
Bu nedenle, 57 nci Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin
Tarım ve Köyişileri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında, Anayasanın 98 ve 99
uncu, İçtüzüğün 106 ncı maddeleri gereğince gensoru açılmasını arz ederiz.
15.6.2000
1.- Mehmet
Recai Kutan (Malatya)
2.- Avni Doğan (Kahramanmaraş)
3.- Ahmet
Derin (Kütahya)
4.- Mehmet
Özyol (Adıyaman)
5.- Tevhit
Karakaya (Erzincan)
6.- Mahmut
Göksu (Adıyaman)
7.- Mehmet
Batuk (Kocaeli)
8.- Bekir
Sobacı (Tokat)
9.- Veysel
Candan (Konya)
10.- Yasin Hatiboğlu (Çorum)
11.- Fahrettin Kukaracı (Erzurum)
12.- Ali Coşkun (İstanbul)
13.- Aslan Polat (Erzurum)
14.- Hüseyin Kansu (İstanbul)
15.- İsmail Alptekin (Bolu)
16.- Özkan Öksüz (Konya)
17.- Mehmet Zeki Okudan (Antalya)
18.- Ali Sezal (Kahramanmaraş)
19.- Mehmet Fuat Fırat (İstanbul)
20.- Mahfuz Güler (Bingöl)
21.- Yahya Akman (Şanlıurfa)
22.- Ömer Vehbi Hatipoğlu (Diyarbakır)
23.- Hüsamettin Korkutata (Bingöl)
24.- Osman Yumakoğulları (İstanbul)
25.- Rıza Ulucak (Ankara)
26.- Suat Pamukçu (Bayburt)
27.- Eyyüp Sanay (Ankara)
28.- Teoman Rıza Güneri (Konya)
29.- Lütfi Yalman (Konya)
30.- Ahmet Cemil Tunç (Elazığ)
31.- Akif Gülle (Amasya)
32.- Nurettin Aktaş (Gaziantep)
33.- Oğuzhan Asiltürk (Malatya)
34.- Mehmet Ali Şahin (İstanbul)
35.- Zülfükar İzol (Şanlıurfa)
36.- M. Zeki Çelik (Ankara)
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, bilgilerinize
sunulmuştur.
Gensorunun görüşme gününe dair Danışma Kurulu önerisi
de biraz sonra değerli oylarınıza sunulacaktır.
Sayın milletvekilleri, gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 1 ilâ 3 üncü
sıralarında, Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu karma
komisyonun, bazı milletvekillerinin yasama dokunulmazlıklarına ilişkin
raporları vardır; ayrı ayrı okutacağım ve bilgilerinize sunacağım.
V. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1. – Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/459) (S. Sayısı: 449) (1)
(1) 449 S.
Sayılı Basmayazı Tutanağa eklidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başkanlıkça, 16.2.2000 tarihinde karma komisyonumuza
gönderilen Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre
kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.
Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen
28.3.2000 günlü raporuyla, Cumhurbaşkanına hakaret suçu isnat olunan Tunceli
Milletvekili Kamer Genç hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının
sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.
Tunceli Milletvekili Kamer Genç komisyonumuza gelerek
sözlü savunma yapmıştır.
Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık
komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde
yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine
getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların)
tanındığını; ancak böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun
dışında bir grup haline getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevini kamu
yararına uygun biçimde yapabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması
ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına
yöneldiğini göz önüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı
ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği
dikkate alınarak, Tunceli Milletvekili Kamer Genç hakkındaki kovuşturmanın,
milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy çokluğuyla karar
verilmiştir.
Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere
Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Ertuğrul
Yalçınbayır
Bursa
Komisyon
Başkanı ve üyeler
Muhalefet gerekçem:
Yasama dokunulmazlığının milletvekilliği sıfatı sona
erinceye kadar ertelenmesine dair karma komisyon raporuna aşağıdaki
gerekçelerle ilkesel olarak muhalifim. Değerli milletvekillerinin iddia edilen
suçları işlemediklerine dair savunmaları esas alınmalı, aklanmalarına olanak
tanınmalıdır.
Gerekçelerim iki ana başlıkta toplanmaktadır:
1.- Anayasal gerekçe,
2.- Belirli objektif kıstasların uygulanamaması.
Anayasal gerekçe:
Anayasamızın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmü
gereğince; seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen
milletvekili, Meclis kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez,
tutuklanamaz ve yargılanamaz.
Anayasanın 83 üncü maddesindeki düzenleme, Anayasamızın
76 ncı maddesindeki düzenlemeyle çelişmekte, çelişkinin de ötesinde 76 ncı
maddeyi düzenlemeyi gerekli kılan amacı ortadan kaldırmaktadır.
83 üncü maddedeki bu düzenleme, 76 ncı maddede
tanımlanan ve zaten milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen zimmet,
ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye
kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve
alım-satıma fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma gibi suç isnatları
dolayısıyla soruşturma açılmasına ve yargılama yapılmasına engel olmaktadır.
Anayasanın 76 ncı maddesinde belirtilen suçlardan hükmü
kesinleşmiş olan kişi milletvekili seçilemezken, milletvekili seçilmeden bir
gün önce veya milletvekili seçildikten sonra bu suçları işlediği iddia edilen
kişiler milletvekilliğini sürdürdüğü gibi, bu suçlarla ilgili olarak
sorgulanamamakta ve yargılanamamaktadır. Böyle bir düzenleme Anayasanın ruhuna,
genel hukuk kurallarına aykırıdır.
Anayasanın 76 ncı maddesindeki suç iddialarıyla ilgili
olarak kovuşturma yapılmasına izin verilmeli, karma komisyon, yasama
dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmayacağına, kovuşturma sonucu oluşacak
objektif ölçüler çerçevesince karar verebilmelidir.
Objektif ölçülerin bulunmamasına ilişkin gerekçe:
Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili
Anayasamızın 83 üncü maddesinde belirli objektif ölçüler belirlenmediği gibi,
yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki Meclis İçtüzüğünün 131 ilâ 134
üncü maddelerinde de belirli objektif ölçülere yer verilmemiştir.
Birçok Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği
üzere; yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtarım belirli,
objektif ölçülere uygun davranılması ve bu ölçülerin bir hukuk devletinden
beklenen nitelikte bulunması şarttır. Yeterli olmamakla birlikte, eski
Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde belirli objektif ölçüler yer almış ve Anayasa
Mahkemesi, bu objektif ölçülere uygunluğu gözetmiştir.
Sonuç:
Bir suç isnadı ciddî ise, siyasî erklere uygun ise
yahut üyenin şeref ve haysiyetini koruma yönünden dokunulmazlığının
kaldırılması zarurî ise, yasama dokunulmazlığı kaldırılmalıdır.
Dokunulmazlığın amacı, yasama görevini yürütecek
milletvekillerinin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan
korunmuş olarak görevlerini gereği gibi yapmalarını sağlayarak, siyasal
nitelikli kovuşturmalar bahanesiyle milletvekillerinin Meclise katılmaktan
alıkonmasını, çalışma şevkinin kırılmasını, bu yolla da Türkiye Büyük Millet
Meclisinin istencinin çarpıtılmasını önlemektir. Yoksa, kimilerinin, Türkiye
Büyük Millet Meclisini yıpratmak için kasıtlı olarak söylediği gibi,
milletvekiline, soruşturmadan kaçma, suç işleme ayrıcalığı tanınması değildir.
Hangi suç isnadının ciddî olduğu "Milletvekili
seçilme yeterliliği" başlıklı Anayasamızın 76 ncı maddesinde belirtildiği
gibi, 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Yasasının "Milletvekili
seçilemeyecek olanlar" başlıklı 11 inci maddesinde de belirtilmiştir.
Taksirli suçlar hariç, toplam bir yıl veya daha fazla
hapis veya süresi ne olursa olsun ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar,
affa uğramış olsalar dahi; zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet ve hırsızlık,
dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz
kızartıcı suçlar ile istimal ve istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık
suçları, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya devlet sırlarını
açığa vurma suçlarından biriyle mahkûm olanlar, TCK'nın "Devletin
Şahsiyetine Karşı Cürümler" başlıklı ikinci kitabının birinci babında
yazılı suçlardan veya bu suçların işlenmesini alenî olarak tahrik etme suçundan
mahkûm olanlar, TCK'nın 312 nci maddesinin ikinci fıkrasında yazılı halkı,
sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa
açıkça tahrik etme suçlarından mahkûm olanlar ve TCK’nın 536 ncı maddesinin
birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarında yazılı eylemler ile aynı yasanın 537 nci
maddesinin birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarında yazılı
eylemleri siyasî ve ideolojik amaçlarla işlemekten mahkûm olanlar, milletvekili
seçilemezler.
Anayasamızın 76 ncı maddesine göre affedilmiş olsalar
dahi, belirtilen suçlardan mahkûm olanlar milletvekili seçilemediği halde,
Anayasadaki düzenleme biçimine göre yasama dokunulmazlığı, bu suçlarla ilgili
ciddî iddialar bakımından, milletvekilleri hakkında soruşturma yapılmasına
olanak bile vermemektedir. Kamu vicdanını rahatsız eden bu duruma son vermek ve
milletvekillerini gereksiz koruma zırhına büründürmemek için, Anayasanın 76 ncı
maddesinde zaten milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen bu gibi suç
iddiaları dolayısıyla soruşturma açılması ve yargılama yapılmasının yasama
dokunulmazlığı dışına çıkarılması uygun olacaktır. Anayasada böyle bir
değişiklik, asılsız suçlamalarla töhmet altında kalan milletvekillerinin yargı
önünde aklanmasına fırsat verilmesi ve genel olarak milletvekili saygınlığının
yükseltilmesi bakımından da yarar sağlayacaktır. Anayasada yapılması gereken bu
değişikliğe kadar da karma komisyonların, bu ilke ve ölçüler içerisinde kişi ve
parti ayırımı yapmaksızın milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
kaldırılmasına karar vermesi uygun olacaktır.
Kimi suç iddiaları vardır ki, ciddî olmamakla birlikte
siyasî ereklere aykırıdır. Öte yandan, öyle asılsız suç iddiaları vardır ki,
üye istemese dahi soruşturmanın ertelenmesine karar verilmektedir. İşte bu suç
iddialarıyla ilgili olarak da yasama dokunulmazlığı kaldırılmalı ve
milletvekillerinin aklanmalarına olanak tanınmalıdır. Ancak, uygulamada, üye
istemese dahi dokunulmazlığının kaldırılması ertelenmekte, üyeler töhmet
altında bırakılarak, siyaseten yıpratılmaktadır.
Anayasamızın 83 üncü maddesinde tanımlanan yasama
dokunulmazlığının kaldırılması işlemi, bir yargı işlemi niteliğinde olmayıp,
yasama işlemi niteliğindedir. İşlem dosyaları tam olarak oluşmuş olsa dahi,
kurulun yapısı ve çalışma esasları gereği, işlem dosyalarını tam bir
tarafsızlıkla inceleyebilmesi, suçun maddî ve manevî unsurlarını saptayabilmesi
ve değerlendirebilmesi olanaksızdır. Bu niteliği gereği, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi, ceza kovuşturmasının açılması veya ceza verilmesi
niteliğinde olmayan, sadece yasama meclisi üyelerini, kimi istisnaî durumlarda
üyelik teminatından sıyırarak, adalet karşısında öteki yurttaşlarla bir düzeye
getirmekten ibarettir.
Anayasamızın 85 inci maddesi, yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurul kararının
alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde, ilgili milletvekilinin veya
bir diğer milletvekilinin, kararın Anayasaya, yasaya veya içtüzüğe aykırılığı
iddiasıyla, iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabileceğini düzenlemektedir.
Bu düzenlemeyle, yasama içindeki iktidar-muhalefet
dengesi nedeniyle alındığı iddia edilen haksız yasama işleminin yargıyla
dengelenmesi, objektif kıstaslara uygunluğunun saptanması sağlanmaktadır.
Yukarıda belirtilen ilkelere uygun davranılması
gerektiğini ve değerli üyelerin aklanmalarına olanak sağlanılması gerektiğini
düşündüğümden, ilkesel olarak, yasama dokunulmazlığının üyelik sıfatının sona
ermesine kadar ertelenmesine dair çoğunluk görüşüne katılmamaktayım.
Saygılarımla. 24.5.2000
Hüseyin Tayfun İçli
Ankara
Karşı oy gerekçemdir:
Karma Komisyon Başkanlığına
Milletvekillerinin herhangi bir baskı ve tehdit altında
olmadan, görevlerini serbestçe yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla
dokunulmazlıklar düzenlenmiştir.
Tarihî bakımdan milletvekili dokunulmazlığı ilk defa
1688 tarihinde İngiltere’de düzenlenmiştir. Bu düzenleme “parlamentoda konuşma
özgürlüğü, tartışmalar, yargılamalar, hiçbir mahkemede veya parlamento dışında
sorumluluk sebebi olamaz” şeklindedir. Buna paralel olarak, 1789 tarihli
Fransız Kanunu ile bunlardan esinlenen 1876 Türk Anayasasında ve halen
yürürlükte bulunan Hindistan, Mısır, Belçika, Bulgaristan, İtalya ve bunun gibi
ülkelerde tarihî anlayışa uygun olarak yasama dokunulmazlığı, Mecliste ileri
sürülen düşünceler ile kullanılan oyların suç sayılamayacağıyla sınırlıdır.
Ülkemizde ise, 1982 Anayasasının 83 üncü maddesine göre
yasama dokunulmazlığı “TBMM üyelerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve
sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden sorumlu tutulamaması"
ile “seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin,
Meclis kararı olmadıkça tutulamaması, sorguya çekilememesi, tutuklanamaması ve
yargılanamaması"dır.
Böylesi bir dokunulmazlık düzenlemesi yerli ve yabancı
ceza yasalarında düzenlenen ve “kanunsuz suç olmaz, suç ve suçlular da cezasız bırakılamaz”
şeklinde özetlenebilecek temel prensiplere ve Anayasanın 2 nci maddesine dayalı
hukuk devleti ilkesi ile 10 uncu maddesine dayalı eşitlik ilkesine gölge
düşürmektedir.
Bu nedenle, yasama dokunulmazlığının “Meclis
çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, ileri sürdükleri düşüncelerinden sorumlu
tutulamamak ve kişisel özgürlüğü kısıtlanamamak” şeklinde düzenlenmesi, tarihî
gelişmeye ve gerekçeye uygun olacaktır.
Fransa’da 1995 yılında bu yönde yapılan düzenlemeyle,
adlî soruşturma ve yargılama dokunulmazlık kapsamı dışına çıkarılmış, sadece
tutuklama ve kişi özgürlüğünün kaldırılması, Meclisin kararına bırakılmıştır.
Yine, yasama dokunulmazlığının anavatanı olan İngiltere’de, dokunulmazlık
zırhı, ceza kovuşturmalarına karşı değil, hukuk davalarına karşı koruyucu bir
işleve indirgenmiştir.
Gündemdeki ertelenme kararı verilen dosyalar
kapsamındaki iddialar, vatandaşlarımızın günlük yaşamında karşılaştıkları ve
mevzuata göre gereğinin yapıldığı hukukî olaylar ve iddialardır. Bir yurttaş bu
gibi hallerde hangi hukuk kurallarına tabi tutuluyorsa, onun vekili ve aynı
zamanda bir vatandaş olan milletvekillerinin ve diğer kamu görevlilerinin de
aynı kurallara tabi olması kadar doğal bir şey olamaz. Böyle bir anlayış ve
uygulayış, eşitliğin gereği olduğu gibi, hukuk devleti olmanın da temel
gereğidir.
Yukarıda belirttiğim gerekçelerle, öncelikle, yasal
düzenlemeler yapılarak sorgulanma ve yargılanma dokunulmazlık kapsamı dışına
çıkarılmalı, sadece kişisel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması dokunulmazlık
kapsamında olmalıdır. Ceza hükümlerinin infazı ise, milletvekili sıfatının sona
ermesine bırakılmalıdır. Böyle bir düzenlemeyle, bir taraftan yargısal denetim
işlerlik kazanacak, diğer taraftan milletvekillerinin Meclis çalışmalarına
katılımı da sağlanmış olacaktır.
Yasal düzenlemeler yapılıncaya kadar “yasama
sorumsuzluğu” kapsamı dışındaki suç iddialarını içeren dosyalar için,
dokunulmazlıklar kaldırılmalıdır. Böylelikle, asil ve vekili arasında eşitlik
sağlanacağı gibi, milletvekillerine de bir an önce aklanma olanağı yolu
açılacaktır.
Bu nedenle "yasama sorumsuzluğu" kapsamı
dışında gördüğüm bu dosya için, dokunulmazlığın kaldırılmasının yerinde olacağı
kanaatinde olduğumdan, erteleme kararına katılmıyorum. 29.5.2000
Osman Kılıç
İstanbul
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
İkinci raporu okutuyorum:
2. - Kastamonu
Milletvekili M. Hadi Dilekçi’nin, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/460) (S. Sayısı: 450) (1)
(1) 450 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başkanlıkça, 16.2.2000 tarihinde karma komisyonumuza
gönderilen Kastamonu Milletvekili M. Hadi Dilekçi’nin yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre
kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.
Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen
28.3.2000 günlü raporuyla, resmî sıfatı haiz memura hakaret ve taarruz (TCK
266/1-3 nolu bentlere muhalefet) suçu isnat olunan Kastamonu Milletvekili M.
Hadi Dilekçi hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine
kadar ertelenmesine karar vermiştir.
Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık
komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde
yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine
getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların)
tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun
dışında bir grup haline getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin
kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel
olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması
amacına yöneldiğini göz önüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu
anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan
eylemin niteliği dikkate alınarak, Kastamonu Milletvekili M. Hadi Dilekçi
hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesine oy çokluğuyla karar verilmiştir.
Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere
Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
Komisyon Başkanı ve Üyeler
Muhalefet gerekçem:
Yasama dokunulmazlığının milletvekilliği sıfatı sona
erinceye kadar ertelenmesine dair karma komisyon raporuna aşağıdaki
gerekçelerle ilkesel olarak muhalifim. Değerli milletvekillerinin iddia edilen
suçları işlemediklerine dair savunmaları esas alınmalı, aklanmalarına olanak
tanınmalıdır.
Gerekçelerim iki ana başlıkta toplanmaktadır:
1. Anayasal gerekçe,
2. Belirli objektif kıstasların uygulanamaması.
Anayasal gerekçe:
Anayasamızın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmü
gereğince; seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen
milletvekili, Meclis kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez,
tutuklanamaz ve yargılanamaz.
Anayasanın 83 üncü maddesindeki düzenleme, Anayasamızın
76 ncı maddesindeki düzenlemeyle çelişmekte, çelişkinin de ötesinde 76 ncı
maddeyi düzenlemeyi gerekli kılan amacı ortadan kaldırmaktadır.
83 üncü maddedeki bu düzenleme, 76 ncı maddede
tanımlanan ve zaten milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen zimmet,
ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye
kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve
alım satıma fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma gibi suç iddiaları
dolayısıyla soruşturma açılmasına ve yargılama yapılmasına engel olmaktadır.
Anayasanın 76 ncı maddesinde belirtilen suçlardan hükmü
kesinleşmiş olan kişi milletvekili seçilemezken, milletvekili seçilmeden bir
gün önce veya milletvekili seçildikten sonra bu suçları işlediği iddia edilen
kişiler milletvekilliğini sürdürdüğü gibi, bu suçlarla ilgili olarak
sorgulanamamakta ve yargılanamamaktadır. Böyle bir düzenleme Anayasanın ruhuna,
genel hukuk kurallarına aykırıdır.
Anayasanın 76 ncı maddesindeki suç iddialarıyla ilgili
olarak kovuşturma yapılmasına izin verilmeli, karma komisyon, yasama
dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmayacağına, kovuşturma sonucu oluşacak
objektif ölçüler çerçevesince karar verebilmelidir.
Objektif ölçülerin bulunmamasına ilişkin gerekçe:
Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili
Anayasamızın 83 üncü maddesinde belirli objektif ölçüler belirtilmediği gibi,
yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki Meclis İçtüzüğünün 131 ilâ 134
üncü maddelerinde de belirli objektif ölçülere yer verilmemiştir.
Birçok Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği
üzere; yasama dokunulmazlığının kaldırılması konusunda bir takım belirli,
objektif ölçülere uygun davranılması ve bu ölçülerin bir hukuk devletinden
beklenen nitelikte bulunması şarttır. Yeterli olmamakla birlikte, eski
Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde belirli objektif ölçüler yer almış ve Anayasa
Mahkemesi, bu objektif ölçülere uygunluğu gözetmiştir.
Sonuç:
Bir suç isnadı ciddî ise, siyasî ereklere uygun ise
yahut üyenin şeref ve haysiyetini koruma yönünden dokunulmazlığın kaldırılması
zarurî ise, yasama dokunulmazlığı kaldırılmalıdır.
Dokunulmazlığın amacı, yasama görevini yürütecek
milletvekillerinin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan
korunmuş olarak görevlerini gereği gibi yapmalarını sağlayarak, siyasal
nitelikli kovuşturmalar bahanesiyle milletvekillerinin Meclise katılmaktan
alıkonmasını, çalışma şevkinin kırılmasını, bu yolla da TBMM’nin istencinin
çarpıtılmasını önlemektir. Yoksa, kimilerinin TBMM’yi yıpratmak için kasıtlı
olarak söylediği gibi milletvekiline soruşturmadan kaçma, suç işleme ayrıcalığı
tanınması değildir.
Hangi suç isnadının ciddî olduğu “Milletvekili seçilme
yeterliliği” başlıklı Anayasamızın 76 ncı maddesinde belirtildiği gibi, 2839
sayılı Milletvekili Seçimi Yasasının “Milletvekili seçilemeyecek olanlar”
başlıklı 11 inci maddesinde de belirtilmiştir.
Taksirli suçlar hariç, toplam bir yıl veya daha fazla
hapis veya süresi ne olursa olsun ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar,
affa uğramış olsalar bile; zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık,
dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz
kızartıcı suçlar ile istimal ve istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık
suçları, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya devlet sırlarını
açığa vurma suçlarından biriyle mahkûm olanlar, TCK’nın “Devletin Şahsiyetine
Karşı Cürümler” başlıklı ikinci kitabının, birinci babında yazılı suçlardan
veya bu suçların işlenmesini alenî olarak tahrik etme suçundan mahkûm olanlar,
TCK 312 nci maddesinin ikinci fıkrasında yazılı halkı sınıf, ırk, din, mezhep
veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etme
suçlarından mahkûm olanlar ve TCK’nın 536 ncı maddesinin birinci, ikinci ve
üçüncü fıkralarında yazılı eylemler ile aynı yasanın 537 nci maddesinin
birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarında yazılı eylemleri
siyasî ve ideolojik amaçlarla işlemekten mahkûm olanlar milletvekili
seçilemezler.
Anayasamızın 76 ncı maddesine göre affedilmiş olsalar
dahi, belirtilen suçlardan mahkûm olanlar milletvekili seçilemediği halde,
Anayasadaki düzenleme biçimine göre yasama dokunulmazlığı, bu suçlarla ilgili
ciddî iddialar bakımından, milletvekilleri hakkında soruşturma yapılmasına
olanak bile vermemektedir. Kamu vicdanını rahatsız eden bu duruma son vermek ve
milletvekillerini gereksiz koruma zırhına büründürmemek için, Anayasanın 76 ncı
maddesinde zaten milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen bu gibi suç
iddiaları dolayısıyla soruşturma açılması ve yargılama yapılmasının yasama
dokunulmazlığı dışına çıkarılması uygun olacaktır. Anayasada böyle bir
değişiklik, asılsız suçlamalarla töhmet altında kalan milletvekillerinin yargı
önünde aklanmasına fırsat verilmesi ve genel olarak milletvekili saygınlığının
yükseltilmesi bakımından da yarar sağlayacaktır. Anayasada yapılması gereken bu
değişikliğe kadar da karma komisyonların, bu ilke ve ölçüler içerisinde kişi ve
parti ayırımı yapmaksızın milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
kaldırılmasına karar vermesi uygun olacaktır.
Kimi suç iddiaları vardır ki, ciddî olmamakla birlikte
siyasî ereklere aykırıdır. Öte yandan, öyle asılsız suç iddiaları vardır ki,
üye istemese dahi soruşturmanın ertelenmesine karar verilmektedir. İşte bu suç
iddialarıyla ilgili olarak da yasama dokunulmazlığı kaldırılmalı,
milletvekillerinin aklanmalarına olanak tanınmalıdır. Ancak, uygulamada, üye
istemese dahi dokunulmazlığının kaldırılması ertelenmekte, üyeler töhmet
altında bırakılarak, siyaseten yıpratılmaktadır.
Anayasamızın 83 üncü maddesinde tanımlanan yasama
dokunulmazlığının kaldırılması işlemi, bir yargı işlemi niteliğinde olmayıp,
yasama işlemi niteliğindedir. İşlem dosyaları tam olarak oluşmuş olsa dahi,
kurulun yapısı ve çalışma esasları gereği, işlem dosyalarını tam bir tarafsızlıkla
inceleyebilmesi, suçun maddî ve manevî unsurlarını saptayabilmesi ve
değerlendirebilmesi olanaksızdır. Bu niteliği gereği, dokunulmazlığın
kaldırılması işlemi, ceza kovuşturmasının açılması veya ceza verilmesi
niteliğinde olmayan, sadece yasama meclisi üyelerini, kimi istisnaî durumlarda
üyelik teminatından sıyırarak, adalet karşısında öteki yurttaşlarla bir düzeye
getirmekten ibarettir.
Anayasamızın 85 inci maddesi, yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurul kararının
alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde, ilgili milletvekilinin veya
bir diğer milletvekilinin, kararın Anayasaya, yasaya veya içtüzüğe aykırılığı
iddiasıyla, iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabileceğini düzenlemektedir.
Bu düzenlemeyle, yasama içindeki iktidar-muhalefet
dengesi nedeniyle alındığı iddia edilen haksız yasama işleminin yargıyla
dengelenmesi, objektif kıstaslara uygunluğunun saptanması sağlanmaktadır.
Yukarıda belirtilen ilkelere uygun davranılması
gerektiğini ve değerli üyelerin aklanmalarına olanak sağlanılması gerektiğini
düşündüğümden, ilkesel olarak, yasama dokunulmazlığının üyelik sıfatının sona
ermesine kadar ertelenmesine dair çoğunluk görüşüne katılmamaktayım.
Saygılarımla. 24.5.2000
Hüseyin Tayfun İçli
Ankara
Karşı oy gerekçemdir:
Karma Komisyon Başkanlığına
Milletvekillerinin herhangi bir baskı ve tehdit altında
olmadan, görevlerini serbestçe yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla
dokunulmazlıklar düzenlenmiştir.
Tarihî bakımdan milletvekili dokunulmazlığı ilk defa
1688 tarihinde İngiltere'de düzenlenmiştir. Bu düzenleme "parlamentoda
konuşma özgürlüğü, tartışmalar, yargılamalar, hiçbir mahkemede veya parlamento
dışında sorumluluk sebebi olamaz" şeklindedir. Buna paralel olarak, 1789 tarihli
Fransız Kanunu ile bunlardan esinlenen 1876 Türk Anayasasında ve halen
yürürlükte bulunan Hindistan, Mısır, Meksika, Bulgaristan, İtalya ve bunun gibi
ülkelerde tarihî anlayışa uygun olarak yasama dokunulmazlığı, Mecliste ileri
sürülen düşünceler ile kullanılan oyların suç sayılamayacağıyla sınırlıdır.
Ülkemizde ise, 1982 Anayasasının 83 üncü maddesine göre
yasama dokunulmazlığı "TBMM üyelerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve
sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden sorumlu tutulamaması"
ile "seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir
milletvekilinin, Meclis kararı olmadıkça tutulamaması, sorguya çekilememesi,
tutuklanamaması ve yargılanamaması"dır. Böylesi bir dokunulmazlık
düzenlemesi, yerli ve yabancı ceza yasalarında düzenlenen ve “kanunsuz suç
olmaz, suç ve suçlular da cezasız bırakılamaz” şeklinde özetlenebilecek temel
prensiplere ve Anayasanın 2 nci maddesine dayalı hukuk devleti ilkesiyle, 10
uncu maddesine dayalı eşitlik ilkesine gölge düşürmektedir.
Bu nedenle, yasama dokunulmazlığının “Meclis
çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, ileri sürdükleri düşüncelerinden sorumlu
tutulamamak ve kişisel özgürlüğü kısıtlanamamak” şeklinde düzenlenmesi, tarihî
gelişmeye ve gerekçeye uygun olacaktır.
Fransa’da 1995 yılında bu yönde yapılan düzenlemeyle
adlî soruşturma ve yargılama dokunulmazlık kapsamı dışına çıkarılmış, sadece
tutuklama ve kişi özgürlüğünün kaldırılması, Meclisin kararına bırakılmıştır.
Yine, yasama dokunulmazlığının anavatanı olan İngiltere’de, dokunulmazlık zırhı,
ceza kovuşturmalarına karşı değil, hukuk davalarına karşı koruyucu bir işleve
indirgenmiştir.
Gündemdeki ertelenme kararı verilen dosyalar
kapsamındaki iddialar, vatandaşlarımızın günlük yaşamında karşılaştıkları ve
mevzuata göre gereğinin yapıldığı hukukî olaylar ve iddialardır. Bir yurttaş bu
gibi hallerde hangi hukuk kurallarına tabi tutuluyorsa, onun vekili ve aynı
zamanda bir vatandaş olan milletvekillerinin ve diğer kamu görevlilerinin de
aynı kurallara tabi olması kadar doğal bir şey olamaz. Böyle bir anlayış ve
uygulayış, eşitliğin gereği olduğu gibi, hukuk devleti olmanın da temel
gereğidir.
Yukarıda belirttiğim gerekçelerle, öncelikle, yasal
düzenlemeler yapılarak sorgulanma ve yargılanma dokunulmazlık kapsamı dışına
çıkarılmalı, sadece kişisel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması dokunulmazlık
kapsamında olmalıdır. Ceza hükümlerinin infazı ise, milletvekili sıfatının sona
ermesine bırakılmalıdır. Böyle bir düzenlemeyle, bir taraftan yargısal denetim
işlerlik kazanacak, diğer taraftan milletvekillerinin Meclis çalışmalarına
katılımı da sağlanmış olacaktır.
Yasal düzenlemeler yapılıncaya kadar “yasama
sorumsuzluğu” kapsamı dışındaki suç iddialarını içeren dosyalar için,
dokunulmazlıklar kaldırılmalıdır. Böylelikle, asil ve vekili arasında eşitlik
sağlanacağı gibi, milletvekillerine de bir an önce aklanma olanağı yolu
açılacaktır.
Bu nedenle “yasama sorumsuzluğu” kapsamı dışında
gördüğüm bu dosya için, dokunulmazlığın kaldırılmasının yerinde olacağı
kanaatinde olduğumdan, erteleme kararına katılmıyorum.
29.5.2000
Osman Kılıç
İstanbul
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer raporu okutuyorum:
3. - İstanbul
Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak’ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/461) (S. Sayısı: 451) (1)
(1) 451 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başkanlıkça, 16.2.2000 tarihinde karma komisyonumuza
gönderilen İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak’ın yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre
kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.
Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen
28.3.2000 günlü raporuyla, Türk Silâhlı Kuvvetlerini neşren tahkir ve tezyif
etmek suçu isnat olunan İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak hakkındaki
kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine
karar vermiştir.
İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak, komisyonumuza
gelerek sözlü savunma yapmıştır.
Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık
komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde
yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine
getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların)
tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun
dışında bir grup haline getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin
kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel
olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması
amacına yöneldiğini göz önüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu
anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan
eylemin niteliği dikkate alınarak, İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak
hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesine oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere
Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
Komisyon Başkanı ve Üyeler
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Ankara Milletvekili
Tayfun İçli ile İstanbul Milletvekili Osman Kılıç, bu rapora da, daha önceki
raporlarda yer alan aynı gerekçelerle muhaliftirler.
Bu nedenle, sadece daha önceki raporlarda yer almayan,
İstanbul Milletvekili Nazire Karakuş'un muhalefet şerhini okutuyorum:
Muhalefet şerhi:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Karma Komisyon
Başkanlığına
Halkın egemenliğinin tesis edildiği Türkiye Büyük
Millet Meclisinin her üyesi saygıdeğerdir.
Yasama görevini yerine getiren bir milletvekilinin,
saygınlığını zedeleyen suçlamalar karşısında, Türk Milleti adına karar veren
bağımsız yargıda aklanmak en doğal hakkı olmalıdır. Bu hakkın kullanılabilmesi
için, sayın milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasının doğru olacağı
düşüncesindeyim.
Karara bu anlamda muhalefet ediyor, saygılar sunyorum. 24.5.2000
Nazire Karakuş
İstanbul
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri, bu raporların tümü,
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine
dairdir. On gün içerisinde itiraz olunmadığı takdirde, bu raporlar, kesinleşmiş
olacaktır.
Sayın milletvekilleri, Sağlık Bakanı Sayın Osman
Durmuş'un, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre, pek kısa bir sözü olduğunu
beyanla, yerinden söz talebi vardır; kendisine, yerinden, çok kısa olmak üzere,
söz veriyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hatay
Milletvekilimizin konuşması üzerine söz almış bulunuyorum.
Mart ayında, Hatay Vilayetinde yaptığımız
incelemelerde, Hatay Devlet Hastanesinin bitirilebilmesi için, 350 milyar
liralık bir ödeneğin gerekli olduğunu tespit etmiş bulunuyorum. Bu ödenek,
bürokratik işlemlerin yirmiiki gün gibi bir süreyi kapsaması nedeniyle, bizde
bir gecikmeye uğramıştır; ancak, bu ödeneğin tamamı ödenmiştir. Dolayısıyla,
mahallinde Bayındırlık İl Müdürlüğünde takip edildiği takdirde, bu hastanenin
bitirilme işlemleri, müteahhitle ilgili ilin Bayındırlık Müdürlüğü arasındadır.
Bir diğer konu, özellikle Pirinçlik'teki Hudut ve
Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğüne bağlı ve üniversiteye daha evvel beş yıl
süreyle verilmiş olan tesislerimizdir. Bunun sözleşme süresi bitmiştir.
Bilindiği üzere, ülkemizde, bir dönem, her ilçeye bir
sağlık meslek lisesi açılmıştı. Bu meslek liselerinin 62'si önümüzdeki dönemde
kapatılacaktır. Ancak, burada eğitim gören öğrencilerimizin mağdur olmaması
için, yatılı imkânları araştırılmaktadır. Bu tesisimiz de bu özelliğe sahip bir
tesistir.
Burada ifade edilen "YÖK aleyhtarlığı, YÖK
düşmanlığı" gibi ifadeler biraz ağır kaçmıştır; biz, Kırıkkale
Üniversitesine, halen, bitirmekte olduğumuz iki hastanemizi veriyoruz. Burada
bir husumet söz konusu olamaz; devletin kurumlarına husumetimizin olması da
mümkün değildir.
Durumu düzeltir, saygılarımı sunarım. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri...
TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, müsaade eder
misiniz?..
BAŞKAN – Buyurun efendim.
TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Bakanın konuşmasını
kesmemek için müdahale etmedim; ama, siz, yine İçtüzüğün 59 uncu maddesine
aykırı davranıyorsunuz. Müsaade ederseniz
yerimden mikrofondan arz etmek istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun.
TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkanım, sayın bakanlar
gündemdışı konuşmalara, gündemdışı konuşmalar esnasında cevap verirler.
BAŞKAN – Efendim, ben, gündemdışı konuşmaya cevap
olarak söz vermedim; biraz önce de ifade ettim; İçtüzüğün 60 ıncı maddesine
göre, Sayın Bakan, yerinden çok kısa bir açıklama yapacağını ifade etti; ben de
bunu Yüce Meclise ifadeyle, Sayın Bakana, çok kısa bir konuşma yapması için söz
verdim.
TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, o da 58 inci
maddedir; yani, Sayın Bakan yetişemedi; olabilir; ama, ne yapar; geçen tutanak
hakkında konuşmak istiyorsa, yarın gelir, konuşur, rahat rahat da konuşur.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Güven; ben, böyle
takdir ettim, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre söz verdim. Çok teşekkür
ediyorum.
TURHAN GÜVEN (İçel) – Ben, zabıtlara geçsin diye
söylüyorum; yanlışlıklar yapılmasın bir daha...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Danışma Kurulunun bir
önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.
VI. –
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1. – (11/2)
esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler”
kısmında yer almasına ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince, gündeme alınıp
alınmaması hususundaki görüşmelerin 21.6.2000 tarihli birleşimde yapılmasına;
gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edildiği takdirde gensorunun özel
gündemde yer almasına ve görüşmelerin 26.6.2000 Pazartesi günü yapılmasına
ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
20.6.2000
19.6.2000 tarihli "Gelen Kâğıtlar"da
yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin,
gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasının ve
Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmaması hususundaki
görüşmelerin 21.6.2000 tarihli birleşimde yapılmasının, gensoru önergesinin
gündeme alınması kabul edildiği takdirde, gensorunun özel gündemde yer
almasının ve görüşmelerin 26.6.2000 pazartesi günü yapılmasının Genel Kurulun
onayına sunulması, Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
Yıldırım Akbulut
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Aydın Tümen Ömer İzgi İsmail
Kahraman
DSP Grubu
Başkanvekili MHP Grubu Başkanvekili FP Grubu Başkanvekili
Zeki Çakan Turhan Güven
ANAP Grubu
Başkanvekili DYP Grubu Başkanvekili
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve
Anavatan Partisi Gruplarının, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş
müşterek önerileri vardır. Önce, tümünü okutup işleme alacağım, sonra,
önerileri ayrı ayrı okutup değerli oylarınıza sunacağım.
B) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1. – Genel
Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun 20.6.2000 Salı günü yaptığı
toplantıda, siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından,
gruplarımızın ekteki müşterek önerilerinin, Genel Kurulun onayına sunulmasını
arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla
Aydın Tümen Ömer İzgi Zeki
Çakan
DSP Grup
Başkanvekili MHP Grup Başkanvekili ANAP Grup Başkanvekili
Öneriler :
1 - Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 7 nci sırasında yer alan 426
sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 3 üncü sırasına, 6 ncı sırasında yer
alan 421 sıra sayılı kanun tasarısının 4 üncü sırasına, 15 inci sırasında yer
alan 434 sıra sayılı kanun teklifinin 5
inci sırasına, 184 üncü sırasında yer alan 488 sıra sayılı kanun tasarısının 6
ncı sırasına ve 188 inci sırasında yer alan 503 sıra sayılı kanun tasarısının 7
nci sırasına, 20.6.2000 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte
dağıtılan 504 sıra sayılı kanun tasarısının 48 saat geçmeden 8 inci sırasına
alınması önerilmiştir.
2 - 20.6.2000 Salı günü özel gündemde yer alan 405 sıra sayılı Meclis Araştırma Komisyonu raporunun görüşmelerinin
tamamlanmasından sonra sözlü sorular ile diğer denetim konularının
görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi ve gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri" bölümünün 5 inci sırasına kadar olan
işlerin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması; 21.6.2000 Çarşamba günü
Genel Kurulun saat 14.00'te toplanması, özel gündemde yer alan (11/2) esas
numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasından sonra, sözlü
soruların görüşülmeyerek gündemde yer alan 434 ve 488 sıra sayılı kanun tasarı
ve tekliflerinin görüşmelerinin bitimine kadar çalışmalarını sürdürmesi; Genel
Kurulun 22.6.2000 Perşembe günü saat 14.00'te toplanması, 15.6.2000 tarihinde
dağıtılan ve İçtüzüğün 112 nci maddesi gereğince 22.6.2000 Perşembe günkü
gündemde yer alacak olan 442, 481, 483, 485, 495 ve 496 sıra sayılı Meclis
soruşturma raporları ile gündemde bulunan ve 22.6.2000 Perşembe gününe kadar
görüşmeleri tamamlanamadığı takdirde 410 sıra sayılı Meclis soruşturması
raporunun görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması, 23.6.2000
Cuma günü 503 ve 504 sıra sayılı kanun tasarılarının görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.
3 - Genel Kurulun 23.6.2000 Cuma, 24.6.2000 Cumartesi,
25.6.2000 Pazar, 26.6.2000 Pazartesi, 27.6.2000 Salı, 28.6.2000 Çarşamba,
29.6.2000 Perşembe ve 30.6.2000 Cuma günleri 14.00-19.00, 20.00-24.000 saatleri
arasında çalışması ve bu günlerde kanun tasarı ve teklifleri ile gündeme
girecek olan Meclis soruşturma raporlarının görüşülmesi, 27.6.2000 Salı günü
sözlü sorular ile diğer denetim konularının, 28.6.2000 Çarşamba günü de sözlü
soruların görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi
önerilmiştir.
BAŞKAN – Öneri üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına
Sayın Bülent Arınç; buyurun.
FP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum, çalışmalarımızın hayırlı
olmasını diliyorum.
İktidar grubu partilerin müşterek önerisi okundu. Bu
okunan önerilerde, çok kolay anlaşılır, sıra sayılarıyla, günleriyle,
saatleriyle pek fazla bir açıklık yok; dolayısıyla, ben, tekrar, konuyu şöyle
özetlemeye çalışayım:
Bugün, gündemde de yazılı olduğu gibi, salı günü
itibariyle, Kızılay hakkında, Meclis araştırma komisyonunun bitirdiği rapor
görüşülecek; bunun arkasından, 484 sıra sayılı, ticaret odalarıyla ilgili yarım
kalmış bir tasarı görüşülecek; daha arkasından, 426 sıra sayılı polis kadroları
ve 421 sıra sayılı askerî hâkimlerle ilgili kanun tasarıları görüşülecek.
Çarşamba günü, gensorunun gündeme alınıp alınmamasıyla
ilgili bir görüşme var, verildi, süresi içerisinde görüşülmesi gerekiyor; daha
sonra, kamuoyunda da bilindiği üzere, 434 sıra sayısıyla öğrenci affı yer
almış; arkadan, Bakü-Ceyhan petrol boru hattıyla ilgili 488 sıra sayılı tasarı
var.
Perşembe günü, 7 tane soruşturma komisyonu raporu arka
arkaya görüşülecek.
Cuma günü, 2 tane soruşturma komisyonu raporu
görüşülecek; arkadan, 503 ve 504 sıra sayılı kanun tasarıları görüşülebilecek.
Cumartesi, pazar, pazartesi günleri de, Sekizinci Beş
Yıllık Kalkınma Planı görüşmeleri yapılacak.
Önümüzdeki 28 Haziran tarihine kadar gündem bu şekilde
belirlenmiş; çalışma saatleri de, o güne ait konuların bitimine kadar
uzatılmış.
Değerli arkadaşlarım, söyleyeceğim şeyler prensip
itibariyledir, yoksa, öncelik verilen bazı kanun tasarı ve tekliflerine
"hayır" demek mümkün değil. Esasen, biz de, yaptığımız konuşmalarda,
verdiğimiz beyanatlarda, öncelikli olarak görüşülmesini talep ettiğimiz
konuları kamuoyuna bildirmiştik. Bunların içerisinden birisi, öğrenci affı diye
bilinen ve geçtiğimiz ağustos ayından beri, veto edilen kanunun içerisinde
olduğu için önce görüşülemeyen, daha sonra da, ayırt edilip, uzun süre Millî
Eğitim Komisyonunda ve Adalet Komisyonunda tartışması yapılan tasarıyla
ilgilidir. Meseleye olumlu baktığımızı ve binlerce insanın, öğrencisiyle,
öğretim üyesiyle, bu kanunu beklediğini biliyorduk. Dolayısıyla, bugün, yarın
itibariyle bu konunun gündeme girmiş olmasını olumlu karşılıyoruz.
Şüphesiz, bugün, araştırma komisyonu raporu
görüşülmedi, geçen haftanın gündeminde de yer almıştı. Polis kadroları ve
askerî hâkimlerle ilgili birkaç maddelik tasarıları da, meslekî açıdan, o kamu
görevini yapan kişiler açısından yararlı bulduğumuzu ve bunları
destekleyeceğimizi de ifade etmiştik.
Ancak, dikkatlerinizi çekmek istediğim birkaç konu var:
Bunlardan bir tanesi, son aylarda, takriben 4-5 aydan bu yana, Meclis
gündeminden denetim konularının uzaklaştırılmış olmasıdır. Belki zaman zaman
bir iki konu görüşülüyor; ama, genelde, Danışma Kurulu önerileri içerisinde,
iktidar grubu, denetime yer vermiyor. Oysa, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iki
önemli görevi vardır. Bunlardan biri yasama olduğu gibi, ikincisi de denetleme
görevidir. Araştırmalarla, soruşturmalarla, sorularla, genel görüşmelerle,
Meclis, bu görevini mutlaka yerine getirmelidir.
Mesela, bugün görüşmesini yapacağımız Kızılay
hakkındaki Meclis araştırması komisyonu raporu, içerisinde fevkalade önemli
sonuçları taşımaktadır. Eğer -değerli arkadaşlarımdan bendenizi birkaç dakika
dinlemelerini rica ediyorum- denetim konularına yer verilmemiş olsaydı, bugün
kamuoyunun önüne gelen, mesela Kızılay gibi, mesela Türk Hava Kurumu gibi,
mesela benzeri kurumlar gibi, içinden nasıl tefessüh ettiğini, kokuştuğunu ve
millî meselelerde ne kadar basiretsiz ve beceriksiz olduklarını görmeyecek, bu
kuruluşların düzelmesi için de bir gayretimiz olmayacaktı. Halbuki, biri deprem
vasıtasıyla, biri de bir başka vesileyle, bu kurumların iç bünyelerinin
araştırılması ve bu kurumların, gerçekten bir kamu görevini layıkıyla yapmaları
ortaya çıkarılmış oldu. Bu bakımdan, denetleme görevinin kesinlikle ihmal
edilmemesini... Zaten, sorularıyla ve diğer konularıyla haftada ancak 1 gün
zaman ayırdığımız bu konunun iyice gündemden çıkarılmış olmasını fevkalade
yanlış buluyorum.
Bugün raporunu görüşeceğimiz araştırma komisyonu,
görevini bir hayli önce bitirmişti ve Meclis Başkanlığına takdim edilmişti;
ama, buna benzer araştırma komisyonlarının raporları da bitmektedir. Mesela,
bunlardan YÖK Araştırma Komisyonu da, gerçekten çok yararlı ve faydalı
çalışmalar yapmıştır. Henüz rapor elimizde olmadığı halde, bu komisyonlardaki
üye arkadaşlarımızın, Türkiye için çok önemli sayılabilecek bu kurum hakkında
çok önemli bilgilere ulaştığını da sevinçle görmekteyiz.
Değerli arkadaşlarım, birinci konu; bu denetimin
sürekli olarak ihmal edilmesiydi. Bunu yanlış bulduğumuzu, denetleme görevinin
Parlamento için fevkalade önemli sayılması icap ettiğini tekrarlamak istiyorum.
İkinci önemli konu da, bakınız, soruşturma komisyonları
ve bu komisyonların verdiği kararlar sürekli tartışılıyor. Hükümet ortakları
arasında tartışılıyor; muhalefeti ilgilendiriyor, orada tartışılıyor;
milletvekilleri arasında, kendi düşünceleriyle veya kendi siyasî kanaatleriyle
veya hukukî bulgularıyla, ne olması gerektiği üzerinde de, zaman zaman
konuşmalar yapılıyor.
Şimdi, biz, dağıtılmış bulunan 7 tane soruşturma
komisyonu raporunu görüyoruz ki, perşembe günü görüşeceğiz. Perşembe günü saat
14.00'te başlayacak toplantı ve sırasıyla 7 soruşturma komisyonu raporu
görüşülecek.
Arkadaşlar, 7 soruşturma komisyonu raporu denilince,
belki sıralamaya dikkat edilmedi veya bir soruşturma komisyonu raporunun nasıl
görüşülmesi gerektiği konusunu, İçtüzüğün 112 nci maddesi gündeme gelmediği
için henüz farketmemiş olabiliriz. Mesele şudur: Bir soruşturma komisyonu
raporu üzerinde 6 milletvekilinin konuşma hakkı var ve bir de, suçlanan bakan
veya başbakanın veya onlar adına birinin konuşma imkânı var. Şüphesiz, suçlanan
kişiler, süresiz olarak konuşabileceklerdir. Ben, Parlamentodaki uygulamanın
böyle olduğunu biliyorum. Şahısları adına konuşacak arkadaşlarımızın da, asgarî
10'ar dakika konuştuğunu varsayarsak, 7 kişi konuşacak ve 7 tane de soruşturma
komisyonu var; yani, 49 defa konuşma yapılmış olacak. Asgarî 10'ar dakikadan
hesaplarsanız, 7 soruşturma komisyonu raporunun müzakeresi ve oylanmasının kaçyüz
dakikaya ve kaç eşit saate baliğ olacağını takdir edersiniz. Anlaşılıyor ki, 7
soruşturma komisyonu raporunun saat 14.00'te başlayan müzakerelerinin, belki,
geceyarısını aşması bile mümkündür. "Olsun, geceyarısını aşsın, bir günde
bunların hepsinden kurtulalım" diyebilirsiniz; ama, iş, sadece, saniye ve
dakikayla ölçülmüyor ki! Burada biz ne yapmak istiyoruz ona bakalım. Yani, 7
tane soruşturma komisyonu raporunun, böyle, bir rüzgâr gibi geçip gitmesinin
"bir günde görüşelim de bu musibetlerden nasıl olursa olsun
kurtulalım" mantığı içinde mi ele alacağız; yoksa, gerçekten, bu
soruşturma komisyonları raporları üzerinde derinlemesine bir incelemeye bugüne
kadar vakti olmamış pek çok arkadaşımızın, belki konuşmaları takip ederek,
belki raporları açıp okuyarak, kanaatleri üzerinde de bir farklılık meydana
gelebileceğini düşünebiliriz.
Değerli arkadaşlarım, endişem şudur ki, nasıl olsa bu
komisyon raporlarının hiçbirisi 276'yı bulmayacak. Biz bunları usulen, bir
rüzgâr gibi konuşup geçelim, oylamalarını da fırtına gibi yapalım, kamuoyundaki
tartışmasından da bir günde kurtulalım ve arkasından sen sağ, ben selamet
olalım! Herhalde mantık budur. Yoksa, Mustafa Kul hakkındaki soruşturma
komisyonu raporunun geçen haftadan bu yana niye tartışılmadığını daha iyi
anlamış oluruz. 7 tanesini arka arkaya koymak yerine, belki 3 tanesini bir
günde görüşüp, diğerlerini de oturmamak suretiyle talik etmek de mümkünken,
hepsini bir ana getirmenin, bence, böyle bir sebebi olmalı. Demek ki,
komisyonlardaki kavgalar veya münakaşalar bir tarafa, bu iş Parlamentoda hallü
fasl edilmek isteniyor; "276 bulunmayacak, bir günde bunun müzakeresini
yapalım, oldubitti" diyelim mantığı var. Yoksa, bu kadar dakika ve
saniyeyle, bu kadar konuşmacıyla sağlıklı bir sonuca varmanın herhalde mümkün
olmadığını düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, dikkat edeceğimiz bir konu da,
çalışma saatlerinin, her gün için, o konular bitinceye kadar uzatılmasıdır.
Böylesine yoğun bir çalışmanın, böylesine bir rüzgâr gibi arka arkaya, peşpeşe,
isteyen konuşsun, istemeyen konuşmasın, biz, bunu görüşüp bitirelim
düşüncesinin yanlış olduğunu zaman zaman ifade etmiştik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen tamamlayın Sayın Arınç.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Hemen bitiriyorum Sayın
Başkanım.
Parlamentonun seri üretim yapan bir fabrika olmadığını
zaman zaman söyledik; yani, şu kadar kanun çıkardık şeklinde sayının artması,
hükümete bir prim ve itibar kazandırıyor gibi görünüyor. Oysa, kemiyetten
ziyade keyfiyete bakmak, muhtevaya bakmak lazım.
Değerli arkadaşlarım, bunların içerisinde mutlaka
getirilip görüştürülmesi gerekenleri biraz evvel söyledim; bunlara olumlu
katkılarda bulunacağız; ama, bakınız, bu kadar yoğun bir gündemin içerisine,
herkesi, milyonları ilgilendiren, mesela, bazı suç ve cezaların affı sokulmadı.
Öğrenci affı girdi; ama, kamuoyunda binlerce insanın "ne olacak" diye
endişe içerisinde beklediği bazı suç ve cezaların affı yok. Mesela, zorunlu
tasarruflar için hükümetin düşünüp uygulamaya koyacağı bir kanun tasarısı
önümüzde yok, mahallî idareler yok. Bunun yanında, Türk Ceza Kanununun Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı yok, Memur Sendikaları Yasa
Tasarısı yok ve demokratikleşmeyle ilgili, maalesef, bir tek kanun teklif ve
tasarısı yok.
Biz, 1 Temmuzda tatile çıkma kararı alan bir iktidarın
"şu 5-10 gün içerisinde ne yapalım da 1 Temmuza kapağı atalım"
düşüncesiyle karşı karşıyayız. Siz değil miydiniz "temmuz ve ağustos
aylarında dahi burada çalışacağız, millet bizden bunu istiyor" diyen?
Şunları getirin de, hiç olmazsa temmuzun 20'sine kadar bunları çıkaralım, ondan
sonra da, tatil değil, ara verme yapalım, seçmenlerle görüşmeye gidelim. Bu
kadar öncelikli ve hassas konuları önümüze getirmeyip de, bir rüzgâr gibi arka
arkaya, zamanla yarışırcasına "ben yaptım oldu" mantığıyla hareket
etmek, kamuoyunu aldatmak demektir, Meclisin saygınlığını da, maalesef,
yıpratmak demektir.
Bu konulardaki düşüncelerimi Genel Kurulun dikkatlerine
arz ediyorum ve bu prensipler dahilinde, bu önerilere "hayır"
diyeceğimizi ifade ediyorum. Teşekkür ederim. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arınç.
Öneri üzerinde başka söz talebi?.. Yok.
Öneriyi tekrar okutup, oylarınıza sunacağım efendim:
1 - Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 7 nci sırasında yer alan 426
sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 3 üncü sırasına, 6 ncı sırasında yer
alan 421 sıra sayılı kanun tasarısının 4 üncü sırasına, 15 inci sırasında yer
alan 434 sıra sayılı kanun teklifinin 5
inci sırasına, 184 üncü sırasında yer alan 488 sıra sayılı kanun tasarısının 6
ncı sırasına ve 188 inci sırasında yer alan 503 sıra sayılı kanun tasarısının 7
nci sırasına, 20.6.2000 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte
dağıtılan 504 sıra sayılı kanun tasarısının 48 saat geçmeden 8 inci sırasına
alınması önerilmiştir.
BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Diğer öneriyi okutuyorum:
2 - 20.6.2000 Salı günü özel gündemde yer alan 405 sıra sayılı Meclis Araştırma Komisyonu Raporunun görüşmelerinin
tamamlanmasından sonra sözlü sorular ile diğer denetim konularının
görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi ve gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri" bölümünün 5 inci sırasına kadar olan
işlerin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması; 21.6.2000 Çarşamba günü
Genel Kurulun saat 14.00'te toplanması, özel gündemde yer alan (11/2) esas
numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasından sonra, sözlü
soruların görüşülmeyerek gündemde yer alan 434 ve 488 sıra sayılı kanun tasarı
ve tekliflerinin görüşmelerinin bitimine kadar çalışmalarını sürdürmesi; Genel
Kurulun 22.6.2000 Perşembe günü saat 14.00'te toplanması, 15.6.2000 tarihinde
dağıtılan ve İçtüzüğün 112 nci maddesi gereğince 22.6.2000 Perşembe günkü
gündemde yer alacak olan 442, 481, 483, 485, 495 ve 496 sıra sayılı Meclis
soruşturma raporları ile gündemde bulunan ve 22.6.2000 Perşembe gününe kadar
görüşmeleri tamamlanamadığı takdirde 410 sıra sayılı Meclis soruşturması raporunun
görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması, 23.6.2000 Cuma günü
503 ve 504 sıra sayılı kanun tasarılarının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar
çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.
BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Diğer öneriyi okutuyorum:
3- Genel Kurulun 23.6.2000 Cuma, 24.6.2000 Cumartesi,
25.6.2000 Pazar, 26.6.2000 Pazartesi, 27.6.2000 Salı, 28.6.2000 Çarşamba,
29.6.2000 Perşembe ve 30.6.2000 Cuma günleri 14.00-19.00, 20.00-24.000 saatleri
arasında çalışması ve bu günlerde kanun tasarı ve teklifleri ile gündeme
girecek olan Meclis soruşturması raporlarının görüşülmesi, 27.6.2000 Salı günü
sözlü sorular ile diğer denetim konularının, 28.6.2000 Çarşamba günü de sözlü
soruların görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi
önerilmiştir.
BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemin "Özel Gündemde Yer
Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.
Genel Kurulun 14.6.2000 tarihli 110 uncu Birleşiminde
alınan karar gereğince, bu kısımda yer alan Türkiye Kızılay Derneğinin
sorunları ile faaliyetlerinin araştırılarak gelir kaynaklarının daha etkin
kullanılması için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla,
Anayasamızın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş
bulunan (10/73, 74) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 405 sıra
sayılı raporu üzerindeki genel görüşmelere başlıyoruz.
VII. –
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS
ARAŞTIRMASI
A) GÖRÜŞMELER
1. - İstanbul
Milletvekili Nazif Okumuş ve 43 Arkadaşı ile Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve
21 Arkadaşının, Türkiye Kızılay Derneği’nin Sorunları ile Faaliyetlerinin
Araştırılarak Gelir Kaynaklarının Daha Etkin Kullanılması İçin Alınması Gereken
Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
Maddeleri Uyarınca Birer Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve
Meclis Araştırması Komisyonu Raporu, (10/73,74) (S. Sayısı: 405) (1)
BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması komisyonunun
raporu üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı, önerge sahiplerine aittir.
Daha sonra, İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine göre, siyasî parti grupları adına
1'er üyeye, şahısları adına 2 üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri
halinde, Komisyon ve Hükümete de söz verilecek; bu suretle, Meclis araştırması
komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır.
Konuşma süreleri: Komisyon, hükümet ve siyasî parti
grupları için 20'şer dakika, önerge sahibi ve şahıslar için 10'ar dakikadır.
Komisyon raporu, 405 sıra sayısıyla basılıp
dağıtılmıştır.
Rapor üzerinde, önerge sahibi olarak, Sakarya
Milletvekili Sayın Nezir Aydın; buyurun efendim.
(1) 405 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Arkadaşımız şu anda
dışarıda Sayın Başkan.
BAŞKAN – Önerge sahipleri adına başkaca söz talebi
olmadığı için; gruplar adına, Anavatan Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili
Sayın Suha Tanık; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Tanık, süreniz 20 dakikadır efendim.
ANAP GRUBU ADINA SUHA TANIK (İzmir) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; İstanbul Milletvekili Nazif Okumuş ve 43
arkadaşının, Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 21 arkadaşının, Türkiye Kızılay
Derneğinin sorunları ve faaliyetlerinin araştırılarak, gelir kaynaklarının daha
etkin kullanılması için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla,
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca birer Meclis
araştırması açılmasına ilişkin (10/73, 74) esas numaralı önergelerine
dayanılarak kurulan Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerinde Anavatan
Partisi Grubunun görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi
saygı ve sevgiyle selamlarım.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1999 yılında
milletvekili genel seçiminden sonra 20 nci Dönemde Parlamentoda görev alan
milletvekili arkadaşlarım ve ben de, belli prosedürden geçerek Meclis
Başkanlığına yaptığımız müracaat neticesinde, Meclis Başkanlığı tarafından
hazırlanmış birtakım evrak milletvekillerine teslim edildi. Bu evraklar teslim
edilirken, hepinize, aynı zamanda, hem Türkiye Cumhuriyeti Anayasası hem
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü verildi. İçimizde, tabiî, hukukçu
arkadaşlarımız vardır; bunlar, bu konuda fevkalade bilgili arkadaşlardır.
Tabiî, hukukçu olmayan, benim gibi iktisat fakültesinden gelen arkadaşlarımız
da var, başka meslek kuruluşlarından gelen arkadaşlarımız var. Bu Meclisin
İçtüzüğüyle ilgili bilgileri, oturup, bu İçtüzükten tek tek okuyarak,
ezberleyerek bir netice alamadık, kendi ilgi alanımıza giren birtakım maddeleri
araştırdık İçtüzükte ve Meclisin çalışma günlerinde, İçtüzükle ilgili birtakım
yeni bilgiler öğrenmeye başladık zaman içerisinde. Mesela, Mecliste araştırma
komisyonlarının ne olduğu, Mecliste soruşturma komisyonlarının nasıl olduğu,
Meclisin çalışma süresi, söz isteme hakkı, söz süreleri... Bunları, zaman
içerisinde, tecrübeyle daha iyi öğrenebildik.
Şimdi, bu anlamda, Meclis araştırması komisyonuyla
ilgili, müsaade ederseniz, ufak bir bilgi arz etmek istiyorum: Meclis
araştırması komisyonları, milletvekillerinin, herhangi bir konuyla ilgili
araştırma yapılması için vermiş oldukları önergeyle gerçekleşiyor. Bu iki
milletvekili arkadaşımızın ve önergede imzaları bulunan diğer milletvekili
arkadaşlarımızın, bu 21 inci dönemde, değişik 3 araştırma komisyonu önerisi
Meclis Genel Kurulunda gündeme gelmiş; bunlardan birisi, biliyorsunuz, depremin
araştırılmasıydı; diğeri, Kızılay Derneğinin araştırılması ve üçüncüsü de
YÖK'tü. Yani, bu dönemde, 21 inci Dönemde, 3 Meclis araştırması komisyonu
kurulmuş ve benim de içerisinde yer aldığım Kızılayın araştırılmasıyla ilgili
komisyonda gerekli çalışmalar yapılmış.
Acaba, niye, birdenbire, Kızılayın araştırılması
komisyonu diye bir komisyon kurulması, Sayın Cemil Çiçek, Sayın Nazif Okumuş ve
imzası bulunan diğer arkadaşlar tarafından istenilmiş; bunu, şimdi, bir kere
daha hatırlatmak istiyorum. Bu, 1999 senesi içerisinde, 17 Ağustosta ve 12
Kasımda yaşanan iki tabiî afetten kaynaklanmış. Demek ki, Allah bize bu tabiî
afetleri göstermeseydi 17 Ağustosta ve 12 Kasımda, o zaman böyle bir araştırma
komisyonu kurulmasına lüzum kalmayacaktı! Yani, ille, biz, parlamenterler
olarak, Parlamento olarak, birtakım konuları araştırmak için bazı olayları
yaşamak mecburiyetinde miyiz?! Yani, deprem felaketini, tabiî afeti yaşadıktan
sonra mı Kızılayı araştırma konusu aklımıza geldi?! Ya da, bu üç komisyonda
araştırmalar yapıldı; deprem komisyonunda, YÖK Komisyonunda ve bu Kızılay
araştırması... Peki, sayın milletvekilleri, acaba, hiçbir milletvekili
arkadaşımız, bu 21 inci Dönem tamamlanmadan önce, 2000'li yıllara girdiğimiz
bugünlerde, 21 inci Yüzyılın ilk yarısında, lise talebelerininin, üniversite
talebelerinin eğitiminin araştırılmasıyla ilgili, yeni eğitim sisteminin
Türkiye için uygulanması, araştırılması konusunda bir araştırma önergesi
vermeyecek mi? Ya da, ille, futbol sahalarında Türk millî takımının birtakım başarısızlıkları neticesinde mi
araştırma önergesi verilecek?! Niye verilmiyor bir araştırma önergesi; Türk
sporu, Türk futbolu nasıl daha iyi olur diye bir araştırma önergesi
getirilmiyor? Bunlar getirilsin...
Mesela, bakın, daha enteresan bir konu var;
arkadaşlarımın birçoğu bunları üretebilirler istedikleri gibi. Mesela,
televizyonlarda, gazetelerde, değişik mecmualarda boy boy görüyorsunuz her gün;
binbir çeşit bilgisayar veriliyor; hatta, bilgisayarlar bedava veriliyor. Yani,
üye ol, internete gir, bilgisayarı hediye ediyoruz diyor. Türkiye'de bir
bilgisayar akımı başladı. Her eve bilgisayar giriyor, her yazıhaneye bir
bilgisayar giriyor; çok güzel. Bu bilgisayarı Türkiye'de başlatan, Anavatan
Partisinin kurucu lideri Sayın Turgut Özal'dı; ama, Türkiye'ye gelen
bilgisayarlarda, teknoloji olarak, hard disk olarak, acaba, dünyada birtakım
bilgisayar firmalarının terk ettikleri sistemleri mi getiriyorlar Türkiye'ye;
bu niye araştırılmıyor?! Türkiye, acaba, birtakım bilgisayar firmalarının
bilgisayarlarının çöplüğü olarak, vatandaşın kendi kesesinden, boğazından
kıstığı, ekonomik olarak, parasını vererek çoluğunun çocuğunun, karısının,
kendisinin istediği bu sisteme para yatırırken, acaba, bir çöplüğü mü, Türkiye,
oluşturuyor; bunları da araştırmak lazım. Bunlar, birtakımı... Yani, önümüzde,
günlük yaşam içerisinde karşılaştığımız olaylar.
Araştırma komisyonları, biliyorsunuz, 13 kişilik
komisyonlardır ve Kızılay Komisyonunda, burada, Başkanlık Divanında oturan
Sayın Başkanım Nazif Okumuş ve arkadaşlarımızla beraber çalıştık. Fevkalade
güzel bir çalışma yaptık; birlik, beraberlik içinde, 13 milletvekili, fevkalade
güzel bir çalışma yaptık. Bu 13 milletvekili arkadaş üç ay çalıştık, süremiz üç
aydı; fakat, yine hatırlayacağınız gibi, o süreç içerisinde Meclis iki kere
tatile girmek durumunda kaldı -bayram tatiliydi, şu tatildi, buydu- ve bir ay
ek süre istedik. Sistem olarak, araştırma komisyonlarının çalışması bu. İki alt
komisyon kuruldu; bu iki alt komisyonda arkadaşlarım fevkalade güzel çalışmalar
yaptılar. Araştırma Komisyonu Başkanı arkadaşımızın hazırlamış olduğu plan
içerisinde, Kızılay Derneğinin Genel Merkezi ziyaret edildi, araştırma oradan
başladı. Daha sonra Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezine gidildi. Depremden zarar
gören bölgeler, esas, Kızılayın araştırılmasına neden olan, tabiî afetlerle
ilgili olan bölgeler, Ankara Kızılay ve Altındağ Şubeleri araştırıldı, Ankara
Kızılay Kan Merkezi araştırıldı, İstanbul'da bazı Kızılay şubeleri araştırıldı,
gidip yerinde incelemeler yapıldı. Kızılay Afyon Madensuyu İşletmeleri
araştırıldı, Kızılay Etimesgut Depo Müdürlüğü, İzmir Şube Başkanlığı, İzmir Kan
Bankası, her yerde gerekli incelemeler yapıldı. Birçok kimse davet edilerek,
komisyonda fikir ve görüşlerine müracaat edilerek bilgi alındı. Bunları, daha sonra
çıkacak olan, hem Başkanım size uzun uzun anlatacaktır hem diğer gruplar adına
konuşmacı arkadaşlarım uzun uzun anlatacaktır. Bu alt komisyonlardan birisinde,
ben, mesela, İzmir'de kendi ilimle ilgili olarak Kızılay Başkanlığını ziyarete
gittim. Ben de, sizler gibi, Kızılayın, deprem felaketinden sonra yaşanan
olaylarıyla ilgili, televizyonlardaki, lehte aleyhte birtakım programları takip
ettim. Gittim, Kızılay Kan Merkezinde ilk ziyaretimi yaparken, bir vatandaş,
orada, kan vermek için bekliyor. Hatta, bu vatandaşın ismi, bu rapora da geçmiş
vaziyette. İsmi Mehmet Köken, Tarişte güvenlik görevlisi sağlıklı,
sıhhatli bir vatandaş. Dedi ki:
"Sayın milletvekilim, siz, madem araştırmaya geldiniz, Kızılayla ilgili
bilgiler topluyorsunuz; vallahi, ben şikâyetçiyim bu işten; ben, vatandaş
olarak Kızılaya, haftada bir kere kan veririm; ama, ben, ne zaman ki, bir
televizyon kanalında yapılan özel bir programda, Kızılay, kanları kullanmıyor,
felaket bölgesine kan göndermiyor ve bunlar çöplüğe atılıyor, çöplükten bu
kanlar toplanıyor denince, bunun üzerine, artık kan vermeyeceğim diye geldim,
buraya söyledim."
Orada,
doktorlarla, hemşirelerle beraber, biz de aynı rahatsızlığı hissetmiştik. Ben
de, tıbbî bilgisi olan bir insan olmadığım için, bunu televizyon başında
seyrederken aynı rahatsızlığı duymuştum. Sonra, orada, fevkalade güzel izah
edildi.
Tabiî, bunları, şimdi, buradan vatandaşımıza tek tek
izah etmek mümkün değil. Bu koskoca raporu alıp da, vatandaşımıza, buradan
okumamız da mümkün değil; ama, bu konuyla ilgilenenler varsa, bu konuya
yakınlık duyanlar varsa -ki, bunlar, tahmin ediyorum, Kızılay Derneğinin
Başkanlığına da gönderilecektir- oradan, bunlar, ciltli olarak alınıp inceleme
imkânı bulunabilir vatandaşlar tarafından.
Şimdi, bu kan meselesinde... Tabiî, bizim milletimiz,
vatandaşımız, her zaman, böyle felaketlerde -Allah göstermesin- birlik
beraberlik halinde oluyor. Bu deprem felaketinden sonra, kan arandığı -tabiî
televizyonlardan- basın yoluyla vatandaşa duyurulunca, vatandaş kan bankalarına
hücum ediyor, kan vermek için. Oradaki doktor diyor ki: "Sayın
milletvekilim, biz, ancak 30 000 ünite kan depolayabiliyoruz. 30 000 ünite kan,
normalde elimizde var ve bu kanı, ihtiyacı olan kimselere veriyoruz, satıyoruz
ve deprem fekaletiyle ilgili bir anda 170 000-180 000 ünite kan oldu. Elimizde
bu kanı muhafaza etmek için gerekli sistem yok; çünkü, sistem, bir millî
felaket boyutları içerisinde, ancak 80 000 civarında ünite muhafaza edebiliriz.
30 000 alıyoruz; bunu, periyodik olarak bir ay saklama imkânımız var."
Şimdi, içimizde doktor arkadaşlarımız var. Tabiî, bu
soruşturma neticesinde, bunları da rapora geçtik; oradaki doktorun ve
kimyagerin bize vermiş olduğu bilgiler çerçevesinde. Bir ay saklama süresi var.
Bu kanlardan birtakım plazmalar elde ediliyor; bunun kullanma süresi de 45
günmüş, 45 gün dayanıyormuş. Şimdi, düşünün, 30 000 ile 80 000 arasında kan
saklama imkânı olan bir kuruluşa, birdenbire, bir aylık süre içerisinde 150
000-170 000 civarında ünite kan gelince, tabiî, oradaki kanların, maalesef,
aylık sürelerinden sonra, belki de bir kısmının aylık süresi geçmeden -oraya
kan vermeye geleni de kapıdan çevirmeden; çünkü, kapıdan çevrildiği takdirde,
birtakım basın organlarında hiç de hoş olmayan, nahoş görüntülere sebep
olacağından- uygulama böyle gitmiş; ama, ben inanıyorum ki, Kızılay Kan
Merkezi, benim yaptığım incelemeler neticesinde, görevini fevkalade başarılı
üstlenmiş ve yerine getirmiş.
Mesela, şu anda, Kızılayın 400 000 civarında
felaketzedeye çadır verebilme imkânı var, üç aylık iaşe verebilme imkânı var;
ama, Allah, daha büyük bir
felaketleTürkiye'yi karşılaştırmasın, karşılaştırırsa, tabiî, buna verilecek
cevap, imkânsızlıklar... Bu, belki de, yine, birtakım yeni araştırmaları
getirecek.
Bizim, aslında, üzerinde ağırlıkla durmamız gereken,
Kızılayın çağa ayak uydurabilmesi, uydurabilmesi için neler yapılması
gerektiği. Aşağı yukarı benim yaşımda, orta yaşta arkadaşlar olarak hepiniz
hatırlarsınız; biz ilkokul talebesiydik, bayramlarda önümüze birer kutu
takarlardı, kutunun üstünde bir tane ay vardı, Kızılayın kumbarasıydı, içine
para attırırdık, Kızılaya para
toplanması açısından, şöyle kenarları çiçek gibi birer rozet takardık. Bu,
tabiî, vatandaşın Kızılaya sevgisi, sempatisiydi. Maalesef, bu deprem
felaketinden sonra, vatandaşın Kızılaya bakış açısında, büyük bir uzaklaşma ve
soğuma olduğu kesin; ama, tahmin ediyorum, önümüzdeki gelecek günlerde,
Kızılayın uluslararası bir dernek olması ve Türkiye'nin Kızılaya ihtiyacı
olması, Allah korusun, bir felaket anında dönüp arkamıza baktığımız zaman,
arkamızda Kızılayın olabileceğini hissedebilmemiz, güven duyabilmemiz için,
Kızılayın, yine de, vatandaş nezdinde, halk nezdinde sempatisini ve güvenini
kazandırmak mecburiyetinde olduğumuzu biliyoruz. Birtakım noksanları yok mu;
var. Bu noksanlar, zaman içerisinde, tahmin ediyorum, ortadan kalkacak.
Mecliste 3 tane araştırma komisyonu kuruldu; ama, bu 3
tane araştırma komisyonuna karşın, Mecliste 15 civarında soruşturma komisyonu
kuruldu. Şimdi, diyeceksiniz ki, araştırma komisyonundan soruşturma
komisyonuna... Vallahi, ben, hafta sonları kendi seçim bölgeme gider, gelirim;
çarşıda pazarda, halkın içerisinde dolaşırım; dolmuşta, minibüste sorarım;
vatandaş, bu araştırma komisyonu ile
soruşturma komisyonunu da pek birbirinden ayırt edemez hale geldi. Bize sordu,
nedir bu Meclisteki araştırma komisyonları, soruşturma komisyonları diye...
Sayın millevekilleri, bakınız, ne yazıktır ki, bugün,
15 civarında soruşturma komisyonu kurulmuş; ama, 3 tane araştırma komisyonu
kurulmuş. Benim, bir parlamenter olarak -benim hangi siyasî partiden olduğumu
bir tarafa bırakınız, sizin aranızdan bir milletvekili arkadaşınız olarak-
gönlüm isterdi ki, keşke 17 tane araştırma komisyonu kurulsaydı da, gelecekte
neler yapabileceğimizi tartışsaydık. Yoksa, geçmişte yaşanan felaketlerin,
geçmişte yapılmış birtakım olayların araştırmasını, soruşturmasını burada
yapmasaydık.
Çok kolay; hiç bir şey yapmazsanız, hiç kimse sizin
hakkınızda bir araştırma soruşturma başlatmaz; ama, icraatın başındaysanız, bir
şeyi yaparsanız, doğrusu da vardır, yanlışı da vardır; ama, yapılanın önemi,
kamu hizmeti şeklinde ve Parlamentoda, parlamenter rejimde, eğer, siyasî parti
kuruluşlarının genel başkanları ve oluşturdukları hükümettense, bu sorumluluk
bütün Meclise aittir, hiç bir zaman tek bir ferde ait sorumluluk değildir.
Bunun, bütün Meclisin sorumluluğu olduğunun bilinmesi lazım.
Şimdi, bakınız, soruşturma komisyonlarıyla ilgili
çalışmalar... Ben, bu konuyla ilgili konuşma yapmak niyetinde hiç değildim.
Geçen hafta, Meclis lokantasına gidiyordum; yanımda iki muhtar arkadaşım ve
çocukları vardı. Koridordan lokantaya giderken, sağ tarafta (9/34) sayılı
Soruşturma Komisyonu toplantı odası, biraz daha gittim, sol tarafta (9/27)
sayılı Soruşturma Komisyonu toplantı odası... Sağlı sollu soruşturma
komisyonları, soruşturma komisyonları... Bir kere, aslında, Meclis Başkanına
söylememiz lazım; bu soruşturma komisyonları toplantı odalarının, böyle, yemek
yemeye gittiğimiz, vatandaşın da rahatlıkla girip çıktığı yerlerde olmaması
lazım. Bu soruşturma komisyonları Meclisin yüzkarası. Şimdi, bunların, bu
levhaların görünür yerde olmaması lazım. Levhalar asılmış, sanki seçim
sandıklarına gider gibi, "soruşturma komisyonlarına gider..."
yazıları, "şuradan gidersiniz..." yazıları. Vatandaş bunu gördüğü
zaman rahatsızlık hissediyor.
Muhterem milletvekili arkadaşlarımdan beni
bağışlamalarını istiyorum; bakın, ben, 20 nci Dönem de parlamenterdim. 20 nci
Dönemde, bu Mecliste, o zamanki siyasî partiler tarafından, 1998 senesinde 32
adet soruşturma önergesi verilmiş, 1997 senesinde 11 adet, 3 adet de 1996
senesinde, toplam 46 adet soruşturma önergesi verilmiş. 20 nci Dönem
Parlamentosu 1999 senesine; yani, 21 inci Dönem seçimlerine soruşturma
önergeleriyle gelmiş. O günkü 550 milletvekili arkadaşımızdan 300'ü, bugün,
maalesef, Meclise girememiş.
Soruşturma önergeleri ne olmuş?.. Müsaade ederseniz,
size, burada, dikkatinizi daha rahat çekebilmek için, bir Çin hikâyesi
anlatayım: Bir Çinli varmış. Bu Çinlinin çiftliği varmış, çok güzel de bir atı
varmış. Bir gün bu Çinlinin atı kaçmış gitmiş. Çinli kendi kendine "bu
atın gitmesine üzüleyim mi sevineyim mi; ne getirir ne götürür acaba"
demiş. Aradan bir gün geçmiş, ertesi gün bakmış ki, atı, yanında güzel bir
kısrakla gelmiş çiftliğe. Çinli "iyi, şanslı bir günümdeyim; atım kaçtı;
ama, yanında başka bir kısrakla geldi; acaba, bu, iyi midir kötü müdür; yani,
nasıl düşüneyim; sevineyim mi üzüleyim mi" demiş. Bunu düşünürken, Çinli
çiftçinin oğlu ertesi gün kısrağa binmiş, düşmüş, bacağını kırmış. Çiftçi,
yine, kendi kendine "bu, hayır mıdır şer midir" diye düşünmüş; yani, ne getirir, ne götürür;
oğlumun bacağı kırıldı derken, iki gün sonra, köyler arasında bir savaş çıkmış,
herkes, sağlıklı gençlerin hepsi savaşa gitmiş; ama, Çinlinin çocuğunun ayağı
alçıda olduğu için askere götürmemişler. Çinli yine düşünmüş... Yani, bunu
istediğiniz gibi uzatabilirsiniz, bu hikâye sonsuza kadar uzayabilir; ama, ne
getirdi, ne götürdü, lehte aleyhte bunun bize faydası ne?..
Bu soruşturma komisyonlarının bize faydası ne?.. Evet,
ben, kimsenin yaptığı kimsenin yanına kâr kalmasın diyorum; ama, burada, gerek
kendi partimin Genel Başkanı olsun, gerek Sayın Recai Kutan, gerek Sayın Devlet
Bahçeli, gerek Sayın Bülent Ecevit ve gerekse Sayın Tansu Çiller olsun,
vatandaşlarımız bize şöyle sesleniyorlar: Parti liderleri, toplumun belli
kesiminden belli oy alarak, Parlamentoya, Türk Milletinin, seçmeninin, temsil
yetkisiyle gönderdiği kimseler. Parti liderlerimizin arkasında, belli bir
kitlenin oyu var. Her partinin kendine göre seçmeni var, hepsinin kendine göre
saygınlığı var. Her hükümet üyesi, burada, kendi partisinin genel başkanı ve
onun yandaşlarıyla beraber temsil ediliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Tanık, lütfen tamamlar mısınız efendim.
SUHA TANIK (Devamla) – Şimdi, muhterem arkadaşlarım,
ben bu konularda -biraz önce de söyledim size; arkadaşlarımın çoğu bilirler-
vatandaşla iç içe, fevkalade yakın temastayım; ama, vatandaş, artık, 21 inci
Yüzyıla girdiğimiz 2000'li yılardaki bu Parlamentodan çok şey bekliyor. Bu
Parlamentodan, kendisinin geleceği için, çocuğunun geleceği için daha iyi
hizmetler bekliyor. Gelin, bunlarda elbirliğiyle hareket edelim, bunlarla
ilgili gerekli araştırmaları, soruşturmaları yapalım. Yoksa, birtakım kısır döngüler
içerisinde, Allah selamet versin -yanlış anlaşılsın da istemiyorum- kurdu kuşa
yem ettik, güvercin kuşu yedi filan diye, bunları bırakmamızda fayda var
inancındayım. Bu Parlamentoda bir birlik halinde kenetlendiğimiz takdirde, bizi
buraya gönderen seçmenimize, 21 inci Dönemin sonunda, gider, işte, bizi
gönderdiniz, bizim icraatlarımız bu, oyunuzu bekliyoruz deme imkânını
yaratırız.
Ben, bu inançla, bu heyecanla, bu Kızılay Komisyonunun
raporu konusunda, özellikle Sayın Başkana, komisyondaki tüm üye arkadaşlarıma,
gösterdikleri gayret ve çalışkanlıktan dolayı, Anavatan Partisi Grubu adına bir
kere daha teşekkür ediyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum efendim.
Sağolun. (ANAP, DSP, FP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tanık.
İkinci söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Ankara
Milletvekili Sayın Cemil Çiçek'e ait.
Buyurun Sayın Çiçek. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan,
sayın üyeler; kamuoyuna "Kızılay Araştırma Komisyonu" olarak
yansıyan, "Türkiye Kızılay Derneğinin Sorunları ile Faaliyetlerinin
Araştırılarak Gelir Kaynaklarının Daha Etkin Kullanılması İçin Alınması Gereken
Tedbirlerin Belirlenmesi" başlığını taşıyan Meclis Araştırma Komisyonu
raporu üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına görüşlerimi ifade etmek üzere
huzurunuzdayım; hepinize saygılar sunuyorum.
Biraz evvel buradan da ifade edildiği gibi, böyle bir
komisyonun kurulmasının sebebi, geçtiğimiz yıl 17 Ağustosta meydana gelen ve
hepimizi büyük bir üzüntüye gark eden ve inşallah, bir daha da olmamasını
temenni ettiğimiz deprem felaketi sonrasında ortaya çıkan durumlarla
alakalıdır.
17 Ağustosta Marmara Bölgesinde meydana gelen deprem,
binlerce insanımızın hayatını kaybetmesine, yüzbinlerin de maddî ve manevî
kayıplara, acılara duçar olmasına sebep oldu. Tabiatıyla, Kızılay Derneğinin
barışta önemli görevlerinden bir tanesi, böylesine felaketler karşısında
vatandaşın yardımına koşmak, onların iaşesini, ibatesini (barınmasını) sağlamak
ve bu konuda alınması gereken tedbirler ne ise, bunları en etkin bir biçimde
almaktır. Varlık sebebi budur; bunun için devlet tarafından himaye görür; bunun
için bunca dernek arasında kamuya yararlı dernek statüsünü haiz bir hukukî
statüde olan dernektir.
Şimdi, 17 Ağustostan, bizim, önergeyi verdiğimiz 25
Ağustosa kadar, aradan geçen sekiz günlük süre içerisinde, gerek basınımızda
gerek televizyonlarda gerekse bizatihi deprem bölgesinde yapılan incelemelerden
ortaya çıkan sonuç şu oldu ki, Kızılay Derneği, bu deprem vesilesiyle üzerine
düşen görevleri yapamamıştır, hakkında, çok ciddî şikâyetler olmuştur. Her
taraftan, sözlü, yazılı feryat, bizim kulağımıza kadar gelmiş, medyaya kadar
intikal etmiştir. Bu yetmiyormuş gibi, Kızılay Derneğinin o günkü
yöneticileriyle ilgili olarak, yine, basınımızda, medyada, önemli yolsuzluk
iddiaları gündeme getirilmiştir. Ayrıca, Kızılayın yapmış olduğu birtakım alım
satımlarda da, hakikaten, kamu vicdanını rahatsız eden, yaralayan haberler,
medyada ve basında yer alınca, tabiatıyla, milletin vekilleri olarak, böylesine
önemli bir olaya bigâne kalmak mümkün değildi; bunun, mutlaka, araştırılması,
soruşturulması ve bir neticeye bağlanması gerekiyordu.
İşte, ben ve 21 arkadaşım, 25 Ağustos günü, bu önergeyi
verdik. Arkasından, yine, Meclisimizden 41 değerli arkadaşımız da, başka bir
önergeyle bize destek verdi. Partilerimizin değerli grupları da, bu önergeyi,
sırası gelmemiş olmasına rağmen, konunun önemi sebebiyle, öncelik vermek
suretiyle, komisyonun kurulmasına imkân verdi. Bu vesileyle, hem değerli parti
gruplarımıza hem bu komisyonda görev alan arkadaşlarımıza hem de bu raporun
hazırlanmasında gerçekten katkı sağlayan kamu görevlilerine, huzurunuzda
teşekkür ediyorum.
Bu önergeyi verişimizin sebebi -o zaman da ifade ettik-
bekçi dövmek değildir, üzüm yemektir. Kızılay gibi, bir asrı aşan bir tarihe
sahip olan, Osmanlı'dan cumhuriyete intikal etmiş çok az sayıda millî
kuruluşlarımızdan biri olan Kızılayın, daha iyi bir şekilde çalışabilmesini,
verimli çalışabilmesini, vatandaşa güven vermesini ve -inşallah ihtiyaç olmaz,
ama- böyle bir durumla bir daha karşı karşıya kaldığımızda hizmette kusurunun
olmamasını temin için bu araştırmanın yapılmasını istedik; varsa şahsî kusuru
olanlar, bunların da ortaya çıkarılmasını istedik. Demek ki, bizim Araştırma Komisyonumuzun
iki görevi var; bir tarafta, Kızılayın, bu depremde ve benzeri çalışmalarında
bir hizmet kusuru var mı; ikincisi, bu hizmet kusurunun ortaya çıkmasında şahsî
kusuru olanlar var mı?
Memnuniyetle ifade etmemiz gerekir ki, bu 13 kişilik
Araştırma Komisyonunda, daha evvel Kızılayımızda görev yapmış olan
arkadaşlarımız da vardı. Hepimizin maksadı, başta da ifade ettim, bu kurumun
güvenini sarsmak değil, bu kurumu yıpratmak değil, tam tersine, milletimizin bu
kuruma olan, bu derneğe olan güveninin artırılmasını temin etmek gibi olumlu
bir yaklaşım içerisinde bu çalışmaları sürdürdük. Belki bunun sonucu olarak,
sizlere dağıtılmış olan ve 300 sayfayı aşan bu rapor, oybirliğiyle çıkmış olan
bir rapordur. Dolayısıyla, burada dile getireceğimiz hususlar, hangi partiden
olursak olalım, hepimizin belli ölçülerde iştirak ettiği, kabullendiği
görüşleri ifade etmektedir.
Buradan ifade etmek isterim ki, bu 300 sayfayı aşan
rapor, gerçekten, önemli bilgileri içermektedir. Bu bilgilerin, en evvel,
Kızılayın bugünkü yöneticileri ve bundan sonra görev alacaklar tarafından iyice
okunmuş olması lazım gelir. Umumiyetle, bu neviden işler olduğunda, üzerine
titrediğimiz kişiler ya da kurumlarla ilgili bir tenkit söz konusu olduğunda
bir atasözümüz var; aman, kol kırılır,
yen içinde kalır, bunu, çok dışarıya söylemeyelim... Esas olan, kolun
kırılmamasıdır; kol kırıldıktan sonra, nerede kalıp kalmayacağının o kadar
önemi gözükmüyor.
Kızılay gibi bir millî kuruluşun, görev yaparken,
işlemlerini yaparken, faaliyetlerini sürdürürken, evvela kendi sorumluluklarını
idrak etmiş olması lazım gelir; çünkü, bu müesseseler, güven üzerine yaşar. Bir
defa, vatandaşın, bu kurumlara, bu neviden hayrî kuruluşlara güveni sarsıldı
mı, onu, bir defa, tekrar eski haline getirmek veya güvenilir kuruluşlar haline
getirmek fevkalade zor olur. Nitekim, maalesef, bu araştırmalar, bu
soruşturmalar, bu iç denetim mekanizmaları, zamanında, iyi çalışmadığı için,
bugün, Kızılay Derneği, ciddî bir güven kaybına uğramıştır. Mevcut yönetimin de
birkaç gün evvel açıklaması var "geçtiğimiz senelerde temin edebildiğimiz
kan miktarının çok altında kan temin ediyoruz" diyor. İnanıyorum ki, öyle
gözüküyor ki, gelirlerinde de önemli ölçüde azalmalar meydana gelmiştir.
Kapsamlı bir çalışma yaptık. Kızılayın, bu süre
içerisinde, bütün faaliyetleri, işyerleri, işletmeleri ve olabildiğince de
şubeleri arkadaşlarımız tarafından incelendi. Ayrıca, yine, Kızılaya ışık
tutmak için, bu konuya ilgi duyanlar bakımından, benzeri kuruluşlar nasıl
çalışıyor, yapıları nedir, faaliyet alanları nelerdir şeklinde bir mukayese
imkânı vermek bakımından, Amerika'dan, Japonya'dan, Malezya'dan, Tunus'tan,
Almanya, İsviçre'ye varıncaya kadar sekiz yabancı ülkenin Kızılhaç
teşkilatlarının bünyeleri de, mukayese unsuru olması bakımından bu rapora derç
edildi. Dolayısıyla, bundan sonra, Kızılayın faaliyetleri nasıl olması lazım
gelir tarzında bir düşünce üretmek isteyenler varsa, Kızılayın faaliyetlerini
mukayeseli bir şekilde değerlendirme arzusunu duyanlar varsa, bu rapor, bu
manada önemli bir kaynak teşkil edecektir.
Şimdi, bu önergeyi iyi ki vermişiz -yaptığımız
çalışmaların sonucunda benim geldiğim kanaat odur- hatta, geç bile kalınmıştır.
Keşke, bir başka vesileyle, 17 Ağustos depreminden evvel Kızılayın faaliyetleri
incelenebilseydi, belki, 17 Ağustos sonrası, Kızılayın hizmet kusurundan doğan
birtakım sıkıntılarını bu ülke yaşamamış olurdu, bu felakete duçar olanlar
Kızılaydan daha iyi bir hizmet alma imkânını bulmuş olurdu.
Şimdi, Kızılay, belli ki -bu, araştırmalarımızın
sonucunda da orta yere çıktı- hizmet kusuruyla malul olan bir kuruluştur.
Afetlere karşı, maalesef, tüzüğünde, kendi görev alanları içerisinde böylesine
bir alan söz konusu olmasına rağmen, Kızılayın, çok küçük çapta afetlere, sel
felaketi, deprem gibi küçük çapta felaketlere karşı ancak tedbirleri var; belli
bir çapın üzerindeki felaketlerle ilgili olarak bir planlamasının olmadığı,
teşkilatının buna müsait olmadığı, stoklarının bu manada, bu neviden
felaketleri karşılayacak bir yapıda olmadığı anlaşılıyor. Tabiî, bu hizmet
kusurunun en başlıca sebebi teşkilat yapısından kaynaklanıyor. Bugünkü Kızılay
teşkilatı, merkez yönetimiyle ve şube teşkilatlarıyla ve bunların birbirleriyle
irtibatları olarak, hantal ve merkeziyetçi bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla, merkeziyetçi
bir yapının doğurabileceği bütün sakıncalar, bütün sorunlar Kızılay Derneği
tarafından yaşanmaktadır; bu da, hizmete aksetmektedir.
İkincisi, Kızılay teşkilatı merkeziyetçi bir yapıyla
çalıştığı için, bunun tabiî sonucu olarak, bürokratik bir tarzda çalışmaktadır,
karar alma imkânları fevkalade zordur; bir işlem, anında bitirilmesi
gerekirken, mahallinde bitirilmesi gerekirken, en ufak bir şeyin alımına
varıncaya kadar, merkez yöneticilerinin imzasına, kararına, onların
toplanmasına bağlı kalmaktadır.
Üçüncüsü, yine, bu raporda da ifade edildiği gibi
-ifade yalnız bana ait değil, rapordaki ifadedir- buradaki teşkilat yapısı ve
yönetim yapısı, bir ahbap–çavuş ilişkisine göre düzenlenmiştir. Aslında,
milletin kuruluşu olan Kızılayın millete açık olması lazım gelirken, bir
politbüro üyesi düzeni içerisinde çalışabilmektedir. Yani, bir başka ülkenin
vatandaşlığına girmek, Kızılaya üye olmaktan çok daha kolaydır. Şimdi,
görünürde hiçbir engel yok gibi gözüküyor; ama, geriye dönüp baktığınızda, hep
aynı üye yapısı; yönetim kurullarında görev alanlara baktığınızda, değişen
hiçbir şey yok, öndekiler arkaya, arkadakiler öne geçiyor; yeni bir değişiklik
varmış gibi gözükse de, hep aynı zihniyet, hep aynı arkadaş topluluğu, hep aynı
siyasî düşünceyi paylaşan insanların bir araya gelerek yönetmeye çalıştığı bir
gönüllü kuruluş olarak gözüküyor. Burada, bir kapalı üyelik söz konusudur.
Yapılması gereken iş, milletin kuruluşuysa, millete açılmalıdır, insanlarımız
buraya üye olabilmelidir; çünkü, bu ülkede yaşayıp da Kızılaya maddî-manevî
katkısı olmayan hiçbir vatandaş yoktur. Hepiniz hatırlayın, hepimiz
hatırlayalım, herkes, ya kan vermiştir ya da okul sıralarımızda çocuklarımızın
eline tutuşturulan sarı zarfın içerisine mutlaka bir şeyler koymuştur. Bir şeye
para veriyorsanız, onun hesabını da sormak durumundasınız.
Şimdi geldiğimiz noktada, Kızılaydan bugüne kadar
hiçbir şekilde hesap sorulamamıştır, sorulmamıştır, sorulmadığı için de, şimdi,
bu Araştırma Komisyonu raporu sonucunda ortaya çıkan noksanlıkların hepsi,
ancak, böyle bir deprem vesilesiyle gündeme gelebilmiştir. Şimdi, teşkilat
yapısında böylesine hantallık, böylesine bürokratik, böylesine millete kapalı
bir yapı söz konusu olunca, tabiî, bunun sonucu olarak, bu kuruluşun
yöneticilerinin yaptığı işlemlerde de binbir türlü sıkıntı vardır.
Tabiatıyla, biz, Araştırma Komisyonu olduğumuz için,
meseleyi bir soruşturma safhasına getirmedik; ancak, bugün, buradan ifade etmek
isterim ki, bu raporu, evvela Başbakanlığın, Maliye Bakanlığının, İçişleri
Bakanlığının, Sağlık Bakanlığının çok ciddî şekilde incelemesi lazım; belki de
bunlardan çok daha önemlisi, her zaman himayelerinde faaliyetlerini sürdürdüğü
Sayın Cumhurbaşkanının, onun talimatıyla Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme
Kurulununun, bu raporu çok ciddî şekilde incelemesi lazım. Bu incelemeler
yapılmadan Kızılaya itibar kazandırmada, bugün olduğundan daha ileri bir
noktaya getirmekte ciddî sakıncalar, ciddî zorluklar olacaktır.
Personel rejimine baktığımızda, bugün, Kızılayda şu
veya bu statüde iki grup personel çalışmakta, yaklaşık 2 000'e yakın personel
de bu kurumdan maaş almaktadır. Yani, bir manada, Kızılay, sosyal bir KİT
konumundadır. Geçerli bir kadro yönetmeliği yoktur; kimin ne yapacağı, görev
alanı doğru dürüst belirlenebilmiş değildir. Her türlü keyfî alım
yapılmaktadır; işine geldiği adamı bu kurumda görevlendirmesi mümkündür. Gazete
ilanlarına bakınız, özel sektör bile, herhangi bir şirket bile, kendi kurumuna,
kendi şirketine adam alırken imtihan açıyor; şu üniversite, bu üniversite, yabancı
dil bilen, bilmeyen; neyse, hangi özellikleri istiyorsa... Özel sektör, öyle,
kartvizitle falan işe adam almıyor, mutlaka imtihan açıyor, en iyisini, en
kalitelisini almaya gayret ediyor; ama, bugün, gelin görün ki, Kızılayda, sınav
sistemi diye bir şey yoktur, kim o kurumda etkiliyse, kim o kurumun
organlarında görev alıyorsa -zaten onun da kapalı olduğunu söyledik- sınavsız,
istenilen kişi alınmaktadır. Mesela, siz, gidip müracaat ettiğinizde
"kadro yok" deniliyor, ertesi gün bir başkası gittiğinde yine
"kadro yok" deniliyor; ama, orada görev alanların yakınları söz
konusu olduğunda, kadro, nasılsa, bulunabiliyor ve hiç kimseye de hesap
verilmeksizin orası işsize iş bulma yeri olarak bir istihdam alanı haline
getirilmiş oluyor. Tabiatıyla, sınav yok, doğru dürüst sınav yönetmeliği yok,
kimin ne görev yapacağı belli değil, sadece maaş almak için insanları oraya
getirip doldurduğunuzda, bir afet söz konusu olduğunda da çuvallayıp
kalıveriyor; çünkü, bu şekilde personel istihdam edildiğinde planlama yapmanız
da mümkün değil.
Onun için, bu vesileyle şunu ifade etmek istiyorum:
Eğer hükümet, bundan sonra kamuda görev alacakları merkezî sınav sistemiyle
belirleyecekse ve bu imtihan sonuçlarına göre alacaksa, Kızılay gibi kamu
yararına çalışan bir dernek, elemanlarını, şundan bundan getirilen kartvizite
göre değil, orada görev alan yönetim kurulunun hısım ve akrabalarına göre
değil, Devlet Personel Başkanlığının yaptığı imtihana göre, hangi nitelikte
adam istiyorsa onu mutlaka Devlet Personel Başkanlığına bildirerek, oradan
gelecek kişileri istihdam etmelidir.
Aksi halde, Türkiye Kızılay Derneği, herkesin katkı sağladığı, destek verdiği
bir kuruluş, sadece belli görüşleri taşıyan insanların bir özel çiftliği haline
gelir, bir özel arpalığı haline gelir.
Burada çalışan personelin bir kısmı emekli olmuş, ufak
tefek gelire, şuna buna ihtiyacı olan birkısım insanlar buralarda boş vakit
geçirsin diye, bir kısmı da gelmiş buralarda görev yapıyor görünümündedir. Onun
için de, böylesine kalifiye olmayan, hizmete göre adam alınmayan insanlardan
müteşekkil bir personel yapısıyla, zaten, Kızılayın daha iyi bir hizmet vermesi
mümkün değildi.
Üzerinde durulması gereken hususlardan bir tanesi,
mademki personelle alakalıdır, buradaki harcırah sistemi üzerinde de ciddiyetle
durulması gerekecektir. Bazı konularda devlet harcırah sistemine itibar etmiş,
onu ölçü almış; ama, onun dışında yurtdışı görevlerde avans verilmesi söz
konusu olmuş, verilen avansın belgelenmesi filan bazı noktalarda söz konusu
olmaksızın, kime ne avans verildiyse, o, tümüyle harcanmış gözüyor; halbuki,
adı üzerinde, avanstır, harcanan harcanacaktır, bir belgeye bağlanacaktır;
harcanmayan da gelip kuruma iade edilecektir. Bunun böyle olmadığı da bu
araştırmalarda orta yere çıkmıştır.
Şimdi, bu araştırmalar sonucunda üzerinde durmamız
gereken hususlardan bir tanesi de Kızılay Derneğinin denetimidir. Maalesef,
üzülerek ifade etmeliyim ki, Kızılay Derneği, bunca imkânlara, trilyonlara
baliğ olan servete sahip olmasına, mal varlığına sahip olmasına rağmen, doğru
dürüst denetlenmeyen tek kuruluş denilebilir.
Şimdi, bunun, iki türlü denetimi var: Bunlardan bir
tanesi, genel kurulda seçilen denetçilerdir. Bu denetçilerin nasıl denetleme
yaptığını değişik derneklerden de hep biliriz. Alelusul, ayaküstü bir şey
yaparlar "yapılan çalışmalarda, usule, kanuna aykırı bir şey
görülmemiştir" denilir, zaten iki paragraflık, üç paragraflık bir
denetleme raporudur.
İkincisi: Kızılayın bünyesinde bulunan teftiş
kuruludur. Şimdi, kabul etmek lazım ki, bu teftiş kurulunun, kendisine emir
veren, kendisine görev veren, kendisini göreve alan bir kurulun faaliyetlerini,
işlemlerini denetlemesini beklemek zaten doğru değildir. Onun için de Kızılay
Derneği, bugüne kadar, kendi kurum bünyesinden doğru dürüst bir teftiş
görmemiştir. Komisyon raporunda ifade edildiği şekliyle, âdeta, işi kapatmaya
yönelik raporlar gündeme gelmiştir.
Kurumdışı denetleme görevinde olanlar ise -yine raporda
ifade edildiği gibi- ya bunları hiç denetlememiş ya da suya tirit, el görsün
kabilinden bir rapor hazırlayıp geçmişlerdir. Şimdi, bunların başında İçişleri
Bakanlığı geliyor. Kızılay, dernek statüsünde olduğu için İçişleri Bakanlığının
denetim yapması lazım; usulen yapılmış denetimler var. Maliye Bakanlığının
denetim yapması lazım; on yılda bir yapılıyor; 1990 yılından bu tarafa
-Kızılayın bunca işletmesi var, bunca paralı işleri dönüyor- on yıldan beri
Maliye Bakanlığı da görevini yapmamıştır, görevini, asgarîden, ihmal etmiştir;
on yıldan beri Maliye denetimi de yapılmamıştır.
Şimdi, Anayasanın 108 inci maddesine göre,
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulunun yetki alanı içerisindedir, mutlaka
denetlemesi lazım. Kızılayın faaliyetleri, mutlaka, Cumhurbaşkanının
himayelerinde yapıldığına göre, Devlet Denetleme Kurulu, kendi himayesini eksik
etmediği bu kurumda, ne oluyor, ne gidiyor, ilgi göstermesi lazım gelirken,
1983 yılından bu tarafa, Devlet Denetleme Kurulu da buraya herhangi bir şekilde
bir nezaret etmemiş, bir el atmamıştır.
Şimdi, bu görüşme yapıldıktan sonra, ben şahsen -Sayın Komisyon Başkanı arkadaşımız ve
üyeler de uygun görürse- Sayın
Cumhurbaşkanına, Devlet Denetleme Kurulunun
-1983, aradan onyedi sene geçmiş-
lütfedip, bu kuruluşun çalışmalarını bir incelemeden geçirmesinde fayda
gördüğümüzü arz etmek üzere yazılı müracaatta bulunmayı da düşünüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Çiçek, 20 dakikalık süreniz tamamlandı;
lütfen tamamlayın efendim.
Buyurun.
CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Yine, Kızılayın faaliyetleriyle
ilgili olarak, yaptığımız çalışmalarda, üzerinde durmamız gereken hususların
başında ihale işlemleri geliyor. Son beş yıl içerisinde, Kızılayda, davet
usulüyle, pazarlık usulüyle ve emanet usulüyle 1 417 ihale yapılmıştır. Şimdi,
hangi işlemler, hangi miktara baliğ olanlar davet usulüyle yapılacak, hangileri
pazarlık usulüyle yapılacak, hangileri de emanet usulüyle yapılacak; buna,
Kızılay merkez yönetimi karar verdiği için, işine geldiği noktadan rakamları
belirlemiş, onun altında kalanları, mesela, açık artırmaya çıkması gereken bir
işi, rakamı küçültmek suretiyle davet usulüyle yapmıştır. Bu davetin de yazılı
olması gerekmediği için, ihale yapanların insafına, piyasa araştırmasına, bu
noktadaki vicdanî kanaatine kalmıştır. Onun içindir ki, kamuoyuna yansıyan pek
çok sıkıntı orta yere çıkmıştır. Burada şirket isimlerinden bahsetmek
istemiyorum; ancak, bu konunun çok ciddî şekilde araştırılması lazım geldiği
kanaatini taşıyoruz. Bu 1 417 ihale iyi araştırıldığında, görülecektir ki
-ister davet usulüyle yapılsın ister pazarlık ister emanet usulüyle- bir elin beş parmağını geçmeyen 5, 8, 10
tane firma bu 1 417 ihaleyi almıştır. Hatta, 2-3 tane firma gözükür gibi
olmasına rağmen, 2 firmanın kurucularının, şirket ortaklarının birbiriyle, aile
bağlarının, sıhriyet bağlarının olduğu tespit edildiği gibi, ayrıca, Kızılayın
alım satım bölümünde çalışan bir kişinin de, bu bahsettiğim firmalarla
akrabalık bağının olduğu ortaya yere çıkmıştır.
Öbür türlü ihalelerde, inşaat ihalelerinde ise,
bakınız, şimdi, devletin diğer bölümlerinde de ihale yapılıyor. Bugüne kadar
yapılan ihalelerden biri hariç -rapordaki ifadeyi ifade ediyorum- yüzde 20
tenzilatla gitmesi gereken iş, yüzde 5'le, azamî yüzde 10'la gitmiştir; çünkü,
buradaki firma sayısı da bellidir. Onun için, bir taraftan, şu hizmet niye
yapılmıyor, bu hizmet niye yapılmıyor denildiğinde, Kızılay "kaynağımız
yetmiyor" derken, öbür tarafta, kaynakların neden yetmediği, bu ihalelerin
hangi şekilde yapıldığı da, bu birkaç örnekle orta yere çıkmış oluyor.
BAŞKAN – Sayın Çiçek, lütfen, tamamlar mısınız.
CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Hemen bitiriyorum.
Onun için, söylemek istediğim şey şu: Bu 20 dakika
içerisinde... Kızılayın, yeni baştan, devletin ilgili organları tarafından,
faaliyet alanlarının yeniden belirlenmesi, bu faaliyetlerinin bir soruşturma
anlayışı içerisinde -bizimki gibi araştırma değil- yeni baştan gözden
geçirilmesi lazım. Bu araştırmaların, bu soruşturmaların gecikmemesinde fayda
var; çünkü, beş yıllık zamanaşımı süresi bazı işlemler bakımından dolabilir,
bir süre sonra işin aslına vukufiyet peyda edildiğinde de beş yıllık zamanaşımı
süresi dolmuş olur.
Ayrıca, Kızılayın görev alanlarının da yeniden
belirlenmesi lazım. Bazı konularda dublikasyon var; devletin belli organlarının
yaptığı işi Kızılay da yapıyor; bunlardan vazgeçilmesi lazım. Kızılayın, bundan
sonra ne yapması gerekiyorsa, ne etmesi gerekiyorsa, hem teşkilat yapısı hem
personel yapısı hem de arz etmeye çalıştığım hususlar açısından, yeni baştan
bir gözden geçirilmesinde, geleceğimiz açısından, bu millî kurumumuzun itibarı
açısından fayda olacağı kanaatiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (FP, ANAP ve
DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorun Sayın Çiçek.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili
Sayın Erdoğan Sezgin; buyurun efendim.
DYP GRUBU ADINA ERDOĞAN SEZGİN (Samsun) – Sayın Başkan,
Yüce Parlamentonun çok saygıdeğer üyeleri; Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım
adına hepinize saygılar sunuyorum.
17 Ağustos 1999 tarihinde Marmara Bölgesinde,
özellikle, Adapazarı, İzmit, Gölcük ve Yalova'da meydana gelen, asrın depremi
denilen felaket, bölgede çok büyük mal kaybına sebebiyet vermiş, bölgenin
ticarî hayatı tamamen noktalanmıştır; dilerim, can kaybı da, resmen açıklandığı
rakam kadar olsun.
Bu deprem sonrası, Türkiye her şeyi yargılamaya
başlamıştır. Bakan, devlet mekanizmasını yargılıyor; hâkim, adalet
mekanizmasını yargılıyor; çare mevkiinde olan, devlet otoritesini kullanan
kişiler bir şeyleri yargılıyorlar. Peki, bu bir özeleştiri mi; hayır. Esasında,
Türkiye, üzerine dar gelen elbiseyi yargılıyor.
Bütün kurum ve kurallarıyla Türkiye değişimi bekliyor
ve değişime gebe; karşımızda büyük bir Türkiye. İşte, tam bu sırada,
Türkiyenin, Türkiye Kızılay Derneğinin de masaya yatırılması kadar doğal bir
şey olamazdı.
Sayın Nazif Okumuş ile Cemil Çiçek ve arkadaşları
tarafından verilen bu araştırma önergesi, esasında, çok şeyi de açıklığa
kavuşturmuştur. Ben, bu önergeyi veren bu değerli arkadaşlara ve gruplarına çok
şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca, çok hassas incelemelerde bulunmuş olmalarından
dolayı, üyelere ve Komisyon Başkanı Sayın Nazif Okumuş Beye teşekkürlerimi
sunuyorum.
Bu araştırma önergesi, muhakkak, Meclise, basının
etkisinde kalınarak verilmiştir. Rapor, Yüce Heyetinize sevk edilmiştir.
Raporda -ilginç diye arz ediyorum- tabiî ve genel afetler konusunda Kızılayın
yardımcı bir kuruluş olduğu açıklığa kavuşmuştur. Raporun detaylarına girmek
istemiyorum.
7269 sayılı Umumî Hayata Müessir Afetler Yasası, 7126
sayılı Sivil Savunma Kanununa göre Bayındırlık Bakanlığına bağlı Afet İşleri
Genel Müdürlüğü, keza, İçişleri Bakanlığına bağlı Sivil Savunma Genel
Müdürlüğü, Başbakanlık Kriz Merkezi, tabiî afetler organizasyonu konusunda,
acil yardım dahil olmak üzere, birinci derecede yasal olarak sorumludur.
Komisyon çalışmalarında, böyle bir afette Kızılayın
neden yetersiz kaldığı çok araştırıldı. Bu araştırma neticesi şunu da ortaya
koydu: Kızılayın muhtemel afetlerde hedefini, erzak tedarikini, stok miktarını,
hedefleri Kızılaya gösterecek kurum ve kuruluşlar, Bayındırlık Bakanlığı Afet
İşleri Genel Müdürlüğü, keza, İçişleri Bakanlığına bağlı Sivil Savunma Genel
Müdürlüğüdür; çünkü, bu konularda yasal olarak görev bunlara verilmiş; Kızılaya
da hedef gösterme... Stok yapma ve miktar itibariyle de bütün Kızılayın
hedefini gösterecek yine devlettir. Kızılay, tabiî afetlerde yardımcı bir
kuruluştur; tabiî afetlerde organizasyon ve Kızılayın hedefleri konusunda,
belirleyici, yönlendirici ve devlete bağlı bu kurumlar yetkili ve sorumludur.
Dolayısıyla, tabiî afetler konusunda organizatör, yönlendirici ve hedef gösterici
durumda olan Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Sivil Savunma Genel Müdürlüğüdür.
Başbakanlığın sorumlu olduğu afet işlerine ilişkin
hukukî altyapısını teşkil eden bu yasalara ilaveten, 583 sayılı Kanun
Kuvvetinde Kararnameyle, ülkemizde afetlere ilişkin hukukî altyapının bu
şekilde teşekkül ettiği, mülkî idare eksenli bir müdahale sisteminin kurulduğu
açıkça belirlenmiştir.
Şimdi sormak istiyorum: Her şeyin sorgulandığı bir
dönemde, Afet İşleri Genel Müdürlüğünün ve Sivil Savunma Genel Müdürlüğünün 17 Ağustos
depreminden önce yapmış olduğu bir afet planlaması var mıdır? Bunları,
aidiyetleri itibariyle, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına ve İçişleri
Bakanlığına soruyorum. Keza, bu cümleden olarak, Türkiye Kızılay Derneğine,
genel afet planlaması konusunda bir hedef, bir sayı, bir organizasyon, bir yol
göstermişler midir? Devletin bu kurumlarını çalıştıran ve çalıştıracak durumda
olan icra organı, elbette ki, hükümettir. Peki, hükümet bunları yapmış mıdır?
Hep kurumları eleştirir dururuz. Devletin kurumlarını çalıştıran hükümettir.
Depremi müteakip, Genel Kurulda, bu çatı altında,
hükümetin çok kez dikkatini çektik. Ölenlere rahmet diliyoruz; ancak, yapılan
icraat, Körfezde yaşayan vatandaşlarımıza çile çektirmektedir. Bölgede yaşayan
vatandaşlarımız, çadırlara ve prefabrike konutlara âdeta mahkûm edilmiş,
Kızılayın aşevlerinde, bir seneyi aşkın, kuyruklarda perişan edilmişlerdir. Bu
insanlar, hâlâ, ekonomiden kopartılmışlardır. Ticarî hayat, birkaç ekmek
fabrikası dışında, sıfır noktasında devam etmektedir.
17 Ağustos depreminden hemen sonra, bölgede konuta
elverişli arazilerin etütleri yapılarak, arsa tahsisi, arsanın üzerine ev
yapılabilmesi için kırsal kesimlerde 3-4 milyar, şehir merkezlerinde 6-7 milyar
para verilmiş olsaydı, bölgede ne bu kadar konut sıkıntısı çekilir ve ne de
ticaret ve ekonomik hayat sıfır noktasında dolaşırdı. Kaldı ki, bu insanlar,
sırf evlerini ve canlarını değil, eşyalarını da kaybetmişlerdir.
Ne yazık ki, bu insanlar, bir yıla yakın süreden beri,
üretimden kopartılmış, iki sefertası yemeğine, yemek kuyruğunda
bekletilmişlerdir. Bu para yardımının bilançosu 1,5 katrilyon civarındaydı. Bu
para da yardım olarak hükümetin kasasına girmişti; bunu yapmadınız.
Deprem bölgesinde yaşayan vatandaşlarımıza, bunun
ötesinde, tarım kesiminde de ciddî bir şey getirmediniz; şekerpancarını tarlada
çürüttünüz, üretilen mahsullerin parasını zamanında ödemediniz. Şimdi,
tutturdunuz “tüm bu sorunların mesulü Kızılay” diyorsunuz.
Kızılayın kuvayı milliyesini kırmayın, Kızılayı bir
devlet kurumu haline getirmeyin. Eğer, böyle olması gerekiyor diye
düşünüyorsanız, Türkiye’de o kadar bakanlık var; onların bir genel müdürlüğü
haline şu ana kadar getirilebilirdi.
Kızılayın depremde yaptığı yardımları da küçümsemeyin.
89 000 adet çadır, 247 000 adet battaniye, 55 000 adet uyku tulumu, 97 000 adet
katalitik soba yardımı yapmış. Az önce “altı aydır milleti yemek kuyruklarında
beklettiniz” dedim. 31 160 331 kişiye yemek verilmiştir, bu yemeklerin yüzde
86’sı Kızılayca karşılanmıştır.
Değerli üyeler, bütün kurum ve kuruluşlarda olduğu
gibi, Kızılay Derneğinde de yapısal bozukluklar saptanmıştır. Yeniden yapılanma
için hedefleri gösterilmiştir. Bu hedeflerin ışığı altında Bakanlar Kuruluna
bir görev düşmektedir; bu raporun ışığı altında, Türkiye Kızılay Derneği
tüzüğünü yapsın, yeniden yapılanma işi halledilsin.
Geçenlerde getirmiş olduğunuz bir kanunla, Kızılayı da,
her an için devlet KİT'i yapma yetkisi alınmıştı; ama, tekrar ediyorum,
dikkatinizi çekmek istiyorum: Kızılay, gönül işidir, azim işidir. Bu işte
çalışanların birer fahri gönüllü olduklarını unutmayınız. Gerçek Kızılaycıların
cesaretini kırmadan, yeniden yapılanmasının sağlanmasına yardımcı olunuz. Sakın
ola ki, sivil toplum kişiliğini zedeleyecek bir tasarrufta bulunmayınız.
Kızılayın faaliyet alanının daraltılmasıyla ilgili
olarak raporda çok ciddî tespitler vardır. Eğer, Kızılayın faaliyet alanını
raporda belirlendiği gibi daraltabilirsek, Kızılay, gösterilen, çizilen
hedeflere çok daha rahat ulaşacak -Allah bir daha afet vermesin- afetlerde daha
iyi, daha güzel hizmet verecektir.
Türkiye Kızılay Derneğinin reorganizasyonu, mutlaka
sağlanmalıdır. Kızılay Derneğinde gördüğüm o ki, bu soruşturma, bu araştırma
çok hayırlı olmuştur; onlarda, raporda belirtilen konularda, kendi
refleksleriyle iyileşme başlamıştır bile.
Bu itibarla tekrar ifade ediyorum: Kızılaycılık bir
gönül işidir, meccani bir iştir -parasız bir iştir- bir sivil toplum örgütüdür.
Devlet, Kızılayın amacını, uluslararası faaliyet alanlarını -Kızılhaç ile
ilişkileri olmasaydı- bir bakanlığa bağlar, bir genel müdürlük haline
getirebilirdi.
Yüce Parlamentonun ve hükümetin tekrar dikkatini çekmek
istiyorum: Kızılayın sivil toplum özelliğini bozmayın, Kızılaycıların kuvayı
milliyesini bozmayın.
Bu vesileyle, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Kocaeli
Milletvekili Sayın Cumali Durmuş; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika efendim.
MHP GRUBU ADINA CUMALİ DURMUŞ (Kocaeli) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye Kızılay Derneğinin sorunları ile
faaliyetlerinin araştırılarak, gelir kaynaklarının daha etkin kullanılması için
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması
Komisyonunun raporuyla ilgili olarak, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına, saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmam,
sadece, araştırma komisyonuna konu olan Kızılayla ilgili olacaktır; farklı
şeylerde, farklı adreslere gönderme yapmak niyetinde değilim. Her yerden bir
şey yapalım anlayışı, işlerin doğru dürüst bitmesini engellemiştir. Tabiî, biz
de, burada, siyaset adına bir şeyler söyleyebiliriz.
Milletin, 17 Ağustos depremiyle uğradığı büyük
felaketin ardından, mağduriyetlerini gidermek için, devlet olmanın gereğini
yerine getiren Sayın Bayındırlık ve İskân Bakanına; yani, prefabrikeleri
yapmakla suçlanan Sayın Bakana da, yapması gerekeni yaptığı için, ben, burada
teşekkür ediyorum. Yoksa, o kış kıyamette, vatandaşı çadırlarda sıkıntıya
düşürmenin, hiç de Türk Devletinin geleneği olmadığını Yüce Meclisin değerli
üyeleri bilmelidir. Onun için, bu suçlamanın her fırsatta dile getirilmesinden,
o bölgede yaşayan, o bölgenin bir milletvekili olarak rahatsızlığımı ifade
etmek istiyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çankırı depremi
dolayısıyla ülkemizin deprem kuşağında bulunduğunu ve her an afete hazırlıklı
olmamız gerektiğini bir kez daha açıkça görmüş bulunmaktayız.
Devlet olarak Çankırı depreminde çok iyi organize
olduk. Kızılay da Çankırı'da üzerine düşen sorumluluğu zamanında ve etkin bir
biçimde yerine getirdi; ancak, mevzii afetlerde gösterilen başarı bizi
aldatmamalıdır. Önemli olan, 17 Ağustos benzeri büyük afetlerde yine aynı
başarının yakalanıp yakalanmayacağı hususudur. Benim de üyesi olduğum Meclis
araştırması komisyonu, çalışmalarını bu konunun aydınlatılmasına teksif
etmiştir.
Çalışmalarımızda ortaya çıkan sonuç, Kızılayın 17
Ağustos depreminde başarısız olduğu yönündedir. Nitekim, Kızılay yöneticileri
de bu depremden dersini almış gözükmekle birlikte bu görüntünün aldatıcı olup
olmadığı konusunda kuşkularımız bulunmaktadır.
Şöyle ki:
Örgütsel yapıyı şu dört kriter açısından değerlendirmek
gerekmektedir:
1. Teşkilatın iyi planlanıp planlanmadığı,
2. Görev tanımlarının netliği,
3. Seçilen görevlilerin niteliği,
4. Teşkilatın denetimi.
Sayın milletvekilleri, Kızılay teşkilatını, bu ölçüleri
baz alarak değerlendiren çalışma, rapor halinde, oldukça kapsamlı olarak Yüce
Heyetinize takdim edilmiştir.
Rapor sonuçlarına göre, durum, hiç de iç açıcı
görülmemektedir. Benim, üzerinde özellikle durmak istediğim husus, Kızılay
personelinin işe alınmasında uygulanan usul olacaktır. Bu noktada, 17 Ağustos
depremini milat olarak kabul edecek olursak, bu tarihin öncesinde, Kızılay
yönetiminin, tamamen ahbap-çavuş ilişkisi içinde eleman temin ettiğine şahit
olacağız. Nitekim, raporda, bu husus belgeleriyle açık biçimde ortaya
konulmuştur.
Biraz önce de ifade ettiğim gibi, Kızılay yönetiminin
samimiyeti, hatalarını kabul ve vazgeçmekte aranmalıdır. Üzülerek söylemeliyim
ki, ne komisyon çalışmaları sırasında ne de sonrasında, açık tavsiyelere
rağmen, bu kirli ilişkilerden vazgeçilmiş değildir. Kızılay yönetiminin baş
temsilcisi Kızılay Genel Başkanı bile özel muayenehanesinde çalıştırdığı
sekreterini, muayenehanesini kapatınca Kızılayda göreve başlatmakta beis
görmemiştir. Yeni yönetimin, işine son verdiği yüzlerce kişinin yerine aldığı
görevlilerin tamamında, yine, o bildik eş dost kayırmacılığı yöntemini
benimsediğini maatteessüf ifade etmeliyim.
Değerli milletvekilleri, burada hükümetimize de bir
çağrıda bulunmak istiyorum. Komisyon raporunda önerildiği üzere, Kızılaya
eleman alımının devlet memurluğu sınavına entegre edilmesi hususunun süratle
yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu sağlanamadığı müddetçe, yüzbinlerce dolar
ödenerek hazırlatılan Kızılayın Yeniden Yapılanması Projesinin başarılı olması
mümkün olmayacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; huzurunuzda bir
başka yaraya daha parmak basmak istiyorum. Afete müdahale sürecinde, muhtemel
durumlar karşısında, Kızılaya hareket serbestisi kazandıracak pratik çözüm
yolları suiistimal edilerek kullanılmış; Kızılay, çok ciddî maddî kayıplarla
karşı karşıya bırakılmıştır.
Halen yargı önünde görülen bir dava olması nedeniyle,
üzerinde daha fazla konuşmayı uygun bulmamakla birlikte, işin aciliyeti varmış
gibi gösterilerek çadır bezlerinin bir önceki alıma göre yüzde 400 daha pahalı
alındığını da belirtmeden geçemeyeceğim.
Muhterem milletvekilleri, bir başka çarpıcı örneği de
dikkatlerinize sunmak istiyorum. İncelemelerimiz sırasında, 1995 ve 1999
yılları arasındaki beş yıllık dönemde, Kızılayın tıbbî malzeme alımlarının
-raporlarımızda da açıkça ifade edildiği için, burada şirket isimlerini
söylemekten imtina etmiyorum- Çağan ve Formed Medikal isimli firmalardan
gerçekleştirildiği tespit edilmiş. Bu ihalelerin tamamı, ilan yapılmadan,
telefonla birkaç firmanın aranarak, teklif istendiği ihalelerdir. Nitekim, bu
iki firmaya, anılan 5 yılda, 117 tıbbî malzeme ihalesinin 105'i
kazandırılmıştır.
Komisyonumuz konu üzerinde derinlemesine araştırma
yapınca vahim bir durumla da karşılaşmıştır. Ne acıdır ki, her iki firmanın
ortaklarının da aynı isimlerden oluştuğu ve aynı adresi, aynı telefonu
kullandıkları tespit edilmiştir. İşi daha ilginç kılan kısmı ise, bu ihaleleri
gerçekleştiren Kızılay Alım Satım Müdürlüğünde çalışan bir görevlinin, şirket
ortaklarından birinin eşi olmasıdır. Suiistimale kaçan bütün bu keyfîlikler,
maalesef, komisyon çalışmalarına kadar sürüp gitmiş, konunun tespitini
müteakip, müteaddit defalar yapılan uyarılar üzerine gerekli tedbirlerin
alınabilmesi sağlanabilmiştir; ancak, bu yeterli değildir. İleride, benzer
gayri ahlakî uygulamaların olmayacağının garantisini kimse veremeyecektir.
57 nci cumhuriyet hükümetinin programında yer alan ve
bu hükümetin ortaklarından biri olan Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun büyük
hassasiyetle takip ettiği yolsuzluklarla mücadele anlayışını ülke sathında
egemen kılmak, Kızılayda alınan tedbirlerin devamını sağlamak üzere, raporda
ayrıntılarıyla belirtilen önerilerin ivedilikle hayata geçirilmesinde
zorunluluk bulunmaktadır.
Netice itibariyle, Kızılayın, öncelikle, rehabilite
edilmesi gereken temel problemleri, seçimle oluşturulan teşkilat yapısı ile
üyelik sistemi, personelin işe alınış yöntemi, alım satım ve ihale usulleri,
gönüllülerin eğitimi konu başlıkları halinde toplanabilir. Ayrıntıları da,
komisyon raporlarımızda mevcuttur. Bunları bir bütün halinde değerlendirdiğimiz
zaman, ancak gerçek anlamda milletin gönlünde taht kurmuş Kızılayı
oluşturabileceğimize inanıyorum.
Sayın milletvekilleri, bütün bunlar rağmen, Kızılay,
bizim Kızılayımızdır, bu necip milletin gözbebeğidir, karagün dostudur. Bu
nedenle, milletin her ferdine, gönlünde yatan Kızılayı oluşturmak için görev
düşmektedir. Tabiri caizse, Kızılaydan başka Kızılayımız olmadığına göre,
millet olarak desteğimizi hiç eksiltmeden devam ettirmek zorundayız. Bununla
beraber, milletin istinatgâhı olan Yüce Meclisin gözü de, daima, Kızılayın
üzerinde olacaktır. Zira, bir daha bu çirkin tabloları görmeye ne milletin ne
de Yüce Meclisin takatı kalmamıştır. Umuyorum ki, bir yandan hükümetimiz icap
eden tedbirleri alacak, öte yandan milletvekillerimiz de iyileştirmelerin
yakından takipçisi olacaktır.
Uluslararası benzerlerinden daha etkili, bölgesinde ve
dünyanın her yerinde ihtiyaç sahibinin yanında olacak bir Kızılay dileğiyle,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubum adına ve şahsım adına hepinizi saygı ve
sevgiyle selamlıyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Durmuş.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili
Sayın Osman Kılıç; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA OSMAN KILIÇ (İstanbul) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Türkiye Kızılay Derneği hakkında kurulan (10/73,74) esas
numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu hakkında, Demokratik Sol Parti
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sizleri saygıyla selamlayarak sözlerime
başlamak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, öncelikle Kızılayın yapısı ve
görevlerine değinmek istiyorum.
Kızılay Derneği, tüzelkişiliğe sahip, özel hukuk
hükümlerine tabi bir kurumdur. Uluslararası Kızılay, Kızılhaç kuruluşlarının
temel ilkeleri olan insaniyetçilik, ayırım gözetmemek, tarafsızlık,
bağımsızlık, hayır kurumu niteliği, birlik ve evrensellik ilkeleri, Kızılayın
faaliyetlerinin hedefleridir. Kızılayın seçilmiş tüm organlarında görev
alanlar, bu hedeflerin gerçekleştirilmesine ilişkin çalışmalarını fahrî olarak
yaparlar; herhangi bir ücret almaları söz konusu değildir. Buna karşılık, idarî
görevlerde çalışanlar, SSK ve İş Kanunu hükümlerine göre çalışırlar; ücret ve
emeklilik hakları bu kanunlarla düzenlenir.
Kızılay, yoksullara, güçsüzlere, ihtiyaç sahiplerine
karşılıksız olarak nakdî, aynî yardımlar yapmakta, sağlık, eğitim hizmetleri
vermektedir. Temel misyonu, insanlığın gücünü seferber ederek, korumasız
insanların hayatlarını iyileştirmektir. Savaşta ve barışta amacının
gerektirdiği hizmetler ile kanunların yüklediği görevleri yapar.
Kızılayın görevleri, tüzüğünün 5 inci maddesinde
belirtilmiştir. Buna göre, savaşta veya hükümetin ilan ettiği olağanüstü
hallerde, barışta, uluslararası yardımlaşmalarda Kızılay önemli görevler
üstlenmiştir. Böylesi önemli görevler üstlenen ve mazisi övünç dolu bir
Kızılay, nasıl olmuştur da, büyük bir yıpranma sürecine girerek itibar kaybına
uğramıştır; bu hususun önemle irdelenmesi gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi,
Türkiye, dünyanın üç büyük deprem kuşağından biri olan Alp-Himalaya deprem
kuşağında yer almaktadır. Ülkemizde yıkıcı depremlere yol açabilecek çok sayıda
diri, aktif fay bulunmaktadır.
Yüzölçümünün yüzde 92'si, nüfusunun yüzde 95'i,
sanayiinin yüzde 98'i deprem bölgesinde olan Türkiye'de, son yüzyılda,
magnitüdü, yani, büyüklüğü 5'ten büyük olan toplam 130 deprem olmuştur. Bu
depremlerde yaklaşık 80 000 kişi hayatını kaybederken, 150 000 kişi yaralanmış
ve 600 000 konut hasara uğramıştır.
Geçtiğimiz yıl yaşadığımız 17 Ağustos ve 12 Kasım
depremleri, binlerce insanın yaşamını yitirmesine, yaralanmasına, sakat
kalmasına yol açmış; 300 000 civarında konut ve işyeri kullanılamaz hale gelmiş
ve 1 milyon civarında yurttaşımız barınaksız kalmıştır.
Değerli milletvekilleri, acı da olsa, şimdi yeniden 17
Ağustos 1999 gününe dönmek, toplumsal hafızayı tazelemek istiyorum. 17 Ağustos
1999 günü sabahı, Adapazarı'ndaki görünüm korkunçtu. Depremin yol açtığı
felaket çok büyüktü. Anacaddeleri ve sokakları binaların enkazlarıyla tamamen
kapanan Adapazarı, âdeta ölü bir kent görünümündeydi. Depremin merkez üssü
Gölcük'te halk, çaresizlik içinde, yıkılmış binaların önünde ağlaşıyordu.
Donanma Komutanlığı da ağır bir yıkıma uğramıştı. Caddeler ve sokakları
enkazlardan geçilemeyen Gölcük kentinin yüzde 70'i yıkılmıştı.
Yalova-Karamürsel arasındaki sahillerde kurulan
sitelerdeki bloklar çökmüş; binalar, karton kaleler gibi devrilmişti. Binlerce
insan, kumsal ve dolgu zeminler üzerinde kurulan bu sitelerin blokları altında
kalmıştı. Yalova'da, en lüks konutların bulunduğu Hacı Mehmet Ovası, tam bir
enkaz yığını haline gelmişti. Eskiden meyve bahçeleriyle kaplı bu ova, binlerce
cana mezar olmuştu. Çınarcık yerleşim alanı da, ağır hasara uğramıştı.
Bolu'nun, Düzce, Gölyaka, Çilimli, Gümüşova ve Cumayeri
yerleşim alanları büyük hasar görmüştü.
İstanbul'un batısında kalan Avcılar'da, hasarın
boyutları büyüktü; onlarca bina çökmüş, çöken binaların enkazı altında yüzlerce
insan yaşamını kaybetmiş, yüzlerce bina ağır hasar görmüştü. Enkazlar altındaki
insanlara yardımda bulunamayan, yakınlarının ölümlerini elleri kolları bağlı
izlemek durumunda kalanların feryatları giderek artıyordu.
Telefonlar çalışmıyordu. Bu nedenle, durumu yöre dışına
aktarmaya olanak yoktu. Halk çaresizdi. Binalar gibi yürekler de yıkılmıştı. 17
Ağustos sabahının ilk ışıklarıyla birlikte, İstanbul'dan İzmit, Yalova ve
Adapazarı'na gidenler ile bölgeden uzaklaşmaya çalışanların otomobilleriyle
yollara düşmesi, ulaşımı felç etmişti. Adapazarı-İzmit arasında ulaşım tamamen
kilitlenmişti. Adapazarı-Arifiye bölgesinde demiryollarında meydana gelen hasar
nedeniyle, Adapazarı-İstanbul hattı ulaşıma kapanmıştı. Karayolları,
demiryolları kullanılamaz hale gelmişti.
Değerli milletvekilleri, halk, böylesi bir tablo
karşısında, panik, korku ve çaresizlik içinde, bir umut, bir kurtarıcı
beklemektedir. Saatler geçmekte, sabırlar tükenmekte, beklenti süratle tepkiye
dönüşmektedir. Beklenen kurtarıcı devlet babadır.
Devlet büyükleri, ilk andan itibaren görevlerinin
başındadır, ilerleyen saatlerde de afet bölgesine ulaşmışlardır; ancak,
devletin gücünü oluşturan kurtarma ve yardım ekiplerinin, beslenme, barınma,
sağlık malzemelerinin derlenmesinde, organizasyonunda ve bölgeye intikalinde
aynı sürat sağlanamamakta, bu alanda tam bir kargaşa yaşanmaktadır.
Medya tarafından her şeyin gözler önüne serildiği bir
ortamda, toplum, âdeta, yaşananlar için sorumlu, suçlu arayışına yönlenmiştir.
Öncelikle "nerede bu devlet" sorusuyla, her noktadan başlayan
tepkiler devlete yönelmiştir.
İlerleyen günlerde, özellikle, kurtulanların geçici
barındırılması ve iaşelerinin sağlanması sürecindeki aksaklık ve eksiklikler
yeni tepkileri doğurmuştur. Toplum olarak bu hizmetlerin doğal sorumlusu
gördüğümüz Kızılay, eleştirilerin odağı halinde gelmiş, yemekler ve özellikle
çadırlarla ilgili görüntü ve haberlerin medyada yoğun olarak yer almasıyla
birlikte, Kızılaya yönelik eleştiriler kızgınlığa ve öfkeye dönüşmüştür.
Böylesi bir ortam ve psikoloji içinde,
milletvekillerimiz, gelişmeleri de dikkate alarak araştırma önergeleri
vermişler ve tüm grupların onayıyla Deprem Komisyonu ve Kızılay Komisyonu
adlarıyla iki araştırma komisyonu kurulmuştur. Üyesi ve altkomisyon başkanı
olarak görev üstlendiğim Kızılay Komisyonu, 4 aylık yoğun ve titiz bir çalışmadan
sonra, kapsamlı bir rapor düzenlemiştir. Dağıtımı yapılan ve şu anda
görüşmemize konu olan raporumuzda, Kızılay, tüm yönleriyle, boyutlarıyla
objektif bir araştırmaya tabi tutulmuştur.
Değerli milletvekilleri, bu aşamada afetlere yönelik
hukukî düzenlemelerin ve teşkillerin üzerinde durmak ve Kızılayla ilintisine
değinmek istiyorum:
Kızılayın ve kamu kurumlarının afetlerdeki konumu,
üstleneceği görevler, bu görevleri nasıl yerine getireceği 7269 sayılı Kanunun
4 üncü maddesine göre hazırlanmış olan Afetlere İlişkin Acil Yardım Teşkilatı
ve Planlama Esaslarına Dair Yönetmelikte ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.
Bu yönetmeliğin "Amaç" başlıklı 1 inci
maddesi şöyledir: "Bu yönetmeliğin amacı, devletin tüm güç ve kaynaklarını
afetten önce planlayarak, afetin meydana gelmesi halinde, devlet güçlerinin
afet bölgesine en hızlı bir şekilde ulaşması ile afetzede vatandaşlara en etkin
ilk ve acil yardım yapılmasını sağlamak için, acil yardım teşkilatının kuruluş
ve görevlerini düzenlemektir."
Yine, yönetmeliğin "Kapsam" başlıklı 2 nci
maddesi şöyledir: "Bu yönetmelik, acil yardım hizmetlerini yürütmekle
görevli vali ve kaymakamlar, bakanlık, bağlı ve ilgili kuruluşlar, diğer kamu
kurum ve kuruluşları ile askerî birlikler ve Kızılayın afetten önce yapmaları gerekli
acil yardım planlarının ve afet sırasında yapacakları acil yardım hizmet ve
faaliyetlerinin gerektirdiği görevleri, işbirliği, koordinasyonu ve karşılıklı
yardımlaşma esaslarını kapsar."
Kızılay Derneği Genel Müdürlüğünün görevlerini
düzenleyen 69 uncu madde ise, doğal afetle ilgili Kızılayın görevlerini, neler
yapacağını çok açık bir biçimde göstermektedir.
Böylesine mükemmel bir düzenlemenin gereği
yapıldığında, afetlerden çok daha az kayıplarla çıkmak mümkündür; ancak,
araştırmalarda görülmüştür ki, bu ve diğer mevzuatların gerekleri yerine
getirilememektedir. Teşkilatlanma ve planlamada görev alacak kurumlar arasında
koordinasyon, iletişim kurulamamakta, öngörülen teşkiller oluşturulamamaktadır.
Çoğu kez, mevzuatın öngördüğü oluşumlar, kâğıt üzerinde ve dosya düzeyinde
olası bir teftişe karşı oluşturulmuş gösterilmekte, eğitim ve uygulamalarda
afete hazırlık çalışmaları yapılmamaktadır. Bu haliyle bu teşkiller, Sayın
Başbakanımızın ilk günlerde belirttiği gibi, aldatıcı bir görünüm arz etmektedir.
Kızılay açısından da bu böyledir. Yönetmelikte
belirlenen afet faraziyelerine göre, her bölgede ne kadar çadır ve diğer
malzeme stoklanması gerektiğini saptayabilecektir; ancak, yönetmelikteki
ilkelerin gereği yapılmadığı için, Kızılayın, genel ve yerel deprem
senaryolarına göre bir hazırlığı ve stok politikası, maalesef,
geliştirilememiştir. Ülkenin çeşitli bölgelerinde oluşan mevzii depremler emsal
alınarak, Kızılay, stoklarını 25 000 çadır seviyesinde düzenlemiştir. Doğal
olarak da, öncekilere göre daha geniş bir bölgeyi kapsayan 17 Ağustos depremine
karşı öngörüsü, faraziyesi, hazırlığı olmadığı için, her bakımdan yetersiz
kalmıştır. Kızılayın 25 000'lik çadır stokuna karşı, 100 000'in üzerinde çadıra
gereksinim olmuştur.
Değerli milletvekilleri, yine, bu yönetmeliğin 5 nci
maddesiyle, acil yardım ve acil yardım süresi tanımlanmıştır. Yönetmelikteki
tanımına göre, acil yardım süresi şöyledir: "Afetin meydana gelmesiyle
başlayıp afetin sona ermesinden itibaren 15 gün devam eden, gerektiğinde Bayındırlık
ve İskân Bakanlığınca uzatılabilen acil yardımlar ve bununla ilgili
harcamaların yapıldığı süredir."
Bu tanımlar ışığında bakıldığında, Kızılayın
çadırlarının iskân çadırı değil, geçici barınma için olduğu; keza, diğer
yardımların da, yine, geçici amaçlı olduğu ve 15 gün için öngörüldüğünün de
altının çizilmesi gereklidir.
Bu yardımların aylar ve yıllarla sürdürülmesi,
Kızılayın kaynakları bakımından son derece zor olacağı açıktır. Afetlerle
ilgili aslî görev, kamu otoritelerinindir. Tüzüğünde de belirtildiği gibi,
Kızılay, insancıl faaliyetlerinde kamu otoritelerinin yardımcısıdır. Bu
anlayışla bakıldığında, Kızılay hakkında, daha objektif, daha gerçekçi
değerlendirmelere ulaşılacağı kanaatindeyim.
Değerli milletvekilleri, araştırmalarımız sonucunda,
genel olarak, Kızılayın iyi yönetilmediği, gelirlerinin ve kaynaklarının,
amacına uygun olarak, etkin, verimli ve tutumlu kullanılmadığı görülmektedir.
Gönüllü bir yardım kuruluşu, hayır kuruluşu olan, yardım edenlerden aldıklarını
yardıma muhtaç olanlara aktarmakla görevli Kızılayın gelirlerini elde ediş ve
kullanış biçimi ile diğer faaliyetleri, bu misyonuna uygun değildir.
Sevindirici ve takdire değerdir ki, Kızılay, toplumsal
tepkileri ve yer yer amacını aşan içerik ve üsluptaki eleştirileri dikkate
almış ve bir yeniden yapılandırma sürecini kendi içinde başlatma becerisini
göstermiştir. Gerek bu süreçle ilgili çalışmalarda gerekse araştırma raporunda
belirtilen hususlar ışığında, Kızılayın yardım faaliyetleriyle ilgili
saptamaları şöylece sıralamak mümkündür:
Kızılayın, afet ve olağan durumlarda yapılacak
yardımlara ilişkin hedefleri yoktur. Dolayısıyla, performans ölçütleri
geliştirilememiştir. Kızılayın, afetlere yönelik hazırlık planları oluşturması,
yasa tarafından verilmiş bir görev olduğu halde, gözlemler, Kızılayda böyle bir
planlama sisteminin bulunmadığını göstermektedir. Kızılayın afetlerdeki yardım
çalışmalarının, bilimsel bir hazırlığa, öğremeye ve sistematiğe dayandığı
söylenemez. Stoklanan malzemenin cins ve kalitesine karar verilirken, farklı
afet durumlarının gerektireceği farklı malzeme tipi ve özellikleri sistematik
olarak dikkate alınmamaktadır. Olası afetlerde, ekiplerin ve malzemenin olay
yerine sevkiyatı ve bölgedeki idaresine ilişkin yerleşik plan ve prosedürler
geliştirilememiş, sevk ve idare personelin deneyimine bırakılmıştır. Farklı
afetlerin gerektireceği personel uzmanlaşmasına gidilememiştir. Aynı personel
değişik görevlerde çalışabilmektedir. Yeni personele verilmesi gereken uzmanlık
eğitimi ihmal edilmektedir. Afete cevap mekanizmasında şubeler ya da bölgesel
örgütlenme aracılığıyla yerel kaynakların oluşturulması ve etkinleştirilmesi
ihmal edilmiştir. İl ve ilçe kurtarma ve yardım komitelerinde etkili bir
işbirliğine gidilemediği gözlenmiştir. Buna paralel olarak, sivil toplum
örgütleriyle de afetlere hazırlık konusunda işbirliği yapılmamaktadır.
Değerli milletvekilleri, Kızılayın malî yapısıyla
ilgili saptamalar ise şöyledir: Kızılayın gelir ve giderleri, bir yardım
kuruluşu özelliklerini yansıtmıyor. Gelir kaynakları bağış ağırlıklı değilken,
giderler içindeyse yardımlar önemli bir yer tutmuyor. Bağışlar, 1998 yılında
gelirlerin yüzde 8,1'ini oluşturuyor. Bu oran ABD Kızılhaçında yüzde 30-34'ü,
Japon Kızılhaçında ise yüzde 42'yi buluyor.
Yardım harcamalarının toplam gelirlere oranı 1995'te
yüzde 5,6, 1998'de yüzde 6,5'tur. Bu oran ABD Kızılhaçında yüzde 23,3-26,1
arasında değişiyor, Japon Kızılhaçında ise yüzde 34 olarak görülüyor.
Kızılay gelirlerinde ağırlık faiz kazancında görülüyor.
1998 yılında toplam gelirlerin yüzde 22,3'ü, 1999 yılında ise yüzde 42,5'i faiz
gelirlerinden oluşuyor.
Kızılayın gelirleri, faaliyetleri için yeterince
kullanılmıyor. 1995'te toplam gelirlerin yüzde 46'sı harcanmayan gelir
fazlasıyken, bu oran 1998'de yüzde 56'ya yükselmiştir. Asrın depremi olarak
nitelenen depremlerin yaşandığı 1999 yılında dahi, harcanmayan gelir fazlası
yüzde 40 oranındadır. ABD ve Japon Kızılhaç gelir-gider tablolarında gelir
fazlası diye bir kalem bulunmamaktadır.
1999 faaliyet raporundaki bazı veriler gösteriyor ki,
elde edilen gelirin çok az bir bölümü harcanmakta, gelirlerin büyük bölümü
banka hesaplarında tutulmaktadır. Kızılay, aktiflerini büyük ölçüde nakit
olarak tutuyor. Kızılayın, para mevcudunun toplam varlıklarına oranı 1998'de
yüzde 48,2, 1999'da yüzde 55; banka mevcudunun toplam varlıklara oranı ise,
1998'de yüzde 34,5, 1999'da ise yüzde 54'tür. ABD Kızılhaçında bu oran 1999'da
sadece yüzde 5,4'tür.
Kızılayın, 1998'de, toplam aktiflerinin yüzde 13,8'ini
oluşturan sabit kıymetlerden elde ettiği kiraların toplam gelir içindeyi payı,
1998 yılında sadece yüzde 1,4'tür, 1999'da ise yüzde 1,5'tir. Kira
gelirlerinin, eldeki sabit gelirlerle kıyaslandığında, çok düşük olduğu
gözlenmiştir. Pek çok ülke kızılayında, taşınmazlar, kendi ihtiyaçlarında kullanılmakta;
ihtiyaç dışı taşınmazlar, nakde çevrilerek yardım hizmetlerinde
kullanılmaktadır.
Kızılayın elinde bulundurduğu stokların da oldukça
yüksek olduğu görülüyor. 1998'de, stokların toplam varlıklar içindeki payı
yüzde 22,4'tür. ABD Kızılhaçında bu oran, 1999 yılı için yüzde 5,2'dir.
Şubeler kanalıyla yapılabilecek etkinlikler,
gelirlerinin önemli payını genel merkeze aktarmak zorunda tutuldukları ve
harcama kısıtlılıkları nedeniyle, yeterince yürütülemiyor.
Değerli milletvekilleri, tüm değinilen bu yönlerinin
ışığında, genel olarak bakıldığında, bugün, Kızılay, bir gönüllü yardım
kuruluşu anlayışıyla değil, zarar etmemeye, hatta, kâr etmeye çalışan bir
işletmeci zihniyetiyle yönetilmektedir. Gerek yasaların gerekse tüzüğün
hükümlerinin yanı sıra, uygulamadan kaynaklanan ve yaşayan ilişkilerin
dayattığı pek çok nedenlerle, Kızılay, bir sivil toplum örgütünde olması
gereken demokratik iç işleyişten ve denetimden çok uzak, merkeziyetçi ve kapalı
bir yapıya sahip, hantal bir KİT görünümündedir.
Kızılay, pozisyonunu, sosyal konumunu muhafaza etme
güdüsüyle oluşan ilişkilerden ve durağan donuk yapıdan süratle sıyrılmalı,
aktif, enerjik, kendini yenileyen ve geliştiren bir yapıya kavuşmalıdır. Bu da,
demokratik olmayan dış müdahalelerle değil, Kızılayın demokratik bir yapıya
kavuşturulmasıyla sağlanabilir.
Burada üzerinde durulması gereken husus, merkezî
yapılanmayı kıracak, en alttan en üste yönetime katılma ve denetim kanallarını
sürekli açık tutacak bir modelin oluşturulmasıdır. Bunu sağlamak için, merkezde
ve şubelerde seçimle gelen görevlerde kalmanın iki veya üç dönemle
sınırlandırılması; merkezin, şubeler üzerinde ve üyeler üzerindeki görevden
alma, üyelikten çıkarma gibi yaptırımlarının kaldırılması; Kızılaya üyeliğin
çok daha kolay ve doğrudan bir yönteme bağlanması, etkin bir dış denetim
sisteminin oluşturulması gibi düzenlemeler, ilk akla gelebilecek hususlardır.
Ancak, bunlardan çok daha öncelikli olmak üzere,
Kızılayın, Genel Merkez ve şubeler şeklindeki temel yapılanmasının irdelenmesi,
özerk veya bağımsız ve tüzelkişiliğe sahip şube modelinin hayata geçirilmesi
sağlanmalıdır. Böylelikle, dernekler ve üst kuruluşlar, federasyonlar ve
konfederasyonlar şeklinde örgütlenme, olanaklı hale gelebilecektir.
Tüzelkişiliğe sahip şubeler, kaynaklarını ve güçlerini yerel ihtiyaçlara
yöneltecekler, yerinden yönetim ve etkinlik sağlanabilecektir.
Bunların yanı sıra, tüzelkişilerin de dernek üyesi
olması sağlanmalıdır. Tüzelkişiliğe sahip şube modeli ve tüzelkişilerin dernek
üyesi olması hususu, şu andaki Dernekler Kanunu hükümleri karşısında
belirsizlik taşımaktadır; ancak, gerekirse yasal düzenlemeler yoluyla, bu
olanakların önü açılmalıdır.
Sayın Başkan, kaç dakikam kaldı efendim; bir yanlışlık
var galiba...
BAŞKAN – 44 saniyeniz var efendim.
OSMAN KILIÇ (Devamla) – Nasıl olur?!
BAŞKAN – Efendim, oradaki saat yanlış; 20 dakikanız
doldu. İtimat buyurun efendim.
OSMAN KILIÇ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, deprem
felaketinin ardından, hükümetimiz, bir dizi kanun hükmünde kararname ve
yönetmeliklerle mezvuattaki eksiklikleri gidermeye çalışmış, bu bağlamda yapı
sigortası ve yapı denetimiyle ilgili düzenlemeler yapmış ve bu alandaki
boşlukları büyük ölçüde doldurmuştur. Ayrıca, arama, kurtarma ve ilkyardımla
ilgili yeni düzenlemeler yapılmış, 11 bölgede sivil savunma ve arama, kurtarma
birlik müdürlükleri kurulması öngörülerek...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen tamamlayın efendim.
Buyurun.
OSMAN KILIÇ (Devamla) – ... 2 500 yeni kadro
oluşturulmuştur.
Yine, il özel idarelerine, kendi sorumluluk alanlarında
ve diğer illerde görev yapmak üzere, ilkyardım ve kurtarma ekipleri oluşturma,
çadırkentler kurma ve geçici konutlar yaptırma yetki ve görevleri verilmiştir.
Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde DAK adlı bir
arama kurtarma taburu oluşturulmuş; tam teçhizatlı bu tabur, 3 saat içerisinde
Türkiye'de ve dünyada her afet bölgesine müdahaleye hazır hale getirilmiştir.
Yapılan bu düzenlemelerle, Kızılayın, doğal afetlerdeki
yükü ve sorumluluğu büyük ölçüde paylaşılmış olmaktadır.
Yine, bir Başbakanlık genelgesiyle Ulusal Deprem
Konseyi oluşturulmuş ve Konsey, depremle ilgili politika ve stratejiler
belirleyerek, uygulamalara yol göstermekle görevlendirilmiştir; ancak, tüm bu
önlemlerin sonuç vermesi, gereğinin doğru, zamanında ve eksiksiz yapılmasıyla
mümkündür. Her konuda olduğu gibi, kanaatimce, bu konuda da etkin bir iç ve dış
denetime gereksinim vardır. Zira, en iyi düzenlemeyi de yapsanız, doğru
uygulayıcı olmaksızın sonuç almak mümkün değildir.
Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi,
afetler bir doğa olayıdır; sebepleri ve oluşumu bilinmektedir. Sadece, oluş
zamanını tespit etmek şu an için olanaklı değildir. Ülkemizin yerini ve depreme
yol açan doğal olayları değiştiremeyeceğimize göre, tek yol, bilimin ışığında
önlemler almak ve hazırlıklı olmaktır. Ulu Önder Atatürk, şu ölümsüz sözleri ve
eşsiz öngörüsüyle, her alanda olduğu gibi, bu alanda da yolumuzu
aydınlatmaktadır.
BAŞKAN – Sayın Kılıç, lütfen tamamlar mısınız efendim.
OSMAN KILIÇ (Devamla) – Hayatta en gerçek yol gösterici
bilimdir. Umuyorum ki, tüm insanlarımız ve kurumlarımız gibi Kızılayımız da,
yaşananlardan aldığı dersle, bilimin aydınlık yolunu izleyerek, kısa zamanda
milletimizin gönlündeki müstesna yerini eskisinden daha güçlü olarak alacaktır.
Bu vesileyle, afetlerde yaşamını yitiren
yurttaşlarımızı ve Kızılay mensuplarımızı rahmetle anıyor, ulusumuza esenlikler
diliyor, sizlere saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kılıç.
Komisyon adına Sayın Nazif Okumuş; buyurun efendim.
(MHP sıralarından alkışlar)
(10/73, 74) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU
BAŞKANI NAZİF OKUMUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bilindiği üzere, 17 Ağustos 1999 günü Marmara Bölgesindeki bazı illerimizde
meydana gelen deprem sonrası, Yüce Mecliste yerini alan siyasî partilerimizin
sayın temsilcilerinin önergeleriyle ve Genel Kurulun 26.10.1999 gün ve 651
sayılı kararıyla, Türkiye Kızılay Derneğinin sorunları ile faaliyetlerinin araştırılarak
gelir kaynaklarının daha etkin
kullanılması için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla
kurulan (10/73, 74) sayılı Meclis Araştırması Komisyonu çalışmalarını, yaklaşık
üç ay önce tamamlamış bulunmaktaydık; komisyonumuzun, kurulma amacına uygun
olarak, Kızılay Genel Başkanlığında, şubelerinde, işletme ve depolarında,
ayrıca ilgili kamu kurum ve kuruluşlarında incelemeler ve görüşmeler yapmak
suretiyle hazırladığı raporu takdim etmek üzere yüksek huzurlarınızdayız; bu
vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyoruz.
15 715 sayfalık eki, 305 sayfa tutarında raporuyla,
Türkiye Kızılay Derneği hakkında çok geniş irdelemelerin yer aldığı
çalışmamızda, öncelikle, 17 Ağustos depreminde ortaya çıkan olumsuz
görüntülerden hareketle, Kızılayın, kanunlarla verilen afetlere ilişkin
görevlerini gereği gibi yerine getirip getirmemesinin nedenleri üzerinde
durulmuş, problem olarak tespit edilen konulara çözüm önerileri getirilmiştir.
Marmara depreminde Kızılaydan kamuoyunun beklentisi,
çok yalın ifadeyle, afetzedeye, insan onuruna yaraşır bir destek sağlamasından
ibaretti. Halbuki, Kızılay, az önce siyasî partilerimize ait değerli
konuşmacıların ve komisyonumuzun da üyesi olan arkadaşlarımızın ifade ettiği
gibi, afet planlaması yapmadığı ve muhtemel afet beklentisi konusunda Afetlere
İlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 11 inci
maddesine göre varsaymak durumunda olduğu afet büyüklüğüne uygun olarak yeterli
miktarda malzeme stoklamadığı ve afetlere müdahale yeteneği kazandırmak
amacıyla personelin ve gönüllülerin eğitimini önemsemediği için, maalesef,
yaşadığımız acı tabloyla karşı karşıya kalınmıştır.
Bizim, bugün, burada, Kızılayın statüsünü bir kenara
iterek, yaşadığımız afetin bütün sorumluluğunu bu kuruma yükleme lüksümüz
yoktur. Burada açıkça itiraf etmeliyiz ki, afetlere müdahale sistemimizde, Yüce
Meclisi yakından ilgilendiren ciddî bir bir mevzuat karışıklığı ve bu yönetimde
çokbaşlılık bulunmaktadır. Marmara ve Bolu depremlerinde, bu karmaşık yapının
getirdiği olumsuzlukları hepimiz birer birer yaşadık. Bu nedenle, yeni bir
afeti beklemeden, süratle, tutarlı ve sade bir afet mevzuatı hazırlamak zorunda
olmalıyız diye düşünüyoruz; ancak, komisyonumuzun öncelikli görevi Kızılay
olduğuna göre, etkili bir afet yönetimi için, Kızılaya düşen sorumlulukları da
ortaya koymak zorundayız. Kanaatimize göre, Kızılay, yönetmeliğinin
faraziyelerine uygun bir afet planı hazırlamalıdır. Bu konuda, konuşmacı
arkadaşlarımız düşüncelerini ortaya koymuşlar ve komisyonumuzun raporunda da
çok açık ve çarpıcı ifadeler ve dünyadaki bu konuyla ilgili gelişmelere yer
verilmiştir.
İncelediğimiz ülkelerde, kızılay-kızılhaç
teşkilatlarında, bu kurumların en önemli fonksiyonlarından birinin,
personelinin ve gönüllülerin ilkyardım ve kurtarma konusunda eğitimi olduğunu
tespit etmiş bulunuyoruz. Mesela, İngiliz Kızılhaçı, 1991 yılında 79 000 kişiye
ilkyardım ve kurtarma eğitimi vermiştir. Aslında, Kızılayın tüzüğünde de bu
görev açık biçimde yazılıdır; ancak, bu görev de, diğerleri gibi, Kızılay
tarafından ihmal edilmiştir ve maalesef, Kızılayın, her yıl en az 50 000 kişiye
ilkyardım ve kurtarma eğitimi vermesi gerekmektedir.
Değerli arkadaşlarım, Kızılayı bir anlamda görevlerini
yapamaz duruma getiren ilk ve en önemli sorun, üyelikle başlayan, kongre
süreciyle gelişen ve nihayet, karar organlarının oluşumuyla somutlaşan
yapısıdır. Bu konuyu birazcık açmak istiyorum, sizlerle paylaşmak istiyorum;
çünkü, Kızılaya çok ihtiyaç var. Türkiye gibi, deprem haritası üzerinde yerini
almış, afetlerle çok tabiî ve sürekli bir şekilde karşı karşıya kalan bir
ülkede, siz değerli milletvekili arkadaşlarımızın da, öncelikle ülke sorunu
olarak, sonra da mahallinde sorun olarak gördüğünüz bu konularla ilgili,
Kızılayla zaman zaman değil, yoğun bir şekilde içli dışlı olacağınızı
biliyorum. Dolayısıyla, sizlerle paylaşmak istediğim bu üyelik meselesinde,
birtakım tespitleri de dikkatinize sunmak istiyorum.
1990 yılında Kızılaya üye sayısı 63 741 iken, 1999
yılında, yani 9 yıl aradan sonra bu sayının 96 953'e ulaştığı görülüyor; ancak,
bu üye sayısı başka ülkelerin benzer teşkilatlarıyla karşılaştırıldığında
anlamını çok yitiriyor değerli arkadaşlar. Örneğin, Japonya'da 4 600 000,
Almanya'da 4,5 milyon kayıtlı Kızılhaç üyesi mevcuttur. Kızılayla bunları
karşılaştırdığımız zaman, sivil toplum örgütü olması gereken, öyle gördüğümüz,
yasayla da öyle olan Kızılayın sivil toplum inisiyatifine ve refleksine sahip
olup olmadığını rakamlarla da anlayabiliyoruz. Dolayısıyla, hemen her şubede
karşılaşıldığı üzere, kongrede, istenilen listenin geçmesini temin için eş
dost, akrabadan oluşan kişilerin üye yapılmasıyla da elde edilen bir artış söz
konusu, bu 96 000 rakamına
ulaşmasında. Nasıl; örneğin, kayıtlı 247 üyesi olan Kızılayın Kartal Şubesinde
5 ailenin 65 üyeyle temsil edilmesi, komisyonumuzun değerli üyeleri tarafından
da görülmüştür ve bunları da sizlerle paylaşmak istiyorum. Dolayısıyla,
komisyonumuz, Kızılaya üyeliğin serbest bırakılmasını ve üyelik konusundaki
problemlerin çözüm mercii olarak mahallî mülkî amirlerin yetkili kılınmasını
tespit etmiş ve önermiştir.
Üyelik, genel kongreye katılacak delegelerin de
tespitinde bir ayıraç olduğu için, çok kritik bir problem olarak Kızılayda
karşımıza çıkmaktadır. Bununla beraber, kongrede delege olma hakkını kazanan
isimler konusunda yapılan inceleme, komisyonumuzu enteresan tespitlere
götürmüştür. 1990 yılından itibaren yapılan kongrelerin delege yapısı tetkik
edildiğinde, ortalama 325 üyeyle yapılan toplantılara 253 kişinin -bakın
arkadaşlar, 253 kişinin- 5 kez veya daha fazla defa delege olarak katıldığı
görülmüştür, tespit edilmiştir. Sözünü ettiğimiz bu durum, kongrelerde tek
listenin oylanması gerçeğiyle birleşince, Kızılayın en yetkili organları olan
Genel Merkez Kurulu ve Merkez Yönetim Kurulu, yıllar boyunca, Sayın Çiçek'in de
bu kürsüde ifade ettiği gibi, hep aynı isimler etrafında dönüp durmuştur.
1979 yılı baz alınarak yürütülen araştırmada, bu süreç
içinde yapılan 22 kongrede, 28 kişinin 10 veya daha çok defa Genel Merkez
Kuruluna seçildiği müşahede edilmiştir. Genel Merkez Yönetim Kurulunda da,
yapı, bundan pek farklı görülmemektedir. Aynı süre zarfında, 7 kişiden oluşan
bu kurulda, ancak 29 kişinin görev yapmış olmasını da dikkatlerinize sunmak
isterim arkadaşlar.
Bu noktada, komisyonumuz, Meclisimizin gözetim imkânını
devam ettirmek amacıyla, genel kongrede, Yüce Meclisin, Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonu üyelerinin oy kullanma ve söz hakkına sahip onursal
üye sıfatıyla temsil edilmesini gerekli bulmuştur. Bunları da sizlerle
paylaşıyoruz. Bununla da yetinilmemiş, yürütmenin Kızılay üzerinde etkinliğinin
tesisi bakımından, Genel Merkez Kuruluna, Millî Savunma, Dışişleri, İçişleri,
Maliye, Sağlık, Bayındırlık ve İskân Bakanlıklarının üst düzey yöneticileri
arasından gönderilecek adaylardan Sayın Cumhurbaşkanına 1'er temsilci atama
yetkisi verilmesi düşünülmüştür. Böylece, kamuya yardımcı rolü olan Kızılayın
tüzüğünde yazılı fonksiyonlarını icra ederken kamuyla işbirliği içinde olması
planlanmıştır.
Genel Başkanının seçimi konusunda da, Sayın
Cumhurbaşkanına, Genel Merkez Kurulunun kamu görevlisi olmayan üyeleri
arasından seçeceği 3 kişiden 1'ini belirleme yetkisi tanınmak suretiyle de,
Cumhurbaşkanının yüksek himayelerinde oluşan Kızılayın bu niteliği
belirginleştirilmek istenmiştir.
Arkadaşlar, sayın üyeler; öte yandan, şubeleri etkisiz
kılan, yetkileri merkezde toplayan yapının genel merkezi çok sayıda şubeyle
karşı karşıya bıraktığı ve özellikle, afetlere müdahalede il valilerini muhatap
bulmakta sıkıntı çektiği görülmüştür. Bu nedenle, Kızılayın genel merkez şube
sistemi arasına il başkanlığı yerleştirilerek bir ara kademe eklenmiştir.
Böylece, gerek anayasal yönetim yapımıza paralellik kurulmak ve gerekse
örgütlenme yapısından kaynaklanan fonksiyonel bozukluklara çare bulunmak
istenmiştir.
Bu suretle, merkezin bir bölüm yetkilerinin il
başkanlarına devri yolu açılmış, öte yandan, Kızılayın bütün ülke sathından
gelen delegelerle temsil edilmesini sağlamak üzere, il başkanlıklarının genel
kongrenin doğrudan delegesi olması teklif edilmiştir. Seçimle gelen kurulların
bürokratik şemayı oluşturması sırasında tavassuta dayalı bir sistemi tercih
ederek, işe adam yerine, adama iş felfesefesiyle, liyakatı tartışılır kişileri
istihdam ettiği de belirlenmiştir.
Binaenaleyh, bu sistem, bir yandan Kızılayın
hizmetlerini pahalıya mal etmesine yol açarken, diğer yandan da hep bir yakına
dayalı olarak görev alan kişilerin çalıştırılmasında güçlüklere neden olmuştur.
Ayrıca, bu yapı, nitelikli personel sorunu nedeniyle,
Kızılayın değişim ihtiyacını belirleyememiş; dolayısıyla da, karar organlarına
iletilerek zamanında önlemlerin alınmasını sağlayamamıştır.
Bu tespitlerden hareketle, komisyonumuz, sınavla
personel alımının zorunlu hale getirilmesini ve bunun da devlet memurluğuna
ilişkin yapılan merkezî sınava entegre edilmesini, Kızılay Genel Müdürlüğünün
teşkilat yapısında reorganizasyona gidilmesini öngörmüştür.
Sayın milletvekilleri, çalışmalarımız sırasında tespit
ettiğimiz bir başka hususu da sizlerle paylaşmak istiyorum. Bilindiği üzere,
kanunlarla Kızılaya verilmiş iki görev bulunmaktadır. Bunlardan ilkini,
yukarıda afetler mevzuunda belirtmiştik; diğeri ise, savaş ve olağanüstü
hallerde Kızılaya verilen görevlerdir. Bu noktada, insanın aklına şu soru
takılabilir: Afetlerde yetersiz kalan Kızılay, uzun yıllardır yaşamadığımız ve
temenni de etmediğimiz muhtemel bir savaş sırasında, kendisinden beklenen
hizmetleri vermekte güçlük çeker mi? Maalesef, bu soruya da "evet"
cevabını vermek durumundayız. Zira, gelişen savaş teknolojileri, sonuçları
itibariyle afetlerden daha büyük yıkımlara sebep olmaktadır. Kaldı ki, bir
savaş durumunda, ülkenin bütün kaynaklarını silahlı kuvvetlerin başarısına
teksif etmek gerekecek; bu nedenle, gerek sivil kuruluşlardan gerek
uluslararası yardım teşkilatlarından ve gerekse kamu imkânlarından, Kızılay,
bir afette olduğu gibi yoğun biçimde yararlanma imkânı bulamayacaktır. Bu
bakımdan, komisyonumuz, devletin yetkili organlarına çağrıda bulunmayı görev
addederek, Kızılayın savaştaki misyonunun yeniden tanımlanmasını; bir harp
vukuunda ülkemize gelmesi muhtemel mültecilere ilişkin olarak -47 yıl önceki 10
000 sayısının- ülkenin ve Kızılayın imkân ve kabiliyetlerinin, gelişmelere
paralel olarak ayarlanmasını tavsiye etmiştir.
Arkadaşlar, bunlar, önemli tespitlerdir diye sizlerle
paylaşmak istediğimiz hususlardır.
Netice itibariyle, teşkilat yapısındaki durağan ve dışa
kapalı organizasyon, görev tanımı yapamamış, işe adam değil, adama iş
prensibine göre atanan, niteliği tartışmaya açık bir personel yapısıyla
bütünleşince, sadece afet ve savaş konusunda yetersiz bir Kızılay değil,
yürüttüğü faaliyetlerle de hatalı ve eksik uygulama içinde bulunan bir Kızılay
karşımıza çıkmaktadır.
Komisyonumuzun
takdirini kazanan Kızılaydaki güzel hizmetleri de sizlerle paylaşmak
isterim. Şubelerce yürütülen dispanser hizmetini, öncelikle gündeminize sunmak
istiyorum. Kızılay, özellikle büyük kentlere yayılmış 38 şube dispanseri
aracılığıyla, sadece son dört yılda -1995 ve 1999 yılları arasında- 10 620
000'i ücretli, yaklaşık 500 000'i ücretsiz olmak üzere, 11 milyonu aşan hastaya
hizmet vermiştir. Ancak, Kızılay dispanserlerinde uygulama birliğinin tesisi
için genel merkezin hiçbir aktivite göstermediğini, maalesef müşahede ettik.
Öyle ki, muayene ücretleri, ücretli-ücretsiz hasta oranları, çalışan personelin
aylıkları gibi temel konularda bile mukayese edilemeyecek farklı uygulamalara
rastlanılmıştır. Bu durum karşısında, komisyonumuz, Kızılay genel merkez
yönetimine, bu konuda ciddî bir yapılanmayı sağlayıcı tedbirler almasını
önermiştir.
Dispanserler konusunda komisyonumuz çalışmalarının
sonuçlanmasına yakın ortaya çıkan bir başka gelişmeyi de sizlerle paylaşmak
istiyorum. Bütün siyasî parti grupları ve özellikle muhalefete mensup
partilerimizin sözcüleri bu konuyu gündeme getirmişlerdi. Tabiî ki, iktidar
ortağı siyasî partilerin temsilcileri de, bu konuyla ilgili kanaatlerini
kamuoyuyla paylaşmış, hükümete götürmüşlerdi. Neydi bu; Maliye Bakanlığı, bir
genelgeyle yayımladığı 2000 malî yılı bütçe uygulama talimatında, kamuya
yararlı dernek veya vergiden muaf vakıflara ait sağlık kuruluşlarında yapılan
tedavi giderlerinin ödenebilmesini şarta bağlamıştı. Bu suretle de, emeklilerin
Kızılay dispanserlerinden yararlanmasının önüne geçilmişti. Maliye Bakanlığı,
bu düzenlemeye gerekçe olarak da, atıl kapasite yaratılmaması, haksız rekabete
yol açılmaması ve kamu kaynaklarının rasyonel kullanımını, sosyal güvenlik
kurumları arasında norm ve standart birliğinin sağlanması amaçlarını
göstermişti; ancak, bu gerekçelerin kabul edilebilirliği tartışmaya çok açıktı
ve Parlamentoda yerini alan bütün siyasî partiler de bu konuda görüşlerini
kamuoyuyla paylaşmıştı.
Özellikle, Anayasamızın cumhuriyetin niteliklerini
tespit eden 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin sosyal bir hukuk devleti
olduğu hükme bağlanmıştır. Sosyal devlet olmak, vatandaşları sefalette değil,
refahta birleştirmeyi hedefleyen bir projedir, bir anlayıştır. Talimatta
"standart birliği" gerekçe gösterilerek, nispeten daha az nitelikli
sağlık hizmeti üreten kuruluşlarda saatlerce sıra beklenerek hizmet alınmasına
yol açılması, sosyal devlet projesinin anafikrine ters düşmektedir.
Dolayısıyla, hal böyleyken, komisyonumuz, bu konuyu da gündeme almış ve
yıllarca devletimize hizmet etmiş kişilerin nispî olarak daha iyi şartlarda
sağlık hizmeti almasının yaygınlaştırılması icap ederken, doğruluğu tartışmalı
gerekçelerle bu hizmetten yoksun bırakılmasını kabul edilemez bulmuştur ve
Maliye Bakanlığı da gereken hassasiyeti göstererek bu düzenlemeyi mayıs ayında
iptal etmiştir. Huzurlarınızda, Sayın Maliye Bakanına da gösterdiği
duyarlılıktan ötürü teşekkür ediyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin
sıkıntısını her an yaşadığı ve bu alandaki boşluğu Kızılayın doldurmaya
çalıştığı bir başka konu da, kan toplanması ve kan merkezlerinin çalışması
hususudur. Kızılayın mevcut Sayın Genel Başkanı bu konuda kamuoyuyla
sıkıntısını paylaşmaktadır ve haklıdır; birtakım medya organlarına da, köşe
yazarlarına da, bu düşüncesini bir teşvik amacıyla paylaşmakta ve iletmektedir.
Tespitlerimize göre, ülkemizin kan ihtiyacının yaklaşık
yüzde 50'sini Kızılay karşılamaktadır. Bu konudaki başka bir tespitimiz de,
Batı standardının çok gerisinde hizmet vermekte olduğumuzdur. Batı standardıyla
aramızdaki fark, kan komplementlerinin kullanımı, kan ihtiyacı duyanların kanı
tedarik yöntemi, toplanan kan miktarının düşüklüğü, kan organizasyonunun
örgütsel yapısı konularında ortaya çıkmaktadır. Sağlık Bakanlığı bu sorunları
çözmek üzere millî kan politikası oluşturma gayretleri içerisindedir; ancak, bu
konuda, Kızılayın yapması gereken işlerin de mevcut olduğunu tespit etmiş
bulunmaktayız. Bunların en önemlisi, ihtiyaç halinde ihtiyaç sahibine zaman
kaybetmeden kanın ulaştırılması konusudur. Öyle ki, sistem içinde yer alan
kuruluşların hiçbirisi, diğerinin kan ve kan ürünü stokunu bilememektedir. Hal
böyle olunca, hasta yakınları acil durumlarda bin bir çeşit sıkıntıyla karşı
karşıya kalmaktadır. Bu nedenle, hem Kızılay kan ünitelerinin kendi içinde ve
hem de merkezî yataklı tedavi kurumlarıyla kan stoku konusunda haberleşmelerini
temin edecek komünikasyon altyapısı kurulması gerekmektedir; bilgisayar ağıyla
bütün kan merkezleri birbirine bağlanmalıdır.
Yine, bilindiği üzere, kutsal topraklara hac farizası
ifası için giden hacılarımıza, hem Türkiye Diyanet Vakfı hem de Kızılay, sağlık
hizmeti vermektedir. Bu hizmet için, hacılardan sağlık giderleri karşılığı
olarak 80 Suudî Arabistan Riyali alınmakta; bu miktar, iki kurum arasında eşit
olarak paylaşılmaktadır. İki ayrı ünitenin mukaddes topraklarda yapmış olduğu
bu hizmet sıkıntı yaratmakta, Suudî Arabistan makamlarının da eleştirilerine
muhatap olmaktadır.
Komisyonumuz, bütün bunların önüne geçmek için,
ülkemizde bu kurumlarda tek bir hizmet ekibi oluşturulması gerektiği kanaatine
varmıştır; üç ay önce tamamlanan bu raporumuz ancak şimdi Parlamentonun
gündeminde tartışılmaya açıldığı için, bu bölümü de -raporumuzda
vardır-sizlerle paylaşmak istiyorum: Bu konuda, 57 nci hükümetimiz, gerekli
adımı atarak yayımladığı Bakanlar Kurulu kararıyla, hizmetlerin tek elden
yürütülmesini sağlayacak tedbirleri de almıştır.
Değerli arkadaşlar, komisyon olarak dikkatimizi çektiği
üzere, Kızılayda birtakım ihalelerdeki, alım satımlardaki yolsuzlukları,
değerli konuşmacı arkadaşlarımın hepsi burada dile getirdiler. Bunlar, komisyon
raporumuzda çok açık bir şekilde örnekleriyle vardır; bunları sizlerle
paylaşmak istemiyorum; ancak, Sayın Sezgin'in ve Sayın Çiçek'in ifade ettiği
çerçeve içerisinde, bu konular, gerekli merciilere iletilmiştir. Bu konularda,
özellikle, Maliye, İçişleri Bakanlıklarımızın, Başbakanlık Teftiş Kuruluna
yazışmalar yapmak suretiyle harekete geçmesi sağlanmıştır. Yine, Sayın Çiçek'in
özellikle bilmesini arzu ediyorum; çünkü, burada gündeme getirdi.
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu bu konuda çalışmalarını yoğunlukla
sürdürmektedir. Tabiî ki, Devlet Denetleme Kurulu da 17 Ağustos depreminden
sonra bu çalışmalarını başlatmıştır. Zaten, bu yıl, Kızılay, yeterince
denetlemenin içindedir. Ayrıca, afetler konusunda Kızılayın rolleri ele
alınıyor Devlet Denetleme Kurulu tarafından, halen bu konudaki rapor da
hazırlanıyor. Ayrıca, Başbakanlık Teftiş Kurulunun, İçişleri Bakanlığı Teftiş
Kurulunun çalışmaları devam ediyor. Yine, ayrıca, İçişleri Bakanlığı ile
Bayındırlık Bakanlığının ortaklaşa yürüttüğü Kızılay merkezindeki çalışmalar
devam ediyor; binaenaleyh, bu çalışmalar, zaman zaman adlî mercilere de intikal
ettiriliyor ve birtakım hukukî soruşturmalar açılıyor. Bunları hepiniz
biliyorsunuz ve ben, özetle, sizlerle bu konuları paylaşarak sözlerimin sonuna doğru
geçmek istiyorum.
Komisyonumuzca, Kızılayın yürütmeye çalıştığı
hizmetlere ilişkin olarak ihtiyaç duyduğu kaynağı temin ve geliştirmesi
konusunda bazı açmazlarla karşı karşıya olduğu tespit edilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Okumuş. Lütfen tamamlayın
efendim.
(10/73, 74) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU
BAŞKANI NAZİF OKUMUŞ (Devamla) – Sayın arkadaşlar, burada, Yüce Meclisle
bunları paylaşmak istediğim, Kızılayın gelir kaynakları da tükenmektedir; buna
el vermemiz gerektiğine inanıyorum ve sizin de aynı düşünceyi taşıdığınızı
biliyorum. Binaenaleyh, bunlardan birkısmı, yukarıda bahis mevzuu yaptığımız
yönetimden kaynaklanan sebeplere dayansa bile, bir başka önemli bölümü, Kızılay
yönetiminden bağımsız ve onları aşan bir keyfiyet arz etmektedir.
Bugün Türk Kızılayı, bağlı olduğu uluslararası
Kızılay-Kızılhaç Federasyonu içerisinde ilk on arasında sayılan saygın bir
kurumdur. 17 Ağustos depreminden sonra içeride böylesine olumsuz olan
Kızılayımız, dışarıda göğsümüzü kabartacak çalışmalarda bulunmaktadır. Tayvan,
Sudan, Vietnam, Venezuela, Cezayir, Gürcistan, Mozambik, Moldavya, Moğolistan
ve Çeçenistan gibi ülkelere hem aynî hem nakdî yardımlarını götüren, yine,
milletimiz adına, asil Türk Milleti adına yardımlaşma ve dayanışma ruhumuzu
yansıtan Kızılayımızdır. Binaenaleyh, Kızılayı daha ileri bir dereceye
götürecek kaynakları oluşturmak da hepimizin görevidir.
Bugün, Türk Kızılayının bu niteliğini geliştirerek
devamı için ve ülkemizin jeopolitiği ve deprem kuşağında yer alması
değerlendirilerek, sabit bir gelir kaynağına kavuşturulması gerekmektedir. Bu
noktada, şans oyunlarından, örneğin sayısal lotodan Kızılaya belirli bir pay
verilmesi düşünülebilmelidir.
Burada, özellikle, muhalefet partilerinin sıkça gündeme
getirdiği bir konuyu da Yüce Meclisle paylaşmak istiyorum. Türk Hava Kurumunun,
kurban derisi, bağırsak, fitre ve zekât gelirlerinden Kızılayın alması gereken
payı, bugüne kadar ödememekte ısrar ettiği görülmektedir; yani, Türk Hava Kurumu,
Kızılaya payını vermemektedir. Türk Hava Kurumu, milletin kurban derisini
toplayarak elde ettiği gelirden, diğer kurumlara payını vermemektedir ve tabiri
caizse -maksadı aşmak için söylemiyorum- neredeyse gasp yapmaktadır.
Dolayısıyla, kamuoyunda özellikle her kurban döneminde yaşanan bu deri
tartışmalarının da önüne geçmek için, Türk Hava Kurumunun uhdesindeki bu
yetkiyi alarak, devlet bakanlığımıza ait sosyal yardımlaşma ve dayanışma
vakıflarına bu konuyu vermek gerekir diye, komisyonumuz oybirliğiyle bir karar
almıştır.
Komisyonumuz, her yıl devlet ile vatandaşı karşı
karşıya getiren, kurumun kabul edilemez bu tavrı nedeniyle, deri ve zekât
toplama yetkisinin sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına verilmesi
gerektiği kanaatine varıyor ve bu açıdan, bu bağlamda, Kızılayın yüzde 4 olan
payının da anlamlı bir büyüklüğe çıkarılmasını tavsiye ediyor.
Gelir kaynakları konusunda, son olarak, Kızılayın
elinde bulundurduğu iktisadî işletmelerin de rehabilite edilmesini ve mümkün
olursa bazılarının elden çıkarılmasını da tavsiye ediyor.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarımız; raporumuza ilgi
gösteren 57 nci hükümetin İçişleri ve özellikle de Maliye Bakanları ile
Bayındırlık ve Sağlık Bakanlarına huzurlarınızda teşekkürü borç biliyorum.
Raporumuz üç ay önce hazırlandığı ve yayımlandığı için,
özellikle Sayın Başbakan ve siyasî partilerimizin sayın genel başkanları olmak
üzere, Parlamentonun dışında bulunan siyasî partilerimizin de sayın genel
başkanlarına takdim edilmiş ve ilgileri yoğun bir şekilde devam etmiştir.
Bugün, komisyonumuz, Türkiye Kızılay Derneğinin
geçmişte yaptığı hayırlı hizmetlerin mükemmel şekilde ilanihaye devam
edebilmesi, demokratik süreç içerisinde oluşturulması gereken yapının hiçbir
tartışmaya yer vermeyecek biçimde korunması, uluslararası benzer kuruluşlar
nezdinde itibarının pekiştirilmesi, tüzüğünde yazılı "insaniyetçilik,
ayırım gözetmemek, tarafsızlık, bağımsızlık, hayır kurumu niteliği, birlik ve
evrensellik" umdelerini gerçek anlamıyla hayata geçirebilmesi için, sizlere
özetleyerek aktardığım, ancak, raporda ayrıntısı verilen tekliflerin, Yüce
Meclisin tasvibi alındıktan sonra, hükümet ve Kızılayın yetkili organlarınca
müştereken kuvveden fiile dönüştürülmesi gereğine inanmaktadır. Bu konuda,
dediğim gibi de, çalışmalar başlamıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinize
de arz edilen, komisyonumuzun âdeta akademik bir tez niteliği de taşıyan
raporunun hazırlanmasında ve yoğun çalışmalarda emek veren Demokratik Sol
Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, Fazilet Partisi, Anavatan Partisi ve Doğru
Yol Partisi Gruplarından sayın üye arkadaşlarımıza, özellikle, büyük özveriyle
komisyonumuzda aktif biçimde görev yapan İçişleri ve Maliye Bakanlıklarından
sayın müfettişlerimize huzurlarınızda teşekkürü kalbî bir borç biliyorum.
Türkiye Kızılay Derneğinin, yeniden, tarihte bu yüce
milletin, bu asil milletin sinesinde makes bulan günlerine döneceği umuduyla,
Yüksek Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Okumuş.
Hükümet adına söz talebi var mı efendim?
DEVLET BAKANI RAMAZAN MİRZAOĞLU (Kırşehir) – Ben,
birkaç cümle söyleyeceğim efendim.
BAŞKAN – Yerinizden mi efendim?
DEVLET BAKANI RAMAZAN MİRZAOĞLU (Kırşehir) –
Yerimden...
BAŞKAN – Sayın Mirzaoğlu, buyurun efendim.
DEVLET BAKANI RAMAZAN MİRZAOĞLU (Kırşehir) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiyemizin en önemli yardım ve hayır
kuruluşlarından biri olan Türkiye Kızılay Derneği hakkında kurulan Meclis
araştırması komisyonu çok ciddî bir çalışma yapmış olup, araştırma sonuçları
kapsamlı bir raporla dile getirilmiş ve huzurlarınızda takdim edilmiştir. Bu
konuda, hükümetimiz gerekli çalışmalara başlamıştır. Türkiye Kızılay Derneğinin
yeni yönetiminin de, Meclis araştırması komisyonu raporundan yararlandığı,
noksanlarını tamamladığı ve olumlu bir çalışma dönemine girdiği müşahede
edilmektedir.
Bu vesileyle, hükümet olarak, komisyonun sayın
üyelerine ve araştırmanın yapılmasında emeği geçen herkese çok teşekkür
ediyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Kızılay Derneğinin
sorunları ile faaliyetlerinin araştırılarak gelir kaynaklarının daha etkin
kullanılması için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla,
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş
bulunan (10/73,74) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Saat 20.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 18.57
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati
: 20.00
BAŞKAN :
Başkanvekili Nejat ARSEVEN
KÂTİP ÜYELER
: Melda BAYER (Ankara), Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir)
BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekilleri, 113 Birleşimin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Gündemin "Meclis Soruşturması Raporları"
kısmına geçiyoruz.
Bu kısımda yer alan, 20 nci Yasama Döneminde Konya
Milletvekili Hüseyin Arı ve 56 arkadaşı tarafından verilen Sosyal Sigortalar
Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996 yılında özürlülerin memurluğa alınması için
açılan sınavda mevzuata aykırı ve usulsüz işlemler yapılmasına göz yumarak
görevini ihmal ettiği ve kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanunun
230 ve 240 ıncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski
Bakanı Mustafa Kul hakkında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri
uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önerge ve (9/34) esas
numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu üzerindeki görüşmelere
başlayacağız.
VII. –
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS
ARAŞTIRMASI (Devam)
A) GÖRÜŞMELER
(Devam)
2. – 20 nci Yasama Döneminde Konya
Milletvekili Hüseyin Arı ve 56 Arkadaşı Tarafından Verilen Sosyal Sigortalar
Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996 Yılında Özürlülerin Memurluğa Alınması İçin
Açılan Sınavda Mevzuata Aykırı ve Usulsüz İşlemler Yapılmasına Göz Yumarak
Görevini İhmal Ettiği ve Kötüye Kullandığı ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza
Kanununun 230 ve 240 ıncı Maddelerine Uyduğu İddiasıyla Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Eski Bakanı Mustafa Kul Hakkında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107
nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önerge ve
Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/34) (S. Sayısı: 410)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Alınan karar gereğince, sözlü sorular ile diğer denetim
konularını görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına devam ediyoruz.
Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret Odaları, Sanayi
Odaları, Deniz Ticaret Odaları, Ticaret Borsaları ve Türkiye Ticaret, Sanayi,
Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği Kanununa Bir Geçici Madde
Eklenmesi Hakkında 591 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu raporunun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
4. – “Ticaret
ve Sanayi Odaları”, “Ticaret Odaları”, “Sanayi Odaları”, “Deniz Ticaret
Odaları”, “Ticaret Borsaları” ve “Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret
Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği” Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun
Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonu Raporu (1/641) (S. Sayısı: 484) (1)
(1) 484 S.
Sayılı Basmayazı 15.6.2000 tarihli 111 inci Birleşim tutanağına eklidir.
BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
Değerli milletvekilleri, tasarının geçici 1 inci
maddesi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.
Geçici 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler...
SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Karar yetersayısının
aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN – Etmeyenler...Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum...
MEHMET BATUK (Kocaeli) – Karar yetersayısını arayalım.
BAŞKAN – Bu maddede dikkate alırım.
SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Karar yetersayısının
aranılmasını istemiştim.
BAŞKAN – Bu maddede dikkate alırım efendim, oylamaya
geçmiştim.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına
Kocaeli Milletvekili Sayın Osman Pepe; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA OSMAN PEPE (Kocaeli) – Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Deprem bölgesindeki ticaret odaları, sanayi odaları
üyelerinin borçlarının ertelenmesiyle alakalı kanun tasarısı üzerinde
görüşlerimizi dile getireceğiz; ama, ben, bu haftasonu da Kocaeli'ndeki deprem
bölgelerinde vatandaşlarla bir arada olma imkânına sahip oldum. Burada, şimdi,
hükümetin, bir noktada, yasak savma kabilinden veyahut da biraz daha halk
tabiriyle söyleyecek olursak, âdeta hoşaf soğutmayla uğraştığını, iş olsun diye
birtakım kanun tasarı ve tekliflerini gündeme getirerek çok yoğun bir Meclis
gündemiyle, Meclis çok büyük işler yapıyor, çok büyük çalışmalar yapıyor
havasını vermeye çalıştığını, televizyonları başında Meclis kanalını izleyen
vatandaşlar da, yahu gece geç saatlere kadar bu Meclis ne yapıyor, ne ediyor,
bizi ne kadar ilgilendiriyor, halkın beklentileri ne kadar karşılanıyor diye
zannediyorum kendi kendine tatmin olacak cevaplarını bulamadığı soruları
yöneltiyordur.
Ticaret ve sanayi odaları üyelerinin birikmiş
aidatlarının ödenmesinde gecikme cezalarının uygulanmamasına dair hükümetin
getirmiş olduğu bu tasarı, ticaret ve sanayi odalarında kaç kişiyi
kapsamaktadır; değer olarak kaç milyarı ifade etmektedir; bunları
rakamlandırmaya sıra gelirse, doğrusunu söylemek gerekirse, bunlar ihmal
edilebilir rakamlardır. Şimdi, benim önümde, eğer, hükümet iş yapmak istiyorsa,
deprem bölgesinde vatandaşın beklentilerini hakikaten karşılamak istiyorsa,
Gölcük Esnaf ve Sanatkârlar Odası Genel Sekreteri Necmi Kocaman'ın bir yazısı
var; diyor ki: "17 Ağustos depreminden sonra, sadece Gölcük'te 1 585
esnaf, kredi almak için müracaat ettik. Bugüne kadar, ancak 764 kişiye yaklaşık
olarak 2 trilyonluk bir ödeme yapıldı. Bu da yaklaşık olarak esnaf başına 2,5
milyarlık bir rakama tekabül ediyor." Dükkânı yıkılmış, malı, mülkü her şeyi
telef olmuş bir esnafa sadece 2,5 milyar lira vermişsiniz; o vatandaş, o esnaf
bu 2,5 milyar lirayla, depremden bu tarafa geçen on onbir ay içerisinde,
herhalde, çoluk çocuğuyla zor bela geçinip gelebilmiştir. Yoksa, işini, gücünü,
dükkânını, tezgâhını kurması mümkün değildir. Tabiî, yine, elimde bir başka
ihtarname var; bu ihtarname Halk Bankası Kocaeli Şubesi tarafından bölgedeki
kamyoncu esnafına ve diğer esnafa gönderilmiş ihtarnamenin bir fotokopisidir.
Bu ihtarnamede banka "kullanmış olduğunuz kredilerin ödeyemediğiniz
gecikmiş taksitlerini şu tarihe
kadar..." Çok kısa bir süredir o...
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Seni kimse dinlemiyor kardeşim!..
Baksana, birbirlerine diyecekleri olanlar meşgul, kardeşim... Konuşma,
sussunlar; seni dinleyinceye kadar konuşma!..
BAŞKAN – Buyurun efendim, siz devam edin...
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Bakan dinlemezse, komisyon
dinlemezse siz, kime konuşuyorsunuz?
BAŞKAN – Doğru söylüyorsunuz...
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Efendim, Genel Kurula konuşulur...
OSMAN PEPE (Devamla) – Ama, onların da dinlemesi lazım;
yani, bunları eğer komisyon ve hükümet
takip etmezse... Bu konunun muhatabı onlardır.
BAŞKAN– Efendim, siz müdahale etmeyin; siz, konuşmanıza devam edin değerli hatip; buyurun.
OSMAN PEPE (Devamla) – Şimdi, bu Halk Bankası ihtarnamesinde,
7 gün içerisinde, birikmiş taksitlerinizi, geçmiş taksitlerinizi ödemediğiniz
takdirde temerrüt faizi işletileceğinden bahsediliyor.
Bu vatandaşlar, Bakanlar Kurulunun 99'a 13233 sayılı
Kararı doğrultusunda, tabiî afetlerden zarar gören çiftçi, esnaf ve sanatkâr,
serbest meslek mensubu ve sanayi, ticaret erbabıyla, menkul ve gayrimenkul
malları zarar gören kişilerin kredi borçlarının taksitlerinin ertelenmesi icap
eder. Bu konuda Bakanlar Kurulunun kararnamesi var. Bu doğrultuda Halk Bankası,
aslında, bu vatandaşların, bu esnafın geçmiş taksitlerini, borçlarını
ertelemesi gerekiyor; ama, gelin görün ki, burada temerrüt faizi işleteceğini
söylüyor ve borcun üzerine gideceğini söylüyor.
Şimdi, ben size diyorum ki: Ey komisyon, ey hükümet, ey
Meclis; siz, gerçekten iş yapmak istiyor musunuz; sadece Ticaret ve Sanayi
Odaları üyelerinin geçmiş taksitlerini,
aidatlarını ertelemek veyahut da onları faizsiz olarak ödemelerini sağlamak,
çözmek bu işin milyonda bir mesabesinde olan bölümü değildir, devede kulak
değildir; iş yapacak mısınız siz; iş yapacaksanız, buyurun, gelin; iş kuramamış
bu esnafın kredi sorununu çözelim, onun kanun tasarısını getirin, görüşelim.
Siz, bölgedeki yıkılmış, harabeye dönmüş Gölcük esnafını, İzmit esnafını,
Derince esnafını, Körfez esnafını, Gebze esnafını ayağa kaldırmak istiyor
musunuz; onları, ekonominin motoru haline getirmek istiyor musunuz? İşte
önünüzde imkân...
Biz, burada, Mecliste, gece sabahlara kadar çalışalım;
ama, yapmış olduğumuz çalışmanın neticesinde, ortaya da bir iş çıksın. Halk da,
işte benim hükümetim, işte benim Meclisim çalışıyor; ama, neticesinde de benim
istifade edecek olduğum şeyler ortaya çıkıyor diyebilsin. Ama, bugüne kadar,
hükümetin çalışmaları doğrultusunda, Meclisin çalışmaları doğrultusunda gündeme
getirilmiş olan kanun tasarıları, doğrusunu söylemek gerekirse, hiç de bizim
bölgemizdeki depremzede vatandaşın dertlerini çözmeye, onun yaralarını
merhemlemeye matuf değildir.
Bakın, çokkatlı binaların yıkımı daha bitirilememiştir,
akamete uğramıştır. 10 milyon dolarlık İspanya kredisiyle, Değirmendere,
Halıdere, Gölcük ve İzmit'in merkezinde yıkılacak binalar bekliyor, yıkamıyoruz
bunları...
Yine, biraz önce, bir acılı ana baba yukarıda odama
geldi; bölgedeki kayıp vatandaşlarla alakalı bizden yardım istedi. Depremin ilk
günlerindeki telaş içerisinde, hastanelere intikal eden pek çok yaralı
vatandaşımızın, bir kısmının, organ mafyasının veyahut da çocuk tüccarlarının
eline geçmiş olmasından veyahut da beyaz kadın ticareti yapanların eline geçmiş
olmasından ciddî endişelerimiz var. Birtakım hastanelere girişleri olan, ondan
sonra ne oldukları hakkında hiçbir bilgi olmayan vatandaşlarımız var.
Şimdi, benim, yine, bölgeden buraya taşımak istediğim
hususlardan birisi şudur: Bakın, bu orta hasarlı binaların tamiratıyla alakalı
olarak, 2 milyarlık kredi verileceğini söylemişti hükümet; proje yapılmış,
vatandaş, binasını yapmaya başlamış, ama, iş, belli bir noktaya geliyor,
hükümet, ödemelerde fevkalade ağır davranıyor.
Yine, 6 milyarlık konut yardımı için müracaat eden
vatandaşların sıkıntısının da aynı şekilde olduğunu, burada ifade etmekte fayda
görüyorum.
Yine, bölgede, sahildeki kasabaların, ilçelerin
kıyılarının, önemli ölçüde tahribata uğradığını ve yerleşim alanlarının tehdit
altında olduğunu, hükümetin, bölgede herhangi bir proje yapmadığını, uygulamada
fevkalade ağır davrandığını da ifade ediyorum.
(Mikrofon elektronik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Pepe; lütfen tamamlayın,
açıyorum mikrofonu.
OSMAN PEPE (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
HAMDİ BAKTIR (Kayseri) – Sayın Pepe, hastanelerde kayıp
olan insan sayısı kaç?
OSMAN PEPE (Devamla) – Tabiî, bizim gönlümüzden geçen
ve vatandaşın beklediği şudur: Bugün Danışma Kurulundaki gündeme baktığımızda
fevkalade dolu olduğunu görüyoruz. 1 Temmuzda tatile girene kadar, Meclisin
gündemine gelen kanun tasarılarına baktığımızda, Türkiye'deki 65 milyonun
beklentilerini karşılayacak ciddî tasarılar olmadığını tekrarlıyorum. Ümit
ederim ki, hükümet, vatandaşın feryadını, vatandaşın beklentilerini
anlayabilir, buraya, ona göre kanun teklif ve tasarılarını getirir, Meclisin
gündemini, onlarla birlikte doldurur.
Ben, inşallah, deprem bölgesindeki sıkıntıların bir an
önce çözülmesini temenni ediyor; hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (FP
sıralarından alkışlar)
HAMDİ BAKTIR (Kayseri) – Sayın Pepe, hastanelerdeki
kayıp sayısı?..
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Pepe.
Efendim, şahsı adına...
NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, Doğru Yol
Partisi Grubu adına konuşmak istiyorum.
BAŞKAN – Affedersiniz, Divana gelmiş bir talebiniz yok
da efendim, onun için şahıslara geçiyordum.
Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Nevzat Ercan;
buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüştüğümüz tasarı üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, Grubum ve şahsım adına saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 17 Ağustos depreminden bu yana
10 ay, 12 Kasım depreminden bu yana da 7 ay gibi bir zaman dilimini geride
bıraktık. Tabiî, bu dönem içerisinde, belirli zeminlerde, deprem bölgesinden
bir parlamenter olarak, o bölgeye ilişkin sorunları, istekleri, talepleri,
çözüm önerileriyle birlikte müteaddit defalar dile getirdim. Keşke, bugün
aradan 10 ay geçmiş olmasına rağmen, yine aynı şeyleri, bu kürsüden, sizlere
söylemek, ifade etmek gibi bir talihsizliği yaşamasaydım.
Değerli milletvekilleri, dün geldim deprem bölgesinden.
Yürekler acısı... Gerçekten, bölgede yaşayan insanlarımız, 17 Ağustos depremi
sonrası yüzyüze geldiği bütün sorunlarla bugün de karşı karşıya; bütün
sıkıntılar ortada duruyor. Hükümet, hiçbir soruna ciddî anlamda çözüm getirmiş
değil.
Değerli milletvekilleri, Maliye Bakanlığından aldığım
rakamlara göre söylüyorum: Deprem Vergisi adı altında, mayıs ayı sonu
itibariyle tahsilat 1 katrilyon 382 trilyondur. Yani, aralık ayı itibariyle
yürürlüğe girmişti, Marmara Bölgesinde, Düzce'de, Bolu'da meydana gelen
depremin yaralarını sarmak için bu Mecliste yasalaşmıştı. Tekrar ifade
ediyorum, geçen dönemde Deprem Vergisi adı altındaki tahsilat, 1 katrilyon 382
trilyon 100 küsur milyar liradır. Baştan beri, başlangıçtan beri, hep
söylediğimiz, gerek dışarıdan gerekse içeriden bölgeye ve bölge insanına
kullanılmak, yönlendirilmek üzere toplanan yardımların bölgeye
yönlendirilmediği, bölge için kullanılmadığı gibi endişelerdi ve bunları dile
getirmiştik.
Değerli milletvekilleri, şimdi, yine, bu kürsüden
söylüyorum: Ben, Dünya Bankasının, uluslararası kuruluşların, Cumhurbaşkanının
ifadesiyle 87 ülkenin yardıma ilişkin bilançosunu bilmiyorum. Bunu bilme
fırsatını bugüne kadar da elde edemedim. Bunu, yazılı, sözlü olarak müteaddit
defalar Başbakana, ilgili bakanlara bu Meclis kürsüsünden, bu Meclisin dışında
söyledim: Şu bilançoyu, envanteri bilmek istiyoruz. Siz, şeffaf olmak
iddiasıyla hükümet oldunuz. Bunları da, zaman zaman ifade edecektiniz. Toplanan
yardımların hangi meblağa ulaştığını da açıkça ifade edecektiniz. Ne toplandı
içeriden, dışarıdan, ulaşılan rakamlar nedir, bu rakamların ne kadarını bu
bölgeye kullandınız, o bölge insanı için harcadınız; bunları bilelim, bunları
söyleyin. Aslında, eğer, bu noktada rahatsanız, bu toplanan yardımlar,
kaynaklar o bölge ve o bölge insanı için kullanıldıysa, burada, bunları söylemenin
sizin açınızdan zor olmaması lazım. Bunları burada ifade edin.
Şimdi, ben soruyorum: Sadece, Deprem Vergisi adı
altında toplanan, milletten topladığınız 1 katrilyon 382 trilyon liranın ne
kadarını, kaç lirasını deprem bölgesi için ve o bölge insanı için kullandınız,
harcadınız? Esnafa ne verdiniz, o yöre çiftçisine ne verdiniz, tüccarına ne
verdiniz, sanayicisine ne verdiniz? O yörenin harap olan altyapısına katkınız
nedir? Bunları, burada öğrenmek istiyoruz.
Size göre her şey iyi; size göre, ülke de iyi, ülkenin
ekonomik durumu da iyi, ülke, iyiye gidiyor, gelişiyor, kalkınıyor falan. Size
göre her şey iyi; size göre, deprem bölgesi insanı da iyi. Ama, ben şimdi,
burada söylüyorum; bakın, Yalova, Kocaeli, Sakarya, Bolu, Düzce ticaret
odalarından, esnaf odalarından aldığım bilgilere göre, bu bölgede, aşağı yukarı
41 000 işyeri yıkılmış; esnaf, işyerini kaybetmiş, sermayesini kaybetmiş,
malını kaybetmiş, tezgâhını kaybetmiş. Senetler geçmiyor, çekler çalışmıyor, o
bölgede, mal alamıyor, satamıyor; çünkü, hiç kimsenin alım gücü kalmamış. Evini
kaybetmiş, işini kaybetmiş, perişan olmuş bu insanlara, toplam, bu 5 vilayette,
verdiğiniz para 30 trilyonu geçmiyor.
BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Bir sene oldu Nevzat
Bey!..
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Evet, bir sene oldu. Bu bir
senede verdiğiniz para 30 trilyonu geçmiyor değerli arkadaşlar. (DSP ve MHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen, hatibe müdahale etmeyin, çok rica
ediyorum.
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Niye rahatsız oluyorsunuz?
Gelin, burada söyleyin ne verdiğinizi. O bölgeden milletvekilleriniz de var.
BAŞKAN – Sayın Ercan, lütfen Genel Kurula hitap edin
efendim.
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Bunları burada ifade
edeceksiniz.
Ben diyorum ki, 41 000 işyeri yıkılan esnafa,
sanatkâra, tüccara ve sanayiciye aktardığınız -o da kredi- yani, milletten
topladığınız 1 katrilyonun üzerindeki paradan siz, hibe falan vermiyorsunuz,
kredi veriyorsunuz, yani kredi kullandırıyorsunuz o bölge insanına, onu da
esirgiyorsunuz ve 41 000 işyeri yıkılmış o bölgede kullandırdığınız toplam
kredi 30 trilyonu geçmiyor arkadaşlar.
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Bir senedir ne
yiyip, ne içiyorlar?
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, o bölgeye
gidin, o insanlar ne yiyor, ne içiyor bir görün, bir yaşayın!.. Ben, o bölgeden
geliyorum, ne yiyor, ne içiyor...
BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Ben de o bölgedeyim.
NEVZAT ERCAN (Devamla) – O bölgede misin?
BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Evet, o bölge de
bizim.
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Sizi şikâyet ediyorum.
Benim bölgemde her şeyini kaybetmiş ayçiçeği üreticisi,
destekleme primi adı altında daha 5 sentini alamamış, ne konuşuyorsun sayın
milletvekili, ne konuşuyorsun oturduğun yerde? Ayçiçeği üreticisi, 5 sent
destekleme primini alamamış daha, teslim ettiği ürünün bedelini alamamış daha.
Sizden başka bir şey talep etmiyor. Teslim ettiği ürünün bedelini alamadı, yedi
ay sonra fındık bedelini aldı. Bak, söylüyorum size; pancar üreticisi daha çapa
avansını alamadı.
MUSTAFA VERKAYA (İstanbul) – Bölge şantiye oldu...
BAŞKAN – Efendim, lütfen hatibe müdahale etmeyin, çok
rica ediyorum...
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Hangi şantiye oldu arkadaş?
BAŞKAN – Sayın Ercan...
MUSTAFA VERKAYA (İstanbul) – Yatırımları görüyorsunuz.
İller Bankasının yatırımları...
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Altyapısı harap olan o
bölgenin altyapısı olduğu gibi duruyor. Aktardığınız ne, hangi kaynakları
aktardınız?
Değerli arkadaşlarım... (MHP sıralarından gürültüler)
Sayın Başkan, ben süremi kullanıyorum. Bakınız,
dikkatinizi çekmek istiyorum; ben kimseyi üzecek, incitecek bir şey
söylemiyorum.
BAŞKAN – Efendim, siz Genel Kurula hitap etmeye devam
edin, ben sürenizi dikkate alacağım.
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Süremi kullanamadım Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Alacağım efendim, alacağım. Siz buyurun...
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Bakın, ben o çiftçiler adına
söylüyorum, diyorum ki; o deprem bölgesini dikkate alarak, hiç olmazsa, bugüne
kadar geciktirilmiş paralarını ödeyin, bunları ödeyin. Pancar üreticisinin çapa
avansını filan ödeyin.
BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Ne bıraktınız?
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Bunları da ödeyin, 5 sentleri
de ödeyin.
Değerli milletvekilleri... (MHP sıralarından
gürültüler)
TURHAN GÜVEN (İçel) – Zamanaşımı var.
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Efendim, lütfen... Ben insicamımı
kaybediyorum. Çok özür diliyorum.
BAŞKAN – Buyurun efendim, lütfen hatibe müdahele
etmeyin.
RAMAZAN GÜL (Isparta) – Muhalefetin sesini kısmak
istiyorlar.
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, bakın; muhalefet
partisinin grup başkanvekili, partisi, grubu adına bir konuşma yapıyor. İktidar
milletvekilleri olarak, değerli konuşmacıyı, hatibi sabırla dinlemek
mecburiyetindesiniz. Lütfen...
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, benimle
birlikte, benim bölgemden, iktidar ortağı partilerin değerli milletvekili
arkadaşlarımla birlikte, birçok defa Sayın Başbakana da, ilgili bakanlara da
birlikte gittik. Aynı şikâyetlerin altına imza koyduk, bakınız, o arkadaşlarım
da altına imza koydu. Bu istekleri, bu talepleri müteaddit defalar yeniledik,
bu şikâyetlerimizi ilettik. Birçoğunun gerçekleşmediğini o arkadaşlarımız da
söyledi, onlar da mustarip. Evet, onlar da şikâyetçi.
Bakın, size dedik ki biz; hükümet, aslında 10 ay
geçmiş, o bölgede daha neyi, nasıl yapacağını bilmiyor; ona karar vermiş değil.
Sadece Adapazarı'nda...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Açıyorum mikrofonunuzu Sayın Ercan...
Buyurun, lütfen tamamlayın efendim.
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Çok teşekkür ederim.
Bakın, sadece Adapazarı'nda 24 000 küsur konut yıkıldı
-o komisyonda çalışan değerli arkadaşlarım var- 18 000 konut orta hasarlı ve 21
000 konut hafif hasarlı.
Değerli arkadaşlar, bugün -hükümet yapıyor falan değil-
Dünya Bankası finansmanıyla ve gönüllü kuruluşlar aracılığıyla, Adapazarı'nda
40 000'in üzerinde konut açığı olmasına rağmen, 10 ayda gelinen nokta şudur: 6
600 konut planlanmıştır, yeni yerleşim alanında, bu konutların yapılması için,
10 ay sonra, henüz ilk adımlar atılmıştır.
Ben, sayın bakanların, bu kürsüde zabıtlara geçmiş
beyanlarını biliyorum. Mart ayında, kalıcı konutların temeli atılacaktı. Siz,
daha Adapazarı'nda ve diğer bölgelerde, mevcut konut açığının onda 1'ini bile
karşılayacak bir planlamayı, hazırlığı yapamadınız.
Kalıcı konutlarla ilgili olarak sizi uyarmıştık ve
demiştik ki: "Bu insanları, çadırlarda ve prefabrike konutlarda,
elverişsiz şartlarda yaşamaya mahkûm ettiğiniz bu insanları, siz, önümüzdeki
kış da çadırlarda, barakalarda ve prefabrike konutlarda yaşamaya mahkûm
edeceksiniz."
Nitekim, bakınız 6 ncı ay bitiyor, henüz daha ortada
hiçbir şey yok
MUSTAFA VERKAYA (İstanbul) – 150 gün içinde bitecek
sayın vekilim!
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Hiçbir şey yok...
Sizi uyardık -burada, yine o sorumluluğu duyduğum için
hatırlatıyorum- ve "ayakta kalan 5 katlı, 6 katlı binalar var. Bunların
çoğu orta hasarlı, bunların çoğu hafif hasarlı. Allah korusun, bilim adamları,
hemen her an aynı şiddette, belki de daha büyük şiddette bir deprem olabileceği
ikazında bulunuyorlar. Sorumluluk duyduğumuz için tekrar ediyorum, eğer siz,
ayakta kalan bu binalar için, girin, buralarda oturun diyorsanız -ki, böyle bir
vurdumduymazlık sergiliyor bu hükümet- onlar için de onarım ve güçlendirme
projesi gibi bir uygulamayı istedik, istedik olmadı...
BAŞKAN – Sayın Ercan, 2 dakika ilave süre kullandırdım
efendim; lütfen...
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Hemen iki hususu ifade
edeceğim ve sabrınızı taşırmayacağım.
BAŞKAN – Peki, buyurun efendim.
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Bakınız, 5-6 katlı o binaların
pasajlarındaki insanlar, beş altı katlı, hasar görmüş binaların altında, ekmek
parası için dükkânlarını açıyorlar, çoluk çocuk orada çalışıyorlar. Allah
korusun, olabilecek -Allah göstermesin- bir depremde, bu insanları, yeniden
enkaz altında bırakabiliriz. Bunu hatırlatmak istiyorum.
Bir şeyi söyleyip tamamlayacağım. Üniversite sınavı
yapıldı; ekpuan uygulayın dedik üniversite sınavında. O çocuklarımız ruhsal
çöküntü içinde; Adapazarı'nda, eğitim ve öğretim, üç dört ay geç açıldı; hangi
şartlarda bu çocuklar hazırlandı üniversite sınavına? Ama, elbette ki, deprem
bölgesi dışındaki çocuklarımızın haklarını gasp etmeye gönlümüz razı gelmezdi.
72 üniversite var; bakın, sadece Adapazarı'ndaki üniversitenin 29 bölümü var.
Her bölüme 5 ekkontenjan tanısanız, 72 üniversitede, deprem bölgesindeki 10
000'in üzerindeki çocuklarımıza, bu ruhsal çöküntü içindeki çocuklarımıza,
üniversiteye girme imkânı yaratabilirdiniz; bunları yapmadınız. O bölgede...
BAŞKAN – Sayın Ercan, teşekkür ediyorum. Kesmek zorunda
bırakmayın. Lütfen... Bakın, 3 dakika geçti.
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Bir cümle... Bir cümle...
BAŞKAN – Peki.
NEVZAT ERCAN (Devamla) – O bölgedeki işsiz kalan
insanlarımıza, dul kalmış, kocasını, çocuklarını kaybetmiş insanlarımıza işe
alımlarda öncelik verin; o da yok; hiç biri yok. Kadrolar boş; doktor yok,
sağlık personeli yok, öğretmen yok, kamu personeli yok; bunlar boş.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ercan.
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu
getirdiğiniz tasarıyı odalar zaten yapıyor; kimse kimseyi de icraya vermiyor.
(MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorum Sayın Ercan. Bir
diğer madde üzerinde tekrar söz alır, konuşursunuz; teşekkür ediyorum.
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Bunu değil, depremzedenin
istek ve taleplerine cevap verecek tasarıyı getirin.
Hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Şahsı adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan
Polat; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.
Şimdi, bu kanun tasarısının yürürlük maddesine geldik.
Neydi bu kanun tasarısında getirdiğimiz: Bir, hükümete verdiğimiz yetki kanunu
var; o yetki kanunu da şurada. Biz,
4452 sayılı Kanunla hükümete yetki vermiştik. Bu yetki kanununa
dayanarak, hükümet, afet bölgelerinde, 10 vilayette, şahısların, 15 000 000 ile
50 000 000 arasındaki, hatta, 40 000 000 arasında değişen aidat borçlarını, bir
yılda iki defa ödenen aidat borçlarını erteliyor, bir yıl erteliyor. Ayrıca, o
yöre ticaret odalarının da, Ankara'daki, genel merkezdeki birliğe olan
borçlarını ertelemekle ilgili; 10 odanın Ankara'ya ödeyeceği borç miktarı
takriben 83 milyar civarında, şahısların ödeyeceği borçlar da bu ayarda...
Şimdi, 80 milyar liralık bir borcu bir yıl erteliyoruz diye, bu hükümet, bizi,
üç dört günden beri bir kanunla meşgul ediyor. Gören de diyor ki: "Bu
hükümet, ne güzel, afet bölgesindeki insanlara iş yapıyor."
Şimdi, ben, hiç yorum yapmadan bir şey söyleyeceğim; o
da şu: Son birkaç aydan beri, bu hükümetin birtakım ortakları, sürekli olarak,
açıklıktan, şeffaflıktan, her türlü olayın denetime açık olmasından
bahsetmektedirler ve demektedirler ki "Türkiye'de, her şey denetime tabi
olsun, bir tane şaibe kalmasın, denetimleri de yetkili kurullar yapsın."
Peki, ben, şimdi, size yorumsuz bir şey söyleyeceğim. Bizim, hükümete, 4452
sayılı Kanunla, kanunun verdiği yetkiye dayanarak, hükümet, afet bölgelerinde,
ihale, müteahhitlik, müşavirlik hizmetleri, mevcut fonların işleyişi ve
gerektiğinde ilave fon kurulması, her türlü bağış ve yardımın etkin kullanımı
için kanun hükmünde kararname çıkarmaya yetkilidir diyoruz. Biz, bu yetkiyi
verdikten sonra, yorum yapmadan size şunu söylüyorum: Hükümet, önce şu yetki
kanununu çıkarıyor. Ne çıkarıyor; 574 sayılı bir kanun hükmünde kararname çıkarıyor.
Bu kanun hükmünde kararnamenin 3 üncü maddesinde deniliyor ki: "7269
sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir." Nedir bunlar:
"Bu afet bölgelerinde yapılacak her türlü alım, satım, kira, trampa,
gayrimenkul alımlarında Bayındırlık Bakanlığı yetkilidir" ve daha da
önemlisi "bu kapsamda yapılacak işler -1999 yılı yatırım programı
gereğince afet bölgesinde yapılacak işler- 1050 sayılı Muhasebei Umumiye
Kanununun, 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun, 832 sayılı Sayıştay Kanununun
vize ve tescil hükümlerine tabi değildir" diyor. Hemen yapılacak; yani, bu
afet bölgelerine yapılacak geçici ve kalıcı konutları, bu kararname hükmüyle
Sayıştay denetimi dışına çıkarıyoruz. Ondan sonra, tekrar 574 sayılı bir Kanun
Hükmünde Kararname çıkarıyoruz ve diyoruz ki: "Kriz Koordinasyon Kurulu
kanalıyla, geçici ve kalıcı konutlar yapmak üzere biriken meblağlar,
Bayındırlık ve İskân Bakanlığına bağlı Afet Fonuna aktarılır. Yukarıdaki
fıkraya göre yapılacak harcamalar, 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu, 2886
sayılı Devlet İhale Kanunu ve Sayıştay Kanununa tabi değildir."
Şimdi size bir şey soruyorum: Bir aydan beri,
kalkıyorsunuz, "neden yapmış olduğunuz bir kararnamede açıklık yok,
şeffaflık yok" diye kendi ortaklarınıza bile, "Yüce Divana git"
diyorsunuz da, 150 trilyon liralık yapacağınız afet konutlarını neden Sayıştay
denetimi dışına çıkarıyorsunuz?! Ben bir şey demiyorum; ama, neden
çıkarıyorsunuz? Kanunsuz demiyorum, evet, çıkardığınız bir yetki kanununa
dayanarak çıkarıyorsunuz; ama, şeffaflık bu mudur ki, yaptığınız ihaleleri
Sayıştay denetimi dışına çıkarıyorsunuz?! Haydi, şunu anlıyorum; diyorsunuz ki:
"Acele yapıyoruz, hızlı yapıyoruz, o nedenle bunları ilk tescil ve vizeden
muaf tutalım; çünkü, onlar, bir süre alıyor." Ona da cevap verelim: İhale
müddeti on ay geçti; on aydan beri siz bu kalıcı konutları ihaleye çıkarmayın,
ondan sonra, on onbeş günlük zamanı bahane edip, bu, şimdilik 150 trilyon
liralık -ileride daha da artacak- konut ihalelerini Sayıştay denetimi dışına
çıkarın...
Bir şey daha var: "Peki, konutlar bittikten sonra
Sayıştay denetimine tabi tutalım" dediğimiz zaman, hayır, o da yok. Bu
çıkardığınız kanun hükmünde kararnameye göre, ihaleler yapıldıktan sonra da,
Sayıştay denetimine tabi tutulamayacaklardır.
Şimdi bakın, hükümete bir şey söyleyeceğim: O kadar
şeffaflıktan bahsediyorsunuz, burada çıkardığımız enerji ihaleleriyle ilgili
kanunlarla, tahkim yasasıyla, enerji ihalelerini Sayıştay ve Danıştayın
denetimi dışına çıkardınız. Şimdi, bu konularda...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Polat, teşekkür ediyorum efendim.
ASLAN POLAT (Devamla) – 1 dakika müsaade
ederseniz, bitiriyorum.
BAŞKAN – Lütfen teşekkür edin efendim; buyurun.
ASLAN POLAT (Devamla) – Yalnız burada saat
yok, bu saati çalıştırırsanız iyi
olacak.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Madde üzerinde, şahsı adına ikinci söz talebi, Sakarya
Milletvekili Sayın Cevat Ayhan'a aittir.
Buyurun Sayın Ayhan.
Süreniz 5 dakikadır.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem
üyeler; 484 sıra sayılı kanun tasarısının 2 nci maddesi üzerinde söz almış
bulunuyorum.
Bu tasarı, deprem bölgesindeki ticaret ve sanayi odası
ve borsa üyelerinin aidatlarıyla ilgili bir düzenleme getirmektedir. Aslında,
bu odaların kendi organları tarafından verilecek bir kararla bu ertelemelerin
veya affın yapılabilmesi mümkünken, bunun bir kanun haline getirilmesi de
Türkiye'deki bürokrasinin, kendini ve Meclisi nelerle meşgul ettiğini
göstermesi bakımından enteresan bir örnektir.
Bu konuşmamda, kısaca, deprem bölgesinde ve Türkiye
genelinde yapı güvenliğiyle, ilgili bir noktayı dikkatlerinize arz etmek
istiyorum. Deprem bölgesindeki yapıların projeleri kadar, kullanılan
malzemelerin ve işçiliğin de mühim olduğunu ifade etmek istiyorum. Tabiî,
deprem bölgesinde yapı malzemesi deyince, emniyet bakımından, öncelikle mühim
olan demir ve çimentodur ve bunlarla ilgili işçiliktir; ama, maalesef -Hazır
Beton Birliğinden aldığım bilgiler ışığında söylüyorum- bölgede, denetim çok
zayıftır, yok mesabesindedir.
Şimdi, biz, hazır betonun kullanılmasını teşvik
ediyoruz. Türkiye genelinde, hazır beton tesisi olan yerlerde, rekabetin olduğu
yerlerde, hazır beton fiyatlarının Bayındırlık Bakanlığı birim fiyatlarıyla da
özendirilerek, hazır betonun tercih edilmesini güvenlik bakımından gerekli
görüyoruz.
Betonu elle de yapsanız, granülasyon bakımından
-inşaatçı arkadaşlar bilirler- çimentonun dozu bakımından ölçme olmadığı için,
bu, göz kararıyla olmakta; bunu çok iyi yapan olabileceği gibi çok kötü yapan
da olabilir ve bu, tabiî, inşaatlarda,Allah korusun, büyük felaketlere,
çökmelere sebep olur; bunun için hazır betonu özendiriyoruz. Hatırlıyorum,
bizim hükümet zamanında da, birim fiyatlarda hazır betonu özendirecek bir
düzenleme yapmıştık, 1997 birim fiyatlarında. Tabiî, bunun devam etmesi
gerekir; ancak, bu yetmez değerli arkadaşlar.
Özet olarak söylersem, TSE belgesi olmayan yapı
malzemelerinin kullanılması mutlaka yasaklanmalıdır, öncelikle de deprem
bölgesinde. Yapılarda, taşıyıcı sistemlerinde, elle ya da betoniyerle üretilmiş
betonun kullanılması yasaklanmalıdır. Kolon ve kirişleri, döşemeleri, perdeleri
kastediyorum, taşıyıcı sistemlerden kasıt budur.
Yapıların taşıyıcı sistemlerinde, mukavemet bakımından
nervürsüz inşaat çeliği kullanımı yasaklanmalıdır. Tabiî, biz, maalesef,
geçmişte, bu denetim eksikliği yüzünden soğuk çekmeyle imal edilmiş inşaat
demirlerinin binalarda kullanıldığını gördük. Bunlar fevkalade kırılgandır;
ısıl işlemden geçmediği için, soğuk çekmeyle imal edilen bu inşaat demirleri,
daha çok Balkan ülkelerinden gelen kütüklerden küçük haddehaneler tarafından
çekilmekte ve piyasaya arz edilmektedir. Bunların da sureti katiyede
yasaklanması ve bunlara müsaade edilmemesi gerekir.
Hazır beton tesislerinin TSE belgesi olmadan faaliyet
göstermesi yasaklanmalıdır, mutlaka TSE belgesi olması lazım. TSE belgesi olan
tesislerin de, habersiz denetimlerle ve sürekli takiple denetlenmesi lazım.
Mükemmel bir tesisi kurmanız yetmez; fevkalade keskin rekabet şartlarında
yaşıyoruz; özel sektör, serbest piyasa ekonomisi budur.
Tabiî, bu tesisler -kim ne yapar bilemiyoruz, ama-
betonun dozajını düşük tutar, granülasyonuna dikkat etmez; ama, haksız rekabet
sebebiyle bu noktalarda kaliteyi bozar. Kaliteyi bozması demek de, depremde
veya deprem dışında binaların çökmesi, can ve mal kaybıdır, büyük felakettir.
Onun için, denetim organlarının, denetim birimlerinin, illerde, haber vermeden,
günün herhangi bir saatinde, ayın herhangi bir gününde gidip, numune alıp,
bunları test etmesi lazım. Burada, ilgililere, yetkililere fevkalade dikkat
gerekir. Maalesef, birtakım özel sektör kuruluşları -tabiî, tamamını
kastetmiyorum- ve istisnai olarak bazıları, denetim elemanlarını, şu veya bu...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.
CEVAT AYHAN (Devamla) – Bitiriyorum, Muhterem Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür edin lütfen; açıyorum mikrofonunuzu.
CEVAT AYHAN (Devamla) – Sayın Başkanım, mevzu bütünlüğü
bakımından iki üç madde vardı; lütfederseniz bitireceğim; siz bilirsiniz,
takdir sizin; olmazsa öbür maddede söz alacağım.
BAŞKAN – Efendim, müsaade ederseniz, öbür maddede
tekrar söz vereyim; çünkü, yoklama talebi var, onu yerine getireceğim.
CEVAT AYHAN (Devamla) – Peki efendim, teşekkür ederim.
Müteakip bazı mütalaaları da, üç beş madde halinde,
müteakip maddede arz edeceğim.
Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan
Değerli milletvekilleri, 2 nci maddenin müzakereleri
tamamlanmıştır.
III. –
YOKLAMA
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunacağım; ancak,
oylarınıza sunmadan önce bir yoklama talebinde bulunulmuştur.
Şimdi, yoklama talebinde bulunan arkadaşlarımın Genel
Kurul salonunda olup olmadıklarını arayacağım ve daha sonra da elektronik
cihazla yoklama yapacağım.
Sayın Polat?.. Burada.
Sayın Akman?.. Burada.
Sayın Batuk?.. Burada.
Sayın Çiçek?.. Burada.
Sayın Oğuz?.. Burada.
Sayın Erbaş?.. Burada.
Sayın Şahin?.. Burada.
Sayın Yanmaz?.. Burada.
Sayın Çelik?.. Burada.
Sayın Sezal?.. Burada.
Sayın Pamukçu?.. Burada.
Sayın Aktaş?.. Burada.
Sayın Sobacı?.. Burada.
Sayın Özgün?.. Burada.
Sayın Fırat?.. Burada.
Sayın Pepe?.. Burada.
Sayın Ulucak?.. Burada.
Sayın Sünnetçioğlu?.. Burada.
Sayın Karagöz?.. Burada.
Sayın Ayhan?.. Burada.
Sayın Aslan?.. Burada.
Evet, yeterli sayıda imza sahibi arkadaşımız buradadır.
Elektronik cihazla yoklama yapılacaktır.
Yoklama için 5 dakika süre veriyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, toplantı yetersayımız
yoktur.
Birleşime 10 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 20.52
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati
: 21.06
BAŞKAN :
Başkanvekili Nejat ARSEVEN
KÂTİP ÜYELER:
Melda BAYER (Ankara), Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 113 üncü Birleşimin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
III. - Y O K
L A M A
BAŞKAN – Daha önce yapılan yoklamada toplantı
yetersayısı bulunamamıştı.
Şimdi, yeniden yoklama yapacağım.
Yoklama için 5 dakika süre veriyorum ve yoklama
işlemini başlatıyorum.
(Elektronik
cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, toplantı yetersayımız
vardır.
Tasarının 2 nci maddesinin oylamasında kalmıştık.
V. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
4. – “Ticaret
ve Sanayi Odaları”, “Ticaret Odaları”, “Sanayi Odaları”, “Deniz Ticaret
Odaları”, “Ticaret Borsaları” ve “Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret
Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği” Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun
Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonu Raporu (1/641) (S. Sayısı: 484) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet hazır.
Tasarının 2 nci maddesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3. – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür.
BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına...
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Fazilet Partisi Grubu
adına, Sayın Mehmet Batuk konuşacak Sayın Başkan.
BAŞKAN – Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Mehmet
Batuk; buyurun efendim.
FP GRUBU ADINA MEHMET BATUK (Kocaeli) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz tasarının son maddesiyle ilgili,
Fazilet Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, görüşmekte olduğumuz tasarı, deprem
bölgesinde olan 5 ilimizdeki ticaret ve sanayi odalarının aidatlarının
ertelenmesini, bu odaların, Odalar ve Borsalar Birliğine ödeyecek oldukları
aidatların da 2000 yılı sonuna kadar ertelenmesini içeriyor. Bu yönüyle, bu
tasarıya, bölgemizde bulunan esnaf ve sanatkârlarımız, sanayicilerimiz, sanayi
ve ticaret odalarımız açısından bir imkân getirdiği için, olumlu yaklaştığımızı
ifade etmek isterim.
Yalnız, bu düzenleme, kanunî düzenleme olarak gelmeden
de yapılabilirdi. Ticaret odaları, sanayi odaları ve Odalar ve Borsalar
Birliğinin kararıyla da bu düzenlemenin yapılabilecek olduğunu fevkalade herkes
idrak edecek durumdadır. Bunu, büyük bir iş yapıyormuş edasıyla, deprem
bölgesindeki bütün sıkıntıları bununla aşıyoruz edasıyla takdim etmenin yanlış
olduğunu ifade etmek istiyorum böylece.
Değerli arkadaşlar, bölgede esnafımız, sanayicimiz
büyük sıkıntılar yaşıyor. Onların bu aidatlarının 2000 yılı sonuna kadar
ertelenerek, temerrüt faizi de işlemeden bekletilmiş olması bir imkân. Yalnız,
ülkemizde, yaşanılan genel ekonomik sıkıntılarla birlikte, sadece, bölgedeki
depremzedeler değil, bütün ülkemizin bir hükümetzede durumuna getirildiğini de
kamuoyu müşahede etmektedir. Artık, esnaf ve sanatkârımız ve sanayicimiz,
sadece, deprem bölgesinde değil, Türkiye'nin her tarafında kan ağlamaktadır.
Özellikle, son açıklanan hububat fiyatlarıyla, çiftçimiz de kan ağlar duruma
gelmiştir. Bunlar için, hükümetin, acilen tedbir alması lazım .
Bölgemiz için yapılabilecek en önemli işlerden birisini
şu şekilde ifade edebilirim: Biliyorsunuz, deprem bölgesindeki 5 ilimizde
-Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu ve Yalova- devlet memurları ve kamu işçilerine
50 milyon liralık deprem yardımı yapılmaktaydı; bu yardımlar, iki ay kadar önce
sona erdirildi. Geçen hafta sonu bölgede yaptığım incelemelerde, esnafımız,
özellikle, bu yardımlar dolayısıyla piyasaya giren nakit sebebiyle daha rahat
durumda olduklarını ifade etmişlerdi. Şu anda, bunun kesilmesiyle, nakit
sıkıntısının daha da arttığını ifade ediyorlar. Hatta, esnafımız,
toptancılardan mal alırken çek kabul ettirmekte zorlandıklarını; çünkü,
toptancıların "sizin çeklerinizin ödenip ödenmeyeceğini bilemiyoruz"
dediklerini söylüyorlar. Hükümete, özellikle, memurlar ve kamu işçilerine
ödenen 50 milyon liralık deprem yardımının tekrar ödenmesi hususunda girişimde
bulunmasını ve bununla bölgede bir canlanmanın tekrar oluşabileceğini ifade
etmek isterim.
Değerli arkadaşlar, sadece, dükkânı yıkılan, işyeri
tahrip olan insanlarımız değil, herkes bu felaketten etkilendi; çünkü,
müşterisini kaybetti, kredili satış yapan esnafımızın kredilerinin dönüşleri
durdu. Hükümetin, buraya acil olarak el atması ve tüketici kredileriyle
birlikte, esnaf kredilerini ve işyeri ile hasarlı binaların onarımları
hususundaki taahhüt ettiği miktarları ödemesi lazım. Mesela, 6 milyar lira
ödeneceği söylenilen tamamen hasarlı konutların yapımıyla ilgili ödemeler ciddî
şekilde yapılmamaktadır. Hatta, orta hasarlı binalarla ilgili ödemelerde de
büyük sorunlar vardır. Bunun bir ileri merhalesi, mahkemelere başvurulmuş
hasarlı binalarla ilgili hasar tespit raporlarına itirazlarda da mahkemeler
yetersiz kalmakta önemli yığılmalar sebebiyle. Özellikle Sakarya'da bulunan
bölge idare mahkemesinin yükünün çok aşırı derecede artmış olması dolayısıyla
netice çıkmamaktadır, gecikmektedir. Hükümetimizin, özellikle bölge idare
mahkemesinde takviyeler yaparak, neticelerin daha erken zamanda alınması için
tedbirler alması gerekmektedir.
Değerli arkadaşlar, biraz önce Sayın Ercan'da ifade
etti, deprem bölgesinde maddî hasarın dışında, can kayıplarının dışında moral
yıkıntı da vardır. Hafta sonu, ülkemizin tamamında icra edilen üniversite giriş
sınavlarında, büyük moral çöküntüsü sebebiyle deprem bölgesindeki yavrularımız
için bir imkân hazırlanması elbette uygun olurdu; fakat, hükümetimizin bu
hususta bir tedbir almadığını müşahede etmekteyiz.
Değerli arkadaşlar, deprem bölgesi, ilgisizlikle karşı
karşıyadır ve özellikle, hükümetin son zamanlarda yetki kanununa dayanarak
yaptığı icraatlar kuşku uyandırmaktadır. Özellikle, yapılan ihalelerin Sayıştay
denetiminden çıkarılmış olması, vize ve ihale tamamlandıktan sonraki Sayıştay
kontrolörlüğünün de kaldırılmış olması, ciddî şekilde hükümeti şaibe altında
bırakacaktır.
Elbette, zamana bağlı işlerin yapılması için vize
hususu askıya alınabilir; ama, işler bitirildikten sonra, hesapların
incelenmesinden kaçmak, hükümet için ciddî şekilde şaibe ortaya çıkaracaktır ve
özellikle de resmî kurumlara yapılan deprem yardımlarının Sayıştay denetiminden
çıkarılmış olması vatandaş arasında kuşkuyla karşılanmaktadır. Belediyelere ve
başka kurumlara yapılan yardımların nereye harcandığının, mutlaka, Sayıştay
tarafından ciddî şekilde denetlenmesi gerekmektedir. Yapılan yardımların
denetimden kaçırılmış olması, hükümet için şaibe söylentisine sebep olacaktır.
Bunu, somut bir husus olduğu için söylemiyorum; hepimiz için, Meclis ve hükümet
için, bundan kaçınmanın daha selametli olacağı kanaatimi ifade etmek istiyorum.
Elbette, zamana bağlı işlerde vize sıkıntısı aşılabilir; ama, daha sonra
hesapların incelenmesinden kaçmanın doğru olmayacağını ifade etmek isterim.
Değerli arkadaşlar, bu kanun tasarısı, deprem
bölgesinde önemli bir rahatlama getirmeyecek; ama, bu haliyle de, esnafımız
için bir miktar rahatlama getireceğini düşündüğümüz için, destek olacağımızı
ifade eder, hepinize saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Batuk.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili
Sayın Nevzat Ercan; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım
adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz tasarıyla
getirilen nedir; bakınız, ne getiriyoruz: Diyoruz ki, afete maruz kalan
bölgelerde, yani, deprem felaketini yaşadık, o bölgelerde -deniliyor ki, bu
tasarıyla- oda ve borsa üyelerinin kayıt ücretleri, yıllık aidatlar ve munzam
aidatları ile oda ve borsaların, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine yıllık
aidatları, gecikme zamlarıyla birlikte, 31.12.2000 tarihine kadar erteleniyor.
Merak ettim doğrusu, bu bölgeye ne getirecek? Bu tasarıyı, aşağı yukarı, üçüncü
haftadır, haftanın belirli günlerinde ele alıyoruz, tartışıyoruz. Merak ettim
doğrusu, odaları aradım, nedir getirilen dedim; bana göre, bu odalardan aldığım
bilgiler tahtında ve değerli arkadaşımın da dediği gibi, gerçekten, attığımız
taş, ürküttüğümüz kurbağaya değmez, değmiyor gerçekten.
Değerli arkadaşlar, bana verilen bilgilere göre, yıllık
aidatlar 10 milyon lira ile 50 milyon lira arasında, ortalama 20 milyon lira
bile değil deniliyor ticaret odalarında. Yani, bunu da 2 taksitte ödeyecekler.
Deprem bölgesinde, odaya kayıtlı bir üyenin yıllık aidatı 10 milyon lira,
ortalama 20 milyon lira; 2 taksitte ödeyecek 5'er milyon liradan, 20 milyon
lira ise ortalama, 10'ar milyon liradan... Bunu erteliyorsunuz. Yani,
günlerdir, bu Mecliste, bu tasarıyı görüşüyoruz da, Allah için, bilelim ne
görüştüğümüzü, o bölge için ne düşündüğünüzü, ne kadar düşündüğünüzü, ne kadar
cömert olduğunuzu, o bölge insanını koruyup kollamakta ne kadar beceri sahibi
olduğunuzu... Doğrusu, aldığım cevaplar, bilgiler tahtında, sizler adına ben
üzülüyorum.
6 ilde de oda başkanları diyor ki: "bizim
geleneğimizde, yıllık aidatını, kayıt ücretini ödememiş bir üyemiz hakkında
icra takibatımız yoktur; yoktur böyle bir geleneğimiz, hiç kimse de bundan
şikâyetçi değildir bölgede." Yani, odaya kayıtlı hiçbir üyenin de
"aman canım, benim 20 milyon liralık yıllık aidatımı falan erteleyin, bunu
2000 yılının sonuna sarkıtın" gibi bir talebi, bir isteği yok, odanın da
onun hakkında bir takibi yok. Bunu yapıyorsunuz üç haftadır bu Mecliste, Genel
Kurulu, bu konuyla meşgul ediyorsunuz.
Munzam aidatı... Oda başkanları gülüyor "depremden
sonra "zaten gelir beyan eden yok odamıza kayıtlı" diyorlar. O
bölgelerde, büyük yatırım yapmış iş sahibinin, müteşebbis fabrika sahibinin,
aslında Gelir Vergisi mükellefi olarak merkezleri o bölge değil; İstanbul...
Benim Adapazarı'nda, ne TOYOTASA'nın ne toprak ve ilaç sanayiinin ne üç beş
büyük fabrikanın hiçbiri, vergi mükellefi olarak beyannamesini, Adapazarı'ndaki
vergi dairesine vermez. Bunlar yok zaten. Kim var; işte, efendim, küçük, kendi
çapında imkânlarıyla bir işyeri kurmuş, iş sahibi bunlar.
Yaptığınız ne Allah aşkına! Yaptığınız, işte, benim,
şimdi, özetle burada ifade etmeye çalıştığım hususlar, bunları yapıyorsunuz.
Bırakın bunları, kimse bu konuda dertli falan değil, sizden de, bunları
erteleyin, aman ödeyemiyoruz... 10 milyon lirayı, yıllık 20 milyon lirayı,
gelir beyannemesi vermemiş, beyan etmemiş, zaten, çökmüş, bitmiş bu insanların,
munzam aidat gibi, binde 8 safî kazançtan bir ödeme gibi durumla da karşı
karşıya değil zaten. Bunları yapıyorsunuz. Bırakın bunları bir tarafa. Gelin,
bakın, bizim defaatla söylediğimiz, şunları şunları yapın... Yapmadınız. Neler
söyledik bu kürsüden, neler talep ettik de, neleri yaptınız; isterseniz
bunları, satırbaşlarıyla bir tadat edelim.
Biz, size dedik ki, iş hayatı felç oldu. Değerli
arkadaşlar, kolay bir şey değil. Bakın, size tekrar söylüyorum, evini
kaybetmiş, işini kaybetmiş, herşeyini kaybetmiş, bir ekmek parasına muhtaç
insanlara, siz, hükümet olarak ne destek verdiniz, hangi maddî katkıyı
sağladınız, onu soruyorum size?! Ne verdiniz bunlara?!
Bakın, dedik ki, size, şu kadar esnaf var o bölgede
yaşayan, bu bölgede yaşayan insanlarımız, esnafımız ekonomik olarak çöktü,
işyerleri yıkıldı, sermayesini kaybetti, malını kaybetti, raftaki malını
kaybetti. Şimdi, İstanbul'a gidecek -genellikle İstanbul'a gider bizim bölgenin
insanı, oradan mal alır- kapatmış oradaki tüccar bizim esnafa kapısını
"senin çekin geçmez" diyor "senin senedin geçmez..." Zaten,
kendisi icra takibine uğramış, bir cezaî takibatla karşı karşıya kalmış. Şimdi,
siz, bunlara, hükümet olarak hangi desteği verdiniz?! Onca toplanan maddî
yardımları, kaynakları, parasal yardımları bunlara ne kadar kullandırdınız;
depremzede adına, o yörede yaşayan insanlar adına, esnaf adına, tüccar adına,
küçük sanayici adına ben sizlerden soruyorum? Hayır, kullandırmadınız. Bu
paraları, bu bölge için ve aslında depremzede insanlar için toplanmış, önemli
ölçüde belli bir meblağa varmış bu kaynakları başka amaçlar için kullandınız.
Ben mi söylüyorum bunu; hayır; hükümetin bakanları söylüyor zaman zaman; başka
amaçlar için kullanıldı. Bütçe açıklarına falan kullanıyorsunuz bunları.
"Hayır, kullanmadık; Deprem Vergisi adı altında topladığımız 1,5
katrilyona yakın kaynağın şu kadarını bu bölge için kullandık" diye, gelin,
buradan rakamları verin; bizi yanıltın, yanılmak istiyoruz biz; bunları
söyleyin buradan.
Değerli milletvekilleri "malî milat ilan
edin" dedik. Ne yapın: Bakın vergi daireleri yıkıldı, Adapazarı'nda iki
vergi dairesi de yıkıldı, dosyaların hepsi kayıp; bu insanların geriye dönük
defter kayıtlarını istemeyin, 1.1.2000 tarihinden itibaren malî milat ilan
edin, vergi borçlarını terkin edin ve geleceğe dönük, üç yıl süreyle, Gelir ve
Kurumlar Vergisi açısından da muafiyet getirin dedik.
Peki, bunlar yapılabilir miydi... Bakın, Adapazarı'ndan
bir heyet Japonya'ya gitti -ilgililer, oda başkanları, belediye başkanı gitti-
yeni döndüler. Kendilerine sordum, bugün kendilerinden bilgi aldım. Kobe'de
incelemelerde bulundular. Bakınız, Kobe'de, depremden sonra, depremzedeye, beş
yıl süreyle kademeli vergi indirimi getiriliyor. Ee getirin... Bu kadarı da
beceremezseniz, üç yıl süreyle, iki yıl süreyle getirin, belli kademelerle
getirin bunları. Bunları uyguladık biz, belli dönemlerde yaşandı Türkiye'de
felaketler, bunları uyguladık. Enerji desteği sağlanmış o yöredeki insanlara.
Siz, o insanlardan elektrik parası almak, vesaire için, icra takibine kadar
vardırıyorsunuz işi. Oysa başka ülkeler, depremden doğan yaraları sarma
noktasında ayrıca katkı sağlamış, enerji desteği sağlamış, ayakları üzerinde
durabilene kadar sağlamış bunu. Bunları yapın, bunları istiyoruz...
İşadamı gelsin, Adapazarı'nda niye yatırım yapsın...
Hangi özendirici tedbiri aldınız da, müteşebbis, işadamı, Adapazarı'na,
Düzce'ye, Bolu'ya gelsin, deprem bölgelerine gelsin de orada doğan işsizliği
bir ölçüde giderecek yatırımlar yapsın... Onun için defaatle yalvardık size,
dedik ki "bakınız, burada özendirici birtakım tedbirleri devreye sokun,
yatırımları özendirin." Bunlarla ilgili tedbirler alın istedik. Bunları
yapabildiniz mi; yapmadınız.
Organize sanayi bölgeleriyle ilgili bir tasarıyı burada
yakın tarihte görüştük. Önerge verdik arkadaşlarla beraber; o bölge insanı için
verdik. Bakınız, o tasarıyla ne getiriyordunuz; 59 ili kalkınmada öncelikli
yöre kapsamına aldınız, o deprem bölgeleri de var bunların içerisinde; ama, o
birtakım muafiyet ve istisnaları, o kapsama giren 59 ildeki muafiyet ve
istisnaların yürürlük tarihini 31.12.2001 olarak öngördünüz ve burada
arkadaşlar olarak "deprem bölgesini bundan istisna kılın, ayrı bir
uygulama getirin, 2001 yılına sarkıtmayın, deprem bölgesinin insanlarını hiç
olmazsa bundan istifade ettirin" dedik. Önergemizi reddettiniz arkadaşlar.
Geldiniz, burada, şimdi, 10 milyon lirayı, 20 milyon lirayı yılda ödeyecek olan
oda üyesinin aidat borcunu ertelemek gibi bir gayretin, bir çabanın
içerisindesiniz. Birbirimizi aldatmayalım arkadaşlar. Ayıp oluyor arkadaşlar bu
yani...
NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Kimseyi tahrik edemezsin...
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Yapacağınız işlerin yapın!..
Siz, evvela yapacağınız işleri yapın!
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NEVZAT ERCAN (Devamla) – 1 dakikanızı istirham
ediyorum.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
Lütfen, tamamlayın Sayın Ercan.
NEVZAT ERCAN (Devamla) – Bölgemizde fabrikalar zarar
gördü. Bir önemli fabrikayı, şeker fabrikasını söyleyip sözlerimi hemen
tamamlayacağım Sayın Başkanım.
Başbakana gittik, bakanlara gittik "yapmayın,
bizim bölge, şekerpancar üreticisinin yoğun olduğu bir bölge. Neresi: Düzce,
Bolu, Adapazarı ve Bilecek dahil, 6 ilin aşağı yukarı ekim alanını oluşturuyor.
Şeker fabrikası depremde büyük zarar gördü, çalışmıyor. Kaynak aktarın, onarın.
Bakın, geçen yılki şekerpancarını çiftçiden aldık, başka illere, Alpullu,
Susurluk Şeker Fabrikalarına taşıdık, 3 trilyon liraya yakın nakliye ücreti
ödendi, hem de bölge insanı nakliyeci olarak kullanılmadı, başka bölgelerden
geldi. Bu sene de ekim ayına yetiştirelim. Ne olur Sayın Başbakan, bize biraz
kaynak aktarın, bu şekerpancarı taşımayalım öteye beriye. Bu şeker fabrikasında
1 200 çalışan var, 64 000 üyesi var, bunları mağdur etmeyelim..." dedik.
Şeker fabrikası hâlâ atıl durumda, çalışmıyor...
Ne söyleyeyim ben size!..
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ercan.
Şahsı adına, Erzurum Milletvekili
Sayın Aslan Polat; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Tasarının son maddesi olan yürürlük maddesine geldik:
"Bu kanunu Bakanlar Kurulu yürütür." Tabii, bu kanunu yürütür de,
acaba, bu afetlerle ilgili konularda, biz, hakikaten ne yaptık; bir iki de
onlara bakmak istiyorum. Bunları neden söylüyorum biliyor musunuz, 80 milyar
liralık, ertelemeyle ilgili bir tasarıyı,
getirip, burada üç haftadır konuşturuyorsunuz. Size, kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisi verdik; bundan yetkiler çıkardınız, geçici konutları Sayıştay
denetiminin dışına çıkardınız, kalıcı konutları Sayıştay denetiminin dışına
çıkardınız... Ayrıca, neleri çıkardınız; bakın, söyleyeyim: 581 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameyle "1 inci maddede öngörülen afetlerle ilgili olarak
yeni yerleşim alanlarının sağlanması amacıyla mera vasfını taşıyan yerlerin
tahsis amacı..."
Şimdi "mera yerleri" denildiği zaman... Hem
de buna bir ziraatçi, baktım ki, nasıl imza atmış; baktım, bizim hemşerinin de
burada imzası var! Sayın Bakanın, Sayın Bakan Gökalp'in de burada olacağını
zannediyordum. Yahu, şimdi, bir ziraatçi olarak, meraları inşaat alanına açmayı
nasıl kabul ediyorsunuz? Şimdi, niye bunları söylüyorum biliyor musunuz, bakın,
o kadar net ki, mera olan yeri hemen şeye çıkartır diyor... "Bayındırlık
ve İskân Bakanlığında değiştirilerek, tapu siciline Hazine adına arsa olarak
tescil edilir" diyor. Şimdi bu konuyla... Devamı da var bunun; diyor ki
"Orman Bakanlığınca, doğal afet bölgelerinde iskâna esas olmak üzere,
belirlenen alanlar afete maruz kalan afetzedelerin iskânı için Bayındırlık ve
İskân Bakanlığına tahsis edilir." Bunları niye söylüyorum...
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Doğru...
ASLAN POLAT (Devamla) – Bak, doğru değil, doğru değil.
Şimdi, siz, bir yerde orman arazilerini, meraları,
böyle, her konuda iskâna açarsanız, Türkiye'de yeşillik işte böyle gider. Ben
burada Çevre Komisyonu Başkanının da, Çevre Bakanının da bu konuda sizi ikaz
etmesini isterdim, sivil kuruluşların ikaz etmelerini isterdim. Niye söylüyorum
ben bunu; afet olmuş, o bölgede yoksa, misal, yanında Bilecik'te ve başka
taraflarda çok daha müsait yerler var; biz, asırlar boyunca Anadolu'da nerede
bir tarım arazisi varsa, geldik oraya fabrika kurduk, geldik, oraya sanayii
kurduk... Bursa Ovasını böyle
bitirdiniz, Düzce Ovasını böyle
bitirdiniz. Her yerde bu böyledir; diğer taraftan, Bilecik'te tarıma müsait
olmayan yerler boş duruyor; ama, Türkiye'nin en mümbit ovası Çukurova, Adana
Ovası, hepsi böyle tarıma açıldılar. İşte, ben, bu konulara itiraz ediyorum,
diyorum ki, böyle, kanun hükmünde kararnameleri hemen çıkarıyorsunuz, birsürü
şeyi gözden kaçırıyorsunuz; ama, ondan sonra geliyorsunuz, 80 milyar liranın
ertelenmesi için günlerce burada tartışıyoruz!
Bakın, yine, bu kanun hükmünde kararnamenin devamında
ne var; "Genel bütçeye dahil
olmayan kamu kurum ve kuruluşlarınca doğal afetlere maruz kalan bölgelere
yapılacak bağış ve yardımlar ile eğitim amacıyla yapılmış ve yapılacak olan
yardımlar, 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu ve 837 sayılı Sayıştay Kanun
hükümlerine tabi değildir" diyor.
Tabi olan daha ne kaldı ?..
Sayın
milletvekilleri, bakın, ben bunları veriyorum; ama, bir gün siz de üzülürsünüz.
Kanunlar getiriyorsunuz; afet bölgesine yaptığınız kalıcı konutlar, geçici konutlar Sayıştay denetimi dışında. Afete
hangi belediye veya bir kamu kuruluşu yardım yaptıysa, onun yaptığı yardım da
Sayıştay denetimi dışında; niye Sayıştay denetimine açık değil ? Açalım; madem,
şeffaf olmaktan bahsediyoruz, her şey şeffaf olsun; demokrat olalım diyoruz;
niye bu yardımlar böyle, hep Sayıştay
denetimi dışına çıkarılıyor?
Bundan bir ay evvel bir kanunu daha getirdiniz. Neydi o kanun; enerji ihalelerinde tahkim kararını getirdiniz, Danıştayı
devreden çıkarttınız. Yani, anlamadım; enerji ihalelerinde Danıştay devre
dışında; afet konut işlerinde Sayıştay devre dışında... Neler denetime tabi;
Hamur İlçesinde yapmış olduğunuz E tipi cezaevi denetime tabi veya Tekman'da
yapmış olduğu polis karakolu denetime tabi.
Arkadaşlar, biz bunlarla kimi yanıltacağız? Bakın, şu
anda yapılan Bayındırlık Bakanlığının en büyük ihaleleri, toplu konut
ihaleleri. Şimdi, bu afet konut yerleri
denetim dışı, enerji ihaleleri denetim
dışı; peki, denetime tabi olan ne var? Hamur İlçesindeki E-tipi cezaevi;
bunu, denetime tabi tutsan ne olur tutmasa
ne olur?!
Hayır, bir gün bunlara siz üzülürsünüz diye tekrar izah
ediyorum.
Bakın, demin size bir şey söyledim, ne dedim
"orman arazilerinden icap edenler iskâna açılır" diyorsunuz.
Ötekisine ne oluyor; o bölgede bir belediye, dışarıdan kredi bulmak gayesiyle
tuttu, kendi şirketinde bir ihale yaptı; "konut ihalesi yapıyorum"
dedi. Toplu Konut İdaresinin; yani, şu
hükümete bağlı Toplu Konut İdaresinin metrekaresini 138 dolara yapmış olduğu
konutların bir başkasını, biraz daha lüksünü 430 dolara yapmaya kalktı. Yaptı
yani, ihalesini o yaptı müteahhide... Niye; çünkü, orman arasında, belli güzel
bir yeri almışlar, ha işte buralara afet konutu yapıyoruz desinler. 130 dolara,
şu hükümet döneminde, bir ay önce ihalesi yapılan konutların biraz lüksünü,
biraz benzerini 430 dolara, tam 4 katı fiyattan, o belediye kalkıp ihale
ediyor. İşte, buradaki konuları hep denetimlerin dışına çıkarmak...
Sayın milletvekilleri, hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Polat.
Şahsı adına, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan;
buyurun efendim.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem
üyeler; deprem bölgesinde ve bölge dışında, genelinde, yapı güvenliği için,
binalarda güvenlik için bina malzemelerinin TSE standartlarına uygun olması ve
taşıyıcı sistemlerde de hazır beton ve TSE belgeli hazır beton kullanılmasını
ifade etmiştim. Bu arada da, hazır beton tesislerinin, habersiz, tesadüfî,
günün herhangi bir saatinde ve ayın herhangi bir gününde denetlenmesini, numune
alınmasını, bunların yakın kontrol altında tutulmasını ifade etmiştim. Tabiî,
Türkiye'de bu kanunları yapıyoruz, yönetmelikleri de çıkarıyoruz, teşkilatları da
kuruyoruz; ama, maalesef, bu işler de yapılmıyor.
Bakın, çevreyle ilgili, hepimizin ilinde çevre felaketi
yaşıyoruz. Bir boya fabrikası veya bir tekstil fabrikası veya bir başka sanayi
kuruluşu, elektrik masrafı var diye arıtmasını çalıştırmıyor, doğrudan doğruya
göle, akarsuya, denize, nereye bulursa oraya deşarj ediyor; işte, bu da çevre
felaketi oluyor. O illerde çevre müdürlükleri var, denetimle ilgili, sorumlu,
validen aşağıya kadar insanlar var; ama, maalesef, bu denetimler yapılmıyor.
Hazır beton için bu denetimin ciddî şekilde yapılması, can güvenliği, mal
güvenliği bakımından mühimdir.
Türkiye Hazır Beton Birliği, kalite güvence sistemi
kurmuş, bunun, Millî Akreditasyon Komitesi tarafından akredite edilmesi talebi
var. Tabiî, şartları uygunsa, akredite edilebilecek olan seviyedeyse,
teşkilatıyla, laboratuvarıyla düzeniyle ve standartlarıyla, bu, akredite
edilmelidir. TSE'nin, yapmak durumunda olduğu takip denetimlerinde, akredite
edildiği takdirde, Türkiye Hazır Beton Birliğinin kalite güvence sistemini
referans almasında fayda vardır, alt sektörün, bu sahanın standartları
vazedildiği için.
Yerel yönetimler ve belediyelerce, yapı malzemesi
kalite konusunda raporlarına başvuran kurum laboratuvarlarının da, TSE
laboratuvar yeterlik belgesi ve geçerlilik kalibrasyon belgelerine sahip olması
şartları aranmalıdır, bu konuda gerekli izlenebilirlik şartları tarif
edilmelidir.
Tabiî, bir diğer husus da, çelik ya da betonarme karkas
üretimlerin mukavemetleri ve emniyetleriyle ilgili olarak, asgarî işçilik
kalite şartları üzerinde bir denetim sağlanmalıdır. Bunun da yolu, önce, deprem
bölgesinden başlamak üzere, bizim, il il, inşaat ustalarını sertifikaya tabi
tutacak olan bir eğitimden geçirmemizdir. Eline keseri alanın, ben kalıpçıyım,
ben demirciyim, ben betoncuyum diye iş hayatına girmesi doğru değildir. Bu
sahada iş gücünü de önlememek, iş gücü talebini de sıkıntıya sokmamak şartıyla,
süratle, valilikler nezdinde, il il, inşaat sektöründe çalışacak olan
ustaların, eğitimden geçirilerek, bunlara sertifika verilmesi ve sertifikalı
ustalığa geçmek gerekmektedir. Bu istikamette, Bayındırlık Bakanlığının da,
geçmişte, birtakım çalışmaları olmuştu, bunları da süratle uygulamaya koymak
gerekir.
Değerli arkadaşlar, tabiî, depremin bize
öğrettikleriyle bu noktaya geliyoruz, bu sahayla ilgilenen, deprem felaketiyle
ilgilenen herkesin bundan ders alması ve belirli standartlara uyması gerekiyor.
Teknik standartlara uymadığınız zaman, mühendislik standartlarına uymadığınız
zaman, mutlaka bir felaketle karşılaşmanız kaçınılmazdır.
Tabiî, hükümetin de bölgeye para harcaması lazım. Biraz
önce, değerli milletvekili arkadaşımız Nevzat Ercan "bu kadar parayı ne
yaptınız" dedi, 1,3 katrilyon!..
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ayhan, mikrofonunuzu açıyorum, lütfen
tamamlayın efendim. Çok rica ediyorum...
CEVAT AYHAN (Devamla) – Hükümet, bölgeye karşı eli çok
sıkıdır. Burada, Genel Kurulda, geçen haftaki müzakerelerde bölgenin
meselelerini uzun uzun arz ettim. Hükümetin, bölgeye para harcaması lazım,
insafla bakmak lazım. Üreten, kazanan bir bölge yıkılmıştır, inşa edilmesi
lazım; ama, maalesef, hükümet, faize 5 ayda 20 milyar 200 milyon dolar ödemiş,
faize ayda 4 milyar dolar para ödemiş. Türkiye, evet 20 milyar doları 5 ayda
ödemiş, ayda 4 milyar dolar!.. İşte, depremzedeye verilecek olan yardımlar da,
çiftçiye verilecek olan yardımlar da, maalesef, faiz hortumu tarafından
hortumlanıyor; Türkiye'nin sıkıntısı budur. İnşallah, Türkiye bunları aşar
diyorum ve hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.
Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
CEVAT AYHAN (Sakarya) – Karar yetersayısı... Karar
yetersayısı...
BAŞKAN – Bir dakika efendim!.. Bir dakika!.. Telaş
etmeyin!..
Sayın Genç, mikrofonunuzu açıyorum, sorunuzu
yöneltebilirsiniz efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, aracılığınızla,
aşağıdaki sorularımın bir kısmının Bakan, bir kısmının da Komisyon tarafından
cevaplandırılmasını istiyorum:
Evvela, usulle ilgili, Komisyonun yaptığı bir
usulsüzlüğü belirtmek istiyorum. Kanunda "aşağıdaki geçici maddeler
eklenmiştir" deniliyor; geçici madde 14 ve arkasından geçici madde 1
geliyor.
Şimdi, geçici madde 1'in başa gelmesi lazım; o, geçici
madde 14'ün sonra gelmesi lazım. Bizim, herhalde, 1 ile 14 arasında... Önce 1,
küçük; sonra 14, büyük...
İkincisi, bu geçici 1 inci maddeyle, Bakanlar Kuruluna
daha önce verilmiş yetki kanununun süresi uzatılıyor. Anayasanın 91 inci
maddesine göre yetki devri; yani, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkisinin
devri için, evvela, hükümetten bir talep gelmesi lazım. Hükümet, yetki için
Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir talepte bulunacak, ondan sonra, çıkaracağı
bu yetkinin kapsamını, amacını, ne kadar süre talep ettiğini ve bu süre içinde
birden fazla kanun hükmünde kararname çıkarıp çıkarmayacağını da, hükümetin
talebinde belirtilmesi lazım. Hükümetimizin böyle bir talebi yok. Maşallah,
Komisyonumuz, hükümetin yerine geçiyor ve İçtüzüğün 35 inci maddesinde,
biliyorsunuz, komisyonlar, kendilerine havale edilen işleri aynen veya
değiştirerek kabul edebilir; kendileri, yeni bir kanun teklifi niteliğinde bir
teklifte bulunamazlar deniliyor. Açıkça, İçtüzüğün bu hükmüne rağmen, bir defa,
Komisyon, yetkisini aşmış, İçtüzüğe aykırı bir düzenleme yapmıştır.
İkincisi; Sayın Başkan, bu, çok önemli bir şey;
Bakanlar Kurulu yetki istemeden, bu Komisyon, hangi güçle ve hangi nedenle
yetkisini istiyor. Bakanlar Kurulunda...
BAŞKAN – Peki, cevaplasınlar efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Tabiî, evet, ikincisi, Sayın
Başkan, özellikle, Bakandan talep ediyorum. Bugüne kadar, depremlerde dahi,
hiçbir surette, yapılan acil deprem ihalelerinde, Sayıştay denetiminin 2886
sayılı İhale Kanununa tabi olmama sistemi yoktu ki, bu 17 Ağustos ve 12 Kasım
depremlerinden itibaren de, aşağı yukarı bir seneye yakın bir zaman geçti.
Şimdi, neden, acaba, hükümet, bu depremlerin ihalesini Sayıştay denetiminin
dışında tutuyor ve İhale Kanununun dışında tutuyor. Dışarıda şöyle çok yaygın
söylentiler var ve deniliyor ki, bu ihaleler belli müteahhitlere verilmiş,
işler bağlanmış, ondan sonra da, bu kanunla böyle yetki de çıkınca, hemen
getirecekler; ne ihale edecekler, kendi yandaşlarına verecekler. Acaba, bu
hükümet, bu ayıbı taşıyabilecek mi? Hakikaten, şimdiye kadar, bazı müteahhitlere...
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, söyleyeyim, söyleyeyim
de, ondan sonra...
BAŞKAN – Soru sınırını aşmayalım lüften.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Soruyu soruyorum; zaten, soruya
şimdi geliyorum.
BAŞKAN – Soru soruyorsunuz; ama, çok uzuyor.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Acaba, bu hükümet, bazı
müteahhitlere şimdiye kadar birtakım ihaleleri el altından vermiş de, bu kanun
çıktıktan sonra, ondan sonra bu ihaleleri ihalesiz mi verecek bunlara? Bunun
sorumluluğu kime ait? Acaba, DSP'liler bunun sorumluluğunu alıyor mu; MHP'liler
ve ANAP'lılar alıyor mu efendim; onu belirtmek istiyorum; ama, sorularımıza
cevap versinler efendim.
BAŞKAN – O, onların takdiri efendim.
Teşekkür ediyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, birincisi sizi de
ilgilendiriyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi, komisyonları denetleme yetkisine
sahip. Şimdi, bir komisyon, hükümet
tarafından talep edilmeyen bir yetkiyi, Meclisin yetkisini, nasıl, getirip de
hükümete devredebilir? Bunu söylesinler efendim.
BAŞKAN – Sayın Genç, teşekkür ediyorum. Sayın Bakan ve
Komisyon sorunuzu anladı; gerekirse cevap verecek.
Buyurun efendim.
SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE
TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, müsaade
ederseniz cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE
TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Anayasamızın 91 inci
maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun hükmünde kararnamenin Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından, süre bitiminden önce onaylanması sırasında yetkinin
son bulduğu veya süre bitimine kadar devam ettiği belirtilir. Bu madde bunu
ifade ediyor, yetkinin uzatılması söz konusu değildir; yetkinin sona...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Süreyi uzatmıyor!..
SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE
TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Müsaade ederseniz, beni
dinlerseniz...
BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın Sayın Genç; Komisyon Başkanı cevap veriyor.
SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE
TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Müsaade ederseniz
tartışmamızı kuliste yapabiliriz.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Soruma cevap verin siz.
SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE
TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Anayasanın maddesi doğru
herhalde?!..
KAMER GENÇ (Tunceli) – Okudun mu Anayasanın o
maddesini?
SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE
TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Evet.
Yetkinin son bulduğu veya süre bitimine kadar devam
ettiği de belirtilir. Bizim burada belirttiğimiz husus şudur: Bu yetkinin,
sürenin bitimine kadar devam ettiğini vurguluyoruz; yoksa, yetkinin uzatılması
söz konusu değildir.
KAMER GENÇ ( Tunceli) – O, kanunla olur, hükümetin
talebiyle olur.
SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE
TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Hayır, efendim.
BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın Sayın Genç; Komisyon
Başkanı cevap veriyor. Siz, sorunuzu sordunuz, tatmin olursunuz veya olmazsınız.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hükümetin talebi olmadan,
Komisyon bunu nasıl yapar?
BAŞKAN – Yapar efendim.
SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE
TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Genç herhalde
okuyamadılar; ama, incelerlerse, hukuk bilgisiyle çözebileceklerine inanıyorum.
BAŞKAN - Teşekür ediyorum efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, hükümetin böyle bir
talebi yok.
BAŞKAN – Hükümet cevap verecek mi soruya?
DEVLET BAKANI RAMAZAN MİRZAOĞLU (Kırşehir) – Yazılı
cevap vereceğiz efendim.
BAŞKAN – Yazılı cevap vereceksiniz.
KAMER GENÇ (Tunceli) –İhaleler ne oldu?!.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
BEKİR SOBACI (Tokat) – Karar yetersayısının
aranılmasını istemiştik.
BAŞKAN – Oyunun rengini belli etmek üzere, İçtüzüğün 86
ncı maddesine göre, Ağrı Milletvekili Sayın Nidai Seven.
Lehte mi, aleyhte mi Sayın Seven?
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Lehte efendim.
BAŞKAN – Buyurun.
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabiî, detaylara girmek önemli bir olay değildir; ama,
Türkiye'nin şu ekonomisini, müsaade ederseniz, biraz anlatmaya çalışacağım.
Bakınız, onbeş yıllık dönem içerisinde, faizlerin
yüksek olması sebebiyle, rantiye sınıfı oluşmuş ve bu rantiye sınıfının
oluşmasından dolayı, Türkiye'de yatırımların önü kilitlenmiştir. Neden;
yatırımcı bankaya yönelmiştir, yatırımcı parasını götürüp bankaya yatırmıştır
ve o bankaya yatırmış olduğu para karşılığında faiz aldığı için, yatırıma
yönelmemiştir.
Türkiye'de, müteşebbis, yatırımcı, sanayici, eğer,
parasını bankaya yatırıyorsa, ne olacaktır; yatırımlar duracaktır. İşte,
Türkiye'de, yatırım, yıllardır durmuştur ve yatırımın durması demek, istihdamın
önünün kilitlenmesi demektir.
BAŞKAN – Sayın Seven, lütfen, oyunuzun rengini de
belirtir misiniz bu arada; biliyorsunuz, size bunun için söz verdim.
NİDAİ SEVEN (Devamla) – Tabiî.
İstihdamın yok olması demek, işsizliğin ortaya çıkması
demektir. Gelin, Türkiye'de, deprem bölgesindeki tüm insanlarımızın 4 ayda
kaybetmiş olduğu üretimi bugün nasıl yerine getirebiliriz; bunu tartışalım.
TURHAN GÜVEN (İçel) – IMF istemiyor ki!
NİDAİ SEVEN (Devamla) – Efendim, müsaade edin...
Kıskanmayın efendim, kıskanmayın.
KAMER GENÇ (Tunceli) – İhaleleri ne yapacağız?
NİDAİ SEVEN (Devamla) – Siz, burada, halkın önüne
çıktığınız zaman, hiç alakası olmayan şeyler söylediğiniz zaman biz hiçbir şey
söylüyor muyuz? Bırakın, biraz da gerçekleri halka anlatalım.
Ticaret Odalarının talepleri var, şimdi İzmit Ticaret
Odası üyeleri televizyonun başında bizleri seyrediyor; Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği üyeleri bizleri seyrediyor. Ne diyor; acaba bu deprem
bölgesindeki aidatlarımız, temerrüt faizlerimiz 2000 yılının sonuna kadar
gerçekten geciktirildi mi; bu konuda bize yardımcı oldular mı; bunu yapalım.
Sizler 3 dakika ara geçmeden aynı konular, aynı konular, aynı döngüler...
Onun için, ben, sizleri Türk Milletinin geleceği
açısından, birlik ve beraberliğinin iyi ve sağlıklı olabilmesi için...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Seven, 3 dakika süre vermiştim, bitti;
teşekkür ediyorum.
NİDAİ SEVEN (Devamla) – Tamam, cümlemi bitireyim
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Cümlenizi değil de oyunuzun rengini lütfen
söyleyin.
NİDAİ SEVEN (Devamla) – Oyumun rengini!..
BAŞKAN - İşte, onu, evet...
NİDAİ SEVEN (Devamla) – Türk Milletinin refahı
açısından hep beraber, elele verelim ve bu Meclisi, Türk Milletinin emrine
bırakalım.
Bu vesileyle, bu kanunun hayırlı
olmasını diliyor, oyumun da lehte olduğunu belirtmek istiyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Seven.
Efendim, yine, oyunun rengini belirtmek üzere,
İçtüzüğün 86 ncı Maddesine göre, aleyhte olmak üzere, Hatay Milletvekili Sayın
Mehmet Dönen.
Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
Sizin de konuşma süreniz 3 dakika.
MEHMET DÖNEN (Hatay) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; çıkarmış olacağımız bu yasa müzakerelerini, az önce konuşan
arkadaşımın da belirttiği gibi, ticaret odaları ve sanayi odaları üyeleri
ibretle seyrediyorlar ve bizleri arayıp "bizim böyle bir talebimiz
yoktur" diyorlar.
Arkadaşlar, size gelen talep, 1999 Eylül ayından, o
yılın sonuna kadar depreme maruz kalmış üyelerin aidatlarını ertelemek içindir;
ama, siz, burada ne yapıyorsunuz; bir işadamını, şu anda gidip Kocaeli'nde bir
işyeri açtığı zaman, kayıt parasını ödemez duruma getiriyorsunuz. Bu niye
ödemesin? Ankara'dan gitti, Kocaeli'nde ticaret yapacak, orada işyeri açtı;
kayıt ücreti ödemez diyorsunuz, bu ne demek?!
Biz, Meclisin, yanlış bir yasayla uğraşmasına karşıyız.
1590 sayılı Yasaya bir tek madde eklersiniz ve "mücbir sebepten; yani
depremden ve başka doğal afetlerden zarar gören bölgelerde, bunların
aidatlarını ertelemeye, bu kurumlar yetkilidir" dersiniz geçer gider; bu
kadar basit, bir cümle... Yani, bu ülkenin başka yerinde, yarın yine deprem
olursa, bu Meclis, aynı kararnameyi, bir hafta yine mi görüşecek değerli
milletvekilleri?! Yani, arkadaşlar, bu milletin zamanına yazık değil mi?! Üç
gündür bu yasayı görüşüyoruz; ne çıkardığımızı bile bilmiyoruz.
Şimdi, ben, size bir şey söyleyeyim, bu aidatların
hepsini, bu ticaret odaları, sanayi odaları topluyor. Geri mi alacaksınız; yok,
alamazsınız ki zaten. Senin yazı yazdı dediğin ticaret odasından Nihat Bey beni
arıyor ve "ben, 35 kişi çalıştırıyorum; bütün gelir kaynaklarımı yok
ettiniz; ben, bu 35 kişiye nereden maaş ödeyeceğim" diyor. Haklı;
ödeyemez. Onun için, biz, burada, bir yanlışı düzeltelim diye, buraya bir madde
ekleyelim dedik. Daha sonra, ben, Bakanla da görüştüm, onlar da kabul ediyor
yanlış olduğunu; ama, muhalefet olarak biz dillendirdiğimiz için, biz, bunu,
size anlatamıyoruz. Burada, yanlış bir şey yaptık; bu yanlışı düzeltmemiz
gerekirdi; ama, geçti, düzeltemedik.
Değerli arkadaşlar, bunun için, bu yasa tasarısına
olumlu oy vermeyeceğimi, huzurunuzda, bir kez daha belirtiyorum.
Bunu, bir ibret vesikası olarak, üniversitelere
yazacağım; bu yasayı, bütün öğrencilerine tez konusu olarak versinler; bu
Meclis ne yapıyor, bu Bakanlar Kurulu nelerle uğraşıyor, bir okusun, görsünler.
Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dönen.
Tasarının tümünü oylarınıza sunacağım.
BEKİR SOBACI (Tokat) – Karar yetersayısının
aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN – Karar yetersayısı arayacağım efendim.
Tasarının tümünü kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Karar yetersayısı vardır; tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Hayırlı ve
uğurlu olmasını diliyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar; DYP
sıralarından alkışlar [!])
BAŞKAN – Sayın Bakanın bir teşekkür konuşması talebi
var.
Buyurun Sayın Mirzaoğlu.
DEVLET BAKANI RAMAZAN MİRZAOĞLU (Kırşehir) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanunun çıkmasındaki yoğun çabalarınız ve
gayretleriniz için hepinize teşekkür ediyorum.
Bu kanunun çıkması sırasında, pek çok husus, bu
kürsüden konuşuldu. Hiç şüphesiz, yapıcı tenkitlerden yararlanacağımızı
hükümetimiz adına beyan etmek istiyorum. Yalnız, şu gerçeği hepimizin bilmesi
gerekir ki, asrımızın en büyük iki depremiyle karşı karşıya kaldık. 10 ilimizi
ilgilendiren, sanayimizin yüzde 48'ini barındıran bir bölgede iki büyük deprem
oldu. Bu depremi, hükümetimiz, devletimiz ve halkımız, büyük özveriyle, büyük
fedakârlıklarla karşıladı ve depremin yaraları büyük ölçüde sarıldı. Bu
bakımdan, Türk Halkına, depremde yardım yapan herkese candan teşekkür ediyorum.
Şimdi, bu kürsüden, dışarıdan yapılan yardımların çok
abartıldığı kanaatindeyim. Tabiî ki, dış devletlerden, ülkelerden yardım yapıldı;
ama, bu, abartılı bir şekilde söylenildi. Devletimizin dışarıdan aldığı toplam
bağış, sadece 155 trilyon liradır. Buna karşılık, devletimiz ve halkımız,
Sosyal Yardımlaşma Vakfı olarak 110 000 aileye, kira yardımı olarak da, yine
ihtiyacı olan bütün ailelere 190 trilyon lira dağıtmıştır.
Yine, bildiğiniz gibi, geçici konutlar, prefabrike
konutlar süresi içerisinde bitirilmiş, hükümetimiz, bir hafta evvel de kalıcı
konutların ihalesini şeffaf bir şekilde yapmıştır.
Yine, deprem bölgesinde -yine övünerek, gurur duyarak
söyleyebiliriz ki- sanayi üretim kapasitesi, depremden evvelki yüzde 75
kullanılma oranına ulaşmıştır.
Değerli milletvekillerimiz, yine bildiğiniz gibi,
Sakarya İlimiz üç sefer yıkılmıştır. Bu üç sefer yıkılmadan, hükümetimiz ve
halkımız gerekli dersleri çıkararak, sağlam zemin etütlerinin yapıldığı yere
kalıcı konutların yapılmasına karar vermiştir. Hiç şüphesiz, takdir yüce
milletimizindir; haliyle, bu kürsüden her şey söylenilmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu kanunun özüyle
ilgili bir şeyler söylemek istiyorum: 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde
meydana gelen depremlerde mağdur olan oda ve borsa üyelerinin oda ve borsalara,
oda ve borsaların da birliğe olan aidat borçlarının tahsilinde 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsili Hakkında Kanun hükümleri uygulanmaktadır. Oda ve
borsaların ve Birliğin, aidat alacaklarını tehir veya terkin yetkileri
bulunmamaktadır. Ertelemenin yasal yolla yapılması gerektiğinden, 591 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname çıkarılmıştır. 591 sayılı Kanun Hükmünde Kararname,
25.2.2000 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak, Anayasanın 91 inci maddesi
uyarınca, aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı, kanun hükmünde kararnameyi, sadece, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonuna havale etmiştir. Kanun hükmünde
kararname, komisyonda, 1.6.2000 tarihinde görüşülerek, erteleme tarihi,
31.8.2000 yerine 31.12.2000 olarak değişitirilmek suretiyle kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, deprem bölgesindeki oda ve
borsaların Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine olan ve ertelenmeye konu edilen
aidat borcu 189 milyar TL'dir. Üyelerin oda ve borsalara olan aidat borçları
ise, yaklaşık 1 trilyon 400 milyar TL'dir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kabul etmiş
olduğunuz bu kanunla, 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde meydana gelen
depremlerde zarar gören oda ve borsa üyelerinin, oda ve borsalara; oda ve
borsaların da Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliğine olan yıllık aidat ve munzam aidat borçları ve faizleri ile
depremden önceki birikmiş aidat ve faiz borçları, 31.12.2000 tarihine kadar
ertelenmiş bulunmaktadır.
Şahsım ve Bakanlığımız adına, kanunla ilgili
katkılarından dolayı, tüm parti gruplarına ve şahısları adına söz alan değerli
üyelere teşekkür eder; saygılar sunarım. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Değerli milletvekilleri, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının
Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri
Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.
5. – Kamu
Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yok.
Hükümet?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Alınan karar gereğince, 3 üncü sıraya alınan, 190
Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki
Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının
görüşmelerine başlıyoruz.
6. – 190
Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki
Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/601) (S.
Sayısı: 426) (1)
BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu
oylarınıza sunacağım: Raporun okunmasını kabul edenler... Etmeyenler... Raporun
okunması kabul edilmemiştir.
Tasarının tümü üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına,
Antalya Milletvekili Sayın Kemal Çelik; buyurun efendim. (DYP sıralarından
alkışlar)
DYP GRUBU ADINA KEMAL ÇELİK (Antalya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısıyla ilgili, Doğru Yol Partisi Grubu
adına görüşlerimi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi, en samimî
duygularımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, demokratik ülkelerde polis
teşkilatı, emniyet teşkilatı, daima demokrasinin teminatı olarak önplana
çıkmıştır. Emniyet ve asayiş görevini yürüten polis teşkilatı, demokratik
ülkelerde, her zaman, sivil otoriteye bağlı olarak görev yapar. Yani, emniyet
teşkilatı, polis - halk ilişkisi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi
dünyanın önem verdiği değerler bakımından, sık sık, sivil otoriteye bağlı
olması nedeniyle tartışılır, sorgulanır. Bu, demokratik ülkelerde olabilecek
bir olaydır. Yani, demokratik ülkelerde, polisin, yaptığı icraatlardan, insan
haklarından, hukukun üstünlüğü gibi önemli konulardan dolayı her zaman
sorgulanma şansı vardır. Demokrasisini tam olarak yerleştiremeyen ülkelerde
ise, polisin, tartışılması, sorgulanması hemen hemen mümkün değildir.
Burada, şunu belirtmek istiyorum: Polis, sivil
otoriteye bağlıdır; demokratik ülkelerde de, sivil otorite, polisi, her zaman
sorgular. Bunun da kıymeti, ülkemizde ve diğer demokratik ülkelerde, çok iyi
bilinmelidir. Bugün, Meclisimiz de, polisimizi, özellikle insan hakları
konusunda sorgulayabilmektedir, rapor düzenleyebilmektedir. Raporun içeriğini
tartışmıyorum, şöyle olmuş, böyle olmuş demiyorum; ama, demokratik bir ülke
olan Türkiye Cumhuriyetinde, polis teşkilatının, sorgulanabilir, tartışılabilir
olduğunu özellikle ifade etmek istiyorum ve burada, demokrasinin de kıymetini
özellikle belirtmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, dünya hızla değişmektedir.
Dünyada, insanlar, demokrasiye direnseler, değişime direnseler de dünya
değişiyor. Küreselleşen bir dünya var, bloklaşan bir dünya var. Tabiî, bu
dünyada, bilgi toplumuna gelinen bir dünyada, çağdaş dünyada suç türleri de
değişmiştir, yeni suçlar ortaya çıkmıştır. Bilgi teknolojisine paralel olarak,
enformasyonla iligili suçlar oluşmuştur bugün dünyada. Dünyada, bireysel
suçların yerini, ağırlıklı olarak, örgütlü suçlar ve orga-
(1) 426 S. Sayılı Basmayazı tutanağa
eklidir.
nize suçlar almıştır. Suç işleme biçim ve yöntemleri
değişmiştir. Suçların ve suçluların nitelikleri değişmiştir ve bu değişime
karşı, demokratik ülkeler, polis teşkilatlarında da değişime gitmişlerdir.
Özellikle, Avrupa Birliği ülkelerinin "Europol" adı altında Avrupa
polisini kurduklarını görüyoruz. Buradaki amaç, bloklaşan dünyada, küreselleşen
dünyada, yeni bir anlayışla, insanların güvenliğini demokratik bir biçimde
sağlamaktır; yani, Avrupa Birliği de, demokratik bir şekilde, yeni bir polis
birliğini meydana getirmiştir. İşte, Türk polisi de buna ayak uydurmak
mecburiyetindedir; ama, Türk polisinin buna ayak uydurabilmesi için, Türkiye
Cumhuriyeti de, elbette, tam demokratik bir ülke olmak zorundadır. Bugün sahip
olduğumuz ekonomik devlet özelliği, bugün sahip olduğumuz merkeziyetçi sistem
nedeniyle, suç işleme oranı her gün artar. Yani, demokrasisini tam olarak
kuramayan, demokrasisini tam olarak sağlayamayan ülkelerde, suçlar da artar,
suçlular da artar, suç işlemeye müsait bir ortam çıkar.
Değerli arkadaşlarım, Sayın İçişleri Bakanımız burada
yok; ama, ben, özellikle bazı hususlara –burada olsaydı daha iyi olurdu–
değinmek istiyorum. Bugün, Türkiye'de, merkeziyetçi bir devlet yapısının,
devletin ekonomiyi kontrol etmesinin bir sonucu olarak, değişik şekillerde suç
işlenmiştir. Yalnız, özellikle son günlerde yapılan operasyonlarla ilgili
tartışmalar kamuoyunun zihnini bulandırmıştır. Bugün, Türk polisi, gerçekten,
kendisinden beklenilenin üzerinde bir verimle ve gayretle çalışmaktadır; her
türlü takdire şayandır. Hatası vardır, suçu vardır; ama, Türk polisi her zaman
tartışılabilmiştir, her zaman sorgulanabilmiştir. Yalnız, özellikle Türk
polisinin bu başarılarına karşı, siyasîler, maalesef, yanlış uygulamalara
gitmişlerdir ve polisin elde ettiği veya elde edeceği başarıların
engellendiğini de görmekteyiz. Son önemli operasyonlarda bakıyoruz ki, alınan
ifadeler gazete sayfalarında... Bazı suçluların itirafçı oldukları ortaya
atılıyor; ama, bakıyorsunuz ki, daha sonra, suç işleyen bunlar değildir; işte,
yeni kişiler, yeni suçlular ortaya çıkıyor ve bunun sonucu olarak da
vatandaşımızın zihni bulandırılıyor. Önemli operasyonlarda, maalesef,
vatandaşımızın zihni bulandırılıyor. Burada, herkes, görev ve yetkisini
bilmelidir. Cumhuriyet savcılarının yetkilerini, maalesef, bazı siyasilerimiz
kullanmaya kalktıkları için de, bugün, önemli operasyonlardan sonuç alınamıyor.
Bu konuda, özellikle, Sayın İçişleri Bakanımızın dikkatini çekmek istiyorum;
cumhuriyet savcılarının yetkileri cumhuriyet savcıları tarafından kullanıldığı
takdirde, önemli operasyonlara, önemli sonuçlara ulaşılacağına inanıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bugün, polisimize yeni kadrolar
vereceğiz. Kısaca, bazı konulara temas etmek istiyorum. Türkiye'de, lise mezunu
olan ve sekiz ay polis okullarında kurs görenler polis olarak göreve başlarlar.
Bu sekiz aylık süre, polisimizin branşlaşmasına ve uzmanlaşmasına yeterli
değildir, mümkün de değildir. Türkiye'de 142 273 polis var. Bu sayı itibariyle,
414 kişiye 1 polis düşüyor. Almanya'da 300 kişiye, Fransa'da 243 kişiye,
Hollanda'da 340 kişiye, İspanya'da 205 kişiye, İtalya'da ise 215 kişiye 1 polis
düşüyor. Demek ki, Türkiye'nin yeni polis alımına ihtiyacı var; ama, burada
üzerinde durmamız gereken konu şu: Nitelik mi, nicelik mi; bugün, sayı artışı,
polis teşkilatının verimini sağlar mı, polis teşkilatının daha hızlı, daha
etkin bir hizmet yapmasını sağlar mı, sağlamaz mı; baktığımız zaman, sağlamaz.
Önemli olan, polisin nitelikli bir hale gelmesidir. O konudaki önerilerimizi
de, daha sonra sizlere sunacağım.
Değerli arkadaşlarım, özellikle değişik ülkelerde,
demokratik ülkelerde, yeni polis kadrosu istenirken, bazı yöntemler uygulanır;
yani, bazı planlar ve programlar yapılır, bu planlar ve programlar
çerçevesinde, hedeflenen programlar çerçevesinde yeni polis alımına gidilir.
Bakınız, Amerika Birleşik Devletlerinde, 1995 yılında,
yeni suçla mücadele yasası devreye girdi. Suçla mücadele yasasındaki amaç
şuydu: Son yıllarda Amerika'da artan terör, şiddet ve adi suçları azaltmayı
amaçlıyordu. O zaman, yasayla
"biz, beş yıl için 100 000 polis alacağız, 19 ayrı tip saldırı
silahının, yapım, satış ve bulundurulmasını yasaklayacağız, 60 federal suça
ölüm cezası getireceğiz, yeni cezaevleri inşa edeceğiz, terör suçlarıyla ilgili
cezaları 5 yıldan 8 yıla çıkaracağız" diye bazı planlar, programlar ve
hedefler ortaya koydular ve bunun yapılması için de 30 milyar dolarlık bir fon
ayırdılar. Buradaki amaç şuydu: Yeni polis kadrosu istenirken, bu hedefleri de
gerçekleştireceğiz diye bir plan, program koydular. Amaç, suç işlenme oranının
azaltılması; yani, polisin aslî görevi olan önleyici kolluk görevinin en iyi
şekilde yerine getirilmesiydi.
Şimdi,
bakıyoruz ki, biz de 20 000 civarında polis kadrosu alacağız; ama, nasıl
alacağız; bir planımız, bir programımız var mı; Amerika Birleşik Devletlerinin
yaptığı gibi, yeni bir sistemle, yeni bir programla mı alıyoruz; hayır, öyle
değil; ihtiyacımız var, alacağız... Bunlar yanlış. Türkiye'de, özellikle,
merkeziyetçi yapıdan, ekonomik devletten kurtulmanın yolu olan yapısal
reformlarla birlikte, emniyet teşkilatında da bir yeni yapısal reforma
gitmediğimiz sürece, yine tartışılmaya devam edeceğiz ve yine, ferdî
başarılarla övünmeye devam edeceğiz.
Burada, tabiî ki, bakın, Amerika Birleşik Devletlerinin
yaptığı gibi, adalet reformu ortaya çıkıyor; yani, iç güvenlikle, polisin
çalışmasıyla ilgili olarak adalet reformu gerçekten önplana çıkıyor. Yapısal
reformlar kapsamında, demokrasinin savunulduğu, insan hak ve hürriyetlerinin
önplanda tutulduğu bir adalet reformuna ihtiyaç vardır.
Size bazı örnekler vermek istiyorum. Türkiye genelinde,
geçen yıl, ceza mahkemelerinin iş yükü 2,5 milyon civarında, hukuk
mahkemelerinin 1,5 milyon civarında. Yani, mahkemelerimizin, toplam 4 milyon
civarında iş yükü vardı. Hâkim sayısı ise, 5 700; savcı 3 000 civarında;
yani, toplam 8 500 civarında bir hâkim
ve savcı var.
İstanbul'a bakacak olursak -özellikle dikkatinizi
çekmek istiyorum- İstanbul'daki iş yükü ise 700 000 civarında; ama, buna
mukabil, hâkim ve savcı sayısı, toplam 160 civarında. Yani, İstanbul'da,
Türkiye genelinin yüzde 25'i oranında suç işlenmesine rağmen, hâkim ve savcı
sayısı, maalesef, yüzde 1,7'si. Tabiî ki, İstanbul'daki bu suçu, böyle bir
çelişkiyle önleyemeyiz; önlememiz de mümkün değildir. Onun için, diyoruz ki,
adalet sistemiyle, adalet reformuyla birlikte bu çalışmalar yapılmadığı sürece
başarılı olmamız mümkün değildir.
Size, bazı kısa örnekler vereyim. Bir adalet sistemi
düşünün ki -polisle bağlantılı olduğu için söylüyorum- polis, bir suçluyu yakaladı,
ifadesini aldı, delilleri topladı, tanıkların ifadesini aldı, dosyayı
tamamladı, cumhuriyet savcısına gönderdi; sanık dedi ki, polisteki ifademi
kabul etmiyorum; sil baştan yeniden ifade almaya başlıyoruz. Şimdi, burada
başarılı olmamız mümkün mü; değil. Yani, polisin, burada başarısından
bahsedemeyiz. Önleyici kolluk hizmetlerini yapmasının da bir anlam ifade
etmediğini görüyoruz.
Bir örnek daha verelim. Vatandaş, birisine bir çek veya
senet karşılığı mal satıyor; ancak, çek veya senedini tahsil edemez. Yasalar,
tahsilatı kolaylaştırmıyor; aksine, zorlaştırıyor. Borcunu ödemeyene de bir şey
yapamıyorsunuz. Bunun sonucu ne oluyor; çek-senet mafyası oluyor. Yani,
çek-senet mafyasını vatandaş mı ortaya çıkarıyor veya polis mi türetiyor?..
Çek-senet mafyası, bizim adalet sistemimizin yetersizliğinden kaynaklanıyor. O
zaman, ne yapacağız; 21 inci Yüzyıl Türkiyesinde adalet reformunu bir an önce
yapacağız.
Adalet sistemine ayak uydurmadığımız sürece, adalet
sistemini, gerçekten, layık olduğu yere getirmediğimiz sürece, çağdaş dünyanın
adalet sistemi olarak yeniden yapısal bir reformla inşa etmediğimiz sürece,
maalesef, altından kalkamayız. Ne oluyor bugün? Bugün şu oluyor: Sürekli
sorunları erteliyoruz.
Bakın, sorunlar, Türkiye'de sürekli erteleniyor. Niye;
çünkü, hiçbir yapısal reformu yapamıyoruz, adalet reformunu yapamıyoruz, eğitim
reformunu yapamıyoruz, merkezî idarenin ağırlıklarını atmasını sağlayamıyoruz,
ekonomik devletten etkin ve güçlü devlete geçemiyoruz ve bunun sonucunda da,
sorunları erteliyoruz. Sorunları erteleyince ne oluyor; cezaevlerinde her gün
isyan çıkıyor, mafyanın hesaplaştığı yer olarak cezaevlerindeki olayları her
gün gazetelerden okuyoruz ve bunun önüne de geçemiyoruz, önüne geçmemiz de
mümkün değil. Hatta, öyle ki, cezaevlerinde hücre sistemine mi geçelim, koğuş sistemine mi geçelim diye, onu
tartışıyoruz ve sorunları erteliyoruz; ertelemeye de, bu gidişle, devam
edeceğiz. Kökten çözüme gitmediğimiz sürece, adalet reformunu gerçekleştirmediğimiz
sürece, etkin, hızlı ve adil yargılamayı gerektiren bir adalet sistemini
gerçekleştirmediğimiz sürece, başarılı olmamız mümkün değildir.
Değerli arkadaşlarım, bütün bu olumsuzluklara rağmen,
polis, başarılıdır; ama, şu var -baştan da söyledim- başarılı demekle
yetinmeyeceğiz; polisin, sivil otoritenin bir temsilcisi olarak, her zaman
sivil otorite tarafından sorgulanabilme olayını da özellikle belirtiyorum ve
son günlerde poliste başka bir yapılanmaya doğru gidiş şeklinde yaygın bir
görüş var; bu, son derece yanlıştır. Sivil otorite polisten elini çektiği anda,
hiçbir şekilde oraya giremezsiniz. Buna da dikkatinizi çekiyorum.
Bir polis memuru, bugün, 250 milyon lira civarında bir
maaş alıyor ve buna rağmen, bu polis teşkilatı başarılı. Buna da özellikle
dikkatinizi çekiyorum. Maalesef, hükümet, hiçbir tasarı da getirmedi. Bu polis,
bizim polisimiz; bu çocuklar, bizim çocuklarımız. Bunların bazı hataları da
olmuştur, bunların bazı suçları da olmuştur; ama, bizim, bunları sorgulayabilme
imkânımız var; bizim, bunları hizaya getirebilme imkânımız var. Adalet reformu
yaparız, yapısal reform yaparız; biz, polis teşkilatını her zaman hizaya
getirebiliriz; çünkü, polis -hep, sık sık söylüyorum- sivil otoriteye bağlı bir
teşkilattır. Bunun da kıymetini bilelim; ama, her şeyden önce, lütfen, polisin
maaşı konusunda, hep beraber, üzerimize düşeni yapalım. Bu çocuklar, bizim
çocuğumuzdur; bu çocuklar, bizim lise mezunu çocuklarımızdır; onlara sahip
çıkmasını bilelim.
Değerli arkadaşlarım, bazı önerilerim olacak. Avrupa
Birliğini hedefleyen bir ülkede, elbette, yapısal reformlarla birlikte, polis
teşkilatımızda yapılması gereken bazı hususlara dikkatinizi çekmek istiyorum.
Emniyet Genel Müdürlüğümüzün, bugün, 5 000 civarında
-zannediyorum, öyle- personeli var. Bu, fazla. Emniyet Genel Müdürlüğü 1 000
kişiyle idare edilmeli. Sayın Bakanım da bilir. Yani, personelin çoğunluğunu
illere devretmemiz gerekiyor. Emniyet Genel Müdürlüğü, sadece planlayan,
programlayan, inceleme ve araştırma yapan, denetleyen bir konuma getirilmeli,
bazı şeyleri burada yapan bir teşkilat olmaktan çıkarılmalıdır. Genel Müdürlüğü
küçültmediğimiz sürece, illeri etkin hale getirmediğimiz sürece de başarılı
olamayız.
Emniyet teşkilatı personelinin eğitim ve yetenek
düzeyinin yükseltilmesi amacıyla polis kolejimizin sayısını artırmamızda fayda
var. Bugün, polis okulları sekiz aylık bir eğitimle polis yetiştiriyor. Avrupa
Birliğine girmeye aday bir ülke olan Türkiye'de, polis okullarını, iki yıllık
meslek yüksekokullarına süratle döndürmemiz gerekiyor. Bu, sık sık söylenilir;
ama, bir türlü de yerine getirilmez. Polis okulları iki yıllık meslek okulları
haline getirilmeli; bu, bana göre çok önemli.
Değerli arkadaşlarım, tabiî, polis, branşlaşma ve
uzmanlaşmayı maalesef yapamıyor. Daha sonra, mesleğe başladıktan sonra
branşlaşmaya ve uzmanlaşmaya gidiyor ki, bu da, son derece sakıncalı ve böyle
olduğu takdirde, verimli olması da mümkün değildir. Bu nedenle, branşlaşma ve
uzmanlaşmayı esas alan yeni bir sisteme gidilmeli ve bu kapsamda da polis
okullarında dört branş şeklinde eğitim verilmelidir:
Suçu önleme polisi şeklinde bir grup polis... Önleyici
kolluk görevi. Yani, suç olmadan önce, suçun olmasını, suçun işlenmesini
önlemeye yönelen bir polis.
Suç ve suçlularla mücadele polisi... Bu, adlî polis,
suç işlendikten sonra devreye girmesi gereken polis.
Yardım ve destek polisi.
Bir de trafik hizmetleri polisi.
Bunu, özellikle Meclis kürsüsünden ifade etmek
istiyorum ki, Sayın İçişleri Bakanımız da herhalde, daha sonra alır okur.
Avrupa'da olduğu gibi, polisin, bu sayede, uzmanlaşmasını ve branşlaşmasını
sağlayan yeni bir yapılanmaya gitmek gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen tamamlayın efendim.
KEMAL ÇELİK (Devamla) – Eğer, uzmanlaşma ve
branşlaşmaya gitmediğimiz takdirde, arasıra, böyle raporlar düzenleriz. Onun
için, polisin uzmanlaşmasına ve branşlaşmasına ağırlık vermeliyiz. Tabiî ki, bu
kapsamda, eğer, uzmanlaşma ve branşlaşmayı sağlarsak, adlî polis görevini
bilir, önleyici polis görevini bilir ve bundan sonra, suçludan sonuca değil,
delilden sonucu giden bir yöntem uygulanmalıdır; bu çok önemli. Polisin,
delilden sonuca gitmesini sağlayan uzmanlaşmış ve branşlaşmış bir ekip işbaşına
gelmelidir.
Değerli arkadaşlarım, yine, Emniyet Genel Müdürlüğünün,
özellikle, inceleme, araştırma ve değerlendirme görevi kapsamında, yeni polis
araştırma enstitüsü kurulmalıdır ve özellikle, şunu görüyoruz; terörle
mücadelede polisimizin çok başarılı olduğu bir gerçek; ama, uyuşturucuyla
mücaadelede, vatandaşlarımız da_
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen tamamlayın.
Buyurun.
KEMAL ÇELİK (Devamla) – Uyuşturucuyla mücaadelede yeni
bir fon oluşturulmalı. Avrupa'da vardır bu. Türkiye'de de yeni bir fon
oluşturup, bu konunun üzerine gidilmelidir.
Ben, beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum
ve bu kanunun ülkemize ve tüm polis teşkilatımıza hayırlı, uğurlu olması
dileğiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.
Fazilet Partisi Grubu adına, Diyarbakır Milletvekili
Sayın Osman Aslan; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA OSMAN ASLAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; 426 sıra sayılı 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait
Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Fazilet Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; liberalizmin fikir
babası sayılan Adam Smith'in tabiî kanun olarak adlandırdığı teorisine göre,
devletin 3 temel görevi vardır. Bu görevlerden biri ulusal savunma; ikincisi,
adalet ve yönetim; üçüncüsü, kârlı olmadığı için birey tarafından
yapılamayacak, fakat, toplumsal ihtiyaçların karşılanması için gerekli olan
işlerin yapılması.
Buna göre, liberalizmin yeni bir versiyonu olan yeni
dünya düzenini benimseyen ülkelerde, adalet, millî savunma, içişleri ve
hizmetler olmak üzere, dört temel bakanlık önplana çıkmaktadır.
Ülkenin yönetimiyle ilgili olan İçişleri Bakanlığının
omurgasını oluşturan ise, malumunuz, emniyet teşkilatıdır. Ülkemizin gelişmesi,
hızlı nüfus artışı, sosyal ve ekonomik yapının canlılık kazanması, küçük
yerleşim birimlerinden büyük yerleşim birimlerine yönelik göçler olması nedeniyle,
polisin görev alanı genişlemiş, suç ve suçlu sayısındaki artış sonucu, toplumun
huzur ve güvenini korumak amacıyla, yeni emniyet birimlerinin kurulması ve
mevcut birimlerin yenilenmesi ihtiyacı doğmuştur.
Tasarıyla, emniyet hizmetlerinin daha etkin ve sürekli
bir şekilde topluma sunulabilmesi amacıyla, yeni kurulan ve yenilenen
birimlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere, 10 000 adet polis memuru kadrosu
ihdas edilmektedir. Biz, İçişleri Komisyonunda, bu sayıyı 20 000 olarak
öngörmüştük; fakat, Plan ve Bütçe Komisyonunda, bu sayı, tekrar 10 000'e
indirilmiş bulunmakta. Gerekçesi de, bütçede yeteri kadar ödenek
olmayışındandır. Halen, Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde 158 000 polis memuru
görev yapmaktadır. Hedeflenen kadro adedi 200 000'dir. Yılda, yaklaşık 5 000
polis memuru emekli olmaktadır. İhtiyaç duyulan kadro adedi 42 000'dir. İlk
etapta alınacak 10 000 polis kadrosunun aylık maliyeti 3 trilyon lira, yıllık
maliyeti ise 37 trilyon liradır.
1997 yılında yapılan nüfus sayımı göz önüne
alındığında, kentsel kesimde, yani polis sorumluluk bölgesinde yaşayan insan
sayısının 41 257 000 kişiye ulaştığı ve polisin, Türkiye nüfusunun yüzde 65'ine
hizmet götürdüğü görülmektedir. Halen, Türkiye'de, 139 ilçede polis teşkilatı
yoktur. 139 ilçeyle beraber, belde ve köylerin tamamında emniyet hizmetleri
jandarma ve asker marifetiyle görülmektedir. Hatta, büyük kentlerde bile,
meydana gelen bazı olaylarda, polisin yetersiz kaldığı, askerî birliklerden
takviye kuvvet istediği bilinmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Avrupa
standartlarına göre, her 250 kişiye 1 polis düşmesi gerekirken, ülkemizde 430
kişiye 1 polis düşmektedir. Nüfusumuzun yüzde 65'ine hitap eden Emniyet
Teşkilatı, bu hizmetini 1937 yılında çıkarılan teşkilat kanununa bağlı olarak
yerine getirmektedir. 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu, günümüzün gelişen
ve değişen şartlarına göre yeniden düzenlenmeli ve Avrupa Birliği mevzuatıyla
uyumlu hale getirilmelidir.
Hızla artan nüfusumuza paralel olarak çeşitlenen suçlar
ve yeni suç teknikleri karşısında, polisimizin suç ve suçlularla hukuk
kuralları içerisinde mücadele edebilmesi için, teknik açıdan kendini yenilemesi
gerekmektedir. Beş yıllık kalkınma planlarında bu hedef hep yer almış; ancak,
bir temenni olmaktan öteye gidememiştir.
Bilindiği gibi, günümüzde "organize suç" ya
da "örgütlü suç" kavramı sıkça söylenmektedir. Bu suçun tanımı
şöyledir: Belirli bir grup insanın bilinçli olarak, belirli bir süre yasadışı
eylemlerde işbirliği yapmak üzere karar vermeleri, kendi aralarında görev
bölümü yapmak suretiyle ve çoğunlukla modern altyapı sistemleri kullanarak,
mümkün olduğu kadar büyük kârlar elde etmek amacını güden suç biçimidir.
Örgütlü suç gruplarının faaliyet alanlarını sıralamak
gerekirse; uyuşturucu madde kaçakçılığı ve dağıtımı, silah kaçakçılığı, sahte
para basımı ve dağıtımı, beyaz kadın ticareti, mülteci ticareti, kumarhane
işletmeciliği, nükleer, biyolojik ve kimyasal madde kaçakçılığı, organ
kaçakçılığı ve ticareti, sübvansiyon, ihale ve kredi yolsuzlukları, bilgisayar
teknolojisinin kullanımıyla gerçekleştirilen sanal ekonomik ya da elektronik
suçlar, sanat eserleri ve antika hırsızlığı sayılabilir; bu örnekleri daha da
çoğaltmak mümkündür.
Yine, organize suç grupları ile terör grupları ve hatta
bazı kamu görevlileri arasında bağlantılar bulunmaktadır. Mafya tipi
örgütlenmelerde, grup yapısı ne derece değişik olursa olsun, ana amaç azamî
kârlılıktır. Bu amaca ulaşmak için, bazı terör grupları ve kamu görevlileriyle
işbirliği kurulabilmektedir; dünyada ve Türkiye'de bunun pek çok örnekleri
görülmüştür.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Emniyet
Teşkilatımızın gelişen teknoloji ve buna bağlı olarak ortaya çıkan suç ve
suçluluk türleriyle mücadele etmesi, alacağı eğitimin de çağın gereklerine
uygun olmasıyla doğru orantılıdır. Bugün için organize suç örgütlerinin sürekli
çeşitlilik gösterdiği ülkemizde, suç ve suçlulukla mücadele yöntemlerini
geliştirirken, gerekli hukukî ve eğitime ilişkin donanımlara, polis teşkilatı
olarak kavuşmak zorunluluğu vardır.
Diğer önemli bir husus, emniyet mensuplarının
ücretleridir. Bütçeden Emniyet Genel Müdürlüğüne ayırılan paylara baktığımızda,
yaklaşık yüzde 70'inin personel harcamalarına, geri kalanın da transfer
harcamalarına gittiği, dolayısıyla, eğitim, teknolojik yenilenme ve yatırımlara
pay ayrılamadığı görülmektedir. Emniyet Teşkilatının bu kısır döngüden bir an
önce kurtarılması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, Emniyet Teşkilatının
devlet bütçesinden aldığı pay, Avrupa standartlarına göre en az yüzde 10 olması
gerekirken, yüzde 3 dolayında seyretmektedir.
İçişlerine bağlı kuruşlardan sadece ve sadece Emniyet
Teşkilatı 657 sayılı Kanuna tabi iken, diğer kuruluşlar kendi özel kanunlarına
tabi olup, sözleşmeli veya kapsamdışı statüde daha iyi ücret almaktadırlar.
1980 yılında 657 sayılı Kanuna eklenen geçici bir maddeyle, Emniyet Teşkilatı
personel kanunu çıkarılması öngörülmüş ise de, aradan yirmi yıl geçmesine
rağmen, bu çalışma sonuçlanamamış ve emniyet mensuplarının özlük haklarındaki
iyileşmeler bir türlü gerçekleşememiştir.
Emniyet Teşkilatının adlî, idarî, siyasî, trafik,
organize suçlar ve terörle mücadele gibi pek çok görevi vardır. Bu görevler,
toplumun her kesimiyle ilgili görevlerdir ve çalışma şartları bakımından,
yirmidört saat, gece-gündüz demeden, yaz-kış demeden çalışmayı gerektirir.
Eskiden Hakkâri, Şırnak gibi yerler, polis için sürgün bölgesi sayılırken,
şimdilerde İstanbul sürgün bölgesi sayılmaktadır; bunun nedeni de ücret
azlığıdır.
Yalnız polis değil, genel olarak kamu çalışanlarının ve
özellikle de genel idare sınıfındaki personelin aldıkları ücretler de gerçekten
içler acısıdır.
Konuyla ilgili çok çarpıcı bir fıkra anlatılmaktadır.
Fıkrayı müsaadelerinizle sizlere de anlatmak istiyorum.
Şöyle ki: "Türk, Alman ve Amerikan devlet
başkanları bir araya gelip bazı meseleleri görüşüyorlar. Sıra kamu
çalışanlarının ücretlerine geliyor. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı diyor
ki: 'Biz çalışanlarımıza ayda 3 000 dolar ödüyoruz, bunun 2 000 dolarını
harcıyorlar, 1 000 dolarını da tasarruf ediyorlar.'Alman devlet başkanı da,
çalışanlarına 5 000 mark ödediklerini, bunun 3 000 markını harcadıklarını,
artan 2 000 markı da çeşitli tasarruflarda kullandıklarını ifade ediyor. Türk
başbakanı diyor ki: "Biz, çalışanlarımıza ortalama 200 milyon lira
veriyoruz, kalan 200 milyon lirayı da nasıl buluyorlar bilemiyoruz."
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; diğer önemli
bir hususa da kısaca değinmek
istiyorum; yani, konunun hep olumlu yönlerini anlatırken, biraz da olsa,
olumsuz yönlerine de girmek istiyorum. Danışmanımla birlikte, bizzat müşahede
ettiğim bir konuyu ifade etmek istiyorum. Geçtiğimiz kış sert geçmişti. Siyasal
mezunu, yükseklisanslı bir arkadaş ziyaretime geliyor; bu arkadaş müfettişlik,
daire başkanlığı, genel müdür yardımcılığı gibi görevlerde de bulunmuş. İsim
vermek istemiyorum. Danışmanım, onu Dikmen kapısından almaya gidiyor. Arkadaş,
cihazdan geçmenin yeterli olacağını, üstünün aranmayacağını zannederek, hava
soğuk olduğu için elleri paltosunun ceplerinde geçmeye çalışırken, polis, çok
kaba bir şekilde kolundan tutup "çıkar şu ellerini de üstünü
arayayım" diye hakaret ediyor. Arkadaş da "esas duruşa da geçelim mi
bari" demiş. Benim danışmanım da polise "bu arkadaş, üst düzey
yetkili bir bürokrattır ve İçişleri Komisyonu üyesi milletvekilimin de
ziyaretçisidir; bu davranışın çok kaba değil mi" diye soruyor. Polis
memuru şöyle ifade ediyor: "O, bürokratsa ben de polisim." Yani, buradan, ifade etmek istediğim konuya
da geleceğim.
Üst düzey bürokratlar ve hatta milletvekilleri,
polisler tarafından rencide ediliyor. Bunu, birçok milletvekilimiz de biliyor.
Gösteri yapan memurlar, öğrenciler yerlerde coplanıyor. Polis-vatandaş arasında
kan davası varmış gibi manzaralara şahit oluyoruz.
Bütün bunları anlatırken, eğitimin önemini de
vurgulamak istiyorum. "Bunlar münferit olaylardır"deyip
geçiştiremeyiz. Emniyet Teşkilatı, devletin vatandaşa hitap ettiği yüzüdür; bu
yüzün, sevecen, insancıl ve pırıl pırıl olması icap etmektedir.
Emniyet Teşkilatında 1989 yılında yüksek tahsil oranı
yüzde 8 iken, yüzde 14'e çıkmış; lise mezunu oranı yüzde 56'dan yüzde 84'e
çıkmıştır. Bu, sevindirici bir gelişme olmakla beraber, yeterli değildir.
Burada kamu hizmeti niteliğinin olabildiğince üst düzeyde verilmesi lazım
geldiği için yükseköğrenim düzeyini süratle yükseltmemiz gerekmektedir.
Hızlı kentleşme, bulunduğumuz coğrafyanın terörist ve
organize suçlara elverişliliği ve bu suçların giderek çeşitlenmesi ve bunlara
benzer durumlar, polisimizin meslekî alanda çok yaygın bir eğitim almasını
gerekli kılmaktadır. Aynı zamanda, polisin çok iyi bir hukuk eğitimi alması
lazımdır; çünkü, vatandaşla karşı karşıya geldiği zaman hukuk kurallarını
uygulamak durumundadır.
Hal böyle iken, Türkiye'de 1 adet polis koleji
bulunmaktadır. 6 400 olan polis okulları öğrenci kapasitesinin 10 000'e
çıkarıldığını ve polis okullarında eğitim süresinin oniki aydan dokuz aya
çekildiğini görüyoruz. Bu mantığı yorumlamak mümkün olmamakla birlikte, Emniyet
Teşkilatının ihtiyaç ve beklentilerine cevap verebilecek nitelikte polislerin
yetiştirilmesi ve onların insan haklarına saygılı bir yapıda eğitilmeleri için,
eğitim hizmetlerinin gelişen bilim ve teknolojiye paralel olarak
yapılandırılması...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sözünüzü tamamlayacak mısınız?
OSMAN ASLAN (Devamla) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun.
OSMAN ASLAN (Devamla) – ...ve bu çerçevede polis
okullarının, polis akademisine bağlı iki yıllık polis yüksekokulları haline
getirilmesi yönünde bir kanun tasarısı Meclisimizin gündemine gelmiş
bulunmaktadır. Bunun çok sevindirici bir gelişme olduğunu ifade etmek
istiyorum.
Çünkü, polislik ciddî bir meslektir. Polisin modern
dünyadaki fonksiyonu değişmektedir. Güvenlik hizmetlerindeki etkinliğin, yüksek
kalitede hizmet sunmanın ancak eğitim kalitesinin yükseltilmesiyle mümkündür.
Polislik, artık amaç ve değerleri olan "güvenlik mühendisliği" haline
gelmiştir.
Konuşmamın başında da belirttiğim gibi, globalleşen
dünyada Emniyet Teşkilatımızın önemi artmaya devam edecektir. Bulunduğumuz
coğrafyada ve köyden kente göçte belli bir istikrar sağlanmadıkça,
küreselleşmenin ve bilgi çağının beraberinde getirdiği...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aslan.
1 dakika da ilave süre kullandırdım; lütfen, teşekkür
edin...
OSMAN ASLAN (Devamla) – ...birtakım yeni teknolojik,
elektronik ve medyatik suçlar ülkemize de sıçradıkça ve Türkiye çağdaş devlet
ve toplum olma sürecini yakalayamadıkça, toplumda birtakım olumsuz gelişmelerin
artmasına paralel olarak, Emniyet Teşkilatının görev ve sorumluluk alanında da
önemli gelişmeler yer alacaktır.
Konuşmamı burada bitirirken, ihdas edilen kadroların,
Emniyet Teşkilatımıza ve milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diler, Yüce
Heyetinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlarım. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aslan.
Şahsı adına, tasarının tümü üzerinde, Manisa
Milletvekili Sayın Bülent Arınç; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 426 sıra sayılı tasarının tümü
üzerinde, şahsım adına söz aldım.
Arkadaşlarımızın da ifade ettikleri gibi, bu tasarının
özü, Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarına 10 000 tane yeni polis kadrosu
verilmesine ilişkindir. 1997'de hazırlığı yapılmış, daha sonra İçişleri
Komisyonunda, 9 uncu dereceden 10 000, 10 uncu dereceden 10 000 olmak üzere, 20
000 polis kadrosu verilmiş; Plan ve Bütçe Komisyonu, tasarının geldiği
şekliyle, sadece 10 uncu dereceden 10 000 kadro olarak değiştirmiş ve Genel
Kurulumuza göndermiş.
Gerekçelerine bakıldığı zaman "polis açığı
var" deniliyor; bu açığın kapatılması yolunda böyle bir kadro ihdasına
gerek duyulmuş.
Tabiî, burada söylenen şey şudur: Kişi başına düşen
polis sayısı, Türkiye'de Batı standartlarının çok altındaymış. Belki sorular
kısmında da sorabiliriz, yani, bu, kişi başına düşen polis sayısının kriterleri
nedir; batı ülkelerinde bu kriterler neye göre hesaplanmaktadır ve Türkiye'de,
200 000 rakamı, eğer, tespit edilmişse, bu rakam hangi ölçülere göre tespit
edilmiştir, bunu bilmemize gerek var; çünkü, polis sayısının artmış olması, o
ülkenin çağdaş olmasına veya o ülkede huzurun ve mutluluğun sağlanması için
doğru orantılı bir gerekçe olup olmadığı konusunda bizde kuşku uyandırdı.
Sanki, biz, polis sayısının az olmasıyla, ülkede, böyle, daha huzur ve güven
içerisinde bir ortam meydana geldiğini düşünüyoruz. Elbette, bu konu bilimsel
olarak incelenmiştir, 200 000 olan polis sayısının 65 milyon nüfus içerisinde
takriben 325 kişiye 1 polis düşmek üzere hesaplandığını tahmin ediyorum. Bunun
daha mı azaltılması gerekir, yoksa polis sayısının daha da mı artması gerekir,
bu konuda Sayın Bakandan da bilgi rica edecektim.
Ancak, benim söylemek istediklerim bütün bunlarla
birlikte, Emniyet Müdürlüğü mensupları, polis arkadaşlarımız, vatandaşlarımızın
mal ve can güvenliği için her şeylerini ortaya koyan kamu görevlisi
insanlardır. Onların maddî ve manevî standartlarının yükseltilmesi ve
görevlerini yaparken en başarılı bir şekilde bu görevlerinden yüzlerinin akıyla
çıkmaları hepimizin arzusudur.
Özellikle son yıllarda ve son günlerde polis görevinde
bulunan arkadaşlarımız, emniyet görevlisi arkadaşlarımız, basında çokça gündeme
geliyorlar. Bu, bugünün meselesi değil, yıllardan beri, polis imajı, polisin,
yaptığı görev itibariyle toplum içerisinde sevimsiz bir konuma gelmesi,
özellikle işkence iddiaları ve insan hakları ihlalleri, âdeta, polisle yan yana
getirilmekte ve özdeşleştirilmektedir.
Şüphesiz, burada konuşma yapan Sayın Cumhurbaşkanı,
konuşmasının içerisinde bir önemli cümleyi söylemişti: "Türkiye, polis
devleti olmaktan çıkmalı ve hukuk devletine ulaşmalı." Burada kastedilen
şüphesiz farklı bir şey; çünkü, dünyadaki bütün toplumlar, geçirdikleri tekamül
içerisinde, önce polis devletiydiler, ondan sonra kanun devleti oldular, hukuk
devleti oldular -Türkiye Cumhuriyeti Devletinin niteliği gibi- ama, şimdi bir
ileri kademesi daha var, o da, hukukun üstünlüğüdür. Yani, hukuk devleti olmak
bile, artık çağdaş demokrasilerde yeterli değil, hukukun üstünlüğüne giden
yolda daha verimli ve daha başarılı olunacağı düşünülüyor.
Şüphesiz, polis sayısının hızla artması yanında,
bireysel hak ve özgürlüklerini de kısıtlanması yan yana getirilebilir.
Özellikle son zamanlarda televizyon ekranlarına yansıyan, toplumsal olaylardaki
polisin davranışları dikkat çekicidir. Öğrencilerin yaptıkları gösterilerde ve
birtakım sivil toplum örgütlerinin yaptıkları gösterilerde, yerli yersiz,
acımasızca kaba kuvvet kullanılmaktadır; kız çocukları veya gençler
ayaklarından sürüklenmekte, hatta yumruklanmaktadır. Şüphesiz, bu görevi yapmak
çok zor; yani, kendimizi o polislerin yerine de koymalıyız; ama, öylesine bir
eğitim ve öylesine bir teknik donanım olmalı ki, bu görüntüler ortadan kalkmalı
ve polis, vatandaşımızın gözünde de, o gösteriyi yapan insanların gözünde de,
mutlaka, görevini yaparken daha sağlıklı davranışlar sergilemelidir.
Özellikle, işkence iddiaları son günlerde televizyon
ekranlarından eksik değil; yani, hortumcu bilmem ne ismiyle anılan bir insanın
yaptığı gösteriler ekranlarda izleniyor ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin
İnsan Hakları Komisyonu da, işkence iddialarıyla ilgili olarak ciltler dolusu
kitaplar hazırlıyor ve işkence aleti diye gösterilen, taksinin bagajına da
kolaylıkla sığmayan bir nesneyi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görevlilere
teslim edebiliyor. Bunlar, bu meslek açısından hem onur kırıcıdır, hem itibar
kırıcıdır. Dolayısıyla, yeni polis kadroları ihdas ederken, mevcut polis
kadrolarımızın eğitimi noktasında da çok dikkatli olmamız gerektiğini
düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu iddialar, şüphesiz,
Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilişkilerinin iyice gündeme geldiği günlerde;
yani, demokratikleşmenin, Anayasa değişikliği ve bazı temel kanunlardaki
değişikliklerin gündeme geldiği günlerde daha da dikkat çekmektedir. Çünkü, bu
işkence iddiaları ve faillerinin bulunması, bunların cezalandırılması, eğer o
suçu işlemişlerse meslekle ilişkilerinin kesilmesi ve artık, insanlık onuruna
karşı işlenen en çirkin suç olan işkence ve insan hakları ihlallerinin son
bulması gerekiyor. Bu, hem milletimiz açısından fevkalade önemlidir hem de
devletimiz açısından fevkalade önemlidir.
Bundan birkaç hafta önce, bir milletvekili
arkadaşımızın bir gazetede çıkan beyanatları uzun süre tartışılmıştır.
Türkiye'deki uyuşturucu trafiğinin nereden başlayıp, nereye kadar gittiği, bu
trafiğin içerisinde kimlerin yer aldığı ve bu işi yapanların önünde eskort
olarak polis arabalarının bulunduğu da ifade edilmiştir.
Bunların büyük bir kısmı gerçeklerdir; ama, bunların
konuşulmuş olması yetmiyor, hem de bir sayın milletvekili tarafından konuşulmuş
olması, herhalde, hiç yetmiyor. Biz, bunları nasıl önleyeceğiz, bunları nasıl
ortadan kaldıracağız ve bu suçu işleyenleri cımbızla tutarak bu meslekten nasıl
atacağız ve bunların cezalarını nasıl vereceğiz, polisliğe alacağımız
insanların ve aldığımız insanların maddî ve manevî eğitimlerini geciktirmeden
ve aksatmadan nasıl temin edeceğiz, herhalde bunların öncelikli olarak
düşünülmesi gerekiyor. Polislerimiz, eğitim açısından olduğu kadar, araç ve
gereç bakımından, teknik donanım bakımıdan da fevkalade güçlendirilmelidir.
Değerli arkadaşlarım, son günlerde yine, ismine
"umut" denen veya başka bir isimle anılan operasyonlar yapılmaktadır.
Bunu, emniyet mensuplarımız yapıyorlar; başlarında müdürleri var ve bu operasyonlar
hepimizi heyecanlandırıyor. Gerçekten, Türkiye'de temiz toplum, temiz siyaset
içerisinde herkesin görmek istediği, birkısım pisliklerin ortaya çıkarılması ve
bunların sahiplerinin teşhir edilmesi ve cezalandırılması, hepimizin müşterek
talebidir; ama, günlerce süren umudun arkasından, maalesef, bir fiyaskoyla da
karşılaşabiliyoruz. Bunu, bizzat o yetkililer de ifade ediyorlar;
"bulduğumuz, sorgusunu yaptığımız kişiler, bizi aldatmış"
diyebiliyorlar.
Polis ile yargı mensupları arasında çelişkili
açıklamalar oluyor. Bu, toplumda başlagıçta mevcut olan umudu, sonradan
inkisarı hayale doğru götüren bir gelişmedir. Bu konuda bazı eksiklerimizin
olduğunu, Sayın Bakan da zaman zaman ifade ediyor; ama, hep beraber, bizzat
kendi gözlerimizle görüyoruz. Bu büyük operasyonların içerisinde -ki, büyük
olduğunu onlar da ifade ediyorlar- belki, meseleyle uzaktan yakından hiç
ilişkisi olmayan insanlar bile bir kalabalık içerisinden alınıp götürülüyorlar,
aileleriyle, çocuklarıyla, yakınlarıyla; belki, üç gün, beş gün sonra
salıverilseler bile, yüzlerinde yıllarca silemeyecekleri izlerle toplumun
içerisine tekrar dönüyorlar. Bu arada, yine sorgulamalar sırasında birtakım
maddî cebir ve baskıların yapıldığı da konuşulmuş oluyor.
Değerli arkadaşlarım, böylece, bu operasyonlar
sırasında dikkatimizi çeken olay, polisin kendi görevini yaparken, mevcut kanun
ve mevzuatlara bağlı olması, insan hakları meselesinde mutlaka dikkatli olması,
yetkilerini aşmaması; çünkü, masum insanları bu şekilde cezalandırmak, dünyanın
en büyük cezası olabilir. 10 tane cani olsa, 1 tane masum olsa, o masumun
hatırı için yine biz meseleye hakkaniyet açısından yaklaşmalıyız...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arınç, mikrofonunuzu açıyorum, lütfen
tamamlayın efendim.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) –...ve böylece, polisin yaptığı
bu işlerin sonunda, suçu işleyenlerin, yani, bu millete, bu milletin malına,
canına kasteden insanların mutlaka bulunacağı ve cezalarının verileceği kanaati
herkeste bir inanç haline gelmelidir.
Oysa, bu operasyonlar sırasında işlenen bir ikinci hata
var. İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde görüşürken de Sayın Bakandan rica
etmiştim; bu operasyonlar yapılırken, polis sayısından daha fazla basın mensubu
var. Hatta, polisin önüne geçmeye çalışıyorlar. Ellerindeki kameralarla,
kişilik haklarını ihlal edercesine, aile gizliliğinin önüne geçercesine, haber
yapmak kaygısı veya sansasyon gayretiyle polisin işini bile engelliyorlar.
Bunlar olmamalı; çünkü, bu teşhir ettiğiniz insanlar, belki, büyük bir
ihtimalle yarın masum çıkacaklardır ve orada polis, görevini yaparken, basın
tarafından belki engellendiğinden, vazifesini layıkıyla yapamıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arınç...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, birkaç
konu daha vardı... Bu tasarıyla yeni kadrolar veriyoruz; bu konuda
arkadaşlarımız olumlu görüş ifade ettiler, ben de katılıyorum. Emniyet
mensuplarımıza ve camiasına hayırlı olmasını dilerim; ancak, bundan böyle,
Emniyetimizle, polisimizle, güvenlik güçlerimizle ilgili bütün konularda
milletimizin tek isteği var; can ve mal emniyeti, huzur ve mutluluğumuz en
güzel biçimde sağlansın; artık, insan hakları ihlalleri ve işkence bir an önce
son bulsun.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arınç.
Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına, Tunceli
Milletvekili Sayın Kamer Genç; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Emniyet Genel Müdürlüğü emrine 10 000 kadro verilmesiyle ilgili
bir yasa tasarısı üzerinde, gecenin bu saatinde müzakere yapıyoruz. Benden önce
konuşan değerli arkadaşlarımız, gerçekten çok önemli fikirler söylediler.
Şimdi, bu hükümete soruyorum: Bu hükümetin bakanı
nerede arkadaşlar; yani, İçişleri Bakanı nerede? O arkadaşımız...
BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – İşte, bakan orada!
KAMER GENÇ (Devamla) – Siz müdahale etmeyin canım; siz
hükümetin avukatı değilsiniz ki. Hükümetin bakanı gelsin, burada,
milletvekillerinin söylediği sözlere cevap versin. İçişleri Bakanlığı, çok
önemli bir bakanlık.
Kişileri topladılar, faili meçhul cinayetleri
çıkardılar, birilerinin üzerine örtbas ettiler. Çıkardılar bir medya ordusunu,
günlerce, bombaları patlatacağız dediler. Sayın Başbakan, İçişleri Bakanını
hararetle tebrik etti, methüsena etti, göklere çıkardı; ama, arkası balon
çıktı, balon da patladı. Sayın İçişleri Bakanı bomba patlatacaktı, kendi balonu
patladı. Sayın İçişleri Bakanının ne yaptığı belli değil. İçişleri Bakanı, bu
işleri bilinçli mi yapıyor yoksa bizimle alay mı ediyor.
Değerli arkadaşlarım, burada önemli olan, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin itibarıdır. Düşünebiliyor musunuz, yıllarca faili meçhul
kalmış cinayetler için, bir bakıyorsunuz, ülkenin Başbakanı, büyük bir
kalabalıkla, büyük bir bomba patlatacağız diye kamuoyunun karşısına çıkıyor
"Efendim, İçişleri Bakanı da gelecekti, biz, hakikaten, Türkiye'nin
yüzkarası olan faili meçhul cinayetlerin faillerini yakaladık" diyor.
İçişleri Bakanı gelip, burada beyanat verecekti, biz de çıkıp kendisini
övecektik ve Tantan, seni tebrik ederiz diyecektik; ama, Tantan çıkmadı ortaya,
hâlâ o günden beri Meclise de gelmedi.
Değerli milletvekilleri, herkes gelip, burada hesabını
vermelidir. Kimse Türk Halkını, Türk Milletini ve Parlamentosunu kandıramaz.
Kandırırsa, bunun sonucuna katlanmak zorundadır. Yıllarca, sen çıkacaksın,
yalan söyleyeceksin, olayları değiştireceksin, ondan sonra fos çıkacak. Böyle
siyaset olur mu?! Siyaset adamı, ahlaklı insandır; siyaset adamı, ağzından
çıkan lafın hesabını veren insandır.
BAŞKAN – Sayın Genç, tabiî, bu, sizin için de geçerli
değil mi?
KAMER GENÇ (Devamla) – Hepimiz için, hepimiz için...
Sizin için de geçerli, benim için de geçerli.
Değerli milletvekilleri, polis, bir toplumun can
damarıdır; bir toplumda en önemli görev gören kitledir. Hakikaten, en zor
görevi olan kişi polistir. İki tane silahlı gücümüz var; birisi polis, birisi
asker; ama, polisler, tabiî ki, sivil kesimle çok yakından ilişki kuran, her
gün müdahale eden bir kitledir. Bu insanlarımızı işe alırken ve işte
çalıştırırken çok dikkat etmemiz lazım. Bir defa, bunları, kendisinin,
çocuğunun, ailesinin, insanca yaşamasını sağlayacak ekonomik güce kavuşturmamız
lazım. Bugün, doğu ve güneydoğuda, özellikle terör bölgesinde çalışan
arkadaşlarımız, hakikaten çok sıkıntıda. Mesela -ben, daha önce burada
söyledim- Tunceli'de, beş senedir 250 tane polis lojmanı yapılacak, 5 trilyon
lira para gönderilmiyor; ama, öte tarafta -ben, size, şimdi bununla şey
etmeyeyim- katrilyonlarca lira belli kişilerin ceplerine aktarılıyor. İşte,
deprem ihalelerini verirken, 2886 sayılı Kanuna tabi olmayacak, Sayıştay
denetimine tabi olmayacak; yandaş müteahhitlere vereceksiniz. Böyle devlet
yönetimi olmaz ki arkadaşlar; böyle devlet de olmaz, böyle devlet yönetimi de
olmaz!
Değerli arkadaşlarım, burada, bir arkadaşımızın bir
beyanatı var; biraz önce, Sayın Bülent Bey de söyledi. Şimdi, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin...
AHMET ÇAKAR (İstanbul) – Belgesiz konuşulmaz o
konularda... Hep iftira ediyorsun, itham ediyorsun.
KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, itham ediyorsam, çıkar,
burada konuşur; Bakan gelsin, konuşsun.
AHMET ÇAKAR (İstanbul) – Belgeni getireceksin!
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, siz, idare amirisiniz.
Orada oturuyorsanız, lütfen dinleyin.
Bakın, sizin milletvekiliyle ilgili bir şey var; Şevket
Bülend Yahnici diyor ki "Türkiye'de, polis yol verir, TIR'lar yürür;
uyuşturucu, otuz yıldır böyle gider." Ee, çıkın, bunu şey edin... Yani,
bir devletin polisi bu kadar yıpratılır mı, bir devletin itibarı bu kadar
yıpratılır mı arkadaşlar? Bakın, polis, devletin gücüdür, devletin namusudur,
devletin kendisidir; polise el kalkmaz, polise itfira atılmaz. Eğer, Türk
polisi içinde suç işleyenler varsa -ki, vardır; kabul de ediyoruz- onu
cezalandırırsınız, Polis Teşkilatı içinden alır, atarsınız; ama, devletin
itibarını, polisin itibarını böyle yıpratmaya kimsenin hakkı yok.
MUSTAFA ZORLU (Isparta) – Biraz önce, İçişleri Bakanına
ahlaksız dedin ya! Nasıl...
KAMER GENÇ (Devamla) – İçişleri Bakanı gelsin; burada,
bunlara cevap versin.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu kürsü, milletin
kürsüsüdür. Çıkın, bu milletin kürsüsünde her şeyi söyleyin. Biz, size engel
oluyor muyuz? Niye müdahale ediyorsunuz?
Onun için, evvela, polisin, ekonomik yönden
güçlendirilmesi lazımdır, eğitim yönünden güçlendirilmesi lazımdır, halkla
ilişkiler konusunda geliştirilmesi lazımdır.
İnsan Hakları Komisyonu Başkanını ve arkadaşlarımı
tebrik ediyorum. Hakikaten, Türkiye'de yıllarca yapılmayan güzel şeyler
becerdiler ve bu becerdikleri şeylerden dolayı da Türkiye Cumhuriyeti Devleti
itibar kazandı. Bu itibarı, lütfen, kaybettirmeyelim.
CEMAL ENGİNYURT (Ordu) – Ne becerdiler?
KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim,
en azından, karakollarda yapılan işkenceler veya usulsüz...
CEMAL ENGİNYURT (Ordu) – Polis, polis diyorsun; polise
işkenceci diyorsun...
KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, polisin içinde...
Bakın...
BAŞKAN – Efendim, karşılıklı konuşmayın. Lütfen...
CEMAL ENGİNYURT (Ordu) – Bak, polise...
KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, ben, sizin gibi, polise
dayak atmadım.
CEMAL ENGİNYURT (Ordu) – Polise laf...
BAŞKAN – Sayın Enginyurt... Sayın Enginyurt...
CEMAL ENGİNYURT (Ordu) – Polise işkenceci diyorsun.
BAŞKAN – Sayın Enginyurt...
KAMER GENÇ (Devamla) – Ben, sizin gibi, polise dayak
atmadım. Lütfen, siz, çıkın, burada konuşun.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, gerçekten, Polis
Teşkilatımıza büyük saygı duyuyoruz. İçinde, çok saygıdeğer insanlarımız var;
ama, yüzde 1 seviyesinde, artniyetle hareket eden insanlar varsa, bu yüce
kurumu böyle ayıplardan kurtarmak lazım. Devletimize ve polisimize böyle
hareket edildiği takdirde, ancak, devletimize ve polisimize büyük bir itibar
kazandırabiliriz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyük bir devlettir. 173 000-180
000 polis var. Olabilir... Şimdi, bir de, bu insanlarımız genç insanlarımız;
ekonomik sıkıntısı var, karısına bakamıyor, çocuğunu okutacak parayı bulamıyor.
Bir de, insanlar karşısında, bazen, hakikaten de, böyle kötü muamele görünce...
O da insan... Bunları, bu duruma düşürmemek lazım. O bakımdan, biz, polisin
sayısal olarak artırılması yerine, evvela, ekonomik yönden güçlendirilmesini
istiyoruz, yaşam koşullarının düzeltilmesini istiyoruz; polis de kardeşimiz.
Şimdi, karşımızda, muhatap, İçişleri Bakanı olmayınca, bunları kim
cevaplandıracak?
Değerli milletvekilleri, son zamanlarda, İçişleri
Bakanlığının yaptığı manevralar, kendisinin bu Bakanlıktan alınmasını
gerektirecek bir durumdadır. Çıktı, bir umut operasyonu yaptı, paraşüt
operasyonu yaptı. Paraşüt operasyonunda ne yakaladı, kimleri yakaladı?!
Bir de, perde arkasında deniliyor ki: "Bir medya
grubu muz ithal ediyor, bu paraşüt operasyonunda yakalanan bazı insanlar da muz
ithal ediyor; onların muzuna el konulunca, medya grubunun patronunun ithal
ettiği muzların fiyatı 500 000 lira artıyor. Şimdi, çıksın, bunları burada
konuşsun. İçişleri Bakanı, hakikaten belirli insanların ekonomik güçlerine güç
katmak için mi yetkisini kullanıyor, yoksa, hakikaten devletin menfaatını korumak
için mi bu işleri yapıyor?!
Sonra, bizim çok emin yerlerden aldığımız bilgilere
göre, Sayın İçişleri Bakanı, yaptığı soruşturmalardan kendi yandaşlarıyla
ilgili olanları basına intikal ettirmiyor; ama, kendisine rakip olanlarınkini
intikal ettiriyor.
ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) – Kaynağını açıkla.
KAMER GENÇ (Devamla) – Devlet Güvenlik Mahkemesi
Başsavcısı diyor ki: "Biz gazetelerden öğreniyoruz İçişleri Bakanlığının
aldığı ifadeleri." Şimdi, böyle bir şey olur mu?! Soruşturma yapma yetkisi
başsavcılara, savcılara aittir; polis, onun yardımcısıdır.
Arkadaşlar, bizim için, ahmet mehmet meselesi önemli
değil; burada doğru şeyler yapacağız, bu çatının altında doğru şeyler
yapılacak. Bunun başka bir çıkar yolu yoktur. Yani, buraya çıkıp, bu
haksızlıkları, keyfîlikleri yapan, Anayasayı ihlal eden kişiler benim partimde
ise ben reddedeceğim, sizin partinizde ise siz reddedeceksiniz; Türkiye'yi
böyle selamete çıkaracağız. Bakın, İçişleri Bakanı kaç aydır Türkiye'nin
gündeminde. İşte, şu operasyon bu operasyon, şu yapıldı bu yapıldı; ama,
maalesef, içinden balon çıktı, balon da söndü.
Şimdi, bir faizci öldürülmüştü. Biliyorsunuz, faizci
kimlerle içli çıktı. Onunla ilgili herhangi bir olay çıkmadı ortaya; çünkü,
onların üzerine gitmiyor, güçlü olayların üzerine gitmiyor, medya gruplarıyla
ilgili olayların üzerine gitmiyor. Hep, basında meşhur olmak için bazı şeyler
ortaya atılıyor; ama, eğer basında meşhur olmak için görev yaparsanız, bir gün
balonunuz şişer, ikinci gün patlar; bunu da bilesiniz. Yani, Türkiye bu...
Zaten, siyasetin de doğasına aykırı olan bir şeydir.
Ben, bu tasarı vesilesiyle, görevi başında şehit olan
polislerimize Tanrı'dan rahmet diliyorum.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) – 1 dakika verirseniz...
BAŞKAN – Buyurun.
KAMER GENÇ (Devamla) – Gerçekten, Polis Teşkilatımız,
çok zor bir görev yapıyor. Bakın, bu zor görev nedeniyle, bu insanların çok iyi
eğitilmesi lazım. Benim memleketimde, geçmişte de, biz, poliste yapılan birçok
keyfîlikleri dile getirdik. Herkes zannetti ki, biz, polise karşıyız. Aksine,
biz, polis dostuyuz. İstiyoruz ki... Bu meslek grubunda çalışan insaların, en
az kusurlu olması lazım ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin şanına, şöhretine
uygun, demokratik görüntüsünü güçlendiren bir davranış ve uygulama içerisinde
olmasını diliyoruz; ama, bunun olabilmesi için de, bu teşkilata alınacak
insanların laik olması lazım, demokrasiye inanması lazım, her kesimden
insanların isteklerine hitap etmesi lazım. Bir bakıyorsunuz, işte, mesela, belli
kesimdeki öğrenciler yürüdüğü zaman coplanıyor; ama, birtakım insanlara bir şey
söylenmiyor. Bunların da yapılmaması lazım. Polis Teşkilatının, kendi itibarını
düşünerek, daima, doğru olan şeyi yapması lazım. Düşüncesi farklı olabilir ...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.
KAMER GENÇ (Devamla) – Teşekkür ederim. (DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Arınç, sorunuzu yöneltebilirsiniz
efendim, mikrofonunuzu açtım.
Buyurun.
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkanım, aracılığınızla,
birkaç soru sormak istiyorum.
Birinci sorum: Gerekçeden de anlaşıldığı gibi, polis
sayısının 200 000'e çıkarılması hedeflenmiştir. Bu hedef neye göre yapılmıştır;
kişi başına düşen polis sayısı, Batı standartlarına göre, ne kadardır; bu
standartların tespitinde hangi kriterler geçerlidir?
İkinci sorum: Polis yetiştiren kurumlarımız
hangileridir; kaç tanedir; her yıl kaç öğrenci alınmakta, kaç mezun
hedeflenmektedir?
Bir diğer sorum: Son beş yılda, yıllara göre, meslekten
ihraç edilen, hakkında disiplin soruşturması yapılan, ceza mahkemelerinde
yargılanan, hüküm giyen polis sayısı ne kadardır; suç türleri nelerdir?
Bir diğer sorum: Polis, göreviyle ilgili konularda
hangi eğitim faaliyetlerine katılmaktadır; bu eğitimlerde meslekî konuların
dışında hangi bilgiler verilmektedir?
Bir diğer sorum: Polislerin aylık maaşları hangi
düzeydedir; iyileştirme için neler düşünülmektedir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Sayın Bakan, buyurun.
DEVLET BAKANI EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) – Sayın
Başkan, Sayın Arınç'ın sorularını yazılı olarak cevaplandıracağız efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Maddelere geçilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yetersayısının
aranılmasını istiyoruz.
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
190 SAYILI GENEL KADRO VE USULÜ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE
KARARNAMENİN EKİ CETVELLERİN EMNİYET GENEL
MÜDÜRLÜĞÜNE AİT BÖLÜMÜNDE
DEĞİŞİKLİK
YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1. — Emniyet Genel Müdürlüğünün taşra
teşkilâtında kullanılmak üzere, ekli listede yer alan kadrolar ihdas edilerek
190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I)
sayılı cetvelin ilgili bölümüne eklenmiştir.
BAŞKAN – Madde üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına,
Ankara Milletvekili Sayın Saffet Arıkan Bedük; buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 426 sıra sayılı kanun
tasarısının 1 inci maddesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini
sunmak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, polis, yurtta huzur ve
güvenliği sağlamak, emniyet ve asayişi temin etmek ve alillere, acizlere yardım
etmek gibi fevkalade önemli bir görevi üstlenmiştir. Bu görev, polisin, hem
insan haklarına bağlılığının ve saygısının hem hukukun üstünlüğünü temin
etmesinin hem de o ülkede demokrasiyi tam anlamıyla gerçekleştirmesinin bir
ifadesidir. Dolayısıyla, polislik görevini, fevkalade ulvî, âdeta, sokakta
devleti temsil eden bir güç olarak görmek mecburiyetindeyiz.
Polis, insan haklarına fevkalade saygılı olmak
durumundadır; doğru. Polis, gerçekten demokratik sistemin garantisidir; o da
doğru. Polis, hukukun üstünlüğünün teminatıdır. Atalarımız "adalet,
karakolun kapısından geçer" demişler; doğru. İşte, eğer polis gerçek
anlamıyla görevini yaparsa, o takdirde, siz ve biz ve bütün milletimiz, sokakta
çok rahat yürüyebileceği gibi, evinde huzur ve güven ortamı içerisinde
yaşayabileceği, keza, aynı şekilde, can ve mal emniyetini de sağlayabileceği
bir ortamın içerisine girer. Yok, eğer, polis bir tereddütün içerisine girerse,
polis polislik görevini bilmezse, polis eğitim seviyesi ve düzeyi itibariyle
düşük seviyede olursa, o takdirde, biz, demokratik bakımdan da hayat
standardımızı yükseltemeyiz, sistemi tam oturtamayız, hukukun üstünlüğünü de
temin edemeyiz.
Önce, polislik görevinin ulvî bir görev olduğunu
söylemek istiyorum. Böylesine önemli bir görevi yapan ve bu ülke için, hepimiz
için, bütün vatandaşlar için gece gündüz demeden, tatil demeden çalışan, 24
saat üzerinden görev yapan -hele sizin, zaman zaman, bazı mitingler veya
birkısım gösteriler yaptığınız zaman da dahil olmak üzere, o, görevinin
başında- yine, bayramlarda seyranlarda değişik yerlere gittiğinizde, huzur
içerisinde olduğunuzda görevi üstlenen polis, gerçekten, yaptığı hizmette, Türk
Milletine layık olmak için elinden gelen gayreti göstermekte ve üstün bir görev
anlayışı içerisinde çalışmaktadır. Bu itibarla, ülkesi için, milleti için,
insanları için hizmet etmiş olan polislerimizden şehit olanlara Allah'tan
rahmet diliyorum ve şu anda göre yapan tüm Polis Teşkilatı mensuplarını
özellikle tebrik ediyorum, onlara teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, polisin iki ayrı görevi vardır;
biri adlî görevdir, biri de idarî görevdir. Adlî görev, suçun vuku bulmasından
sonraki safhada, savcıya niyabeten yapılan görevdir. Önleyici zabıta tedbiri
diye isimlendirdiğimiz idarî görev ise, suçun vukuunu önlemeye yönelik, polisin
yapmakla mükellef olduğu görevleridir. Yargı görevini yaparken -altını çizerek
belirtmek istediğim bir husus var- buna, ister sorgulama deyin, ister delil
toplama deyin, ister bir başka şekilde değerlendirin, o görevlerin hepsini
yapmasının tek dayanağı, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu çerçevesinde, savcıya
niyabeten görev yapmasıdır; orada idarî görevi yoktur. Savcı, her safhada, vuku
bulan bir olayın, özellikle ortaya çıkarılmasına yönelik –delil toplama dahil–
değerlendirmesini ve sorgulamasını doğrudan doğruya yapmakla mükelleftir. Eğer,
savcı görev yaparsa, o takdirde, zaten, polis görevden çekilir, doğrudan
doğruya kendisi yapmış olur. O itibarla, özellikle polisin görevlerini
değerlendirirken, bu çerçeve içerisinde incelemeye tabi tutmanın, ona göre
birkısım teklifleri gündeme getirmenin yararı vardır.
Ülkemizin değişen ve gelişen şartlarına paralel olarak,
özellikle şehir alanına dışarıdan, kırsal alandan vuku bulan göçü de dikkate
aldığımızda, gerçekten, sosyal ve ekonomik hareketliliğin, Polis Teşkilatında
da birkısım görev ve hizmetleri artırdığını görüyoruz. Geçmişle ilgili olarak
mukayese yapıldığı zaman, özellikle suç ve suçlu tipindeki değişim, polisin,
kendisini de yenileme zaruretini ortaya koymuştur.
Değerli arkadaşlar, sadece yurt içinde değil, özellikle
uluslararası ilişkilerimizdeki gelişme, bizim polisimizin de görev anlayışını
değiştirme ve onunla ilgili birkısım hazırlıkları yapma, hatta, eğitim seviyesinde
yeni birkısım düzenlemeler yapma zaruretini ortaya çıkarmaktadır. Eğer gelişen
teknolojiye paralel olarak suç ve suçlu tipi değişiyor ve maalesef, polis de
ona göre eğitilmiyorsa veya desteklenmiyorsa, o zaman, suçlular cennetine
döneriz ki, hiçbir insanın huzur içerisinde, güven ortamı içerisinde yaşaması
da mümkün olmaz.
O itibarla, ben, bu tasarıyla getirilen 10 000 yeni
polis kadrosu ihdasını olumlu bulmakla birlikte, şunu, altını çizerek belirtmek
istiyorum: Sayının artması hiçbir anlam ifade etmez; önemli olan, nitelikli
personelin olmasıdır, nitelikli polisin yetiştirilmesidir. Bunun yolu da
eğitimden geçer. Biliyorsunuz, eğitimde, bir polis okulları vardır, bir de amir
seviyesinde polis yetiştirilen Polis Koleji ve Polis Akademisi vardır. Bununla
ilgili birkısım düzenlemeler var; gelecektir. İki yıllık bir yüksekokul
standardında, polis yetiştirmeyle ilgili bir hedef var; bununla ilgili
hazırlıklar da var. Bu hazırlıkları memnuniyetle karşılıyorum; ama, şunu,
özellikle belirtmek istiyorum değerli arkadaşlar: Polisin, bugünkü eğitim
seviyesini –ve çalışanların da keza aynı şekilde– artırma ve her sene, her yıl
vuku bulan suç ve suçlu tipine paralel olarak kendisini yenileme mecburiyeti
vardır. Onun için, özellikle, Emniyet Teşkilatının, eğitim seviyesiyle ilgili
yepyeni bir anlayış içerisinde ve Avrupa Birliği standartlarına göre kendisini
değiştirmesi, yenilemesi gerekir ve bununla ilgili birkısım çalışmaları da
yapmak lazım. Bunu yapmak için de, mutlak surette, hükümetin desteğine ihtiyaç
vardır.
Değerli arkadaşlar, modern araç ve gereçlerle teçhiz
edilmemiş olan bir polis teşkilatının başarılı olması mümkün değildir. Delilden
suçluya, delilden sanığa gitmeyle ilgili prosedürü çalıştırmadığımız sürece,
özellikle işkence iddiasıyla karşı karşıya kalan Polis Teşkilatını, bu
iddiadan, bu ithamdan kurtarmak mümkün değildir. O halde, parmak izi
bilgisayarı dahil olmak üzere, ileri ülkelerin hepsinde sorgulama sistemi
neyse, hangi sorgulama sistemi uygulanıyorsa -çapraz mı diyorsunuz, yoksa yalan
makineleri mi diyoruz veya başka şeyler mi söylüyoruz- gelişen şartlara paralel
olarak o teknolojiyi getirip, Emniyet Teşkilatının emrine mutlak surette vermek
gerekir. Kriminolojik bakımdan da, keza, aynı şekilde, kriminal büronun mutlak
surette desteklenmesi ve o yeni teçhizatların, o elektronik sistemlerin mutlaka
alınması gerekir. O parayı vermezsiniz, o desteği vermezsiniz, o devletin
bütçesinden destek yapmazsınız, arkasından da dersiniz ki: "İşkence
yaptı." Evet, işkence, gerçekten bir insanlık suçudur. Bunu, hiç kimsenin
kabul etmesi mümkün değildir, hiçbir insanî değerin de kabul etmesi mümkün
değildir; ama, özellikle, onu yapan birkısım insanlarla ilgili yapılan
sorgulamalara, hatta, cezalara olumlu bakmakla birlikte, gelin, Emniyet
Teşkilatıyla ilgili olarak, özellikle modern araç ve gereç bakımından, teçhiz
edecek bir destekleme politikasını gündeme getirelim, ona göre hareket edelim.
Aksi halde, hep bu iddialar olacak ve bu iddialarla karşı karşıya kalan Polis
Teşkilatı, aynı zamanda, devleti de itham altında bırakmış olacak.
Bir değerli arkadaşım "polis okullarında ne
okutuluyor" dedi. Ceza Kanunu okutuluyor, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu
okutuluyor. Ayrıca, insan hakları dersleri var, hukukun üstünlüğüyle ilgili
dersler var, Anayasayla ilgili dersler var. Gerçekten, polise, hukukun
üstünlüğüyle ilgili, Anayasa ve yasalarla ilgili çok güzel bilgiler veriliyor;
ama, verilen bu bilgilerle birlikte, pek tabiî ki, gerek suça müdahalede gerek
toplumsal olaylarda insanları rencide etmeyecek bir anlayış içerisinde hareket
etmelerinin de zarureti vardır ve onunla ilgili olarak da, gerçekten, hepimizin
beklentisi vardır. Ümit ediyorum ki, Emniyet Genel Müdürlüğü halkla
münasebetlere fevkalade önem vermek suretiyle, suça müdahalede de, insan
haklarına değer verecek bir anlayış içerisinde, müdahaleci bir anlayışı ve
onunla ilgili bir eğitim seviyesini, yine, o okullarımıza yerleştirmiş olur
diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, uyuşturucuyla ilgili olarak bir
değerli milletvekilimizin açıklamasını, doğrusunu isterseniz, ben de uygun
bulmuyorum ve hiçbir suretle de yakıştıramadığımı, bilhassa belirtmek
istiyorum. Uyuşturucu madde mücadelesinde en başarılı teşkilat, Türk Emniyet
Teşkilatıdır, Türk Polis Teşkilatıdır. Bunun altını çizerek belirtmek
istiyorum. Türk Emniyet Teşkilatının, gerek Avrupa'da gerek Amerika'da ve
gerekse diğer yerlerdeki uyuşturucu madde mücadelesi konusundaki başarısı
dillere destan olmuştur...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bedük, açıyorum; lütfen tamamlayın
efendim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – ...takdirler almıştır,
plaketler almıştır. Eğer, onların arasında bir tanesi yanlış bir hareket
yapmışsa -ki, her toplumun içerisinde vardır- bunu tüm Emniyet Teşkilatına
yüklemek ve ona bir suç olarak görmek, fevkalade yanlıştır, o teşkilatı itham
etmek demektir; dolayısıyla da, devleti itham etmek demektir. Onu, hiçbir
suretle kabul etmek mümkün değildir. Ben, Emniyet Teşkilatı adına da, bunu,
özellikle kabul etmediğimi belirtmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Emniyet Teşkilatının, önce maaşını
artırmak lazım. 200 milyon lira veriyorsunuz, İstanbul'da görevlendiriyorsunuz.
Oradaki bir ev kirası, 200 ilâ 250 milyon liradır. Ondan sonra, bu Polis
Teşkilatından dürüstçe görev bekliyorsunuz. Tabiî ki bekleyeceğiz, onu
düşünerek gelmiştir; ama, önce maaşını artırmak gerekir.
Değerli arkadaşlar, bir dikiş parası kaç lira biliyor
musunuz Emniyet Teşkilatında; 2 300 000 lira. 2 300 000 lirayı, kalkıyoruz,
biz, bir Emniyet Teşkilatı mensubuna "al, elbiseni diktir" diye
veriyoruz. Böyle bir anlayış olabilir mi?! 2 300 000 lira, sadece bir sigara
parasıdır. Sigara parası vermek suretiyle...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Sayın Başkan, son
cümlem; bitiriyorum efendim.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Sigara parası
karşılığında, siz, dikiş parasını verirseniz, o takdirde, sıkıntı çekersiniz.
O sebeple, Polis Teşkilatımızın, polisimizin ekonomik
gücünü, gelin, artırın; eğitim seviyesini, gelin, yükseltin ve özellikle de,
onun moral gücünü de artırın. Bakın, yine bir tek elbise parası olarak verilmiş
olan, kumaşıyla beraber 13 200 000 lira. Gelin, 13 200 000 lirayla elbise
parası verdik deyin!..
BAŞKAN – Sayın Bedük, lütfen tamamlar mısınız efendim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Değerli arkadaşlar,
ben, o sebeple, operasyonel mahiyette yapılan çalışmalardan dolayı Polis
Teşkilatımızı kutluyorum. Ama, gerçekçi operasyonları bekliyoruz. Daha sonra,
yanlış ve sonucu olmayan, özellikle menfî olduğunu değerlendirdikleri birkısım
yapılan operasyonlarla ilgili sonuçlardan memnun olmadığımızı... Ama, ümit
ediyorum ki, operasyonlar müspet sonuçlanır, hedefini bulur ve failî meçhuller
mutlaka yakalanır.
Bu ümit içerisinde, Emniyet Teşkilatına güvendiğimi
belirtiyor ve nitelikli personel sayısının artırılması konusunda, eğitim
seviyesi yüksek Polis Teşkilatının oluşması konusunda, hem hükümete hem Meclise
hem de kendi teşkilatımıza, Emniyet Teşkilatımıza görev düştüğünü belirtiyor;
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bedük.
Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili
Sayın Ali Oğuz; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA ALİ OĞUZ (İstanbul) – Muhterem Başkan,
değerli arkadaşlarım; müzakere konusu ettiğimiz tasarının 1 inci maddesi
üzerinde söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi hürmet
ve muhabbetle selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, 1 inci maddenin mahiyet ve
manası, hepimizin malumu; arkadaşlar tekrar tekrar ifade ettiler. Emniyet
Teşkilatımızın yetersizliği ifade ediliyor ve deniliyor ki, işte kırsal
kesimden, köylerden şehirlere büyük akın oldu, Emniyet Teşkilatımız yetersiz
kaldı. Emniyet Teşkilatıyla ilgili, özellikle, gerek araç gereç gerek
laboratuvar gerekse sair teknik donanım bakımından polisimizin ihtiyacı var;
ama, en çok, daha ziyade, kadro bakımından, adet bakımından polisimizin
ihtiyacı var. 10 000 kadro verildiği ahvalde bu açık kapanır şeklinde bir
tasarı önümüze geldi. Önce İçişleri Komisyonuna geldi, İçişleri Komisyonunda
müspet karşılandı, tasarıyı müzakere ettik ve 10 000 kadronun verilmesi
hususunda müspet bir temayül belirdi arkadaşlarımızın içinde; ama, bu 10 000
kadronun ihtiyacı karşılayamayacağı, onunla birlikte bir 10 000 kadro daha
verilirse, ancak o zaman bu ihtiyacın karşılanacağı hususu ifade edildi. Plan
ve Bütçe Komisyonuna gittikten sonra, bu 10 000 kadronun çok pahalıya mal
olacağı ifade edilerek, bunun kaldırılmış olduğunu görüyoruz ve önümüze, 10 000
kadroyla birlikte, bu taleple birlikte tasarı gelmiş bulunuyor.
Değerli arkadaşlarım, polis için, ileri geri birçok
sözler edildi. Bunları tasvip etmek mümkün değil. Özellikle Sayın Bedük
"polisimiz fedakârdır, gayretlidir, çalışkandır ve başarılıdır" dedi;
doğrudur. Özellikle, hepinizin malumu olduğu gibi, memleketimiz uyuşturucu
trafiği üzerinde bulunuyor. Gün geçmiyor ki, trilyonları, katrilyonları bulan
eroin, esrar ve uyuşturuya ait büyük kitle halinde kaçak maddeler ele
geçiriliyor. Bunlar, tabiî, özellikle başka ülkelerde ele geçtiği zaman -ki, o
ülkelerin ismini vermek gerekmez- oralarda, özel surette elde edilen bu
malların başka şekilde, başka ülkelere sevk edildiği hususu, her gün
gazetelerde gördüğümüz hadiselerdir; ama, bizim polisimiz, şerefle bunları
takip ediyor ve özellikle de bunların yakalanması, devlete teslim edilmesi,
ilgililere teslim edilmesi ve muhakemeleri icra edildikten sonra da bu malların
özellikle yakıldığı hususu, hepimizin malumudur.
Polisimiz hakkında söylenen sözler meyanında,
polisimizin gelişmesini ve onun eğitimine, özellikle gece mesaisinin
karşılığının verilmesine ve yine özellikle verilen maaşın tatmin etmeyecek bir
seviyede bulunması sebebiyle de onun tatmin edilmesine ve doyurulmasına önem
verilmesini, ben de ifade etmek istiyorum. Ancak, şunu ifade ediyorum ki,
trafiğimizde, bir bayram geliyor, o bayramın sonunu nasıl karşılayacağımızı ve
kaç ölüyle o bayram seyahatlerinin tamamlanacağı hususunu, böyle yüreğimiz
titreyerek takip ediyoruz. Her bayramda, gerek ramazanda gerek kurban
bayramında bakıyoruz ki, ilk günlerden itibaren 5, 10, 20, 30, 50, 100, 150,
200, 250 kurban vermişiz. Bunun bir çaresi olmalı değerli kardeşler.
Dünyanın hiçbir yerinde, millî, manevî veya dinî bir
bayramında veya kutladığı bir millî ve manevî gününde 200-250 evladını trafiğe
kurban veren bir ülke yoktur. Özellikle, verilen cezaların sembolik olmasından
kaynaklanan bir husus var ki, bu da yürekler acısı. Eh trafik cezası, ne
yapalım, elinde olmayan sebeplerle bir kaza vuku buldu, 1 kişi, 5 kişi, 10
kişi, 50 kişi öldü... Olmaz böyle şey; buna, artık trafik suçu, trafik kazası
demenin âlemi yok, bu tam manasıyla bir trafik cinayeti haline gelmiş
bulunuyor. Bunun da mutlaka devası olmalı.
Peki, bu kadar polisle, acaba, memleketimizin bu
ihtiyacı temin edilebilir mi; çünkü, polis malımızı, canımızı, ırzımızı,
namusumuzu her şeyimizi koruyor. Gece gündüz, biz yatağımızda rahat rahat
uyurken, o, silahı belinde, hava şartları ne olursa olsun, yağmur altında,
soğuk altında, fırtınada, tipide görevini yapmaya çalışıyor. Bizim, ona
yardımcı olmamız lazım. Biz ona yardımcı olacağımıza, bir de onu yerden yere
vurur, onu kötülersek, bu büyük haksızlık olur diye düşünüyorum.
Bu neyle olur; bu bütçeyle olur, bu imkânlarla olur.
Arkadaşlarımız ifade ettiler, diğer ülkelerde 250 kişiye 1 polis düşerken,
bizde neredeyse 500 kişiye 1 polis isabet ediyor. Bizim şartlarımız,
onlarınkine de hiç benzemiyor. Onlar öyle bir terbiye almışlar ki, adam belki
-tabirimi mazur görün- Allah'tan korkmuyor, ama, polisten ödü patlıyor. Batı'da
öyle, polise gideceğim dediğiniz zaman, adam fevkalade endişe duyuyor ve
Avrupa'da polis, özellikle de birkısım meseleleri -bizde zamanında nasıl ifade
edilmiş "adalet karakoldan geçer" denilmiş- hadiselerin birkısmını
önlüyor ve bir kötülük yapmış olan insanı, daha karakoldayken men ediyor veya
hadiseyi orada örtüyor. Ecdadımız da bunu yapmış; bırkısım hadiseleri,
karakollara, jandarmaya, mahkemelere intikal etmeden, bunları cemiyet
içerisinde halletmenin çarelerini aramışlar.
Biz de bunu yapabiliriz; ama, gelin görün ki, herkesin
başına bir polis de dikseniz, neredeyse, bir gün gelir, o diktiğiniz polis
yetmez, o diktiğiniz polisin başına da bir polis dikmek ihtiyacı noktasında
kalırsınız; ama, biz, bu hususu söylediğimiz zaman, tebessümle karşılanıyor ve
arkasından da, Kuran kurslarının bir kısmı bertaraf edilirse, imam hatip
okullarının birinci devresi kapatılırsa, manevî değerler ikinci plana alınırsa,
dindar insan istihza mevzuu, alay mevzuu edilirse, manevî değerleri olmayan ülkelerde
de, kötülükler artar. Bir bakıma teşvik gibi oluyor; yani, meyhanelerin adedini
artıracaksınız; fuhuş, bir bakıma, televizyonlarda, tiyatroda, sinemada,
sokakta, plajda, neredeyse her herde teşvik edilir gibi, çıplaklık da teşvik
edilirse; öbür tarafta, kumar da teşvik edilirse, hatta, eğlence vasıtası
sayılırsa, bununla birlikte, o kabil yerlerde de hadiseler olacaktır. Polisin
de bununla başa çıkması mümkün değildir. Beyoğlu'nun arka sokakları malum,
fuhuş yerleri malum, meyhanelerin hali malum; adamın kafası iyice dolduktan
sonra, herhalde, oturup sizin hayrınıza dua etmeyecektir; mutlaka, kötülükler
çıkacaktır altından, kötü kötü haller olacaktır.
Bunların da bertaraf edilmesi lazım gelirken, biz,
polis bunlarla başa çıkamıyor dersek, bu da yanlış olur; ama, ekrana intikal
eden, o, köpeklerle memurların ısırtılması, gençlerin dövülmesi, hatta,
efendim, bir gazetecinin öldüresiye dövülerek yaralı bir şekilde, orada,
stadyumda bırakılarak ölümüne sebebiyet verilmesi hadiseleri gibi hadiseleri
de, hoşgörmemiz ve mazur görmemiz mümkün değil.
Onlardan dolayı, ilgilileri, daha dikkatli olun,
eğitimine fayda verin, daha iyi eğitin, daha müsamahalı yapın; ama sabahtan
akşama kadar, ne idiği belirsiz insanlarla mücadele eden o insanların, biraz
asabiyet içerisinde, biraz da o günün yorgunluğu içerisinde, bu kabil
hadiselere karışmış olmalarını ve birkaç hadiseyi de fazlaca büyütmenin manası
olmadığı kanaatindeyim; ama, memleketin imkânları olsa, bugünkü -dediğimiz
gibi- mevcut polis adedine 1 misli daha polis ilave etmek durumunda olsak, bu
sıkıntılar olmaz; ama, bunları da yapacak imkânlarımız yok. Bu kürsüye
çıktığımız zaman, her fırsatta, gelin, faizcileri doyuracağınıza, memlekete
hizmet eden polislere de verin diyoruz; ama, onlara bir şey kalmıyor.
İşte, elimde bir cetvel; 4 aylık bütçe uygulaması:
Toplam harcama 16,3 katrilyon, gelir toplamı 9,9, bütçe açığı 6,4, faize ödenen
9,5 katrilyon... Siz, topladıklarınızı götürüp faizcilere verirseniz, polislere
bir şey kalmaz, adalete de bir şey kalmaz, sağlık hizmetine de bir şey kalmaz,
eğitime de bir şey kalmaz ve sıkıntıya düşersiniz. Neredeyse 150 milyar dolar
iç ve dışborç yekûnu; elinizde bir şey kalmıyor. Zaten borçtan bir şey
ödeyemiyorsunuz. Topluyor, topluyor, topluyor mevcut gelirleri, ondan sonra
götürüp rantiyecilere teslim ediyoruz. Bundan vazgeçmek lazım.
Ben, zaman zaman arkadaşlarıma soruyorum. Geçen gün,
Cavit Beyle bir yerde, bir yemekte toplandık ve sayın bakan, şu hükümeti teşkil
eden partiler olarak, sizin, herhalde, beklediğiniz bir şey olmalı, yani bu
hükümete piyango mu çıkacak kardeşim dedik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Oğuz, süreniz tamamlandı.
Mikrofonu açayım, lütfen, tamamlayın efendim.
ALİ OĞUZ (Devamla) – Tamamlayayım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
ALİ OĞUZ (Devamla) – Çünkü, bu verilen faizlerle neler
yapılır konusunu Ankara Ticaret Odası araştırmış; "bununla 1,5 GAP yapılır
-35 katrilyonla- 250 milyon dolar değerinde 192 adet Boğaziçi Köprüsü yapılır,
500 milyon dolar değerinde 96 adet Atatürk Barajı yapılır -ben demiyorum,
Ankara Ticaret Odası söylüyor- 50 milyon değerinde 963 adet fabrika yapılır,
100 milyon dolar değerinde 481 adet tam teşekküllü hastane yapılır, 20 000
dolar değerinde 2 408 000 adet 100 metrekarelik konut yapılır..."
BAŞKAN – Sayın Oğuz, lütfen, tamamlar mısınız.
ALİ OĞUZ (Devamla) – "...500 adet Ankara-İstanbul
otobanı yapılır, 16 derslikli 182 500 okul yapılır" diyor. Ankara Ticaret
Odası söylüyor... Faizcilere verdiğiniz bu parayla... Vazgeçin bundan...
BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Bu verilen
faizin anaparasını kim almıştı Ali ağabey?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALİ OĞUZ (Devamla) – Biz bir piyango bekliyoruz,
hükümete bir piyango çıkacak ve bütün borçlarını ödeyecek, başka bir manası yok
bunun.
Bu kanun tasarısının memlekete hayırlı olmasını
diliyor, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Oğuz, çok teşekkür ediyorum
efendim.
1 inci maddeyi ekli listeyle beraber oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2. — Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe
girer.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, soru
soracaktım...
BAŞKAN – Önümde ışık yanmadı Sayın Genç, yansaydı
eğer, isteseydiniz söz verirdim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Cihaz bozuk efendim.
BAŞKAN – Sağlam yere geçin efendim, o kadar boş
yer var. O bozuksa, öbürüne geçin.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sözlü de soramaz mıyız?!
BAŞKAN – Olmaz, yazılı soracaksınız.
2 nci madde üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına Bingöl
Milletvekili Sayın Hüsamettin Korkutata konuşacaklardır.
Buyurun efendim.
BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, yerine,
Tokat Milletvekili Sayın Bekir Sobacı konuşacaktır.
BAŞKAN – Yerine, Tokat Milletvekili Sayın Bekir
Sobacı konuşacaklar.
Buyurun Sayın Sobacı.
FP GRUBU ADINA BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Emniyet
teşkilatının taşra kadrolarında istihdam edilmek üzere 10 000 polis kadrosunun
ihdasıyla ilgili kanun tasarında Fazilet Partisi Grubu adına görüşlerimizi arz
etmek istiyorum.
Peşinen şunu ifade etmek isterim ki, polis sayısının
artması, karakol sayısının artması istenilen ve özlenen bir şey değildir.
Özellikle, günümüzde globalleşen dünyada, silahsızlanmanın ve savaş
aleyhtarlığının geliştiği günümüzde, nasıl, asker sayısının azaltılması
sevindirici bir şeyse, bence, polis sayısının azaltılması ve azalmış olması
bile, aslında, sevindiricidir diye düşünüyorum sosyal barış açısından.
Değerli
arkadaşlar, bu manada, Türkiye'de hem savunma harcamalarının hem de devlet
kadrolarındaki bu büyümenin bütçe yükü üzerinde ve kamu finansmanı üzerinde,
devlet üzerindeki etkisini hepimiz biliyoruz. Bu manada, çok sayıdan ziyade,
eğitim seviyesi yüksek, donanımı yüksek ve sayısal olarak düşük devlet
kadrolarının daha etkin olduğunu ifade etmek istiyorum ve çıkaracağımız bu 10
000 polis kadrosuyla ilgili olarak da şunu ifade etmek istiyorum: Türkiye,
özellikle son üç yılda talihsiz bir dönemi yaşıyor, devletin anayasal devlet,
sosyal devlet ve demokratik hukuk devleti ilkelerine yakışmayan ayırımcı
yaklaşımlarla kadro alımları yapılırken, devletin bünyesine insanlar alınırken,
mezun olunan okullarla ilgili seçmece yaklaşımı, ayırımcı yaklaşımı ifade etmek
istiyorum ve bu manada, bu Meclisin komisyonlarında, hangi okul mezunlarının
polis olacağı, hangilerinin olamayacağının tartışılması bile bir talihsizliktir
diye ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, aslında önemli olan, aynı koruyucu
hekimlik gibi, asıl, suçun önceden önlenmesi noktasında, bireylerin suça
düşmemesi noktasında bir koruyucu yöntem geliştirilmesi noktasında ülke olarak
dikkatimizi yoğunlaştırırsak, sonuçta, bütün ülkenin kârlı çıkacağını, toplumun
kârlı çıkacağını ifade etmek istiyorum.
İçgüvenlik konsepti açıklamalarıyla vehim üretmenin, bu
manada büyük sakıncaları olduğunu son üç yıldır ülkemizde yaşamaktayız.
Gazetelerde sık sık yayımlanan terör haritalarıyla, suç haritalarıyla, sanki,
halkımız potansiyel suçlu olarak gösterilmektedir, bu toplumun sivil örgütlenmeleri
ve svil yapılanmaları potansiyel suçlu olarak ifade edilmektedir. Bu manada,
işkencenin polisle eşdeğer hale getirilmesinin yanlış olduğunu, yetersiz
olduğunu ifade etmek istiyorum. Elbette, işkencenin sona ermesine hepimiz
katılıyoruz; ama, bu manada, demokratik ülke olarak, polisin sorgulandığı bir
ülkede, aynı zamanda, kim olursa olsun, hangi kurum olursa olsun, işkenceye
bulaşmış hangi kurum ve kişi olursa olsun, aynı sorgulamanın onlar için de
geçerli olmasını, sivil yönetimin, demokratik yönetimin ölçütü olarak da ortaya
konulması gerektiğini ifade ediyorum.
Ülkemizde, doğu ve güneydoğuda geçmişte yaşanan üzücü
olaylarda, insanlık onuruna yakışmayan tavır ve davranışlar içinde bulunan bazı
görevlilerin sorgulanamamış olmasını da burada dikkatlerinize arz ediyorum.
Değerli arkadaşlar, polisin, uluslararası devletlerin
birtakım manipülasyonlarına alet edilmesine mutlaka karşı çıkmalıyız ve
önlemeliyiz diye ifade ediyorum. Ülkemizde Hizbullah'la başlayan ve son olarak
Umut Operasyonuyla koparılan yaygaraların sonucunda, maalesef, devlet kurumları
arasındaki görüş ayrılığının ve çatışmanın ortaya çıkması, bizi bazı konularda
endişelendirmektedir ve bu manada, inşallah, İçişleri Bakanlığının doyurucu
açıklamalar yapmasını bekliyorum.
Son, Umut Operasyonuyla koparılan yaygarayla elde
edilen sonuç, ECO zirvesine Cumhurbaşkanının katılamamasıdır. Buraya
dikkatlerinizi arz ediyorum değerli arkadaşlar ve bugün yapılan açıklamada
Amerika Birleşik Devletleri, İran'ı ve yanında bir ülkeyi daha -yanılmıyorsam
Suriye olabilir- kara listeden çıkardı "bir Irak kaldı" diyor. Böyle
bir dünyada bizler, bu manipülasyonlara polisi de alet ederek, bakanlık
seviyesinde alet ederek manipülasyonlara, gelinen sonuçta, ülkenin,
uluslararası ilişkiler açısından zarar gördüğü bir sonuca geliyorsak, bu manada
sorumluların da bu soruya cevap vermesi, toplumu ve bu Meclisi aydınlatması
gerektiğine inanıyorum.
Değerli arkadaşlar, elbette hiçbir kurumu suçlamak
düşüncemiz yok. Bir siyasî parti genel başkan yardımcısının ifadelerine ben
burada -arkadaşlar değindi ama- şu manada katılmadığımı ifade ediyorum. Böyle
birtakım kompleksleri biz üzerimizden atmak zorundayız.
Türkiye'den eroin ve beyaz zehir geçebilir. Değerli
arkadaşlar, Bolivya'dan, Kolombiya'dan Amerika'ya aktarılan, belki, Türkiye'den
geçenin birkaç katı beyaz zehir ticareti var. Bunlar diyelim ülkemizi geçti
-Avrupa trafiğini dikkate alırsak- Balkanları geçti, ama Avrupa ülkelerine bu
beyaz zehir giriyor. Bunun ticaretini yapan şebekeler Avrupa ülkelerinde yok
mu; var. O halde, onun bir öbür boyutu da, kendi polisimizi suçlamaktan önce,
Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi gelişmiş ülkelerin kendi nesillerinin ve
çocuklarının düştüğü bu beyaz zehir tuzağında, gönüllü, tam iyiniyetli, samimî
olmadıklarını ifade etmek istiyorum. Bu manada, İran'da yakalanan beyaz zehir
kaçakçılarının idam edildiğini biliyoruz; ama, hiçbir Batı ülkesinin, bizim
gibi ülkelere, fedakârca bununla mücadele eden ülkelere doğru dürüst, çok açık
bir teşekkür ve malî destek konusunda da cömert olmadıklarını ifade etmek
istiyorum. Eğer, bugün Amerika, o Batı,
"altın üçgen"de oluşan eroin üretimini, beyaz zehir üretimini
önlemek isteseler, samimî olarak ifade etmek istiyorum ki, toplumlarının zarar
gördüğü, sosyal maliyeti ve faturasının çok daha küçük oranlardaki bir
miktarını o ülkelerin kalkınmasına harcasalardı, bugün, bir Afganistan ya da o
"altın üçgen"in içine alındığı alanda, o insanlar böyle bir gayri
ahlakî ve gayri insanî konuma düşmezlerdi diye ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bugün, elbette suç türleri
gelişmektedir; gelişen iletişim ve teknolojiye, dijital teknolojiye polisin
ayak uydurması lazım; bu manada da, her neviyle kriminal kabiliyetinin
yükseltilmesinde, artırılmasında zaruret vardır. Ayrıca, araç-gereç noktasında,
suçlunun aracından daha hızlı giden bir araç ve donanıma polisimizin
kavuşturulması lazım; yoksa, taşrada, ilçelerde, illerde gönüllü kuruluşların,
sivil toplum kuruluşları ve halkın katkılarıyla, bu açıkları kapatmaya
kalkarsak, korkarım ki, istenen sonucu elde edemeyiz diye düşünüyorum.
Bir diğer konu değerli arkadaşlar, gelişen teknolojik
kabiliyetler, artık, ülkeleri, sınırları aşıyor, kontrolü zorlaştırıyor.
Ülkemizde alkol kullanma yaşının giderek düşmesi, uyuşturucu kullanma yaşının
düşmesi konusunda çok ciddî tedbirler almamız lazım. Bunun da birinci
tedbirinin kültürel tedbirler olduğunu ifade etmek istiyorum.
Ayrıca, çağımızda gelişen internet teknolojisinin ve
internet kafelerin kontrolü konusunda bir yetersizliğin veya geç kalmanın
olduğunu da ifade etmek istiyorum. Çünkü buralarda şiddet, erotizm ve ayrıca,
toplumumuzun örf ve âdetine uymayan birtakım gayri ahlakî yönlendirmelerin çok
acımasız bir şekilde devam ettiğini ve bu konuda da, inşallah, İçişleri
Bakanlığımızın ve polis teşkilatımızın internet kafeler ve tehlikeleri konusunda gerekli tedbirleri alacağını
umduğumu ifade etmek istiyorum.
Ayrıca, günümüzde, Batının, gelişmiş ülkelerin tarihî
eser kaçakçılığı konusunda da samimî olmadıklarını ifade etmek istiyorum. Bu,
ülkelerdeki çifte standardı gösterme açısından bu noktaya da işaret etmek
zarureti hissettim.
Çıkarılan kadronun, inşallah, en kısa zamanda ülkemizi
daha fazla polis kadrolarına ihtiyaç duymayan bir sosyal barışın, kardeşliğin
ve huzurun hâkim olduğu bir ülke konumuna getirmesi dileğiyle, hepinize
saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sobacı.
Gruplar adına başka söz talebi ?..Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Müteakip maddeyi okutuyorum :
MADDE 3. — Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür.
BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talebi?..Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, lehte konuşmak üzere,
Sayın Seven; buyurun.
NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Vazgeçiyorum.
BAŞKAN – Aleyhte, Isparta Milletvekili Sayın Sayın Mustafa Zorlu; buyurun.
MUSTAFA ZORLU (Isparta) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; tabiî ki, bu kanun
hakkında aleyhte konuşmak mümkün değil; usul gereği ancak bu şekilde söz
alabildiğim için... Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Halen, emniyet teşkilatımızda 157 000 polis kadrosu
bulunmaktadır. Mevcut kadroyla, ülkemizde 1 polis 414 kişiye hizmet
vermekteyken, Avrupa Birliğine üye ülkelerde 1 polis 250 kişiye hizmet
vermektedir. Ülkemizde mevcut 850 ilçenin 713'ü polis sorumluluk bölgesinde
olmasına rağmen, personel yetersizliği nedeniyle, polis sorumluluk bölgesine
alınan 32 ilçemizde polis teşkilatı faaliyete geçirilememiştir. Jandarma
sorumluluk bölgesinde bulunan ilçelerin de polis sorumluluk alanına alınması
yönünde oluşan yoğun talepler, yine, personel yetersizliğinden olumlu
karşılanamamıştır.
Emniyet teşkilatında görev yapan 8 000 polis askerlik
hizmetini ifa etmektedir; 11 000 polis ise silah altına alınmayı beklemektedir.
Bu durum, mevcut olan personel açığını daha da artırmaktadır. Mevcut personel
açığı devam etmekte iken, emeklilik, istifa, vefat ve işledikleri suçlar
nedeniyle, her yıl yaklaşık 2 500-3 000 polisin kurumla ilişiği kesilmektedir.
Polis okullarında eğitim görmekte olan ve 15 Haziran
2000 tarihinde mezun olup göreve başlatılması gereken 10 000 polis adayından 7
760 adayın ataması yapılabilecek, geriye kalan 1 840 adayın, kadro bulunmaması
nedeniyle atamaları yapılamayacaktır. Bu ise, idare üzerinde şimdiden yoğun
baskılara sebep olmakta ve ayrıca, devletin verdiği masrafa karşılık,
personelden hizmet alınamamaktadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; personel
yetersizliği nedeniyle gece gündüz demeden, cumartesi pazar demeden, günde en
az oniki saat, bazen ondört, onaltı saat çalışmak zorunda kalan, kimi yerlerde
altı aydır hiç hafta sonu tatili yapamayan, devletin bölünmez bütünlüğü ülküsü
için, vatandaşın can ve mal güvenliğinin sağlanması için gözünü kırpmadan şehit
olan polislerimizin yüzde 80'i, lojman yetersizliği nedeniyle şehir
merkezlerinin varoşlarında, kendi ailesinin güvenliğinden yoksun ve normal
yaşam standartlarının altında yaşama mücadelesi vermektedir.
Normal devlet memurundan ayda 180 saat fazla çalışan
polislerimizin fazla mesai ücretlerinin...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Zorlu, teşekkür ediyorum.
Lütfen, oyununuz rengini belirtir misiniz efendim...
Açıyorum mikrofonu ve oyunuzun rengini belirtmenizi
rica ediyorum.
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Aleyhte konuştu; oyunun
rengi belli...
BAŞKAN – Buyurun.
MUSTAFA ZORLU (Devamla)– ... ve maaşlarının mutlaka
artırılması gerekmektedir.
Polisimizin içinde bulunduğu bu maddî imkânsızlıklardan
en kısa zamanda kurtulabilmesi temennisiyle, personel yetersizliğine bir nebze
de olsa nefes aldıracak olan 10 000 kadronun emniyet teşkilatımıza hayırlı
olmasını diler; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından
alkışlar)
TURHAN GÜVEN (İçel) – Oyunun rengini söylemedi Sayın
Başkan...
MUSTAFA ZORLU (Isparta) – Konuşmamın başında belirttim
Sayın Başkan.
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Rengi yine belli
olmadı!
TURHAN GÜVEN (İçel) – Oyunun rengini söyleyeceksin
efendim!
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Rengi belli olmadı!
TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, başkalarına
"oyunun rengini söyle" dediğiniz halde söylemiyorlar; bazen de
söyleyince "niye söyledin" diyorlar; Allah Allah!.. Böyle ikili şey
olur mu?!
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, tasarının tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
Sayın Bakan, bir teşekkür konuşması yapacaklar; buyurun
efendim.
TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Bakan neye teşekkür
ediyor?! Sorulara cevap vermiyor, teşekkür mü ediyor yani?! Hazır metinden
herkes bulur cevabını.
DEVLET BAKANI EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kabul edilen bu yasayla, emniyet teşkilatı,
ihtiyacı olan personel sayısına, kısmen de olsa kavuşmuş olacaktır. Haziran ayı
itibariyle, yaklaşık 10 000 polis memuru adayı, polis okullarından mezun olmuş,
bunlardan 2 000 aday memur, kadrosuzluk nedeniyle atanamamıştır. Katkılarınızla
çıkarılan bu kanunla, anılan aday memurlarımızın mağduriyeti giderilecek;
teşkilata, genç ve dinamik personel takviyesi yapılacaktır.
Bu vesileyle, kanunun çıkarılmasında gösterdiğiniz
işbirliği ve yardımlarınız için tüm gruplara teşekkür ederim. Görüşmeler
sırasında yapılan eleştiri ve ileri sürülen önerilerden yararlanarak, daha iyi
hizmet yapılması yönünde gayret gösterilecektir. Emniyet teşkilatı, Yüce
Meclisimizin ve halkımızın desteğiyle, her türlü suçla mücadelede, geçmişte
olduğu gibi, gelecekte de, mutlaka başarılı olacaktır.
Meclis gündeminin 172 nci sırasında bulunan Polis
Yükseköğretim Kanunuyla ilgili tasarının görüşülmesi sırasında da aynı
işbirliği ve anlayışın gösterileceğini umuyorum.
Katkılarınızdan dolayı tekrar teşekkür eder, Yüce
Heyetinize en derin saygılarımızı sunarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.
Değerli milletvekilleri, alınan karar gereğince, Askerî
Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma
ve Adalet Komisyonları raporlarının müzakerelerine başlıyoruz.
7. – Askerî
Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma
ve Adalet Komisyonları Raporları (1/657) (S. Sayısı: 421) (1)
(1) 421 S. Sayılı Basmayazı tutanağa
eklidir.
BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada
Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.
Komisyon raporunun okunup...
BEKİR SOBACI (Tokat) – Karar yetersayısının
aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN – Karar yeter sayısının aranılmasını
istiyorsunuz...
Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu
oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım: Raporun okunmasını
kabul edenler... Etmeyenler...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Karar yetersayısının aranılmasını
istemiyorlar, vazgeçtiler efendim.
BAŞKAN – Komisyon raporunun okunması kabul
edilmemiştir.
Tasarının tümü üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına,
Aksaray Milletvekili Sayın Ramazan Toprak; buyurun efendim. (FP sıralarından
alkışlar)
FP GRUBU ADINA RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Sayın Başkan,
Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Saatin 24.00'ü bulduğu bir sırada beni dinlemenin
zorluğunu da göz önünde bulundurarak ve takip eden maddelerde de konuşma
yapmayacağımı şimdiden müjdeleyerek, sadece tasarının ana hatları üzerinde bazı
bilgiler arz etmek için huzurlarınızdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Yıllardır ifade ederiz, yargı birliğinden bahsederiz.
Peki, yargı bölünmüş müdür; evet; adlî, idarî, askerî... Bu yüce kürsüye ilk
defa geldiğimiz ve yemin ettiğimiz gün -Anayasamızın 81 inci maddesinde-
vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü üzerine yemin etmiş idik. Ben, buna, bir
de yargının bölünmez bütünlüğünü eklemek istiyorum. İnşallah, bu hedefin bir
gün gerçekleşeceği umudundayım.
Tabiî, askerî yargı, bu üç yargı biriminden bir
tanesidir; iki ana eksene oturmuştur, biri ceza yargısı, diğeri idarî yargıdır.
Ceza yargılaması, askerî mahkemelerce yürütülmektedir. İdarî yargıysa, ilk ve
son derece yargı mercii olan Askerî Yüksek İdare Mahkemesince yürütülmektedir.
Bilindiği üzere, 1972 yılına kadar, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Danıştayın
bir dairesi idi. 1972 yılında, 1602 sayılı Yasayla, Danıştaydan ayrılarak,
idarî bir birim olarak, bir yüksek yargı organı şeklinde askerî yargı içerisinde
yerini almıştır. Askerî yargı, gerçekten, fevkalade güzel hizmetler ifa
etmektedir. 12 Eylül 1980 ihtilali sonrasında askerî mahkemelerimizce verilmiş
fevkalade örnek kararlar vardır. Bu kararlardan bir kısmı hafızamda,
hatırlıyorum da, gerçekten, her türlü etkiye açık bir dönemde askerî hâkimlerin
verdiği son derece cesur ve yerinde kararlar, bugün, aynı cesareti gösteremeyen
pek çok hâkime örnek olacak niteliktedir.
Tasarımız ne getiriyor; bunu ifade etmeden önce, askerî
hâkimliğin kaynaklarını ifade edeyim. Askerî hâkimliğin üç kaynağı vardır:
Birinci kaynağı, Silahlı Kuvvetler adına fakülte, yüksekokullarda okutulan
öğrencilerin askerî hâkim olarak mesleğe kabulleri, devamları şeklindedir.
İkincisi, kendi nam ve hesabına hukuk fakültesini bitirenler, yedeksubaylıkları
döneminde girdikleri sınavı kazanmak suretiyle, muvazzaf askerî hâkim olarak
nasbedilirler. Üçüncü kaynak ise, muvazzaf subaylardan, dışarıdan hukuk
fakültesini bitirenlerden yeterli görülenlerin askerî hâkim sınıfına
geçirilmesi suretiyle olur; yani, üç değişik kaynak olur.
Şimdi, bu kaynaklardan fakülte, yüksekokullar
kaynaklılarla, kendi nam ve hesabına okuyanlardan Silahlı Kuvvetlere intisap
edenler için, bu tasarı uyarınca herhangi bir yenilik getirilmemektedir. Bu
tasarının özü şudur: Askerî yargıda görev alan askerî hâkim ve savcıların
birinci sınıfa ayrılmaları için mevcut uygulamadaki 12 yıl artı kıdemli
binbaşılık şartı ortadan kaldırılmakta, yerine 10 yıl artı binbaşı rütbesi
yeterli görülmektedir.
21 Mart 1995 tarihi itibariyle Yüce Meclisin çıkardığı
4087 sayılı bir yasa vardır, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunuyla ilgili
bir değişiklik yapılırken, eşzamanlı olarak, askerî hâkimlerin özlük haklarını
düzenleyen 357 sayılı kanunun 15 inci maddesindeki şartları da taşıyanlar için
bir istisna getirilmiş ve bu istisnaya göre, 21 Mart 1995 tarihinden önce
Silahlı Kuvvetlerde askerî hâkim sınıfına geçirilenler için bir imtiyaz
getirilmiş ve 10 yıl artı binbaşı şartı yeterli görülmüş; ancak, 21.3.1995
tarihinden sonra askerî hâkim sınıfına geçenler için aynı şartlar ortaya
konulmamıştır. Bu eşitsizlik nedeniyle, müracaat üzerine, Anayasa Mahkemesi,
aynı yıl içinde, 14 Aralık 1995 tarihinde bu yasayı, temelde eşitlik ilkesine
aykırı bulduğu için iptal etmiştir.
Bunu biraz daha somutlaştırayım. Askerliğin temeli
disiplindir. Askerlikte rütbe ve kıdem esastır. Peki, bu tasarıyla, bu disiplin
nasıl temin edilecek, buna bir örnek vermek istiyorum. Örneğin, bir askerî
mahkemede mahkeme başkanı olarak görev ifa eden yarbay rütbesindeki bir askerî
hâkim bu şartları taşımadığı için birinci sınıfa ayrılmamışsa, emri altındaki
bir üye hâkim binbaşıdan daha az maaş almaktadır; yani, mahkeme başkanı yarbay,
üye hâkim binbaşıdan daha az maaş almaktadır. Bu bir ücret anarşisidir, ücret
dengesizliğidir. Bu dengesizlik, askerliğin temeli olan disiplini, temelinden
sarsacak bir anarşidir. Bu tasarıyla bu disiplinsizlik ortadan kaldırılmış ve
askerliğin temeli sağlam zemine oturtulmuş olacaktır, bu tasarıyla inşallah
oturtulacaktır.
Tabiî, ben, Sayın Hükümetin bu konudaki hassasiyetini
takdirle karşılıyorum; ancak, gerçekten çok kritik bir coğrafyada bulunmamız
nedeniyle, askerimiz gözbebeğimizdir, Türk Milletinin gözbebeği, en dinamik
kurumudur. Bu kurumun taleplerinin elbette öncelikli olarak yerine getirilmesi,
hepimizin gönülden arzusudur; ancak, ben, Sayın Hükümetin bu konuda gösterdiği
hassasiyetin örnek olmasını temenni ediyorum. Yüksek malumlarınız olduğu üzere,
diğer kamu kurumlarında kamu görevi yürüten üst düzey bürokratlar, örneğin genel
müdür 300 milyon lira maaş alırken, onu taşıyan aracı süren şoför 600
milyon-700 milyon lira maaş almaktadır; bu da ücret anarşisidir. Eğer, kamu
görevinin yürütülmesinde, kamu hizmetinin huzurlu ve verimli olarak
yürütülmesinde bir önşart aranıyorsa, öncelikle kamu görevlileri, içerisinde
bulundukları bu ücret anarşisinden bir an önce kurtarılmalı ve ücret reformu,
personel reformu en kısa sürede Yüce Meclisin huzuruna getirilmelidir.
Tabiî, şimdi, sivil hâkim meslektaşlarımız 2 yılda bir
terfi almaktadırlar. Oysa, askerî hâkimler 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanunu uyarınca terfi ettiklerinden, 3 yılda bir derece almaktadırlar.
Bu ise, emsali olan sivil hâkimler ile askerî hâkimler arasında olağanüstü bir
eşitsizliğe neden olmaktadır.
Bu tasarıyla, bu eşitsizlik bir nebze olsun aşağı
çekilmiştir. Her ne kadar, biz, 10 yıl artı binbaşı rütbesinde askerî
hâkimlerimizi birinci sınıfa ayırıyor gibi gözüksek de, aslında, fakülte ve
yüksek okullardan geçenler ve kendi nam ve hesabına okuyanlardan silahlı
kuvvetlere intisap edenler için, bu rakam, aslında 10 yıl değil, 15 yıl
demektir, hatta 15 yılın üzerinde bir süre demektir. Bu, sadece, muvazzaf
subaylıktan askerî hâkimliğe geçirilenler ile çok az sayıda personeli kapsamak
üzere...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Toprak, lütfen tamamlar mısınız, rica
ediyorum efendim.
Açıyorum mikrofonunuzu, buyurun.
BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Affedersiniz, konuşmacı tümü
üzerinde konuşma yapıyor, 10 dakikadan başlandı; ben, dikkat ettim; ama,
düzelteceğinizi zannettim. Madde üzerinde de konuşmayacak. Müsaade ederseniz...
BAŞKAN - Buyurun efendim, düzeltiyorum... Buyurun
efendim...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir de milletvekiline saygı
diyor, böyle Başkanlık olur mu?
BAŞKAN - Buyurun Sayın Toprak, siz devam edin efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Soru sormak istiyoruz
verilmiyor, böyle Başkanlık olur mu?
BAŞKAN - Buyurun efendim.
RAMAZAN TOPRAK (Devamla) – Sayın Başkan, kısa
dedim; ama, bu kadar kısa olacağını da tahmin etmemiştim.
Tabiî, bu tasarı, gerçekten çok zor, çetin dönemlerde
fevkalade güzel hizmetler ifa eden askerî hâkimlerimizden çok az bir kısmı için
ücret dengesizliğini ortadan kaldıran bir tasarıdır.
Ben, bu tasarının, ücret dengesizliğini, ücret
anarşisini ortadan kaldırmaya yönelik mantalitesinin, mantığının, ana temasının
sayın hükümetimizin, emsal diğer kamu görevlileri için de bir baz teşkil
ederek, bunlar hakkında da iyileştirici birtakım düzenlemeler getirmesinin bir
başlangıcı olduğunu kabul ediyorum. Fevkalade güzel ve beş yıl gecikmiş bu
tasarının, gerçekten, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz için bir gereklilik olduğunu
ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Toprak.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Batman Milletvekili
Sayın Burhan İsen; buyurun.
DYP GRUBU ADINA BURHAN İSEN (Batman) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, söz almış
bulunmaktayım; Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, adalet dağıtımı, muhakkaktır
ki, insanoğlunun en zor ve o oranda da en şerefli işlerinden biridir. Bu
nedenle, adalet dağıtımını kutsal bir iş olarak nitelendirmek doğru olacaktır.
Adalet dağıtımı, devletin üç temel işlevinden biridir. Hukukun üstünlüğü
anlayışı çerçevesinde de, yargı işlevi, diğerlerinin üzerinde düşünülmelidir.
Adalet dağıtımında asıl olan kişi, hâkimdir. Anayasamıza göre, hâkimler,
görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak, vicdanî
kanaatlarına göre hüküm verirler. Burada belirtilen "vicdanî kanaat"
ibaresi, adalet dağıtımında insan unsurunun önemini ortaya koymaktadır; çünkü,
adalet denilen duygu da, toplumu oluşturan insanların benimseyebildikleri bir
sonuçtur. Bu sebeple, hâkimsiz bir adaletten söz edilemez.
Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, adalet damgasını
vuracak olan hâkim olmadan, adalet olmaz. Teknoloji, olsa olsa, hâkimin adalet
dağıtımı işinde ona yardımcı olur. İşte, bu sebepledir ki, hâkim olarak görev
yapacak kişilerin seçimi ve bunların zaman içerisinde daha da mükemmelleşmesi
için gerekli altyapının sağlanması, devletin temeli olan adalet için hayatî
önem taşımaktadır. Bu çerçeve içinde, Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini
korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti olarak tanımlanan
askerlik müessesesi, tehlikeli ve riskli, aynı zamanda özellikli bir kamu
hizmeti olup, tüm ülkeyi kapsayan bu kamu hizmeti esnasında cereyan eden idarî
eylemlerin çeşitliliği de çok fazladır. Bu nedenle, askerî hâkimlerin görev ve
sorumluluklarının önemi de tartışılmazdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte
olduğumuz bu tasarı, askerî hâkimlerin sınıflarıyla ilgilidir. Askerî
hâkimlerin birinci sınıfa ayrılma koşulları, 357 sayılı Askerî Hâkimler
Yasasının 15 inci maddesinde açıkça belirtilmiştir. Bu maddeye göre, kıdemli
binbaşı rütbesinde bulunmak, askerî hâkimlik hizmetinde en az oniki yılını
doldurmuş olmak, ikiden fazla disiplin cezası almamış olmak gibi şartlar yer
almaktadır; ancak, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yasasına 21 Mart 1995
tarihinde eklenen geçici maddeyle, yukarıda belirtilen diğer koşulları taşımak
kaydıyla, askerî hâkimlik mesleğinde on hizmet yılını doldurdukları ve binbaşı rütbesine
nasp edildikleri tarihte birinci sınıf askerî hâkimliğe geçilmesi yeterli
görülmüştür. Ancak, söz konusu hükmün, binbaşı rütbesini ve meslekte on yıl
hizmet süresini, sadece, yasanın yürürlüğe girdiği tarih olan 21 Mart 1995
tarihinde askerî hâkimlik mesleğinde bulunanlar için uygulanması, askerî
hâkimler arasında birinci sınıf askerî hâkimliğe ayrılmada farklı şartların
oluşmasına ve eşitsizliklere sebebiyet vermiştir. 4087 sayılı Yasanın yürürlüğe
konulduğu 21 Mart 1995 tarihinde, meslekte bulunan askerî hâkimlerin diğer
koşullarla birlikte, binbaşı rütbesinde olmaları ve askerî hâkimlikte on hizmet
yılını doldurmaları halinde, birinci sınıf askerî hâkimliğe ayrılmaları
sağlanırken, bu tarihten sonra askerî hâkim olanlar için kıdemli binbaşı olmak
ve askerî hâkimlikte oniki hizmet yılını doldurmak gibi, farklı bir durum
yaratılmasına neden olunmuştur.
Değerli milletvekilleri, askerî hâkimlerin birinci
sınıf askerî hâkimliğe ayrılmalarında farklı kanunî yükümlülüklerin olması,
elbette ki eşitlik ilkesine aykırıdır ve bu eşitsizliğin giderilmesi
zorunludur; bu açıdan, tasarıyı olumlu karşılıyoruz. Bu durumun giderilmesi
adına yapılacak düzenlemeyi bizler de destekliyoruz; ancak, bir yerdeki
eşitsizliği gidermek için yaptığınız düzenleme, öbür taraftan başka bir
eşitsizliği getiriyorsa, burada dikkatli olunması gerektiğini hatırlatmakta
fayda görüyoruz.
Bu tasarının 1 inci maddesinin (B) bendinde, on yıllık
süre "(askerî hâkimlik mesleğinden önceki hâkimlik ve savcılıkta geçen
sürenin tamamı, avukatlıkta geçen sürenin dörtte 3'ü ve muvazzaf subaylıkta
geçen sürenin yarısı askerî hâkimlikten sayılır)" şeklinde
öngörülmektedir.
Değerli milletvekilleri, biraz önce belirttiğim hizmet
sayımı, askerî hâkimlerin özlük hakları açısından düşünülerek hayata
geçirilmesi doğrudur; ancak, askerî hâkimlerin haklarını gözetirken, aynı
meslek grubu içerisinde farklılığa yol açmak da doğru değildir. Şöyle ki, adlî
ve idarî yargı hâkimleri için, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarının
nitelikleri, atanmaları, hak ve ödevleri, meslekte ilerlemeleri gibi
düzenlemeler, 2802 sayılı Yasada belirtilmiştir. Bu yasada, birinci sınıf
hâkimliğe yükselme şartları belirtilmiş olup, adaylığa diğer kamu görevlerinde
iktisap ettikleri derece ve kademe üzerinden atananların, bu derece ve
kademeleriyle o görevde geçen süreleri hâkimlik ve savcılık sınıf ve kıdeminde
nazara alınmaz" ibaresi bulunmaktadır. Oysa, burada, getirmekte olduğumuz
tasarı yasalaştığı takdirde, askerî hâkimlik mesleğinden önceki hâkimlik ve
savcılıkta geçen sürenin tamamının sayılması; hatta, bununla da yetinilmeyip,
avukatlık ve muvazzaf subaylıkta geçirilen sürenin ise, yarısının hâkimlik
hizmet süresine eklenmesi öngörülmektedir.
Değerli milletvekilleri, aynı meslek içerisindeki bu
farklılıkları ortadan kaldırmak gerekirken, ayrıcalık veren kanunların
yasalaşması, yarar değil zarar getirecektir. Dolayısıyla, bu eşitsizliklerin
giderilmesi gerektiğini belirtirken; ayrıca, bu durumun, Anayasanın
"eşitlik" ilkesiyle bağdaşmadığının da altını çizmek istiyorum. Bu
nedenle, bu eşitsizliği, bir nebze de olsa gidermek için, tasarının 1 inci
maddesinin (B) bendinde yer alan "hizmet sayımı" kısmında bulunan
"...avukatlıkta geçen sürenin dörtte üçü..." olarak değil
"...avukatlıkta geçen sürenin dörtte ikisinin askerî hâkimlikten
sayılması..." olarak yeniden düzenlenmesi gerektiği görüşündeyiz.
Şuna yürekten inanıyorum ki, bu ülkede, en fazla
çalışan ve gayret gösteren meslek gruplarının başında hâkimler yer almaktadır.
Çoğu meslek sahibi, mesai saati bitince, fikrî mesaisinin bölünmez parçası olan
vicdanını ve o gün yargıladığı uyuşmazlığın taraflarını ve hassas adalet
terazisini, düşünde bile, beyninde muhafazaya devam eder. Hâkimlik mesleği,
büyük sorumluluk gerektiren bir meslektir. Yine, samimi olarak ifade etmek isterim
ki, Türk hâkimi, sorumluluğunun farkındadır ve inanılmaz derecedeki ağır işini
en iyi şekilde yerine getirmektedir.
Sözlerime son verirken, gündemimizde yer alan tasarının
hayırlı olmasını temenni eder, askerî hâkimlerimize ve sivil hâkimlerimize, hizmetlerinden
dolayı kendilerine şükran duyduğumuzu belirtiyor; saygılarımı sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın İsen.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Şahsım adına söz istiyorum
efendim.
BAŞKAN – Yazayım efendim. Dördüncü sıradasınız.
Şahsı adına, Çorum Milletvekili Sayın Yasin
Hatiboğlu?.. Yok.
Bartın Milletvekili Sayın Zeki Çakan, buyurun. (ANAP
sıralarından alkışlar)
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 421 sıra sayılı Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı üzerinde kişisel söz almış bulunuyorum; hepinize
saygılarımı sunuyorum.
Bu tasarı, umuyorum kanunlaşacaktır. Tüm gruplara ve
grup başkanvekillerine teşekkür ediyorum.
Askerî hâkimlerimiz arasında ücret dengesizliğini
giderecek olan bu tasarının hazırlanmasında emeği geçenleri kutluyorum; hayırlı
olsun diyorum.
Teşekkür ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN – Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın Sühan
Özkan; buyurun efendim.
İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
üyeler; Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.
Önümüzdeki kanun tasarısı, 2802 sayılı Hâkimler ve
Savcılar Kanununda, 21 Mart 1995 tarihinde yapılan bir değişiklik konusunda;
ancak, buna paralel olarak yapılması düşünülen değişikliğin, 357 sayılı Askerî
Hâkimler Kanununun 15 inci maddesinde yapılması gereken değişikliğin
yapılmaması nedeniyle meydana gelen eşitsizliği gidermek amacıyla düşünülmüş ve
huzurunuza getirilmiş bir tasarıdır. Bu, sadece mevcut eşitsizliği gidermek ve
paralel uygulamayı sağlamak adına düşünülen bir kanun tasarısıdır.
Onun için, biz, Anavatan Partisi Grubu ve şahsım
olarak, bu tasarının, bu eşitsizliği gidereceğine inanıyorum ve hayırlı
olmasını diliyor, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özkan.
Tasarının maddelerine geçilmesi hususunu oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
ASKERÎ
HÂKİMLER KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR
KANUN
TASARISI
MADDE 1. – 26.10.1963 tarihli ve 357 sayılı Askerî
Hâkimler Kanununun 15 inci maddesinin birinci fıkrasının (A) ve (B) bentleri
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“A) Binbaşı rütbesinde bulunmak,
B) Askerî hâkimlik hizmetinde en az on yılını doldurmuş
olmak (Askerî hâkimlik mesleğinden önceki hâkimlik ve savcılıkta geçen sürenin
tamamı, avukatlıkta geçen sürenin dörtte üçü ve muvazzaf subaylıkta geçen
sürenin yarısı askerî hâkimlikten sayılır.),”
BAŞKAN – 1 inci madde üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu
adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç; buyurun efendim.
DYP GRUBU ADINA KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabiî, Meclis kürsüsünde oturan, Meclisi idare eden
Başkanvekili çok kin ve nefret dolu duygular içinde bazı milletvekillerine
karşı hareket edince, burada, bizim de çok sağlıklı parlamenterlik görevimizi
yapmamız mümkün değil. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından gürültüler)
Arkadaşlar, rica ediyorum...
O kadar keyfî uygulamalar var ki!.. Süreyi istedikleri
gibi belirliyorlar, bazı kanunların maddesini bile oylamadan geçiyorlar...
Böyle olunca, bu Meclis, hakikaten, normal bir Meclis görüntüsünü veremiyor.
Bu kürsü, çok kutsal bir kürsüdür. Bu kürsüde oturan
kişinin, dürüst, tarafsız, Parlamentonun geçmişindeki uygulamalara saygı
göstererek Meclisi yönetmesi, bu Meclisi ve kendisini yüceltir; ama, kin ve
nefret dolu, taraflılıkla hareket edilirse, o kendisiyle ilgili bir şey. Ben,
tabiî, burada kişisel konuşmalar yaptığım zaman, yine, Mavi Akımdaki, enerji
ihalelerindeki suiistimalleri dile getirdiğim için, burada, ANAP'lı arkadaşlar
bundan rahatsız oldular, bizim söz hakkımızı kesmek için, çıktılar, burada
muvazaalı konuşma yaptılar.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Senin söz hakkın var da,
başkasının yok mu?! Orada kanunî hakkını kullanıyor milletvekili; başkasının
hakkını almıyor!
KAMER GENÇ (Devamla) – Alıyorsun, alıyorsun...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sen konuşunca kendi hakkın...
Olmaz öyle şey! Kendine gel!..
BAŞKAN – Sayın Çakan, hatibe müdahale etmeyin efendim.
Buyurun Sayın Genç, siz devam edin efendim.
KAMER GENÇ (Devamla) – O zaman, Grup Başkanvekili
olarak niye çıkıp konuşmuyorsun?! Niye Grup Başkanvekili olarak konuşmuyorsun?!
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Herkes kendi hakkını
kullanıyor...
KAMER GENÇ (Devamla) – Sizin muvazaalı hareket ettiğinizi
herkes biliyor.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Zamanında müracaat etseydin o
zaman!
BAŞKAN – Sayın Çakan, müdahale etmeyin, hatip istediği
gibi konuşsun. Onu, anlayan, anladığı gibi anlıyor zaten.
KAMER GENÇ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bu
Parlamentonun saygınlığının korunabilmesi için, bu Parlamentonun, Anayasaya ve
İçtüzüğe göre yönetilmesi lazım.
Bakın, Parlamento, Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle,
4.5.2000 tarihinde ara vermiştir. İçtüzüğümüzün...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, maddeyle ilgili
konuşacak...
KAMER GENÇ (Devamla) – Bir dakika efendim...
İçtüzüğümüzün 6 ncı ve 25 inci maddelerine göre,
Parlamento tatilde veya ara verme halinde ise hangi komisyonların çalışacağına,
Meclis Başkanının teklifiyle Genel Kurul karar verebilir.
MİHRALİ AKSU (Erzincan) – Konuya gel, konuya...
KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın, 4.5.2000 tarihinde,
Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle, Danışma Kurulunun aldığı bir karar üzerine,
bu Parlamento ara vermiştir; ama, maalesef, komisyonda ben ve Sayın Hatiboğlu
dile getirdik, muhalefet şerhimiz var, bu nazara alınmadı. Bir gün sonradan bu
müzakere edilecekti.
Bakın, değerli milletvekilleri, eğer İçtüzüğü böyle
rafa kaldırırsak, o zaman, gelecekte çok kötü şeyler olabilir. Yarın, herhangi
bir komisyon, tatilde, tutar, kendi yandaşlarını toplar, bir karar verir, o
karar... O zaman bunların önüne geçemezsiniz. Parlamentoda açıklık mecburiyeti
var. Ne diyor İçtüzük: Ara verme halinde hangi komisyonun çalışacağı Meclis
Başkanının teklifi ve Genel Kurulun kararıyla belirlenir diyor. Burada ne
Meclis Başkanının teklifi var ne Genel Kurul kararı var; ama, Adalet
Komisyonumuz, biz kendilerini ikaz etmemize rağmen, orada Komisyon karar verdi.
Halbuki, bir gün sonra da Meclis çalışıyordu, yani, ara verme süresi bitiyordu.
Ben söyleyeyim de, siz isterseniz alaya alın, isterseniz "İçtüzük
yok" deyin. Tabiî, eğer, bu Meclisteki komisyonlar ve başkanlar Anayasayı,
İçtüzüğü rafa kaldırır, keyfî davranırlarsa ve sizler de bunu uygularsanız sizi
tebrik ederim! Bizim görevimiz, burada doğruları söylemek. Tabiî, bizim burada
doğruları söylememizi engelleyen de çok büyük çabalar var.
İkincisi, değerli milletvekilleri, biz, aslında, bu
tasarıya karşı değiliz; Grup olarak da tasarıyı destekliyoruz; yani, diyoruz
ki, eğer, bir kanun çıkacaksa usulüne göre çıkması lazım. Ayrıca, hâkimlik,
tabiî, bir toplumun en yüce mesleğidir. Hâkimlik mesleğinde çalışan insanların
evvela olgun olması lazım, bilgi itibariyle dolgun olması lazım ve bunun
tarafsız olarak hareket edebilmesi için, elbette ki, ekonomik yönden tatmin
edilmesi lazım, icranın emrinde olmaması lazım; yani, Türkiye'de yeni bir şey
icat etmiyoruz; ama, tabiî, Anayasanın da bir eşitlik ilkesi var. 10 uncu
maddeye koymuşsunuz; işte, yasama, yürütme, yargı eylem ve işlemlerinde eşitlik
ilkesine aykırı... Türkiye'de adlî yargı var, idarî yargı var, askerî yargı
var; bunların aylık ve ödeneklerinin aynı statü içinde olması Anayasanın emri
gereğidir.
Burada, bu maddede bir şey var. Biliyorsunuz, Adalet
Komisyonunun aşağı yukarı yüzde 90'ı avukatlardan meydana gelmiş; fakat,
arkadaşlarımız, her nedense, 100 maddelik bir Avukatlık Kanunu getirdiler;
tuvalete giderken bile vatandaşa avukat tutma zorunluluğu getirdiler. Çok
ısrarla karşı koyduk orada. Neyse, o daha gelecek buraya, gelecek de vatandaşı
düşünen kimse yok ki. Herkes kendi meslek şovenizmiyle hareket edip de kendi
durumunu düzeltmeye çalışıyor. Nedir bakın; şimdi, mevcut, yürürlükteki
Avukatlık Kanununa göre, avukatlıkta geçen sürenin üçte ikisi -öyle
zannediyorum- hâkimlikte sayıldığı halde, burada dörtte üçüne çevirdiler. Daha
o kanun gelecek de görüşülecek, ondan sonra... Bu da mevzuattaki usule aykırı.
Değerli arkadaşlarım, bakın, bu memlekette yalnız hukuk
fakültesinden yüksek tahsilli öğrenci çıkmıyor; iktisatçısı var, veterineri
var, eczacısı var, doktoru var. Onun için, burada, Parlamentoda yalnız bir
meslek grubu çoğunlukta oldu diye o meslek grubunu en mümtaz, imtiyazlı hale
getirip de, ötekilere banane dediğimiz zaman, efendim, o meslek grupları da
gelsin, kendi kanunlarını getirsin, düzeltsinler. Böyle bir düşünce ve zihniyet
olur mu?! Ama, biz bunları... Biz, diyoruz ki, Türkiye Cumhuriyetindeki
herkesin, eğer, belli statüdeki birisine vereceğimiz hak neyse, herkese de onu
vermemiz lazım. Ama "biz güçlüyüz, güç bizim elimizde, biz istediğimizi
yaparız" derseniz, işte, Türkiye'de o zaman adalet duygusunu zedelersiniz.
Sonra, bu kürsü, milletin kürsüsüdür; bu kürsüde
doğruların ve memlekette yapılan suiistimallerin söylenmesi lazım. Eğer,
insanlar, burada gocunuyorsa, o suiistimalleri yapmasınlar; suiistimalleri
yapıyorlarsa, gelip bu kürsüde bunun hesabını verecekler.
Biraz önce, İçişleri Bakanlığıyla ilgili bir soru
sorduk, cevap vermediler. Sayın Başkana soru soracağım dedim, vermediler.
Şimdi, biliyorsunuz, o Umut Operasyonunda vatandaşları getirdiler, bazılarının
gözlerini kapattılar, bazılarını açtılar. Şimdi, hakikaten, Uğur Mumcu
cinayetinin ve diğer faili meçhul cinayetlerin o yakalanan kişiler mi
failleridir, yoksa, sonra yakalananlar mı, yoksa, hiçbirisi değil mi? Eğer,
değilse, bu millet, niye bu kadar eğlence konusu edildi? Bunu, yerimizden
soracaktık; Sayın Bakan, tabiî, kendi partisine ve kendisine dokunan şeylerde
bu Meclisteki gücünü kullanarak burada milletvekilini susturmaya çalışıyor. Bu
da, tabiî, artık, normal olarak bu yasama faaliyeti değil, bir kaba güce
dönüşüyor. Ee, biz de kaba güçte yokuz.
O bakımdan, değerli milletvekillerinin zamanını gecenin
bu saatinde fazla da almak istemiyorum; ama, eğer, Parlamento; yani, iktidar
grubunun dikkatini çekerse, burada, mevcut yürürlükteki kanuna göre avukatlıkta
geçen sürenin üçte 2'si hâkimlikten sayılıyor; burada, komisyonda, askerî
hâkimliklerde dörtte 3'e çevirdiler. Bence, bir kanunda dörtte 3, bir kanunda
üçte 2 olursa, bu eşitsizlik olur. Bunu, takdirlerinize arz ediyorum.
Tabiî, bizim, burada söylediğimiz birçok söze,
bakıyorum, doğru ve eğriliğine bakılmadan arkadaşlarımız hep gülüyorlar; ama,
vatandaş da size gülüyor. O bana gülenlere, vatandaş gülüyor. Keşke, o
vatandaşların, bana, çarşıda gördükleri zaman söylediği sözleri duysanız, yarın
öbür gün seçim zamanında duyarsınız, o zaman böyle bir davranış içinde
değilsiniz.
Ben, bu kürsüyü çok kutsal kabul ediyorum. Halkıma ve
yönetime karşı bir minnet borcunu hissediyorum; bu saatte buraya geliyorum;
ama, maalesef, tek Bakanınız burada. O da şimdi -tabiî, Allah sağlık versin-
hastalansa ne olacak?! Bu bakanlarınız şimdi eğlence yerlerinde mi? Yahu,
şimdi, tamam, eğlence yerine gitsinler; ama, bu Meclise de gelsinler
arkadaşlarım, gelsinler de, burada, bizim söylediklerimizi duysunlar. Bakın, bu
saatte, sizler milletvekilisiniz, buradasınız, bir Bakan burada; olur mu?!
Hükümet nerede?! Hükümet, Parlamentoya saygı duyup bu salona gelmeli; burada
konuşulanları duymalı. O zaman, Bakanlar, bu Parlamentoyu kale almaz, buraya
gelmezlerse, bu Parlamentoda konuşulanları kim gidip Bakanlara söyler? Onlar,
şimdi, bu saatlerde keyiflerine bakıyorlar... Keyiflerine mi bakıyorlar?
M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Doğru Yol nerede, Doğru
Yol?..
KAMER GENÇ (Devamla) – Dolayısıyla, ben, bunu hükümetin
geleceği için söylüyorum; halkın dertlerini burada duymaları için söylüyorum;
ama, tabiî, size alay geliyor, alaylı bir ifade gibi geliyor. O, sizin
bileceğiniz iş.
Ben, tekrar, kanunun hayırlı ve uğurlu olmasını
diliyorum. Saygılar sunarım efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Efendim, Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan
Sayın Genç'e çok teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde başka söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- 357 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde
eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 8.- Bu Kanunun yürürlüğe girmesiyle,
daha önceki tarihler itibariyle birinci sınıfa ayrılma işlemleri, birinci
sınıfa ayrılmayı hak ettikleri tarihe göre düzeltilir. Bu düzeltme geçmişe
doğru malî hak doğurmaz."
BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Müteakip maddeyi okutuyorum:
MADDE 3.– Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4.– Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, Sayın Hatiboğlu?..
Yok.
Başka söz talebi?.. Yok.
Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu
olmasını diliyorum efendim. (Alkışlar)
Değerli milletvekilleri, alınan karar gereğince, Tarım
ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında verilen gensoru önergesi ile
kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 21 Haziran 2000 Çarşamba
günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati
: 00.33
VIII. —
SORULAR VE CEVAPLARI
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. — İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı
Ilıcak’ın, eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren hakkında iddianame hazırlayan Adana
Cumhuriyet Savcısına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı
(7/1810)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın delaletiniz ile Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami
Türk tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini arz ederim.
A. Nazlı Ilıcak
İstanbul
Sorular :
1. Kenan Evren’in yargılanmasını talep eden, Adana
Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu hakkında neden tahkikat başlatılmıştır?
2. Sayın Kayasu’nun hazırladığı iddianame, neden işleme
konulmamıştır?
3. Sayın Kayasu’nun hazırladığı bu iddianame hakkında
başsavcı tarafından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu hukuken mümkün müdür?
Yoksa kararı mahkeme mi vermelidir?
T.C.
AdaletBakanlığı 16.6.2000
Bakan : 778
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı
ifadeli, 28.4.2000 tarihli ve A.01.0.GNS.-0.10.00.02-7/1810-5113/12168 sayılı
yazınız.
b) 12.5.2000 tarihli ve 645 sayılı yazımız.
İstanbul Milletvekili A. Nazlı Ilıcak tarafından
Bakanlığımıza yöneltilen ve sözlü olarak cevaplandırılmasının istenilmesine
rağmen, ilgi (a) yazınızla Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 99 uncu
maddesi gereğince 15 gün içinde yazılı olarak cevaplandırılması istenilen
7/1810-5113 Esas No.lu soru önergesine verilen cevap örneği iki nüsha halinde
ilişikte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Prof. Dr. Hikmet Sami Türk
Adalet Bakanı
Sayın
Ayşe Nazlı Ilıcak
İstanbul Milletvekili
TBMM
Bakanlığımıza yönelttiğiniz 7/1810-5113 Esas No.lu soru
önergesinin cevabı aşağıda sunulmuştur :
Soru önergesinde adı geçen Cumhuriyet Savcısı hakkında;
bir suça muttali olan Cumhuriyet savcılarının yetkisini ve yapması gereken
işleri düzenleyen Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ilgili maddelerine
uymaksızın ve Anayasının geçici 15 inci maddesinin amir hükmüne aykırı olarak
soru önergesinde sözü edilen kişiyle
ilgili iddianame düzenlediği, bu iddianamede bazı kişi ve kurumları hedef alan,
yargılama istemi gayesini aşan uygunsuz ifadelere yer verildiği ve
Bakanlığımızın Cumhuriyet başsavcıları tarafından basın ve yayın organlarına
beyanat verilmesi konusuna ilişkin 25.11.1998 tarihli ve 29/131 sayılı
genelgesinde açıklanan esaslara aykırı bir şekilde iddianamenin bir suretini
basın ve yaygın organlarına ulaştırdığı, böylece mesleğin gerektirdiği
saygınlık ve sorumluluk duygusu ile bağdaşmayacak şekilde kamuoyunda gündem
oluşturduğundan dolayı, 2802 sayılıHâkimler ve Savcılar Kanununun 82 nci
maddesi uyarınca yapılan soruşturma sonucunda 16.5.2000 tarihli “Olur”la aynı
Kanunun 89 uncu maddesi uyarınca kovuşturma yapılmasına ve ayrıca evrakın
disiplin yönünden bu Kanunun 87 nci maddesi uyarınca Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kuruluna tevdiine karar verilmiştir.
2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 5 inci
maddesi uyarınca Cumhuriyet başsavcılarının Cumhuriyet savcıları üzerinde
gözetim ve denetim hakkı bulunduğu ve buna istinaden Cumhuriyet savcıları
tarafından hazırlanan her türlü iddianame ve takipsizlik kararını inceleyerek
hatalı veya eksik görülen hususları düzelttirip ikmal ettirmek, yeniden tanzim
edilmek üzere iade etmek ya da işin özelliği ve önemine göre evrakı o
Cumhuriyet savcısından alıp başka bir cumhuriyet savcısına vermek hakkını haiz
olduğundan bahisle, söz konusu iddianame, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun;
- 132 nci maddesinin, sanığın ifadesinin alınması için
celpname ile davet olunacağı,
- 133 üncü maddesinin, sanığın gelmemesi halinde zorla
getirtileceği,
- 153 üncü maddesinin, bir suça muttali olan Cumhuriyet
savcısının sanığın aleyhine ve lehine olan her türlü delili toplayacağı,
- 154 üncü maddesinin, Cumhuriyet savcısının söz konusu
delilleri toplarken gerek doğrudan doğruya gerekse zabıta makam ve memurları
vasıtasıyla her türlü tahkikatı yapacağı,
- 163 üncü maddesinin, yapılan hazırlık tahkikatı
sonunda toplam deliller kamu davasının açılmasına yeterli ise Cumhuriyet
savcısının iddianame ile kamu davası açacağı konularını öngördüğü, geçerli bir
iddianamenin kişiye isnat olunan suça ilişkin toplanan delillerin özeti ve
gerekçesi hükmünde olması gerektiği belirtilerek, Adana Cumhuriyet Başsavcısı
tarafından işleme konulmamış ve ihbar dilekçesi mahiyetinde kabul edilerek
2000/11949 hazırlık sayısına kaydedilmiştir.
Bu hazırlık evrakına ilişkin yapılan inceleme sonucunda
da, Anayasanın geçici 15 inci maddesinin birinci fıkrasında, “12 Eylül 1980
tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama
ve yürütme yetkilerini Türk Milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla kurulu
Millî Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş
hükümetlerin, 2845 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma
Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî ve
hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı
merciine başvurulamaz.” hükmünün öngörülmesi ve soru önergesinde adı geçen kişi
hakkında, maddede belirtilen Millî Güvenlik Konseyi üyelerinden olması
sebebiyle, Anayasanın geçici 15 inci maddesi uyarınca kamu adına kovuşturma
yapılmasına yer olmadığına ilişkin 1.4.2000 tarih ve 2000/3605 sayılı
takipsizlik kararı verilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Prof. Dr. Hikmet Sami Türk
Adalet Bakanı
2. — İstanbul
Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in, GAPBölgesindeki arazi satışlarına ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı Şuayip Üşenmez’in cevabı (7/1814)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Delaletinizle aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Mustafa Yılmaz
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Mehmet Ali Şahin
İstanbul
Bilindiği üzere GAP, Türkiye’nin ve Güneydoğu Anadolu
Bölgemizin kalkınmasına büyük katkılar sağlayacak bir projedir. Bu projenin
bitirilmesine yakın son 15 yılda, bölge arazisinde büyük rantlar oluşmuştur.
Özellikle İstanbul başta olmak üzere bir büyük şehirde yaşayan
vatandaşlarımızdan arazi satın alanlar oldu.
Son günlerde bazı medya organlarında bölgenin tarihi
özelliklerinden dolayı birtakım yabancı devletlerin gerekTürk vatandaşı olan
yakınları aracılığı ile gerekse başka bir takım yöntemlerle bol miktarda arazi
aldıkları ifade edilmektedir. Bu bilgiler ışığında aşağıdaki sorularımın
cevaplandırılmasını arz ederim.
1. Son 15 yıl içerisinde GAP bölgesinde ne kadar arazi
el değiştirmiştir?
2. Bölgede, bölge dışından olup arazi satın alanlar
kimlerdir?
3. Bunlar arasında yabancı uyruklu veya çifte
vatandaşlığa sahip olanlar da var
mıdır? Eğer varsa kimlerdir?
T.C.
DevletBakanlığı 16.6.2000
Sayı :
B.02.0.014/2.00-0715
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) 5.6.2000 tarih ve
KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1814-5123/12223 sayılı yazınız.
İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in GAP
Bölgesindeki arazi satışlarına ilişkin, tarafımdan yazılı olarak
cevaplandırılması istenilen 7/1814-5123 Esas No.lu soru önergesinin;
- 15 yıl içerisinde GAPBölgesinde taşınmaz mal edinen
yabancı uyruklara ait bilgiler ilişiktedir.
Ayrıca, Bakanlığıma bağlı Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğünün bilgisayar sisteminde istatistikî bilgiler işlem sayısı bazında
tutulmakta olup, gayrimenkullerin cinsi, parsel veya yüzölçümü ile devreden
veya devralan kişi veya kuruluşlara yönelik istatistikî bilgi bulunmamaktadır.
Bilgilerinize arz ederim.
Prof. Dr. Şuayip Üşenmez
DevletBakanı
SAYFA 389’DAN
402’YE KADAR FİLME ALINACAK.
3.
— Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Adana İli ve ilçelerinde yürütülen proje
ve hizmetlere ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/2060)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk tarafından
yazılı olarak cevaplandırılması için gereğini arz ve talep ederim.
Saygılarımla.
Ali Halaman
Adana
1. Bakanlığınıza bağlı ve ilgili kuruluşlar tarafından
Adana İli ve ilçelerinde yürütülen proje ve yatırımlarınız nelerdir?
2. Görev alanınızla ilgili olmak kaydıyla, Adana İlinin
sorunları konusunda yürütülen çalışmalar var mıdır? Varsa nelerdir?
3. Adana İlinde yapılacak kamu hizmetleriyle ilgili
olarak, 2000 malî yılı bütçesinden ayrılan ödenek ne kadardır?
4. Adana İlinde personel açığınız var mıdır? Bu
konudaki personel politikanız nasıldır?
5. Görev alanınızla ilgili olarak, Adana İline
götürdüğünüz kamu hizmetlerini, bölgesel dengeler açısından nasıl
değerlendiriyorsunuz?
T.C.
AdaletBakanlığı 16.6.2000
Bakan : 780
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı ifadeli,
22.5.2000 tarihli ve A.01.0.GNS.0.-10.00.02-7/2060-5568/13307 sayılı yazınız.
İlgi yazı ekinde alınan, Adana Milletvekili Ali Halaman
tarafından Bakanlığımıza yöneltilen ve yazılı olarak cevaplandırılması
istenilen 7/2060-5568 Esas No.lu soru önergesine verilen cevap örneği iki nüsha
halinde ilişikte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Prof. Dr. HikmetSami Türk
Adalet Bakanı
Sayın
Ali Halaman
Adana Milletvekili
TBMM
Bakanlığımıza yönelttiğiniz ve yazılı olarak
cevaplandırılmasını istediğiniz 7/2060-5568 Esas No.lu soru önergesinin cevabı
aşağıda sunulmuştur :
Adana İlinde yeni bir adliye binası yapılması için
DevletPlanlama Teşkilâtı Müsteşarlığının onayı alınmış ve inşaat işi
“etüt-proje-inşaat” karakteristiği ile Bakanlığımız yatırım programına dahil
edilmiştir. Devam eden inşaatı bugüne kadar genel bütçeden 1 337 800 000 000
TL. yatırım yapılmış olup, 2000 yılı için 1 200 000 000 000 TL. ödenek
ayrılmıştır. Söz konusu inşaatın 2001 yılının ilk altı ayı içerisinde
tamamlanması planlanmaktadır.
Kozan İlçesinde de yeni adliye binasının yapımı, 313 760
000 000 TL proje bedeliyle Yatırım Programında bulunmaktadır. Genel Bütçeden
Bakanlığımıza ayrılan ödeneğin yeterli olması halinde, projenin 2001 yılında
ihale edilmesi için gereken başlangıç ödeneği ayrılabilecektir.
Adliye binaları yapımı amacıyla genel bütçeden
Bakanlığımıza 10 000 000 000 000 TL
ödenek ayrılmıştır. Proje bedeli 53 382 000 000 000 TL olan 31 adet
adliye binası arasında 2000 yılı için Adana İline ayrılan ödenek miktarı %
12’lik bir pay içermektedir.
1998 yılında yatırım programına alınan Adana F tipi
cezaevi inşaatının ödeneği Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları
Kurumunun bütçesinden karşılanmakta olup, 2 349 749 847 654 TL. ihale bedeli
ile yaptırılan cezaevinin inşaatı halen devam etmektedir.
Öte yandan, Bakanlığımıza 2000 Malî Yılı Genel
Bütçesinden Adana E Tipi Cezaevinin genel onarımı için 40 000 000 000 TL, Adana
Ceyhan Cezaevinin genel onarımı için 20 000 000 000 TL, Adana Kozan Cezaevinin
genel onarımı için 20 000 000 000 TL ile Adana Adlî Tıp Kurumu Grup Başkanlığı
Hizmet Binasının onarımı için 10 000 000 000 TL ve Adana Adlî Tıp Kurumu Lojman
onarımı için 5 000 000 000 TL ödenek ayrılmış olup, söz konusu onarım işlerinin
2000 yılı içinde tamamlanması planlanmaktadır.
Soru önergesinin (4) numaralı bölümüyle ilgili olarak;
1999 yılı Ekim ayında çıkarılan hâkim ve Cumhuriyet savcısı atama
kararnamesinden bugüne kadar Adana Adliyesinin, üç Cumhuriyet savcısı ile dört
hâkim kadrosuna emeklilik, istifa, başka yerde görevlendirme ve soruşturma gibi
nedenlerle boşalmıştır. Yargı hizmetinin gecikmeden yürütülmesi amacıyla, çevre
ilçelerden üç hâkim Adana Adliyesinde yetkili olarak görevlendirilmiştir.
Çıkarılacak olan ilk atama kararnamesi ile boş bulunan bu kadrolara atama
yapılacaktır.
Hâkim ve Cumhuriyet savcıları dışında kalan personel
yönünden, çeşitli unvanlarda 36 kadro açık bulunmaktadır. Bunlardan 18’ine
atama yapılması için Başbakanlıktan izin alınmış, ancak, çeşitli nedenlerle
henüz atama yapılamamıştır.
Adana E Tipi Cezaevinin ise, sağlık memuru kadrosu
dışında herhangi bir personel açığı bulunmamaktadır.
Bilgilerinize arz ederim.
Prof. Dr. Hikmet Sami Türk
AdaletBakanı
4. — İstanbul
Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, 4 üncü GSM ihalesinden sonra Demirbank hisse
senedi sahiplerinin borsada zarar ettikleri iddialarına ilişkin sorusu ve
DevletBakanı Recep Önal’ın cevabı (7/2065)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Recep Önal
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Bülent Akarcalı
İstanbul
Ulaştırma Bakanlığı 4 üncü GSM mobil telefon ihalesine
katılacağını beyan edip yeniden ihale açılmasını isteyip sonra da, peşinen
herkesin bildiği fiyatın yüksek olduğu gerekçesiyle ihalesinden çekilen
konsorsiyum üyelerinden Demirbank’ın borsadaki hisse senetleri kısa süre de
aşırı ölçüde değerlenmiş sonra da hızla değer kaybetmiştir. Bunun sonucu olarak
ufak yatırımcı zarara girmiştir.
1. Bu konuda Bakanlığınız ne gibi bir soruşturma
başlatmıştır?
2. Bu soruşturmayı hangi kurumlar yürütecektir?
3. Bu tip manipülasyonları önlemek için ne gibi
tedbirler almayı düşünüyorsunuz?
T.C.
Devlet
Bakanlığı 15.6.2000
Sayı :
B.02.0.004/(16)2315
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) 22.5.2000 tarihli ve
KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2065-5577/13323 sayılı yazınız.
b) 13.6.2000 tarihli ve
KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2065-5577/13323 sayılı yazınız.
c) 15.6.2000 tarihli ve KÖB/278-007606 sayılı yazı.
4 üncü GSM ihalesinden sonra Demirbank hisse senedi
sahiplerinin borsada zarar ettikleri iddialarına ilişkin olarak İstanbul
Milletvekili Bülent Akarcalı tarafından Bakanlığıma yöneltilen 7/2065-5577
sayılı yazılı soru önergesi konusundaki
ilgi (a) ve (b) yazılarınız üzerine Bakanlığım ilgili kuruluşu Sermaye Piyasası
Kurulu Başkanlığından alınan ilgi (c)
yazının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Bilgilerine arz ederim.
Recep Önal
DevletBakanı
Başbakanlık
Sermaye
Piyasası Kurulu 15.6.2000
Sayı :
KÖB/278.007606
Konu : Soru önergesi
T.C. Devlet Bakanlığına
(Sayın Recep Önal)
İlgi : Makamlarının 23.5.2000 tarih ve
B.02.0.004/(16)-1993 sayılı talimatları
İlgi talimat ekindeki, İstanbul Milletvekili Sn. Bülent
Akarcalı tarafından Ulaştırma Bakanlığının 4 üncü GSM İhalesi sürecinde
Demirbank T.A.Ş. hisse senetlerinin fiyatındaki düşüşle ilgili olarak verilen
soru önergesine ilişkin cevaplarımız aşağıda sunulmaktadır.
Soru 1 : “Ulaştırma Bakanlığı tarafından 4 üncü GSM
mobil telefon ihalesine katılacağını beyan edip yeniden ihale açılmasını
isteyip sonra da, peşinen herkesin bildiği fiyatın yüksek olduğu gerekçesiyle
ihaleden çekilen konsorsiyum üyelerinden Demirbank’ın Borsadaki hisse senetleri
kısa sürede aşırı ölçüde değerlenmiş sonra da hızla değer kaybetmiştir.
Bu konuda Bakanlığınız ne gibi bir soruşturma
başlatmıştır?
Cevap 1: Kurulumuzca, konu ile ilgili olarak yapılan
işlemlerde Sermaye Piyasası Kanunu ve ilgili mevzuat hükümlerine aykırılık
bulunup bulunmadığının belirlenmesi ve iddiaların açıklığa kavuşturulması
amacıyla, iddiaların yoğunlaştığı ve Demirbank T.A.Ş.’nin İstanbul Menkul
KıymetlerBorsasında işlem gören hisse senetlerinde dikkat çekici fiyat ve
miktar hareketlerinin görüldüğü tarihten itibaren inceleme ve denetimlere
başlanmıştır.
Soru 2 : Bu soruşturmayı hangi kurumlar yürütecektir?
Cevap 2 : 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu uyarınca
Kurulumuz tarafından inceleme ve denetimler yürütülmekte olup, konu ile ilgili
olarak yeteri kadar Kurulumuz Uzmanı görevlendirilmiştir.
Soru 3 : “Bu tip manipülasyonları önlemek için ne gibi
tedbirler almayı düşünüyorsunuz?”
Cevap 3 : ‘Manipülasyon’ olarak tabir edilen, yapay
olarak, sermaye piyasası araçlarının, arz ve talebini etkilemek, aktif bir
piyasanın varlığı izlenimini uyandırmak, fiyatlarını aynı seviyede tutmak,
artırmak veya azaltmak amacıyla alım ve satımının yapılması ve sermaye piyasası
araçlarının değerini etkileyebilecek yalan, yanlış, yanıltıcı, mesnetsiz bilgi
verilmesi, haber yayılması, yorum yapılması ve açıklamada yükümlü bulunulan
bilgilerin açıklanmaması fiilleri 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununda
29.4.1992 tarih ve 3794 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle ilk kez suç olarak
tanımlanarak Sermaye Piyasası Mevzuatımıza girmiştir. Manipülasyonun suç olarak
tanımlanmasıyla birlikte Kurulumuzca gerekli tedbirler alınarak gözetim ve
denetim sistemi geliştirilmiş; gerek basın ve yayın organlarından edinilen
haber ve bilgiler, gerekse İstanbul MenkulKıymetler Borsası bünyesinde
oluşturulmuş bulunan gözetim ve denetim sisteminden elde edilen sonuçlar
değerlendirilerek birçok olay yargıya intikal ettirilmiştir.
Sermaye piyasalarında manipülatif işlemlerin
önlenmesine yönelik çalışmalar Kurulumuzca sürdürülmektedir. Bu tür işlemlere
karıştıkları tespit edilenler Kurulumuzca adlî mercilere intikal ettirilerek ve
bu kişilere hakkında idarî bilgiler uygulanarak Sermaye Piyasası Kanunu
hükümleri çerçevesinde gerekli işlemler yapılmaktadır.
Bilgilerine arz ederim.
Prof. Dr. Muhsin Mengütürk
Kurul Başkanı
5. — Karaman
Milletvekili Zeki Ünal’ın, İstanbul’da yapımı planlanan göz hastanesi için
ayrılan ödeneğe ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un cevabı (7/2071)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Osman Durmuş
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
12.5.2000
Zeki Ünal
Karaman
Edindiğim bilgiye göre Bakırköy Ruh ve Sinir
Hastalıkları Hastanesi, Bakırköy Devlet Hastanesi ile İstanbul Lepra Hastanesi
tesislerinin bulunduğu 55 inci pafta 251 inci ada 17 parsel sayılı 789738 m2
yüzölçümlü sağlık tesisleri genişleme alanında kalan Lepra Hastanesi ile E-5
Karayolu arasında bulunan boş alana yüz yataklı bir göz hastanesi yapılacaktır.
Sorularım şunlardır :
1. Göz hastanesi, yatırım programına hangi tarihte
alınmıştır?
2. Hastanenin malî portesi nedir?
3. İnşaata ne zaman başlanacaktır ve ne kadar zamanda
bitirilecektir?
4. 2000 yılı için ne kadar ödenek ayrılmıştır?
T.C.
Sağlık
Bakanlığı
Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon
Kurulu
Başkanlığı 13.6.2000
Sayı :
B100APK0000000/1457
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 22.5.2000 tarih ve
A.010.GNS.010.00.02-7/2071-5587 sayılı yazıları.
Karaman Milletvekili Sayın Zeki Ünal tarafından
İstanbul Göz Hastalıkları Hastanesi inşaatı ile alâkalı olarak verilen yazılı
soru önergesinin cevabı ilişikte sunulmaktadır.
Arz ederim.
Doç. Dr. Osman Durmuş
Sağlık Bakanı
KaramanMilletvekili Sayın Zeki Ünal tarafından verilen,
İstanbul Göz Hastanesi ile ilgili yazılı soru önergesinin cevabıdır.
Sorular :
1. Göz Hastanesi, yatırım programına hangi tarihte
alınmıştır?
2. Hastanenin malî portresi nedir?
3. İnşaata ne zaman başlanacaktır ve ne zaman
bitirilecektir?
4. 2000 yılı için ne kadar ödenek ayrılmıştır?
Cevaplar :
1. Göz Hastalıkları Hastanesi 1996 yılında 961000340
proje numarası ile yatırım programına alınmıştır.
2. Hastanenin 2000 yılı ödeneği 5 Milyar TL olup, 3418
Sayılı Yasa gelirlerinden karşılanacaktır.
3. Söz konusu yatırımın arsa bilgileri
tamamlanamadığından ihale işlemlerine başlanamamıştır. Arsa hukukî bilgileri 6
Nisan 2000 tarih ve 659 sayılı yazımızla ilden istenmiş olup işlemler
tamamlandığında ihale edilecektir.
4. 3418 Sayılı Yasa gelirlerinden 5 Milyar TL adı geçen
hastaneye 2000 yılı ödeneği olarak ayrılmıştır.
6. — Erzurum
Milletvekili Mücahit Himoğlu’nun, Ege adaları konusunda bir dergide yer alan
habere ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in cevabı (7/2074)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Dışişleri Bakanı Sayın İsmail Cem
tarafından Anayasa ve İçtüzük’ün ilgili maddeleri gereğince yazılı olarak
cevaplandırılmasını istiyorum.
Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.
Mücahit Himoğlu
Erzurum
Haftalık Yeni Düşünce dergisinin 12-18 Nisan tarihli
2000/20 sayısında, Yunan Ethnos gazetesinde yayınlanan bir habere atfen,
Yunanistan’ın Ege Denizinde Türkiye ile ihtilaflı olan bazı ada ve adacıkları
satışa çıkardığı ileri sürülmüştür. Söz konusu haberde, ada ve adacıkların
ABüyesi ülke veya vatandaşlarına satılarak, Ege sorununun muhatabının AB
olmasının hedeflendiği de dile getirilmektedir.
Bu çerçevede :
1. Bakanlığınızın bütün bu gelişmelerden haberi olmuş
mudur?
2. Bakanlığın haberi var ise, ne gibi girişimlerde
bulunuldu?
3. Eğer bulunuldu ise, bundan sonra ne gibi
girişimlerde bulunmayı düşünüyorsunuz?
4. Son dönemde sıkça vurguladığınız “Türk-Yunan
dostluğu” Türkiye’nin bölgesel çıkarlarını yakından ilgilendiren bu tür
sorunların üstünü örtebilir mi?
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
SiyasetPlanlama
Genel Müdürlüğü 15.6.2000
Sayı : SPGM/354.330
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 22 Mayıs 2000 tarihli ve
KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2074-5590/13393 sayılı yazıları.
Erzurum Milletvekili SayınMücahit Himoğlu’nun ilgide
kayıtlı yazılarına konu soru önergelerinin yanıtları ilişikte sunulmuştur.
Saygılarımla arz ederim.
İsmail Cem
Dışişleri Bakanı
Erzurum Milletvekili Sayın Mücahit Himoğlu’nun
Sayın Bakanımıza Yazılı Soruları ve Yanıtları
Soru : Haftalık Yeni Düşünce dergisinin 12-18 Nisan
2000 tarihli 2000/20 sayısında, Yunan “Ethnos” gazetesinde yayınlanan bir
habere atfen, Yunanistan’ın Ege Denizinde Türkiye ile ihtilaflı olan bazı ada
ve adacıkları satışa çıkardığı ileri sürülmüştür. Söz konusu haberde, ada ve
adacıkların ABüyesi ülke veya vatandaşlarına satılarak, Ege sorununun
muhatabının AB olmasının hedeflendiği de dile getirilmektedir.
Bu çerçevede :
1. Bakanlığınızın bütün bu gelişmelerden haberi olmuş
mudur?
2. Bakanlığınızın haberi var ise, ne gibi girişimlerde
bulunuldu?
3. Eğer bulunuldu ise, bundan sonra ne gibi
girişimlerde bulunmayı düşünüyorsunuz?
4. Son dönemde, sıkça vurguladığınız “Türk-Yunan
Dostluğu” Türkiye’nin bölgesel çıkarlarını yakından ilgilendiren bu tür
sorunların üstünü örtebilir mi?
Cevap : Türkiye, Ege Denizinde egemenliği uluslararası
andlaşmalarla Yunanistan’a verilmemiş ada, adacık ve kayalıkların statüsünün,
bu ülke tarafından fiili durumlar yaratılarak ve tek taraflı eylemlerle
değiştirilmesini kabul etmeyeceğini ve söz konusu eylemlerin bu coğrafî
formasyonların egemenliği konusunda uluslararası hukuk açısından hiçbir sonuç
doğurmayacağını müteaddit vesilelerle açıklamıştır ve açıklamaya da devam
etmektedir.
Bu konu hassasiyetle takip edilmekte ve Yunanistan’ın
hukuka aykırı faaliyetleri girişim konusu yapılmaktadır. Bu kapsamda, Yunan
basınında çıkan çeşitli haberler üzerine, 10 Mayıs 2000 tarihinde yapılan bu
girişimle, Ege’deki coğrafî formasyonlar konusuyla ilgili olarak tarafımızdan
birçok kez açıklanan görüşlerimizin Yunanistan’ın dikkatine yeniden getirilmesi
gerekmiştir. Bu girişim, Bakanlığımız sözcüsünün 17 Mayıs 2000 tarihinde
gerçekleştirdiği olağan basın toplantısında kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.
Türkiye ve Yunanistan arasında tesis edilen mevcut
yumuşama ortamının temel amaçlarından birisi, ikili ilişkilerdeki işbirliği
alanları canlandırılarak bir ivme yaratılması ve bu ivmeyle sorunlu konuların
çözümünün sağlanmasıdır.
Yunanistan ile başlatılmış olan ortak çalışmada henüz
sorunlu Ege konularına girilmemiştir. Bu konularda temel tutumlar muhafaza
edilmektedir. Ülkemiz Ege’ye ilişkin bütün sorunların karşılıklı görüşmeler ve
müzakerelerde ele alınması gerektiği görüşündedir.
7. —Erzurum
Milletvekili Fahrettin Kukaracı’nın, kamu kurumlarındaki ücret
dengesizliklerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü Sina
Gürel’in cevabı(7/2098)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
TBMM İçtüzüğünün 96 ncı maddesi uyarınca aşağıdaki
sorularımın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Fahrettin Kukaracı
Erzurum
Kamudaki ücret adaletsizliğine ilişkin şikayetler her
geçen gün yoğunlaşarak artmaktadır. Şöyle ki; yaptıkları işin niteliği aynı
olmasına rağmen, Merkez Bankasında görevli bir mühendis 1 300 000 000 TL aylık
alırken, Hazine Müsteşarlığında 645 000 000 TL, TSE’de 600 000 000 TL, TRT’de
560 000 000 TL, DSİ’de ise sadece 260 000 000 TL ücret almaktadır.
DSİ’de görevli mühendis 260 000 000 TL’ye talim
ederken, aynı kurumdaki kadrolu bir işçinin 484 930 000 TL aylık ücret alması, kamudaki ücret adaletsizliğinin
ulaştığı boyutu tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermektedir.
Sorular :
1. Kamudaki bu ücret adaletsizliği neden
kaynaklanmaktadır? Devlet Personel Rejimindeki bu çarpıklığın giderilmesi
konusunda neler yapılmaktadır? Kamu personeli arasındaki bu ücret dengesizliği
çalışma barışını olumsuz yönde etkilemekte midir?
2. Kamudaki bu ücret adaletsizliği konusundaki
şikayetler giderek yoğunlaştığına göre, Devlet Personel Rejiminde ciddi bir
reforma ihtiyaç var mıdır? Gerekli adımlar neden bir türlü atılamamaktadır?
3. Personel rejiminin, çağın ihtiyaçlarına cevap
veremeyişinin, adaletsizlik ve karmaşa doğurmasının, Devletin performansına
etkisi ne olmaktadır?
4. Devlet Personel Rejiminde gerekli düzenlemelerin
yapılamayışının zorluğu; ekonomik midir,
siyasal mıdır, yoksa bürokratik midir?
5. Örneğin DevletPersonel Başkanlığınca yürütülen, 657
Sayılı Devlet Memurları Kanununun değiştirilmesi ile ilgili çalışma neden bir
türlü sonuçlandırılamamaktadır? Bu taslağın akıbeti ne olmuştur; rafa mı
kaldırılmıştır, yoksa hâlâ Meclis’e sevkedilme şansı var mıdır? Varsa Meclis’e
ne zaman sevkedilmesi tasarlanmaktadır?
T.C.
DevletBakanlığı 19.6.2000
Sayı :
B.02.0.007/1642
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) TBMM Başkanlığının, 24.5.2000 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2098-5648/13588 sayılı yazısı.
b) Başbakanlığın 1.6.2000 tarih ve
B.02.0.KKG.0.12/106-252-5/2751 sayılı yazısı.
Erzurum Milletvekili Sayın Fahrettin Kukaracı’nın,
Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği, Sayın Başbakanımızın da kendileri adına
Bakanlığım koordinatörlüğünde cevaplandırılmasını istediği 7/2098-5648 Esas
No.lu yazılı soru önergesi cevabı ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Prof. Dr. Şükrü S. Gürel
Devlet Bakanı
Erzurum Milletvekili Sayın Fahrettin Kukaracı’nın Soru
Önergesine İlişkin Bilgiler
Soru 1 : Kamudaki bu ücret adaletsizliği neden
kaynaklanmaktadır? Devlet Personel Rejmindeki bu çarpıklığın giderilmesi
konusunda neler yapılmaktadır? Kamu personeli arasındaki bu ücret dengesizliği
çalışma barışını olumsuz yönde etkilemekte midir?
Cevap 1 : Devlet memurlarının hukukî statüleri ile malî
ve sosyal hakları 14.7.1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile
düzenlenmiş bulunmaktadır. Günümüze kadar da önemli değişikliklere uğramıştır.
Ayrıca kamu kurum ve kuruluşları tarafından teşkilât kanunları ve diğer özel
mevzuatlarında personele ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir. Münferiden
yapılan bütün bu düzenlemeler kamudaki ücret dengelerinin sürekli bozulmasına
yol açmıştır.
Kamu yönetimindeki gelişmelerde göz önünde
bulundurulduğunda kamu personelinin hukukî statüsü ile malî ve sosyal
haklarının yeniden düzenlenmesi ihtiyacı genel kabul görmektedir.
Devlet Personel Başkanlığı, yeni bir personel rejmiinin
yürürlüğe konulması çalışmaları çerçevesinde “Memurlar Hakkında Kanun Tasarısı
Taslağı” ile “Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Malî, Sosyal Hak ve
Yardımlarına İlişkin Kanun Tasarısı Taslağı”nı hazırlayarak ilgili kuruluşların
görüşüne sunmuştur.
İlgili kuruluşlardan alınan görüşler çerçevesinde söz
konusu taslaklar üzerinde çalışmalara devam edilmektedir.
Kamu personeli arasında oluşacak ücret dengesizliğinin
çalışma barışını olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmazdır.
Soru 2 : Kamudaki bu ücret adaletsizliği konusundaki
şikayetler giderek yoğunlaştığına göre Devlet Personel Rejiminde ciddi bir
reforma ihtiyaç var mıdır? Gerekli adımlar neden bir türlü atılamamaktadır?
Cevap 2 : Yedinci Beş YıllıkKalkınma Planının
(1996-2000) üçüncü bölümünün “13-Kamu Hizmetlerinde Etkinliğin Artırılması
Projesi ve Kamu Kesiminde Ücret Adaletinin Sağlanması” başlıklı kısmında, kamu
personel rejimindeki sorunların çözümü için ilgili tüm kurumların katkısıyla,
geniş kapsamlı bir kamu personeli reform paketinin hazırlanarak uygulamaya
konulacağı, bu çerçevede 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun yürürlükten
kaldırılacağı 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 2802 sayılı
Hâkimler ve Savcılar Kanunu, 2914 sayılı Üniversite Öğretim Üyeleri ve Yardımcıları
Kanunu ve Kamu İktisadî Teşebbüslerine ait 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamede yer alan malî ve sosyal hak ve yardımlar ayıklanarak, tüm kamu
kurum ve kuruluşlarının ücret rejiminin tek ve ortak bir kanunda yer almasının sağlanacağı belirtilmektedir.
Kamu personeli reformunun yapılması ile ilgili
hususlara yıllık programlarda da yer verilmiştir.
Kalkınma Planları ve yıllık programlarda belirtilen
esaslar çerçevesinde bütün kamu personelini kapsayacak şekilde Devlet Personel
Rejimi Reformunun gerçekletirilmesi ihtiyacı bulunmakta olup, Devlet Personel
Başkanlığınca yapılan bu yöndeki çalışmalar devam etmektedir.
Soru 3 : Personel rejiminin, çağın ihtiyaçlarına cevap
veremeyişinin; adaletsizlik ve karmaşa doğurmasının, Devletin performansına
etkisi ne olmaktadır?
Cevap 3 : Devletin performansı kuşkusuz idarî yapı
başta olmak üzere Devleti oluşturan unsurların bütünüyle rasyonel bir şekilde
işlemesine bağlı olarak değişiklik gösterecektir. Personel rejimi çalışanların
yürüttükleri faaliyetlerin önemi dikkate alındığında hizmetin etkin ve verimli
bir şekilde sunumu açısından önem arz etmektedir. Bu nedenle kamu yönetiminin
en önemli unsurlarından birisi olması sebebiyle, kamu personel rejimindeki
olumsuzluklar Devletin performansının olumsuz yönde etkilenmesine tesir
edebilecektir.
Soru 4 : Devlet Personel Rejiminde gerekli
düzenlemelerin yapılamayışının zorluğu; ekonomik midir, siyasal mıdır, yoksa
bürokratik midir?
Cevap 4 : Devlet Personel Rejiminde istihdam
değerlendirme, ilerleme ve yükselme, disiplin, görevden çıkarma gibi bir çok
konuda sıkıntılar olmakla birlikte yeni bir personel rejimi reformundan
beklenen malî ve sosyal haklarda iyileştirme yapılmasıdır. Ücretlerdeki zaman
içinde oluşan dengesizliklerin iyileştirme suretiyle giderilmesi ise ciddi ve
malî yüke yol açmaktadır.
Bu nedenle, Devlet Personel Rejiminde gerekli
düzenlemelerin yapılmasında siyasî ve bürokratik zorluklar bulunmakla birlikte,
asıl zorluğun yeni personel rejimi nedeniyle ortaya çıkacak malî yükün
karşılanabilmesi için kaynak bulunmasında olduğu değerlendirilmektedir.
Soru 5 : Örneğin Devlet Personel Başkanlığınca
yürütülen, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun değiştirilmesi ile ilgili
çalışma neden bir türlü sonuçlandırılamamaktadır? Bu taslağın akıbeti ne
olmuştur; rafa mı kaldırılmıştır, yoksa hâlâ Meclise sevkedilme şansı var
mıdır? Varsa Meclise ne zaman sevkedilmesi tasarlanmaktadır?
Cevap 5: Personel rejimi reformu çalışmaları
çerçevesinde DevletPersonel Başkanlığınca yürütülen ve hazırlıkları 1998 yılı
sonunda tamamlanan Kanun Tasarısı taslakları; Devlet memurları ile sözleşmeli
personelin hukukî statüsünü düzenleyen bir taslak ve Devlet memurları, hâkim ve
savcılar, akademik personel ve askerî personelin malî ve sosyal hak ve
yardımlarını düzenleyen bir taslak olmak üzere iki taslak halinde hazırlanmış
ve kamu kurum ve kuruluşlarının görüşüne sunulmuştur. Kurumlardan gelen
görüşler de dikkate alınarak yeniden düzenlenmekte olan taslaklar çalışmaların
sonuçlanması ve ilgili kurumlarla gerekli mutabakatın sağlanmasından sonra
BakanlarKuruluna sunulacaktır.
8. — Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu’nun, D-8 projesine ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı
İsmail Cem’in cevabı (7/2109)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın delaletlerinizle Dışişleri Bakanı
Sayın İsmail Cem tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğinin
yapılmasını arz ederim.
Mahmut Göksu
Adıyaman
Gelişmekte olan 8 ülkenin işbirliği ile kurulan D8
projesi ile ilgili olmak üzere;
1. Bugüne kadar hangi kararlar alındı? Bu kararlarla
ilgili neler yapıldı?
2. Üye ülkeler, kurulduğu günden bugüne kadar neler
yaptılar ve nelerin yapılmasını önerdiler?
3. İstanbul’da olduğu söylenen icra direktörlüğü
çalışıyor mu? Çalışıyorsa kaç eleman istihdam ediliyor? Görevlendirilen eleman
sayısı yeterli mi?
4. Dışişleri Bakanlığı bünyesinde icra direktörlüğü
dışında D8 Projesi ile ilgili çalışma yapan birim var mı?
5. Üye ülkeler arası takip komisyonu var mı? Varsa
takip ile ilgili raporlar hazırlanıp inceleniyor mu ve varsa bu raporlar neleri
içermektedir?
6. Üye olmak isteyen yeni ülkelerin olduğu iddia
ediliyor, bu doğru mu, doğru ise bu ülkeler hangileridir?
7. D8 ile ilgili alınan resmî kararlar nelerdir,
bunların ne kadarı uygulanabildi?
8. D8 kurulduğu günden bu yana ülkemize ekonomik bir
katkısı oldu mu, olduysa nedir?
T.C.
Dışişleri
Bakanlığı
Siyaset
Planlama Genel Müdürlüğü 15.6.2000
Sayı :
SPGM/355.331
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 26 Mayıs 2000 tarihli ve
KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2109-5706/13715 sayılı yazıları.
Adıyıman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu’nun ilgide
kayıtlı yazılarına konu soru önergelerinin yanıtları ilişikte sunulmuştur.
Saygılarımla arz ederim.
İsmail Cem
Dışişleri Bakanı
Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu’nun
Sayın Bakanımıza Yazılı Soruları ve Yanıtları
Gelişmekte olan 8 ülkenin işbirliği ile kurulan D-8
projesi ile ilgili olmak üzere;
Soru 1 : Bugüne kadar hangi kararlar alındı? Bu
kararlarla ilgili neler yapıldı?
Yanıt 1 : D-8 Ekonomik İşbirliği Örgütü, üye ülkeler
Devlet ve Hükümet Başkanlarının 15 Haziran 1997 tarihinde İstanbul’da
yaptıkları zirve toplantısında kabul ettikleri İstanbul Deklarasyonuyla
kuruldu. Devlet ve Hükümet Başkanları bu toplantıda, örgütün amaçlarını,
organlarını ve çalışma yöntemlerini belirleyerek, işbirliği alanlarını ve bu
alanlarda yapılacak faaliyetlerin koordinasyonundan sorumlu İlkeleri
saptadılar. Türkiye, Sanayi, Sağlık ve Çevre Sektörlerindeki faaliyetlerin
koodinasyonundan sorumlu ülkedir.
Soru 2 : Üye ülkeler, kurulduğu günden bugüne kadar
neler yaptılar ve nelerin yapılmasını önerdiler?
Yanıt 2 : Devlet ve Hükümet Başkanları aynı toplantıda,
üye ülkelerce önerilen pek çok proje arasından aşağıda zikredilen konuları
öncelikli işbirliği projeleri olarak belirlediler :
- Tarım İlaçlama Uçağı imali
- Sanayi ve Teknoloji Data Bankası kurulması
- Uluslararası Ticaret ve Pazarlama Şirketi kurulması
- bankacılık ve sigortacılık konusunda işbirliği
- fakirliğin bertaraf edilmesi için politikalar
oluşturulması
- su ürünlerinin geliştirilmesi
Bunlardan Tarım İlaçlama Uçağı projesi, Türkiye Uzay ve
Havacılık Sanayii (TAİ) tarafından tamamlanmış olup, halen prototip uçağın
deneme uçuşları yapılmaktadır. Bilahare ticarî imalat aşamasına geçilerek
uçağın pazarlanması planlanmaktadır.
Sanayi ve Teknoloji Data Bankası Tahran’da kurulmuş
olup, bununla internet aracılığıyla üye ülkeler arasında bilgi akımı
sağlanmaktadır.
Uluslararası Ticaret ve Pazarlama Şirketinin kurulmasıyla
ilgili hazırlıklar Kahire’de sürdürülmektedir.
Diğer üç konuda bir çok toplantı ve seminer düzenlenmiş
olup üye ülkeler bu alanlardaki politika ve deneyimlerini birbirlerine
aktarmışlardır.
Daha sonra 1999 yılı Mart ayında Dakka’da yapılan II.
Devlet ve Hükümet Başkanları Toplantısında yeni hedefler saptanmıştır. Bunlar
arasında enerji, çevre, gıda tedarik ve güvenliği, gümrük formalitelerinin
basitleştirilmesi, vizelerin kolaylaştırılması, bankacılık faaliyetlerinin
ahenkleştirilip basitleştirilmesi, deniz taşımacılığında işbirliği, küçük ve
orta ölçekli sanayilerin geliştirilmesi gibi konuları saymak mümkündür. Bu
arada, bu yıl Ocak ayında, üye ülkeler ticaret ve sanayi odalarıyla iş
konseylerinden oluşan bir D-8 Ticaret Odaları ve İş Konseyleri Federasyonu
kurulmuş; Federasyona ilişkin şart da kabul edilmiştir.
Soru 3 : İstanbul’da olduğu söylenen icra direktörlüğü
çalışıyor mu? Çalışıyorsa kaç eleman istihdam ediliyor? Görevlendirilen eleman
sayısı yeterli mi?
Yanıt 3 : İstanbul’da yerleşik İcra Direktörlüğü 1
Temmuz 1997 tarihinden beri faaliyetlerini sürdürmekte olup, aşağıda beşinci
soruya cevaben belirtilen örgüt organlarına hizmet sunmakta, raporlar ve karar
tasarıları hazırlanmaktadır. Örgütün halen tamamen Türk personelden ibaret olan
kadrosu 1 İcra Direktörü, 1 yardımcısı, 1 bilgisayar operatörü ile 1 şoför ve 1
kavastan oluşmaktadır. Başlangıçta sekretaryanın uluslararası hale
dönüştürülerek genişletilmesi öngörülmüş ise de, mevcut kadronun görevini gayet
etkin ve başarılı bir şekilde sürdürülmesi nedeniyle üye ülkeler şimdilik
bundan sarfınazar etmişlerdir.
Soru 4 : Dışişleri Bakanlığı bünyesinde icra
direktörlüğü dışında D-8 Projesi ile ilgili çalışma yapan birim var mı?
Yanıt 4 : Çeşitli Bakanlıklarımız ile hükümet dışındaki kuruluşlarımız D-8
Örgütünün faaliyetlerine işbirliği konularının mahiyetine göre katılmaktadır.
Diğer üye ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de, D-8 ile ilgili faaliyetlerin
koordinasyonunu Bakanlığımız yürütmektedir.
Soru 5 : Üye ülkeler arası takip komisyonu var mı?
Varsa takip ile ilgili raporlar hazırlanıp inceleniyor mu ve varsa bu raporlar
neleri içermektedir?
Yanıt 5 : İstanbul’da yapılan I. Zirve Toplantısında üç
organ oluşturulmuştur. Bunlar, Zirve Toplantıları, Bakanlar Konseyi ve
Komisyon’dur. Üye ülkeler Zirve
Toplantılarında Devlet ve Hükümet Başkanları, Bakanlar Konseyinde Dışişleri
Bakanları ve Komisyon’da ise Dışişleri Bakan Yardımcıları veya Müsteşar
Yardımcıları tarafından temsil edilmektedirler. Zirve Toplantıları iki yılda
bir, KonseyToplantıları her yıl, Komisyon Toplantıları da yılda iki kez
yapılır.
Komisyon Zirve Toplantılarında Devlet ve Hükümet
Başkanlarınca alınan kararlar ve verilen talimatlar uyarınca örgüt
faaliyetlerinin uygulanmasını sağlar ve Konseye rapor verir. Bakanlar Konseyi
işbirliği politikalarını saptar ve gerekli kararları alır. Zirve Toplantıları
ise yapılan faaliyetleri izleyip değerlendirerek bunların sonucuna göre Konsey
ve Komisyona gerekli direktifleri verir.
Soru 6 : Üye olmak isteyen yeni ülkelerin olduğu iddia
ediliyor, bu doğru mu, doğru ise bu ülkeler hangileridir?
Yanıt 6 : Örgüt kurulduktan sonra bazı ülkeler D-8
faaliyetlerine ilgi duyduklarını hissettirmişlerdir. İstanbul Deklarasyonunda
D-8 ülkeleriyle ortak değerleri paylaşan devletlere üyeliğin açık olduğu
kaydedilmiş ise de, şimdiye kadar resmî üyelik talebi olmamıştır. Üye ülkeler
arasında genel eğilim, bu konunun ancak örgütün kökleşip derinleşmesinden sonra
ele alınabileceği yönündedir.
Soru 7 : D-8 ile ilgili alınan resmî kararlar nelerdir,
bunların ne kadarı uygulanabildi?
Yanıt 7 : D-8 ile ilgili olarak Komisyon, Konsey ve
Zirve Toplantılarında çok sayıda karar kabul edilmiş ve bunlar uygulanmıştır.
Yukarıda da belirtildiği üzere, Devlet ve Hükümet Başkanları bunların
uygulanmasını esasen izlemektedirler. Önümüzdeki yılın ilk aylarında Kahire’de
yapılacak III. Zirve Toplantısında da halen yürütülmekte olan faaliyetler
gözden geçirilecektir.
Soru 8 : D-8 kurulduğu günden bu yana ülkemize ekonomik
bir katkısı oldu mu, olduysa nedir?
Yanıt 8 : Yukarıdan da anlaşılacağı gibi, Tarım
İlaçlama Uçağı örneğinde olduğu üzere, üye ülkeler, bir yandan çok somut
projeler gerçekleştirirken, öte yandan da ticaretin gelişmesi için bir dizi
önlem almışlar ve çeşitli alanlarda mevcut bilgi ve tecrübe birikimlerini birbirlerine
aktarmışlardır. Bu haliyle Örgüt, diğer üyelere olduğu gibi ülkemize de
yararlar sağlamıştır.
9. — Antalya
Milletvekili Mehmet Zeki Okudan’ın, esnaf ve sanatkârlara kullandırılan
kredilerin faiz oranlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı H. Hüsamettin Özkan’ın cevabı (7/2116)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
TBMM İç Tüzüğünün 96 ncı Maddesi uyarınca aşağıdaki
sorularımın Devlet Bakanı ve Başbakan Yadımcısı Sayın Hüsamettin Özkan
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Mehmet Zeki Okutan
Antalya
- Türkiye Halk Bankası tarafından S.S. Esnaf ve
Sanatkârlar Kredi Kefalet Kooperatifleri kanalı
ile esnaf ve sanatkârlara kullandırılan kredi faizleri halen % 52 olup
masrafları ile birlikte % 70’i bulmaktadır. Esnaf ve sanatkârlara
uygulanan bu faiz oranları hükümet tarafından hedeflenen % 25 enflasyon
hedefine uymakta mıdır?
- Ticarî Kredi faizlerinin % 40’lara kadar düşmesi
nedeniyle esnaf ve sanatkârlarımızın karşılaştığı mağduriyeti gidermek için
faiz oranlarını yeniden düzenlemeyi düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız ne zaman
hayata geçirmeyi planlıyorsunuz?
T.C.
Devlet
Bakanlığı
Başbakan
Yardımcılığı 15.6.2000
Sayı :
B.02.0.002/40/1035
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Genel Sekreterliği
(Kanunlar ve KararlarDairesi Başkanlığı)
İlgi : 29.5.2000 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2116-5737/13778 sayılı yazısı.
Antalya Milletvekili Mehmet Zeki Okudan’ın tarafıma
tevcih ettiği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğünün 99 uncu maddesi
gereğince cevaplandırılması istenen 7/2116-5737 esas numaralı yazılı soru
önergesine ilişkin cevaplar ekte gönderilmiştir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
H. Hüsamettin Özkan
Devlet Bakanı
Başbakan Yardımcısı
Antalya Milletvekili Sayın Dr. Mehmet Zeki Okudan’ın
7/2116-5737 Sayılı Yazılı Soru Önergesine İlişkin Bilgiler
Türkiye Halk Bankası; ülkemiz esnaf ve sanatkârlarına,
büyüyüp güçlenmeleri, gelişen ekonomik koşullara uyum sağlamaları için
finansman dışı bilgilendirme, teknik ve idarî danışmanlık hizmetleri sunan ve
bu kesimin kalkınma bankası gibi görev yapan uzman bir bankadır.
Bir misyon bankası anlayışıyla çalışmasını sürdüren T.
Halk Bankasının kredi politikasını; bir yandan ülkemizdeki gelişmişlik
farklılıklarının azaltılarak, kalkınmanın ülke genelinde yayılmasını sağlamak,
diğer taraftan ise üretimde kalite ve standart artışına önem vererek,
işletmelerin dünyadaki benzer işletmelerle rakebet edebilecek yapıya
kavuşturulması oluşturulmaktadır.
Banka üstlendiği bu misyon doğrultusunda
kredilendirmede önceliği, hem Türkiye ekonomisinin hem de dünya ekonomilerinin
dinamik kesimi olan esnaf, sanatkâr ve KOBİ’lere vermektedir.
Uygulanan ekonomik istikrar programı 2000 yılının
başından itibaren reel faizlerde etkisini göstermeye başlamış, kararlılıkla
yürütülen enflasyonla mücadele programı ve ülkemizin Avrupa Birliği Adaylığı
ile oluşan müspet hava bu gelişmeyi hızlandırmıştır.
Bankanın, hedef kitlesinin mevcut zorluklarını da
dikkate alarak 1 Mayıs 2000 tarihinden geçerli olmak üzere esnaf ve
sanatkârlara uyguladığı kredi faiz oranlarını iskonto kredileri için % 40,
işletme ve tesis kredileri için ise % 42 olarak yeniden düzenlemiştir.
Uygulanan makro ekonomik politikalar sonucu enflasyon
oranının hedeflenen seviyeye düşmesi parasal ve ekonomik istikrarın doğmasına,
dolayısıyla ekonominin canlanarak tüm üretken kesimlere yeni iş olanaklarının
açılmasına neden olacaktır. Bu gelişmeden en büyük payı da uyum kolaylığı
içeren yapıları sayesinde esnaf ve sanatkârlarımızın alması kaçınılmazdır.
10. — İstanbul
Milletvekili İsmail Aydınlı’nın, bir davada sanık durumunda olan polislerin
mahkemeye getirilmediği iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin
Tantan’ın cevabı (7/2120)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı tarafından yazılı
olarak yanıtlanması için gereğini saygıyla dilerim.
İsmail Aydınlı
İstanbul
Soru 1. — 23 Mayıs 2000 tarihli gazetelerde de yer
aldığı üzere, kamuoyunda “Manisa’da Gençlere İşkence” davası olarak bilinen ve
yaklaşık 5 yıldır özellikle Avrupa Birliği üyesi ülkelerde de yakından izlenen
ve halen Manisa Ağır Ceza Mahkemesinde 1999/327 Esas sayı ile görülmekte
bulunan ceza davasında, sanık konumunda olan 10 polis memurunun son
ifadelerinin (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun sanık polislerin işkence suçundan
cezalandırılmaları yönündeki kesin nitelikli karar konusunda son diyeceklerinin) alınmasına dair Manisa Ağır
Ceza Mahkemesi Talimat’larının ikmal edilemediği; Emniyet Genel Müdürlüğü
Teşkilâtında halen görevli olan sanık polislere ait Talimat’ların, görevi, yeri
ve adresi resmen bilinen, bilinmesi gereken sanık polislere tebliğ edilmediği, mahkeme kararını yerine getirmekle
yükümlü İçişleri Bakanlığı görevlilerinin sanık polisleri mahkemeye
çıkarmayarak görevlerini savsakladıkları, davanın uzamasına neden oldukları
doğru mudur?
Soru 2. — Manisa Ağır Ceza Mahkemesinde 1999/327 Esas
sayılı davada Manisalı 16 gence işkence yaptıkları iddiası ile halen
yargılanmakta olan 10 sanık polisten Atilla Gürbüz’ün görev yeri Van Emniyet
Müdürlüğü olduğundan, Van Ağır Ceza Mahkemesine Manisa Ağır Ceza Mahkemesince
yazılan Talimat’ın aylar geçmiş olmasına rağmen ikmal edilmediği, Talimat
gereğini yerine getirmek ve mahkeme yazısının sanık polislere tebliğ etmekle
görevli İçişleri Bakanlığının Van İlindeki görevlilerinin işi savsakladıkları,
Van Valiliği Emniyet Müdürlüğünün halen teşkilâtlarında görevli sanık polis
Atilla Gürbüz’e Manisa Ağır Ceza Mahkemesi Talimat tebligatlarını zamanında
tebliğ etmeyerek ve sanığı mahkemeye götürmeyerek işi uzattıkları doğru mudur?
Sanık polis memuru Atilla Gürbüz ile ilgili Manisa Ağır
Ceza Mahkemesi talimatı, Van Valiliği Emniyet Müdürlüğüne hangi tarihte
ulaşmış, sanık polis Atilla Gürbüz’e ne zaman tebliğ edilmiştir.
Sanık mahkemeye niçin çıkarılmamış ve talimat niçin
ikmal edilmemiştir?
Ne zaman ikmal edilecektir?
İhmali ve savsaklaması söz konusu olan İçişleri
görevlisi, vali ve emniyet müdürü var mıdır?
Eğer var ise, haklarında soruşturma yaptırmayı
düşünüyor musunuz?
Soru 3. — Yine aynı konumda olan ve halen Hatay
Valiliği İl Emniyet Müdürlüğünde görev yapan sanık polis memuru Mehmet Emin Dal
ile ilgili olarak Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin 1999/327 Esas sayı ile
İskenderun Ağır Ceza Mahkemesine yazdığı Talimat’ın gereğinin aylardır
yapılmadığı, Hatay Valiliği emrinde görev yapan Mehmet Emin Dal’ın İskenderun
İlçesinden Belen İlçesine nakil edildiği gerekçesine sığınılarak (Belen
İlçesinde Ağır Ceza Mahkemesi olmadığından) yetkili ve görevli İskenderun Ağır
Ceza Mahkemesinin celp yazısının Hatay İl Emniyet Müdürlüğü emrinde resmî
görevli polis memuru Mehmet Emin Dal’a tebliğ edilmediği, sanığın mahkemeye
çıkarılmadığı ve mahkeme kararının yerine getirilmesinin geciktirildiği ve işin
savsaklandığı doğru mudur?
Mehmet Emin Dal ile ilgili mahkeme Talimat yazısı,
Hatay Valiliğine, İskenderun Kaymakamlığına ve Emniyet Müdürlüğüne hangi
tarihte ulaşmış, ne gibi işlem yapılmış, Mehmet Emin Dal’a tebliği hangi
tarihte olmuştur? Tebliğ edilmemiş ise sebebi nedir?
Bir savsaklama ve görevi ihmal var mıdır?
Varsa soruşturma açtırmayı düşünüyor musunuz?
Tekrar yazılan son Talimat’ın gereği yapılacak ve sanık
polis mahkemeye çıkarılacak mıdır?
Sanıklar polis memurları da olsalar, haklarındaki
mahkeme kararlarının yerine getirilmesi, EmniyetMüdürlüğünün görevini yapması
gerekmez mi?
Bu tür olayların meydana gelmemesi için ne gibi
önlemler almayı düşünüyor musunuz?
T.C.
İçişleri
Bakanlığı
Emniyet Genel
Müdürlüğü 19.6.2000
Sayı :
B.05.1.EGM.0.12.02.01.141448
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının 29.5.2000 gün ve
A.01.GNS.0.10.00.02-5769(7/2120) sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili İsmail Aydınlı tarafından TBMM
Başkanlığına sunulan ve tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması istenilen
soru önergesinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.
1. Manisa Ağır Ceza Mahkemesinde 1999/327 esas sayı ile
görülmekte olan ceza davasında sanık konumundaki, (1) başkomiser (1) komiser ve
(8) polis memurundan, halen Manisa Emniyet Müdürlüğü kadrosunda görevli
bulunan;
Başkomiser Halil Emir, polis memurları; Levent Özvez,
Ramazan Kolak; Musa Geçer ile söz konusu Emniyet Müdürlüğü kadrosundan 1999
yılında emekli olan Turgut Demirel’in şu ana kadar görülen tüm duruşmalara
katıldıkları ve savunmalarının alındığı, ilgili mahkemenin talimatlarının
yerine getirildiğinin duruşma tutanaklarıyla da sabit olduğu,
Bununla birlikte, aynı il Emniyet Müdürlüğü
kadrosundan; Hakkâri Emniyet Müdürlüğüne 1997 yılında, bu ilden de 1999 yılında
İzmir EmniyetMüdürlüğüne tayin olan polis memuru Engin Erdoğan’ın (Manisa Ağır
CezaMahkemesinin 8.12.1999 tarih ve 99/327 sayı ile) ifadesinin alınmasına
ilişkin İzmir Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen talimata uyarak vermiş olduğu
ifade tutanağının, 18.2.2000 tarih ve 99/341 sayı ile Manisa Ağır Ceza
Mahkemesine gönderildiği,
Ankara Emniyet Müdürlüğüne 1996 yılında tayin olan
Polis Memuru Turgut Özcan’ın kendisine ulaşan talimat yazıya istinaden Ankara 3
üncü Ağır Ceza Mahkemesine ifadesini verdiği,
Yozgat Emniyet Müdürlüğüne 1999 yılında tayin olan
Polis Memuru Fevzi Aydoğ’un Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin Yozgat Ağır Ceza
Mahkemesine gönderdiği talimat doğrultusunda, Yozgat Ağır Ceza Mahkemesine
21.1.2000 tarihinde ifadesini verdiği,
2. Soruya konu; Komiser Atilla Gürbüz’ün 1997 yılında
Manisa Emniyet Müdürlüğünden Van Emniyet Müdürlüğüne tayin olduğu, söz konusu
şahsa ilişkin Van Ağır Ceza Mahkemesine ait Van Cumhuriyet Başsavcılığından
havaleli, konusu yazılı olmayan; 6.12.1999, 13.1.2000, 31.1.2000, 22.3.2000,
10.4.2000 ve 9.5.2000 tarihli altı müzekkerenin Emniyet Müdürlüğüne intikal
ettiği, ancak adı geçen şahsın 6.12.1999 ve 13.1.2000 tarihli müzekkerelere
ilişkin duruşmalara bir tahkikatla ilgili görevli olarak il dışında
bulunmasından, yukarıda tarihleri belirtilen diğer dört müzekkereye ilişkin
duruşmalara da yıllık izinde olmasından dolayı katılamadığı, bu durumun Van
Ağır Ceza Mahkemesine iletildiği,
3. Soruya konu; Polis Memuru Mehmet Emin Dal’ın, 1998
yılında Manisa Emniyet Müdürlüğünden, Hatay Emniyet Müdürlüğüne tayin olduğu,
söz konusu şahsın (Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin 9.11.1999 tarih ve 1999/327
talimatı ile) ifadesinin istendiği, Mehmet Emin Dal’ın müracaat ettirilmesine
rağmen duruşmaya gitmediği, duruşmanın talik edildiği ve ve şahsın tekrar celbi
için Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazıldığı, cevabî yazıda şahsın izine
ayrıldığının bildirilmesinin ardından
İskenderun Ağır Ceza Mahkemesince “Talimat”ın Manisa Ağır Ceza
Mahkemesine iade edildiği, aynı Mahkeme tarafından tekrar yazılan 10.4.2000
tarih ve 1999/327 sayılı talimat gereğince, İskenderun Ağır Ceza Mahkemesince,
söz konusu şahsın 8.5.2000 tarihinde yapılacak olan duruşmada hazır
bulundurulmasına ilişkin, İskenderun İlçe Emniyet Müdürlüğüne gönderilen
talimatın, M. Emin Dal’ın Belen İlçe Emniyet Amirliğinde görevli olmasından
dolayı yapılan yazışmalar nedeniyle yerine getirilemediği,
Bununla birlikte, İskenderun Ağır Ceza Mahkemesince
5.6.2000 tarihinde, adı geçen mahkemede şahsın hazır bulunmasına ilişkin Belen
İlçe Emniyet Amirliğine yazılan müzekkere uyarınca, M. Emin Dal’ın belirtilen
gün ifadesini verdiği anlaşılmıştır.
Bilgilerinize arz ederim.
Sadettin Tantan
İçişleri Bakanı
11. —
Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı
Teşvik Fonuna ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin cevabı (7/2124)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın TBMMİçtüzüğünün 96 ncı Maddesi
gereğince; Devlet Bakanı Sayın Hasan Gemici tarafından yazılı olarak
cevaplandırılması konusunda aracılığınızı arz ederim.
Sacit Günbey
Diyarbakır
Bilindiği üzere; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı
Teşvik Fonu Genel Sekreterliğinin kaynakları :
a) Diğer fonlardan % 10’luk aktarmalar
b) Gelir ve Kurumlar vergisi mükelleflerinden kesilen %
4’lük ek pay
c) TRTreklam gelirlerinden ayrılan paylar
d) Trafik para cezalarının % 50’si
e) Akaryakıt tüketim vergisinden aktarılan % 2’lik
paydır.
1. Yukarıda zikrettiğim kaynaklardan 55., 56., 57 nci
Hükümetler döneminde ne kadar gelir temin edildi?
2. Temin edilen gelirlerin ne kadarı S.Y.D.T. Fonuna
aktarıldı?
3. Bu gelirlerden bütçeye aktarılan bir pay var mıdır?
Hükümet bu gelirleri bütçe açığını kapamak için kullanmakta mıdır?
4. Yine 55., 56., 57 nci Hükümetler döneminde S.Y.D.T.
Fonundan her ilimize tahsis edilen miktar ne kadardır, hangi amaç, proje ve
programlar için kullanılmıştır?
5. Muhtaçlıklarını belgeleyen vatandaşlarımızın
sosyo-ekonomik durumlarının düzeltilmesi için Hükümet nasıl bir çalışma
yapmaktadır?
T.C.
Devlet
Bakanlığı 19.6.2000
Sayı :
B.02.0.013/08-1469
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği
İlgi : 25.5.2000 tarih ve 2124-5751 sayılı yazınız.
Diyarbakır Milletvekili Sayın Prof. Dr. Sacit Günbey’e
ait soru önergesine verilen yanıtlar ekte sunulmuştur.
Bilgilerine arz ederim.
Hasan Gemici
Devlet Bakanı
Diyarbakır Milletvekili Prof. Dr. Sacit Günbey’in
25.5.2000 günlü ve 1763 sayılı soru önergesi hakkında,
1. 55, 56 ve 57 nci Hükümetler döneminde Fon Gelirleri
toplam 735 Trilyon 235 Milyar TL.’dir.
2. Bu gelirin 450 Trilyon 904 Milyar TL.’lık kısmı Fon
faaliyetleri için kullanılmıştır.
3. 735 Trilyon 235 Milyar TL’lık gelirin 277 Trilyon
936 TL’lık kısmı bütçeye aktarılmıştır. Bütçeye yapılan kesintiler Malî Yılı
Bütçe Kanununa göre yapılmakta olup, bu kesintiler daha önceki Hükümetler
döneminde de gerçekleşmiştir.
1997 yılında kesinti oranı % 40 iken 1998 yılında %
30’a düşürülmüştür. 1999 yılından itibaren de kesinti % 40 oranında
uygulanmaktadır.
4. 55, 56 ve 57 nci Hükümetler döneminde : yoksul
yurttaşlara yönelik yardımlar (yakacak, gıda, giyim, sağlık, terör, doğal afet, aşevi, öğrencilere öğle
yemeği, öğrenci yurdu, meslekî eğitim ve istihdama yönelik projeler vb.) için
toplam 253 Trilyon 345 Milyar TL tahsis edilmiştir. (Ek : 2 Sayfa)
5. Muhtaçlıklarını belgeleyen yurttaşlarımızın sosyo
ekonomik durumlarının düzeltilmesi için fondan yapılan yardımlarda ağırlıklı
olarak Doğu-Güneydoğu bölgelerimiz olmak üzere yurttaşlarımızın kendi geçimini
sağlayabilecek duruma gelebilmeleri için meslekî eğitim ve istihdam projelerine
(koyunculuk, hindicilik, tavukçuluk, seracılık, meyvecilik, elsanatları,
halıcılık, kilimcilik, konfeksiyon vb.) önem verilmekte ve gereken destek
sağlanmaktadır.
Şehir Toplam
Adana 7 888 848
550 000
Adıyaman 2 931
193 653 000
Afyon 2 011 197 648
000
Ağrı 1 698 506 429
000
Aksaray 1 329 798
019 000
Amasya 1 572 599 113 000
Şehir Toplam
Ankara 6 744 401
251 000
Antalya 2 194 942
795 000
Ardahan 1 114 030
515 000
Artvin 808 338 650
000
Aydın 1 963 789
353 000
Balıkesir 2 750
289 717 000
Bartın 1 497 872
845 000
Batman 1 536 100
364 000
Bayburt 655
584 646 000
Bilecik 616 723
601 000
Bingöl 1 175 508
317 000
Bitlis 1 345 577
624 000
Bolu 8 267 860 212
000
Burdur 1 154 994
527 000
Bursa 3 565 776
651 000
Çanakkale 1
454 955 175 000
Çankırı 1 136 547
040 750
Çorum 2 193 727
364 000
Denizli 1 676 161
091 000
Diyarbakır 3
720 109 068 000
Edirne 908 309 761
000
Elazığ 1 720 701
174 000
Erzincan 1 262 238
168 000
Erzurum 3 599 742
863 000
Eskişehir 1 761
114 738 000
Gaziantep 2
344 477 425 000
Giresun 1 766 175
282 000
Gümüşhane 951
492 459 000
Hakkâri 1 741 547
183 000
Hatay 1 787 940
127 000
İçel 3 198 544 449
000
Iğdır 377 192 458
000
Isparta 1 421 104
870 000
İstanbul 15 640
556 806 000
İzmir 3 428 696
845 764
Kahramanmaraş 2
795 428 313 000
Karabük 1 425 719
865 000
Karaman 930 926 163 000
Şehir Toplam
Kars 1 363 737 539
000
Kastamonu 2 074
964 154 000
Kayseri 2 430 735
054 000
Kilis 437 445 971
000
Kırıkkale 1 080
619 189 000
Kırklareli 1 477
278 768 000
Kırşehir 747
999 666 000
Kocaeli 45 866 706
450 000
Konya 3 905 035
918 000
Kütahya 2 122 640
647 000
Malatya 1 829 163
697 000
Manisa 2 455 242
072 000
Mardin 1 658 160
841 000
Muğla 1 636 367
591 000
Muş 1 703 144 478
000
Nevşehir 500
126 811 000
Niğde 791 664 247
000
Ordu 2 516 070 754
000
Osmaniye 1
527 107 269 000
Rize 1 532 112 431
000
Sakarya 24 994 029
263 000
Samsun 2 718 485
051 000
Siirt 1 483 754
635 000
Sinop 1 121 719
730 000
Sivas 2 479 559
235 000
Şanlıurfa 3 535
912 199 000
Şırnak 816 255 904
000
Tekirdağ 1 303 430
819 000
Tokat 2 140 159
122 000
Trabzon 2 355 758
659 000
Tunceli 915
366 124 000
Uşak 873 495 741
000
Van 2 550 447 664
000
Yalova 12 457 990
058 000
Yozgat 2 394 429
248 000
Zonguldak 3
480 841 201 000
Genel Toplam 253
345 301 368 514
12. — Erzincan
Milletvekili Tevhit Karakaya’nın, Erzincan’a Vakıflar Şube Müdürlüğü kurulup
kurulmayacağına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın cevabı
(7/2127)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Yüksel Yalova
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletinizi saygı ile arz ederim.
26.5.2000
Tevhit Karakaya
Erzincan
Erzincan İlimiz gerek vakıf eserleri ve gerekse yeni
kurulan vakıflar yönünden çok zengin ve yoğun iş hacmina sahiptir. Vakıf
işlemleri Erzurum Bölge Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir. Bu ise çok büyük
zaman ve emek kaybına sebep olmaktadır.
1. Erzincan’da Vakıflar Şube Müdürlüğü kurmayı
düşünüyor musunuz?
2. Konuyla ilgili bir çalışma yapılıyor ise durum ne
safhadadır?
T.C.
Devlet
Bakanlığı 16.6.2000
Sayı :
B.02.0.006/01-1431
Konu : Soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 5.6.2000 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2127-5764/13851
sayılı yazınız.
Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya tarafından tevcih
edilen ve tarafımdan cevaplandırılmasını istediği 7/2127-5764 esas sayılı soru
önergesi incelenmiştir.
Erzurum Vakıflar Bölge Müdürlüğüne bağlı Erzincan
İlinde Vakıflar Şube Müdürlüğünün kurulması halinde, geliri giderini
karşılamayacağından ve bütçeye ek malî yük getireceğinden, ayrıca vakıf
hizmetlerinin mevcut şeflik tarafından yürütülmesi yeterli görüldüğünden
Erzincan Vakıflar Şube Müdürlüğünün kurulması şimdilik düşünülmemektedir.
Bilgilerinize arz ederim.
Dr. YükselYalova
Devlet Bakanı
13. — Aksaray
Milletvekili Ramazan Toprak’ın, Emlakbank’tan Egebank’a kredi verilip
verilmediğine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Faruk Bal’ın yazılı cevabı
(7/2131)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Faruk Bal
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletinizle arz ederim.
29.5.2000
Ramazan Toprak
Aksaray
Sorular :
1. Bakanlığınıza bağlı olan Emlakbank’tan Egebank’a
kredi verilip verilmediği;
2. Kredi verildi ise hangi tarihte ve miktarı nedir?
T.C.
Devlet
Bakanlığı 19.6.2000
Sayı :
B.02.0.008/00116
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliğine
İlgi : 5.6.2000 tarih ve
KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2131-5777/13926 sayılı yazınız.
İlgi yazınıza istinaden Aksaray Milletvekili Ramazan
Toprak’ın 7/2131-5777 Esas No.lu Yazılı Soru Önergesine, T.Emlak Bankası A.Ş.
Genel Müdürlüğünden alınan bilgiler dikkate alınarak verilen cevap aşağıdadır;
T. Emlak Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü tarafından
Egebank A.Ş. lehine fiilen kullandırılması amacıyla herhangi bir kredi tesis edilmemiştir. Muhabirlik ilişkileri
çerçevesinde Bankacılık işlemleri yapmak üzere en son 21.4.1998 tarihinde
artırım yapılarak 50 Milyar TL. ve 15 Milyon USDnakdî, 300 Milyar TL. ve 8.5
Milyon USD Gayrî Nakdî line (limit) tesis edilmiştir. Bu limitten 15.6.1998
tarihinde gecelik (Over-night) 250 milyar TL. (% 78 faiz oranıyla) ve 23-27.7.1998
tarihleri arasında ise toplam 5 milyon DEM (% 8,5 faiz oranıyla) depo (mevduat)
yapılmış ve faizleri ile birlikte vadelerinde tahsil edilmiştir. Bu tarihten
sonra herhangi bir depo (mevduat) yapılmamıştır. Öte yandan T. Emlak Bankası
A.Ş. Genel Müdürlüğü ile iş yapan veya kredi kullanan firmalar lehine toplam
210 992 683 524.- TL., 47 852 000 USD ve 4 405 000 DEM tutarında Egebank
A.Ş.’nin teminat mektubu ve kefaleti alınmıştır.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Faruk Bal
Devlet Bakanı
14. — Konya
Milletvekili Veysel Candan’ın, bakanlık fonlarından belediyelere gönderilen
paralara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/2139)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
30.5.2000
Veysel Candan
Konya
Bilindiği gibi belediyelerin gelir kalemlerinden biri
de Maliye Bakanlığı fonlarıdır. Belediyelerden gelen şikayetlerden
anlaşıldığına göre fonlardan belediyelere aktarılan paylarda belediyeler
arasında büyük farklar olduğu, bunun sonucunda da belediyelerin hizmet
üretmedikleri ve malî yönden büyük sıkıntı içinde oldukları anlaşılmaktadır.
Bu sebeple;
1. Son bir yılda Maliye Bakanlığı fonlarından
belediyelere aktarılan para miktarı nedir ve bunların belediyelere göre
dağılımı nasıldır?
2. Maliye Bakanlığı tarafından fonlardan belediyelere
yapılan ödemelerde partizanlık yapıldığı ve muhalefet partili belediyelere
ödeme yapılmadığı veya çok az ödendiği doğru mudur?
3. Bilindiği gibi Bayındırlık Bakanlığı İllerBankası
fonundan belediyelere nüfusları oranında pay verilmektedir. Maliye Bakanlığı
kaynaklarından yapılan ödemeler hangi kriterlere göre yapılmaktadır.
T.C.
Maliye
Bakanlığı
Bütçe ve Malî
Kontrol Genel Müdürlüğü 19.6.2000
Sayı :
B.07.0.BMK.0.12/13929
Konu : Belediyelere yapılan yardımlar
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 5.6.2000 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2139-5812/14016 sayılı yazınız.
Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan’ın 7/2139-5812 esas
no.lu yazılı soru önergesinde yer alan sorulara ait cevaplar aşağıda
sunulmuştur.
Bilindiği üzere 2.2.1981 tarih ve 2380 sayılı Kanun ile
27.6.1984 tarih ve 3030 sayılı Kanun hükümlerine göre, belediyelere, il özel
idarelerine ve büyükşehir belediyelerine genel bütçe vergi gelirleri üzerinden
söz konusu kanunlarda belirtilen nispetler dahilinde pay verilmektedir. Mahallî
idareler, hizmetlerinin önemli bir kısmını bu paylar ile finanse etmektedir.
Diğer taraftan, belediyelerin malî imkânlarının kısıtlı
olduğu dikkate alınarak her yıl Bakanlığımız bütçesine, ihtiyaç duyulan
belediyelere aktarılmak üzere ödenek tefrik edilmektedir.
Bu itibarla, Bakanlığımız 1999 Yılı Bütçesinin
“Belediyelere Yapılacak Yardım ve Ödemeler” tertibinde yer alan ödenekten
belediyelere 41 Trilyon 38 Milyar Lira, 2000 Yılı Bütçesinden ise, büyükşehir,
büyükşehire bağlı ilçe ve belde belediyeleri ile nüfusu 50 000’i geçen
belediyeler haricindeki diğer belediyelere 3.4.2000 tarihi itibariyle il, ilçe
ve belde ayırımı yapılmaksızın nüfusları dikkate alınarak toplam 24 Trilyon 837
Milyar Lira yardım yapılmıştır.
Bilgilerine arz ederim.
Sümer Oral
Maliye Bakanı
15. — Konya
Milletvekili Veysel Candan’ın, haklarında soruşturma açılan belediye başkanı
olup olmadığına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı
(7/2140)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Sadettin
Tantan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
30.5.2000
Veysel Candan
Konya
Bilindiği gibi bazı belediyelerle ilgili bir çok
soruşturma ve davanın bulunduğu, bu davalardan bir çoğunda belediye
başkanlarının beraat ettiği, beraat ettiği halde haklarında tekrar davaların
açıldığı ve ayrıca isimsiz dilekçeler işleme konularak bir çok belediye başkanı
hakkında yasalar ihlal edilerek usulsüz takibata uğradıkları kamuoyunda iddia
edilmektedir.
Bu sebeple;
1. Son bir yılda kaç belediye hakkında inceleme ve
soruşturma açılmıştır?
2. Açılan soruşturmaların alt yapı eksiklikleri olduğu
iddiaları doğru mudur?
3. Belediye Başkanlarının gereksiz soruşturmalara
muhatap tutularak hizmetten alıkonuldukları söylenmektedir. Bu konularla ilgili
olarak bir denetim yaptırmayı düşünüyor musunuz?
4. Mahallî İdarelerle ilgili çalışan denetçilerin iç
hizmet programı dahilinde ve yeni yasal düzenlemeler de göz önünde
bulundurularak eğitime tabi tutmayı düşünüyor musunuz?
T.C.
İçişleri
Bakanlığı
Mahallî
İdareler Genel Müdürlüğü 16.6.2000
Sayı :
B.05.0.MAH.0.65.00.002/80664
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının 5.6.2000 tarihli ve
KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2140-5813/14017 sayılı yazısı.
Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan’ın “Haklarında
soruşturma açılan belediye başkanlarına ilişkin” yazılı soru önergesine cevap
teşkil edecek bilgiler aşağıya çıkarılmıştır.
Bilindiği üzere, 3071 sayılı Dilekçe Hakkının
Kullanılmasına Dair Kanun, Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu ve Türk Ceza Kanununun
ilgili maddeleri gereğince, vatandaşlardan gelen şikayetlerin işleme konulması
zorunluluğu bulunmaktadır.
Bu çerçevede, 18 Nisan 1999 tarihinden Memurîn
Muhakematı Hakkında Kanun Muvakkatın yerine geçen 4483 sayılı Memurlar ve Diğer
Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun yürürlüğe girdiği 4.12.1999
tarihine kadar 238 adet soruşturma, 4.12.1999 tarihinden 30.5.2000 tarihine
kadar 559 adet ön inceleme onayı alınmış olup, inceleme ve soruşturmaların
yürütülmesinde herhangi bir eksiklik bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, Bakanlığıma gelen şikayetlerin
değerlendirmeye alınarak inceleme yaptırılması, 4483 sayılı Kanunun ilgili
hükümleri gereğince süreyle bağımlı bir zorunluluk taşımakta, bu şikayetlerin
incelettirilmeksizin işlemden kaldırılması yetkisi tanınmamaktadır.
Değişik dönemlerde yapılan hizmet-içi eğitim
programları yoluyla Bakanlığımız denetim elemanları, değişikliklerden haberdar
edilmektedir.
Bilgilerinize arz ederim.
Sadettin Tantan
İçişleri Bakanı
BİRLEŞİM 113 ÜN SONU