tbmm 2 1 2000-10-01T10:50:00Z 2000-10-01T10:50:00Z 79 68598 391014 tbmm 3258 782 480192 9.2812 0 6 nk 6 nk 0

 DÖNEM : 21                                            CİLT : 35                                     YASAMA YILI : 2

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

113 üncü Birleşim

20 . 6. 2000 Salı

 

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – YOKLAMALAR

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A)  GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan’ın, Muğla İlindeki balık üretim çiftlikleri sahiplerinin sorunları ile alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı

2. – Burdur Milletvekili Mustafa Örs’ün, Burdur İlinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

3. – Hatay Milletvekili Levent Mıstıkoğlu’nun, Mustafa Kemal Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesince kullanılmakta olan Sağlık Bakanlığına ait Pirinçlik’teki tesislere ilişkin gündemdışı konuşması

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Muğla Milletvekili Nazif Topaloğlu’nun (6/707, 6/708, 6/709) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/270)

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Fazilet Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Mehmet Recai Kutan ve 35 arkadaşının, uyguladığı yanlış politikalarla tarım sektörünün olumsuz yönde etkilenmesine neden olduğu iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2)

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. – Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/459) (S. Sayısı: 449)

2. – Kastamonu Milletvekili M. Hadi Dilekçi’nin Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/460) (S. Sayısı: 450)

3. – İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/461) (S. Sayısı: 451)

4. – “Ticaret ve Sanayi Odaları”, “Ticaret Odaları”, “Sanayi Odaları”, “Deniz Ticaret Odaları”, “Ticaret Borsaları” ve “Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği” Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/641) (S. Sayısı: 484)

5. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433)

6. – 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/601) (S. Sayısı: 426)

7. – Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma ve Adalet Komisyonları Raporları (1/657) (S. Sayısı: 421)

VI. – ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. – (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer almasına ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince, gündeme alınıp alınmaması hususundaki görüşmelerin 21.6.2000 tarihli birleşimde yapılmasına; gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edildiği takdirde gensorunun özel gündemde yer almasına ve görüşmelerinin 26.6.2000 Pazartesi günü yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

B) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. – Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi

VII. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) GÖRÜŞMELER

1. – İstanbul Milletvekili Nazif Okumuş ve 43 Arkadaşı ile Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 21 Arkadaşının, Türkiye Kızılay Derneğinin Sorunları ile Faaliyetlerinin Araştırılarak Gelir Kaynaklarının Daha Etkin Kullanılması İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Birer Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/73, 74) (S. Sayısı: 405)

2. – 20 nci Yasama Döneminde Konya Milletvekili Hüseyin Arı ve 56 Arkadaşı Tarafından Verilen Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996 Yılında Özürlülerin Memurluğa Alınması İçin Açılan Sınavda Mevzuata Aykırı ve Usulsüz İşlemler Yapılmasına Göz Yumarak Görevini İhmal Ettiği ve Kötüye Kullandığı ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 230 ve 240 ıncı Maddelerine Uyduğu İddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Mustafa Kul Hakkında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önerge ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/34) (S. Sayısı: 410)

VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak’ın, eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren hakkında iddianame hazırlayan Adana Cumhuriyet Savcısına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/1810)

2. – İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in, GAP Bölgesindeki arazi satışlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Şuayip Üşenmez’in cevabı (7/1814)

3. – Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Adana İli ve ilçelerinde yürütülen proje ve hizmetlere ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/2060)

4. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, 4 üncü GSM ihalesinden sonra Demirbank hisse senedi sahiplerinin borsada zarar ettikleri iddialarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal’ın cevabı (7/2065)

5. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, İstanbul’da yapımı planlanan göz hastanesi için ayrılan ödeneğe ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un cevabı (7/2071)

6. – Erzurum Milletvekili Mücahit Himoğlu’nun, Ege adaları konusunda bir dergide yer alan habere ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in cevabı (7/2074)

7. – Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı’nın, kamu kurumlarındaki ücret dengesizliklerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in cevabı (7/2098)

8. – Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu’nun, D-8 projesine ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in cevabı (7/2109)

9. – Antalya Milletvekili Mehmet Zeki Okudan’ın, esnaf ve sanatkârlara kullandırılan kredilerin faiz oranlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı H. Hüsamettin Özkan’ın cevabı (7/2116)

10. – İstanbul Milletvekili İsmail Aydınlı’nın, bir davada sanık durumunda olan polislerin mahkemeye getirilmediği iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/2120)

11. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonuna ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin cevabı (7/2124)

12. – Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın, Erzincan’a Vakıflar Şube Müdürlüğü kurulup kurulmayacağına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın cevabı (7/2127)

13. – Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak’ın, Emlakbank’tan Egebank’a kredi verilip verilmediğine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Faruk Bal’ın yazılı cevabı (7/2131)

14. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, bakanlık fonlarından belediyelere gönderilen paralara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/2139)

15. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, haklarında soruşturma açılan belediye başkanı olup olmadığına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/2140)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açılarak iki oturum yaptı.

Yapılan yoklamalar sonucunda Genel Kurulda toplantı yetersayısı bulunmadığı anlaşıldığından, 20 Haziran 2000 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 14.32’de son verildi.

 

                        Mehmet Vecdi Gönül

                                    Başkanvekili

Burhan Orhan                                   Levent Mıstıkoğlu

               Bursa                                                      Hatay

Kâtip Üye                                               Kâtip Üye

 

 

 

                        No.: 157

II. – GELEN KÂĞITLAR

19.6.2000  PAZARTESİ

Sözlü Soru Önergeleri

1. - Tunceli  Milletvekili Kamer Genç’in, Bolu Tünel inşaatına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/737) (Başkanlığa  geliş tarihi: 16.6.2000)

2. - Tunceli  Milletvekili Kamer Genç’in, Ayaş Tüneli Projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/738) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)

3. - Tunceli  Milletvekili Kamer Genç’in, Türk Ticaret Bankası Genel Müdürü hakkında açılmış ceza davası olup olmadığına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/739) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)

Yazılı Soru  Önergeleri

1. - İstanbul  Milletvekili Yücel Erdener’in, Türkiye’de avcılığın idaresi, yaban hayatı ve atıcılığa ilişkin Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/2228) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)

2. - İstanbul  Milletvekili Yücel Erdener’in, Türkiye’de avcılığın idaresi, yaban hayatı ve atıcılığa ilişkin Devlet Bakanından (Fikret Ünlü) yazılı soru önergesi (7/2229) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)

3. - Ankara  Milletvekili M.Zeki Çelik’in, Bakanlığa bağlı müzelere ilişkin  Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/2230) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)

4. - Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, vakıf üniversitelerine yapılan yardımlara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2231) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)

5. - Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, vakıf üniversitelerine yapılan yardımlara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2232) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)

6. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, ortaöğretim okullarında meydana gelen şiddet olaylarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2233) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)

7. - Antalya Milletvekili Mehmet Zeki Okudan’ın, Türkiye’nin kükürt ihtiyacına ve Isparta’daki Keçiborlu Kükürt Fabrikasına ilişkin Devlet Bakanından (Şükrü Sina Gürel) yazılı soru önergesi (7/2234) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)

8. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Bolu Tüneli inşaatına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2235) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)

9. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Jeotermal Enerji Kaynaklarının kullanımına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/2236) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)

10. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, trafik kazalarının nedenlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2237) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)

11. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Kombassan Holdinge ayrımcı uygulamalar yapıldığı iddialarına ilişkin Devlet Bakanından (Recep Önal) yazılı soru önergesi (7/2238) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)

12. - Ankara Milletvekili  Saffet Arıkan Bedük’ün, Uzaktan Eğitim Vakfı’na ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2239) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)

13. - Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün, Ankara-Çankaya İlçesi Mürsel Uluç Mahallesinin sağlık sorunlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/2240) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)

14. - Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün, Ankara yöresindeki çiftçilerin ve hayvan yetiştiricilerinin sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2241) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)

Gensoru Önergesi

1. - Fazilet  Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Mehmet Recai Kutan ve 35 arkadaşının, uyguladığı yanlış politikalarla tarım sektörünün olumsuz yönde etkilenmesine neden olduğu iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı Maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000) (Dağıtma tarihi: 19.6.2000)

Süresi  İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri

1. - Ardahan Milletvekili Saffet Kaya’nın, TEDAŞ Bayburt müessesesinde görevine son verilen güvenlik görevlilerine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/1958)

2. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Akkuyu Nükleer Elektrik Santrali ihalesine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/1965)

3. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Çin’in Doğu Türkistan’ı işgaline ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1971)

4. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun, bazı MİT görevlilerinin basın kuruluşlarında çalıştığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1973)

5. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, İsrail Eğitim Bakanının beyanları hakkında bir girişimde bulunulup bulunulmadığına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1976)


         No. : 158

20 . 6 . 2000 SALI

Kanun Hükmünde Kararname

1. - Başbakanlık Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname (1/706) (Anayasa ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2000)

Tasarılar

1. - Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu Arasında Hukukî, Ticarî ve Cezaî Konularda Adli Yardımlaşma Sözleşmesinin ve Sözleşmeye İlişkin Notaların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/707) (Adalet ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2000)

2. - Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan Cumhuriyeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı ile Yunanistan Cumhuriyeti Kamu Düzeni Bakanlığı Suç ile, Özellikle Terörizm, Örgütlü Suçlar, Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı ve Yasa Dışı Göç ile Mücadelede İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/708) (İçişleri ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2000)

3. - Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/709) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2000)   

Teklifler

1. - Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün; 9.6.1930 Tarih ve 1700 Sayılı Dahiliye Memurları Kanununa Bir Geçici Madde ve Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/555) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.6.2000)

2. - Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün; 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/556) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.6.2000)

3. - Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün; 867 ve 170 Sayılı Ziraat Vekaletine Merbut Bazı Mektep ve Müesseselerin Sureti İdaresi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/557) (Tarım, Orman ve Köyişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2000)

4. - Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici’nin; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılması Hakkında İçtüzük Teklifi (2/558) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2000)

Raporlar

1. - Türkiye Cumhuriyeti ile Hindistan Cumhuriyeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/671) (S. Sayısı: 489) (Dağıtma tarihi: 19.6.2000) (GÜNDEME)

2 .- Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Kastamonu Milletvekili Murat Başesgioğlu, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Konya Milletvekili Ömer İzgi, Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük, Fazilet Partisi Grup Başkanvekili İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman ve Demokratik Sol Parti Grup Başkanvekili Konya Milletvekili Emrehan Halıcı’nın, 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 47 nci Maddesine Bir Fıkra Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/527) (S. Sayısı: 494) (Dağıtma tarihi: 19.6.2000) (GÜNDEME)

3. - İzmir Milletvekilleri Suha Tanık ve Işılay Saygın’ın, İzmir İlinde Uzundere Adı ile Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Önergesi (2/365) (S. Sayısı: 498) (Dağıtma tarihi: 19.6.2000) (GÜNDEME)

4. - Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Kurulmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Dışişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/700) (S. Sayısı: 504) (Dağıtma tarihi: 20.6.2000) (GÜNDEME)

Yazılı Soru Önergeleri

1. - İstanbul Milletvekili M. Murat Sökmenoğlu’nun, yurtdışına çıkışlardaki vize uygulamalarına ilişkin Dişişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2242) ( Başkanlığa geliş tarihi: 19.6.2000)

2. - Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan’ın, deprem felaketinden sonra çeşitli kuruluşlarca düzenlenen yardım kampanyalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2243) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.6.2000)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.00

20 Haziran 2000 Salı

BAŞKAN : Başkanvekili Nejat ARSEVEN

KÂTİP ÜYELER : Melda BAYER (Ankara), Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir)

 

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113 üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, Muğla İlindeki balık çiftliklerinin sorunları hakkında söz isteyen Muğla Milletvekili Sayın Fikret Uzunhasan'a aittir.

Buyurun Sayın Uzunhasan (DSP sıralarından alkışlar)

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A)  GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan’ın, Muğla İlindeki balık üretim çiftlikleri sahiplerinin sorunları ile alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı

FİKRET UZUNHASAN (Muğla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

21 inci Yüzyıla girmiş olmamıza rağmen, besin üretim kaynaklarının ve alanlarının daralması, dünyamız için hâlâ önemli bir tehdittir. Son yıllarda, protein açığının kapatılabilmesi için, gelişmiş ülkeler, denizlere ve denizlerdeki su ürünlerine büyük önem vermişlerdir. FAO bilgilerine göre, denizlerden elde edilen su ürünleri toplamı 120 milyon tondur, yetiştirilen balık miktarı ise 20 milyon ton kadardır.

Ülkemiz, gerek iklim ve ekolojik gerekse topografik olarak su ürünleri yetiştiriciliğine uygun dünyanın sayılı ülkelerinden biridir. Ancak, uygulamada yaşanan sıkıntılar, ne yazık ki, bizi, bu üretimde çok gerilerde bırakmıştır. Örneğin, bizim kıyılarımızın 1/3'ü kadar kıyılara sahip olan Japonya, yılda 450 000 ton balık üretirken, biz, ancak 25 000 ton, yani, Japonya'nın yaklaşık 1/18'i kadar balık üretebiliyoruz. Hatta, bizden çok sonra bu işe başlayan Yunanistan'dan bile daha az üretim yapabiliyoruz.

Türkiye'de ilk defa ağ kafeslerde deniz balığı yetiştiriciliği Muğla'da başlamıştır. Çok kısa zamanda ülkemizde mevcut olan 300 ağ kafeslerde balık üretim çiftliğinin 176'sı burada kurularak, toplam üretime yüzde 65'lik katkı sağlamıştır. 1999 yılı üretimi 13 000 ton olmuş ve 179 trilyon Türk Lirası kaynak oluşturulmuştur. Yaklaşık 38 milyon dolar dışsatım yapılmıştır. Muğla İlinde bu sektör, 7 200 kişilik istihdamla yerli halka önemli bir iş sahasıdır. Ancak, bu gelişmeye paralel olarak, daha çok, devlet kuruluşları arasındaki yetki karmaşasından kaynaklanan bazı problemler, bu sektörü durma noktasına doğru hızla sürüklemektedir; oysa, 1380 sayılı Yasa, bütün bu görevleri, Tarım Bakanlığı ve onun illerdeki kuruluşları olan Tarım İl Müdürlüklerine vermiştir. Ancak, Muğla sahillerinin yoğun olarak turizme hizmet verdiğini dikkate alırsak, Turizm Bakanlığının görüşlerini almamak mümkün değildir; böyle de yapılmış ve sonuçta, bu sahillerin onbinde 2'si gibi çok az kısmı balık çiftliklerine ayrılmıştır ve geri kalan sahiller turizme bırakılmıştır.

Sayın milletvekilleri, bu iki sektör, esasen, birbirine destek veren iki sektördür. Hatta, gelişmiş ülkelerde, örneğin, Amerika, Japonya, Norveç, İngiltere, Kanada ve hatta Yunanistan'da, yer darlığından, balık çiftlikleri, bir yandan, üretim yaparken, aynı zamanda, turizme hizmet veren birer işletme haline dönüştürülmüştür.

Diğer yandan, Çevre Bakanlığının, Denizcilik Müsteşarlığının, Sağlık Bakanlığının, Muğla Valiliğinin, Bayındırlık ve İskân Bakanlığının, Orman Bakanlığının görüş ve müsaadelerine başvurulmuştur; son olarak da, bu sahaların denizlerdeki sahibi olan Maliye Bakanlığının müsaadesiyle, 2886 sayılı Yasa çerçevesinde ihalesi yapılıyor ve sözleşmeye bağlanıyor. Yani, kısaca, üretime uygun sahaların tespitinde ve balık üretim çiftliklerinin kurulmasında yetkili olan Tarım Bakanlığının yanında, sekiz ayrı devlet kuruluşu görüş sahibidir. İşte, bu kadar geniş yetki yelpazesi içerisinde üretici ve sektör, dış müdahalelere karşı savunmasız ve çaresiz kalmaktadır. Durumdan istifade etmek isteyen bazı güçler tarafından, daha çok bu çiftliklerin yoğun olarak bulunduğu Milas-Güllük Koyunda, balık çiftlikleri, deniz kirliliği ve görüntü kirliliği yapıyor gerekçesiyle, ruhsatlı çiftliklerin yerinden sökülüp, bunların üretime uygun olup olmadığı belli olmayan açık denizlere kurulmaları istenmektedir. Diğer yandan, Muğla Valiliği de, sadece turizm diyerek, bu çiftliklerin ruhsatlarını iptal etmek için kollarını sıvamış durumdadır. Gerekçesini de, sanki danışıklı, temyizsiz ve defanssız bir mahkeme sonucuna dayandırmaktadır; oysa, deniz yüzeyinin kiralanması işi, 2886 sayılı Yasaya göre yapılmıştır. Sözleşme gereği, taraflardan biri üretici, diğeri ise, Maliye Bakanlığıdır. Bu sözleşmenin 15 inci maddesi, "projeye dayalı kiralamalarda, sözleşmenin feshinden önce Tarım Bakanlığının görüşü alınır" der. Bildiğim kadarıyla, bu konuda, Tarım Bakanlığının görüşüne başvurulmamıştır.

Kirlilik sorununa gelince: Balık çiftliklerinin, bulundukları ortamı kirletme şansları yoktur; çünkü, balık kirli ortamda yaşamaz, kısaca, çiftliğin bulunduğu yer, ortamın laboratuvarıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Uzunhasan, lütfen tamamlayın efendim.

FİKRET UZUNHASAN (Devamla) – Kaldı ki, rutin olarak kirlilik kontrolları yapılmaktadır. Bu kontrolların hiçbirinde çiftliklerden kaynaklanan olumsuz bir sonuçla karşılaşılmamıştır. Oysa, çiftliğin olmadığı diğer yerleşim birimlerinin bulunduğu yerlerden alınan örneklerde, kirlilik, tehlike sınırını aşmaktadır.

Netice olarak, dünyada hızla gelişmekte olan bu sektörün önündeki bütün bürokratik engellerin aşılması ve geç kalınmadan gereğinin yapılması şarttır, bu çiftliklerin kapasite artırmalarına müsaade edilmelidir. Kaldı ki, Muğla Bölgesinde kurulu çiftlik işletmecisinin hiçbiri devletten teşvik almadığı gibi, böyle bir beklentileri de yoktur, yeter ki, rahat bırakılsınlar. 13 000 ton yıllık üretimi 2'ye, 3'e, hatta 4'e katlamaları mümkündür. Bu sektörden ülke ekonomisi, en az turizmdeki kadar girdi temin edebilir.

Sözlerime son verirken, Sayın Başkana, müsamahalarından dolayı teşekkür ediyor, Yüce Heyete saygılarımı sunuyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Uzunhasan.

Gündemdışı konuşmaya, hükümet adına, Tarım Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp cevap vereceklerdir.

Buyurun Sayın Bakan.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Muğla Milletvekilimiz Sayın Fikret Uzunhasan'a, Türkiye su ürünlerini ilgilendiren ve özellikle de Muğla'daki su ürünü yetiştiricilerinin problemlerini dile getiren bu konuşmasından dolayı teşekkür ediyorum. Bunu fırsak bilerek, Türkiye'de su ürünleri yetiştiriciliği ve özellikle de Muğla'daki su ürünleri yetiştiricilerinin problemleri ve bu problemlerin çözümüyle ilgili, Bakanlığımızın görüşlerini arz etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepimiz biliyoruz ki, dünya nüfusunun hızla arttığı ve açlık meselesinin önemli boyutlar kazandığı günümüzde, hayvansal protein kaynaklarının geliştirilmesi zorunluluk arz etmektedir. Özellikle, protein açığının kapatılmasında, su ürünleri, değerli ve olmazsa olmaz gıda kaynaklarıdır. Yine, beslenme biyokimyacılarının bildirdiğine göre, balık etinin, su ürünlerinin yerine ikame edilecek, başka değerli bir protein kaynağı yoktur.

Türkiye, 3 tarafı denizlerle; ancak bir o kadar da göl, gölet, baraj, akarsu kaynaklarıyla, bir noktada 5 tarafı suyla çevrili ve zengin su potansiyeline sahip bir ülkedir. Yine, uzun bir kıyı şeridine sahip olduğumuz gibi, içsu kaynaklarımızın potansiyelleri de gereği şekilde değerlendirilirse, Türkiye, şu anda ürettiği su ürünlerinin çok daha fazlasını üretme imkânına sahiptir.

Bu yüksek potansiyele rağmen, ne yazık ki, dünyada da oldukça ucuz bir gıda kaynağı olan deniz ürünleri avcılığımız, üreticiliğimiz, diğer ülkelerle mukayese edildiğinde çok yetersizdir. Son rakamlara göre, 433 000 ton deniz ürünleri avcılığı, 54 000 ton kadar içsu ürünleri avcılığı, 57 000 ton yetiştiricilik olmak üzere, toplam 544 000 ton su ürünleri üretilmektedir. Bu üretimden sağlanan katmadeğer ise 303 trilyon lira civarındadır. 1999 yılı istatistiklerine göre, toplam olarak 590 000 ton civarında su ürünleri elde edilmiştir. Bunun yaklaşık 65 000 tonunun yetiştiricilikten elde edildiğini biliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son rakamlara göre Türkiye'de kişi başına su ürünleri tüketimi yalnızca 7,5 kilogramdır. Ancak, bu rakamın dünya ortalaması 15 kilogram, Avrupa Birliği ülkeleri ortalaması ise 23 kilogramdır; yani, Avrupa Birliği ülkelerinde, kişi başına, 23 kilogram balık eti tüketilirken, bu rakam, Türkiye'de, kişi başına 7,5 kilogramdır.

Ülkemizde, su ürünleri üretimini, Avrupa Birliği ülkelerinin bugünkü seviyesine çıkarabilmemiz için, en az üç kat artırmamız gerekmektedir. Ülkemizde, izah ettiğim su ürünleri üretimine uygun çok büyük bir potansiyel olmasına rağmen, elde edilen ürünlerin çok düşük olduğunu bizzat görmekteyiz. Nitekim, avcılık yoluyla 1 milyon ton, yetiştiricilik yoluyla kolaylıkla 500 000 ton olmak üzere toplam 1,5 milyon ton su ürünü üretmemiz imkân dahilindedir.

Türkiye'de, su ürünü yetiştiriciliğinin durumu nedir: Bilindiği üzere, nüfusun ve beslenme problemlerinin hızlı bir şekilde arttığı dünyada ve ülkemizde, su ürünlerine olan talep de giderek artmaktadır. Özellikle, olan bu talep, yetiştiricilik yoluyla karşılanmaktadır. Üç tarafı denizlerle çevrili ve iç su kaynakları bakımından çok iyi imkânlara sahip olan ülkemizde, balık yetiştiriciliği potansiyeli diğer birçok ülkeye göre çok daha yüksektir.

Yine, istatistiklere göre, dünya su ürünleri üretiminin yaklaşık yüzde 23'ü, yetiştiricilikten elde edilmektedir. Yine, son rakamlara göre, Türkiye'ye baktığımız zaman, Türkiye'de, yetiştiricilikten sağladığımız su ürünleri üretimi, ancak, toplam üretimin yüzde 10'u kadardır.

1971 yılında sayısı 1 olan yetiştiricilik tesisi, 1999 yılı sonu itibariyle 1 400'lere, proje kapasitesi ise 65 000 tona ulaşmıştır. Toplam 1 400 civarındaki bu yetiştirici işletmenin 1 120'si içsu, 324'ü de deniz ürünleri projesidir. Yine, 1998 yılında yapılan yetiştiricilik üretiminin miktar olarak yüzde 59'u içsularda, yüzde 41'i de denizlerde yapılmaktadır.

Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde su ürünleri yetiştiriciliği, özellikle denizlerde çipura ve levrek yetiştiriciliği, türlerin biyolojik özellikleri, ekolojik yapılanmalar, yatırım maliyetlerinin düşük olması, birim alandan elde edilen ürünün yüksek olması nedeniyle, denizlerde ağ kafeslerde yapılmasını gerektirmektedir. Ülkemiz Ege ve Akdeniz sahilleri, bu tip kafes yetiştiriciliği için son derece uygun özellikler taşımaktadır. Bu sahiller, aynı zamanda, turizm yatırımları için de uygun özellikler taşımaktadır. Kamuoyunda, herhangi bir araştırma ve incelemeye dayandırılmadan, balık çiftliklerinin, başta turizm, tatil yerleşimleri, yat turizmi ve ulaşım gibi faaliyetlere engel olduğu, kirliliğe neden olduğu gerekçesiyle, bu sektör, olumsuz bir şekilde etkilendirilmekte ve kamuoyunda yanlış bir şekilde tartışmaya konu olmaktadır. Oysa, balıkçılık ve turizm, birbirlerini tamamlayan iki önemli sektördür ve asla birbirinin rakibi değildir.

Nitekim, aynı suları paylaştığımız Yunanistan'da, çipura ve levrek yetiştiriciliğinden elde edilen üretim, 1988 yılında 330 ton iken, 1998 yılında 40 000 tonu ve 1999 yılı sonunda ise 60 000 tonu bulmuştur. Ülkemizde, bu üretim, 1998 yılında yalnızca 105 ton iken, çeşitli engellemeler nedeniyle, ancak 18 000 tona ulaşabilmiştir. Şüphesiz, Yunanistan da, bizim gibi bir turizm ülkesidir ve aynı çevre şartlarına ve duyarlılığına onlar da sahiptirler. Özellikle Yunanistan, ticarî olarak, çipura ve levrek yetiştiriciliğine bizden daha sonra başladığı halde, Avrupa Birliğinin desteğiyle, Yunanistan'da bu sektör hızla gelişerek hem üretim miktarı olarak hem de pazarlama organizasyonları olarak büyük bir mesafe katetmiştir.

Uygun kaynaklarımıza rağmen, gerek bürokratik engeller ve gerekse bundan kaynaklanan organizasyon bozuklukları nedeniyle, ülkemiz su ürünleri sektörü, Avrupa ülkeleriyle rekabet edemez duruma gelmiştir. Su ürünleri yetiştiricilik sektörü, ülkemize önemli miktarda döviz girdisi temin etmenin yanında, toplam 1 400 civarındaki tesisle yapılan yatırım, direkt ve indirekt olarak pek çok kişiye istihdam imkânı sağlamaktadır.

Müsaade ederseniz, su ürünleri yetiştiriciliğinin çevresel etkilerini bir kez daha burada arz etmek istiyorum. Türkiye'de su ürünleriyle ilgili görev ve yetkiler, 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunuyla Bakanlığımıza verilmiştir. Su ürünleri yetiştiriciliği yapmak isteyenlerin, söz konusu kanunun 13 üncü maddesi gereği, Bakanlığımızdan izin almaları gerekmektedir. Bakanlığımız, su ürünleri yetiştiriciliğinin daha düzenli yapılmasını sağlamak, çevreye etkilerini asgarî seviyeye indirmek, sağlıklı, kaliteli üretimi gerçekleştirmek amacıyla, Kasım 1998 tarihinde, Kalıntı İzleme Genelgesi ve göreve geldikten sonra, Ekim 1999'da, Su Ürünleri Yetiştiriciliği Usul ve Esasları Genelgesini uygulamaya koymuştur.

Bilindiği gibi, su ürünleri yetiştiriciliği, bir yerin coğrafî ve iklim şartlarıyla, suyun fiziksel, kimyasal ve biyolojik şartlarına sıkı sıkıya bağlı olduğundan her yerde yapılamamaktadır. Yine, sağlık, ülke ekonomisi, denizlerde seyrüsefer, teknik ve ilmî bakımlardan herhangi bir mahzuru bulunmayan ve bu yönlerden etüt, inceleme ve araştırmaları tamamlanmış ve yetiştiriciliğe uygunluğu tespit edilmiş deniz alanlarında kafes balıkçılığı yapılmaktadır.

Türkiye'de su ürünleri yetiştiriciliği, henüz potansiyel gelişime ulaşamamış, çevreye ve diğer kullanımlara etkileri yok denecek kadar azdır. Tesislerin büyük bir kısmı küçük kapasiteli olup, birim alandaki yoğunluk da oldukça düşüktür. Yetiştiricilik faaliyetleri etkin bir şekilde düzenlendiği ve planlandığı takdirde, çevreye menfi etkileri asla yoktur. Bu etkinliği sağlamak üzere, Bakanlığımızca, belirttiğim gibi, genelgeler valiliklere tamim edilerek yayımlanmış ve uygulamaya konulmuştur; ancak, su ürünleri yetiştiriciliğinde, özellikle Muğla'da, yetiştiricilerimiz haksız yere çeşitli ithamlara maruz kalmaktadır. Bu ithamların başında, çevreye olan olumsuz etkileri ve suyu kirlettiği ileri sürülmektedir.

Değerli milletvekilleri, su kirliliğinin ölçüsü, bizzat balığın kendisidir. Sizler de takdir edersiniz ki, bir suda kirlilik varsa, önce, orada yaşayan balıklar etkilenmekte ve balıklar ölmektedir.

İkinci tenkit edilen husus ise, turizm sektörüne olan menfi etkisidir. Müsaade ederseniz, bunu da kısaca cevaplandırmak istiyorum.

Muğla İli, 1 124 kilometrelik kıyı uzunluğuyla, ülkemizin en uzun kıyı şeridine sahip ilidir. Kıyıların girintili çıkıntılı olması ve çok sayıda koyların bulunması, ağ kafes yetiştiriciliğine uygun bir ortam yaratmaktadır. Uygun şartları bulunan Muğla İlinde, ağ kafes yetiştiriciliğine 1986 yılında başlamış bulunuyoruz. Bu üretim, daha sonra hızlı bir gelişme göstererek, Türkiye'de, gerek sayı ve gerekse üretim miktarı açısından başı çekmektedir. Bugün, Muğla'da, toplam 150 tesis bulunmakta; ancak, bunların bir kısmı faaliyete geçmiş, bir kısmı da, maalesef, çeşitli egellemeler nedeniyle faaliyete geçememektedir. Faaliyete geçen işletmelerin de, bugün, karşı karşıya oldukları pek çok sorunları bulunmaktadır.

Muğla İlinde üretilen yıllık balık miktarı, yaklaşık 10 000 ton kadardır. Üretilen bu balığın yüzde 80 - 90'ı Avrupa Birliğine ihraç edilmektedir. Bu gerçek göz önüne alınırsa, sektörün, ülke için ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır. 1999 yılında Çipura ve Levrek satışından elde edilen gelirin, bu ilde, 20 trilyon lira olduğunu hesap etmekteyiz.

Ülkemiz sahillerinde, deniz ürünleri yetiştiriciliğine uygun muhtemel alanlar belirlenmiş ve uygulanmasına izin verilen işletme yerleriyle birlikte 1994 tarihinde 1/25 000 ölçekli çevre düzeni planları, işlenmek üzere, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına arz edilmiştir. Plan çalışmalarına, talebin yoğun olduğu Muğla İlinden başlanılmıştır. Bu çerçevede, Bakanlığımızca, 52 adet potansiyel balık üretim alanı belirlenmiş ve bunların çevre düzeni planlarında yer alması için, yine, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına, 1994 yılında, Bakanlığımız tarafından sunulmuştur. Teklif edilen bu alanların büyük bir kısmında, birincisi, Turizm Bakanlığı Yatırımlar Genel Müdürlüğü turizmi engellediği, turizm yatırımcılarının yatırım için çekinceli davrandıkları gerekçesiyle; teklif edilen alanın çok az bir kısmına ise, Denizcilik Müsteşarlığı Deniz Ulaştırması Genel Müdürlüğü seyrüsefere mani olduğu gerekçesiyle, Kültür Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü doğal, arkeolojik ve kentsel sit alanları açısından, Çevre Bakanlığı Çevre Koruma Genel Müdürlüğü fok, kaplumbağa üreme ve koruma alanları açısından olumsuz görüş vermişlerdir. Teklif edilen 52 alandan ancak 25 adedine planda yer verilmiştir. Bakanlığımız itirazlarına rağmen, planlar, 10 Mart 1997 tarihinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca onaylanmıştır. Bu haliyle onaylanan planlar, mevcut problemlerin çözümüne yardımcı olamamıştır. Bu arada, Muğla Valiliği de, turizm sektörü ve ikinci konut sahiplerinin şikâyetleri üzerine, plan dışında kalan balık çiftliklerinin kaldırılması yönünde uygulamalara başlamıştır; ancak, turizm sektörü ve ikinci konut sahiplerinin şikâyetlerinde, bizce, bilimsel ve doğru yönler oldukça azdır. Bu durum problemleri daha da artırmış, balık çiftlikleri sahiplerini mağdur etmiş, bazı yasal problemlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Ortaya çıkan bu problemleri çözmek için, Başbakanlığın direktifi doğrultusunda, yine, Bakanlığımız, 1998 yılında planlarda revizyon talebinde bulunarak, 27 adet alanın plana alınmasını teklif etmiştir; ancak, yine, anlamadığımız bir nedenle; ama, tahmin ettiğimiz bazı sebeplerden dolayı, Turizm Bakanlığındaki bazı yetkililer, yukarıda belirtilen aynı gerekçelerle -ki, bunların çoğu yersizdir- itiraz ederek, teklif edilen bu alanlardan ancak 8 adedine planda yer verilerek, 30 Kasım 1998 tarihinde plan revize edilerek onaylanmıştır. Bu plan da çözüme yardımcı olmamıştır. Bakanlığımızca projesi onaylanmış, faal halde bulunan 93 tesisten 64 adedi alan dışında kalmıştır. Bu tesislerden 26 adedi, mevcut yetiştiricilik sistemlerine uygun olan plandaki alanlara taşınabilmiş, geriye kalan 38 tesis, mevcut yetiştiricilik sistemlerine uygun alan kalmadığı için taşınamamış ve bugün problemle karşı karşıyadır. Zira, onaylı planda yer alan 33 adet potansiyel alandan 16 adedinde su derinliğinin uygun olmaması, dalga boylarının yüksekliği, hâkim rüzgârlara açık olması nedeniyle, ancak daha gelişmiş, yatırım maliyeti çok yüksek olan teknolojiler kullanılarak off-shore sistemiyle balık yetiştiriciliği yapmak mümkün olabilmiştir. Bu sistemlerle yapılacak balık yetiştiriciliğinin rantabıl olabilmesi için, asgarî proje kapasitesinin 300 veya 500 ton/yıl olması gerekmektedir. Oysa, Türkiye'de, bunlar, genelde, dar gelirli ve küçük ailelerin birikimlerini bir araya getirerek yaptıkları tesislerdir; küçük kapasitelidir, kapasiteleri 10 ile 100 ton/yıl arasında değişmektedir. Bu tesislerin planında belirtilen off-shore sistemine uygun alanlara taşınabilmesi için, mevcut sistemlerini tamamen terk ederek off-shore sistemine geçmeleri için uygun kredilerle desteklenmesi ve belirli bir süre -üç beş yıl kadar- verilmesi gerekmektedir.

Ayrıca, Muğla İlinde balık çiftlikleriyle ilgili olarak ortaya çıkan bu problemlere çözüm getirmek için, 21 Nisan 2000 tarihinde yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında, konu, tarafımızdan gündeme getirilmiştir. Toplantıda alınan kararla, bize Sayın Başbakanımızın direktifiyle, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının koordinatörlüğünde, Denizcilik Müsteşarlığından sorumlu Devlet Bakanlığı, İçişleri, Maliye, Bayındırlık ve İskân, Kültür, Turizm, Orman ve Çevre Bakanlıklarından üst düzey temsilcilerin ve uzmanların katılımıyla bir komisyon oluşturulmuş, Muğla İlinde denizde yapılan balık yetiştiriciliğiyle ilgili çevre düzeni planlarının gelişen şartlara göre gözden geçirilmesi uygulamalarına ait esaslar oluşturmaları talimatlandırılmıştır. Bu, Bakanlığımızın konuyu özellikle takibi sonucu, 1998 yılındaki planın tekrar revize edilmesi doğrultusunda atılan çok müspet bir adımdır. Bu talimat üzerine, Bakanlığımızda 26 Nisan 2000 tarihinde bir toplantı yapılmış ve bu toplantıyla oluşturulan uzmanlar bir alt komisyon oluşturarak bizzat Muğla'da mahallinde inceleme yapmışlar ve yapılan çalışmalar neticesinde ortaya çıkan görüş ve tespitlerin, bilahara üst düzey toplantıda değerlendirilmesi kararlaştırılmıştır. Bu karar doğrultusunda oluşturulan heyet, yine 15-17 Mayıs 2000 tarihleri arasında Muğla'da incelemelerini yapmış ve tamamlamıştır. Alt komisyonun, mahallinde yaptığı çalışmalar neticesinde, 10 adet yeni potansiyel alan tespit edilmiş, bu alanlarda planlar yapılmış, 38 balık çiftliğinden 30 adedinin mevcut sistemlerle taşınabileceği tespit edilmiştir.

Bu tespit ve öneriler 23 Mayıs 2000 tarihinde bakanlık üst düzey temsilcileriyle bakanlığımızda yapılan toplantıda değerlendirilmiş, tüm diğer bakanlıkların temsilcileri, yapılan bu plan ve programlara uygun görüş bildirdiği halde, Turizm Bakanlığı temsilcisinin bu plana, anlamadığımız bir nedenle, herhangi bir gerekçe de ileri sürmeden karşı çıkmasını dikkatlerinize arz ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizden yıllarca sonra kafes balıkçılığı üretimine başlayan Yunanistan, bugün, kafes balıkçılığından 60 bin ton civarında balık üretirken ve bu ürettiği balığı da Avrupa Birliğine pazarlarken, aynı denizi paylaştığımız, aynı benzer coğrafî şartlara sahip olduğumuz, bir noktada aynı hâkim rüzgârları aldığımız Muğla İlinde, Akdeniz'de ve Ege'de, kaynağını tahmin ettiğimiz bazı baskılarla, kafes balıkçılığına karşı bu yersiz saldırının yapılmasını asla kabul etmiyoruz. Bugün, Türkiye'nin kafes balıkçılığı üretimi 8 000-9 000 ton civarındadır. Bunu, özellikle, burada arz ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakanım, mikrofonunuzu açıyorum; lütfen tamamlar mısınız efendim.

Buyurun.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Yine, Muğla Valiliğimizin mahkeme kararlarına karşı Tarım ve Köyişleri Bakanlığının da görüşüne müracaat ederek, uygulamaları bu çerçevede değerlendirmesinde yarar olduğunu ve mecburiyet olduğunu belirtmek istiyorum. Şunu da özellikle vurgulamakta yarar görüyorum ki, bir ülkeye gelen turist, yalnız o ülkenin denizi ve güneşi için gelmemektedir, o ülkenin diğer değerlerini de görmek, paylaşmak için gelmektedir. Bir ülkeye gelen turiste, kendi yetiştirdiğimiz gıdaları değişik şekillerde işleyip sunamadıktan sonra, korkarım ki, o turisti kaybedeceğiz.

Yine, sayın milletvekilimizin de belirttiği gibi, Muğla'da Güvercinlik Köyünden Milas'a doğru giderken Güvercinlik Koyunda ve Muğla'nın, Bodrum'un sahillerini gezdiğimiz zaman, bu alanların pek çoğunun bazı firmalar ve kişiler tarafından gelecekteki turizm yatırımları için ayrıldığını, kapatıldığını da görüyoruz ki, bu da, bizim aklımızda çeşitli soruların  doğmasına neden olmaktadır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

Değerli milletvekilleri, gündemdışı ikinci söz, Burdur İlinin sorunları hakkında söz isteyen Burdur Milletvekili Mustafa Örs'e aittir.

Buyurun Sayın Örs. (DYP sıralarından alkışlar)

2. – Burdur Milletvekili Mustafa Örs’ün, Burdur İlinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

MUSTAFA ÖRS (Burdur) – Çok Değerli Başkanım, muhterem milletvekilleri; şahsım ve Burdurlu hemşerilerim adına saygılarımı sunuyorum ve Burdur İlimizin sorunlarını anlatmak için söz veren Değerli Başkanıma da teşekkürlerimi arz ediyorum.

Galatasarayımızdan sonra, dün gece, Euro 2000'de çeyrek finale kalarak bizleri tekrar sevindiren Millî Takımımızı da kutluyor ve başarılarının devamını diliyorum.

Değerli milletvekilleri, Burdur, 260 000 nüfusu ile 184 köy, 18 belde ve 11 ilçeli, mazbut, yüzde 75 oranında tarımla geçinen Anadolu illerimizden birisidir; okuma-yazma oranı ve çalışkanlığıyla, son derece sakin tavrıyla, yaşamıyla gayet güzel bir ilimizdir; ancak, büyük sorunları da vardır.

Öncelikle, çok kişinin bildiği topçu tugayımız, çok arkadaşımızın askerlik yaptığı yerdir. Bundan sonra generallik ve tugaylık seviyesinden indirilerek tugay komutan yardımcılığı veya alay seviyesinde temsil edilecektir. Biz, tarihî görevimizi yapan Burdurlu insanlar olarak, generallik temsilinin ve tugay temsciliğinin devamını yetkililerden arz ediyoruz.

Burdur'da fert başına millî gelir 3 000 dolardır; çok sayıda da göç hareketi olan bir ildir. Bu göçlerin çoğu Antalya'da 130 000 civarında, Denizli'de 35 000 -40 000 civarında ve diğer illerimizde de kendi nüfusundan çok fazla sayıdadır. Bunun sebebi de, Burdur'daki sorunların fazla oluşu, geçim kaynaklarının kıt oluşu ve geçimlerini başka illerden sağlama gerekçesinden dolayıdır.

Burdur'da yatırımlar yönüyle, geçmiş yıllara bakılırsa, bir azalma vardır. En önemli konulardan birisi olan Karaçal, Bucak, Gölhisar ve Aşağı Aksu Barajları...  Ayrılan mevcut ödeneklerle, Karaçal kırk senede, Bucak onbeş senede, Gölhisar yirmibeş, Aşağı Aksu da beş senede bitirilebilecektir. Halbuki, Karaçal Barajı 50 000, Bucak da 20 000 dönüm civarında arazi sulayacaktır.

Çavdır, Tefenni, Karamanlı Devlet Hastaneleri durma noktasındadır, bazılarının ödeneği de hâlâ ayrılmamıştır. Sayın Bakanımın da bilgilerinde olan SSK hastanesinde doktor eksikliklerinin giderilmesi, ilave binanın bitirilmesi, Bucak İlçesine eczaneli dispanser açılması da çok acil bir şekilde gereklidir.

Köy hizmetleri yatırımları, geçmiş yıllara göre azdır. Karayolları itibariyle, İzmir-Denizli-Yeşilova-Burdur-Karamanlı-Tefenni-Çavdır-Gölhisar-Altınyayla ve Fethiye güzergâhı olan yol çok dar olup, mutlaka bir an önce genişletilmelidir.

Yine, Keçiborlu-Burdur-Antalya güzergâhı, göl kenarından yol kısaltılarak, duble yollar olarak yapılmak mecburiyetindedir. Zira, Antalya yolu, bildiğiniz gibi, trafiğin çok yoğun olduğu, önemli yollarımızdan birisidir; çok uzun yatırım olmasına rağmen, yine de, programa alınması itibariyle, Ankara'dan, Burdur-Antalya demiryolu bağlantısının mutlaka gündeme getirilmesi isteklerimizdendir.

Burdur'da silah sanayii ve antik kent zenginliklerinin mutlaka ülkemize kazandırılması gerekmektedir.

Yıllardır uğraşı verdiğimiz ikinci organize sanayi bölgesi, kısa süre önce kabul görmemiştir. Bunun gerekçesi de, Çevre Bakanlığı, Orman Bakanlığı, Orman ve Köyişleri Genel Müdürlüğünün olumsuz görüşleridir. Halbuki, bölgede herhangi bir orman, su kaynağı veya kirlilik yoktur. Zira, göl etrafında 15'ten fazla yerleşim merkezi, birinci organize sanayii, küçük sanayi, Isparta Organize Sanayii ve havaalanı mevcuttur. Eğer, bunlar var ise, başka bir yapılanmanın da burada olmasının bir mahzuru yoktur. Zira, arıtma tesisleri ile -günümüzde teknik olarak her türlü imkân olduğuna göre- bir sıkıntı doğmayacaktır. Bu konuda, yetkilileri, ben, ciddî anlamda, tekrar göreve davet ediyorum. Zira, yatırıma çok uygun bir bölgedir her yönüyle.

Burdur mevcut yapısıyla üniversiteyi de hak etmiş illerimizden birisidir. Aslında bu konu bütün illerimizi ilgilendirmektedir. Bu, bir an önce gündeme getirilmeli ve yol ağı, çevre illerin yükünü azaltması, öğrenci sayısı, altyapı imkânlarıyla hazır olan ilimizin üniversite meselesi mutlaka halledilmelidir.

Burdur, tarım ağırlıklı oluşu nedeniyle, taban fiyatlarından ve tarım politikasından en fazla olumsuz etkilenen illerdendir. Bütün tarım ürünlerinde olduğu gibi buğday fiyatının çok düşük oluşu, pancar ve anason kotaları, gübre, mazot fiyatlarının yüksekliği, Bucak bölgemizdeki tütün fiyatları ve ödemelerdeki olumsuzluklar, Burdur'u tarihinde en zor günlerine itmiştir.

Hayvancılığın sıkıntılarını azaltmak için pilot il seçilerek, personel ihtiyaçlarının karşılanması, hayvan hastanesi kurulması, Bucak, Çavdır, Kemer, Gölhisar hizmet binalarının yapılması, Burdur merkez ve Çavdır hayvan pazarlarının modernleştirilmesi şarttır.

Bütün bu sorunlara çare olarak en önemli konu, Burdur'un kalkınmada öncelikli yöreler kapsamına alınmasıdır. Aslında, Türkiye'de her ilin bu kapsama alınması şarttır. Zira, yatırımların, ağır yük taşıyan illerden her bölgeye yayılmasının uygun olacağı kanaatindeyim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Örs, lütfen, tamamlar mısınız efendim; açıyorum mikrofonunuzu.

Buyurun.

MUSTAFA ÖRS (Devamla) – Burdur çok göç hareketi olan bir ildir. Fabrikası, önemli yatırımı yoktur. Gayri safî yurtiçi hâsıla sıralamasında 56 ncı sıradadır. İşsiz sayısı yüksektir. Asayiş yönüyle de çok rahat bir ildir. Büyük yatırımcıların gelemeyişinin nedeni de, haksız rekabettir. Değerlendirme ve kriterlerin tekrar gözden geçirilmesi, Burdur'la beraber aynı durumda olan illerimizin aynı kapsama alınması şattır.

Burdur İlimizi ilgilendiren başka meselelerden ikisi de -aslında bu genel mesele- şudur: Kaymakamlarımızın, belde belediye başkanlarımızın yeşil pasaport almaları ve muhtarların 41 milyon civarında olan maaşlarının prim borçlarına bile yetmemesi nedeniyle, asgarî ücrete çıkarılmasıdır. Tabiî, bunlar, yerel yönetimler yasasının da çıkarılmasıyla daha iyi bir duruma gelecektir.

Değerli milletvekilleri, son günlerde gündemde olan konulardan birini, sayın milletvekillerinin, Burdurluların ve ilgili herkesin dikkatine arz etmek istiyorum: Şu anda, Burdur Bayındırlık Müdürlüğünde görev yapan kişi bir öğretmendir. Öğretmenlere saygımız vardır; ancak, görevleri başında olmaları kaydıyla. Bu arkadaş, bundan önceki seçimlerde, bir partinin Burdur ikinci sıra milletvekili adayıydı. Bir süre önce Isparta'ya asaleten atanmış, şu anda da, geçici görevle, Burdur Bayındırlık Müdürlüğünde görevlendirilmiştir. Şu andaki, Burdur Bayındırlık Müdürüyle ilgili elimde bir evrak vardır; bunu, arz etmek istiyorum:

1993 senesinde görevde olduğu sürece -sürem bitmek üzere olduğu için çok kısa arz ediyorum; belge elimde- 2886 sayılı İhale Kanununa göre -o zamanın parasıyla 165 milyon, bugünün parasıyla tahmin ediyorum 15-20 milyar civarındadır- suç işlediği nedeniyle, Burdur İl Yönetim Kurulunca muhakemesine karar verilmiş; ama, nedense, beş yıl bekletilerek, Ankara'ya gönderilmemiştir. 1998 senesinde, Ankara'ya geldiğinde de, Danıştayda, zamanaşımı nedeniyle incelenemediği, kovuşturma yapılamadığı anlatılmaktadır; ama, hiçbir yerinde de suçsuz dememektedir. Ben, suçsuz denilmediğine göre, adlî mercileri, idarî mercileri bu konuda göreve davet ediyor ve herkesin dikkatine arz ediyorum.

Sizlere ve müsamahasından dolayı da Değerli Başkanıma teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Örs.

Gündemdışı üçüncü söz, Mustafa Kemal Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesinin Pirinçlik tesisleri hakkında söz isteyen Hatay Milletvekili Levent Mıstıkoğlu'na aittir.

Buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

3. – Hatay Milletvekili Levent Mıstıkoğlu’nun, Mustafa Kemal Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesince kullanılmakta olan Sağlık Bakanlığına ait Pirinçlik’teki tesislere ilişkin gündemdışı konuşması

LEVENT MISTIKOĞLU (Hatay) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hatay İlimizde kurulu olan Mustafa Kemal Üniversitesine, 1995 yılında, Sağlık Bakanlığının -Hatay İskenderun İlçemizin Pirinçlik mekiinde- Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğüne ait tesislerinin birkısmı kiralama yoluyla verilmişti ve Mustafa Kemal Üniversitemiz burada Su Ürünleri Fakültesi açmak suretiyle, ilk mezunlarını da 1998-1999 öğretim yılında vermiştir; ancak, bu tesislerin, ulusal ve uluslararası hastalıkların önlenmesi amacına uygun olarak kullanılacağı gerekçesiyle, Sayın Sağlık Bakanı Osman Durmuş tarafından, Üniversiteden, 30.6.2000 tarihinde -yani, bu ayın 30'unda- tahliyesi talep edilmiştir. Bu gerekçeyi anlamak mümkün değildir. Nedenine gelince, bu tesisler 1990 yılında büyük paralar harcanarak bitirilmiş; ancak, 1995 yılına kadar; yani, birkısmı Mustafa Kemal Üniversitesine kiralanana kadar bakılmamış, herhangi bir amaçla kullanılmamış, çürümeye terk edilmişti ve bu tesisler büyük oranda tahrip olmuştu. Mustafa Kemal Üniversitesi bu tarihten sonra oraya ciddî masraflar yaparak, Su Ürünleri Fakültesini hizmete sokmuştur. Bu tesisin tamamı, Mustafa Kemal Üniversitesi tarafından zamanın sağlık bakanlarından ve bugünkü Sağlık Bakanından talep edilmiş, bu talebe gerekçe olarak da, bu tesiste turizm yüksekokulu ve Türkiye'nin, dünyanın çok ihtiyaç duyduğu gemi adamı yetiştirme yüksekokulu açma düşüncesi gösterilmiştir.

Bu tesis, uluslararası konferanslara evsahipliği yapabilecek kapasitede bir tesistir; ancak, orada okuyan yüzlerce talebeyi, Sayın Bakanın yazısıyla, bu ayın 30'unda sokağa atmak, hangi vicdanlara sığar, onu merak ediyorum.

Bu tesiste, öyle uluslararası ve ulusal hastalıkların önlenmesi diye bir birimin açılması mümkün değildir; çünkü, bu tesisin hem projesi hem yapılış amacı dinlenme ve tatil yapma amacına yöneliktir. Tesisi her gören, buranın bir tatil köyü vasfını taşıdığını çok iyi anlamaktadır. Üst düzey görevli, yönetici vasfındaki üç beş kişinin tatil yapması uğruna, Mustafa Kemal Üniversitesine bağlı bu yüksekokulun talebeleri Sayın Bakanın talimatıyla, bu ayın 30'unda sokağa atılacaklardır. Ulu Önder Atatürk'ün adını taşıyan üniversitemizi ve cumhuriyetimize Ulu Önderin son armağanı 40 asırlık Türk Yurdu Hatay'da bulunan bu fakültede okuyan üniversite öğrencilerini sokağa atmak ne kadar doğrudur bilemiyorum.

Bu tesisin tamamının Mustafa Kemal Üniversitesine devrinde büyük yarar vardır, hem ülkemiz açısından yarar vardır hem Hatayımız açısından büyük yarar vardır. Sayın Bakanın, YÖK'le şahsî kavgasına Mustafa Kemal Üniversitesini ve yüzlerce öğrencisini alet etmeyececeğini umuyorum. Bu konuyu, Sayın Başbakanın ve Sayın Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin de yakın ilgisine arz ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Sayın Sağlık Bakanımız, ocak ayında Hatayımızı ziyaret etmişlerdir; kendilerine teşekkür ediyorum; ancak, Sayın Bakanın, Hatay'da, kamuoyuna vermiş olduğu beyanlar, Hataylı insanların yüreğine su serpmişti; ama, sonunda ne oldu bakın. Gazeteler manşet attı "ister beğenin, ister beğenmeyin" dedi "alkışlar Sağlık Bakanına" dedi. Niçin bunu dedi; çünkü, 1990 yılında temeli atılan, Antakya'da yapılmakta olan 250 yataklı devlet hastanesi için Sayın Bakanın beyanlarını aynen okuyorum: Bakan Osman Durmuş'un "yeni devlet hastanesi inşaatı bir aya kadar tamamlanacak, açılışı da martta gerçekleştirilecek. Bakanlık, bu yıl içinde Hatay'a 7 ambulans gönderecek. Antakya Devlet Hastanesine MR merkezi kurulacak. Antakya Devlet Hastanesi poliklinik kapılarında kuyruklar sona erecek; on güne kadar -yani, ocakta verdi bu sözü- 09.00'dan 24.00'e kadar olmak üzere, vardiyalı sistemle poliklinik hizmetlerine başlıyoruz. Kırıkhan'a 150 yataklı hastane kararı alındı; aynı hastanenin asansör, jeneratör, seyyar röntgen cihazı ve yoğunbakım üniteleri işler hale getirilecek" diye, kamuoyuna deklarasyonları var. Biz, çok sevindik, Sayın Bakanın bu sözlerini yerine getireceğine de emindik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Mıstıkoğlu, açıyorum efendim; lütfen, tamamlayın.

LEVENT MISTIKOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ama, 18 Mayıs Perşembe günü gazetelerin beyanlarında -burada, Hatay milletvekillerimiz de var- "Bakan sözü havada kaldı; hastane nerede. Sağlık Bakanı Osman Durmuş, dört ay önce ilimize yaptığı ziyarette, inşaatı süren yeni devlet hastanesinin bir aya kadar tamamlanıp hizmete gireceği sözünü vermişti. Sağlık Bakanı Osman Durmuş, iddialı sözlerle, hastanenin otuz gün içinde tamamlanacağını söylemesine rağmen, aradan yüzyirmi gün geçti, -bugün itibariyle, yüzaltmış gün geçti- ortada biten hastane yok. Böylelikle, devletin bakanının sözü havada kaldı" deniliyor. Bir şahsın sözünün havada kalması önemli değil; ama, bir bakanın sözünün havada kalması, Türkiye Cumhuriyeti Devletine yakışmaz ve yine diyor ki: "Antakya Devlet Hastanesi koridorlarında saatlerce çile çeken hasta ve yakınları şimdi soruyor: Devletin bakanı verdiği sözü tutmazsa, halkın seçtiği milletvekilleri de işi takip edip bunun hesabını sormazsa, siyasîlere olan güven azalmaz mı, parlamenter demokrasi bundan zarar görmez mi?" Evet, görür.

Sayın Bakanın yaptığı, hastanede kuyrukları azaltmak, devlet hastanesini bitirmek değil, peki ya nedir; devlet hastanesinde, bütün Hataylıların sevgisini kazanmış, gece gündüz, yıllardır hizmet eden başhekimi zorlayıp istifa ettirerek, 100'e yakın uzman hekimin bulunduğu devlet hastanesinin başına, yönetmeliklere aykırı olarak, ancak uzman hekimlerin olmadığı hastanelerde diş hekimlerinin vekâlet edebileceği durumları gözardı ederek, 100'e yakın uzman hekimi olan devlet hastanesinin başına bir diş hekimini, vekâleten, başhekim olarak atamak olmuştur.

Şimdi, Sayın Bakandan, Hatay'da Hataylılara verdiği sözleri dört aydır yerine getirmemiştir, hiç olmazsa bundan sonra getirmesini istirham ediyorum; ancak, Mustafa Kemal Üniversitesi öğrencilerini sokağa atmak ne devlete ne Sayın Bakana yakışır. Bu konuda da Sayın Bakanın himmetlerini rica ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Mıstıkoğlu.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Sayın milletvekilleri, okuma süresinin uzun olması dolayısıyla, Kâtip Üyenin, sunuşları oturarak okuması hususunu değerli oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sözlü soru önergelerinin geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum:

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Muğla Milletvekili Nazif Topaloğlu’nun (6/707, 6/708, 6/709) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/270)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 274, 275, 276 ncı sıralarında yer alan (6/707,708,709) esas numaralı sözlü soru önergelerimi, yazılı cevap aldığımdan geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.                                  14.06.2000

               Nazif Topaloğlu

              Muğla

BAŞKAN – Sözlü soru önergeleri geri verilmiştir.

Gensoru önergesi vardır; daha önce bastırılıp dağıtılan önergeyi okutuyorum:

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Fazilet Partisi Genel Başkanı ve Malatya Milletvekili Mehmet Recai Kutan ve 35 arkadaşının, uyguladığı yanlış politikalarla tarım sektörünün olumsuz yönde etkilenmesine neden olduğu iddiasıyla Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/2)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

57 nci Ecevit Hükümetinin Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in izlemiş olduğu yanlış tarım politikaları, almış olduğu yanlış kararlar Türk tarımını tahrip etmeye devam etmektedir. Bakanlığın yanlışlarının faturasına ise, tarım kesiminde çalışan 30 milyon halkımız katlanmaktadır. Zaten zor koşullar altında var olma mücadelesi veren tarım kesimi, sorumlusu olmadığı isabetsiz ve yanlış kararların ağır maliyetleri altında her geçen gün biraz daha ezilmektedir.

En son yaşanan hububat taban fiyat açıklaması da, 57 nci hükümetin Tarım ve Köyişler Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in yürüttüğü yanlış tarım politikalarının bir sonucudur. Hükümet, üretim maliyetlerinin 122 000 TL olduğu bir ekonomik ortamda buğdaya 102 000 TL taban fiyat açıklamıştır. Verilen bu rakamla hububat üreticisi yüzde 35 oranında zarara uğratılmıştır.

Tütün üreticisi ve çay üreticisinin durumu, hububat üreticisinden farklı değildir. Tütüne ve çaya yüzde 25 artış yapılarak, bu ürünlerin üreticisi perişan edilmiştir. Enflasyon karşısında tütün ve çay üreticileri yüzde 38 oranında zarara uğratılmıştır.

Öte yandan, üreticilerin kendi birikimleriyle kurdukları üretici birlikleri, "Tarım Satış Kooperatifleri Yasası" ile; bu birliklerin elinde bulundurdukları fabrikalar, kooperatif ekseni dışındakilere peşkeş çekilmeye çalışılmaktadır.

57 nci Ecevit Hükümeti, IMF ile yaptığı stand-by antlaşması ve buna dayalı olarak gönderdiği niyet mektuplarında Türk tarımı ile ilgili bazı taahhütler altına girmiştir. Bu taahhütler ülkemiz genel ekonomisinin, Türk tarım sektörünün ve üreticinin perişan olmasına yetmiştir. Burada amaç, tarıma verilen desteği kısa sürede tamamen kaldırmaktır.

Uygulanan genel ekonomik politikalar ve yanlış tarım politikaları, tarım sektörünü 1999 yılı için 4,6 küçültmüştür. Türkiye'de tarımın gayri safî millî hâsıla içindeki payı yüzde 16'dan 13'e düşmüştür. Tarım sektörünün istihdam içindeki payı yüzde 44'ten yüzde 45'e çıkmıştır. Bu tarım kesiminde istihdam edilen halkımızın fakirleştiğinin göstergesidir. Bu veriler tarımın ve tarımsal üreticinin mutlak surette desteklenmesi gereğini ortaya çıkarmaktadır.

Anayasanın amir hükümlerine rağmen, Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in yanlış politikaları halkı yoksulluğa mahkûm etmektedir. Hükümetin ekonomiyi daraltan kararlarının altında ezilmekte olan tarım kesimi ayakta kalma mücadelesi vermektedir.

"...Kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak" (Anayasa madde 5) devletin temel amaç ve görevleri arasındadır.

Aynı zamanda "Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının  sağlıklı ve düzenli işlemesini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır..." (Anayasa madde 167)

"Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır." (Anayasa madde 45.)

Halkın refah, huzur ve mutluluğunu, piyasaların sağlıklı ve düzenli işlemesini, sektörlerarası dengeyi ve tarım sektöründe istihdam edilen nüfusun mutluluğunu sağlayıcı politik kararları alacak ve uygulayacak olan, siyasal iktidardır. Bu yönde dolaysız müdahaleler, para politikası, maliye politikası araçları ve kamu iktisadî kuruluşlarının faaliyetleri, bazı iktisatdışı araçlar yanında sayılabilir. Siysal iktidarın tüm bu araçları kullanım biçimiyle, hedeflenen amaçların gerçekleşmesi sağlanabileceği gibi, yanlış kararlar ve uygulamalarla makro ekonomik dengelerin bozulması da mümkündür.

Nitekim, 57 nci Ecevit Hükümetinin Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in tarım sektörüne ilişkin politik uygulamaları, ekonomimizin altyapısını oluşturan tarım sektörünün olumsuz etkilenmesine neden olmuş, alınan yanlış politik kararlar, tarım kesiminde istindam edilen 30 milyon nüfusu doğrudan etkileyerek perişan etmiştir.

Bu nedenle, 57 nci Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Tarım ve Köyişileri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında, Anayasanın 98 ve 99 uncu, İçtüzüğün 106 ncı maddeleri gereğince gensoru açılmasını arz ederiz.                    

                                                                        15.6.2000

  1.- Mehmet Recai Kutan                                (Malatya)

  2.- Avni Doğan                                (Kahramanmaraş)

  3.- Ahmet Derin                                (Kütahya)

  4.- Mehmet Özyol                                (Adıyaman)

  5.- Tevhit Karakaya                                (Erzincan)

  6.- Mahmut Göksu                                (Adıyaman)

  7.- Mehmet Batuk                                (Kocaeli)

  8.- Bekir Sobacı                                (Tokat)

  9.- Veysel Candan                                (Konya)

10.- Yasin Hatiboğlu                                (Çorum)

11.- Fahrettin Kukaracı                                (Erzurum)

12.- Ali Coşkun                                (İstanbul)

13.- Aslan Polat                                (Erzurum)

14.- Hüseyin Kansu                                (İstanbul)

15.- İsmail Alptekin                                (Bolu)

16.- Özkan Öksüz                                (Konya)

17.- Mehmet Zeki Okudan                                (Antalya)

18.- Ali Sezal                                (Kahramanmaraş)

19.- Mehmet Fuat Fırat                                (İstanbul)

20.- Mahfuz Güler                                (Bingöl)

21.- Yahya Akman                                (Şanlıurfa)

22.- Ömer Vehbi Hatipoğlu                                (Diyarbakır)

23.- Hüsamettin Korkutata                                (Bingöl)

24.- Osman Yumakoğulları                                (İstanbul)

25.- Rıza Ulucak                                (Ankara)

26.- Suat Pamukçu                                (Bayburt)

27.- Eyyüp Sanay                                (Ankara)

28.- Teoman Rıza Güneri                                (Konya)

29.- Lütfi Yalman                                (Konya)

30.- Ahmet Cemil Tunç                                (Elazığ)

31.- Akif Gülle                                (Amasya)

32.- Nurettin Aktaş                                (Gaziantep)

33.- Oğuzhan Asiltürk                                (Malatya)

34.- Mehmet Ali Şahin                                (İstanbul)

35.- Zülfükar İzol                                (Şanlıurfa)

36.- M. Zeki Çelik                                (Ankara)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, bilgilerinize sunulmuştur.

Gensorunun görüşme gününe dair Danışma Kurulu önerisi de biraz sonra değerli oylarınıza sunulacaktır.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 1 ilâ 3 üncü sıralarında, Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu karma komisyonun, bazı milletvekillerinin yasama dokunulmazlıklarına ilişkin raporları vardır; ayrı ayrı okutacağım ve bilgilerinize sunacağım.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. – Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/459) (S. Sayısı: 449) (1)

                                          

(1) 449 S. Sayılı Basmayazı Tutanağa eklidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlıkça, 16.2.2000 tarihinde karma komisyonumuza gönderilen Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.

Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 28.3.2000 günlü raporuyla, Cumhurbaşkanına hakaret suçu isnat olunan Tunceli Milletvekili Kamer Genç hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Tunceli Milletvekili Kamer Genç komisyonumuza gelerek sözlü savunma yapmıştır.

Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını; ancak böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevini kamu yararına uygun biçimde yapabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini göz önüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği dikkate alınarak, Tunceli Milletvekili Kamer Genç hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy çokluğuyla karar verilmiştir.

Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.

           Ertuğrul Yalçınbayır

               Bursa

       Komisyon Başkanı ve üyeler

Muhalefet gerekçem:

Yasama dokunulmazlığının milletvekilliği sıfatı sona erinceye kadar ertelenmesine dair karma komisyon raporuna aşağıdaki gerekçelerle ilkesel olarak muhalifim. Değerli milletvekillerinin iddia edilen suçları işlemediklerine dair savunmaları esas alınmalı, aklanmalarına olanak tanınmalıdır.

Gerekçelerim iki ana başlıkta toplanmaktadır:

1.- Anayasal gerekçe,

2.- Belirli objektif kıstasların uygulanamaması.

Anayasal gerekçe:

Anayasamızın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereğince; seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen milletvekili, Meclis kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.

Anayasanın 83 üncü maddesindeki düzenleme, Anayasamızın 76 ncı maddesindeki düzenlemeyle çelişmekte, çelişkinin de ötesinde 76 ncı maddeyi düzenlemeyi gerekli kılan amacı ortadan kaldırmaktadır.

83 üncü maddedeki bu düzenleme, 76 ncı maddede tanımlanan ve zaten milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım-satıma fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma gibi suç isnatları dolayısıyla soruşturma açılmasına ve yargılama yapılmasına engel olmaktadır.

Anayasanın 76 ncı maddesinde belirtilen suçlardan hükmü kesinleşmiş olan kişi milletvekili seçilemezken, milletvekili seçilmeden bir gün önce veya milletvekili seçildikten sonra bu suçları işlediği iddia edilen kişiler milletvekilliğini sürdürdüğü gibi, bu suçlarla ilgili olarak sorgulanamamakta ve yargılanamamaktadır. Böyle bir düzenleme Anayasanın ruhuna, genel hukuk kurallarına aykırıdır.

Anayasanın 76 ncı maddesindeki suç iddialarıyla ilgili olarak kovuşturma yapılmasına izin verilmeli, karma komisyon, yasama dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmayacağına, kovuşturma sonucu oluşacak objektif ölçüler çerçevesince karar verebilmelidir.

Objektif ölçülerin bulunmamasına ilişkin gerekçe:

Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili Anayasamızın 83 üncü maddesinde belirli objektif ölçüler belirlenmediği gibi, yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki Meclis İçtüzüğünün 131 ilâ 134 üncü maddelerinde de belirli objektif ölçülere yer verilmemiştir.

Birçok Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği üzere; yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda birtarım belirli, objektif ölçülere uygun davranılması ve bu ölçülerin bir hukuk devletinden beklenen nitelikte bulunması şarttır. Yeterli olmamakla birlikte, eski Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde belirli objektif ölçüler yer almış ve Anayasa Mahkemesi, bu objektif ölçülere uygunluğu gözetmiştir.

Sonuç:

Bir suç isnadı ciddî ise, siyasî erklere uygun ise yahut üyenin şeref ve haysiyetini koruma yönünden dokunulmazlığının kaldırılması zarurî ise, yasama dokunulmazlığı kaldırılmalıdır.

Dokunulmazlığın amacı, yasama görevini yürütecek milletvekillerinin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan korunmuş olarak görevlerini gereği gibi yapmalarını sağlayarak, siyasal nitelikli kovuşturmalar bahanesiyle milletvekillerinin Meclise katılmaktan alıkonmasını, çalışma şevkinin kırılmasını, bu yolla da Türkiye Büyük Millet Meclisinin istencinin çarpıtılmasını önlemektir. Yoksa, kimilerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisini yıpratmak için kasıtlı olarak söylediği gibi, milletvekiline, soruşturmadan kaçma, suç işleme ayrıcalığı tanınması değildir.

Hangi suç isnadının ciddî olduğu "Milletvekili seçilme yeterliliği" başlıklı Anayasamızın 76 ncı maddesinde belirtildiği gibi, 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Yasasının "Milletvekili seçilemeyecek olanlar" başlıklı 11 inci maddesinde de belirtilmiştir.

Taksirli suçlar hariç, toplam bir yıl veya daha fazla hapis veya süresi ne olursa olsun ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar dahi; zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet ve hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar ile istimal ve istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık suçları, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle mahkûm olanlar, TCK'nın "Devletin Şahsiyetine Karşı Cürümler" başlıklı ikinci kitabının birinci babında yazılı suçlardan veya bu suçların işlenmesini alenî olarak tahrik etme suçundan mahkûm olanlar, TCK'nın 312 nci maddesinin ikinci fıkrasında yazılı halkı, sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etme suçlarından mahkûm olanlar ve TCK’nın 536 ncı maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarında yazılı eylemler ile aynı yasanın 537 nci maddesinin birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarında yazılı eylemleri siyasî ve ideolojik amaçlarla işlemekten mahkûm olanlar, milletvekili seçilemezler.

Anayasamızın 76 ncı maddesine göre affedilmiş olsalar dahi, belirtilen suçlardan mahkûm olanlar milletvekili seçilemediği halde, Anayasadaki düzenleme biçimine göre yasama dokunulmazlığı, bu suçlarla ilgili ciddî iddialar bakımından, milletvekilleri hakkında soruşturma yapılmasına olanak bile vermemektedir. Kamu vicdanını rahatsız eden bu duruma son vermek ve milletvekillerini gereksiz koruma zırhına büründürmemek için, Anayasanın 76 ncı maddesinde zaten milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen bu gibi suç iddiaları dolayısıyla soruşturma açılması ve yargılama yapılmasının yasama dokunulmazlığı dışına çıkarılması uygun olacaktır. Anayasada böyle bir değişiklik, asılsız suçlamalarla töhmet altında kalan milletvekillerinin yargı önünde aklanmasına fırsat verilmesi ve genel olarak milletvekili saygınlığının yükseltilmesi bakımından da yarar sağlayacaktır. Anayasada yapılması gereken bu değişikliğe kadar da karma komisyonların, bu ilke ve ölçüler içerisinde kişi ve parti ayırımı yapmaksızın milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karar vermesi uygun olacaktır.

Kimi suç iddiaları vardır ki, ciddî olmamakla birlikte siyasî ereklere aykırıdır. Öte yandan, öyle asılsız suç iddiaları vardır ki, üye istemese dahi soruşturmanın ertelenmesine karar verilmektedir. İşte bu suç iddialarıyla ilgili olarak da yasama dokunulmazlığı kaldırılmalı ve milletvekillerinin aklanmalarına olanak tanınmalıdır. Ancak, uygulamada, üye istemese dahi dokunulmazlığının kaldırılması ertelenmekte, üyeler töhmet altında bırakılarak, siyaseten yıpratılmaktadır.

Anayasamızın 83 üncü maddesinde tanımlanan yasama dokunulmazlığının kaldırılması işlemi, bir yargı işlemi niteliğinde olmayıp, yasama işlemi niteliğindedir. İşlem dosyaları tam olarak oluşmuş olsa dahi, kurulun yapısı ve çalışma esasları gereği, işlem dosyalarını tam bir tarafsızlıkla inceleyebilmesi, suçun maddî ve manevî unsurlarını saptayabilmesi ve değerlendirebilmesi olanaksızdır. Bu niteliği gereği, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi, ceza kovuşturmasının açılması veya ceza verilmesi niteliğinde olmayan, sadece yasama meclisi üyelerini, kimi istisnaî durumlarda üyelik teminatından sıyırarak, adalet karşısında öteki yurttaşlarla bir düzeye getirmekten ibarettir.

Anayasamızın 85 inci maddesi, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurul kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde, ilgili milletvekilinin veya bir diğer milletvekilinin, kararın Anayasaya, yasaya veya içtüzüğe aykırılığı iddiasıyla, iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabileceğini düzenlemektedir.

Bu düzenlemeyle, yasama içindeki iktidar-muhalefet dengesi nedeniyle alındığı iddia edilen haksız yasama işleminin yargıyla dengelenmesi, objektif kıstaslara uygunluğunun saptanması sağlanmaktadır.

Yukarıda belirtilen ilkelere uygun davranılması gerektiğini ve değerli üyelerin aklanmalarına olanak sağlanılması gerektiğini düşündüğümden, ilkesel olarak, yasama dokunulmazlığının üyelik sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine dair çoğunluk görüşüne katılmamaktayım.

Saygılarımla.                                                    24.5.2000

                                                        Hüseyin Tayfun İçli

                                                                            Ankara

Karşı oy gerekçemdir:

                        Karma Komisyon Başkanlığına

Milletvekillerinin herhangi bir baskı ve tehdit altında olmadan, görevlerini serbestçe yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla dokunulmazlıklar düzenlenmiştir.

Tarihî bakımdan milletvekili dokunulmazlığı ilk defa 1688 tarihinde İngiltere’de düzenlenmiştir. Bu düzenleme “parlamentoda konuşma özgürlüğü, tartışmalar, yargılamalar, hiçbir mahkemede veya parlamento dışında sorumluluk sebebi olamaz” şeklindedir. Buna paralel olarak, 1789 tarihli Fransız Kanunu ile bunlardan esinlenen 1876 Türk Anayasasında ve halen yürürlükte bulunan Hindistan, Mısır, Belçika, Bulgaristan, İtalya ve bunun gibi ülkelerde tarihî anlayışa uygun olarak yasama dokunulmazlığı, Mecliste ileri sürülen düşünceler ile kullanılan oyların suç sayılamayacağıyla sınırlıdır.

Ülkemizde ise, 1982 Anayasasının 83 üncü maddesine göre yasama dokunulmazlığı “TBMM üyelerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden sorumlu tutulamaması" ile “seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin, Meclis kararı olmadıkça tutulamaması, sorguya çekilememesi, tutuklanamaması ve yargılanamaması"dır.

Böylesi bir dokunulmazlık düzenlemesi yerli ve yabancı ceza yasalarında düzenlenen ve “kanunsuz suç olmaz, suç ve suçlular da cezasız bırakılamaz” şeklinde özetlenebilecek temel prensiplere ve Anayasanın 2 nci maddesine dayalı hukuk devleti ilkesi ile 10 uncu maddesine dayalı eşitlik ilkesine gölge düşürmektedir.

Bu nedenle, yasama dokunulmazlığının “Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, ileri sürdükleri düşüncelerinden sorumlu tutulamamak ve kişisel özgürlüğü kısıtlanamamak” şeklinde düzenlenmesi, tarihî gelişmeye ve gerekçeye uygun olacaktır.

Fransa’da 1995 yılında bu yönde yapılan düzenlemeyle, adlî soruşturma ve yargılama dokunulmazlık kapsamı dışına çıkarılmış, sadece tutuklama ve kişi özgürlüğünün kaldırılması, Meclisin kararına bırakılmıştır. Yine, yasama dokunulmazlığının anavatanı olan İngiltere’de, dokunulmazlık zırhı, ceza kovuşturmalarına karşı değil, hukuk davalarına karşı koruyucu bir işleve indirgenmiştir.

Gündemdeki ertelenme kararı verilen dosyalar kapsamındaki iddialar, vatandaşlarımızın günlük yaşamında karşılaştıkları ve mevzuata göre gereğinin yapıldığı hukukî olaylar ve iddialardır. Bir yurttaş bu gibi hallerde hangi hukuk kurallarına tabi tutuluyorsa, onun vekili ve aynı zamanda bir vatandaş olan milletvekillerinin ve diğer kamu görevlilerinin de aynı kurallara tabi olması kadar doğal bir şey olamaz. Böyle bir anlayış ve uygulayış, eşitliğin gereği olduğu gibi, hukuk devleti olmanın da temel gereğidir.

Yukarıda belirttiğim gerekçelerle, öncelikle, yasal düzenlemeler yapılarak sorgulanma ve yargılanma dokunulmazlık kapsamı dışına çıkarılmalı, sadece kişisel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması dokunulmazlık kapsamında olmalıdır. Ceza hükümlerinin infazı ise, milletvekili sıfatının sona ermesine bırakılmalıdır. Böyle bir düzenlemeyle, bir taraftan yargısal denetim işlerlik kazanacak, diğer taraftan milletvekillerinin Meclis çalışmalarına katılımı da sağlanmış olacaktır.

Yasal düzenlemeler yapılıncaya kadar “yasama sorumsuzluğu” kapsamı dışındaki suç iddialarını içeren dosyalar için, dokunulmazlıklar kaldırılmalıdır. Böylelikle, asil ve vekili arasında eşitlik sağlanacağı gibi, milletvekillerine de bir an önce aklanma olanağı yolu açılacaktır.

Bu nedenle "yasama sorumsuzluğu" kapsamı dışında gördüğüm bu dosya için, dokunulmazlığın kaldırılmasının yerinde olacağı kanaatinde olduğumdan, erteleme kararına katılmıyorum.                                                                                         29.5.2000

                                                                    Osman Kılıç

                                                                           İstanbul

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

İkinci raporu okutuyorum:

2. - Kastamonu Milletvekili M. Hadi Dilekçi’nin, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/460) (S. Sayısı: 450) (1)

                                 

(1) 450 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlıkça, 16.2.2000 tarihinde karma komisyonumuza gönderilen Kastamonu Milletvekili M. Hadi Dilekçi’nin yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.

Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 28.3.2000 günlü raporuyla, resmî sıfatı haiz memura hakaret ve taarruz (TCK 266/1-3 nolu bentlere muhalefet) suçu isnat olunan Kastamonu Milletvekili M. Hadi Dilekçi hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini göz önüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği dikkate alınarak, Kastamonu Milletvekili M. Hadi Dilekçi hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy çokluğuyla karar verilmiştir.

Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.

                                                                           Ertuğrul Yalçınbayır

                                                                               Bursa

                                                        Komisyon Başkanı ve Üyeler

Muhalefet gerekçem:

Yasama dokunulmazlığının milletvekilliği sıfatı sona erinceye kadar ertelenmesine dair karma komisyon raporuna aşağıdaki gerekçelerle ilkesel olarak muhalifim. Değerli milletvekillerinin iddia edilen suçları işlemediklerine dair savunmaları esas alınmalı, aklanmalarına olanak tanınmalıdır.

Gerekçelerim iki ana başlıkta toplanmaktadır:

1. Anayasal gerekçe,

2. Belirli objektif kıstasların uygulanamaması.

Anayasal gerekçe:

Anayasamızın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereğince; seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen milletvekili, Meclis kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.

Anayasanın 83 üncü maddesindeki düzenleme, Anayasamızın 76 ncı maddesindeki düzenlemeyle çelişmekte, çelişkinin de ötesinde 76 ncı maddeyi düzenlemeyi gerekli kılan amacı ortadan kaldırmaktadır.

83 üncü maddedeki bu düzenleme, 76 ncı maddede tanımlanan ve zaten milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlarla, kaçakçılık, resmî ihale ve alım satıma fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma gibi suç iddiaları dolayısıyla soruşturma açılmasına ve yargılama yapılmasına engel olmaktadır.

Anayasanın 76 ncı maddesinde belirtilen suçlardan hükmü kesinleşmiş olan kişi milletvekili seçilemezken, milletvekili seçilmeden bir gün önce veya milletvekili seçildikten sonra bu suçları işlediği iddia edilen kişiler milletvekilliğini sürdürdüğü gibi, bu suçlarla ilgili olarak sorgulanamamakta ve yargılanamamaktadır. Böyle bir düzenleme Anayasanın ruhuna, genel hukuk kurallarına aykırıdır.

Anayasanın 76 ncı maddesindeki suç iddialarıyla ilgili olarak kovuşturma yapılmasına izin verilmeli, karma komisyon, yasama dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmayacağına, kovuşturma sonucu oluşacak objektif ölçüler çerçevesince karar verebilmelidir.

Objektif ölçülerin bulunmamasına ilişkin gerekçe:

Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili Anayasamızın 83 üncü maddesinde belirli objektif ölçüler belirtilmediği gibi, yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkındaki Meclis İçtüzüğünün 131 ilâ 134 üncü maddelerinde de belirli objektif ölçülere yer verilmemiştir.

Birçok Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği üzere; yasama dokunulmazlığının kaldırılması konusunda bir takım belirli, objektif ölçülere uygun davranılması ve bu ölçülerin bir hukuk devletinden beklenen nitelikte bulunması şarttır. Yeterli olmamakla birlikte, eski Cumhuriyet Senatosu İçtüzüğünde belirli objektif ölçüler yer almış ve Anayasa Mahkemesi, bu objektif ölçülere uygunluğu gözetmiştir.

Sonuç:

Bir suç isnadı ciddî ise, siyasî ereklere uygun ise yahut üyenin şeref ve haysiyetini koruma yönünden dokunulmazlığın kaldırılması zarurî ise, yasama dokunulmazlığı kaldırılmalıdır.

Dokunulmazlığın amacı, yasama görevini yürütecek milletvekillerinin çeşitli çevrelerden gelebilecek baskı ve kaygılardan korunmuş olarak görevlerini gereği gibi yapmalarını sağlayarak, siyasal nitelikli kovuşturmalar bahanesiyle milletvekillerinin Meclise katılmaktan alıkonmasını, çalışma şevkinin kırılmasını, bu yolla da TBMM’nin istencinin çarpıtılmasını önlemektir. Yoksa, kimilerinin TBMM’yi yıpratmak için kasıtlı olarak söylediği gibi milletvekiline soruşturmadan kaçma, suç işleme ayrıcalığı tanınması değildir.

Hangi suç isnadının ciddî olduğu “Milletvekili seçilme yeterliliği” başlıklı Anayasamızın 76 ncı maddesinde belirtildiği gibi, 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Yasasının “Milletvekili seçilemeyecek olanlar” başlıklı 11 inci maddesinde de belirtilmiştir.

Taksirli suçlar hariç, toplam bir yıl veya daha fazla hapis veya süresi ne olursa olsun ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile; zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı suçlar ile istimal ve istihlak kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık suçları, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma veya devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle mahkûm olanlar, TCK’nın “Devletin Şahsiyetine Karşı Cürümler” başlıklı ikinci kitabının, birinci babında yazılı suçlardan veya bu suçların işlenmesini alenî olarak tahrik etme suçundan mahkûm olanlar, TCK 312 nci maddesinin ikinci fıkrasında yazılı halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etme suçlarından mahkûm olanlar ve TCK’nın 536 ncı maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarında yazılı eylemler ile aynı yasanın 537 nci maddesinin birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkralarında yazılı eylemleri siyasî ve ideolojik amaçlarla işlemekten mahkûm olanlar milletvekili seçilemezler.

Anayasamızın 76 ncı maddesine göre affedilmiş olsalar dahi, belirtilen suçlardan mahkûm olanlar milletvekili seçilemediği halde, Anayasadaki düzenleme biçimine göre yasama dokunulmazlığı, bu suçlarla ilgili ciddî iddialar bakımından, milletvekilleri hakkında soruşturma yapılmasına olanak bile vermemektedir. Kamu vicdanını rahatsız eden bu duruma son vermek ve milletvekillerini gereksiz koruma zırhına büründürmemek için, Anayasanın 76 ncı maddesinde zaten milletvekilliğine seçilme engeli olarak gösterilen bu gibi suç iddiaları dolayısıyla soruşturma açılması ve yargılama yapılmasının yasama dokunulmazlığı dışına çıkarılması uygun olacaktır. Anayasada böyle bir değişiklik, asılsız suçlamalarla töhmet altında kalan milletvekillerinin yargı önünde aklanmasına fırsat verilmesi ve genel olarak milletvekili saygınlığının yükseltilmesi bakımından da yarar sağlayacaktır. Anayasada yapılması gereken bu değişikliğe kadar da karma komisyonların, bu ilke ve ölçüler içerisinde kişi ve parti ayırımı yapmaksızın milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karar vermesi uygun olacaktır.

Kimi suç iddiaları vardır ki, ciddî olmamakla birlikte siyasî ereklere aykırıdır. Öte yandan, öyle asılsız suç iddiaları vardır ki, üye istemese dahi soruşturmanın ertelenmesine karar verilmektedir. İşte bu suç iddialarıyla ilgili olarak da yasama dokunulmazlığı kaldırılmalı, milletvekillerinin aklanmalarına olanak tanınmalıdır. Ancak, uygulamada, üye istemese dahi dokunulmazlığının kaldırılması ertelenmekte, üyeler töhmet altında bırakılarak, siyaseten yıpratılmaktadır.

Anayasamızın 83 üncü maddesinde tanımlanan yasama dokunulmazlığının kaldırılması işlemi, bir yargı işlemi niteliğinde olmayıp, yasama işlemi niteliğindedir. İşlem dosyaları tam olarak oluşmuş olsa dahi, kurulun yapısı ve çalışma esasları gereği, işlem dosyalarını tam bir tarafsızlıkla inceleyebilmesi, suçun maddî ve manevî unsurlarını saptayabilmesi ve değerlendirebilmesi olanaksızdır. Bu niteliği gereği, dokunulmazlığın kaldırılması işlemi, ceza kovuşturmasının açılması veya ceza verilmesi niteliğinde olmayan, sadece yasama meclisi üyelerini, kimi istisnaî durumlarda üyelik teminatından sıyırarak, adalet karşısında öteki yurttaşlarla bir düzeye getirmekten ibarettir.

Anayasamızın 85 inci maddesi, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurul kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde, ilgili milletvekilinin veya bir diğer milletvekilinin, kararın Anayasaya, yasaya veya içtüzüğe aykırılığı iddiasıyla, iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabileceğini düzenlemektedir.

Bu düzenlemeyle, yasama içindeki iktidar-muhalefet dengesi nedeniyle alındığı iddia edilen haksız yasama işleminin yargıyla dengelenmesi, objektif kıstaslara uygunluğunun saptanması sağlanmaktadır.

Yukarıda belirtilen ilkelere uygun davranılması gerektiğini ve değerli üyelerin aklanmalarına olanak sağlanılması gerektiğini düşündüğümden, ilkesel olarak, yasama dokunulmazlığının üyelik sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine dair çoğunluk görüşüne katılmamaktayım.

Saygılarımla.                                                    24.5.2000

                                                        Hüseyin Tayfun İçli

                                                                            Ankara

Karşı oy gerekçemdir:

Karma Komisyon Başkanlığına

Milletvekillerinin herhangi bir baskı ve tehdit altında olmadan, görevlerini serbestçe yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla dokunulmazlıklar düzenlenmiştir.

Tarihî bakımdan milletvekili dokunulmazlığı ilk defa 1688 tarihinde İngiltere'de düzenlenmiştir. Bu düzenleme "parlamentoda konuşma özgürlüğü, tartışmalar, yargılamalar, hiçbir mahkemede veya parlamento dışında sorumluluk sebebi olamaz" şeklindedir. Buna paralel olarak, 1789 tarihli Fransız Kanunu ile bunlardan esinlenen 1876 Türk Anayasasında ve halen yürürlükte bulunan Hindistan, Mısır, Meksika, Bulgaristan, İtalya ve bunun gibi ülkelerde tarihî anlayışa uygun olarak yasama dokunulmazlığı, Mecliste ileri sürülen düşünceler ile kullanılan oyların suç sayılamayacağıyla sınırlıdır.

Ülkemizde ise, 1982 Anayasasının 83 üncü maddesine göre yasama dokunulmazlığı "TBMM üyelerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden sorumlu tutulamaması" ile "seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin, Meclis kararı olmadıkça tutulamaması, sorguya çekilememesi, tutuklanamaması ve yargılanamaması"dır. Böylesi bir dokunulmazlık düzenlemesi, yerli ve yabancı ceza yasalarında düzenlenen ve “kanunsuz suç olmaz, suç ve suçlular da cezasız bırakılamaz” şeklinde özetlenebilecek temel prensiplere ve Anayasanın 2 nci maddesine dayalı hukuk devleti ilkesiyle, 10 uncu maddesine dayalı eşitlik ilkesine gölge düşürmektedir.

Bu nedenle, yasama dokunulmazlığının “Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, ileri sürdükleri düşüncelerinden sorumlu tutulamamak ve kişisel özgürlüğü kısıtlanamamak” şeklinde düzenlenmesi, tarihî gelişmeye ve gerekçeye uygun olacaktır.

Fransa’da 1995 yılında bu yönde yapılan düzenlemeyle adlî soruşturma ve yargılama dokunulmazlık kapsamı dışına çıkarılmış, sadece tutuklama ve kişi özgürlüğünün kaldırılması, Meclisin kararına bırakılmıştır. Yine, yasama dokunulmazlığının anavatanı olan İngiltere’de, dokunulmazlık zırhı, ceza kovuşturmalarına karşı değil, hukuk davalarına karşı koruyucu bir işleve indirgenmiştir.

Gündemdeki ertelenme kararı verilen dosyalar kapsamındaki iddialar, vatandaşlarımızın günlük yaşamında karşılaştıkları ve mevzuata göre gereğinin yapıldığı hukukî olaylar ve iddialardır. Bir yurttaş bu gibi hallerde hangi hukuk kurallarına tabi tutuluyorsa, onun vekili ve aynı zamanda bir vatandaş olan milletvekillerinin ve diğer kamu görevlilerinin de aynı kurallara tabi olması kadar doğal bir şey olamaz. Böyle bir anlayış ve uygulayış, eşitliğin gereği olduğu gibi, hukuk devleti olmanın da temel gereğidir.

Yukarıda belirttiğim gerekçelerle, öncelikle, yasal düzenlemeler yapılarak sorgulanma ve yargılanma dokunulmazlık kapsamı dışına çıkarılmalı, sadece kişisel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması dokunulmazlık kapsamında olmalıdır. Ceza hükümlerinin infazı ise, milletvekili sıfatının sona ermesine bırakılmalıdır. Böyle bir düzenlemeyle, bir taraftan yargısal denetim işlerlik kazanacak, diğer taraftan milletvekillerinin Meclis çalışmalarına katılımı da sağlanmış olacaktır.

Yasal düzenlemeler yapılıncaya kadar “yasama sorumsuzluğu” kapsamı dışındaki suç iddialarını içeren dosyalar için, dokunulmazlıklar kaldırılmalıdır. Böylelikle, asil ve vekili arasında eşitlik sağlanacağı gibi, milletvekillerine de bir an önce aklanma olanağı yolu açılacaktır.

Bu nedenle “yasama sorumsuzluğu” kapsamı dışında gördüğüm bu dosya için, dokunulmazlığın kaldırılmasının yerinde olacağı kanaatinde olduğumdan, erteleme kararına katılmıyorum.

                                                                        29.5.2000

                                                                    Osman Kılıç

                                                                           İstanbul

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

3. - İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak’ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/461) (S. Sayısı: 451) (1)

 

                                  

(1) 451 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlıkça, 16.2.2000 tarihinde karma komisyonumuza gönderilen İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak’ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.

Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 28.3.2000 günlü raporuyla, Türk Silâhlı Kuvvetlerini neşren tahkir ve tezyif etmek suçu isnat olunan İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak, komisyonumuza gelerek sözlü savunma yapmıştır.

Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık komisyonu raporunu inceleyen karma komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline getirmek için olmadığını; tersine, yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini göz önüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği dikkate alınarak, İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine oy çokluğu ile karar verilmiştir.

Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.

                                                                           Ertuğrul Yalçınbayır

                                                                               Bursa

                                                        Komisyon Başkanı ve Üyeler

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Ankara Milletvekili Tayfun İçli ile İstanbul Milletvekili Osman Kılıç, bu rapora da, daha önceki raporlarda yer alan aynı gerekçelerle muhaliftirler.

Bu nedenle, sadece daha önceki raporlarda yer almayan, İstanbul Milletvekili Nazire Karakuş'un muhalefet şerhini okutuyorum:

Muhalefet şerhi:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Karma Komisyon Başkanlığına

Halkın egemenliğinin tesis edildiği Türkiye Büyük Millet Meclisinin her üyesi saygıdeğerdir.

Yasama görevini yerine getiren bir milletvekilinin, saygınlığını zedeleyen suçlamalar karşısında, Türk Milleti adına karar veren bağımsız yargıda aklanmak en doğal hakkı olmalıdır. Bu hakkın kullanılabilmesi için, sayın milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasının doğru olacağı düşüncesindeyim.

Karara bu anlamda muhalefet ediyor, saygılar sunyorum.                24.5.2000

                                                               Nazire Karakuş

                                                                           İstanbul

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, bu raporların tümü, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine dairdir. On gün içerisinde itiraz olunmadığı takdirde, bu raporlar, kesinleşmiş olacaktır.

Sayın milletvekilleri, Sağlık Bakanı Sayın Osman Durmuş'un, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre, pek kısa bir sözü olduğunu beyanla, yerinden söz talebi vardır; kendisine, yerinden, çok kısa olmak üzere, söz veriyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hatay Milletvekilimizin konuşması üzerine söz almış bulunuyorum.

Mart ayında, Hatay Vilayetinde yaptığımız incelemelerde, Hatay Devlet Hastanesinin bitirilebilmesi için, 350 milyar liralık bir ödeneğin gerekli olduğunu tespit etmiş bulunuyorum. Bu ödenek, bürokratik işlemlerin yirmiiki gün gibi bir süreyi kapsaması nedeniyle, bizde bir gecikmeye uğramıştır; ancak, bu ödeneğin tamamı ödenmiştir. Dolayısıyla, mahallinde Bayındırlık İl Müdürlüğünde takip edildiği takdirde, bu hastanenin bitirilme işlemleri, müteahhitle ilgili ilin Bayındırlık Müdürlüğü arasındadır.

Bir diğer konu, özellikle Pirinçlik'teki Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğüne bağlı ve üniversiteye daha evvel beş yıl süreyle verilmiş olan tesislerimizdir. Bunun sözleşme süresi bitmiştir.

Bilindiği üzere, ülkemizde, bir dönem, her ilçeye bir sağlık meslek lisesi açılmıştı. Bu meslek liselerinin 62'si önümüzdeki dönemde kapatılacaktır. Ancak, burada eğitim gören öğrencilerimizin mağdur olmaması için, yatılı imkânları araştırılmaktadır. Bu tesisimiz de bu özelliğe sahip bir tesistir.

Burada ifade edilen "YÖK aleyhtarlığı, YÖK düşmanlığı" gibi ifadeler biraz ağır kaçmıştır; biz, Kırıkkale Üniversitesine, halen, bitirmekte olduğumuz iki hastanemizi veriyoruz. Burada bir husumet söz konusu olamaz; devletin kurumlarına husumetimizin olması da mümkün değildir.

Durumu düzeltir, saygılarımı sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?..

BAŞKAN – Buyurun efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Bakanın konuşmasını kesmemek için müdahale etmedim; ama, siz, yine İçtüzüğün 59 uncu maddesine aykırı davranıyorsunuz. Müsaade ederseniz  yerimden mikrofondan arz etmek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkanım, sayın bakanlar gündemdışı konuşmalara, gündemdışı konuşmalar esnasında cevap verirler.

BAŞKAN – Efendim, ben, gündemdışı konuşmaya cevap olarak söz vermedim; biraz önce de ifade ettim; İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre, Sayın Bakan, yerinden çok kısa bir açıklama yapacağını ifade etti; ben de bunu Yüce Meclise ifadeyle, Sayın Bakana, çok kısa bir konuşma yapması için söz verdim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, o da 58 inci maddedir; yani, Sayın Bakan yetişemedi; olabilir; ama, ne yapar; geçen tutanak hakkında konuşmak istiyorsa, yarın gelir, konuşur, rahat rahat da konuşur.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Güven; ben, böyle takdir ettim, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre söz verdim. Çok teşekkür ediyorum.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Ben, zabıtlara geçsin diye söylüyorum; yanlışlıklar yapılmasın bir daha...

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.

VI. – ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. – (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer almasına ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince, gündeme alınıp alınmaması hususundaki görüşmelerin 21.6.2000 tarihli birleşimde yapılmasına; gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edildiği takdirde gensorunun özel gündemde yer almasına ve görüşmelerin 26.6.2000 Pazartesi günü yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

                                                                        20.6.2000

19.6.2000 tarihli "Gelen Kâğıtlar"da yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasının ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmaması hususundaki görüşmelerin 21.6.2000 tarihli birleşimde yapılmasının, gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edildiği takdirde, gensorunun özel gündemde yer almasının ve görüşmelerin 26.6.2000 pazartesi günü yapılmasının Genel Kurulun onayına sunulması, Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

                                                             Yıldırım Akbulut

                                                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                           Başkanı

Aydın Tümen Ömer İzgi     İsmail Kahraman

DSP Grubu Başkanvekili  MHP Grubu Başkanvekili FP Grubu Başkanvekili

Zeki Çakan                                    Turhan Güven

ANAP Grubu Başkanvekili       DYP Grubu Başkanvekili

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi Gruplarının, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş müşterek önerileri vardır. Önce, tümünü okutup işleme alacağım, sonra, önerileri ayrı ayrı okutup değerli oylarınıza sunacağım.

B) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. – Genel Kurulun çalışma gün ve saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 20.6.2000 Salı günü yaptığı toplantıda, siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, gruplarımızın ekteki müşterek önerilerinin, Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla

Aydın Tümen Ömer İzgi              Zeki Çakan

DSP Grup Başkanvekili  MHP Grup Başkanvekili ANAP Grup Başkanvekili

Öneriler :

1 - Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 7 nci sırasında yer alan 426 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 3 üncü sırasına, 6 ncı sırasında yer alan 421 sıra sayılı kanun tasarısının 4 üncü sırasına, 15 inci sırasında yer alan 434  sıra sayılı kanun teklifinin 5 inci sırasına, 184 üncü sırasında yer alan 488 sıra sayılı kanun tasarısının 6 ncı sırasına ve 188 inci sırasında yer alan 503 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına, 20.6.2000 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan 504 sıra sayılı kanun tasarısının 48 saat geçmeden 8 inci sırasına alınması önerilmiştir.

2 - 20.6.2000 Salı günü özel gündemde  yer alan 405  sıra sayılı Meclis Araştırma Komisyonu raporunun görüşmelerinin tamamlanmasından sonra sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri" bölümünün 5 inci sırasına kadar olan işlerin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması; 21.6.2000 Çarşamba günü Genel Kurulun saat 14.00'te toplanması, özel gündemde yer alan (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasından sonra, sözlü soruların görüşülmeyerek gündemde yer alan 434 ve 488 sıra sayılı kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin bitimine kadar çalışmalarını sürdürmesi; Genel Kurulun 22.6.2000 Perşembe günü saat 14.00'te toplanması, 15.6.2000 tarihinde dağıtılan ve İçtüzüğün 112 nci maddesi gereğince 22.6.2000 Perşembe günkü gündemde yer alacak olan 442, 481, 483, 485, 495 ve 496 sıra sayılı Meclis soruşturma raporları ile gündemde bulunan ve 22.6.2000 Perşembe gününe kadar görüşmeleri tamamlanamadığı takdirde 410 sıra sayılı Meclis soruşturması raporunun görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması, 23.6.2000 Cuma günü 503 ve 504 sıra sayılı kanun tasarılarının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.

3 - Genel Kurulun 23.6.2000 Cuma, 24.6.2000 Cumartesi, 25.6.2000 Pazar, 26.6.2000 Pazartesi, 27.6.2000 Salı, 28.6.2000 Çarşamba, 29.6.2000 Perşembe ve 30.6.2000 Cuma günleri 14.00-19.00, 20.00-24.000 saatleri arasında çalışması ve bu günlerde kanun tasarı ve teklifleri ile gündeme girecek olan Meclis soruşturma raporlarının görüşülmesi, 27.6.2000 Salı günü sözlü sorular ile diğer denetim konularının, 28.6.2000 Çarşamba günü de sözlü soruların görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi önerilmiştir.

BAŞKAN – Öneri üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına Sayın Bülent Arınç; buyurun.

FP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum, çalışmalarımızın hayırlı olmasını diliyorum.

İktidar grubu partilerin müşterek önerisi okundu. Bu okunan önerilerde, çok kolay anlaşılır, sıra sayılarıyla, günleriyle, saatleriyle pek fazla bir açıklık yok; dolayısıyla, ben, tekrar, konuyu şöyle özetlemeye çalışayım:

Bugün, gündemde de yazılı olduğu gibi, salı günü itibariyle, Kızılay hakkında, Meclis araştırma komisyonunun bitirdiği rapor görüşülecek; bunun arkasından, 484 sıra sayılı, ticaret odalarıyla ilgili yarım kalmış bir tasarı görüşülecek; daha arkasından, 426 sıra sayılı polis kadroları ve 421 sıra sayılı askerî hâkimlerle ilgili kanun tasarıları görüşülecek.

Çarşamba günü, gensorunun gündeme alınıp alınmamasıyla ilgili bir görüşme var, verildi, süresi içerisinde görüşülmesi gerekiyor; daha sonra, kamuoyunda da bilindiği üzere, 434 sıra sayısıyla öğrenci affı yer almış; arkadan, Bakü-Ceyhan petrol boru hattıyla ilgili 488 sıra sayılı tasarı var.

Perşembe günü, 7 tane soruşturma komisyonu raporu arka arkaya görüşülecek.

Cuma günü, 2 tane soruşturma komisyonu raporu görüşülecek; arkadan, 503 ve 504 sıra sayılı kanun tasarıları görüşülebilecek.

Cumartesi, pazar, pazartesi günleri de, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı görüşmeleri yapılacak.

Önümüzdeki 28 Haziran tarihine kadar gündem bu şekilde belirlenmiş; çalışma saatleri de, o güne ait konuların bitimine kadar uzatılmış.

Değerli arkadaşlarım, söyleyeceğim şeyler prensip itibariyledir, yoksa, öncelik verilen bazı kanun tasarı ve tekliflerine "hayır" demek mümkün değil. Esasen, biz de, yaptığımız konuşmalarda, verdiğimiz beyanatlarda, öncelikli olarak görüşülmesini talep ettiğimiz konuları kamuoyuna bildirmiştik. Bunların içerisinden birisi, öğrenci affı diye bilinen ve geçtiğimiz ağustos ayından beri, veto edilen kanunun içerisinde olduğu için önce görüşülemeyen, daha sonra da, ayırt edilip, uzun süre Millî Eğitim Komisyonunda ve Adalet Komisyonunda tartışması yapılan tasarıyla ilgilidir. Meseleye olumlu baktığımızı ve binlerce insanın, öğrencisiyle, öğretim üyesiyle, bu kanunu beklediğini biliyorduk. Dolayısıyla, bugün, yarın itibariyle bu konunun gündeme girmiş olmasını olumlu karşılıyoruz.

Şüphesiz, bugün, araştırma komisyonu raporu görüşülmedi, geçen haftanın gündeminde de yer almıştı. Polis kadroları ve askerî hâkimlerle ilgili birkaç maddelik tasarıları da, meslekî açıdan, o kamu görevini yapan kişiler açısından yararlı bulduğumuzu ve bunları destekleyeceğimizi de ifade etmiştik.

Ancak, dikkatlerinizi çekmek istediğim birkaç konu var: Bunlardan bir tanesi, son aylarda, takriben 4-5 aydan bu yana, Meclis gündeminden denetim konularının uzaklaştırılmış olmasıdır. Belki zaman zaman bir iki konu görüşülüyor; ama, genelde, Danışma Kurulu önerileri içerisinde, iktidar grubu, denetime yer vermiyor. Oysa, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iki önemli görevi vardır. Bunlardan biri yasama olduğu gibi, ikincisi de denetleme görevidir. Araştırmalarla, soruşturmalarla, sorularla, genel görüşmelerle, Meclis, bu görevini mutlaka yerine getirmelidir.

Mesela, bugün görüşmesini yapacağımız Kızılay hakkındaki Meclis araştırması komisyonu raporu, içerisinde fevkalade önemli sonuçları taşımaktadır. Eğer -değerli arkadaşlarımdan bendenizi birkaç dakika dinlemelerini rica ediyorum- denetim konularına yer verilmemiş olsaydı, bugün kamuoyunun önüne gelen, mesela Kızılay gibi, mesela Türk Hava Kurumu gibi, mesela benzeri kurumlar gibi, içinden nasıl tefessüh ettiğini, kokuştuğunu ve millî meselelerde ne kadar basiretsiz ve beceriksiz olduklarını görmeyecek, bu kuruluşların düzelmesi için de bir gayretimiz olmayacaktı. Halbuki, biri deprem vasıtasıyla, biri de bir başka vesileyle, bu kurumların iç bünyelerinin araştırılması ve bu kurumların, gerçekten bir kamu görevini layıkıyla yapmaları ortaya çıkarılmış oldu. Bu bakımdan, denetleme görevinin kesinlikle ihmal edilmemesini... Zaten, sorularıyla ve diğer konularıyla haftada ancak 1 gün zaman ayırdığımız bu konunun iyice gündemden çıkarılmış olmasını fevkalade yanlış buluyorum.

Bugün raporunu görüşeceğimiz araştırma komisyonu, görevini bir hayli önce bitirmişti ve Meclis Başkanlığına takdim edilmişti; ama, buna benzer araştırma komisyonlarının raporları da bitmektedir. Mesela, bunlardan YÖK Araştırma Komisyonu da, gerçekten çok yararlı ve faydalı çalışmalar yapmıştır. Henüz rapor elimizde olmadığı halde, bu komisyonlardaki üye arkadaşlarımızın, Türkiye için çok önemli sayılabilecek bu kurum hakkında çok önemli bilgilere ulaştığını da sevinçle görmekteyiz.

Değerli arkadaşlarım, birinci konu; bu denetimin sürekli olarak ihmal edilmesiydi. Bunu yanlış bulduğumuzu, denetleme görevinin Parlamento için fevkalade önemli sayılması icap ettiğini tekrarlamak istiyorum.

İkinci önemli konu da, bakınız, soruşturma komisyonları ve bu komisyonların verdiği kararlar sürekli tartışılıyor. Hükümet ortakları arasında tartışılıyor; muhalefeti ilgilendiriyor, orada tartışılıyor; milletvekilleri arasında, kendi düşünceleriyle veya kendi siyasî kanaatleriyle veya hukukî bulgularıyla, ne olması gerektiği üzerinde de, zaman zaman konuşmalar yapılıyor.

Şimdi, biz, dağıtılmış bulunan 7 tane soruşturma komisyonu raporunu görüyoruz ki, perşembe günü görüşeceğiz. Perşembe günü saat 14.00'te başlayacak toplantı ve sırasıyla 7 soruşturma komisyonu raporu görüşülecek.

Arkadaşlar, 7 soruşturma komisyonu raporu denilince, belki sıralamaya dikkat edilmedi veya bir soruşturma komisyonu raporunun nasıl görüşülmesi gerektiği konusunu, İçtüzüğün 112 nci maddesi gündeme gelmediği için henüz farketmemiş olabiliriz. Mesele şudur: Bir soruşturma komisyonu raporu üzerinde 6 milletvekilinin konuşma hakkı var ve bir de, suçlanan bakan veya başbakanın veya onlar adına birinin konuşma imkânı var. Şüphesiz, suçlanan kişiler, süresiz olarak konuşabileceklerdir. Ben, Parlamentodaki uygulamanın böyle olduğunu biliyorum. Şahısları adına konuşacak arkadaşlarımızın da, asgarî 10'ar dakika konuştuğunu varsayarsak, 7 kişi konuşacak ve 7 tane de soruşturma komisyonu var; yani, 49 defa konuşma yapılmış olacak. Asgarî 10'ar dakikadan hesaplarsanız, 7 soruşturma komisyonu raporunun müzakeresi ve oylanmasının kaçyüz dakikaya ve kaç eşit saate baliğ olacağını takdir edersiniz. Anlaşılıyor ki, 7 soruşturma komisyonu raporunun saat 14.00'te başlayan müzakerelerinin, belki, geceyarısını aşması bile mümkündür. "Olsun, geceyarısını aşsın, bir günde bunların hepsinden kurtulalım" diyebilirsiniz; ama, iş, sadece, saniye ve dakikayla ölçülmüyor ki! Burada biz ne yapmak istiyoruz ona bakalım. Yani, 7 tane soruşturma komisyonu raporunun, böyle, bir rüzgâr gibi geçip gitmesinin "bir günde görüşelim de bu musibetlerden nasıl olursa olsun kurtulalım" mantığı içinde mi ele alacağız; yoksa, gerçekten, bu soruşturma komisyonları raporları üzerinde derinlemesine bir incelemeye bugüne kadar vakti olmamış pek çok arkadaşımızın, belki konuşmaları takip ederek, belki raporları açıp okuyarak, kanaatleri üzerinde de bir farklılık meydana gelebileceğini düşünebiliriz.

Değerli arkadaşlarım, endişem şudur ki, nasıl olsa bu komisyon raporlarının hiçbirisi 276'yı bulmayacak. Biz bunları usulen, bir rüzgâr gibi konuşup geçelim, oylamalarını da fırtına gibi yapalım, kamuoyundaki tartışmasından da bir günde kurtulalım ve arkasından sen sağ, ben selamet olalım! Herhalde mantık budur. Yoksa, Mustafa Kul hakkındaki soruşturma komisyonu raporunun geçen haftadan bu yana niye tartışılmadığını daha iyi anlamış oluruz. 7 tanesini arka arkaya koymak yerine, belki 3 tanesini bir günde görüşüp, diğerlerini de oturmamak suretiyle talik etmek de mümkünken, hepsini bir ana getirmenin, bence, böyle bir sebebi olmalı. Demek ki, komisyonlardaki kavgalar veya münakaşalar bir tarafa, bu iş Parlamentoda hallü fasl edilmek isteniyor; "276 bulunmayacak, bir günde bunun müzakeresini yapalım, oldubitti" diyelim mantığı var. Yoksa, bu kadar dakika ve saniyeyle, bu kadar konuşmacıyla sağlıklı bir sonuca varmanın herhalde mümkün olmadığını düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, dikkat edeceğimiz bir konu da, çalışma saatlerinin, her gün için, o konular bitinceye kadar uzatılmasıdır. Böylesine yoğun bir çalışmanın, böylesine bir rüzgâr gibi arka arkaya, peşpeşe, isteyen konuşsun, istemeyen konuşmasın, biz, bunu görüşüp bitirelim düşüncesinin yanlış olduğunu zaman zaman ifade etmiştik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlayın Sayın Arınç.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Hemen bitiriyorum Sayın Başkanım.

Parlamentonun seri üretim yapan bir fabrika olmadığını zaman zaman söyledik; yani, şu kadar kanun çıkardık şeklinde sayının artması, hükümete bir prim ve itibar kazandırıyor gibi görünüyor. Oysa, kemiyetten ziyade keyfiyete bakmak, muhtevaya bakmak lazım.

Değerli arkadaşlarım, bunların içerisinde mutlaka getirilip görüştürülmesi gerekenleri biraz evvel söyledim; bunlara olumlu katkılarda bulunacağız; ama, bakınız, bu kadar yoğun bir gündemin içerisine, herkesi, milyonları ilgilendiren, mesela, bazı suç ve cezaların affı sokulmadı. Öğrenci affı girdi; ama, kamuoyunda binlerce insanın "ne olacak" diye endişe içerisinde beklediği bazı suç ve cezaların affı yok. Mesela, zorunlu tasarruflar için hükümetin düşünüp uygulamaya koyacağı bir kanun tasarısı önümüzde yok, mahallî idareler yok. Bunun yanında, Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı yok, Memur Sendikaları Yasa Tasarısı yok ve demokratikleşmeyle ilgili, maalesef, bir tek kanun teklif ve tasarısı yok.

Biz, 1 Temmuzda tatile çıkma kararı alan bir iktidarın "şu 5-10 gün içerisinde ne yapalım da 1 Temmuza kapağı atalım" düşüncesiyle karşı karşıyayız. Siz değil miydiniz "temmuz ve ağustos aylarında dahi burada çalışacağız, millet bizden bunu istiyor" diyen? Şunları getirin de, hiç olmazsa temmuzun 20'sine kadar bunları çıkaralım, ondan sonra da, tatil değil, ara verme yapalım, seçmenlerle görüşmeye gidelim. Bu kadar öncelikli ve hassas konuları önümüze getirmeyip de, bir rüzgâr gibi arka arkaya, zamanla yarışırcasına "ben yaptım oldu" mantığıyla hareket etmek, kamuoyunu aldatmak demektir, Meclisin saygınlığını da, maalesef, yıpratmak demektir.

Bu konulardaki düşüncelerimi Genel Kurulun dikkatlerine arz ediyorum ve bu prensipler dahilinde, bu önerilere "hayır" diyeceğimizi ifade ediyorum. Teşekkür ederim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arınç.

Öneri üzerinde başka söz  talebi?.. Yok.

Öneriyi tekrar okutup, oylarınıza sunacağım efendim:

1 - Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 7 nci sırasında yer alan 426 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 3 üncü sırasına, 6 ncı sırasında yer alan 421 sıra sayılı kanun tasarısının 4 üncü sırasına, 15 inci sırasında yer alan 434  sıra sayılı kanun teklifinin 5 inci sırasına, 184 üncü sırasında yer alan 488 sıra sayılı kanun tasarısının 6 ncı sırasına ve 188 inci sırasında yer alan 503 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına, 20.6.2000 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan 504 sıra sayılı kanun tasarısının 48 saat geçmeden 8 inci sırasına alınması önerilmiştir.

BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Diğer öneriyi okutuyorum:

2 - 20.6.2000 Salı günü özel gündemde  yer alan 405  sıra sayılı Meclis Araştırma Komisyonu Raporunun görüşmelerinin tamamlanmasından sonra sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri" bölümünün 5 inci sırasına kadar olan işlerin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması; 21.6.2000 Çarşamba günü Genel Kurulun saat 14.00'te toplanması, özel gündemde yer alan (11/2) esas numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasından sonra, sözlü soruların görüşülmeyerek gündemde yer alan 434 ve 488 sıra sayılı kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin bitimine kadar çalışmalarını sürdürmesi; Genel Kurulun 22.6.2000 Perşembe günü saat 14.00'te toplanması, 15.6.2000 tarihinde dağıtılan ve İçtüzüğün 112 nci maddesi gereğince 22.6.2000 Perşembe günkü gündemde yer alacak olan 442, 481, 483, 485, 495 ve 496 sıra sayılı Meclis soruşturma raporları ile gündemde bulunan ve 22.6.2000 Perşembe gününe kadar görüşmeleri tamamlanamadığı takdirde 410 sıra sayılı Meclis soruşturması raporunun görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması, 23.6.2000 Cuma günü 503 ve 504 sıra sayılı kanun tasarılarının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.

BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Diğer öneriyi okutuyorum:

3- Genel Kurulun 23.6.2000 Cuma, 24.6.2000 Cumartesi, 25.6.2000 Pazar, 26.6.2000 Pazartesi, 27.6.2000 Salı, 28.6.2000 Çarşamba, 29.6.2000 Perşembe ve 30.6.2000 Cuma günleri 14.00-19.00, 20.00-24.000 saatleri arasında çalışması ve bu günlerde kanun tasarı ve teklifleri ile gündeme girecek olan Meclis soruşturması raporlarının görüşülmesi, 27.6.2000 Salı günü sözlü sorular ile diğer denetim konularının, 28.6.2000 Çarşamba günü de sözlü soruların görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi önerilmiştir.

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

Genel Kurulun 14.6.2000 tarihli 110 uncu Birleşiminde alınan karar gereğince, bu kısımda yer alan Türkiye Kızılay Derneğinin sorunları ile faaliyetlerinin araştırılarak gelir kaynaklarının daha etkin kullanılması için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasamızın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/73, 74) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 405 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşmelere başlıyoruz.

VII. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) GÖRÜŞMELER

1. - İstanbul Milletvekili Nazif Okumuş ve 43 Arkadaşı ile Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 21 Arkadaşının, Türkiye Kızılay Derneği’nin Sorunları ile Faaliyetlerinin Araştırılarak Gelir Kaynaklarının Daha Etkin Kullanılması İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Birer Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu, (10/73,74) (S. Sayısı: 405) (1)

BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması komisyonunun raporu üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı, önerge sahiplerine aittir. Daha sonra, İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine göre, siyasî parti grupları adına 1'er üyeye, şahısları adına 2 üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri halinde, Komisyon ve Hükümete de söz verilecek; bu suretle, Meclis araştırması komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır.

Konuşma süreleri: Komisyon, hükümet ve siyasî parti grupları için 20'şer dakika, önerge sahibi ve şahıslar için 10'ar dakikadır.

Komisyon raporu, 405 sıra sayısıyla basılıp dağıtılmıştır.

Rapor üzerinde, önerge sahibi olarak, Sakarya Milletvekili Sayın Nezir Aydın; buyurun efendim.

                                     

(1) 405 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Arkadaşımız şu anda dışarıda Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge sahipleri adına başkaca söz talebi olmadığı için; gruplar adına, Anavatan Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Suha Tanık; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Tanık, süreniz 20 dakikadır efendim.

ANAP GRUBU ADINA SUHA TANIK (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İstanbul Milletvekili Nazif Okumuş ve 43 arkadaşının, Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 21 arkadaşının, Türkiye Kızılay Derneğinin sorunları ve faaliyetlerinin araştırılarak, gelir kaynaklarının daha etkin kullanılması için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin (10/73, 74) esas numaralı önergelerine dayanılarak kurulan Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlarım.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1999 yılında milletvekili genel seçiminden sonra 20 nci Dönemde Parlamentoda görev alan milletvekili arkadaşlarım ve ben de, belli prosedürden geçerek Meclis Başkanlığına yaptığımız müracaat neticesinde, Meclis Başkanlığı tarafından hazırlanmış birtakım evrak milletvekillerine teslim edildi. Bu evraklar teslim edilirken, hepinize, aynı zamanda, hem Türkiye Cumhuriyeti Anayasası hem Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü verildi. İçimizde, tabiî, hukukçu arkadaşlarımız vardır; bunlar, bu konuda fevkalade bilgili arkadaşlardır. Tabiî, hukukçu olmayan, benim gibi iktisat fakültesinden gelen arkadaşlarımız da var, başka meslek kuruluşlarından gelen arkadaşlarımız var. Bu Meclisin İçtüzüğüyle ilgili bilgileri, oturup, bu İçtüzükten tek tek okuyarak, ezberleyerek bir netice alamadık, kendi ilgi alanımıza giren birtakım maddeleri araştırdık İçtüzükte ve Meclisin çalışma günlerinde, İçtüzükle ilgili birtakım yeni bilgiler öğrenmeye başladık zaman içerisinde. Mesela, Mecliste araştırma komisyonlarının ne olduğu, Mecliste soruşturma komisyonlarının nasıl olduğu, Meclisin çalışma süresi, söz isteme hakkı, söz süreleri... Bunları, zaman içerisinde, tecrübeyle daha iyi öğrenebildik.

Şimdi, bu anlamda, Meclis araştırması komisyonuyla ilgili, müsaade ederseniz, ufak bir bilgi arz etmek istiyorum: Meclis araştırması komisyonları, milletvekillerinin, herhangi bir konuyla ilgili araştırma yapılması için vermiş oldukları önergeyle gerçekleşiyor. Bu iki milletvekili arkadaşımızın ve önergede imzaları bulunan diğer milletvekili arkadaşlarımızın, bu 21 inci dönemde, değişik 3 araştırma komisyonu önerisi Meclis Genel Kurulunda gündeme gelmiş; bunlardan birisi, biliyorsunuz, depremin araştırılmasıydı; diğeri, Kızılay Derneğinin araştırılması ve üçüncüsü de YÖK'tü. Yani, bu dönemde, 21 inci Dönemde, 3 Meclis araştırması komisyonu kurulmuş ve benim de içerisinde yer aldığım Kızılayın araştırılmasıyla ilgili komisyonda gerekli çalışmalar yapılmış.

Acaba, niye, birdenbire, Kızılayın araştırılması komisyonu diye bir komisyon kurulması, Sayın Cemil Çiçek, Sayın Nazif Okumuş ve imzası bulunan diğer arkadaşlar tarafından istenilmiş; bunu, şimdi, bir kere daha hatırlatmak istiyorum. Bu, 1999 senesi içerisinde, 17 Ağustosta ve 12 Kasımda yaşanan iki tabiî afetten kaynaklanmış. Demek ki, Allah bize bu tabiî afetleri göstermeseydi 17 Ağustosta ve 12 Kasımda, o zaman böyle bir araştırma komisyonu kurulmasına lüzum kalmayacaktı! Yani, ille, biz, parlamenterler olarak, Parlamento olarak, birtakım konuları araştırmak için bazı olayları yaşamak mecburiyetinde miyiz?! Yani, deprem felaketini, tabiî afeti yaşadıktan sonra mı Kızılayı araştırma konusu aklımıza geldi?! Ya da, bu üç komisyonda araştırmalar yapıldı; deprem komisyonunda, YÖK Komisyonunda ve bu Kızılay araştırması... Peki, sayın milletvekilleri, acaba, hiçbir milletvekili arkadaşımız, bu 21 inci Dönem tamamlanmadan önce, 2000'li yıllara girdiğimiz bugünlerde, 21 inci Yüzyılın ilk yarısında, lise talebelerininin, üniversite talebelerinin eğitiminin araştırılmasıyla ilgili, yeni eğitim sisteminin Türkiye için uygulanması, araştırılması konusunda bir araştırma önergesi vermeyecek mi? Ya da, ille, futbol sahalarında Türk millî takımının  birtakım başarısızlıkları neticesinde mi araştırma önergesi verilecek?! Niye verilmiyor bir araştırma önergesi; Türk sporu, Türk futbolu nasıl daha iyi olur diye bir araştırma önergesi getirilmiyor? Bunlar getirilsin...

Mesela, bakın, daha enteresan bir konu var; arkadaşlarımın birçoğu bunları üretebilirler istedikleri gibi. Mesela, televizyonlarda, gazetelerde, değişik mecmualarda boy boy görüyorsunuz her gün; binbir çeşit bilgisayar veriliyor; hatta, bilgisayarlar bedava veriliyor. Yani, üye ol, internete gir, bilgisayarı hediye ediyoruz diyor. Türkiye'de bir bilgisayar akımı başladı. Her eve bilgisayar giriyor, her yazıhaneye bir bilgisayar giriyor; çok güzel. Bu bilgisayarı Türkiye'de başlatan, Anavatan Partisinin kurucu lideri Sayın Turgut Özal'dı; ama, Türkiye'ye gelen bilgisayarlarda, teknoloji olarak, hard disk olarak, acaba, dünyada birtakım bilgisayar firmalarının terk ettikleri sistemleri mi getiriyorlar Türkiye'ye; bu niye araştırılmıyor?! Türkiye, acaba, birtakım bilgisayar firmalarının bilgisayarlarının çöplüğü olarak, vatandaşın kendi kesesinden, boğazından kıstığı, ekonomik olarak, parasını vererek çoluğunun çocuğunun, karısının, kendisinin istediği bu sisteme para yatırırken, acaba, bir çöplüğü mü, Türkiye, oluşturuyor; bunları da araştırmak lazım. Bunlar, birtakımı... Yani, önümüzde, günlük yaşam içerisinde karşılaştığımız olaylar.

Araştırma komisyonları, biliyorsunuz, 13 kişilik komisyonlardır ve Kızılay Komisyonunda, burada, Başkanlık Divanında oturan Sayın Başkanım Nazif Okumuş ve arkadaşlarımızla beraber çalıştık. Fevkalade güzel bir çalışma yaptık; birlik, beraberlik içinde, 13 milletvekili, fevkalade güzel bir çalışma yaptık. Bu 13 milletvekili arkadaş üç ay çalıştık, süremiz üç aydı; fakat, yine hatırlayacağınız gibi, o süreç içerisinde Meclis iki kere tatile girmek durumunda kaldı -bayram tatiliydi, şu tatildi, buydu- ve bir ay ek süre istedik. Sistem olarak, araştırma komisyonlarının çalışması bu. İki alt komisyon kuruldu; bu iki alt komisyonda arkadaşlarım fevkalade güzel çalışmalar yaptılar. Araştırma Komisyonu Başkanı arkadaşımızın hazırlamış olduğu plan içerisinde, Kızılay Derneğinin Genel Merkezi ziyaret edildi, araştırma oradan başladı. Daha sonra Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezine gidildi. Depremden zarar gören bölgeler, esas, Kızılayın araştırılmasına neden olan, tabiî afetlerle ilgili olan bölgeler, Ankara Kızılay ve Altındağ Şubeleri araştırıldı, Ankara Kızılay Kan Merkezi araştırıldı, İstanbul'da bazı Kızılay şubeleri araştırıldı, gidip yerinde incelemeler yapıldı. Kızılay Afyon Madensuyu İşletmeleri araştırıldı, Kızılay Etimesgut Depo Müdürlüğü, İzmir Şube Başkanlığı, İzmir Kan Bankası, her yerde gerekli incelemeler yapıldı. Birçok kimse davet edilerek, komisyonda fikir ve görüşlerine müracaat edilerek bilgi alındı. Bunları, daha sonra çıkacak olan, hem Başkanım size uzun uzun anlatacaktır hem diğer gruplar adına konuşmacı arkadaşlarım uzun uzun anlatacaktır. Bu alt komisyonlardan birisinde, ben, mesela, İzmir'de kendi ilimle ilgili olarak Kızılay Başkanlığını ziyarete gittim. Ben de, sizler gibi, Kızılayın, deprem felaketinden sonra yaşanan olaylarıyla ilgili, televizyonlardaki, lehte aleyhte birtakım programları takip ettim. Gittim, Kızılay Kan Merkezinde ilk ziyaretimi yaparken, bir vatandaş, orada, kan vermek için bekliyor. Hatta, bu vatandaşın ismi, bu rapora da geçmiş vaziyette. İsmi Mehmet Köken, Tarişte güvenlik görevlisi sağlıklı, sıhhatli  bir vatandaş. Dedi ki: "Sayın milletvekilim, siz, madem araştırmaya geldiniz, Kızılayla ilgili bilgiler topluyorsunuz; vallahi, ben şikâyetçiyim bu işten; ben, vatandaş olarak Kızılaya, haftada bir kere kan veririm; ama, ben, ne zaman ki, bir televizyon kanalında yapılan özel bir programda, Kızılay, kanları kullanmıyor, felaket bölgesine kan göndermiyor ve bunlar çöplüğe atılıyor, çöplükten bu kanlar toplanıyor denince, bunun üzerine, artık kan vermeyeceğim diye geldim, buraya söyledim."

 Orada, doktorlarla, hemşirelerle beraber, biz de aynı rahatsızlığı hissetmiştik. Ben de, tıbbî bilgisi olan bir insan olmadığım için, bunu televizyon başında seyrederken aynı rahatsızlığı duymuştum. Sonra, orada, fevkalade güzel izah edildi.

Tabiî, bunları, şimdi, buradan vatandaşımıza tek tek izah etmek mümkün değil. Bu koskoca raporu alıp da, vatandaşımıza, buradan okumamız da mümkün değil; ama, bu konuyla ilgilenenler varsa, bu konuya yakınlık duyanlar varsa -ki, bunlar, tahmin ediyorum, Kızılay Derneğinin Başkanlığına da gönderilecektir- oradan, bunlar, ciltli olarak alınıp inceleme imkânı bulunabilir vatandaşlar tarafından.

Şimdi, bu kan meselesinde... Tabiî, bizim milletimiz, vatandaşımız, her zaman, böyle felaketlerde -Allah göstermesin- birlik beraberlik halinde oluyor. Bu deprem felaketinden sonra, kan arandığı -tabiî televizyonlardan- basın yoluyla vatandaşa duyurulunca, vatandaş kan bankalarına hücum ediyor, kan vermek için. Oradaki doktor diyor ki: "Sayın milletvekilim, biz, ancak 30 000 ünite kan depolayabiliyoruz. 30 000 ünite kan, normalde elimizde var ve bu kanı, ihtiyacı olan kimselere veriyoruz, satıyoruz ve deprem fekaletiyle ilgili bir anda 170 000-180 000 ünite kan oldu. Elimizde bu kanı muhafaza etmek için gerekli sistem yok; çünkü, sistem, bir millî felaket boyutları içerisinde, ancak 80 000 civarında ünite muhafaza edebiliriz. 30 000 alıyoruz; bunu, periyodik olarak bir ay saklama imkânımız var."

Şimdi, içimizde doktor arkadaşlarımız var. Tabiî, bu soruşturma neticesinde, bunları da rapora geçtik; oradaki doktorun ve kimyagerin bize vermiş olduğu bilgiler çerçevesinde. Bir ay saklama süresi var. Bu kanlardan birtakım plazmalar elde ediliyor; bunun kullanma süresi de 45 günmüş, 45 gün dayanıyormuş. Şimdi, düşünün, 30 000 ile 80 000 arasında kan saklama imkânı olan bir kuruluşa, birdenbire, bir aylık süre içerisinde 150 000-170 000 civarında ünite kan gelince, tabiî, oradaki kanların, maalesef, aylık sürelerinden sonra, belki de bir kısmının aylık süresi geçmeden -oraya kan vermeye geleni de kapıdan çevirmeden; çünkü, kapıdan çevrildiği takdirde, birtakım basın organlarında hiç de hoş olmayan, nahoş görüntülere sebep olacağından- uygulama böyle gitmiş; ama, ben inanıyorum ki, Kızılay Kan Merkezi, benim yaptığım incelemeler neticesinde, görevini fevkalade başarılı üstlenmiş ve yerine getirmiş.

Mesela, şu anda, Kızılayın 400 000 civarında felaketzedeye çadır verebilme imkânı var, üç aylık iaşe verebilme imkânı var; ama,  Allah, daha büyük bir felaketleTürkiye'yi karşılaştırmasın, karşılaştırırsa, tabiî, buna verilecek cevap, imkânsızlıklar... Bu, belki de, yine, birtakım yeni araştırmaları getirecek.

Bizim, aslında, üzerinde ağırlıkla durmamız gereken, Kızılayın çağa ayak uydurabilmesi, uydurabilmesi için neler yapılması gerektiği. Aşağı yukarı benim yaşımda, orta yaşta arkadaşlar olarak hepiniz hatırlarsınız; biz ilkokul talebesiydik, bayramlarda önümüze birer kutu takarlardı, kutunun üstünde bir tane ay vardı, Kızılayın kumbarasıydı, içine para attırırdık,  Kızılaya para toplanması açısından, şöyle kenarları çiçek gibi birer rozet takardık. Bu, tabiî, vatandaşın Kızılaya sevgisi, sempatisiydi. Maalesef, bu deprem felaketinden sonra, vatandaşın Kızılaya bakış açısında, büyük bir uzaklaşma ve soğuma olduğu kesin; ama, tahmin ediyorum, önümüzdeki gelecek günlerde, Kızılayın uluslararası bir dernek olması ve Türkiye'nin Kızılaya ihtiyacı olması, Allah korusun, bir felaket anında dönüp arkamıza baktığımız zaman, arkamızda Kızılayın olabileceğini hissedebilmemiz, güven duyabilmemiz için, Kızılayın, yine de, vatandaş nezdinde, halk nezdinde sempatisini ve güvenini kazandırmak mecburiyetinde olduğumuzu biliyoruz. Birtakım noksanları yok mu; var. Bu noksanlar, zaman içerisinde, tahmin ediyorum, ortadan kalkacak.

Mecliste 3 tane araştırma komisyonu kuruldu; ama, bu 3 tane araştırma komisyonuna karşın, Mecliste 15 civarında soruşturma komisyonu kuruldu. Şimdi, diyeceksiniz ki, araştırma komisyonundan soruşturma komisyonuna... Vallahi, ben, hafta sonları kendi seçim bölgeme gider, gelirim; çarşıda pazarda, halkın içerisinde dolaşırım; dolmuşta, minibüste sorarım; vatandaş,  bu araştırma komisyonu ile soruşturma komisyonunu da pek birbirinden ayırt edemez hale geldi. Bize sordu, nedir bu Meclisteki araştırma komisyonları, soruşturma komisyonları diye...

Sayın millevekilleri, bakınız, ne yazıktır ki, bugün, 15 civarında soruşturma komisyonu kurulmuş; ama, 3 tane araştırma komisyonu kurulmuş. Benim, bir parlamenter olarak -benim hangi siyasî partiden olduğumu bir tarafa bırakınız, sizin aranızdan bir milletvekili arkadaşınız olarak- gönlüm isterdi ki, keşke 17 tane araştırma komisyonu kurulsaydı da, gelecekte neler yapabileceğimizi tartışsaydık. Yoksa, geçmişte yaşanan felaketlerin, geçmişte yapılmış birtakım olayların araştırmasını, soruşturmasını burada yapmasaydık.

Çok kolay; hiç bir şey yapmazsanız, hiç kimse sizin hakkınızda bir araştırma soruşturma başlatmaz; ama, icraatın başındaysanız, bir şeyi yaparsanız, doğrusu da vardır, yanlışı da vardır; ama, yapılanın önemi, kamu hizmeti şeklinde ve Parlamentoda, parlamenter rejimde, eğer, siyasî parti kuruluşlarının genel başkanları ve oluşturdukları hükümettense, bu sorumluluk bütün Meclise aittir, hiç bir zaman tek bir ferde ait sorumluluk değildir. Bunun, bütün Meclisin sorumluluğu olduğunun bilinmesi lazım.

Şimdi, bakınız, soruşturma komisyonlarıyla ilgili çalışmalar... Ben, bu konuyla ilgili konuşma yapmak niyetinde hiç değildim. Geçen hafta, Meclis lokantasına gidiyordum; yanımda iki muhtar arkadaşım ve çocukları vardı. Koridordan lokantaya giderken, sağ tarafta (9/34) sayılı Soruşturma Komisyonu toplantı odası, biraz daha gittim, sol tarafta (9/27) sayılı Soruşturma Komisyonu toplantı odası... Sağlı sollu soruşturma komisyonları, soruşturma komisyonları... Bir kere, aslında, Meclis Başkanına söylememiz lazım; bu soruşturma komisyonları toplantı odalarının, böyle, yemek yemeye gittiğimiz, vatandaşın da rahatlıkla girip çıktığı yerlerde olmaması lazım. Bu soruşturma komisyonları Meclisin yüzkarası. Şimdi, bunların, bu levhaların görünür yerde olmaması lazım. Levhalar asılmış, sanki seçim sandıklarına gider gibi, "soruşturma komisyonlarına gider..." yazıları, "şuradan gidersiniz..." yazıları. Vatandaş bunu gördüğü zaman rahatsızlık hissediyor.

Muhterem milletvekili arkadaşlarımdan beni bağışlamalarını istiyorum; bakın, ben, 20 nci Dönem de parlamenterdim. 20 nci Dönemde, bu Mecliste, o zamanki siyasî partiler tarafından, 1998 senesinde 32 adet soruşturma önergesi verilmiş, 1997 senesinde 11 adet, 3 adet de 1996 senesinde, toplam 46 adet soruşturma önergesi verilmiş. 20 nci Dönem Parlamentosu 1999 senesine; yani, 21 inci Dönem seçimlerine soruşturma önergeleriyle gelmiş. O günkü 550 milletvekili arkadaşımızdan 300'ü, bugün, maalesef, Meclise girememiş.

Soruşturma önergeleri ne olmuş?.. Müsaade ederseniz, size, burada, dikkatinizi daha rahat çekebilmek için, bir Çin hikâyesi anlatayım: Bir Çinli varmış. Bu Çinlinin çiftliği varmış, çok güzel de bir atı varmış. Bir gün bu Çinlinin atı kaçmış gitmiş. Çinli kendi kendine "bu atın gitmesine üzüleyim mi sevineyim mi; ne getirir ne götürür acaba" demiş. Aradan bir gün geçmiş, ertesi gün bakmış ki, atı, yanında güzel bir kısrakla gelmiş çiftliğe. Çinli "iyi, şanslı bir günümdeyim; atım kaçtı; ama, yanında başka bir kısrakla geldi; acaba, bu, iyi midir kötü müdür; yani, nasıl düşüneyim; sevineyim mi üzüleyim mi" demiş. Bunu düşünürken, Çinli çiftçinin oğlu ertesi gün kısrağa binmiş, düşmüş, bacağını kırmış. Çiftçi, yine, kendi kendine "bu, hayır mıdır şer midir"  diye düşünmüş; yani, ne getirir, ne götürür; oğlumun bacağı kırıldı derken, iki gün sonra, köyler arasında bir savaş çıkmış, herkes, sağlıklı gençlerin hepsi savaşa gitmiş; ama, Çinlinin çocuğunun ayağı alçıda olduğu için askere götürmemişler. Çinli yine düşünmüş... Yani, bunu istediğiniz gibi uzatabilirsiniz, bu hikâye sonsuza kadar uzayabilir; ama, ne getirdi, ne götürdü, lehte aleyhte bunun bize faydası ne?..

Bu soruşturma komisyonlarının bize faydası ne?.. Evet, ben, kimsenin yaptığı kimsenin yanına kâr kalmasın diyorum; ama, burada, gerek kendi partimin Genel Başkanı olsun, gerek Sayın Recai Kutan, gerek Sayın Devlet Bahçeli, gerek Sayın Bülent Ecevit ve gerekse Sayın Tansu Çiller olsun, vatandaşlarımız bize şöyle sesleniyorlar: Parti liderleri, toplumun belli kesiminden belli oy alarak, Parlamentoya, Türk Milletinin, seçmeninin, temsil yetkisiyle gönderdiği kimseler. Parti liderlerimizin arkasında, belli bir kitlenin oyu var. Her partinin kendine göre seçmeni var, hepsinin kendine göre saygınlığı var. Her hükümet üyesi, burada, kendi partisinin genel başkanı ve onun yandaşlarıyla beraber temsil ediliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Tanık, lütfen tamamlar mısınız efendim.

SUHA TANIK (Devamla) – Şimdi, muhterem arkadaşlarım, ben bu konularda -biraz önce de söyledim size; arkadaşlarımın çoğu bilirler- vatandaşla iç içe, fevkalade yakın temastayım; ama, vatandaş, artık, 21 inci Yüzyıla girdiğimiz 2000'li yılardaki bu Parlamentodan çok şey bekliyor. Bu Parlamentodan, kendisinin geleceği için, çocuğunun geleceği için daha iyi hizmetler bekliyor. Gelin, bunlarda elbirliğiyle hareket edelim, bunlarla ilgili gerekli araştırmaları, soruşturmaları yapalım. Yoksa, birtakım kısır döngüler içerisinde, Allah selamet versin -yanlış anlaşılsın da istemiyorum- kurdu kuşa yem ettik, güvercin kuşu yedi filan diye, bunları bırakmamızda fayda var inancındayım. Bu Parlamentoda bir birlik halinde kenetlendiğimiz takdirde, bizi buraya gönderen seçmenimize, 21 inci Dönemin sonunda, gider, işte, bizi gönderdiniz, bizim icraatlarımız bu, oyunuzu bekliyoruz deme imkânını yaratırız.

Ben, bu inançla, bu heyecanla, bu Kızılay Komisyonunun raporu konusunda, özellikle Sayın Başkana, komisyondaki tüm üye arkadaşlarıma, gösterdikleri gayret ve çalışkanlıktan dolayı, Anavatan Partisi Grubu adına bir kere daha teşekkür ediyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum efendim.

Sağolun. (ANAP, DSP, FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tanık.

İkinci söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Cemil Çiçek'e ait.

Buyurun Sayın Çiçek. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, sayın üyeler; kamuoyuna "Kızılay Araştırma Komisyonu" olarak yansıyan, "Türkiye Kızılay Derneğinin Sorunları ile Faaliyetlerinin Araştırılarak Gelir Kaynaklarının Daha Etkin Kullanılması İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi" başlığını taşıyan Meclis Araştırma Komisyonu raporu üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına görüşlerimi ifade etmek üzere huzurunuzdayım; hepinize saygılar sunuyorum.

Biraz evvel buradan da ifade edildiği gibi, böyle bir komisyonun kurulmasının sebebi, geçtiğimiz yıl 17 Ağustosta meydana gelen ve hepimizi büyük bir üzüntüye gark eden ve inşallah, bir daha da olmamasını temenni ettiğimiz deprem felaketi sonrasında ortaya çıkan durumlarla alakalıdır.

17 Ağustosta Marmara Bölgesinde meydana gelen deprem, binlerce insanımızın hayatını kaybetmesine, yüzbinlerin de maddî ve manevî kayıplara, acılara duçar olmasına sebep oldu. Tabiatıyla, Kızılay Derneğinin barışta önemli görevlerinden bir tanesi, böylesine felaketler karşısında vatandaşın yardımına koşmak, onların iaşesini, ibatesini (barınmasını) sağlamak ve bu konuda alınması gereken tedbirler ne ise, bunları en etkin bir biçimde almaktır. Varlık sebebi budur; bunun için devlet tarafından himaye görür; bunun için bunca dernek arasında kamuya yararlı dernek statüsünü haiz bir hukukî statüde olan dernektir.

Şimdi, 17 Ağustostan, bizim, önergeyi verdiğimiz 25 Ağustosa kadar, aradan geçen sekiz günlük süre içerisinde, gerek basınımızda gerek televizyonlarda gerekse bizatihi deprem bölgesinde yapılan incelemelerden ortaya çıkan sonuç şu oldu ki, Kızılay Derneği, bu deprem vesilesiyle üzerine düşen görevleri yapamamıştır, hakkında, çok ciddî şikâyetler olmuştur. Her taraftan, sözlü, yazılı feryat, bizim kulağımıza kadar gelmiş, medyaya kadar intikal etmiştir. Bu yetmiyormuş gibi, Kızılay Derneğinin o günkü yöneticileriyle ilgili olarak, yine, basınımızda, medyada, önemli yolsuzluk iddiaları gündeme getirilmiştir. Ayrıca, Kızılayın yapmış olduğu birtakım alım satımlarda da, hakikaten, kamu vicdanını rahatsız eden, yaralayan haberler, medyada ve basında yer alınca, tabiatıyla, milletin vekilleri olarak, böylesine önemli bir olaya bigâne kalmak mümkün değildi; bunun, mutlaka, araştırılması, soruşturulması ve bir neticeye bağlanması gerekiyordu.

İşte, ben ve 21 arkadaşım, 25 Ağustos günü, bu önergeyi verdik. Arkasından, yine, Meclisimizden 41 değerli arkadaşımız da, başka bir önergeyle bize destek verdi. Partilerimizin değerli grupları da, bu önergeyi, sırası gelmemiş olmasına rağmen, konunun önemi sebebiyle, öncelik vermek suretiyle, komisyonun kurulmasına imkân verdi. Bu vesileyle, hem değerli parti gruplarımıza hem bu komisyonda görev alan arkadaşlarımıza hem de bu raporun hazırlanmasında gerçekten katkı sağlayan kamu görevlilerine, huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Bu önergeyi verişimizin sebebi -o zaman da ifade ettik- bekçi dövmek değildir, üzüm yemektir. Kızılay gibi, bir asrı aşan bir tarihe sahip olan, Osmanlı'dan cumhuriyete intikal etmiş çok az sayıda millî kuruluşlarımızdan biri olan Kızılayın, daha iyi bir şekilde çalışabilmesini, verimli çalışabilmesini, vatandaşa güven vermesini ve -inşallah ihtiyaç olmaz, ama- böyle bir durumla bir daha karşı karşıya kaldığımızda hizmette kusurunun olmamasını temin için bu araştırmanın yapılmasını istedik; varsa şahsî kusuru olanlar, bunların da ortaya çıkarılmasını istedik. Demek ki, bizim Araştırma Komisyonumuzun iki görevi var; bir tarafta, Kızılayın, bu depremde ve benzeri çalışmalarında bir hizmet kusuru var mı; ikincisi, bu hizmet kusurunun ortaya çıkmasında şahsî kusuru olanlar var mı?

Memnuniyetle ifade etmemiz gerekir ki, bu 13 kişilik Araştırma Komisyonunda, daha evvel Kızılayımızda görev yapmış olan arkadaşlarımız da vardı. Hepimizin maksadı, başta da ifade ettim, bu kurumun güvenini sarsmak değil, bu kurumu yıpratmak değil, tam tersine, milletimizin bu kuruma olan, bu derneğe olan güveninin artırılmasını temin etmek gibi olumlu bir yaklaşım içerisinde bu çalışmaları sürdürdük. Belki bunun sonucu olarak, sizlere dağıtılmış olan ve 300 sayfayı aşan bu rapor, oybirliğiyle çıkmış olan bir rapordur. Dolayısıyla, burada dile getireceğimiz hususlar, hangi partiden olursak olalım, hepimizin belli ölçülerde iştirak ettiği, kabullendiği görüşleri ifade etmektedir.

Buradan ifade etmek isterim ki, bu 300 sayfayı aşan rapor, gerçekten, önemli bilgileri içermektedir. Bu bilgilerin, en evvel, Kızılayın bugünkü yöneticileri ve bundan sonra görev alacaklar tarafından iyice okunmuş olması lazım gelir. Umumiyetle, bu neviden işler olduğunda, üzerine titrediğimiz kişiler ya da kurumlarla ilgili bir tenkit söz konusu olduğunda bir atasözümüz var;  aman, kol kırılır, yen içinde kalır, bunu, çok dışarıya söylemeyelim... Esas olan, kolun kırılmamasıdır; kol kırıldıktan sonra, nerede kalıp kalmayacağının o kadar önemi gözükmüyor.

Kızılay gibi bir millî kuruluşun, görev yaparken, işlemlerini yaparken, faaliyetlerini sürdürürken, evvela kendi sorumluluklarını idrak etmiş olması lazım gelir; çünkü, bu müesseseler, güven üzerine yaşar. Bir defa, vatandaşın, bu kurumlara, bu neviden hayrî kuruluşlara güveni sarsıldı mı, onu, bir defa, tekrar eski haline getirmek veya güvenilir kuruluşlar haline getirmek fevkalade zor olur. Nitekim, maalesef, bu araştırmalar, bu soruşturmalar, bu iç denetim mekanizmaları, zamanında, iyi çalışmadığı için, bugün, Kızılay Derneği, ciddî bir güven kaybına uğramıştır. Mevcut yönetimin de birkaç gün evvel açıklaması var "geçtiğimiz senelerde temin edebildiğimiz kan miktarının çok altında kan temin ediyoruz" diyor. İnanıyorum ki, öyle gözüküyor ki, gelirlerinde de önemli ölçüde azalmalar meydana gelmiştir.

Kapsamlı bir çalışma yaptık. Kızılayın, bu süre içerisinde, bütün faaliyetleri, işyerleri, işletmeleri ve olabildiğince de şubeleri arkadaşlarımız tarafından incelendi. Ayrıca, yine, Kızılaya ışık tutmak için, bu konuya ilgi duyanlar bakımından, benzeri kuruluşlar nasıl çalışıyor, yapıları nedir, faaliyet alanları nelerdir şeklinde bir mukayese imkânı vermek bakımından, Amerika'dan, Japonya'dan, Malezya'dan, Tunus'tan, Almanya, İsviçre'ye varıncaya kadar sekiz yabancı ülkenin Kızılhaç teşkilatlarının bünyeleri de, mukayese unsuru olması bakımından bu rapora derç edildi. Dolayısıyla, bundan sonra, Kızılayın faaliyetleri nasıl olması lazım gelir tarzında bir düşünce üretmek isteyenler varsa, Kızılayın faaliyetlerini mukayeseli bir şekilde değerlendirme arzusunu duyanlar varsa, bu rapor, bu manada önemli bir kaynak teşkil edecektir.

Şimdi, bu önergeyi iyi ki vermişiz -yaptığımız çalışmaların sonucunda benim geldiğim kanaat odur- hatta, geç bile kalınmıştır. Keşke, bir başka vesileyle, 17 Ağustos depreminden evvel Kızılayın faaliyetleri incelenebilseydi, belki, 17 Ağustos sonrası, Kızılayın hizmet kusurundan doğan birtakım sıkıntılarını bu ülke yaşamamış olurdu, bu felakete duçar olanlar Kızılaydan daha iyi bir hizmet alma imkânını bulmuş olurdu.

Şimdi, Kızılay, belli ki -bu, araştırmalarımızın sonucunda da orta yere çıktı- hizmet kusuruyla malul olan bir kuruluştur. Afetlere karşı, maalesef, tüzüğünde, kendi görev alanları içerisinde böylesine bir alan söz konusu olmasına rağmen, Kızılayın, çok küçük çapta afetlere, sel felaketi, deprem gibi küçük çapta felaketlere karşı ancak tedbirleri var; belli bir çapın üzerindeki felaketlerle ilgili olarak bir planlamasının olmadığı, teşkilatının buna müsait olmadığı, stoklarının bu manada, bu neviden felaketleri karşılayacak bir yapıda olmadığı anlaşılıyor. Tabiî, bu hizmet kusurunun en başlıca sebebi teşkilat yapısından kaynaklanıyor. Bugünkü Kızılay teşkilatı, merkez yönetimiyle ve şube teşkilatlarıyla ve bunların birbirleriyle irtibatları olarak, hantal ve merkeziyetçi bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla, merkeziyetçi bir yapının doğurabileceği bütün sakıncalar, bütün sorunlar Kızılay Derneği tarafından yaşanmaktadır; bu da, hizmete aksetmektedir.

İkincisi, Kızılay teşkilatı merkeziyetçi bir yapıyla çalıştığı için, bunun tabiî sonucu olarak, bürokratik bir tarzda çalışmaktadır, karar alma imkânları fevkalade zordur; bir işlem, anında bitirilmesi gerekirken, mahallinde bitirilmesi gerekirken, en ufak bir şeyin alımına varıncaya kadar, merkez yöneticilerinin imzasına, kararına, onların toplanmasına bağlı kalmaktadır.

Üçüncüsü, yine, bu raporda da ifade edildiği gibi -ifade yalnız bana ait değil, rapordaki ifadedir- buradaki teşkilat yapısı ve yönetim yapısı, bir ahbap–çavuş ilişkisine göre düzenlenmiştir. Aslında, milletin kuruluşu olan Kızılayın millete açık olması lazım gelirken, bir politbüro üyesi düzeni içerisinde çalışabilmektedir. Yani, bir başka ülkenin vatandaşlığına girmek, Kızılaya üye olmaktan çok daha kolaydır. Şimdi, görünürde hiçbir engel yok gibi gözüküyor; ama, geriye dönüp baktığınızda, hep aynı üye yapısı; yönetim kurullarında görev alanlara baktığınızda, değişen hiçbir şey yok, öndekiler arkaya, arkadakiler öne geçiyor; yeni bir değişiklik varmış gibi gözükse de, hep aynı zihniyet, hep aynı arkadaş topluluğu, hep aynı siyasî düşünceyi paylaşan insanların bir araya gelerek yönetmeye çalıştığı bir gönüllü kuruluş olarak gözüküyor. Burada, bir kapalı üyelik söz konusudur. Yapılması gereken iş, milletin kuruluşuysa, millete açılmalıdır, insanlarımız buraya üye olabilmelidir; çünkü, bu ülkede yaşayıp da Kızılaya maddî-manevî katkısı olmayan hiçbir vatandaş yoktur. Hepiniz hatırlayın, hepimiz hatırlayalım, herkes, ya kan vermiştir ya da okul sıralarımızda çocuklarımızın eline tutuşturulan sarı zarfın içerisine mutlaka bir şeyler koymuştur. Bir şeye para veriyorsanız, onun hesabını da sormak durumundasınız.

Şimdi geldiğimiz noktada, Kızılaydan bugüne kadar hiçbir şekilde hesap sorulamamıştır, sorulmamıştır, sorulmadığı için de, şimdi, bu Araştırma Komisyonu raporu sonucunda ortaya çıkan noksanlıkların hepsi, ancak, böyle bir deprem vesilesiyle gündeme gelebilmiştir. Şimdi, teşkilat yapısında böylesine hantallık, böylesine bürokratik, böylesine millete kapalı bir yapı söz konusu olunca, tabiî, bunun sonucu olarak, bu kuruluşun yöneticilerinin yaptığı işlemlerde de binbir türlü sıkıntı vardır.

Tabiatıyla, biz, Araştırma Komisyonu olduğumuz için, meseleyi bir soruşturma safhasına getirmedik; ancak, bugün, buradan ifade etmek isterim ki, bu raporu, evvela Başbakanlığın, Maliye Bakanlığının, İçişleri Bakanlığının, Sağlık Bakanlığının çok ciddî şekilde incelemesi lazım; belki de bunlardan çok daha önemlisi, her zaman himayelerinde faaliyetlerini sürdürdüğü Sayın Cumhurbaşkanının, onun talimatıyla Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulununun, bu raporu çok ciddî şekilde incelemesi lazım. Bu incelemeler yapılmadan Kızılaya itibar kazandırmada, bugün olduğundan daha ileri bir noktaya getirmekte ciddî sakıncalar, ciddî zorluklar olacaktır.

Personel rejimine baktığımızda, bugün, Kızılayda şu veya bu statüde iki grup personel çalışmakta, yaklaşık 2 000'e yakın personel de bu kurumdan maaş almaktadır. Yani, bir manada, Kızılay, sosyal bir KİT konumundadır. Geçerli bir kadro yönetmeliği yoktur; kimin ne yapacağı, görev alanı doğru dürüst belirlenebilmiş değildir. Her türlü keyfî alım yapılmaktadır; işine geldiği adamı bu kurumda görevlendirmesi mümkündür. Gazete ilanlarına bakınız, özel sektör bile, herhangi bir şirket bile, kendi kurumuna, kendi şirketine adam alırken imtihan açıyor; şu üniversite, bu üniversite, yabancı dil bilen, bilmeyen; neyse, hangi özellikleri istiyorsa... Özel sektör, öyle, kartvizitle falan işe adam almıyor, mutlaka imtihan açıyor, en iyisini, en kalitelisini almaya gayret ediyor; ama, bugün, gelin görün ki, Kızılayda, sınav sistemi diye bir şey yoktur, kim o kurumda etkiliyse, kim o kurumun organlarında görev alıyorsa -zaten onun da kapalı olduğunu söyledik- sınavsız, istenilen kişi alınmaktadır. Mesela, siz, gidip müracaat ettiğinizde "kadro yok" deniliyor, ertesi gün bir başkası gittiğinde yine "kadro yok" deniliyor; ama, orada görev alanların yakınları söz konusu olduğunda, kadro, nasılsa, bulunabiliyor ve hiç kimseye de hesap verilmeksizin orası işsize iş bulma yeri olarak bir istihdam alanı haline getirilmiş oluyor. Tabiatıyla, sınav yok, doğru dürüst sınav yönetmeliği yok, kimin ne görev yapacağı belli değil, sadece maaş almak için insanları oraya getirip doldurduğunuzda, bir afet söz konusu olduğunda da çuvallayıp kalıveriyor; çünkü, bu şekilde personel istihdam edildiğinde planlama yapmanız da mümkün değil.

Onun için, bu vesileyle şunu ifade etmek istiyorum: Eğer hükümet, bundan sonra kamuda görev alacakları merkezî sınav sistemiyle belirleyecekse ve bu imtihan sonuçlarına göre alacaksa, Kızılay gibi kamu yararına çalışan bir dernek, elemanlarını, şundan bundan getirilen kartvizite göre değil, orada görev alan yönetim kurulunun hısım ve akrabalarına göre değil, Devlet Personel Başkanlığının yaptığı imtihana göre, hangi nitelikte adam istiyorsa onu mutlaka Devlet Personel Başkanlığına bildirerek, oradan gelecek kişileri  istihdam etmelidir. Aksi halde, Türkiye Kızılay Derneği, herkesin katkı sağladığı, destek verdiği bir kuruluş, sadece belli görüşleri taşıyan insanların bir özel çiftliği haline gelir, bir özel arpalığı haline gelir.

Burada çalışan personelin bir kısmı emekli olmuş, ufak tefek gelire, şuna buna ihtiyacı olan birkısım insanlar buralarda boş vakit geçirsin diye, bir kısmı da gelmiş buralarda görev yapıyor görünümündedir. Onun için de, böylesine kalifiye olmayan, hizmete göre adam alınmayan insanlardan müteşekkil bir personel yapısıyla, zaten, Kızılayın daha iyi bir hizmet vermesi mümkün değildi.

Üzerinde durulması gereken hususlardan bir tanesi, mademki personelle alakalıdır, buradaki harcırah sistemi üzerinde de ciddiyetle durulması gerekecektir. Bazı konularda devlet harcırah sistemine itibar etmiş, onu ölçü almış; ama, onun dışında yurtdışı görevlerde avans verilmesi söz konusu olmuş, verilen avansın belgelenmesi filan bazı noktalarda söz konusu olmaksızın, kime ne avans verildiyse, o, tümüyle harcanmış gözüyor; halbuki, adı üzerinde, avanstır, harcanan harcanacaktır, bir belgeye bağlanacaktır; harcanmayan da gelip kuruma iade edilecektir. Bunun böyle olmadığı da bu araştırmalarda orta yere çıkmıştır.

Şimdi, bu araştırmalar sonucunda üzerinde durmamız gereken hususlardan bir tanesi de Kızılay Derneğinin denetimidir. Maalesef, üzülerek ifade etmeliyim ki, Kızılay Derneği, bunca imkânlara, trilyonlara baliğ olan servete sahip olmasına, mal varlığına sahip olmasına rağmen, doğru dürüst denetlenmeyen tek kuruluş denilebilir.

Şimdi, bunun, iki türlü denetimi var: Bunlardan bir tanesi, genel kurulda seçilen denetçilerdir. Bu denetçilerin nasıl denetleme yaptığını değişik derneklerden de hep biliriz. Alelusul, ayaküstü bir şey yaparlar "yapılan çalışmalarda, usule, kanuna aykırı bir şey görülmemiştir" denilir, zaten iki paragraflık, üç paragraflık bir denetleme raporudur.

İkincisi: Kızılayın bünyesinde bulunan teftiş kuruludur. Şimdi, kabul etmek lazım ki, bu teftiş kurulunun, kendisine emir veren, kendisine görev veren, kendisini göreve alan bir kurulun faaliyetlerini, işlemlerini denetlemesini beklemek zaten doğru değildir. Onun için de Kızılay Derneği, bugüne kadar, kendi kurum bünyesinden doğru dürüst bir teftiş görmemiştir. Komisyon raporunda ifade edildiği şekliyle, âdeta, işi kapatmaya yönelik raporlar gündeme gelmiştir.

Kurumdışı denetleme görevinde olanlar ise -yine raporda ifade edildiği gibi- ya bunları hiç denetlememiş ya da suya tirit, el görsün kabilinden bir rapor hazırlayıp geçmişlerdir. Şimdi, bunların başında İçişleri Bakanlığı geliyor. Kızılay, dernek statüsünde olduğu için İçişleri Bakanlığının denetim yapması lazım; usulen yapılmış denetimler var. Maliye Bakanlığının denetim yapması lazım; on yılda bir yapılıyor; 1990 yılından bu tarafa -Kızılayın bunca işletmesi var, bunca paralı işleri dönüyor- on yıldan beri Maliye Bakanlığı da görevini yapmamıştır, görevini, asgarîden, ihmal etmiştir; on yıldan beri Maliye denetimi de yapılmamıştır.

Şimdi, Anayasanın 108 inci maddesine göre, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulunun yetki alanı içerisindedir, mutlaka denetlemesi lazım. Kızılayın faaliyetleri, mutlaka, Cumhurbaşkanının himayelerinde yapıldığına göre, Devlet Denetleme Kurulu, kendi himayesini eksik etmediği bu kurumda, ne oluyor, ne gidiyor, ilgi göstermesi lazım gelirken, 1983 yılından bu tarafa, Devlet Denetleme Kurulu da buraya herhangi bir şekilde bir nezaret etmemiş, bir el atmamıştır.

Şimdi, bu görüşme yapıldıktan sonra, ben şahsen  -Sayın Komisyon Başkanı arkadaşımız ve üyeler de uygun görürse-  Sayın Cumhurbaşkanına, Devlet Denetleme Kurulunun  -1983, aradan onyedi sene geçmiş-  lütfedip, bu kuruluşun çalışmalarını bir incelemeden geçirmesinde fayda gördüğümüzü arz etmek üzere yazılı müracaatta bulunmayı da düşünüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çiçek, 20 dakikalık süreniz tamamlandı; lütfen tamamlayın efendim.

Buyurun.

CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Yine, Kızılayın faaliyetleriyle ilgili olarak, yaptığımız çalışmalarda, üzerinde durmamız gereken hususların başında ihale işlemleri geliyor. Son beş yıl içerisinde, Kızılayda, davet usulüyle, pazarlık usulüyle ve emanet usulüyle 1 417 ihale yapılmıştır. Şimdi, hangi işlemler, hangi miktara baliğ olanlar davet usulüyle yapılacak, hangileri pazarlık usulüyle yapılacak, hangileri de emanet usulüyle yapılacak; buna, Kızılay merkez yönetimi karar verdiği için, işine geldiği noktadan rakamları belirlemiş, onun altında kalanları, mesela, açık artırmaya çıkması gereken bir işi, rakamı küçültmek suretiyle davet usulüyle yapmıştır. Bu davetin de yazılı olması gerekmediği için, ihale yapanların insafına, piyasa araştırmasına, bu noktadaki vicdanî kanaatine kalmıştır. Onun içindir ki, kamuoyuna yansıyan pek çok sıkıntı orta yere çıkmıştır. Burada şirket isimlerinden bahsetmek istemiyorum; ancak, bu konunun çok ciddî şekilde araştırılması lazım geldiği kanaatini taşıyoruz. Bu 1 417 ihale iyi araştırıldığında, görülecektir ki -ister davet usulüyle yapılsın ister pazarlık ister emanet usulüyle-  bir elin beş parmağını geçmeyen 5, 8, 10 tane firma bu 1 417 ihaleyi almıştır. Hatta, 2-3 tane firma gözükür gibi olmasına rağmen, 2 firmanın kurucularının, şirket ortaklarının birbiriyle, aile bağlarının, sıhriyet bağlarının olduğu tespit edildiği gibi, ayrıca, Kızılayın alım satım bölümünde çalışan bir kişinin de, bu bahsettiğim firmalarla akrabalık bağının olduğu ortaya yere çıkmıştır.

Öbür türlü ihalelerde, inşaat ihalelerinde ise, bakınız, şimdi, devletin diğer bölümlerinde de ihale yapılıyor. Bugüne kadar yapılan ihalelerden biri hariç -rapordaki ifadeyi ifade ediyorum- yüzde 20 tenzilatla gitmesi gereken iş, yüzde 5'le, azamî yüzde 10'la gitmiştir; çünkü, buradaki firma sayısı da bellidir. Onun için, bir taraftan, şu hizmet niye yapılmıyor, bu hizmet niye yapılmıyor denildiğinde, Kızılay "kaynağımız yetmiyor" derken, öbür tarafta, kaynakların neden yetmediği, bu ihalelerin hangi şekilde yapıldığı da, bu birkaç örnekle orta yere çıkmış oluyor.

BAŞKAN – Sayın Çiçek, lütfen, tamamlar mısınız.

CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Hemen bitiriyorum.

Onun için, söylemek istediğim şey şu: Bu 20 dakika içerisinde... Kızılayın, yeni baştan, devletin ilgili organları tarafından, faaliyet alanlarının yeniden belirlenmesi, bu faaliyetlerinin bir soruşturma anlayışı içerisinde -bizimki gibi araştırma değil- yeni baştan gözden geçirilmesi lazım. Bu araştırmaların, bu soruşturmaların gecikmemesinde fayda var; çünkü, beş yıllık zamanaşımı süresi bazı işlemler bakımından dolabilir, bir süre sonra işin aslına vukufiyet peyda edildiğinde de beş yıllık zamanaşımı süresi dolmuş olur.

Ayrıca, Kızılayın görev alanlarının da yeniden belirlenmesi lazım. Bazı konularda dublikasyon var; devletin belli organlarının yaptığı işi Kızılay da yapıyor; bunlardan vazgeçilmesi lazım. Kızılayın, bundan sonra ne yapması gerekiyorsa, ne etmesi gerekiyorsa, hem teşkilat yapısı hem personel yapısı hem de arz etmeye çalıştığım hususlar açısından, yeni baştan bir gözden geçirilmesinde, geleceğimiz açısından, bu millî kurumumuzun itibarı açısından fayda olacağı kanaatiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (FP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorun Sayın Çiçek.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Erdoğan Sezgin; buyurun efendim.

DYP GRUBU ADINA ERDOĞAN SEZGİN (Samsun) – Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun çok saygıdeğer üyeleri; Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına hepinize saygılar sunuyorum.

17 Ağustos 1999 tarihinde Marmara Bölgesinde, özellikle, Adapazarı, İzmit, Gölcük ve Yalova'da meydana gelen, asrın depremi denilen felaket, bölgede çok büyük mal kaybına sebebiyet vermiş, bölgenin ticarî hayatı tamamen noktalanmıştır; dilerim, can kaybı da, resmen açıklandığı rakam kadar olsun.

Bu deprem sonrası, Türkiye her şeyi yargılamaya başlamıştır. Bakan, devlet mekanizmasını yargılıyor; hâkim, adalet mekanizmasını yargılıyor; çare mevkiinde olan, devlet otoritesini kullanan kişiler bir şeyleri yargılıyorlar. Peki, bu bir özeleştiri mi; hayır. Esasında, Türkiye, üzerine dar gelen elbiseyi yargılıyor.

Bütün kurum ve kurallarıyla Türkiye değişimi bekliyor ve değişime gebe; karşımızda büyük bir Türkiye. İşte, tam bu sırada, Türkiyenin, Türkiye Kızılay Derneğinin de masaya yatırılması kadar doğal bir şey olamazdı.

Sayın Nazif Okumuş ile Cemil Çiçek ve arkadaşları tarafından verilen bu araştırma önergesi, esasında, çok şeyi de açıklığa kavuşturmuştur. Ben, bu önergeyi veren bu değerli arkadaşlara ve gruplarına çok şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca, çok hassas incelemelerde bulunmuş olmalarından dolayı, üyelere ve Komisyon Başkanı Sayın Nazif Okumuş Beye teşekkürlerimi sunuyorum.

Bu araştırma önergesi, muhakkak, Meclise, basının etkisinde kalınarak verilmiştir. Rapor, Yüce Heyetinize sevk edilmiştir. Raporda -ilginç diye arz ediyorum- tabiî ve genel afetler konusunda Kızılayın yardımcı bir kuruluş olduğu açıklığa kavuşmuştur. Raporun detaylarına girmek istemiyorum.

7269 sayılı Umumî Hayata Müessir Afetler Yasası, 7126 sayılı Sivil Savunma Kanununa göre Bayındırlık Bakanlığına bağlı Afet İşleri Genel Müdürlüğü, keza, İçişleri Bakanlığına bağlı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Başbakanlık Kriz Merkezi, tabiî afetler organizasyonu konusunda, acil yardım dahil olmak üzere, birinci derecede yasal olarak sorumludur.

Komisyon çalışmalarında, böyle bir afette Kızılayın neden yetersiz kaldığı çok araştırıldı. Bu araştırma neticesi şunu da ortaya koydu: Kızılayın muhtemel afetlerde hedefini, erzak tedarikini, stok miktarını, hedefleri Kızılaya gösterecek kurum ve kuruluşlar, Bayındırlık Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü, keza, İçişleri Bakanlığına bağlı Sivil Savunma Genel Müdürlüğüdür; çünkü, bu konularda yasal olarak görev bunlara verilmiş; Kızılaya da hedef gösterme... Stok yapma ve miktar itibariyle de bütün Kızılayın hedefini gösterecek yine devlettir. Kızılay, tabiî afetlerde yardımcı bir kuruluştur; tabiî afetlerde organizasyon ve Kızılayın hedefleri konusunda, belirleyici, yönlendirici ve devlete bağlı bu kurumlar yetkili ve sorumludur. Dolayısıyla, tabiî afetler konusunda organizatör, yönlendirici ve hedef gösterici durumda olan Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Sivil Savunma Genel Müdürlüğüdür.

Başbakanlığın sorumlu olduğu afet işlerine ilişkin hukukî altyapısını teşkil eden bu yasalara ilaveten, 583 sayılı Kanun Kuvvetinde Kararnameyle, ülkemizde afetlere ilişkin hukukî altyapının bu şekilde teşekkül ettiği, mülkî idare eksenli bir müdahale sisteminin kurulduğu açıkça belirlenmiştir.

Şimdi sormak istiyorum: Her şeyin sorgulandığı bir dönemde, Afet İşleri Genel Müdürlüğünün ve Sivil Savunma Genel Müdürlüğünün 17 Ağustos depreminden önce yapmış olduğu bir afet planlaması var mıdır? Bunları, aidiyetleri itibariyle, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına ve İçişleri Bakanlığına soruyorum. Keza, bu cümleden olarak, Türkiye Kızılay Derneğine, genel afet planlaması konusunda bir hedef, bir sayı, bir organizasyon, bir yol göstermişler midir? Devletin bu kurumlarını çalıştıran ve çalıştıracak durumda olan icra organı, elbette ki, hükümettir. Peki, hükümet bunları yapmış mıdır? Hep kurumları eleştirir dururuz. Devletin kurumlarını çalıştıran hükümettir.

Depremi müteakip, Genel Kurulda, bu çatı altında, hükümetin çok kez dikkatini çektik. Ölenlere rahmet diliyoruz; ancak, yapılan icraat, Körfezde yaşayan vatandaşlarımıza çile çektirmektedir. Bölgede yaşayan vatandaşlarımız, çadırlara ve prefabrike konutlara âdeta mahkûm edilmiş, Kızılayın aşevlerinde, bir seneyi aşkın, kuyruklarda perişan edilmişlerdir. Bu insanlar, hâlâ, ekonomiden kopartılmışlardır. Ticarî hayat, birkaç ekmek fabrikası dışında, sıfır noktasında devam etmektedir.

17 Ağustos depreminden hemen sonra, bölgede konuta elverişli arazilerin etütleri yapılarak, arsa tahsisi, arsanın üzerine ev yapılabilmesi için kırsal kesimlerde 3-4 milyar, şehir merkezlerinde 6-7 milyar para verilmiş olsaydı, bölgede ne bu kadar konut sıkıntısı çekilir ve ne de ticaret ve ekonomik hayat sıfır noktasında dolaşırdı. Kaldı ki, bu insanlar, sırf evlerini ve canlarını değil, eşyalarını da kaybetmişlerdir.

Ne yazık ki, bu insanlar, bir yıla yakın süreden beri, üretimden kopartılmış, iki sefertası yemeğine, yemek kuyruğunda bekletilmişlerdir. Bu para yardımının bilançosu 1,5 katrilyon civarındaydı. Bu para da yardım olarak hükümetin kasasına girmişti; bunu yapmadınız.

Deprem bölgesinde yaşayan vatandaşlarımıza, bunun ötesinde, tarım kesiminde de ciddî bir şey getirmediniz; şekerpancarını tarlada çürüttünüz, üretilen mahsullerin parasını zamanında ödemediniz. Şimdi, tutturdunuz “tüm bu sorunların mesulü Kızılay” diyorsunuz.

Kızılayın kuvayı milliyesini kırmayın, Kızılayı bir devlet kurumu haline getirmeyin. Eğer, böyle olması gerekiyor diye düşünüyorsanız, Türkiye’de o kadar bakanlık var; onların bir genel müdürlüğü haline şu ana kadar getirilebilirdi.

Kızılayın depremde yaptığı yardımları da küçümsemeyin. 89 000 adet çadır, 247 000 adet battaniye, 55 000 adet uyku tulumu, 97 000 adet katalitik soba yardımı yapmış. Az önce “altı aydır milleti yemek kuyruklarında beklettiniz” dedim. 31 160 331 kişiye yemek verilmiştir, bu yemeklerin yüzde 86’sı Kızılayca karşılanmıştır.

Değerli üyeler, bütün kurum ve kuruluşlarda olduğu gibi, Kızılay Derneğinde de yapısal bozukluklar saptanmıştır. Yeniden yapılanma için hedefleri gösterilmiştir. Bu hedeflerin ışığı altında Bakanlar Kuruluna bir görev düşmektedir; bu raporun ışığı altında, Türkiye Kızılay Derneği tüzüğünü yapsın, yeniden yapılanma işi halledilsin.

Geçenlerde getirmiş olduğunuz bir kanunla, Kızılayı da, her an için devlet KİT'i yapma yetkisi alınmıştı; ama, tekrar ediyorum, dikkatinizi çekmek istiyorum: Kızılay, gönül işidir, azim işidir. Bu işte çalışanların birer fahri gönüllü olduklarını unutmayınız. Gerçek Kızılaycıların cesaretini kırmadan, yeniden yapılanmasının sağlanmasına yardımcı olunuz. Sakın ola ki, sivil toplum kişiliğini zedeleyecek bir tasarrufta bulunmayınız.

Kızılayın faaliyet alanının daraltılmasıyla ilgili olarak raporda çok ciddî tespitler vardır. Eğer, Kızılayın faaliyet alanını raporda belirlendiği gibi daraltabilirsek, Kızılay, gösterilen, çizilen hedeflere çok daha rahat ulaşacak -Allah bir daha afet vermesin- afetlerde daha iyi, daha güzel hizmet verecektir.

Türkiye Kızılay Derneğinin reorganizasyonu, mutlaka sağlanmalıdır. Kızılay Derneğinde gördüğüm o ki, bu soruşturma, bu araştırma çok hayırlı olmuştur; onlarda, raporda belirtilen konularda, kendi refleksleriyle iyileşme başlamıştır bile.

Bu itibarla tekrar ifade ediyorum: Kızılaycılık bir gönül işidir, meccani bir iştir -parasız bir iştir- bir sivil toplum örgütüdür. Devlet, Kızılayın amacını, uluslararası faaliyet alanlarını -Kızılhaç ile ilişkileri olmasaydı- bir bakanlığa bağlar, bir genel müdürlük haline getirebilirdi.

Yüce Parlamentonun ve hükümetin tekrar dikkatini çekmek istiyorum: Kızılayın sivil toplum özelliğini bozmayın, Kızılaycıların kuvayı milliyesini bozmayın.

Bu vesileyle, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Kocaeli Milletvekili Sayın Cumali Durmuş; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika efendim.

MHP GRUBU ADINA CUMALİ DURMUŞ (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Kızılay Derneğinin sorunları ile faaliyetlerinin araştırılarak, gelir kaynaklarının daha etkin kullanılması için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun raporuyla ilgili olarak, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmam, sadece, araştırma komisyonuna konu olan Kızılayla ilgili olacaktır; farklı şeylerde, farklı adreslere gönderme yapmak niyetinde değilim. Her yerden bir şey yapalım anlayışı, işlerin doğru dürüst bitmesini engellemiştir. Tabiî, biz de, burada, siyaset adına bir şeyler söyleyebiliriz.

Milletin, 17 Ağustos depremiyle uğradığı büyük felaketin ardından, mağduriyetlerini gidermek için, devlet olmanın gereğini yerine getiren Sayın Bayındırlık ve İskân Bakanına; yani, prefabrikeleri yapmakla suçlanan Sayın Bakana da, yapması gerekeni yaptığı için, ben, burada teşekkür ediyorum. Yoksa, o kış kıyamette, vatandaşı çadırlarda sıkıntıya düşürmenin, hiç de Türk Devletinin geleneği olmadığını Yüce Meclisin değerli üyeleri bilmelidir. Onun için, bu suçlamanın her fırsatta dile getirilmesinden, o bölgede yaşayan, o bölgenin bir milletvekili olarak rahatsızlığımı ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çankırı depremi dolayısıyla ülkemizin deprem kuşağında bulunduğunu ve her an afete hazırlıklı olmamız gerektiğini bir kez daha açıkça görmüş bulunmaktayız.

Devlet olarak Çankırı depreminde çok iyi organize olduk. Kızılay da Çankırı'da üzerine düşen sorumluluğu zamanında ve etkin bir biçimde yerine getirdi; ancak, mevzii afetlerde gösterilen başarı bizi aldatmamalıdır. Önemli olan, 17 Ağustos benzeri büyük afetlerde yine aynı başarının yakalanıp yakalanmayacağı hususudur. Benim de üyesi olduğum Meclis araştırması komisyonu, çalışmalarını bu konunun aydınlatılmasına teksif etmiştir.

Çalışmalarımızda ortaya çıkan sonuç, Kızılayın 17 Ağustos depreminde başarısız olduğu yönündedir. Nitekim, Kızılay yöneticileri de bu depremden dersini almış gözükmekle birlikte bu görüntünün aldatıcı olup olmadığı konusunda kuşkularımız bulunmaktadır.

Şöyle ki:

Örgütsel yapıyı şu dört kriter açısından değerlendirmek gerekmektedir:

1. Teşkilatın iyi planlanıp planlanmadığı,

2. Görev tanımlarının netliği,

3. Seçilen görevlilerin niteliği,

4. Teşkilatın denetimi.

Sayın milletvekilleri, Kızılay teşkilatını, bu ölçüleri baz alarak değerlendiren çalışma, rapor halinde, oldukça kapsamlı olarak Yüce Heyetinize takdim edilmiştir.

Rapor sonuçlarına göre, durum, hiç de iç açıcı görülmemektedir. Benim, üzerinde özellikle durmak istediğim husus, Kızılay personelinin işe alınmasında uygulanan usul olacaktır. Bu noktada, 17 Ağustos depremini milat olarak kabul edecek olursak, bu tarihin öncesinde, Kızılay yönetiminin, tamamen ahbap-çavuş ilişkisi içinde eleman temin ettiğine şahit olacağız. Nitekim, raporda, bu husus belgeleriyle açık biçimde ortaya konulmuştur.

Biraz önce de ifade ettiğim gibi, Kızılay yönetiminin samimiyeti, hatalarını kabul ve vazgeçmekte aranmalıdır. Üzülerek söylemeliyim ki, ne komisyon çalışmaları sırasında ne de sonrasında, açık tavsiyelere rağmen, bu kirli ilişkilerden vazgeçilmiş değildir. Kızılay yönetiminin baş temsilcisi Kızılay Genel Başkanı bile özel muayenehanesinde çalıştırdığı sekreterini, muayenehanesini kapatınca Kızılayda göreve başlatmakta beis görmemiştir. Yeni yönetimin, işine son verdiği yüzlerce kişinin yerine aldığı görevlilerin tamamında, yine, o bildik eş dost kayırmacılığı yöntemini benimsediğini maatteessüf ifade etmeliyim.

Değerli milletvekilleri, burada hükümetimize de bir çağrıda bulunmak istiyorum. Komisyon raporunda önerildiği üzere, Kızılaya eleman alımının devlet memurluğu sınavına entegre edilmesi hususunun süratle yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu sağlanamadığı müddetçe, yüzbinlerce dolar ödenerek hazırlatılan Kızılayın Yeniden Yapılanması Projesinin başarılı olması mümkün olmayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; huzurunuzda bir başka yaraya daha parmak basmak istiyorum. Afete müdahale sürecinde, muhtemel durumlar karşısında, Kızılaya hareket serbestisi kazandıracak pratik çözüm yolları suiistimal edilerek kullanılmış; Kızılay, çok ciddî maddî kayıplarla karşı karşıya bırakılmıştır.

Halen yargı önünde görülen bir dava olması nedeniyle, üzerinde daha fazla konuşmayı uygun bulmamakla birlikte, işin aciliyeti varmış gibi gösterilerek çadır bezlerinin bir önceki alıma göre yüzde 400 daha pahalı alındığını da belirtmeden geçemeyeceğim.

Muhterem milletvekilleri, bir başka çarpıcı örneği de dikkatlerinize sunmak istiyorum. İncelemelerimiz sırasında, 1995 ve 1999 yılları arasındaki beş yıllık dönemde, Kızılayın tıbbî malzeme alımlarının -raporlarımızda da açıkça ifade edildiği için, burada şirket isimlerini söylemekten imtina etmiyorum- Çağan ve Formed Medikal isimli firmalardan gerçekleştirildiği tespit edilmiş. Bu ihalelerin tamamı, ilan yapılmadan, telefonla birkaç firmanın aranarak, teklif istendiği ihalelerdir. Nitekim, bu iki firmaya, anılan 5 yılda, 117 tıbbî malzeme ihalesinin 105'i kazandırılmıştır.

Komisyonumuz konu üzerinde derinlemesine araştırma yapınca vahim bir durumla da karşılaşmıştır. Ne acıdır ki, her iki firmanın ortaklarının da aynı isimlerden oluştuğu ve aynı adresi, aynı telefonu kullandıkları tespit edilmiştir. İşi daha ilginç kılan kısmı ise, bu ihaleleri gerçekleştiren Kızılay Alım Satım Müdürlüğünde çalışan bir görevlinin, şirket ortaklarından birinin eşi olmasıdır. Suiistimale kaçan bütün bu keyfîlikler, maalesef, komisyon çalışmalarına kadar sürüp gitmiş, konunun tespitini müteakip, müteaddit defalar yapılan uyarılar üzerine gerekli tedbirlerin alınabilmesi sağlanabilmiştir; ancak, bu yeterli değildir. İleride, benzer gayri ahlakî uygulamaların olmayacağının garantisini kimse veremeyecektir.

57 nci cumhuriyet hükümetinin programında yer alan ve bu hükümetin ortaklarından biri olan Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun büyük hassasiyetle takip ettiği yolsuzluklarla mücadele anlayışını ülke sathında egemen kılmak, Kızılayda alınan tedbirlerin devamını sağlamak üzere, raporda ayrıntılarıyla belirtilen önerilerin ivedilikle hayata geçirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.

Netice itibariyle, Kızılayın, öncelikle, rehabilite edilmesi gereken temel problemleri, seçimle oluşturulan teşkilat yapısı ile üyelik sistemi, personelin işe alınış yöntemi, alım satım ve ihale usulleri, gönüllülerin eğitimi konu başlıkları halinde toplanabilir. Ayrıntıları da, komisyon raporlarımızda mevcuttur. Bunları bir bütün halinde değerlendirdiğimiz zaman, ancak gerçek anlamda milletin gönlünde taht kurmuş Kızılayı oluşturabileceğimize inanıyorum.

Sayın milletvekilleri, bütün bunlar rağmen, Kızılay, bizim Kızılayımızdır, bu necip milletin gözbebeğidir, karagün dostudur. Bu nedenle, milletin her ferdine, gönlünde yatan Kızılayı oluşturmak için görev düşmektedir. Tabiri caizse, Kızılaydan başka Kızılayımız olmadığına göre, millet olarak desteğimizi hiç eksiltmeden devam ettirmek zorundayız. Bununla beraber, milletin istinatgâhı olan Yüce Meclisin gözü de, daima, Kızılayın üzerinde olacaktır. Zira, bir daha bu çirkin tabloları görmeye ne milletin ne de Yüce Meclisin takatı kalmamıştır. Umuyorum ki, bir yandan hükümetimiz icap eden tedbirleri alacak, öte yandan milletvekillerimiz de iyileştirmelerin yakından takipçisi olacaktır.

Uluslararası benzerlerinden daha etkili, bölgesinde ve dünyanın her yerinde ihtiyaç sahibinin yanında olacak bir Kızılay dileğiyle, Milliyetçi Hareket Partisi Grubum adına ve şahsım adına hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Durmuş.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Osman Kılıç; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA OSMAN KILIÇ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Kızılay Derneği hakkında kurulan (10/73,74) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu hakkında, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sizleri saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, öncelikle Kızılayın yapısı ve görevlerine değinmek istiyorum.

Kızılay Derneği, tüzelkişiliğe sahip, özel hukuk hükümlerine tabi bir kurumdur. Uluslararası Kızılay, Kızılhaç kuruluşlarının temel ilkeleri olan insaniyetçilik, ayırım gözetmemek, tarafsızlık, bağımsızlık, hayır kurumu niteliği, birlik ve evrensellik ilkeleri, Kızılayın faaliyetlerinin hedefleridir. Kızılayın seçilmiş tüm organlarında görev alanlar, bu hedeflerin gerçekleştirilmesine ilişkin çalışmalarını fahrî olarak yaparlar; herhangi bir ücret almaları söz konusu değildir. Buna karşılık, idarî görevlerde çalışanlar, SSK ve İş Kanunu hükümlerine göre çalışırlar; ücret ve emeklilik hakları bu kanunlarla düzenlenir.

Kızılay, yoksullara, güçsüzlere, ihtiyaç sahiplerine karşılıksız olarak nakdî, aynî yardımlar yapmakta, sağlık, eğitim hizmetleri vermektedir. Temel misyonu, insanlığın gücünü seferber ederek, korumasız insanların hayatlarını iyileştirmektir. Savaşta ve barışta amacının gerektirdiği hizmetler ile kanunların yüklediği görevleri yapar.

Kızılayın görevleri, tüzüğünün 5 inci maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, savaşta veya hükümetin ilan ettiği olağanüstü hallerde, barışta, uluslararası yardımlaşmalarda Kızılay önemli görevler üstlenmiştir. Böylesi önemli görevler üstlenen ve mazisi övünç dolu bir Kızılay, nasıl olmuştur da, büyük bir yıpranma sürecine girerek itibar kaybına uğramıştır; bu hususun önemle irdelenmesi gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi, Türkiye, dünyanın üç büyük deprem kuşağından biri olan Alp-Himalaya deprem kuşağında yer almaktadır. Ülkemizde yıkıcı depremlere yol açabilecek çok sayıda diri, aktif fay bulunmaktadır.

Yüzölçümünün yüzde 92'si, nüfusunun yüzde 95'i, sanayiinin yüzde 98'i deprem bölgesinde olan Türkiye'de, son yüzyılda, magnitüdü, yani, büyüklüğü 5'ten büyük olan toplam 130 deprem olmuştur. Bu depremlerde yaklaşık 80 000 kişi hayatını kaybederken, 150 000 kişi yaralanmış ve 600 000 konut hasara uğramıştır.

Geçtiğimiz yıl yaşadığımız 17 Ağustos ve 12 Kasım depremleri, binlerce insanın yaşamını yitirmesine, yaralanmasına, sakat kalmasına yol açmış; 300 000 civarında konut ve işyeri kullanılamaz hale gelmiş ve 1 milyon civarında yurttaşımız barınaksız kalmıştır.

Değerli milletvekilleri, acı da olsa, şimdi yeniden 17 Ağustos 1999 gününe dönmek, toplumsal hafızayı tazelemek istiyorum. 17 Ağustos 1999 günü sabahı, Adapazarı'ndaki görünüm korkunçtu. Depremin yol açtığı felaket çok büyüktü. Anacaddeleri ve sokakları binaların enkazlarıyla tamamen kapanan Adapazarı, âdeta ölü bir kent görünümündeydi. Depremin merkez üssü Gölcük'te halk, çaresizlik içinde, yıkılmış binaların önünde ağlaşıyordu. Donanma Komutanlığı da ağır bir yıkıma uğramıştı. Caddeler ve sokakları enkazlardan geçilemeyen Gölcük kentinin yüzde 70'i yıkılmıştı.

Yalova-Karamürsel arasındaki sahillerde kurulan sitelerdeki bloklar çökmüş; binalar, karton kaleler gibi devrilmişti. Binlerce insan, kumsal ve dolgu zeminler üzerinde kurulan bu sitelerin blokları altında kalmıştı. Yalova'da, en lüks konutların bulunduğu Hacı Mehmet Ovası, tam bir enkaz yığını haline gelmişti. Eskiden meyve bahçeleriyle kaplı bu ova, binlerce cana mezar olmuştu. Çınarcık yerleşim alanı da, ağır hasara uğramıştı.

Bolu'nun, Düzce, Gölyaka, Çilimli, Gümüşova ve Cumayeri yerleşim alanları büyük hasar görmüştü.

İstanbul'un batısında kalan Avcılar'da, hasarın boyutları büyüktü; onlarca bina çökmüş, çöken binaların enkazı altında yüzlerce insan yaşamını kaybetmiş, yüzlerce bina ağır hasar görmüştü. Enkazlar altındaki insanlara yardımda bulunamayan, yakınlarının ölümlerini elleri kolları bağlı izlemek durumunda kalanların feryatları giderek artıyordu.

Telefonlar çalışmıyordu. Bu nedenle, durumu yöre dışına aktarmaya olanak yoktu. Halk çaresizdi. Binalar gibi yürekler de yıkılmıştı. 17 Ağustos sabahının ilk ışıklarıyla birlikte, İstanbul'dan İzmit, Yalova ve Adapazarı'na gidenler ile bölgeden uzaklaşmaya çalışanların otomobilleriyle yollara düşmesi, ulaşımı felç etmişti. Adapazarı-İzmit arasında ulaşım tamamen kilitlenmişti. Adapazarı-Arifiye bölgesinde demiryollarında meydana gelen hasar nedeniyle, Adapazarı-İstanbul hattı ulaşıma kapanmıştı. Karayolları, demiryolları kullanılamaz hale gelmişti.

Değerli milletvekilleri, halk, böylesi bir tablo karşısında, panik, korku ve çaresizlik içinde, bir umut, bir kurtarıcı beklemektedir. Saatler geçmekte, sabırlar tükenmekte, beklenti süratle tepkiye dönüşmektedir. Beklenen kurtarıcı devlet babadır.

Devlet büyükleri, ilk andan itibaren görevlerinin başındadır, ilerleyen saatlerde de afet bölgesine ulaşmışlardır; ancak, devletin gücünü oluşturan kurtarma ve yardım ekiplerinin, beslenme, barınma, sağlık malzemelerinin derlenmesinde, organizasyonunda ve bölgeye intikalinde aynı sürat sağlanamamakta, bu alanda tam bir kargaşa yaşanmaktadır.

Medya tarafından her şeyin gözler önüne serildiği bir ortamda, toplum, âdeta, yaşananlar için sorumlu, suçlu arayışına yönlenmiştir. Öncelikle "nerede bu devlet" sorusuyla, her noktadan başlayan tepkiler devlete yönelmiştir.

İlerleyen günlerde, özellikle, kurtulanların geçici barındırılması ve iaşelerinin sağlanması sürecindeki aksaklık ve eksiklikler yeni tepkileri doğurmuştur. Toplum olarak bu hizmetlerin doğal sorumlusu gördüğümüz Kızılay, eleştirilerin odağı halinde gelmiş, yemekler ve özellikle çadırlarla ilgili görüntü ve haberlerin medyada yoğun olarak yer almasıyla birlikte, Kızılaya yönelik eleştiriler kızgınlığa ve öfkeye dönüşmüştür.

Böylesi bir ortam ve psikoloji içinde, milletvekillerimiz, gelişmeleri de dikkate alarak araştırma önergeleri vermişler ve tüm grupların onayıyla Deprem Komisyonu ve Kızılay Komisyonu adlarıyla iki araştırma komisyonu kurulmuştur. Üyesi ve altkomisyon başkanı olarak görev üstlendiğim Kızılay Komisyonu, 4 aylık yoğun ve titiz bir çalışmadan sonra, kapsamlı bir rapor düzenlemiştir. Dağıtımı yapılan ve şu anda görüşmemize konu olan raporumuzda, Kızılay, tüm yönleriyle, boyutlarıyla objektif bir araştırmaya tabi tutulmuştur.

Değerli milletvekilleri, bu aşamada afetlere yönelik hukukî düzenlemelerin ve teşkillerin üzerinde durmak ve Kızılayla ilintisine değinmek istiyorum:

Kızılayın ve kamu kurumlarının afetlerdeki konumu, üstleneceği görevler, bu görevleri nasıl yerine getireceği 7269 sayılı Kanunun 4 üncü maddesine göre hazırlanmış olan Afetlere İlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Dair Yönetmelikte ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.

Bu yönetmeliğin "Amaç" başlıklı 1 inci maddesi şöyledir: "Bu yönetmeliğin amacı, devletin tüm güç ve kaynaklarını afetten önce planlayarak, afetin meydana gelmesi halinde, devlet güçlerinin afet bölgesine en hızlı bir şekilde ulaşması ile afetzede vatandaşlara en etkin ilk ve acil yardım yapılmasını sağlamak için, acil yardım teşkilatının kuruluş ve görevlerini düzenlemektir."

Yine, yönetmeliğin "Kapsam" başlıklı 2 nci maddesi şöyledir: "Bu yönetmelik, acil yardım hizmetlerini yürütmekle görevli vali ve kaymakamlar, bakanlık, bağlı ve ilgili kuruluşlar, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile askerî birlikler ve Kızılayın afetten önce yapmaları gerekli acil yardım planlarının ve afet sırasında yapacakları acil yardım hizmet ve faaliyetlerinin gerektirdiği görevleri, işbirliği, koordinasyonu ve karşılıklı yardımlaşma esaslarını kapsar."

Kızılay Derneği Genel Müdürlüğünün görevlerini düzenleyen 69 uncu madde ise, doğal afetle ilgili Kızılayın görevlerini, neler yapacağını çok açık bir biçimde göstermektedir.

Böylesine mükemmel bir düzenlemenin gereği yapıldığında, afetlerden çok daha az kayıplarla çıkmak mümkündür; ancak, araştırmalarda görülmüştür ki, bu ve diğer mevzuatların gerekleri yerine getirilememektedir. Teşkilatlanma ve planlamada görev alacak kurumlar arasında koordinasyon, iletişim kurulamamakta, öngörülen teşkiller oluşturulamamaktadır. Çoğu kez, mevzuatın öngördüğü oluşumlar, kâğıt üzerinde ve dosya düzeyinde olası bir teftişe karşı oluşturulmuş gösterilmekte, eğitim ve uygulamalarda afete hazırlık çalışmaları yapılmamaktadır. Bu haliyle bu teşkiller, Sayın Başbakanımızın ilk günlerde belirttiği gibi, aldatıcı bir görünüm arz etmektedir.

Kızılay açısından da bu böyledir. Yönetmelikte belirlenen afet faraziyelerine göre, her bölgede ne kadar çadır ve diğer malzeme stoklanması gerektiğini saptayabilecektir; ancak, yönetmelikteki ilkelerin gereği yapılmadığı için, Kızılayın, genel ve yerel deprem senaryolarına göre bir hazırlığı ve stok politikası, maalesef, geliştirilememiştir. Ülkenin çeşitli bölgelerinde oluşan mevzii depremler emsal alınarak, Kızılay, stoklarını 25 000 çadır seviyesinde düzenlemiştir. Doğal olarak da, öncekilere göre daha geniş bir bölgeyi kapsayan 17 Ağustos depremine karşı öngörüsü, faraziyesi, hazırlığı olmadığı için, her bakımdan yetersiz kalmıştır. Kızılayın 25 000'lik çadır stokuna karşı, 100 000'in üzerinde çadıra gereksinim olmuştur.

Değerli milletvekilleri, yine, bu yönetmeliğin 5 nci maddesiyle, acil yardım ve acil yardım süresi tanımlanmıştır. Yönetmelikteki tanımına göre, acil yardım süresi şöyledir: "Afetin meydana gelmesiyle başlayıp afetin sona ermesinden itibaren 15 gün devam eden, gerektiğinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca uzatılabilen acil yardımlar ve bununla ilgili harcamaların yapıldığı süredir."

Bu tanımlar ışığında bakıldığında, Kızılayın çadırlarının iskân çadırı değil, geçici barınma için olduğu; keza, diğer yardımların da, yine, geçici amaçlı olduğu ve 15 gün için öngörüldüğünün de altının çizilmesi gereklidir.

Bu yardımların aylar ve yıllarla sürdürülmesi, Kızılayın kaynakları bakımından son derece zor olacağı açıktır. Afetlerle ilgili aslî görev, kamu otoritelerinindir. Tüzüğünde de belirtildiği gibi, Kızılay, insancıl faaliyetlerinde kamu otoritelerinin yardımcısıdır. Bu anlayışla bakıldığında, Kızılay hakkında, daha objektif, daha gerçekçi değerlendirmelere ulaşılacağı kanaatindeyim.

Değerli milletvekilleri, araştırmalarımız sonucunda, genel olarak, Kızılayın iyi yönetilmediği, gelirlerinin ve kaynaklarının, amacına uygun olarak, etkin, verimli ve tutumlu kullanılmadığı görülmektedir. Gönüllü bir yardım kuruluşu, hayır kuruluşu olan, yardım edenlerden aldıklarını yardıma muhtaç olanlara aktarmakla görevli Kızılayın gelirlerini elde ediş ve kullanış biçimi ile diğer faaliyetleri, bu misyonuna uygun değildir.

Sevindirici ve takdire değerdir ki, Kızılay, toplumsal tepkileri ve yer yer amacını aşan içerik ve üsluptaki eleştirileri dikkate almış ve bir yeniden yapılandırma sürecini kendi içinde başlatma becerisini göstermiştir. Gerek bu süreçle ilgili çalışmalarda gerekse araştırma raporunda belirtilen hususlar ışığında, Kızılayın yardım faaliyetleriyle ilgili saptamaları şöylece sıralamak mümkündür:

Kızılayın, afet ve olağan durumlarda yapılacak yardımlara ilişkin hedefleri yoktur. Dolayısıyla, performans ölçütleri geliştirilememiştir. Kızılayın, afetlere yönelik hazırlık planları oluşturması, yasa tarafından verilmiş bir görev olduğu halde, gözlemler, Kızılayda böyle bir planlama sisteminin bulunmadığını göstermektedir. Kızılayın afetlerdeki yardım çalışmalarının, bilimsel bir hazırlığa, öğremeye ve sistematiğe dayandığı söylenemez. Stoklanan malzemenin cins ve kalitesine karar verilirken, farklı afet durumlarının gerektireceği farklı malzeme tipi ve özellikleri sistematik olarak dikkate alınmamaktadır. Olası afetlerde, ekiplerin ve malzemenin olay yerine sevkiyatı ve bölgedeki idaresine ilişkin yerleşik plan ve prosedürler geliştirilememiş, sevk ve idare personelin deneyimine bırakılmıştır. Farklı afetlerin gerektireceği personel uzmanlaşmasına gidilememiştir. Aynı personel değişik görevlerde çalışabilmektedir. Yeni personele verilmesi gereken uzmanlık eğitimi ihmal edilmektedir. Afete cevap mekanizmasında şubeler ya da bölgesel örgütlenme aracılığıyla yerel kaynakların oluşturulması ve etkinleştirilmesi ihmal edilmiştir. İl ve ilçe kurtarma ve yardım komitelerinde etkili bir işbirliğine gidilemediği gözlenmiştir. Buna paralel olarak, sivil toplum örgütleriyle de afetlere hazırlık konusunda işbirliği yapılmamaktadır.

Değerli milletvekilleri, Kızılayın malî yapısıyla ilgili saptamalar ise şöyledir: Kızılayın gelir ve giderleri, bir yardım kuruluşu özelliklerini yansıtmıyor. Gelir kaynakları bağış ağırlıklı değilken, giderler içindeyse yardımlar önemli bir yer tutmuyor. Bağışlar, 1998 yılında gelirlerin yüzde 8,1'ini oluşturuyor. Bu oran ABD Kızılhaçında yüzde 30-34'ü, Japon Kızılhaçında ise yüzde 42'yi buluyor.

Yardım harcamalarının toplam gelirlere oranı 1995'te yüzde 5,6, 1998'de yüzde 6,5'tur. Bu oran ABD Kızılhaçında yüzde 23,3-26,1 arasında değişiyor, Japon Kızılhaçında ise yüzde 34 olarak görülüyor.

Kızılay gelirlerinde ağırlık faiz kazancında görülüyor. 1998 yılında toplam gelirlerin yüzde 22,3'ü, 1999 yılında ise yüzde 42,5'i faiz gelirlerinden oluşuyor.

Kızılayın gelirleri, faaliyetleri için yeterince kullanılmıyor. 1995'te toplam gelirlerin yüzde 46'sı harcanmayan gelir fazlasıyken, bu oran 1998'de yüzde 56'ya yükselmiştir. Asrın depremi olarak nitelenen depremlerin yaşandığı 1999 yılında dahi, harcanmayan gelir fazlası yüzde 40 oranındadır. ABD ve Japon Kızılhaç gelir-gider tablolarında gelir fazlası diye bir kalem bulunmamaktadır.

1999 faaliyet raporundaki bazı veriler gösteriyor ki, elde edilen gelirin çok az bir bölümü harcanmakta, gelirlerin büyük bölümü banka hesaplarında tutulmaktadır. Kızılay, aktiflerini büyük ölçüde nakit olarak tutuyor. Kızılayın, para mevcudunun toplam varlıklarına oranı 1998'de yüzde 48,2, 1999'da yüzde 55; banka mevcudunun toplam varlıklara oranı ise, 1998'de yüzde 34,5, 1999'da ise yüzde 54'tür. ABD Kızılhaçında bu oran 1999'da sadece yüzde 5,4'tür.

Kızılayın, 1998'de, toplam aktiflerinin yüzde 13,8'ini oluşturan sabit kıymetlerden elde ettiği kiraların toplam gelir içindeyi payı, 1998 yılında sadece yüzde 1,4'tür, 1999'da ise yüzde 1,5'tir. Kira gelirlerinin, eldeki sabit gelirlerle kıyaslandığında, çok düşük olduğu gözlenmiştir. Pek çok ülke kızılayında, taşınmazlar, kendi ihtiyaçlarında kullanılmakta; ihtiyaç dışı taşınmazlar, nakde çevrilerek yardım hizmetlerinde kullanılmaktadır.

Kızılayın elinde bulundurduğu stokların da oldukça yüksek olduğu görülüyor. 1998'de, stokların toplam varlıklar içindeki payı yüzde 22,4'tür. ABD Kızılhaçında bu oran, 1999 yılı için yüzde 5,2'dir.

Şubeler kanalıyla yapılabilecek etkinlikler, gelirlerinin önemli payını genel merkeze aktarmak zorunda tutuldukları ve harcama kısıtlılıkları nedeniyle, yeterince yürütülemiyor. 

Değerli milletvekilleri, tüm değinilen bu yönlerinin ışığında, genel olarak bakıldığında, bugün, Kızılay, bir gönüllü yardım kuruluşu anlayışıyla değil, zarar etmemeye, hatta, kâr etmeye çalışan bir işletmeci zihniyetiyle yönetilmektedir. Gerek yasaların gerekse tüzüğün hükümlerinin yanı sıra, uygulamadan kaynaklanan ve yaşayan ilişkilerin dayattığı pek çok nedenlerle, Kızılay, bir sivil toplum örgütünde olması gereken demokratik iç işleyişten ve denetimden çok uzak, merkeziyetçi ve kapalı bir yapıya sahip, hantal bir KİT görünümündedir.

Kızılay, pozisyonunu, sosyal konumunu muhafaza etme güdüsüyle oluşan ilişkilerden ve durağan donuk yapıdan süratle sıyrılmalı, aktif, enerjik, kendini yenileyen ve geliştiren bir yapıya kavuşmalıdır. Bu da, demokratik olmayan dış müdahalelerle değil, Kızılayın demokratik bir yapıya kavuşturulmasıyla sağlanabilir.

Burada üzerinde durulması gereken husus, merkezî yapılanmayı kıracak, en alttan en üste yönetime katılma ve denetim kanallarını sürekli açık tutacak bir modelin oluşturulmasıdır. Bunu sağlamak için, merkezde ve şubelerde seçimle gelen görevlerde kalmanın iki veya üç dönemle sınırlandırılması; merkezin, şubeler üzerinde ve üyeler üzerindeki görevden alma, üyelikten çıkarma gibi yaptırımlarının kaldırılması; Kızılaya üyeliğin çok daha kolay ve doğrudan bir yönteme bağlanması, etkin bir dış denetim sisteminin oluşturulması gibi düzenlemeler, ilk akla gelebilecek hususlardır.

Ancak, bunlardan çok daha öncelikli olmak üzere, Kızılayın, Genel Merkez ve şubeler şeklindeki temel yapılanmasının irdelenmesi, özerk veya bağımsız ve tüzelkişiliğe sahip şube modelinin hayata geçirilmesi sağlanmalıdır. Böylelikle, dernekler ve üst kuruluşlar, federasyonlar ve konfederasyonlar şeklinde örgütlenme, olanaklı hale gelebilecektir. Tüzelkişiliğe sahip şubeler, kaynaklarını ve güçlerini yerel ihtiyaçlara yöneltecekler, yerinden yönetim ve etkinlik sağlanabilecektir.

Bunların yanı sıra, tüzelkişilerin de dernek üyesi olması sağlanmalıdır. Tüzelkişiliğe sahip şube modeli ve tüzelkişilerin dernek üyesi olması hususu, şu andaki Dernekler Kanunu hükümleri karşısında belirsizlik taşımaktadır; ancak, gerekirse yasal düzenlemeler yoluyla, bu olanakların önü açılmalıdır.

Sayın Başkan, kaç dakikam kaldı efendim; bir yanlışlık var galiba...

BAŞKAN – 44 saniyeniz var efendim.

OSMAN KILIÇ (Devamla) – Nasıl olur?!

BAŞKAN – Efendim, oradaki saat yanlış; 20 dakikanız doldu. İtimat buyurun efendim.

OSMAN KILIÇ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, deprem felaketinin ardından, hükümetimiz, bir dizi kanun hükmünde kararname ve yönetmeliklerle mezvuattaki eksiklikleri gidermeye çalışmış, bu bağlamda yapı sigortası ve yapı denetimiyle ilgili düzenlemeler yapmış ve bu alandaki boşlukları büyük ölçüde doldurmuştur. Ayrıca, arama, kurtarma ve ilkyardımla ilgili yeni düzenlemeler yapılmış, 11 bölgede sivil savunma ve arama, kurtarma birlik müdürlükleri kurulması öngörülerek...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlayın efendim.

Buyurun.

OSMAN KILIÇ (Devamla) – ... 2 500 yeni kadro oluşturulmuştur.

Yine, il özel idarelerine, kendi sorumluluk alanlarında ve diğer illerde görev yapmak üzere, ilkyardım ve kurtarma ekipleri oluşturma, çadırkentler kurma ve geçici konutlar yaptırma yetki ve görevleri verilmiştir.

Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde DAK adlı bir arama kurtarma taburu oluşturulmuş; tam teçhizatlı bu tabur, 3 saat içerisinde Türkiye'de ve dünyada her afet bölgesine müdahaleye hazır hale getirilmiştir.

Yapılan bu düzenlemelerle, Kızılayın, doğal afetlerdeki yükü ve sorumluluğu büyük ölçüde paylaşılmış olmaktadır.

Yine, bir Başbakanlık genelgesiyle Ulusal Deprem Konseyi oluşturulmuş ve Konsey, depremle ilgili politika ve stratejiler belirleyerek, uygulamalara yol göstermekle görevlendirilmiştir; ancak, tüm bu önlemlerin sonuç vermesi, gereğinin doğru, zamanında ve eksiksiz yapılmasıyla mümkündür. Her konuda olduğu gibi, kanaatimce, bu konuda da etkin bir iç ve dış denetime gereksinim vardır. Zira, en iyi düzenlemeyi de yapsanız, doğru uygulayıcı olmaksızın sonuç almak mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi, afetler bir doğa olayıdır; sebepleri ve oluşumu bilinmektedir. Sadece, oluş zamanını tespit etmek şu an için olanaklı değildir. Ülkemizin yerini ve depreme yol açan doğal olayları değiştiremeyeceğimize göre, tek yol, bilimin ışığında önlemler almak ve hazırlıklı olmaktır. Ulu Önder Atatürk, şu ölümsüz sözleri ve eşsiz öngörüsüyle, her alanda olduğu gibi, bu alanda da yolumuzu aydınlatmaktadır.

BAŞKAN – Sayın Kılıç, lütfen tamamlar mısınız efendim.

OSMAN KILIÇ (Devamla) – Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir. Umuyorum ki, tüm insanlarımız ve kurumlarımız gibi Kızılayımız da, yaşananlardan aldığı dersle, bilimin aydınlık yolunu izleyerek, kısa zamanda milletimizin gönlündeki müstesna yerini eskisinden daha güçlü olarak alacaktır.

Bu vesileyle, afetlerde yaşamını yitiren yurttaşlarımızı ve Kızılay mensuplarımızı rahmetle anıyor, ulusumuza esenlikler diliyor, sizlere saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kılıç.

Komisyon adına Sayın Nazif Okumuş; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

(10/73, 74) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NAZİF OKUMUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, 17 Ağustos 1999 günü Marmara Bölgesindeki bazı illerimizde meydana gelen deprem sonrası, Yüce Mecliste yerini alan siyasî partilerimizin sayın temsilcilerinin önergeleriyle ve Genel Kurulun 26.10.1999 gün ve 651 sayılı kararıyla, Türkiye Kızılay Derneğinin sorunları ile faaliyetlerinin araştırılarak gelir kaynaklarının daha etkin  kullanılması için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/73, 74) sayılı Meclis Araştırması Komisyonu çalışmalarını, yaklaşık üç ay önce tamamlamış bulunmaktaydık; komisyonumuzun, kurulma amacına uygun olarak, Kızılay Genel Başkanlığında, şubelerinde, işletme ve depolarında, ayrıca ilgili kamu kurum ve kuruluşlarında incelemeler ve görüşmeler yapmak suretiyle hazırladığı raporu takdim etmek üzere yüksek huzurlarınızdayız; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyoruz.

15 715 sayfalık eki, 305 sayfa tutarında raporuyla, Türkiye Kızılay Derneği hakkında çok geniş irdelemelerin yer aldığı çalışmamızda, öncelikle, 17 Ağustos depreminde ortaya çıkan olumsuz görüntülerden hareketle, Kızılayın, kanunlarla verilen afetlere ilişkin görevlerini gereği gibi yerine getirip getirmemesinin nedenleri üzerinde durulmuş, problem olarak tespit edilen konulara çözüm önerileri getirilmiştir.

Marmara depreminde Kızılaydan kamuoyunun beklentisi, çok yalın ifadeyle, afetzedeye, insan onuruna yaraşır bir destek sağlamasından ibaretti. Halbuki, Kızılay, az önce siyasî partilerimize ait değerli konuşmacıların ve komisyonumuzun da üyesi olan arkadaşlarımızın ifade ettiği gibi, afet planlaması yapmadığı ve muhtemel afet beklentisi konusunda Afetlere İlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 11 inci maddesine göre varsaymak durumunda olduğu afet büyüklüğüne uygun olarak yeterli miktarda malzeme stoklamadığı ve afetlere müdahale yeteneği kazandırmak amacıyla personelin ve gönüllülerin eğitimini önemsemediği için, maalesef, yaşadığımız acı tabloyla karşı karşıya kalınmıştır.

Bizim, bugün, burada, Kızılayın statüsünü bir kenara iterek, yaşadığımız afetin bütün sorumluluğunu bu kuruma yükleme lüksümüz yoktur. Burada açıkça itiraf etmeliyiz ki, afetlere müdahale sistemimizde, Yüce Meclisi yakından ilgilendiren ciddî bir bir mevzuat karışıklığı ve bu yönetimde çokbaşlılık bulunmaktadır. Marmara ve Bolu depremlerinde, bu karmaşık yapının getirdiği olumsuzlukları hepimiz birer birer yaşadık. Bu nedenle, yeni bir afeti beklemeden, süratle, tutarlı ve sade bir afet mevzuatı hazırlamak zorunda olmalıyız diye düşünüyoruz; ancak, komisyonumuzun öncelikli görevi Kızılay olduğuna göre, etkili bir afet yönetimi için, Kızılaya düşen sorumlulukları da ortaya koymak zorundayız. Kanaatimize göre, Kızılay, yönetmeliğinin faraziyelerine uygun bir afet planı hazırlamalıdır. Bu konuda, konuşmacı arkadaşlarımız düşüncelerini ortaya koymuşlar ve komisyonumuzun raporunda da çok açık ve çarpıcı ifadeler ve dünyadaki bu konuyla ilgili gelişmelere yer verilmiştir.

İncelediğimiz ülkelerde, kızılay-kızılhaç teşkilatlarında, bu kurumların en önemli fonksiyonlarından birinin, personelinin ve gönüllülerin ilkyardım ve kurtarma konusunda eğitimi olduğunu tespit etmiş bulunuyoruz. Mesela, İngiliz Kızılhaçı, 1991 yılında 79 000 kişiye ilkyardım ve kurtarma eğitimi vermiştir. Aslında, Kızılayın tüzüğünde de bu görev açık biçimde yazılıdır; ancak, bu görev de, diğerleri gibi, Kızılay tarafından ihmal edilmiştir ve maalesef, Kızılayın, her yıl en az 50 000 kişiye ilkyardım ve kurtarma eğitimi vermesi gerekmektedir.

Değerli arkadaşlarım, Kızılayı bir anlamda görevlerini yapamaz duruma getiren ilk ve en önemli sorun, üyelikle başlayan, kongre süreciyle gelişen ve nihayet, karar organlarının oluşumuyla somutlaşan yapısıdır. Bu konuyu birazcık açmak istiyorum, sizlerle paylaşmak istiyorum; çünkü, Kızılaya çok ihtiyaç var. Türkiye gibi, deprem haritası üzerinde yerini almış, afetlerle çok tabiî ve sürekli bir şekilde karşı karşıya kalan bir ülkede, siz değerli milletvekili arkadaşlarımızın da, öncelikle ülke sorunu olarak, sonra da mahallinde sorun olarak gördüğünüz bu konularla ilgili, Kızılayla zaman zaman değil, yoğun bir şekilde içli dışlı olacağınızı biliyorum. Dolayısıyla, sizlerle paylaşmak istediğim bu üyelik meselesinde, birtakım tespitleri de dikkatinize sunmak istiyorum.

1990 yılında Kızılaya üye sayısı 63 741 iken, 1999 yılında, yani 9 yıl aradan sonra bu sayının 96 953'e ulaştığı görülüyor; ancak, bu üye sayısı başka ülkelerin benzer teşkilatlarıyla karşılaştırıldığında anlamını çok yitiriyor değerli arkadaşlar. Örneğin, Japonya'da 4 600 000, Almanya'da 4,5 milyon kayıtlı Kızılhaç üyesi mevcuttur. Kızılayla bunları karşılaştırdığımız zaman, sivil toplum örgütü olması gereken, öyle gördüğümüz, yasayla da öyle olan Kızılayın sivil toplum inisiyatifine ve refleksine sahip olup olmadığını rakamlarla da anlayabiliyoruz. Dolayısıyla, hemen her şubede karşılaşıldığı üzere, kongrede, istenilen listenin geçmesini temin için eş dost, akrabadan oluşan kişilerin üye yapılmasıyla da elde edilen bir artış söz konusu, bu      96 000 rakamına ulaşmasında. Nasıl; örneğin, kayıtlı 247 üyesi olan Kızılayın Kartal Şubesinde 5 ailenin 65 üyeyle temsil edilmesi, komisyonumuzun değerli üyeleri tarafından da görülmüştür ve bunları da sizlerle paylaşmak istiyorum. Dolayısıyla, komisyonumuz, Kızılaya üyeliğin serbest bırakılmasını ve üyelik konusundaki problemlerin çözüm mercii olarak mahallî mülkî amirlerin yetkili kılınmasını tespit etmiş ve önermiştir.

Üyelik, genel kongreye katılacak delegelerin de tespitinde bir ayıraç olduğu için, çok kritik bir problem olarak Kızılayda karşımıza çıkmaktadır. Bununla beraber, kongrede delege olma hakkını kazanan isimler konusunda yapılan inceleme, komisyonumuzu enteresan tespitlere götürmüştür. 1990 yılından itibaren yapılan kongrelerin delege yapısı tetkik edildiğinde, ortalama 325 üyeyle yapılan toplantılara 253 kişinin -bakın arkadaşlar, 253 kişinin- 5 kez veya daha fazla defa delege olarak katıldığı görülmüştür, tespit edilmiştir. Sözünü ettiğimiz bu durum, kongrelerde tek listenin oylanması gerçeğiyle birleşince, Kızılayın en yetkili organları olan Genel Merkez Kurulu ve Merkez Yönetim Kurulu, yıllar boyunca, Sayın Çiçek'in de bu kürsüde ifade ettiği gibi, hep aynı isimler etrafında dönüp durmuştur.

1979 yılı baz alınarak yürütülen araştırmada, bu süreç içinde yapılan 22 kongrede, 28 kişinin 10 veya daha çok defa Genel Merkez Kuruluna seçildiği müşahede edilmiştir. Genel Merkez Yönetim Kurulunda da, yapı, bundan pek farklı görülmemektedir. Aynı süre zarfında, 7 kişiden oluşan bu kurulda, ancak 29 kişinin görev yapmış olmasını da dikkatlerinize sunmak isterim arkadaşlar.

Bu noktada, komisyonumuz, Meclisimizin gözetim imkânını devam ettirmek amacıyla, genel kongrede, Yüce Meclisin, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu üyelerinin oy kullanma ve söz hakkına sahip onursal üye sıfatıyla temsil edilmesini gerekli bulmuştur. Bunları da sizlerle paylaşıyoruz. Bununla da yetinilmemiş, yürütmenin Kızılay üzerinde etkinliğinin tesisi bakımından, Genel Merkez Kuruluna, Millî Savunma, Dışişleri, İçişleri, Maliye, Sağlık, Bayındırlık ve İskân Bakanlıklarının üst düzey yöneticileri arasından gönderilecek adaylardan Sayın Cumhurbaşkanına 1'er temsilci atama yetkisi verilmesi düşünülmüştür. Böylece, kamuya yardımcı rolü olan Kızılayın tüzüğünde yazılı fonksiyonlarını icra ederken kamuyla işbirliği içinde olması planlanmıştır.

Genel Başkanının seçimi konusunda da, Sayın Cumhurbaşkanına, Genel Merkez Kurulunun kamu görevlisi olmayan üyeleri arasından seçeceği 3 kişiden 1'ini belirleme yetkisi tanınmak suretiyle de, Cumhurbaşkanının yüksek himayelerinde oluşan Kızılayın bu niteliği belirginleştirilmek istenmiştir.

Arkadaşlar, sayın üyeler; öte yandan, şubeleri etkisiz kılan, yetkileri merkezde toplayan yapının genel merkezi çok sayıda şubeyle karşı karşıya bıraktığı ve özellikle, afetlere müdahalede il valilerini muhatap bulmakta sıkıntı çektiği görülmüştür. Bu nedenle, Kızılayın genel merkez şube sistemi arasına il başkanlığı yerleştirilerek bir ara kademe eklenmiştir. Böylece, gerek anayasal yönetim yapımıza paralellik kurulmak ve gerekse örgütlenme yapısından kaynaklanan fonksiyonel bozukluklara çare bulunmak istenmiştir.

Bu suretle, merkezin bir bölüm yetkilerinin il başkanlarına devri yolu açılmış, öte yandan, Kızılayın bütün ülke sathından gelen delegelerle temsil edilmesini sağlamak üzere, il başkanlıklarının genel kongrenin doğrudan delegesi olması teklif edilmiştir. Seçimle gelen kurulların bürokratik şemayı oluşturması sırasında tavassuta dayalı bir sistemi tercih ederek, işe adam yerine, adama iş felfesefesiyle, liyakatı tartışılır kişileri istihdam ettiği de belirlenmiştir.

Binaenaleyh, bu sistem, bir yandan Kızılayın hizmetlerini pahalıya mal etmesine yol açarken, diğer yandan da hep bir yakına dayalı olarak görev alan kişilerin çalıştırılmasında güçlüklere neden olmuştur.

Ayrıca, bu yapı, nitelikli personel sorunu nedeniyle, Kızılayın değişim ihtiyacını belirleyememiş; dolayısıyla da, karar organlarına iletilerek zamanında önlemlerin alınmasını sağlayamamıştır.

Bu tespitlerden hareketle, komisyonumuz, sınavla personel alımının zorunlu hale getirilmesini ve bunun da devlet memurluğuna ilişkin yapılan merkezî sınava entegre edilmesini, Kızılay Genel Müdürlüğünün teşkilat yapısında reorganizasyona gidilmesini öngörmüştür.

Sayın milletvekilleri, çalışmalarımız sırasında tespit ettiğimiz bir başka hususu da sizlerle paylaşmak istiyorum. Bilindiği üzere, kanunlarla Kızılaya verilmiş iki görev bulunmaktadır. Bunlardan ilkini, yukarıda afetler mevzuunda belirtmiştik; diğeri ise, savaş ve olağanüstü hallerde Kızılaya verilen görevlerdir. Bu noktada, insanın aklına şu soru takılabilir: Afetlerde yetersiz kalan Kızılay, uzun yıllardır yaşamadığımız ve temenni de etmediğimiz muhtemel bir savaş sırasında, kendisinden beklenen hizmetleri vermekte güçlük çeker mi? Maalesef, bu soruya da "evet" cevabını vermek durumundayız. Zira, gelişen savaş teknolojileri, sonuçları itibariyle afetlerden daha büyük yıkımlara sebep olmaktadır. Kaldı ki, bir savaş durumunda, ülkenin bütün kaynaklarını silahlı kuvvetlerin başarısına teksif etmek gerekecek; bu nedenle, gerek sivil kuruluşlardan gerek uluslararası yardım teşkilatlarından ve gerekse kamu imkânlarından, Kızılay, bir afette olduğu gibi yoğun biçimde yararlanma imkânı bulamayacaktır. Bu bakımdan, komisyonumuz, devletin yetkili organlarına çağrıda bulunmayı görev addederek, Kızılayın savaştaki misyonunun yeniden tanımlanmasını; bir harp vukuunda ülkemize gelmesi muhtemel mültecilere ilişkin olarak -47 yıl önceki 10 000 sayısının- ülkenin ve Kızılayın imkân ve kabiliyetlerinin, gelişmelere paralel olarak ayarlanmasını tavsiye etmiştir.

Arkadaşlar, bunlar, önemli tespitlerdir diye sizlerle paylaşmak istediğimiz hususlardır.

Netice itibariyle, teşkilat yapısındaki durağan ve dışa kapalı organizasyon, görev tanımı yapamamış, işe adam değil, adama iş prensibine göre atanan, niteliği tartışmaya açık bir personel yapısıyla bütünleşince, sadece afet ve savaş konusunda yetersiz bir Kızılay değil, yürüttüğü faaliyetlerle de hatalı ve eksik uygulama içinde bulunan bir Kızılay karşımıza çıkmaktadır.

Komisyonumuzun  takdirini kazanan Kızılaydaki güzel hizmetleri de sizlerle paylaşmak isterim. Şubelerce yürütülen dispanser hizmetini, öncelikle gündeminize sunmak istiyorum. Kızılay, özellikle büyük kentlere yayılmış 38 şube dispanseri aracılığıyla, sadece son dört yılda -1995 ve 1999 yılları arasında- 10 620 000'i ücretli, yaklaşık 500 000'i ücretsiz olmak üzere, 11 milyonu aşan hastaya hizmet vermiştir. Ancak, Kızılay dispanserlerinde uygulama birliğinin tesisi için genel merkezin hiçbir aktivite göstermediğini, maalesef müşahede ettik. Öyle ki, muayene ücretleri, ücretli-ücretsiz hasta oranları, çalışan personelin aylıkları gibi temel konularda bile mukayese edilemeyecek farklı uygulamalara rastlanılmıştır. Bu durum karşısında, komisyonumuz, Kızılay genel merkez yönetimine, bu konuda ciddî bir yapılanmayı sağlayıcı tedbirler almasını önermiştir.

Dispanserler konusunda komisyonumuz çalışmalarının sonuçlanmasına yakın ortaya çıkan bir başka gelişmeyi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Bütün siyasî parti grupları ve özellikle muhalefete mensup partilerimizin sözcüleri bu konuyu gündeme getirmişlerdi. Tabiî ki, iktidar ortağı siyasî partilerin temsilcileri de, bu konuyla ilgili kanaatlerini kamuoyuyla paylaşmış, hükümete götürmüşlerdi. Neydi bu; Maliye Bakanlığı, bir genelgeyle yayımladığı 2000 malî yılı bütçe uygulama talimatında, kamuya yararlı dernek veya vergiden muaf vakıflara ait sağlık kuruluşlarında yapılan tedavi giderlerinin ödenebilmesini şarta bağlamıştı. Bu suretle de, emeklilerin Kızılay dispanserlerinden yararlanmasının önüne geçilmişti. Maliye Bakanlığı, bu düzenlemeye gerekçe olarak da, atıl kapasite yaratılmaması, haksız rekabete yol açılmaması ve kamu kaynaklarının rasyonel kullanımını, sosyal güvenlik kurumları arasında norm ve standart birliğinin sağlanması amaçlarını göstermişti; ancak, bu gerekçelerin kabul edilebilirliği tartışmaya çok açıktı ve Parlamentoda yerini alan bütün siyasî partiler de bu konuda görüşlerini kamuoyuyla paylaşmıştı.

Özellikle, Anayasamızın cumhuriyetin niteliklerini tespit eden 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin sosyal bir hukuk devleti olduğu hükme bağlanmıştır. Sosyal devlet olmak, vatandaşları sefalette değil, refahta birleştirmeyi hedefleyen bir projedir, bir anlayıştır. Talimatta "standart birliği" gerekçe gösterilerek, nispeten daha az nitelikli sağlık hizmeti üreten kuruluşlarda saatlerce sıra beklenerek hizmet alınmasına yol açılması, sosyal devlet projesinin anafikrine ters düşmektedir. Dolayısıyla, hal böyleyken, komisyonumuz, bu konuyu da gündeme almış ve yıllarca devletimize hizmet etmiş kişilerin nispî olarak daha iyi şartlarda sağlık hizmeti almasının yaygınlaştırılması icap ederken, doğruluğu tartışmalı gerekçelerle bu hizmetten yoksun bırakılmasını kabul edilemez bulmuştur ve Maliye Bakanlığı da gereken hassasiyeti göstererek bu düzenlemeyi mayıs ayında iptal etmiştir. Huzurlarınızda, Sayın Maliye Bakanına da gösterdiği duyarlılıktan ötürü teşekkür ediyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin sıkıntısını her an yaşadığı ve bu alandaki boşluğu Kızılayın doldurmaya çalıştığı bir başka konu da, kan toplanması ve kan merkezlerinin çalışması hususudur. Kızılayın mevcut Sayın Genel Başkanı bu konuda kamuoyuyla sıkıntısını paylaşmaktadır ve haklıdır; birtakım medya organlarına da, köşe yazarlarına da, bu düşüncesini bir teşvik amacıyla paylaşmakta ve iletmektedir.

Tespitlerimize göre, ülkemizin kan ihtiyacının yaklaşık yüzde 50'sini Kızılay karşılamaktadır. Bu konudaki başka bir tespitimiz de, Batı standardının çok gerisinde hizmet vermekte olduğumuzdur. Batı standardıyla aramızdaki fark, kan komplementlerinin kullanımı, kan ihtiyacı duyanların kanı tedarik yöntemi, toplanan kan miktarının düşüklüğü, kan organizasyonunun örgütsel yapısı konularında ortaya çıkmaktadır. Sağlık Bakanlığı bu sorunları çözmek üzere millî kan politikası oluşturma gayretleri içerisindedir; ancak, bu konuda, Kızılayın yapması gereken işlerin de mevcut olduğunu tespit etmiş bulunmaktayız. Bunların en önemlisi, ihtiyaç halinde ihtiyaç sahibine zaman kaybetmeden kanın ulaştırılması konusudur. Öyle ki, sistem içinde yer alan kuruluşların hiçbirisi, diğerinin kan ve kan ürünü stokunu bilememektedir. Hal böyle olunca, hasta yakınları acil durumlarda bin bir çeşit sıkıntıyla karşı karşıya kalmaktadır. Bu nedenle, hem Kızılay kan ünitelerinin kendi içinde ve hem de merkezî yataklı tedavi kurumlarıyla kan stoku konusunda haberleşmelerini temin edecek komünikasyon altyapısı kurulması gerekmektedir; bilgisayar ağıyla bütün kan merkezleri birbirine bağlanmalıdır.

Yine, bilindiği üzere, kutsal topraklara hac farizası ifası için giden hacılarımıza, hem Türkiye Diyanet Vakfı hem de Kızılay, sağlık hizmeti vermektedir. Bu hizmet için, hacılardan sağlık giderleri karşılığı olarak 80 Suudî Arabistan Riyali alınmakta; bu miktar, iki kurum arasında eşit olarak paylaşılmaktadır. İki ayrı ünitenin mukaddes topraklarda yapmış olduğu bu hizmet sıkıntı yaratmakta, Suudî Arabistan makamlarının da eleştirilerine muhatap olmaktadır.

Komisyonumuz, bütün bunların önüne geçmek için, ülkemizde bu kurumlarda tek bir hizmet ekibi oluşturulması gerektiği kanaatine varmıştır; üç ay önce tamamlanan bu raporumuz ancak şimdi Parlamentonun gündeminde tartışılmaya açıldığı için, bu bölümü de -raporumuzda vardır-sizlerle paylaşmak istiyorum: Bu konuda, 57 nci hükümetimiz, gerekli adımı atarak yayımladığı Bakanlar Kurulu kararıyla, hizmetlerin tek elden yürütülmesini sağlayacak tedbirleri de almıştır.

Değerli arkadaşlar, komisyon olarak dikkatimizi çektiği üzere, Kızılayda birtakım ihalelerdeki, alım satımlardaki yolsuzlukları, değerli konuşmacı arkadaşlarımın hepsi burada dile getirdiler. Bunlar, komisyon raporumuzda çok açık bir şekilde örnekleriyle vardır; bunları sizlerle paylaşmak istemiyorum; ancak, Sayın Sezgin'in ve Sayın Çiçek'in ifade ettiği çerçeve içerisinde, bu konular, gerekli merciilere iletilmiştir. Bu konularda, özellikle, Maliye, İçişleri Bakanlıklarımızın, Başbakanlık Teftiş Kuruluna yazışmalar yapmak suretiyle harekete geçmesi sağlanmıştır. Yine, Sayın Çiçek'in özellikle bilmesini arzu ediyorum; çünkü, burada gündeme getirdi. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu bu konuda çalışmalarını yoğunlukla sürdürmektedir. Tabiî ki, Devlet Denetleme Kurulu da 17 Ağustos depreminden sonra bu çalışmalarını başlatmıştır. Zaten, bu yıl, Kızılay, yeterince denetlemenin içindedir. Ayrıca, afetler konusunda Kızılayın rolleri ele alınıyor Devlet Denetleme Kurulu tarafından, halen bu konudaki rapor da hazırlanıyor. Ayrıca, Başbakanlık Teftiş Kurulunun, İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulunun çalışmaları devam ediyor. Yine, ayrıca, İçişleri Bakanlığı ile Bayındırlık Bakanlığının ortaklaşa yürüttüğü Kızılay merkezindeki çalışmalar devam ediyor; binaenaleyh, bu çalışmalar, zaman zaman adlî mercilere de intikal ettiriliyor ve birtakım hukukî soruşturmalar açılıyor. Bunları hepiniz biliyorsunuz ve ben, özetle, sizlerle bu konuları paylaşarak sözlerimin sonuna doğru geçmek istiyorum.

Komisyonumuzca, Kızılayın yürütmeye çalıştığı hizmetlere ilişkin olarak ihtiyaç duyduğu kaynağı temin ve geliştirmesi konusunda bazı açmazlarla karşı karşıya olduğu tespit edilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Okumuş. Lütfen tamamlayın efendim.

(10/73, 74) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NAZİF OKUMUŞ (Devamla) – Sayın arkadaşlar, burada, Yüce Meclisle bunları paylaşmak istediğim, Kızılayın gelir kaynakları da tükenmektedir; buna el vermemiz gerektiğine inanıyorum ve sizin de aynı düşünceyi taşıdığınızı biliyorum. Binaenaleyh, bunlardan birkısmı, yukarıda bahis mevzuu yaptığımız yönetimden kaynaklanan sebeplere dayansa bile, bir başka önemli bölümü, Kızılay yönetiminden bağımsız ve onları aşan bir keyfiyet arz etmektedir.

Bugün Türk Kızılayı, bağlı olduğu uluslararası Kızılay-Kızılhaç Federasyonu içerisinde ilk on arasında sayılan saygın bir kurumdur. 17 Ağustos depreminden sonra içeride böylesine olumsuz olan Kızılayımız, dışarıda göğsümüzü kabartacak çalışmalarda bulunmaktadır. Tayvan, Sudan, Vietnam, Venezuela, Cezayir, Gürcistan, Mozambik, Moldavya, Moğolistan ve Çeçenistan gibi ülkelere hem aynî hem nakdî yardımlarını götüren, yine, milletimiz adına, asil Türk Milleti adına yardımlaşma ve dayanışma ruhumuzu yansıtan Kızılayımızdır. Binaenaleyh, Kızılayı daha ileri bir dereceye götürecek kaynakları oluşturmak da hepimizin görevidir.

Bugün, Türk Kızılayının bu niteliğini geliştirerek devamı için ve ülkemizin jeopolitiği ve deprem kuşağında yer alması değerlendirilerek, sabit bir gelir kaynağına kavuşturulması gerekmektedir. Bu noktada, şans oyunlarından, örneğin sayısal lotodan Kızılaya belirli bir pay verilmesi düşünülebilmelidir.

Burada, özellikle, muhalefet partilerinin sıkça gündeme getirdiği bir konuyu da Yüce Meclisle paylaşmak istiyorum. Türk Hava Kurumunun, kurban derisi, bağırsak, fitre ve zekât gelirlerinden Kızılayın alması gereken payı, bugüne kadar ödememekte ısrar ettiği görülmektedir; yani, Türk Hava Kurumu, Kızılaya payını vermemektedir. Türk Hava Kurumu, milletin kurban derisini toplayarak elde ettiği gelirden, diğer kurumlara payını vermemektedir ve tabiri caizse -maksadı aşmak için söylemiyorum- neredeyse gasp yapmaktadır. Dolayısıyla, kamuoyunda özellikle her kurban döneminde yaşanan bu deri tartışmalarının da önüne geçmek için, Türk Hava Kurumunun uhdesindeki bu yetkiyi alarak, devlet bakanlığımıza ait sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına bu konuyu vermek gerekir diye, komisyonumuz oybirliğiyle bir karar almıştır.

Komisyonumuz, her yıl devlet ile vatandaşı karşı karşıya getiren, kurumun kabul edilemez bu tavrı nedeniyle, deri ve zekât toplama yetkisinin sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına verilmesi gerektiği kanaatine varıyor ve bu açıdan, bu bağlamda, Kızılayın yüzde 4 olan payının da anlamlı bir büyüklüğe çıkarılmasını tavsiye ediyor.

Gelir kaynakları konusunda, son olarak, Kızılayın elinde bulundurduğu iktisadî işletmelerin de rehabilite edilmesini ve mümkün olursa bazılarının elden çıkarılmasını da tavsiye ediyor.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarımız; raporumuza ilgi gösteren 57 nci hükümetin İçişleri ve özellikle de Maliye Bakanları ile Bayındırlık ve Sağlık Bakanlarına huzurlarınızda teşekkürü borç biliyorum.

Raporumuz üç ay önce hazırlandığı ve yayımlandığı için, özellikle Sayın Başbakan ve siyasî partilerimizin sayın genel başkanları olmak üzere, Parlamentonun dışında bulunan siyasî partilerimizin de sayın genel başkanlarına takdim edilmiş ve ilgileri yoğun bir şekilde devam etmiştir.

Bugün, komisyonumuz, Türkiye Kızılay Derneğinin geçmişte yaptığı hayırlı hizmetlerin mükemmel şekilde ilanihaye devam edebilmesi, demokratik süreç içerisinde oluşturulması gereken yapının hiçbir tartışmaya yer vermeyecek biçimde korunması, uluslararası benzer kuruluşlar nezdinde itibarının pekiştirilmesi, tüzüğünde yazılı "insaniyetçilik, ayırım gözetmemek, tarafsızlık, bağımsızlık, hayır kurumu niteliği, birlik ve evrensellik" umdelerini gerçek anlamıyla hayata geçirebilmesi için, sizlere özetleyerek aktardığım, ancak, raporda ayrıntısı verilen tekliflerin, Yüce Meclisin tasvibi alındıktan sonra, hükümet ve Kızılayın yetkili organlarınca müştereken kuvveden fiile dönüştürülmesi gereğine inanmaktadır. Bu konuda, dediğim gibi de, çalışmalar başlamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinize de arz edilen, komisyonumuzun âdeta akademik bir tez niteliği de taşıyan raporunun hazırlanmasında ve yoğun çalışmalarda emek veren Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, Fazilet Partisi, Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi Gruplarından sayın üye arkadaşlarımıza, özellikle, büyük özveriyle komisyonumuzda aktif biçimde görev yapan İçişleri ve Maliye Bakanlıklarından sayın müfettişlerimize huzurlarınızda teşekkürü kalbî bir borç biliyorum.

Türkiye Kızılay Derneğinin, yeniden, tarihte bu yüce milletin, bu asil milletin sinesinde makes bulan günlerine döneceği umuduyla, Yüksek Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Okumuş.

Hükümet adına söz talebi var mı efendim?

DEVLET BAKANI RAMAZAN MİRZAOĞLU (Kırşehir) – Ben, birkaç cümle söyleyeceğim efendim.

BAŞKAN – Yerinizden mi efendim?

DEVLET BAKANI RAMAZAN MİRZAOĞLU (Kırşehir) – Yerimden...

BAŞKAN – Sayın Mirzaoğlu, buyurun efendim.

DEVLET BAKANI RAMAZAN MİRZAOĞLU (Kırşehir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiyemizin en önemli yardım ve hayır kuruluşlarından biri olan Türkiye Kızılay Derneği hakkında kurulan Meclis araştırması komisyonu çok ciddî bir çalışma yapmış olup, araştırma sonuçları kapsamlı bir raporla dile getirilmiş ve huzurlarınızda takdim edilmiştir. Bu konuda, hükümetimiz gerekli çalışmalara başlamıştır. Türkiye Kızılay Derneğinin yeni yönetiminin de, Meclis araştırması komisyonu raporundan yararlandığı, noksanlarını tamamladığı ve olumlu bir çalışma dönemine girdiği müşahede edilmektedir.

Bu vesileyle, hükümet olarak, komisyonun sayın üyelerine ve araştırmanın yapılmasında emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Kızılay Derneğinin sorunları ile faaliyetlerinin araştırılarak gelir kaynaklarının daha etkin kullanılması için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/73,74) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Saat 20.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 18.57


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 20.00

BAŞKAN : Başkanvekili Nejat ARSEVEN

KÂTİP ÜYELER : Melda BAYER (Ankara), Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir)

 

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekilleri, 113 Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Gündemin "Meclis Soruşturması Raporları" kısmına geçiyoruz.

Bu kısımda yer alan, 20 nci Yasama Döneminde Konya Milletvekili Hüseyin Arı ve 56 arkadaşı tarafından verilen Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996 yılında özürlülerin memurluğa alınması için açılan sınavda mevzuata aykırı ve usulsüz işlemler yapılmasına göz yumarak görevini ihmal ettiği ve kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanunun 230 ve 240 ıncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı Mustafa Kul hakkında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önerge ve (9/34) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu üzerindeki görüşmelere başlayacağız.

VII. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) GÖRÜŞMELER (Devam)

2. – 20 nci Yasama Döneminde Konya Milletvekili Hüseyin Arı ve 56 Arkadaşı Tarafından Verilen Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996 Yılında Özürlülerin Memurluğa Alınması İçin Açılan Sınavda Mevzuata Aykırı ve Usulsüz İşlemler Yapılmasına Göz Yumarak Görevini İhmal Ettiği ve Kötüye Kullandığı ve Bu Eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 230 ve 240 ıncı Maddelerine Uyduğu İddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Mustafa Kul Hakkında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Soruşturması Açılmasına İlişkin Önerge ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/34) (S. Sayısı: 410)

BAŞKAN – Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Alınan karar gereğince, sözlü sorular ile diğer denetim konularını görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına devam ediyoruz.

Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları, Ticaret Borsaları ve Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında 591 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4. – “Ticaret ve Sanayi Odaları”, “Ticaret Odaları”, “Sanayi Odaları”, “Deniz Ticaret Odaları”, “Ticaret Borsaları” ve “Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği” Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/641) (S. Sayısı: 484) (1)

                                          

(1) 484 S. Sayılı Basmayazı 15.6.2000 tarihli 111 inci Birleşim tutanağına eklidir.

BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Değerli milletvekilleri, tasarının geçici 1 inci maddesi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.

Geçici 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN – Etmeyenler...Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum...

MEHMET BATUK (Kocaeli) – Karar yetersayısını arayalım.

BAŞKAN – Bu maddede dikkate alırım.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Karar yetersayısının aranılmasını istemiştim.

BAŞKAN – Bu maddede dikkate alırım efendim, oylamaya geçmiştim.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına Kocaeli Milletvekili Sayın Osman Pepe; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA OSMAN PEPE (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Deprem bölgesindeki ticaret odaları, sanayi odaları üyelerinin borçlarının ertelenmesiyle alakalı kanun tasarısı üzerinde görüşlerimizi dile getireceğiz; ama, ben, bu haftasonu da Kocaeli'ndeki deprem bölgelerinde vatandaşlarla bir arada olma imkânına sahip oldum. Burada, şimdi, hükümetin, bir noktada, yasak savma kabilinden veyahut da biraz daha halk tabiriyle söyleyecek olursak, âdeta hoşaf soğutmayla uğraştığını, iş olsun diye birtakım kanun tasarı ve tekliflerini gündeme getirerek çok yoğun bir Meclis gündemiyle, Meclis çok büyük işler yapıyor, çok büyük çalışmalar yapıyor havasını vermeye çalıştığını, televizyonları başında Meclis kanalını izleyen vatandaşlar da, yahu gece geç saatlere kadar bu Meclis ne yapıyor, ne ediyor, bizi ne kadar ilgilendiriyor, halkın beklentileri ne kadar karşılanıyor diye zannediyorum kendi kendine tatmin olacak cevaplarını bulamadığı soruları yöneltiyordur.

Ticaret ve sanayi odaları üyelerinin birikmiş aidatlarının ödenmesinde gecikme cezalarının uygulanmamasına dair hükümetin getirmiş olduğu bu tasarı, ticaret ve sanayi odalarında kaç kişiyi kapsamaktadır; değer olarak kaç milyarı ifade etmektedir; bunları rakamlandırmaya sıra gelirse, doğrusunu söylemek gerekirse, bunlar ihmal edilebilir rakamlardır. Şimdi, benim önümde, eğer, hükümet iş yapmak istiyorsa, deprem bölgesinde vatandaşın beklentilerini hakikaten karşılamak istiyorsa, Gölcük Esnaf ve Sanatkârlar Odası Genel Sekreteri Necmi Kocaman'ın bir yazısı var; diyor ki: "17 Ağustos depreminden sonra, sadece Gölcük'te 1 585 esnaf, kredi almak için müracaat ettik. Bugüne kadar, ancak 764 kişiye yaklaşık olarak 2 trilyonluk bir ödeme yapıldı. Bu da yaklaşık olarak esnaf başına 2,5 milyarlık bir rakama tekabül ediyor." Dükkânı yıkılmış, malı, mülkü her şeyi telef olmuş bir esnafa sadece 2,5 milyar lira vermişsiniz; o vatandaş, o esnaf bu 2,5 milyar lirayla, depremden bu tarafa geçen on onbir ay içerisinde, herhalde, çoluk çocuğuyla zor bela geçinip gelebilmiştir. Yoksa, işini, gücünü, dükkânını, tezgâhını kurması mümkün değildir. Tabiî, yine, elimde bir başka ihtarname var; bu ihtarname Halk Bankası Kocaeli Şubesi tarafından bölgedeki kamyoncu esnafına ve diğer esnafa gönderilmiş ihtarnamenin bir fotokopisidir. Bu ihtarnamede banka "kullanmış olduğunuz kredilerin ödeyemediğiniz gecikmiş  taksitlerini şu tarihe kadar..." Çok kısa bir süredir o...

ALİ OĞUZ (İstanbul) – Seni kimse dinlemiyor kardeşim!.. Baksana, birbirlerine diyecekleri olanlar meşgul, kardeşim... Konuşma, sussunlar; seni dinleyinceye kadar konuşma!..

BAŞKAN – Buyurun efendim, siz devam edin...

ALİ OĞUZ (İstanbul) – Bakan dinlemezse, komisyon dinlemezse siz, kime konuşuyorsunuz?

BAŞKAN – Doğru söylüyorsunuz...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Efendim, Genel Kurula konuşulur...

OSMAN PEPE (Devamla) – Ama, onların da dinlemesi lazım; yani, bunları eğer  komisyon ve hükümet takip etmezse... Bu konunun muhatabı onlardır.

BAŞKAN– Efendim, siz müdahale  etmeyin; siz, konuşmanıza devam edin değerli hatip; buyurun.

OSMAN PEPE (Devamla) – Şimdi, bu Halk Bankası ihtarnamesinde, 7 gün içerisinde, birikmiş taksitlerinizi, geçmiş taksitlerinizi ödemediğiniz takdirde temerrüt faizi işletileceğinden bahsediliyor.

Bu vatandaşlar, Bakanlar Kurulunun 99'a 13233 sayılı Kararı doğrultusunda, tabiî afetlerden zarar gören çiftçi, esnaf ve sanatkâr, serbest meslek mensubu ve sanayi, ticaret erbabıyla, menkul ve gayrimenkul malları zarar gören kişilerin kredi borçlarının taksitlerinin ertelenmesi icap eder. Bu konuda Bakanlar Kurulunun kararnamesi var. Bu doğrultuda Halk Bankası, aslında, bu vatandaşların, bu esnafın geçmiş taksitlerini, borçlarını ertelemesi gerekiyor; ama, gelin görün ki, burada temerrüt faizi işleteceğini söylüyor ve borcun üzerine gideceğini söylüyor.

Şimdi, ben size diyorum ki: Ey komisyon, ey hükümet, ey Meclis; siz, gerçekten iş yapmak istiyor musunuz; sadece Ticaret ve Sanayi Odaları üyelerinin  geçmiş taksitlerini, aidatlarını  ertelemek veyahut da  onları faizsiz olarak ödemelerini sağlamak, çözmek bu işin milyonda bir mesabesinde olan bölümü değildir, devede kulak değildir; iş yapacak mısınız siz; iş yapacaksanız, buyurun, gelin; iş kuramamış bu esnafın kredi sorununu çözelim, onun kanun tasarısını getirin, görüşelim. Siz, bölgedeki yıkılmış, harabeye dönmüş Gölcük esnafını, İzmit esnafını, Derince esnafını, Körfez esnafını, Gebze esnafını ayağa kaldırmak istiyor musunuz; onları, ekonominin motoru haline getirmek istiyor musunuz? İşte önünüzde imkân...

Biz, burada, Mecliste, gece sabahlara kadar çalışalım; ama, yapmış olduğumuz çalışmanın neticesinde, ortaya da bir iş çıksın. Halk da, işte benim hükümetim, işte benim Meclisim çalışıyor; ama, neticesinde de benim istifade edecek olduğum şeyler ortaya çıkıyor diyebilsin. Ama, bugüne kadar, hükümetin çalışmaları doğrultusunda, Meclisin çalışmaları doğrultusunda gündeme getirilmiş olan kanun tasarıları, doğrusunu söylemek gerekirse, hiç de bizim bölgemizdeki depremzede vatandaşın dertlerini çözmeye, onun yaralarını merhemlemeye matuf değildir.

Bakın, çokkatlı binaların yıkımı daha bitirilememiştir, akamete uğramıştır. 10 milyon dolarlık İspanya kredisiyle, Değirmendere, Halıdere, Gölcük ve İzmit'in merkezinde yıkılacak binalar bekliyor, yıkamıyoruz bunları...

Yine, biraz önce, bir acılı ana baba yukarıda odama geldi; bölgedeki kayıp vatandaşlarla alakalı bizden yardım istedi. Depremin ilk günlerindeki telaş içerisinde, hastanelere intikal eden pek çok yaralı vatandaşımızın, bir kısmının, organ mafyasının veyahut da çocuk tüccarlarının eline geçmiş olmasından veyahut da beyaz kadın ticareti yapanların eline geçmiş olmasından ciddî endişelerimiz var. Birtakım hastanelere girişleri olan, ondan sonra ne oldukları hakkında hiçbir bilgi olmayan vatandaşlarımız var.

Şimdi, benim, yine, bölgeden buraya taşımak istediğim hususlardan birisi şudur: Bakın, bu orta hasarlı binaların tamiratıyla alakalı olarak, 2 milyarlık kredi verileceğini söylemişti hükümet; proje yapılmış, vatandaş, binasını yapmaya başlamış, ama, iş, belli bir noktaya geliyor, hükümet, ödemelerde fevkalade ağır davranıyor.

Yine, 6 milyarlık konut yardımı için müracaat eden vatandaşların sıkıntısının da aynı şekilde olduğunu, burada ifade etmekte fayda görüyorum.

Yine, bölgede, sahildeki kasabaların, ilçelerin kıyılarının, önemli ölçüde tahribata uğradığını ve yerleşim alanlarının tehdit altında olduğunu, hükümetin, bölgede herhangi bir proje yapmadığını, uygulamada fevkalade ağır davrandığını da ifade ediyorum.

(Mikrofon elektronik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Pepe; lütfen tamamlayın, açıyorum mikrofonu.

OSMAN PEPE (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

HAMDİ BAKTIR (Kayseri) – Sayın Pepe, hastanelerde kayıp olan insan sayısı kaç?

OSMAN PEPE (Devamla) – Tabiî, bizim gönlümüzden geçen ve vatandaşın beklediği şudur: Bugün Danışma Kurulundaki gündeme baktığımızda fevkalade dolu olduğunu görüyoruz. 1 Temmuzda tatile girene kadar, Meclisin gündemine gelen kanun tasarılarına baktığımızda, Türkiye'deki 65 milyonun beklentilerini karşılayacak ciddî tasarılar olmadığını tekrarlıyorum. Ümit ederim ki, hükümet, vatandaşın feryadını, vatandaşın beklentilerini anlayabilir, buraya, ona göre kanun teklif ve tasarılarını getirir, Meclisin gündemini, onlarla birlikte doldurur.

Ben, inşallah, deprem bölgesindeki sıkıntıların bir an önce çözülmesini temenni ediyor; hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

HAMDİ BAKTIR (Kayseri) – Sayın Pepe, hastanelerdeki kayıp sayısı?..

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Pepe.

Efendim, şahsı adına...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşmak istiyorum.

BAŞKAN – Affedersiniz, Divana gelmiş bir talebiniz yok da efendim, onun için şahıslara geçiyordum.

Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Nevzat Ercan; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüştüğümüz tasarı üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 17 Ağustos depreminden bu yana 10 ay, 12 Kasım depreminden bu yana da 7 ay gibi bir zaman dilimini geride bıraktık. Tabiî, bu dönem içerisinde, belirli zeminlerde, deprem bölgesinden bir parlamenter olarak, o bölgeye ilişkin sorunları, istekleri, talepleri, çözüm önerileriyle birlikte müteaddit defalar dile getirdim. Keşke, bugün aradan 10 ay geçmiş olmasına rağmen, yine aynı şeyleri, bu kürsüden, sizlere söylemek, ifade etmek gibi bir talihsizliği yaşamasaydım.

Değerli milletvekilleri, dün geldim deprem bölgesinden. Yürekler acısı... Gerçekten, bölgede yaşayan insanlarımız, 17 Ağustos depremi sonrası yüzyüze geldiği bütün sorunlarla bugün de karşı karşıya; bütün sıkıntılar ortada duruyor. Hükümet, hiçbir soruna ciddî anlamda çözüm getirmiş değil.

Değerli milletvekilleri, Maliye Bakanlığından aldığım rakamlara göre söylüyorum: Deprem Vergisi adı altında, mayıs ayı sonu itibariyle tahsilat 1 katrilyon 382 trilyondur. Yani, aralık ayı itibariyle yürürlüğe girmişti, Marmara Bölgesinde, Düzce'de, Bolu'da meydana gelen depremin yaralarını sarmak için bu Mecliste yasalaşmıştı. Tekrar ifade ediyorum, geçen dönemde Deprem Vergisi adı altındaki tahsilat, 1 katrilyon 382 trilyon 100 küsur milyar liradır. Baştan beri, başlangıçtan beri, hep söylediğimiz, gerek dışarıdan gerekse içeriden bölgeye ve bölge insanına kullanılmak, yönlendirilmek üzere toplanan yardımların bölgeye yönlendirilmediği, bölge için kullanılmadığı gibi endişelerdi ve bunları dile getirmiştik.

Değerli milletvekilleri, şimdi, yine, bu kürsüden söylüyorum: Ben, Dünya Bankasının, uluslararası kuruluşların, Cumhurbaşkanının ifadesiyle 87 ülkenin yardıma ilişkin bilançosunu bilmiyorum. Bunu bilme fırsatını bugüne kadar da elde edemedim. Bunu, yazılı, sözlü olarak müteaddit defalar Başbakana, ilgili bakanlara bu Meclis kürsüsünden, bu Meclisin dışında söyledim: Şu bilançoyu, envanteri bilmek istiyoruz. Siz, şeffaf olmak iddiasıyla hükümet oldunuz. Bunları da, zaman zaman ifade edecektiniz. Toplanan yardımların hangi meblağa ulaştığını da açıkça ifade edecektiniz. Ne toplandı içeriden, dışarıdan, ulaşılan rakamlar nedir, bu rakamların ne kadarını bu bölgeye kullandınız, o bölge insanı için harcadınız; bunları bilelim, bunları söyleyin. Aslında, eğer, bu noktada rahatsanız, bu toplanan yardımlar, kaynaklar o bölge ve o bölge insanı için kullanıldıysa, burada, bunları söylemenin sizin açınızdan zor olmaması lazım. Bunları burada ifade edin.

Şimdi, ben soruyorum: Sadece, Deprem Vergisi adı altında toplanan, milletten topladığınız 1 katrilyon 382 trilyon liranın ne kadarını, kaç lirasını deprem bölgesi için ve o bölge insanı için kullandınız, harcadınız? Esnafa ne verdiniz, o yöre çiftçisine ne verdiniz, tüccarına ne verdiniz, sanayicisine ne verdiniz? O yörenin harap olan altyapısına katkınız nedir? Bunları, burada öğrenmek istiyoruz.

Size göre her şey iyi; size göre, ülke de iyi, ülkenin ekonomik durumu da iyi, ülke, iyiye gidiyor, gelişiyor, kalkınıyor falan. Size göre her şey iyi; size göre, deprem bölgesi insanı da iyi. Ama, ben şimdi, burada söylüyorum; bakın, Yalova, Kocaeli, Sakarya, Bolu, Düzce ticaret odalarından, esnaf odalarından aldığım bilgilere göre, bu bölgede, aşağı yukarı 41 000 işyeri yıkılmış; esnaf, işyerini kaybetmiş, sermayesini kaybetmiş, malını kaybetmiş, tezgâhını kaybetmiş. Senetler geçmiyor, çekler çalışmıyor, o bölgede, mal alamıyor, satamıyor; çünkü, hiç kimsenin alım gücü kalmamış. Evini kaybetmiş, işini kaybetmiş, perişan olmuş bu insanlara, toplam, bu 5 vilayette, verdiğiniz para 30 trilyonu geçmiyor.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Bir sene oldu Nevzat Bey!..

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Evet, bir sene oldu. Bu bir senede verdiğiniz para 30 trilyonu geçmiyor değerli arkadaşlar. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen, hatibe müdahale etmeyin, çok rica ediyorum.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Niye rahatsız oluyorsunuz? Gelin, burada söyleyin ne verdiğinizi. O bölgeden milletvekilleriniz de var.

BAŞKAN – Sayın Ercan, lütfen Genel Kurula hitap edin efendim.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Bunları burada ifade edeceksiniz.

Ben diyorum ki, 41 000 işyeri yıkılan esnafa, sanatkâra, tüccara ve sanayiciye aktardığınız -o da kredi- yani, milletten topladığınız 1 katrilyonun üzerindeki paradan siz, hibe falan vermiyorsunuz, kredi veriyorsunuz, yani kredi kullandırıyorsunuz o bölge insanına, onu da esirgiyorsunuz ve 41 000 işyeri yıkılmış o bölgede kullandırdığınız toplam kredi 30 trilyonu geçmiyor arkadaşlar.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Bir senedir ne yiyip, ne içiyorlar?

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, o bölgeye gidin, o insanlar ne yiyor, ne içiyor bir görün, bir yaşayın!.. Ben, o bölgeden geliyorum, ne yiyor, ne içiyor...

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Ben de o bölgedeyim.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – O bölgede misin?

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Evet, o bölge de bizim.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Sizi şikâyet ediyorum.

Benim bölgemde her şeyini kaybetmiş ayçiçeği üreticisi, destekleme primi adı altında daha 5 sentini alamamış, ne konuşuyorsun sayın milletvekili, ne konuşuyorsun oturduğun yerde? Ayçiçeği üreticisi, 5 sent destekleme primini alamamış daha, teslim ettiği ürünün bedelini alamamış daha. Sizden başka bir şey talep etmiyor. Teslim ettiği ürünün bedelini alamadı, yedi ay sonra fındık bedelini aldı. Bak, söylüyorum size; pancar üreticisi daha çapa avansını alamadı.

MUSTAFA VERKAYA (İstanbul) – Bölge şantiye oldu...

BAŞKAN – Efendim, lütfen hatibe müdahale etmeyin, çok rica ediyorum...

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Hangi şantiye oldu arkadaş?

BAŞKAN – Sayın Ercan...

MUSTAFA VERKAYA (İstanbul) – Yatırımları görüyorsunuz. İller Bankasının yatırımları...

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Altyapısı harap olan o bölgenin altyapısı olduğu gibi duruyor. Aktardığınız ne, hangi kaynakları aktardınız?

Değerli arkadaşlarım... (MHP sıralarından gürültüler)

Sayın Başkan, ben süremi kullanıyorum. Bakınız, dikkatinizi çekmek istiyorum; ben kimseyi üzecek, incitecek bir şey söylemiyorum.

BAŞKAN – Efendim, siz Genel Kurula hitap etmeye devam edin, ben sürenizi dikkate alacağım.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Süremi kullanamadım Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Alacağım efendim, alacağım. Siz buyurun...

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Bakın, ben o çiftçiler adına söylüyorum, diyorum ki; o deprem bölgesini dikkate alarak, hiç olmazsa, bugüne kadar geciktirilmiş paralarını ödeyin, bunları ödeyin. Pancar üreticisinin çapa avansını filan ödeyin.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Ne bıraktınız?

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Bunları da ödeyin, 5 sentleri de ödeyin.

Değerli milletvekilleri... (MHP sıralarından gürültüler)

TURHAN GÜVEN (İçel) – Zamanaşımı var.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Efendim, lütfen... Ben insicamımı kaybediyorum. Çok özür diliyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim, lütfen hatibe müdahele etmeyin.

RAMAZAN GÜL (Isparta) – Muhalefetin sesini kısmak istiyorlar.

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, bakın; muhalefet partisinin grup başkanvekili, partisi, grubu adına bir konuşma yapıyor. İktidar milletvekilleri olarak, değerli konuşmacıyı, hatibi sabırla dinlemek mecburiyetindesiniz. Lütfen...

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, benimle birlikte, benim bölgemden, iktidar ortağı partilerin değerli milletvekili arkadaşlarımla birlikte, birçok defa Sayın Başbakana da, ilgili bakanlara da birlikte gittik. Aynı şikâyetlerin altına imza koyduk, bakınız, o arkadaşlarım da altına imza koydu. Bu istekleri, bu talepleri müteaddit defalar yeniledik, bu şikâyetlerimizi ilettik. Birçoğunun gerçekleşmediğini o arkadaşlarımız da söyledi, onlar da mustarip. Evet, onlar da şikâyetçi.

Bakın, size dedik ki biz; hükümet, aslında 10 ay geçmiş, o bölgede daha neyi, nasıl yapacağını bilmiyor; ona karar vermiş değil. Sadece Adapazarı'nda...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Açıyorum mikrofonunuzu Sayın Ercan...

Buyurun, lütfen tamamlayın efendim.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Çok teşekkür ederim.

Bakın, sadece Adapazarı'nda 24 000 küsur konut yıkıldı -o komisyonda çalışan değerli arkadaşlarım var- 18 000 konut orta hasarlı ve 21 000 konut hafif hasarlı.

Değerli arkadaşlar, bugün -hükümet yapıyor falan değil- Dünya Bankası finansmanıyla ve gönüllü kuruluşlar aracılığıyla, Adapazarı'nda 40 000'in üzerinde konut açığı olmasına rağmen, 10 ayda gelinen nokta şudur: 6 600 konut planlanmıştır, yeni yerleşim alanında, bu konutların yapılması için, 10 ay sonra, henüz ilk adımlar atılmıştır.

Ben, sayın bakanların, bu kürsüde zabıtlara geçmiş beyanlarını biliyorum. Mart ayında, kalıcı konutların temeli atılacaktı. Siz, daha Adapazarı'nda ve diğer bölgelerde, mevcut konut açığının onda 1'ini bile karşılayacak bir planlamayı, hazırlığı yapamadınız.

Kalıcı konutlarla ilgili olarak sizi uyarmıştık ve demiştik ki: "Bu insanları, çadırlarda ve prefabrike konutlarda, elverişsiz şartlarda yaşamaya mahkûm ettiğiniz bu insanları, siz, önümüzdeki kış da çadırlarda, barakalarda ve prefabrike konutlarda yaşamaya mahkûm edeceksiniz."

Nitekim, bakınız 6 ncı ay bitiyor, henüz daha ortada hiçbir şey yok 

MUSTAFA VERKAYA (İstanbul) – 150 gün içinde bitecek sayın vekilim!

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Hiçbir şey yok...

Sizi uyardık -burada, yine o sorumluluğu duyduğum için hatırlatıyorum- ve "ayakta kalan 5 katlı, 6 katlı binalar var. Bunların çoğu orta hasarlı, bunların çoğu hafif hasarlı. Allah korusun, bilim adamları, hemen her an aynı şiddette, belki de daha büyük şiddette bir deprem olabileceği ikazında bulunuyorlar. Sorumluluk duyduğumuz için tekrar ediyorum, eğer siz, ayakta kalan bu binalar için, girin, buralarda oturun diyorsanız -ki, böyle bir vurdumduymazlık sergiliyor bu hükümet- onlar için de onarım ve güçlendirme projesi gibi bir uygulamayı istedik, istedik olmadı...

BAŞKAN – Sayın Ercan, 2 dakika ilave süre kullandırdım efendim; lütfen...

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Hemen iki hususu ifade edeceğim ve sabrınızı taşırmayacağım.

BAŞKAN – Peki, buyurun efendim.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Bakınız, 5-6 katlı o binaların pasajlarındaki insanlar, beş altı katlı, hasar görmüş binaların altında, ekmek parası için dükkânlarını açıyorlar, çoluk çocuk orada çalışıyorlar. Allah korusun, olabilecek -Allah göstermesin- bir depremde, bu insanları, yeniden enkaz altında bırakabiliriz. Bunu hatırlatmak istiyorum.

Bir şeyi söyleyip tamamlayacağım. Üniversite sınavı yapıldı; ekpuan uygulayın dedik üniversite sınavında. O çocuklarımız ruhsal çöküntü içinde; Adapazarı'nda, eğitim ve öğretim, üç dört ay geç açıldı; hangi şartlarda bu çocuklar hazırlandı üniversite sınavına? Ama, elbette ki, deprem bölgesi dışındaki çocuklarımızın haklarını gasp etmeye gönlümüz razı gelmezdi. 72 üniversite var; bakın, sadece Adapazarı'ndaki üniversitenin 29 bölümü var. Her bölüme 5 ekkontenjan tanısanız, 72 üniversitede, deprem bölgesindeki 10 000'in üzerindeki çocuklarımıza, bu ruhsal çöküntü içindeki çocuklarımıza, üniversiteye girme imkânı yaratabilirdiniz; bunları yapmadınız. O bölgede...

BAŞKAN – Sayın Ercan, teşekkür ediyorum. Kesmek zorunda bırakmayın. Lütfen... Bakın, 3 dakika geçti.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Bir cümle... Bir cümle...

BAŞKAN – Peki.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – O bölgedeki işsiz kalan insanlarımıza, dul kalmış, kocasını, çocuklarını kaybetmiş insanlarımıza işe alımlarda öncelik verin; o da yok; hiç biri yok. Kadrolar boş; doktor yok, sağlık personeli yok, öğretmen yok, kamu personeli yok; bunlar boş.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ercan.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu getirdiğiniz tasarıyı odalar zaten yapıyor; kimse kimseyi de icraya vermiyor. (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorum Sayın Ercan. Bir diğer madde üzerinde tekrar söz alır, konuşursunuz; teşekkür ediyorum.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Bunu değil, depremzedenin istek ve taleplerine cevap verecek tasarıyı getirin.

Hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Şahsı adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.

Şimdi, bu kanun tasarısının yürürlük maddesine geldik. Neydi bu kanun tasarısında getirdiğimiz: Bir, hükümete verdiğimiz yetki kanunu var; o yetki kanunu da şurada. Biz,  4452 sayılı Kanunla hükümete yetki vermiştik. Bu yetki kanununa dayanarak, hükümet, afet bölgelerinde, 10 vilayette, şahısların, 15 000 000 ile 50 000 000 arasındaki, hatta, 40 000 000 arasında değişen aidat borçlarını, bir yılda iki defa ödenen aidat borçlarını erteliyor, bir yıl erteliyor. Ayrıca, o yöre ticaret odalarının da, Ankara'daki, genel merkezdeki birliğe olan borçlarını ertelemekle ilgili; 10 odanın Ankara'ya ödeyeceği borç miktarı takriben 83 milyar civarında, şahısların ödeyeceği borçlar da bu ayarda... Şimdi, 80 milyar liralık bir borcu bir yıl erteliyoruz diye, bu hükümet, bizi, üç dört günden beri bir kanunla meşgul ediyor. Gören de diyor ki: "Bu hükümet, ne güzel, afet bölgesindeki insanlara iş yapıyor."

Şimdi, ben, hiç yorum yapmadan bir şey söyleyeceğim; o da şu: Son birkaç aydan beri, bu hükümetin birtakım ortakları, sürekli olarak, açıklıktan, şeffaflıktan, her türlü olayın denetime açık olmasından bahsetmektedirler ve demektedirler ki "Türkiye'de, her şey denetime tabi olsun, bir tane şaibe kalmasın, denetimleri de yetkili kurullar yapsın." Peki, ben, şimdi, size yorumsuz bir şey söyleyeceğim. Bizim, hükümete, 4452 sayılı Kanunla, kanunun verdiği yetkiye dayanarak, hükümet, afet bölgelerinde, ihale, müteahhitlik, müşavirlik hizmetleri, mevcut fonların işleyişi ve gerektiğinde ilave fon kurulması, her türlü bağış ve yardımın etkin kullanımı için kanun hükmünde kararname çıkarmaya yetkilidir diyoruz. Biz, bu yetkiyi verdikten sonra, yorum yapmadan size şunu söylüyorum: Hükümet, önce şu yetki kanununu çıkarıyor. Ne çıkarıyor; 574 sayılı bir kanun hükmünde kararname çıkarıyor. Bu kanun hükmünde kararnamenin 3 üncü maddesinde deniliyor ki: "7269 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir." Nedir bunlar: "Bu afet bölgelerinde yapılacak her türlü alım, satım, kira, trampa, gayrimenkul alımlarında Bayındırlık Bakanlığı yetkilidir" ve daha da önemlisi "bu kapsamda yapılacak işler -1999 yılı yatırım programı gereğince afet bölgesinde yapılacak işler- 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanununun, 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun, 832 sayılı Sayıştay Kanununun vize ve tescil hükümlerine tabi değildir" diyor. Hemen yapılacak; yani, bu afet bölgelerine yapılacak geçici ve kalıcı konutları, bu kararname hükmüyle Sayıştay denetimi dışına çıkarıyoruz. Ondan sonra, tekrar 574 sayılı bir Kanun Hükmünde Kararname çıkarıyoruz ve diyoruz ki: "Kriz Koordinasyon Kurulu kanalıyla, geçici ve kalıcı konutlar yapmak üzere biriken meblağlar, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına bağlı Afet Fonuna aktarılır. Yukarıdaki fıkraya göre yapılacak harcamalar, 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu ve Sayıştay Kanununa tabi değildir."

Şimdi size bir şey soruyorum: Bir aydan beri, kalkıyorsunuz, "neden yapmış olduğunuz bir kararnamede açıklık yok, şeffaflık yok" diye kendi ortaklarınıza bile, "Yüce Divana git" diyorsunuz da, 150 trilyon liralık yapacağınız afet konutlarını neden Sayıştay denetimi dışına çıkarıyorsunuz?! Ben bir şey demiyorum; ama, neden çıkarıyorsunuz? Kanunsuz demiyorum, evet, çıkardığınız bir yetki kanununa dayanarak çıkarıyorsunuz; ama, şeffaflık bu mudur ki, yaptığınız ihaleleri Sayıştay denetimi dışına çıkarıyorsunuz?! Haydi, şunu anlıyorum; diyorsunuz ki: "Acele yapıyoruz, hızlı yapıyoruz, o nedenle bunları ilk tescil ve vizeden muaf tutalım; çünkü, onlar, bir süre alıyor." Ona da cevap verelim: İhale müddeti on ay geçti; on aydan beri siz bu kalıcı konutları ihaleye çıkarmayın, ondan sonra, on onbeş günlük zamanı bahane edip, bu, şimdilik 150 trilyon liralık -ileride daha da artacak- konut ihalelerini Sayıştay denetimi dışına çıkarın...

Bir şey daha var: "Peki, konutlar bittikten sonra Sayıştay denetimine tabi tutalım" dediğimiz zaman, hayır, o da yok. Bu çıkardığınız kanun hükmünde kararnameye göre, ihaleler yapıldıktan sonra da, Sayıştay denetimine tabi tutulamayacaklardır.

Şimdi bakın, hükümete bir şey söyleyeceğim: O kadar şeffaflıktan bahsediyorsunuz, burada çıkardığımız enerji ihaleleriyle ilgili kanunlarla, tahkim yasasıyla, enerji ihalelerini Sayıştay ve Danıştayın denetimi dışına çıkardınız. Şimdi, bu konularda...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Polat, teşekkür ediyorum efendim.

ASLAN POLAT (Devamla) – 1 dakika müsaade ederseniz, bitiriyorum.

BAŞKAN – Lütfen teşekkür edin efendim; buyurun.

ASLAN POLAT (Devamla) – Yalnız burada saat yok,  bu saati çalıştırırsanız iyi olacak.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Madde üzerinde, şahsı adına ikinci söz talebi, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan'a aittir.

Buyurun Sayın Ayhan.

Süreniz 5 dakikadır.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 484 sıra sayılı kanun tasarısının 2 nci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum.

Bu tasarı, deprem bölgesindeki ticaret ve sanayi odası ve borsa üyelerinin aidatlarıyla ilgili bir düzenleme getirmektedir. Aslında, bu odaların kendi organları tarafından verilecek bir kararla bu ertelemelerin veya affın yapılabilmesi mümkünken, bunun bir kanun haline getirilmesi de Türkiye'deki bürokrasinin, kendini ve Meclisi nelerle meşgul ettiğini göstermesi bakımından enteresan bir örnektir.

Bu konuşmamda, kısaca, deprem bölgesinde ve Türkiye genelinde yapı güvenliğiyle, ilgili bir noktayı dikkatlerinize arz etmek istiyorum. Deprem bölgesindeki yapıların projeleri kadar, kullanılan malzemelerin ve işçiliğin de mühim olduğunu ifade etmek istiyorum. Tabiî, deprem bölgesinde yapı malzemesi deyince, emniyet bakımından, öncelikle mühim olan demir ve çimentodur ve bunlarla ilgili işçiliktir; ama, maalesef -Hazır Beton Birliğinden aldığım bilgiler ışığında söylüyorum- bölgede, denetim çok zayıftır, yok mesabesindedir.

Şimdi, biz, hazır betonun kullanılmasını teşvik ediyoruz. Türkiye genelinde, hazır beton tesisi olan yerlerde, rekabetin olduğu yerlerde, hazır beton fiyatlarının Bayındırlık Bakanlığı birim fiyatlarıyla da özendirilerek, hazır betonun tercih edilmesini güvenlik bakımından gerekli görüyoruz.

Betonu elle de yapsanız, granülasyon bakımından -inşaatçı arkadaşlar bilirler- çimentonun dozu bakımından ölçme olmadığı için, bu, göz kararıyla olmakta; bunu çok iyi yapan olabileceği gibi çok kötü yapan da olabilir ve bu, tabiî, inşaatlarda,Allah korusun, büyük felaketlere, çökmelere sebep olur; bunun için hazır betonu özendiriyoruz. Hatırlıyorum, bizim hükümet zamanında da, birim fiyatlarda hazır betonu özendirecek bir düzenleme yapmıştık, 1997 birim fiyatlarında. Tabiî, bunun devam etmesi gerekir; ancak, bu yetmez değerli arkadaşlar.

Özet olarak söylersem, TSE belgesi olmayan yapı malzemelerinin kullanılması mutlaka yasaklanmalıdır, öncelikle de deprem bölgesinde. Yapılarda, taşıyıcı sistemlerinde, elle ya da betoniyerle üretilmiş betonun kullanılması yasaklanmalıdır. Kolon ve kirişleri, döşemeleri, perdeleri kastediyorum, taşıyıcı sistemlerden kasıt budur.

Yapıların taşıyıcı sistemlerinde, mukavemet bakımından nervürsüz inşaat çeliği kullanımı yasaklanmalıdır. Tabiî, biz, maalesef, geçmişte, bu denetim eksikliği yüzünden soğuk çekmeyle imal edilmiş inşaat demirlerinin binalarda kullanıldığını gördük. Bunlar fevkalade kırılgandır; ısıl işlemden geçmediği için, soğuk çekmeyle imal edilen bu inşaat demirleri, daha çok Balkan ülkelerinden gelen kütüklerden küçük haddehaneler tarafından çekilmekte ve piyasaya arz edilmektedir. Bunların da sureti katiyede yasaklanması ve bunlara müsaade edilmemesi gerekir.

Hazır beton tesislerinin TSE belgesi olmadan faaliyet göstermesi yasaklanmalıdır, mutlaka TSE belgesi olması lazım. TSE belgesi olan tesislerin de, habersiz denetimlerle ve sürekli takiple denetlenmesi lazım. Mükemmel bir tesisi kurmanız yetmez; fevkalade keskin rekabet şartlarında yaşıyoruz; özel sektör, serbest piyasa ekonomisi budur.

Tabiî, bu tesisler -kim ne yapar bilemiyoruz, ama- betonun dozajını düşük tutar, granülasyonuna dikkat etmez; ama, haksız rekabet sebebiyle bu noktalarda kaliteyi bozar. Kaliteyi bozması demek de, depremde veya deprem dışında binaların çökmesi, can ve mal kaybıdır, büyük felakettir. Onun için, denetim organlarının, denetim birimlerinin, illerde, haber vermeden, günün herhangi bir saatinde, ayın herhangi bir gününde gidip, numune alıp, bunları test etmesi lazım. Burada, ilgililere, yetkililere fevkalade dikkat gerekir. Maalesef, birtakım özel sektör kuruluşları -tabiî, tamamını kastetmiyorum- ve istisnai olarak bazıları, denetim elemanlarını, şu veya bu...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Bitiriyorum, Muhterem Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür edin lütfen; açıyorum mikrofonunuzu.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Sayın Başkanım, mevzu bütünlüğü bakımından iki üç madde vardı; lütfederseniz bitireceğim; siz bilirsiniz, takdir sizin; olmazsa öbür maddede söz alacağım.

BAŞKAN – Efendim, müsaade ederseniz, öbür maddede tekrar söz vereyim; çünkü, yoklama talebi var, onu yerine getireceğim.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Peki efendim, teşekkür ederim.

Müteakip bazı mütalaaları da, üç beş madde halinde, müteakip maddede arz edeceğim.

Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan

Değerli milletvekilleri, 2 nci maddenin müzakereleri tamamlanmıştır.

III. – YOKLAMA

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunacağım; ancak, oylarınıza sunmadan önce bir yoklama talebinde bulunulmuştur.

Şimdi, yoklama talebinde bulunan arkadaşlarımın Genel Kurul salonunda olup olmadıklarını arayacağım ve daha sonra da elektronik cihazla yoklama yapacağım.

Sayın Polat?.. Burada.

Sayın Akman?.. Burada.

Sayın Batuk?.. Burada.

Sayın Çiçek?.. Burada.

Sayın Oğuz?.. Burada.

Sayın Erbaş?.. Burada.

Sayın Şahin?.. Burada.

Sayın Yanmaz?.. Burada.

Sayın Çelik?.. Burada.

Sayın Sezal?.. Burada.

Sayın Pamukçu?.. Burada.

Sayın Aktaş?.. Burada.

Sayın Sobacı?.. Burada.

Sayın Özgün?.. Burada.

Sayın Fırat?.. Burada.

Sayın Pepe?.. Burada.

Sayın Ulucak?.. Burada.

Sayın Sünnetçioğlu?.. Burada.

Sayın Karagöz?.. Burada.

Sayın Ayhan?.. Burada.

Sayın Aslan?.. Burada.

Evet, yeterli sayıda imza sahibi arkadaşımız buradadır.

Elektronik cihazla yoklama yapılacaktır.

Yoklama için 5 dakika süre veriyorum.

      (Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, toplantı yetersayımız yoktur.

Birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.52

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 21.06

BAŞKAN : Başkanvekili Nejat ARSEVEN

KÂTİP ÜYELER: Melda BAYER (Ankara), Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir)

 

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 113 üncü Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

III. - Y O K L A M A

BAŞKAN – Daha önce yapılan yoklamada toplantı yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi, yeniden yoklama yapacağım.

Yoklama için 5 dakika süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.

      (Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır.

Tasarının 2 nci maddesinin oylamasında kalmıştık.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4. – “Ticaret ve Sanayi Odaları”, “Ticaret Odaları”, “Sanayi Odaları”, “Deniz Ticaret Odaları”, “Ticaret Borsaları” ve “Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği” Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/641) (S. Sayısı: 484) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet hazır.

Tasarının 2 nci maddesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Mehmet Batuk konuşacak Sayın Başkan.

BAŞKAN – Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Mehmet Batuk; buyurun efendim.

FP GRUBU ADINA MEHMET BATUK (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz tasarının son maddesiyle ilgili, Fazilet Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, görüşmekte olduğumuz tasarı, deprem bölgesinde olan 5 ilimizdeki ticaret ve sanayi odalarının aidatlarının ertelenmesini, bu odaların, Odalar ve Borsalar Birliğine ödeyecek oldukları aidatların da 2000 yılı sonuna kadar ertelenmesini içeriyor. Bu yönüyle, bu tasarıya, bölgemizde bulunan esnaf ve sanatkârlarımız, sanayicilerimiz, sanayi ve ticaret odalarımız açısından bir imkân getirdiği için, olumlu yaklaştığımızı ifade etmek isterim.

Yalnız, bu düzenleme, kanunî düzenleme olarak gelmeden de yapılabilirdi. Ticaret odaları, sanayi odaları ve Odalar ve Borsalar Birliğinin kararıyla da bu düzenlemenin yapılabilecek olduğunu fevkalade herkes idrak edecek durumdadır. Bunu, büyük bir iş yapıyormuş edasıyla, deprem bölgesindeki bütün sıkıntıları bununla aşıyoruz edasıyla takdim etmenin yanlış olduğunu ifade etmek istiyorum böylece.

Değerli arkadaşlar, bölgede esnafımız, sanayicimiz büyük sıkıntılar yaşıyor. Onların bu aidatlarının 2000 yılı sonuna kadar ertelenerek, temerrüt faizi de işlemeden bekletilmiş olması bir imkân. Yalnız, ülkemizde, yaşanılan genel ekonomik sıkıntılarla birlikte, sadece, bölgedeki depremzedeler değil, bütün ülkemizin bir hükümetzede durumuna getirildiğini de kamuoyu müşahede etmektedir. Artık, esnaf ve sanatkârımız ve sanayicimiz, sadece, deprem bölgesinde değil, Türkiye'nin her tarafında kan ağlamaktadır. Özellikle, son açıklanan hububat fiyatlarıyla, çiftçimiz de kan ağlar duruma gelmiştir. Bunlar için, hükümetin, acilen tedbir alması lazım .

Bölgemiz için yapılabilecek en önemli işlerden birisini şu şekilde ifade edebilirim: Biliyorsunuz, deprem bölgesindeki 5 ilimizde -Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu ve Yalova- devlet memurları ve kamu işçilerine 50 milyon liralık deprem yardımı yapılmaktaydı; bu yardımlar, iki ay kadar önce sona erdirildi. Geçen hafta sonu bölgede yaptığım incelemelerde, esnafımız, özellikle, bu yardımlar dolayısıyla piyasaya giren nakit sebebiyle daha rahat durumda olduklarını ifade etmişlerdi. Şu anda, bunun kesilmesiyle, nakit sıkıntısının daha da arttığını ifade ediyorlar. Hatta, esnafımız, toptancılardan mal alırken çek kabul ettirmekte zorlandıklarını; çünkü, toptancıların "sizin çeklerinizin ödenip ödenmeyeceğini bilemiyoruz" dediklerini söylüyorlar. Hükümete, özellikle, memurlar ve kamu işçilerine ödenen 50 milyon liralık deprem yardımının tekrar ödenmesi hususunda girişimde bulunmasını ve bununla bölgede bir canlanmanın tekrar oluşabileceğini ifade etmek isterim.

Değerli arkadaşlar, sadece, dükkânı yıkılan, işyeri tahrip olan insanlarımız değil, herkes bu felaketten etkilendi; çünkü, müşterisini kaybetti, kredili satış yapan esnafımızın kredilerinin dönüşleri durdu. Hükümetin, buraya acil olarak el atması ve tüketici kredileriyle birlikte, esnaf kredilerini ve işyeri ile hasarlı binaların onarımları hususundaki taahhüt ettiği miktarları ödemesi lazım. Mesela, 6 milyar lira ödeneceği söylenilen tamamen hasarlı konutların yapımıyla ilgili ödemeler ciddî şekilde yapılmamaktadır. Hatta, orta hasarlı binalarla ilgili ödemelerde de büyük sorunlar vardır. Bunun bir ileri merhalesi, mahkemelere başvurulmuş hasarlı binalarla ilgili hasar tespit raporlarına itirazlarda da mahkemeler yetersiz kalmakta önemli yığılmalar sebebiyle. Özellikle Sakarya'da bulunan bölge idare mahkemesinin yükünün çok aşırı derecede artmış olması dolayısıyla netice çıkmamaktadır, gecikmektedir. Hükümetimizin, özellikle bölge idare mahkemesinde takviyeler yaparak, neticelerin daha erken zamanda alınması için tedbirler alması gerekmektedir.

Değerli arkadaşlar, biraz önce Sayın Ercan'da ifade etti, deprem bölgesinde maddî hasarın dışında, can kayıplarının dışında moral yıkıntı da vardır. Hafta sonu, ülkemizin tamamında icra edilen üniversite giriş sınavlarında, büyük moral çöküntüsü sebebiyle deprem bölgesindeki yavrularımız için bir imkân hazırlanması elbette uygun olurdu; fakat, hükümetimizin bu hususta bir tedbir almadığını müşahede etmekteyiz.

Değerli arkadaşlar, deprem bölgesi, ilgisizlikle karşı karşıyadır ve özellikle, hükümetin son zamanlarda yetki kanununa dayanarak yaptığı icraatlar kuşku uyandırmaktadır. Özellikle, yapılan ihalelerin Sayıştay denetiminden çıkarılmış olması, vize ve ihale tamamlandıktan sonraki Sayıştay kontrolörlüğünün de kaldırılmış olması, ciddî şekilde hükümeti şaibe altında bırakacaktır.

Elbette, zamana bağlı işlerin yapılması için vize hususu askıya alınabilir; ama, işler bitirildikten sonra, hesapların incelenmesinden kaçmak, hükümet için ciddî şekilde şaibe ortaya çıkaracaktır ve özellikle de resmî kurumlara yapılan deprem yardımlarının Sayıştay denetiminden çıkarılmış olması vatandaş arasında kuşkuyla karşılanmaktadır. Belediyelere ve başka kurumlara yapılan yardımların nereye harcandığının, mutlaka, Sayıştay tarafından ciddî şekilde denetlenmesi gerekmektedir. Yapılan yardımların denetimden kaçırılmış olması, hükümet için şaibe söylentisine sebep olacaktır. Bunu, somut bir husus olduğu için söylemiyorum; hepimiz için, Meclis ve hükümet için, bundan kaçınmanın daha selametli olacağı kanaatimi ifade etmek istiyorum. Elbette, zamana bağlı işlerde vize sıkıntısı aşılabilir; ama, daha sonra hesapların incelenmesinden kaçmanın doğru olmayacağını ifade etmek isterim.

Değerli arkadaşlar, bu kanun tasarısı, deprem bölgesinde önemli bir rahatlama getirmeyecek; ama, bu haliyle de, esnafımız için bir miktar rahatlama getireceğini düşündüğümüz için, destek olacağımızı ifade eder, hepinize saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Batuk.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın Nevzat Ercan; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz tasarıyla getirilen nedir; bakınız, ne getiriyoruz: Diyoruz ki, afete maruz kalan bölgelerde, yani, deprem felaketini yaşadık, o bölgelerde -deniliyor ki, bu tasarıyla- oda ve borsa üyelerinin kayıt ücretleri, yıllık aidatlar ve munzam aidatları ile oda ve borsaların, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine yıllık aidatları, gecikme zamlarıyla birlikte, 31.12.2000 tarihine kadar erteleniyor. Merak ettim doğrusu, bu bölgeye ne getirecek? Bu tasarıyı, aşağı yukarı, üçüncü haftadır, haftanın belirli günlerinde ele alıyoruz, tartışıyoruz. Merak ettim doğrusu, odaları aradım, nedir getirilen dedim; bana göre, bu odalardan aldığım bilgiler tahtında ve değerli arkadaşımın da dediği gibi, gerçekten, attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değmez, değmiyor gerçekten.

Değerli arkadaşlar, bana verilen bilgilere göre, yıllık aidatlar 10 milyon lira ile 50 milyon lira arasında, ortalama 20 milyon lira bile değil deniliyor ticaret odalarında. Yani, bunu da 2 taksitte ödeyecekler. Deprem bölgesinde, odaya kayıtlı bir üyenin yıllık aidatı 10 milyon lira, ortalama 20 milyon lira; 2 taksitte ödeyecek 5'er milyon liradan, 20 milyon lira ise ortalama, 10'ar milyon liradan... Bunu erteliyorsunuz. Yani, günlerdir, bu Mecliste, bu tasarıyı görüşüyoruz da, Allah için, bilelim ne görüştüğümüzü, o bölge için ne düşündüğünüzü, ne kadar düşündüğünüzü, ne kadar cömert olduğunuzu, o bölge insanını koruyup kollamakta ne kadar beceri sahibi olduğunuzu... Doğrusu, aldığım cevaplar, bilgiler tahtında, sizler adına ben üzülüyorum.

6 ilde de oda başkanları diyor ki: "bizim geleneğimizde, yıllık aidatını, kayıt ücretini ödememiş bir üyemiz hakkında icra takibatımız yoktur; yoktur böyle bir geleneğimiz, hiç kimse de bundan şikâyetçi değildir bölgede." Yani, odaya kayıtlı hiçbir üyenin de "aman canım, benim 20 milyon liralık yıllık aidatımı falan erteleyin, bunu 2000 yılının sonuna sarkıtın" gibi bir talebi, bir isteği yok, odanın da onun hakkında bir takibi yok. Bunu yapıyorsunuz üç haftadır bu Mecliste, Genel Kurulu, bu konuyla meşgul ediyorsunuz.

Munzam aidatı... Oda başkanları gülüyor "depremden sonra "zaten gelir beyan eden yok odamıza kayıtlı" diyorlar. O bölgelerde, büyük yatırım yapmış iş sahibinin, müteşebbis fabrika sahibinin, aslında Gelir Vergisi mükellefi olarak merkezleri o bölge değil; İstanbul... Benim Adapazarı'nda, ne TOYOTASA'nın ne toprak ve ilaç sanayiinin ne üç beş büyük fabrikanın hiçbiri, vergi mükellefi olarak beyannamesini, Adapazarı'ndaki vergi dairesine vermez. Bunlar yok zaten. Kim var; işte, efendim, küçük, kendi çapında imkânlarıyla bir işyeri kurmuş, iş sahibi bunlar.

Yaptığınız ne Allah aşkına! Yaptığınız, işte, benim, şimdi, özetle burada ifade etmeye çalıştığım hususlar, bunları yapıyorsunuz. Bırakın bunları, kimse bu konuda dertli falan değil, sizden de, bunları erteleyin, aman ödeyemiyoruz... 10 milyon lirayı, yıllık 20 milyon lirayı, gelir beyannemesi vermemiş, beyan etmemiş, zaten, çökmüş, bitmiş bu insanların, munzam aidat gibi, binde 8 safî kazançtan bir ödeme gibi durumla da karşı karşıya değil zaten. Bunları yapıyorsunuz. Bırakın bunları bir tarafa. Gelin, bakın, bizim defaatla söylediğimiz, şunları şunları yapın... Yapmadınız. Neler söyledik bu kürsüden, neler talep ettik de, neleri yaptınız; isterseniz bunları, satırbaşlarıyla bir tadat edelim.

Biz, size dedik ki, iş hayatı felç oldu. Değerli arkadaşlar, kolay bir şey değil. Bakın, size tekrar söylüyorum, evini kaybetmiş, işini kaybetmiş, herşeyini kaybetmiş, bir ekmek parasına muhtaç insanlara, siz, hükümet olarak ne destek verdiniz, hangi maddî katkıyı sağladınız, onu soruyorum size?! Ne verdiniz bunlara?!

Bakın, dedik ki, size, şu kadar esnaf var o bölgede yaşayan, bu bölgede yaşayan insanlarımız, esnafımız ekonomik olarak çöktü, işyerleri yıkıldı, sermayesini kaybetti, malını kaybetti, raftaki malını kaybetti. Şimdi, İstanbul'a gidecek -genellikle İstanbul'a gider bizim bölgenin insanı, oradan mal alır- kapatmış oradaki tüccar bizim esnafa kapısını "senin çekin geçmez" diyor "senin senedin geçmez..." Zaten, kendisi icra takibine uğramış, bir cezaî takibatla karşı karşıya kalmış. Şimdi, siz, bunlara, hükümet olarak hangi desteği verdiniz?! Onca toplanan maddî yardımları, kaynakları, parasal yardımları bunlara ne kadar kullandırdınız; depremzede adına, o yörede yaşayan insanlar adına, esnaf adına, tüccar adına, küçük sanayici adına ben sizlerden soruyorum? Hayır, kullandırmadınız. Bu paraları, bu bölge için ve aslında depremzede insanlar için toplanmış, önemli ölçüde belli bir meblağa varmış bu kaynakları başka amaçlar için kullandınız. Ben mi söylüyorum bunu; hayır; hükümetin bakanları söylüyor zaman zaman; başka amaçlar için kullanıldı. Bütçe açıklarına falan kullanıyorsunuz bunları. "Hayır, kullanmadık; Deprem Vergisi adı altında topladığımız 1,5 katrilyona yakın kaynağın şu kadarını bu bölge için kullandık" diye, gelin, buradan rakamları verin; bizi yanıltın, yanılmak istiyoruz biz; bunları söyleyin buradan.

Değerli milletvekilleri "malî milat ilan edin" dedik. Ne yapın: Bakın vergi daireleri yıkıldı, Adapazarı'nda iki vergi dairesi de yıkıldı, dosyaların hepsi kayıp; bu insanların geriye dönük defter kayıtlarını istemeyin, 1.1.2000 tarihinden itibaren malî milat ilan edin, vergi borçlarını terkin edin ve geleceğe dönük, üç yıl süreyle, Gelir ve Kurumlar Vergisi açısından da muafiyet getirin dedik.

Peki, bunlar yapılabilir miydi... Bakın, Adapazarı'ndan bir heyet Japonya'ya gitti -ilgililer, oda başkanları, belediye başkanı gitti- yeni döndüler. Kendilerine sordum, bugün kendilerinden bilgi aldım. Kobe'de incelemelerde bulundular. Bakınız, Kobe'de, depremden sonra, depremzedeye, beş yıl süreyle kademeli vergi indirimi getiriliyor. Ee getirin... Bu kadarı da beceremezseniz, üç yıl süreyle, iki yıl süreyle getirin, belli kademelerle getirin bunları. Bunları uyguladık biz, belli dönemlerde yaşandı Türkiye'de felaketler, bunları uyguladık. Enerji desteği sağlanmış o yöredeki insanlara. Siz, o insanlardan elektrik parası almak, vesaire için, icra takibine kadar vardırıyorsunuz işi. Oysa başka ülkeler, depremden doğan yaraları sarma noktasında ayrıca katkı sağlamış, enerji desteği sağlamış, ayakları üzerinde durabilene kadar sağlamış bunu. Bunları yapın, bunları istiyoruz...

İşadamı gelsin, Adapazarı'nda niye yatırım yapsın... Hangi özendirici tedbiri aldınız da, müteşebbis, işadamı, Adapazarı'na, Düzce'ye, Bolu'ya gelsin, deprem bölgelerine gelsin de orada doğan işsizliği bir ölçüde giderecek yatırımlar yapsın... Onun için defaatle yalvardık size, dedik ki "bakınız, burada özendirici birtakım tedbirleri devreye sokun, yatırımları özendirin." Bunlarla ilgili tedbirler alın istedik. Bunları yapabildiniz mi; yapmadınız.

Organize sanayi bölgeleriyle ilgili bir tasarıyı burada yakın tarihte görüştük. Önerge verdik arkadaşlarla beraber; o bölge insanı için verdik. Bakınız, o tasarıyla ne getiriyordunuz; 59 ili kalkınmada öncelikli yöre kapsamına aldınız, o deprem bölgeleri de var bunların içerisinde; ama, o birtakım muafiyet ve istisnaları, o kapsama giren 59 ildeki muafiyet ve istisnaların yürürlük tarihini 31.12.2001 olarak öngördünüz ve burada arkadaşlar olarak "deprem bölgesini bundan istisna kılın, ayrı bir uygulama getirin, 2001 yılına sarkıtmayın, deprem bölgesinin insanlarını hiç olmazsa bundan istifade ettirin" dedik. Önergemizi reddettiniz arkadaşlar. Geldiniz, burada, şimdi, 10 milyon lirayı, 20 milyon lirayı yılda ödeyecek olan oda üyesinin aidat borcunu ertelemek gibi bir gayretin, bir çabanın içerisindesiniz. Birbirimizi aldatmayalım arkadaşlar. Ayıp oluyor arkadaşlar bu yani...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Kimseyi tahrik edemezsin...

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Yapacağınız işlerin yapın!.. Siz, evvela yapacağınız işleri yapın!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NEVZAT ERCAN (Devamla) – 1 dakikanızı istirham ediyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

Lütfen, tamamlayın Sayın Ercan.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Bölgemizde fabrikalar zarar gördü. Bir önemli fabrikayı, şeker fabrikasını söyleyip sözlerimi hemen tamamlayacağım Sayın Başkanım.

Başbakana gittik, bakanlara gittik "yapmayın, bizim bölge, şekerpancar üreticisinin yoğun olduğu bir bölge. Neresi: Düzce, Bolu, Adapazarı ve Bilecek dahil, 6 ilin aşağı yukarı ekim alanını oluşturuyor. Şeker fabrikası depremde büyük zarar gördü, çalışmıyor. Kaynak aktarın, onarın. Bakın, geçen yılki şekerpancarını çiftçiden aldık, başka illere, Alpullu, Susurluk Şeker Fabrikalarına taşıdık, 3 trilyon liraya yakın nakliye ücreti ödendi, hem de bölge insanı nakliyeci olarak kullanılmadı, başka bölgelerden geldi. Bu sene de ekim ayına yetiştirelim. Ne olur Sayın Başbakan, bize biraz kaynak aktarın, bu şekerpancarı taşımayalım öteye beriye. Bu şeker fabrikasında 1 200 çalışan var, 64 000 üyesi var, bunları mağdur etmeyelim..." dedik. Şeker fabrikası hâlâ atıl durumda, çalışmıyor...

Ne söyleyeyim ben size!..

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ercan.

Şahsı adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Tasarının son maddesi olan yürürlük maddesine geldik: "Bu kanunu Bakanlar Kurulu yürütür." Tabii, bu kanunu yürütür de, acaba, bu afetlerle ilgili konularda, biz, hakikaten ne yaptık; bir iki de onlara bakmak istiyorum. Bunları neden söylüyorum biliyor musunuz, 80 milyar liralık, ertelemeyle ilgili  bir tasarıyı, getirip, burada üç haftadır konuşturuyorsunuz. Size, kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verdik; bundan yetkiler çıkardınız, geçici konutları Sayıştay denetiminin dışına çıkardınız, kalıcı konutları Sayıştay denetiminin dışına çıkardınız... Ayrıca, neleri çıkardınız; bakın, söyleyeyim: 581 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle "1 inci maddede öngörülen afetlerle ilgili olarak yeni yerleşim alanlarının sağlanması amacıyla mera vasfını taşıyan yerlerin tahsis amacı..."

Şimdi "mera yerleri" denildiği zaman... Hem de buna bir ziraatçi, baktım ki, nasıl imza atmış; baktım, bizim hemşerinin de burada imzası var! Sayın Bakanın, Sayın Bakan Gökalp'in de burada olacağını zannediyordum. Yahu, şimdi, bir ziraatçi olarak, meraları inşaat alanına açmayı nasıl kabul ediyorsunuz? Şimdi, niye bunları söylüyorum biliyor musunuz, bakın, o kadar net ki, mera olan yeri hemen şeye çıkartır diyor... "Bayındırlık ve İskân Bakanlığında değiştirilerek, tapu siciline Hazine adına arsa olarak tescil edilir" diyor. Şimdi bu konuyla... Devamı da var bunun; diyor ki "Orman Bakanlığınca, doğal afet bölgelerinde iskâna esas olmak üzere, belirlenen alanlar afete maruz kalan afetzedelerin iskânı için Bayındırlık ve İskân Bakanlığına tahsis edilir." Bunları niye söylüyorum...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Doğru...

ASLAN POLAT (Devamla) – Bak, doğru değil, doğru değil.

Şimdi, siz, bir yerde orman arazilerini, meraları, böyle, her konuda iskâna açarsanız, Türkiye'de yeşillik işte böyle gider. Ben burada Çevre Komisyonu Başkanının da, Çevre Bakanının da bu konuda sizi ikaz etmesini isterdim, sivil kuruluşların ikaz etmelerini isterdim. Niye söylüyorum ben bunu; afet olmuş, o bölgede yoksa, misal, yanında Bilecik'te ve başka taraflarda çok daha müsait yerler var; biz, asırlar boyunca Anadolu'da nerede bir tarım arazisi varsa, geldik oraya fabrika kurduk, geldik, oraya sanayii kurduk...  Bursa Ovasını böyle bitirdiniz, Düzce Ovasını  böyle bitirdiniz. Her yerde bu böyledir; diğer taraftan, Bilecik'te tarıma müsait olmayan yerler boş duruyor; ama, Türkiye'nin en mümbit ovası Çukurova, Adana Ovası, hepsi böyle tarıma açıldılar. İşte, ben, bu konulara itiraz ediyorum, diyorum ki, böyle, kanun hükmünde kararnameleri hemen çıkarıyorsunuz, birsürü şeyi gözden kaçırıyorsunuz; ama, ondan sonra geliyorsunuz, 80 milyar liranın ertelenmesi için günlerce burada tartışıyoruz!

Bakın, yine, bu kanun hükmünde kararnamenin devamında ne var;  "Genel bütçeye dahil olmayan kamu kurum ve kuruluşlarınca doğal afetlere maruz kalan bölgelere yapılacak bağış ve yardımlar ile eğitim amacıyla yapılmış ve yapılacak olan yardımlar, 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu, 2886  sayılı Devlet İhale Kanunu ve 837 sayılı Sayıştay Kanun hükümlerine tabi değildir" diyor.  Tabi olan daha ne kaldı ?..

 Sayın milletvekilleri, bakın, ben bunları veriyorum; ama, bir gün siz de üzülürsünüz. Kanunlar getiriyorsunuz; afet bölgesine yaptığınız kalıcı konutlar, geçici  konutlar Sayıştay denetimi dışında. Afete hangi belediye veya bir kamu kuruluşu yardım yaptıysa, onun yaptığı yardım da Sayıştay denetimi dışında; niye Sayıştay denetimine açık değil ? Açalım; madem, şeffaf olmaktan bahsediyoruz, her şey şeffaf olsun; demokrat olalım diyoruz; niye bu yardımlar böyle, hep  Sayıştay denetimi  dışına çıkarılıyor?

Bundan bir ay evvel bir kanunu daha getirdiniz.  Neydi o kanun;  enerji ihalelerinde tahkim kararını getirdiniz, Danıştayı devreden çıkarttınız. Yani, anlamadım; enerji ihalelerinde Danıştay devre dışında; afet konut işlerinde Sayıştay devre dışında... Neler denetime tabi; Hamur İlçesinde yapmış olduğunuz E tipi cezaevi denetime tabi veya Tekman'da yapmış olduğu polis karakolu denetime tabi.

Arkadaşlar, biz bunlarla kimi yanıltacağız? Bakın, şu anda yapılan Bayındırlık Bakanlığının en büyük ihaleleri, toplu konut ihaleleri. Şimdi, bu afet konut  yerleri denetim dışı, enerji ihaleleri denetim  dışı; peki, denetime tabi olan ne var? Hamur İlçesindeki E-tipi cezaevi; bunu, denetime tabi tutsan ne olur tutmasa  ne olur?!

Hayır, bir gün bunlara siz üzülürsünüz diye tekrar izah ediyorum.

Bakın, demin size bir şey söyledim, ne dedim "orman arazilerinden icap edenler iskâna açılır" diyorsunuz. Ötekisine ne oluyor; o bölgede bir belediye, dışarıdan kredi bulmak gayesiyle tuttu, kendi şirketinde bir ihale yaptı; "konut ihalesi yapıyorum" dedi. Toplu Konut İdaresinin;  yani, şu hükümete bağlı Toplu Konut İdaresinin metrekaresini 138 dolara yapmış olduğu konutların bir başkasını, biraz daha lüksünü 430 dolara yapmaya kalktı. Yaptı yani, ihalesini o yaptı müteahhide... Niye; çünkü, orman arasında, belli güzel bir yeri almışlar, ha işte buralara afet konutu yapıyoruz desinler. 130 dolara, şu hükümet döneminde, bir ay önce ihalesi yapılan konutların biraz lüksünü, biraz benzerini 430 dolara, tam 4 katı fiyattan, o belediye kalkıp ihale ediyor. İşte, buradaki konuları hep denetimlerin dışına çıkarmak...

Sayın milletvekilleri, hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Polat.

Şahsı adına, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; deprem bölgesinde ve bölge dışında, genelinde, yapı güvenliği için, binalarda güvenlik için bina malzemelerinin TSE standartlarına uygun olması ve taşıyıcı sistemlerde de hazır beton ve TSE belgeli hazır beton kullanılmasını ifade etmiştim. Bu arada da, hazır beton tesislerinin, habersiz, tesadüfî, günün herhangi bir saatinde ve ayın herhangi bir gününde denetlenmesini, numune alınmasını, bunların yakın kontrol altında tutulmasını ifade etmiştim. Tabiî, Türkiye'de bu kanunları yapıyoruz, yönetmelikleri de çıkarıyoruz, teşkilatları da kuruyoruz; ama, maalesef, bu işler de yapılmıyor.

Bakın, çevreyle ilgili, hepimizin ilinde çevre felaketi yaşıyoruz. Bir boya fabrikası veya bir tekstil fabrikası veya bir başka sanayi kuruluşu, elektrik masrafı var diye arıtmasını çalıştırmıyor, doğrudan doğruya göle, akarsuya, denize, nereye bulursa oraya deşarj ediyor; işte, bu da çevre felaketi oluyor. O illerde çevre müdürlükleri var, denetimle ilgili, sorumlu, validen aşağıya kadar insanlar var; ama, maalesef, bu denetimler yapılmıyor. Hazır beton için bu denetimin ciddî şekilde yapılması, can güvenliği, mal güvenliği bakımından mühimdir.

Türkiye Hazır Beton Birliği, kalite güvence sistemi kurmuş, bunun, Millî Akreditasyon Komitesi tarafından akredite edilmesi talebi var. Tabiî, şartları uygunsa, akredite edilebilecek olan seviyedeyse, teşkilatıyla, laboratuvarıyla düzeniyle ve standartlarıyla, bu, akredite edilmelidir. TSE'nin, yapmak durumunda olduğu takip denetimlerinde, akredite edildiği takdirde, Türkiye Hazır Beton Birliğinin kalite güvence sistemini referans almasında fayda vardır, alt sektörün, bu sahanın standartları vazedildiği için.

Yerel yönetimler ve belediyelerce, yapı malzemesi kalite konusunda raporlarına başvuran kurum laboratuvarlarının da, TSE laboratuvar yeterlik belgesi ve geçerlilik kalibrasyon belgelerine sahip olması şartları aranmalıdır, bu konuda gerekli izlenebilirlik şartları tarif edilmelidir.

Tabiî, bir diğer husus da, çelik ya da betonarme karkas üretimlerin mukavemetleri ve emniyetleriyle ilgili olarak, asgarî işçilik kalite şartları üzerinde bir denetim sağlanmalıdır. Bunun da yolu, önce, deprem bölgesinden başlamak üzere, bizim, il il, inşaat ustalarını sertifikaya tabi tutacak olan bir eğitimden geçirmemizdir. Eline keseri alanın, ben kalıpçıyım, ben demirciyim, ben betoncuyum diye iş hayatına girmesi doğru değildir. Bu sahada iş gücünü de önlememek, iş gücü talebini de sıkıntıya sokmamak şartıyla, süratle, valilikler nezdinde, il il, inşaat sektöründe çalışacak olan ustaların, eğitimden geçirilerek, bunlara sertifika verilmesi ve sertifikalı ustalığa geçmek gerekmektedir. Bu istikamette, Bayındırlık Bakanlığının da, geçmişte, birtakım çalışmaları olmuştu, bunları da süratle uygulamaya koymak gerekir.

Değerli arkadaşlar, tabiî, depremin bize öğrettikleriyle bu noktaya geliyoruz, bu sahayla ilgilenen, deprem felaketiyle ilgilenen herkesin bundan ders alması ve belirli standartlara uyması gerekiyor. Teknik standartlara uymadığınız zaman, mühendislik standartlarına uymadığınız zaman, mutlaka bir felaketle karşılaşmanız kaçınılmazdır.

Tabiî, hükümetin de bölgeye para harcaması lazım. Biraz önce, değerli milletvekili arkadaşımız Nevzat Ercan "bu kadar parayı ne yaptınız" dedi, 1,3 katrilyon!..

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ayhan, mikrofonunuzu açıyorum, lütfen tamamlayın efendim. Çok rica ediyorum...

CEVAT AYHAN (Devamla) – Hükümet, bölgeye karşı eli çok sıkıdır. Burada, Genel Kurulda, geçen haftaki müzakerelerde bölgenin meselelerini uzun uzun arz ettim. Hükümetin, bölgeye para harcaması lazım, insafla bakmak lazım. Üreten, kazanan bir bölge yıkılmıştır, inşa edilmesi lazım; ama, maalesef, hükümet, faize 5 ayda 20 milyar 200 milyon dolar ödemiş, faize ayda 4 milyar dolar para ödemiş. Türkiye, evet 20 milyar doları 5 ayda ödemiş, ayda 4 milyar dolar!.. İşte, depremzedeye verilecek olan yardımlar da, çiftçiye verilecek olan yardımlar da, maalesef, faiz hortumu tarafından hortumlanıyor; Türkiye'nin sıkıntısı budur. İnşallah, Türkiye bunları aşar diyorum ve hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Karar yetersayısı... Karar yetersayısı...

BAŞKAN – Bir dakika efendim!.. Bir dakika!.. Telaş etmeyin!..

Sayın Genç, mikrofonunuzu açıyorum, sorunuzu yöneltebilirsiniz efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, aracılığınızla, aşağıdaki sorularımın bir kısmının Bakan, bir kısmının da Komisyon tarafından cevaplandırılmasını istiyorum:

Evvela, usulle ilgili, Komisyonun yaptığı bir usulsüzlüğü belirtmek istiyorum. Kanunda "aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir" deniliyor; geçici madde 14 ve arkasından geçici madde 1 geliyor.

Şimdi, geçici madde 1'in başa gelmesi lazım; o, geçici madde 14'ün sonra gelmesi lazım. Bizim, herhalde, 1 ile 14 arasında... Önce 1, küçük; sonra 14, büyük...

İkincisi, bu geçici 1 inci maddeyle, Bakanlar Kuruluna daha önce verilmiş yetki kanununun süresi uzatılıyor. Anayasanın 91 inci maddesine göre yetki devri; yani, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkisinin devri için, evvela, hükümetten bir talep gelmesi lazım. Hükümet, yetki için Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir talepte bulunacak, ondan sonra, çıkaracağı bu yetkinin kapsamını, amacını, ne kadar süre talep ettiğini ve bu süre içinde birden fazla kanun hükmünde kararname çıkarıp çıkarmayacağını da, hükümetin talebinde belirtilmesi lazım. Hükümetimizin böyle bir talebi yok. Maşallah, Komisyonumuz, hükümetin yerine geçiyor ve İçtüzüğün 35 inci maddesinde, biliyorsunuz, komisyonlar, kendilerine havale edilen işleri aynen veya değiştirerek kabul edebilir; kendileri, yeni bir kanun teklifi niteliğinde bir teklifte bulunamazlar deniliyor. Açıkça, İçtüzüğün bu hükmüne rağmen, bir defa, Komisyon, yetkisini aşmış, İçtüzüğe aykırı bir düzenleme yapmıştır.

İkincisi; Sayın Başkan, bu, çok önemli bir şey; Bakanlar Kurulu yetki istemeden, bu Komisyon, hangi güçle ve hangi nedenle yetkisini istiyor. Bakanlar Kurulunda...

BAŞKAN – Peki, cevaplasınlar efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Tabiî, evet, ikincisi, Sayın Başkan, özellikle, Bakandan talep ediyorum. Bugüne kadar, depremlerde dahi, hiçbir surette, yapılan acil deprem ihalelerinde, Sayıştay denetiminin 2886 sayılı İhale Kanununa tabi olmama sistemi yoktu ki, bu 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinden itibaren de, aşağı yukarı bir seneye yakın bir zaman geçti. Şimdi, neden, acaba, hükümet, bu depremlerin ihalesini Sayıştay denetiminin dışında tutuyor ve İhale Kanununun dışında tutuyor. Dışarıda şöyle çok yaygın söylentiler var ve deniliyor ki, bu ihaleler belli müteahhitlere verilmiş, işler bağlanmış, ondan sonra da, bu kanunla böyle yetki de çıkınca, hemen getirecekler; ne ihale edecekler, kendi yandaşlarına verecekler. Acaba, bu hükümet, bu ayıbı taşıyabilecek mi? Hakikaten, şimdiye kadar, bazı müteahhitlere...

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, söyleyeyim, söyleyeyim de, ondan sonra...

BAŞKAN – Soru sınırını aşmayalım lüften.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Soruyu soruyorum; zaten, soruya şimdi geliyorum.

BAŞKAN – Soru soruyorsunuz; ama, çok uzuyor.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Acaba, bu hükümet, bazı müteahhitlere şimdiye kadar birtakım ihaleleri el altından vermiş de, bu kanun çıktıktan sonra, ondan sonra bu ihaleleri ihalesiz mi verecek bunlara? Bunun sorumluluğu kime ait? Acaba, DSP'liler bunun sorumluluğunu alıyor mu; MHP'liler ve ANAP'lılar alıyor mu efendim; onu belirtmek istiyorum; ama, sorularımıza cevap versinler efendim.

BAŞKAN – O, onların takdiri efendim.

Teşekkür ediyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, birincisi sizi de ilgilendiriyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi, komisyonları denetleme yetkisine sahip. Şimdi, bir  komisyon, hükümet tarafından talep edilmeyen bir yetkiyi, Meclisin yetkisini, nasıl, getirip de hükümete devredebilir? Bunu söylesinler efendim.

BAŞKAN – Sayın Genç, teşekkür ediyorum. Sayın Bakan ve Komisyon sorunuzu anladı; gerekirse cevap verecek.

Buyurun efendim.

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, müsaade ederseniz cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Anayasamızın 91 inci maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun hükmünde kararnamenin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, süre bitiminden önce onaylanması sırasında yetkinin son bulduğu veya süre bitimine kadar devam ettiği belirtilir. Bu madde bunu ifade ediyor, yetkinin uzatılması söz konusu değildir; yetkinin sona...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Süreyi uzatmıyor!..

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Müsaade ederseniz, beni dinlerseniz...

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın Sayın Genç;  Komisyon Başkanı cevap veriyor.

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Müsaade ederseniz tartışmamızı kuliste yapabiliriz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Soruma cevap verin siz.

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Anayasanın maddesi doğru herhalde?!..

KAMER GENÇ (Tunceli) – Okudun mu Anayasanın o maddesini?

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Evet.

Yetkinin son bulduğu veya süre bitimine kadar devam ettiği de belirtilir. Bizim burada belirttiğimiz husus şudur: Bu yetkinin, sürenin bitimine kadar devam ettiğini vurguluyoruz; yoksa, yetkinin uzatılması söz konusu değildir.

KAMER GENÇ ( Tunceli) – O, kanunla olur, hükümetin talebiyle olur.

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Hayır, efendim.

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın Sayın Genç; Komisyon Başkanı cevap veriyor. Siz, sorunuzu sordunuz, tatmin olursunuz veya olmazsınız.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hükümetin talebi olmadan, Komisyon bunu nasıl yapar?

BAŞKAN – Yapar efendim.

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Genç herhalde okuyamadılar; ama, incelerlerse, hukuk bilgisiyle çözebileceklerine inanıyorum.

BAŞKAN - Teşekür ediyorum efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, hükümetin böyle bir talebi yok.

BAŞKAN – Hükümet cevap verecek mi soruya?

DEVLET BAKANI RAMAZAN MİRZAOĞLU (Kırşehir) – Yazılı cevap vereceğiz efendim.

BAŞKAN – Yazılı cevap vereceksiniz.

KAMER GENÇ (Tunceli) –İhaleler ne oldu?!.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Karar yetersayısının aranılmasını istemiştik.

BAŞKAN – Oyunun rengini belli etmek üzere, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, Ağrı Milletvekili Sayın Nidai Seven.

Lehte mi, aleyhte mi Sayın Seven?

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Lehte efendim.

BAŞKAN – Buyurun.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, detaylara girmek önemli bir olay değildir; ama, Türkiye'nin şu ekonomisini, müsaade ederseniz, biraz anlatmaya çalışacağım.

Bakınız, onbeş yıllık dönem içerisinde, faizlerin yüksek olması sebebiyle, rantiye sınıfı oluşmuş ve bu rantiye sınıfının oluşmasından dolayı, Türkiye'de yatırımların önü kilitlenmiştir. Neden; yatırımcı bankaya yönelmiştir, yatırımcı parasını götürüp bankaya yatırmıştır ve o bankaya yatırmış olduğu para karşılığında faiz aldığı için, yatırıma yönelmemiştir.

Türkiye'de, müteşebbis, yatırımcı, sanayici, eğer, parasını bankaya yatırıyorsa, ne olacaktır; yatırımlar duracaktır. İşte, Türkiye'de, yatırım, yıllardır durmuştur ve yatırımın durması demek, istihdamın önünün kilitlenmesi demektir.

BAŞKAN – Sayın Seven, lütfen, oyunuzun rengini de belirtir misiniz bu arada; biliyorsunuz, size bunun için söz verdim.

NİDAİ SEVEN (Devamla) – Tabiî.

İstihdamın yok olması demek, işsizliğin ortaya çıkması demektir. Gelin, Türkiye'de, deprem bölgesindeki tüm insanlarımızın 4 ayda kaybetmiş olduğu üretimi bugün nasıl yerine getirebiliriz; bunu tartışalım.

TURHAN GÜVEN (İçel) – IMF istemiyor ki!

NİDAİ SEVEN (Devamla) – Efendim, müsaade edin... Kıskanmayın efendim, kıskanmayın.

KAMER GENÇ (Tunceli) – İhaleleri ne yapacağız?

NİDAİ SEVEN (Devamla) – Siz, burada, halkın önüne çıktığınız zaman, hiç alakası olmayan şeyler söylediğiniz zaman biz hiçbir şey söylüyor muyuz? Bırakın, biraz da gerçekleri halka anlatalım.

Ticaret Odalarının talepleri var, şimdi İzmit Ticaret Odası üyeleri televizyonun başında bizleri seyrediyor; Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği üyeleri bizleri seyrediyor. Ne diyor; acaba bu deprem bölgesindeki aidatlarımız, temerrüt faizlerimiz 2000 yılının sonuna kadar gerçekten geciktirildi mi; bu konuda bize yardımcı oldular mı; bunu yapalım. Sizler 3 dakika ara geçmeden aynı konular, aynı konular, aynı döngüler...

Onun için, ben, sizleri Türk Milletinin geleceği açısından, birlik ve beraberliğinin iyi ve sağlıklı olabilmesi için...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Seven, 3 dakika süre vermiştim, bitti; teşekkür ediyorum.

NİDAİ SEVEN (Devamla) – Tamam, cümlemi bitireyim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Cümlenizi değil de oyunuzun rengini lütfen söyleyin.

NİDAİ SEVEN (Devamla) – Oyumun rengini!..

BAŞKAN - İşte, onu, evet...

NİDAİ SEVEN (Devamla) – Türk Milletinin refahı açısından hep beraber, elele verelim ve bu Meclisi, Türk Milletinin emrine bırakalım.

Bu vesileyle, bu kanunun hayırlı olmasını diliyor, oyumun da lehte olduğunu belirtmek istiyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Seven.

Efendim, yine, oyunun rengini belirtmek üzere, İçtüzüğün 86 ncı Maddesine göre, aleyhte olmak üzere, Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Dönen.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Sizin de konuşma süreniz 3 dakika.

MEHMET DÖNEN (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çıkarmış olacağımız bu yasa müzakerelerini, az önce konuşan arkadaşımın da belirttiği gibi, ticaret odaları ve sanayi odaları üyeleri ibretle seyrediyorlar ve bizleri arayıp "bizim böyle bir talebimiz yoktur" diyorlar.

Arkadaşlar, size gelen talep, 1999 Eylül ayından, o yılın sonuna kadar depreme maruz kalmış üyelerin aidatlarını ertelemek içindir; ama, siz, burada ne yapıyorsunuz; bir işadamını, şu anda gidip Kocaeli'nde bir işyeri açtığı zaman, kayıt parasını ödemez duruma getiriyorsunuz. Bu niye ödemesin? Ankara'dan gitti, Kocaeli'nde ticaret yapacak, orada işyeri açtı; kayıt ücreti ödemez diyorsunuz, bu ne demek?!

Biz, Meclisin, yanlış bir yasayla uğraşmasına karşıyız. 1590 sayılı Yasaya bir tek madde eklersiniz ve "mücbir sebepten; yani depremden ve başka doğal afetlerden zarar gören bölgelerde, bunların aidatlarını ertelemeye, bu kurumlar yetkilidir" dersiniz geçer gider; bu kadar basit, bir cümle... Yani, bu ülkenin başka yerinde, yarın yine deprem olursa, bu Meclis, aynı kararnameyi, bir hafta yine mi görüşecek değerli milletvekilleri?! Yani, arkadaşlar, bu milletin zamanına yazık değil mi?! Üç gündür bu yasayı görüşüyoruz; ne çıkardığımızı bile bilmiyoruz.

Şimdi, ben, size bir şey söyleyeyim, bu aidatların hepsini, bu ticaret odaları, sanayi odaları topluyor. Geri mi alacaksınız; yok, alamazsınız ki zaten. Senin yazı yazdı dediğin ticaret odasından Nihat Bey beni arıyor ve "ben, 35 kişi çalıştırıyorum; bütün gelir kaynaklarımı yok ettiniz; ben, bu 35 kişiye nereden maaş ödeyeceğim" diyor. Haklı; ödeyemez. Onun için, biz, burada, bir yanlışı düzeltelim diye, buraya bir madde ekleyelim dedik. Daha sonra, ben, Bakanla da görüştüm, onlar da kabul ediyor yanlış olduğunu; ama, muhalefet olarak biz dillendirdiğimiz için, biz, bunu, size anlatamıyoruz. Burada, yanlış bir şey yaptık; bu yanlışı düzeltmemiz gerekirdi; ama, geçti, düzeltemedik.

Değerli arkadaşlar, bunun için, bu yasa tasarısına olumlu oy vermeyeceğimi, huzurunuzda, bir kez daha belirtiyorum.

Bunu, bir ibret vesikası olarak, üniversitelere yazacağım; bu yasayı, bütün öğrencilerine tez konusu olarak versinler; bu Meclis ne yapıyor, bu Bakanlar Kurulu nelerle uğraşıyor, bir okusun, görsünler.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dönen.

Tasarının tümünü oylarınıza sunacağım.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN – Karar yetersayısı arayacağım efendim.

Tasarının tümünü kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı vardır; tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar; DYP sıralarından alkışlar [!])

BAŞKAN – Sayın Bakanın bir teşekkür konuşması talebi var.

Buyurun Sayın Mirzaoğlu.

DEVLET BAKANI RAMAZAN MİRZAOĞLU (Kırşehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanunun çıkmasındaki yoğun çabalarınız ve gayretleriniz için hepinize teşekkür ediyorum.

Bu kanunun çıkması sırasında, pek çok husus, bu kürsüden konuşuldu. Hiç şüphesiz, yapıcı tenkitlerden yararlanacağımızı hükümetimiz adına beyan etmek istiyorum. Yalnız, şu gerçeği hepimizin bilmesi gerekir ki, asrımızın en büyük iki depremiyle karşı karşıya kaldık. 10 ilimizi ilgilendiren, sanayimizin yüzde 48'ini barındıran bir bölgede iki büyük deprem oldu. Bu depremi, hükümetimiz, devletimiz ve halkımız, büyük özveriyle, büyük fedakârlıklarla karşıladı ve depremin yaraları büyük ölçüde sarıldı. Bu bakımdan, Türk Halkına, depremde yardım yapan herkese candan teşekkür ediyorum.

Şimdi, bu kürsüden, dışarıdan yapılan yardımların çok abartıldığı kanaatindeyim. Tabiî ki, dış devletlerden, ülkelerden yardım yapıldı; ama, bu, abartılı bir şekilde söylenildi. Devletimizin dışarıdan aldığı toplam bağış, sadece 155 trilyon liradır. Buna karşılık, devletimiz ve halkımız, Sosyal Yardımlaşma Vakfı olarak 110 000 aileye, kira yardımı olarak da, yine ihtiyacı olan bütün ailelere 190 trilyon lira dağıtmıştır.

Yine, bildiğiniz gibi, geçici konutlar, prefabrike konutlar süresi içerisinde bitirilmiş, hükümetimiz, bir hafta evvel de kalıcı konutların ihalesini şeffaf bir şekilde yapmıştır.

Yine, deprem bölgesinde -yine övünerek, gurur duyarak söyleyebiliriz ki- sanayi üretim kapasitesi, depremden evvelki yüzde 75 kullanılma oranına ulaşmıştır.

Değerli milletvekillerimiz, yine bildiğiniz gibi, Sakarya İlimiz üç sefer yıkılmıştır. Bu üç sefer yıkılmadan, hükümetimiz ve halkımız gerekli dersleri çıkararak, sağlam zemin etütlerinin yapıldığı yere kalıcı konutların yapılmasına karar vermiştir. Hiç şüphesiz, takdir yüce milletimizindir; haliyle, bu kürsüden her şey söylenilmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu kanunun özüyle ilgili bir şeyler söylemek istiyorum: 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde meydana gelen depremlerde mağdur olan oda ve borsa üyelerinin oda ve borsalara, oda ve borsaların da birliğe olan aidat borçlarının tahsilinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Hakkında Kanun hükümleri uygulanmaktadır. Oda ve borsaların ve Birliğin, aidat alacaklarını tehir veya terkin yetkileri bulunmamaktadır. Ertelemenin yasal yolla yapılması gerektiğinden, 591 sayılı Kanun Hükmünde Kararname çıkarılmıştır. 591 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, 25.2.2000 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak, Anayasanın 91 inci maddesi uyarınca, aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, kanun hükmünde kararnameyi, sadece, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonuna havale etmiştir. Kanun hükmünde kararname, komisyonda, 1.6.2000 tarihinde görüşülerek, erteleme tarihi, 31.8.2000 yerine 31.12.2000 olarak değişitirilmek suretiyle kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, deprem bölgesindeki oda ve borsaların Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine olan ve ertelenmeye konu edilen aidat borcu 189 milyar TL'dir. Üyelerin oda ve borsalara olan aidat borçları ise, yaklaşık 1 trilyon 400 milyar TL'dir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kabul etmiş olduğunuz bu kanunla, 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde meydana gelen depremlerde zarar gören oda ve borsa üyelerinin, oda ve borsalara; oda ve borsaların da  Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine olan yıllık aidat ve munzam aidat borçları ve faizleri ile depremden önceki birikmiş aidat ve faiz borçları, 31.12.2000 tarihine kadar ertelenmiş bulunmaktadır.

Şahsım ve Bakanlığımız adına, kanunla ilgili katkılarından dolayı, tüm parti gruplarına ve şahısları adına söz alan değerli üyelere teşekkür eder; saygılar sunarım. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Değerli milletvekilleri, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.

5. – Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı: 433)

BAŞKAN – Komisyon?.. Yok.

Hükümet?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Alınan karar gereğince, 3 üncü sıraya alınan, 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.

6. – 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/601) (S. Sayısı: 426) (1)

BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Raporun okunmasını kabul edenler... Etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Tasarının tümü üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Kemal Çelik; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA KEMAL ÇELİK (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısıyla ilgili, Doğru Yol Partisi Grubu adına görüşlerimi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi, en samimî duygularımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, demokratik ülkelerde polis teşkilatı, emniyet teşkilatı, daima demokrasinin teminatı olarak önplana çıkmıştır. Emniyet ve asayiş görevini yürüten polis teşkilatı, demokratik ülkelerde, her zaman, sivil otoriteye bağlı olarak görev yapar. Yani, emniyet teşkilatı, polis - halk ilişkisi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi dünyanın önem verdiği değerler bakımından, sık sık, sivil otoriteye bağlı olması nedeniyle tartışılır, sorgulanır. Bu, demokratik ülkelerde olabilecek bir olaydır. Yani, demokratik ülkelerde, polisin, yaptığı icraatlardan, insan haklarından, hukukun üstünlüğü gibi önemli konulardan dolayı her zaman sorgulanma şansı vardır. Demokrasisini tam olarak yerleştiremeyen ülkelerde ise, polisin, tartışılması, sorgulanması hemen hemen mümkün değildir.

Burada, şunu belirtmek istiyorum: Polis, sivil otoriteye bağlıdır; demokratik ülkelerde de, sivil otorite, polisi, her zaman sorgular. Bunun da kıymeti, ülkemizde ve diğer demokratik ülkelerde, çok iyi bilinmelidir. Bugün, Meclisimiz de, polisimizi, özellikle insan hakları konusunda sorgulayabilmektedir, rapor düzenleyebilmektedir. Raporun içeriğini tartışmıyorum, şöyle olmuş, böyle olmuş demiyorum; ama, demokratik bir ülke olan Türkiye Cumhuriyetinde, polis teşkilatının, sorgulanabilir, tartışılabilir olduğunu özellikle ifade etmek istiyorum ve burada, demokrasinin de kıymetini özellikle belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, dünya hızla değişmektedir. Dünyada, insanlar, demokrasiye direnseler, değişime direnseler de dünya değişiyor. Küreselleşen bir dünya var, bloklaşan bir dünya var. Tabiî, bu dünyada, bilgi toplumuna gelinen bir dünyada, çağdaş dünyada suç türleri de değişmiştir, yeni suçlar ortaya çıkmıştır. Bilgi teknolojisine paralel olarak, enformasyonla iligili suçlar oluşmuştur bugün dünyada. Dünyada, bireysel suçların yerini, ağırlıklı olarak, örgütlü suçlar ve orga-

                                     

(1) 426 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

nize suçlar almıştır. Suç işleme biçim ve yöntemleri değişmiştir. Suçların ve suçluların nitelikleri değişmiştir ve bu değişime karşı, demokratik ülkeler, polis teşkilatlarında da değişime gitmişlerdir. Özellikle, Avrupa Birliği ülkelerinin "Europol" adı altında Avrupa polisini kurduklarını görüyoruz. Buradaki amaç, bloklaşan dünyada, küreselleşen dünyada, yeni bir anlayışla, insanların güvenliğini demokratik bir biçimde sağlamaktır; yani, Avrupa Birliği de, demokratik bir şekilde, yeni bir polis birliğini meydana getirmiştir. İşte, Türk polisi de buna ayak uydurmak mecburiyetindedir; ama, Türk polisinin buna ayak uydurabilmesi için, Türkiye Cumhuriyeti de, elbette, tam demokratik bir ülke olmak zorundadır. Bugün sahip olduğumuz ekonomik devlet özelliği, bugün sahip olduğumuz merkeziyetçi sistem nedeniyle, suç işleme oranı her gün artar. Yani, demokrasisini tam olarak kuramayan, demokrasisini tam olarak sağlayamayan ülkelerde, suçlar da artar, suçlular da artar, suç işlemeye müsait bir ortam çıkar.

Değerli arkadaşlarım, Sayın İçişleri Bakanımız burada yok; ama, ben, özellikle bazı hususlara –burada olsaydı daha iyi olurdu– değinmek istiyorum. Bugün, Türkiye'de, merkeziyetçi bir devlet yapısının, devletin ekonomiyi kontrol etmesinin bir sonucu olarak, değişik şekillerde suç işlenmiştir. Yalnız, özellikle son günlerde yapılan operasyonlarla ilgili tartışmalar kamuoyunun zihnini bulandırmıştır. Bugün, Türk polisi, gerçekten, kendisinden beklenilenin üzerinde bir verimle ve gayretle çalışmaktadır; her türlü takdire şayandır. Hatası vardır, suçu vardır; ama, Türk polisi her zaman tartışılabilmiştir, her zaman sorgulanabilmiştir. Yalnız, özellikle Türk polisinin bu başarılarına karşı, siyasîler, maalesef, yanlış uygulamalara gitmişlerdir ve polisin elde ettiği veya elde edeceği başarıların engellendiğini de görmekteyiz. Son önemli operasyonlarda bakıyoruz ki, alınan ifadeler gazete sayfalarında... Bazı suçluların itirafçı oldukları ortaya atılıyor; ama, bakıyorsunuz ki, daha sonra, suç işleyen bunlar değildir; işte, yeni kişiler, yeni suçlular ortaya çıkıyor ve bunun sonucu olarak da vatandaşımızın zihni bulandırılıyor. Önemli operasyonlarda, maalesef, vatandaşımızın zihni bulandırılıyor. Burada, herkes, görev ve yetkisini bilmelidir. Cumhuriyet savcılarının yetkilerini, maalesef, bazı siyasilerimiz kullanmaya kalktıkları için de, bugün, önemli operasyonlardan sonuç alınamıyor. Bu konuda, özellikle, Sayın İçişleri Bakanımızın dikkatini çekmek istiyorum; cumhuriyet savcılarının yetkileri cumhuriyet savcıları tarafından kullanıldığı takdirde, önemli operasyonlara, önemli sonuçlara ulaşılacağına inanıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bugün, polisimize yeni kadrolar vereceğiz. Kısaca, bazı konulara temas etmek istiyorum. Türkiye'de, lise mezunu olan ve sekiz ay polis okullarında kurs görenler polis olarak göreve başlarlar. Bu sekiz aylık süre, polisimizin branşlaşmasına ve uzmanlaşmasına yeterli değildir, mümkün de değildir. Türkiye'de 142 273 polis var. Bu sayı itibariyle, 414 kişiye 1 polis düşüyor. Almanya'da 300 kişiye, Fransa'da 243 kişiye, Hollanda'da 340 kişiye, İspanya'da 205 kişiye, İtalya'da ise 215 kişiye 1 polis düşüyor. Demek ki, Türkiye'nin yeni polis alımına ihtiyacı var; ama, burada üzerinde durmamız gereken konu şu: Nitelik mi, nicelik mi; bugün, sayı artışı, polis teşkilatının verimini sağlar mı, polis teşkilatının daha hızlı, daha etkin bir hizmet yapmasını sağlar mı, sağlamaz mı; baktığımız zaman, sağlamaz. Önemli olan, polisin nitelikli bir hale gelmesidir. O konudaki önerilerimizi de, daha sonra sizlere sunacağım.

Değerli arkadaşlarım, özellikle değişik ülkelerde, demokratik ülkelerde, yeni polis kadrosu istenirken, bazı yöntemler uygulanır; yani, bazı planlar ve programlar yapılır, bu planlar ve programlar çerçevesinde, hedeflenen programlar çerçevesinde yeni polis alımına gidilir.

Bakınız, Amerika Birleşik Devletlerinde, 1995 yılında, yeni suçla mücadele yasası devreye girdi. Suçla mücadele yasasındaki amaç şuydu: Son yıllarda Amerika'da artan terör, şiddet ve adi suçları azaltmayı amaçlıyordu. O zaman, yasayla  "biz, beş yıl için 100 000 polis alacağız, 19 ayrı tip saldırı silahının, yapım, satış ve bulundurulmasını yasaklayacağız, 60 federal suça ölüm cezası getireceğiz, yeni cezaevleri inşa edeceğiz, terör suçlarıyla ilgili cezaları 5 yıldan 8 yıla çıkaracağız" diye bazı planlar, programlar ve hedefler ortaya koydular ve bunun yapılması için de 30 milyar dolarlık bir fon ayırdılar. Buradaki amaç şuydu: Yeni polis kadrosu istenirken, bu hedefleri de gerçekleştireceğiz diye bir plan, program koydular. Amaç, suç işlenme oranının azaltılması; yani, polisin aslî görevi olan önleyici kolluk görevinin en iyi şekilde yerine getirilmesiydi.

 Şimdi, bakıyoruz ki, biz de 20 000 civarında polis kadrosu alacağız; ama, nasıl alacağız; bir planımız, bir programımız var mı; Amerika Birleşik Devletlerinin yaptığı gibi, yeni bir sistemle, yeni bir programla mı alıyoruz; hayır, öyle değil; ihtiyacımız var, alacağız... Bunlar yanlış. Türkiye'de, özellikle, merkeziyetçi yapıdan, ekonomik devletten kurtulmanın yolu olan yapısal reformlarla birlikte, emniyet teşkilatında da bir yeni yapısal reforma gitmediğimiz sürece, yine tartışılmaya devam edeceğiz ve yine, ferdî başarılarla övünmeye devam edeceğiz.

Burada, tabiî ki, bakın, Amerika Birleşik Devletlerinin yaptığı gibi, adalet reformu ortaya çıkıyor; yani, iç güvenlikle, polisin çalışmasıyla ilgili olarak adalet reformu gerçekten önplana çıkıyor. Yapısal reformlar kapsamında, demokrasinin savunulduğu, insan hak ve hürriyetlerinin önplanda tutulduğu bir adalet reformuna ihtiyaç vardır.

Size bazı örnekler vermek istiyorum. Türkiye genelinde, geçen yıl, ceza mahkemelerinin iş yükü 2,5 milyon civarında, hukuk mahkemelerinin 1,5 milyon civarında. Yani, mahkemelerimizin, toplam 4 milyon civarında iş yükü vardı. Hâkim sayısı ise, 5 700; savcı 3 000 civarında; yani,  toplam 8 500 civarında bir hâkim ve savcı var.

İstanbul'a bakacak olursak -özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum- İstanbul'daki iş yükü ise 700 000 civarında; ama, buna mukabil, hâkim ve savcı sayısı, toplam 160 civarında. Yani, İstanbul'da, Türkiye genelinin yüzde 25'i oranında suç işlenmesine rağmen, hâkim ve savcı sayısı, maalesef, yüzde 1,7'si. Tabiî ki, İstanbul'daki bu suçu, böyle bir çelişkiyle önleyemeyiz; önlememiz de mümkün değildir. Onun için, diyoruz ki, adalet sistemiyle, adalet reformuyla birlikte bu çalışmalar yapılmadığı sürece başarılı olmamız mümkün değildir.

Size, bazı kısa örnekler vereyim. Bir adalet sistemi düşünün ki -polisle bağlantılı olduğu için söylüyorum- polis, bir suçluyu yakaladı, ifadesini aldı, delilleri topladı, tanıkların ifadesini aldı, dosyayı tamamladı, cumhuriyet savcısına gönderdi; sanık dedi ki, polisteki ifademi kabul etmiyorum; sil baştan yeniden ifade almaya başlıyoruz. Şimdi, burada başarılı olmamız mümkün mü; değil. Yani, polisin, burada başarısından bahsedemeyiz. Önleyici kolluk hizmetlerini yapmasının da bir anlam ifade etmediğini görüyoruz.

Bir örnek daha verelim. Vatandaş, birisine bir çek veya senet karşılığı mal satıyor; ancak, çek veya senedini tahsil edemez. Yasalar, tahsilatı kolaylaştırmıyor; aksine, zorlaştırıyor. Borcunu ödemeyene de bir şey yapamıyorsunuz. Bunun sonucu ne oluyor; çek-senet mafyası oluyor. Yani, çek-senet mafyasını vatandaş mı ortaya çıkarıyor veya polis mi türetiyor?.. Çek-senet mafyası, bizim adalet sistemimizin yetersizliğinden kaynaklanıyor. O zaman, ne yapacağız; 21 inci Yüzyıl Türkiyesinde adalet reformunu bir an önce yapacağız.

Adalet sistemine ayak uydurmadığımız sürece, adalet sistemini, gerçekten, layık olduğu yere getirmediğimiz sürece, çağdaş dünyanın adalet sistemi olarak yeniden yapısal bir reformla inşa etmediğimiz sürece, maalesef, altından kalkamayız. Ne oluyor bugün? Bugün şu oluyor: Sürekli sorunları erteliyoruz.

Bakın, sorunlar, Türkiye'de sürekli erteleniyor. Niye; çünkü, hiçbir yapısal reformu yapamıyoruz, adalet reformunu yapamıyoruz, eğitim reformunu yapamıyoruz, merkezî idarenin ağırlıklarını atmasını sağlayamıyoruz, ekonomik devletten etkin ve güçlü devlete geçemiyoruz ve bunun sonucunda da, sorunları erteliyoruz. Sorunları erteleyince ne oluyor; cezaevlerinde her gün isyan çıkıyor, mafyanın hesaplaştığı yer olarak cezaevlerindeki olayları her gün gazetelerden okuyoruz ve bunun önüne de geçemiyoruz, önüne geçmemiz de mümkün değil. Hatta, öyle ki, cezaevlerinde hücre sistemine mi geçelim,  koğuş sistemine mi geçelim diye, onu tartışıyoruz ve sorunları erteliyoruz; ertelemeye de, bu gidişle, devam edeceğiz. Kökten çözüme gitmediğimiz sürece, adalet reformunu gerçekleştirmediğimiz sürece, etkin, hızlı ve adil yargılamayı gerektiren bir adalet sistemini gerçekleştirmediğimiz sürece, başarılı olmamız mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, bütün bu olumsuzluklara rağmen, polis, başarılıdır; ama, şu var -baştan da söyledim- başarılı demekle yetinmeyeceğiz; polisin, sivil otoritenin bir temsilcisi olarak, her zaman sivil otorite tarafından sorgulanabilme olayını da özellikle belirtiyorum ve son günlerde poliste başka bir yapılanmaya doğru gidiş şeklinde yaygın bir görüş var; bu, son derece yanlıştır. Sivil otorite polisten elini çektiği anda, hiçbir şekilde oraya giremezsiniz. Buna da dikkatinizi çekiyorum.

Bir polis memuru, bugün, 250 milyon lira civarında bir maaş alıyor ve buna rağmen, bu polis teşkilatı başarılı. Buna da özellikle dikkatinizi çekiyorum. Maalesef, hükümet, hiçbir tasarı da getirmedi. Bu polis, bizim polisimiz; bu çocuklar, bizim çocuklarımız. Bunların bazı hataları da olmuştur, bunların bazı suçları da olmuştur; ama, bizim, bunları sorgulayabilme imkânımız var; bizim, bunları hizaya getirebilme imkânımız var. Adalet reformu yaparız, yapısal reform yaparız; biz, polis teşkilatını her zaman hizaya getirebiliriz; çünkü, polis -hep, sık sık söylüyorum- sivil otoriteye bağlı bir teşkilattır. Bunun da kıymetini bilelim; ama, her şeyden önce, lütfen, polisin maaşı konusunda, hep beraber, üzerimize düşeni yapalım. Bu çocuklar, bizim çocuğumuzdur; bu çocuklar, bizim lise mezunu çocuklarımızdır; onlara sahip çıkmasını bilelim.

Değerli arkadaşlarım, bazı önerilerim olacak. Avrupa Birliğini hedefleyen bir ülkede, elbette, yapısal reformlarla birlikte, polis teşkilatımızda yapılması gereken bazı hususlara dikkatinizi çekmek istiyorum.

Emniyet Genel Müdürlüğümüzün, bugün, 5 000 civarında -zannediyorum, öyle- personeli var. Bu, fazla. Emniyet Genel Müdürlüğü 1 000 kişiyle idare edilmeli. Sayın Bakanım da bilir. Yani, personelin çoğunluğunu illere devretmemiz gerekiyor. Emniyet Genel Müdürlüğü, sadece planlayan, programlayan, inceleme ve araştırma yapan, denetleyen bir konuma getirilmeli, bazı şeyleri burada yapan bir teşkilat olmaktan çıkarılmalıdır. Genel Müdürlüğü küçültmediğimiz sürece, illeri etkin hale getirmediğimiz sürece de başarılı olamayız.

Emniyet teşkilatı personelinin eğitim ve yetenek düzeyinin yükseltilmesi amacıyla polis kolejimizin sayısını artırmamızda fayda var. Bugün, polis okulları sekiz aylık bir eğitimle polis yetiştiriyor. Avrupa Birliğine girmeye aday bir ülke olan Türkiye'de, polis okullarını, iki yıllık meslek yüksekokullarına süratle döndürmemiz gerekiyor. Bu, sık sık söylenilir; ama, bir türlü de yerine getirilmez. Polis okulları iki yıllık meslek okulları haline getirilmeli; bu, bana göre çok önemli.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, polis, branşlaşma ve uzmanlaşmayı maalesef yapamıyor. Daha sonra, mesleğe başladıktan sonra branşlaşmaya ve uzmanlaşmaya gidiyor ki, bu da, son derece sakıncalı ve böyle olduğu takdirde, verimli olması da mümkün değildir. Bu nedenle, branşlaşma ve uzmanlaşmayı esas alan yeni bir sisteme gidilmeli ve bu kapsamda da polis okullarında dört branş şeklinde eğitim verilmelidir:

Suçu önleme polisi şeklinde bir grup polis... Önleyici kolluk görevi. Yani, suç olmadan önce, suçun olmasını, suçun işlenmesini önlemeye yönelen bir polis.

Suç ve suçlularla mücadele polisi... Bu, adlî polis, suç işlendikten sonra devreye girmesi gereken polis.

Yardım ve destek polisi.

Bir de trafik hizmetleri polisi.

Bunu, özellikle Meclis kürsüsünden ifade etmek istiyorum ki, Sayın İçişleri Bakanımız da herhalde, daha sonra alır okur. Avrupa'da olduğu gibi, polisin, bu sayede, uzmanlaşmasını ve branşlaşmasını sağlayan yeni bir yapılanmaya gitmek gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlayın efendim.

KEMAL ÇELİK (Devamla) – Eğer, uzmanlaşma ve branşlaşmaya gitmediğimiz takdirde, arasıra, böyle raporlar düzenleriz. Onun için, polisin uzmanlaşmasına ve branşlaşmasına ağırlık vermeliyiz. Tabiî ki, bu kapsamda, eğer, uzmanlaşma ve branşlaşmayı sağlarsak, adlî polis görevini bilir, önleyici polis görevini bilir ve bundan sonra, suçludan sonuca değil, delilden sonucu giden bir yöntem uygulanmalıdır; bu çok önemli. Polisin, delilden sonuca gitmesini sağlayan uzmanlaşmış ve branşlaşmış bir ekip işbaşına gelmelidir.

Değerli arkadaşlarım, yine, Emniyet Genel Müdürlüğünün, özellikle, inceleme, araştırma ve değerlendirme görevi kapsamında, yeni polis araştırma enstitüsü kurulmalıdır ve özellikle, şunu görüyoruz; terörle mücadelede polisimizin çok başarılı olduğu bir gerçek; ama, uyuşturucuyla mücaadelede, vatandaşlarımız da_

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlayın.

Buyurun.

KEMAL ÇELİK (Devamla) – Uyuşturucuyla mücaadelede yeni bir fon oluşturulmalı. Avrupa'da vardır bu. Türkiye'de de yeni bir fon oluşturup, bu konunun üzerine gidilmelidir.

Ben, beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum ve bu kanunun ülkemize ve tüm polis teşkilatımıza hayırlı, uğurlu olması dileğiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

Fazilet Partisi Grubu adına, Diyarbakır Milletvekili Sayın Osman Aslan; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA OSMAN ASLAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 426 sıra sayılı 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Emniyet Genel Müdürlüğüne Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; liberalizmin fikir babası sayılan Adam Smith'in tabiî kanun olarak adlandırdığı teorisine göre, devletin 3 temel görevi vardır. Bu görevlerden biri ulusal savunma; ikincisi, adalet ve yönetim; üçüncüsü, kârlı olmadığı için birey tarafından yapılamayacak, fakat, toplumsal ihtiyaçların karşılanması için gerekli olan işlerin yapılması.

Buna göre, liberalizmin yeni bir versiyonu olan yeni dünya düzenini benimseyen ülkelerde, adalet, millî savunma, içişleri ve hizmetler olmak üzere, dört temel bakanlık önplana çıkmaktadır.

Ülkenin yönetimiyle ilgili olan İçişleri Bakanlığının omurgasını oluşturan ise, malumunuz, emniyet teşkilatıdır. Ülkemizin gelişmesi, hızlı nüfus artışı, sosyal ve ekonomik yapının canlılık kazanması, küçük yerleşim birimlerinden büyük yerleşim birimlerine yönelik göçler olması nedeniyle, polisin görev alanı genişlemiş, suç ve suçlu sayısındaki artış sonucu, toplumun huzur ve güvenini korumak amacıyla, yeni emniyet birimlerinin kurulması ve mevcut birimlerin yenilenmesi ihtiyacı doğmuştur.

Tasarıyla, emniyet hizmetlerinin daha etkin ve sürekli bir şekilde topluma sunulabilmesi amacıyla, yeni kurulan ve yenilenen birimlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere, 10 000 adet polis memuru kadrosu ihdas edilmektedir. Biz, İçişleri Komisyonunda, bu sayıyı 20 000 olarak öngörmüştük; fakat, Plan ve Bütçe Komisyonunda, bu sayı, tekrar 10 000'e indirilmiş bulunmakta. Gerekçesi de, bütçede yeteri kadar ödenek olmayışındandır. Halen, Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde 158 000 polis memuru görev yapmaktadır. Hedeflenen kadro adedi 200 000'dir. Yılda, yaklaşık 5 000 polis memuru emekli olmaktadır. İhtiyaç duyulan kadro adedi 42 000'dir. İlk etapta alınacak 10 000 polis kadrosunun aylık maliyeti 3 trilyon lira, yıllık maliyeti ise 37 trilyon liradır.

1997 yılında yapılan nüfus sayımı göz önüne alındığında, kentsel kesimde, yani polis sorumluluk bölgesinde yaşayan insan sayısının 41 257 000 kişiye ulaştığı ve polisin, Türkiye nüfusunun yüzde 65'ine hizmet götürdüğü görülmektedir. Halen, Türkiye'de, 139 ilçede polis teşkilatı yoktur. 139 ilçeyle beraber, belde ve köylerin tamamında emniyet hizmetleri jandarma ve asker marifetiyle görülmektedir. Hatta, büyük kentlerde bile, meydana gelen bazı olaylarda, polisin yetersiz kaldığı, askerî birliklerden takviye kuvvet istediği bilinmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Avrupa standartlarına göre, her 250 kişiye 1 polis düşmesi gerekirken, ülkemizde 430 kişiye 1 polis düşmektedir. Nüfusumuzun yüzde 65'ine hitap eden Emniyet Teşkilatı, bu hizmetini 1937 yılında çıkarılan teşkilat kanununa bağlı olarak yerine getirmektedir. 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu, günümüzün gelişen ve değişen şartlarına göre yeniden düzenlenmeli ve Avrupa Birliği mevzuatıyla uyumlu hale getirilmelidir.

Hızla artan nüfusumuza paralel olarak çeşitlenen suçlar ve yeni suç teknikleri karşısında, polisimizin suç ve suçlularla hukuk kuralları içerisinde mücadele edebilmesi için, teknik açıdan kendini yenilemesi gerekmektedir. Beş yıllık kalkınma planlarında bu hedef hep yer almış; ancak, bir temenni olmaktan öteye gidememiştir.

Bilindiği gibi, günümüzde "organize suç" ya da "örgütlü suç" kavramı sıkça söylenmektedir. Bu suçun tanımı şöyledir: Belirli bir grup insanın bilinçli olarak, belirli bir süre yasadışı eylemlerde işbirliği yapmak üzere karar vermeleri, kendi aralarında görev bölümü yapmak suretiyle ve çoğunlukla modern altyapı sistemleri kullanarak, mümkün olduğu kadar büyük kârlar elde etmek amacını güden suç biçimidir.

Örgütlü suç gruplarının faaliyet alanlarını sıralamak gerekirse; uyuşturucu madde kaçakçılığı ve dağıtımı, silah kaçakçılığı, sahte para basımı ve dağıtımı, beyaz kadın ticareti, mülteci ticareti, kumarhane işletmeciliği, nükleer, biyolojik ve kimyasal madde kaçakçılığı, organ kaçakçılığı ve ticareti, sübvansiyon, ihale ve kredi yolsuzlukları, bilgisayar teknolojisinin kullanımıyla gerçekleştirilen sanal ekonomik ya da elektronik suçlar, sanat eserleri ve antika hırsızlığı sayılabilir; bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür.

Yine, organize suç grupları ile terör grupları ve hatta bazı kamu görevlileri arasında bağlantılar bulunmaktadır. Mafya tipi örgütlenmelerde, grup yapısı ne derece değişik olursa olsun, ana amaç azamî kârlılıktır. Bu amaca ulaşmak için, bazı terör grupları ve kamu görevlileriyle işbirliği kurulabilmektedir; dünyada ve Türkiye'de bunun pek çok örnekleri görülmüştür.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Emniyet Teşkilatımızın gelişen teknoloji ve buna bağlı olarak ortaya çıkan suç ve suçluluk türleriyle mücadele etmesi, alacağı eğitimin de çağın gereklerine uygun olmasıyla doğru orantılıdır. Bugün için organize suç örgütlerinin sürekli çeşitlilik gösterdiği ülkemizde, suç ve suçlulukla mücadele yöntemlerini geliştirirken, gerekli hukukî ve eğitime ilişkin donanımlara, polis teşkilatı olarak kavuşmak zorunluluğu vardır.

Diğer önemli bir husus, emniyet mensuplarının ücretleridir. Bütçeden Emniyet Genel Müdürlüğüne ayırılan paylara baktığımızda, yaklaşık yüzde 70'inin personel harcamalarına, geri kalanın da transfer harcamalarına gittiği, dolayısıyla, eğitim, teknolojik yenilenme ve yatırımlara pay ayrılamadığı görülmektedir. Emniyet Teşkilatının bu kısır döngüden bir an önce kurtarılması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, Emniyet Teşkilatının devlet bütçesinden aldığı pay, Avrupa standartlarına göre en az yüzde 10 olması gerekirken, yüzde 3 dolayında seyretmektedir.

İçişlerine bağlı kuruşlardan sadece ve sadece Emniyet Teşkilatı 657 sayılı Kanuna tabi iken, diğer kuruluşlar kendi özel kanunlarına tabi olup, sözleşmeli veya kapsamdışı statüde daha iyi ücret almaktadırlar. 1980 yılında 657 sayılı Kanuna eklenen geçici bir maddeyle, Emniyet Teşkilatı personel kanunu çıkarılması öngörülmüş ise de, aradan yirmi yıl geçmesine rağmen, bu çalışma sonuçlanamamış ve emniyet mensuplarının özlük haklarındaki iyileşmeler bir türlü gerçekleşememiştir.

Emniyet Teşkilatının adlî, idarî, siyasî, trafik, organize suçlar ve terörle mücadele gibi pek çok görevi vardır. Bu görevler, toplumun her kesimiyle ilgili görevlerdir ve çalışma şartları bakımından, yirmidört saat, gece-gündüz demeden, yaz-kış demeden çalışmayı gerektirir. Eskiden Hakkâri, Şırnak gibi yerler, polis için sürgün bölgesi sayılırken, şimdilerde İstanbul sürgün bölgesi sayılmaktadır; bunun nedeni de ücret azlığıdır.

Yalnız polis değil, genel olarak kamu çalışanlarının ve özellikle de genel idare sınıfındaki personelin aldıkları ücretler de gerçekten içler acısıdır.

Konuyla ilgili çok çarpıcı bir fıkra anlatılmaktadır. Fıkrayı müsaadelerinizle sizlere de anlatmak istiyorum.

Şöyle ki: "Türk, Alman ve Amerikan devlet başkanları bir araya gelip bazı meseleleri görüşüyorlar. Sıra kamu çalışanlarının ücretlerine geliyor. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı diyor ki: 'Biz çalışanlarımıza ayda 3 000 dolar ödüyoruz, bunun 2 000 dolarını harcıyorlar, 1 000 dolarını da tasarruf ediyorlar.'Alman devlet başkanı da, çalışanlarına 5 000 mark ödediklerini, bunun 3 000 markını harcadıklarını, artan 2 000 markı da çeşitli tasarruflarda kullandıklarını ifade ediyor. Türk başbakanı diyor ki: "Biz, çalışanlarımıza ortalama 200 milyon lira veriyoruz, kalan 200 milyon lirayı da nasıl buluyorlar bilemiyoruz."

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; diğer önemli bir  hususa da kısaca değinmek istiyorum; yani, konunun hep olumlu yönlerini anlatırken, biraz da olsa, olumsuz yönlerine de girmek istiyorum. Danışmanımla birlikte, bizzat müşahede ettiğim bir konuyu ifade etmek istiyorum. Geçtiğimiz kış sert geçmişti. Siyasal mezunu, yükseklisanslı bir arkadaş ziyaretime geliyor; bu arkadaş müfettişlik, daire başkanlığı, genel müdür yardımcılığı gibi görevlerde de bulunmuş. İsim vermek istemiyorum. Danışmanım, onu Dikmen kapısından almaya gidiyor. Arkadaş, cihazdan geçmenin yeterli olacağını, üstünün aranmayacağını zannederek, hava soğuk olduğu için elleri paltosunun ceplerinde geçmeye çalışırken, polis, çok kaba bir şekilde kolundan tutup "çıkar şu ellerini de üstünü arayayım" diye hakaret ediyor. Arkadaş da "esas duruşa da geçelim mi bari" demiş. Benim danışmanım da polise "bu arkadaş, üst düzey yetkili bir bürokrattır ve İçişleri Komisyonu üyesi milletvekilimin de ziyaretçisidir; bu davranışın çok kaba değil mi" diye soruyor. Polis memuru şöyle ifade ediyor: "O, bürokratsa ben de polisim."  Yani, buradan, ifade etmek istediğim konuya da geleceğim.

Üst düzey bürokratlar ve hatta milletvekilleri, polisler tarafından rencide ediliyor. Bunu, birçok milletvekilimiz de biliyor. Gösteri yapan memurlar, öğrenciler yerlerde coplanıyor. Polis-vatandaş arasında kan davası varmış gibi manzaralara şahit oluyoruz.

Bütün bunları anlatırken, eğitimin önemini de vurgulamak istiyorum. "Bunlar münferit olaylardır"deyip geçiştiremeyiz. Emniyet Teşkilatı, devletin vatandaşa hitap ettiği yüzüdür; bu yüzün, sevecen, insancıl ve pırıl pırıl olması icap etmektedir.

Emniyet Teşkilatında 1989 yılında yüksek tahsil oranı yüzde 8 iken, yüzde 14'e çıkmış; lise mezunu oranı yüzde 56'dan yüzde 84'e çıkmıştır. Bu, sevindirici bir gelişme olmakla beraber, yeterli değildir. Burada kamu hizmeti niteliğinin olabildiğince üst düzeyde verilmesi lazım geldiği için yükseköğrenim düzeyini süratle yükseltmemiz gerekmektedir.

Hızlı kentleşme, bulunduğumuz coğrafyanın terörist ve organize suçlara elverişliliği ve bu suçların giderek çeşitlenmesi ve bunlara benzer durumlar, polisimizin meslekî alanda çok yaygın bir eğitim almasını gerekli kılmaktadır. Aynı zamanda, polisin çok iyi bir hukuk eğitimi alması lazımdır; çünkü, vatandaşla karşı karşıya geldiği zaman hukuk kurallarını uygulamak durumundadır.

Hal böyle iken, Türkiye'de 1 adet polis koleji bulunmaktadır. 6 400 olan polis okulları öğrenci kapasitesinin 10 000'e çıkarıldığını ve polis okullarında eğitim süresinin oniki aydan dokuz aya çekildiğini görüyoruz. Bu mantığı yorumlamak mümkün olmamakla birlikte, Emniyet Teşkilatının ihtiyaç ve beklentilerine cevap verebilecek nitelikte polislerin yetiştirilmesi ve onların insan haklarına saygılı bir yapıda eğitilmeleri için, eğitim hizmetlerinin gelişen bilim ve teknolojiye paralel olarak yapılandırılması...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sözünüzü tamamlayacak mısınız?

OSMAN ASLAN (Devamla) – Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun.

OSMAN ASLAN (Devamla) – ...ve bu çerçevede polis okullarının, polis akademisine bağlı iki yıllık polis yüksekokulları haline getirilmesi yönünde bir kanun tasarısı Meclisimizin gündemine gelmiş bulunmaktadır. Bunun çok sevindirici bir gelişme olduğunu ifade etmek istiyorum.

Çünkü, polislik ciddî bir meslektir. Polisin modern dünyadaki fonksiyonu değişmektedir. Güvenlik hizmetlerindeki etkinliğin, yüksek kalitede hizmet sunmanın ancak eğitim kalitesinin yükseltilmesiyle mümkündür. Polislik, artık amaç ve değerleri olan "güvenlik mühendisliği" haline gelmiştir.

Konuşmamın başında da belirttiğim gibi, globalleşen dünyada Emniyet Teşkilatımızın önemi artmaya devam edecektir. Bulunduğumuz coğrafyada ve köyden kente göçte belli bir istikrar sağlanmadıkça, küreselleşmenin ve bilgi çağının beraberinde getirdiği...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aslan.

1 dakika da ilave süre kullandırdım; lütfen, teşekkür edin...

OSMAN ASLAN (Devamla) – ...birtakım yeni teknolojik, elektronik ve medyatik suçlar ülkemize de sıçradıkça ve Türkiye çağdaş devlet ve toplum olma sürecini yakalayamadıkça, toplumda birtakım olumsuz gelişmelerin artmasına paralel olarak, Emniyet Teşkilatının görev ve sorumluluk alanında da önemli gelişmeler yer alacaktır.

Konuşmamı burada bitirirken, ihdas edilen kadroların, Emniyet Teşkilatımıza ve milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diler, Yüce Heyetinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aslan.

Şahsı adına, tasarının tümü üzerinde, Manisa Milletvekili Sayın Bülent Arınç; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 426 sıra sayılı tasarının tümü üzerinde, şahsım adına söz aldım.

Arkadaşlarımızın da ifade ettikleri gibi, bu tasarının özü, Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarına 10 000 tane yeni polis kadrosu verilmesine ilişkindir. 1997'de hazırlığı yapılmış, daha sonra İçişleri Komisyonunda, 9 uncu dereceden 10 000, 10 uncu dereceden 10 000 olmak üzere, 20 000 polis kadrosu verilmiş; Plan ve Bütçe Komisyonu, tasarının geldiği şekliyle, sadece 10 uncu dereceden 10 000 kadro olarak değiştirmiş ve Genel Kurulumuza göndermiş.

Gerekçelerine bakıldığı zaman "polis açığı var" deniliyor; bu açığın kapatılması yolunda böyle bir kadro ihdasına gerek duyulmuş.

Tabiî, burada söylenen şey şudur: Kişi başına düşen polis sayısı, Türkiye'de Batı standartlarının çok altındaymış. Belki sorular kısmında da sorabiliriz, yani, bu, kişi başına düşen polis sayısının kriterleri nedir; batı ülkelerinde bu kriterler neye göre hesaplanmaktadır ve Türkiye'de, 200 000 rakamı, eğer, tespit edilmişse, bu rakam hangi ölçülere göre tespit edilmiştir, bunu bilmemize gerek var; çünkü, polis sayısının artmış olması, o ülkenin çağdaş olmasına veya o ülkede huzurun ve mutluluğun sağlanması için doğru orantılı bir gerekçe olup olmadığı konusunda bizde kuşku uyandırdı. Sanki, biz, polis sayısının az olmasıyla, ülkede, böyle, daha huzur ve güven içerisinde bir ortam meydana geldiğini düşünüyoruz. Elbette, bu konu bilimsel olarak incelenmiştir, 200 000 olan polis sayısının 65 milyon nüfus içerisinde takriben 325 kişiye 1 polis düşmek üzere hesaplandığını tahmin ediyorum. Bunun daha mı azaltılması gerekir, yoksa polis sayısının daha da mı artması gerekir, bu konuda Sayın Bakandan da bilgi rica edecektim.

Ancak, benim söylemek istediklerim bütün bunlarla birlikte, Emniyet Müdürlüğü mensupları, polis arkadaşlarımız, vatandaşlarımızın mal ve can güvenliği için her şeylerini ortaya koyan kamu görevlisi insanlardır. Onların maddî ve manevî standartlarının yükseltilmesi ve görevlerini yaparken en başarılı bir şekilde bu görevlerinden yüzlerinin akıyla çıkmaları hepimizin arzusudur.

Özellikle son yıllarda ve son günlerde polis görevinde bulunan arkadaşlarımız, emniyet görevlisi arkadaşlarımız, basında çokça gündeme geliyorlar. Bu, bugünün meselesi değil, yıllardan beri, polis imajı, polisin, yaptığı görev itibariyle toplum içerisinde sevimsiz bir konuma gelmesi, özellikle işkence iddiaları ve insan hakları ihlalleri, âdeta, polisle yan yana getirilmekte ve özdeşleştirilmektedir.

Şüphesiz, burada konuşma yapan Sayın Cumhurbaşkanı, konuşmasının içerisinde bir önemli cümleyi söylemişti: "Türkiye, polis devleti olmaktan çıkmalı ve hukuk devletine ulaşmalı." Burada kastedilen şüphesiz farklı bir şey; çünkü, dünyadaki bütün toplumlar, geçirdikleri tekamül içerisinde, önce polis devletiydiler, ondan sonra kanun devleti oldular, hukuk devleti oldular -Türkiye Cumhuriyeti Devletinin niteliği gibi- ama, şimdi bir ileri kademesi daha var, o da, hukukun üstünlüğüdür. Yani, hukuk devleti olmak bile, artık çağdaş demokrasilerde yeterli değil, hukukun üstünlüğüne giden yolda daha verimli ve daha başarılı olunacağı düşünülüyor.

Şüphesiz, polis sayısının hızla artması yanında, bireysel hak ve özgürlüklerini de kısıtlanması yan yana getirilebilir. Özellikle son zamanlarda televizyon ekranlarına yansıyan, toplumsal olaylardaki polisin davranışları dikkat çekicidir. Öğrencilerin yaptıkları gösterilerde ve birtakım sivil toplum örgütlerinin yaptıkları gösterilerde, yerli yersiz, acımasızca kaba kuvvet kullanılmaktadır; kız çocukları veya gençler ayaklarından sürüklenmekte, hatta yumruklanmaktadır. Şüphesiz, bu görevi yapmak çok zor; yani, kendimizi o polislerin yerine de koymalıyız; ama, öylesine bir eğitim ve öylesine bir teknik donanım olmalı ki, bu görüntüler ortadan kalkmalı ve polis, vatandaşımızın gözünde de, o gösteriyi yapan insanların gözünde de, mutlaka, görevini yaparken daha sağlıklı davranışlar sergilemelidir.

Özellikle, işkence iddiaları son günlerde televizyon ekranlarından eksik değil; yani, hortumcu bilmem ne ismiyle anılan bir insanın yaptığı gösteriler ekranlarda izleniyor ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin İnsan Hakları Komisyonu da, işkence iddialarıyla ilgili olarak ciltler dolusu kitaplar hazırlıyor ve işkence aleti diye gösterilen, taksinin bagajına da kolaylıkla sığmayan bir nesneyi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görevlilere teslim edebiliyor. Bunlar, bu meslek açısından hem onur kırıcıdır, hem itibar kırıcıdır. Dolayısıyla, yeni polis kadroları ihdas ederken, mevcut polis kadrolarımızın eğitimi noktasında da çok dikkatli olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu iddialar, şüphesiz, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilişkilerinin iyice gündeme geldiği günlerde; yani, demokratikleşmenin, Anayasa değişikliği ve bazı temel kanunlardaki değişikliklerin gündeme geldiği günlerde daha da dikkat çekmektedir. Çünkü, bu işkence iddiaları ve faillerinin bulunması, bunların cezalandırılması, eğer o suçu işlemişlerse meslekle ilişkilerinin kesilmesi ve artık, insanlık onuruna karşı işlenen en çirkin suç olan işkence ve insan hakları ihlallerinin son bulması gerekiyor. Bu, hem milletimiz açısından fevkalade önemlidir hem de devletimiz açısından fevkalade önemlidir.

Bundan birkaç hafta önce, bir milletvekili arkadaşımızın bir gazetede çıkan beyanatları uzun süre tartışılmıştır. Türkiye'deki uyuşturucu trafiğinin nereden başlayıp, nereye kadar gittiği, bu trafiğin içerisinde kimlerin yer aldığı ve bu işi yapanların önünde eskort olarak polis arabalarının bulunduğu da ifade edilmiştir.

Bunların büyük bir kısmı gerçeklerdir; ama, bunların konuşulmuş olması yetmiyor, hem de bir sayın milletvekili tarafından konuşulmuş olması, herhalde, hiç yetmiyor. Biz, bunları nasıl önleyeceğiz, bunları nasıl ortadan kaldıracağız ve bu suçu işleyenleri cımbızla tutarak bu meslekten nasıl atacağız ve bunların cezalarını nasıl vereceğiz, polisliğe alacağımız insanların ve aldığımız insanların maddî ve manevî eğitimlerini geciktirmeden ve aksatmadan nasıl temin edeceğiz, herhalde bunların öncelikli olarak düşünülmesi gerekiyor. Polislerimiz, eğitim açısından olduğu kadar, araç ve gereç bakımından, teknik donanım bakımıdan da fevkalade güçlendirilmelidir.

Değerli arkadaşlarım, son günlerde yine, ismine "umut" denen veya başka bir isimle anılan operasyonlar yapılmaktadır. Bunu, emniyet mensuplarımız yapıyorlar; başlarında müdürleri var ve bu operasyonlar hepimizi heyecanlandırıyor. Gerçekten, Türkiye'de temiz toplum, temiz siyaset içerisinde herkesin görmek istediği, birkısım pisliklerin ortaya çıkarılması ve bunların sahiplerinin teşhir edilmesi ve cezalandırılması, hepimizin müşterek talebidir; ama, günlerce süren umudun arkasından, maalesef, bir fiyaskoyla da karşılaşabiliyoruz. Bunu, bizzat o yetkililer de ifade ediyorlar; "bulduğumuz, sorgusunu yaptığımız kişiler, bizi aldatmış" diyebiliyorlar.

Polis ile yargı mensupları arasında çelişkili açıklamalar oluyor. Bu, toplumda başlagıçta mevcut olan umudu, sonradan inkisarı hayale doğru götüren bir gelişmedir. Bu konuda bazı eksiklerimizin olduğunu, Sayın Bakan da zaman zaman ifade ediyor; ama, hep beraber, bizzat kendi gözlerimizle görüyoruz. Bu büyük operasyonların içerisinde -ki, büyük olduğunu onlar da ifade ediyorlar- belki, meseleyle uzaktan yakından hiç ilişkisi olmayan insanlar bile bir kalabalık içerisinden alınıp götürülüyorlar, aileleriyle, çocuklarıyla, yakınlarıyla; belki, üç gün, beş gün sonra salıverilseler bile, yüzlerinde yıllarca silemeyecekleri izlerle toplumun içerisine tekrar dönüyorlar. Bu arada, yine sorgulamalar sırasında birtakım maddî cebir ve baskıların yapıldığı da konuşulmuş oluyor.

Değerli arkadaşlarım, böylece, bu operasyonlar sırasında dikkatimizi çeken olay, polisin kendi görevini yaparken, mevcut kanun ve mevzuatlara bağlı olması, insan hakları meselesinde mutlaka dikkatli olması, yetkilerini aşmaması; çünkü, masum insanları bu şekilde cezalandırmak, dünyanın en büyük cezası olabilir. 10 tane cani olsa, 1 tane masum olsa, o masumun hatırı için yine biz meseleye hakkaniyet açısından yaklaşmalıyız...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Arınç, mikrofonunuzu açıyorum, lütfen tamamlayın efendim.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) –...ve böylece, polisin yaptığı bu işlerin sonunda, suçu işleyenlerin, yani, bu millete, bu milletin malına, canına kasteden insanların mutlaka bulunacağı ve cezalarının verileceği kanaati herkeste bir inanç haline gelmelidir.

Oysa, bu operasyonlar sırasında işlenen bir ikinci hata var. İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde görüşürken de Sayın Bakandan rica etmiştim; bu operasyonlar yapılırken, polis sayısından daha fazla basın mensubu var. Hatta, polisin önüne geçmeye çalışıyorlar. Ellerindeki kameralarla, kişilik haklarını ihlal edercesine, aile gizliliğinin önüne geçercesine, haber yapmak kaygısı veya sansasyon gayretiyle polisin işini bile engelliyorlar. Bunlar olmamalı; çünkü, bu teşhir ettiğiniz insanlar, belki, büyük bir ihtimalle yarın masum çıkacaklardır ve orada polis, görevini yaparken, basın tarafından belki engellendiğinden, vazifesini layıkıyla yapamıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Arınç...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, birkaç konu daha vardı... Bu tasarıyla yeni kadrolar veriyoruz; bu konuda arkadaşlarımız olumlu görüş ifade ettiler, ben de katılıyorum. Emniyet mensuplarımıza ve camiasına hayırlı olmasını dilerim; ancak, bundan böyle, Emniyetimizle, polisimizle, güvenlik güçlerimizle ilgili bütün konularda milletimizin tek isteği var; can ve mal emniyeti, huzur ve mutluluğumuz en güzel biçimde sağlansın; artık, insan hakları ihlalleri ve işkence bir an önce son bulsun.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arınç.

Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Emniyet Genel Müdürlüğü emrine 10 000 kadro verilmesiyle ilgili bir yasa tasarısı üzerinde, gecenin bu saatinde müzakere yapıyoruz. Benden önce konuşan değerli arkadaşlarımız, gerçekten çok önemli fikirler söylediler.

Şimdi, bu hükümete soruyorum: Bu hükümetin bakanı nerede arkadaşlar; yani, İçişleri Bakanı nerede? O arkadaşımız...

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – İşte, bakan orada!

KAMER GENÇ (Devamla) – Siz müdahale etmeyin canım; siz hükümetin avukatı değilsiniz ki. Hükümetin bakanı gelsin, burada, milletvekillerinin söylediği sözlere cevap versin. İçişleri Bakanlığı, çok önemli bir bakanlık.

Kişileri topladılar, faili meçhul cinayetleri çıkardılar, birilerinin üzerine örtbas ettiler. Çıkardılar bir medya ordusunu, günlerce, bombaları patlatacağız dediler. Sayın Başbakan, İçişleri Bakanını hararetle tebrik etti, methüsena etti, göklere çıkardı; ama, arkası balon çıktı, balon da patladı. Sayın İçişleri Bakanı bomba patlatacaktı, kendi balonu patladı. Sayın İçişleri Bakanının ne yaptığı belli değil. İçişleri Bakanı, bu işleri bilinçli mi yapıyor yoksa bizimle alay mı ediyor.

Değerli arkadaşlarım, burada önemli olan, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin itibarıdır. Düşünebiliyor musunuz, yıllarca faili meçhul kalmış cinayetler için, bir bakıyorsunuz, ülkenin Başbakanı, büyük bir kalabalıkla, büyük bir bomba patlatacağız diye kamuoyunun karşısına çıkıyor "Efendim, İçişleri Bakanı da gelecekti, biz, hakikaten, Türkiye'nin yüzkarası olan faili meçhul cinayetlerin faillerini yakaladık" diyor. İçişleri Bakanı gelip, burada beyanat verecekti, biz de çıkıp kendisini övecektik ve Tantan, seni tebrik ederiz diyecektik; ama, Tantan çıkmadı ortaya, hâlâ o günden beri Meclise de gelmedi.

Değerli milletvekilleri, herkes gelip, burada hesabını vermelidir. Kimse Türk Halkını, Türk Milletini ve Parlamentosunu kandıramaz. Kandırırsa, bunun sonucuna katlanmak zorundadır. Yıllarca, sen çıkacaksın, yalan söyleyeceksin, olayları değiştireceksin, ondan sonra fos çıkacak. Böyle siyaset olur mu?! Siyaset adamı, ahlaklı insandır; siyaset adamı, ağzından çıkan lafın hesabını veren insandır.

BAŞKAN – Sayın Genç, tabiî, bu, sizin için de geçerli değil mi?

KAMER GENÇ (Devamla) – Hepimiz için, hepimiz için... Sizin için de geçerli, benim için de geçerli.

Değerli milletvekilleri, polis, bir toplumun can damarıdır; bir toplumda en önemli görev gören kitledir. Hakikaten, en zor görevi olan kişi polistir. İki tane silahlı gücümüz var; birisi polis, birisi asker; ama, polisler, tabiî ki, sivil kesimle çok yakından ilişki kuran, her gün müdahale eden bir kitledir. Bu insanlarımızı işe alırken ve işte çalıştırırken çok dikkat etmemiz lazım. Bir defa, bunları, kendisinin, çocuğunun, ailesinin, insanca yaşamasını sağlayacak ekonomik güce kavuşturmamız lazım. Bugün, doğu ve güneydoğuda, özellikle terör bölgesinde çalışan arkadaşlarımız, hakikaten çok sıkıntıda. Mesela -ben, daha önce burada söyledim- Tunceli'de, beş senedir 250 tane polis lojmanı yapılacak, 5 trilyon lira para gönderilmiyor; ama, öte tarafta -ben, size, şimdi bununla şey etmeyeyim- katrilyonlarca lira belli kişilerin ceplerine aktarılıyor. İşte, deprem ihalelerini verirken, 2886 sayılı Kanuna tabi olmayacak, Sayıştay denetimine tabi olmayacak; yandaş müteahhitlere vereceksiniz. Böyle devlet yönetimi olmaz ki arkadaşlar; böyle devlet de olmaz, böyle devlet yönetimi de olmaz!

Değerli arkadaşlarım, burada, bir arkadaşımızın bir beyanatı var; biraz önce, Sayın Bülent Bey de söyledi. Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin...

AHMET ÇAKAR (İstanbul) – Belgesiz konuşulmaz o konularda... Hep iftira ediyorsun, itham ediyorsun.

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, itham ediyorsam, çıkar, burada konuşur; Bakan gelsin, konuşsun.

AHMET ÇAKAR (İstanbul) – Belgeni getireceksin!

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, siz, idare amirisiniz. Orada oturuyorsanız, lütfen dinleyin.

Bakın, sizin milletvekiliyle ilgili bir şey var; Şevket Bülend Yahnici diyor ki "Türkiye'de, polis yol verir, TIR'lar yürür; uyuşturucu, otuz yıldır böyle gider." Ee, çıkın, bunu şey edin... Yani, bir devletin polisi bu kadar yıpratılır mı, bir devletin itibarı bu kadar yıpratılır mı arkadaşlar? Bakın, polis, devletin gücüdür, devletin namusudur, devletin kendisidir; polise el kalkmaz, polise itfira atılmaz. Eğer, Türk polisi içinde suç işleyenler varsa -ki, vardır; kabul de ediyoruz- onu cezalandırırsınız, Polis Teşkilatı içinden alır, atarsınız; ama, devletin itibarını, polisin itibarını böyle yıpratmaya kimsenin hakkı yok.

MUSTAFA ZORLU (Isparta) – Biraz önce, İçişleri Bakanına ahlaksız dedin ya! Nasıl...

KAMER GENÇ (Devamla) – İçişleri Bakanı gelsin; burada, bunlara cevap versin.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu kürsü, milletin kürsüsüdür. Çıkın, bu milletin kürsüsünde her şeyi söyleyin. Biz, size engel oluyor muyuz? Niye müdahale ediyorsunuz?

Onun için, evvela, polisin, ekonomik yönden güçlendirilmesi lazımdır, eğitim yönünden güçlendirilmesi lazımdır, halkla ilişkiler konusunda geliştirilmesi lazımdır.

İnsan Hakları Komisyonu Başkanını ve arkadaşlarımı tebrik ediyorum. Hakikaten, Türkiye'de yıllarca yapılmayan güzel şeyler becerdiler ve bu becerdikleri şeylerden dolayı da Türkiye Cumhuriyeti Devleti itibar kazandı. Bu itibarı, lütfen, kaybettirmeyelim.

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) – Ne becerdiler?

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, en azından, karakollarda yapılan işkenceler veya usulsüz...

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) – Polis, polis diyorsun; polise işkenceci diyorsun...

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, polisin içinde... Bakın...

BAŞKAN – Efendim, karşılıklı konuşmayın. Lütfen...

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) – Bak, polise...

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, ben, sizin gibi, polise dayak atmadım.

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) – Polise laf...

BAŞKAN – Sayın Enginyurt... Sayın Enginyurt...

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) – Polise işkenceci diyorsun.

BAŞKAN – Sayın Enginyurt...

KAMER GENÇ (Devamla) – Ben, sizin gibi, polise dayak atmadım. Lütfen, siz, çıkın, burada konuşun.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, gerçekten, Polis Teşkilatımıza büyük saygı duyuyoruz. İçinde, çok saygıdeğer insanlarımız var; ama, yüzde 1 seviyesinde, artniyetle hareket eden insanlar varsa, bu yüce kurumu böyle ayıplardan kurtarmak lazım. Devletimize ve polisimize böyle hareket edildiği takdirde, ancak, devletimize ve polisimize büyük bir itibar kazandırabiliriz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyük bir devlettir. 173 000-180 000 polis var. Olabilir... Şimdi, bir de, bu insanlarımız genç insanlarımız; ekonomik sıkıntısı var, karısına bakamıyor, çocuğunu okutacak parayı bulamıyor. Bir de, insanlar karşısında, bazen, hakikaten de, böyle kötü muamele görünce... O da insan... Bunları, bu duruma düşürmemek lazım. O bakımdan, biz, polisin sayısal olarak artırılması yerine, evvela, ekonomik yönden güçlendirilmesini istiyoruz, yaşam koşullarının düzeltilmesini istiyoruz; polis de kardeşimiz. Şimdi, karşımızda, muhatap, İçişleri Bakanı olmayınca, bunları kim cevaplandıracak?

Değerli milletvekilleri, son zamanlarda, İçişleri Bakanlığının yaptığı manevralar, kendisinin bu Bakanlıktan alınmasını gerektirecek bir durumdadır. Çıktı, bir umut operasyonu yaptı, paraşüt operasyonu yaptı. Paraşüt operasyonunda ne yakaladı, kimleri yakaladı?!

Bir de, perde arkasında deniliyor ki: "Bir medya grubu muz ithal ediyor, bu paraşüt operasyonunda yakalanan bazı insanlar da muz ithal ediyor; onların muzuna el konulunca, medya grubunun patronunun ithal ettiği muzların fiyatı 500 000 lira artıyor. Şimdi, çıksın, bunları burada konuşsun. İçişleri Bakanı, hakikaten belirli insanların ekonomik güçlerine güç katmak için mi yetkisini kullanıyor, yoksa, hakikaten devletin menfaatını korumak için mi bu işleri yapıyor?!

Sonra, bizim çok emin yerlerden aldığımız bilgilere göre, Sayın İçişleri Bakanı, yaptığı soruşturmalardan kendi yandaşlarıyla ilgili olanları basına intikal ettirmiyor; ama, kendisine rakip olanlarınkini intikal ettiriyor.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) – Kaynağını açıkla.

KAMER GENÇ (Devamla) – Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı diyor ki: "Biz gazetelerden öğreniyoruz İçişleri Bakanlığının aldığı ifadeleri." Şimdi, böyle bir şey olur mu?! Soruşturma yapma yetkisi başsavcılara, savcılara aittir; polis, onun yardımcısıdır.

Arkadaşlar, bizim için, ahmet mehmet meselesi önemli değil; burada doğru şeyler yapacağız, bu çatının altında doğru şeyler yapılacak. Bunun başka bir çıkar yolu yoktur. Yani, buraya çıkıp, bu haksızlıkları, keyfîlikleri yapan, Anayasayı ihlal eden kişiler benim partimde ise ben reddedeceğim, sizin partinizde ise siz reddedeceksiniz; Türkiye'yi böyle selamete çıkaracağız. Bakın, İçişleri Bakanı kaç aydır Türkiye'nin gündeminde. İşte, şu operasyon bu operasyon, şu yapıldı bu yapıldı; ama, maalesef, içinden balon çıktı, balon da söndü.

Şimdi, bir faizci öldürülmüştü. Biliyorsunuz, faizci kimlerle içli çıktı. Onunla ilgili herhangi bir olay çıkmadı ortaya; çünkü, onların üzerine gitmiyor, güçlü olayların üzerine gitmiyor, medya gruplarıyla ilgili olayların üzerine gitmiyor. Hep, basında meşhur olmak için bazı şeyler ortaya atılıyor; ama, eğer basında meşhur olmak için görev yaparsanız, bir gün balonunuz şişer, ikinci gün patlar; bunu da bilesiniz. Yani, Türkiye bu... Zaten, siyasetin de doğasına aykırı olan bir şeydir.

Ben, bu tasarı vesilesiyle, görevi başında şehit olan polislerimize Tanrı'dan rahmet diliyorum.

       (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMER GENÇ (Devamla) – 1 dakika verirseniz...

BAŞKAN – Buyurun.

KAMER GENÇ (Devamla) – Gerçekten, Polis Teşkilatımız, çok zor bir görev yapıyor. Bakın, bu zor görev nedeniyle, bu insanların çok iyi eğitilmesi lazım. Benim memleketimde, geçmişte de, biz, poliste yapılan birçok keyfîlikleri dile getirdik. Herkes zannetti ki, biz, polise karşıyız. Aksine, biz, polis dostuyuz. İstiyoruz ki... Bu meslek grubunda çalışan insaların, en az kusurlu olması lazım ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin şanına, şöhretine uygun, demokratik görüntüsünü güçlendiren bir davranış ve uygulama içerisinde olmasını diliyoruz; ama, bunun olabilmesi için de, bu teşkilata alınacak insanların laik olması lazım, demokrasiye inanması lazım, her kesimden insanların isteklerine hitap etmesi lazım. Bir bakıyorsunuz, işte, mesela, belli kesimdeki öğrenciler yürüdüğü zaman coplanıyor; ama, birtakım insanlara bir şey söylenmiyor. Bunların da yapılmaması lazım. Polis Teşkilatının, kendi itibarını düşünerek, daima, doğru olan şeyi yapması lazım. Düşüncesi farklı olabilir ...

       (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) – Teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Arınç, sorunuzu yöneltebilirsiniz efendim, mikrofonunuzu açtım.

Buyurun.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, birkaç soru sormak istiyorum.

Birinci sorum: Gerekçeden de anlaşıldığı gibi, polis sayısının 200 000'e çıkarılması hedeflenmiştir. Bu hedef neye göre yapılmıştır; kişi başına düşen polis sayısı, Batı standartlarına göre, ne kadardır; bu standartların tespitinde hangi kriterler geçerlidir?

İkinci sorum: Polis yetiştiren kurumlarımız hangileridir; kaç tanedir; her yıl kaç öğrenci alınmakta, kaç mezun hedeflenmektedir?

Bir diğer sorum: Son beş yılda, yıllara göre, meslekten ihraç edilen, hakkında disiplin soruşturması yapılan, ceza mahkemelerinde yargılanan, hüküm giyen polis sayısı ne kadardır; suç türleri nelerdir?

Bir diğer sorum: Polis, göreviyle ilgili konularda hangi eğitim faaliyetlerine katılmaktadır; bu eğitimlerde meslekî konuların dışında hangi bilgiler verilmektedir?

Bir diğer sorum: Polislerin aylık maaşları hangi düzeydedir; iyileştirme için neler düşünülmektedir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

Sayın Bakan, buyurun.

DEVLET BAKANI EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) – Sayın Başkan, Sayın Arınç'ın sorularını yazılı olarak cevaplandıracağız efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

Maddelere geçilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

190 SAYILI GENEL KADRO VE USULÜ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENİN EKİ CETVELLERİN EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜNE AİT BÖLÜMÜNDE

DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI

 

MADDE 1. — Emniyet Genel Müdürlüğünün taşra teşkilâtında kullanılmak üzere, ekli listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin ilgili bölümüne eklenmiştir.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Saffet Arıkan Bedük; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 426 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, polis, yurtta huzur ve güvenliği sağlamak, emniyet ve asayişi temin etmek ve alillere, acizlere yardım etmek gibi fevkalade önemli bir görevi üstlenmiştir. Bu görev, polisin, hem insan haklarına bağlılığının ve saygısının hem hukukun üstünlüğünü temin etmesinin hem de o ülkede demokrasiyi tam anlamıyla gerçekleştirmesinin bir ifadesidir. Dolayısıyla, polislik görevini, fevkalade ulvî, âdeta, sokakta devleti temsil eden bir güç olarak görmek mecburiyetindeyiz.

Polis, insan haklarına fevkalade saygılı olmak durumundadır; doğru. Polis, gerçekten demokratik sistemin garantisidir; o da doğru. Polis, hukukun üstünlüğünün teminatıdır. Atalarımız "adalet, karakolun kapısından geçer" demişler; doğru. İşte, eğer polis gerçek anlamıyla görevini yaparsa, o takdirde, siz ve biz ve bütün milletimiz, sokakta çok rahat yürüyebileceği gibi, evinde huzur ve güven ortamı içerisinde yaşayabileceği, keza, aynı şekilde, can ve mal emniyetini de sağlayabileceği bir ortamın içerisine girer. Yok, eğer, polis bir tereddütün içerisine girerse, polis polislik görevini bilmezse, polis eğitim seviyesi ve düzeyi itibariyle düşük seviyede olursa, o takdirde, biz, demokratik bakımdan da hayat standardımızı yükseltemeyiz, sistemi tam oturtamayız, hukukun üstünlüğünü de temin edemeyiz.

Önce, polislik görevinin ulvî bir görev olduğunu söylemek istiyorum. Böylesine önemli bir görevi yapan ve bu ülke için, hepimiz için, bütün vatandaşlar için gece gündüz demeden, tatil demeden çalışan, 24 saat üzerinden görev yapan -hele sizin, zaman zaman, bazı mitingler veya birkısım gösteriler yaptığınız zaman da dahil olmak üzere, o, görevinin başında- yine, bayramlarda seyranlarda değişik yerlere gittiğinizde, huzur içerisinde olduğunuzda görevi üstlenen polis, gerçekten, yaptığı hizmette, Türk Milletine layık olmak için elinden gelen gayreti göstermekte ve üstün bir görev anlayışı içerisinde çalışmaktadır. Bu itibarla, ülkesi için, milleti için, insanları için hizmet etmiş olan polislerimizden şehit olanlara Allah'tan rahmet diliyorum ve şu anda göre yapan tüm Polis Teşkilatı mensuplarını özellikle tebrik ediyorum, onlara teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, polisin iki ayrı görevi vardır; biri adlî görevdir, biri de idarî görevdir. Adlî görev, suçun vuku bulmasından sonraki safhada, savcıya niyabeten yapılan görevdir. Önleyici zabıta tedbiri diye isimlendirdiğimiz idarî görev ise, suçun vukuunu önlemeye yönelik, polisin yapmakla mükellef olduğu görevleridir. Yargı görevini yaparken -altını çizerek belirtmek istediğim bir husus var- buna, ister sorgulama deyin, ister delil toplama deyin, ister bir başka şekilde değerlendirin, o görevlerin hepsini yapmasının tek dayanağı, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu çerçevesinde, savcıya niyabeten görev yapmasıdır; orada idarî görevi yoktur. Savcı, her safhada, vuku bulan bir olayın, özellikle ortaya çıkarılmasına yönelik –delil toplama dahil– değerlendirmesini ve sorgulamasını doğrudan doğruya yapmakla mükelleftir. Eğer, savcı görev yaparsa, o takdirde, zaten, polis görevden çekilir, doğrudan doğruya kendisi yapmış olur. O itibarla, özellikle polisin görevlerini değerlendirirken, bu çerçeve içerisinde incelemeye tabi tutmanın, ona göre birkısım teklifleri gündeme getirmenin yararı vardır.

Ülkemizin değişen ve gelişen şartlarına paralel olarak, özellikle şehir alanına dışarıdan, kırsal alandan vuku bulan göçü de dikkate aldığımızda, gerçekten, sosyal ve ekonomik hareketliliğin, Polis Teşkilatında da birkısım görev ve hizmetleri artırdığını görüyoruz. Geçmişle ilgili olarak mukayese yapıldığı zaman, özellikle suç ve suçlu tipindeki değişim, polisin, kendisini de yenileme zaruretini ortaya koymuştur.

Değerli arkadaşlar, sadece yurt içinde değil, özellikle uluslararası ilişkilerimizdeki gelişme, bizim polisimizin de görev anlayışını değiştirme ve onunla ilgili birkısım hazırlıkları yapma, hatta, eğitim seviyesinde yeni birkısım düzenlemeler yapma zaruretini ortaya çıkarmaktadır. Eğer gelişen teknolojiye paralel olarak suç ve suçlu tipi değişiyor ve maalesef, polis de ona göre eğitilmiyorsa veya desteklenmiyorsa, o zaman, suçlular cennetine döneriz ki, hiçbir insanın huzur içerisinde, güven ortamı içerisinde yaşaması da mümkün olmaz.

O itibarla, ben, bu tasarıyla getirilen 10 000 yeni polis kadrosu ihdasını olumlu bulmakla birlikte, şunu, altını çizerek belirtmek istiyorum: Sayının artması hiçbir anlam ifade etmez; önemli olan, nitelikli personelin olmasıdır, nitelikli polisin yetiştirilmesidir. Bunun yolu da eğitimden geçer. Biliyorsunuz, eğitimde, bir polis okulları vardır, bir de amir seviyesinde polis yetiştirilen Polis Koleji ve Polis Akademisi vardır. Bununla ilgili birkısım düzenlemeler var; gelecektir. İki yıllık bir yüksekokul standardında, polis yetiştirmeyle ilgili bir hedef var; bununla ilgili hazırlıklar da var. Bu hazırlıkları memnuniyetle karşılıyorum; ama, şunu, özellikle belirtmek istiyorum değerli arkadaşlar: Polisin, bugünkü eğitim seviyesini –ve çalışanların da keza aynı şekilde– artırma ve her sene, her yıl vuku bulan suç ve suçlu tipine paralel olarak kendisini yenileme mecburiyeti vardır. Onun için, özellikle, Emniyet Teşkilatının, eğitim seviyesiyle ilgili yepyeni bir anlayış içerisinde ve Avrupa Birliği standartlarına göre kendisini değiştirmesi, yenilemesi gerekir ve bununla ilgili birkısım çalışmaları da yapmak lazım. Bunu yapmak için de, mutlak surette, hükümetin desteğine ihtiyaç vardır.

Değerli arkadaşlar, modern araç ve gereçlerle teçhiz edilmemiş olan bir polis teşkilatının başarılı olması mümkün değildir. Delilden suçluya, delilden sanığa gitmeyle ilgili prosedürü çalıştırmadığımız sürece, özellikle işkence iddiasıyla karşı karşıya kalan Polis Teşkilatını, bu iddiadan, bu ithamdan kurtarmak mümkün değildir. O halde, parmak izi bilgisayarı dahil olmak üzere, ileri ülkelerin hepsinde sorgulama sistemi neyse, hangi sorgulama sistemi uygulanıyorsa -çapraz mı diyorsunuz, yoksa yalan makineleri mi diyoruz veya başka şeyler mi söylüyoruz- gelişen şartlara paralel olarak o teknolojiyi getirip, Emniyet Teşkilatının emrine mutlak surette vermek gerekir. Kriminolojik bakımdan da, keza, aynı şekilde, kriminal büronun mutlak surette desteklenmesi ve o yeni teçhizatların, o elektronik sistemlerin mutlaka alınması gerekir. O parayı vermezsiniz, o desteği vermezsiniz, o devletin bütçesinden destek yapmazsınız, arkasından da dersiniz ki: "İşkence yaptı." Evet, işkence, gerçekten bir insanlık suçudur. Bunu, hiç kimsenin kabul etmesi mümkün değildir, hiçbir insanî değerin de kabul etmesi mümkün değildir; ama, özellikle, onu yapan birkısım insanlarla ilgili yapılan sorgulamalara, hatta, cezalara olumlu bakmakla birlikte, gelin, Emniyet Teşkilatıyla ilgili olarak, özellikle modern araç ve gereç bakımından, teçhiz edecek bir destekleme politikasını gündeme getirelim, ona göre hareket edelim. Aksi halde, hep bu iddialar olacak ve bu iddialarla karşı karşıya kalan Polis Teşkilatı, aynı zamanda, devleti de itham altında bırakmış olacak.

Bir değerli arkadaşım "polis okullarında ne okutuluyor" dedi. Ceza Kanunu okutuluyor, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu okutuluyor. Ayrıca, insan hakları dersleri var, hukukun üstünlüğüyle ilgili dersler var, Anayasayla ilgili dersler var. Gerçekten, polise, hukukun üstünlüğüyle ilgili, Anayasa ve yasalarla ilgili çok güzel bilgiler veriliyor; ama, verilen bu bilgilerle birlikte, pek tabiî ki, gerek suça müdahalede gerek toplumsal olaylarda insanları rencide etmeyecek bir anlayış içerisinde hareket etmelerinin de zarureti vardır ve onunla ilgili olarak da, gerçekten, hepimizin beklentisi vardır. Ümit ediyorum ki, Emniyet Genel Müdürlüğü halkla münasebetlere fevkalade önem vermek suretiyle, suça müdahalede de, insan haklarına değer verecek bir anlayış içerisinde, müdahaleci bir anlayışı ve onunla ilgili bir eğitim seviyesini, yine, o okullarımıza yerleştirmiş olur diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, uyuşturucuyla ilgili olarak bir değerli milletvekilimizin açıklamasını, doğrusunu isterseniz, ben de uygun bulmuyorum ve hiçbir suretle de yakıştıramadığımı, bilhassa belirtmek istiyorum. Uyuşturucu madde mücadelesinde en başarılı teşkilat, Türk Emniyet Teşkilatıdır, Türk Polis Teşkilatıdır. Bunun altını çizerek belirtmek istiyorum. Türk Emniyet Teşkilatının, gerek Avrupa'da gerek Amerika'da ve gerekse diğer yerlerdeki uyuşturucu madde mücadelesi konusundaki başarısı dillere destan olmuştur...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bedük, açıyorum; lütfen tamamlayın efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – ...takdirler almıştır, plaketler almıştır. Eğer, onların arasında bir tanesi yanlış bir hareket yapmışsa -ki, her toplumun içerisinde vardır- bunu tüm Emniyet Teşkilatına yüklemek ve ona bir suç olarak görmek, fevkalade yanlıştır, o teşkilatı itham etmek demektir; dolayısıyla da, devleti itham etmek demektir. Onu, hiçbir suretle kabul etmek mümkün değildir. Ben, Emniyet Teşkilatı adına da, bunu, özellikle kabul etmediğimi belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Emniyet Teşkilatının, önce maaşını artırmak lazım. 200 milyon lira veriyorsunuz, İstanbul'da görevlendiriyorsunuz. Oradaki bir ev kirası, 200 ilâ 250 milyon liradır. Ondan sonra, bu Polis Teşkilatından dürüstçe görev bekliyorsunuz. Tabiî ki bekleyeceğiz, onu düşünerek gelmiştir; ama, önce maaşını artırmak gerekir.

Değerli arkadaşlar, bir dikiş parası kaç lira biliyor musunuz Emniyet Teşkilatında; 2 300 000 lira. 2 300 000 lirayı, kalkıyoruz, biz, bir Emniyet Teşkilatı mensubuna "al, elbiseni diktir" diye veriyoruz. Böyle bir anlayış olabilir mi?! 2 300 000 lira, sadece bir sigara parasıdır. Sigara parası vermek suretiyle...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Sayın Başkan, son cümlem; bitiriyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Sigara parası karşılığında, siz, dikiş parasını verirseniz, o takdirde, sıkıntı çekersiniz.

O sebeple, Polis Teşkilatımızın, polisimizin ekonomik gücünü, gelin, artırın; eğitim seviyesini, gelin, yükseltin ve özellikle de, onun moral gücünü de artırın. Bakın, yine bir tek elbise parası olarak verilmiş olan, kumaşıyla beraber 13 200 000 lira. Gelin, 13 200 000 lirayla elbise parası verdik deyin!..

BAŞKAN – Sayın Bedük, lütfen tamamlar mısınız efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, ben, o sebeple, operasyonel mahiyette yapılan çalışmalardan dolayı Polis Teşkilatımızı kutluyorum. Ama, gerçekçi operasyonları bekliyoruz. Daha sonra, yanlış ve sonucu olmayan, özellikle menfî olduğunu değerlendirdikleri birkısım yapılan operasyonlarla ilgili sonuçlardan memnun olmadığımızı... Ama, ümit ediyorum ki, operasyonlar müspet sonuçlanır, hedefini bulur ve failî meçhuller mutlaka yakalanır.

Bu ümit içerisinde, Emniyet Teşkilatına güvendiğimi belirtiyor ve nitelikli personel sayısının artırılması konusunda, eğitim seviyesi yüksek Polis Teşkilatının oluşması konusunda, hem hükümete hem Meclise hem de kendi teşkilatımıza, Emniyet Teşkilatımıza görev düştüğünü belirtiyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bedük.

Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ali Oğuz; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA ALİ OĞUZ (İstanbul) – Muhterem Başkan, değerli arkadaşlarım; müzakere konusu ettiğimiz tasarının 1 inci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, 1 inci maddenin mahiyet ve manası, hepimizin malumu; arkadaşlar tekrar tekrar ifade ettiler. Emniyet Teşkilatımızın yetersizliği ifade ediliyor ve deniliyor ki, işte kırsal kesimden, köylerden şehirlere büyük akın oldu, Emniyet Teşkilatımız yetersiz kaldı. Emniyet Teşkilatıyla ilgili, özellikle, gerek araç gereç gerek laboratuvar gerekse sair teknik donanım bakımından polisimizin ihtiyacı var; ama, en çok, daha ziyade, kadro bakımından, adet bakımından polisimizin ihtiyacı var. 10 000 kadro verildiği ahvalde bu açık kapanır şeklinde bir tasarı önümüze geldi. Önce İçişleri Komisyonuna geldi, İçişleri Komisyonunda müspet karşılandı, tasarıyı müzakere ettik ve 10 000 kadronun verilmesi hususunda müspet bir temayül belirdi arkadaşlarımızın içinde; ama, bu 10 000 kadronun ihtiyacı karşılayamayacağı, onunla birlikte bir 10 000 kadro daha verilirse, ancak o zaman bu ihtiyacın karşılanacağı hususu ifade edildi. Plan ve Bütçe Komisyonuna gittikten sonra, bu 10 000 kadronun çok pahalıya mal olacağı ifade edilerek, bunun kaldırılmış olduğunu görüyoruz ve önümüze, 10 000 kadroyla birlikte, bu taleple birlikte tasarı gelmiş bulunuyor.

Değerli arkadaşlarım, polis için, ileri geri birçok sözler edildi. Bunları tasvip etmek mümkün değil. Özellikle Sayın Bedük "polisimiz fedakârdır, gayretlidir, çalışkandır ve başarılıdır" dedi; doğrudur. Özellikle, hepinizin malumu olduğu gibi, memleketimiz uyuşturucu trafiği üzerinde bulunuyor. Gün geçmiyor ki, trilyonları, katrilyonları bulan eroin, esrar ve uyuşturuya ait büyük kitle halinde kaçak maddeler ele geçiriliyor. Bunlar, tabiî, özellikle başka ülkelerde ele geçtiği zaman -ki, o ülkelerin ismini vermek gerekmez- oralarda, özel surette elde edilen bu malların başka şekilde, başka ülkelere sevk edildiği hususu, her gün gazetelerde gördüğümüz hadiselerdir; ama, bizim polisimiz, şerefle bunları takip ediyor ve özellikle de bunların yakalanması, devlete teslim edilmesi, ilgililere teslim edilmesi ve muhakemeleri icra edildikten sonra da bu malların özellikle yakıldığı hususu, hepimizin malumudur.

Polisimiz hakkında söylenen sözler meyanında, polisimizin gelişmesini ve onun eğitimine, özellikle gece mesaisinin karşılığının verilmesine ve yine özellikle verilen maaşın tatmin etmeyecek bir seviyede bulunması sebebiyle de onun tatmin edilmesine ve doyurulmasına önem verilmesini, ben de ifade etmek istiyorum. Ancak, şunu ifade ediyorum ki, trafiğimizde, bir bayram geliyor, o bayramın sonunu nasıl karşılayacağımızı ve kaç ölüyle o bayram seyahatlerinin tamamlanacağı hususunu, böyle yüreğimiz titreyerek takip ediyoruz. Her bayramda, gerek ramazanda gerek kurban bayramında bakıyoruz ki, ilk günlerden itibaren 5, 10, 20, 30, 50, 100, 150, 200, 250 kurban vermişiz. Bunun bir çaresi olmalı değerli kardeşler.

Dünyanın hiçbir yerinde, millî, manevî veya dinî bir bayramında veya kutladığı bir millî ve manevî gününde 200-250 evladını trafiğe kurban veren bir ülke yoktur. Özellikle, verilen cezaların sembolik olmasından kaynaklanan bir husus var ki, bu da yürekler acısı. Eh trafik cezası, ne yapalım, elinde olmayan sebeplerle bir kaza vuku buldu, 1 kişi, 5 kişi, 10 kişi, 50 kişi öldü... Olmaz böyle şey; buna, artık trafik suçu, trafik kazası demenin âlemi yok, bu tam manasıyla bir trafik cinayeti haline gelmiş bulunuyor. Bunun da mutlaka devası olmalı.

Peki, bu kadar polisle, acaba, memleketimizin bu ihtiyacı temin edilebilir mi; çünkü, polis malımızı, canımızı, ırzımızı, namusumuzu her şeyimizi koruyor. Gece gündüz, biz yatağımızda rahat rahat uyurken, o, silahı belinde, hava şartları ne olursa olsun, yağmur altında, soğuk altında, fırtınada, tipide görevini yapmaya çalışıyor. Bizim, ona yardımcı olmamız lazım. Biz ona yardımcı olacağımıza, bir de onu yerden yere vurur, onu kötülersek, bu büyük haksızlık olur diye düşünüyorum.

Bu neyle olur; bu bütçeyle olur, bu imkânlarla olur. Arkadaşlarımız ifade ettiler, diğer ülkelerde 250 kişiye 1 polis düşerken, bizde neredeyse 500 kişiye 1 polis isabet ediyor. Bizim şartlarımız, onlarınkine de hiç benzemiyor. Onlar öyle bir terbiye almışlar ki, adam belki -tabirimi mazur görün- Allah'tan korkmuyor, ama, polisten ödü patlıyor. Batı'da öyle, polise gideceğim dediğiniz zaman, adam fevkalade endişe duyuyor ve Avrupa'da polis, özellikle de birkısım meseleleri -bizde zamanında nasıl ifade edilmiş "adalet karakoldan geçer" denilmiş- hadiselerin birkısmını önlüyor ve bir kötülük yapmış olan insanı, daha karakoldayken men ediyor veya hadiseyi orada örtüyor. Ecdadımız da bunu yapmış; bırkısım hadiseleri, karakollara, jandarmaya, mahkemelere intikal etmeden, bunları cemiyet içerisinde halletmenin çarelerini aramışlar.

Biz de bunu yapabiliriz; ama, gelin görün ki, herkesin başına bir polis de dikseniz, neredeyse, bir gün gelir, o diktiğiniz polis yetmez, o diktiğiniz polisin başına da bir polis dikmek ihtiyacı noktasında kalırsınız; ama, biz, bu hususu söylediğimiz zaman, tebessümle karşılanıyor ve arkasından da, Kuran kurslarının bir kısmı bertaraf edilirse, imam hatip okullarının birinci devresi kapatılırsa, manevî değerler ikinci plana alınırsa, dindar insan istihza mevzuu, alay mevzuu edilirse, manevî değerleri olmayan ülkelerde de, kötülükler artar. Bir bakıma teşvik gibi oluyor; yani, meyhanelerin adedini artıracaksınız; fuhuş, bir bakıma, televizyonlarda, tiyatroda, sinemada, sokakta, plajda, neredeyse her herde teşvik edilir gibi, çıplaklık da teşvik edilirse; öbür tarafta, kumar da teşvik edilirse, hatta, eğlence vasıtası sayılırsa, bununla birlikte, o kabil yerlerde de hadiseler olacaktır. Polisin de bununla başa çıkması mümkün değildir. Beyoğlu'nun arka sokakları malum, fuhuş yerleri malum, meyhanelerin hali malum; adamın kafası iyice dolduktan sonra, herhalde, oturup sizin hayrınıza dua etmeyecektir; mutlaka, kötülükler çıkacaktır altından, kötü kötü haller olacaktır.

Bunların da bertaraf edilmesi lazım gelirken, biz, polis bunlarla başa çıkamıyor dersek, bu da yanlış olur; ama, ekrana intikal eden, o, köpeklerle memurların ısırtılması, gençlerin dövülmesi, hatta, efendim, bir gazetecinin öldüresiye dövülerek yaralı bir şekilde, orada, stadyumda bırakılarak ölümüne sebebiyet verilmesi hadiseleri gibi hadiseleri de, hoşgörmemiz ve mazur görmemiz mümkün değil.

Onlardan dolayı, ilgilileri, daha dikkatli olun, eğitimine fayda verin, daha iyi eğitin, daha müsamahalı yapın; ama sabahtan akşama kadar, ne idiği belirsiz insanlarla mücadele eden o insanların, biraz asabiyet içerisinde, biraz da o günün yorgunluğu içerisinde, bu kabil hadiselere karışmış olmalarını ve birkaç hadiseyi de fazlaca büyütmenin manası olmadığı kanaatindeyim; ama, memleketin imkânları olsa, bugünkü -dediğimiz gibi- mevcut polis adedine 1 misli daha polis ilave etmek durumunda olsak, bu sıkıntılar olmaz; ama, bunları da yapacak imkânlarımız yok. Bu kürsüye çıktığımız zaman, her fırsatta, gelin, faizcileri doyuracağınıza, memlekete hizmet eden polislere de verin diyoruz; ama, onlara bir şey kalmıyor.

İşte, elimde bir cetvel; 4 aylık bütçe uygulaması: Toplam harcama 16,3 katrilyon, gelir toplamı 9,9, bütçe açığı 6,4, faize ödenen 9,5 katrilyon... Siz, topladıklarınızı götürüp faizcilere verirseniz, polislere bir şey kalmaz, adalete de bir şey kalmaz, sağlık hizmetine de bir şey kalmaz, eğitime de bir şey kalmaz ve sıkıntıya düşersiniz. Neredeyse 150 milyar dolar iç ve dışborç yekûnu; elinizde bir şey kalmıyor. Zaten borçtan bir şey ödeyemiyorsunuz. Topluyor, topluyor, topluyor mevcut gelirleri, ondan sonra götürüp rantiyecilere teslim ediyoruz. Bundan vazgeçmek lazım.

Ben, zaman zaman arkadaşlarıma soruyorum. Geçen gün, Cavit Beyle bir yerde, bir yemekte toplandık ve sayın bakan, şu hükümeti teşkil eden partiler olarak, sizin, herhalde, beklediğiniz bir şey olmalı, yani bu hükümete piyango mu çıkacak kardeşim dedik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Oğuz, süreniz tamamlandı.

Mikrofonu açayım, lütfen, tamamlayın efendim.

ALİ OĞUZ (Devamla) – Tamamlayayım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ALİ OĞUZ (Devamla) – Çünkü, bu verilen faizlerle neler yapılır konusunu Ankara Ticaret Odası araştırmış; "bununla 1,5 GAP yapılır -35 katrilyonla- 250 milyon dolar değerinde 192 adet Boğaziçi Köprüsü yapılır, 500 milyon dolar değerinde 96 adet Atatürk Barajı yapılır -ben demiyorum, Ankara Ticaret Odası söylüyor- 50 milyon değerinde 963 adet fabrika yapılır, 100 milyon dolar değerinde 481 adet tam teşekküllü hastane yapılır, 20 000 dolar değerinde 2 408 000 adet 100 metrekarelik konut yapılır..."

BAŞKAN – Sayın Oğuz, lütfen, tamamlar mısınız.

ALİ OĞUZ (Devamla) – "...500 adet Ankara-İstanbul otobanı yapılır, 16 derslikli 182 500 okul yapılır" diyor. Ankara Ticaret Odası söylüyor... Faizcilere verdiğiniz bu parayla... Vazgeçin bundan...

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Bu verilen faizin anaparasını kim almıştı Ali ağabey?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ OĞUZ (Devamla) – Biz bir piyango bekliyoruz, hükümete bir piyango çıkacak ve bütün borçlarını ödeyecek, başka bir manası yok bunun.

Bu kanun tasarısının memlekete hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Oğuz, çok teşekkür ediyorum efendim.

1 inci maddeyi ekli listeyle beraber oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. — Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, soru soracaktım...

BAŞKAN – Önümde ışık yanmadı Sayın Genç, yansaydı eğer, isteseydiniz söz verirdim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Cihaz bozuk efendim.

BAŞKAN – Sağlam yere geçin efendim, o kadar boş yer var. O bozuksa, öbürüne geçin.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sözlü de soramaz mıyız?!

BAŞKAN – Olmaz, yazılı soracaksınız.

2 nci madde üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına Bingöl Milletvekili Sayın Hüsamettin Korkutata konuşacaklardır.

Buyurun efendim.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, yerine, Tokat Milletvekili Sayın Bekir Sobacı konuşacaktır.

BAŞKAN – Yerine, Tokat Milletvekili Sayın Bekir Sobacı konuşacaklar.

Buyurun Sayın Sobacı.

FP GRUBU ADINA BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Emniyet teşkilatının taşra kadrolarında istihdam edilmek üzere 10 000 polis kadrosunun ihdasıyla ilgili kanun tasarında Fazilet Partisi Grubu adına görüşlerimizi arz etmek istiyorum.

Peşinen şunu ifade etmek isterim ki, polis sayısının artması, karakol sayısının artması istenilen ve özlenen bir şey değildir. Özellikle, günümüzde globalleşen dünyada, silahsızlanmanın ve savaş aleyhtarlığının geliştiği günümüzde, nasıl, asker sayısının azaltılması sevindirici bir şeyse, bence, polis sayısının azaltılması ve azalmış olması bile, aslında, sevindiricidir diye düşünüyorum sosyal barış açısından.

 Değerli arkadaşlar, bu manada, Türkiye'de hem savunma harcamalarının hem de devlet kadrolarındaki bu büyümenin bütçe yükü üzerinde ve kamu finansmanı üzerinde, devlet üzerindeki etkisini hepimiz biliyoruz. Bu manada, çok sayıdan ziyade, eğitim seviyesi yüksek, donanımı yüksek ve sayısal olarak düşük devlet kadrolarının daha etkin olduğunu ifade etmek istiyorum ve çıkaracağımız bu 10 000 polis kadrosuyla ilgili olarak da şunu ifade etmek istiyorum: Türkiye, özellikle son üç yılda talihsiz bir dönemi yaşıyor, devletin anayasal devlet, sosyal devlet ve demokratik hukuk devleti ilkelerine yakışmayan ayırımcı yaklaşımlarla kadro alımları yapılırken, devletin bünyesine insanlar alınırken, mezun olunan okullarla ilgili seçmece yaklaşımı, ayırımcı yaklaşımı ifade etmek istiyorum ve bu manada, bu Meclisin komisyonlarında, hangi okul mezunlarının polis olacağı, hangilerinin olamayacağının tartışılması bile bir talihsizliktir diye ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, aslında önemli olan, aynı koruyucu hekimlik gibi, asıl, suçun önceden önlenmesi noktasında, bireylerin suça düşmemesi noktasında bir koruyucu yöntem geliştirilmesi noktasında ülke olarak dikkatimizi yoğunlaştırırsak, sonuçta, bütün ülkenin kârlı çıkacağını, toplumun kârlı çıkacağını ifade etmek istiyorum.

İçgüvenlik konsepti açıklamalarıyla vehim üretmenin, bu manada büyük sakıncaları olduğunu son üç yıldır ülkemizde yaşamaktayız. Gazetelerde sık sık yayımlanan terör haritalarıyla, suç haritalarıyla, sanki, halkımız potansiyel suçlu olarak gösterilmektedir, bu toplumun sivil örgütlenmeleri ve svil yapılanmaları potansiyel suçlu olarak ifade edilmektedir. Bu manada, işkencenin polisle eşdeğer hale getirilmesinin yanlış olduğunu, yetersiz olduğunu ifade etmek istiyorum. Elbette, işkencenin sona ermesine hepimiz katılıyoruz; ama, bu manada, demokratik ülke olarak, polisin sorgulandığı bir ülkede, aynı zamanda, kim olursa olsun, hangi kurum olursa olsun, işkenceye bulaşmış hangi kurum ve kişi olursa olsun, aynı sorgulamanın onlar için de geçerli olmasını, sivil yönetimin, demokratik yönetimin ölçütü olarak da ortaya konulması gerektiğini ifade ediyorum.

Ülkemizde, doğu ve güneydoğuda geçmişte yaşanan üzücü olaylarda, insanlık onuruna yakışmayan tavır ve davranışlar içinde bulunan bazı görevlilerin sorgulanamamış olmasını da burada dikkatlerinize arz ediyorum.

Değerli arkadaşlar, polisin, uluslararası devletlerin birtakım manipülasyonlarına alet edilmesine mutlaka karşı çıkmalıyız ve önlemeliyiz diye ifade ediyorum. Ülkemizde Hizbullah'la başlayan ve son olarak Umut Operasyonuyla koparılan yaygaraların sonucunda, maalesef, devlet kurumları arasındaki görüş ayrılığının ve çatışmanın ortaya çıkması, bizi bazı konularda endişelendirmektedir ve bu manada, inşallah, İçişleri Bakanlığının doyurucu açıklamalar yapmasını bekliyorum.

Son, Umut Operasyonuyla koparılan yaygarayla elde edilen sonuç, ECO zirvesine Cumhurbaşkanının katılamamasıdır. Buraya dikkatlerinizi arz ediyorum değerli arkadaşlar ve bugün yapılan açıklamada Amerika Birleşik Devletleri, İran'ı ve yanında bir ülkeyi daha -yanılmıyorsam Suriye olabilir- kara listeden çıkardı "bir Irak kaldı" diyor. Böyle bir dünyada bizler, bu manipülasyonlara polisi de alet ederek, bakanlık seviyesinde alet ederek manipülasyonlara, gelinen sonuçta, ülkenin, uluslararası ilişkiler açısından zarar gördüğü bir sonuca geliyorsak, bu manada sorumluların da bu soruya cevap vermesi, toplumu ve bu Meclisi aydınlatması gerektiğine inanıyorum.

Değerli arkadaşlar, elbette hiçbir kurumu suçlamak düşüncemiz yok. Bir siyasî parti genel başkan yardımcısının ifadelerine ben burada -arkadaşlar değindi ama- şu manada katılmadığımı ifade ediyorum. Böyle birtakım kompleksleri biz üzerimizden atmak zorundayız.

Türkiye'den eroin ve beyaz zehir geçebilir. Değerli arkadaşlar, Bolivya'dan, Kolombiya'dan Amerika'ya aktarılan, belki, Türkiye'den geçenin birkaç katı beyaz zehir ticareti var. Bunlar diyelim ülkemizi geçti -Avrupa trafiğini dikkate alırsak- Balkanları geçti, ama Avrupa ülkelerine bu beyaz zehir giriyor. Bunun ticaretini yapan şebekeler Avrupa ülkelerinde yok mu; var. O halde, onun bir öbür boyutu da, kendi polisimizi suçlamaktan önce, Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi gelişmiş ülkelerin kendi nesillerinin ve çocuklarının düştüğü bu beyaz zehir tuzağında, gönüllü, tam iyiniyetli, samimî olmadıklarını ifade etmek istiyorum. Bu manada, İran'da yakalanan beyaz zehir kaçakçılarının idam edildiğini biliyoruz; ama, hiçbir Batı ülkesinin, bizim gibi ülkelere, fedakârca bununla mücadele eden ülkelere doğru dürüst, çok açık bir teşekkür ve malî destek konusunda da cömert olmadıklarını ifade etmek istiyorum. Eğer, bugün Amerika, o Batı,  "altın üçgen"de oluşan eroin üretimini, beyaz zehir üretimini önlemek isteseler, samimî olarak ifade etmek istiyorum ki, toplumlarının zarar gördüğü, sosyal maliyeti ve faturasının çok daha küçük oranlardaki bir miktarını o ülkelerin kalkınmasına harcasalardı, bugün, bir Afganistan ya da o "altın üçgen"in içine alındığı alanda, o insanlar böyle bir gayri ahlakî ve gayri insanî konuma düşmezlerdi diye ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bugün, elbette suç türleri gelişmektedir; gelişen iletişim ve teknolojiye, dijital teknolojiye polisin ayak uydurması lazım; bu manada da, her neviyle kriminal kabiliyetinin yükseltilmesinde, artırılmasında zaruret vardır. Ayrıca, araç-gereç noktasında, suçlunun aracından daha hızlı giden bir araç ve donanıma polisimizin kavuşturulması lazım; yoksa, taşrada, ilçelerde, illerde gönüllü kuruluşların, sivil toplum kuruluşları ve halkın katkılarıyla, bu açıkları kapatmaya kalkarsak, korkarım ki, istenen sonucu elde edemeyiz diye düşünüyorum.

Bir diğer konu değerli arkadaşlar, gelişen teknolojik kabiliyetler, artık, ülkeleri, sınırları aşıyor, kontrolü zorlaştırıyor. Ülkemizde alkol kullanma yaşının giderek düşmesi, uyuşturucu kullanma yaşının düşmesi konusunda çok ciddî tedbirler almamız lazım. Bunun da birinci tedbirinin kültürel tedbirler olduğunu ifade etmek istiyorum.

Ayrıca, çağımızda gelişen internet teknolojisinin ve internet kafelerin kontrolü konusunda bir yetersizliğin veya geç kalmanın olduğunu da ifade etmek istiyorum. Çünkü buralarda şiddet, erotizm ve ayrıca, toplumumuzun örf ve âdetine uymayan birtakım gayri ahlakî yönlendirmelerin çok acımasız bir şekilde devam ettiğini ve bu konuda da, inşallah, İçişleri Bakanlığımızın ve polis teşkilatımızın internet  kafeler ve tehlikeleri konusunda gerekli tedbirleri alacağını umduğumu ifade etmek istiyorum.

Ayrıca, günümüzde, Batının, gelişmiş ülkelerin tarihî eser kaçakçılığı konusunda da samimî olmadıklarını ifade etmek istiyorum. Bu, ülkelerdeki çifte standardı gösterme açısından bu noktaya da işaret etmek zarureti hissettim.

Çıkarılan kadronun, inşallah, en kısa zamanda ülkemizi daha fazla polis kadrolarına ihtiyaç duymayan bir sosyal barışın, kardeşliğin ve huzurun hâkim olduğu bir ülke konumuna getirmesi dileğiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sobacı.

Gruplar adına başka söz talebi ?..Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum :

MADDE 3. — Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talebi?..Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, lehte konuşmak üzere, Sayın Seven; buyurun.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Vazgeçiyorum.

BAŞKAN – Aleyhte, Isparta  Milletvekili Sayın Sayın Mustafa Zorlu; buyurun.

MUSTAFA ZORLU (Isparta) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tabiî ki, bu  kanun hakkında aleyhte konuşmak mümkün değil; usul gereği ancak bu şekilde söz alabildiğim için... Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Halen, emniyet teşkilatımızda 157 000 polis kadrosu bulunmaktadır. Mevcut kadroyla, ülkemizde 1 polis 414 kişiye hizmet vermekteyken, Avrupa Birliğine üye ülkelerde 1 polis 250 kişiye hizmet vermektedir. Ülkemizde mevcut 850 ilçenin 713'ü polis sorumluluk bölgesinde olmasına rağmen, personel yetersizliği nedeniyle, polis sorumluluk bölgesine alınan 32 ilçemizde polis teşkilatı faaliyete geçirilememiştir. Jandarma sorumluluk bölgesinde bulunan ilçelerin de polis sorumluluk alanına alınması yönünde oluşan yoğun talepler, yine, personel yetersizliğinden olumlu karşılanamamıştır.

Emniyet teşkilatında görev yapan 8 000 polis askerlik hizmetini ifa etmektedir; 11 000 polis ise silah altına alınmayı beklemektedir. Bu durum, mevcut olan personel açığını daha da artırmaktadır. Mevcut personel açığı devam etmekte iken, emeklilik, istifa, vefat ve işledikleri suçlar nedeniyle, her yıl yaklaşık 2 500-3 000 polisin kurumla ilişiği kesilmektedir.

Polis okullarında eğitim görmekte olan ve 15 Haziran 2000 tarihinde mezun olup göreve başlatılması gereken 10 000 polis adayından 7 760 adayın ataması yapılabilecek, geriye kalan 1 840 adayın, kadro bulunmaması nedeniyle atamaları yapılamayacaktır. Bu ise, idare üzerinde şimdiden yoğun baskılara sebep olmakta ve ayrıca, devletin verdiği masrafa karşılık, personelden hizmet alınamamaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; personel yetersizliği nedeniyle gece gündüz demeden, cumartesi pazar demeden, günde en az oniki saat, bazen ondört, onaltı saat çalışmak zorunda kalan, kimi yerlerde altı aydır hiç hafta sonu tatili yapamayan, devletin bölünmez bütünlüğü ülküsü için, vatandaşın can ve mal güvenliğinin sağlanması için gözünü kırpmadan şehit olan polislerimizin yüzde 80'i, lojman yetersizliği nedeniyle şehir merkezlerinin varoşlarında, kendi ailesinin güvenliğinden yoksun ve normal yaşam standartlarının altında yaşama mücadelesi vermektedir.

Normal devlet memurundan ayda 180 saat fazla çalışan polislerimizin fazla mesai ücretlerinin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Zorlu, teşekkür ediyorum.

Lütfen, oyununuz rengini belirtir misiniz efendim...

Açıyorum mikrofonu ve oyunuzun rengini belirtmenizi rica ediyorum.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Aleyhte konuştu; oyunun rengi belli...

BAŞKAN – Buyurun.

MUSTAFA ZORLU (Devamla)– ... ve maaşlarının mutlaka artırılması gerekmektedir.

Polisimizin içinde bulunduğu bu maddî imkânsızlıklardan en kısa zamanda kurtulabilmesi temennisiyle, personel yetersizliğine bir nebze de olsa nefes aldıracak olan 10 000 kadronun emniyet teşkilatımıza hayırlı olmasını diler; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)

TURHAN GÜVEN (İçel) – Oyunun rengini söylemedi Sayın Başkan...

MUSTAFA ZORLU (Isparta) – Konuşmamın başında belirttim Sayın Başkan.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Rengi yine belli olmadı!

TURHAN GÜVEN (İçel) – Oyunun rengini söyleyeceksin efendim!

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Rengi belli olmadı!

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, başkalarına "oyunun rengini söyle" dediğiniz halde söylemiyorlar; bazen de söyleyince "niye söyledin" diyorlar; Allah Allah!.. Böyle ikili şey olur mu?!

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Bakan, bir teşekkür konuşması yapacaklar; buyurun efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Bakan neye teşekkür ediyor?! Sorulara cevap vermiyor, teşekkür mü ediyor yani?! Hazır metinden herkes bulur cevabını.

DEVLET BAKANI EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kabul edilen bu yasayla, emniyet teşkilatı, ihtiyacı olan personel sayısına, kısmen de olsa kavuşmuş olacaktır. Haziran ayı itibariyle, yaklaşık 10 000 polis memuru adayı, polis okullarından mezun olmuş, bunlardan 2 000 aday memur, kadrosuzluk nedeniyle atanamamıştır. Katkılarınızla çıkarılan bu kanunla, anılan aday memurlarımızın mağduriyeti giderilecek; teşkilata, genç ve dinamik personel takviyesi yapılacaktır.

Bu vesileyle, kanunun çıkarılmasında gösterdiğiniz işbirliği ve yardımlarınız için tüm gruplara teşekkür ederim. Görüşmeler sırasında yapılan eleştiri ve ileri sürülen önerilerden yararlanarak, daha iyi hizmet yapılması yönünde gayret gösterilecektir. Emniyet teşkilatı, Yüce Meclisimizin ve halkımızın desteğiyle, her türlü suçla mücadelede, geçmişte olduğu gibi, gelecekte de, mutlaka başarılı olacaktır.

Meclis gündeminin 172 nci sırasında bulunan Polis Yükseköğretim Kanunuyla ilgili tasarının görüşülmesi sırasında da aynı işbirliği ve anlayışın gösterileceğini umuyorum.

Katkılarınızdan dolayı tekrar teşekkür eder, Yüce Heyetinize en derin saygılarımızı sunarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.

Değerli milletvekilleri, alınan karar gereğince, Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma ve Adalet Komisyonları raporlarının müzakerelerine başlıyoruz.

7. – Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma ve Adalet Komisyonları Raporları (1/657) (S. Sayısı: 421) (1)

                               

(1) 421 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada

Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.

Komisyon raporunun okunup...

BEKİR SOBACI (Tokat) – Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN – Karar yeter sayısının aranılmasını istiyorsunuz...

Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım: Raporun okunmasını kabul edenler... Etmeyenler...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Karar yetersayısının aranılmasını istemiyorlar, vazgeçtiler efendim.

BAŞKAN – Komisyon raporunun okunması kabul edilmemiştir.

Tasarının tümü üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Aksaray Milletvekili Sayın Ramazan Toprak; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Saatin 24.00'ü bulduğu bir sırada beni dinlemenin zorluğunu da göz önünde bulundurarak ve takip eden maddelerde de konuşma yapmayacağımı şimdiden müjdeleyerek, sadece tasarının ana hatları üzerinde bazı bilgiler arz etmek için huzurlarınızdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yıllardır ifade ederiz, yargı birliğinden bahsederiz. Peki, yargı bölünmüş müdür; evet; adlî, idarî, askerî... Bu yüce kürsüye ilk defa geldiğimiz ve yemin ettiğimiz gün -Anayasamızın 81 inci maddesinde- vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü üzerine yemin etmiş idik. Ben, buna, bir de yargının bölünmez bütünlüğünü eklemek istiyorum. İnşallah, bu hedefin bir gün gerçekleşeceği umudundayım.

Tabiî, askerî yargı, bu üç yargı biriminden bir tanesidir; iki ana eksene oturmuştur, biri ceza yargısı, diğeri idarî yargıdır. Ceza yargılaması, askerî mahkemelerce yürütülmektedir. İdarî yargıysa, ilk ve son derece yargı mercii olan Askerî Yüksek İdare Mahkemesince yürütülmektedir. Bilindiği üzere, 1972 yılına kadar, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Danıştayın bir dairesi idi. 1972 yılında, 1602 sayılı Yasayla, Danıştaydan ayrılarak, idarî bir birim olarak, bir yüksek yargı organı şeklinde askerî yargı içerisinde yerini almıştır. Askerî yargı, gerçekten, fevkalade güzel hizmetler ifa etmektedir. 12 Eylül 1980 ihtilali sonrasında askerî mahkemelerimizce verilmiş fevkalade örnek kararlar vardır. Bu kararlardan bir kısmı hafızamda, hatırlıyorum da, gerçekten, her türlü etkiye açık bir dönemde askerî hâkimlerin verdiği son derece cesur ve yerinde kararlar, bugün, aynı cesareti gösteremeyen pek çok hâkime örnek olacak niteliktedir.

Tasarımız ne getiriyor; bunu ifade etmeden önce, askerî hâkimliğin kaynaklarını ifade edeyim. Askerî hâkimliğin üç kaynağı vardır: Birinci kaynağı, Silahlı Kuvvetler adına fakülte, yüksekokullarda okutulan öğrencilerin askerî hâkim olarak mesleğe kabulleri, devamları şeklindedir. İkincisi, kendi nam ve hesabına hukuk fakültesini bitirenler, yedeksubaylıkları döneminde girdikleri sınavı kazanmak suretiyle, muvazzaf askerî hâkim olarak nasbedilirler. Üçüncü kaynak ise, muvazzaf subaylardan, dışarıdan hukuk fakültesini bitirenlerden yeterli görülenlerin askerî hâkim sınıfına geçirilmesi suretiyle olur; yani, üç değişik kaynak olur.

Şimdi, bu kaynaklardan fakülte, yüksekokullar kaynaklılarla, kendi nam ve hesabına okuyanlardan Silahlı Kuvvetlere intisap edenler için, bu tasarı uyarınca herhangi bir yenilik getirilmemektedir. Bu tasarının özü şudur: Askerî yargıda görev alan askerî hâkim ve savcıların birinci sınıfa ayrılmaları için mevcut uygulamadaki 12 yıl artı kıdemli binbaşılık şartı ortadan kaldırılmakta, yerine 10 yıl artı binbaşı rütbesi yeterli görülmektedir.

21 Mart 1995 tarihi itibariyle Yüce Meclisin çıkardığı 4087 sayılı bir yasa vardır, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunuyla ilgili bir değişiklik yapılırken, eşzamanlı olarak, askerî hâkimlerin özlük haklarını düzenleyen 357 sayılı kanunun 15 inci maddesindeki şartları da taşıyanlar için bir istisna getirilmiş ve bu istisnaya göre, 21 Mart 1995 tarihinden önce Silahlı Kuvvetlerde askerî hâkim sınıfına geçirilenler için bir imtiyaz getirilmiş ve 10 yıl artı binbaşı şartı yeterli görülmüş; ancak, 21.3.1995 tarihinden sonra askerî hâkim sınıfına geçenler için aynı şartlar ortaya konulmamıştır. Bu eşitsizlik nedeniyle, müracaat üzerine, Anayasa Mahkemesi, aynı yıl içinde, 14 Aralık 1995 tarihinde bu yasayı, temelde eşitlik ilkesine aykırı bulduğu için iptal etmiştir.

Bunu biraz daha somutlaştırayım. Askerliğin temeli disiplindir. Askerlikte rütbe ve kıdem esastır. Peki, bu tasarıyla, bu disiplin nasıl temin edilecek, buna bir örnek vermek istiyorum. Örneğin, bir askerî mahkemede mahkeme başkanı olarak görev ifa eden yarbay rütbesindeki bir askerî hâkim bu şartları taşımadığı için birinci sınıfa ayrılmamışsa, emri altındaki bir üye hâkim binbaşıdan daha az maaş almaktadır; yani, mahkeme başkanı yarbay, üye hâkim binbaşıdan daha az maaş almaktadır. Bu bir ücret anarşisidir, ücret dengesizliğidir. Bu dengesizlik, askerliğin temeli olan disiplini, temelinden sarsacak bir anarşidir. Bu tasarıyla bu disiplinsizlik ortadan kaldırılmış ve askerliğin temeli sağlam zemine oturtulmuş olacaktır, bu tasarıyla inşallah oturtulacaktır.

Tabiî, ben, Sayın Hükümetin bu konudaki hassasiyetini takdirle karşılıyorum; ancak, gerçekten çok kritik bir coğrafyada bulunmamız nedeniyle, askerimiz gözbebeğimizdir, Türk Milletinin gözbebeği, en dinamik kurumudur. Bu kurumun taleplerinin elbette öncelikli olarak yerine getirilmesi, hepimizin gönülden arzusudur; ancak, ben, Sayın Hükümetin bu konuda gösterdiği hassasiyetin örnek olmasını temenni ediyorum. Yüksek malumlarınız olduğu üzere, diğer kamu kurumlarında kamu görevi yürüten üst düzey bürokratlar, örneğin genel müdür 300 milyon lira maaş alırken, onu taşıyan aracı süren şoför 600 milyon-700 milyon lira maaş almaktadır; bu da ücret anarşisidir. Eğer, kamu görevinin yürütülmesinde, kamu hizmetinin huzurlu ve verimli olarak yürütülmesinde bir önşart aranıyorsa, öncelikle kamu görevlileri, içerisinde bulundukları bu ücret anarşisinden bir an önce kurtarılmalı ve ücret reformu, personel reformu en kısa sürede Yüce Meclisin huzuruna getirilmelidir.

Tabiî, şimdi, sivil hâkim meslektaşlarımız 2 yılda bir terfi almaktadırlar. Oysa, askerî hâkimler 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu uyarınca terfi ettiklerinden, 3 yılda bir derece almaktadırlar. Bu ise, emsali olan sivil hâkimler ile askerî hâkimler arasında olağanüstü bir eşitsizliğe neden olmaktadır.

Bu tasarıyla, bu eşitsizlik bir nebze olsun aşağı çekilmiştir. Her ne kadar, biz, 10 yıl artı binbaşı rütbesinde askerî hâkimlerimizi birinci sınıfa ayırıyor gibi gözüksek de, aslında, fakülte ve yüksek okullardan geçenler ve kendi nam ve hesabına okuyanlardan silahlı kuvvetlere intisap edenler için, bu rakam, aslında 10 yıl değil, 15 yıl demektir, hatta 15 yılın üzerinde bir süre demektir. Bu, sadece, muvazzaf subaylıktan askerî hâkimliğe geçirilenler ile çok az sayıda personeli kapsamak üzere...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Toprak, lütfen tamamlar mısınız, rica ediyorum efendim.

Açıyorum mikrofonunuzu, buyurun.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Affedersiniz, konuşmacı tümü üzerinde konuşma yapıyor, 10 dakikadan başlandı; ben, dikkat ettim; ama, düzelteceğinizi zannettim. Madde üzerinde de konuşmayacak. Müsaade ederseniz...

BAŞKAN - Buyurun efendim, düzeltiyorum... Buyurun efendim...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir de milletvekiline saygı diyor, böyle Başkanlık olur mu?

BAŞKAN - Buyurun Sayın Toprak, siz devam edin efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Soru sormak istiyoruz verilmiyor, böyle Başkanlık olur mu?

BAŞKAN - Buyurun efendim.

RAMAZAN TOPRAK (Devamla) – Sayın Başkan, kısa dedim; ama, bu kadar kısa olacağını da tahmin etmemiştim.

Tabiî, bu tasarı, gerçekten çok zor, çetin dönemlerde fevkalade güzel hizmetler ifa eden askerî hâkimlerimizden çok az bir kısmı için ücret dengesizliğini ortadan kaldıran bir tasarıdır.

Ben, bu tasarının, ücret dengesizliğini, ücret anarşisini ortadan kaldırmaya yönelik mantalitesinin, mantığının, ana temasının sayın hükümetimizin, emsal diğer kamu görevlileri için de bir baz teşkil ederek, bunlar hakkında da iyileştirici birtakım düzenlemeler getirmesinin bir başlangıcı olduğunu kabul ediyorum. Fevkalade güzel ve beş yıl gecikmiş bu tasarının, gerçekten, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz için bir gereklilik olduğunu ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Toprak.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Batman Milletvekili Sayın Burhan İsen; buyurun.

DYP GRUBU ADINA BURHAN İSEN (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, söz almış bulunmaktayım; Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, adalet dağıtımı, muhakkaktır ki, insanoğlunun en zor ve o oranda da en şerefli işlerinden biridir. Bu nedenle, adalet dağıtımını kutsal bir iş olarak nitelendirmek doğru olacaktır. Adalet dağıtımı, devletin üç temel işlevinden biridir. Hukukun üstünlüğü anlayışı çerçevesinde de, yargı işlevi, diğerlerinin üzerinde düşünülmelidir. Adalet dağıtımında asıl olan kişi, hâkimdir. Anayasamıza göre, hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak, vicdanî kanaatlarına göre hüküm verirler. Burada belirtilen "vicdanî kanaat" ibaresi, adalet dağıtımında insan unsurunun önemini ortaya koymaktadır; çünkü, adalet denilen duygu da, toplumu oluşturan insanların benimseyebildikleri bir sonuçtur. Bu sebeple, hâkimsiz bir adaletten söz edilemez.

Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, adalet damgasını vuracak olan hâkim olmadan, adalet olmaz. Teknoloji, olsa olsa, hâkimin adalet dağıtımı işinde ona yardımcı olur. İşte, bu sebepledir ki, hâkim olarak görev yapacak kişilerin seçimi ve bunların zaman içerisinde daha da mükemmelleşmesi için gerekli altyapının sağlanması, devletin temeli olan adalet için hayatî önem taşımaktadır. Bu çerçeve içinde, Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti olarak tanımlanan askerlik müessesesi, tehlikeli ve riskli, aynı zamanda özellikli bir kamu hizmeti olup, tüm ülkeyi kapsayan bu kamu hizmeti esnasında cereyan eden idarî eylemlerin çeşitliliği de çok fazladır. Bu nedenle, askerî hâkimlerin görev ve sorumluluklarının önemi de tartışılmazdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz bu tasarı, askerî hâkimlerin sınıflarıyla ilgilidir. Askerî hâkimlerin birinci sınıfa ayrılma koşulları, 357 sayılı Askerî Hâkimler Yasasının 15 inci maddesinde açıkça belirtilmiştir. Bu maddeye göre, kıdemli binbaşı rütbesinde bulunmak, askerî hâkimlik hizmetinde en az oniki yılını doldurmuş olmak, ikiden fazla disiplin cezası almamış olmak gibi şartlar yer almaktadır; ancak, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yasasına 21 Mart 1995 tarihinde eklenen geçici maddeyle, yukarıda belirtilen diğer koşulları taşımak kaydıyla, askerî hâkimlik mesleğinde on hizmet yılını doldurdukları ve binbaşı rütbesine nasp edildikleri tarihte birinci sınıf askerî hâkimliğe geçilmesi yeterli görülmüştür. Ancak, söz konusu hükmün, binbaşı rütbesini ve meslekte on yıl hizmet süresini, sadece, yasanın yürürlüğe girdiği tarih olan 21 Mart 1995 tarihinde askerî hâkimlik mesleğinde bulunanlar için uygulanması, askerî hâkimler arasında birinci sınıf askerî hâkimliğe ayrılmada farklı şartların oluşmasına ve eşitsizliklere sebebiyet vermiştir. 4087 sayılı Yasanın yürürlüğe konulduğu 21 Mart 1995 tarihinde, meslekte bulunan askerî hâkimlerin diğer koşullarla birlikte, binbaşı rütbesinde olmaları ve askerî hâkimlikte on hizmet yılını doldurmaları halinde, birinci sınıf askerî hâkimliğe ayrılmaları sağlanırken, bu tarihten sonra askerî hâkim olanlar için kıdemli binbaşı olmak ve askerî hâkimlikte oniki hizmet yılını doldurmak gibi, farklı bir durum yaratılmasına neden olunmuştur.

Değerli milletvekilleri, askerî hâkimlerin birinci sınıf askerî hâkimliğe ayrılmalarında farklı kanunî yükümlülüklerin olması, elbette ki eşitlik ilkesine aykırıdır ve bu eşitsizliğin giderilmesi zorunludur; bu açıdan, tasarıyı olumlu karşılıyoruz. Bu durumun giderilmesi adına yapılacak düzenlemeyi bizler de destekliyoruz; ancak, bir yerdeki eşitsizliği gidermek için yaptığınız düzenleme, öbür taraftan başka bir eşitsizliği getiriyorsa, burada dikkatli olunması gerektiğini hatırlatmakta fayda görüyoruz.

Bu tasarının 1 inci maddesinin (B) bendinde, on yıllık süre "(askerî hâkimlik mesleğinden önceki hâkimlik ve savcılıkta geçen sürenin tamamı, avukatlıkta geçen sürenin dörtte 3'ü ve muvazzaf subaylıkta geçen sürenin yarısı askerî hâkimlikten sayılır)" şeklinde öngörülmektedir.

Değerli milletvekilleri, biraz önce belirttiğim hizmet sayımı, askerî hâkimlerin özlük hakları açısından düşünülerek hayata geçirilmesi doğrudur; ancak, askerî hâkimlerin haklarını gözetirken, aynı meslek grubu içerisinde farklılığa yol açmak da doğru değildir. Şöyle ki, adlî ve idarî yargı hâkimleri için, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarının nitelikleri, atanmaları, hak ve ödevleri, meslekte ilerlemeleri gibi düzenlemeler, 2802 sayılı Yasada belirtilmiştir. Bu yasada, birinci sınıf hâkimliğe yükselme şartları belirtilmiş olup, adaylığa diğer kamu görevlerinde iktisap ettikleri derece ve kademe üzerinden atananların, bu derece ve kademeleriyle o görevde geçen süreleri hâkimlik ve savcılık sınıf ve kıdeminde nazara alınmaz" ibaresi bulunmaktadır. Oysa, burada, getirmekte olduğumuz tasarı yasalaştığı takdirde, askerî hâkimlik mesleğinden önceki hâkimlik ve savcılıkta geçen sürenin tamamının sayılması; hatta, bununla da yetinilmeyip, avukatlık ve muvazzaf subaylıkta geçirilen sürenin ise, yarısının hâkimlik hizmet süresine eklenmesi öngörülmektedir.

Değerli milletvekilleri, aynı meslek içerisindeki bu farklılıkları ortadan kaldırmak gerekirken, ayrıcalık veren kanunların yasalaşması, yarar değil zarar getirecektir. Dolayısıyla, bu eşitsizliklerin giderilmesi gerektiğini belirtirken; ayrıca, bu durumun, Anayasanın "eşitlik" ilkesiyle bağdaşmadığının da altını çizmek istiyorum. Bu nedenle, bu eşitsizliği, bir nebze de olsa gidermek için, tasarının 1 inci maddesinin (B) bendinde yer alan "hizmet sayımı" kısmında bulunan "...avukatlıkta geçen sürenin dörtte üçü..." olarak değil "...avukatlıkta geçen sürenin dörtte ikisinin askerî hâkimlikten sayılması..." olarak yeniden düzenlenmesi gerektiği görüşündeyiz.

Şuna yürekten inanıyorum ki, bu ülkede, en fazla çalışan ve gayret gösteren meslek gruplarının başında hâkimler yer almaktadır. Çoğu meslek sahibi, mesai saati bitince, fikrî mesaisinin bölünmez parçası olan vicdanını ve o gün yargıladığı uyuşmazlığın taraflarını ve hassas adalet terazisini, düşünde bile, beyninde muhafazaya devam eder. Hâkimlik mesleği, büyük sorumluluk gerektiren bir meslektir. Yine, samimi olarak ifade etmek isterim ki, Türk hâkimi, sorumluluğunun farkındadır ve inanılmaz derecedeki ağır işini en iyi şekilde yerine getirmektedir.

Sözlerime son verirken, gündemimizde yer alan tasarının hayırlı olmasını temenni eder, askerî hâkimlerimize ve sivil hâkimlerimize, hizmetlerinden dolayı kendilerine şükran duyduğumuzu belirtiyor; saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın İsen.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Şahsım adına söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Yazayım efendim. Dördüncü sıradasınız.

Şahsı adına, Çorum Milletvekili Sayın Yasin Hatiboğlu?.. Yok.

Bartın Milletvekili Sayın Zeki Çakan, buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 421 sıra sayılı Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde kişisel söz almış bulunuyorum; hepinize saygılarımı sunuyorum.

Bu tasarı, umuyorum kanunlaşacaktır. Tüm gruplara ve grup başkanvekillerine teşekkür ediyorum.

Askerî hâkimlerimiz arasında ücret dengesizliğini giderecek olan bu tasarının hazırlanmasında emeği geçenleri kutluyorum; hayırlı olsun diyorum.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın Sühan Özkan; buyurun efendim.

İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli üyeler; Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Önümüzdeki kanun tasarısı, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda, 21 Mart 1995 tarihinde yapılan bir değişiklik konusunda; ancak, buna paralel olarak yapılması düşünülen değişikliğin, 357 sayılı Askerî Hâkimler Kanununun 15 inci maddesinde yapılması gereken değişikliğin yapılmaması nedeniyle meydana gelen eşitsizliği gidermek amacıyla düşünülmüş ve huzurunuza getirilmiş bir tasarıdır. Bu, sadece mevcut eşitsizliği gidermek ve paralel uygulamayı sağlamak adına düşünülen bir kanun tasarısıdır.

Onun için, biz, Anavatan Partisi Grubu ve şahsım olarak, bu tasarının, bu eşitsizliği gidereceğine inanıyorum ve hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özkan.

Tasarının maddelerine geçilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

ASKERÎ HÂKİMLER KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR

KANUN TASARISI

MADDE 1. – 26.10.1963 tarihli ve 357 sayılı Askerî Hâkimler Kanununun 15 inci maddesinin birinci fıkrasının (A) ve (B) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“A) Binbaşı rütbesinde bulunmak,

B) Askerî hâkimlik hizmetinde en az on yılını doldurmuş olmak (Askerî hâkimlik mesleğinden önceki hâkimlik ve savcılıkta geçen sürenin tamamı, avukatlıkta geçen sürenin dörtte üçü ve muvazzaf subaylıkta geçen sürenin yarısı askerî hâkimlikten sayılır.),”

BAŞKAN – 1 inci madde üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç; buyurun efendim.

DYP GRUBU ADINA KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, Meclis kürsüsünde oturan, Meclisi idare eden Başkanvekili çok kin ve nefret dolu duygular içinde bazı milletvekillerine karşı hareket edince, burada, bizim de çok sağlıklı parlamenterlik görevimizi yapmamız mümkün değil. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından gürültüler)

Arkadaşlar, rica ediyorum...

O kadar keyfî uygulamalar var ki!.. Süreyi istedikleri gibi belirliyorlar, bazı kanunların maddesini bile oylamadan geçiyorlar... Böyle olunca, bu Meclis, hakikaten, normal bir Meclis görüntüsünü veremiyor.

Bu kürsü, çok kutsal bir kürsüdür. Bu kürsüde oturan kişinin, dürüst, tarafsız, Parlamentonun geçmişindeki uygulamalara saygı göstererek Meclisi yönetmesi, bu Meclisi ve kendisini yüceltir; ama, kin ve nefret dolu, taraflılıkla hareket edilirse, o kendisiyle ilgili bir şey. Ben, tabiî, burada kişisel konuşmalar yaptığım zaman, yine, Mavi Akımdaki, enerji ihalelerindeki suiistimalleri dile getirdiğim için, burada, ANAP'lı arkadaşlar bundan rahatsız oldular, bizim söz hakkımızı kesmek için, çıktılar, burada muvazaalı konuşma yaptılar.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Senin söz hakkın var da, başkasının yok mu?! Orada kanunî hakkını kullanıyor milletvekili; başkasının hakkını almıyor!

KAMER GENÇ (Devamla) – Alıyorsun, alıyorsun...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sen konuşunca kendi hakkın... Olmaz öyle şey! Kendine gel!..

BAŞKAN – Sayın Çakan, hatibe müdahale etmeyin efendim.

Buyurun Sayın Genç, siz devam edin efendim.

KAMER GENÇ (Devamla) – O zaman, Grup Başkanvekili olarak niye çıkıp konuşmuyorsun?! Niye Grup Başkanvekili olarak konuşmuyorsun?!

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Herkes kendi hakkını kullanıyor...

KAMER GENÇ (Devamla) – Sizin muvazaalı hareket ettiğinizi herkes biliyor.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Zamanında müracaat etseydin o zaman!

BAŞKAN – Sayın Çakan, müdahale etmeyin, hatip istediği gibi konuşsun. Onu, anlayan, anladığı gibi anlıyor zaten.

KAMER GENÇ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bu Parlamentonun saygınlığının korunabilmesi için, bu Parlamentonun, Anayasaya ve İçtüzüğe göre yönetilmesi lazım.

Bakın, Parlamento, Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle, 4.5.2000 tarihinde ara vermiştir. İçtüzüğümüzün...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, maddeyle ilgili konuşacak...

KAMER GENÇ (Devamla) – Bir dakika efendim...

İçtüzüğümüzün 6 ncı ve 25 inci maddelerine göre, Parlamento tatilde veya ara verme halinde ise hangi komisyonların çalışacağına, Meclis Başkanının teklifiyle Genel Kurul karar verebilir.

MİHRALİ AKSU (Erzincan) – Konuya gel, konuya...

KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın, 4.5.2000 tarihinde, Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle, Danışma Kurulunun aldığı bir karar üzerine, bu Parlamento ara vermiştir; ama, maalesef, komisyonda ben ve Sayın Hatiboğlu dile getirdik, muhalefet şerhimiz var, bu nazara alınmadı. Bir gün sonradan bu müzakere edilecekti.

Bakın, değerli milletvekilleri, eğer İçtüzüğü böyle rafa kaldırırsak, o zaman, gelecekte çok kötü şeyler olabilir. Yarın, herhangi bir komisyon, tatilde, tutar, kendi yandaşlarını toplar, bir karar verir, o karar... O zaman bunların önüne geçemezsiniz. Parlamentoda açıklık mecburiyeti var. Ne diyor İçtüzük: Ara verme halinde hangi komisyonun çalışacağı Meclis Başkanının teklifi ve Genel Kurulun kararıyla belirlenir diyor. Burada ne Meclis Başkanının teklifi var ne Genel Kurul kararı var; ama, Adalet Komisyonumuz, biz kendilerini ikaz etmemize rağmen, orada Komisyon karar verdi. Halbuki, bir gün sonra da Meclis çalışıyordu, yani, ara verme süresi bitiyordu. Ben söyleyeyim de, siz isterseniz alaya alın, isterseniz "İçtüzük yok" deyin. Tabiî, eğer, bu Meclisteki komisyonlar ve başkanlar Anayasayı, İçtüzüğü rafa kaldırır, keyfî davranırlarsa ve sizler de bunu uygularsanız sizi tebrik ederim! Bizim görevimiz, burada doğruları söylemek. Tabiî, bizim burada doğruları söylememizi engelleyen de çok büyük çabalar var.

İkincisi, değerli milletvekilleri, biz, aslında, bu tasarıya karşı değiliz; Grup olarak da tasarıyı destekliyoruz; yani, diyoruz ki, eğer, bir kanun çıkacaksa usulüne göre çıkması lazım. Ayrıca, hâkimlik, tabiî, bir toplumun en yüce mesleğidir. Hâkimlik mesleğinde çalışan insanların evvela olgun olması lazım, bilgi itibariyle dolgun olması lazım ve bunun tarafsız olarak hareket edebilmesi için, elbette ki, ekonomik yönden tatmin edilmesi lazım, icranın emrinde olmaması lazım; yani, Türkiye'de yeni bir şey icat etmiyoruz; ama, tabiî, Anayasanın da bir eşitlik ilkesi var. 10 uncu maddeye koymuşsunuz; işte, yasama, yürütme, yargı eylem ve işlemlerinde eşitlik ilkesine aykırı... Türkiye'de adlî yargı var, idarî yargı var, askerî yargı var; bunların aylık ve ödeneklerinin aynı statü içinde olması Anayasanın emri gereğidir.

Burada, bu maddede bir şey var. Biliyorsunuz, Adalet Komisyonunun aşağı yukarı yüzde 90'ı avukatlardan meydana gelmiş; fakat, arkadaşlarımız, her nedense, 100 maddelik bir Avukatlık Kanunu getirdiler; tuvalete giderken bile vatandaşa avukat tutma zorunluluğu getirdiler. Çok ısrarla karşı koyduk orada. Neyse, o daha gelecek buraya, gelecek de vatandaşı düşünen kimse yok ki. Herkes kendi meslek şovenizmiyle hareket edip de kendi durumunu düzeltmeye çalışıyor. Nedir bakın; şimdi, mevcut, yürürlükteki Avukatlık Kanununa göre, avukatlıkta geçen sürenin üçte ikisi -öyle zannediyorum- hâkimlikte sayıldığı halde, burada dörtte üçüne çevirdiler. Daha o kanun gelecek de görüşülecek, ondan sonra... Bu da mevzuattaki usule aykırı.

Değerli arkadaşlarım, bakın, bu memlekette yalnız hukuk fakültesinden yüksek tahsilli öğrenci çıkmıyor; iktisatçısı var, veterineri var, eczacısı var, doktoru var. Onun için, burada, Parlamentoda yalnız bir meslek grubu çoğunlukta oldu diye o meslek grubunu en mümtaz, imtiyazlı hale getirip de, ötekilere banane dediğimiz zaman, efendim, o meslek grupları da gelsin, kendi kanunlarını getirsin, düzeltsinler. Böyle bir düşünce ve zihniyet olur mu?! Ama, biz bunları... Biz, diyoruz ki, Türkiye Cumhuriyetindeki herkesin, eğer, belli statüdeki birisine vereceğimiz hak neyse, herkese de onu vermemiz lazım. Ama "biz güçlüyüz, güç bizim elimizde, biz istediğimizi yaparız" derseniz, işte, Türkiye'de o zaman adalet duygusunu zedelersiniz.

Sonra, bu kürsü, milletin kürsüsüdür; bu kürsüde doğruların ve memlekette yapılan suiistimallerin söylenmesi lazım. Eğer, insanlar, burada gocunuyorsa, o suiistimalleri yapmasınlar; suiistimalleri yapıyorlarsa, gelip bu kürsüde bunun hesabını verecekler.

Biraz önce, İçişleri Bakanlığıyla ilgili bir soru sorduk, cevap vermediler. Sayın Başkana soru soracağım dedim, vermediler. Şimdi, biliyorsunuz, o Umut Operasyonunda vatandaşları getirdiler, bazılarının gözlerini kapattılar, bazılarını açtılar. Şimdi, hakikaten, Uğur Mumcu cinayetinin ve diğer faili meçhul cinayetlerin o yakalanan kişiler mi failleridir, yoksa, sonra yakalananlar mı, yoksa, hiçbirisi değil mi? Eğer, değilse, bu millet, niye bu kadar eğlence konusu edildi? Bunu, yerimizden soracaktık; Sayın Bakan, tabiî, kendi partisine ve kendisine dokunan şeylerde bu Meclisteki gücünü kullanarak burada milletvekilini susturmaya çalışıyor. Bu da, tabiî, artık, normal olarak bu yasama faaliyeti değil, bir kaba güce dönüşüyor. Ee, biz de kaba güçte yokuz.

O bakımdan, değerli milletvekillerinin zamanını gecenin bu saatinde fazla da almak istemiyorum; ama, eğer, Parlamento; yani, iktidar grubunun dikkatini çekerse, burada, mevcut yürürlükteki kanuna göre avukatlıkta geçen sürenin üçte 2'si hâkimlikten sayılıyor; burada, komisyonda, askerî hâkimliklerde dörtte 3'e çevirdiler. Bence, bir kanunda dörtte 3, bir kanunda üçte 2 olursa, bu eşitsizlik olur. Bunu, takdirlerinize arz ediyorum.

Tabiî, bizim, burada söylediğimiz birçok söze, bakıyorum, doğru ve eğriliğine bakılmadan arkadaşlarımız hep gülüyorlar; ama, vatandaş da size gülüyor. O bana gülenlere, vatandaş gülüyor. Keşke, o vatandaşların, bana, çarşıda gördükleri zaman söylediği sözleri duysanız, yarın öbür gün seçim zamanında duyarsınız, o zaman böyle bir davranış içinde değilsiniz.

Ben, bu kürsüyü çok kutsal kabul ediyorum. Halkıma ve yönetime karşı bir minnet borcunu hissediyorum; bu saatte buraya geliyorum; ama, maalesef, tek Bakanınız burada. O da şimdi -tabiî, Allah sağlık versin- hastalansa ne olacak?! Bu bakanlarınız şimdi eğlence yerlerinde mi? Yahu, şimdi, tamam, eğlence yerine gitsinler; ama, bu Meclise de gelsinler arkadaşlarım, gelsinler de, burada, bizim söylediklerimizi duysunlar. Bakın, bu saatte, sizler milletvekilisiniz, buradasınız, bir Bakan burada; olur mu?! Hükümet nerede?! Hükümet, Parlamentoya saygı duyup bu salona gelmeli; burada konuşulanları duymalı. O zaman, Bakanlar, bu Parlamentoyu kale almaz, buraya gelmezlerse, bu Parlamentoda konuşulanları kim gidip Bakanlara söyler? Onlar, şimdi, bu saatlerde keyiflerine bakıyorlar... Keyiflerine mi bakıyorlar?

M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Doğru Yol nerede, Doğru Yol?..

KAMER GENÇ (Devamla) – Dolayısıyla, ben, bunu hükümetin geleceği için söylüyorum; halkın dertlerini burada duymaları için söylüyorum; ama, tabiî, size alay geliyor, alaylı bir ifade gibi geliyor. O, sizin bileceğiniz iş.

Ben, tekrar, kanunun hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Saygılar sunarım efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Efendim, Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan Sayın Genç'e çok teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde başka söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- 357 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 8.- Bu Kanunun yürürlüğe girmesiyle, daha önceki tarihler itibariyle birinci sınıfa ayrılma işlemleri, birinci sınıfa ayrılmayı hak ettikleri tarihe göre düzeltilir. Bu düzeltme geçmişe doğru malî hak doğurmaz."

BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.– Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4.– Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, Sayın Hatiboğlu?.. Yok.

Başka söz talebi?.. Yok.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum efendim. (Alkışlar)

Değerli milletvekilleri, alınan karar gereğince, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp hakkında verilen gensoru önergesi ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 21 Haziran 2000 Çarşamba günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati : 00.33

 

 

 


VIII. — SORULAR VE CEVAPLARI

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. — İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak’ın, eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren hakkında iddianame hazırlayan Adana Cumhuriyet Savcısına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/1810)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın delaletiniz ile Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini arz ederim.

                                 A. Nazlı Ilıcak

                                           İstanbul

Sorular :

1. Kenan Evren’in yargılanmasını talep eden, Adana Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu hakkında neden tahkikat başlatılmıştır?

2. Sayın Kayasu’nun hazırladığı iddianame, neden işleme konulmamıştır?

3. Sayın Kayasu’nun hazırladığı bu iddianame hakkında başsavcı tarafından takipsizlik kararı verilmiştir. Bu hukuken mümkün müdür? Yoksa kararı mahkeme mi vermelidir?

 

                 T.C.

AdaletBakanlığı               16.6.2000

     Bakan : 778

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı ifadeli, 28.4.2000 tarihli ve A.01.0.GNS.-0.10.00.02-7/1810-5113/12168 sayılı yazınız.

b) 12.5.2000 tarihli ve 645 sayılı yazımız.

İstanbul Milletvekili A. Nazlı Ilıcak tarafından Bakanlığımıza yöneltilen ve sözlü olarak cevaplandırılmasının istenilmesine rağmen, ilgi (a) yazınızla Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 99 uncu maddesi gereğince 15 gün içinde yazılı olarak cevaplandırılması istenilen 7/1810-5113 Esas No.lu soru önergesine verilen cevap örneği iki nüsha halinde ilişikte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

                        Prof. Dr. Hikmet Sami Türk

                                 Adalet Bakanı

Sayın

Ayşe Nazlı Ilıcak

İstanbul Milletvekili

TBMM

Bakanlığımıza yönelttiğiniz 7/1810-5113 Esas No.lu soru önergesinin cevabı aşağıda sunulmuştur :

Soru önergesinde adı geçen Cumhuriyet Savcısı hakkında; bir suça muttali olan Cumhuriyet savcılarının yetkisini ve yapması gereken işleri düzenleyen Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ilgili maddelerine uymaksızın ve Anayasının geçici 15 inci maddesinin amir hükmüne aykırı olarak soru önergesinde sözü  edilen kişiyle ilgili iddianame düzenlediği, bu iddianamede bazı kişi ve kurumları hedef alan, yargılama istemi gayesini aşan uygunsuz ifadelere yer verildiği ve Bakanlığımızın Cumhuriyet başsavcıları tarafından basın ve yayın organlarına beyanat verilmesi konusuna ilişkin 25.11.1998 tarihli ve 29/131 sayılı genelgesinde açıklanan esaslara aykırı bir şekilde iddianamenin bir suretini basın ve yaygın organlarına ulaştırdığı, böylece mesleğin gerektirdiği saygınlık ve sorumluluk duygusu ile bağdaşmayacak şekilde kamuoyunda gündem oluşturduğundan dolayı, 2802 sayılıHâkimler ve Savcılar Kanununun 82 nci maddesi uyarınca yapılan soruşturma sonucunda 16.5.2000 tarihli “Olur”la aynı Kanunun 89 uncu maddesi uyarınca kovuşturma yapılmasına ve ayrıca evrakın disiplin yönünden bu Kanunun 87 nci maddesi uyarınca Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna tevdiine karar verilmiştir.

2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 5 inci maddesi uyarınca Cumhuriyet başsavcılarının Cumhuriyet savcıları üzerinde gözetim ve denetim hakkı bulunduğu ve buna istinaden Cumhuriyet savcıları tarafından hazırlanan her türlü iddianame ve takipsizlik kararını inceleyerek hatalı veya eksik görülen hususları düzelttirip ikmal ettirmek, yeniden tanzim edilmek üzere iade etmek ya da işin özelliği ve önemine göre evrakı o Cumhuriyet savcısından alıp başka bir cumhuriyet savcısına vermek hakkını haiz olduğundan bahisle, söz konusu iddianame, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun;

- 132 nci maddesinin, sanığın ifadesinin alınması için celpname ile davet olunacağı,

- 133 üncü maddesinin, sanığın gelmemesi halinde zorla getirtileceği,

- 153 üncü maddesinin, bir suça muttali olan Cumhuriyet savcısının sanığın aleyhine ve lehine olan her türlü delili toplayacağı,

- 154 üncü maddesinin, Cumhuriyet savcısının söz konusu delilleri toplarken gerek doğrudan doğruya gerekse zabıta makam ve memurları vasıtasıyla her türlü tahkikatı yapacağı,

- 163 üncü maddesinin, yapılan hazırlık tahkikatı sonunda toplam deliller kamu davasının açılmasına yeterli ise Cumhuriyet savcısının iddianame ile kamu davası açacağı konularını öngördüğü, geçerli bir iddianamenin kişiye isnat olunan suça ilişkin toplanan delillerin özeti ve gerekçesi hükmünde olması gerektiği belirtilerek, Adana Cumhuriyet Başsavcısı tarafından işleme konulmamış ve ihbar dilekçesi mahiyetinde kabul edilerek 2000/11949 hazırlık sayısına kaydedilmiştir.

Bu hazırlık evrakına ilişkin yapılan inceleme sonucunda da, Anayasanın geçici 15 inci maddesinin birinci fıkrasında, “12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk Milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla kurulu Millî Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2845 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî ve hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.” hükmünün öngörülmesi ve soru önergesinde adı geçen kişi hakkında, maddede belirtilen Millî Güvenlik Konseyi üyelerinden olması sebebiyle, Anayasanın geçici 15 inci maddesi uyarınca kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin 1.4.2000 tarih ve 2000/3605 sayılı takipsizlik kararı verilmiştir.

Bilgilerinize arz ederim.

                        Prof. Dr. Hikmet Sami Türk

                                 Adalet Bakanı

 

2. — İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in, GAPBölgesindeki arazi satışlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Şuayip Üşenmez’in cevabı (7/1814)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Delaletinizle aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Mustafa Yılmaz tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

                           Mehmet Ali Şahin

                                           İstanbul

Bilindiği üzere GAP, Türkiye’nin ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizin kalkınmasına büyük katkılar sağlayacak bir projedir. Bu projenin bitirilmesine yakın son 15 yılda, bölge arazisinde büyük rantlar oluşmuştur. Özellikle İstanbul başta olmak üzere bir büyük şehirde yaşayan vatandaşlarımızdan arazi satın alanlar oldu.

Son günlerde bazı medya organlarında bölgenin tarihi özelliklerinden dolayı birtakım yabancı devletlerin gerekTürk vatandaşı olan yakınları aracılığı ile gerekse başka bir takım yöntemlerle bol miktarda arazi aldıkları ifade edilmektedir. Bu bilgiler ışığında aşağıdaki sorularımın cevaplandırılmasını arz ederim.

1. Son 15 yıl içerisinde GAP bölgesinde ne kadar arazi el değiştirmiştir?

2. Bölgede, bölge dışından olup arazi satın alanlar kimlerdir?

3. Bunlar arasında yabancı uyruklu veya çifte vatandaşlığa sahip olanlar  da var mıdır? Eğer varsa kimlerdir?

                 T.C.

DevletBakanlığı               16.6.2000

Sayı : B.02.0.014/2.00-0715

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) 5.6.2000 tarih ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1814-5123/12223 sayılı yazınız.

İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in GAP Bölgesindeki arazi satışlarına ilişkin, tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması istenilen 7/1814-5123 Esas No.lu soru önergesinin;

- 15 yıl içerisinde GAPBölgesinde taşınmaz mal edinen yabancı uyruklara ait bilgiler ilişiktedir.

Ayrıca, Bakanlığıma bağlı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bilgisayar sisteminde istatistikî bilgiler işlem sayısı bazında tutulmakta olup, gayrimenkullerin cinsi, parsel veya yüzölçümü ile devreden veya devralan kişi veya kuruluşlara yönelik istatistikî bilgi bulunmamaktadır.

Bilgilerinize arz ederim.

                        Prof. Dr. Şuayip Üşenmez

                                  DevletBakanı

 


SAYFA 389’DAN 402’YE KADAR FİLME ALINACAK.
3. — Adana Milletvekili Ali Halaman’ın, Adana İli ve ilçelerinde yürütülen proje ve hizmetlere ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/2060)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğini arz ve talep ederim.

Saygılarımla.

                                    Ali Halaman

                                              Adana

1. Bakanlığınıza bağlı ve ilgili kuruluşlar tarafından Adana İli ve ilçelerinde yürütülen proje ve yatırımlarınız nelerdir?

2. Görev alanınızla ilgili olmak kaydıyla, Adana İlinin sorunları konusunda yürütülen çalışmalar var mıdır? Varsa nelerdir?

3. Adana İlinde yapılacak kamu hizmetleriyle ilgili olarak, 2000 malî yılı bütçesinden ayrılan ödenek ne kadardır?

4. Adana İlinde personel açığınız var mıdır? Bu konudaki personel politikanız nasıldır?

5. Görev alanınızla ilgili olarak, Adana İline götürdüğünüz kamu hizmetlerini, bölgesel dengeler açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

                 T.C.

AdaletBakanlığı               16.6.2000

     Bakan : 780

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı ifadeli, 22.5.2000 tarihli ve A.01.0.GNS.0.-10.00.02-7/2060-5568/13307 sayılı yazınız.

İlgi yazı ekinde alınan, Adana Milletvekili Ali Halaman tarafından Bakanlığımıza yöneltilen ve yazılı olarak cevaplandırılması istenilen 7/2060-5568 Esas No.lu soru önergesine verilen cevap örneği iki nüsha halinde ilişikte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

                        Prof. Dr. HikmetSami Türk

                                 Adalet Bakanı

Sayın

Ali Halaman

Adana Milletvekili

TBMM

Bakanlığımıza yönelttiğiniz ve yazılı olarak cevaplandırılmasını istediğiniz 7/2060-5568 Esas No.lu soru önergesinin cevabı aşağıda sunulmuştur :

Adana İlinde yeni bir adliye binası yapılması için DevletPlanlama Teşkilâtı Müsteşarlığının onayı alınmış ve inşaat işi “etüt-proje-inşaat” karakteristiği ile Bakanlığımız yatırım programına dahil edilmiştir. Devam eden inşaatı bugüne kadar genel bütçeden 1 337 800 000 000 TL. yatırım yapılmış olup, 2000 yılı için 1 200 000 000 000 TL. ödenek ayrılmıştır. Söz konusu inşaatın 2001 yılının ilk altı ayı içerisinde tamamlanması planlanmaktadır.

Kozan İlçesinde de yeni adliye binasının yapımı, 313 760 000 000 TL proje bedeliyle Yatırım Programında bulunmaktadır. Genel Bütçeden Bakanlığımıza ayrılan ödeneğin yeterli olması halinde, projenin 2001 yılında ihale edilmesi için gereken başlangıç ödeneği ayrılabilecektir.

Adliye binaları yapımı amacıyla genel bütçeden Bakanlığımıza 10 000 000 000 000 TL  ödenek ayrılmıştır. Proje bedeli 53 382 000 000 000 TL olan 31 adet adliye binası arasında 2000 yılı için Adana İline ayrılan ödenek miktarı % 12’lik bir pay içermektedir.

1998 yılında yatırım programına alınan Adana F tipi cezaevi inşaatının ödeneği Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumunun bütçesinden karşılanmakta olup, 2 349 749 847 654 TL. ihale bedeli ile yaptırılan cezaevinin inşaatı halen devam etmektedir.

Öte yandan, Bakanlığımıza 2000 Malî Yılı Genel Bütçesinden Adana E Tipi Cezaevinin genel onarımı için 40 000 000 000 TL, Adana Ceyhan Cezaevinin genel onarımı için 20 000 000 000 TL, Adana Kozan Cezaevinin genel onarımı için 20 000 000 000 TL ile Adana Adlî Tıp Kurumu Grup Başkanlığı Hizmet Binasının onarımı için 10 000 000 000 TL ve Adana Adlî Tıp Kurumu Lojman onarımı için 5 000 000 000 TL ödenek ayrılmış olup, söz konusu onarım işlerinin 2000 yılı içinde tamamlanması planlanmaktadır.

Soru önergesinin (4) numaralı bölümüyle ilgili olarak; 1999 yılı Ekim ayında çıkarılan hâkim ve Cumhuriyet savcısı atama kararnamesinden bugüne kadar Adana Adliyesinin, üç Cumhuriyet savcısı ile dört hâkim kadrosuna emeklilik, istifa, başka yerde görevlendirme ve soruşturma gibi nedenlerle boşalmıştır. Yargı hizmetinin gecikmeden yürütülmesi amacıyla, çevre ilçelerden üç hâkim Adana Adliyesinde yetkili olarak görevlendirilmiştir. Çıkarılacak olan ilk atama kararnamesi ile boş bulunan bu kadrolara atama yapılacaktır.

Hâkim ve Cumhuriyet savcıları dışında kalan personel yönünden, çeşitli unvanlarda 36 kadro açık bulunmaktadır. Bunlardan 18’ine atama yapılması için Başbakanlıktan izin alınmış, ancak, çeşitli nedenlerle henüz atama yapılamamıştır.

Adana E Tipi Cezaevinin ise, sağlık memuru kadrosu dışında herhangi bir personel açığı bulunmamaktadır.

Bilgilerinize arz ederim.

                        Prof. Dr. Hikmet Sami Türk

                                  AdaletBakanı

 

4. — İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, 4 üncü GSM ihalesinden sonra Demirbank hisse senedi sahiplerinin borsada zarar ettikleri iddialarına ilişkin sorusu ve DevletBakanı Recep Önal’ın cevabı (7/2065)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Recep Önal tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

                               Bülent Akarcalı

                                           İstanbul

Ulaştırma Bakanlığı 4 üncü GSM mobil telefon ihalesine katılacağını beyan edip yeniden ihale açılmasını isteyip sonra da, peşinen herkesin bildiği fiyatın yüksek olduğu gerekçesiyle ihalesinden çekilen konsorsiyum üyelerinden Demirbank’ın borsadaki hisse senetleri kısa süre de aşırı ölçüde değerlenmiş sonra da hızla değer kaybetmiştir. Bunun sonucu olarak ufak yatırımcı zarara girmiştir.

1. Bu konuda Bakanlığınız ne gibi bir soruşturma başlatmıştır?

2. Bu soruşturmayı hangi kurumlar yürütecektir?

3. Bu tip manipülasyonları önlemek için ne gibi tedbirler almayı düşünüyorsunuz?

                 T.C.

              Devlet Bakanlığı 15.6.2000

Sayı : B.02.0.004/(16)2315

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) 22.5.2000 tarihli ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2065-5577/13323 sayılı yazınız.

b) 13.6.2000 tarihli ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2065-5577/13323 sayılı yazınız.

c) 15.6.2000 tarihli ve KÖB/278-007606 sayılı yazı.

4 üncü GSM ihalesinden sonra Demirbank hisse senedi sahiplerinin borsada zarar ettikleri iddialarına ilişkin olarak İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı tarafından Bakanlığıma yöneltilen 7/2065-5577 sayılı  yazılı soru önergesi konusundaki ilgi (a) ve (b) yazılarınız üzerine Bakanlığım ilgili kuruluşu Sermaye Piyasası Kurulu Başkanlığından alınan  ilgi (c) yazının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Bilgilerine arz ederim.

                                     Recep Önal

                                  DevletBakanı

     Başbakanlık

           Sermaye Piyasası Kurulu                15.6.2000

Sayı : KÖB/278.007606

Konu : Soru önergesi

T.C. Devlet Bakanlığına

(Sayın Recep Önal)

İlgi : Makamlarının 23.5.2000 tarih ve B.02.0.004/(16)-1993 sayılı talimatları

İlgi talimat ekindeki, İstanbul Milletvekili Sn. Bülent Akarcalı tarafından Ulaştırma Bakanlığının 4 üncü GSM İhalesi sürecinde Demirbank T.A.Ş. hisse senetlerinin fiyatındaki düşüşle ilgili olarak verilen soru önergesine ilişkin cevaplarımız aşağıda sunulmaktadır.

Soru 1 : “Ulaştırma Bakanlığı tarafından 4 üncü GSM mobil telefon ihalesine katılacağını beyan edip yeniden ihale açılmasını isteyip sonra da, peşinen herkesin bildiği fiyatın yüksek olduğu gerekçesiyle ihaleden çekilen konsorsiyum üyelerinden Demirbank’ın Borsadaki hisse senetleri kısa sürede aşırı ölçüde değerlenmiş sonra da hızla değer kaybetmiştir.

Bu konuda Bakanlığınız ne gibi bir soruşturma başlatmıştır?

Cevap 1: Kurulumuzca, konu ile ilgili olarak yapılan işlemlerde Sermaye Piyasası Kanunu ve ilgili mevzuat hükümlerine aykırılık bulunup bulunmadığının belirlenmesi ve iddiaların açıklığa kavuşturulması amacıyla, iddiaların yoğunlaştığı ve Demirbank T.A.Ş.’nin İstanbul Menkul KıymetlerBorsasında işlem gören hisse senetlerinde dikkat çekici fiyat ve miktar hareketlerinin görüldüğü tarihten itibaren inceleme ve denetimlere başlanmıştır.

Soru 2 : Bu soruşturmayı hangi kurumlar yürütecektir?

Cevap 2 : 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu uyarınca Kurulumuz tarafından inceleme ve denetimler yürütülmekte olup, konu ile ilgili olarak yeteri kadar Kurulumuz Uzmanı görevlendirilmiştir.

Soru 3 : “Bu tip manipülasyonları önlemek için ne gibi tedbirler almayı düşünüyorsunuz?”

Cevap 3 : ‘Manipülasyon’ olarak tabir edilen, yapay olarak, sermaye piyasası araçlarının, arz ve talebini etkilemek, aktif bir piyasanın varlığı izlenimini uyandırmak, fiyatlarını aynı seviyede tutmak, artırmak veya azaltmak amacıyla alım ve satımının yapılması ve sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyebilecek yalan, yanlış, yanıltıcı, mesnetsiz bilgi verilmesi, haber yayılması, yorum yapılması ve açıklamada yükümlü bulunulan bilgilerin açıklanmaması fiilleri 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununda 29.4.1992 tarih ve 3794 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle ilk kez suç olarak tanımlanarak Sermaye Piyasası Mevzuatımıza girmiştir. Manipülasyonun suç olarak tanımlanmasıyla birlikte Kurulumuzca gerekli tedbirler alınarak gözetim ve denetim sistemi geliştirilmiş; gerek basın ve yayın organlarından edinilen haber ve bilgiler, gerekse İstanbul MenkulKıymetler Borsası bünyesinde oluşturulmuş bulunan gözetim ve denetim sisteminden elde edilen sonuçlar değerlendirilerek birçok olay yargıya intikal ettirilmiştir.

Sermaye piyasalarında manipülatif işlemlerin önlenmesine yönelik çalışmalar Kurulumuzca sürdürülmektedir. Bu tür işlemlere karıştıkları tespit edilenler Kurulumuzca adlî mercilere intikal ettirilerek ve bu kişilere hakkında idarî bilgiler uygulanarak Sermaye Piyasası Kanunu hükümleri çerçevesinde gerekli işlemler yapılmaktadır.

Bilgilerine arz ederim.

                        Prof. Dr. Muhsin Mengütürk

                                 Kurul Başkanı

 

5. — Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, İstanbul’da yapımı planlanan göz hastanesi için ayrılan ödeneğe ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un cevabı (7/2071)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Osman Durmuş tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

                                        12.5.2000

                                        Zeki Ünal

                                          Karaman

Edindiğim bilgiye göre Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, Bakırköy Devlet Hastanesi ile İstanbul Lepra Hastanesi tesislerinin bulunduğu 55 inci pafta 251 inci ada 17 parsel sayılı 789738 m2 yüzölçümlü sağlık tesisleri genişleme alanında kalan Lepra Hastanesi ile E-5 Karayolu arasında bulunan boş alana yüz yataklı bir göz hastanesi yapılacaktır.

Sorularım şunlardır :

1. Göz hastanesi, yatırım programına hangi tarihte alınmıştır?

2. Hastanenin malî portesi nedir?

3. İnşaata ne zaman başlanacaktır ve ne kadar zamanda bitirilecektir?

4. 2000 yılı için ne kadar ödenek ayrılmıştır?

                 T.C.

               Sağlık Bakanlığı

       Araştırma, Planlama ve Koordinasyon

             Kurulu Başkanlığı                13.6.2000

Sayı : B100APK0000000/1457

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 22.5.2000 tarih ve A.010.GNS.010.00.02-7/2071-5587 sayılı yazıları.

Karaman Milletvekili Sayın Zeki Ünal tarafından İstanbul Göz Hastalıkları Hastanesi inşaatı ile alâkalı olarak verilen yazılı soru önergesinin cevabı ilişikte sunulmaktadır.

Arz ederim.

                        Doç. Dr. Osman Durmuş

                                   Sağlık Bakanı

KaramanMilletvekili Sayın Zeki Ünal tarafından verilen, İstanbul Göz Hastanesi ile ilgili yazılı soru önergesinin cevabıdır.

Sorular :

1. Göz Hastanesi, yatırım programına hangi tarihte alınmıştır?

2. Hastanenin malî portresi nedir?

3. İnşaata ne zaman başlanacaktır ve ne zaman bitirilecektir?

4. 2000 yılı için ne kadar ödenek ayrılmıştır?

Cevaplar :

1. Göz Hastalıkları Hastanesi 1996 yılında 961000340 proje numarası ile yatırım programına alınmıştır.

2. Hastanenin 2000 yılı ödeneği 5 Milyar TL olup, 3418 Sayılı Yasa gelirlerinden karşılanacaktır.

3. Söz konusu yatırımın arsa bilgileri tamamlanamadığından ihale işlemlerine başlanamamıştır. Arsa hukukî bilgileri 6 Nisan 2000 tarih ve 659 sayılı yazımızla ilden istenmiş olup işlemler tamamlandığında ihale edilecektir.

4. 3418 Sayılı Yasa gelirlerinden 5 Milyar TL adı geçen hastaneye 2000 yılı ödeneği olarak ayrılmıştır.

 

6. — Erzurum Milletvekili Mücahit Himoğlu’nun, Ege adaları konusunda bir dergide yer alan habere ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in cevabı (7/2074)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Dışişleri Bakanı Sayın İsmail Cem tarafından Anayasa ve İçtüzük’ün ilgili maddeleri gereğince yazılı olarak cevaplandırılmasını istiyorum.

Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.

                            Mücahit Himoğlu

                                          Erzurum

Haftalık Yeni Düşünce dergisinin 12-18 Nisan tarihli 2000/20 sayısında, Yunan Ethnos gazetesinde yayınlanan bir habere atfen, Yunanistan’ın Ege Denizinde Türkiye ile ihtilaflı olan bazı ada ve adacıkları satışa çıkardığı ileri sürülmüştür. Söz konusu haberde, ada ve adacıkların ABüyesi ülke veya vatandaşlarına satılarak, Ege sorununun muhatabının AB olmasının hedeflendiği de dile getirilmektedir.

Bu çerçevede :

1. Bakanlığınızın bütün bu gelişmelerden haberi olmuş mudur?

2. Bakanlığın haberi var ise, ne gibi girişimlerde bulunuldu?

3. Eğer bulunuldu ise, bundan sonra ne gibi girişimlerde bulunmayı düşünüyorsunuz?

4. Son dönemde sıkça vurguladığınız “Türk-Yunan dostluğu” Türkiye’nin bölgesel çıkarlarını yakından ilgilendiren bu tür sorunların üstünü örtebilir mi?

                 T.C.

           Dışişleri Bakanlığı

SiyasetPlanlama Genel Müdürlüğü                15.6.2000

Sayı : SPGM/354.330

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 22 Mayıs 2000 tarihli ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2074-5590/13393 sayılı yazıları.

Erzurum Milletvekili SayınMücahit Himoğlu’nun ilgide kayıtlı yazılarına konu soru önergelerinin yanıtları ilişikte sunulmuştur.

Saygılarımla arz ederim.

                                      İsmail Cem

                               Dışişleri Bakanı

 

Erzurum Milletvekili Sayın Mücahit Himoğlu’nun
Sayın Bakanımıza Yazılı Soruları ve Yanıtları

Soru : Haftalık Yeni Düşünce dergisinin 12-18 Nisan 2000 tarihli 2000/20 sayısında, Yunan “Ethnos” gazetesinde yayınlanan bir habere atfen, Yunanistan’ın Ege Denizinde Türkiye ile ihtilaflı olan bazı ada ve adacıkları satışa çıkardığı ileri sürülmüştür. Söz konusu haberde, ada ve adacıkların ABüyesi ülke veya vatandaşlarına satılarak, Ege sorununun muhatabının AB olmasının hedeflendiği de dile getirilmektedir.

Bu çerçevede :

1. Bakanlığınızın bütün bu gelişmelerden haberi olmuş mudur?

2. Bakanlığınızın haberi var ise, ne gibi girişimlerde bulunuldu?

3. Eğer bulunuldu ise, bundan sonra ne gibi girişimlerde bulunmayı düşünüyorsunuz?

4. Son dönemde, sıkça vurguladığınız “Türk-Yunan Dostluğu” Türkiye’nin bölgesel çıkarlarını yakından ilgilendiren bu tür sorunların üstünü örtebilir mi?

Cevap : Türkiye, Ege Denizinde egemenliği uluslararası andlaşmalarla Yunanistan’a verilmemiş ada, adacık ve kayalıkların statüsünün, bu ülke tarafından fiili durumlar yaratılarak ve tek taraflı eylemlerle değiştirilmesini kabul etmeyeceğini ve söz konusu eylemlerin bu coğrafî formasyonların egemenliği konusunda uluslararası hukuk açısından hiçbir sonuç doğurmayacağını müteaddit vesilelerle açıklamıştır ve açıklamaya da devam etmektedir.

Bu konu hassasiyetle takip edilmekte ve Yunanistan’ın hukuka aykırı faaliyetleri girişim konusu yapılmaktadır. Bu kapsamda, Yunan basınında çıkan çeşitli haberler üzerine, 10 Mayıs 2000 tarihinde yapılan bu girişimle, Ege’deki coğrafî formasyonlar konusuyla ilgili olarak tarafımızdan birçok kez açıklanan görüşlerimizin Yunanistan’ın dikkatine yeniden getirilmesi gerekmiştir. Bu girişim, Bakanlığımız sözcüsünün 17 Mayıs 2000 tarihinde gerçekleştirdiği olağan basın toplantısında kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.

Türkiye ve Yunanistan arasında tesis edilen mevcut yumuşama ortamının temel amaçlarından birisi, ikili ilişkilerdeki işbirliği alanları canlandırılarak bir ivme yaratılması ve bu ivmeyle sorunlu konuların çözümünün sağlanmasıdır.

Yunanistan ile başlatılmış olan ortak çalışmada henüz sorunlu Ege konularına girilmemiştir. Bu konularda temel tutumlar muhafaza edilmektedir. Ülkemiz Ege’ye ilişkin bütün sorunların karşılıklı görüşmeler ve müzakerelerde ele alınması gerektiği görüşündedir.

 

7. —Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı’nın, kamu kurumlarındaki ücret dengesizliklerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in cevabı(7/2098)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

TBMM İçtüzüğünün 96 ncı maddesi uyarınca aşağıdaki sorularımın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                          Fahrettin Kukaracı

                                          Erzurum

Kamudaki ücret adaletsizliğine ilişkin şikayetler her geçen gün yoğunlaşarak artmaktadır. Şöyle ki; yaptıkları işin niteliği aynı olmasına rağmen, Merkez Bankasında görevli bir mühendis 1 300 000 000 TL aylık alırken, Hazine Müsteşarlığında 645 000 000 TL, TSE’de 600 000 000 TL, TRT’de 560 000 000 TL, DSİ’de ise sadece 260 000 000 TL ücret almaktadır.

DSİ’de görevli mühendis 260 000 000 TL’ye talim ederken, aynı kurumdaki kadrolu bir işçinin 484 930  000 TL aylık ücret alması, kamudaki ücret adaletsizliğinin ulaştığı boyutu tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermektedir.

Sorular :

1. Kamudaki bu ücret adaletsizliği neden kaynaklanmaktadır? Devlet Personel Rejimindeki bu çarpıklığın giderilmesi konusunda neler yapılmaktadır? Kamu personeli arasındaki bu ücret dengesizliği çalışma barışını olumsuz yönde etkilemekte midir?

2. Kamudaki bu ücret adaletsizliği konusundaki şikayetler giderek yoğunlaştığına göre, Devlet Personel Rejiminde ciddi bir reforma ihtiyaç var mıdır? Gerekli adımlar neden bir türlü atılamamaktadır?

3. Personel rejiminin, çağın ihtiyaçlarına cevap veremeyişinin, adaletsizlik ve karmaşa doğurmasının, Devletin performansına etkisi ne olmaktadır?

4. Devlet Personel Rejiminde gerekli düzenlemelerin yapılamayışının zorluğu; ekonomik midir,  siyasal mıdır, yoksa bürokratik midir?

5. Örneğin DevletPersonel Başkanlığınca yürütülen, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun değiştirilmesi ile ilgili çalışma neden bir türlü sonuçlandırılamamaktadır? Bu taslağın akıbeti ne olmuştur; rafa mı kaldırılmıştır, yoksa hâlâ Meclis’e sevkedilme şansı var mıdır? Varsa Meclis’e ne zaman sevkedilmesi tasarlanmaktadır?

                 T.C.

DevletBakanlığı               19.6.2000

Sayı : B.02.0.007/1642

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) TBMM Başkanlığının, 24.5.2000 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2098-5648/13588 sayılı yazısı.

b) Başbakanlığın 1.6.2000 tarih ve B.02.0.KKG.0.12/106-252-5/2751 sayılı yazısı.

Erzurum Milletvekili Sayın Fahrettin Kukaracı’nın, Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği, Sayın Başbakanımızın da kendileri adına Bakanlığım koordinatörlüğünde cevaplandırılmasını istediği 7/2098-5648 Esas No.lu yazılı soru önergesi cevabı ekte sunulmuştur.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

                        Prof. Dr. Şükrü S. Gürel

                                 Devlet Bakanı

 

Erzurum Milletvekili Sayın Fahrettin Kukaracı’nın Soru Önergesine İlişkin Bilgiler

Soru 1 : Kamudaki bu ücret adaletsizliği neden kaynaklanmaktadır? Devlet Personel Rejmindeki bu çarpıklığın giderilmesi konusunda neler yapılmaktadır? Kamu personeli arasındaki bu ücret dengesizliği çalışma barışını olumsuz yönde etkilemekte midir?

Cevap 1 : Devlet memurlarının hukukî statüleri ile malî ve sosyal hakları 14.7.1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile düzenlenmiş bulunmaktadır. Günümüze kadar da önemli değişikliklere uğramıştır. Ayrıca kamu kurum ve kuruluşları tarafından teşkilât kanunları ve diğer özel mevzuatlarında personele ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir. Münferiden yapılan bütün bu düzenlemeler kamudaki ücret dengelerinin sürekli bozulmasına yol açmıştır.

Kamu yönetimindeki gelişmelerde göz önünde bulundurulduğunda kamu personelinin hukukî statüsü ile malî ve sosyal haklarının yeniden düzenlenmesi ihtiyacı genel kabul görmektedir.

Devlet Personel Başkanlığı, yeni bir personel rejmiinin yürürlüğe konulması çalışmaları çerçevesinde “Memurlar Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı” ile “Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Malî, Sosyal Hak ve Yardımlarına İlişkin Kanun Tasarısı Taslağı”nı hazırlayarak ilgili kuruluşların görüşüne sunmuştur.

İlgili kuruluşlardan alınan görüşler çerçevesinde söz konusu taslaklar üzerinde çalışmalara devam edilmektedir.

Kamu personeli arasında oluşacak ücret dengesizliğinin çalışma barışını olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmazdır.

Soru 2 : Kamudaki bu ücret adaletsizliği konusundaki şikayetler giderek yoğunlaştığına göre Devlet Personel Rejiminde ciddi bir reforma ihtiyaç var mıdır? Gerekli adımlar neden bir türlü atılamamaktadır?

Cevap 2 : Yedinci Beş YıllıkKalkınma Planının (1996-2000) üçüncü bölümünün “13-Kamu Hizmetlerinde Etkinliğin Artırılması Projesi ve Kamu Kesiminde Ücret Adaletinin Sağlanması” başlıklı kısmında, kamu personel rejimindeki sorunların çözümü için ilgili tüm kurumların katkısıyla, geniş kapsamlı bir kamu personeli reform paketinin hazırlanarak uygulamaya konulacağı, bu çerçevede 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun yürürlükten kaldırılacağı 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu, 2914 sayılı Üniversite Öğretim Üyeleri ve Yardımcıları Kanunu ve Kamu İktisadî Teşebbüslerine ait 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede yer alan malî ve sosyal hak ve yardımlar ayıklanarak, tüm kamu kurum ve kuruluşlarının ücret rejiminin tek ve ortak  bir kanunda yer almasının sağlanacağı belirtilmektedir.

Kamu personeli reformunun yapılması ile ilgili hususlara yıllık programlarda da yer verilmiştir.

Kalkınma Planları ve yıllık programlarda belirtilen esaslar çerçevesinde bütün kamu personelini kapsayacak şekilde Devlet Personel Rejimi Reformunun gerçekletirilmesi ihtiyacı bulunmakta olup, Devlet Personel Başkanlığınca yapılan bu yöndeki çalışmalar devam etmektedir.

Soru 3 : Personel rejiminin, çağın ihtiyaçlarına cevap veremeyişinin; adaletsizlik ve karmaşa doğurmasının, Devletin performansına etkisi ne olmaktadır?

Cevap 3 : Devletin performansı kuşkusuz idarî yapı başta olmak üzere Devleti oluşturan unsurların bütünüyle rasyonel bir şekilde işlemesine bağlı olarak değişiklik gösterecektir. Personel rejimi çalışanların yürüttükleri faaliyetlerin önemi dikkate alındığında hizmetin etkin ve verimli bir şekilde sunumu açısından önem arz etmektedir. Bu nedenle kamu yönetiminin en önemli unsurlarından birisi olması sebebiyle, kamu personel rejimindeki olumsuzluklar Devletin performansının olumsuz yönde etkilenmesine tesir edebilecektir.

Soru 4 : Devlet Personel Rejiminde gerekli düzenlemelerin yapılamayışının zorluğu; ekonomik midir, siyasal mıdır, yoksa bürokratik midir?

Cevap 4 : Devlet Personel Rejiminde istihdam değerlendirme, ilerleme ve yükselme, disiplin, görevden çıkarma gibi bir çok konuda sıkıntılar olmakla birlikte yeni bir personel rejimi reformundan beklenen malî ve sosyal haklarda iyileştirme yapılmasıdır. Ücretlerdeki zaman içinde oluşan dengesizliklerin iyileştirme suretiyle giderilmesi ise ciddi ve malî yüke yol açmaktadır.

Bu nedenle, Devlet Personel Rejiminde gerekli düzenlemelerin yapılmasında siyasî ve bürokratik zorluklar bulunmakla birlikte, asıl zorluğun yeni personel rejimi nedeniyle ortaya çıkacak malî yükün karşılanabilmesi için kaynak bulunmasında olduğu değerlendirilmektedir.

Soru 5 : Örneğin Devlet Personel Başkanlığınca yürütülen, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun değiştirilmesi ile ilgili çalışma neden bir türlü sonuçlandırılamamaktadır? Bu taslağın akıbeti ne olmuştur; rafa mı kaldırılmıştır, yoksa hâlâ Meclise sevkedilme şansı var mıdır? Varsa Meclise ne zaman sevkedilmesi tasarlanmaktadır?

Cevap 5: Personel rejimi reformu çalışmaları çerçevesinde DevletPersonel Başkanlığınca yürütülen ve hazırlıkları 1998 yılı sonunda tamamlanan Kanun Tasarısı taslakları; Devlet memurları ile sözleşmeli personelin hukukî statüsünü düzenleyen bir taslak ve Devlet memurları, hâkim ve savcılar, akademik personel ve askerî personelin malî ve sosyal hak ve yardımlarını düzenleyen bir taslak olmak üzere iki taslak halinde hazırlanmış ve kamu kurum ve kuruluşlarının görüşüne sunulmuştur. Kurumlardan gelen görüşler de dikkate alınarak yeniden düzenlenmekte olan taslaklar çalışmaların sonuçlanması ve ilgili kurumlarla gerekli mutabakatın sağlanmasından sonra BakanlarKuruluna sunulacaktır.

8. — Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu’nun, D-8 projesine ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in cevabı (7/2109)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın delaletlerinizle Dışişleri Bakanı Sayın İsmail Cem tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğinin yapılmasını arz ederim.

                              Mahmut Göksu

                                       Adıyaman

Gelişmekte olan 8 ülkenin işbirliği ile kurulan D8 projesi ile ilgili olmak üzere;

1. Bugüne kadar hangi kararlar alındı? Bu kararlarla ilgili neler yapıldı?

2. Üye ülkeler, kurulduğu günden bugüne kadar neler yaptılar ve nelerin yapılmasını önerdiler?

3. İstanbul’da olduğu söylenen icra direktörlüğü çalışıyor mu? Çalışıyorsa kaç eleman istihdam ediliyor? Görevlendirilen eleman sayısı yeterli mi?

4. Dışişleri Bakanlığı bünyesinde icra direktörlüğü dışında D8 Projesi ile ilgili çalışma yapan birim var mı?

5. Üye ülkeler arası takip komisyonu var mı? Varsa takip ile ilgili raporlar hazırlanıp inceleniyor mu ve varsa bu raporlar neleri içermektedir?

6. Üye olmak isteyen yeni ülkelerin olduğu iddia ediliyor, bu doğru mu, doğru ise bu ülkeler hangileridir?

7. D8 ile ilgili alınan resmî kararlar nelerdir, bunların ne kadarı uygulanabildi?

8. D8 kurulduğu günden bu yana ülkemize ekonomik bir katkısı oldu mu, olduysa nedir?

                 T.C.

           Dışişleri Bakanlığı

             Siyaset Planlama Genel Müdürlüğü                15.6.2000

Sayı : SPGM/355.331

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 26 Mayıs 2000 tarihli ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2109-5706/13715 sayılı yazıları.

Adıyıman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu’nun ilgide kayıtlı yazılarına konu soru önergelerinin yanıtları ilişikte sunulmuştur.

Saygılarımla arz ederim.

                                      İsmail Cem

                               Dışişleri Bakanı

Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu’nun
Sayın Bakanımıza Yazılı Soruları ve Yanıtları

Gelişmekte olan 8 ülkenin işbirliği ile kurulan D-8 projesi ile ilgili olmak üzere;

Soru 1 : Bugüne kadar hangi kararlar alındı? Bu kararlarla ilgili neler yapıldı?

Yanıt 1 : D-8 Ekonomik İşbirliği Örgütü, üye ülkeler Devlet ve Hükümet Başkanlarının 15 Haziran 1997 tarihinde İstanbul’da yaptıkları zirve toplantısında kabul ettikleri İstanbul Deklarasyonuyla kuruldu. Devlet ve Hükümet Başkanları bu toplantıda, örgütün amaçlarını, organlarını ve çalışma yöntemlerini belirleyerek, işbirliği alanlarını ve bu alanlarda yapılacak faaliyetlerin koordinasyonundan sorumlu İlkeleri saptadılar. Türkiye, Sanayi, Sağlık ve Çevre Sektörlerindeki faaliyetlerin koodinasyonundan sorumlu ülkedir.

Soru 2 : Üye ülkeler, kurulduğu günden bugüne kadar neler yaptılar ve nelerin yapılmasını önerdiler?

Yanıt 2 : Devlet ve Hükümet Başkanları aynı toplantıda, üye ülkelerce önerilen pek çok proje arasından aşağıda zikredilen konuları öncelikli işbirliği projeleri olarak belirlediler :

- Tarım İlaçlama Uçağı imali

- Sanayi ve Teknoloji Data Bankası kurulması

- Uluslararası Ticaret ve Pazarlama Şirketi kurulması

- bankacılık ve sigortacılık konusunda işbirliği

- fakirliğin bertaraf edilmesi için politikalar oluşturulması

- su ürünlerinin geliştirilmesi

Bunlardan Tarım İlaçlama Uçağı projesi, Türkiye Uzay ve Havacılık Sanayii (TAİ) tarafından tamamlanmış olup, halen prototip uçağın deneme uçuşları yapılmaktadır. Bilahare ticarî imalat aşamasına geçilerek uçağın pazarlanması planlanmaktadır.

Sanayi ve Teknoloji Data Bankası Tahran’da kurulmuş olup, bununla internet aracılığıyla üye ülkeler arasında bilgi akımı sağlanmaktadır.

Uluslararası Ticaret ve Pazarlama Şirketinin kurulmasıyla ilgili hazırlıklar Kahire’de sürdürülmektedir.

Diğer üç konuda bir çok toplantı ve seminer düzenlenmiş olup üye ülkeler bu alanlardaki politika ve deneyimlerini birbirlerine aktarmışlardır.

Daha sonra 1999 yılı Mart ayında Dakka’da yapılan II. Devlet ve Hükümet Başkanları Toplantısında yeni hedefler saptanmıştır. Bunlar arasında enerji, çevre, gıda tedarik ve güvenliği, gümrük formalitelerinin basitleştirilmesi, vizelerin kolaylaştırılması, bankacılık faaliyetlerinin ahenkleştirilip basitleştirilmesi, deniz taşımacılığında işbirliği, küçük ve orta ölçekli sanayilerin geliştirilmesi gibi konuları saymak mümkündür. Bu arada, bu yıl Ocak ayında, üye ülkeler ticaret ve sanayi odalarıyla iş konseylerinden oluşan bir D-8 Ticaret Odaları ve İş Konseyleri Federasyonu kurulmuş; Federasyona ilişkin şart da kabul edilmiştir.

Soru 3 : İstanbul’da olduğu söylenen icra direktörlüğü çalışıyor mu? Çalışıyorsa kaç eleman istihdam ediliyor? Görevlendirilen eleman sayısı yeterli mi?

Yanıt 3 : İstanbul’da yerleşik İcra Direktörlüğü 1 Temmuz 1997 tarihinden beri faaliyetlerini sürdürmekte olup, aşağıda beşinci soruya cevaben belirtilen örgüt organlarına hizmet sunmakta, raporlar ve karar tasarıları hazırlanmaktadır. Örgütün halen tamamen Türk personelden ibaret olan kadrosu 1 İcra Direktörü, 1 yardımcısı, 1 bilgisayar operatörü ile 1 şoför ve 1 kavastan oluşmaktadır. Başlangıçta sekretaryanın uluslararası hale dönüştürülerek genişletilmesi öngörülmüş ise de, mevcut kadronun görevini gayet etkin ve başarılı bir şekilde sürdürülmesi nedeniyle üye ülkeler şimdilik bundan sarfınazar etmişlerdir.

Soru 4 : Dışişleri Bakanlığı bünyesinde icra direktörlüğü dışında D-8 Projesi ile ilgili çalışma yapan birim var mı?

Yanıt 4 : Çeşitli Bakanlıklarımız ile  hükümet dışındaki kuruluşlarımız D-8 Örgütünün faaliyetlerine işbirliği konularının mahiyetine göre katılmaktadır. Diğer üye ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de, D-8 ile ilgili faaliyetlerin koordinasyonunu Bakanlığımız yürütmektedir.

Soru 5 : Üye ülkeler arası takip komisyonu var mı? Varsa takip ile ilgili raporlar hazırlanıp inceleniyor mu ve varsa bu raporlar neleri içermektedir?

Yanıt 5 : İstanbul’da yapılan I. Zirve Toplantısında üç organ oluşturulmuştur. Bunlar, Zirve Toplantıları, Bakanlar Konseyi ve Komisyon’dur.  Üye ülkeler Zirve Toplantılarında Devlet ve Hükümet Başkanları, Bakanlar Konseyinde Dışişleri Bakanları ve Komisyon’da ise Dışişleri Bakan Yardımcıları veya Müsteşar Yardımcıları tarafından temsil edilmektedirler. Zirve Toplantıları iki yılda bir, KonseyToplantıları her yıl, Komisyon Toplantıları da yılda iki kez yapılır.

Komisyon Zirve Toplantılarında Devlet ve Hükümet Başkanlarınca alınan kararlar ve verilen talimatlar uyarınca örgüt faaliyetlerinin uygulanmasını sağlar ve Konseye rapor verir. Bakanlar Konseyi işbirliği politikalarını saptar ve gerekli kararları alır. Zirve Toplantıları ise yapılan faaliyetleri izleyip değerlendirerek bunların sonucuna göre Konsey ve Komisyona gerekli direktifleri verir.

Soru 6 : Üye olmak isteyen yeni ülkelerin olduğu iddia ediliyor, bu doğru mu, doğru ise bu ülkeler hangileridir?

Yanıt 6 : Örgüt kurulduktan sonra bazı ülkeler D-8 faaliyetlerine ilgi duyduklarını hissettirmişlerdir. İstanbul Deklarasyonunda D-8 ülkeleriyle ortak değerleri paylaşan devletlere üyeliğin açık olduğu kaydedilmiş ise de, şimdiye kadar resmî üyelik talebi olmamıştır. Üye ülkeler arasında genel eğilim, bu konunun ancak örgütün kökleşip derinleşmesinden sonra ele alınabileceği yönündedir.

Soru 7 : D-8 ile ilgili alınan resmî kararlar nelerdir, bunların ne kadarı uygulanabildi?

Yanıt 7 : D-8 ile ilgili olarak Komisyon, Konsey ve Zirve Toplantılarında çok sayıda karar kabul edilmiş ve bunlar uygulanmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere, Devlet ve Hükümet Başkanları bunların uygulanmasını esasen izlemektedirler. Önümüzdeki yılın ilk aylarında Kahire’de yapılacak III. Zirve Toplantısında da halen yürütülmekte olan faaliyetler gözden geçirilecektir.

Soru 8 : D-8 kurulduğu günden bu yana ülkemize ekonomik bir katkısı oldu mu, olduysa nedir?

Yanıt 8 : Yukarıdan da anlaşılacağı gibi, Tarım İlaçlama Uçağı örneğinde olduğu üzere, üye ülkeler, bir yandan çok somut projeler gerçekleştirirken, öte yandan da ticaretin gelişmesi için bir dizi önlem almışlar ve çeşitli alanlarda mevcut bilgi ve tecrübe birikimlerini birbirlerine aktarmışlardır. Bu haliyle Örgüt, diğer üyelere olduğu gibi ülkemize de yararlar sağlamıştır.

 

9. — Antalya Milletvekili Mehmet Zeki Okudan’ın, esnaf ve sanatkârlara kullandırılan kredilerin faiz oranlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı H. Hüsamettin Özkan’ın cevabı (7/2116)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

TBMM İç Tüzüğünün 96 ncı Maddesi uyarınca aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı ve Başbakan Yadımcısı Sayın Hüsamettin Özkan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

                        Mehmet Zeki Okutan

                                           Antalya

- Türkiye Halk Bankası tarafından S.S. Esnaf ve Sanatkârlar Kredi Kefalet Kooperatifleri kanalı ile esnaf ve sanatkârlara kullandırılan kredi faizleri halen % 52 olup masrafları ile birlikte % 70’i bulmaktadır. Esnaf ve sanatkârlara uygulanan bu faiz oranları hükümet tarafından hedeflenen % 25 enflasyon hedefine uymakta mıdır?

- Ticarî Kredi faizlerinin % 40’lara kadar düşmesi nedeniyle esnaf ve sanatkârlarımızın karşılaştığı mağduriyeti gidermek için faiz oranlarını yeniden düzenlemeyi düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız ne zaman hayata geçirmeyi planlıyorsunuz?

                 T.C.

              Devlet Bakanlığı

         Başbakan Yardımcılığı                15.6.2000

Sayı : B.02.0.002/40/1035

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Genel Sekreterliği

(Kanunlar ve KararlarDairesi Başkanlığı)

İlgi : 29.5.2000 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2116-5737/13778 sayılı yazısı.

Antalya Milletvekili Mehmet Zeki Okudan’ın tarafıma tevcih ettiği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğünün 99 uncu maddesi gereğince cevaplandırılması istenen 7/2116-5737 esas numaralı yazılı soru önergesine ilişkin cevaplar ekte gönderilmiştir.

Bilgi edinilmesini rica ederim.

                        H. Hüsamettin Özkan

                                 Devlet Bakanı

                                         Başbakan Yardımcısı

 

Antalya Milletvekili Sayın Dr. Mehmet Zeki Okudan’ın
7/2116-5737 Sayılı Yazılı Soru Önergesine İlişkin Bilgiler

Türkiye Halk Bankası; ülkemiz esnaf ve sanatkârlarına, büyüyüp güçlenmeleri, gelişen ekonomik koşullara uyum sağlamaları için finansman dışı bilgilendirme, teknik ve idarî danışmanlık hizmetleri sunan ve bu kesimin kalkınma bankası gibi görev yapan uzman bir bankadır.

Bir misyon bankası anlayışıyla çalışmasını sürdüren T. Halk Bankasının kredi politikasını; bir yandan ülkemizdeki gelişmişlik farklılıklarının azaltılarak, kalkınmanın ülke genelinde yayılmasını sağlamak, diğer taraftan ise üretimde kalite ve standart artışına önem vererek, işletmelerin dünyadaki benzer işletmelerle rakebet edebilecek yapıya kavuşturulması oluşturulmaktadır.

Banka üstlendiği bu misyon doğrultusunda kredilendirmede önceliği, hem Türkiye ekonomisinin hem de dünya ekonomilerinin dinamik kesimi olan esnaf, sanatkâr ve KOBİ’lere vermektedir.

Uygulanan ekonomik istikrar programı 2000 yılının başından itibaren reel faizlerde etkisini göstermeye başlamış, kararlılıkla yürütülen enflasyonla mücadele programı ve ülkemizin Avrupa Birliği Adaylığı ile oluşan müspet hava bu gelişmeyi hızlandırmıştır.

Bankanın, hedef kitlesinin mevcut zorluklarını da dikkate alarak 1 Mayıs 2000 tarihinden geçerli olmak üzere esnaf ve sanatkârlara uyguladığı kredi faiz oranlarını iskonto kredileri için % 40, işletme ve tesis kredileri için ise % 42 olarak yeniden düzenlemiştir.

Uygulanan makro ekonomik politikalar sonucu enflasyon oranının hedeflenen seviyeye düşmesi parasal ve ekonomik istikrarın doğmasına, dolayısıyla ekonominin canlanarak tüm üretken kesimlere yeni iş olanaklarının açılmasına neden olacaktır. Bu gelişmeden en büyük payı da uyum kolaylığı içeren yapıları sayesinde esnaf ve sanatkârlarımızın alması kaçınılmazdır.

10. — İstanbul Milletvekili İsmail Aydınlı’nın, bir davada sanık durumunda olan polislerin mahkemeye getirilmediği iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/2120)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı tarafından yazılı olarak yanıtlanması için gereğini saygıyla dilerim.

                                 İsmail Aydınlı

                                           İstanbul

Soru 1. — 23 Mayıs 2000 tarihli gazetelerde de yer aldığı üzere, kamuoyunda “Manisa’da Gençlere İşkence” davası olarak bilinen ve yaklaşık 5 yıldır özellikle Avrupa Birliği üyesi ülkelerde de yakından izlenen ve halen Manisa Ağır Ceza Mahkemesinde 1999/327 Esas sayı ile görülmekte bulunan ceza davasında, sanık konumunda olan 10 polis memurunun son ifadelerinin (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun sanık polislerin işkence suçundan cezalandırılmaları yönündeki kesin nitelikli karar konusunda son  diyeceklerinin) alınmasına dair Manisa Ağır Ceza Mahkemesi Talimat’larının ikmal edilemediği; Emniyet Genel Müdürlüğü Teşkilâtında halen görevli olan sanık polislere ait Talimat’ların, görevi, yeri ve adresi resmen bilinen, bilinmesi gereken sanık  polislere tebliğ edilmediği, mahkeme kararını yerine getirmekle yükümlü İçişleri Bakanlığı görevlilerinin sanık polisleri mahkemeye çıkarmayarak görevlerini savsakladıkları, davanın uzamasına neden oldukları doğru mudur?

Soru 2. — Manisa Ağır Ceza Mahkemesinde 1999/327 Esas sayılı davada Manisalı 16 gence işkence yaptıkları iddiası ile halen yargılanmakta olan 10 sanık polisten Atilla Gürbüz’ün görev yeri Van Emniyet Müdürlüğü olduğundan, Van Ağır Ceza Mahkemesine Manisa Ağır Ceza Mahkemesince yazılan Talimat’ın aylar geçmiş olmasına rağmen ikmal edilmediği, Talimat gereğini yerine getirmek ve mahkeme yazısının sanık polislere tebliğ etmekle görevli İçişleri Bakanlığının Van İlindeki görevlilerinin işi savsakladıkları, Van Valiliği Emniyet Müdürlüğünün halen teşkilâtlarında görevli sanık polis Atilla Gürbüz’e Manisa Ağır Ceza Mahkemesi Talimat tebligatlarını zamanında tebliğ etmeyerek ve sanığı mahkemeye götürmeyerek işi uzattıkları doğru mudur?

Sanık polis memuru Atilla Gürbüz ile ilgili Manisa Ağır Ceza Mahkemesi talimatı, Van Valiliği Emniyet Müdürlüğüne hangi tarihte ulaşmış, sanık polis Atilla Gürbüz’e ne zaman tebliğ edilmiştir.

Sanık mahkemeye niçin çıkarılmamış ve talimat niçin ikmal edilmemiştir?

Ne zaman ikmal edilecektir?

İhmali ve savsaklaması söz konusu olan İçişleri görevlisi, vali ve emniyet müdürü var mıdır?

Eğer var ise, haklarında soruşturma yaptırmayı düşünüyor musunuz?

Soru 3. — Yine aynı konumda olan ve halen Hatay Valiliği İl Emniyet Müdürlüğünde görev yapan sanık polis memuru Mehmet Emin Dal ile ilgili olarak Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin 1999/327 Esas sayı ile İskenderun Ağır Ceza Mahkemesine yazdığı Talimat’ın gereğinin aylardır yapılmadığı, Hatay Valiliği emrinde görev yapan Mehmet Emin Dal’ın İskenderun İlçesinden Belen İlçesine nakil edildiği gerekçesine sığınılarak (Belen İlçesinde Ağır Ceza Mahkemesi olmadığından) yetkili ve görevli İskenderun Ağır Ceza Mahkemesinin celp yazısının Hatay İl Emniyet Müdürlüğü emrinde resmî görevli polis memuru Mehmet Emin Dal’a tebliğ edilmediği, sanığın mahkemeye çıkarılmadığı ve mahkeme kararının yerine getirilmesinin geciktirildiği ve işin savsaklandığı doğru mudur?

Mehmet Emin Dal ile ilgili mahkeme Talimat yazısı, Hatay Valiliğine, İskenderun Kaymakamlığına ve Emniyet Müdürlüğüne hangi tarihte ulaşmış, ne gibi işlem yapılmış, Mehmet Emin Dal’a tebliği hangi tarihte olmuştur? Tebliğ edilmemiş ise sebebi nedir?

Bir savsaklama ve görevi ihmal var mıdır?

Varsa soruşturma açtırmayı düşünüyor musunuz?

Tekrar yazılan son Talimat’ın gereği yapılacak ve sanık polis mahkemeye çıkarılacak mıdır?

Sanıklar polis memurları da olsalar, haklarındaki mahkeme kararlarının yerine getirilmesi, EmniyetMüdürlüğünün görevini yapması gerekmez mi?

Bu tür olayların meydana gelmemesi için ne gibi önlemler almayı düşünüyor musunuz?

                 T.C.

              İçişleri Bakanlığı

Emniyet Genel Müdürlüğü                19.6.2000

Sayı : B.05.1.EGM.0.12.02.01.141448

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 29.5.2000 gün ve A.01.GNS.0.10.00.02-5769(7/2120) sayılı yazısı.

İstanbul Milletvekili İsmail Aydınlı tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ve tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması istenilen soru önergesinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.

1. Manisa Ağır Ceza Mahkemesinde 1999/327 esas sayı ile görülmekte olan ceza davasında sanık konumundaki, (1) başkomiser (1) komiser ve (8) polis memurundan, halen Manisa Emniyet Müdürlüğü kadrosunda görevli bulunan;

Başkomiser Halil Emir, polis memurları; Levent Özvez, Ramazan Kolak; Musa Geçer ile söz konusu Emniyet Müdürlüğü kadrosundan 1999 yılında emekli olan Turgut Demirel’in şu ana kadar görülen tüm duruşmalara katıldıkları ve savunmalarının alındığı, ilgili mahkemenin talimatlarının yerine getirildiğinin duruşma tutanaklarıyla da sabit olduğu,

Bununla birlikte, aynı il Emniyet Müdürlüğü kadrosundan; Hakkâri Emniyet Müdürlüğüne 1997 yılında, bu ilden de 1999 yılında İzmir EmniyetMüdürlüğüne tayin olan polis memuru Engin Erdoğan’ın (Manisa Ağır CezaMahkemesinin 8.12.1999 tarih ve 99/327 sayı ile) ifadesinin alınmasına ilişkin İzmir Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen talimata uyarak vermiş olduğu ifade tutanağının, 18.2.2000 tarih ve 99/341 sayı ile Manisa Ağır Ceza Mahkemesine gönderildiği,

Ankara Emniyet Müdürlüğüne 1996 yılında tayin olan Polis Memuru Turgut Özcan’ın kendisine ulaşan talimat yazıya istinaden Ankara 3 üncü Ağır Ceza Mahkemesine ifadesini verdiği,

Yozgat Emniyet Müdürlüğüne 1999 yılında tayin olan Polis Memuru Fevzi Aydoğ’un Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin Yozgat Ağır Ceza Mahkemesine gönderdiği talimat doğrultusunda, Yozgat Ağır Ceza Mahkemesine 21.1.2000 tarihinde ifadesini verdiği,

2. Soruya konu; Komiser Atilla Gürbüz’ün 1997 yılında Manisa Emniyet Müdürlüğünden Van Emniyet Müdürlüğüne tayin olduğu, söz konusu şahsa ilişkin Van Ağır Ceza Mahkemesine ait Van Cumhuriyet Başsavcılığından havaleli, konusu yazılı olmayan; 6.12.1999, 13.1.2000, 31.1.2000, 22.3.2000, 10.4.2000 ve 9.5.2000 tarihli altı müzekkerenin Emniyet Müdürlüğüne intikal ettiği, ancak adı geçen şahsın 6.12.1999 ve 13.1.2000 tarihli müzekkerelere ilişkin duruşmalara bir tahkikatla ilgili görevli olarak il dışında bulunmasından, yukarıda tarihleri belirtilen diğer dört müzekkereye ilişkin duruşmalara da yıllık izinde olmasından dolayı katılamadığı, bu durumun Van Ağır Ceza Mahkemesine iletildiği,

3. Soruya konu; Polis Memuru Mehmet Emin Dal’ın, 1998 yılında Manisa Emniyet Müdürlüğünden, Hatay Emniyet Müdürlüğüne tayin olduğu, söz konusu şahsın (Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin 9.11.1999 tarih ve 1999/327 talimatı ile) ifadesinin istendiği, Mehmet Emin Dal’ın müracaat ettirilmesine rağmen duruşmaya gitmediği, duruşmanın talik edildiği ve ve şahsın tekrar celbi için Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazıldığı, cevabî yazıda şahsın izine ayrıldığının bildirilmesinin ardından  İskenderun Ağır Ceza Mahkemesince “Talimat”ın Manisa Ağır Ceza Mahkemesine iade edildiği, aynı Mahkeme tarafından tekrar yazılan 10.4.2000 tarih ve 1999/327 sayılı talimat gereğince, İskenderun Ağır Ceza Mahkemesince, söz konusu şahsın 8.5.2000 tarihinde yapılacak olan duruşmada hazır bulundurulmasına ilişkin, İskenderun İlçe Emniyet Müdürlüğüne gönderilen talimatın, M. Emin Dal’ın Belen İlçe Emniyet Amirliğinde görevli olmasından dolayı yapılan yazışmalar nedeniyle yerine getirilemediği,

Bununla birlikte, İskenderun Ağır Ceza Mahkemesince 5.6.2000 tarihinde, adı geçen mahkemede şahsın hazır bulunmasına ilişkin Belen İlçe Emniyet Amirliğine yazılan müzekkere uyarınca, M. Emin Dal’ın belirtilen gün ifadesini verdiği anlaşılmıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

                               Sadettin Tantan

                                 İçişleri Bakanı

 

11. — Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonuna ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin cevabı (7/2124)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın TBMMİçtüzüğünün 96 ncı Maddesi gereğince; Devlet Bakanı Sayın Hasan Gemici tarafından yazılı olarak cevaplandırılması konusunda aracılığınızı arz ederim.

                                  Sacit Günbey

                                       Diyarbakır

Bilindiği üzere; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu Genel Sekreterliğinin kaynakları :

a) Diğer fonlardan % 10’luk aktarmalar

b) Gelir ve Kurumlar vergisi mükelleflerinden kesilen % 4’lük ek pay

c) TRTreklam gelirlerinden ayrılan paylar

d) Trafik para cezalarının % 50’si

e) Akaryakıt tüketim vergisinden aktarılan % 2’lik paydır.

1. Yukarıda zikrettiğim kaynaklardan 55., 56., 57 nci Hükümetler döneminde ne kadar gelir temin edildi?

2. Temin edilen gelirlerin ne kadarı S.Y.D.T. Fonuna aktarıldı?

3. Bu gelirlerden bütçeye aktarılan bir pay var mıdır? Hükümet bu gelirleri bütçe açığını kapamak için kullanmakta mıdır?

4. Yine 55., 56., 57 nci Hükümetler döneminde S.Y.D.T. Fonundan her ilimize tahsis edilen miktar ne kadardır, hangi amaç, proje ve programlar için kullanılmıştır?

5. Muhtaçlıklarını belgeleyen vatandaşlarımızın sosyo-ekonomik durumlarının düzeltilmesi için Hükümet nasıl bir çalışma yapmaktadır?

                 T.C.

              Devlet Bakanlığı 19.6.2000

Sayı : B.02.0.013/08-1469

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği

İlgi : 25.5.2000 tarih ve 2124-5751 sayılı yazınız.

Diyarbakır Milletvekili Sayın Prof. Dr. Sacit Günbey’e ait soru önergesine verilen yanıtlar ekte sunulmuştur.

Bilgilerine arz ederim.

                                  Hasan Gemici

                                 Devlet Bakanı

Diyarbakır Milletvekili Prof. Dr. Sacit Günbey’in 25.5.2000 günlü ve 1763 sayılı soru önergesi hakkında,

1. 55, 56 ve 57 nci Hükümetler döneminde Fon Gelirleri toplam 735 Trilyon 235 Milyar TL.’dir.

2. Bu gelirin 450 Trilyon 904 Milyar TL.’lık kısmı Fon faaliyetleri için kullanılmıştır.

3. 735 Trilyon 235 Milyar TL’lık gelirin 277 Trilyon 936 TL’lık kısmı bütçeye aktarılmıştır. Bütçeye yapılan kesintiler Malî Yılı Bütçe Kanununa göre yapılmakta olup, bu kesintiler daha önceki Hükümetler döneminde de gerçekleşmiştir.

1997 yılında kesinti oranı % 40 iken 1998 yılında % 30’a düşürülmüştür. 1999 yılından itibaren de kesinti % 40 oranında uygulanmaktadır.

4. 55, 56 ve 57 nci Hükümetler döneminde : yoksul yurttaşlara yönelik yardımlar (yakacak, gıda, giyim, sağlık, terör, doğal afet, aşevi, öğrencilere öğle yemeği, öğrenci yurdu, meslekî eğitim ve istihdama yönelik projeler vb.) için toplam 253 Trilyon 345 Milyar TL tahsis edilmiştir. (Ek : 2 Sayfa)

5. Muhtaçlıklarını belgeleyen yurttaşlarımızın sosyo ekonomik durumlarının düzeltilmesi için fondan yapılan yardımlarda ağırlıklı olarak Doğu-Güneydoğu bölgelerimiz olmak üzere yurttaşlarımızın kendi geçimini sağlayabilecek duruma gelebilmeleri için meslekî eğitim ve istihdam projelerine (koyunculuk, hindicilik, tavukçuluk, seracılık, meyvecilik, elsanatları, halıcılık, kilimcilik, konfeksiyon vb.) önem verilmekte ve gereken destek sağlanmaktadır.

 

Şehir    Toplam

Adana 7 888 848 550 000

Adıyaman     2 931 193 653 000

Afyon 2 011 197 648 000

Ağrı 1 698 506 429 000

Aksaray 1 329 798 019 000

Amasya 1 572  599 113 000

Şehir    Toplam

Ankara 6 744 401 251 000

Antalya 2 194 942 795 000

Ardahan 1 114 030 515 000

Artvin 808 338 650 000

Aydın 1 963 789 353 000

Balıkesir 2 750 289 717 000

Bartın 1 497 872 845 000

Batman 1 536 100 364 000

Bayburt     655 584 646 000

Bilecik 616 723 601 000

Bingöl 1 175 508 317 000

Bitlis 1 345 577 624 000

Bolu 8 267 860 212 000

Burdur 1 154 994 527 000

Bursa 3 565 776 651 000

Çanakkale      1 454 955 175 000

Çankırı 1 136 547 040 750

Çorum 2 193 727 364 000

Denizli 1 676 161 091 000

Diyarbakır     3 720 109 068 000

Edirne 908 309 761 000

Elazığ 1 720 701 174 000

Erzincan 1 262 238 168 000

Erzurum 3 599 742 863 000

Eskişehir 1 761 114 738 000

Gaziantep     2 344 477 425 000

Giresun 1 766 175 282 000

Gümüşhane     951 492 459 000

Hakkâri 1 741 547 183 000

Hatay 1 787 940 127 000

İçel 3 198 544 449 000

Iğdır 377 192 458 000

Isparta 1 421 104 870 000

İstanbul 15 640 556 806 000

İzmir 3 428 696 845 764

Kahramanmaraş 2 795 428 313 000

Karabük 1 425 719 865 000

Karaman    930  926 163 000

Şehir    Toplam

Kars 1 363 737 539 000

Kastamonu    2 074 964 154 000

Kayseri 2 430 735 054 000

Kilis 437 445 971 000

Kırıkkale 1 080 619 189 000

Kırklareli 1 477 278 768 000

Kırşehir     747 999 666 000

Kocaeli 45 866 706 450 000

Konya 3 905 035 918 000

Kütahya 2 122 640 647 000

Malatya 1 829 163 697 000

Manisa 2 455 242 072 000

Mardin 1 658 160 841 000

Muğla 1 636 367 591 000

Muş 1 703 144 478 000

Nevşehir    500 126 811 000

Niğde 791 664 247 000

Ordu 2 516 070 754 000

Osmaniye      1 527 107 269 000

Rize 1 532 112 431 000

Sakarya 24 994 029 263 000

Samsun 2 718 485 051 000

Siirt 1 483 754 635 000

Sinop 1 121 719 730 000

Sivas 2 479 559 235 000

Şanlıurfa 3 535 912 199 000

Şırnak 816 255 904 000

Tekirdağ 1 303 430 819 000

Tokat 2 140 159 122 000

Trabzon 2 355 758 659 000

Tunceli      915 366 124 000

Uşak 873 495 741 000

Van 2 550 447 664 000

Yalova 12 457 990 058 000

Yozgat 2 394 429 248 000

Zonguldak     3 480 841 201 000

                                                             

Genel Toplam 253 345 301 368 514

12. — Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın, Erzincan’a Vakıflar Şube Müdürlüğü kurulup kurulmayacağına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın cevabı (7/2127)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Yüksel Yalova tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletinizi saygı ile arz ederim.

                                        26.5.2000

                             Tevhit Karakaya

                                          Erzincan

Erzincan İlimiz gerek vakıf eserleri ve gerekse yeni kurulan vakıflar yönünden çok zengin ve yoğun iş hacmina sahiptir. Vakıf işlemleri Erzurum Bölge Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir. Bu ise çok büyük zaman ve emek kaybına sebep olmaktadır.

1. Erzincan’da Vakıflar Şube Müdürlüğü kurmayı düşünüyor musunuz?

2. Konuyla ilgili bir çalışma yapılıyor ise durum ne safhadadır?

                 T.C.

              Devlet Bakanlığı 16.6.2000

Sayı : B.02.0.006/01-1431

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 5.6.2000 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2127-5764/13851 sayılı yazınız.

Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya tarafından tevcih edilen ve tarafımdan cevaplandırılmasını istediği 7/2127-5764 esas sayılı soru önergesi incelenmiştir.

Erzurum Vakıflar Bölge Müdürlüğüne bağlı Erzincan İlinde Vakıflar Şube Müdürlüğünün kurulması halinde, geliri giderini karşılamayacağından ve bütçeye ek malî yük getireceğinden, ayrıca vakıf hizmetlerinin mevcut şeflik tarafından yürütülmesi yeterli görüldüğünden Erzincan Vakıflar Şube Müdürlüğünün kurulması şimdilik düşünülmemektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

                            Dr. YükselYalova

                                 Devlet Bakanı

 

13. — Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak’ın, Emlakbank’tan Egebank’a kredi verilip verilmediğine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Faruk Bal’ın yazılı cevabı (7/2131)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Faruk Bal tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletinizle arz ederim.

                                        29.5.2000

                            Ramazan Toprak

                                          Aksaray

Sorular :

1. Bakanlığınıza bağlı olan Emlakbank’tan Egebank’a kredi verilip verilmediği;

2. Kredi verildi ise hangi tarihte ve miktarı nedir?

                 T.C.

              Devlet Bakanlığı 19.6.2000

Sayı : B.02.0.008/00116

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliğine

İlgi : 5.6.2000 tarih ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2131-5777/13926 sayılı yazınız.

İlgi yazınıza istinaden Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak’ın 7/2131-5777 Esas No.lu Yazılı Soru Önergesine, T.Emlak Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğünden alınan bilgiler dikkate alınarak verilen cevap aşağıdadır;

T. Emlak Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü tarafından Egebank A.Ş. lehine fiilen kullandırılması amacıyla herhangi bir kredi  tesis edilmemiştir. Muhabirlik ilişkileri çerçevesinde Bankacılık işlemleri yapmak üzere en son 21.4.1998 tarihinde artırım yapılarak 50 Milyar TL. ve 15 Milyon USDnakdî, 300 Milyar TL. ve 8.5 Milyon USD Gayrî Nakdî line (limit) tesis edilmiştir. Bu limitten 15.6.1998 tarihinde gecelik (Over-night) 250 milyar TL. (% 78 faiz oranıyla) ve 23-27.7.1998 tarihleri arasında ise toplam 5 milyon DEM (% 8,5 faiz oranıyla) depo (mevduat) yapılmış ve faizleri ile birlikte vadelerinde tahsil edilmiştir. Bu tarihten sonra herhangi bir depo (mevduat) yapılmamıştır. Öte yandan T. Emlak Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü ile iş yapan veya kredi kullanan firmalar lehine toplam 210 992 683 524.- TL., 47 852 000 USD ve 4 405 000 DEM tutarında Egebank A.Ş.’nin teminat mektubu ve kefaleti alınmıştır.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

                                        Faruk Bal

                                 Devlet Bakanı

 

14. — Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, bakanlık fonlarından belediyelere gönderilen paralara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/2139)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

                                        30.5.2000

                                Veysel Candan

                                             Konya

Bilindiği gibi belediyelerin gelir kalemlerinden biri de Maliye Bakanlığı fonlarıdır. Belediyelerden gelen şikayetlerden anlaşıldığına göre fonlardan belediyelere aktarılan paylarda belediyeler arasında büyük farklar olduğu, bunun sonucunda da belediyelerin hizmet üretmedikleri ve malî yönden büyük sıkıntı içinde oldukları anlaşılmaktadır.

Bu sebeple;

1. Son bir yılda Maliye Bakanlığı fonlarından belediyelere aktarılan para miktarı nedir ve bunların belediyelere göre dağılımı nasıldır?

2. Maliye Bakanlığı tarafından fonlardan belediyelere yapılan ödemelerde partizanlık yapıldığı ve muhalefet partili belediyelere ödeme yapılmadığı veya çok az ödendiği doğru mudur?

3. Bilindiği gibi Bayındırlık Bakanlığı İllerBankası fonundan belediyelere nüfusları oranında pay verilmektedir. Maliye Bakanlığı kaynaklarından yapılan ödemeler hangi kriterlere göre yapılmaktadır.

                 T.C.

             Maliye Bakanlığı

Bütçe ve Malî Kontrol Genel Müdürlüğü                19.6.2000

Sayı : B.07.0.BMK.0.12/13929

Konu : Belediyelere yapılan yardımlar

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 5.6.2000 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2139-5812/14016 sayılı yazınız.

Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan’ın 7/2139-5812 esas no.lu yazılı soru önergesinde yer alan sorulara ait cevaplar aşağıda sunulmuştur.

Bilindiği üzere 2.2.1981 tarih ve 2380 sayılı Kanun ile 27.6.1984 tarih ve 3030 sayılı Kanun hükümlerine göre, belediyelere, il özel idarelerine ve büyükşehir belediyelerine genel bütçe vergi gelirleri üzerinden söz konusu kanunlarda belirtilen nispetler dahilinde pay verilmektedir. Mahallî idareler, hizmetlerinin önemli bir kısmını bu paylar ile finanse etmektedir.

Diğer taraftan, belediyelerin malî imkânlarının kısıtlı olduğu dikkate alınarak her yıl Bakanlığımız bütçesine, ihtiyaç duyulan belediyelere aktarılmak üzere ödenek tefrik edilmektedir.

Bu itibarla, Bakanlığımız 1999 Yılı Bütçesinin “Belediyelere Yapılacak Yardım ve Ödemeler” tertibinde yer alan ödenekten belediyelere 41 Trilyon 38 Milyar Lira, 2000 Yılı Bütçesinden ise, büyükşehir, büyükşehire bağlı ilçe ve belde belediyeleri ile nüfusu 50 000’i geçen belediyeler haricindeki diğer belediyelere 3.4.2000 tarihi itibariyle il, ilçe ve belde ayırımı yapılmaksızın nüfusları dikkate alınarak toplam 24 Trilyon 837 Milyar Lira yardım yapılmıştır.

Bilgilerine arz ederim.

                                      Sümer Oral

                                Maliye Bakanı

 

15. — Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, haklarında soruşturma açılan belediye başkanı olup olmadığına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/2140)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Sadettin Tantan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

                                        30.5.2000

                                Veysel Candan

                                             Konya

Bilindiği gibi bazı belediyelerle ilgili bir çok soruşturma ve davanın bulunduğu, bu davalardan bir çoğunda belediye başkanlarının beraat ettiği, beraat ettiği halde haklarında tekrar davaların açıldığı ve ayrıca isimsiz dilekçeler işleme konularak bir çok belediye başkanı hakkında yasalar ihlal edilerek usulsüz takibata uğradıkları kamuoyunda iddia edilmektedir.

Bu sebeple;

1. Son bir yılda kaç belediye hakkında inceleme ve soruşturma açılmıştır?

2. Açılan soruşturmaların alt yapı eksiklikleri olduğu iddiaları doğru mudur?

3. Belediye Başkanlarının gereksiz soruşturmalara muhatap tutularak hizmetten alıkonuldukları söylenmektedir. Bu konularla ilgili olarak bir denetim yaptırmayı düşünüyor musunuz?

4. Mahallî İdarelerle ilgili çalışan denetçilerin iç hizmet programı dahilinde ve yeni yasal düzenlemeler de göz önünde bulundurularak eğitime tabi tutmayı düşünüyor musunuz?

 

                 T.C.

              İçişleri Bakanlığı

            Mahallî İdareler Genel Müdürlüğü                16.6.2000

Sayı : B.05.0.MAH.0.65.00.002/80664

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 5.6.2000 tarihli ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2140-5813/14017 sayılı yazısı.

Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan’ın “Haklarında soruşturma açılan belediye başkanlarına ilişkin” yazılı soru önergesine cevap teşkil edecek bilgiler aşağıya çıkarılmıştır.

Bilindiği üzere, 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun, Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu ve Türk Ceza Kanununun ilgili maddeleri gereğince, vatandaşlardan gelen şikayetlerin işleme konulması zorunluluğu bulunmaktadır.

Bu çerçevede, 18 Nisan 1999 tarihinden Memurîn Muhakematı Hakkında Kanun Muvakkatın yerine geçen 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun yürürlüğe girdiği 4.12.1999 tarihine kadar 238 adet soruşturma, 4.12.1999 tarihinden 30.5.2000 tarihine kadar 559 adet ön inceleme onayı alınmış olup, inceleme ve soruşturmaların yürütülmesinde herhangi bir eksiklik bulunmamaktadır.

Diğer taraftan, Bakanlığıma gelen şikayetlerin değerlendirmeye alınarak inceleme yaptırılması, 4483 sayılı Kanunun ilgili hükümleri gereğince süreyle bağımlı bir zorunluluk taşımakta, bu şikayetlerin incelettirilmeksizin işlemden kaldırılması yetkisi tanınmamaktadır.

Değişik dönemlerde yapılan hizmet-içi eğitim programları yoluyla Bakanlığımız denetim elemanları, değişikliklerden haberdar edilmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

                               Sadettin Tantan

                                 İçişleri Bakanı

 

 

 

BİRLEŞİM 113 ÜN SONU