Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21 YASAMA YILI : 2

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 34

 

102 nci Birleşim

31 . 5 . 2000 Çarşamba

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – YOKLAMA

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Ardahan Milletvekili Saffet Kaya’nın, Durançam, Köroğlu ve Burmandere Baraj Projelerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Edip Safder Gaydalı’nın cevabı

2. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, Türkiye’nin sağlık sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

3. – Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel’in, tarihî gerçekler ışığında, sözde Ermeni soykırımı yalan iddia ve iftiralarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in cevabı

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. – Sosyal Sigortalar Kanunu ile Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/662) (S. Sayısı : 427)

2. – Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/659) (S. Sayısı : 429)

VI. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Sinop Milletvekili Kadir Bozkurt’un, Sinop-Durağan İlçesi Sağlık Meslek Lisesinin kapatılacağı iddiasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un cevabı (7/1979)

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açılarak iki oturum yaptı.

Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp, Samsun, Tokat ve Amasya İl ve İlçelerinde meydana gelen sel âfeti konusunda gündemdışı açıklamada bulundu; DSP Samsun Milletvekili Şenel Kapıcı, MHP Tokat Milletvekili Reşat Doğru, ANAP Samsun Milletvekili Mehmet Çakar, DYP Samsun Milletvekili Erdoğan Sezgin, FP Tokat Milletvekili Mehmet Ergün Dağcıoğlu grupları adına, Hakkâri Milletvekili Evliya Parlak da aynı konuda şahsı adına görüşlerini belirttiler.

Devlet Bakanı Hasan Gemici, Tokat Milletvekili Mehmet Ergün Dağcıoğlu’nun konuşması sırasında şahsına sataşmada bulunduğu iddiasıyla bir konuşma yaptı.

Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın, Dil Bayramı kutlamaları münasebetiyle yaptığı gündemdışı konuşmaya Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu,

Balıkesir Milletvekili Agâh Oktay Güner’in, İstanbul’un fethi ve büyük Türk dostu Pierre Loti hakkındaki gündemdışı konuşmasına Kültür Bakanı M. İstemihan Talay,

Cevap verdi.

Konya Milletvekili Veysel Candan, yapı denetiminin düzenlenmesi hakkında gündemdışı bir konuşma yaptı.

Mardin Milletvekili Metin Musaoğlu ve 19 arkadaşının, Mardin İlinin ekonomik, sosyal, kültürel ve kentsel sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/135) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemde yerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

İçel Milletvekili Hidayet Kılınç’ın, Belediyelerin Faiz Borçlarının Affı Hakkında Kanun Teklifinin (2/427), İçtüzüğün 37 nci Maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği,

Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız’ın, Devlet Memurları Kanununa Ek Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/5), İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesinin ise, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği,

Açıklandı.

Sosyal Sigortalar Kanunu ile Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/662) (S. Sayısı : 427) görüşmelerine devam olunarak 5 inci maddesine kadar kabul edildi.

31 Mayıs 2000 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşime 23.12’de son verildi.

Murat Sökmenoğlu

Başkanvekili

Tevhit Karakaya Mehmet Ay

Erzincan Gaziantep

Kâtip Üye Kâtip Üye

 

No. : 144

II. – GELEN KÂĞITLAR

31.5.2000 ÇARŞAMBA

Sözlü Soru Önergeleri

1. – Şanlıurfa Milletvekili Muzaffer Çakmaklı’nın, kuraklıktan zarar gören çiftçilere tohum ve gübre yardımı yapılıp yapılmayacağına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/718) (Başkanlığa geliş tarihi :30.5.2000)

2. – Şanlıurfa Milletvekili Muzaffer Çakmaklı’nın, kuraklıktan zarar gören çiftçilerin Ziraat Bankasına olan borçlarına ilişkin Devlet Bakanından (Recep Önal) sözlü soru önergesi (6/719) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.5.2000)

3. – Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek’in, 27-28 Mayıs 2000 tarihinde yapılan açık lise sınavlarında Ankara Ayrancı Lisesinde bazı öğrencilerin sınava alınmadığı iddiasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/720) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.5.2000)

Yazılı Soru Önergeleri

1. – Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç’un, Trabzon’da yerel bir gazetede yayımlanan “Bayındırlık İhaleleri MHP’lilerin” başlıklı habere ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2136) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.5.2000)

2. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, belediyelere tahsis edilen araçlara ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru önergesi (7/2137) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.5.2000)

3. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, Âfet Fonu kapsamına alınan belediyelere ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2138) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.5.2000)

4. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, Bakanlık fonlarından belediyelere gönderilen paralara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2139) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.5.2000)

5. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, haklarında soruşturma açılan belediye başkanı olup olmadığına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2140) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.5.2000)

6. – Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç’un, Galatasaray-Leeds United maçı öncesi meydana gelen olaya ve sorumlularına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2141) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.5.2000)

7. – Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun, vücudunda mermi bulunan bayan tutuklunun tedavi ettirilmediği iddiasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2142) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.5.2000)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

31 Mayıs 2000 Çarşamba

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Mehmet AY (Gaziantep), Tevhit KARAKAYA (Erzincan)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 102 nci Birleşimini açıyorum.

III. – Y O K L A M A

BAŞKAN – Ad okunmak suretiyle yoklama yapılacaktır; sayın milletvekillerinin, salonda bulunduklarını yüksek sesle belirtmelerini rica ediyorum.

(İzmir Milletvekili Hayri Diri'ye kadar yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Sayın Dışişleri Bakanının, İçtüzüğün 59 uncu maddesine göre, son dönemlerde gerçekleştirdiği temaslar ve diğer gelişmeler hakkında söz talebi vardı. Gündeme geçmeden önce, Sayın Bakana söz verip, diğer gruplara da 10'ar dakika konuşma hakkı tanıyacaktım; ancak, Sayın Bakan bir tezkere gönderdi, gündemdışı konuşmalara cevap vermekle yetiniyor.

Arz ederim efendim.

Gündemdışı konuşmalara geçiyorum...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Anlamadık Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, Sayın Bakan, İçtüzüğün 59 uncu maddesine göre söz istemişlerdi, dış politika hakkında Yüce Meclimize malumat vereceklerdi.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Yazıyı aldık Sayın Başkan.

BAŞKAN – Ama, Sayın Bakandan bir tezkere aldım; tezkeresinde diyorlar ki... Okuyayım, zapta geçsin efendim...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Hayır, birinciyi de okuyun da efendim, ondan sonra ikinciyi okuyun.

BAŞKAN – Birinci hangisi efendim?!

TURHAN GÜVEN (İçel) – Yani, işin ciddiyetini ortaya koyma bakımından...

BAŞKAN – Ben de onun için söylüyorum efendim, özellikle de onun için yapıyorum.

Sayın milletvekilleri, hükümet adına, Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in, İçtüzüğün 59 uncu maddesine göre, son dönemlerde gerçekleştirdiği temaslar ve diğer gelişmeler hakkında söz talebi vardı. Gündeme geçmeden önce, bu talebi yerine getirecektim. Sayın Bakanın açıklamasından sonra da, istemleri halinde, parti gruplarına ve grubu bulunmayan milletvekillerinden birine söz verecektim. Ancak, Sayın Bakandan bir tezkere aldım; aldığım tezkereyi okuyorum:

"Bugünkü oturumda gündemdışı konuşmalarda dış siyasetin yer alması nedeniyle, hükümet adına cevap vermemi, bu nedenle daha önce yapmış bulunduğum gündemdışı konuşma talebimi geri çekmemi bilginize sunarım.

Saygılarımla.

İsmail Cem

Dışişleri Bakanı"

Tabiî, Sayın Bakanın İçtüzüğün 59 uncu maddesine göre istediği söz başka şey, sayın milletvekilimizin Ermeni meselesiyle ilgili gündemdışı konuşması başka şey.

Şimdi, gündeme geçmeden önce, üç arkadaşımıza gündemdışı söz vereceğim...

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Sayın Başkan, affedersiniz...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; dış politika, Türkiye’nin en önemli ve hassasiyet gösterilmesi gereken hayati bir konusudur...

BAŞKAN – Aynı kanaatteyim efendim.

M.NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Sayın Bakanın, şimdiye kadar Meclise bilgi vermeyişi ve bugün Meclise dışpolitika konusunda ve son gelişmelerle ilgili olarak... Çünkü, Türkiye’nin pek de lehine olmayan son derece önemli gelişmeler cereyan etmekte. Bu son derece önemli gelişmeler karşısında; Sayın Bakanın, Türkiye Büyük Millet Meclisine gösterdiği bu saygı dolayısıyla, hakikaten memnun olmuştuk, mutlu olmuştuk; ama, şu anda zatıâlinizin buyurduğu veçhile, kendilerinin bu kararından vazgeçmesi bizi son derece üzüntüye sevk etmiştir...

BAŞKAN – Meclis Başkanı olarak beni de üzüntüye sevk etti efendim.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Çünkü, eğer, ülkeleri ayakta tutan ve dolayısıyla ülkelerin gücünü gösteren bir millî politika, kendi millî meclislerinde bilinmiyorsa ve o politika kendi millî meclislerinde onaylanmıyorsa, o politika, dışpolitika değildir. Bu sebeple üzüntülerimizi belirtiyor, saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

O zaman, müsaade edin de efendim, Meclisin Başkanı olarak size bir şey arz edeyim:

Sayın milletvekilleri, Avrupa Birliğine -ne olursa olsun, hangi koşullarda olursa olsun- girme tutkusuna karşı atılan adımlar Türkiye Büyük Millet Meclisini az da olsa rahatlatmıştır; çünkü, Avrupa Birliğine girmeyi istemek, bunun için her alanda gerekli hazırlıkları yapmak başka, sorumlu-sorumsuz, yetkili-yetkisiz, önüne gelen Avrupa Birliği mensuplarının, yerli yersiz, bilmeden görmeden, Türkiye şartlarını göz önünde tutmadan, sormadan, yüzümüze "insan hakları, insan hakları" diye haykırarak millî onurumuzla oynamaları başka şeydir. İnsan hakları, Türkiye'nin, Avrupa Birliğine girsek de girmesek de en öncelikli meselesidir; çünkü, kendi insanına değer vermeyen devlet olamaz.

Avrupa Birliğinin insan hakları tarifi ve kanunî mevzuatı hâlâ yoktur, malumlarınız. Vaktiyle Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan ve kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre; ama, daha çok işlerine geldiği ölçüler içerisinde hareket kabiliyeti vardır. Ölçü, ülkesine, işlerine geldiğine göre değişir; kriterler, standartlar ayrı ayrıdır. Bu sözleşme, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi diye tanımlanan otoritenin çeşitli kararlarının oluşturduğu içtihatlarla kapsamını da giderek genişletmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak bunu bilerek hareket edelim ve Sayın Milletvekilimizin ifade ettiği gibi, dışpolitikada da, bu konularda bilgi vermek isteyen Dışişleri Bakanını büyük bir heyecanla bekliyorduk.

Bendeniz, geçen gün bir gündemdışı konuşmayla ve arkadan da bir yazılı soruyla Avrupa Birliğinde Türkiye'nin aşamasını sormuştum. Sebebine gelince: Arkasına meclisleri almayan dışpolitikanın, hükümetlerin elastikiyet kabiliyetlerini kaybedeceği bir gerçektir. Sayın Bakan bize verdiği bu müjdeyle, bir genel görüşme havası içerisinde bütün grupların her birinin 10'ar dakika konuşma haklarını kullanabilecekleri bu imkânı bize vermişlerdi; ama, hangi sebepten bilemiyorum, bundan imtina ettiler.

Sayın milletvekilleri, Alman Dışişleri Bakanı Fischer'in ortaya attığı "Federal Avrupa" tabiriyle, çekirdek ülke kavramları, yeni konseptin bir başka tezahürü olarak karşımıza bugünlerde çıkmaktadır. Sanki Avrupa, 1957 Roma Anlaşması gününe gidiyor gibi.

Bütün bunlar ortada iken, Sayın Bakanın, sadece bir arkadaşımızın Ermeni soykırımıyla ilgili yapacağı konuşmaya cevap vermek istemesinin hayret verici olduğunu ifade ediyorum; hislerinize de tercüman olduysam, teşekkür ediyorum efendim. (MHP, ANAP, FP ve DYP sıralarından alkışlar)

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Sayın Başkan, sizi teyiden ilave olarak bir şey daha söyleyeyim. Bugün Fischer'in de üzerinde durarak ve altını çizerek söylediği konuda, NATO üyesi olan bir Türkiye, Helsinki Nihai Senedinin 27 nci maddesinde belirtildiği üzere kurulan Avrupa Savunma Konseptinde, maalesef, yer almamaktadır. Bu, Türkiye için fevkalade tehlikeli durumlar meydana getirecektir. Onun için, Sayın Bakanın, bu konuların üzerinde önemle ve hassasiyetle durarak ve Meclise gösterdiği saygı dolayısıyla, gelip burada bu konuları açıklaması gerekirdi.

Kaldı ki, Ortaasya Türk devletleri, son derece, tamamen politikanın dışına bırakılmıştır ve dün, Kazakistan Kültür Bakanının da, bütün televizyonların önünde altını çizerek yapmış olduğu konuşma da Türkiye açısından fevkalade düşündürücüdür. Onun için, sizin duygularınıza iştirak ediyorum ve teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum.

Efendim, yine de Sayın Bakan fikrinden cayar ümidiyle -bu benim hakkım biliyorsunuz, Sayın Bakana gündemdışı söz verme hakkım var- önce, gündemdışı söz isteyen sayın milletvekillerine söz vereceğim; Sayın Bakan gelir de 59'a göre söz isterse, gruplara bu imkânı tanıyacağım.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim...

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan...

BAŞKAN – Efendim, duyulmuyor... Lütfeder misin, mikrofonla... Zabıtlara da geçsin efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Tamam, teşekkür ederim.

Muhterem Başkan, birçok arkadaşımız konuşmaların yarısında salona intikal ettiler; kimin ne beyanatı oldu, bu hassasiyetin sebebi nedir, bunu, diğer milletvekili arkadaşlarımız ve bendeniz de -başında yetişemedim- bilirsek, lütfederseniz memnun oluruz.

BAŞKAN – Estağfurullah.

Efendim, Sayın Bakan İçtüzüğün 59 uncu maddesine göre dış politikalarla ve son gezisiyle ilgili malumat vereceklerdi. Malumunuz, 59 uncu maddeye göre, ben de, gruplara 10'ar dakika, grubu olmayan sayın milletvekillerine de 5 dakika süre vermek suretiyle, bir öngörüşme gibi, epeydir bilgisiz olduğumuz dışpolitika konusunda bilgilenecektik; ama, Sayın Bakan, bir tezkere gönderdi; o tezkereyi bir daha okuyayım efendim...

DEVLET BAKANI EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) – Sayın Başkan, niye yeniden okuyorsunuz? Ondan sonra, gece 11'den sonra kanun çıkarmaya çalışıyorsunuz. Böyle bir usul var mı?!

BAŞKAN – Efendim, istedi malumat veriyoruz!..

ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Niye zamanında gelmediler? Her sonradan gelene yeniden izahatta mı bulunacaksınız?

BAŞKAN – Sayın Bakan "dışişleriyle ilgili bir gündemdışı konuşma var, ona cevap vereceğim. 59'a göre olan hakkımı geri çekiyorum" diyor.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Teşekkür ediyorum.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, olur mu öyle şey?!

BAŞKAN – Efendim, gündemdışı ilk söz, Durançam, Köroğlu (Sevimli) ve Burmadere Barajları hakkında söz isteyen, Ardahan Milletvekili Sayın Saffet Kaya'ya aittir.

Buyurun Sayın Kaya. (DYP sıralarından alkışlar)

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Ardahan Milletvekili Saffet Kaya’nın, Durançam, Köroğlu ve Burmandere Baraj Projelerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Edip Safder Gaydalı’nın cevabı

SAFFET KAYA (Ardahan) – Çok değerli Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; bölgemin sorunlarıyla ilgili huzurunuzda söz almış bulunmaktayım. Konuşmama başlamadan önce, hepinizi, en derin saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Başbakanımız, daha evvel 20 nci Dönem Parlamentosunda görev yapan ve kamuoyundan Parlamentomuzu çok yakinen takip eden ve doğu ve güneydoğuyu içeren bir konuşma yapmışlardı. Bu konuşmada, atıfta bulunarak, doğu ve güneydoğu için bugüne kadar yapılan yatırım paketlerinden maalesef sonuç alınmadığını, sonuç alınmadığı vesile benim açıkladığım bu paketin doğu ve güneydoğu için çok önemli olduğunun altını çizerek, burada, Türk Halkına, Yüce Parlamentoya seslenmişti hükümet olarak, 56 ncı azınlık hükümetinin başbakanı olarak ve o günkü paketin içeriğinde de, doğu ve güneydoğunun kalkınması noktasında, 30 trilyon liraya yakın bir yatırımın o bölgeye mal edileceğinin altını çizmişti. Maalesef, Sayın Başbakanımız, aradan birbuçuk yıl geçmesine rağmen, böyle bir paketi, doğu için, güneydoğu için, kalkınmada öncelikli iller için yerine getirmemiştir.

Buradan, Sayın Başbakana sesleniyorum, 57 nci hükümete sesleniyorum, doğu ve güneydoğudaki makûs talihi yenmenizin, artık, ne zaman üzerinde duracaksınız?.. Doğu ve güneydoğu, bugün, kaderiyle başbaşadır; hayvancılık perişandır, esnaf perişandır, çiftçi perişandır ve bölgedeki yatırımlar durmuştur. Yaptığınız 3 yıllık bütçelerde, 1997, 1998, 1999, 2000 yılı bütçelerinde, bölgede yatırım yoktur.

Sayın bakanlarımıza sesleniyorum, Başbakana sesleniyorum; bu afakî sözünün ne zaman sahibi olacak? Çünkü, bölge, bugün, gerçekten, hizmet bekliyor.

Ardahan İlimde, benim eserim olan ve daha evvel de, 1996'da, Doğru Yol Partisi döneminde, Plan ve Bütçeden, bizatihi, önergeyle geçirdiğim bir baraj projemiz var. Bu baraj projemiz, Durançam, Beşikkaya, Köroğlu ve Burmadere ile ilgili 52 000 hektarlık alanın sulanmasıyla eşdeğer bir proje. 1996 yılında, bu projeyi, Plan ve Bütçeden geçirmişiz; Saffet Kaya imzasıyla Plan ve Bütçede kabul görmüş. Bununla birlikte, yine, Ulaştırma Bakanlığı bütçesi içinde, stol tarzı bir havalimanının yapılması, 1996 yılında, Doğru Yol Partisi hükümeti döneminde kabul görmüş. Onunla birlikte, yine benim imzamla, 1996 yılında bütçeye geçirilmek koşuluyla, Devlet Planlama ve Yüksek Planlamadan geçen, önümde, organize sanayi sitesi ve küçük sanayi siteleriyle ilgili projem var 1996'dan beri bekleyen. Bölgemin hayatî sorunlarını içeren ve bölgemde gerçekten can damarı olabilecek projeler.

55 inci hükümet, Anasol-D Hükümeti, azınlık DSP Hükümeti, Anasol-M Hükümeti döneminde oluşturulan bütçelerde, bu 3 büyük projeye yatırım konulmadı. Ben, buradan hükümete sürekli seslendim. Bu projelerin, bölgem adına, çok ciddî elzemiyeti var ve ciddi bir önemi var. Maalesef, bunlar yapılmadığı gibi, doğumuzun, Ardahanımızın kaderini ilgilendiren, çok önemli olarak addedilen sınır ticaretini de 57 nci hükümet 2001 yılında tamamıyla kaldırıyor.

Doğuda, Ardahan'da göç en başta. Doğunun kaderi zaten kalkınmamış iller arasında ve bunun sıkıntılarına karşın 57 nci hükümet sınır ticaretini de Ardahan'ın elinden gasp ederek alıyor.

Ben buradan Sayın Başbakana, sayın bakanlara sesleniyorum, o bölgede yaşayan insanlar bizim insanımız değil mi? O bölgede göç varsa o bölgenin sorunu olarak mı kabul ediyorsunuz? Orada göç varsa o göç Ardahan'ın, doğunun sorunu değil Türkiye'nin sorunudur. Orada yatırım yoksa, orada istikrarsızlık varsa o sorunu Ardahan'ın sorunu değil Türkiye'nin sorunu olarak kabul etmek ve bu şekilde politika gütmek zorundasınız.

Şimdi ben buradan Sayın Başbakana, 57 nci hükümete bir davetiye çıkarıyorum: Diyorum ki, birbuçuk yıl önceleri açıkladığınız 30 trilyonluk paketi bir an önce o bölgeye mal edin.

Bugün, gerçekten, ordumuz sizin görevinizi, hükümetin görevini yapıyor. Ordumuz bugün sağlık işleriyle, eğitimle, tarımla ilgileniyor. Peki, hükümet olarak siz ne yapıyorsunuz? Sayın hükümete, Sayın Başbakana sesleniyorum, Avrupa Birliğine giderken, Avrupa Birliğine giriş sürecinde, artık, ordumuzun bu noktada kendisini, gerçekten, iç ve dış güvenliğe vermesi gerekirken niçin hükümetin boşluğunu doldurmaya kalksın, niçin, kesinlikle, sağlık işleriyle, hayvancılıkla, tarımla uğraşsın. Bu, başta hükümetin aczidir ve bir an önce oradaki boşluğu hükümet, sivil otorite doldurmak zorundadır; doldurmadığınız sürece Avrupa Birliğine geçişi tamamlayamazsınız, eksik kalırsınız. Zaten notunuz kıttır, notunuz koca bir sıfırdır.

Gerçekten, bölgemizde yapılacak çok ciddi hizmetler var; benim, bugün Ardahan ilimde, doğu ve güneydoğuda doktor yok. Bunu, doğu ve güneydoğuda yaşayan çok değerli vatandaşlarımız bildiği gibi, buradaki çok değerli milletvekillerimiz de biliyorlar. Hizmet yok, hizmet gitmedi, bir ile çivi dahi çakılmadı. Bunu, gerçekten, içimize sindirmemiz mümkün değil değerli arkadaşlar. Gelin, kalkınmamış olan bölgelerde, kalkınmamış olan illerde, gerçekten, kalkınma hamlesini gerçekleştirelim.

Doğrudur, cumhuriyet tarihinden bugüne kadar, bana göre en başarısız hükümet bu hükümet olmuştur. Zamda başarılı zamda olmuştur, çiftçiyi perişan etmekte başarılı olmuştur, esnafı yok etmekte başarılı olmuştur. Altını çiziyorum, kesinlikle... (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

Gidin, halkın arasına girin, halkla konuşun ve halk, size, bununla ilgili feryadını, serzenişini dile getirecek.

Ben, bugün bölgeme gittiğimde -yakında Ardahan İline gideceğim- halkımıza hizmetin gelmemesi noktasında halkımızın ıstırabını çekeceğim.

O bakımdan, Değerli Bakanımızdan da istirham ediyorum -Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız yok, herhalde, Değerli Bakanım cevaplandıracak- bir an önce, bizim bu Ardahanımızın kaderini ilgilendiren, Durançam Projemizi, eski adıyla Köroğlu, yeni adıyla Sevimli Barajı Projemizi, 4 projemizi, elektrik ve sulama projelerimizi ödenekle destekleyerek, o bölgede tarımın desteklenmesini ve iklim şartlarının değişmesini, bölgenin daha da okozyon bir hale gelmesini sağlayacak desteklerini ve himmetlerini hükümetten özellikle istirham ediyorum, Sayın Bakandan istirham ediyorum. Bu hizmetlerin takipçisi olacağımı huzurunuzda bir kez daha bu vesileyle arz ediyorum.

BAŞKAN – Bitirin lütfen...

SAFFET KAYA (Devamla) – Herhalde söz hakkımı aştım, Sevgili Başkanımın müsamahasına çok teşekkür ediyorum.

Hükümete bir kez daha sesleniyorum. Lütfen, yatırımları bölgelerimize kaydıralım. Doğrudur, 81 ilimizi de ayırmayalım; ama, kalkınmamış olan illerimize de... Hiç şüphesiz... Doğuda kişi başına 3 milyon lira yatırım düşüyorsa, batıda 1 kişiye 150 milyon lira düşüyorsa...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SAFFET KAYA (Devamla) – ... bu haksızlıktır; bu, Anayasaya da ters, vicdanımıza da ters, hükümet politikalarına da ters.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaya.

Gündemdışı ikinci söz...

DEVLET BAKANI EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) – Sayın Başkan, cevap vereceğim...

BAŞKAN – Öyle mi efendim?.. Siz "uzatmayın" dediğiniz için, hiç bakmadım o tarafa efendim.

Buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ardahan Milletvekilimiz Sayın Saffet Kaya'ya, gündemdışı konuşmalarından dolayı teşekkür ediyorum. Kendileri, hem 20 nci Dönem hem 21 inci Dönemde Ardahan Milletvekili olarak Ardahanlıları burada gururla temsil etmektedirler. Hakikaten, Ardahanlıların sorunlarını Türkiye Büyük Millet Meclisine taşıyıp, onların dertlerine çare olmaya çalışan değerli bir milletvekilimiz; ama, sayın milletvekilimizi, tabiî, biraz geçmişe, 1991 ve 1998 yılları arasındaki Türkiye ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun haline çekmek istiyorum; biraz nostalji yapıp o zamanı düşünsünler. Kendileri de dahil, Kars'tan Ardahan'a giderken güvenlik almadan ve günün belirli saatlerinde, gece dahi, seyahat edilemez bir konumdan Türkiye'yi, 55 inci cumhuriyet hükümetinden başlayarak getirdiğimiz noktadan ötürü, Sayın Kaya'nın bize teşekkür etmesini beklerdik.

Hükümetimizin birinci sıradaki öncelikli meselesi can güvenliği meselesidir. 55 inci cumhuriyet hükümetiyle başlayan ve 56 ve 57 nci cumhuriyet hükümetleriyle devam eden terörle mücadele kapsamında, Türkiye'de, Edirne'den Ardahan'a kadar vatandaşlarımızın, 65 milyon insanımızın can güvenliği problemi kalmamıştır.

Sayın milletvekili, bundan sonraki dediklerinde haklıdır. Önemli olan, o bölgeyi, tüm Türkiye'nin gelişmekte olan azgelişmiş bölgelerini ayağa kaldırmaktır. 57 nci cumhuriyet hükümetinin o konuda da başarılı olacağından eminiz. Müsterih olsunlar diyorum.

Değerli arkadaşlarım Aras Havzasında yer alan birkaç proje hakkında da bilgi istediler. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız önemli bir toplantıda olduğu için, izin verirseniz onun adına kendilerine ben cevap vermek istiyorum.

Bu proje, Ardahan İli ile Göle ve Hanak ilçelerindeki ovaların tamamını kapsamaktadır . Aras Nehrinin önemli yan kollarından olan Kura Nehri, projenin anasu kaynağını teşkil etmektedir.

1984 yılında öninceleme çalışmaları tamamlanmış olan Kura Projesi kapsamında membadan mansaba doğru Durançam, Beşikkaya, Burmadere ve Köroğlu (Sevimli) Barajlarının yapımı ile Göle, Ardahan ve Hanak Ovalarının sulanması yanında, hidroelektrik enerji üretilmesi planlanmış bulunmaktadır. Daha sonra, projenin master olan çalışmalarının ihale yoluyla, özel müşavirlik firmalarına yaptırılmasına karar verilmiş olup, söz konusu işin ihalesi 1997 yılında yapılmıştır. 2001 yılı şubat ayında bitirilecek şekilde sürdürülmekte olan bu çalışmalar kapsamında, barajlar ve Kura Havzasındaki enerji tesisleri planlama; sulama ve Beşikkaya Barajından Çoruh Havzasına aktarılacak suyla tesisi öngörülen enerji tesisleri ise, öninceleme revizyonu olarak yapılmaktadır.

Proje kapsamında yapımı öngörülen tesislerle ilgili özet bilgiyi de sunmak istiyorum. Durançam Barajı, Kura Nehrinin yan kolu olan Kür Çayı üzerinde dere yatağından 19 metre yüksekliğinde, 70 000 metreküp gövde dolgusuna sahip olan 34 hektometreküp su depolama hacimli toprak dolgu tipinde barajda düzenlenecek sularla Göle Ovasında 24 800 hektar arazinin sulanması öngörülmüştür.

Beşikkaya Barajı, Kura Nehri üzerinde dere yatağından 89,50 metre yüksekliğinde, 4,4 hektometreküp gövde dolgusuna sahip toplam 240 hektometreküp su depolama hacimli kaya dolgu tipinde barajda düzenlenecek sularla Ardahan Ovasında 21 724 hektar arazisinin sulanması yanında, bu baraj rezervuarından 13 kilometrelik tünelle Çoruh Havzasına aktarılacak 221 hektometreküp su ile bu havzada tesis edilecek 100 megavat kurulu gücündeki İncilitaş Hidroelektrik Santralında 418 gigavat/saat, 60 megavat kurulu gücündeki Harmanlı Hidroelektrik Santralı 361 gigavat/saat ve Çoruh Havzasında yer alan ve denize kadar olan diğer tesislerde 202 gigavat/saat olmak üzere, yılda toplam, 981 gigavat/saat hidroelektrik enerji üretimi öngörülmüş bulunmaktadır.

Burmadere Barajı ise, Kura Nehrinin yan kollarından Hanak Çayı üzerinde dere yatağından 27 metre yüksekliğinde, 280 000 metreküp gövde dolgusuna sahip toplam 6 hektometreküp su depolama hacimli toprak dolgu tipinde barajda düzenlenecek sularla Hanak Ovasında 4 146 hektar arazinin sulanması öngörülmüştür.

Köroğlu, bir diğer ismiyle Sevimli Barajı ise, Kura Nehri ana kolu üzerinde, Ardahan kent merkezi mansabında, Sevimli Köyü mevkiinde yapımı planlanan dere yatağından 136 metre yüksekliğinde 8,7 hektometreküp gövde dolgusuna sahip, toplam 292 hektometreküp su depolama hacimli kaya dolgu tipinde barajda düzenlenecek olan suların, 13 kilometre uzunluğundaki bir tünelle Akıncı mevkiine düşürülerek, tesis edilecek 150 megavat kurulu gücündeki Akıncı Hidroelektrik Santralı da, yılda, toplam 443 gigavat/saat enerji üretilmesi, ön inceleme çalışmalarında öngörülmüş idi.

Ancak, sürdürülmekte olan master plan çalışmaları kapsamında, planlama seviyesinde incelenen Köroğlu Barajında düzenlenen suların 13 kilometrelik tünel yerine, 4 kilometrelik bir tünelle düşürülerek, Kotanlı Hidroelektrik Santralının yapılması, bu hidroelektrik santralın çıkışında ise, Kayabeyi Barajının inşa edilerek, yine, bu barajda düzenlenecek suların ikinci bir tünelle, daha önce planlanmış olan Akıncı Hidroelektrik Santralı yerine düşürülmesi suretiyle enerji üretilmesi öngörülmektedir.

Bu durumda, 44 megavat kurulu gücündeki Kotanlı Hidroelektrik Santralında 178 gigavat/saat ve 77 megavat/saat kurulu gücündeki Akıncı Hidroelektrik Santralında 232 gigavat/saat olmak üzere, toplam 121 megavat kurulu güçle, yılda toplam 410 gigavat/saat enerji üretilmesi planlanacak ve projenin aşamalı olarak daha kısa sürede yapımı mümkün olabilecektir.

Son baraj olan Gürtürk barajı ise, yapılmakta olan master plan çalışmalarında, Kayabeyi Barajı mansabında, Gürcistan sınırında Gürtürk Barajı ve Hidroelektrik Santralı isimli yeni bir barajın da yapılması öngörülmektedir.

Dere yatağından 107 metre yükseliğinde, 5,2 hektometreküp dolgu hacimli kaya dolgu tipinde ve 221 hektometreküp toplam su depolama hacimli barajda düzenlenecek sularla, 45 megavat kurulu gücündeki hidroelektrik santralı da, yılda toplam 151 gigavat/saat enerji üretilmesi planlanmaktadır. Bu baraja ait çalışmalar, ön inceleme seviyesinde yapılmaktadır.

Kura Projesi kapsamında yapımı önerilen tesislerle toplam 50 670 hektar alanın sulanması yanında, 326 megavat kurulu gücündeki hidroelektrik santrallarda, yılda toplam 1 542 gigavat/saat hidroelektrik enerjisi üretilmesi mümkün olabilecektir.

Sürdürülmekte olan master plan çalışmaları kapsamında yapılan ilk hesaplamalara göre, 1999 yılı birim fiyatlarıyla, Kura Projesinin toplam proje bedeli 240 trilyon TL, rantabilitesi 1,9 ve yüzde 15,7'dir.

Değerli arkadaşlarım, enerjiyle de ilgili olmasa dahi, Tekel Genel Müdürlüğüne bağlı Kristal Tuz Genel Müdürlüğü Kağızman -bölge itibariyle söylüyorum, Ardahan'a bağlı olmasa da- Tuz Fabrikası da iki ay içerisinde yeniden açılacaktır.

Bilgilerinize arz ederim efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

SAFFET KAYA (Ardahan) – Sayın Başkanım, bir saptama yapabilir miyim müsaade ederseniz.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

SAFFET KAYA (Ardahan) – Değerli Bakanıma çok teşekkür ediyorum, gerçekten, doyurucu ifadeleri oldu; ancak, bir noktayı, müsaade ederse arz etmek istiyorum: Ardahan İlinde, yıllardan beri huzur vardır, kardeşlik vardır, sevgi vardır. Ardahan, il olarak, 81 il içinde en huzurlu illerden birisidir. Ardahan, bu konuda, devletine, milletine çok bağlıdır, onun altını çizmek istiyorum.

Yalnız, bu, bahsi geçen proje de, 1996'dan beri Plan ve Bütçe Komisyonundan bizzat benim imzamla geçen proje olması nedeniyle, beş yıldan beri, daha fizibilite çalışmalarının bitmediği noktasında, Değerli Bakanımızın himmetine ihtiyacımız var, saygı sunuyorum kendisine, sağ olsun.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim, sağ olun.

Gündemdışı ikinci söz, ülkemizin sağlık sorunları hakkında söz isteyen, Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey'e aittir.

Buyurun Sayın Günbey. (FP sıralarından alkışlar)

2. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, Türkiye’nin sağlık sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün ülkemizdeki en önemli meselelerimizden biri de sağlık hizmetlerindeki yetersizliktir. Hizmeti verenler de, hizmeti alanlar da durumdan memnun değillerdir. Bunun en önemli nedeni, sağlık alanındaki organizasyon bozukluğu, yetkilerin merkezde toplanması ve bütçeden sağlığa ayrılan payın yeterli olmamasıdır.

Son günlerde, bu olumsuzluklara, sayın hükümetimiz sayesinde yeni birtakım sorunlar daha ilave olmuştur. 1981 yılında çıkarılan 2514 sayılı Mecburî Hizmet Yasasıyla, yeni mezun olan doktorlar, her ay kurayla ihtiyaç olan illerimize atanıyordu. 1995 yılında 548 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle bu kanun ertelendi ve bu süre 27.3.2000 yılında bitti. Şimdiye kadar ihtiyaca göre doktor tayini yapılmaktaydı. Bir süreden beri de, doktor atamaları, bu yasal mevzuattaki çelişki gerekçe gösterilerek yapılmamaktadır.

Bundan en fazla etkilenen ve şikâyetçi olan kurum ise SSK hastaneleridir. Hastanelerin önündeki kuyruğa rağmen, 3 000'den fazla doktorun tayini yapılmamakta ve ihtiyaç giderilmemektedir. İhtisası biten doktorlar tayin yaptıramadıklarından, yeni gelecek asistanlara kadro boşaltamamaktadırlar. Haziran sonunda en az 6 000 hekim mezun olacak ve göreve başlayamayacaktır. Sayın hükümet, bu sorunu bir an önce çözmelidir.

Son günlerde tanık olduğumuz bir başka olumsuzluk da, sayın bakanların, basın mensuplarını arkalarına takarak, âdeta bir siyasî şov edası içerisinde çok hassas bir konu olan sağlık meselesini istismar etmeleridir. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen, çok büyük bir fedakârlıkla çalışan sağlık personeli, sanki sağlık hizmetindeki bozuklukların müsebbibiymiş gibi gösterilmektedir. Bu, çok tehlikeli bir manevradır ve sağlık çalışanlarının moralini bozmaktadır. Sistemdeki aksaklıklar şov yaparak çözülemez.

Sağlık personelinin maaşları da yetersizdir. Çok uzun, yorucu ve masraflı bir eğitimden sonra doktor olan bir kişi, ayda 300 milyon lira civarında maaş almaktadır. Kiraların, Ankara'da 200 milyon lira olduğu bugünkü şartlarda, doktor, bu maaşla kira mı versin, evini mi geçindirsin, dolmuş parası mı versin, literatür mü takip etsin, kongrelere mi katılsın?!. Bu maaşla ne kadar verimli çalışabileceğini Sayın Hükümetimizin takdirine arz ediyorum. Hemşire ve diğer sağlık personelinin durumu, maalesef, daha vahimdir.

Sayın milletvekilleri, sağlık harcamalarına ayrılan bütçe, yetersiz olduğu gibi, dağınıktır da. Bütün sağlık sistemi ve kurumları bir çatı altında toplanırsa, organizasyonun daha iyi olacağını düşünmekteyim.

Sağlık yatırımlarına ayrılan pay yetersiz olduğu gibi, bölgeler arasında da dengesizlik vardır. Bir örnek olsun diye söylüyorum: Bu yıl, Diyarbakır İli ve ilçelerine tahsis edilen toplam sağlık yatırım ödeneği, sadece, 500 milyar liradır. Soruyorum Sayın Bakana: Bu parayla hangi yatırım yapılabilir?.. Oysa, Diyarbakır'da cezaevi ve jandarma karakolları için tahsis edilen miktar, 14 kat fazla olup, 7 trilyon liradır. Bu rakamlar bile, hükümetin, bölgeye bakış açısını yansıtmaktadır ve göstermektedir.

Saygıdeğer milletvekilleri, hepinizin malumları olduğu üzere, bugün, ülkemizin ekonomisi, IMF'nin Ankara'da açtığı büro tarafından yürütülmektedir. Hangi kanunlar çıkarılacaksa, bu büro tarafından hazırlanarak Meclise getirilmekte, virgülüne dahi dokunulmadan, geceyarılarına kadar Meclis çalıştırılmaktadır. Kaynaklar ne şekilde harcanacaksa, IMF memurları, Sayın Hükümete ve bakanlara bildirmektedir. IMF reçetelerinin uygulandığı hiçbir ülkeye saadet gelmemiştir, sosyal ve ekonomik dengeler altüst olmuştur. Bugün, maalesef, IMF ve bu hükümet sayesinde tarımımız da yok olmak üzeredir.

Saygıdeğer milletvekilleri, ülkemizde fert başına düşen millî gelir azalmış, büyüme hızı negatife dönmüş, toplum katmanları arasındaki refah payı uçurumlar oluşturmuştur, fakirlik tablosu ortaya çıkmıştır ve korkarım ki, önümüzdeki aylarda bugünleri arayacak duruma geleceğiz. Bir ülkede fakirlik artınca bulaşıcı hastalıklar artar; özellikle, çocuklarda beslenme bozuklukları ortaya çıkar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayın efendim.

Buyurun.

SACİT GÜNBEY (Devamla) – Sokak çocuklarının ve korunmaya muhtaç çocukların sayısı artar. Maalesef, bu göstergeler bugün, geçmiş yıllara göre çok artmıştır. Son yıllarda ülkemizde tüberküloz tekrar hortlamıştır. Şu anda Diyarbakır'daki hastaların çoğu ya beslenme bozukluğundan veya bulaşıcı hastalıklardan hastanelerde yatmaktadır. Sayın hükümeti uyarıyoruz, sıcaklar geldiğinde en azından doğuda bulaşıcı hastalıkların riski artacaktır; çünkü, çok sayıda köyde el yıkayacak su, içecek temiz su bulunmamaktadır.

Sayın milletvekilleri, ülkemizde bebek ve anne ölüm oranları, gelişmiş ülkelerin çok üzerindedir. Maalesef, Güneydoğu Anadolu Bölgemizde bu istatistikler de Türkiye ortalamasının 2 katıdır. Birkaç örnek vermek gerekirse, ülkemizde bebek ölüm oranı binde 40, anne ölümleri yüzbinde 70 iken, bu rakamlar Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 2 kattan daha fazladır.

BAŞKAN – Sayın Günbey, toparlar mısınız efendim...

SACİT GÜNBEY (Devamla) – Bitiriyorum efendim.

Marmara Bölgesinde gebe bir kadının gebeliği süresince herhangi bir ebe veya doktordan sağlık yardımı almama oranı yüzde 17 iken, bu oran Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 4 kat fazladır; yani, yüzde 60'tır; hamile kadınların yalnız başına doğum yapma oranı ise yüzde 40'tır. 10 000 kişiye düşen yatak sayısı batı bölgelerimizde 20 iken, doğu bölgesinde 10'dur. Hekim başına düşen nüfus Türkiye ortalamasında 1 000 iken, Diyarbakırda 3 000'dir.

Sayın milletvekilleri, son olarak şunu ifade etmek istiyorum: Sosyal güvencesi olmayan vatandaşlarımız için de, tez elden, mutlaka sağlık güvencesini çıkarmamız gerekiyor.

Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Günbey.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.

Sayın Konuşmacının ifadelerinin birçoğuna katılıyorum.

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) – Bakan cevap versin.

BAŞKAN – Efendim, Bakan adına cevap vermiyor. Bir şeyi açıklasın.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkanım, bir şey açıklayacağım. Ben Sağlık Bakanına vekâleten konuşmuyorum, asaleten konuşuyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – O da şudur: Grup Başkanvekili olarak diyorum ki, değerli konuşmacı gündemi aldığında görecektir ki, 6 ncı sırada, birçok kurumlarımızı içeren, kadro verilmesi konusunda bir kanun tasarısı vardır. Bu kurumlardan bir tanesi de Sağlık Bakanlığıdır; Sağlık Bakanlığımızın -sayın konuşmacının belirtmiş olduğu- özellikle, başta doktor, ebe ve hemşire ihtiyaçlarını karşılamak üzere 37 000 küsur kadroyu içeren bir kanun tasarısı vardır. İnşallah, cumaya kadar bu hayırlı hizmeti, muhalefetle ve Fazilet Partili değerli konuşmacıyla birlikte gerçekleştireceğiz. En fazla atamaların kendi iline yapılacağına da inanıyorum ve takipçisi olacağıma dair söz veriyorum.

Saygılar sunuyorum Sayın Başkanım, sağ olun.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Günbey, size sataştılar; 61 nci maddeye göre söz vereceğim.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sataşmadım.

BAŞKAN – Efendim, nasıl söz vereceğim? Yapmayın...

Buyurun.

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Benim ifade ettiğim konuyla Sayın Grup Başkanvekilimizin ifade ettiği konu arasında fark var efendim. Şimdiye kadar doktor atamaları yapılıyordu. Doktor atamaları, Mecburî Hizmet Yasası ertelendiği için, kura çekilmeden yapılıyordu; fakat, Sayın Bakan mart ayından itibaren, iki aydır doktor atamalarını durdurmuştur. Bu konunun kadro ihdasıyla alakası yoktur.

Arz ediyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Buyurun Sayın Polat.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkanım, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili hemşerim güzel bir şeye temas etti. Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunda, 37 000 olarak gelen kadronun 50 000'e çıkmasını istedi; fakat, hükümet ortağı partiler buna karşı çıktıkları için kadro 37 000'e düştü. Eğer, bu işte o kadar ısrarlı idiyseler, hükümet olarak, 50 000 kadro getirselerdi ve bütün Türkiye'ye bu kadroları dağıtsaydık diyorum.

Saygılar sunarım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Gündemdışı üçüncü söz, tarihî gerçekler ışığında Ermenilerin yalan iddiaları hakkında söz isteyen Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel'e aittir.

Buyurun Sayın Bozyel. (MHP sıralarından alkışlar)

3. – Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel’in, tarihî gerçekler ışığında, sözde Ermeni soykırımı yalan iddia ve iftiralarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in cevabı

ABBAS BOZYEL (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, burada, sık sık çıktığımız yurt dışında karşı karşıya kaldığımız, gördüğümüz, şahit olduğumuz ve her 24 Nisanda Ermenilerin Türkler tarafından katledildiğine dair uydurulan iftiralar şeklinde Batı kamuoyuna takdim edilen bir hadiseyi, bir milletvekili olarak, dile getirmek istiyorum. Lakin, konuşmamı yapmadan evvel, özellikle 2000 yılının 85 inci yıldönümü olduğu sözde soykırımı iddiaları karşısında Türkiyemizin içerisinde bulunduğu sıkıntılarla ve hemen yanıbaşımızdaki ülkelerin bizim üzerimizdeki siyasetleriyle ilgili, Sayın Bakanımız da hazır buradayken, bir şeyler söylemek, konuşmak istiyorum.

Malumunuz olduğu üzere, Marksist-Leninist ideolojinin çökmesi, bu ideolojinin iflası, yeni bir dirilişe kapı açmıştır; o da, Rusya'nın, Deli Petro siyasetini ve mefkûresini gün ışığına çıkarmış olmasıdır. Bundan dolayıdır ki, hemen yanıbaşımızda, Kafkaslarda, oluk gibi kan akıtılmaya başlanmış; Karabağ'da, özellikle Azerbaycan'ı değil, Kafkaslarda ve Ortaasya'daki birleşik bir Türk kuvveti ihtimalini ortadan kaldırmak için, Dağlık Karabağ işgale uğratılmış; binlerce, onbinlerce insan öldürülmüş, milyonlarca insan Azerbaycan'da kaçkın durumuna getirilmiştir. Hemen yanıbaşımızda, Yugoslavya'da federasyon parçalanmış, Çekoslovakya federasyonu parçalanmış; yanıbaşımızda, Ortadoğu'da, yeni yeni savaşlar oluşmuş ve Türkiye, kendini, birdenbire böyle çok önemli, mühim bir jeopolitik kuşak içerisinde bulmuştur. Herkes biliyor ki, artık, enerji politikalarının, petrol politikalarının konuşulduğu böyle çok mühim bir jeostatejik konumda bulunan Türkiye'nin dışında cereyan eden ve Türkiye'yi hedefleyen bu siyasetler karşısında, sadece iktidarın, sadece muhalefetin değil, basın yayın kuruluşlarının, medyanın ve Türkiye'deki bütün sivil toplum örgütlerinin, bu hadiseler karşısında tavır alması, tepki göstermesi gerekir.

Sayın milletvekilleri, işte bunlardan birisi de, her 24 Nisanı sözde soykırım iddialarıyla, Batı dünyasında ve dünyanın çeşitli ülkelerinde dile getiren Ermenilerin iddialarıdır. Biz, maalesef, her zaman olduğu gibi, bu hadise karşısında da susmayı yeğlemişiz. Bugün susmak, yarın göz yummak politikalarına, göz yummak politikaları da, Allah korusun "ver, kurtul" politikalarına dönüşebilir.

Bu vesileyle, ben, bugün, Yüce Meclis kürsüsünden, Ermeniler tarafından öldürülen, diri diri toprağa gömülen, yakılan, gözleri oyulan, topluca katledilen, köyleri tarumar edilen şehitlerimiz adına konuşmak istiyorum. Zira, onlarca yıl bizimle beraber hür ve tok yaşayan, devlet kademelerinde en üst seviyelerde vazife alan Ermeniler, 1877-1878 Osmanlı (Türk)-Rus Harbinden sonra imzalanan Yeşilköy Antlaşmasının akabinde bizleri, yani Türkleri düşman olarak görmüş ve bu düşmanca eylemleri günümüze kadar devam ettirmişlerdir. Her 24 Nisanda, bütün dünyayı ayağa kaldıracak yalan ve iftiralarla tarihimize, milletimize, bağımsızlığımıza ve toprak bütünlüğümüze saldırmaktadırlar. Erzurum'da, Kars'ta, Van'da, Yozgat'da, Sıvas, Erzincan gibi Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yla beraber serhat ilimiz Iğdır'da ve Azerbaycan'da, Karabağ'da onbinlerce insanı katletmiş bu insanlık düşmanlarına, bazı Batı ülkelerinin, Fransa, İngiltere, Almanya, Avusturya ile beraber İsrail, Lübnan, Amerika, Rusya, İran, Irak ve Suriye gibi devletlerdeki resmî ve gayriresmî güçler tarafından da desteklenmesinin üzerinde birazcık düşünmek gerekiyor. Türkiye'ye yönelik bölücü, yıkıcı tüm terör örgütleri, ülkemizin parçalanmasından medet uman dışgüçlerce organize edilmekte, planlanmakta ve desteklenmektedir.

Anadolu'da geçen bin yıllık hayatımızda büyük medeniyetlere mührünü vurmuş, çeşitli soy ve dinlere sahip toplulukları insanca ve özgürce yaşatmış milletimizin ve devletimizin, 21 inci Yüzyılda, hâlâ, aynı entrika ve oyunlarla karşı karşıya kalması "yeni dünya düzeni" adı altında ortaya çıkan güçlerin bu emellerinden vazgeçmediğini ortaya koymaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ABBAS BOZYEL (Devamla) – Lakin, gerçekleri ortaya koyacak, dünya kamuoyunu aydınlatacak, bilgilendirecek yeterli millî araştırma ünitelerinin olmayışı, arşiv çalışmalarının yapılmayışı, her sahada söz sahibi uzman, araştırmacı ve tarihçilerin görevlendirilmeyişleri, Ermenilerin katliamlarını dünyaya takdim edecek sinema ve televizyonlarda gösterilecek filmlerin yapılmayışı ve bunun gibi belgesellerin hazırlanmaması, bizi, haklı davamızda yalnızlığa itmektedir.

Bu olur olmaz iftiralar karşısında susmak olmaz. Hepimizce malumdur ki, Ermeni davasını yönlendiren güçler, bu haksız ve mesnetsiz iddialarını tehlikeli bir boyutta sürdürmekteler ve bunu bir Hıristiyan-Müslüman meselesi haline getirmek istemektedirler. 100'e yakın devlet adamımızın Batı'da Ermeni teröristlerce öldürülmesine rağmen, hâlâ, Batılı ülkelerin parlamentolarında, Türkiye'ye ve Türk'e düşmanlık kusan Ermenilerin iddiaları gündeme alınıyorsa, Lübnan'da, sözde dostumuz İsrail'de, "Türkler 1,5 milyon Ermeniyi katletmiştir" iftirası okul kitaplarına girecektir tavrı ortaya konuluyorsa ve bizim suskunluğumuz devam edecek, basın yayın kuruluşlarından, medyadan, iş dünyasına varıncaya kadar susacaksak, biz siyasîler, yurt içinde ve dışında, bu tür mevzuları gündeme getirecek davranışları sergilemeyeceksek, Dışişlerimiz, bu ülkelerin geleceğimizle, toprak bütünlüğümüzle ve itibarımızla oynayan tutumları karşısında susacak ve en azından bir protesto dahi sergilemeyecekse, korkarım ki, dünyada, gerçekten, Ermenilerin katledildiğine inanan bir kuşak, bir nesil yetişecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son sözlerim olarak, Ermenistan'da sertlik yanlısı Robert Koçaryan'ın iktidara gelmesiyle ve 2000 yılının sözde soykırımın 85 inci yıldönümü olması nedeniyle ülkemizi çok ciddî bir şekilde, aktif bir aleyhte kampanyayla karşı karşıya getiren bu programlanmış davranış karşısında, Ermenilerin ciddî bir şekilde uyarılması gerekir. Bugün, susmak ve nasıl olsa globalleşen dünyada önemimiz anlaşılır diye beklemek beyhude bir umuttur.

Çeçenleri tarih sayfasından silmek isteyen Rusların Kafkaslardaki en büyük kozu ve kartı olan Ermeniler, Anadolu topraklarından pay istemektedirler; ama, onlar ve bütün dünya bilmelidir ki, herkesle hem lokmamızı hem yüreğimizi paylaşırız; ama, vatandan pay olmaz, pay isteyenler payidar olmaz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Bakan cevap verecekler.

Buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Kayseri) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum; sayın konuşmacının işaret ettiği noktalar için de kendisine teşekkür ediyorum.

Sözde soykırım iddialarının ısıtılıp ısıtılıp her yıl ortaya çıkarılmasını hepimiz bilmekteyiz ve gerçekten, içinde bulunduğumuz yıl, özellikle, Ermeni diyasporasında -yani, dünyada Ermenistan dışında yaşayan Ermenilerin çevresinde- bu sene, Ermenistan hükümetinin katkısını da düşündürtecek biçimde bir hareketlenme olmuştur; bu, bir doğrudur. Bu girişimlerin yer aldığı, bu girişimlerin, bu çabaların daha fazla destek bulduğu bazı ülkeler de dikkati çekmiştir.

Şimdi, bizim yaklaşımımız, bir defa, temelde, bütün bu çabaların yer aldığı ülkelerin, onların hükümetlerinin, herkesin bilmesi icap eder ki, tarihten husumet çıkarmakla hiçbir yere varılamaz; hiçbir şekilde, bu saçma sapan iddiaların, Türkiyemizin tutumunu, Türkiyemizin yaklaşımını, Türkiyemizin esenliğini etkilemesi söz konusu değildir.

Şunu da hemen belirtmek istiyorum. Bazen bu konular konuşulurken, Türkiyemiz içinde kesinlikle bir yanlış anlama olmamalıdır. Bu sözlerimiz, elbette, Ermeni asıllı vatandaşlarımıza yönelik değildir; özellikle Ermenistan'da ve Ermenistan'ın dışında yaşayan Ermeni ortamlarında, hâlâ tarihten düşmanlık çıkarmaya bazılarının teşne olmasıdır; bunu, Türkiye'ye karşı kullanmaya çalışmasıdır.

Yine, bu Ermeni konusundan devam etmek istiyorum. Bu tarz iddiaların, bu tarz çalışmaların öteden beri -yeni olarak değil- devletimiz tarafından, hükümetlerimiz tarafından cevapları verilmektedir; her türlü çabaya girilmektedir, her türlü çalışma yapılmaktadır ve imkânlar nispetinde, ortam nispetinde başarı da sağlanmaktadır, ölçülü bir başarı sağlanmaktadır.

Kendi payımıza, birkaç nottan bilgi sunayım. Bir defa, bizim bakanlığımız çerçevesinde -tabiî, bizim Dışişleri Bakanlığı, hükümetimizin bu konudaki sadece tek bir birimidir; ama, daha yakından bildiğim için söylüyorum- biz, iki özel komisyon vasıtasıyla, iki özel komisyonun topladığı istihbarat, haberler ve koordinasyon vasıtasıyla, bütün bu gelişmeleri hem izlemekteyiz hem de birçok çalışmayı yapmaktayız. Büyük başarı olarak söylemiyorum; fakat, bu yıl, bellibaşlı birkaç tane Batı Avrupa başkentinde, parlamentolarda yapılan girişimleri engelleyebildik. Hepsini engelleyemedik; ama, bir kısmını engelledik.

Bu konuda, Amerika Birleşik Devletlerinde, bu Ermeni teröristleri aktiftir, etkindir. Amerika Birleşik Devletlerinde, bu tarz girişimleri ulusal düzeyde engelleyebildik; fakat, eyalet düzeyinde başlayan benzer düşmanlık girişimlerinin bir kısmını durdurabildik, bir kısmını da durduramadık.

Ayrıca, yine -bir defa, yine, ben Bakanlığı daha iyi bildiğim için oradan örnek vermekteyim- bizim tarafımızdan, çok sayıda tarih araştırması yapılmaktadır; bunların birçoğu yayınlanmıştır. İlgili milletvekillerimiz, internetteki Dışişleri Bakanlığı sitesinde, bütün bu yayınların listesini bulabilir, bir kısmını da aynıyla bulabilir; yani, birçok yayın yapmaktayız, bazı yeni kitaplar hazırlatmaktayız. Bakanlığımızda bir fotoğraf arşivi oluşturuldu ve bunun ilk sergisi Bakû'de açıldı. Bakû'de, bu Ermeni mezaliminin aslını gösteren fotoğraf arşivini oluşturduk, ilk sergimizi açtık ve bu sergiyi başkalarının da izlemesini planladık.

Amerika Birleşik Devletlerinde, maalesef, çok büyük bir çaba içerisine girmişlerdir ve bunu, okullara yaymak istemektedirler. Buna karşılık da biz, Bakanlık olarak, hem Washington'daki büyükelçiliğimiz, New York'taki temsilciliğimiz ve hem de Amerika'da faaliyette olan ve büyük bir kısmı da hayli başarılı olan Türk dernekleriyle işbirliği halinde, bunlara karşı bir pozisyon, karşı bir politika geliştirdik, bunu uygulamaya koyduk. Hatta, tesadüfen, daha bugün, Amerika'daki Türk derneklerinin birliği beni ziyaret etti ve kendileriyle de, bu alanda bundan sonra yapılabilecek işleri görüştük.

Hiçbir zaman tepkisiz kalmamıştır Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri bu konuda ve nitekim, bu sene de aynı tepki gösterilmiştir; bu sene de, hem Dışişleri Bakanlığımız tepki göstermiştir hem de, bir İsrail örneği verildi, buna karşı da tepkimizi ortaya koyduk. Okul kitaplarına bu mevzuun alınması gibi bir öneri, bir bakandan geldiğinde -ve zannediyorum bizim bu tepkimizin de etkisiyle- İsrail'e, toplum olarak, hükümet olarak bu konuda gösterdiğimiz tepki, en açık bir şekilde ortaya konuldu. Son on onbeş gün öncesinin gazetelerinde, bu konu, ayrıntılarıyla anlatılıyor.

Ermenistan'dan bahsettik; Karabağ'dan bahsedildi, Azerbaycan'dan bahsedildi.

Şimdi, efendim, Karabağ konusu, bizim, Türkiye'nin çok önemsediği, bana göre de Türkiye dışpolitikasının yakın dönemde en önemli hedefidir. Karabağ meselesinin, Azerbaycan'ın istediği ve kabul edeceği bir şekilde çözülmesi, Türkiye'nin önünü açacak yakın vadedeki en önemli siyasî hedefidir ve biz, bu meselenin, Azerbaycan'ın istediği ve kabulleneceği şekilde çözülebilmesi için Azerbaycan'a her zaman katkıda bulunduk, her zaman destek olduk, Minsk Grubu içinde aktif olduk. Hatta, önceki gün, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın Aliyev'le uzunca bir görüşmem oldu ve o görüşmede de, özellikle bu konuda, iki ülkemizin, Azerbaycan ve Türkiye'nin birlikte neler yapmakta olduğunu gözden geçirdik, daha fazla neler yapılabileceğini de konuştuk ve bunun da çalışmalarını başlattık.

Ortaasya'ya değinildi, Rusya'ya değinildi; Rusya'nın girişimlerinden bahsedildi.

Şimdi, tabiî, bunlar doğru; aslında, konuşmacı bunları gayet doğru bir şekilde anlattı; ama, ben, şunu söylemek istiyorum. Ben, şimdi, başka bir ülkenin üzerine yorum yapmam; fakat, şunun altını çizeyim: Ortaasya, bizim, Türkiye olarak, hakikaten, yıllardır ciddî ve doğru politikalar izlediğimiz bir coğrafyamız ve bu politikaların izlenmesine, hem devam ediliyor hem de bunlar genişletiliyor, geliştiriliyor. Şimdi, bizim bu çalışmalarımızdan memnun olmayan başka ülkeler elbette mevcut; bu çalışmalarda bizi engellemek isteyenler veyahut doğal bir rekabet, anlaşılabilir bir rekabete girmek isteyenler elbette olabilir ve söz konusu; ancak, biz, öncelikle, kendi yaptığımıza bakmak durumdayız, kendi yaptığımızda eksik varsa, onu düzeltmek durumdayız; başkalarının işi, bizi o kadar da ilgilendirmez.

Enerji politikaları... Enerji politikaları, tabiî ki, 21 inci Yüzyılın başlıca etkenlerinden biridir; fakat, zaman zaman, biz, bazı olayları, gelişmeleri, olduğunun ötesinde büyütmekteyiz, daha çok kamuoyumuzda ve buradan da yanlış noktalara, yanlış düşüncelere varabilmekteyiz.

Şimdi, bizim, enerji politikalarımızda -enerji politikalarına değinildiği için söylüyorum; yoksa, benim, şahsen, çok da derinlemesine bildiğim bir alan değildir- Türkmenistan'la vardığımız bir uzlaşma söz konusudur. Bu uzlaşmaya göre, 2002'den başlayarak, 2002'de 4 milyar metreküpten başlayarak, zaman içerisinde 16 milyar metreküpe kadar yükselmesi söz konusudur ve tam bu sırada, bizim kamuoyumuzda, Rusya'nın Türkmenistan'la bir anlaşma yaptığı ve Türkmenistan gazını, olduğu gibi kendisinin üzerine aldığı, dolayısıyla da, Türkiye'ye hiçbir şey kalmadığı gibi bazı haberler çıkmıştır.

Şimdi, burada, bizim tutumumuz şudur: Bir defa, bizim bir anlaşmamız var. Biz, anlaşmamızın yerine getirilmesini bekleriz. Peki, Rusya'yla böyle bir anlaşma yaptı mı yapmadı mı Türkmenistan; o, kendi bileceği iştir, tabiî, bizimle olan anlaşmasına uyması koşuluyla; ancak, sonradan anlaşıldı ki, Rusya'ya böyle bir anlaşma da yapılmamış; fakat, Türkiyemizde birden bir telaş belirdi kamuoyunda ve bunun da aslı olmadığı öğrenildi.

Enerji konusuna değinmişken, şunu da sunmak istiyorum. Bizim için son derece stratejik olan, parasal yönden o kadar da önemli olmayan; çünkü, bizim, Kerkük-Yumurtalık'ın Türkiye'ye sağladığı geçiş parası neyse -200 milyon dolar civarındaydı- Bakü-Ceyhan'ın da herhalde getirisi bunun çok değişik bir düzeyi olmayacaktır; ama, Bakü-Ceyhan, bizim açımızdan, Kafkasya açısından ve Ortaasya açısından hayatî önemdedir, hayatî bir stratejik öneme sahiptir. Bakû-Ceyhan'ın gerçekleşmesi, sadece Türkiyemizin değil, aynı zamanda Kafkasya'nın ve Ortaasya'nın önüne yepyeni imkânlar taşıyacaktır; bu konuda çok hassasız, bu konularda hep ihtiyatlı konuşmak lazım; ama, görülebildiği kadarıyla, Bakû-Ceyhan, tamamlanmaya doğru mesafe almaktadır.

Bu konuda yine Azerbaycan'da iki gözlemim oldu, onu sunmak istiyorum: Birisi, bu Bakü-Ceyhan konusunu gerçekleştirmekte olan, daha doğrusu bunda başı çekmekte olan yabancı şirketlerden BP Amaco -en büyüğü- Büyükelçiliğimizde bizi ziyaret etti ve kısa bir brifing verdiler. Orada, önümüzdeki temmuz ayında -onun teknik bir deyimi var, basit mühendislik diye bir deyim var- işin, büyük olasılıkla, basit mühendislik aşamasına geleceğini belirttiler ki, o aşamaya gelince, zaten, artık, proje devam ediyor.

Yine Bakü'de, bu Bakü-Ceyhan'ı finanse edecek 30 kadar şirketin bir toplantısı oldu ve bu toplantıya davet edildik. Bu toplantının açılış konuşmasını yaptım. Çeşitli ülkelerden firmaların katıldığı -ki, bilhassa sordum, mesala, Türkmen şirketi de vardı, Kazak şirketi de vardı, tabiî Batı Avrupa'nın bütün ilgili şirketleri orada mevcuttu- o toplantıda da edindiğimiz izlenim, artık, bu işin büyük bir ciddiyetle ele alındığı ve gerçekleşeceği yönünde.

Yine, enerji bağlamında, Bakü-Ceyhan bağlamında, malum, Bakû-Ceyhan'da hangi petrolü taşıyacak gibi bir sual işareti hep ortaya konulmaktaydı. Son ayların işareti, daha henüz haberi demeyeceğim; ama, işareti, Kazakistan'da önemli petrol yataklarının ortaya çıktığı şeklinde. Bunu, Kazakistan'ın Sayın Büyükelçisi de bana geldi ve anlattı. Ayrıca, Azerbaycan'da da bilinenin ötesinde, hesaba katılanın ötesinde petrol rezervleri ortaya çıktı ve bütün bunların bir araya gelmesiyle, zannediyorum, Bakü-Ceyhan Projesi, zamanında, finansmanını da bulacak ve gelişme yoluna da girecek.

Yine, bu bağlamda değinilen konularda, bir arkadaşımız, Avrupa güvenliği ve savunma kimliğine bir atıfta bulundu, o konuya da bir açıklık getirmek istiyorum. Avrupa güvenlik ve savunma kimliği, daha çok Avrupa Birliğinin bir projesi. Buna göre, NATO'nun dışında; fakat, NATO'yla ilintili bir askerî güç oluşacak ve bu askerî güç, Avrupa Birliğinin askerî gücü olacak, son tahlilde. Buraya kadar denilebilir ki, bu, Avrupa Birliğinin üyelerini ilgilendiren bir projedir; fakat, mesele basit değil. Mesele, bir defa, bu oluşacak yeni gücün, NATO imkânlarını kullanma talebi var. Yani, bu güç, Avrupa Birliğinin askerî gücü oluşacak; ama, sonra, dönecek, NATO'ya "ben, senin imkânlarını kullanıp, ne yapacaksam yapmak istiyorum" diyecek. Burada, çok ciddî bir tartışma çıktı NATO içerisinde. NATO'nun içerisinde, biz, âdeta tek başımıza şunu savunduk ve dedik ki: "NATO'nun askerî imkânı, NATO'nun planlama imkânı; bunları, otomatik bir şekilde kimseye NATO veremez." Halbuki, NATO'dan talep edilen, otomatik bir bağlantıydı. Avrupa Birliğinin askerî gücü, ne zaman ihtiyaç duysa, gidip NATO'ya, ben bunları kullanmak istiyorum diyecek ve NATO da, al buyur, senin diyecek; istenen buydu.

NATO'da, çok ciddî bir mücadele verildi, NATO'da, çok başarılı bir mücadele verildi. 1999 Nisanında, Washington Zirvesinde, Türkiyemiz, kendi istediği özellikleri, hususları, NATO'nun kararına katabildi. Neydi bunlar; otomatik olarak hiçbir şey verilmeyecek; Avrupa Birliği, eğer NATO imkânlarını istiyorsa, her isteğini tek tek NATO'ya getirecek, NATO, oybirliğiyle karar vermesi halinde, yani NATO Konseyinden karar alınması halinde, Avrupa Birliğine bu imkânlar verilebilecek. Bu, çok büyük mücadeleyle sağlandı; ayrıca -ayrıntısına girmiyorum- bir konuda daha bizim istediğimiz oldu, sonra, bunu, biz, NATO'nun daha sonraki iki toplantısında -ki, sonuncusu bundan on gün önce Floransa'da yapıldı- NATO'nun kararına, NATO'nun açıklamalarına aynen koydurabildik. Şimdi, bunu söyledikten sonra hemen belirteyim, NATO çerçevesinde sağladığımız başarı, Türkiye'ye geleceğe dönük bir dayanak sağlamaktadır; ama, hepsi ondan ibarettir; yani, meseleyi çözmek NATO'nun çerçevesi içerisinde mümkün değildir.

Biz, NATO'da bu dayanağı sağladık; fakat, Avrupa Birliğinin kendi içinde, kendi kararıyla oluşturacağı bu askerî gücün bizim istediğimiz özellikleri taşıması için her türlü etkiyi, çabayı, askerî kanat olsun siyasî kanat olsun, yapmaktayız; fakat, bizim bunu yapmakta olmamız, sonucu da istediğimiz şekilde alacağımız anlamına gelmez; çünkü, Avrupa Birliği, kendine ait bu askerî oluşumda, tam üyelere daha fazla yetki tanımakta, karar yetkisini tam onlara tanımakta, bizim gibi Avrupa Birliği üyesi olmayan NATO ülkelerine ise, bize göre çok sınırlı bir karar yetkisi, karardan bir pay vermekte. Dolayısıyla, biz, bunu benimsemiyoruz, beğenmiyoruz, bu tavrımızı geliştiriyoruz; fakat, gelecekte de bu yaklaşımımızın bizi bazı köşeli tercihlere götürebileceğini de bilmekteyiz; yani, ya bizim istediğimiz gibi olacaktır yahut bizim istediğimiz yönde bir gelişme gösterilecektir ya da Türkiye, NATO üyesidir; ama, bir Avrupa Birliğinin, Türkiye ve benzer durumdaki diğer ülkeleri karar mekanizmalarından uzaklaştıran yaklaşımına "evet" demeyecektir. Bu bağlamda bir mesele de, önümüzdeki birkaç ay içinde Türkiyemizin karşısına gelebilir.

Kısaca, değinilen hususları cevaplamaya çalıştım.

Avrupa Birliği konusu, bazı sorunların varlığına rağmen fena gelişmemektedir; özellikle teknik düzeyde iyi gitmekteyiz. Malum, hizmetlerin serbest dolaşımı müzakerelerine başladık. Devlet alımlarındaki serbestiyet konusunda müzakerelere başladık. Komisyonlar -ki, kuruluşları çok önemliydi- bütün komisyonlar kuruldu, çalışmaya başladı. Avrupa Birliği konusunda, Türkiyemizin gerçeklerini, Türkiyemizin özelliklerini de dikkatte tutarak, insan hakları ve demokrasi konusunda sağlayacağımız gelişmelerdir asıl üyelik sürecinde hızlanmayı bize getirecek yahut getirmeyecek olan. Bu konularda da atacağımız adımlarla, Türkiyemizin gerçeklerine dayalı yenileşme politikalarımızla, Avrupa Birliği sürecini daha da kısaltacağımıza güveniyoruz.

Bu bağlamda, bu bilgi sunma fırsatını bana verdiği için, sayın milletvekilimize ve Sayın Başkanımıza, Meclisimize teşekkür ediyorum; sağ olun efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

KÂMRAN İNAN (Van) – Sayın Başkan...

Sayın İnan, buyurun efendim.

KÂMRAN İNAN (Van) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Efendim, Sayın Bakanımızın lütfettikleri bilgiler için kendilerine teşekkürlerimizi arz ediyoruz. Ancak, kendileri, Başkanlığa sundukları 30 Mayıs tarihli yazıda, İçtüzüğün 59 uncu maddesi çerçevesinde, gündemdışı söz alarak, son zamanlardaki teşebbüsler, temaslar ve gelişmeler hakkında bilgi sunacağını buyurmuşlar ve Başkanlık da gruplara haber vermiş, gruplar da buna göre hazırlıklarını yapmış bulunuyorlar. Sayın Bakan, bu defa bundan vaz mı geçiyorlar, yoksa ertelediler mi? Acaba, yarınki toplantıda böyle bir imkânı tanımak suretiyle, çok önemli bazı gelişmelerin Yüce Mecliste görüşülmesine vesile yaratmayı kabul buyururlar mı?

Arz ediyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Kayseri) – Sayın Başkan, şöyle bilgi sunayım: Efendim, doğrudur; önce, bilgi sunmayı düşünmüştüm. Daha sonra, bir başka arkadaşımızın, bir sayın milletvekilinin, dışpolitika konusunu içeren bir konuşma yapacağını öğrendiğimde, buna, bugün için gerek olmadığına ve sadece bilgi sunmakla yetinebileceğimi, bunun daha doğru olabileceğini düşündüm. Ayrıca, Meclisimizin de çok sıkışık bir programı olduğundan, kendimin de fazla zaman almamasını, Meclisin zamanının çok fazla işgal edilmemesinin daha doğru olacağını düşündüm.

Bu bilgiyi sunuyorum efendim.

KÂMRAN İNAN (Van) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın İnan, buyurun efendim.

KÂMRAN İNAN (Van) – Sayın Başkanım, lütfediyorlar; ama, kendileri de kabul buyururlar ki, bir sayın milletvekilinin gündemdışı konuşmalarına cevap vermek sınırlıdır, grupların konuşma hakkı yoktur. Ben, NATO Parlamenterleri toplantısından şimdi geldim. Dün, Genel Sekreterin bir saatlik konuşmasını takip ettim ve çok önemli konular, gelişmeler oluyor; bunu Yüce Meclisin bilmesi lazım. Kendileri böyle bir imkânı lütfetsinler ve Meclis de, dünyada neler oluyor, yeni Rus idaresinin Kafkaslara getirdikleri neler oluyor, Kosova'daki gelişmelerde neler oluyor, Amerika Birleşik Devletlerinin millî füze projesi konusunda neler oluyor, Avrupa Birliğinde neler oluyor ve Avrupa Birliğinin NATO ile ilişkili gelişmeleri ki, dünkü toplantıda Genel Sekreterin kendilerine, temas buyurduğu konuda, sual sordum ve "beni tatmin edebilecek, ikna edebilecek cevap verebilecek misiniz" dedim. Bana "Ankara'da sizi ikna edemedim, Budapeşte'de de edebileceğimden şüpheliyim" dedi. Bu konular çok önemlidir. Meclisimizin, bu hayatî meseleleri görüşecek kadar boş zamanı vardır. Takdir Sayın Bakanın ve hükümetindir efendim.

Arz ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Arınç, buyurun efendim.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, çok teşekkür ederim.

Efendim, Sayın İnan'ın düşüncelerine katılmakla birlikte, farklı bir konuyu gündeme getirmek istiyorum. Değerli Iğdır Milletvekilimiz Abbas Bozyel, çok önemli bir konuyu gündemdışı konuşmayla bilgilerinize arz etti, Sayın Bakan da bu konu çerçevesinde Dışişleri Bakanı olarak cevap verdiler. Ancak, Sayın Bakanın 20 dakikalık konuşması içerisinde sadece Sayın Bozyel'in konuşmasıyla ilgili bir sınırlama olmadı, NATO'ya girdi, Avrupa Birliğine girdi ve diğer konulara da temas etti. Sanıyorum, Sayın Bakan, 59 uncu maddeye göre burada bir konuşma yapsaydı bu konuşmayı yapacaktı; ancak, burada hem siyasî partiler hem de Meclis by-pass edilmiştir, bir hak suiistimal edilmiştir. Beni üzen budur.

Bir milletvekilinin gündemdışı konuşmasına bir sayın bakanın cevap vermesiyle konu bitebilir. Halbuki, dün, Sayın Tarım ve Köyişleri Bakanının yaptığı gibi, bugün, Sayın Dışişleri Bakanı, ifade ettikleri konularda bilgi vermiş olsaydı; yani, Meclisimize bilgi lütfetmiş olsaydı, bütün siyasî partiler konuşma yapacaklardı. Sizin, oturumun başında söyledikleriniz çok önemli şeylerdir. Biz de Fazilet Partisi Grubu adına Sayın Abdullah Gül'ü dış politikayla ilgili konuşma yapması konusunda görevlendirmiştik. Bütün Meclisimizi üzmesi gereken hadise budur. Sayın Bakan, bakanlığı görevinde başarılı olabilir, sayılabilir, aksi de söylenebilir, hükümetimizin bir bakanıdır. Önemli olan dışpolitika konularında Meclisin zaman zaman bilgilendirilmesi ve burada bazı konulara siyasî partilerin, hem kendi açılarından hem de Türkiye açısından meseleye bakmalarıdır. Burada gündemdışı bir konuşmaya cevap vermek suretiyle siyasî partilerin konuşması maalesef, engellenmiştir; ya bundan korkulmaktadır, çekinilmektedir veya Meclise bu şekilde bir by-pass yapmak suretiyle âdeta meydan okunmaktadır. Bunu kabul etmemiz mümkün değildir.

Türkiye, dış politikasında bugün geldiği noktada -eğer gazetelerin yazdığı doğruysa, madem Mecliste konuşulmuyor- dış politikanın iflas konusuyla karşı karşıyayız. Ortaasya'dan Türkiye elini çekmek zorunda kalıyorsa veya Yunanistan'la ilişkiler konusunda Sayın Bakanın kişisel dostlukları veya geçmiş Sayın Cumhurbaşkanının bazı devlet başkanlarıyla kişisel dostlukları kurumsallaşmadığı müddetçe Türkiye'nin dış politikası daima zafiyet içinde olacaktır. Eğer, bu konuşmayı, Sayın Bakan, bugün, yarın veya öbürgün burada yaparsa, zannediyorum ki, çok faydalı fikirler ortaya konacaktır. Biz bugün yaşadığımız manzarayı bir daha bu Mecliste görmek istemiyoruz.

Bütün Meclisimizin takdirlerine arz ediyor, size tekrar teşekkür ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)

ULUÇ GÜRKAN (Ankara) – Yerinden, kısa bir söz verilir o kadar...

BAŞKAN – Efendim, İçtüzük müsaade ediyor, ben İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre söz veriyorum. Lüften, efendim, dışpolitika... Bu, ciddî bir şey...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Halıcı, buyurun.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, neden korkuyorlar?..

BAŞKAN – Sayın Halıcı konuşuyor efendim.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından gürültüler)

İHSAN ÇABUK (Ordu) – Hacivat'la Karagöz'ü mü oynuyorsun Sayın Başkan?..

BAŞKAN – Efendim, sizin Grup Başkanvekiliniz konuşuyor...

Buyurun efendim.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Sayın Başkan, şu an, Bakanımızın uygulaması son derece normaldir, İçtüzükte de yeri olan bir uygulamadır. Ancak, üzülerek söylemek istiyorum, bugün sizin gösterdiğiniz yönetim normal sınırlarını biraz zorlamaktadır. Böyle bir konu önemlidir ve zaman zaman değerli milletvekillerimiz, dışişleri gibi önemli bir konuda Sayın Bakanımızın açıklama yapmasını istemektedirler. Bugün, Bakanımız bu açıklamayı Meclis kürsüsünde yapmış ve önemli bir görevi yerine getirmiştir. Değerli milletvekillerimizin, eğer, yine, önemli gördükleri bu konuda kendi görüşlerini açıklamak gibi bir istekleri olur ise, gündemdışı konuşma haklarını kullanmalarını onlara tavsiye ederiz. Sizden de ricamız, bu konuyu daha fazla uzatmadan, normal gündemi uygulamanızdır Sayın Başkan... (DSP sıralarından alkışlar)

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Ercan.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Sayın Bakana teşekkür ediyoruz, dışpolitikayla ilgili ayrıntılı bilgi sundu Meclisimize. Uzun süredir, Meclis, dışpolitikadaki gelişmelerden habersiz. Genellikle kamuoyunda da dışpolitikayla ilgili çok ciddî endişeler var. Hükümetin, dışpolitikayla ilgili inisiyatif kullanamadığı, politika üretemediği, Türkiye'nin haklarını ve çıkarlarını gereğince koruyamadığı şeklinde, yaygın bir biçimde, basında da çok ciddî yazılar yer almakta; açıklamalar var, iddialar var...

Sayın Bakan, İçtüzüğün 59 uncu maddesine göre gündemdışı söz isteminde bulunmuş...

NECATİ ALBAY (Eskişehir) – Sayın Başkan, böyle bir usul yok.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, bir grup adına düşüncelerimi ifade etmek istiyorum...

BAŞKAN – Dinliyoruz efendim sizi...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Bakan, başvuru dilekçesinde, gerçekleştirdiği temaslar ve diğer gelişmeler hakkında Meclise bilgi sunmak için söz isteminde bulunmuş.

BAŞKAN – Sonra vazgeçti efendim.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Bize geldi efendim.

İçtüzüğün, yine, 59 uncu maddesi çerçevesinde gruplara da söz düştüğü için, biz de görevlendirme yaptık; Sayın Çekinkaya görevlendirildi. Elbette ki, bu dışpolitikayla ilgili, Mecliste grubu bulunan siyasî partiler ve İçtüzüğe göre de grubu olmayan milletvekillerinin bir temsilcisi, bir kişi konuşacak; burada hepimizin yararlanacağı, farklı da olsa, düşünceler ifade edilebilecekti.

Ben, şunu anlamış değilim, Sayın Bakan, neden bu yolu seçti?!. Nasıl bir yolu seçti?!.

BAŞKAN – Efendim, takdir kendilerinin. Biraz evvel ifade buyurdular...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Bu kadar kolay bir şey değil bu. Sayın Başkanım, müsaade edin, ben de tamamlayayım düşüncelerimi; katılırsınız katılmazsınız efendim...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

NECATİ ALBAY (Eskişehir) – 60 ıncı maddeye göre, bu kadar uzun konuşabilir mi Sayın Başkan?!.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Bakanın bu düşüncesinden vazgeçmesini gerektirecek, benim düşünebildiğim gerekçenin dışında başka bir gerekçe olamaz; o şudur: Sayın Arınç'ın dediği gibi, grupları by pass etmenin dışında başka gerekçe olamaz. Çünkü, şimdi, gündemdışı konuşma isteğinde bulunan bir arkadaşıma, Abbas Bozyel'e, onun Ermeni iddialarıyla ilgili bir gündemdışı konuşmasına cevap vermek gibi bir yolu seçmiş olması, aslında, kendisinin istemi üzerine yapacağı gündemdışı konuşmasına grupların söz haklarının doğmuş olması, belki çok ayrıntılı konuların Meclis gündeminde dile getirilmesi gibi bir kaygıyı mı taşıdı acaba Sayın Bakan?

BAŞKAN – Takdir onun efendim...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Takdir onun; ama, böyle bir kaygı, bizde, mevcut olan endişeleri ve kaygıları çok daha artırıyor.

BAŞKAN – Takdir onun...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Bundan da üzüntü duyuyoruz efendim.

BAŞKAN – Mesele anlaşılmıştır efendim.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkanım, bu bakımdan, bundan birkaç gün önce de, hükümetin bir başka değerli bakanı yine bir gündemdışı konuşma isteğinde bulundu. Yine bir görevlendirme yaptık bu umut operasyonuyla ilgili; Genel Kurul açıldı, başladı, sayın bakan vazgeçmiş... Dolayısıyla, bunu doğru bulmadığımızı ifade etmek istiyoruz ve zaman zaman da, Sayın Bakanın, Meclisi, dışpolitika konusunda bilgilendirmesini istiyoruz, talep ediyoruz.

Saygılarımla.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, buyurun.

NECATİ ALBAY (Eskişehir) – Böyle bir usul yok.

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Kayseri) – Efendim, şunu, bir yanlış anlaşılma olmaması için sunuyorum:

Birincisi, evet, ben, önce, kendim bir konuşma yapmayı düşünüyordum; sonra, bir başka arkadaşımızın, bir başka sayın milletvekilinin gündemdışı konuşmayla dışpolitikaya değineceğini öğrendiğimde, bunu dinleyip, bunun üzerine konuşmayı öngördüm. Ayrıca, sayın milletvekilimizin konuşmasında, değindiğim konulara da bir atıf vardı, bunları da ilgilendiriyordu ve o nedenle konuştum.

Şimdi, iki şeyi söylemek istiyorum: İlki, bizim böyle bir konuşma yapmamız ve bunun üzerine sayın parti sözcülerinin konuşma yapması öngörülüyorsa, bunu, önümüzdeki günler için değerlendirelim; Meclisimizin gündemine bakalım, gündeme göre de bunu tamir edelim eğer öyle bir eksiğimiz varsa.

Bir hususu ben arz etmek istiyorum: Sadece, dışişleri bakanı gündemdışı söz alacak da, bunun sayesinde diğer sayın milletvekilleri dışpolitika konusunda görüş belirtecek diye bir şey yok. Yani, Meclisimizde, partilerimiz, çeşitli yöntemlerle, istedikleri konuları gündeme getirebilirler; dışpolitika konusunu getirmek istediklerinde de dışsiyaseti getirirler. Yani, bu, hükümetin veya bir bakanın, önlemek gibi -estağfurullah- bir yetkiye veyahut da güce sahip olduğu bir konu değildir. Bunu, sayın parti sözcülerimiz, sayın partilerimiz, istemeleri halinde, kendileri zaten Meclis gündemine getirirler.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.

Alınan karar gereğince, sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Sosyal Sigortalar Kanunu ile Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının müzakeresine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. – Sosyal Sigortalar Kanunu ile Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/662) (S. Sayısı: 427) (1)

(1) 427 S. Sayılı Basmayazı 25.5.2000 tarihli 99 uncu Birleşim tutanağa ektidir.

BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Tasarının 4 üncü maddesi kabul edilmişti.

Şimdi, 5 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 5. – 4447 sayılı Kanunun 59 uncu maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Kurumun, Sağlık Hizmetleri ile Yardımcı Sağlık Hizmetleri sınıfına dahil kadrolarına açıktan ilk defa atanacaklar; öncelikle kalkınmada öncelikli yörelerdeki boş kadrolara atanırlar. Hizmet sürelerinin işe başlamalarını takiben en az iki yılında atandıkları yörelerde görev ifa etmeleri zorunludur. İki yıllık sürenin hesabında her türlü kanunî izin süreleri (yıllık izin ve yataklı tedavi kurumlarında geçen tedavi süreleri hariç) dikkate alınmaz.”

BAŞKAN – Madde üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Van Milletvekili Sayın Hüseyin Çelik; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan yasa tasarısının 5 inci maddesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Efendim, genel olarak, ülkemizde, sağlık hizmetlerinin son derece sağlıksız olduğu hepimizin malumudur. Ancak, SSK'nın sağlık hizmetleri söz konusu olunca, vaziyet çok daha kötüdür. Bir de, sağlık hizmetlerinin geri kalmış yörelerdeki durumuna baktığımız zaman, onu da, ancak "fecaat" kelimesiyle ifade edebiliriz.

Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısının 5 inci maddesi, bundan böyle, sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetleri personelinin, öncelikle kalkınmada öncelikli yörelere atanmasını amirdir. Bu, son derece olumlu bir maddedir. Böyle bir maddeyi getirdiği için, hükümeti ve Komisyonu kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, ancak, burada üzerinde durmamız gereken çok önemli bir husus vardır. Kalkınmada öncelikli yöreler meselesi -tabiri bağışlayın- son derece sulandırılmıştır. Bugün, Türkiye'de, 50 vilayet ve 2 ilçemiz kalkınmada öncelikli yöreler kapsamındadır. Bu gidişle, herhalde, Marmaris'i ve Bodrum'u da kalkınmada öncelikli yöreler arasına sokacağız!

Biz, bu uygulamayı doğru bulmakla beraber, kalkınmada öncelikli yöreler meselesinin yeniden gözden geçirilmesi, görüşülmesi gerektiğinden yanayız. Bununla ilgili, bu meseleyi düzeltecek bir önergemiz olacaktır ve bunu da, değerli milletvekillerinin takdirine sunacağız.

Ülke genelinde sağlık hizmetlerinin iyi olmadığından, sağlıksız bir sağlık sistemine sahip olduğumuzdan söz ettim.

Değerli milletvekilleri, Türkiye çapında, 1 uzman hekime 2 141 hasta düşmektedir. Ancak, Doğu Anadolu'da bu rakam 5 309'dur; yani, 1 uzman hekime 5 309 hasta düşmektedir. Güneydoğuda bu rakam 7 602'dir. Her diş hekimine düşen hasta sayısı açısından Türkiye ortalaması 5 453 iken, Doğu Anadolu'da 17 448, Güneydoğu Anadolu'da ise 21 504 kişidir. 10 000 kişiye düşen yatak sayısı açısından Türkiye ortalaması 10 000 kişiye 22 iken, Doğu Anadolu'da bu rakam 15, Güneydoğu Anadolu'da ise 13'tür.

Bunlar, genel olarak, Türkiye'deki sağlık sistemiyle ilgili olan rakamlar; ancak, SSK'ya baktığımız zaman, ülke çapında SKK'nın durumu, dediğim gibi, çok daha kötüdür. Van SSK Hastanesinde 40 uzman hekim olması gerekirken, halihazırda, Van SSK Hastanesinin kadrosunda 8 uzman hekim bulunmaktadır, 32 uzman hekime daha ihtiyaç vardır. Van, Bitlis, Muş ve Hakkâri İllerine hizmet veren, 277 000 sigortalıya hizmet veren bu hastanemizde, ne yazık ki, sadece ve sadece 8 tane uzman hekim bulunmaktadır. Erciş Dispanserinde sadece 1 pratisyen hekim vardır, Hakkâri’de ise, kesinlikle doktor yok, 5 katlı bina, 15 personelle birlikte doktor beklemektedir. Muş’taki dispanserde 1 tane bile doktor yokken, Tatvan SSK Hastanesinde ise, sadece 3 uzman hekim bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, doğu ve güneydoğuda terör en minimum noktaya, asgarî noktaya inmiştir, orada nispî bir sükunet ve huzur vardır. Bu huzur ortamı fırsat bilinerek, siyasî irade tarafından oraya bir seferberlik ilân edilmesi gerektiğini, biz, bu kürsüden defalarca söyledik; ama, üzülerek söylüyoruz ki, üzülerek belirtiyorum ki, doğu ve güneydoğuda siyasî irade olmadığı için, sivil irade olmadığı için, bu açığı askerler kapatıyorlar. Son günlerde gazetelerde “Türk Ordusu sosyal operasyonlar düzenliyor” diye boy boy haberler görüyorsunuz. Elbette, ordumuzun orada halkla kucaklaşmış olmasından biz fevkalade memnun oluruz ve bunu çok olumlu bir gelişme olarak algılarız; bundan dolayı da, Bölge Asayiş Komutanı Korgeneral Sayın Kemal Yılmaz’ı huzurunuzda tebrik ediyorum. Ancak, asker, askerliğini yapacaktır; polis, polisliğini yapacaktır; siyasetçi ve sivil irade de kendi işini yapacaktır.

Hükümetimiz, genellikle bütün işlerini teknokratlara ve bürokratlara terk ettiği gibi, doğu ve güneydoğuda da bütün işleri askerlere ve polise ihale etmiştir; bu, hiç de sağlıklı bir gelişme değildir.

Değerli milletvekilleri, dediğim gibi, doğu ve güneydoğuda, geri kalmış yörelerde tedavi olmak, özellikle SSK hastanelerinde tedavi olmada sıkıntılar yaşanmaktadır. Günde 100 hasta muayene etmek zorunda kalan pratisyen hekimler vardır. Bu insanların vereceği reçetelere ve bu insanların koyacağı teşhislere vatandaş ne kadar güvenebilir? Tabiri caizse, uzaktan kumandayla, sadece yüzüne bakarak hasta muayene ediliyor ve bu da, son derece sağlıksız sonuçlar doğuruyor.

Bakınız, Van Türk-İş temsilciliği tarafından bana gönderilen bir yazı vardır. Bu yazıda, SSK'lıların gerçekten acı olan durumu çok dramatik bir dille ifade edilmektedir. Bu yörede 27 000 hastaya 1 uzman hekim düşmektedir. Değerli arkadaşlar, onun için, ne yapıp yapıp, bu 5 inci maddedeki "kalkınmada öncelikli yöreler" ifadesinin kapsamını daraltmak zorundayız. Biliyorsunuz, daha önce kalkınmada öncelikli olan yöreler 26 taneydi, şimdi 50'ye çıktı; Bozcaada ve Gökçeada da içine alınarak 2 ilçemiz de buna dahil edildi. Daha ötesi, 2001 yılında uygulamaya girecek olan bir düzenlemeyle Türkiye'nin dörtte 3'ü kalkınmada öncelikli yöreler kapsamına alınıyor. Bu mesele bu şekilde sulandırılarak, geri kalmış yörelere hizmet götürülemez.

Siviller -tekrar söylüyorum- doğu ve güneydoğuda, gerçekten, ciddî bir ekonomik program çerçevesinde bu yöreye yönelmelidirler ve bugünkü huzur ortamı, başta eğitim, sağlık hizmetleri ve sektörü olmak üzere, bizim önümüzde hizmet götürmek için büyük bir fırsattır. Bunu, hükümetten özellikle bekliyoruz.

Değerli milletvekilleri, dediğim gibi, devlet hastanelerimizin durumu da iyi değildir; Van Devlet Hastanesi, âdeta, kötürüm olmuş bir surat gibi ortada durmaktadır; artık, tamir işe yaramamaktadır. Diğer taraftan, Şemdinli'de hastane yapmışsınız, oraya 1 doktor bile göndermemişsiniz; birçok ilçede devlet hastaneleri yapılmıştır, orada doktor, pratisyen hekim bile yoktur. Dolayısıyla, bütün bunlar göz önünde bulundurularak, sağlık hizmetlerinin son derece insanî, son derece medenî hizmetler olduğu göz önünde bulundurularak, sivil irade, siyasî irade bu meseleye sahip çıkmalıdır.

SSK'yla ilgili olarak yapılan iyileştirmeler, yapılan düzenlemeler tarafımızdan takdir edilmektedir. Bu yönüyle de, hükümetin getireceği bütün iyileştirici tedbirlere ve getirilecek yasa tasarılarına destek vereceğimizi buradan ilan etmek isterim. Ancak, tekrar söylüyorum, gayri safî millî hâsılası 700 küsur dolar olan Muş ve Ağrı Vilayetleri ile Zonguldak, Karaman, Karabük ve Kırıkkale Vilayetlerini eğer aynı statüye tabi tutup, bunların ikisine de "kalkınmada öncelikli yöreler" adı takarsanız ve oraya götüreceğiniz hizmetleri o şekilde değerlendirirseniz, bu, yanlış bir değerlendirme olur. Olacak şey şudur: Siz, nasılsa, kanunda "kalkınmada öncelikli yöreler" dediğiniz için, doktor oraya gitmek istemeyecektir; Muş'a gitmek yerine, Hâkkari'ye; Van'a gitmek yerine, Zonguldak'a, Kırıkkale'ye gitmeyi tercih edecektir ve biz, yine oraya doktor bulamayacağız.

Rotasyon uygulamalarından hareket etmemiz lazım. Kanun metninde de deniliyor ki: "İlk defa atanacaklar kalkınmada öncelikli yörelere atanır." Bütün acemi doktorlar, bütün acemi sağlık personeli, niçin, kalkınmada öncelikli yörelere gitsin?! 5 tane yeni mezun gönderirken, evet, onların başına 2 tane de gerçekten tecrübeli insan gönderirseniz, biz bu uygulamayı alkışlarız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – 1 dakika istirham ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun.

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Başta, asker, polis, adlî personel ve maliyeciler olmak üzere, hepsi için tespit edilmiş mecburî bir doğu hizmeti vardır; aynı uygulama, doktorlar için de, öğretim üyeleri için de getirilmelidir. Ankara Üniversitesinin birçok fakültesinde yığınla öğretim üyesi fazlalığı varken, burada 5-6 öğretim üyesinin verdiği dersi ve yaptığı işi, taşra üniversitelerinde 1 yardımcı doçent yapıyor.

Bir doktorun yetişmesi için bu millet büyük fedakârlıklarda bulunuyor. Gerekirse, bu insanlar, geri kalmış yörelere, doğu vilayetlerine gitmek istemedikleri zaman, bunların serbest çalışmasına da müsaade edilmemelidir. Bu kanun tasarısının, özellikle Türkiye'de, son derece istismar konusu olan rapor meselesini de düzeltmiş olması; yani, rapor alarak oraya gitmeme mazeretini ortadan kaldırması, izinle gitmeme gibi bir mazereti ortadan kaldırması da son derece olumludur.

Bu tekliflerimizi, Hükümetin ve Komisyonun nazarı itibara alacağını düşünüyoruz ve bunu iyileştirmek için vereceğimiz önergeyi desteklemenizi bekliyoruz.

Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

Şimdi, söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Niyazi Yanmaz'da.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 427 sıra sayılı kanun tasarısının 5 inci maddesiyle ilgili Fazilet Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak amacıyla söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, kamuoyu, bu yasa tasarısının kanunlaşmasını büyük bir sabırsızlıkla bekliyor. Özellikle birinci dereceden ilgili olan esnafımız ve işverenimiz, Bağ-Kur primlerindeki artışlardan dolayı ve de SSK primlerindeki artışlardan dolayı, büyük bir sabırsızlıkla beklemekte.

Görüldüğü gibi, bu, günümüz ekonomik realitelerine hiç uyum sağlamamakta, onunla örtüşmemekte; çünkü, geçtiğimiz yıl, Devlet İstatistik Enstitüsünün verilerine göre hesaplanan o yüzde 60 rakamı, bu yıl için hedeflenen yüzde 25 enflasyon rakamıyla uyuşmamakta, özellikle, ülkemizde, ekonomik alanda bir stagflasyon yaşanmakta; çünkü, hükümet, hedef olarak kendisine yüzde 25 enflasyonu almış; ama, burada, dargelirli, özellikle alt gelir grubundaki insanlarımız, âdeta, yıkılıp yakılmakta, viran edilmekte, bir mutlu azınlık bundan pay almakta. Dolayısıyla, bu kanun tasarısının gelmiş olması, ben inanıyorum ki, esnafımızı da, Bağ-Kurlumuzu da ve de işverenimizi de büyük ölçüde memnun bırakacaktır.

Değerli arkadaşlar, diğer yönden, bu yasa tasarısında, kurumun sağlık hizmetleri ile yardımcı sağlık hizmetleri sınıfına dahil kadrolarına açıktan ilk defa atanacaklar -dikkat edin, ilk defa atanacaklar- öncelikle, kalkınmada öncelikli yörelerde boş kadrolara atanırlar.

Şimdi, arkadaşlar, burada bir kayıt getirilmiyor; yani, atamayı yapanların keyfine bırakılıyor; burada bir keyfîlik uygulanmaya çalışılıyor. Özellikle, bu, siyasî tasarrufta bir başka çifte standart meydana getirir; yani, ilk defa atanacak olanlar, boş kadro varsa atanır; peki, boş kadro yoksa ne olur; onlar, daha ayrıcalıklı, daha iyi yerlere tayin edilir.

Değerli arkadaşlar, esasında, Türkiye'de çok şeyin gözden geçirilmesi gerektiği gibi, özellikle devlet personel rejimimizin de gözden geçirilmesi gerekir. Bakın, son bütçe geçtiğinde, 2000 yılı bütçesi geçtiğinde, 21 katrilyon faize gidiyor; 10 katrilyonu personel harcamasına, 10 katrilyonu cari harcamalara gidiyor; sadece 2,5 katrilyon yatırıma ayrılabiliyor.

Değerli arkadaşlar, bu devlet personel sistemimizde özellikle revizyona tutulması gereken şey şu: Bazı yörelerde atıl kalan, hantal kalan personel var. Burada şunu da açıkça ifade edeyim, olayın iki boyutu var. Yalnız bir tarafı suçlamak yanlış olur; yalnız, memurlar, yalnız işçiler; yalnız, devlet personeli bu işte hatalıdır demek yanlış olur. Devletin de, özellikle bu politikasını gözden geçirmesi gerekir.

Şimdi, siz, okutuyorsunuz, doktor oluyor, ücra bir köşeye veriyorsunuz; yol yok, su yok, elektrik yok, hiçbir sosyal altyapı yok; ondan sonra, ondan hizmet bekliyorsunuz. Dolayısıyla, o insan da, bir torpilini buluyor, bir yolunu buluyor, özellikle merkeze geliyor.

Bakın değerli arkadaşlar, herkesin belleğinde bu yerleşmiştir. Bu konuda, özellikle doğu ve güneydoğu mahrumiyet bölgesidir; insanlar oraya gitmekten imtina ederler. Niye imtina ederler, gerekçesi nedir dediğinizde; çünkü, orada, sosyal imkânlar yoktur. Adam çocuğunu okutacaktır, eğitim verecektir; orada iyi bir eğitim alması mümkün değildir, söz konusu değildir ve orada, hayatının mutlu bir döneminin geçmesi söz konusu değildir; çünkü, doktor yoktur, öğretmen yoktur. Bu yöndeki şikâyetlerden dolayı, insanlar, batıya, batıda, daha doğrusu, şehir merkezlerine yerleşmek istiyorlar.

Değerli arkadaşlar, şimdi, Şanlıurfa SSK Hastanesinde 30 doktor eksiği var; bu da il merkezinde. Şanlıurfa'nın sadece Viranşehir İlçesinin nüfusu 108 000; 108 000 nüfuslu bir ilçede mütehassıs doktor yok; ama, ben, öyle inanıyorum ki, Ege'de, Marmara'da, bir başka bölgede, İç Anadolu'da 50 000 nüfusu olan illerimizde metahassıs doktor çok fazla. Burada bir dengesizlik var. Niye?.. Buraya tayini çıkan insanlar bir yolunu buluyor batıya, başka yerlere, şehir merkezlerine tayin yaptırıyorlar. Diğer bir örnek -konumuzla alakalı olmayabilir- olarak şunu söyleyeyim: Mesela, Urfa'da, Urfa halkının, insanlarının musikîşinas olduğunu çok iyi biliyorsunuz, özellikle Kültür Bakanlığı, Devlet Türk Halk Müziği Korosu kurmuş. Bu koronun personel sayısı 40; 20 kişi o kadroları almış batıya görevli olarak gitmiş. Dolayısıyla, orada amacına uygun bir çalışma yapılmıyor, atıl kalıyor orada personel.

Arkadaşlar, diyeceğim şey şudur: Yani, hem sağlık sistemimizin hem de personel sistemimizin elden geçirilmesi, revizyona tabi tutulması lazımdır. Bu tür yama işlerle bir yere varılmıyor. İşte, görüyoruz burada "ilk defa atanacaklar; öncelikle kalkınmada öncelikli yörelerdeki boş kadrolara atanırlar" deniyor. Peki, boş kadrolar dolduğunda ilk atanacak olanlar nereye atanır? Yani, bu atamayı yapacak olan çifte standarda tabi tutarsa ne diyeceğiz o zaman? Ha "bu, şimdiye kadar böyle gelmiş, bundan sonra da böyle gider" demek yanlış olur. Bu tür küçük limanlara sığınmakla bir yere varılmıyor arkadaşlar.

Bakın, bir yıl dolmadan, 4447 sayılı Sosyal Güvenlik Yasası geçti, ondan sonra bir daha geldi, şimdi bir daha geliyor; biz, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Komisyonundayız, bir daha gelecek. Ha, bunun doğrusu nedir?.. Bunun doğrusu, hep birlikte oturup, bu işe, köklü radikal çözümler getirmektir. Aksi taktirde, işte, bu tür çalışmalarla, Meclis Genel Kurulu çok çalışıyor gibi görülüyor; ama, sağlıklı yasalar çıkaramıyor ve bu işten de, hepimiz, sonunda hem nadim oluyoruz; halkımız, milletimiz de bu işten perişan bir duruma geliyor.

Değerli arkadaşlar, bir diğer konu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun özellikle bu konuda iyi bir sisteme kavuşturulmuş olması... Mesela, Türkiye'nin en büyük devlet üretme çiftliklerinden biri Ceylanpınar İlçesinde; ama, orada, sadece Sosyal Sigortalar Kurumunun bir dispanseri var, onun da başında bir mütehassıs doktoru yok!.. O devlet üretme çiftliğinde binlerce insan çalışıyor; ancak, bir mütehassıs doktor yok!.. İlde derseniz, ilde bir narkozcu yok.

Arkadaşlar, bununla bir yere varılmıyor. Böyle giderse, bu insanlar, mümkün olduğu kadar şehir merkezlerine kaçıyor ve sağlıksız bir ortam oluşuyor.

Değerli arkadaşlar, bu yasa tasarısının hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP, DYP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Söz sırası, şahısları adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat'ta; buyurun efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Kanun tasarısının bu maddesi, ilk defa sağlık hizmetlerine atanacak personelin nasıl atanacağını gösteriyor ve öncelikle, kalkınmada öncelikli yörelere atanacaklar; eğer, oralar dolmuş olursa, diğer bölgelere atanacakları belirtiliyor. Bu kanun tasarısının bundan önceki maddesi "ilk atananlar, kesinlikle, kalkınmakta öncelikli yörelere atanır" şeklindeydi. O zaman da şöyle itiraz ediliyordu: "Atanacak personel fazla, kalkınmada öncelikli yörelerde bu kadar personel ihtiyacı yok; bu yeni gelenler nereye atansın?"

Sayın Başkanım, benim burada söylemek istediğim konu şu: Siz, kalkınmada öncelikli yörelerdeki personel ve doktor kadrolarını doldurursanız, tabiî ki, açıkta kalan personeli Türkiyemizin diğer vilayetlerindeki kadrolara atamanız en doğru bir konu olur. Yalnız, bu konunun istismar edilmeden, gerçekten, kalkınmada öncelikli yörelerde bu sağlık hizmetlerine ilişkin kadroların kesinlikle doldurulmasının şart olduğu kanaatindeyim.

Türkiye'nin en büyük 16 şehrinden birisi ve doğunun da en büyük şehirlerinden biri Erzurum. Erzurum Sosyal Sigortalar Hastanesinin yarı bölümü şu anda kapalıdır. Mesela, göz bölümü kapalıdır, ortopedi bölümü kapalıdır ve hastane yüzde 50 kapasiteyle çalışmaktadır. Şimdi, siz, doğudaki en büyük merkez hastanesinin yarı personeli yok diye, o bölümlerini kapatmışsanız, Doğu Anadolu'da ve Türkiyemizde büyük bir sağlık problemi vardır demektir.

Yalnız, sözlerimin burasında şunu söylemek istiyorum: sosyal güvenlik yasa tasarısını tartışıyoruz, hükümet sıralarında ilgili bakan değil de başka bir bakan arkadaş var. Soracağım bazı sorulara cevap alamazsam, bunları yerimden tekrar soracağım. Onlar da şudur: Erzurum Sosyal Sigortalar Hastanesinin ekbina inşaatı vardı. Bu inşaatın yapımı iki sene önce OYAK İnşaata verilmişti ve yapılacaktı. Şu anda o inşaatın durumu nedir; bunu öğrenmek istiyorum sizden Sayın Bakanım; çünkü sadece bir proje mevzuuna kalmıştı. "Proje yapılıyor, proje ediliyor" denildi; ama, inşaata fiilen başlanmamıştı. Son durum nedir, onu sizden öğrenmek istiyorum; bu bir.

İkincisi; çok önem verdiğim ve Doğu Anadolu için birkaç defa söylediğimiz bir konu; o da şudur Sayın Bakanım: Bağ-Kurlu hastalar, Doğu Anadolu'da ve Türkiyemizde, anlaşma yapılmadığı için, üniversite hastanelerine gönderilmemektedirler.

Şimdi, Erzurum gibi bir yeri beraber düşünelim. Buradaki Bağ-Kurlular ve Sigortalılar sadece SSK hastanesine gidiyorlar. SSK hastanesinin de yarı bölümü, doktor olmadığından kapalı, tedavi yapılamıyor. Bu gibi hastanelerin diğer bölümleri açık bile olsa, buralarda, gerek kanser gerekse ürolojik hastalıkların önemli bir bölümünün tedavisi yapılamıyor; çünkü yeterli değil. O hastalar ancak şu ana kadar Erzurum Atatürk Hastanesine sevk edilip orada tedavi görüyorlardı; fakat, SSK, son olarak, mukavele yapmadığı için, Bağ-Kurlu hastaların üniversite hastanelerine gidişini yasakladı. Şimdi ben size şunu soruyorum: Bir insan Bağ-Kurlu hasta ise, Erzurum gibi bir yerde hastaneye gitmiş ise ve Erzurum Sigorta Hastanesi de ona bir çare bulamıyorsa, bu hasta ne olacaktır? Bunun tek yolu, hastayı, Ankara veya İstanbul'a sevk etmeniz olacaktır. Buralara geldiği zaman, bu da, zaten Bağ-kurlu olduğu için mağdur olan insanlara ek zorluklar getirecektir. Aynı şey batıdaki insana bu kadar tesir etmez; neden etmez; İstanbul'daki, Ankara'daki SSK hastaneleri üniversite hastanesi kadar teşkilatlıdır; gittiği zaman, orada çözüm bulabilir; ama, bir gün, ama iki gün sonra çözüm bulabilir; ama Doğu Anadolu'daki insanların üniversite hastaneleri dışında çözüm bulması, o vilayet içerisinde mümkün olmadığı için, bunları büyük şehirlere göndermenin hiçbir mantığı yoktur. Sadece, bu vatandaşlardan aldığınız sigorta primini artırmakla övünmeyin... Getirdiğiniz kanunla prim oranlarını artırdınız, 12'den 15'e çıkardınız; staj sürelerini artırdınız "sekiz aydan aşağı stajı olanları hastaneler tedavi etmeyecek" dediniz; bütün bunları yaptıktan sonra "prim artışlarını yüzde 71 artırdık; halktan yüzde 140 da vergi aldık" diyorsunuz da, halka bir şey vermeniz gerektiğinde, niye onu söylemiyorsunuz; niye buna bu kadar sertsiniz yani?! Topladığınız bütün vergileri, bütün paraları faizcilere vermekten başka bir probleminiz yok mu?!. Bu, çok yanlış.

İkincisi -Sayın Bakanım, belki, bugün Yaşar Okuyan Beyle hemen görüşür, buna cevap verirsiniz; bütün Erzurum bunu bekliyor- şudur...

BAŞKAN – Toparlayın efendim.

ASLAN POLAT (Devamla) – Siz, Türkiye'de teftiş kurulu grup başkanlıklarını kapatırken, tuttunuz, Doğu Anadolu'daki tek teftiş kurulu grup başkanlığı olan Erzurum'daki teftiş kurulu grup başkanlığını da kapattınız. Şu anda, Türkiye'de, yalnız ve yalnız Doğu Anadolu'da sigorta teftiş grup başkanlığı kalmıyor. Ne zaman; ekimin sonu itibariyle... Ne olacak; bu, Trabzon'a gidecek... Şimdi, ben size soruyorum; yani, bu reva mı?! Siz, Doğu Anadolu'yu niye bu kadar hakir görüyorsunuz?! Doğu Anadolu'da her şeyi kapattınız; bir teftiş kurulu vardı, onu da kapattınız. Şimdi, bir insan düşünün, iş kazası geçirmiş, gelmiş, Erzurum Sigorta Hastanesinde yatmış, buna bakacak olan, rapor verecek olanlar kim; sigorta müfettişleri. Neredeler; Trabzon'da. Git Trabzon'a buna rapor al... Bu, olacak iş mi yani! Yani, siz, Doğu Anadolu'yu bu kadar yok sayıyorsunuz, Erzurum da, kalkıyor, size 5 belediye başkanlığını ve 1 değil, 3 milletvekili veriyor; hata mı ediyor diye soruyorum!

Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Polat.

Sayın Ayhan, işaretiniz üzere, sizin yerinize, söz sırası Sayın Mahfuz Güler'de...

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Tamam, doğrudur.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Güler.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 427 sıra sayılı yasa tasarısının 5 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinize saygılarımı sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, bu yasa tasarısı, benim de içinde bulunduğum Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda görüşülürken, sadece 2 maddeden oluşmaktaydı. Biz, komisyonda sadece 2 maddeyi görüştük; ancak, şimdi görüyoruz ki, bu tasarı önümüze 7 madde olarak gelmiş bulunuyor.

Bir kanun tasarısı, eğer, ilgili komisyonda enine boyuna tartışılmadan Genel Kurula inerse veya dediğim gibi, 2 madde olarak görüşülüp Genel Kurulda 7 madde olarak önümüze gelirse, bu, ne denli sağlıklı bir yasa olur, onun takdirini Yüce Heyetinize bırakıyorum.

Ayrıca, bu tasarı, sadece SSK ve Bağ-Kur primlerini düşürmek amacıyla hazırlanmıştı ve biz, bu nedenle, Fazilet Partisi olarak ta başından beri destek vermiştik.

Şimdi, bakıyoruz, bu tasarı, hiç ilgisi yokken, personelle ilgili, atamalarıyla ilgili bir madde ilave edilerek önümüze getirilmiştir.

4447 sayılı Yasanın 59 uncu maddesinde, daha önce SSK hastanelerinde görev yapan sağlık mensupları, doktorlar, hemşireler, sağlık memurları ve diğer yardımcı sağlık personeli, kalkınmada öncelikli yörelerde en az iki yıl görev yapma zorundalardı ve ancak iki yılın sonunda başka bir bölgeye naklen atanmaları mümkün olacaktı. Şimdi, baskın bir şekilde getirilen bu maddedeki değişiklikle, bu zorunlu görev, çok gizlenmiş bir şekilde sulandırılmıştır ve kısmen de olsa, bu zorunluluk kaldırılmaya çalışılmakta, hatta, kelime oyunlarıyla, tamamen kurumun keyfî bir uygulamasına yol açmaktadır.

Sayın Bakan, bu uygulamanın nedenini burada izah etmek durumundadır. Eğer, bu madde, bu şekilde geçerse, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki SSK hastanelerinde doktor, hemşire ve diğer sağlık elemanını çalıştırmak daha da güçleşecek, hatta, bu hastanelerde çalışacak sağlık elemanını bulmak mümkün olamayacaktır. Şu anda bile, Doğu Anadolu'daki, Güneydoğu Anadolu'daki SSK hastanelerinde doktor çalıştırmak imkânsız haldedir.

Bakınız, bugün, Bingöl SSK Hastanesinde bir tane bile uzman doktor yoktur. Bingöl'de bütün SSK'lı hastalar, en yakın hastanenin bulunduğu Elazığ'a sevk edilmektedir. Bingöl-Elazığ arası 130 kilometredir.

SSK'nın çıkardığı norm ve standart kadroya göre, Bingöl SSK Hastanesinde, 14 uzman doktor ve 7 pratisyen hekimin görev yapması gerekirken, bir tek uzman doktor bile mevcut değildir. Evet, şu anda, Bingöl SSK Hastanesinde, sadece 2 pratisyen hekim görev yapmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu madde, bu şekliyle gerçekleşirse, SSK'lı daha da perişan olacak ve doğudaki SSK hastanelerinden sürekli olarak Ankara'ya sevkler artacaktır. Üstelik, Ankara'ya -tıp fakültelerine de- sevk edilen bu hastalarla birlikte, devlet, ayrıca, hastalarla birlikte olan refakatçiye de ücret ödemek durumundadır. Bu nedenle, bu maddenin tasarıdan tamamen çıkarılması gerekmektedir.

Bu vesileyle, Yüce Heyetinize saygılar sunarım; teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın İsmail Özgün, buyurun efendim.

İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) – Sayın Başkan, delaletinizle, aşağıdaki sorularımın cevaplandırılmasını arz ediyorum.

Birinci sorum: Balıkesir SSK Hastanesi, bölge hastanesi haline getirilecek midir?

İkinci sorum: Son derece yetersiz olan Balıkesir Bağ-Kur İl Müdürlüğü, yeni bir binaya ne zaman taşınacaktır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Zorlu; buyurun.

MUSTAFA ZORLU (Isparta) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Bakanıma aşağıdaki sorularımı sormak istiyorum.

Birinci sorum: Sosyal Sigortalar Kurumu personeline, 1993 yılından beri, maaşlarına "iyileştirme" adı altında yapılan 50-60 milyon liralık artışı, aynı Bakanlığımıza bağlı ve çok düşük maaşla geçinen Bağ-Kur personeline de yapmayı düşünüyor musunuz?

İkinci sorum: Bağ-Kurlu vatandaşlarımızın, tıp fakültelerinde tedavi görebilmeleri için alınan peşin ücret uygulamasından vazgeçmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Polat, buyurun efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkanım, delaletinizle, Sayın Bakanıma şu soruyu sormak istiyorum: Bilhassa Bağ-Kurlu olup da, Bağ-Kura prim borçlarını ödeyemedikleri için birtakım Bağ-Kurlulara sağlık hizmetleri verilemiyor. 1970 yılında, benim, İstanbul Teknik Üniversitesinden mezun, müteahhitlik yapan bir arkadaşım kanser hastası olmuştu, hastaneye yattı; fakat, işleri bozulduğu için Bağ-Kur sigorta primlerini ödeyemediğinden, hastane buna bakmak istemedi. Sonunda, bunu, sigortalı olan kızının adına ödetmek istediler. Şimdi kızına da "babanıza Bağ-Kurdan bakılmadığına dair bir kâğıt getirirseniz, ancak kabul ederiz, yoksa, üzerinize zimmet geçiririz" deniliyor.

Şimdi size soracağım sorum şu: Çok açık soruyorum, yani, işleri iyiyken, müteahhitken, 70'li, 80'li yıllarda vergi rekorları kırarken, sonradan işi bozulduğu için, yıllarca iş bulamadığı için zor duruma düşen, hastaneye düşen bu arkadaşlarımızı; yani, malî güçleri kalmadığından prim borçlarını ödeyemedikleri için bunlara sağlık hizmeti verilmemesini nasıl görüyorsunuz veya size müracaatları halinde "evet, buna, Bağ-Kurca tedavi hizmeti verilemiyor" diye bir belge verecek misiniz?

Saygılar sunarım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Polat.

Sayın Bakan, buyurun efendim.

DEVLET BAKANI EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) – Sayın milletvekillerimizin sorularına yazılı olarak cevap vereceğim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Madde üzerinde 3 adet önerge vardır; önergeleri, önce geliş sıralarına göre okutacağım, sonra, aykırılıklarına göre işleme tabi tutacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

427 sıra sayılı yasa tasarısının 5 inci maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ederiz.

Mahfuz Güler Mahmut Göksu Latif Öztek

Bingöl Adıyaman Elazığ

Aslan Polat Mehmet Zeki Okudan Rıza Ulucak

Erzurum Antalya Ankara

BAŞKAN – İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 427 sıra sayılı kanunun 5 inci maddesinde geçen "Kalkınmada öncelikli yörelerdeki boş kadrolara" ibaresi yerine "Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından belirlenen kişi başına gayri safî millî hâsılası 1 500 doların altında, Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı tarafından belirlenen sosyoekonomik gelişmişlik sıralaması eksi 0,5'in altında olan ve deprem bölgesinde bulunan illerdeki boş kadrolara" ibaresine yer verilmesini saygılarımızla arz ederiz.

Hüseyin Çelik Saffet Kaya Bülent Arınç

Van Ardahan Manisa

Nevzat Ercan M. Necati Çetinkaya Mehmet Gölhan

Sakarya Manisa Konya

Hakkı Töre Tevhit Karakaya Musa Konyar

Hakkâri Erzincan Ağrı

Ramazan Gül

Isparta

BAŞKAN – Üçüncü önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

427 sıra sayılı sosyal güvenlik kurumlarıyla ilgili kanun tasarısının 5 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.

"Madde 5.- Sosyal Sigortalar Kurumu sağlık hizmetleri ile yardımcı sağlık hizmetleri sınıfına dahil kadrolara açıktan ilk defa tayin edilecek olanlar sözleşmeli olarak istihdam edilirler. İstihdam edilenler görev aldıkları yerde çalışmalarına devam ederler, kurum içinde bir başka kuruluşa nakledilemezler.

Boş kadrolar, istihdam ücreti, istihdam yeri ve sair şartlar seçme imtihanının yapılacağı tarihten üç ay önce meslek odalarına bildirilir. İstahdam yapılacağı il ve ülke genelinde neşriyat yapan basın yayın kuruluşlarında ilan edilir.

Sözleşme ücreti istihdam yerinde şartlara göre tespit edilir. Kurumun 657 sayılı Kanuna göre çalışan mensupları istekleri halinde sözleşmeli kadrolara nakledilir.

Sözleşmeli istihdama ait esaslar Bakanlar Kurulu tarafından bir yönetmelikle tespit edilir."

Cevat Ayhan Mehmet Ergün Dağcıoğlu Veysel Candan

Sakarya Tokat Konya

Mehmet Batuk Bekir Sobacı

Kocaeli Tokat

BAŞKAN – En aykırı önergeyi okutup, işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

427 sıra sayılı yasa tasarısının 5 inci maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ederiz.

Mahfuz Güler

(Bingöl)

ve arkadaşları.

BAŞKAN – Komisyon?..

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ MEHMET HANİFİ TİRYAKİ (Gaziantep) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükümet?..

DEVLET BAKANI EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) – Katılamıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi...

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Pardon, önerge sahibi olarak buyurun.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Gerekçe okunsun Sayın Başkan.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

"Gerekçe: Tasarının bu maddesiyle, doğu ve güneydoğu illerindeki SSK hastanelerinde doktor ve diğer sağlık elemanı çalıştırmak zorlaşacaktır."

BAŞKAN – Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi...

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN – Tabiî efendim, karar yetersayısını arayacağım zaten.

Önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Elektronik cihazla oylama yapacağım.

Oylama için 3 dakikalık süre vereceğim.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı yoktur.

Birleşime 15 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.29

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 16.45

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Mehmet AY (Gaziantep), Tevhit KARAKAYA (Erzincan)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 102 nci Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

427 sıra sayılı kanun tasarısı üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. – Sosyal Sigortalar Kanunu ile Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/662) (S. Sayısı: 427) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet hazır.

Tasarının 5 inci maddesi üzerinde, Sayın Mahfuz Güler ve arkadaşlarının verdiği ve 5 inci maddenin tasarı metninden çıkarılmasını isteyen önergenin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı bu önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Oylama için 3 dakikalık süre veriyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Karar yetersayısı vardır; önerge kabul edilmemiştir efendim.

İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

427 sıra sayılı sosyal güvenlik kurumlarıyla ilgili kanun tasarısının 5 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.

“Madde 5.- Sosyal Sigortalar Kurumu sağlık hizmetleri ile yardımcı sağlık hizmeleri sınıfına dahil kadrolarına açıktan ilk defa tayin edilecek olanlar sözleşmeli olarak istihdam edilirler. İstihdam edilenler görev aldıkları yerde çalışmalarına devam ederler, Kurum içinde bir başka kuruluşa nakledilemezler.

Boş kadrolar, istihdam ücreti, istihdam yeri ve sair şartlar, seçme imtihanının yapılacağı tarihten üç ay önce meslek odalarına bildirilir, istihdamın yapılacağı ilde ve ülke genelinde neşriyat yapan basın yayın kuruluşlarında ilan edilir.

Sözleşme ücreti, istihdam yerinde, şartlara göre tespit edilir.

Kurumun 657 sayılı Kanuna göre çalışan mensupları, istekleri halinde, sözleşmeli kadrolara nakledilirler.

Sözleşmeli istihdama ait esaslar Bakanlar Kurulu tarafından bir yönetmelikle tespit edilir.

Cevat Ayhan (Sakarya)

ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon?..

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ MEHMET HANİFİ TİRYAKİ (Gaziantep) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükümet?..

DEVLET BAKANI EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Ayhan, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 427 sıra sayılı kanun tasarısının 5 inci maddesiyle ilgili bir önergem üzerinde söz almış bulunuyorum.

Önce, şunu arz edeyim: Tabiî, 1 Nisanda, Bağ-Kur ve SSK primlerinin, 4447 sayılı Kanuna göre, takriben yüzde 70 artırılmış olmasının doğurduğu aksülamel, esnafın ve işverenlerin tepkileri üzerine, hükümet, bu primleri yüzde 25’le sınırlamak üzere bir tasarı getirdi. Tamam dedik; ama, tasarının kuyruğuna üç tane daha madde ilave etti. İşte, bu Genel Kurulda, dün, bugün, geçen hafta bu tasarının çabuk çıkmamasının sebebi, hükümetin, tasarının kuyruğuna ilave ettiği üç tane maddedir; esastan sosyal güvenliğe tesir eden maddelerdir ve bunlarda yapılan yanlışlıkların müzakeresi zaman almaktadır. Aslında, bu kanun geçen hafta çıkar ve gerek esnaf ve gerekse işveren, bu SSK ve Bağ-Kur primleri bakımından gereğini yerine getirirdi.

Şimdi, bir önerge verdik, gruplardan arkadaşlarla beraber; bir geçici maddeyle, nisan ayına ait primlerin gecikmiş olmasından doğacak, bildirge gecikmesi ve ödeme gecikmelerinden doğan cezaları kaldıran bir önergedir. Umut ederim, bundan sonraki müzakerelerde, Genel Kurulda kabul edilir ve bu mesele halolur. Ama, bu gecikmenin sebebi, doğrudan doğruya hükümettir, iktidardır; onu ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, ben, burada ne teklif ediyorum... Burada teklif ettiğim husus, sosyal güvenlik kurumlarındaki istihdamın; yani, SSK’daki istihdamın sözleşmeli olmasını istiyorum, nokta istihdamı olmasını istiyorum ve kurum içinde bir başka müesseseye veya ile nakli kaldıralım diyorum. Doğrudan doğruya, nerede ihtiyaç varsa, sağlık personeli, yardımcı personel, nerede ihtiyaç varsa, üç ay önceden de imtihanları ilan edelim, illere göre istihdam yerlerini ilan edelim ve istihdam şartlarını da ilan edelim. Sözleşmeli demek, ücretin serbestçe tespiti demektir. Bakanlar Kurulu, her yıl çıkaracağı bir kararnameyle bunun limitlerini ortaya koysun; ama Ağrı’da istihdam edilecek olan bir ortopedistle, bir dahiliye mütehassısıyla İzmit’te veya Sakarya’da veya Manisa’da istihdam edilecek olan bir uzman hekimin şartları aynı olmaz. Siz, onları, aynı şartlarla oradan oraya yollarsanız, bu istihdamı... Aslında, Sağlık Bakanlığında var bu mesele. Bugün, yeni göreve başlayan bir hekime 300 milyon vereceksiniz, uzman hekimse 400 milyon vereceksiniz; olağanüstü hal bölgesine, mahrumiyet bölgesine, doğu ve güneydoğuya, fakir bölgelere, şartların çok zor olduğu bölgelere gittiyse, orada da ona 40-50 milyon bir fark vereceksiniz ve oralarda da, siz, hiçbir zaman sağlık personeli bulamayacaksınız.

Şimdi, bu maddede, aslında 4447 çıkarılırken konulmuş olan hüküm biraz daha değiştiriliyor, boş yerlere şartı getiriliyor; ama, yine bulamayacaksınız. Bakın, bu Genel Kurulda, Sağlık Bakanlığı yapan arkadaşlar var; bu Genel Kurulda, Çalışma Bakanlığı yapıp SSK’yı idare etmiş olan arkadaşlarımız var, bulamayacaksınız. İki yıl hizmet şartı koşuyorsunuz yeni göreve alınacak olanlara. Ne olacak bunlar? Tabiî, iki yıl hizmet şartıyla, siz, bunlara mecburî hizmet getiriyorsunuz. 1978-1979’da da, 12 Eylül sonrasında askerî idare döneminde de bu getirildi; ama, yürümedi, sökmedi. Yeni mezunlar buralarda görevlendirildi. Siz, buralara, insanları mecburî hizmet şeklinde yollarsanız, gönülsüz olarak giden insanlar ve sürgün anlayışıyla oralara giden insanlar, oralardaki insanlara güzel hizmet yapamazlar. Bir an önce, oradan kurtulup Edirne’ye dönmek ister, bir an önce oradan kurtulup Manisa’ya dönmek ister, bir an önce Antalya’ya dönmek ister. Nitekim, değerli bakan arkadaşımız, Antalya’da şu kadar şu uzman var; 5 kişi lazım 25 kişi var diye ifade ediyor. Rakamlar üzerinde durmuyorum. Yani, sağlığı idare eden arkadaşların hep karşılaştığı budur, vatandaşın da... Onun için, diyoruz ki, madem temelli bir değişiklik yapıyoruz, gelin, sözleşmeliye geçelim. Arz-talebe göre, Ağrı’da, eğer, siz, bir ortopedist veya dahiliye mütehassısı veya gastroentrolog istihdam edeceksiniz, İstanbul’daki ücretin 3 misliyse 3 misli, 5 misliyse 5 misli ücret verin ve orası için istihdam edin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, toparlar mısınız lütfen.

CEVAT AYHAN (Devamla)– Tayin, nakil yok arkadaş; ya burada emekli olursun veya beğenmezsen, istifa eder, kendine bir başka yerde iş bulursun diye, böyle bir düzene geçelim; ama, maalesef, cumhuriyet hükümetleri, yıllardan beri, o bölgeleri sürgün yeri olarak görüyor; beğenilmeyen personeli ceza için o bölgelere yolluyorsunuz veya istihdam şeklinde bir ceza için oralara yolluyorsunuz. Bu sistem yürümeyecek. Sağ olursak, bunun yürümediğini göreceğiz. Oraya gönderdiğiniz doktorlar, hemşireler, eş durumundan dönecek, şu veya bu sebepten dönecek, siyasîleri zorlayacak dönecek; yine, belli yerlerde yığılma olacak, israf olacak; belli yerlerde de vatandaşlar sağlık hizmeti görmeyecek. Bunları, birebir konuştuğumuz zaman hepiniz kabul ediyorsunuz; ama, gelin, köklü bir reform yapın. Köklü reform, arz-talebe göre istihdamı sağlamaktır. Fevkalede hadise var, olağanüstü bir durum var, deprem olmuş, felaket olmuş; o zaman, Silahlı Kuvvetler de diğer sağlık kuruluşları da özel kuruluşlar da koşar gider, yardım eder...

BAŞKAN – Sayın Ayhan toparlar mısınız efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Bitirdim Muhterem Başkan.

Ama, daimi istihdam demek, insanın gönül şartlarıyla, memnun olarak, huzur içerisinde çalışacağı ve insanlara severek hizmet edeceği bir anlayıştır. Ben, bu anlayışı burada, bu tasarıda görmediğim için, bu önergeyi verdim. Takdir sizindir, Muhterem Meclisindir; ama, bunun mücadelesinin de yapılması gerektiğine inanıyorum. Kamu yönetimi, bu anlayışla, yeniden düzenlenmedikten sonra, Türkiye, içerisine düştüğü badireden çıkamaz diyor; hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.

Efendim, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Üçüncü önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 427 sıra sayılı kanunun 5 inci maddesinde geçen “kalkınmada öncelikli yörelerdeki boş kadrolara” ibaresi yerine “Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından belirlenen kişi başına gayri safî millî hâsılası 1 500 doların altında, Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı tarafından belirlenen sosyoekonomik gelişmişlik sıralaması eksi 0,5’in altında olan ve deprem bölgesinde bulunan illerdeki boş kadrolara” ibaresine yer verilmesini saygıyla arz ederim.

Hüseyin Çelik (Van)

ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılmıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ MEHMET HANİFİ TİRYAKİ (Gaziantep) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükümet?..

DEVLET BAKANI EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) – Katılamıyoruz.

BAŞKAN – Gerekçeyi mi okutayım, konuşacak mısınız efendim?

HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Konuşacağım efendim.

BAŞKAN – Buyurun.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi, hastane binası ile hastane farklı şeylerdir. Siz, Türkiye’nin her tarafına hastane binaları inşa edebilirsiniz, tıpkı bizim yöremizde olduğu gibi; ancak, hastane, doktoruyla, içerisindeki medikal donanımla, yardımcı sağlık personeliyle birlikte olunca hastane olur; ama, maalesef, bugün, kalkınmada öncelikli yöreler içerisinde birinci önceliğe sahip olması gereken 26 vilayetteki hastaneler -bunların çoğu doğu ve güneydoğudaki vilayetlerdir- bu özelliklere sahip olan, gerçekten bir hastanenin sahip olduğu donanıma sahip hastaneler konumunda değildir. Biraz önce sizlere arz etmiştim; hastane binası vardır, doktor yoktur, bazı branşlarda doktor vardır, yardımcı personel yoktur veya medikal malzeme bulunamamaktadır.

SSK’lıların tedavisi büyük bir işkence halini almıştır. Hani, bir zamanlar televizyonda bir reklam vardı “önce alışveriş, sonra fiş” şeklinde. SSK’da doktor olmayınca ne yapılıyor? Diyelim ki, Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesine, Erzurum SSK’dan bir hasta sevk ediliyor. Örneğin, nörolojiye sevk ediliyor; ama, o hastanın beyin cerrahisinde de tedavi olması gerekiyor; tekrar, yeniden SSK’ya dönmesi gerekiyor, yeniden sevk kâğıdı alması gerekiyor, oraya, tekrar, yeni baştan işlem yaptırması gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, biz, biraz önceki konuşmamda da belirttiğim gibi, bu geri kalmış olan yörelerimize yeteri sayıda doktor gönderemediğimiz sürece, Ankara’daki, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki ofislerimizde, zamanımızın büyük bir çoğunluğunu, hemşerilerimizin tedavisine harcamakla geçirmeye devam ederiz.

Onun için, bu yörelerimize doktor bulabilmemiz için de, bir taraftan, şu anda, 5 inci maddedeki gibi mecburiyet getiren bazı düzenlemeleri yapalım, bu güzel; ama, esas, özendirici tedbirler getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Eğer Şırnak’a, Hakkâri’ye, Ağrı’ya, Erzurum’a, Van’a, Iğdır’a doktor gitmesini istiyorsak, Ankara’da, Antalya’da veya İstanbul’da görev yapan doktordan çok daha iyi maddî imkânlarla o insanları donatmalıyız ve eğer doğu ve güneydoğuya giden bir doktor, buradaki bir doktordan üç beş kuruş, 5 - 6 milyon, 10 milyon, 30 milyon lira fazla para alıyorsa, bunu cazip bulmaz ve oralara o insanları gönderemeyiz. Dolayısıyla, mecburiyet getirici tedbirlerle birlikte, özendirici tedbirlerin de mutlaka getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bu önergemizle, biz, kalkınmada öncelikli olan, ama birinci derecede öncelikli olan 26 vilayetin öncelikle bu kapsama alınması gerektiğini huzurlarınıza getiriyoruz.

Kalkınmada öncelikli iller statüsü, bugünkü haliyle -biraz önce de belirttiğim gibi- son derece sulandırılmıştır. SSK primi ödeyen işçilerimizi, SSK’lı vatandaşlarımızı bu eziyetten kurtarmak, Meclis olarak boynumuzun borcudur.

Bu mülahazalarla, bu önergemizin tarafınızdan kabul edileceği ümidi içerisindeyim.

Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum efendim. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelik.

Efendim, Hükümetin ve Komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

5 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarıya bir geçici madde eklenmesini öngören bir önerge vardır; önergeyi, okutup, işleme alacağım.

Önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 427 sıra sayılı tasarıya, aşağıdaki metnin, 5 inci maddeden sonra gelmek üzere, geçici madde olarak eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Mehmet Emrehan Halıcı Zeki Çakan İsmail Köse

Konya Bartın Erzurum

Cevat Ayhan Eyüp Doğanlar Nevzat Ercan

Sakarya Niğde Sakarya

İsmail Özgün

Balıkesir

GEÇİCİ MADDE 1.- Bu Kanunun Çerçeve 1 inci maddesiyle getirilen ek geçici 2 nci maddesinde belirtilen miktarlar üzerinden bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 79 uncu maddesinde öngörülen sürede Sosyal Sigortalar Kurumuna verilen aylık sigorta prim bildirgeleri ve dört aylık prim bordroları ek geçici 2 nci madde hükmü kapsamındadır.

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ MEHMET HANİFİ TİRYAKİ (Gaziantep) – Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükümet katılıyor mu efendim?

DEVLET BAKANI EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Komisyonun takdire bıraktığı, hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

6 ncı maddeyi okutuyorum:

MADDE 6 – Bu kanun 1.4.2000 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Tokat Milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 427 sıra sayılı kanun tasarısının 6 ncı maddesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi, 1.4.2000’de yürürlüğe girecek olan bu kanun öncesinde, 57 nci hükümetin “Sosyal Güvenlik Reformu” adını verdiği kanun geçtiğimiz eylül ayında yürürlüğe girmiş ve 4447 sayılı Yasada, Sosyal Sigortalar Kurumunca alınacak primlerin ve ödeneklerin prime esas günlük kazancının alt sınırı 4 milyon lira olarak belirlenmiştir.

Bir ülkede, düşünün ki, reel işçi ücreti ile prime tabi işçi ücretinin hâlâ birbirleriyle mutabakatı sağlanamamış, prim ile reel işçi ücretleri arasındaki farklılık giderilememiş olmasına rağmen, biz bunu bile çözememişiz; ama, yaptığımız kanunların adına, maalesef “reform” diyoruz.

Daha, yedi ay gibi kısa bir süre önce yürürlüğe giren bu değişiklikle, sigortalıların ödeyecekleri primler ve bağlanacak aylıkların hesabında esas alınacak günlük kazancın alt sınırı, her yıl nisan ayında, bir önceki yılın aralık ayına göre, Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından açıklanan en son tüketici fiyatları endeksinin değişim oranı ile bir önceki yılın gayri safî yurtiçi hâsıla gelişme hızları dikkate alınarak artırılması öngörülmüştür.

Buna göre, 57 nci hükümet, büyük reform iddialarıyla kamuoyunu ve Meclisimizi haftalarca meşgul eden bu değişikliğin, neticede, sigortalıların ödeyecekleri primlerin 1 Nisan 2000 tarihinden itibaren artırılması anlamına geldiğini, nedense o zamanlar kavrayamamıştı; bu da, asgarî ücretle işçi çalıştıran işverene bir işçinin maliyetinin 150 milyon lira civarına gelmesine sebep olmuştur maalesef.

Asgarî ücretle sigortalı çalıştırılan bir işçi için, bu uygulamadan önce, işçi ve işverenden toplam 40 200 000 lira SSK primi alınmaktaydı. 1 Nisan 2000 tarihinden itibaren, hem işçiden hem de işverenden tahsil edilecek SSK primi 67 837 000 liraya çıkmış; asgarî ücretle çalışan bir kişi için işverenler -bakın, çok ilginçtir değerli milletvekilleri- 80 426 000 lira ücret öderken, bizatihi ücret öderken, aynı işçi için 86 770 000 lira kesinti ödemek durumunda kalıyorlar. Bu durum, gerçekten çok çarpık bir tabloyu ortaya çıkarmıştır.

Her şeyden önce belirtmeliyim ki, hükümet -belki de gününe tetabuk etmesi açısından- 1 nisan şakası yapmış olabilir; ama, SSK ve Bağ-Kur primlerinin artırılmasının, işçi, işveren, esnaf ve sanatkârımız ile ülkemiz ekonomisi üzerinde derhal etkisini gösteren olumsuz sonuçlarına, başta bu Yüce Meclis olmak üzere, toplumun birçok kesimi tarafından şiddetle tepki gösterilmiştir.

Değerli milletvekilleri, herhalde sosyal devletin yolu, bulunabilecek en ucuz yöntemi seçerek, yani, sosyal güvenlik primlerini yükselterek değil, aksine, sosyal güvenlik kurumlarını daha işler hale getirmekten, yolsuzluk ve israfa son vermekten geçmektedir kanısındayım.

Sosyal güvenliği yaygınlaştırıp, etkinleştirmek, rasyonel çözümlerle olur; böyle bir ileri, iki geri gitmek suretiyle değil. Kaldı ki, SSK’yı kurtarmak ve aktuaryel dengeyi sağlamak, primlerin yükseltilmesiyle kesinlikle mümkün değildir. Aksine, prim toplamakta sıkıntı çeken SSK ve Bağ-Kur, bu gibi uygulamaların içerisine girdiği zaman, bu tür uygulamalara itildiği zaman, prim ödemelerinin daha da azaldığı görülecektir; çünkü, bu kadar yüksek olan işçi maliyetini üstlenmek istemeyen işveren, ya işçi çıkaracak veyahut da kendi aralarında anlaşmalar yapmak suretiyle, kaçak işçi çalıştırmak zorunda kalacaktır. Bir anlamda, kayıtdışı ekonomi, bu durumda daha da büyüyecektir. Sanayici, zaten zor durumdadır arkadaşlar.

Aynı şekilde, Hükümetin, Bağ-Kur primlerine, 1 Nisan 2000 tarihinden geçerli olmak üzere, yüzde 60-70’lere varan zam yapması, özellikle esnaf ve sanatkârlarımızı çileden çıkarmıştır; çünkü, hükümet, bir yandan enflasyonu azdırmamak için -çok güzel, uygun bulduğumuz bir şekilde- yüzde 25’in üzerinde zam yapmayın uyarısında bulunurken -yani, enflasyonu yüzde 25’lere çekme olayını güzel bulduk diyorum. Siz, bu güzel uygulamayı hedef tespit ederken yapıyorsunuz, ama, bu arada, zam yapmayın uyarısında bulunuyorsunuz- öbür yanda da, bizzat kendisi, esnafın ödediği Bağ-Kur primlerini artırmaya çalışmasıyla, âdeta, mantık açısından suçüstü yakalanmıştır.

Evet, bir taraftan, enflasyonla mücadele ileri sürülerek, ürünlerine yüzde 25’in üzerinde zam yapmaması için baskı yapılan 1 inci basamaktaki Bağ-Kurlu esnafımız 43 milyon lira, 24 üncü basamaktaki Bağ-Kur esnafımız ise 167 milyon lira prim ödemekle karşı karşıyadır.

Diğer taraftan ise, çalışanların ücretleri belirlenirken 2000 yılı enflasyon hedefi olan yüzde 25’in baz alındığı bir ortamda, prim artış hesabında geçen yılın gerçekleşmiş enflasyonu... Bir tarafta hedef enflasyon, bir tarafta da -ters tarafa çalıştırılarak- geçen yılın gerçekleşmiş enflasyon oranının baz alınması, akıl alır şey değildir diye düşünüyorum.

Gelir dağılımı bakımından büyük adaletsizliklerin yaşandığı ülkemizde, ücretlerin alabildiğine kısıldığı; ancak, primlerin ise alabildiğince yükseltildiği bu ortam, açıkça, yeni adaletsizliklere neden olmaktadır.

Nitekim, mızrak da çuvala sığmamıştır. Hükümet, hatasını görmüş ve tepkiler karşısında, işte bugünkü çalışmayla, bu yürürlüğe koyacağımız kanunla, bu işi hafife indirgemeye, toplumun zararlarını, sıkıntılarını hafife indirgemeye çalışmaktadır; ancak, yedi ay önce büyük iddialarla ve âdeta noktasını virgülünü değiştirmeden -o kadar uyarmamıza rağmen sabahlara kadar- çıkarmaya çalıştıkları kanun, bu defa, 2000 yılı için öngördükleri enflasyon hedefinin yüzde 25 olduğunu ileri sürerek değiştirilmek istenmektedir. Sizin enflasyon hedefiniz o zaman da yüzde 25 değil miydi? Niye, 1 Nisanda karşımıza çıkacak olan bu sıkıntılı tabloyu, o tarihlerde o kadar anlatmamıza rağmen dikkate almadınız?

Evet, buna göre, bu primler, bir önceki yıl enflasyon rakamlarına paralel olarak yaklaşık yüzde 60, yüzde 70’lerde değil, 2000 yılının enflasyon hedefi olan yüzde 25 artırılarak hesaplanacaktır. Ayrıca, 1 Nisan tarihinden değişiklik tarihine kadar yapılmış olan fazla ödemelerin de mahsup edileceği ifade edilmektedir ki, yürürlüğe konulacak bu kanun, nefes almak için çok önemli bir kanun olarak görülmektedir.

Allahaşkına, şimdi bakın, bu ileri gerilere ne lüzum vardı, madem bu doğruları bugün tespit edebiliyorsanız? Kastınız, vatandaşa eziyet etmek midir? Yüce Meclisi bu tür emrivakilerle meşgul etmeye ne hakkınız var?

Esnaf ve sanatkârlarımız; yani, bu fedakâr kesim, ülkesi için her zaman üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirmiştir ve getirmeye devam etmektedir; ancak, kendisini, aynı yoğunlukta ifade edemediği ve bir baskı grubu olarak gücünü aynı oranda hissettiremediği de bir gerçektir; yani, nimet-külfet dengesi uygun olarak korunamamaktadır. Hatta, bu yüzden kendisine yetkililer tarafından hep, maalesef, uysal koyun muamelesi yapılmaktadır ki, bu, esnafımızı çok üzmektedir. Bu yüzden, devletinden gördüğü ikinci sınıf muamele onları ziyadesiyle sıkıntıya düşürmektedir.

Gayri adil uygulamalara bir örnek vererek bitirmek istiyorum: Hükümet -çarpıcı bir örnektir- 2000 yılı enflasyon hedefini yüzde 25 olarak ilan etmesine rağmen, esnafın, Halk Bankasından Ensaf Kefalet Kooperatifleri aracılığıyla, hiç değilse bir şnorkel olarak, bir nefes alma aracı olarak kullandığı işletme kredileri yüzde 52’lerde tutulmaktadır. Enflasyon hedefiniz yüzde 25 olacak; ama, esnafımızın kullandığı işletme kredisinin faizi yüzde 52 olacak.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, toparlar mısınız lütfen.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) – Bugün, sevinerek öğrendim, yüzde 42’ye indirmişsiniz; ama, bu yeterli değildir; çünkü, esnafımızın o yüzde 42’ye indirdiğinizi söylediğiniz işletme kredisi de, önümüzdeki yıl, sizin enflasyon hedefiniz yüzde 10 iken, yani, o zaman, o enflasyon hedefine göre yüzde 32 zamlı olarak, o esnaftan, yine fitil fitil burnundan çıkarılarak alınmak istenmektedir. Halbuki, sosyal devlet ilkesine uyulsaydı, bu oran, derhal hedeflenen enflasyon oranına çekilseydi, bütün problemler ortadan kalkar ve esnafımız da sizin için dua ederdi.

Özetle, bıçak kemiğe dayanmadan, esnafımızın sesine kulak verilmelidir diyorum. Bağ-kur primlerine yapılan zamlar, âdeta bardağı taşırmıştır. Ülkemizdeki ekonomik durgunluktan en çok etkilenen ve bu nedenlerle yoğun iflasların yaşandığı bir ortamda, birkaç kuruş prim borcu yüzünden bırakın icra takibini, şu anda esnaf hapislerde yatmaktadır. İşte, bunların yükünü hafifletmek için elimizden ne geliyorsa onu yapmalıyız diye düşünüyorum.

Arkadaşlar, yani, şimdi altın yumurtlayan tavuğu kesmemek lazım. Eğer, bu hükümet, 57 nci hükümet bunu anlamıyorsa, biz, dostça, sevgiyle, kardeşçe uyarmak durumundayız.

Beyefendiler ve hanımefendiler... Yani, iktidarı oluşturan “bizim parmağımız fazladır” diye, bizleri, muhalefeti dinlemeden kanunları çıkaran beyefendiler ve hanımefendilere sesleniyorum. Bu ülkenin çalışanları, üreticileri, yani, ekonomimizin, vergi gelirlerimizin, geleceğimizin temeli olan insanlara lütfen kıymayınız; çünkü, unutmayınız ki, az tamah çok zarar getirir. Siz, reform dediğiniz bu sosyal güvenlik yasalarını temcit pilavı gibi, tekrar tekrar getireceğinize...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorum.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) – Bitirdim efendim.

BAŞKAN – Tabiî, ben, bitirdiğinizi anladım; onun için teşekkür ediyorum.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) – Bir cümle ilave edeceğim...

BAŞKAN – Peki efendim.

Buyurun.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) – Siz, temcit pilavı gibi, bu kanunları karşımıza getireceğinize, çocuklarımızın bile bugün oynadığı bilgisayar ve internet vasıtasıyla, Kemal Sunal’ın yaptığı gibi, o kolay tuşuna bassanız ve özendiğiniz Avrupa’nın sosyal güvenlik sistemini hiç değilse fotokopi etseniz, zannediyorum ki, bundan çok daha güzel sosyal güvenlik yasası çıkacaktır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın Nevzat Ercan; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz aldım; Yüce Heyetinizi şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.

Hatırlayacaksınız, sosyal güvenlik yasa tasarısını, 1999 yılı ağustos ayı içerisinde görüştü bu Meclis ve 8 Eylül 1999 tarihinde de Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bilindiği gibi, o tarihlerde, 57 nci Anasol-M Hükümeti ile bilhassa onun Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, IMF’ye şirin gözükmek uğruna, sosyal uzlaşıyı da heba etme pahasına, gerçekleri çarpıtarak, kurumları battı batacak, başka çaremiz yok iddiasıyla, Türkiye’nin gerçeklerine, çalışanların şartlarına uymayan işçi ve iş kesiminin benimsemediği ve sosyal barışı bozan bir tasarıydı aslında bu; ama, ne yazık ki, bütün uyarılarımıza rağmen, bu tasarı, o tarihlerde Genel Kuruldan geçti ve yasalaştı. Şimdi, bakınız ne oldu; aslında, bu tasarı getiriliş biçimiyle olsun, zamanlama açısından olsun ve içeriği itibariyle olsun zaman içerisinde çok büyük hayal kırıklığı yarattı ve birtakım ciddî endişeler doğurdu.

Değerli arkadaşlar, düşünebiliyor musunuz ki, milletçe bir büyük felaketin yaşandığı bir günde, bir tarihte, binlerce insanın enkaz altında kaldığı saatlerde, binlerce insan enkaz altından kurtarılmayı beklerken, Türkiye Büyük Millet Meclisi çarçabuk toplanıyor, aslında, milletin gündeminde olan depremle ilgili acıları paylaşmak, yaraları sarmak yerine, sosyal güvenlik konusunu ele alabiliyor. O saatlerde, deprem geniş bir bölgeyi yıkmış, insanlar perişan, millet kan ağlıyorken, milletvekilleri, Mecliste sosyal güvenlik yasa tasarısını görüşüyor.

Bu kürsülerden hep ikaz ettik “bu iş, bu konu önemli bir konu; ama, acaba uygun düşüyor mu bu zamanda. Yapmayın, çok uygun düşmüyor, bu, milletimizi de incitiyor. Dolayısıyla, bunu daha uygun bir zamanda getirin, gündem çok farklı, size göre farklı, bize ve millete göre farklı, milletin gündeminde deprem var, depremin yaraları var, bunun açtığı sorunlar var çözüm bekliyor” dedik; fakat dinletemedik. Öyle veya böyle dinlemediniz, getirdiğiniz tasarının içeriğine ilişkin dileklerde, temennilerde bulunduk “mahvedersiniz, perişan edersiniz, belirli kesimleri, bilhassa işveren kesimi, müteşebbis kesimi, çalışan kesimi siz perişan edersiniz, yapmayın” dedik ve haklı uyarılar getirdik, eleştiriler getirdik. Bakın, özellikle bugün, daha önce yaptığınız yanlışı düzeltmek için çalışıyoruz bu saatte burada, başka bir şey yapmıyoruz.

Bakınız, üçüncü gün bu, üç gündür bu tasarıyı görüşüyoruz. Şimdi, ben buradan sesleniyorum: Görüştüğümüz bu tasarı, daha evvel içine düştüğünüz bir yanlışı düzeltmek içindir, bunun için çalışıyoruz. Deneme-yanılma metodu, sizin, yolunuz, yönteminiz oldu. Bu, sadece bu tasarıya has bir özellik taşımıyor. Bu Mecliste görüştüğümüz çok temel yasalar bile tekrar tekrar geliyor. Çıkardığınız yasaların, bir bir, üç ay sonra, beş ay sonra içi boşaltılıyor. “Şu maddesi yanlış, bu maddesi yanlış, bu fıkrası yanlış, uygulamada şöyle şöyle olumsuz sonuçlar doğurdu, bunları düzeltelim” diyorsunuz ve sonra da, dönüyorsunuz, diyorsunuz ki “Meclis gece gündüz çalışıyor.”

MUSTAFA ZORLU (Isparta) – Çalışıyor...

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Boşa çalışıyor!..

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Çift dikiş yapıyorsunuz. Devamlı, içine düştüğünüz yanlışları düzeltmekle meşgulsünüz. Size katkı sağlayalım, düzeltelim, yardımcı olalım da, geçen dönem içerisinde, bu yanlış yasalarla, eksik yasalarla, uygulamada bundan olumsuz etkilenen vatandaşlarımızın sorunlarını, sıkıntılarını ne yapacağız, onları söyleyin. Bakın, şimdi “feryat etti işveren kesim, müteşebbis kesim” diyorsunuz. İşçi, işveren açısından oldukça ağır malî yükümlülükler getirdiniz. Belirli kesimler perişan oldu; şimdi düzeltiyoruz.

Geçmişte, prim hesabını, bir önceki yılın gerçekleşen enflasyonuna göre yaptınız; ama, bugün, dönüyorsunuz, beklenen enflasyona, yüzde 25’e endeksliyorsunuz. Şimdi, o tarihlerde, Doğru Yol Partisinin komisyon üyesi değerli arkadaşlarımın zabıtlara geçen beyanları var; yetmemiş, muhalefet şerhleri var. Bakın, o muhalefet şerhine eğer o tarihlerde dikkat edilmiş olsaydı, sırf muhalefet kesiminden geliyor gibi bir saplantının, önyargının içerisinde olunmasaydı ve o uyarılara dikkat edilmiş olunsaydı, bugün, bu tasarı yerine başka bir tasarıyı görüşüyor olurduk.

Bakın, Sayın Oğuz Tezmen, muhalefet şerhinde “işverenlerin yüksek primlerden şikâyet ettiği bir dönemde, SSK primi, işçi ve işveren hisselerini hızla artıracak bir uygulama, aynı zamanda, kaçak işçi çalıştırmayı da özendirecektir, teşvik edecektir” diyor ve öyle oldu nitekim.

Böyle bir muhalefet şerhi var, görmüyorsunuz. Neden; çünkü, DYP’li bir milletvekili söylüyor, muhalefetten geliyor. Arkadaşlarımız, Genel Kurul müzakerelerinde, bu konuları tekrar tekrar dile getirmişler. Bu defa, Sayın Kabataş “gelin, bu primleri indirelim, işçi-işveren kesimi taşıyamaz; gelin, bu yükleri taşınabilir hale getirelim, gelin, SSK’yı çalışır, çağdaş bir kurum haline getirelim” demiş; devam ediyor bu ve diğer muhalefet partisinin değerli sözcülerinden de benzer uyarılar geliyor; ama, dikkate, ciddiye almıyorsunuz; tekrar tekrar getiriyorsunuz, sonra da “efendim, bu Meclis çalışıyor, çok çalışıyor, çalışıyoruz...” Olayı, bir başka yönüyle de kamufle ederek, muhalefet çalışmayı engelliyor, işte bunlar çalışmak istemiyor gibi, dün gece yaşadığımız çok üzücü birtakım gelişmelere de sebep oluyorsunuz burada.

Değerli milletvekilleri, aynı şeyi Vergi Yasasında da yaptınız, iki defa daha geldi; o yasanın tekrar tekrar içini boşalttınız; ne oldu?! Malî milattı, ne oldu; askıya aldınız; ama, toplumun bütün kesimleri olumsuz etkilendi.

Peşin vergiydi; onu da ertelediniz, askıya aldınız. Faiz, repo gelirlerini, beyanname verme mükellefiyetine bağladınız, sonra stopaja döndürdünüz, vesaire vesaire... Bu Meclis, yazboz tahtası mı?! Deneme yanılma metodundan vazgeçin. Bunun için de bir tek yolunuz var: Bu tasarı ve tekliflere oldukça hazırlıklı gelen muhalefet sözcülerine itibar edin, dikkat edin, bu uyarıları dikkate alın ve yanlışın içine düşmeyin değerli arkadaşlarım.

Burada -sayabilirim- hep aynı şeyleri tekrar ettiniz, getiriyorsunuz. Önümüzdeki günlerde belki çok temel yasalar gelecek. Ben çok ciddî şeyler söylediğim kanaatini taşıyorum. Bu söylediklerim, doğrudan, aslında, iktidar ortağı partilerin tümünü ilgilendiriyor, milletvekillerini ilgilendiriyor.

Değerli arkadaşlarım, temel yasalar gelecek önümüzdeki günlerde. Sizden istirhamımız, bilhassa grup yöneticilerinden... Bakınız, hemen her Danışma Kurulu önerisi vesilesiyle, bu kürsüden, arkadaşlar, bizler, hepimiz dile getiriyoruz. Siz birçok konuyu gerek komisyonlarda gerekse Genel Kurul müzakerelerinde bir oldubittiye getirerek çok sayıda kanun yapmak gibi bir alışkanlık edinmişsiniz. Değerli arkadaşlarım, hatta, sözcüleriniz defaatle televizyon ekranlarında bunu gururla söylemeye çalışıyorlar, 100-150 adet kanun çıkardık falan diyorlar. Biz sizi yeniden uyarıyoruz...

BAŞKAN – Bu kanunla 184 oluyor efendim.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – 184 oluyor da, 184 kanun çıkarıyorsunuz da... Yalnız, ben bir vesileyle de söylemiştim? Çok sayıda kanun çıkarırsınız, 284 de çıkarırsınız. Yalnız, kanun devleti olmak yerine hukuk devleti olmayı ilke edinmemiz gerektiğini burada ifade etmek istiyorum. Kanun devleti değil, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü... (DSP sıralarından “herhangi bir endişeniz mi var” sesleri) İşte, siz, eğer bu Meclisten çıkan yasaları, bu tasarıyı hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi çerçevesinde buraya getirip Meclisin geniş kesimlerine, hatta topluma mal edip bilimsel eleştirilere açarak, tartışarak ve uyarılara da açık bir tavır sergileyerek bu Mecliste yasalaştırma gibi bir örnek uygulamaya öncülük ederseniz, zannediyorum ki, bir daha deneme yanılma metoduna ihtiyaç duymazsınız.

Hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ercan.

Efendim, şimdi söz sırası, Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan’da.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan 427 sıra sayılı kanun tasarısının 6 ncı maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Efendim, ben, maddeye girmeden önce bir iki hususun altını özellikle çizmek istiyorum. Evvela bir kanun tasarısı görüşülüyor; kanun tasarısıyla ilgili olan bakan yok. Konuya yabancı bir Devlet Bakanı salonda oturuyor ve maalesef, birçok sorular cevaplanmıyor. Bu açıdan, bu tasarıyla ilgili olarak hükümeti samimi bulmadığımı ifade etmek istiyorum.

İkinci konu: Şu anda, hükümetin, Parlamentoda 352 civarında çoğunluğu var; birçok maddede, karar yetersayısı olmadığından görüşmelere ara veriliyor. Hükümetin biraz daha ciddî davranması ve üyelerin salonda yerini alması gerekir.

Şimdi, Sayın Meclis Başkanvekilimiz de, sık sık “184 kanun çıkardık, 150 çıkardık” falan” diyor. Ben baktım, mükerrer gelen kanunların sayısı 30 civarında. Bugün görüşmekte olduğumuz tasarı da, altı veya sekiz ay önce tekrar gelmiş ve biraz önce konuşan sözcünün de ifade ettiği gibi, reform denilmiş, o zaman da muhalefet edilmiş. Lütfen... Meclis Başkanvekilimiz de, ifade ederken, zannediyorum, bu kanunlardan tekrar getirilenleri düşmesi gerekir.

Şimdi, bu tasarı, metin olarak neyi ifade ediyor... O gün denmiş ki: “Efendim, Türkiye’de enflasyon yüzde 68-70’tir; biz, Devlet İstatistik Enstitüsünün açıkladığı rakamlara göre, yurtiçi gayri safî hâsılaya göre primleri artıracağız.” Bu rakam da ne çıkmış; yüzde 68. Tabiî ki, bugün geldiğimiz nokta da, iş çevreleri, sanayiciler bunun çok fazla olduğunu söyleyince, aynı kanunu, sizin sayı olarak 184 diye ilave ettiğiniz kanunu dört ay sonra bir kere daha gelip görüşüyoruz ve diyorsunuz ki kamuoyuna dönüp, biz kanun çıkarıyoruz; yani, bir maddelik bir tasarı getiriyorsunuz ve buna, diyorsunuz ki, biz kanun çıkarıyoruz. Bu da doğru değil değerli arkadaşlar.

Aslında, değerli sözcü ifade etti; burada kanunlar görüşülürken muhalefet sözcüleri ciddî hazırlıklar yapıyorlar. Mesela, ben bir araştırma önergesi vermişim; sizin aldığınız kararla, Meclisin denetim yetkisi elinden alınmıştır. Danışma Kuruluna götürdünüz... Sayınızın fazlalığı nedeniyle araştırma önergelerini görüştürmüyorsunuz. Halbuki, o araştırma önergeleri görüşülmüş olsaydı, onlardan bir tanesi, ilk sırada bekleyen SSK idi ve SSK’da dönen dolaplar, yolsuzluklar, usulsüzlükler, SSK neden battı... Şimdi, primlerim yüzde 68... Sanayici bastırdı, yüzde 25’e indirdiniz... Ee yüzde 25 de SSK’yı kurtarmayacak; SSK’nın birçok problemi var.

Bakın, mesela, ifade edeyim. Devlet Denetleme Kurulu bir rapor yayınladı. Şu anda, milletvekillerinin odalarına da geldi. O raporun sosyal güvenlik bölümündeki cümlesi şudur: Sosyal güvenlikte sigortasız çalışan insan sayısı 4 milyondur ve bunların mutlaka kapsam alanına alınması lazım. Yani, Cumhurbaşkanına bağlı Devlet Denetleme Kurulunun raporu budur.

Diğer taraftan, yine bu kurumu denetmeyen Yüksek Denetleme Kurulu raporundan çok cazip gördüğüm, önemli gördüğüm birkaç hususu ifade etmek istiyorum. Prim alacakları zamanında tahsil edilmemektedir. Yani, siz ne kadar artırırsanız artırın, primleri alamıyorsunuz.

İkinci olarak “prim alacakları makul ölçüde tutulup, sigortasız işçi çalışması önlenmelidir” diyor Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu. Cumhurbaşkanlığına bağlı Devlet Denetleme Kurulu ile Başbakanlığa bağlı Yüksek Denetleme Kurulu aynı şeyi söylüyor. Yani, burada, hükümet, hem konuyu bilmiyor -işin çok vahim tarafı- hem de bilmediğini bilmiyor. Kusura bakmayın; maalesef, böyle.

BAŞKAN – Sayın Candan, toparlar mısınız, süreniz bitmek üzere.

VEYSEL CANDAN (Devamla) – Efendim, müsaade eder misiniz; çok önemli...

SSK’nın sağlık tesislerinin yeterli hale getirilmesi, maliyetlerinin düşürülmesi söyleniliyor; yani, bir noktada siz bu primleri ayarlarken bunlara da dikkat etmek lazım deniliyor.

Ayrıca, çok önemli gördüğüm bir maddeyi daha ifade etmek istiyorum. “SSK’nın yıllık borç ve alacakları, gider ve gelirleri, muhasebe kayıtları sağlam değildir” deniliyor. Şimdi, öyle bir müesseseyi tartışıyoruz ki, bu müessesede prim müzekere ediyoruz; 60 mı olsun, 25 mi olsun, enflasyon oranında mı olsun... Halbuki, Yüksek Denetlemenin yazdığı raporda, borç ve alacakları, gider ve gelirleri açık ve net yazılı değildir; yani, demek istiyor ki, muhasebe kayıtları geçersizdir.

Teşekkür ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Efendim, söz sırası, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan’da.

Sayın Ayhan?.. Yok.

MURAT AKIN (Sakarya) – Konuşma hakkını bana verin Sayın Başkan.

BAŞKAN – Böyle bir devir gelmedi.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Şahsı adına söz istiyor Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, sırada yok.

Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat, buyurun efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Söz hakkımı Murat Beye veriyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Akın.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sonuçta, yine söz verdiniz.

BAŞKAN – Usulden de olsa, bazı formaliteler lazım efendim; onun için sordum.

Buyurun.

MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 6 ncı madde üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bilindiği üzere, bu değişiklik, aslında, tek maddeden oluşan ve sigorta primlerinin düşürülmesine yönelik bir tasarıyken, ilave üç beş madde daha getirilmek suretiyle, yeni bir tasarı, yeni bir reform şekline büründürülmüştür. Bu yanlıştır. Bilindiği üzere, 25.8.1999 tarihinde 4447 sayılı Kanunla sosyal güvenlikle ilgili mevzuatımızda temel değişiklikler yapılmış, söz konusu kanun 8 Eylülde meriyete girmiştir.

Değerli sözcülerimizin sık sık ifade ettikleri üzere, sigorta primlerine esas göstergelerin enflasyon oranında -yüzde 68’e yakın- yükseltilmesi esas alınmıştı. Ancak, o zaman, tasarı tenkit edilirken, gelecekte enflasyon oranının düşürüleceği ifade edilmiş ve hükümetin bu yönde de enflasyonla mücadele programı hazırlığı içerisinde olduğu belirtilerek, bu sıkı para politikasının ve kamu açığının azaltılmasını hedefleyen sıkı maliye politikasının, yine, kamu açıklarını bir ölçüde azaltmak için uygulanılacağı iddia edilen özelleştirme programına ters olduğu belirtilmiş, bu çerçevede de, primlerin yüzde 60 oranında artırılmasının doğru olmadığı Genel Kurulda tekrar tekrar vurgulanmıştı.

Değerli milletvekilleri, halbuki, o zaman, tenkitler çerçevesinde, bir torba maddesinde, bu hususlar Bakanlar Kurulunca 1 misli veya 5 misli ya da sıfıra kadar indirilebilir diye bir hüküm konulmuş olsaydı... 2000 yılında yüzde 25 oranında düşünülen enflasyonun gerçekleşeceği muhakkak ki zordur; ama, hiç değilse, geçici olarak, 1.4.2000 tarihinde, bu nispet, Bakanlar Kurulunun kararıyla yüzde 25 olarak tespit edilebilirdi.

Şimdi, sekiz ay önce bir kanun çıkarıyoruz, 8 Eylülde meriyete giriyor; diyoruz ki bu kanunun bir maddesinde: 1.4.2000 tarihinde yüzde 60 artırılacak.

Yine, aynı hususta bir kanun çıkarıyoruz. Bu da, 5 inci ayın 31’inde, bugün çıkarmaya çalıştığımız kanun; 1.4.2000 tarihinde bu oran yüzde 25 olur... Yani, 1.4.2000 tarihine takıldık kaldık, bir türlü çıkamadık. Sekiz ay önce, 1.4.2000 tarihinde bu şekilde olur diyoruz; bir ay sonra, 45 gün sonra, yine, kanunun meriyete girdiği tarihten itibaren 1.4.2000 tarihinde yüzde 25 olur diyoruz.

Değerli milletvekilleri, bilhassa Sayın Bakanımız bir şeyler yapmak istiyor; haklı olarak, deştiği, silkelediği ve düzeltmeye çalıştığı bu kurumun -yani, Sosyal Sigortalar Kurumunun- kurtarılması için bir mesai harcıyor. Yalnız, şu Genel Kurulda da, muhalefet partilerinin sözcüleri, hakikaten, güzel, farklı ve faydalı olacak şeyler ifade ediyorlar. İktidar partilerinin burada savunduğu hususlar, daha sonra aksayan hususlar oluyor, muhalefetin o zaman mutlaka tasarıda yer alması gerektiğini ifade ettiği hususlar da, gerçekleşen ve fiilî durum oluyor. Bu inat ettiğimiz husustan rücu etmiş olsak da, tasarıda tekrar tekrar yer alan 1.4.2000 -altı ay önce 1.4.2000, iki ay sonra 1.4.2000- ifadesinden kurtulmuş olsak, herhalde, faydalı olur.

Değerli milletvekilleri, Sosyal Sigortalar Kurumuna bütçeden aktarılan dört aylık rakamları ifade ediyorum: Emekli Sandığı, SSK, Bağ-Kur ve fon ödemeleri dahil, diğer transferler dahil, 1 katrilyon 434 trilyon lira. Yılsonu itibariyle hedeflenen, 3 katrilyon 468 trilyon 500 milyar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen toparlayın efendim.

MURAT AKIN (Devamla) – Demek ki, dört ay için aktarılan 1 katrilyon 434 trilyona 1,5 katrilyon dersek, bunu 4’le çaptığımızda, 6-6,5 katrilyon genel bütçeden aktarılması gereken ilave bir para söz konusudur.

Hükümetin hesapları hiçbir zaman tutmuyor. Yine, vergi kanunlarında dahi enflasyonu yüzde 25 olarak düşünüyoruz, vergisini ödeyemeyen mükelleften, aylık gecikme faizi, gecikme zammı yüzde 6 alıyoruz. Yıllık yüzde 72... Hani, enflasyon yüzde 25 diyoruz?!. O zaman, borcunu ödemekte güçlük çeken mükelleflere uygulanacak gecikme zammı ve tecil faizinin de yüzde 25 olarak ayarlanmasını bu Genel Kurulda gündeme getirelim.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akın.

Oylamaya geçmeden evvel sorular vardır.

Sayın Aslan Polat, buyurun efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkanım, delaletinizle sayın bakanlarıma şu soruyu sormak istiyorum. Gerçi ben konuşmamda bunlara değindim; ama, Sayın Yaşar Okuyan burada olmadığı için tahmin ediyorum, Bakan Bey cevap vermedi. Lütfen, yazılı veya sözlü, bütün Erzurum halkı sizden şu sorunun cevabını bekliyor:

1 – Sigorta Teftiş Kurulu Erzurum Grup Başkanlığını kapatıp da, Erzurum’u Trabzon’a bağlama kararınızdan vazgeçtiniz mi? Bu, bütün Erzurum Ticaret Odasının ve esnafının şu anda sizden beklediği bir karardır. Erzurum’u Trabzon’a bağlarsanız, bunun vebalinden kurtulamazsınız.

2 – Bağ–Kur hastalarının Erzurum’da üniversite hastanesine gitmesini yasakladınız. Bu kararınızı Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da da kaldıracak mısınız? Çünkü, orada, sigorta ve devlet hastaneleri yetersiz olduğu için, Ankara’ya gitmek zorunda kalıyorlar ve çok zor durumda kalıyorlar. Buna da cevap bekliyoruz.

Lütfen, yazılı veya sözlü cevap vermenizi diler, saygılar sunarım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Polat.

Sayın Murat Akın, buyurun efendim.

MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, vasıtanızla Sayın Bakanımıza aşağıdaki soruyu tevcih ediyorum.

Aksaray’da, 1998 yılı yatırım programına alınan, 50 yataklı bir SSK hastanesi inşaatı devam etmektedir. Bunun 2001 yılında bitirilmesi planlanmaktadır; şu ana kadar yüzde 35–40’ı tamamlandı. Aksaray’ daki SSK’lı hastalarımızın büyük bir kısmı Konya’ya gitmektedir ve bu gidiş gelişler bunları çok perişan etmektedir. Bu çerçevede, Aksaray İlinde inşaatı devam eden SSK hastanesini 2001 yılında bitirecek şekilde bir ödenek ayırmanız mümkün müdür? Ayrılan ödenekler, 2001 yılında değil, 2010 yılında bu hastaneyi zor bitirir.

İkinci sorum: Halen sigortalılara hizmet veren SSK Dispanseri, mütehassıs doktorun olmaması, doktor yetersizliğinden dolayı sevk görevi yapmamaktadır. Mutlak surette, 1 çocuk mütehassısı, 2 dahiliye mütehassısı, 1 kadın doğum uzmanı ve 1 biyokimya uzmanına acilen ihtiyaç vardır. Bu atamaları ne zaman yapacaksınız?

Üçüncü sorum: SSK Dispanserinin SSK Konya Bölge Hastanesine bağlanması bazı işlemler yönünden sıkıntı oluşturduğu gibi, şikâyet ve sızlanmalara neden olmaktadır. Bunun da müstakil hale getirilmesi mümkün müdür? Çünkü, Aksaray sıfır deprem bölgesinde. Şu an Almanya’dan iki büyük firma geldi, 30 000’er bin metrekare yer fabrika alanı olarak tahsis edildi. Halen Mercedes firmasında çalışan 2 000’in üzerinde işçi, ayrıca sigortalı 40 000’e yakın işçi bulunmaktadır. Bu işçilerimiz Aksaray İlinde zor durumdadır.

Bu sorularımın karşılığı temin edilirse, Aksaray bu sıkıntıdan kurtulmuş olacak.

Saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Şükrü Ünal, buyurun efendim.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) – Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakanımıza bir soru sormak istiyorum ve sorumun cevaplandırılmasını arz ediyorum.

Osmaniyemizde, şu anda, Sosyal Sigortalar Kurumu, çok elverişsiz şartlarda ve köhne bir binada sağlık hizmeti vermeye çalışmaktadır. Osmaniyemize -ki, kalabalık bir nüfusa, geniş bir alana sahip- sosyal sigortalar hastanesi yapılacak mı? Yapılacaksa, ne zaman yapılacak veya temeli ne zaman atılacak?

Teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Cevat Ayhan, buyurun efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, sorum şudur: Deprem bölgesinde, deprem felaketi sebebiyle iktisadî hayat çöktü. Bu bölgenin kendine dönebilmesi için -daha önce de müteaddit defa hükümete arz ettik- bu bölgede mevcut SSK ve Bağ-Kur prim borçlarının silinmesini ve üç yıl için de, bölgeye, vergi muafiyeti yanında Bağ-Kur ve SSK primlerinde de muafiyet getirilmesini istiyoruz. Bölge ayağa kalksın -komadadır- ondan sonra ne alınacaksa o alınsın diyoruz.

Hükümetin, bölgedeki SSK ve Bağ-Kur primlerinin mevcut cezalarının affı ve üç yıl için de muafiyet getirme imkânı olacak mı? Bunu soruyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Bakan...

DEVLET BAKANI EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekillerimizin soruları ayrıntılı şekilde yazılı olarak cevaplandırılacaktır.

BAŞKAN – Sorular bitmiştir efendim.

Maddeyi...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, karar yetersayısını arayacağım.

6 ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

7 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 7.– Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Ramazan Gül; buyurun efendim. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA RAMAZAN GÜL (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 427 sıra sayılı yasa tasarısının 7 nci emaddesi hakkında Doğru Yol Partisinin görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, aslında, bu yasa tasarısı, geçen hafta görüşülüp bitirilecekti; fakat, araya, tarım satış kooperatifleriyle ilgili yasa girdi ve bugüne geldi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 7 nci madde, yürürlük maddesidir; bu konuda Bakanlar Kuruluna yetki verilmiştir.

Değerli milletvekilleri, bu tasarıyla, yürürlükte olan 4447 sayılı Kanun düzeltilmektedir. Bu tasarının huzurunuza gelmesindeki temel neden, sigorta primine esas kazancın alt sınırının yüzde 25 enflasyona göre yeniden belirlenmesinin istenmesidir; çünkü, 4447 sayılı Kanun getirilirken, bu hiç düşünülmemişti. Hazırlıksız bir şekilde getirilen tasarının daha uygulanmadan dökülmesi, gerçekten acı bir şeydir. Hükümet, enflasyon hedefini yüzde 25’te tutarken, işçi ve işverenden yüzde 60’ı aşan oranda prim istemektedir. Bu ayıbı ortadan kaldırmak için, şimdi, hükümet, bunu düzeltmeye çalışmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükümet, bir enflasyon hedefi ortaya koymuştur; yani, narh ekonomisinin gereği olarak bir hedef belirlemiştir. Bu hedef yüzde 25’tir; ama, maalesef, bu ifade edilen hedef, tamamen tezatlar teşkil etmektedir; işçi, memur, emekli, esnaf ve Bağ-Kurluya yüzde 25, üreticiye yüzde 25, öte yandan, ihalelere yüzde 100 zam; devletin gecikme zammı yüzde 62, senet reeskontları yüzde 72; halen, faizler yüzde 80’ler mertebesinde, holdinglerin üretmiş olduğu mal ve hizmetler yüzde 25 mertebesinde. Hükümet, bu enflasyon hedefini ortaya koyarken, dileğimiz, bu hedefin tutulmasıdır ve Türkiye’nin enflasyon belasından kurtulmasıdır.

Biz, muhalefet partisi olarak, bu konuda, hükümete her türlü desteği vermeye hazırız. Ancak, bu tür hedefler ortaya konulduktan sonra, her bakanlığın da bu hedeflere uygun çaba harcaması ve buna göre politikasını belirlemesi gerekmektedir. Aksi takdirde, yapılanın büyük bir aldatmaca olduğu ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki -sizlere bazı konuları arz etmek istiyorum- Yüce Parlamentonun çok iyi bildiği gibi, Sosyal Sigortalar Kurumu, halen, ciddî bir kaosun içerisinde bulunmaktadır; her hafta, yüzlerce kişi görevden alınmakta ve sürülmektedir; işin ehli olmayan insanlarla kurum yönetilmeye çalışılmaktadır.

Sayın Bakanımız, bir öğretmeni genel müdür yardımcısı olarak atamıştır. Şimdi, burada, Sayın Bakanıma sormak istiyorum. Sayın Bakan, bu öğretmen, daha önce Yalova’da görev yapıyor muydu? Bu öğretmenin Sosyal Sigortayla ilgili bir eğitimi var mıydı? Yoksa, bu kişi, size seçimlerde yardım eden ve seçim bölgenizde sizi destekleyen bir kişi miydi?

Bakınız, Sayın Bakan, hakikaten, bazı konularda çok iyi şov yapmaktadır; her şeyi güllük gülistanlık göstermektedir. Oysa, gerçekler, Sayın Bakanın söylediği gibi değildir; vatandaş perişan vaziyettedir. Sayın Bakanın asıl göz diktiği, SSK’nın kaynaklarıdır.

Gerçekten, durum içler acısıdır. Hasta kuyrukları kartopu gibi artmaktadır; hastanelere giden insanlar sefilleri oynamaktadır; ama, bizim Sayın Bakanımız şov peşinde koşmaktadır.

Değerli milletvekilleri, şimdi size anlatacağım olayın belgeleri elimde bulunmaktadır. Bu belgeler, hükümetin enflasyon hedefi konusuna Sayın Bakanımızın ne ölçüde uyduğunu göstermektedir; çünkü, Sayın Bakan, hemen hemen her yaptığı konuşmasında, Sosyal Sigortalar Kurumu kaynaklarının talan edildiğini, hatta -Sayın Bakanın deyimiyle- Sosyal Sigortalar Kurumunun nasıl öpüldüğünü anlatmaktadır.

Şimdi anlatacağım olay Sayın Bakanımızın döneminde bir öpülme olayıdır. Bunu Sayın Bakana yazılı olarak da sordum; ancak, sağlıklı bir cevap alamadım. Sosyal Sigortalar Kurumunun, 1999 yılında, personel taşıma işi -bakın, 1999’dan bahsediyorum- 273 milyar liraya ihale edilmişti. İhale sözleşmesinin 16 ncı maddesinde, her yıl için akaryakıta ayrıca zam yapılacağı ve yüzde 20’yi aşan akaryakıt farklarının da Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından ödeneceği hükmü yer alıyordu. Buraya kadar o anlaşma için bir sorum yoktur; ancak, 2000 yılında aynı Sosyal Sigortalar Kurumu bir ihale daha yapmış ve bu kez, ihale bedeli, 273 milyar liradan 593 milyar liraya çıkmıştır. Artış yüzde 100’ün üzerindedir. Kaldı ki, akaryakıt farkları, yine yüzde 20’yi aşan bir fark olduğuna göre, ayrıca ödenecektir.

Şimdi izninizle, Sayın Bakana sormak istiyorum. Sayın Bakanım, hani sizin enflasyon hedefiniz yüzde 25’ti; nasıl oluyor da yüzde 100’leri aşan bir tezgahı görmezlikten geliyorsunuz? Yani, siz, Sosyal Sigortalar Kurumunun öpüldüğünden bahsediyorsunuz; acaba, bu öpülme sürecinde sizin katkınız var mıdır?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öpülme olayı bununla da bitmiyor. Sosyal Sigortalar Kurumuy ile ihaleyi alanlar arasında yapılan sözleşmede bir hüküm daha bulunmaktadır. Sözleşmenin 6 ncı maddesine göre, eski yükleniciler, yeni yılda iki ay için de eski fiyattan taşıma yapabilirlerdi. Sözleşmede bu imkân olmasına rağmen bu imkân kullanılmamış yüzde 100’leri aşan bir fiyattan taşıma esas alınmıştır. Şayet siz de bu imkânı kullansaydınız 100 milyar liranın üzerinde kazanç elde edilecekti. Bu kazancı da Sayın Bakan görmemiştir. Ben de Sayın Bakana sordum; ama, Sayın Bakan kaçamak cevap vermeyi tercih etti, bu yolsuzluğu soruşturma konusu dahi yapmadı.

Acaba, Sayın Bakanım, siz, Sosyal Sigortalar Kurumunun düzeltilmesi konusunda ne kadar samimisiniz; size güvenelim mi? Bu gerçekler bilinirken, siz, sık sık elinize plastik kart alıp SSK’yı düzeltmek isterken, bu kartların arkasında buna benzer ihalelerin olmayacağını nereden bilebiliriz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; buradan Sayın Başbakana da çağrıda bulunmak istiyorum. Lütfen, yolsuzlukların ve olumsuzlukların üzerine gidiniz ve SSK’daki bu taşıma işiyle ilgili soruşturma yaptırınız.

BAŞKAN – Sayın Gül, süreniz bitmek üzere; toparlar mısınız.

RAMAZAN GÜL (Devamla) – Sayın Başbakan, bu çağrımızın yeterli olduğunu düşünüyorum; çünkü, anladığım kadarıyla, Bakan, yolsuzluğun üzerine perde germekten yana.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, ciddî bir ekonomik süreçten geçmektedir, sorunları vardır; ancak, bu sorunlar çözümlenemez sorunlar değildir. Biz, muhalefet olarak, bu sorunlara sağlıklı çözümler getiren her tasarıyı destekleriz. Bu konuda gösterdiğimiz muhalefetin saygıyla karşılanmasını isteriz; ancak, iyi şeyler yapıyormuş gibi görünüp, birilerine kaynak aktaranları da kamuoyuna sergilemeye kararlıyız. Bu konudaki kararlılığımız, unutulmasın ki, hükümetin lehinedir. Hükümet de bilmelidir ki, sistemi kendi lehine kullanmak isteyen siyasiler, kendileri, önce, mensup oldukları partileri ve sonuçta hükümeti yıpratırlar. Az önce verdiğim örnek, Sayın Bakanın da reddedemediği bir örnektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAMAZAN GÜL (Devamla) – Hepinize teşekkür ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Fazilet Partisi Grubu adına, Balıkesir Milletvekili Sayın İsmail Özgün; buyurun efendim.

FP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 427 sayılı kanun tasarısının 7 nci maddesinde Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 7 nci madde yürütme maddesidir; deniliyor ki: “Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.” Tasarıda öyle deniyor da, ne yazık ki, Bakanlar Kurulu, bu çıkardığınız kanunları yürütemiyor; yürütemediği için de, sık sık buraya getirip, değiştirmek zorunda kalıyorsunuz.

4447 sayılı Kanunu ne zaman çıkardık; ağustos ayında. Üzerinden altı ay geçer geçmez, işte, buraya getirdiniz, diyorsunuz ki “şu şu hususları biz yürütemiyoruz, yürümüyor, bunları değiştireceğiz.” Doğrudur. Biz size altı ay önce söyledik, bu hususları yürütemezsiniz, bu yürümez; çünkü piyasa şartlarına uygun değil. Siz, masa başında hazırlıyorsunuz, icraatçılara, bu işi yürütecek olanlara sormuyorsunuz, ondan sonra piyasa şartları altında tıkanıyor ve yürümüyor.

Değerli milletvekilleri, burası Türkiye Büyük millet Meclisi; burası yazboz tahtası değil. Çıkardığınız birçok kanun, tekraren, kısa bir süre sonra değiştirilmek zorunda kalıyor. Vergi kanunlarında bunu acı acı yaşadık, şimdi SSK ve Bağ-Kur Kanunlarında yaşıyoruz, Bankalar Kanununda daha önce yaşadık. O bakımdan, lütfen, bu kanunları düzenlerken, uygulayıcılara sorunuz; piyasaya sorunuz, bu işlerle ilgili olan sivil toplum örgütlerinin görüşlerini alınız ve buradan doğru dürüst, uygulanabilir kanunlar çıksın.

Şimdi, diyorsunuz ki “4447 sayılı Kanunla yüzde 60 olarak belirlediğimiz prim artışını mükellefler ödeyemiyor, piyasa şartları buna elvermiyor, bunu yüzde 25’e çekeceğiz.” Ne güzel! Biz buna katılıyoruz, doğru. Bu, altı ay önce yapılmalıydı. Şimdi yapmak istiyorsunuz, ona da evet diyoruz, destekliyoruz; ama, bakın, bir hususu burada ifade etmek istiyorum: Şimdi bunu yapıyorsunuz da bu tasarıyla getirdiğiniz hükümlerde de eksiklik var. 4447 sayılı Kanunla çıkardığınız işsizlik sigortasını, uygulamadan, daha uygulamaya girmeden şimdi değiştiriyorsunuz, değiştirmek için buraya düzenleme getirdiniz. Ne yaptınız; sözleşmeli personeli ve geçici işçileri bu kanun kapsamı dışına ittiniz. Bu hak mıdır, reva mıdır; böyle şey olur mu?! Daha uygulamadan “ben bunu değiştiriyorum” diyorsunuz. Bakın, konuyla ilgili değil; ama, vergi kanunlarından size bir örnek vereyim, geçici vergi, peşin vergi; ne yaptınız: Önce “bunu üçer aylık dönemlerde yapacağız” dediniz; itirazlar geldi; altı aylık döneme çevirdiniz. Peki, şimdi ne diyorsunuz: “2000 yılının ikinci yarısı için biz tekrar üç aylık döneme döneceğiz.”

Değerli milletvekilleri, bu, yazboz tahtası değil ki! Evet, bütçede birtakım sıkıntılarınız olabilir; bu geçici işçilerin ve sözleşmeli personelin, kanun kapsamının dışına çıkarılmasının sebebi de bütçedeki zorluğunuzdur; bunun için bunu yapıyorsunuz; ama, ben de size bir şey söylüyorum; siz, eğer, faiz ödemeleri için ve batık bankaların kurtarılması için para bulabiliyorsanız, bu işsizlik sigortası için ve diğer vergi hususlarında aynı parayı, aynı fonları bulabilirsiniz, bulmak zorundasınız. Batık bankaları nasıl kurtarıyorsanız, bunlar için de o paraları bulup koymak zorundasınız. Yoksa, işte, şimdi yaptığınız gibi, geçici işçilere ve sözleşmeli personele büyük bir haksızlık yapmış olursunuz.

Değerli miletvekilleri, dün, Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kurun KİT altkomisyon çalışmalarını yaptık; orada Sayın Genel Müdür bize bir sunuş konuşması yaptı; diyor ki, aynen okuyorum: “Kurumun en önemli sorunu, çağdaş anlamda, günün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir teşkilat yapısına kavuşturulamamış olmasıdır.” İşte, birinci sorun bu; teşkilat yapısı çağdaş standartlara uygun değil; hâlâ, 1946 yılından bu yana gelen teşkilat yapısıyla bu kurumlar yönetilmeye çalışılıyor. Ne demek istiyor Sayın Genel Müdür; şunu söylemek istiyor: Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı bir şemsiye altında toplanmak suretiyle, bunların teşkilat yapıları yeniden gözden geçirilmelidir; en azından, Sosyal Sigortalar Kurumu, başkanlık sistemine geçmeli, sağlık hizmetleri, fon hizmetleri ve sigorta hizmetleri birbirinden ayrılmak suretiyle yeni bir yapılanmanın içerisine girmelidir demek istiyor; bunda da haklıdır.

Bugün,Sosyal Sigortalar Kurumunun 133 hastanesi, 172 dispanseri ve 199 sağlık istasyonu vardır. Bütün bu sağlık kuruluşlarını, bir genel müdürlüğün içerisindeki bir sağlık daire başkanıyla götürmeye çalışıyorsunuz ve ondan sonra bu sağlık kuruluşlarından da verim bekliyorsunuz; bu, mümkün değildir.

O bakımdan, Sosyal Sigortalar Kurumunu yeniden yapılandırmadan ayağı kaldırmanız ve buradaki birtakım şikâyetleri ortadan kaldırmanız mümkün değildir değerli milletvekilleri.

O bakımdan, gönül arzu ediyor ki, esasa ilişkin, temel sorunlara ilişkin düzenlemeleri buraya getirin. 4447 sayılı Kanunla, bu, buraya geldi mi; gelmedi. Şimdi “bunu düzeltiyoruz” diye getirdiğiniz bu düzenlemenin içerisine bakıyoruz “acaba, böyle bir şey var mı, Sosyal Sigortalar Kurumu yeniden yapılandırılıyor mu, teşkilat sorunu aşılıyor mu” diye, bununla ilgili bir nokta, bir virgül bile yok. O demektir ki, Sosyal Sigortalarda ve Bağ-Kurdaki sorunlar bundan sonra da devam edecektir.

O bakımdan, sizi uyarıyoruz; eğer, Sosyal Sigortalar ve Bağ-Kurda verimli çalışma bekliyorsanız, bu kurumların, lütfen, temel sorunlarını çözecek olan düzenlemeleri buraya getiriniz diyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısında Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmelerin sonunda, bakınız, bir muhalefet şerhi var burada; benim dikkatimi çekti; üstelik, iktidara mensup değerli milletvekilleri bu muhalefet şerhini buraya koymuşlar; diyorlar ki: “ 4447 sayılı Kanunun 46 ncı maddesinin üçüncü fıkrasının değiştirilmesine ilişkin önergede, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan sözleşmeli personelin işsizlik sigortası kapsamına alınmaması önerilmektedir.

4447 sayılı Yasa hükümlerinden yararlanılabilmesi için, işçi statüsünde bulunmak değil, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamında sigortalı olunması esastır.” Muhalefet şerhi koymuşlar, o bakımdan katılmıyoruz diyorlar bu işsizlik sigortasıyla ilgili biraz önce söylediğim hususa. Büyük bir yanlışlık buradan düzenlenip geçiyor; yarın öbür gün, bunu da tekrar düzenleyeceğiz diye buraya geleceksiniz.

Değerli milletvekilleri, bir hususa daha değinmek istiyorum; o da, yine bu işsizlik sigortasıyla ilgili. işsizlik sigortası fonunda toplanacak olan paraları nasıl değerlendireceksiniz? Bununla ilgili, bu kanun tasarısında herhangi bir hüküm var mıdır; yoktur. Yaklaşık yılda 1 katrilyon lira bu Fona para toplanacağı tahmin ediliyor. Peki, bu Fonu nasıl değerlendireceksiniz, hangi ölçülere göre değerlendireceksiniz? Bununla ilgili hiçbir hüküm yok, büyük bir belirsizlik var.

Bu durum karşısında, benim aklıma şöyle bir soru geliyor: Acaba, bu İşsizlik Sigortası Fonu, Zorunlu Tasarruf Fonuna benzeyecek mi, benzeyebilir mi; onun başına gelen, acaba, İşsizlik Sigortası Fonunun başına gelecek mi diye bir endişe taşıyorum ve bu endişemde de haklıyım. O bakımdan, bu kanun tasarısının içerisine, İşsizlik Sigortası Fonunda toplanan paraların nasıl değerlendirileceği hususunun da mutlaka konulması gerekirdi. Bu da bir eksiklik olarak önümüzde duruyor.

BAŞKAN – Sayın Özgün, toparlar mısınız efendim.

İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) – Bitiriyorum efendim.

Değerli milletvekilleri, velhasıl, 4447 sayılı Kanunda, o günkü görüşmelerde de itiraz etmiştik; gönül arzu ediyor ki, şurada bunu düzeltseydiniz. Siz, bu milleti, 70 yaşında mezarda emekliliğe mahkûm ettiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Lütfen efendim.

İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) – Lütfen, çalışanların seslerine, feryatlarına, meydanları dolduran insanların söylediklerine dikkat ediniz ve bu mezarda emeklilik konusunu da bir an evvel düzeltiniz; aksi halde, milletten alacağınız cevap çok acı olacaktır.

Hepinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özgün.

Şahısları adına, Kocaeli Milletvekili Sayın Mehmet Batuk;  buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

MEHMET BATUK (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 427 sıra sayılı tasarının 7 nci maddesiyle ilgili kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz tasarının özü, sigorta primlerinin yüzde 60 değil, yüzde 25 oranında artırılmasını içeriyor. Bu yönüyle, daha önceki uygulamalarınıza nazaran, biraz daha halkın isteklerine uygun bir tasarı olduğu için, desteklenmesi gerektiği kanaatindeyim. Yalnız, yüzde 60’dan fazla enflasyonun olduğu bir ortamda -bu enflasyonun sebebi hükümettir, vatandaşlarımızın kişisel olarak bunun bu şekilde neticelenmesinde bir katkısı yoktur- elbette, bu artışların, sıfır seviyesine indirilmesi gerekmekteydi.

Geçen yıl, Devlet İstatistik Enstitüsünün rakamlarına göre, ülkemizde 6,4 küçülme yaşanmıştır. Demek ki, esnafımız, işçimiz, köylümüz, herkes, gelirinden kayıp içindedir. Öyleyse, bu artışların -enflasyonun sebebi de millet olmadığına göre- sıfır seviyesinin de altına indirilmesi, yani sigorta primlerinin reel seviyede gerilemesi gerekirdi.

Değerli arkadaşlar, üzülerek müşahede ettiğim bir hususu ifade etmeme lütfen izin verin: Bu Mecliste, muhalefeti yok sayarak bir yere varamazsınız. Değerli muhalefet hatipleri, pek çok konuda, çok makul tekliflerle karşınıza geldiği halde, onlara kulak tıkamak, onları yok saymak, sayısal üstünlüğe dayanarak, ille de, biz istediğimizi yapacağız demek, böyle, ülkemizi boş işlerle iştigal eden aynı husustaki kanun tasarılarını birkaç ayda bir kez daha görüşmek zorunda bırakıyor Meclisimizi. Şunu unutmamak lazım ki, demokrasilerde aslolan muhalefettir; iktidar her yerde var. Faşist iktidarlar var, nazi iktidarları var, komünist idarelerde iktidarlar var, her yerde iktidarı buluruz; ama, muhalefetin serbest ve özgür olarak düşüncelerini açıklayabildiği rejimin adı yalnızca demokrasidir. Öyleyse, ülkemizde demokrasinin yerleşmesi, demokratik görüntüyü düzeltebilmemiz hususunda, iktidarın da, Meclis çoğunluğuna dayanarak bildiğini okuması değil, makul tekliflere açık olması gerekir kanaatindeyim.

Her zaman ifade ediyor değerli iktidar temsilcileri “hükümetimiz uzlaşma hükümeti” diyorlar. Keşke uzlaşmasanız; uzlaşınca, memleketimiz 6,4 küçülüyor, işsizliğimiz artıyor, köylümüz perişan, memurumuz yüzde 15 gibi komik zamlarla karşı karşıya kalıyor, emeklimiz inliyor, sigortalımız perişan... Keşke anlaşmasanız da, memleket bu kadar perişan olmasa.

Size, geçenlerde yaşlı bir amcanın bana aktardığı hususu anlatmak isterim. İşini gücünü evlatlarına terk etmiş, evlatlarının kontrolüne bırakmış yaşlı amcamız dedi ki: “Evladım, 1960 ihtilalinden sonra kurulan hükümet döneminde biz gençtik, işimizin gücümüzün başındaydık. O zaman bütün komşularla beraber söylediğimiz bir söz vardı -İsmet Paşanın başbakanlığı günlerini kastederek, o zaman söylendiğini bana nakletti- ‘geldi İsmet, gitti kısmet’ derdik.” (DSP sıralarından gürültüler)

NECATİ ALBAY (Eskişehir) – Çok yanlış bir söz.

MEHMET BATUK (Devamla) – Şimdi, bu hükümet de, ancak bu sözle ifade edilebilir: Gelmesiyle ülkeyi küçülttü, gelmesiyle sıkıntıları artırdı!.. (DSP sıralarından gürültüler)

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – İsmet Paşaya laf edemezsin sen!

MEHMET BATUK (Devamla) – Tahammül edin lütfen... Lütfen tahammül edin...

BAŞKAN – Nedir efendim bu?!.

MEHMET BATUK (Devamla) – Dinlemesini öğrensin arkadaşlarım. Dinlemesini öğrenin arkadaşlar...

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) – Bir defa halt etmişsin sen!

BAŞKAN – Sayın Batuk...

MEHMET BATUK (Devamla) – Türkiye’yi 6,4 küçülten sizsiniz, işsizliği artıran sizsiniz, kurumları batıran sizsiniz... (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Batuk... Sayın Batuk...

FARUK DEMİR (Ardahan) – Onlar sayesinde şu anda ayaktasınız.

MEHMET BATUK (Devamla) – Dinlemek zorundasınız.

BAŞKAN – Sayın Batuk, cevap verme imkânı olmayan insanlara niye atıfta bulunuyorsunuz?!

MEHMET BATUK (Devamla) – Sayın Başkan, arkadaşlar dinlemesini öğrensinler önce. (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Efendim, onlar dinliyorlar da; siz, cevap verme imkânı bulunmayan...

MEHMET BATUK (Devamla) – Ben, sadece maşeri vicdana, vatandaşın sesine kulak vererek, burada, onu naklettim. Vatandaşımız bunu nakletti bana.

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - İsmet Paşanın tırnağı bile olamazsın, tırnağı!..

MEHMET BATUK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, öğreneceksiniz dinlemesini ve muhalefete de tahammülü öğreneceksiniz ümit ediyorum.

Bir hususu ifade ederek bitirmek isterim...

HASAN METİN (İzmir) – Sayın Başkan, niçin söz veriyorsun?..

MEHMET BATUK (Devamla) – Şahsım adına konuşuyorum ben.

Sosyal Sigortalar Kurumunun...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, söz hakkınız bitti; lüzumsuz yere zamanınızı harcadınız.

Lütfen, bir teşekkür edin ve bitirin efendim.

MEHMET BATUK (Devamla) - Sayın Başkan, engel olanlara da bir şey söyleyin...

BAŞKAN – Buyurun, bir teşekkür edin.

HASAN METİN (İzmir) – Sayın Başkan, yürürlük maddesinde söz veriyorsun.

BAŞKAN – Efendim, herkes alıyor.

HASAN METİN (İzmir) - Ne alakası var!..

BAŞKAN – Herkes söz alıyor sayın milletvekili.

HASAN METİN (İzmir) - O kim oluyor da, İsmet Paşa hakkında bir şey söylüyor!..

MEHMET BATUK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Sosyal Sigortalar Kurumunun Kocaeli Teftiş Grubu...

BAŞKAN – Sayın milletvekili, İçtüzüğe göre veriyorum.

HASAN METİN (İzmir) - O halde, İçtüzüğü değiştirelim...

BAŞKAN – Gelin, değiştirin efendim; siz değiştirdiniz de, biz değiştirtmedik mi yani.. istirham ederim efendim, rica ederim...

Buyurun efendim, bitirin.

MEHMET BATUK (Devamla) - Sayın Başkan, müsamahanıza sığınarak bir hususu belirtmek istiyorum: Kocaeli Sosyal Sigortalar Kurumu Teftiş Grup Başkanlığının kaldırılması gündemde. Bu grup başkanlığına bağlı olarak, Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu, Zonguldak, Bartın ve Karabük illerinin tamamında sigorta teftiş hizmetleri yapılmaktadır. Bu grubun kaldırılması, bölgemizde, hem SSK’yı büyük zarara uğratacak, kaçak işçiliği ve işveren kontrolünü azaltacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – İkinci sözü de verdim; artık, lütfen, konuşmanızı bitirin. Hiç olmazsa, saat 19.00’dan evvel bu kanun tasarısını bitirelim, rica ediyorum efendim.

Buyurun, teşekkür edin, tamam.

MEHMET BATUK (Devamla) – Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum.

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; kanun tasarısının son maddesi üzerinde konuşuyoruz. “Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür” diyoruz.

Değerli arkadaşlar, burada tabiî biz, birer siyasî görüşün, partinin temsilcisiyiz. Zaman zaman, aramızda bazı şeyler de olabilir, siyasî beyanlar; bundan da rahatsız olmamak lazım. Biraz önce arkadaşımızın söylediği merhum İsmet Paşayla ilgili meseleyi, 1950’li yıllarda çocukluğunu geçirenler iyi hatırlarlar. O zaman istasyonda vagonların üzerinde biz görürdük, bir vagonda “geldi İsmet, kesildi kısmet” öbüründe de “geldi Bayar, bozuldu ayar” derdi vatandaşlar; kendine göre birtakım şeyleri yakıştırır, yazardı. Ama, İsmet Paşayı da Sayın Başbakan devirdi, onu da nereye yazacaksınız yani? Onu da, ahir ömründe Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığından, Genel Başkanınız devirdi hatırlarsanız. (DSP sıralarından gürültüler) Onu da bilmek lazım. Bunların hepsi tarihe mal olmuş şeylerdir, kim ne kadar haklı, kim ne kadar haksız, bunlar üzerinde sohbet edilir, geçilir, tarihçi hükmünü verir.

İHSAN ÇABUK (Ordu) – Burası sohbet yeri mi?..

FARUK DEMİR (Ardahan) – Burası sohbet yeri mi?...

CEVAT AYHAN (Devamla) – Sohbet yeri değil, siyasî görüşlerin ifade edildiği yerler.

FARUK DEMİR (Ardahan) – Sohbet kahvede olur.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Tabiî, siyasette sohbet de vardır, ilim de vardır, kültür de vardır, sanat da vardır, hepsi beraberdir. O, konuşan kişinin dünyasına bağlıdır, vasıflarına bağlıdır.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Ölmüş bir insan hakkında konuşulmaz ama...

CEVAT AYHAN (Devamla) – Bu tasarıda bizim uygun gördüğümüz Bağ-Kur ve SSK primlerinin yüzde 25’e düşürülmesidir; doğrudur. Hükümet yedi ay, sekiz ay önceki bir hatasını şimdi düzeltmektedir; ama, bu hatayı düzeltirken de üç hata yapmıştır bu tasarıda.

Bunlardan birincisi, özellikle, kamu çalışanlarını, devlet memurlarını, devlette çalışan geçici işçileri ve Silahlı Kuvvetlerde çalışan uzman erbaş ve uzman jandarmaları, sözleşmeli kamu çalışanlarını, işsizlik sigortasından faydalanma hakkından mahrum etmiştir. Bu, bir haksızlıktır, ileride tartışılacaktır. Herhalde bu, Hazinenin sıkıntıları sebebiyle, IMF çerçevesinde getirilen bir tahdit oldu, hükümetin tasarısında yoktu, Hazinenin talebiyle Plan ve Bütçe Komisyonunda alelacele bu ilave edildi. Bu haksızlık tartışılacak, umut ederim, ileride bunu düzeltir. Tabiî, bu, işsizlik sigortasının gelirlerini birkaç yüz trilyon mertebesinde azaltacaktır. Sigorta daha kurulurken zayıflatılmış olmaktadır.

İkinci bir husus da, yine, kurumların, şahısların bazı ödemelerini işsizlik sigortası matrahı dışına çıkarmayla ilgili, 4447 sayılı Kanunda bir değişiklik yaptık; o da yanlış bir iştir. Halbuki, biz, asıl kanunda Bakanlığa takdir hakkı vermiştik. 1999’un ağustos ayında burada çıkan kanunda o takdir hakkını kaldırdık ve işsizlik sigortası prim matrahlarını azaltıcı ve geliri azaltıcı bir uygulamaya geçtik; bu da yanlış bir iştir.

SSK ile ilgili, sağlık personeliyle ilgili şartları değiştirirken, biz burada “sözleşmeliye geçin” dedik “sözleşmeli istihdama geçin” dedik. Bu kurumları verimli yönetmenin şartı, istihdam edilen kişinin, işini iyi yapmazsa işine son verileceğini bilmesi gerekir. 657 sayılı Kanunla Türkiye bu kadar yönetiliyor; ileri gitmez, daha da geri gider. Bütün kamu çalışanlarında sözleşmeli statüyü getirmek lazım, iyi ücret vermek lazım. Çalışan devam eder, çalışmayan kendine yeni bir iş bulur; bu düzene geçmek lazım.

Bir diğer husus da yine bu kanun vesilesiyle söyleyeceğim; Sayın Başkan da bir vesileyle ifade etti “184 kanun çıkarmışız” dedi. Doğru, kanun çıkarıyoruz; ama, tekrar geri dönüp bir daha çıkarıyoruz. Eskiden, medresede okurken, bina inşa diye birtakım dersler vardı, bazı arkadaşlarımız bilirler. Adamın birinin çocuğu da biraz tembel. Soruyorlar “yahu, oğlun nerede okuyor?” “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” diyor. Hükümet de kanun çıkarıyor; ama, dönüp dönüp tekrar çıkarıyor kanunu. Vergi Kanununda, Bankalar Kanununda, diğer kanunlarda manzara budur; yani, hükümetin buraya tasarı getirirken, kanun getirirken...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlar mısınız lütfen.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.

... bu meseleleri çok iyi değerlendirip, etüd edip, hazırlayıp; böyle, üç ay sonra, iki ay sonra, altı ay sonra kanunda değişiklik yapmaması lazım. Kanunlar geneldir, objektiftir ve kalıcı olması lazım. Kanunlar ne kadar eski olursa, o kadar kıymetli olur; çünkü, vatandaş da, uygulayanlar da kanunlara o kadar aşina hale gelirler ve kanunlara riayet ederler. Bu da, kanun yapmanın bir diğer ölçüsüdür.

Şimdi, hükümet, iktisadî hayatı da tahrip ediyor. Onları başka zaman konuşacağız; ama, bugün, esnafla ilgili bir şeyi konuşuyoruz. Esnaf, fevkalade zor şartlarda. Kendi seçim çevremde, esnafı sık dolaşırım. Bir gün, gittim baktım, süpürgeciler...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, toparlar mısınız.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Toparlıyorum.

Süpürgeciler, 10-15 metrekare yeri bölmüşler, ayağa da kalkamıyorlar, 4 esnaf, oturarak bir dükkânda çalışıyor. İşte, sırtına vergi yüklediğimiz insanlar... Hakikaten, milletvekili olarak esnafı gezdiğimiz zaman, o insanların ne kadar zor şartlarda para kazandığını biliyoruz; ama, biz de, hükümet olarak topluyoruz, topladığımızın tamamını da faizcilere veriyoruz.

Bu tablonun değişmesi lazım diyorum, hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

MURAT AKIN (Aksaray) – Sorumuz var Sayın Başkan.

BAŞKAN – 7 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tasarının tümünün oylamasına geçmeden evvel, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, 1 lehinde, 1 aleyhinde olmak üzere, 2 sayın milletvekiline söz vereceğim.

MURAT AKIN (Aksaray) – Sorumuz var Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, görmedim; bu sefer siz yazılı sorun, Sayın Bakan nasıl olsa yazılı cevap veriyor. Kusura bakmayın, kabahat benim; affedersiniz.

MURAT AKIN (Aksaray) – Peki efendim.

BAŞKAN – Tasarının lehinde, Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan; buyurun.

VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; konuşmama başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evvela, 427 sıra sayılı kanun tasarısına, hatalarına rağmen, olumlu oy vereceğimi ifade ediyorum. Neden olumlu oy vereceğimi de söyleyeyim: Nasıl olsa, tekrar, bu kanun, bu Genel Kurula gelecek. İnşallah hatalar da o zaman düzeltilir; çünkü, artık alıştık buna, tekrar tekrar görüşeceğiz.

Şimdi, yalnız, bu vesileyle -ümit ediyorum ki, Sayın Başkanım biraz müsamaha eder- çok ciddî gördüğüm ve araştırma yaptığım, hükümete de belki ışık tutacak çok önemli gördüğüm birkaç konunun altını çizmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, öncelikle, bu tasarı, SSK’nın sorunlarını çözmez; daha önce olduğu gibi, yine, sıkıntılar devam eder; bu bir.

İki, prim oranları, gelecekteki enflasyon oranlarına göre değil, ticarî hayatın, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik şartlara göre düzenlenir. O açıdan, burada, primler üzerinde oynamanın hiçbir faydası olmaz ve bu ifademi teyit eder mahiyette, acaba, enflasyon oranları arzu edilen hedeflerin üzerinde çıkmış olsa ne olacak sorusu cevapsız kalmaktadır.

Değerli arkadaşlar, bir konunun daha üzerinde durmak lazım. Aslında, hükümet bir program yapıyor; ancak, bu programa kim daha ağırlığını koyabiliyorsa, bazen, hemen, günübirlik, ya komisyonlarda ya Genel Kurulda değişiyor. Uzağı iyi görmek hükümetin görevidir. Altı ay önce, sosyal reform paketi geldiği zaman uzağı iyi görebilmiş olsaydık, günün şartlarına göre rakam koymuş olsaydık, bugün, bu kanunu burada görüşmez, Meclis de on gündür bu işle meşgul olmazdı.

Aslında, değerli arkadaşlar, sosyal güvenlik tek çatı altında toplanmalıdır. Bunu, konunun uzmanları ifade ediyor; ancak, emeklilik ve sağlık hizmetleri ayrılmalıdır; bu, çok önemlidir. Temenni ederiz ki, ilgililer bunu göz önüne alır.

Değerli arkadaşlar, biraz önce bir önerge verildi ve bu önergeyle, aslında, çok büyük bir yanlış önlenmiş oldu; çünkü, bu tarih itibariyle, birçok insan, işveren yüzde 68 üzerinden ödediler, şu anda ödediler ve belki de borçlanarak ödediler; ama, burada, verilen bu önergeyle, ödememiş olanların ki düzeltilmiş oldu, süre alınmış oldu. Aslında, tabiî, ödeyenlerin vebalinin, mesuliyetinin ne olduğunu takdir edersiniz.

Değerli arkadaşlar, yine bir konu üzerinde özellikle durmak istiyorum. SSK’da mutlaka yeniden yapılanma, sağlık hizmetlerine kalite getirme, emeklilerinin sorunları, SSK hastaneleri ve onların sorunları, ilaç israfı ve yolsuzluklar mutlaka gündeme getirilmeli ve çözülmelidir.

Şimdi, bir konuşmacı arkadaşım, işsizlik sigortasında 1 katrilyon para toplanacak, para ne olacak diye sordu. Zorunlu tasarrufta ne olduysa zannediyorum ki o olur.

Değerli arkadaşlar, SSK’yı inceleyen uzmanların üç temel görüşü var. Bunlardan bir tanesi SSK hastanelerinde çağdaş hastane yönetim organizasyonu geliştirimelidir. İki, SSK’da alımlarda bütçe disiplini sağlanmış değildir, stoklar ve alımlarda usulsüzlükler vardır. Üç, kurumun bazı inşaat ve ihale işlerinin ihale yönetmeliğine aykırı yapıldığına dair müfettiş raporları dosyalarda mevcuttur. Demek oluyor ki, bu söylediğim noktalarda hükümet konunun üzerine gitmelidir.

Değerli arkadaşlar, ben, bir cümleyle konuşmamı tamamlıyorum. Hükümet olduğunuzdan bu tarafa bir yılı aşkın bir zaman geçti, elimdeki bir raporda, belki belirli medyada, belki bazı köşe yazarları, çok, ekonomiyle ilgili bir bahar havası estirmeye çalışıyorlar; ama raporlar bunun tersini söylüyor. Bu yıl için, dört aylık bütçe 3,5 katrilyon yerine 6,3 katrilyon açık veriyor, işsizlik oranı yüzde 6,3 yerine 7,3, büyüme hızı artı 3,2’den eksi 6,4. Menfi raporda birçok yazılar var, ben oraya girmiyorum. Sözümü tamamlarken, lütfen, hükümetin, ekonomik konularda, sanayi konularında, ithalat, ihracatta, ihracatın artırılmasında teknoloji transferinde daha dikkatli olması, sanayici ve işverene daha iyi imkânlar hazırlaması dileğiyle Muhterem Heyetinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Candan.

Efendim, aleyhinde, Hakkâri Milletvekili Sayın Evliya Parlak; buyurun efendim.

Sayın Parlak, süreniz 5 dakika.

EVLİYA PARLAK (Hakkâri) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bu kanun tasarısının tümü görüşülürken ağustos ayında, ben, lehinde söz almıştım ve özellikle hükümetimizi kutlamıştım. Bu arada, hatırladığım kadarıyla, Sayın Bakanı da “kral çıplaktır” deme cesaretini gösteriği için tebrik etmiş ve başarılarının devamını istemiştim; çünkü, bu tasarıyla 3 şey getiriliyordu bana göre: Birincisi, yıllarca edebiyatı yapılan kara deliklerin tıkanması için, yani, batan sosyal güvenlik kurumlarının kurtarılması için tedbirler alınıyordu. İkincisi, yine yıllarca her parti tarafından veya hükümet tarafından edebiyatı yapılan, ama, yürürlüğe konulamayan işsizlik sigortası getiriliyordu. Üçüncü önemli kısmı da, özellikle sağlık personeli bulunmayan kurumların takviye edilebileceği, bu amaçla kadro tahsisi yapılabildiği, tedbirler öngörüldüğü içindi; ama, öyle bir noktaya geldik ki, ben, 5 inci maddede söz alıp bunu açıklamak istemiştim; ama, imkân bulamadım. Şimdi, bu imkânı verdiği için Sayın Başkana şükranlarımı sunmak istiyorum.

5 inci madde hükümetten gelen bir madde değil. 5 inci maddeyle, özellikle açığı bulunan bölgelerdeki doktoru takviye yerine, biraz daha sulandırıp, âdeta, işte öncelik verilebilir... Gerekçeye bakıyoruz, komisyonun raporundaki gerekçesinde aynen şu ifade var: “Kalkınmada öncelikli yöreler haricindeki sağlık hizmetlerinde de etkinliğin ve rasyonelliğin artırılması amacıyla, 4447 sayılı Kanunun 59 uncu maddesinin dördüncü fıkrasını yeniden düzenleyen hükümleri ihtiva eden metnin 5 inci madde olarak eklenmesi suretiyle...”

Şimdi, ben ilgililere ve Sayın Bakanımıza soruyorum, sekiz ay geçti, 4447 sayılı Kanun yürürlüğe girdi, gerçekten, değişen bir şey oldu mu? 18 000 sağlık personeli kadrosu tahsis ettik bu kanunla.

Şu anda, üç ay veya altı aydan beri, Hakkâri dispanserinde bir pratisyen bile yok. Dün, yüce huzurunuzda tekrar vurguladım. Devlet Hastanesinde uzman olmadığı gibi, bir diş tabibi de yok.

İki ay önce bir kampanya açıldı; halkımız 25 000’in üzerinde imza topladı; Sayın Cumhurbaşkanımıza, Sayın Meclis Başkanımıza, Sayın Başbakanımıza, Sayın Sağlık Bakanımıza ve Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımıza faksladılar. Asıl metinleri ve imzaları da, biz, Sayın Sağlık Bakanımıza arz ettik. Sayın Bakanımız “zorunlu hizmet kanunu olmadığı için kuraya konan arkadaşlar gitmiyor ve gerçekten, rotasyonla tedbir almaya çalışıyorum” dediler ve haklıdır.

Şimdi, bunu biraz daha sulandırdığımız zaman, büsbütün, bu doktor noksanlığı devam edecektir.

Değerli Sakarya Milletvekili Arkadaşımız Cevat Ayhan, askerî dönemde getirilen Zorunlu Hizmet Kanununun çok yersiz olduğunu vurguladılar; tam tersine, ben, bölgenin insanı olarak vurguluyorum; değerli arkadaşlar, ilgili bakanlar ve sayın hükümetimize arz ediyorum: Eğer, sağlık personelini, doğu ve güneydoğuya göndermek istiyorsak, tıpkı Emniyet mensuplarında olduğu gibi, tıpkı mülki idare amirlerinde olduğu gibi, tıpkı yargı mensuplarında olduğu gibi, tıpkı Silahlı Kuvvetler mensuplarında olduğu gibi mutlaka, mecburi bir hizmet getirmemiz lazım. Bunu yapmadığımız sürece... Kuraya sokuyoruz, yerini beğenmiyor; altı ay sonra bir daha kuraya girme hakkı var ve bu arada, altı ayda, 2 tane, mahallelerdeki özel polikliniklerinde gece nöbeti tuttuğu zaman, Hakkâri’nin Çukurca Sağlık Ocağında alacağı maaşın 2 katını alıyor. Altı ay sonra bir daha kura çekiyor, Kırıkkale olursa gidiyor, o da önceliklei yöre... Giresun olursa, belki gider.

Şimdi, tedbirini köklü düşünmek zorundayız. Yani, mutlak surette, samimi olarak bu konuyu ele almak istiyorsak...

BAŞKAN – Sayın Parlak, toparlar mısınız efendim. Aleyhte söz aldınız; ama, üzerinden lehe doğru gidiyor iş.

EVLİYA PARLAK (Devamla) – Bir dakika ek süre efendim...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

EVLİYA PARLAK (Devamla) – Bu mecburiyeti getirmenin yanında, özellikle iktidara ve muhalefete mensup tıp doktoru olan arkadaşlarıma seslenmek istiyorum: Lütfen, il ve ilçelerde çalışan, en az altı yıl okuyan doktor -uzman olsun pratisyen olsun- arkadaşlarımızın aldığı aylıklarla, dört yıl okuyan diğer meslek mensuplarını bir mukayese edin. Eğer, siz, buna sahip çıkmazsanız, ben, bir eğitimci olarak, çok üzüntü duyarım. Yani, arada asgarî yüzde 50 fark var. Biri altı yıl, ki, en zor eğitimin tıp eğitimi olduğunu, siz okumuşsunuz, siz biliyorsunuz.

BAŞKAN – Sayın Parlak...

EVLİYA PARLAK – Yine de, hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim.

Efendim, tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim; hayırlı uğurlu olsun.

Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının görüşülmesine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

2. –  Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/659) (S. Sayısı: 429) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Geçen birleşimde tasarının 3 üncü maddesi üzerinde görüşmeler tamamlanmıştı.

Şimdi 3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

(1) 429 S. Sayılı Basmayazı 26.5.2000 tarihli 100 üncü Birleşim tutunağına eklidir.

Organlar, temsil, genel müdürlük ve personel

MADDE 4. —Kooperatif ve birliklerin organları, genel kurul, yönetim kurulu ve denetim kuruludur. Yönetim kurulu üyeleri ve yedekleri, genel kurula katılma hakkına sahip olanlar arasından seçilir. Birliklerde genel müdür yönetim kurulunun doğal üyesidir.

Genel kurullara katılma hakkına sahip ortaklarda aranacak şartlar ile birliklerin genel kurullarını teşkil edecek kooperatiflerin temsilcilerinin sayısı, nitelikleri ve seçilme esasları örnek anasözleşmelerde belirlenir.

Kooperatif ve birliklerin işleri, kanun, anasözleşme ve diğer mevzuat hükümleri ile genel kurul ve yönetim kurulu kararlarına uygun olarak; kooperatiflerde anasözleşmelerde gösterilen usul ve esaslara göre, birliklerde ise genel müdürlük tarafından yürütülür.

Kooperatif ve birliklerde temsil yetkisinin kimler tarafından ve ne şekilde kullanılacağı örnek anasözleşmelerde gösterilir. Ancak, bu kuruluşları taahhüt altına koyabilmek için; kooperatiflerde varsa müdür, birliklerde genel müdür veya bunların vekilleri ile yönetim kurulu başkan veya üyelerinden ya da kuruluş adına imzaya yetkili olanlardan birinin müştereken imzaları şarttır. Müdür bulunmayan kooperatiflerde ise, yönetim kurulu başkanı ile üyelerden birinin müşterek imzası yeterlidir.

Birliklerde genel müdür ve yardımcılarının en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş ve kooperatifçilik, ekonomi, maliye, işletme, idarî bilimler veya konuyla ilgili mühendislik alanlarında kamu kurum ve kuruluşları ya da özel kuruluşlarda en az sekiz yıl çalışmış, kooperatiflerde ise müdürlerin en az lise mezunu olması şarttır. Kooperatif ve birliklerde istihdam edilecek müdür, genel müdür ve diğer personelde aranacak şartlar ile atama, nakil, terfi, görevden alma, kadro ve özlük hakları ile sair esaslar, birlik yönetim kurulunca hazırlanarak, genel kurulca kabul edilecek yönetmelikte gösterilir. Birlik ortağı olmayan kooperatiflerde söz konusu yönetmelik, yönetim kurulu tarafından hazırlanır ve genel kurul onayı ile yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA YAKUP BUDAK (Adana) – Sayın Başkan, sayın üyeler; tarım satış kooperatif ve birliklerinin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili hükümetin getirmiş olduğu kanun tasarısı üzerinde görüşmeler yapıyoruz. Aslında, bu kanun tasarısı, hükümetin kendi arzu ve isteğiyle getirilmiş gibi gözükmekle birlikte, IMF’ye verilen iyi niyet mektubu çerçevesinde Meclisimizin huzuruna getirilmektedir. Burada yapılmak istenen iş, bu tarım satış kooperatif ve birliklerinin yeniden yapılandırılmasıdır.

Hükümetin bazı üyeleri, geçen gün, Sayın Tarım Bakanı “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine, hiç kimse bir dayatmada bulunamaz” dediler; ama, tarım reformu yasa tasarısı getirilirken de, IMF’ye verilen sözler ve taahhütler doğrultusunda getirilmektedir. Bunun ikisini telif etmekte de zaman zaman güçlük çektiğimizi ifade etmek istiyorum.

Muhterem arkadaşlar, tarım satış kooperatiflerinin yeniden yapılandırılmasından amaç, bu birlikler üzerindeki siyasetin etkisini azaltmak, daha rantabl çalışmalarını sağlamak; köylümüzün, çiftçimizin ve bu birliklere üye olan vatandaşlarımızın, üreticilerimizin ihtiyaçlarının karşılanması, tarımsal girdilerin fiyatlarının belirlenmesinde daha akılcı ve daha gerçekçi davranılması, üreticimizin üretmiş olduğu mahsulün daha iyi değerlendirilmesi, işlenmesi, pazarlanması ve insanlara sunulmasıdır. Acaba, bu getirilen değişiklik tasarısı bunu gerçekleştirebilecek nitelikte midir? Görünen o ki, bu tasarıyla öncelikli olarak yapılmak istenen iş nedir; bu birliklerin, tarım satış kooperatifleri birliklerinin bütün borçları sıfırlanmakta, tasfiye edilmekte; borçlar tasfiye edilirken, borçlar sıfırlanırken, aynı zamanda -tasarıda olduğu gibi yer almamakla birlikte- mevcut yönetimler de, âdeta tasfiye edilmekte, yeni bir kadrolaşmaya gidilmektedir.

Zaten, bu hükümet kurulduğundan bu yana, Tarım Bakanlığının bünyesinde çok değişik atamalar yapılmıştır; üst düzey bütün yöneticiler değiştirilmiştir; ilçelerdeki, illerdeki bütün tarım birliklerinde, tarım teşkilatının tamamında değişiklik yapılmıştır. Şimdi, sözde, üreticilerimizin söz sahibi olmaları lazım gelen birlikler ele alınmış. Burada da, ayrı bir ideolojik yapılanmaya gidilmek istenmektedir; çünkü, yeniden bir yapılandırma kurulu oluşturulmakta; burada, Bakanlıktan 4, Hazinenin bağlı olduğu devlet bakanlığından 2, Türkiye’deki bütün tarım birliklerinden de sadece 1 temsilci bulundurulmaktadır. Dolayısıyla, bu yeniden yapılandırma kurulu da 4 yıl boyunca çalışacak ve adım adım bütün birliklerimizi, söz de, üreticilerin eline verecekken, mevcut yapılandırmayı daha da pekiştirecek.

Son zamanlarda, tarım satış-kredi kooperatiflerinde, Pankobirlikte, Çukobirlikte, Tarişte, Antbirlikte yaşanan olaylara, hatta mahkemelere intikal eden olaylara baktığımız zaman, yeniden yapılandırmanın hangi ilkelere ve ölçülere göre, hangi demokratik kurallara göre olacağı da gayet açık olarak gözükmektedir. İlk önce kavgayla, dövüşle başladı, bununla tamamlanamayınca da, burada bir yasal düzenleme yapılmak istenmektedir.

Bütün Meclisimizin dikkatini çekmek istiyorum, eğer, biz, çiftçilerimizin ürünlerini değerlendirmek istiyorsak, sorunlarını çözümlemek istiyorsak, bu birliklerimizi atanmışların yönetiminden daha çok, seçilmişlerin, yani, o gerçek üreticilerin, çiftçinin ve köylünün hizmetine vermek mecburiyetindeyiz. Bunun verilebilmesi için de, böyle tepeden bir yönlendirmeden daha ziyade, tabandan gelen bir şekillendirmenin olması lazım gelmektedir.

Burada ifade ediliyor: Efendim, işte “tarım birliklerinin genel müdürü, yönetim kurulları şu şekilde belirlenecek anasözleşmeyle belirlenir” diyor. Anasözleşmeyi kim yapacak; bakanlığın tayin etmiş olduğu, atamış olduğu bürokratlar yapacak. O anasözleşmeye göre belirlenecek olan seçiciler, yani üreticiler nasıl tespit edilecek, o noktada bir açıklık bulunmamaktadır.

Dolayısıyla, yapılan bu düzenleme, tarım birliklerimizi, üreticilerimizin beklediği, toplumumuzun beklediği noktaya getirecek nitelikte değildir. Siyasetin ağırlığı, bu birliklerimizde daha da fazla artacaktır, bu zamana kadar yaşamış olduğumuz problemler daha çok yaşanacaktır. Neden yaşanacaktır; aslında, burada yapılan olay, daha önce birçok kooperatifimizde çok değişik şekillerde getirildi. Mesela, 1991 yılında Çukobirlik’in bütün borçları silindi, yöneticileri değiştirildi, yeni krediler verildi. 1996 yılına geldiğimizde, yine, Çukobirlik’in o günün rakamlarına göre 50 trilyonluk borcu silindi, bütün yöneticileri değiştirildi, yeni krediler verildi. Bugün, Çukobirlik’in içerisinde bulunduğu duruma baktığımız zaman, yine, aynı şekilde, borçlarının sıfırlanması, yöneticilerinin değiştirilmesi, yeni kredilerin tahsis edilmesi noktasına gelmiş bulunuyoruz.

Aslında, burada yapılan olay, daha önce, değişik birliklerde parça parça yapılanın, bütün birliklerde gerçekleştirilmek istenmesidir. Onun için, bu kooperatiflerimizi, bu kooperatiflerin oluşturacakları birlikleri siyasal zeminden, üreticilerin sorunlarına eğilecek, onların isteklerine ve taleplerine göre yeniden şekillendirecek bir yapıya kavuşturabilmek için, ideolojik baskıların ve yapılanmaların muhakkak surette uzaklaştırılması gerekmektedir.

Ayrıca, daha önce de uygulamalarda olduğu gibi... Devlet Su İşleri bünyesinde birtakım çalışmalar vardı, oradaki çalışmalar sulama birliklerine devredildi, sulama birliklerine bütün imkânlar verilmesine rağmen, bu yapılanmaya dikkat edilmediği için, sulama birlikleri kuruldu. Bugün, iktidar partisi milletvekillerimizin ve partilerimizin, iktidarın en fazla rahatsız edildiği konuların başında sulama birliklerinin talepleri gelmektedir. Sulama birliklerinin kuyularının elektrikleri kesilmiştir ve dolayısıyla da devamlı olarak baskı yapılmaktadır. Halbuki, buralara, tesisler hazır olarak teslim edilmişti, yöneticilerini de kendileri vermişlerdi; ama, neticede, hep iflas noktasına geldiler. Niye geldiler; çünkü, bu devirler, bu teslimler, yeniden yapılandırmalar yapılırken, objektif kriterler dikkate alınmadan, çiftçilerin talepleri göz önüne alınmadan birtakım bölgesel, siyasal ve ideolojik yapılanmalar gerçekleştirildiği için, sulama birlikleri, bugün iflas etmiştir. Birçok yerde, sulama birliklerini, Devlet Su İşleri tekrar teslim alıyor ve aynı zamanda da onun borçlarını tasfiye etme yoluna gidiyor.

Şunu ifade etmek istiyorum; birtakım kanunî yaptırımlarla meselelerin çözümlenmesi maalesef imkânsız hale dönüşmüştür; onun için, bu yapılandırmalarda muhakkak surette demokratik bir yapının oluşması ve insan unsuruna da dikkat edilmesi gerekmektedir. Şunu ifade etmek istiyorum; kimi getirirsek getirelim, ölçülerimizi ne kadar objektif ortaya koyarsak koyalım, eğer yetiştirdiğimiz insanlar hak ve adalet ölçülerine, insanların karar mekanizmalarına saygı duymayan, hak ölçülerini yitirmiş bir yapıda olurlarsa, ne kadar kaynak aktarırsak aktaralım, hangi plan ve projeyi ortaya koyarsak koyalım, muhakkak surette onların iyi eğitilmiş olmaları, iyi yetiştirilmiş olmaları da gerekmektedir. Maalesef, bu tip birliklere yapılan atamalarda, ilkokul mezunlarından genel müdür yardımcıları, lise mezunlarından çok önem arz eden noktalara insanlar atandığını gördük. O insanların atanmaları neticesinde de, birliklerimizin yönetimlerinin ve onların yönettikleri çiftçilerimize ait birliklerin iflasa doğru gittiğine hep birlikte şahit olduk, yaşıyoruz, yaşamaya da devam ediyoruz. Onun için, toplumumuzda “kork Allah’tan korkmayandan” diye güzel bir söz vardır. Bu birliklerimizin başına, milletin hakkına, hukukuna, inançlarına ve onun alınterine saygı duyacak, onun inançlarına saygı duyacak, iyi yetiştirilmiş ve hak ve hukuktan anlayan insanlar koymamız gerekmektedir; yoksa, sadece kendi bağlı bulunduğu siyasî teşkilatın iktidarı sürerken “nasıl olsa, ne yaparsam kârdır” zihniyetiyle hareket edecek insanları koyacak olursak, bir dönem sonra, o siyasî harekete de o insanların zarar verdiğini hep birlikte görüyoruz.

Muhterem arkadaşlar, bu yeniden yapılandırma işlemini Bakanlık Meclisimizin huzuruna getirilmiştir. Dört yıllık süre uzun bir süredir bu birlikler için; çünkü, dört yıllık süre içerisinde bu birliklerin işlemleri yine sürüncemede kalacaktır. Bütün birliklerde “kim atanacak, nasıl atanacak, hangi ölçülere göre atanacak” kıstası yapılacağı için de, dört yıllık süre içerisinde, bu birlikler ve bu birliklerin bağlı olduğu çiftçilerimiz de perişan hale düşeceklerdir; onun için, bu sürenin kısıtlanması gerekmektedir. Verilecek önergelerle de, yeniden yapılandırma kurullarının, genellikle, bu birliklerden seçilmiş insanlardan teşekkül ettirilmesi gerekmektedir.

Yine, bu hükümetin getirmiş olduğu bütün değişiklik tasarılarında, özellikle reform tasarıları diye bahsedilen tasarılarda, hep üst kurullar oluşturuluyor. Bu üst kurullara, Bakanlar Kurulunun birtakım yetkileri, Meclisin birtakım yetkileri, özel hukukun birtakım yetkileri verilmek suretiyle, âdeta, Türkiye, siyasal iktidarların değil de...

BAŞKAN – Efendim, toparlar mısınız...

YAKUP BUDAK (Devamla) – ...o iktidarların atamış olduğu üst kurulların idare ettiği bir ülke haline dönüşmüştür. Bu da, ayrıca, genel idarî mevzuatımızda birtakım aykırılıklara neden olmuş ve Anayasadaki eşitlik ilkelerini zedeleyecek noktaya da gelmiştir. Mesela, burada “üst kurul üyelerine, en yüksek devlet memurunun almış olduğu maaş ve harcırahın 3 katı maaş ödeniyor” deniliyor. Şimdi, Türkiye...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Budak, teşekkür ediyorum...

YAKUP BUDAK (Devamla) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Bağlar mısınız lütfen... O zaman, Sayın Dönen konuşamayacak çünkü.

YAKUP BUDAK (Devamla) – Bağlıyorum efendim.

Muhterem arkadaşlar, bu yeniden yapılandırma gerçekleştirilirken, yönetim kurulları atanırken, siyasal düşüncelerden uzak, çiftçimizin beklentilerine ve bu tarımsal satış kooperatiflerinden hizmet bekleyen insanlarımızın beklentilerine uygun bir yeniden yapılandırmanın olması gerektiği temennimizi dile getiriyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Dönen, çalışma süremizin bitimine 9 dakika var, konuşacak mısınız efendim?

MEHMET DÖNEN (Hatay) – Evet.

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Dönen; buyurun efendim.

DYP GRUBU ADINA MEHMET DÖNEN (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin yeniden yapılandırılmasına ilişkin tasarının 4 üncü maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, bu 4 üncü madde, esasen, yeniden yapılandırma tasarısının ruhuna çok uygun olarak hazırlanmış bir madde. Çünkü, bu yeniden yapılandırma yasa tasarısını, özellikle devletleştirme yasa tasarısı olarak algılıyorum. Şimdi, birliklerin anasözleşmesini Sanayi ve Ticaret Bakanlığı yapacak, bunu Bakanlar Kurulundan geçirdikten sonra, belli süre içerisinde, bütün birlikler buna uyum sağlayacak, uyum sağlamayan tasfiye olacak. Bu birliklerin üstüne kurulan yeniden yapılandırma kurulu ile de, bu kurula atanan kişiler vasıtasıyla, yine hükümet, bu birlikleri 4 yıl daha, çok uzun bir süre denetimi altında tutacak.

Değerli arkadaşlarım, bu maddede, özellikle atanacak genel müdürlerin, genel müdür muavinlerinin, kooperatif başkanlarının nitelikleri sayılmaktadır. Demokratik kooperatifçilikte, bu nitelikler bakanlıkça veya yasalarla belirlenmez; bu nitelikler, o kooperatifin, o birliğin kendi genel kurullarında, kendi tüzüklerinde belirlenir; demokratik kooperatifçilik anlayışı budur. Örneğin, burada 8 yıl tecrübe şartı konulmuş. Bu, geçmişteki planlı dönem dediğimiz dönemin, özellikle bir bilimsel buluşun, 7-8 yıl sonra ticarileştiği bir süreçten, dönemden kalma bir alışkanlık. Bu alışkanlığı getirip, birçok yasamıza dercediyoruz.

Bugün, holdinglerin başında, ticarî kuruluşların başında öyle genç ve 2-3 yıl tecrübeli insanlar var ki, trilyonlarca ciro yapıyor, tüm dünya pazarlarını elinde tutuyor. Biz, bunların önünü kesmemek durumundayız. Onun için, birliklerin daha esnek yapılanmaları gerekir ve demokratik bir biçimde kendi kurullarında değerlendirmeleri gerekir.

Değerli arkadaşlarım, bizim sorunumuz, özellikle bugünlerde tarımda çok ciddî anlamda tartışılan ve iki temel gruba ayrılmış olan, kamuoyunda da çok ciddî anlamda tartışılan konuları burada açmak istiyorum.

Bugün TÜSİAD bir açıklama yapmış, TÜSİAD’da konuşan bakanı TÜSİAD eleştiriyor, bakan TÜSİAD’a karşı konuşuyor; yani, Türkiye’de özellikle uygulanan ekonomik politikaların gereğini ve onun faturasını çiftçiye çıkarmanın yolları araştırılıyor.

Değerli arkadaşlarım, borçluluk kötü bir şey. Türkiye, dış borçların ve iç borçların sıkıntısı altında, kıskacı altında IMF kararlarına mahkûm kalıyor. Bu birlikler de kendi borçlarından dolayı, yine hükümetin kararlarına ve denetimine maruz kalıyor, yalnızca ve yalnızca borçlarından kaynaklanan bu sıkıntılardan.

Şimdi, geliyoruz Türk tarımına: Türk tarımında özellikle çok önemli yer tutan bu kooperatif ve birliklerin, bu yasa tasarısıyla tasfiyesi demek, devletleşmesi demek, alınterinin gaspı demek. Bunun başka bir anlamı yok. Şimdi, böyle bir süreçte, Türk tarımının içinde bulunduğu konuyu özellikle hükümetin çok iyi analiz etmesi gerekir. TÜSİAD “12 milyar dolar sübvanse edilen Türk tarımı gerçekten Ziraat Bankasına çok büyük yük getiriyor” diyor, Türk tüketicisine ve kamu maliyesine çok büyük yük getirdiğini iddia ediyor. Doğru söylüyor. Özellikle, tarımın bugünkü teşvik araçlarıyla teşvik edilemeyeceğinin çok açık örneği bu açıklar; ama, Türk tarımını gözardı etmek de mümkün değil. Türk tarımını hiç kimse, hiçbir hükümet gözardı edemez.

Değerli arkadaşlarım, siz bugünkü şartlarda sübvanse etmediğiniz Türk tarımında, 120 dolara üretip 100 dolara sattıramazsınız. Buna hiç kimsenin gücü yetmez; yani, tarımda, eğer yeniden yapılanma yapacaksak, birim alandan daha yüksek verim, daha kaliteli ürün, dünyayla yarışabilir bir ürün anlayışını gerçekleştireceksek gelin, tarımda yeni bir anlayışı hâkim kılalım. Yani, taban fiyat politikasını terk edebilirsiniz, yüksek taban fiyat politikası uygulamayabilirsiniz; ama, dünyanın gelişmiş ülkelerinde olduğu gibi, çiftçinin girdilerini, daha o tohumunu tarlaya atarken desteklemek durumundasınız. Tüm dünya böyle destekliyor. Böyle destekleyerek ne yapıyor; birim alandan daha yüksek verim alıyor, daha kaliteli ürün üretiyor ve özellikle tüketiciye daha ucuz mal temin ediyor.

Değerli arkadaşlarım, ama, bizim, bugün, özellikle tarımı destekliyoruz diye kullandığımız araçlar, tarımın sırtında birer kambur haline gelmiştir. Gelin, bunları yeniden yapılandıralım. Bugün, Toprak Mahsulleri Ofisine bir bakın; Toprak Mahsulleri Ofisi, aldığı buğdayı, arpayı, yulafı kaça alıyor ve kaça mal ediyor stokta; bir bakın, bir inceleyin. Siz, şimdi alacaksınız, stoka koyacaksınız, 1’e alıp 3’e mal edeceksiniz, bunu Türk çiftçisine yükleyeceksiniz. Bugün, devlet kurumlarının bu hantal yapısını yeniden yapılandırmadan, Türk tarımına nasıl destek vereceksiniz? İşte, kooperatif birlikleri de, tıpkı bunlar gibi...

Değerli arkadaşlarım, bugün, fındık üreticisi perişan. Niye perişan; çünkü, siz, tonunu 4 000 dolara mal ettiğiniz fındığı alıyorsunuz, ya stokta bekletiyorsunuz, acıyor; yani, artık insanın yiyemeyeceği hale geliyor ya devlet kurumlarına dağıtıyorsunuz, o da çocukları zehirliyor veya yağ yapıyorsunuz, 800 dolardan piyasaya yağ satıyorsunuz. Şimdi, 4 000 dolara alıp, 800 dolara satarsanız...

BAŞKAN – Sayın Dönen, affedersiniz, uzatacaksanız, Genel Kurulun müsaadesini alacağım; çünkü, yarım dakikamız var.

Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin dolmasına çok az bir zaman kalmıştır; bu nedenle, hatibin konuşması bitinceye kadar sürenin uzatılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Buyurun efendim.

MEHMET DÖNEN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bunun çözümü var mı? Yani, stokta var olan bu malların pazarlaması için pazar araştırıyor muyuz, yeni pazarlar buluyor muyuz; bunun için gayret sarf ediyor muyuz veya üretim planlaması yapabiliyor muyuz? Bunun ikisinden birini yapmak zorundayız. Eğer üretim fazlamız varsa, gelin, üretim planlaması yapalım -ki, ben buna karşıyım- veya yeni pazarlar bularak bunları satalım.

Bakın, Amerika Birleşik Devletlerinin son yaptığı şey, yerfıstığını Japonya’ya tanıtması oldu. İlk defa, Japonya’ya 8 000 ton yerfıstığı göndererek promosyon uyguladı ve Japon tüketicisini o yerfıstığını kullanabilir hale getirdikten sonra, bugün, 150 000 ton yerfıstığı satıyor Japonya’ya. Neden ben bu yeni pazarları keşfetmeyeyim, neden bu yeni pazarlara girmeyeyim?!

Benim çiftçim üretiyor; ama, ben bunu pazarlayamıyorum. Niye; çünkü, değerli arkadaşlarım, bu yasada var olan mantık bugüne kadar da hâkim oldu. Nedir; çiftçi bilmez, üretici bilmez, ben iyisini bilirim, ben yaparım, ben yönetirim; yani “ben” anlayışı. Devletin, başına koyduğu bürokratların bu birlikleri bu hale getirmesinden kaynaklanan sıkıntıları yaşıyor bu birlikler. Gelin, bunu yeniden yapılandırma sürecinde, muhalefetiyle iktidarıyla, Türk tarımını kurban etmeden -çünkü, toplumun yüzde 40’ı Türk tarımında, özellikle işgücümüzün yüzde 40’ı tarım sektöründe istihdam edilmekte- zaten diğer kesimlerde çok ciddî biçimde daralma rülürken, Türk tarımını da bu sıkıntıya sokmayalım diye düşünüyor, hepinize saygılar sunuyorum.

BAKAN – Sayın Dönen, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, saat 20.00’de toplanmak üzere ara veriyoruz efendim.

Kapanma Saati: 19.02

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 20.00

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Mehmet AY (Gaziantep), Tevhit KARAKAYA (Erzincan)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 102 nci Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

429 sıra sayılı kanun tasarısının müzakeresine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.– Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/659) (S. Sayısı: 429) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Tasarının 4 üncü maddesi üzerindeki müzakereye devam ediyoruz.

Şahsı adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat?.. Yok.

Aydın Milletvekili Sayın Ali Rıza Gönül; buyurun efendim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Büyük bir kesimi, tarım kesimini, doğrudan veya dolaylı olarak milyonlarca insanımızı ilgilendiren bu yasa tasarısının 4 üncü maddesi, hepinizin malumu olduğu üzere, temsil, genel müdürlük ve personel atamalarını belli bir hükme bağlamıştır.

Bu madde üzerinde belki söylenecek çok söz olmamakla birlikte, yine de, özellikle genel müdür ve yardımcılarının atanmasında ve kooperatif müdürlerinin atanmasında getirilen kısıtlamaları demokratik bulmadığımızı, dayatmacı bir düşüncenin mahsulü olduğunu ifade etmeden geçemeyeceğim. Özerk bir kurum ve kuruluş ortaya çıkaracağız derken, belli kayıtlamalarla genel müdür ve genel müdür yardımcıları atanmasını sağlarsanız, müdür atamasında da belli şartları ortaya koyar ve kanunda tadat ederseniz, öyle inanıyorum ki, özgürce karar alması gereken, özgürce aldığı kararı uygulaması istenen ve icraatta bulunması beklenen tarım birliklerinin özerkleşmiş olmasından bahsetmek mümkün değildir. Özellikle, sekiz sene gibi oldukça uzun bir süre kamu ve özel teşebbüste çalışmış olma şartını aranmakla, yetenekli, bilgili, kültürlü, ehliyetli, dirayetli ve birliği fevkalade iyi bir şekilde yönetecek olan bir kişinin atanmasının önünü, kanunî olarak kesmiş oluyorsunuz. O bakımdan, ben ve Grubum olarak, bu konuda getirilen kayıtlamaları yerinde bulmuyoruz, demokratik bulmuyoruz, özgür bir yönetmin gereği olarak da görmüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Komisyonda ifade ettiğimiz gibi, bir uyarımızı, bir katkımızı tekrar etmeden geçemeyeceğim. 1163 sayılı Kooperatifler Yasasının özellikle 8 inci maddesinde, yanılmıyorsam, uygulanması gereken ve uygulanmaması gereken yasalar tarif edilirken, 1163 sayılı Kooperatifler Yasasının da geçerli olduğu ve boşluklarda bu kanun maddelerinin uygulanacağı açıkça ifade edilmiştir. Orada, özellikle 70 inci maddede, yanılmıyorsam, merkez birliklerinin kuruluşu ifade edilmiştir ve hükme bağlanmıştır; ama, bu yasa tasarısını incelediğimiz zaman, bu konuda bir eksikliğin olduğunu özellikle görüyoruz; çünkü, kurulacak olan merkez birliklerinde, ileride birliklerle bir yetkiyi kullanırken, bir güç ve bir kuvvet çatışmasının doğabileceğine kaniim. Özellikle, bu şekilde kurulacak merkez birliği, yine, 1163 sayılı kanunun 70 inci maddesinde gösterilen, kooperatiflerin müşterek menfaatlarını korumak amaçlarını gerçekleştirmek için iktisadî faaliyette bulunmak, faaliyetlerini koordine etmek ve denetlemek olarak ve eğitim yapmak olarak görev ve yetkileri taşıyacağı hükme bağlanmıştır; ama, unutmayalım ki, böyle bir kuruluş anında, ekonomik faaliyetleri ağırlık taşıyan bu kuruluşlarda, yönetim ve denetim gücünün, ekonomik faaliyetlerin coğrafi ve idarî odak noktası olan birlikler düzeyinde saklı tutulması, işin gereği olmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen toparlayınız efendim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) – Bu gücün, merkez birliğine taşınması, idarî işleyişle, ticarî faaliyetlerde, verimliliği ve etkinliği büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır. Nitekim, birliklerin yönetim kurulu başkan ve üyelerinin, özellikle yönetici olan insanların en büyük endişesi de budur. Merkez birliğinin yetki ve görevlerinin danışmanlık ve koordinasyon olarak düzenlenmesi ve bu şekilde kanun metninde yer almasını, ileride yetki ve güç çatışmasına fırsat ve meydan vermeyeceği açısından, önemli addediyorum. Sayın hükümetin, Sayın Bakanın ve Yüce Meclisin bilgilerine arz ediyorum, bu konudaki eksikliğin giderilmesinin faydalı olacağına inanıyorum ve saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Gönül, teşekkür ederim.

Karaman Milletvekili Sayın Zeki Ünal; buyurun.

ZEKİ ÜNAL (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 429 sıra sayılı Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Hakkında Yasa Tasarısının 4 üncü maddesi üzerindeki şahsî görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bu madde, kooperatif ve birliklerin organlarından, yönetim kurulundan, genel kurullarından, denetim kurullarından ve bunların hak ve yetkilerinden söz etmektedir. Ayrıca, kooperatif ve birliklerde temsil yetkisinin kimler tarafından, nasıl kullanılacağı ifade edilmektedir. Ayrıca, genel müdür ve yardımcılarının niteliklerinden bahsedilmektedir. Benim üzerinde durmak istediğim konu da, maddenin üçüncü fıkrasında sözü edilen genel müdür ve yardımcılarının nitelikleriyle ilgilidir. Değerli arkadaşlar, bu fıkrada, genel müdür ve yardımcılarının en az dört yıllık yükseköğrenim görmüş, kooperatifçilik, ekonomi, maliye, işletme, idarî bilimler veya konuyla ilgili mühendislik alanlarında kamu kurum ve kuruluşlarında veya özel kuruluşlarda en az sekiz yıl çalışmış olmaları şartı aranmaktadır. Ayrıca, kooperatiflerde, en az lise mezunu olma şartı da getirilmektedir.

Değerli arkadaşlar, eğer olayı objektif bir gözle, biraz da insaflı bir şekilde inceleyecek olursak, bugün bir milletvekili olabilmek için ilkokul mezunu olmak kâfidir. Anayasanın 76 ncı maddesine göre, 30 yaşını bitiren ve ilkokul mezunu olan her Türk vatandaşı milletvekili olabilmektedir. Milletvekili olmak demek, aynı zamanda, bakan olmak demektir. Dolayısıyla, ilkokul mezunu olan bir kişi rahat bir şekilde bakan olma hakkına sahipken, biz burada bir sınırlama getiriyoruz. Bu sınırlamanın mutlaka kaldırılması lazımdır. Neden kaldırılması lazımdır; her şeyden evvel, ilkokul mezunu şartını getirmek suretiyle bir vatandaşımız milletvekili olabildiğine göre, bakan olabildiğine göre, herhangi bir kooperatifin başına gelen bir kişide de, asgarîsinden bir ilkokul mezuniyeti şartı aranmalıdır. Evet, işin özelliğine göre, maliyeci, ekonomist veyahut da o işin yine niteliklerine göre belirli bir mühendislik dalı da aranabilir. Bunu tabiî karşılamak lazımdır. Zaten, tabiî bir seleksiyon yoluyla, bu gibi yerlerde çalışacak olan insanlar tecrübeli insanlardan oluşmaktadır. Kaldı ki, tarım satış kooperatifleri ve birlikleri, esas itibariyle, çok eski kuruluşlardır; ta, 1935 yılında kurulduğuna göre, bugüne gelinceye kadar kendi bünyelerinde fevkalade tecrübeli, yetenekli, dürüst elemanları vardır. Dolayısıyla, bu kuruluşlarımıza, mademki özerkleştirilme ve özelleştirme konusunda da ilk adım olarak bu yasa tasarısı getirilmektedir...

BAŞKAN – Sayın Ünal, toparlar mısınız; süreniz bitmek üzere efendim.

ZEKİ ÜNAL (Devamla) – ...öyleyse, bu konuda bu sınırların kaldırılması gerekmektedir ve bu teşkilatların içerisinde, kooperatiflerin içerisinde, ben öyle zannediyorum ki, bu kuruluşları kâra geçirecek, çok verimli kılacak kabiliyetli elemanlar vardır ve dolayısıyla, eğer, bu tarım satış kooperatifleri ve birlikleriyle ilgili bu yasa tasarısında da belirtildiği gibi özerkleştirme üzerinde duruluyorsa, öyleyse, bu teşkilatların kendi bünyesinden gelen kıymetli ve tecrübeli bazı elemanlara fırsat vermek suretiyle, bu sınırlamayı kaldırmak gerekmektedir. Bu, benim, tabiî ki, şahsî görüşümdür. Sayın hükümet de, farklı görüşlerini burada beyan etmişlerdir.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinize saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Ünal, teşekkür ediyorum.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, maddenin oylanması sırasında karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN – Biliyorum efendim; karar yetersayısının aranılmasını isteyeceksiniz, biliyorum; bir kere istediniz.

Efendim, maddeyi oylarınıza sunacağım; ancak, karar yetersayısını arayacağım.

Oylamayı elektronik cihazla yapıyorum; 3 dakika süre veriyorum.

4 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum...

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Karar yetersayısı yoktur.

Sayın grup başkanvekilleri, kaç dakika ara vereyim?

AYDIN TÜMEN (Ankara) – 10 dakika yeter Sayın Başkan.

BAŞKAN – Saat 20.30’da toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.20

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 20.35

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Mehmet AY (Gaziantep), Tevhit KARAKAYA (Erzincan)

 

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 102 nci Birleşimin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

429 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.– Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/659) (S. Sayısı: 429) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Tasarının 4 üncü maddesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

4 üncü maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve tekrar karar yetersayısını arayacağım.

Oylamayı elektronik cihazla yapacağım ve 3 dakikalık süre vereceğim.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Karar yetersayısı vardır. 4 üncü madde kabul edilmiştir.

5 inci maddeyi okutuyorum:

Bağımsız denetim ve birliklerce belirlenecek ilke ve esaslara uyma zorunluluğu

MADDE 5. — Bakanlık, belirleyeceği usul ve esaslar dahilinde kooperatif ve birliklerin işlem, hesap ve varlıkları ile malî tablolarını 1.6.1989 tarihli ve 3568 sayılı Kanuna göre denetim yetkisine sahip bağımsız denetim kuruluşlarına denetlettirmelerini isteyebilir. Denetleme yapacak kuruluş, kooperatif veya birlik genel kurulu tarafından belirlenir. Denetim yerine getirilmeden veya denetim sonucunda düzenlenen raporlar genel kurulda görüşülmeden yönetim ve denetim kurulları ibra edilmiş sayılmaz. Bakanlık, bağımsız denetleme faaliyetlerinde bulunacak kuruluşları ve çalışma esaslarını Türkiye Serbest Muhasebeci Malî Müşavirler ve Yeminli Malî Müşavirler Odaları Birliği ile müştereken belirler.

Kooperatifler, bağlı bulundukları birliğin Kanun ve anasözleşmelere aykırı olmamak koşuluyla faaliyet konusuna ilişkin olarak belirleyeceği ilke ve esaslara uymak zorundadır.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına Sayın Aslan Polat...

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Aslan Polat gelmedi.

BAŞKAN – Aslan Polat yok.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Ali Rıza Gönül; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Bu kanun tasarısının 5 inci maddesine acaba ihtiyaç var mıydı yok muydu diye kendi kendimi sorguluyorum; çünkü, 3568 sayılı Kanun hükümleri ile 1163 Sayılı Kooperatifler Yasası birlikte mütalaa edildiğinde, zaten, yasal düzenleme ve mevzuat içerisinde mevcut olan bir yetkinin kullanılma şeklinin, bu tasarıyla, tekraren hükme bağlandığı ve tasarı metninde yer aldığı izlenimini ediniyorum; çünkü, 3568 sayılı Yasaya göre, hangi bağımsız denetim kuruluşlarının, hangi şartlarda denetim yapacağı hükme bağlanmış ve 1163 sayılı Kooperatifler Yasasının 91 inci maddesinde de, açıkça, istenildiğinde, kooperatif ve birliklerin bağımsız denetim kuruluşlarınca denetlenebileceği hükmü vaz edilmiştir.

Bakanlığın elinde, zaten böyle bir yetki vardı. Bu yetkiyi, kanaatimce, böyle bir düzenleme olmadan da Bakanlık kullanabilirdi diye düşünüyorum. Burada getirilen yenilik, sadece ve sadece, 5 inci maddenin üçüncü cümlesinde yer alan “Bakanlık, bağımsız denetleme faaliyetlerinde bulunacak kuruluşları ve çalışma esaslarını, Türkiye Serbest Muhasebeci Malî Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliğiyle müştereken belirler” hükmüdür. Yani, burada, zaten hukuken bir düzenleme mevcut; ancak, hangi kuruluşların denetim yapabileceğini, hangilerinin listede yer alabileceği konusunu, bunların derneği ile Sayın Bakanlık müştereken belirleyecekler. Kısacası, birliklerin ve kooperatiflerin, özgürce denetleme kurulunu seçme yetkileri ve hakları yok. Bu listede, belirlenen listede hangi kuruluşlar varsa, hangi yeminli malî müşavirlik varsa, ancak onların içerisinden bir tercih yapmak zorunda kalacaklar. Benim kanaatimce, bu, bağlayıcılıktır, tahdit etmektir ve böylece, özgürce seçme hakkının, kooperatif ve birliklerin elinden alınmasıdır diye düşünüyorum ve meseleyi de, öyle mütalaa ediyorum. Evet, burada “bakanlık isteyebilir” şeklinde bir düzenlemeyle kesin bir bağlayıcılık ifadesi yer almıyorsa da, inanıyorum ki, kanunun bu hükmü, ileride ihtiyarî olmaktan çıkacak ve bağlayıcı bir duruma gelecektir.

O bakımdan, bu maddenin bu cümlesinin gereksiz olduğu kanısını taşımaktayım. Kooperatifler ve birlikler, serbestçe ve özgürce bu görevi yapabilecek, bu denetim işini yapabilecek olan kuruluşlardan, kişilerden istediklerini seçmelidirler, istediklerine malî ve diğer konulardaki denetim işini, rahatlıkla, serbestlikle ve özgürce yaptırabilmelidirler.

Değerli milletvekilleri, ayrıca, şu konuyu da gözardı etmemek lazım. Bugün, bakanlığın elinde fevkalade yetişmiş, fevkalade bu konuların uzmanı olan kontrolörler var, müfettişler var. Şimdi, bu kontrolör ve müfettişler, bunların meslek odasına gitse -TÜRMOD zannediyorum- onlar da bunlara ruhsat vermiyorlar; yani, kendi konularında ve alanlarında uzman olan ve bağımsızca bu denetimi yapabilecek olan yetişmiş insanların -benim kanaatimce- bir ölçüde kendilerinden faydalanılamaması demektir; güç israfı demektir, kişi israfı demektir diye bu konuya o gözle baktığımı da ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, şüphesiz, kanunun esası üzerinde bu görüşlerimizi, denetimimizi falan söyledikten sonra, tabiî ki, bu kanun tasarısının, özellikle hükümetin sevk ettiği haliyle gerekçesinde görüyoruz ki, demokratikleşme esas alınmış, çağdaş ve katılımcı kooperatifçiliğin hedef alındığı ifade edilmiş ve kooperatif ve birliklerin de, bugünün ekonomik anlayışı içerisinde, serbest rekabete uyum sağlayabilecek duruma getirilmesinin hedeflendiği ifade edilmiştir.

Şimdi, bu tasarının muhteviyatı ve maddelerini tek tek ele aldığımızda ve bugünün Türk tarımını ve Türk çiftçisini ele aldığımızda, acaba, özellikle hedeflenen Türk çiftçisinin, Türk tarımının, dünya piyasalarında rekabet edebilme imkânına sahip olduğu veya olamadığı konusunda, değerli milletvekili arkadaşlarım kesin olarak bu böyledir diyebilirler mi? Ama, biz görüyoruz ki, biz yaşıyoruz ki, biz, toplumun ve özellikle çiftçi kesiminin içinde yaşadığı sıkıntıları görüyoruz ki, bugünkü şartlarda, Türk tarımı, Türk çiftçisi, dünya piyasalarında, ne Avrupa Birliği ülkeleriyle ne Amerika ile ne İngiltere’nin çiftçisiyle rekabet edemez.

Türk pamukçusu, 1999 yılında, 1 kilo pamuğu 300 000 liranın üzerinde mal etmiştir; ama, verdiğiniz fiyat 270 000 lira, 260 000 lira. Türk buğdaycısı, 1 kilo buğdayı 150 000 ile 158 000 lira arasında mal etmiştir. Günlerden beri, yüzde 35 mi vereceğiz, yüzde 40 mı vereceğiz diye, bir karar alamamanın ezikliği içindedir hükümet.

Evet, sevgili arkadaşlar, değerli milletvekilleri; bunu, bu kadar konuşuyorsunuz, Türk tarımına destek konusunda, Dünya Bankasıyla haftalarca görüşüyorsunuz, IMF ile görüşüyorsunuz, taahhütlerde bulunuyorsunuz. Peki, siz, hükümet olarak, pamuk fiyatının belirlenmesinde, yağlı tohumların fiyatının belirlenmesinde, fındık fiyatının belirlenmesinde, üzümün, incirin, pamuğun fiyatının belirlenmesinde, buğdayın fiyatının belirlenmesinde, acaba, gerçekten, Türk çiftçisiyle görüşüyor musunuz; Türk çiftçisinin kuruluşları olan, meslek kuruluşları olan, temsilcisi durumunda olan kuruluşlarla görüşüyor musunuz; zannetmiyorum. Çünkü, sizin verecek olduğunuz destekle, verdiğiniz destekle, Türk çiftçisinin dünya piyasalarında rekabet etme şansı yoktur.

Bakın, ben Yüce Heyetinize şunu söyleyeyim: Geçen konuşmamda ifade ettim, değerli milletvekili arkadaşlarım, pek çoğumuz Anadolu’dan gelen milletvekilleriyiz. Buğday, fındık, çay, pumuk, incir, üzüm bölgelerinden gelen milletvekilleriyiz. Yarın, bu çiftçinin huzuruna çıktığımızda, acaba, ne cevap vereceğiz? Traktörünü satıyor, birikimlerini bitirmiş, icracı evinin kapısına dayanmış Türk çiftçisinin. Siz, maliyetin altında bir fiyatla desteklediğinizi ifade ediyorsanız, eminim ki, kendi kendinizi aldatıyorsunuz ve yanılıyorsunuz.

Türk çiftçisinin bu şartlarda ayakta kalması mümkün değildir. Türk çiftçisinin rekabet etme imkânı kalmamıştır ve açıkça söylüyorum, Türk çiftçisi ölmüştür, ağlayanı yoktur... Burada bazı sözlere, bazı icraatlara iktidar partisi milletvekilleri olarak alkış tutabilirsiniz, destek verebilirsiniz. Acaba, siz o desteği, seçim bölgenize gittiğinizde çiftçiden alabilecek misiniz? Hem Türkiye’de öyle yüzde 43 falan değildir Türk çiftçisi. Anadolu’nun 10 000-15 000 nüfuslu bütün ilçelerindeki esnaf, tarım kesimine dahil etmediğiniz o insanlar da, meslek icraatının yanında, tarımdan karnını doyuran insanlardır ve eminim ki, Türk tarımında, bugün, tarımdan karnını doyuran, nüfusuzumun yüzde 60’ıdır. Acaba, siz o desteği onlardan bulabilecek misiniz? İktidarlar, muhalefetler çok çabuk gelip geçiyor; ama, bir gün geliyor, o sandık, vatandaşın önüne konuyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Gönül, toparlar mısınız efendim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Özellikle ifade etmek istiyorum, bu toplumun temel direğini oluşturan, hani Atatürk’ün ifadesiyle, milletin efendisi olarak nitelenen Türk çiftçisi, maalesef, bugün milletin efendisi değil, kendisinin efendisi olmayı bile kaybetmiştir.

MEHMET ÇÜMEN (İzmir) – Doğru söylemiyorsun...

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) – Sevgili milletvekili arkadaşım, bana söylediğiniz o sözü, seçim bölgenize gidin, tarımdan geçinen insanlara söyleyin; cevabını ben değil, çiftçi ve tarımdan karnını doyuran o çaresiz insanlar versin.

Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarında alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gönül.

Efendim, şimdi, söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker’de. (DSP sıralarından alkışlar)

TURHAN GÜVEN (İçel) – Arada bir iktidar da konuşunca iyi oluyor!..

BAŞKAN – Şahsı adına efendim, iktidar adına değil.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Şahsı adına mı?..

BAŞKAN – Şahsı adına.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Hükümetin konuşacağı bir şey yok mu?!.

MASUM TÜRKER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının bugüne kadarki görüşmelerinde ve sanıyorum bugünden sonraki görüşmelerinde de, daha çok, yılların birikimiyle tarım sektöründe oluşmuş olan sorunları, bugünün hükümetine mal ederek, konuşmayı sürdüreceğiz.

1994 yılından bu yana alınmış olan kredilerin bir türlü tasfiye edilmediği ve bu tür kooperatif birliklerinin de, genellikle kamu fonlarıyla finanse edildiği bilinmektedir. Buna rağmen, bu finansmana rağmen, gerçek üretici olan tarım sektöründeki bireylerin, haklarının yeteri kadar verilmediğini de hepimiz teslim ediyoruz; çünkü, araya giren aracılar, kimi zaman spekülatörler, büyük gelirler elde etmişlerdir ve biraz evvelki konuşmacının belirttiği pamuk fiyatlarına baktığımız zaman bile, bu tür işlemlerin, yalnız belli kişileri ilgilendirdiği görülmektedir. Burada yapılmak istenen şey, önemli bir ölçüde, özerkleştirme yoluyla, üreticinin kendi ürüne ve kendi gelirine sahip çıkmasıdır. İşte, bu bağlamda, artık, birliklerin, kamu fonlarıyla değil, kendi imkânlarıyla kredi bulabilmeleri ve ucuz krediyi temin edebilmeleridir. Uluslararası kurallara göre bu krediyi temin edebilmek için, muhakkak, muhasebe kayıtlarının, hesapların ve maliyet hesaplarının bağımsız bir kişi tarafından denetlenmiş olması ve bu aradaki spekülatif araçların, spekülatörlerin yapmak istedikleri işlemlerin yapılmasının önlenmesidir.

Bu nedenle, Bakanlık tarafından, başlangıçta önerilen ve komisyonda düzeltilen bağımsız denetimin bu şekli, özellikle, partilerin, 5 partinin birlikte oluşturdukları bu şekil, bu kooperatiflerin özerkleştirilmesi sırasında, gerek kooperatif yöneticileri gerek birlik yöneticileri tarafından, üreticinin aleyhine kullanılması engellendiği gibi, aynı zamanda, açık, şeffaf bir kurum olarak çalışacaklardır.

Sanıyorum, biraz evvel söylenen, kooperatif uzman ve müfettişlerinin buradaki denetimi engellenmemektedir; çünkü, kamunun, denetim kullanma hakkını 1163 sayılı Yasada kullanarak, aynı zamanda, bunları denetlemekte; ama, bağımsız bir denetime gerek duyulması ve bu konu da, Türkiye’de, 3568 sayılı Yasayla, bu Yüce Meclis tarafından yetki verilmiş olan ehliyetli kişiler tarafından benimsenmesi, çok başarılı bir işlemdir. En azından, bu işlemle, ileride, bu kooperatif ve birliklerin hayalî ihracatlarda, hayalî faturalarda belge ihraç eden bir mekanizma olması önlenmiş olacaktır. Bu konu da eğer araştırılırsa, uluslararası uygulamalarda, gelişmiş ülkelerde önlem bununla alınmıştır.

Değerli milletvekilleri, bir nevi, kamu adına yapılacak, sorumluluk tevlit eden bu denetimin arkasından, benim, burada, özellikle, bütün bu tartışmaların içerisinden, üreticiye seslenmek istediğim bir nokta vardır: Buradaki devirle, uzun yıllar, tarıma yapılmış finansmanla oluşmuş olan işletmeler, gerçek üreticiye devredilmektedir. Bundan sonra, oluşum, üreticinin bir tek oyu olan kooperatif seçimlerinde, birlik seçimlerinde, iradesine sahip çıkıp, devralınan bu değerlere özellikle sahip çıkmasıdır. İşte, bu bağlamda, bu sahiplikte yararlanılacak bağımsız denetim şirketleri, özellikle mevcut olan 50 000 kişi arasından seçim yapılacaktır, listeleneceklerdir ve burada seçme özgürlüğü, kooperatif yöneticilerinin de değil, üreticilerin genel kurulunda olacaktır.

Böylesine bir özdenetim yetkisinin verildiği ve bunun uzmanlar ve sorumlular eliyle oluşturulduğu bu işlemin, aynı bakanlık tarafında, gelecekte tüm anonim şirketlere, 91 inci maddede yer alan ve 1992 yılında çok haklı bir gerekçeyle dönemin hükümeti tarafından gündeme getirilen; ama, sonra uygulanmayan bağımsız denetimin tüm kooperatiflerde uygulanması dileğiyle, böylesine bir işlem yapıldığı için, hem bu işi gerçekleştiren komisyon üyelerine hem hükümet yetkililerine teşekkür ediyorum ve üreticinin bu maddeden yararlanarak hayırlı kararlar almasını diliyor, bu vesiyle saygılarımı sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

İkinci söz, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat’ta.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 429 sıra sayılı kanun tasarısının 5 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlarım.

Tasarının 5 inci maddesinde “Bakanlık, belirleyeceği usul ve esaslar dahilinde kooperatif ve birliklerin işlem, hesap ve varlıkları ile malî tablolarını 1.6.1989 tarihli ve 3568 sayılı Kanuna göre denetim yetkisine sahip bağımsız denetim kuruluşlarına denetlettirmelerini isteyebilir. Denetim yerine getirilmeden veya denetim sonucunda düzenlenen raporlar genel kurulda görüşülmeden yönetim ve denetim kurulları ibra edilmiş sayılmaz” denilmektedir. Bu birliklerde olduğu gibi, ortak sayıları milyona dayanmış kooperatif ve birliklerin bağımsız kuruluşlarla denetlenmeleri ve denetim raporlarının tüm üyelerinin bilgisine sunulması ve tartışılması, neticede, üyelerin birlik hesaplarından emin olmaları ve her türlü gelir ve giderden tam bilgi sahibi olmaları, şeffaf toplumların olmazsa olmaz kurallarıdır.

Yalnız, birliklerin bağımsız denetim kurullarınca denetiminde genelde uygulanan, idarenin faaliyet ve işlemlerinin mevzuata uygunluğunun denetimi yanında; denetlenen kuruluşların amaçlarına örnek anasözleşme hükümlerine uygunluğuna; işletme bütçelerinin gereklerine; işlemlerin bütçelere, maliyet, bilanço ve sonuç hesaplarının dönem faaliyetlerine uygunluğu; çağdaş kooperatif işletmecilik esaslarına, verimlilik ilkelerine uyulup uyulmadığı; işletmenin reel manada zarara uğratılıp uğratılmadığı hususlarının incelendiği performans denetimi yapılmalıdır. Bu neticelere ulaşmak için, öncelikle, bağımsız denetim kuruluşlarının bu denetimleri yapacak şekilde eğitilmesi gerekir.

Yine, denetim sonuçlarından istenilen neticenin alınabilmesi, yeni yönetimi geliştirmede yararlanılabilmesi için, denetim raporlarının bu amaca uygun bir şekilde bilgiyle donatılması gerektiği gibi, ortaya çıkan verilerin yöneticilerce alınıp, yönetimi geliştirme açısından kullanılması gerekmektedir.

Denetimin neticesinde, olası bazı usulsüzlüklerin tespiti halinde, bazı görevliler hakkında suç unsurlarına rastlanması, genel kurulda bazı yönetim kurullarının ibra edilmemesi halinde, iş, yargıya intikal etmektedir. Bu nedenle, bilhassa bu gibi hallerde, raporlardaki belgelerin duyum ve vesveseye dayandırılması yerine, belgelerin, sosyal bir hukuk devleti ilkelerine uygun şekilde toplanması ve kanıtlanması gerekmektedir.

Denetim hizmetlerinin amaçlarına ulaşabilmesi için, öncelikle, yöneticilerde, idareyi geliştirme ideal ve heyecanının bulunması, denetim organlarının, yöneticilerin en yakın yardımcısı kabul edilmesi ve denetim raporlarının yerine getirilmesi için, birlik yöneticilerinin ve genel kurulların titizlikle üzerinde durması gerekir.

Netice olarak, dürüstlüğün, erdemliğin, toplumsal kurallara uymanın ve Allah korkusunun kamuoyunda en yüce değer olarak kabul görmesi, insanlara, kuralların dışına çıkmama, çıkar sağlamama, yardımlaşma ve hoşgörü aşılanmalıdır. Yalnız, bilhassa son yıllarda, devlet büyüklerimizin “benim memurum işini bilir” veya “devlet bazen rutin dışına çıkabilir” gibi son derece talihsiz beyanlarının sarf ve icra edildiği günümüzde bu ideallere ulaşmanın güçlüğü de ortadadır. Yine de, bu ideallare ve globalleşen dünyanın yükselen değerlerine kendimizi adapte etmeye çalışmalıyız.

Maddenin sonunda yer alan “kooperatifler, bağlı bulundukları birliğin kanun ve anasözleşmelerine aykırı olmamak koşuluyla faaliyet konusuna ilişkin olarak belirleyeceği ilke ve esaslara uymak zorundadır” hükmü üzerinde bir nebze durmak isteriz.

Bir taraftan, geçici 1 inci maddenin (e) fıkrasıyla, kooperatifler, uluslararası finans kuruluşlarınca desteklenen proje desteği hariç, devlet veya diğer kamu tüzel kişilerinden herhangi bir malî destek sağlamaz deyip, malî desteği dolaylı yoldan kökünden kesip, birlikleri kendi kaderleriyle başbaşa bırakacaksınız, bir yandan da, 7 üyesinin 6’sını hükümetçe seçtiğiniz yeniden yapılandırma kuruluyla mecburî yönlendirmeye tabi tutacaksınız. Kendinizin hazırladığı, doğrusu ve yanlışıyla size ait olması gereken bir anasözleşmenin sonucuyla ilgilenmeyip nakdî yardımı keseceksiniz; fakat, kooperatifin ne yapacağına, nasıl yönetileceğine tamamen siz karar vereceksiniz. Halkımızın da anladığını sanmıyorum. Bunun tek tutar tarafı, totaliter bir yönetim anlayışına uyduğudur; o yönetim tarzı da 1940’larda kalmıştır.

Peki, denetim konusunda bu şekilde yaklaştığımız birliklerin üyelerinin geçim kaynağı olan tarımsal üretimde ne durumdayız, bir de ona bakmak isteriz.

Tarım kesimi, dünyanın gidişine paralel olarak ülkemizde de sürekli olarak bir gerileme içerisindedir. 1980 yılında gayrî safî millî hâsılanın yüzde 26’sı tarım kesiminden elde edilirken, bu oran 1998’lerde yüzde 17’lere gerilemiştir. 1980 yılında yüzde 57 paya sahip tarımsal ürün dış satımı 1998 yılında yüzde 10’a gerilemiştir. Tarım ürünleri ithalatında ise son yıllar itibariyle bir artış gözlenmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Polat, toparlayacaksınız herhalde değil mi?

ASLAN POLAT (Devamla) – Evet, ne yapalım, geç kaldık; suç bizde.

1980 yılında yüzde 0,6 olan tarımsal ürün dışalım payı, 1998 yılında yaklaşık yüzde 4,6 oranına yükselmiştir. Peki, tarımsal yatırımlarda durum nedir; işte bu da, ondan daha da iyi değildir.

Neticede, tasarının hayırlı olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Polat.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN – 5 inci maddeyi oylarınıza sunacağım; oylarınıza sunarken de 3 dakikalık süre vereceğim efendim.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylamaya başlandı)

BAŞKAN – Efendim, madde kabul edilmiştir.

6 ncı maddeyi okutuyorum:

Muafiyet ve istisnalar

MADDE 6. —Bu Kanuna göre kurulmuş bulunan kooperatifler ve birliklerin faaliyetlerinde;

a) Kooperatife ortak olmak üzere başvuran üreticilerle ortakların, kooperatifleriyle yapacakları her türlü işlemleri ve bunlarla ilgili kâğıt, belge, senet, beyanname, taahhütname, vekaletname, makbuz, kooperatif lehine yapacakları ipotek ve rehinler her türlü vergi, resim ve harçtan,

b) Ortak içi işlemler sonucu ortaya çıkan olumlu gelir gider farkları gelir ve kurumlar vergisinden,

c) Birbirlerinden ve ortaklarından aldıkları faiz ve komisyonlar, birbirleri ya da üçüncü şahıslarla yaptıkları her türlü gayrimenkul alım satımı (üçüncü şahıslara terettüp eden vergi, resim ve harçlar hariç), ayrıca üretim tesislerinin ve bu tesislere ilişkin gayrimenkullerin satışı, bağış ve diğer ivazsız iktisapları ile bütün işleri için düzenlenecek senet, beyanname, taahhütname, sözleşme, vekâletname ve lehlerine yapılacak ipotek ve rehinler kurumlar vergisi ve damga vergisi de dahil olmak üzere her türlü vergi, resim ve harçtan,

d) Sermaye ve yedek akçeleri ile taşınmaz malları ve bunların gelirleri ihtiyaçları, için satın aldıkları ve alacaklarını tahsil gayesiyle mülk edindikleri taşınmaz malları ve bunların bir önceki sahiplerine geri verilmesi işlemi ile gayrimenkullerine ilişkin cins ve nev’i, isim ve unvan değişiklikleri ile tashihleri her türlü vergi, resim ve harçtan,

e) Yapacakları kredi işlemlerine ve temin edecekleri kredilere ilişkin senet, beyanname, taahhütname, sözleşme ve sair her türlü belge ile taşınmaz mallarına ait ipotek ve ipotek fekki, taşınır mallara ait rehin ve rehnin kaldırılması işlemleri, vekâletnameler, taahhütnameler ve sair evrak her türlü vergi, resim ve harçtan,

f) Ortakların kooperatiflerine ödedikleri sermaye paylarının çıkma ve çıkarılma hallerine bağlı olarak kendilerine iadesii sırasında, anasözleşmelerde gösterilen esaslara göre hesaplanacak iade tutarı ile ödenmiş sermaye payı tutarı arasında üretici lehine doğacak kazançlar gelir vergisinden, kooperatif ve birlikler açısından da kurumlar vergisinden,

g) Kooperatif ve birliklere yapılan bağışlar, ortaklardan yapılacak kesintilerden oluşturulacak fonlar, dağıtılan ya da dağıtılmayarak kooperatif faaliyetlerinde kullanılan risturna tabi gelirler, gelir ve kurumlar vergisinden,

h) Kooperatif ve birliklerin defter ve belgelerinin notere tasdik ettirilmesi işlemleri yalnızca noterlik ücretine tabi olup, vergi, resim ve harçtan,

Müstesnadır.

Gelir Vergisi Kanununa göre yapılacak tevkifat hükümleri ile katma değer vergisi hükümleri saklıdır.

Ancak, bu kuruluşların ortak dışı işlemlerden elde edecekleri gelir-gider farkları ayrı bir hesapta takip ve tespit edilerek vergi kanunları hükümlerine göre vergilendirilir. Kooperatif ve birliklerin ortaklarından aldıkları ürünleri niteliğinde değişiklik olmayacak şekilde ilk işleme tesislerinde işleyerek üçüncü kişilere satmaları ortak içi işlem sayılır.

BAŞKAN – Fazilet Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Musa Demirci konuşacak efendim.

BAŞKAN – Fazilet Partisi Grubu adına, Sıvas Milletvekili Musa Demirci; buyurun Sayın Demirci.

FP GRUBU ADINA MUSA DEMİRCİ (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 429 sıra sayılı Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun Tasarısının 6 ncı maddesi üzerinde Fazilet Partimizin görüşlerini arz etmek istiyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, tarım satış kooperatiflerinin ilk nüvesi Aydın İlinin Koçarlı İlçesinde kurulmuştur. Gerçekten, o samimî teşebbüs, tarım satış kooperatiflerinin birliklerini doğurmuş ve bu birlikler, hem kooperatifler hem birlikler şeklinde bütün ülkeyi sarmıştır, Türkiye’nin bütün yörelerini sarmıştır.

Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, ekonomimizin yüzde 70’inin tarıma dayalı olduğu o günlerde, devlet ve hükümet, geleneksel tarım ürünlerimizi, geleneksel ihraç ürünlerimizi destekleme görevini tarım satış kooperatifleri ve birliklerine vermiştir.

Değerli milletvekilleri, üretim planlaması, bu ülkede, tarıma gönül vermiş olan herkesin kabul ettiği bir durumdur. İftiharla kaydedelim ki, bugün, üretimde birazcık düzenlilik varsa, bu düzeni, bu üretimdeki disiplini, tarım satış kooperatifleri ve birliklerine borçluyuz. Mesela, Ege Bölgesinin, biraz önce arz ettiğim, geleneksel ihraç ürünleri olan pamuk, zeytin, incir gibi mahsulleri, Tariş tarafından organize edilmiştir. Yine, Trakyabirlik, ayçiçeğini; Çukobirlik, Çukurova yöresinde veya güneydoğunun bir kesiminde pamuk ürününü veya zeytini; Fiskobirlik, Karadenizde fındık ürününü; Antbirlik, Antalya’da yine pamuğu; Güneydoğu Anadolu Birlik, Gaziantep ve yöresindeki mahsullerimizi; Gülbirlik, Isparta’da gülü; pancar tarımının disipline edilmesini de, ülkemizde, Pankobirlik sağlamıştır.

Bu bakımdan, tarım satış kooperatifleri bu görevleri yaparken de, ülkemizde tarımsal sanayiin oluşmasını, nüvesini meydana getirmişlerdir. Bu bakımdan, işte, çırçır fabrikalarını, zeytinyağı fabrikalarını veya işletmelerini, incir işletmelerini bu birlikler, bu kooperatifler sayesinde ülkemiz kazanmıştır.

Şimdi, birlikler zarar ediyor demek ve bu birliklerin zararını devlet destekleme alımlarına bağlamak fevkalade yanlıştır. Tabiî, bu arada, birlikleri günah keçisi ilan etmekle, bu kooperatiflerin yapmış oldukları hizmetler karşısında, onlara karşı fevkalade büyük bir haksızlık yapıldığı kanaatindeyiz.

Hükümetler olarak... Genel müdürleri hükümetler atayacak, muavinlerini hükümetler atayacak; daire başkanlarının, en küçük memurundan en büyük memuruna kadar, görevlerinden alınmasını veya taltif edilmesini hükümetler yapacak; işçilerin şişirilmesi yine hükümetler tarafından yapılacak; ama, şimdi, geriye dönüp diyeceksiniz ki, bu birlikler zarar ediyor, devlet tarafından verilen DEFİF’le desteklenen bu birlikler zarar ediyor, öyleyse bunları kapatalım; bu, fevkalade yanlıştır.

Plan ve Bütçe Komisyonunda bu tasarı görüşülürken, oradaki gerekçede bir ifade dikkatimizi çekiyordu. Ne deniliyordu “IMF’nin görüşleri istikametinde tasarı bu şekilde hazırlanmıştır.”

Yine, elimizdeki bu gerekçenin, Plan ve Bütçe Komisyonundan geçtikten sonra Genel Kurula inen gerekçenin dördüncü paragrafında da, devlet destekleme alımlarından vazgeçildiği ifade edilmektedir. Yani, asıl gaye bu iken, geriye dönüp, efendim, devlet destekleme alımlarında bu birlikler zarar ediyor, fabrikaları zarar ediyor; dolayısıyla, bunları özerkleştirelim perdesi, özerkleştirelim görüşü isabetli bir görüş değildir.

Şimdi, tütünün, pamuğun, zeytinin, fındığın veya ayçiçeğin fiyatını bundan sonra nasıl teşekkül ettireceksiniz sorusunu sorduğumuzda, verilecek cevap şu olacaktır: Bu mahsullerin fiyatları, piyasa şartlarında teşekkül edecektir.

Tabiî, bugüne kadar yaşanılmış olan ve bütün sıkıntılarını çiftçilerimizin çektiği durumlar meydana gelecektir. Nedir onlar; bir defa, hasat mevsiminde, tüccar, piyasaya çok nazlı girecektir veya tüccar, fiyatı çok aşağı göstermek suretiyle, fiyat, çiftçinin arzu edeceği şekilde oluşmayacaktır. Yine, tütünde daha önce olduğunu gördüğümüz gibi, tüccar, peşin fiyatını vermeden piyasaya girecektir. Bugüne kadar olduğu gibi, hasat öncesinde, pamukta veya diğer mahsullerde ithal yapılmak suretiyle, yine, çiftçinin değer fiyatı verilmeyecek ve böylece, çiftçilerimiz, hakikaten, mallarını, hasat mevsiminde, malın çok olduğu o mevsimde, ucuz fiyatla ellerinden çıkarmak durumunda kalacaklardır.

Bir atasözü vardır: “Taş çömleğe değerse vay çömleğin haline, çömlek taşa değerse vay çömleğin haline.” Tabiî, burada, her iki halde de, çiftçilerimiz fevkalade zarara uğrayacaklardır.

Değerli milletvekilleri, kooperatiflerin özerkleşmesi, biraz önce söylediğim gibi, esas gaye olarak gösteriliyor. Tabiî, bunu kabul etmemiz mümkün değil. Yapılmak istenilen şey, bugün, hububatta, fiyatlar, nasıl ki, IMF’nin isteğiyle ve Chicago borsasına göre, dünya fiyatlarına göre teşekkül ediyorsa, bu mahsullerde bu şans da olmayacak ve dolayısıyla, bu birlikler, stokçu tüccarın eline, insafına terk edilmiş olacaktır. Bu bakımdan, biz, bu özerkleştirme hareketini, fevkalade zamansız ve yersiz buluyoruz.

Değerli milletvekilleri, hâlâ, nüfusumuzun yüzde 45’inin toprağa bağlı olduğunu, toprağıyla beraber yaşadığını biliyoruz. Bu bakımdan, Türkiye’de destekleme alımları durdurulamaz. Efendim, destekleme alımlarında birlikler zarar ediyor, kooperatifler zarar ediyor ve dolayısıyla, dünya fiyatlarıyla çiftçimizin şartlarını o şekilde ayarlayacağız demek fevkalade yanlıştır; çünkü, bizim şartlarımız, Türkiye’nin şartları, her şeyden önce, Türkiye çiftçisinin şartları, dünya çiftçisinin şartlarıyla mukayese edilemez, edilmesi mümkün değil. Dünyadaki bütün ülkeler veya Avrupa Birliği ülkeleri tarımını destekler ve bütün ülkeler tarımını desteklemek suretiyle, çiftçilerini ayakta tutmuşlardır. Bu bakımdan, bizim de, birlikler kanalıyla diğer üreticilerimiz ile çiftçilerimizi destekleme mecburiyetimiz vardır.

Tasarının 6 ncı maddesiyle, kooperatifler ve birliklere bazı muafiyetler getiriliyor. Tabiî, bu muafiyetler konusunda, ilgililer geriye dönüp, şunu söyleyebilirler; efendim, biz, zaten bu muafiyetleri getirmek suretiyle, çiftçilerimizi destekliyoruz. Bunu da kabul edemeyiz, etmemiz mümkün değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, toparlarsanız memnun olurum.

Buyurun efendim.

MUSA DEMİRCİ (Devamla) – Peki efendim.

Bunu kabul etmemiz mümkün değil; çünkü, Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletlerinde, bugün, çiftçiler, dolaylı yollardan desteklenmektedirler. Bizim ülkemizde ise çiftçilerimiz 2,7 milyar dolar destek almışlardır; diğer ülkeler ise, 15 milyar dolar, hatta 25 milyar dolar gibi büyük malî desteklerle çiftçilerini desteklemektedir. Bu bakımdan, bu muafiyetler maddesi de, çiftçilerimizi oyalamaktan başka bir şey değil.

Bu vesileyle, bizim, bu madde üzerinde görüş olarak arzu edeceğimiz şey, bu desteklemeler, bu muafiyetler, asıl manasıyla desteklemeyi ifade etmiyor diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum; sağ olun. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirci.

Şimdi, söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın’da; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 429 sıra sayılı tasarının 6 ncı maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 6 ncı maddenin (a) bendi, 492 sayılı Harçlar Kanununun 59 uncu maddesine eklenmesi gereken bir bent olması gerekirken, müstakilen düzenlenmiştir ki, bilindiği üzere, vergi kanunlarında ayrı bir durum mevcuttur. Bilhassa, Gelir, Kurumlar ve Damga Vergisi Kanunlarında -biraz sonra izah edeceğim üzere- düzenlenmeyen bir istisna ve muaflık, ileride uygulamada problemler doğuracaktır. Bu nedenle, tasarının bu maddesi aceleyle hazırlanmış ve Maliye Bakanlığıyla istişare edilmeden, faydalı bir şekilde bu hükümler yer almamış kanaatindeyim.

Değerli milletvekilleri, tasarının (b) bendi ise, ortak içi işlemlerin sonucunu ortaya koyan ve bu ortak içi işlemlerden doğan gelir-gider farkının, Kurumlar Vergisinden, yani, 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunundan istisna kılındığına dair hükümdür ki, 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun ilgili hükmüne baktığımız zaman, orada “İstisnalar” başlığı adı altında 8 inci maddede “Dar mükellefiyete tabi kurumlar dahil bu maddede yazılı kurum kazançları, Kurumlar Vergisinden müstesnadır” demektedir. Yani, 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 8 inci maddesinde yer almayan bir hüküm, uygulamada, biraz önce ifade ettiğim gibi, aksaklıklar meydana getirecektir.

Maksat, esaslı bir değişiklik yapılıyor; bu değişikler Plan ve Bütçe Komisyonunda müzakere edilirken -Sayın Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı, zannederim, vergi kanunlarına yeteri kadar vâkıf değil- alelacele, bu hükümler burada yer aldı; ama, ileride, kooperatifler ve birlikler ile Maliye Bakanlığı ve Hazine arasında, uygulamada, problem olacaktır. Sık sık da sayın bakanlarımız “yazdığımız yazılara Hazineden ve Maliyeden müspet cevap gelmiyor” diye dert yanacaklardır. Halbuki, düzenlemede -biraz önce ifade ettiğim gibi- Harçlar Kanununda ve Kurumlar Vergisi Kanununda, kooperatiflerle ve birliklerle ilgili istisna ve muafiyetler, ilgili kanunların istisna ve muafiyet bölümlerinde yer almış olsa, hiç değilse bu düzenleme yerinde yapılmış sayılacaktır.

Yine, (c) bendinde “birbirlerinden ve ortaklarından aldıkları faiz ve komisyonlar, buna benzer muamelelerin, beyanname, taahhütname, sözleşme, vekaletname ve lehlerine yapılacak ipotek ve rehinler” denilmek suretiyle, 488 sayılı Damga Vergisi Kanunundan istisna olduğu kapalı bir şekilde ifade edilmiştir ki, yine, Damga Vergisi Kanununda da, bu kanunun istisna ve muafiyet bölümünde yer almayan, özel kanunlarında belirlenen istisna ve muafiyetlerin hüküm ifade etmeyeceği yer almaktadır.

Ayrıca, Emlak Vergisi Kanununa da baktığımızda, “Müşterek Hükümler” başlığı ve “Muaflık ve istisna hükümlerinin bu kanunda yer alması esası” alt başlığı altında 22 nci maddede “Bina ve Arazi Vergileri ile ilgili muaflık ve istisna hükümleri bu kanuna eklenmek veya bu kanunda değişiklik yapılmak suretiyle düzenlenir” deniliyor.

Sayın Bakanım, Sayın Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanım; acaba, bu kısımları tetkik etmeden alelacele getirdiğiniz bu tasarı, yani, bu vergi kanunları gibi, SSK Kanunu gibi, ileride tekrar mı gelecek?! Açıkça kanun hükümleri yer almaktadır. Halbuki, iktidar partisinde, malî mevzuatı bilen arkadaşlarımız yeterinden de fazla. Bilhassa Sayın Masum Türker Bey bu konuları fevkalade iyi biliyor. Demek ki, bu konular kendi içinizde de yeteri kadar istişare edilmeden, müzakere edilmeden -Plan ve Bütçe Komisyonunda da, Komisyon Başkanı bu hususlara yeteri kadar muttali olmadığından- gelmiş; bu gece, ilerleyen saatlerde de, bu tasarı kanunlaşacak; ama, noksan olarak kanunlaşmış olacak.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde tarımsal desteklemeye ayrılan kaynaklar 4 milyar dolar gibi makul düzeyde bulunmaktadır. Bugün ülkemizde yapılan destek, 4 milyar dolar civarındadır. Bu rakam, nüfusunun yüzde 3’ü tarım kesiminde çalışan ABD için 40 milyar dolardır. Avrupa Birliğinin 88 milyar dolar civarındaki bütçesinin de 44 milyar dolarlık bölümü tarımsal desteklemede kullanılmaktadır. Dünyanın en korumacı tarım rejimine sahip olan Avrupa Birliği Tarım Komisyonu, tarımsal desteklemeye ayırılan bu denli büyük kaynakların azaltılabilmesi için bazı çalışmalara başlamış, muvaffak olamamış, çiftçi ve üreticilerin dediği noktada karar kılınmıştır.

Tarımsal desteklemenin her zaman ifade edilen geleneksel gerekçeleri bir yana, bizce en önemli varlık nedeni toplumsaldır; sürekli ve güvenli bir biçimde karşılanması, köyden kente göçün önlenmesi için değil, toplumsal adaletin, sosyal dayanışmanın sağlanması ve ulusal gelirin hakça paylaşılması için zorunludur. Bugün, Türkiye Halk Bankası, düşük faizli kredilerle esnaf ve sanatkârları hangi gerekçelere dayalı olarak destekliyorsa, Ziraat Bankası da, Türk köylüsünü, benzer yöntem ve gerekçelerle desteklemek zorundadır. Her iki konu da, temelde, toplumsaldır. Günümüzde, tarımsal destekleme politikaları, ulusal gelirin hakça paylaşımını sağlamanın, en yaygın ve etkin, çağdaş araçlarıdır.

Değerli milletvekilleri, günümüzde, artık, tartışılması gereken, tarımsal desteklemenin gerekip gerekmediği değil, bu konuda, hangi modelin daha etkin ve daha düşük maliyetli olduğudur. Çağdaş uygulamalar, pazar fiyatı desteği modeli, bizdeki adıyla, destekleme tabanfiyat yöntemi yerine, prim sisteminin, daha etkin ve gerçekçi bir model olduğunu göstermektedir.

Günümüz destekleme politikalarının en yaygın olarak kullanıldığı destekleme tabanfiyat modelinde, tabanfiyatı, ürün alım kampanyası başlamadan hemen önce veya başladıktan sonra ilan edilmektedir. Bu fiyat esas alınarak, tarımsal KİT’ler ve tarım satış kooperatifleri, birlikleri tarafından çeşitli tarımsal ürünler satın alınmakta, ilk işleme yapılarak piyasaya sunulmaktadır. Bu yöntemde ilan edilen fiyatlar, genellikle, dünya fiyatlarına göre yüksek olmakta, bu nedenle de, alımlar, tüccar, istenen düzeylerde girememektedir. Bunun sonucu olarak da, hazinenin, büyük miktarda zarar gördüğü ifade edilmektedir. Buna rağmen, üretim safhasında nakit para sıkıntısı çekilmekte, yüksek faizle para kullanılmakta, ürün bedeli zamanında alınamamaktadır. Dolayısıyla, uygulamadan hiçbir zaman memnun değildir taraflar. Bu uygulamadan, malî kaynakları yeteri miktarda ve zamanında temin edemeyen birlikler de memnun görünmemektedirler. Halbuki, birliklerin kullandığı düşük faizli hazine kaynakları nedeniyle, sistem, kamu açısından oldukça masraflıdır. Bu durumda, açıktır ki, uygulamadan memnun olan taraf yoktur. Bu gayrimemnun kitle bir yana, destekleme tabanfiyat yöntemi, ülkemizde, borsacılığın ve dolayısıyla, belgeye dayalı emtia piyasalarının genişlemesini engelleyici etkileri nedeniyle, ekonominin ihtiyaçlarını karşılamaktan oldukça uzaktır.

Değerli milletvekilleri, bütün bu nedenlerle, destekleme tabanfiyat yöntemi süratle düzenlenmeli ve ülkemizde borsacılığın gelişmesini sağlayıcı, belgeli ekonomik düzene geçişi kolaylaştırıcı yeni bir destekleme modeli getirilmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlıyorsunuz herhalde değil mi efendim...

MURAT AKIN (Devamla) – Evet, toparlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MURAT AKIN (Devamla) – Bu model, ülkemizde, 1993-1994 üretim döneminde, pamukta, yani Doğru Yol Partisinin iktidarda olduğu dönemde başarıyla uygulanan destekleme prim sistemidir.

Bir tarımsal destekleme modeli olarak prim sistemi, fındık ile genelde üretim fazlası bulunan çekirdeksiz kuru üzüm dışında tabanfiyat uygulaması kapsamında bulunan tüm ürünlerde, bugün de başarıyla uygulanabilir.

Değerli milletvekilleri, bu zorunlu geçici uygulamanın dışında destekleme taban fiyatı terk edilmeli ...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MURAT AKIN (Devamla) – Tamam, bitiyor.

BAŞKAN – Efendim, teşekkür ederim.

MURAT AKIN (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Şahsınız adına da söz istemişsiniz...

MURAT AKIN (Devamla) – Hayır, hemen bitiriyorum.

BAŞKAN – Peki, şahsınız adına vermeyeyim o zaman.

MURAT AKIN (Devamla) – Bütünüyle prim sistemine geçilmeli, doğru, etkin, çağdaş ve kayıtlı ekonomiyi gerçekleştirici, çok yönlü olumlu sonuçları olan destekleme modeli tatbik edilmelidir.

Doğru Yol Partisinin iktidarında olduğu gibi, bu prim sistemi şimdi de uygulanmış olsa çiftçilerimiz açlığa, yokluğa terk edilmemiş olacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akın.

Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.

Şahsı adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat; buyurun efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tasarının bu maddesi daha ziyade muafiyet ve istisnalarla ilgili. Getirilen muafiyet ve istisnaları saymış. Kooperatif ortak ve üyelerinin kendi aralarında alacakları faiz ve komisyonlardaki muafiyetler, alacakları kredilerdeki muafiyetlerle ilgili.

Ben, bu konuda şunu söylemek istiyorum: Acaba, hakikaten, bu kooperatifler, artık yatırım yapacak, birbirleriyle alışveriş yapacak kadar güçleri kalıyor mu ki, bu muafiyetleri söylüyoruz. Evvela, bir de bu genel konuya bakmak istiyorum.

Tarım kesimi, dünyadaki gidişe paralel olarak, ülkemizde de sürekli olarak bir gerileme içerisindedir. 1980 yılında gayri safî millî hâsılanın yüzde 26’sı tarım kesiminden elde edilirken, bu oran, 1998’lerde yüzde 17’lere gerilemiştir. 1980 yılında yüzde 57 paya sahip olan tarımsal ürün dışsatımı, 1998 yılında yüzde 10’a gerilemiştir. Tarım ürünleri ithalatında ise yıllardan beri bir artış gözlenmektedir. 1980 yılında yüzde 0,6 olan tarımsal ürün dışalım payı, 1998 yılında yüzde 4,6 oranına yükselmiştir. Peki, tarımsal yatırımlarda durum nedir, bir de ona bakalım.

1980-1995 yılları arasında tarım sektörü, yılda, ortalama olarak ancak yüzde 1,05 büyüme elde edebilmiştir. Ülkemizde 1965-1998 yılları arasında, otuzüç yılda, ortalama olarak, kişi başına gayri safî millî hâsıla artış hızımızın yüzde 2,1 olduğu ve aynı yıllarda, mesela Çin’de bu oranın yüzde 6,8, Güney Kore’de yüzde 6,6 olduğunu düşünürsek, tarım kesimindeki duraklamanın ve gerilemenin boyutlarını daha iyi anlarız.

Yine, tarım üreticilerine yapılan 1 dolarlık destek transfer etmenin topluma maliyeti 1,8 dolar iken, bu oran OECD ülkelerinde 1,25 dolar düzeyindedir. Aradaki fark, kredi faizinden, kredinin pahalı elde edilmesindendir. Yine, tarıma verilen desteğin de kaynağı rantiyeye gitmektedir.

Ziraî kredilere verilen sübvansiyonların yıllara göre dağılımına baktığımızda şu gerçekleri görürüz:

1996 yılında Refahyol iktidarı döneminde tarıma verilen desteğin Türkiye toplamı, destek finansman desteğinin net olarak gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 3,5, toplam içinde tarım kesimine esas desteğin gayri safî millî hâsılaya oranı ise yüzde 2,3.

1999 yılında Anasol-M ve DSP Azınlık Hükümetleri seçim yılında, Türkiye toplam destek, artı, finansman desteğinin net olarak gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 7,2, toplam içinde tarıma desteği yüzde 2.

Burada net olarak görünen şudur: 1996 yılında, Refahyol döneminde, tarıma gayri safî millî hâsılanın yüzde 3,5’i kadar destek verilirken, bunun yüzde 2,3’ü çiftçiye, yüzde 1,2’si rantiyeye gitmiş.

1999 seçim yılında Anasol-M ve DSP azınlık hükümetlerinde, tarıma, gayri safî millî hâsılanın yüzde 7,2’si kadar destek verilirken, bunun yalnızca yüzde 2’si çiftçiye gitmiş, geriye kalan yüzde 5,2’si ise faize gitmiştir. İşte, iki yıl arayla iki iktidarın tarıma ve rantiyeye dönük siyaset ve idaresinin rakamlarla ispatı budur.

Yine, bir misal vereceğim. 1993 yılında pamukta uygulanan ve 1993 yılında Ziraat Bankasına 4,6 trilyon TL olan Hazine borcu, yüksek enflasyon ve faiz oranları nedeniyle, 1998 yılında 1,4 katrilyona ulaşmıştır. Yani, 1993 yılında çiftçiye verilen 4,6 trilyon TL, beş yıl sonra, ülkemize münhasır faiz oranlarıyla, tam 304 kat artmıştır. Onun için, bu hesapları iyi yapmalı. Yani, burada 304 kat artırıyoruz, 1’ini çiftçiye 303’ünü rantiyeye veriyoruz, beş yıl içerisindeki enflasyonla da beraber olarak.

22 milyon tarım çalışanını, IMF talimatlarıyla, beş yılda 5-6 milyona indireceğim demek, iş alanlarının artmayıp, aksine, azaldığı ülkemizde, 15-16 milyon insanı sokağa dökmek demektir. Bunun da siyasî ve sosyal neticelerini, hiç, ama hiç kimse kaldıramaz.

1980 yılında, yine, toplam sermaye yatırımları içerinde yüzde 7,6 oranında bir paya sahip olan tarım sektörünün payı, 1998’ de yüzde 5,4’e gerilemiştir.

Bütün bunlara baktığımız zaman, tarım kesiminin büyük bir gerileme içerisinde olduğunu görürüz. Bunun en büyük sebeplerinden bir tanesi de Türkiye’de tarımın çok parçalı olmasıdır. Mesela, 0 ile 2 hektar arasında bulunan işletmelerin oranı yüzde 36,5; 2 ile 5 hektar arasında bulunan işletmelerin oranı yüzde 31,3; 10 hektarın üzerinde bulunan işletmelerin oranı ise yüzde 14,6’dır.

Türkiye’de, bu kadar parçalanmış bir arazide modern tarımın yapılamaması da çok normaldir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ASLAN POLAT (Devamla) – Sayın Başkan, 1 dakika verirseniz, bitiririm.

BAŞKAN – Buyurun.

ASLAN POLAT (Devamla) – Netice olarak, Avrupa Birliğine dahil ülkelerde, gayri safî yurtiçi hâsıla içinde tarım sektörünün payı, yüzde 0,8’le Almanya ve yüzde 7,5’le Yunanistan arasında seyrederken, bizde bu oran, hâlâ, yüzde 15-20’lerdedir.

Toplam istihdamda tarımın payı, Avrupa Birliği ülkelerinde, yüzde 2,2’yle İngiltere ve yüzde 20,8’le Yunanistan oranları arasında değişirken, bu oran, bizde, hâlâ yüzde 45’ler seviyesindedir.

Avrupa Birliği ülkelerinin tarımda alacağı kararlar yüzde 2’yi ilgilendirirken, bizim alacağımız karar yüzde 45’leri ilgilendirecektir.

Onun için, bu destekleri ve bu satış birliklerindeki kredi meselesini düşünürken, bu olayı, hiç, ama hiç gözden çıkarmamalı der; hepinize saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Polat.

Şimdi, söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker’de.

Sayın Türker?.. Yok.

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 429 sıra sayılı kooperatif ve birliklerle ilgili kanun tasarısının 6 ncı maddesinde şahsen söz almış bulunmaktayım.

Bu 6 ncı madde, kooperatif ve birliklere uygulanacak olan muafiyet ve istisnalarla ilgili bir düzenleme getirmektedir. Nedir bunlar; ortakların kooperatiflerle olan münasebetlerde işlemleri vergi, resim ve harç istisnasına tabidir.

Ortaklık bünyesindeki işlemlerden doğan kâr, Gelir ve Kurumlar Vergisinden müstesnadır.

Birbirlerinden ve ortaklardan alınan faiz, komisyon, gayrimenkul işlemleri (üçüncü şahıslarla olan işlemler hariç) üretim tesisleri, gayrimenkullerin satışı, senetler, beyanname, taahhütname, sözleşme, vekâletname, ipotek ve rehinler, Kurumlar Vergisinden, vergi, resim ve harçlardan müstesnadır.

Diğer taraftan, kooperatif ve birliklerin mülk edinmeleri, gayrimenkul işlemleri, yine vergi, resim ve harçlardan müstesnadır.

Kredi işlemleri, senetleri, ipotek işlemleri vergi, resim ve harçtan müstesnadır.

Ortaklık paylarının iadesinden doğan farklar, yani ortağın yatırdıkları ile nemalanmış şekilde iadesinden doğan farklar, ortak yönden Gelir Vergisinden, birlik yönünden de Kurumlar Vergisinden müstesnadır.

Yine, kooperatiflere olan bağışlar, kooperatifler bünyesinde birikmiş olan fonlar ve risturnlar, Gelir ve Kurumlar Vergisinden müstesnadır, ortak ve kooperatif yönünden. Her türlü defter ve evrakların noterde tasdiki de, yine, vergi, resim ve harçtan müstesnadır.

Ama, kooperatif ve birlikler, Gelir Vergisi Kanununun 94 üncü maddesindeki amir hükümlere göre vergi tevkifatına maruz kalırlar; bunların gelirlerinden, bütün işlemlerinden vergi tevkifatı yapılır. Ortak dışı işlemler de, yine vergiye tabidir.

Değerli arkadaşlar, tabiî, bu maddeyle, kooperatiflerin korunması ve kooperatiflerin rekabet etmesi için destek sağlanması hedef alınmıştır. Şüphesiz, kooperatifler, ortakların, menfaatlarını korumak, onları daha daha iyi tarım üretimine yöneltmek ve mallarını da, mahsullerini de daha iyi şartlarda satabilmek için bir araya gelmelerinden doğan kuruluşlardır. Bunların da desteklenmesi gerekir.

Tabiî, bugüne kadar olan elli yıllık, altmış yıllık dönemde, biz, kooperatiflerde başarılı bir noktaya gelemedik. Temenni ederiz ki, önümüzdeki dönemde, demokratik kooperatifçilik, gelişmiş olan ülkelerde olduğu gibi, başarılı neticeler versin.

Kooperatifçilik, tarımın geliştirilmesi içindir. Tabiî, tarımın geliştirilmesi, bizim iç tüketimin karşılanması ve aynı zamanda ihracat geliri elde edilmesi içindir.

Değerli arkadaşlar, bakın, Fransa, toprakları aşağı yukarı bizim yüzde 60’ımız kadar olan bir ülke, nüfusu bizim kadardır; Fransa’nın tarım ürünleri ihracatı 41 milyar dolardır; Almanya’nın 27 milyar dolardır, Hollanda’nın 42 milyar dolardır; Belçika’nın 18 milyar dolardır; Danimarka, 5 milyon nüfuslu bir ülkedir, 11 milyar dolarlık tarım ürünleri ihracatı var, Türkiye’nin ise sadece 4 milyar dolar mertebesindedir. Maalesef, son yıllarda, Türkiye’nin tarım ürünleri ithalat ve ihracat dengesine baktığımız zaman, 1980’li yıllarda, ithalatın 1, ihracatın 7 olduğu, yani 1’e 7 olduğu bu oran, bugün, 1’e 1 noktasının da altına düşmüştür ve maalesef, biz, artık, ihracatı ithalatını karşılamayan bir tarım ülkesi haline gelmişiz tarım ürünlerinde.

BAŞKAN – Sayın Ayhan, toparlar mısınız; süreniz bitiyor.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Tabiî, bunu çözmek için, agro industry dediğimiz, tarım ürünlerini sofralara kadar götürecek olan, tüketim noktasına götürecek olan, kaliteli tarım ürünlerinin üretimine yönelmemiz lazım. Yani, tarladan aldığımız mahsulü, insanların güvenerek tüketebilecekleri hale getirmek lazım; ama, biz, bu işi bugüne kadar halledemedik.

Tabiî, tarımın desteklenmesi gerekmektedir. Tarıma destek olmadan, tarımı uluslararası rekabete hazırlayabilmek mümkün değildir. Muhtelif vesilelerle burada da arz etmişimdir; gelişmiş ülkeler, sanayileşmiş ülkeler, aynı zamanda birer dev tarım ürünleri ihracatçısıdırlar. Bu noktaya da kolay gelmemişlerdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, toparlar mısınız lüften.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Bitiriyorum Muhterem Başkan; teşekkür ederim.

Tarım Bakanlığının, bütün bunları dikkate alarak, Türk tarımının gelişmesi ve üretim ve ihracat hedeflerine ulaşması için yapacağı çok ciddî çalışmalar vardır.

Ben, bu vesileyle, bu kanunun hayırlı olmasını diliyor, Tarım Bakanlığı camiasına başarılar diliyorum. Her ne kadar, bu tasarı Sanayi Bakanlığıyla ilgili ise de, aslında, konu tarım olduğu için, asıl iştigal sahası da tarım olduğu için, o bakanlığı birinci derecede ilgilendirmektedir.

Hepinizi hürmetle selamlarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.

Sayın Bekir Sobacı, buyurun efendim; sual...

BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Bakanımıza bir soru arz etmek istiyorum.

Kanun tasarısının 6 ncı maddesinin düzenlediği “muafiyet ve istisnalar” bölümünde, alacaklarını tahsil gayesiyle mülk edindikleri taşınmaz malları ve bunların bir önceki sahiplerine geri verilmesi işlemi vergi ve harçlardan istisna tutulmuş. Bugün, Pankobirlik kuruluşumuzun, geçmişte, Şeker Şirketinden alacakları karşılığı, zannediyorum, 3 tane fabrikada tam sahiplik ve mülkiyeti var; Amasya, Konya ve Kayseri. Adapazarı deprem bölgemizde senelerdir zarar eden şeker fabrikasının da, bugün yüzde 50’ye yakın ortağı durumundadır ve bunlar, anonim şirket statüsündedir. Yani, bu kanunla getirilen anonim şirkete tahvili şartını, aslında, zorunlu kılmıyor onlar için.

Şimdi, bu durumda, zor durumda olduklarını bildiğimiz Pankobirlik’in bu fabrikalarının hisseleri, Hazineye borçları karşılığı devredilecek mi ve bugün, Pankobirlik’in Destekleme İstikrar Fonundan kullandığı fon miktarı ne kadardır? Hazine sorumlularımız da burada olduğu için...

Pankobirlik’in fabrikalarında ve pancar alımlarında, mevcut, sahibi olduğu fabrikalarda kampanyalar için kullandıkları fon tutarı ne kadardır? Şu anda, Pankobirlik’in, Hazineye, kullandığı fon karşılığı borcu ne kadardır? İleriye dönük olarak, bu paragrafta düzenlenen hüküm gereği, bu fabrikalar, eski sahibi olan Şeker Şirketine, acaba, bir yeniden devredilme mi düşünülüyor?

Arz eder, saygılar sunarım.

BAŞKAN – Sayın Bakan, cevap...

SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Sayın Başkanım, Sayın Sobacı’nın sorduğu konunun bu konuyla hiç ilgisi yok; tarım satış kooperatifleri birlikleriyle ilgili değil Pankobirlik. Galiba, Sayın Sobacı karıştırdı konuyu. Kaldı ki, Pankobirlik’in Sanayi Bakanlığıyla da bir ilgisi yok; Tarım Bakanlığıyla ilgili bir kuruluştur.

Arz ediyorum efendim.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim efendim.

Sayın Cevat Ayhan, buyurun, sorunuzu sorun efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, Muhterem Sanayi Bakanımıza delaletinizle sormak istediğim husus şudur:

Adapazarı Şeker Fabrikası, 17 Ağustos 1999 depremiyle tahribata maruz kaldı, kireç ünitesi ve proses hatlarında, kazanlarda birtakım tahribat oldu. Bu fabrikanın, tabiî, 1999 yılının 1 ekimine yetiştirilmesi ve çalışır hale getirilmesi mümkün değildi. Bugüne kadar on ay vakit geçti. Önümüzdeki 1 Ekimde de tekrar kampanya dönemine girilecek. Bütün Sakarya çiftçisi, bu fabrikanın bir an önce çalışır hale getirilmesini beklemektedir. Bunu, daha önce de muhtelif defalar arz ettik. Şimdi, Sayın Bakandan sormak istediğim husus şudur: 1 Ekim 2000 tarihinde, kampanyada Adapazarı Şeker Fabrikası çalışacak mı; yoksa, pancar diğer illere mi sevk edilecek? Birinci sualim bu.

İkinci sorum: Bu fabrikanın kapatılacağı, buranın şeker deposu olarak kullanılacağı istikametinde birtakım beyanlar bulunmaktadır. KİT Komisyonundaki görüşmelerde, Şeker Şirketi yetkililerinden bu istikamette düşünceler olduğu beyan edildi. Bu fabrika kapatılacak mıdır? Bunları sormak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Bakan, buyurun.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Konunun bizimle ilgili kısmını, Sayın Milletvekilimize, yazılı olarak cevaplandıracağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

6 ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

7 nci maddeyi okutuyorum:

Örnek anasözleşmeler

MADDE 7.—Kooperatif ve birliklerin örnek anasözleşmeleri, birliklerin görüşü alınarak Bakanlıkça hazırlanır ve Bakanlar Kurulunca kabul edilerek Resmî Gazete’de yayımlanır.Örnek anasözleşmelerde, Bakanlıkça birliklerin görüşü de alınarak doğrudan veya birliklerin yarıdan bir fazlasının yönetim kurullarının bu konudaki müşterek isteği, Bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulunun kabulü ile değişiklik yapılabilir. Birliklerin yarıdan bir fazlasının müştereken değişiklik için başvurması halinde, Bakanlık başvuruyu en geç bir ay içinde değerlendirir ve kanun hükümlerine aykırılık yoksa Bakanlar Kuruluna değişiklik teklifinde bulunur. Bu değişiklikler, kooperatif ve birliklerin yapılacak ilk genel kurul toplantılarında olağan genel kurulların usul ve çoğunluğuna göre görüşülerek karara bağlanır.

BAŞKAN – 7 nci madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan yasa tasarısının 7 nci maddesiyle ilgili olarak Grubumuz adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlar, Türkiyemizin 21 milyon hektarlık ekili arazisi, 12 milyon hektarlık çayır ve merası bulunmaktadır ve nüfusunun yaklaşık yüzde 45’i de henüz, toprağa bağlı bir şekilde yaşamaktadır. Şimdi, böyle bir ülkede, 30 milyon insanın geçim koşullarını zedeleyecek, birtakım tahribata uğratacak bir yapı değişikliğine gidiliyor.

Tarım satış kooperatif ve birlikleri, kalabalık bir üretici kesim tarafından üretilen ve dolayısıyla, tarım kesimi için ekonomik yönden büyük önem taşıyan 20 çeşit tarımsal ürünün alım ve değerlendirilmesiyle iştigal etmektedir ve bu faaliyetleriyle bahse konu tarımsal ürünlerin piyasa fiyatlarını regüle ederek, üreticinin ve tüketicinin fiyat dalgalanmalarından korunmasına katkıda bulunmaktadır. Tarım satış kooperatif ve birliklerinin söz konusu görevleri, ülkemize özel bir durum da değildir. Bu kuruluşlar, Avrupa Birliği ülkelerindeki müdahale kuruluşlarının fonksiyonlarını yerine getirmektedir. Temelde birliklerin özerkleşmesiyle ortadan kalkacak olan ve tüm çağdaş ülkelerde uygulanan üreticiyi koruma ve destekleme politikalarının yerine hangi önlemlerin kaim olacağı bugüne kadar açıklığa kavuşmamış ve bu durum, birliklerin, tek başına özerkleştirilmesini zamanlama olarak tartışılır hale getirmiştir.

Değerli arkadaşlar, bu noktada, bu yasa tasarısı görüşülürken, ben, Tarım Bakanının da burada olmasını arzu ederdim. Bakınız, Tarım Bakanlığının Avrupa Birliğiyle ilgili hazırlamış olduğu “Türk Tarımının Ortak Tarım Politikalarına Uyumu” başlıklı, Türk tarımı hakkındaki bir rapordan size birkaç satır okumak istiyorum:

“Türkiye’nin tarımsal yapısının, tarım nüfusu, işletme büyüklüğü, üreticinin örgütlenmesi, tarımsal desteklemeler, kurumsal organizasyon, teknoloji kullanımı, verimlilik, bitki ve hayvan sağlığı şartları, ürün kalite ve standartları açısından Avrupa Birliği ülkelerinden önemli ölçüde farklılıklar arz etmesi nedeniyle, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin gelecekteki en önemli ve en sorunlu yönünü, tarım alanındaki ilişkiler oluşturacaktır.

Bugüne kadar, tarım sektörü için, Türkiye, ortak tarım politikaları gibi kalıcı, etkin ve kapsamlı bir politika oluşturamamıştır. Bu nedenle, Türkiye, Avrupa Birliğindeki mevcut durumu inceleyerek ve geleceği değerlendirerek, bir tarım politikası oluşturmalıdır.

Avrupa Birliği gibi büyük malî imkânlara sahip olmaması dolayısıyla, Türkiye, kısıtlı malî kaynaklarla tarımda başarıya ulaşmada zorluklarla karşılaşmaktadır. Bu nedenle, Avrupa Birliğindeki tarımsal garanti ve yön verme fonu olan FEOGA benzeri bir fonun oluşturulması ve bütün tarımsal desteklemelerin ve tarımsal altyapı projelerinin bu fondan finanse edilmesi gerekli görülmektedir.”

Değerli arkadaşlar, işte, Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun Tasarısının sonuçları, sosyal bakımdan hiç de parlak olmayacak bir girişim olma eğilimindedir. Temel amacı, destekleme alımlarını durdurmak, kooperatif ve birliklere devlet veya diğer kamu tüzelkişilerinden herhangi bir malî destek verilmesini önlemektir.

Başta Amerika ve Avrupa Birliği olmak üzere, dünyanın hemen bütün ülkeleri, kendi tarımlarını, büyük bir ölçüde, malî desteklerle ayakta tutmaktadırlar. Türkiye’deki tarım üretiminin girdileri, mazotuyla, gübresiyle, kredileriyle, ilaçlarıyla öbür ülkelerdeki girdilerden çok daha pahalıdır. Sanki ucuzmuş gibi bir davranış içinde oluyoruz. Neredeyse, borç batağına batışın sorumluluğu da tarım kesimine yıkılmak isteniyor.

Tasarının aldatıcı yönü, birliklere özerklik veriyoruz görüntüsüyle, bağlayıcı tek tip anasözleşmelerle, geçiş süreci için kurulmuş gözüken ve herhalde, IMF talimatlı yüksek bürokratların olacağı bir yeniden yapılandırma kurulu yoluyla sıkı denetim altına alacak ve tarımsal örgütlenmeyi ortadan kaldırıcı çözümlere yöneltilecektir imajı vermektedir. Kısacası, zaten, mecbur değilken, bu alanda dışalımı serbest bırakmış ve Türkiye’deki manavların tablalarını ithal mevyelerle doldurmuş bir Türkiye’nin tarım kesimi, dünyanın en acımasız piyasa ekonomisi karşısında korumasız kalabilecektir.

Değerli milletvekillerinin, kendi kırsal desteklerini ortadan kaldıracak, maalesef, kendi kuyularını kazacak olan böyle bir tasarıya karşı çıkmaları gerekiyor veya bu tasarının yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor; ancak, bu konu, çiftçimizin karşısına çıkıldığında ortaya çıkacak.

Bu arada, tarım kesimiyle uğraşan birtakım kuruluşlarımızın görüşleri de şu şekilde: Sanayi ve Ticaret Bakanlığı örnek anasözleşmeler hazırlayıp Resmî Gazetede yayımlayacaktır. Kooperatif ve birlikler, kendi anasözleşmelerinde bu örnek anasözleşme hükümlerine mutlaka yer vereceklerdir. Bu koşullar altında, Bakanlığın hazırlayacağı anasözleşmeler, dikkate alınması tavsiye edilen örnekler olmayıp, bağlayıcı tip anasözleşme niteliği taşıyacaktır. Oysa, demokratik kooperatifçilikte, bu tür bağlayıcı anasözleşmelerin yeri yoktur. Kooperatif veya birlikleri bağlayıcı tek belge, eğer demokratik bir yaklaşım hâkimse, çerçeve yasa hükümleri olmak durumundadır. Devlet, örnek anasözleşmelerde emredici değil, yol gösterici olmalıdır. Düzenlemelerin genelinde ise, güvensizlik değil, çiftçiye, üreticiye güven anailke kabul edilmelidir.

Tasarının 7 nci maddesi, devlet müdahalesini sürekli kılacak bir hüküm ihtiva ediyor. Sanayi ve Ticaret Bakanlığının hazırlayacağı örnek anasözleşme hükümlerine, anasözleşmelerde mutlaka yer verilmesi şartı, bu Bakanlığa kanun gücünde düzenleme yapma imkânı vermek anlamına gelmektedir. Madde hükmünün, temel hukukî dayanak olarak kabul edilen 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu paralelinde düzenlenmesi gerekmekteydi. Kanun tasarısının bu haliyle kabulünün, Türk çiftçisine, tarım kesimine ve sonuçta ülkemize yeni sorunlar getireceğinden ciddî bir şekilde endişe duymaktayız.

Değerli milletvekilleri, birliklerin siyasetten etkilenmemesinin yegâne yolu, onların, gerek ekonomik gerekse tüzük, yönetmelik ve karar organlarında bağımsız olmalarını gerektirir.

Bu maddedeki bir başka husus da şudur: Anasözleşmedeki değişikliğin, birliklerin yüzde 51’inin kabulüyle, ittifakıyla yapılabileceği; bu anasözleşmedeki değişikliklerin, Bakanlıktan sonra Bakanlar Kuruluna götürüleceği, Bakanlar Kurulunun kabülünden sonra böyle bir değişikliğin mümkün olabileceği belirtiliyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, çeşitli birliklerin, çeşitli faaliyetleri varken, bir birliğin, örneğin zeytinle ilgili bir birliğin, Marmarabirlik’in zeytinle ilgili bir meselesinin pamuk birliğini ne kadar etkileyeceği veya o birliğin zeytin birliğini ne kadar düşünebileceği veya ona ne kadar yardımcı olabileceği de bahis konusudur. Dolayısıyla, anasözleşmelerindeki değişikliklerin, kendi birliklerinin onayı alındıktan sonra, Bakanlığın izniyle; ama, Bakanlar Kuruluna gitmeden düzeltilmesi gerekir. Zaten, bu tasarının hazırlandığı anametinde, Bakanlığın hazırladığı anametinde “Bakanlar Kurulu” yok, sadece “Bakanlık” var. Dolayısıyla, bu metinden “Bakanlar Kurulu” ibaresinin çıkarılarak, meselenin Bakanlıkta tamamlanması konusunda...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlar mısınız efendim.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Devamla) – Meselenin Bakanlığın ilk düzenlemiş olduğu kitapçığındaki gibi Bakanlıkta halledilmesi konusunda bir düzenleme yapılması gerekiyor. Biz, bu konuda bir önerge vermedik ama, iktidar partilerimizin, arkadaşlarımızın, milletvekillerimizin bu konuda bir düşünce içinde olabilecekleri kanaatiyle bu teklifi sunmuş bulunuyorum ve bu çalışmanın inşallah ülkemize, insanımıza, çiftçimize hayırlara vesile olmasını diliyorum ve en önemli saydığım Bakanlar Kuruluyla irtibatının Bakanlıkta bitirilmesi teklifimi yenileyerek, sayın Bakanlığı da, görevlilerini de, siz değerli milletvekili arkadaşlarımı da saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karapaşaoğlu.

Şimdi, söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına Aydın Milletvekili Sayın Ali Rıza Gönül’de.

Buyurun efendim.

DYP GRUBU ADINA ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Grubum ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Kanun tasarısının 7 nci maddesi, doğrudan, örnek anasözleşmelerin düzenlenmesiyle ilgilidir. Burada olumlu bir gelişmeyi görmüş olmaktan dolayı mutluluğumu ifade etmek istiyorum. Hükümetin göndermiş olduğu kanun tasarısında daha sert ifadeler, daha dayatmacı, daha baskıcı ifadeler yer alırken, son şekliyle, bu maddeyi biraz daha yumuşatılmış olarak görüyorum; bunu da olumlu bir gelişme olarak kabul ediyoruz; çünkü, tümü üzerindeki görüşlerimizi arz ederken, bizim amacımızın, özellikle, tarım satış kooperatif ve birliklerinin, Türk çiftçisinin, ortağın beklediği özerkleşme yasasının bir an evvel çıkması olduğunu ifade etmiştim; bunu da yürekten paylaştığımızı ifade etmiştim. Bizim amacımızın, bu yasa tasarısını engellemek, çıkmamasını sağlamak değil, gerçekten olumlu katkılarımızı ilave etmek suretiyle, vatandaşımızın, üreticimizin, çiftçimizin beklediği bu yasanın bir an evvel çıkmasını sağlamak olduğunu da ayrıca Yüce Heyetinize arz etmiştim.

Şimdi, burada, örnek anasözleşme bakanlık tarafından düzenlenecek, Bakanlar Kurulu tarafından da onaylanacak, bu çok güzel; ancak, biraz evvel Fazilet Partisi Grup sözcüsü arkadaşımızın ifade ettiği gibi, daha önceki metinde, yani hükümetin göndermiş olduğu metinde, 16 birliğin tümünün olumlu görüş bildirmesi halinde değişikliğin ele alınabileceği hükmü yer alırken, bu biraz daha yumuşatılarak, yarıdan bir fazla birliğin olumlu görüşü alınmak suretiyle, Bakanlıkça, Bakanlar Kuruluna sevk edilir deniliyor; yani, bu değişiklik önerisi ve talebi değerlendirilir deniliyor. Bence, Bakanlar Kuruluna bunu göndermenin bir haklı sebebi olmasa gerek; yani, ben, bir haklı sebep göremiyorum. Bunun, bu yetkinin, Bakanlar Kurulu yerine Bakanlıkta bırakılması, verimlilik açısından, bir işin daha hızlı tekamülünü tamamlamak bakımından önemlidir diye düşünüyorum. Evet, biz de böyle bir önerge hazırlamadık; ama, Altan Beyin bu görüşüne katılıyorum; doğrudur; daha hızlı bir değişimi sağlamak mümkün olabilir diye düşünüyorum.

Sayın milletvekili arkadaşlarım, tabiî ki, yasa tasarılarının görüşülmesi sırasında değişik fikirler, değişik düşünceler, farklı bakış açıları mutlaka bu kürsüden ifade edilecektir; ama, zaman zaman, bu kürsüden, bence -sürçülisan mı diyeyim, yoksa talihsiz bir konuşma mı diyeyim, bunlar da yapılır- konuşmacı arkadaşımız, belki, sözlerinin nereye gidip geleceğini pek hesap etmeden, o an için o kelimeleri, o konuşma metnini Yüce Heyetinize arz edebilir.

Siyaset güzeldir, hoştur da; siyaset, sorumluluk taşımaktır, risk almaktır. Bir yasa tasarısı görüşülürken, belli bir kesimin sıkıntıları dile getirilirken, arkanızdaki çoğunluğa, parmak sayısına falan güvenerek, eğer “canım, bunlar bugünün meselesi değil ki, bunlar bir birikimdir, bu sıkıntılar bir birikimin sonucudur” falan derseniz; o zaman da, birileri gelir, bu kürsüden “neymiş o birikim falan?” diye konuyu açar.

Şimdi, eğer Türk tarımının, Türk çiftçisinin, Türk tarım satış kooperatif ve birliklerinin içerisinde bulunduğu bir sıkıntı varsa -ki, var, onları dile getiriyoruz- “bunlar bizim sorumluluğumuzda değil, bunlar bize geçmişten tevarüs eden, intikal eden sorunların birikimidir” derseniz kolaycılığa kaçarsınız.

Değerli milletvekilleri, Refahyol Hükümeti, 1997 yılının 30 Ağustosunda iktidardan ayrıldı, yanılmıyorsam 54 üncü hükümetti. 55, 56, 57...

CEVAT AYHAN (Sakarya) – 30 Haziranda ayrıldı.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) – 30 Haziranda...

Peki, biz, o zaman ne bırakmışız; mazotun litresini 65 000 liradan bırakmışız, Türk çiftçisine gübrede yüzde 50 destekleme bırakmışız.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) – Doları kaçtan bıraktınız?

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) – Biz, o tarih itibariyle, gübredeki bu desteklemenin yanı sıra, pamuğa 1994 yılında 6 000 lira vermişiz, yüzde 50 de prim vermişiz sevgili milletvekili arkadaşım, balyasının üzerinde saymışız parayı. Getirmiş kooperatiften döküm kâğıdını, Ziraat Bankasında da hesabına geçirivermişiz. Varsa bir traktörü, ikinci traktör sahibi yapmışız; yoksa, bir traktör koymuşuz evine, binek araba da koymuşuz. Pancar çiftçisinin yüzünü de öyle güldürmüştük biz, tütüncünün de yüzünü öyle güldürmüştük, incircinin, üzümcünün, fındıkçının, çaycının da yüzünü öyle güldürmüştük. Şimdi, siz bunları gözardı eder de -12 sent verdiğiniz primi daha Türk çiftçisine ödeyemediniz- çiftçinin kapısına icra memurunu gönderirseniz ve kalkıp da arkasından “e canım, bunlar da bir birikimdi, o birikimlerin sonucu işte bu sıkıntıları yaşıyoruz” derseniz, inandırıcı olmazsınız.

Bakın, şu saatte Anadolumuzun, Türkiyemizin çok yerinde bu konuşmalar dinleniyor; yani, vatandaş, zaten cebindeki parayı biliyor, malının kaç lira ettiğini biliyor, parasını alıp almadığını da biliyor.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, eğer, siz “çiftçinin cebinde para çok, efendim bu sıkıntılar eskiden kaldı” falan derseniz, eminim ki pek inandırıcı olamazsınız; olmanız mümkün değil; çünkü, siz, 1997 yılı 30 Haziranından 2000 yılı 30 Haziranına tam 3 yıl -bir ay eksiğiyle- ne yaptınız? Hadi çiftçiye vermediniz. Ya memura; ona da vermediniz. (MHP sıralarından “işçiye, sanayie verdik” sesleri) İşçiye; ona da vermediniz. Emekliye vermediniz. Esnafa; ona da vermediniz. “Peki, kime verdiniz” diye millet de soruyor, biz de soruyoruz. Ha, biz biliyoruz da; yani, birtakım patronlara verdiğinizi biliyoruz. (MHP sıralarından gürültüler) Canım, siz söylüyorsunuz, teşekkür ederim. Hani, siz de sorumluluğun altına böyle tam girmek yerine “biz altına daha yeni girdik” falan diyorsunuz; tabiî, ama o avans da bitiyor artık, 30 Haziranda bir yıl da dolduğuna göre, o avans da bitiyor.

Yani kime verdiniz; bankalara verdiniz, ona verdiniz, buna verdiniz... Peki, bu esnaf size bir şey verir mi, çiftçi verir mi, memur, işçi, emekli verir mi? Eminim ki, onu da en yakında gelecek seçim sandığında hep beraber göreceğiz, sizlere saygılar sunuyorum.

Sağolun. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Gönül, teşekkür ederim efendim.

Şimdi, söz sırası, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat’ta.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Vazgeçtim efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?..

Buyurun Sayın Ayhan.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 429 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci maddesinde şahsen söz almış bulunmaktayım.

Bu madde, örnek anasözleşmenin bakanlık tarafından düzenleneceği, kooperatif ve birliklerin de buna riayet edeceği hükmünü getirmektedir. Biz, tabiî, Plan ve Bütçe Komisyonunda buna itiraz ettik, kooperatiflerin kendi sözleşmelerini yapmalarında serbest bırakılmasını; ancak, mutlaka bulunması gereken hükümlerin de sayılması ve onların sözleşmelerde bulunması hükmünün getirilmesini istemiştik. Nitekim, şirketlerle ilgili uygulamada, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının getirdiği uygulama budur. Yani, mutlaka olması gereken hükümleri sayar, onun dışında da şirket ne istiyorsa anasözleşmesine onları koyar.

Değerli arkadaşlar, tabiî, bu tasarı, çiftçilerle ilgili bir tasarıdır. Başlangıçta da arz ettim, aslında bu tasarının Tarım Bakanlığı tarafından hazırlanıp getirilmesi ve bunun sorumlusunun da Tarım Bakanlığı olması gerekirdi; ama, yanlış başlamış bir iş yıllar önce, bugün de yanlış olarak devam ediyor. Çünkü, sanayi kuruluşlarını kooperatif ve birliklerden ayırdığımıza göre, bunları özelleştirme istikametinde yeni bir uygulama başlayacağına göre, sadece tarımsal üretim ve onun ilk değerlendirilmesi, malın vasfını değiştirmeyen, incirin paketlenmesi, üzümün tasnif edilmesi, belki narenciyenin mumlanması gibi ilk başlangıçta iptidaî işlemlerin uygulama safhasıdır ki, bunun da Sanayi Bakanlığıyla ilgisi yoktur.

Değerli arkadaşlar, çiftçinin kooperatiflerle ne ölçüde destekleneceği meselesi, ne fayda getireceği meselesi geçmişe baktığımız zaman bizi umutsuzluğa sevk etmektedir. Kooperatif ve birlikler Türkiye’de başarılı olmamıştır. Tabiî, önümüzdeki dönem daha kesin bir rekabet dönemidir. Her ne kadar GATT ve Avrupa Topluluğuyla olan uygulamalarda, Dünya Ticaret Örgütünün getirdiği hükümlerde tarım ürünleri daha kapsama alınmamıştır; ama, önümüzdeki dönemde tarım ürünleri de, hizmet sektörü de, tamamı bu uygulamaların içine alınacağı için, tarımın, tarım sektörünün çok mükemmel bir şekilde rekabete hazırlanması gerekmektedir. Ama, maalesef, biz, tabiî, en kolay çiftçinin hakkını yiyoruz, en kolay da çiftçiyi eziyoruz.

İşte, bakın rakamlara, nereden bakarsanız bakın, çiftçinin gübresinin, çiftçinin mazotunun, çiftçinin ilacının, çiftçinin tohumluğunun fiyatları fevkalade arttığı halde, çiftçinin mahsulünün bedeli aynı ölçüde kendisine gelir getirmemektedir. Çiftçi bir torba tohumluk mısırı (20 kilo) 50 milyona almakta ve geçen yıl 1 ton mısırın da bedeli, ilk verilen fiyatları söylüyorum, 50 milyon liradır. Yani, 20 kilo tohumluğa 50 milyon lira veren çiftçi, 1 ton mısırdan da 50 milyon lira almaktadır. Yani, fiyatlara baktığımız zaman, bu, çiftçinin aleyhinedir.

1999 yılında çiftçinin eline geçen fiyatlara baktığımız zaman, Devlet İstatistik Enstitüsünün rakamlarına göre, çiftçinin eline geçen fiyatlar, önceki yıla göre yüzde 41 artmıştır. Halbuki, çiftçinin girdileri -mazotuyla, gübresiyle- ortalama enflasyonun da üzerindedir. Sadece mazotu ifade edeyim; 1999 yılının 1 Ocağında 148 000 lira olan mazotun litresi, yıl sonunda 399 000 lira olmuştur. Yani, neresinden baksanız, çiftçinin aleyhinedir bu değerler.

Tabiî, deprem bölgesi olan bölgemdeki bir sıkıntıyı da burada Sayın Sanayi Bakanının dinlemesi için arz etme durumundayım. Biraz önce soru halinde de sormuştum; ama, kendileri, yazılı cevap vereceğini ifade ettiler. Öyle görünüyor ki, Sakarya Şeker Fabrikası hükümet tarafından tekrar çalışır hale getirilmeyecektir; zira, önümüzde haziran, temmuz, ağustos, eylül, dört ay vardır. Depremde yıkılmış olan, bazı üniteleri harap olmuş olan bu fabrikanın tekrar çalışır hale getirilmesi için, çok süratli bir çalışma yapılması gerekirken, 1999’un aralık ayında Adapazarı Şeker Fabrikasının Ankara’da Şeker Şirketinde yapılan genel kurulunda sordum; Şeker Şirketi, hiçbir hazırlık yapılmadığını, paralarının olmadığını ifade ettiler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, toparlar mısınız lütfen.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Teşekkür ederim.

Burada da bir vesileyle sormuştum; 20 trilyon lira civarında bir para gerekiyor; ama, bunu temin etmenin zor olduğunu ifade etmişlerdi. Tabiî, çiftçilerin de bu parayı temin etmesi mümkün değil.

Ben, tabiî, Sakaryalı çiftçilere buradan sesleniyorum: Geliniz, 65 000 Pankobirlik üyesi olarak, hükümete sesinizi duyurmak için, Adapazarı’nın caddelerinde en muhteşem mitingleri icra ediniz ki, hükümetin kulakları duysun, Adapazarı’nın, Sakarya’nın, Bilecik’in ve Düzce’nin pancarını işleyen, 1 100 000 ton pancar işlemiş olan bu güzel tesisi tekrar çalışır hale getirmek için hükümet harekete geçsin. Biz, milletvekilleri olarak bunun mücadelesini yapacağız. Hükümete de, bu yaptığı yanlışı anlatmak için her yola başvuracağımızı ifade etmek istiyorum.

Hepinizi hürmetle selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.

7 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN – Oylamaya geçtim efendim.

... Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

8 inci maddeyi okutuyorum:

Yürürlükten kaldırılan, uygulanacak ve uygulanmayacak hükümler

MADDE 8. — 21.10.1935 tarihli ve 2834 sayılı Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Hakkında Kanun, 30.4.1985 tarihli ve 3186 sayılı Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliklerinin Kuruluşu Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun ile bu Kanunda ek ve değişiklikler yapan kanunlar ve 25.12.1969 tarihli ve 1196 sayılı Tütün Tarım Satış Kooperatifleri ve Bölge Birlikleriyle Türkiye Tütün Tarım Satış Kooperatifleri Genel Birliği Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır.

Bu Kanun, 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun ayrılmaz bir parçası olup, tarım satış kooperatif ve birlikleri hakkında sırasıyla, bu Kanun, bu Kanunda açıkça örnek anasözleşmelerde düzenleneceği belirtilen hususlarda örnek anasözleşmeler, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun anonim şirketlerle ilgili hükümleri uygulanır.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun ek 24 üncü maddesi ve bu Kanun kapsamındaki kooperatif ve birliklerin denetim kurulu üyeliklerine devlet memurları arasından seçilenler için 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 28 inci maddesi hükümleri bu görevlere münhasıran uygulanmaz.

BAŞKAN – 8 inci madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 429 sıra sayılı kanun tasarısının 8 inci maddesinde, Fazilet Partisi adına söz almış bulunuyorum.

Bu madde, yürürlükten kaldırılan, uygulanacak ve uygulanmayacak olan hükümleri düzenlemektedir. Türkiye Tütün Tarım Satış Kooperatifleri Genel Birliği Kanunuyla ilgili, Kooperatifler Kanunuyla ilgili ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunuyla ilgili birtakım düzenlemeler getiren, teknik bir maddedir.

Değerli arkadaşlar, tabiî, IMF’nin hangi gerekçelerle bu tasarının süratle çıkarılması üzerinde durduğunu bilemiyoruz; ama, aslında, bu tasarının da, IMF’nin bu kadar üzerinde durmasını gerektirecek, tarım satış kooperatif ve birliklerine yeni imkânlar getirecek bir tasarı olma imkânını da görmüyoruz. Ancak, tabiî, bu tasarının esası, bu başlangıçtaki maddede, 1 inci maddede ifade edildiği gibi, bundan sonra tarım satış kooperatif ve birliklerinin borçlarının Hazine tarafından devralınması ve bundan sonra da kendilerine hiçbir yardımın yapılmayacağı istikametinde getirdiği hükümdür. Bunun manası, tabiî, bu kooperatiflerin, bundan sonra epey bir süre bocalayacağını, bundan sonra da, tabiî, rekabet şartları içinde, kendi imkânlarıyla ayağa kalkma imkânını arayacağını göstermektedir.

Ancak, biraz önce de ifade ettim, çiftçinin kooperatiflere kaynak aktarma gücü yok; yani, çiftçinin en fakir dönemi yaşanıyor. Son üç yıldan beri ve özellikle son bir yıldan beri, uygulamalar, çiftçiyi fakirleştirmiştir. Anasol–D, DSP ve Anasol-M hükümetleri, Türkiye’nin genelini fakirleştirdikleri gibi, çiftçiyi de fakirleştirmişlerdir. Baktığınız zaman, gayri safî millî hâsılada ellibeş yıldan beri, ilk defa, yüzde 6,4 küçülme olmuş, Türkiye fakirleşmiş, bundan da en büyük payı alan ve en çok ezilen, çiftçi camiasıdır.

Tabiî, çiftçinin durumunu düzeltmek, çiftçinin üretimini artırmak, çiftçiyi kaliteli üretime yöneltmek, rekabet edebilecek şartlara getirmek için, böyle, kooperatifler kanununun orasını çıkarıp, orasını ilave ederek, onu değiştirip, bunu değiştirip, bir yere gideceğimiz yok. Bakın, yapılması gereken nedir: Tarımla ilgili kooperatifler de dahil, ziraat odaları da dahil, bunların güçlendirilmesi gerekir. Size, benim ilimdeki bir uygulamayı nakledeyim. Bizde süt üretilir -Ege’nin birçok bölgelerinde olduğu gibi- süt birlikleri kurulur ve süt birlikleri kendi veterinerlerini kendileri istihdam ederler. Aynı şekilde, ziraat odalarına, kendi ziraat teknisyenlerini, mühendislerini kendilerinin istihdam etmesi için bizim destek vermemiz lazım. Geçenlerde -ismi mühim değil- bir ilçeye gittim. Ben, il ve ilçelere gidince, umumiyetle birtakım meslek kuruluşlarını da kamu kuruluşlarını da ziyaret ederim. Ziraat odasını ziyaret ederken, bir taraftan da il tarım müdürlüğünü, ilçe tarım müdürlüğünü ziyaret ederim. Bundan birkaç hafta önce, bir ilçeye gittim, orada ilçe tarım müdürlüğünü ziyaret ettim. Orada kim çalışıyor; 1 veteriner, 2 veteriner sağlık memuru, 5 ziraat teknisyeni çalışıyor; ama, bu ziraat teknisyenlerinin hiçbirisi belli bir konunun uzmanı değil. İlçenin ve köylerinin nüfusu aşağı yukarı 25 - 26 000, köylerin nüfus ağırlığı var, 30 tane de köyü var. Ne yapılıyor; kiraz, şeftali, ayva, üzüm, elma, çilek, erik, fasulye, soğan, domates, şekerpancarı, brokoli (bilhassa kurutularak Avrupa’ya ihraç edilen, bir sebze nevidir )ve karpuz, kavun, sera salatalık, sera marul, biber, kereviz, karnabahar, kabak; ayrıca, sütle ilgili de, üçüncü ağırlıkta olmak üzere, hayvancılık var. Bu ilçede ana ağırlık meyve ve sebzedir. Şimdi bu ilçede ne olması lazım; meyvede uzman ziraat mühendisi olması lazım, sebzede uzman ziraat mühendisi olması lazım ve bu sahalarda kendi konularına hâkim olan uzmanların, teknisyenlerin, mühendislerin olması lazım; ama tabloya bakıyoruz ki, bu yok. Bu, sadece benim gördüğüm ilçede değil, 200 kişi, 300 kişi, 400 kişi çalışan il tarım müdürlüklerine baktığınız zaman, narenciye bölgesinde narenciye uzmanı var mı; yok; zeytin bölgesinde zeytin uzmanı var mı; yok. Niye; tabiî, devletin bugünkü istihdam şartlarında meslek sahibini aldınız, Antalya’yı istedi, Antalya’ya vereceksiniz; ama, o, Antalya’yla ilgili pamukta, narenciyede veya sebzede -Serik’te- uzman mıdır, değil midir; değildir. Vereceksiniz, tayin edeceksiniz; ama, benim dediğim modele geçersek, biz, eğer, illerdeki, ilçelerdeki ziraat odalarını desteklersek, belirli kriterlere göre onlara global olarak para yardımı yaparsak -projelerine göre, proje desteğe göre ve istihdama göre- o zeytin bölgesiyse kendisine faydalı olacak olan zeytincilikte uzmanlaşmış bir ziraat teknisyenini, ziraat mühendisini alır getirir veya aldığı kabiliyetli ziraat mühendisi ve teknisyenlerini zeytincilik sahasında enstitülere yollar, İzmir’e yollar; meyvecilikte ise Yalova’ya yollar, yetiştirir, kendi bölgesinde verimli olarak kullanır.

Bizim, tabiî, tarıma bu gözle bakmamız lazım. Şimdi sıkıştık tabiî. IMF bize referans verecek, Dünya Bankası bize referans verecek, uluslararası piyasalardan 10 milyar, 20 milyar dolar para bulacağız, bu içborç krizinden kurtulacağız. Doğru, bu aciliyet; ama, IMF’nin hatırı için bu kanunları değiştirmemizin de neticede bize hiçbir şey sağlamayacağını ifade etmek istiyorum; yani, konunun uzmanlığının bizde olması lazım. IMF, Türkiye tarımını geliştirecek reçeteyi ortaya koyamaz. Bunu koyacak olan, bizim hükümetlerimizdir, bizim bakanlığımızın değerli kadrolarıdır. Yoksa, oralara, diğer ülkelerden, gelişmiş olan yerlerden tarım uzmanlarını getirmek, enstitülerden insanları getirmek, enstitülerle ve araştırma kurumlarıyla işbirliği yapmak... Yani, önümüzdeki temel mesele budur. Tabiî, bunu yapmadığınız zaman, siz, tarımda yol alıyoruz zannederken, hiçbir yol almanız mümkün değil. Yani, tarımda bugün Türkiye’nin sıkıntısı, verimdir, kalitedir ve pazarlayabilmektir. Tabiî, bunun girdilerini de buna göre sağlamaktır.

Şimdi, Tarım ve Köyişleri Bakanının, dün bir toplantıda -zannederim TÜSİAD’ın bir toplantısında- demeci vardı. Dün akşam ben de televizyon seyrederken muttali oldum. İfade ettiler ki: “2000 yılında tarıma vereceğimiz destek 500 trilyon liradır.” 500 trilyon lirayla, siz fındıkçılığın işini mi halledeceksiniz, buğdayı mı halledeceksiniz, pancarı mı halledeceksiniz, hayvancılığı mı halledeceksiniz, hangisini halledeceksiniz?!

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) – Önceliği buğdaya...

CEVAT AYHAN (Devamla) – Evet...

Bizzat kendi beyanlarıdır. Yani, tarıma kaynak ayırmaya mecburuz değerli arkadaşlar.

Bakın, bugün, Avrupa Topluluğu ülkeleri olsun, Amerika olsun, Atlantik ötesi ülkeler olsun, tarımı destekliyorlar, tarıma her türlü imkânı veriyorlar, üreticiyi destekliyor, tüketimin düşük fiyatta olması için destekliyor.

Şimdi, buğday fiyatının 103 000 lira olacağı ifade ediliyor. Halbuki, buğdayın maliyetini ziraat odaları 125 000 lira olarak açıklıyor ve yüzde 30-35 mertebesinde -ki, bu maliyetin içerisinde çiftçinin işçiliği de yok- bu maliyetin üzerine bir miktar da çiftçiye bir gelir temin edeceksiniz geçinebilmesi için; 155 000 -158 000 lira olması isteniyor. 103 000 liraya, siz, Chicago veya falan borsaya göre fiyatı tespit edip de onun üzerine -o çıplak fiyatların üzerine- yüzde 5 koyduğunuz zaman doğru iş yapmış olmazsınız; çünkü, onların tarım ürünlerinin arkasında, piyasaya arz etmeyen destekler var. Bugün Yunanistan’da zeytinyağının litresine 2 mark destek var; açın bakın, hesaplarını görün. Bunu, tarım sektörüyle yakın ilgilenen arkadaşlarımız biliyorlar ve yazıp çiziyorlar, ifade ediyorlar. Aynı şey buğdayda var, aynı şey ette var, aynı şey sütte var. Yani, siz, borsadaki, oradan FOB ihraç fiyatlarını esas alarak, üzerine navlunu koyarak, üzerine sigortayı koyarak, üzerine de, işte, yüzde 30 kâr koyarak iş fiyatlarını böyle tespit edelim derseniz, çiftçiyi batırırsınız ve bunu da taşıyamazsınız hükümet olarak. Söylüyorum...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CEVAT AYHAN (Devamla) – Son cümlemi söyleyeyim Muhterem Başkan.

BAŞKAN – Buyurun.

CEVAT AYHAN (Devamla) – 2000 yılının, çiftçi için fevkalade zor bir yıl olduğu görünmekterdir. 1999 yılı, zaten, çiftçi için fevkalade zor bir yıldı; şimdi, zorun üzerine bir zor daha gelecek. Allah, çiftçimize kolaylık versin ve hükümete de, çiftçiyi ezmekten vazgeçecek bir anlayış versin diyorum.

Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç; buyurun efendim.

EVREN BULUT (Edirne) – Sayın Genç, birliklerden sen ne anlarsın?!

BAŞKAN – Sayın Bulut, laf atmayın. Anlar efendim Sayın Genç; niye anlamasın?

DYP GRUBU ADINA KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarım satış kooperatifleriyle ilgili yapılan bu düzenlemenin 8 inci maddesi üzerinde, Grubum adına söz aldım. Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu madde, uygulanacak, uygulanmayacak ve yürürlükten kaldırılacak hükümleri belirtiyor. Değerli milletvekilleri, elbette ki, yasaları yapmak, onları uygulamak, hem Parlamento için hem vatandaşlar için çok önemli bir görevdir.

Şimdi, Anayasamızın 113 üncü maddesinde denilir ki: “Bakanlar Kurulunda boşalma olduğu takdirde, boşalma tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde bu bakanlığın doldurulması lazım. Şimdi, Devlet Bakanlarımızdan Sayın İremçelik bir aya yakındır istifa etmiş... (DSP sıralarından “İrtemçelik” sesleri) İrtemçelik, iremçelik; neyse... Olabilir...

Yeni Sayın Cumhurbaşkanımız, ilk verdiği beyanatta, hukukun üstünlüğü ilkesini, özellikle gözeteceğini söyledi ve yine, Cumhurbaşkanına verilen temel görevler arasında, Anayasanın uygulanmasını gözetlemek görevi de verildiğine göre, Sayın Cumhurbaşkanımızdan özellikle rica ediyoruz, bu hükümete, bu Anayasayı ihlal ettirmesin ve bu Devlet Bakanını ataması için emir versin.

Değerli arkadaşlarım, bakın, bu kanunu niye çıkarıyoruz... İşte, devamlı görüşüyoruz. IMF, bize bir para verecek; diyor ki: Ben, size bu parayı vereceğim; ama, sen, tarımını öldürüceksin, çiftçini öldüreceksin, üretimi keseceksin, benim emrime gireceksin. Niye benim emrime gireceksin; sen, benim verdiğim direktifler doğrultusunda hareket edeceksin ki, ben sana para vereyim. Verdiği para ne; 2 veya 3 milyar dolar.

Bugün, bir soruşturma komisyonunda bir karar çıktı. Bakın, ne diyor; Türkbank ihalesinde devletimizin kaybı 1,5 milyar dolar. Bir tane şey söylüyorum. Bakın, Bankekspres, o zaman birisine verildi, 380 milyon dolar devlet onun içini doldurdu. Türkbank 600 milyon dolara özelleşecekti -o pazarlıkları hepiniz biliyorsunuz- o 600 milyon dolar verilmedi. Türkbankın içi de boşaltıldığı için, 480 milyon dolar da oraya gitti mi arkadaşlarım; gitti. Ondan sonra, bugün, soruşturma komisyonu Başkanı, Sayın Mesut Yılmaz hakkında açılan soruşturma komisyonunun Başkanı, Mesut Yılmaz’ın en yakın arkadaşı ve onun konuşmalarını yazan bir arkadaş. Ben, geçen gün, bir konuşmada burada söyledim. Sayın Mesut Yılmaz bu komisyonun başkanı olsaydı daha iyiydi!

EVREN BULUT (Edirne) – Ne alakası var?!

BAŞKAN – Sayın Genç...

KAMER GENÇ (Devamla) – Özellikle, siz İktidar Partisine söylüyorum.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Maddeyle ilgili konuşsun Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Genç, sataşmaya...

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, maddeyle ilgisi var. Lütfen efendim, dinleyeceksiniz bizi!

BAŞKAN – Sayın Genç...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Maddeyle ilgili konuşsun...

KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın, Türkiye’deki çiftçi ne kadar fakirleşti.

BAŞKAN – Sayın Genç...

KAMER GENÇ (Devamla) – Canım, size dokununca, niye zararınıza konuşturmuyorsunuz?!

BAŞKAN – Sataşmaya sebebiyet veriyorsunuz efendim.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Maddeyle ilgili konuşsun...

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, maddeye bağlı konuşuyorum.

BAŞKAN – Hayır, sataşmaya sebebiyet veriyorsunuz.

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, sataşma varsa, çıkar burada konuşur, cevap verir.

Şimdi, Sayın DSP’liler, Sayın MHP’liler, siz, seçimde “biz, Mesut Yılmaz’ı aklamak için oy istiyoruz” dediniz mi demediniz mi; dediniz. Şimdi, yarın öbürüne gideceksiniz, şey edeceksiniz...

Değerli arkadaşlarım, bakın, kanunları uygulamak bu Meclisin görevidir; hak ve adalet kuralları içinde hareket etmek bu Meclisin görevidir. Yani, biz, kendi kaynaklarımızı getiriyoruz, şuna buna peşkeş çektiriyoruz, o peşkeş çekilenlere de “bravo” diyoruz, arkalarını okşuyoruz “yahu, sen daha az götürmüşsün kardeşim, niye bu kadar az getirdin, biraz daha fazla getir” diyoruz, ondan sonra, ekmeği çalan insanları da getiriyoruz yargılıyoruz, köylümüzün alınterinin verilmesine ambargo koyuyoruz.

İşte, daha önce 5 bankaya el konuldu ve bu 5 bankaya ödenen para 6 milyar dolar.

Sevgili milletvekilleri, belki bazılarınızın hoşuna gitmiyor; ama, burada bunların hesabı sorulmalı. Yani, bu kanunları getirelim, en mükemmel kanunları getirelim; gidelim, bütün herkesin malına mülküne elkoyalım, getirelim, toplayalım... Biz bunları yerli yerine harcamadıktan sonra, bunları kamu yararına kullanmadıktan sonra, TIR’lar yanaşıp bu paraları birilerine verip de bir kısmı yurt dışına kaçırıldıktan sonra, biz neyin görevini yapıyoruz arkadaşlar?!

İçişleri Bakanımız güya bir “umut”, bilmem “paraşüt operasyonu” yapıyor; bilmiyorlar o paraşüt sonunda kimlere dokunacak, paraşüte kim takılacak, kim düşecek. Şimdi Türkiye’nin hali bu.

1999 bütçe uygulamasına bakın -Sayın Maliye Bakanımız da burada- 1 katrilyon 115 trilyon liralık bir vergi iadesi var. Bu 1 katrilyon 115 trilyon liralık vergi iadesinin yarısından fazlası hayalî ihracattır ve hayalî kişilere verilen paradır. Şimdi, devletin parasının hesabını biz burada sormadıktan sonra...

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Soracağız!..

KAMER GENÇ (Devamla) – Nerede soracaksınız; hep örtbas ediyorsunuz canım; boyuna aklıyorsunuz. MHP’li arkadaşlarımızın da, böyle, yarısı lehte veriyor, yarısı aleyhte veriyor. Yani, bu da olmaz, kimseyi de kandıramazsınız değerli arkadaşlarım.

Bakın, biz mahkeme değiliz. Herkes gitsin, mahkemede beraat etsin, gelsin. Yani, neyin hesabını soruyoruz...

Değerli milletvekillerim, onun için, bizim Parlamento olarak burada sağlamak zorunda olduğumuz birinci görevimiz şudur: Ülkenin menfaatı neyi gerektiriyorsa onu yapacağız.

Yarın buraya “mavi akım” gelecek. Aslında ben “mavi akım” için epey hazırlanmıştım; yarın burada güzel şenlikler olacak, orada ayrıca da konuşacaktım; ama, bu vesileyle... Baktım, arkadaşların biraz uykusu da geliyor; bizi dinleyenler de uyumasınlar... Yani, bu Parlamentoda da, hep, böyle, formalite icabı konuşmalar yapılmıyor denmemesi için bir iki cümle söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bakın, ben de bir insanım. Ben de isterim, herkesle, hükümetle burada iyi geçineyim; gideyim, bakanlar benim de işlerimi yapsın; ama, ben, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir vatandaşı olarak büyük bir vicdan azabı çekiyorum ve bu vicdan azabımı, her vesileyle, çıkıp burada söylüyorum. Bakın, ben çok ciddî şeyler söylüyorum, hiçbir zaman burada alaya alınacak şeyler de söylemiyorum; çünkü, kırk seneye yakın kamu hizmeti ve politik hayatım vardır ve özellikle de maliyeciyim, Türkiye’de dönen dolapların bir kısmını biliyorum; ama, bakıyoruz ki, burada bazı gerçekleri biz dile getirirken, tabiî, bu gerçeklerden mağdur olması gereken, utanması gereken birtakım insanlar işi alaya alıyorlar -ben isim belirtmiyorum- ama, bunlar böyle değil.

Değerli arkadaşlarım, vallahi Türkiye elden gidiyor; çok zor durumdayız, ülkemizin ekonomisi çok zor durumda, işsizimiz çok, köylümüz zor durumda. Bakın, buraya gelmişiz, pancar üreticisinin parasını daha ödememişsiniz. Benim ilimde pancar üreticisi yok; ama, esnaf diyor ki: “Kardeşim, ben, pancar üreticisine veresiye mal vermişim, bunun parasını alamıyorum.” Tüccar öyle... Yani, neresinden başlarsak başlayalım, bu iş düzelmiyor.

Bakın, tahsil ettiğimiz vergilerimiz, faize ödediğiniz paraları karşılamıyor. Bunlara bir tedbir bulalım. Biz, buraya, parlamenter olarak, Meclis olarak niye gelmişiz; ülkenin sorunlarına çözüm bulalım... Ülkenin sorunlarına çözüm bulurken de, bu benim koalisyon ortağımdır, bu benim ahbabımdır, bu benim dostumdur düşüncesiyle hareket etmememiz lazım. Bizim tek düşüncemiz, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin menfaatıdır, Türk Halkının menfaatıdır. Ötekisi babam da olsa, eğer suçluysa cezalandırmamız lazım. Bu zihniyetle, bu düşünceyle burada hareket edemezsek eğer, burada söylenenler havanda su dövmek anlamına gelir.

Aslında, maddeyle ilgili çok fazla konuşmak da istemiyorum.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) –Zaten konuşmadın.

KAMER GENÇ (Devamla) – Ama, hakikaten, Türkiye’de yapılanlar...

Bakın, çok büyük şans, 351 sayınız var. Bu 351 sayıyı, keşke, ülkenin geleceğini iyi koşullarda yönlendirecek, halkın lehine açılımlar sağlayacak ve hakikaten, bu memlekette suiistimalleri yapacak insanlardan hesap soracak bir şekilde kullanmanız lazım; ama, böyle hatır, gönül, dostluk, koalisyon bozulmasın gibi düşüncelerle hareket ederseniz, ülkeye zarar verirsiniz, millete zarar verirsiniz. Benden söylemesi...

İLHAN AKÜZÜM (Kars) – Senin ne kadar iyiniyetli olduğunu biliyoruz.

KAMER GENÇ (Devamla) – Anlayan anlar, anlamayan da kendisi, yarın, halkın karşısına çıktığı zaman, bunun hesabı halka verilir; ama, biz de istiyoruz ki, bu zamanımızı... Türkiye Cumhuriyeti Devletinin önünde çok fazla zaman yok arkadaşlar. Bu zamanı çok iyi değerlendirmemiz lazım.

Kanunun hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, saygılar sunuyorum efendim. (DYP sıralarından alkışlar, MHP sıralarından alkışlar [!])

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Söz sırası, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat’ta.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Vazgeçtim efendim.

BAŞKAN – Sayın Polat, istemiyor.

Balıkesir Milletvekili Sayın İsmail Özgün; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 429 sıra sayılı kanun tasarısının 8 inci maddesinde kişisel olarak söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısıyla, bu tarım satış kooperatifleri birliklerine bir özerkleştirme getirmek amaçlanıyor ve bununla birlikte deniliyor ki, bundan sonra, artık, bu tarım satış kooperatifleri devletten yardım almaksızın, kendi ayakları üzerinde dursunlar. Esas itibariyle, söylenmek istenen budur. Ancak, burada, bu özerkleştirme noktasında, acaba özerkleştiriliyor mu yoksa daha çok devletleştiriliyor mu noktasında birtakım endişelerimiz var. Anladığımız kadarıyla da başta Yeniden Yapılandırma Kurulu olmak üzere, özerkleştirme yerine, devletin kontrolü daha da etkin hale getiriliyor. Buna itirazımız var. Bu noktada, gerçekten, tasarıda, tekrar gözden geçirilmesi lazım gelen hususlar var. Özerkleştireceğiz derken, devletleştirme yoluna gidiyorsunuz; bu bir.

İkincisi, şimdi, elimde, aşağı yukarı 100 000 ortağı bulunan Tariş Üzüm Birliğinden intikal etmiş bir yazı var. Burada, bu tarım satış birliği diyor ki: “Şimdi, tarım satış kooperatifleri birliklerine, devlet veya kamu tüzelkişilerinden herhangi bir malî yardım, destek sağlanamayacak hükmü geliyor. Bundan sonra, bu birliklerin satacakları kadar mal alacakları anlamı buradan çıkıyor. Peki, o zaman, biz, Tariş Üzüm Birliği olarak, üretici ortakların taahhütlerine istinaden, teslim etmek istedikleri üzümü almak zorunda olduğumuzdan, satabileceğimiz kadar üzümü almak için nasıl bir yol izleyeceğiz?”

Yine, Tariş Üzüm Birliği, satabileceği planlanan miktardan fazla üzüm aldığı takdirde, ürün bedelini nasıl finanse edecek? Zaman zaman, iklim şartlarına bağlı olarak ürün hasılatı farklı olabiliyor. Bazı yıl az oluyor; ama, bazı yıl fazla oluyor. Dolayısıyla, ürünün fazla olduğu yıllarda, üretici, bu fazlalığı ne yapacak? Birlikler de satabileceği kadar ürün alacağına göre, devletten destek görmeyeceğine göre, bu birlik ne yapacak, üretici ne yapacak? Burada, üreticilerimiz, ileride çok büyük bir sıkıntıyla karşılaşacaklardır. Bu sorunları şimdiden düşünmemiz lazım.

Kanun tasarısı eğer bu haliyle kanunlaşacak olursa, tarım kesimi, sonuçta, birtakım sorunlarla karşı karşıya kalacaktır. Zaten, bugün, tarım kesimi çok büyük sorunlar yaşamaktadır. Tarım kesimi, maalesef, bitme ve tükenme noktasına gelmiş bulunmaktadır.

Dün, Balıkesir Ziraat Odası Başkanı, yaptığı bir basın toplantısında “artık, çiftçi bitme noktasına geldi, sabrımızı taşırmayın” diyor, hükümete sesleniyor.

Değerli milletvekilleri, o bakımdan, bu kesimin sorunlarını çözecek düzenlemeleri, kanunları buradan çıkarmamız lazım gelir.

Bakınız, günler geçti, hâlâ buğday taban fiyatı açıklanmıyor. Acaba, yüzde 15 mi yapsak, yüzde 20 mi yapsak; bunlar görüşülüyor.

BAŞKAN – Sayın Özgün, toparlar mısınız efendim.

İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) – Bitiriyorum efendim.

Hükümetin kulağı, ne yazık ki, çiftçide değil; hükümetin kulağı IMF’de, IMF’den gelecek olan dayatmada. Halbuki, çiftçi, büyük bir zorluk içerisinde. Ziraat Odaları Birliği Başkanı, dünkü bir gazetedeki yazısında, buğday taban fiyatının en aşağı 165 000 lira olması gerektiğini ifade ediyor. Değerli milletvekilleri, gerçekten, çiftçimiz, borçlarını ödeyemez durumda ve hapishanelere düşmüş durumda. Buralardan çiftçimizi çıkarmak için, hükümete büyük görev düşmektedir.

Eğer, hükümet bunu yapmazsa, nüfusumuzun yarısını teşkil eden çiftçimiz ve tarımla uğraşan insanlarımız, hükümete, ileride gereken dersi verecektir diyorum; hepinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özgün.

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan, konuşacak mısınız efendim?

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Soru soracağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, delaletinizle sormak istediğim husus şudur: Şeker Şirketinin, pancar çiftçisine borcu var mıdır? Varsa, bu borç ne kadardır? Bu borç, ne zaman ödenecektir?

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Ünal, özür dilerim, bir hata yaptım. Sonradan söz istemiştiniz; tabiî, ben, Sayın Ayhan konuşacak zannettim... Soruya geçtim. Mazur görün. Hata benim.

Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Bakan.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Sayın Başkan, Sayın Ayhan’ın sorusuna şöyle cevap vereyim: Şeker Şirketinin pancar üreticisine hiçbir borcu yoktur; mayıs ayı başı itibariyle ödenmiştir efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Karar yetarsayısının aranmasını istiyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, karar yetersayısından evvel, benim bir arzım olacak.

Sayın milletvekilleri, 8 inci maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında sayılan kanunların tarihleri yazılmamış efendim; hem birinci fıkraya uygundur...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, ben de soru soracaktım; ama, siz görmediniz.

BAŞKAN – Görmedim efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Soralım şurada canım...

BAŞKAN – Efendim, ben başladım, lütfederseniz... 9’da sorun efendim. Kaideyi bozmayalım.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Zaman doluyor.

BAŞKAN – Hayır, dolmayacak efendim.

Sağlaması, hem de karışıklığa meydan vermemesi için, bu tarihlerin yazılması uygun olacaktır.

Komisyon bu konuda ne düşünüyor efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ MEHMET HANİFİ TİRYAKİ (Gaziantep) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – O zaman, biz de yazdırıyoruz tarihleri efendim. Hükümetten gelen şeklinde yazılmamış, Komisyondan da öyle çıkmış.

Efendim, karar yetersayısının aranmasını istediler.

8 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 8 inci madde kabul edilmiştir; karar yetersayısı vardır.

Geçici 1 inci maddeyi okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 1. —A) Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce 1196 sayılı Tütün Tarım Satış Kooperatifleri ve Bölge Birlikleriyle Türkiye Tütün Tarım Satış Kooperatifleri Genel Birliği Kanunu ve 3186 sayılı Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliklerinin Kuruluşu Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanuna göre kurulmuş bulunan kooperatif ve birlikler, başkaca bir işleme gerek olmaksızın bu Kanuna göre kurulmuş sayılırlar.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en çok dört ay içerisinde örnek anasözleşmeler hazırlanır. İntibak işlemi tamamlanıncaya kadar mevcut anasözleşmelerin bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.

B) Halen kurulmuş ve faaliyette bulunan kooperatif ve birlikler, anasözleşmelerini en çok bir yıl içerisinde bu Kanuna intibak ettirmek zorundadırlar. Bu hususa riayet etmeyen kooperatifler ve birlikler dağılmış sayılır. Kanunen tasfiye ile görevlendirilmiş kimseler tarafından, dağılmadan başlayarak en çok iki ay içerisinde tasfiyeye geçilmediği takdirde Bakanlık veya Hazine tarafından mahkemeden tasfiye memuru atanması istenebilir. Mahkemece atanacak tasfiye memuru, mevcut anasözleşmede tasfiye kuruluna verilen görev ve yetkileri yerine getirir.

Anasözleşmelerini bu Kanuna intibak ettirmek için kooperatif ve birliklerin yapacakları genel kurullar, olağan genel kurulların usul ve çoğunluğuna göre toplanır ve karar verirler. Bu genel kurullarda, boş bulunan yönetim ve denetim kurulu üyelikleri ve yedekleri ile eksik olan birlik temsilcilikleri ve yedekleri için, mevcutların kalan süresi kadar görev yapmak üzere seçim yapılır.

C) Birliklerin mevcut genel müdür ve genel müdür yardımcılarının görevleri, intibak kararının alındığı genel kurul toplantısı ile sona erer. Bunlar, yönetim kurulunun uygun görmesi halinde yeniden atanabilirler.

D)Kooperatif ve birliklerin yeniden yapılandırılması, ekonomik etkinlik ve verimlilik ilkeleri çerçevesinde faaliyetlerini sürdürebilir bir yapıya kavuşturulabilmesi ve bu amaçla alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi konularında çalışma, inceleme ve önerilerde bulunmak üzere yedi üyeden oluşan Yeniden Yapılandırma Kurulu oluşturulur. Kurul, Sanayi ve Ticaret Bakanına karşı sorumludur.

Yeniden Yapılandırma Kuruluna, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en çok altı ay içinde Bakanlık ve Hazine Müsteşarlığı mensupları, üniversite öğretim üyeleri veya kooperatifçilik veya işletmecilik konusunda bilgi ve deneyim sahibi kişiler arasından, biri Bakanlık mensuplarından olmak üzere dört üye Sanayi ve Ticaret Bakanı, biri Hazine Müsteşarlığı mensuplarından olmak üzere iki üye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Devlet Bakanı tarafından, bir üye de birliklerin yönetim kurulu üyeleri içinden kendi aralarında yapacakları seçim ile belirlenir ve Bakanlar Kurulunca en çok dört yıl görev yapmak üzere atanır. Yönetim kurulu üyeliği sona eren birlik temsilcisinin Yeniden Yapılandırma Kurulundaki görevi de sona erer. Boşalan üyeliklere aynı usule göre atama yapılır. Kurul üyeleri, kendi aralarından üye tam sayısının salt çoğunluğu ile bir başkan ve bir başkan vekili seçer.

Yeniden Yapılandırma Kurulu, faaliyetlerine yardımcı olmak üzere; yeniden yapılandırma, özelleştirme, planlama, denetim, kooperatifçilik veya işletmecilik konularında deneyimli uzmanlardan ve danışmanlardan Yürütme Birimi oluşturabilir. Yürütme Birimi Başkanı, Kurul üyelerinin en az beşinin olumlu oyu ile seçilir. Yürütme Biriminin dört yıllık iş planı Yeniden Yapılandırma Kurulu tarafından belirlenir. Yürütme Biriminin çalışma usul ve esasları ile bu birimde çalıştırılanlara yapılacak ödemeler Yeniden Yapılandırma Kurulunun önerisi, Sanayi ve Ticaret Bakanının uygun görüşü ve Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Devlet Bakanının onayı ile belirlenir.

Yeniden Yapılandırma Kurulu başkan ve üyelerine ödenecek huzur hakları ve harcırah, Sanayi ve Ticaret Bakanı ile Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Devlet Bakanının onayı ile belirlenir. Huzur hakkının aylık net tutarı en yüksek Devlet memuru aylığının (ek gösterge dahil), harcırah ise en yüksek Devlet memuru harcırahının üç katını geçemez.

Kooperatif ve birlikler, bu Kanunda belirlenen amaçlar çerçevesinde yeniden yapılandırma ile ilgili her konuda Yeniden Yapılandırma Kurulunun önerilerini dikkate alır ve kurul ile işbirliği içinde faaliyetlerini sürdürür.

Yeniden Yapılandırma Kurulunun çalışma esasları, uygulayacağı ilke ve programlar, bu sürece uyum için kooperatif ve birliklerce alınması gerekli önlemler ve yapılması gereken işlemler Sanayi ve Ticaret Bakanı ile Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Devlet Bakanı tarafından müştereken belirlenir.

Yeniden Yapılandırma Kurulunun görev süresi, kurul üyelerinin atanmalarına ilişkin Bakanlar Kurulu Kararının Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihten itibaren en çok dört yıldır.

E)Birliklerin, 1.5.2000 tarihi itibariyle mevcut özel bünye faaliyetleri ile ilgili borçları, borçların ödenmesine kadar geçecek süre içinde bu borçlardan doğan faiz ve gecikme zammı gibi fer’i borçları ile personel kadrolarında yapılacak düzenlemeler için gerekli tazminat tutarı, Yeniden Yapılandırma Kurulunun önerileri dikkate alınarak Hazinece üstlenilip tasfiye olunur.

Yeniden yapılandırma süresince, kooperatif ve birliklerin özel bünye borçlarının tasfiyesi ve yeniden yapılandırma nedeniyle oluşabilecek personel tazminatları, kooperatif ve birliklerin yeniden yapılandırılması amacıyla dışarıdan alınacak her türlü denetim, danışmanlık ve diğer hizmetler için yapılacak ödemeler, Yeniden Yapılandırma Kurulu ve Yürütme Birimine ilişkin giderler ile kooperatif ve birliklerin ihtiyacı olan işletme kredileri Yeniden Yapılandırma Kurulunun önerileri dikkate alınarak genel bütçeden ve Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu gider hesabından karşılanır.

Kooperatif ve Birliklere, genel bütçeden yeniden yapılandırma amacıyla 2000 Yılı Bütçesinden tahsis edilen ödenekler ile uluslararası finans kuruluşlarınca desteklenen projeler için sağlanan doğrudan ya da dolaylı malî kaynaklar ve kredi teminatları dışında Devlet veya diğer tamu tüzel kişilerinden herhangi bir malî destek sağlanamaz.

Bakanlık, yeniden yapılandırma süresi içinde görev yapmak üzere, birlik denetim kurullarında, denetim veya kooperatifçilik konusunda deneyimli Bakanlık mensupları arasından bir denetçi görevlendirebilir. Bu şekilde görevlendirilenlere en yüksek Devlet memuru aylığından (ek gösterge dahil) fazla olmamak üzere Bakanlıkça belirlenecek net aylık ücret Birlikçe ödenir.

F)Birliklerin bu Kanunun yayımı tarihi itibariyle sahip oldukları iktisadî işletmeler, üç yıl içerisinde anonim şirket haline dönüştürülebilir. Bu amaçla ve 31.12.2003 tarihine kadar uygulanmak üzere; bu Kanun hükümlerine göre kurulan kooperatif ve birliklerin müştereken ve sermayesinin % 51’ine sahip olmak üzere kuracakları anonim şirketlere sermaye olarak gösterecekleri ayınların bu şirketlere devrinden doğan kazançlar ile bu şirketteki hisselerinin, birbirlerine, kooperatif ortağı üreticilere, kooperatif ve birlik çalışanlarına veya borçlarının tasfiyesi amacıyla gerçek ve tüzel kişilere satışı veya devri işlemlerinden doğan kazançlar kurumlar vergisinden müstesnadır.

Kooperatif ve birliklerin sermayesinin en az %51’ine sahip oldukları şirketlerin kuruluş, tescil, hisse senedi çıkarma işlemleri ile bu şirketlerdeki hisselerinin yukarıda belirtilen kişi ve kuruluşlara satışı veya devri işlemleri 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun 28 inci maddesindeki kesintiler ile her türlü vergi, resim ve harçtan istisna edilir.

Bu madde kapsamında yapılan işlemler, katma değer vergisi uygulaması bakımından 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 37 ila 39 uncu maddelerinde yazılı devir işlemleri gibi addolunur.

G)Yeniden yapılandırma süresince, ortak üreticilerin kooperatif ortaklığından ayrılma talepleri halinde, kendilerine sermaye payı iadesi işlemi yapılmaz. Ancak birliklerin sahip oldukları iktisadî işletmelerin anonim şirkete dönüştürülmesi halinde, iade edilmeyen sermaye payları oranında bu şirketler ortak olabilirler. Bu hüküm, ölen ortakların varislerine yapılacak sermaye payı iadeleri için uygulanmaz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ne biçim madde Sayın Başkan?!

BAŞKAN – Efendim?..

KAMER GENÇ (Tunceli) – Geçici maddeyle vergi muafiyeti mi getirilir?!

BAŞKAN – Sırası geldiğinde, Grubunuz adına çıkar itiraz edersiniz efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Okunması tam 7 dakika sürdü.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bakın, hem uzun madde... Bir de, hiçbir yerde geçici maddeyle kurumlara vergi muafiyeti getirilmez. Maliye Bakanı nerde, uyuyor mu, bilmiyorum ki.

BAŞKAN – Sayın Genç, Maliye Bakanı biraz evvel buradaydı, gittiler.

KAMER GENÇ (Tunceli) – İyi ama, böyle madde olmaz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, Grubunuz adına konuşurken, yarın sabah itiraz edersiniz.

MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, yeniden düzenlensin.

BAŞKAN – Efendim, komisyonda sizin üyeniz yok muydu?

MURAT AKIN (Aksaray) – Üyemiz vardı.

BAŞKAN – Doğru Yol Partisinin vardı. Niye itiraz etmemiş? İtiraz şerhi bile yok.

MURAT AKIN (Aksaray) – Var, itiraz olmaz mı Sayın Başkan.

BAŞKAN – İtiraz şerhi var mı efendim?.. Kabul etmişsiniz...

Çalışma saatimiz dolmuştur.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 1 Haziran 2000 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 22.59

VI. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Sinop Milletvekili Kadir Bozkurt’un, Sinop-Durağan İlçesi Sağlık Meslek Lisesinin kapatılacağı iddiasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un cevabı (7/1979)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

3.5.2000

Kadir Bozkurt

Sinop

Sinop İli Durağan İlçemiz Sağlık Meslek Lisesi 1986 yılında ebe yetiştirmek üzere açılmış, 1988 yılına gelindiğinde yatılı sağlık memurluğuna dönüştürülmüş olup, 1995 yılında ise yatılı kısım gündüzlüye çevrilmiş 1996-1999 yılları arasında toplam 161 sağlık memuru mezun vermiş malûmlarınız üzere okulumuzdur. Daha sonra ise ilçeye can verircesine 1997 yılında tıbbî sekreterlik bölümü açılmış olup, tüm yetersizliklere rağmen azimle bugüne kadar eğitimine devam etmiştir.

Tarafıma öğrenci velileri, sivil toplum örgütleri ve yetkililerce vaki müracaatlar ışığında;

– Okula öğrenci alınmayacağı doğru mudur?

– İlçede tek meslekî eğitim okulu olarak sağlık meslek lisesinin kapatılması düşünülüyor ise; zaten gelir ve eğitim düzeyi son derece düşük olan ailelerin çocuklarını meslek sahibi yapmak için Bakanlığınızın başkaca bir projesi mi vardır?

– Bir okulu yeniden yapıp açmak, eğitim ve öğretim materyalini tamamlamak zorluğu, yıllar aldığı malûmunuzdur. Kapatmak ise; bazı gerçeklerin arkasına sığınırak imzaya kalmaktadır. Bu sona varılmadan Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğünüzce yerinde inceleme ve araştırma yaptırmayı düşünüyor musunuz?

T.C.

Sağlık Bakanlığı

Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğü 29.5.2000

SEĞT : Eğt. Pln. Dai. Bşk.

B.100 SEG 0720008/2450/57/002344 Durağan

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı

Genel Sekreterliği

Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığına

İlgi : 8 Mayıs 2000 tarih ve 7/1979-5423/12986 sayılı yazınız.

Sinop Milletvekili Sayın Kadir Bozkurt tarafından yöneltilen “Sinop Durağan Sağlık Meslek Lisesinin kapatılacağı iddiasına ilişkin” yazılı soru önergesine cevap olarak hazırlanan açıklama metni yazımız ekinde gönderilmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

Doç. Dr. Osman Durmuş

Sağlık Bakanı

Sinop Milletvekili Sayın Kadir Bozkurt’un Sinop Durağan Sağlık Meslek Lisesinin

Kapatılacağı İddiasına İlişkin Yazılı Soru Önergesinin Cevabıdır

Soru : Okula öğrenci alınmayacağı doğru mudur?

Cevap : Sinop İli Durağan Sağlık Meslek Lisesine 2000-2001 eğitim öğretim yılından itibaren öğrenci kaydedilmemesi 21.2.2000 tarih ve 710 sayılı makam onayı ile uygun görülmüştür.

Soru : İlçede tek meslekî eğitim okulu olarak sağlık meslek lisesinin kapatılması düşünülüyor ise; zaten gelir ve eğitim düzeyi son derece düşük olan ailelerin çocuklarını meslek sahibi yapmak için Bakanlığınızın başkaca bir projesi mi vardır?

Cevap : Bakanlığımız görev alanı dahilinde ihtiyacı olan hekim dışı meslek personelini yetiştirmek amacıyla sağlık meslek liselerini açmaktadır. Bundan hareketle sağlık meslek lisesi eğitiminin yaptırılmasında eğitim-istihdam dengesini koruması temel ilkemiz olmuştur. Bakanlığımız kaynaklarının etkili ve verimli kullanılması için okul açma ve kapatma işlemlerinde istihdam imkânlarının mevcudiyeti dikkate alınarak karar verilmiştir.

Soru : Bir okulu yeniden yapıp açmak, eğitim ve öğretim materyalini tamamlamak zorluğu, yıllar aldığı malûmunuzdur. Kapatmak ise; bazı gerçeklerin arkasına sığınırak imzaya kalmaktadır. Bu sona varılmadan Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğünüzce yerinde inceleme ve araştırma yaptırmayı düşünüyor musunuz?

Cevap : Bakanlığımızın hekim dışı sağlık hizmetleri alanındaki nitelikli sağlık elemanı ihtiyacı ve bu alandaki eğitim istihdam ilişkisi, meslek elemanlarının yetiştirilmesi için gerekli uygulamalı eğitim alanı ve mevcut öğretmen sayıları ile özellikle meslek dersleri öğretmeni yetiştiren kurumların durumu, okul binalarının mülkiyeti, tahsis süresi ile derslik, laboratuvar, teknik oda gibi mekânlarının eğitim ihtiyaçlarına cevap verip vermediği, Bakanlığımız elemanlarının yerinde yaptığı incelemeler ve Bakanlığımız kayıtları araştırılarak, 6 Ocak 1994 tarih ve 21810 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “Sağlık Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumlarını Hizmete Açmak Kapatmak ve Bunlara Ad Verme Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik”te belirtilen sağlık meslek okulları açılma standardı ile mukayese edilmiştir.

Elde edinilen veriler ışığında yapılan değerlendirme sonucu halihazır alt yapı imkânları içinde sağlıklı bir meslekî eğitim yaptırılması mümkün görülmeyen ve aralarında Sinop İli Durağan Sağlık Meslek Lisesininde bulunduğu 62 okula 2000-2001 eğitim öğretim yılından itibaren öğrenci alınmamasının kamu yararına olacağı kanaatine varılmıştır. Söz konusu okulların alt yapı imkânlarının da iyileştirilmesinin mümkün olup, olmadığı, ayrıca yerinde de incelenecektir. İstenilen seviyede eğitim yaptırılmasının mümkün olamayacağı kesinlikle tespit edilen okulların öğrencileri, velilerinin istekleri doğrultusunda giderleri Bakanlığımızca karşılanmak üzere yatılı imkânı bulunan okullarımıza nakledilerek uygun şartlar altında meslekî eğitim görmeleri sağlanacaktır.

Bilgilerinize arz ederim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.