Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21 CİLT : 31 YASAMA YILI : 2

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

84 üncü Birleşim

20 . 4 . 2000 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. — GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. — GELEN KÂĞITLAR

III. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. — İstanbul Milletvekili Rıdvan Budak’ın, kamu kuruluşlarında çalışan geçici işçilerin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

2. — Tokat Milletvekili Reşat Doğru, Tokat İlinin sağlık sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

3. —Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan’ın, deprem bölgesinde yaşanan bazı sıkıntılara ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun cevabı

IV.—KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.—Harp Okulları Kanunu Tasarısı ve Millî Savunma ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/423) (S. Sayısı :380)

V. —SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.—Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, yumurta ve tavuk üretimine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Tunca Toskay’ın cevabı (7/1640)

I.—GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak iki oturum yaptı.

Edirne Milletvekili Evren Bulut'un, ayçiçeği üreticilerine uygulanmakta olan prim sisteminde son zamanlarda meydana gelen aksaklıklar nedeniyle karşılaşılan sorunlara,

İçel Milletvekili Yalçın Kaya'nın, yaş sebze ve meyve üreticilerinin sorunlarına,

İlişkin gündemdışı konuşmalarına, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp cevap verdi;

Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, Çin'in Doğu Türkistan bölgesinde yaşayan Uygur Türklerine karşı uygulanan insan hakları ihlallerine ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı.

Muğla Milletvekili Hasan Özyer'in (6/551) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği bildirildi.

Mehmet Selim Ensarioğlu'nun, Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının:

1 inci sırasında bulunan Hatay Milletvekili Namık Kemal Atahan'ın (6/309),

2 nci sırasında bulunan Hatay Milletvekili Namık Kemal Atahan'ın (6/310),

4 üncü sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın (6/316),

5 inci sırasında bulunan Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun (6/318),

Esas numaralı sözlü sorularının, üç birleşim içinde cevaplandırılmadığı için yazılı soruya çevrilerek gündemden çıkarıldığı bildirildi;

3 üncü sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın (6/313) esas numaralı sözlü sorusuna, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp,

6 ncı sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın (6/321),

7 nci sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın (6/322),

21 inci sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın (6/342),

22 nci sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın (6/343),

23 üncü sırasında bulunan Muş Milletvekili Sabahattin Yıldız'ın (6/344),

24 üncü sırasında bulunan Muş Milletvekili Sabahattin Yıldız'ın (6/345),

26 ncı sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın (6/349),

Esas numaralı sözlü sorularına, Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler,

15 inci sırasında bulunan Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın (6/332) esas numaralı sözlü sorusuna, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk,

Cevap verdiler;

8 inci sırasında bulunan Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın'ın (6/323),

9 uncu sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Zülfükar İzol'un (6/324),

10 uncu sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Zülfükar İzol'un (6/325),

11 inci sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Zülfükar İzol'un (6/326),

12 nci sırasında bulunan Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya'nın (6/327),

13 üncü sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın (6/329),

14 üncü sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın (6/330),

16 ncı sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Zülfükar İzol'un (6/334),

17 nci sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Zülfükar İzol'un (6/335),

18 inci sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Zülfükar İzol'un (6/337),

19 uncu sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Zülfükar İzol'un (6/338),

20 nci sırasında bulunan Şanlıurfa Milletvekili Zülfükar İzol'un (6/339),

25 inci sırasında bulunan İstanbul Milletvekili Rıdvan Budak'ın (6/346),

Esas numaralı sözlü soruları, ilgili bakanlar Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından ertelendi.

Genel Kurul çalışmalarını izlemek üzere kordiplomatik locasını teşrif eden Arnavutluk Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkanı ve beraberindeki Parlamento Heyetine Başkanlıkça "hoşgeldiniz" denildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair (1/624) (S. Sayısı : 370),

2 nci sırasında bulunan, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu, Devlet Memurları Kanunu ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında (1/615) (S. Sayısı : 374),

Kanun Tasarılarının, yapılan görüşmelerinden sonra kabul edildikleri ve kanunlaştıkları açıklandı.

20 Nisan 2000 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.48'de son verildi.

Ali Ilıksoy

Başkanvekili

Melda Bayer Hüseyin Çelik

Ankara Van

Kâtip Üye Kâtip Üye

Burhan Orhan

Bursa

Kâtip Üye

II. —GELEN KÂĞITLAR

20.4.2000 PERŞEMBE No. :116

Yazılı Soru Önergeleri

1. —Diyarbakır Milletvekili Osman Aslan’ın, Diyarbakır Et ve Balık Kurumunun özelleştirilmesine ilişkin Devlet Bakanından (Yüksel Yalova) yazılı soru önergesi (7/1869) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.4.2000)

2. —Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan’ın, Yatağan-Çine Barajının adına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/1870) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.4.2000)

3. —Hatay Milletvekili Namık Kemal Atahan’ın, Hatay doğumluların memuriyete atanırken özel bir soruşturmaya tabi tutuldukları iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1871) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.4.2000)

4. —Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan’ın, Çine Barajı’nın adına ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/1872) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.4.2000)

5. —Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz’ın, Vakıf Gureba Hastanesinin İstanbul Üniversitesine devrine ilişkin Devlet Bakanından (Yüksel Yalova) yazılı soru önergesi (7/1873) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.4.2000)

6. —Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz’ın, sürücülerin göz muayenesinden geçirilmeleri yönünde çalışma olup olmadığına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1874) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.4.2000)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.00

20 Nisan 2000 Perşembe

BAŞKAN : Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL

KÂTİP ÜYELER : Tevhit KARAKAYA (Erzincan), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84 üncü Birleşimini en iyi dileklerimle açıyor, saygılar sunuyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, kamu kuruluşlarında çalışan geçici işçiler ve sorunları hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Rıdvan Budak'a aittir.

Buyurun Sayın Budak. (DSP sıralarında alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

III. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. — İstanbul Milletvekili Rıdvan Budak’ın, kamu kuruluşlarında çalışan geçici işçilerin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

RIDVAN BUDAK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; kamu kesiminde çalışan geçici işçilerin sorunlarına değinmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, kamu kesiminde, geçici işçi veya mevsimlik işçi statüsünde yaklaşık 200 000 kişi çalışmaktadır. Geçici statüde işçi çalıştırma uygulaması, önceleri belli alanlarda mevsimlik işlerde yoğunlaşmış iken, zamanla, bu niteliğinden ve amacından sapmıştır. Son yirmi yılda devlette memur statüsünde veya daimî işçi olarak personel alımında kısıtlanmaya gidilmesi, pek çok kurumu geçici işçi statüsünde personel almaya zorlamıştır.

Geçici ve mevsimlik işçiler, aileleriyle birlikte yaklaşık 600 000-700 000 kişilik bir büyük kitleyi oluşturmaktadırlar. Geçici işçilerin çalışma süreleri, iş alanlarına göre, üç aydan başlayarak onbir aya kadar çıkmaktadır; ancak, altı aydan az çalışanların sayısal olarak oranları daha büyük ağırlıktadır. Geçici işçilerin ücretleri genel olarak düşüktür ve sadece, çalıştıkları sürede ücret almaktadırlar; bu nedenle, çalışmadıkları süre içerisinde çoğunlukla taşeron firmalarda sigortasız ve sendikasız olarak çalışmakta, kimi zaman bu işleri dahi bulamamaktadırlar.

Değerli arkadaşlarım, geçici işçilerin yaşadığı sıkıntılar sadece ücretle sınırlı değildir; sosyal güvenlik ve güvencesizlik, belki de işin daha ağır bir boyutunu oluşturmaktadır. Pek çoğu, SSK'nın 120 gün ve 180 günlük prim ödeme koşulunu yerine getiremediğinden, sağlık hizmetlerinden yararlanamamaktadırlar. Çalışma süreleri, o yılki bütçe ödeneğinin adam/ay hesabına göre belirlendiği için, çoğu kez yıllık çalışma sürelerini dahi önceden bilememektedirler. Pek çoğu, toplu iş sözleşmesi kapsamında değildir; olanlar da, toplu iş sözleşmelerinden, daimî işçilere göre daha az hak ve ücretle yararlanmaktadırlar. Genel olarak daimî işçilerle aynı işi yapmakla beraber, daha az ücret almakta ve daha az sosyal haklara sahiptirler.

Değerli arkadaşlarım, bizzat devlet kurumlarında çalışmakta olan bu insanlarımızın sorunlarına kayıtsız kalamayız. Bu konuya önem vermek ve çözüm üretmek durumdayız. Dokuz aylık, on aylık, onbir aylık vizelerle çalışan işçilerimiz, daimî statüye alınmalıdır. Bunların hizmetlerine, devlet, zaten ihtiyaç duymaktadır. Daimî statüye alınması mümkün olmayan kurumlarda ise, belirsizliklerin ve sosyal güvence eksikliklerinin giderilmesi sağlanmalıdır. Bu konuda Çalışma Bakanlığına da görev düşmektedir. Devlet Bakanı Sayın Mustafa Yılmaz, geçen dönemde bu konuda bir çalışma yaparak, önemli bir aşama kaydetmiştir; ama, yeterli değildir. Sorun ortada durmaktadır. Konu, bir bütün olarak veya ayrı ayrı bakanlıklar bazında köklü bir biçimde ele alınmalı ve çözümlenmelidir.

Sayın milletvekilleri, değerli arkadaşlarım; bugün, kuralların olmazsa olmaz bir biçimde uygulanması gereken Meclis çatısı altında dahi 300'ü aşkın geçici işçi görev yapmaktadır. Park ve Bahçeler, İç Hizmetler, Parlamenter Hizmetler gibi müdürlüklerde onbir aylık vizelerle çalışan bu personelimizin çoğunluğu, on yıla yaklaşan sürelerle Mecliste hizmet vermektedirler. Meclis Başkanlığımızdan, Meclis Divanımızdan, diğer Meclis personeliyle aynı işleri yapan, ama, aynı ücret ve sosyal haklara sahip olmayan bu arkadaşlarımızın sorunlarına bir çözüm bulmalarını diliyor ve bekliyorum.

Benim şahsî önerim; bu arkadaşlarımızın daimî kadroya alınmaları ve sorunun, bir seferde, kökten çözülmesi yönündedir. Yok, eğer, bu olmuyor ve işçi statüsünde kalmalarında karar kılınıyor ise, ekonomik ve sosyal haklarını gözetecek bir sendikal örgütlenmeye gitmelerine engel olunmamasını diliyorum.

Konuya gereken önemin verileceği inancıyla, bahse konu bütün çalışanlar adına teşekkür eder, hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Budak.

Gündemdışı diğer söz, Tokat İlinin sağlık sorunları hakkında söz isteyen Tokat Milletvekili Sayın Reşat Doğru'ya aittir.

Buyurun Sayın Doğru. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

2. — Tokat Milletvekili Reşat Doğru, Tokat İlinin sağlık sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tokat İlinin sağlık sorunları hakkında söz almış bulunuyorum. Tokat'taki sağlık beklentilerinin birçoğunun, ülkemizin birçok yerinde de olduğu kanaatindeyim. Doğusuyla batısıyla, aşağı yukarı her tarafta bu problemlerle karşı karşıya bulunuyoruz.

Tokat'taki sağlık hizmetleri, diğer bölgelerde olduğu gibi, Sağlık Bakanlığına bağlı hastaneler, sağlık ocakları, sağlık evleri ile Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlı SSK hastaneleri ve sağlık istasyonları tarafından yürütülmektedir.

Sağlık müdürlüğüne bağlı kuruluşlarda, özellikle, büyük oranda, şu anda, ebe, hemşire ve sağlık memuru gibi yardımcı hizmet personeline ihtiyaç vardır. Köyleri bırakın, belediye bulunan beldelerde bile ebelerin, hemşirelerin, hatta müstahdem gibi birtakım kadroların bulunmamış olduğunu görüyoruz. Örneğin, Tokatımızda 268 tane köy sağlık evinden 224 tanesinde hiç ebe yoktur; ancak çok az bir kısmında ebe ve hemşire vardır.

Ayrıca, sağlık ocaklarının çoğunda, yardımcı personel dediğimiz müstahdem ve şoför kadroları boştur. Hatta bazı yerlerde, bazı sağlık ocaklarını bırakın müstahdemlerin açmasını, doktorlar veyahut da ebelerimiz açmaktadır! Köy muhtarları, belediye başkanları, bizden, her gün ebe, hemşire istemektedirler.

İnsanların bir enjeksiyon yaptırmaktan bile mahrum olduğunu düşünebiliyor musunuz? Hatta, acil doğum durumlarıyla karşılaşınca insanlar büyük eziyet çekmekte, anne ve çocuk hayatı büyük oranlarda tehlikeye girmektedir.

Bunların yanında, Tokat merkez ve Turhal İlçesinde SSK hastanesi, Erbaa, Niksar, Zile gibi ilçelerimizde de SSK sağlık istasyonları vardır; bu sağlık istasyonlarında da, büyük oranda, uzman hekim ve pratisyen hekim açığı vardır.

İnsanlar, hastanede çok beklediklerinden ve muayene olmakta zorluk çektiklerinden şikâyet etmektedirler. Ayrıca, Sağlık Bakanlığı ile SSK arasında daha önce yapılması gereken bir anlaşma olmaması münasebetiyle, özellikle sigortalı hastalarımız büyük oranda sıkıntıyla karşı karşıya bulunmaktadırlar.

Bu sıkıntıların başında, özellikle, bizim Erbaa gibi, eğer, il hastanesine 100 kilometreye yakın uzaklıkta bir bölgedeyseniz ve buradan, siz, hasta olarak sevk ediliyorsanız, sevk edildikten sonra da her türlü işlemlerin il hastanesinde yapılması gerekmektedir; ama, düşünün bir kere, acil doğum gibi durumlar olduğu zaman, herhangi bir acil tabloyla karşılaştığınız zaman, etrafınızdaki veyahut da yakınınızdaki bir hastaneye gitmek dururken -özellikle, SSK tarafından- il hastanesine gitmeniz gerekmektedir. Şunu da belirtmek isterim ki, bir hasta, acil olarak gitti, doğum yaptı; bunun parasını da o fakir fukara işçinin ödemiş olduğunu zaman zaman görmekteyiz.

SSK'lıların bu çilesinin yanında, özellikle, Bağ-Kurlu vatandaşlarımız da aynı durumla karşı karşıyadırlar. Bağ-Kurlular şu anda, eğer, devlet hastanesinde tedavi olmayıp da başka bir yerde tedavi olacaklarsa; yani, üniversite hastanelerine sevk edilmişlerse -özellikle, belli bir miktar para yatırmadan üniversite hastaneleri hasta kabul etmemektedir- bu da çok ağır bir malî tablo şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bunların yanında, Sağlık Bakanlığımız, hatırlanacağı şekliyle, personelin yurt sathına eşit şekilde dağıtılması noktasında bir çalışma başlatmıştı. Tokat gibi, ülkemizin başka birçok yerinde de acil olarak personele ihtiyaç vardır. Kadrolara şöyle bir bakıldığı zaman, aşağı yukarı 160 000 civarında kadroya ihtiyaç olduğu görülecektir. Şu anda, teklif Sağlık ve Sosyal İşler Komisyonunda geçmiş, Plan ve Bütçe Komisyonundan geçmiş ve 37 000 kadro Sağlık Bakanlığının hizmetine sunulma durumuna gelmiştir ve Genel Kurul gündemine girmiştir. İşte, bu kadrolara destek vermemiz gerekmektedir. Norm kadroların dışında, buradaki insanlara hizmet gitmesi yönünden, en azından, bir köyün bir hemşiresi, bir ebesi olması noktasında veyahut da bir müstahdemi olması noktasında, bu kadro ihtiyacına süratli bir şekilde cevap verilmesi gerekir. Genel Kurulumuzdan da bu noktada anlayış beklemekte olduğumu söylemek istiyorum.

Şu anda bu teklif, Genel Kurul gündeminde beklemektedir; ama, bunun dışında da bu teklifle beraber, esasında, bu teklifen içerisine müstahdem gibi bazı kadroların girmemiş olduğunu da görüyorum; ama, inşallah, Genel Kurulumuzda, müstahdem, hastabakıcı veyahut şoför gibi kadroları da bunun içerisine koyarsa, inanıyorum ki, daha güzel bir tablo meydana gelecektir; çünkü, hakikaten sözümün bir yerinde de söylemiş olduğum gibi, yani, doktora, şu 21 inci Yüzyılda, sağlık ocağı kapısının açtırılması, hiç de hoş bir tablo değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlar mısınız efendim.

REŞAT DOĞRU (Devamla) – 21 inci Yüzyıl, insan sağlığına önem verilen yıl olacaktır. Yüce Mecliste bu konunun önemseneceği kanaatindeyim. Burada, kendi bölgemin sağlık problemlerini dile getirirken, ayrıca, ülkemizdeki birçok meseleyi az da olsa dile getirmeye çalıştım; ama, inanıyorum ve şurası da bir gerçektir ki, bizim sağlık personelimiz, şu anda, her türlü zorluğun karşısında olsa bile, doktorundan müstahdemine, hemşiresinden hastabakıcısına kadar yoğun bir özveriyle çalışmakta, gecesini gündüzüne katmaktadır. Ondan dolayı da, o değerli personele teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.

Ayrıca, tüm sağlık personelinin de özlük haklarının bir nebze de olsa iyileştirilmesi gerekmektedir. Tüm kuruluşlarda çalışan -sadece Sağlık Bakanlığında değil- sağlık personeli de, bizlerden bu müjdeli haberi beklemektedirler. Bu vesileyle bu konuları dile getirirken, Yüce Meclisimizden anlayış bekliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Doğru.

Gündemdışı son söz, depremde yıkılan, tamamlanmamış veya yarım kalmış binalar hakkında söz isteyen Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan'a aittir.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

3. —Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan’ın, deprem bölgesinde yaşanan bazı sıkıntılara ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun cevabı

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; gündemdışı söz verdiğiniz için, önce Başkanlık makamını işgal eden değerli arkadaşımıza, Muhterem Başkana teşekkür ediyorum.

Gündemdışı konuşmayla huzurunuza getirmek istediğim mesele, deprem bölgesinde, afet bölgesinde yaşanan bazı sıkıntılardır. Şüphesiz, hükümet, bu bölgedeki sıkıntıları hafifletmek ve meseleleri çözmek için her türlü gayreti göstermektedir; ama, buna rağmen, birtakım sıkıntılar da yaşanmaktadır. Bunları, hükümetin dikkatine arz ederek, süratle çözüm bulunması istikametinde çalışmaların hızlandırılmasını talep etmek için söz almış bulunuyorum.

Deprem bölgesinde 324 000 işyeri ve konut hasar gördü. Bunlar, hafif, orta ve ağır olmak üzere muhtelif kademelerdedir. Hafif hasarlı yerlere 600 milyon lira mertebesinde nakdî yardım yapıldı; ama, orta ve ağır hasarlılar için daha köklü destekler lazım. Tabiî, orta hasarlılarda, takviye projeleri, onların uygulanması zaman almakta; fakat, en mühim nokta da, ağır hasarlı olan konutlar ve işyerleridir, bunlar ya yıkılmış veya yıkılacaklardır. Bunlarla ilgili hak sahibi olmak için talepler var, idareye intikal eden talepler var. Deprem bölgesi koordinatör valiliğinin bize vermiş olduğu bilgilerden de görülüyor ki, yıkık ve ağır hasarlı binalara karşı, hak sahibi olunan bina sayısı, mesken sayısı, aşağı yukarı yarı yarıya veya daha az. Bunun sebebi, 1 kişinin birden fazla konutunun olması, yıkıldığı zaman da, ona, sadece 1 konut yapılmasıdır; yani, 5 dairesi olup yıkılmış da olsa, 1 daire için hak sahibi yapılmaktadır. Bu, doğru bir işlemdir, itirazımız yok; ancak, bu uygulama neticesinde, bölgede, büyük ölçüde konut ığı meydana gelecektir. Bölgede çalışacak olan kişiler, kamu görevlileri, serbest meslek sahipleri, işadamları, ustalar, tüccarlar, sanatkârlar ev bulmakta zorlanacaklardır.

Mesela, Sakarya'yı size misal olarak arz edersem -bu, bütün 5 il için de böyledir- Sakarya'da 24 000 ev, yani konut ağır hasarlı veya yıkıktır, bunların yeniden inşa edilmesi gerekir. Burada, hak sahibi olunan, aşağı yukarı 12 000 civarında konuttur. Bunun manası, netice itibariyle, Sakarya'da 12 000 ev, 12 000 mesken açığı meydana gelecektir. Tabiî, Sakarya çalışacaksa, üretecekse, insanların oturabilecekleri ev bulmaları lazım. Bu, Kocaeli için de, Düzce için de, Bolu için de, Yalova için de böyledir.

Şimdi, burada, teklifimiz şudur: Tabiî, bu konut açığının süratle kapanabilmesi için, Toplu Konut İdaresi, burada, ya toplukonutlar yapacak, satışa arz edecek, satılıncaya kadar da kiraya arz edecek veya konut kooperatiflerini süratle burada destekleyecek. Yani, çok özel bir projeyle bölgeyi desteklemesi lazım, insanların orada kiralık ev bulup yaşayabilmeleri için, o bölgede üretim faaliyetlerinin, çalışmaların, hayatın devam edebilmesi için.

İkinci mühim mesele de, bu bölgelerde yıkılan evlerde, ağır hasarlılarda iskân almamış evler var, iskân muamelesi bitmiş veya yüzde 80'i tamamlanmış, yüzde 50'si tamamlanmış... Bunlar ya şahıs inşaatları veya kooperatif inşaatlarıdır. Bunların da hak sahibi yapılması için bir yol bulunması lazım. Bir memur, bir öğretmen, bir esnaf, bir işçi, çalışan bir insan ömrü hayatında biriktirmiş bir kooperatife girmiş. Zaten, topu topu edinebileceği bir tane evdir ömür boyu, bugünkü çalışma ve gelir şartlarında. Bu da, diyelim ki, yüzde 60 inşaat ikmal noktasında; bina yıkılmış veya şahıs malıdır bu. Siz, şimdi, bunu yüzde 60 mertebesinde olanları da hak sahibi yapmanız gerekir; adaletin de gereği budur. Yani, mutlaka hak sahibi yapmak için, içinde oturulan ve tamamlanmış bina olma şartını aramamak lazım, mevzuatta bu değişikliği yapmak lazım. Bölge, sanayi ve ticaret bölgesi olduğu için, böyle binlerce kooperatif konutu var ve şahıs konutları var, binaları var. Bunlar yıkılmış ve bunların yıkıldığı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ayhan, lütfen tamamlar mısınız.

CEVAT AYHAN (Devamla) – ...fotoğraflarla ve ilgili dairelerin zabıtlarıyla tespit edilmiş, resmen de yıkılmış, alınmış; ama, bunlar hak sahibi yapılamıyor. Yani, arz etmek istediğim, iskân almamış da olsa, yarım da olsa, kısmî inşa halinde de olsa, bu konutların ve işyerlerinin hak sahibi yapılması gerekir, aksi takdirde, bu mağdurların mağduriyetleri devam eder, bunların bir daha mesken edinmeleri de mümkün olmaz. Yıkılan işyerlerinin süratle tamamlanması lazım. Bölgede, tabiî, kredi sıkıntısı var; esnaf odaları büyük bir sıkıntı içinde, hatta, önümüzdeki günlerde miting yapma hazırlığındadırlar. Halk Bankası kredilerinin bölgeye seferber edilip, bölgenin, hasar gören esnafın kredi ihtiyaçlarının süratle karşılanması gerekir. Bölgede, tabiî, şeker fabrikası yıkıldı, vagon fabrikası yıkıldı; birçok başka mesele de var. Yani, bölgenin deprem sonrası rehabilitasyonu için hükümetin büyük bir gayret içinde olmasını bekliyor ve başarılar diliyorum.

Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.

Gündemdışı konuşmaya cevap verecek sayın bakan?..

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI SABAHATTİN ÇAKMAKOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, gündemdışı konuşmaya ben cevap vereceğim.

BAŞKAN – Zatıâliniz cevap vereceksiniz; hay hay, buyurun efendim. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI SABAHATTİN ÇAKMAKOĞLU (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan arkadaşımızın, deprem felaketiyle ilgili hak sahipliği konusundaki düşüncelerine, görüşlerine cevap vermek; bu konuda yapılmış ve yapılmakta olan çalışmalar üzerinde de bilgi sunmak üzere, Bayındırlık ve İskân Bakanı arkadaşımız olmadığı için, onun bana verdiği bilgileri de dikkate alarak huzurlarınıza gelmiş bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Bilindiği gibi, her iki depremde, 17 Ağustos 1999 ve 12 Kasım 1999 tarihli depremlerde çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetti, bir hayli maddî hasar meydana geldi; konutlar, kamu binaları, hem hasar gördü hem yıkıldı. Hükümetimiz, bakanlığımız, afetlerden etkilenen vatandaşlarımızın mağduriyetlerinin giderilmesi için, kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini alan kanunla bir dizi tedbirleri gündeme getirdi ve uygulamaya koydu.

Depremlerden hemen sonra, acil yardım, kurtarma, geçici iskân, hasar tespit çalışmaları geride kaldı; daimî konutların yer seçimi, imar planı, proje ve keşiflerinin bitirilmesi ve ihale aşamasına gelindiği de, kamuoyunun malumlarıdır. Hasar tespitlerinin yapılması ve buna dayalı olarak hak sahipliklerinin belirlenmesi sırasında, biraz evvel Sayın Ayhan'ın ifade buyurdukları, depremde yıkıldığı halde iskân alamadığı için hak sahibi olamayan, tamamlanmış veya inşaatı belli bir seviyeye ulaşmış kooperatif binalarının durumu gündeme geldi. Bu durumdaki vatandaşlarımızın mağduriyetlerinin giderilmesi konusunda Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca çalışmalar başlatıldı. Bu amaçla, 7269 sayılı Umumî Hayata Müessir Afetler Hakkında Kanuna bir geçici madde eklenmesi için kanun hükmünde kararname tasarısı hazırlanarak, söz konusu vatandaşlarımızın mağduriyetlerinin giderilmesine çalışılmaktadır. Ocak ayında Başbakanlığa sevk edilen kanun hükmünde kararname tasarısı kabul görecektir inanıyoruz ve bu yürürlüğe girdiği takdirde, bu mağduriyet de giderilecektir. Ne olacaktır; yıkılan veya ağır ve orta derecede hasar gören yüzde 70 seviyesini tamamlamış konut kooperatifleri üyelerinin mağduriyetleri giderilecek ve uygulamada çıkacak aksaklıkların önlenmesi maksadıyla, Bayındırlık ve İskân Bakanlığımıza yapılacak yardım miktarının da ne şekilde tespit edileceği bu kararnamede hükme bağlanmış olacaktır.

Başbakanlığa sunulan kararname taslağına göre, bitmiş, fakat, iskân edilmeyen kooperatif binalarından yıkılan veya ağır hasar görenlere 1 üyelik hakkı için 6 milyar Türk Lirası kredi verilebilecektir. İnşaatın seviyesine göre belirlenecek kredi miktarı, yüzde 70 ile yüzde 100 arasında değişen inşaat seviyesi yüzdesi ile kredi üst limiti olan 6 milyar Türk Lirasının çarpımıyla bulunacaktır. Bitmiş, fakat, iskân edilmeyen kooperatif binalarından orta hasar görenlere, yine, 1 üyelik hakkı için 2 milyar Türk Lirası kredi verilecek; inşaatın seviyesine göre belirlenecek kredi miktarı, yüzde 70 ile yüzde 100 arasında değişen inşaat seviyesi yüzdesi ile kredi üst limiti olan 2 milyar Türk Lirasının çarpımıyla hesaplanmış olacaktır. Yapılacak olan bu düzenlemeyle, bu kapsamdaki vatandaşlarımızın mağduriyetleri de büyük ölçüde giderilmiş olacaktır.

Bilgilerinize saygılarımla arz ediyorum efendim. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Millî Savunma Bakanımız Sayın Sabahattin Çakmakoğlu'na teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Harp Okulları Kanunu Tasarısı ve Millî Savunma ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Sayın Başkan, karar yeter sayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN – Oylamaya biraz sonra geçeceğiz efendim.

IV.—KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.—Harp Okulları Kanunu Tasarısı ve Millî Savunma ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/423) (S. Sayısı :380) (1)

BAŞKAN – Komisyon?.. Hazır.

Hükümet?.. Hazır.

Komisyon raporunun okunup okunmamasını oylarınıza sunacağım; Eskişehir Milletvekili Sayın Mehmet Sadri Yıldırım, karar yetersayısının aranılmasını istemişlerdir...

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Geri alıyorum efendim.

BAŞKAN – Raporun okunmasını kabul edenler... Etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Şimdi, tasarının tümünün müzakerelerine başlıyoruz.

Tasarının tümü üzerindeki ilk konuşma, Fazilet Partisi Grubunun görüşlerini ifade edecek olan Konya Milletvekili Sayın Hüseyin Arı'ya aittir.

Buyurun Sayın Arı. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

FP GRUBU ADINA HÜSEYİN ARI (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Harp Okulları Kanunu Tasarısı üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, Balkan Harbi, Çanakkale Muharebeleri ve İstiklal Harbi başta olmak üzere, ömrünün yirmibeş yılını bilfiil harp sahalarında geçiren dahi komutan ve devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk, hepinizin malumları olduğu üzere "1283" okul numarasıyla bir harbiyeli ve ayrıca, Harp Akademisini de başarıyla bitirerek orduya intisap etmiş bir piyade kurmay subayıdır.

Onu, tüm dünya, ilk defa, kurmay albayken, Çanakkale Muharebelerinde; yani, Anafartalar'da, Conkbayırı'nda, Arıburnu'nda, -emrindeki birliklerini çok üstün bir sevk idare sanatı göstererek yönettiği- komutanlık yeteneğiyle tanımış ve bu sayededir ki, harbin kaderini değiştirerek, mehmetçikle birlikte Çanakkale geçilmezi gerçekleştirmiştir. Onun içindir ki, harbiyeli, Mustafa Kemal Atatürk'ü "en büyük harbiyeli" olarak kalbinde yaşatır ve onu idealindeki komutan olarak görür.

İstiklal Harbiyle de, çok sevdiği milletinin eşsiz lideri olarak, yurdu düşmanlardan temizlemiş ve bu aziz milletin karakterine en uygun bir yönetim şekli olan demokratik cumhuriyeti kurarak, bizlere emanet etmiştir. "Benim naçiz vücudum, bir gün, elbet toprak olacaktır. Esas olan, benim ilke, fikir ve ideallerimdir" diyerek, milletine birtakım istikamet ve hedefler göstermiştir.

Bunlardan en başta gelen temel ilkesi, aynı zamanda, demokratik cumhuriyetin de temeli ve demokrasinin evrensel kuralı olan "hâkimiyet, kayıtsız şartsız milletindir" ve "millî bağımsızlık benim karakterimdir" diyerek, ülkemizin bulunduğu bu coğrafyada ekonomik bağımsızlığını elde etmiş güçlü bir Türkiye'yi hedef göstermiştir. Fakat, biz, toplum olarak, Büyük Liderin fikir, ilke ve ideallerini bir tarafa bırakarak ve O'nu âdeta istismar edercesine, şekli olarak değerlendirdiğimiz içindir ki, maalesef, bugün, en başta demokratikleşme olmak üzere, ekonomik ve sosyal konularda, bu ülke insanlarına mutluluk ve refah sağlayamadık. Ayrıca, Türkiye'yi de, ikinci dünya ülkeleri saffından ileriye taşıyamadık.

Özet olarak, demokratikleşme yönünde hiçbir gayret gösterilmediğinden, bugünkü statükodan ülkeyi kurtaramıyoruz. Bu nedenledir ki, Mustafa Kemal Atatürk'ün yetmiş yıl önce ortaya koyduğu en temel ilkeleri, bugün, ne yazık ki, maalesef, gerçekleşmemiştir. Bunun yanında, bazı ilkeleri kurumsal bazda gerçekleştirilmek için büyük çaba ve gayret gösterilmektedir. Bunun da en bariz misali, bu tasarıda da söz konusu olan, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, yani, ordumuzdur. Bakın, bu konuda Mustafa Kemal Atatürk ne diyor: "Bir ordunun kudreti, kumanda heyetinin kıymetiyle ölçülür." İşte, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, O'nun gösterdiği bu hedeften hareketle, ülkesinin ve milletinin güvenliğinden direkt sorumlu bir kurum olmanın kendisine yüklediği ağır ve güç sorumluluğun bilincinde olarak, Türkiye'nin jeopolitik önemini de dikkate alarak, Türk ordusunu, çağın gereklerine uygun harp silah ve araçlarıyla donatabilmek için, milletinin de desteğini alarak, üstün bir gayret sarf etmektedir.

Savaşta en güçlü silahın eğitilmiş, inançlı asker olduğunun, her zaman ve her yerde en temel kural olduğunu bilen komutanlarımız, her şeyden önce, ordumuza emir-komuta edecek olan subay ve komutanları yetiştirmek için, askerî okullara en yüksek derecede önem vermişler ve bugün de bunun semeresini almaktadırlar.

Atatürk'ün "ben, size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum" diyerek, âdeta, harbin kaderini etkileyebilecek tarzda üstün yetenekli komutanların yetişmesi maksadıyla, bugün, askerî liseler kolej statüsündedirler. Aynı zamanda, bugün, harp okullarımız da, dört yıl süreli temel bilimler, mühendislik ve sosyal bilim alanlarından birinde lisans düzeyinde bilgi ve beceriye sahip, mezuniyetten sonra da sınıf okullarında temel taktik ve teknik eğitim ve öğrenimini müteakip verilecek görevleri yapabilecek, emrindeki personeli ve/veya birliği eğitebilecek ve yönetebilecek muvazzaf subay yetiştirebilen, bilimsel özerkliğe sahip yüksek öğretim kurumlarıdır.

Bu kanun tasarısı hazırlanırken, tüm tanım ve kavramlar, 4.11.1981 tarih ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunundaki temel esaslar kabul edilerek dizayn edilmiştir. Gerek bilimsel programlar ve gerekse üniversitelerin öğretim üyeleriyle, özlük hakları yönünden çelişki ve farklılıkları ortadan kaldırmak maksadıyla bu tarz bir entegrasyon sağlanmıştır. Yalnız, şu da bilinmelidir ki, 2547 sayılı YÖK Kanunu 1981 yılında, yani, ara dönemde kabul edilmiş bir kanun olması nedeniyle, bilimsel özerkliğe aykırı birçok yanlışı ve demokrasinin temel ve evrensel kurallarına aykırılıkları içermektedir. 1981 yılının o günkü koşullarında hazırlanan bugünkü YÖK Kanunu, bugün, maalesef, üniversitelerimizde özgürce bilim yapılmasını âdeta engeller mahiyettedir. Bunun sıkıntısını, en başta öğretim üyeleri ve öğrenciler çekmektedir. Böyle, özgürlüğün olmadığı ortamda da, bilim adamı yetişmez. Bilim ve teknoloji, ancak ve ancak, hür bir ortamda gelişir. Onun içindir ki, yıllardan beri, uluslararası ödül alan bir bilim adamı çıkaramıyoruz. Yok mu?.. Var; ama, ancak, kendisini yurt dışına atarak, Avrupa'da ve Amerika Birleşik Devletlerindeki gerçek demokratik ortamlardaki üniversitelerde kendilerini ispatlayarak, dünya çapında ödüllere hak kazanmaktadırlar. Bunlardan birisi de, hepimizin gurur duyduğu, ünlü beyin cerrahımız Prof. Dr. Sayın Gazi Yaşargil'dir.

Sayın milletvekilleri, demek istediğimiz, bu kanun tasarısının talihsizliği, 1981 yılında kabul edilmiş olan 2547 sayılı YÖK Kanunu gibi, üniversitelerimizde bilimsel özerkliği yok eden, üniversitelerin tüm iradelerinin iplerinin tek bir şahsa, yani Cumhurbaşkanına teslim edildiği, güdümlü ve bürokratik yapılanmanın yer aldığı statükocu kurumlar yaratan böyle yanlış bir kanunun esas alınarak dizayn edilmiş olmasıdır. Kısacası, yanlış temelin üzerine yapılan binanın çürük olacağı gibi... Ama, biz, yine de, harp okullarımızın, yukarıda belirttiğim zorunluluklardan dolayı, böyle bir kanuna acilen ihtiyaç duyduğunun bilincindeyiz. Nitekim, Millî Savunma Komisyonumuzda, Sayın Bakanımızın ve tüm Komisyon üyelerimizin katkılarıyla, hem Anayasamıza hem de YÖK Yasasına aykırılık arz eden, tasarının 9 uncu maddesini düzelterek huzurlarınıza getirdik.

Ayrıca, tasarının, bilimsel özerklikle çelişen 35 inci maddesinin ileride yaratabileceği problemler nedeniyle, bu madde üzerindeki değişiklik önergemizi de Yüce Heyetinizin takdirlerine arz ederek, bir yanlışı da şimdiden düzeltmiş olacağız.

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakanımızın davetiyle, Millî Savunma Komisyonu üyeleri olarak, Kara Harp Okulumuzu, geçtiğimiz aylarda ziyaret imkânını bulduk. Başta Sayın Bakanımız olmak üzere, buna katkısı olan tüm sivil ve askerî erkâna teşekkür ederiz.

Aziz Milletimizin, yurt savunmasında, Mehmetçiğe emir-komuta edecek olan yarının komutanlarının yetiştirilmekte olduğu bu mukaddes yuvaya, Harbiye’ye, hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak, çağın tüm imkânlarını sağladığını, iftiharla, yakından görme fırsatı bulduk.

Başta, Okul Komutanı tümgeneral Sayın Işık Koşaner ve onun kurmay heyeti ile değerli öğretim elemanlarının tüm gayretlerini, Harbiyelinin, Atatürk’ün hedef gösterdiği üstün yetenekli birer komutan olmaları yönünde büyük çaba sarf ettiklerini yakinen müşahede ettik. Okulda 800 bilgisayarın bulunduğu, mühendislik programlarının Orta Doğu Teknik Üniversitesinden aynen alındığı, verilen brifingde belirtildi.

Ayrıca, Okul Komutanının iftiharla belirttiği diğer bir konu; hedeflerinin eğitim, öğretim ve kalite yönünden dünyanın en iyileri arasında yer almak olduğu, şu anda da, Amerika Birleşik Devletleri ve Güney Kore ile birlikte en iyi 3 harp okulu arasında olduğu belirtildi. Tabiî ki, bizler de, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak, bundan gurur duyduk, bu güzel duygularla okuldan ayrıldık.

Değerli arkadaşlarım, gerek askerî liselerimiz gerekse harp okullarımız, bugün, teçhizat, donatım, yardımcı ders malzemeleri ve de en önemlisi, öğretmen ve öğretim elemanları yönünden en üst seviyededir. Buna mukabil, ülke genelindeki, gerek ilköğretim ve gerekse ortaöğretim kurumlarımız ile bugünkü yüksekokul ve üniversitelerimizin pek azı ancak bu seviyededir. Bunun dışında -pek çoğu hepimizin malumları- başta öğretmen ve öğretim elemanları olmak üzere, bölgesel farklılıklar da göz önüne alındığında, karşımıza eğitim ve öğretimde korkunç bir tablo çıkmaktadır. İşte burada bir endişemi Yüce Heyetinize nakletmeyi uygun buldum. Şöyle ki: Haklı olarak mükemmele ulaşmış olan harp okullarımızdan mezun olan subaylarımız ile ülke sathındaki okullardan mezun olan gençlerimiz, komutan ve Mehmetçik olarak kışlalarla buluşuyorlar. Modern bir eğitim görmüş olan komutan ile eğitim-öğretim seviyesi oldukça düşük ve hatta, kültür farklılıkları çok değişik olan insanlar karşı karşıya kalıyorlar. Burada, sanırım, genç komutan ile Mehmetçik arasında birtakım uyumsuzluklar ve bunun da sevk, idare ve emir-komutaya yansımasının yaratacağı problemler ortaya çıkmaktadır. Bu durum ise, ordumuzun eğitim seviyesinde zafiyet yaratacaktır.

Her ne kadar, bu tasarının "ana ilkeler" başlıklı 5 inci maddesinin (b) fıkrasında, "millî kültürümüz, örf ve âdetlerimize bağlı şekil ve özellikleri ile evrensel kültür içinde korunarak geliştirilir ve öğrencilere millî birlik ve beraberliği güçlendirici ruh ve irade gücü kazandırılır" deniliyor ise de, bilhassa "savaşta en güçlü silah, eğitilmiş, inançlı insandır" kavramını daima göz önünde bulundurmalıyız. Komutanlar, Mehmetçiğin, barışta ve seferde, millî kültüre dayalı, moral gücünü daima en üstün seviyede tutmanın metotlarına, daima önplanda yer vermelidirler; çünkü, bir komutanın, emrindeki bir birliği, yarın muhtemel bir muharebede vereceği bir emirle tereddütsüz ölüme sevk etmesinin yolu, üstün bir eğitim, disiplin ve bilginin yanında, bilhassa, bizim Mehmetçik için mukaddes sayılan değerlerinin ona önceden kazandırılması şartıdır.

Buradan da şu neticelere ulaşabiliriz: Tüm bu farklılıkları ve uyumsuzlukları bertaraf etmenin, sanırım, en önemli çaresi, Millî Eğitime bağlı tüm okullarımız ile askerî okullarımızın eğitim programlarında, millî kültürümüz, müşterek temel programı teşkil etmelidir; eğitim ve öğretim, bilim ve teknoloji de bunun üzerine bina edilmelidir.

Yarının komutanlarının yetiştirildiği harp okullarının liderlik ders programlarında, millî kültürün içerisinde, Mehmetçiğin moral değerlerine geniş yer vererek, genç komutanların emir-komuta yeteneklerini takviye ederek, onlara, birliklerinin sevk ve idaresinde kolaylıklar sağlanmalıdır.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Sayın Bakanımızdan, bu tasarı üzerinde, Millî Savunma Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığının ilgili gruplarının müşterek çalışarak, bu çalışma neticesinde, acaba, her üç harp okulumuzun da, başlarında birer profesör akademik kariyerine sahip tuğgeneral rütbesinde dekana bağlı fakülteler niteliğinde ve Kara, Hava ve Deniz Harp Okulları olarak, karargâhı Ankara'da olan ve bir korgeneralin komutanlığı altında müşterek bir karargâha bağlı olmalarının fayda ve mahzurlarının araştırılmasını istirham etsek, sanırım, araştırılması gereken önemli bir konudur. Halen, Amerika Birleşik Devletleri harp okulları, yani "westpoint" denen harp okulları, böyle bir kuruluş içerisinde bulunmaktadırlar.

Bu düşünce ve temennilerle, tasarının, Türk Silahlı Kuvvetlerimize ve milletimize hayırlı olması temennisiyle Yüce Heyetinize saygılarımı sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arı.

Gruplar adına ikinci söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini ifade edecek olan, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Kaya'ya aittir.

Buyurun Sayın Kaya. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika efendim.

MHP GRUBU ADINA MEHMET KAYA (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 380 sıra sayılı Harp Okulları Kanunu Tasarısı hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına konuşmamı yapmak üzere huzurlanızda bulunuyorum; hepinizi, Partim ve şahsım adına saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan Harp Okulları Kanunu Tasarısı, Türk Silahlı Kuvvetleri harp okullarındaki yükseköğretimle ilgili amaç ve ilkeleri belirlemekte; harp okullarının teşkilatlanmasını; görev ve sorumluluklarını; eğitim, öğretim, araştırma, yayın, öğretim elemanları ve öğrencilerle ilgili esasları düzenlemektedir.

Harp okulları, Kara Harp Okulu, Deniz Harp Okulu ve Hava Harp Okulu olup, kuvvet komutanlıklarının kuruluşunda, cumhuriyet ve Atatürk ilkelerine bağlı ve askerî değerleri haiz muvazzaf subay yetiştiren, lisans ve lisansüstü düzeyde eğitim ve öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapan, bilimsel özerkliğe sahip yökseköğretim kurumlarıdır.

Değerli milletvekilleri, Kara Harp Okulu, orduyu yönetecek subayların modern eğitim usulleriyle yetişmesi maksadıyla 1834 yılında kurulmuştur. Kurulduğu tarihten bu yana kahramanlıkları ve hizmetleriyle tarihe geçmiş çok sayıda komutan ve devlet adamı yetiştirmiştir. Başta Büyük Önder Atatürk olmak üzere, ülkemizi işgalden kurtaran orduların komutanları ve Türkiye Cumhuriyetini kuran kadroların büyük bir kısmı Harp Okulunda öğrenim görmüş büyüklerimizdir.

Kara Harp Okulu, dün olduğu gibi, bugün de, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gelecekteki komutanlarını yetiştirmek gibi, sorumluluk isteyen, onur verici bir görevi üstlenmiş bulunmaktadır. Kara Harp Okulu, askerî ve genel kültürü kazandırmaya yönelik, lisans düzeyinde eğitim ve öğretim verilmektedir.

Kara Harp Okulundan mezun olan her subaya, piyade takım komutanı düzeyinde sevk ve idare yeteneği kazandırılmakta ve sistem mühendisliği bilim dalında lisans düzeyinde eğitim vermektedir.

Değerli milletvekilleri, Deniz Harp Okulu ise, 1773 yılında, Kaptanı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa tarafından Kasımpaşa Tersanesinde kurulmuştur. 1784'te Mühendishanei Bahrii Hümayûn adını almıştır. Tanzimat devri, okulun öğretim ve eğitimine çağdaş yenilikler getirmiş, okulun adı Mektebi Bahriyei Şahane olarak değiştirilmiştir.

1851'de Heybeliada'ya nakledilen Mektebi Bahriyei Şahane, 1928 yılından itibaren, Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi adı altında eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdürmüştür.

Deniz Harp Okulu, değişen ve gelişen teknolojiye paralel olarak Tuzla'da inşa edilen modern tesislerine 1985 yılında taşınmış ve eğitim öğretim faaliyetlerine halen burada devam etmektedir.

Deniz Harp Okulu, Türk Deniz Kuvvetlerine deniz subayı yetiştiren ve denizcilikle ilgili lisans düzeyinde öğrenim yapan Deniz Kuvvetlerine bağlı yatılı bir askerî yüksekokuldur.

1974-1975 öğretim ve eğitim yılından itibaren, bilim dalı programıyla, öğrenim süresi dört yıla çıkarılan Deniz Harp Okulunun amacı, ülkemizin ihtiyaç duyduğu deniz subayını yetiştirmektir.

Deniz Harp Okulu mezunlarından, mezuniyet not ortalamaları belli barajın üstünde olanlardan sınavları başaranlar, yurt dışında yüksek lisans eğitimine gönderilmektedir.

Deniz Harp Okulunda, öğrenciler, ilgi alanlarına göre, maket, gemi, satranç, sinema, tiyatro, müzik, fotoğrafçılık, sualtı sporları, elektrik-elektronik, bilgisayar, meteoroloji, gemicilik gibi eğitsel kol çalışmalarına iştirak etmektedirler.

Değerli milletvekilleri, Hava Harp Okulunun önemi ve etkinliği de başlangıcından itibaren değerlendirilmiş ve 1912 yılında, Hava Harp Okulunun bugün bulunduğu bölgede "Hava Okulu" adıyla ilk havacılık eğitim kurumu açılmıştır.

Bir dizi aşama geçiren ve yer değiştiren Hava Okulunda, önceleri Kara Harp Okulu mezunu subaylar, uçucu olmak üzere, eğitilmişler ve daha sonra, bu subaylar, Türk Hava Kuvvetlerine geçmişlerdir.

Türk Hava Kuvvetlerinin kendi personelini yetiştirdiği Hava Harp Okulu, 1951 yılında Eskişehir'de açılmıştır. 30 Ağustos 1953'te ilk mezunlarını veren Hava Harp Okulu, 1954 yılında İzmir'e taşınmıştır.

Hava Harp Okulu, 1967 yılında, Türk havacılığının doğduğu İstanbul-Yeşilköy'de, bugün içinde bulunduğu tesislere taşınmıştır. Bu gelişmeler doğrultusunda, iki yıl olan Hava Harp Okulu eğitim-öğretim süresi, 1969 yılında üç yıla çıkarılmış, 1974 yılında ise, dört yıllık lisan eğitimine geçilmiştir.

Değerli milletvekilleri, Hava Harp Okulunun amacı ise, askerliğin gerektirdiği önderlik niteliklerini öğretme ve eğitme yeteneğini kazanmış, ahlaken, fikren ve bedenen gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere sahip ve Atatürk ilkeleri doğrultusunda kavrama ve izleme yeteneğine sahip, lisans düzeyinde öğrenim görmüş muvazzaf subay yetiştirmektir.

Değerli milletvekilleri, görüldüğü gibi, harp okullarının amacı, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununda belirtilen asker kişilerde bulunması gerekli niteliklere sahip, liderlik özellikleri gelişmiş, yeterli fizikî yeteneğe sahip, ilgili kuvvet komutanlığının ihtiyacına göre belirlenen bilim dallarında lisans eğitim ve öğretimini görmüş muvazzaf subay yetiştirmek ve ilgili kuvvet komutanlığının ihtiyaç duyması halinde, lisansüstü eğitim ve öğretim sağlamaktır.

Değerli milletvekilleri, harp okulları, lise eğitiminden sonra, askerlikle ilgili, fen ve sosyal bilimlerde, teknik ve akademik yüksekeğitim yapan ve Türk Ordusuna sürekli muvazzaf subay yetiştirmek için kurulmuş yüksek kültür ve eğitim müesselerindendir.

Teknolojide sürekli gelişim, kendisini harp ve muharebe alanlarında da hissettirmekte, harp silah ve vasıtalarının değişmesiyle birlikte, savaş tekniği de gelişmektedir. Dolayısıyla, eğitim müesseselerini de teknoloji ve bilim çağına uydurmak ve yeni ihtiyaçlara göre geliştirmek gerektiğine inanılmaktadır. İçinde bulunduğumuz çağın teknoloji ve iletişim çağı olması, gerek bilim ve teknolojide gerekse savunma sanayii alanında meydana gelen gelişmeler karşısında, günümüzün gelişen ve değişen askerlik anlayışı ve bu alanda yapılmak istenen uygulamalar, fen ve teknik alanda kendisini yetiştirmiş ve deneyime ulaşmış askerî personele olan ihtiyacı artırmaktadır.

Günümüzde, muharebe sahasında görev alacak muvazzaf subayların bu niteliklere sahip olabilmeleri, harp okullarının eğitim ve öğretim programlarının fen, matematik ve teknik ağırlıklı olmasını ve aynı zamanda, mevcut uygulamadan farklı olarak, üniversitelere eşdeğer bilimsel dal programlarının uygulanmasını da zorunlu kılmaktadır. Bu uygulamayla, teknolojik ve bilimsel gelişmelerin takip edilerek, bunlardan yararlanılmasının, keza, eğitim-öğretim programlarının da yenilenmesinin mümkün olabileceği değerlendirilmektedir.

Değerli milletvekilleri, halen yürürlükte bulunan 4.8.1971 tarihli ve 1462 sayılı Harp Okulları Kanunu, harp okullarının kuruluş ve görevleri, giriş şartları, öğretim ve eğitim süresi, okuldan çıkarılma, harp okulu öğretmenleri, öğrencilerinin ihtiyaçları, öğretim üyelerinin ücretleri ve yönetmelikle düzenlenecek konular hakkında hükümler içermektedir. Söz konusu kanunun 2 nci maddesinde harp okullarının görevinin, Silahlı Kuvvetlerin taktik, teknik ve idarî faaliyetlerini yeterlilikle uygulayacak askerî disipline, bilim ve beden yeteneklerine, askerî ve genel kültüre sahip, lisans düzeyinde ve müteakip saflarda ihtisas öğretim ve eğitimini takip edebilecek nitelikte muvazzaf subay yetiştirmek olduğu belirtilmektedir; ancak, bu hükme rağmen, harp okulları, mevcut eğitim programları ve yapılanması itibariyle, gerçek anlamda, üniversitelere eşdeğer lisans eğitimi verememektedirler.

Harp okullarındaki eğitim-öğretimin üniversitelerde okutulan bilimsel dal programlarına eşdeğer olmaması nedeniyle, harp okulları mezunu subaylara verilen lisans diploması, sadece askerî alanda geçerli olabilmiş; bu nedenle, harp okulları mezunları, birbuçuk yıl kadar lisans tamamlama eğitimine tabi tutulma zorunluluğuyla karşılaşmışlardır.

Bu bakımdan, harp okullarından temel bilimler, mühendislik ve sosyal bilim dallarından birinde lisans düzeyinde eğitim verilmesini sağlayacak ve bu eğitim ve öğretimin yapılmasında, planlanmasında, programlanmasında ve düzenlenmesinde, ana ilkeleri de belirleyecek şekilde yasal düzenlemeye gidilmesi, artık kaçınılmaz olmuştur.

Değerli milletvekilleri, belirtilen nedenlerle, teknoloji ve bilim alanındaki son gelişmeler karşısında, mevcut Harp Okulları Kanununun, artık, günümüz ihtiyaçlarına cevap veremez hale geldiği düşünüldüğünden, anılan kanun yerine geçmek üzere hazırlanan bu tasarıda, harp okullarının amacı, bu okullarda yapılacak eğitim-öğretim esasları, harp okullarının teşkilatı ve görevleri, öğretim elemanlarının görevleri, akademik unvanları kazanmaları, atanmaları, çalışma esasları, yurt içinde ve yurt dışında görevlendirilmeleri, özlük hakları ile harp okullarına giriş şartları ve okuldan çıkarılma gibi konularda günümüzün ihtiyaçlarına cevap verebilecek tarzda ayrıntılı hükümlere yer verilmekte ve aynı zamanda, harp okullarına bilimsel özerklik kazandırılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, harp okullarımızın vizyonu, daima, dünyanın en iyi ilk üç harp okulu arasında bulunmak olarak belirlenmiştir. Tüm personeliyle bu hedefe ulaşmanın heyecanı ve gayreti içerisinde olan harp okullarının, vizyonunda öngörülen bu hedefi gerçekleştirmesi ve devam ettirebilmesi bakımından en önemli ihtiyacı, güncelliğini yitirmiş olan Harp Okulları Kanunu yerine, Yüce Meclisimizde görüşülmekte olan bu kanun tasarısının, tasviplerinizle, bir an evvel yasalaşmasıdır.

Konuşmama son verirken, Partim ve şahsım adına, bu kanun tasarısının, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Türk Milletine hayırlı olmasını diliyorum. Bu bağlamda, aziz Türk Milletini ve onun Yüce Meclisini saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kaya.

Gruplar adına üçüncü söz, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini ifade edecek olan, Zonguldak Milletvekili Sayın Ömer Üstünkol'a aittir.

Buyurun Sayın Üstünkol. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika efendim.

DSP GRUBU ADINA ÖMER ÜSTÜNKOL (Zonguldak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, 380 sıra sayısıyla gündeme gelen Harp Okulları Kanunu Tasarısı hakkındaki görüşlerimizi belirtmek üzere, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Meclisi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Harp okulları, kurulduğu 1971 yılında beri, Türk ordusunun muvazzaf subay ihtiyacını karşılayan ve bugüne değin, gerek Kara gerek Hava ve gerekse Deniz Kuvvetlerimize binlerce subay kazandıran güzide öğretim kurumlarıdır.

İlköğretim okulunu bitiren binlerce gencimizin rüyalarını, bir askerî liseye girmek ve oradan, harp okullarını okuyarak, subay olarak hayata atılmak süsler. Tabiî ki, binlerce anne babanın en büyük arzusu da, evlatlarını subay olarak görmektir.

Bugün ordumuza duyulan büyük sevgi ve güvende, askerî okullarımızın ve bilhassa harp okullarımızın payı çok büyüktür. Yaz aylarındaki eğitim çalışmaları, uğurlamaları, mezuniyet törenleri, hepimizin coşku ve gururla izlediği duygu dolu sahnelerdir.

Harp okulları, lise eğitiminden sonra, askerlikle ilgili fen ve sosyal bilimlerde, teknik ve akademik yüksekeğitim yapan yüksek kültür ve eğitim kurumudur. Bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiği, adına, bilgi ve iletişim çağı denilen günümüzde, eğitim kurumlarının da, bu hıza ayak uydurmaları kaçınılmazdır. Gerçi, harp okulları, bu gelişmeleri, bugüne kadar azamî ölçüde bünyesine adapte etmiş, günün teknolojisiyle, modernizasyonu ve çağa uyumu azamî ölçüde gerçekleştirmeye çalışmıştır; ancak, mevcut kanun ve yönetmelik kifayet etmemekte ve yasa değişikliğini zorunlu kılmaktadır. Yasa tasarısı, harp okullarının eğitim ve öğretim programlarının, fen, matematik ve teknik ağırlıklı olmasını, aynı zamanda, mevcut uygulamadan farklı olarak, üniversitelere eşdeğer bilimsel dal programlarının uygulanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu uygulamayla, teknolojik ve bilimsel gelişmeler daha kolay takip edilebilecek ve bunlardan yararlanılabilecektir. Ayrıca, bu uygulamayla, eğitim-öğretim programlarının da yenilenmesi amaçlanmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; mevcut yasayla, harp okullarında, lisans seviyesinde ve müteakip safhalarda ihtisas öğretim ve eğitimini takip edebilecek nitelikte muvazzaf subay yetiştirmek amaçlanmaktadır; ancak, harp okulları, mevcut eğitim programları ve yapılanması itibariyle gerçek anlamda üniversitelere eşdeğer lisans eğitimi verememektedir. Eğitim-öğretimin, üniversitelerde okutulan bilimsel dal programlarına eşdeğer olmaması nedeniyle, harp okulu mezunu subaylara verilen lisans diploması, sadece askerî alanda geçerli olabilmektedir. Bu nedenle, harp okulu mezunları, birbuçuk yıl kadar, lisans tamamlama eğitimine tabi tutulma zorunluluğuyla karşılaşmaktadırlar. Bu mağduriyeti gidermek amacıyla, harp okullarında temel bilimler, mühendislik ve sosyal bilim dallarından birinde lisans düzeyinde eğitim verilmesi amaçlanmaktadır. Bu eğitim ve öğretimin yapılması, planlanması ve düzenlenmesi için yasal düzenlemeye gidilmesi ihtiyacı doğmuştur.

Tasarıyla, harp okullarının amacı, eğitim ve öğretim esasları, teşkilatı, görevleri, öğretim elemanlarının görevleri, akademik unvanları kazanmaları, atanmaları, çalışma esasları, yurtiçinde ve yurtdışında görevlendirilmeleri, özlük hakları ve harp okullarına giriş şartları ile disiplin ve okuldan çıkarılma esasları, bilimsel denetimin kapsamı ve nasıl yapılacağı, yabancı uyruklu öğretim elemanlarının harp okullarında sözleşmeli olarak çalıştırılmasına olanak sağlanması hükme bağlanmaktadır.

4.8.1971 tarihli ve 1462 sayılı Harp Okulları Kanununun değiştirilmesi için yapılan çalışmalar sonucu, konu, önceki yasama döneminde Meclis gündemine getirilmek istenmiş; ancak, görüşülemeyerek kadük olmuştur. Bu kez, hükümetimizce tekrar Meclis gündemine sunulan kanun tasarısının, Yüce Meclisin onayıyla kabulü ve yasanın, hayırlı, uğurlu olması temennisiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Üstünkol.

Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini, Kırıkkale Milletvekili Sayın Nihat Gökbulut ifade edeceklerdir.

Buyurun Sayın Gökbulut. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır efendim.

ANAP GRUBU ADINA NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) – Değerli Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; görüşmekte olduğumuz 380 sıra sayılı Harp Okulları Kanunu Tasarısı üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Meclisi ve aziz milletimi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Halen yürürlükte bulunan 4.8.1971 gün ve 1462 sayılı Harp Okulları Kanunu, günümüz koşullarına ve teknolojinin ve bilimin hızlı gelişimine ayak uyduramamakta, günümüz ihtiyaçlarına cevap verememektedir. Bu durumda, lise öğreniminden sonra askerlikle ilgili fen ve sosyal bilimlerde teknik ve akademik eğitim yapan ve sürekli muvazzaf subay yetiştiren harp okullarının, günün şartlarına uygun olarak, bilimsel özerkliğe sahip bir kurum olarak yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.

Harp okullarının tarihine kısaca bakarsak, ilk defa 1831 yılında, Hassa Ordusu Müşiri Ahmet Fevzi Paşanın, Selimiye'deki Hassa Ordusunda bulunan genç ve yetenekli gençlerden kurduğu bölüklerin, harp okullarının temeli olduğunu görmekteyiz. II. Mahmud, 1 Temmuz 1835 yılında, bugünkü harp okullarına temel teşkil eden okulu, Mektebi Hassa, Ekol Militaire veya Mektebi Harbiye adıyla resmen öğretime açar.

Mektebi Harbiye, sekiz sınıflıktı ve sınıf usulü yoktu, ders esası vardı; dersi geçen bir üst dersi görüyordu. İstenilen amaca ulaşılmayınca, ileri yıllarda, savaş dersleri veren dört yıllık meslek okulu haline getirilmesi kararlaştırılmıştır. İmtihanla alınan ve üstün başarılı olan 104 öğrenci, Mektebi Ulumu Harbiyeye, orta derecede başarılı olan 204 öğrenci de, Mektebi Fünunu İdadiye öğrenci olarak alınmıştır. Fransa'dan ve Prusya'dan teknik öğretmenler getirilmiştir. Sultan Abdülhamid'in fermanıyla, İstanbul'dan başka, Manastır, Şam, Bağdat, Erzincan ve Edirne'de de harp okulları açılmıştır. Laboratuvar ve kütüphane yönünden zenginleştirilen harp okulu öğrencileri, II. Meşrutiyet döneminde, eğitim amacıyla, Londra, Paris, Viyana ve Berlin'e gönderilmişlerdir.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyet döneminde, önce, İstanbul Pangaltı'da eğitimine devam eden Harbiye, 7 Eylül 1936 yılında Ankara'ya, bugünkü yerine taşınmıştır. Önceleri, sadece, piyade ve süvari subayı yetiştirilmiştir. Topçu, istihkam ve muhabere sınıf subayları, bugünkü Halıcıoğlu Topçu Harbiyesinde öğrenim görmüşlerdir. Daha sonraları, bu sınıflar birleştirilmiştir, hatta Hava Harp Okulu 1951 yılında açılıncaya kadar, havacılar dahi, burada öğrenim görmüştür. 1948 yılında Genelkurmay Başkanı merhum Salih Omurtak'ın emriyle bir yıl hazırlık olmak üzere üç yıla çıkarılmış, 1962-1963 yılında meslek sınıfları kaldırılarak süre iki yıla indirilmiştir. Bilahara, 1970-1971 yılında tekrar üç yıla çıkarılmıştır.

Bu tarihsel süreç içerisinde, bugün harp okullarının, üniversite düzeyinde lisans ve lisansüstü eğitim yapılan çağdaş bir eğitim kurumu haline getirilme ihtiyacı içerisinde bu yasa tasarısını müzakere edeceğiz.

İçinde bulunduğumuz yeni çağın, teknoloji ve iletişim çağı olması, bilim ve teknolojide, savunma sanayiinde meydana gelen gelişmeler sürecinde, günümüzün gelişen ve değişen askerlik anlayışı ve bu alanda yapılmak istenilen uygulamalar, fen ve teknik alanda kendini yetiştirmiş ve deneyime ulaşmış, çağdaş, bilgili, yabancı dil bilen, kültürel yapısı sağlam, milletini seven askerî personele olan ihtiyacı artırmaktadır. Teknolojinin en hızlı değiştiği ve geliştiği sektör, savunma sanayii sektörü olup, bu sektörün ürettiği araç, gereç ve silahları kullanacak askerî personelin, subay ve assubayın, bu teknolojiye ve kültüre uygun bir donatımda ve seviyede eğitim ve öğretim görmeleri çağın bir gereğidir. Harp okulundan yetişen nitelikli bir subay, iyi bir mühendis, iyi bir eğitimci, iyi bir asker, ekonomist, işletmeci, öğretmen, teknisyen, yani her şey olmak zorundadır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin en önemli ve en değerli bir kurumunu, harp okullarıyla harbiyeyle ilgili bir yasayı tartışıyoruz. Harp okulları, gerçekten ülkemizde en önemli kurumdur; çünkü, Türkiye'nin gözbebeği olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin yöneticilerinin ve subaylarının yetiştirildiği ve eğitildiği kutsal bir mabettir. Türkiye'nin kurtarıcısı ve cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün yetiştiği, okuduğu bir eğitim kurumudur. Trablusgarp'ta, Balkanlar'da, Tesalya'da, Yemen'de, Suriye'de, Birinci Cihan Savaşında, Çanakkale'de ve Kurtuluş Savaşında organize olan, örgütlenen, savaşan, millete önderlik eden ekip, Kuvayi Milliyeci harbiyeli ekiptir. Mustafa Kemal, bu ekibin önderi, İsmet İnönüler, Kâzım Karabekirler, Fevzi Çakmaklar, Refet Beleler, Ali Fuat Cebesoylar, Kâzım Orbaylar, Fahrettin Altaylar ve niceleri bu ekibin temel taşlarıydı. Türkiye'yi kurtaran ve cumhuriyeti kuranlar, Mektebi Harbiyeden mezun olan bu subaylardı. Tüm güçlerini büyük Türk Milletine olan bağlılık, sevgi ve güvenden alıyorlardı. Binbir zorluk ve meşakkat içerisinde, millî ruh ve heyecanla, Millî Mücadeleyi başaran, ülkemizi emperyalist güçlerden kurtaran, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, yakın silah arkadaşlarını da, bu vesileyle, rahmet, minnet ve cennetle anmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, dünya hızla değişmektedir. Teknoloji geliştikçe bu değişim hızlanmaktadır. Özellikle Silahlı Kuvvetlerin görev alanına yönelik değişim çok yönlü ve hızlıdır. Bilgisayar teknolojisine yönelik gelişim ve yenilikler, modern harp silah ve araçlarının büyük bir hızla gelişmesine ve değişmesine yol açmaktadır. Bu gelişim ve değişime paralel olarak, üstün teknolojiyi yönetmek için, dijital hızla düşünmek, karar vermek, yeni yüzyılın en önemli ve belirgin özelliği olacaktır.

Bu değişim çağında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin görev yapısının son derece dinamik, karmaşık ve entegre olduğu gözden kaçmamalıdır. Bu dinamik ve karmaşık yapıya uyum sağlamak, ancak değişimi yönetebilmek, değişime sahip olmakla mümkün olacaktır. Değişimi yönetebilmek ise, bilgiyi sorgulamak, bilgiyi yakalamak, yeni bilgi üretmek ve bunlardan elde edilen birikimi askerî alanda uygulayarak, sürekli kendini geliştirmekle mümkündür. Bu determinizm, Silahlı Kuvvetlerin görev alanına yönelik idarî ve maddî yeniliklerin geliştirilmesini ve Silahlı Kuvvetlerin bu değişime uygun yapılandırılmasını gerektirmektedir.

Bu yapı içerisinde, her seviyedeki komutanın, elinde bulunan kaynakları en etkin ve verimli şekilde kullanarak, kendisine verilen her türlü görevi bilimsel bir yaklaşım içerisinde yapmasını zorunlu kılmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin her kademesindeki komutanlar, bilgi çağının gerektirdiği çağdaş yönetici özelliklerini taşımalı ve kendilerine verilen görevi yerine getirirken, modern yönetimin teknik prensiplerini ve gereklerini uygulayabilmelidir.

Bu mecburiyet, Silahlı Kuvvetlerimiz içindeki komutanlık ve liderlik eğitiminin, bu zorlukları aşabilecek nitelikleri kazandıracak şekilde yapılandırılması ve geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu anlayışla, komutanlık ve liderlik anlayışını ve yeteneklerini, daha fazla uzmanlık, temel ilkelere bağlılık, yeni teknolojiye uyum ve yüksek ahlak yapısına dayandırarak sürekli geliştirmektedir. Bu sayede, liderlik özelliklerine sahip komutanların her türlü karmaşık ortamda, kendini ve sistemi sürekli yenileyebilecek şekilde görev yapmaları hedeflenmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türk harp okullarının tarihçesini anımsadık, bugünkü durumunu biliyoruz ve müşahede ediyoruz. Gelecekteki stratejisini ise bilimsel gerçekler çerçevesinde inceledik. İşte, Türk harp okulları, bu gerçeklerin ışığında, eğitim ve öğretim sistemlerini geliştirerek yeniden yapılandırma çabası içindedirler. Bugün, harp okullarımızda, sistem mühendisliği akademik programı yürütülmektedir. Sistem mühendisliği, ürününü hem teknik hem idarî bilgilerle donatmayı, yeni yüzyılın gerektirdiği niteliklere sahip yöneticiler yetiştirmeyi amlayan yeni bir bilim dalıdır.

Bu programda, ilk sınıflarda, temel bilimsel derslerden oluşan çekirdek program uygulanmakta, son sınıflarda ise sistem mühendisliği ortak derslerine ek olarak inşaat, elektrik, elektronik, makine, endüstri, işletme mühendisliği dersleri verilmektedir. Böylece, harp okullarımızda gelecekteki dinamik ve karmaşık ortamlarda ihtiyaç duyulacak sistem anlayışına sahip, kararlılığı ve akademik yeterliliği olan, bilimsel düşünme becerisine sahip etkili liderlerin ve subayların yetiştirilmesi hedeflenmektedir.

Harp okullarımızda verilen akademik eğitim, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyacı yanında, Arnavutluk, Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Ürdün, Türkmenistan gibi dost ve kardeş ülke ordularının da eğitimi için yeterli niteliklere sahiptir.

Bu yasa tasarısıyla, harp okullarına lisansüstü akademik eğitim imkânı verilirken, uygulamada karşılaşılacak sorun, askerî disiplin ve hiyerarşi ile akademik ve bilimsel özerkliğin zaman içerisinde yaratacağı çelişkilerdir. Temennimiz, bu çelişkilerin demokratik ortam içerisinde çözümüdür.

Değerli milletvekilleri, Yahya Kemal'in deyimiyle "Türk Milleti, ordu millettir." Ordusuyla bu derece kaynaşan ve bütünleşen başka bir millet yoktur. Ziya Gökalp ise, bütün Türkleri, bir ordu olarak tasvir etmiştir. Türk Milletinin sevdiği ve güvendiği Türk Ordusunun ise mabedi, harp okullarıdır. Harp okullarımızda, pozitif bilimlerin yanında moral değerlere bağlı olarak, ülkenin bölünmezliği, milletin birliği doğrultusunda, en büyük Türk milliyetçisi olan Aziz Atatürk'ün ilkeleri ve ülküleri istikametinde, Türk Ordusu, düşmanın korkulu rüyası, dostun güvenilir kalesi olacaktır.

1283 sınıf numarasıyla Harbiyeden mezun olan Atatürk'ü ve onun silah arkadaşlarını yetiştiren harp okulları hakkındaki yasa tasarısının, ülkemize, milletimize hayırlı olması dileğiyle, sizleri ve aziz milletimi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gökbulut.

Gruplar adına son konuşma, Doğru Yol Partisi Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Sağlam'a aittir.

Buyurun Sayın Sağlam. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

DYP GRUBU ADINA MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Harp Okulları Kanunu Tasarısı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, eğitim, bütün ulus için, bütün meslekler için hep daha fazlası, daha iyisi yapılabilecek bir süreç. geçmişte insangücü planlamasıyla toplumların belli meslek dallarında adam yetiştirmeleri esası benimsenirken, son yıllarda, özellikle Japonya'nın önderliğinde, yurttaşlara ne kadar fazla eğitim verirseniz, bunun sonuçlarını, toplumun yükselmesi, yücelmesi, kalkınması bakımından o kadar fazla alırsınız biçimine dönüşmüştür; yani, ne kadar mümkünse o kadar insanı en yüksek eğitimden geçirmek, aslında en rantabl bir yol olarak benimsenmeye başlanmıştır ve eskiden olduğu gibi, toplumun ihtiyacına göre insangücü planlamasıyla eğitim diye bir olay artık gerilerde kalmıştır. Bu anlamda düşünürseniz, harp okullarımızın da diğer okullarımızda olduğu gibi, daima daha fazla eğitim veren, daha üst düzeyde eğitim veren kurumlar haline dönüştürülmesi fevkalade üzerinde durulması ve desteklenmesi gereken bir olaydır.

Esasen, bütün meslek dallarındaki okullarımıza bakarsanız, geçmişinde hep -işte,imkânlara göre- lise eğitimini meslekî eğitim için kâfi gören, sonra bir veya iki yıllık yüksekokullar haline dönüşen, sonra üç yıllık yüksekokullara, arkasından fakültelere ve üniversitelere dönüşen bir tarihçe görürsünüz. Harp okullarımızın tarihi de, diğer okullarımızın, diğer üniversitelerimizin tarihine bu anlamda benzemektedir. İşte, nereden başlatırsanız başlatın, ilk önce yüksekokul biçiminde, sonra dört yıllık eğitim veren okullar biçiminde eğitim ve öğretimini sürdüregelmiştir. Şimdi ise, bu kanunla daha çok 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanununa benzer biçimde, üç harp okulumuz, Kara, Deniz ve Hava Harp Okullarımız birer üniversite haline dönüştürülmektedir.

Şimdi, aslında üniversite haline dönüştürme yalnız kanunla olmaz. Üniversite demek, üniversiter formasyon veren bir eğitim verme demektir; yani, bir akademik kadro oluşturma bunların başında gelir; bu akademik kadronun akademik hürriyetini sonuna kadar tanıma bunun başında gelir. Siz, akademik özerklik tabirini bir akademik kadro oluşturmadan; yani özlük haklarında, atamalarında tamamen kimseden çekinmeyecek bir sistemi getirmeden, akademik özerklik veriyorum derseniz, akademik özerklik vermiş olmazsınız, kanunla vermekle.

Şimdi, öyleyse, 2547'deki gibi, öğretim üyesinin atanmasında belirli kriterleri koyup, öğretim üyesinin görevden alınmasında da benzer kriterleri, benzer teminatları getirmezseniz, verdiğiniz akademik özerklik kâğıt üzerinde kalır. Şimdi, onun için, ilkönce, üniversite eğitiminin, özerk, üniversiter eğitim veren akademik kadrolarla yapılabileceğini, bu akademik kadrolara da, akademik hürriyetin mutlaka tanınması gerektiğini burada vurgulamak zorundayım.

Şimdi, eğer bu anlamda düşünürseniz, yüksekokulları fakülte yapmak, fakültelerden üniversite oluşturmak, ilkönce özerk bir kurum oluşturmakla mümkündür.

Şimdi, özerklikte, idarî özerklik, akademik özerklik, malî özerklik olabilir mi ayırımı hep tartışmalıdır. Anglosakson dünyasındaki üniversitelerde, yönetimin idarî bakımdan özerk olup olmaması o kadar önemli addedilmemektedir; yani, bugün, Birleşik Amerika, Kanada, İngiltere gibi ülkelerde üniversite rektörleri de atanarak gelmektedir, bölüm başkanları da atanarak gelmektedir, fakülte dekanları da atanarak gelmektedir. Yalnız, buradaki atama, bir nevi yeterli bilgi ve beceriye sahip olup olmama esasına göre, kriterine göre bir seçimdir.

Şimdi, bu anlamda düşündüğünüz zaman, harp okullarının üniversite olmasında, idarecilerinin atanması, idarî özerklik, üniversitelerde de olduğu gibi, her zaman bulunması gereken asgarî şart değildir; ama, akademik özerklik, çok önemlidir, üniversiter eğitimin temelinde akademik özerklik yatar.

Şimdi, bu açıdan düşündüğünüz zaman, aşağı yukarı 1975'lerden beri, harp okulları dört yıllık eğitim vermektedir. Bununla beraber, temel bilimler ve sosyal bilimlerde de -işletme dahil- çeşitli dersler almaktadırlar. Bu anlamda, esasen yıllardır dört yıllık bir eğitimi sürdüren kurumların üniversiter anlayış içerisinde birer üniversiteye dönüştürülmesini, normal bir gelişimin -diğer eğitim kurumlarında olduğu gibi- bir sonucu addetmek gerekir ve bunun gerçekleşmesi için, bir başka deyişle, harp okullarımızda daha üst düzeyde eğitim verebilmek için, Türkiye, ne gerekirse yapmalıdır. Bunda, memleketin çok yüksek menfaatları olduğuna inanıyorum. Bunu söylerken, dört yıllık eğitime geçtiği zaman -Kara Harp Okulunda beş-altı sene ders verdiğim için bilerek söylüyorum- bu kurumların, bugün, eğitim ve öğretim sistemlerinin, kendi alanında eğitim yapan herhangi bir fakültenin eğitim ve öğretim sisteminden, gerek araştırma yapılması gerekse eğitim ve öğretimin düzeyi bakımından bir eksikliği yoktur.

Şimdi, getirilen düzenlemeyle, aşağı yukarı çağdaş bilimsel gelişmelerin, bir nevi bilimsel bilginin uygulamaya aktarılması boyutundaki teknolojik gelişmeleri takip etmenin, tabiî ki, gerek kara gerekse hava ve deniz subaylarının yetiştirilmesinde ne kadar önemli olduğu izahtan varestedir; yani, bugün, bilimsel bilginin temel bilimlerdeki araştırmalarının uygulamaya dönüşümünde, tıp gibi, askerlik gibi alanlarda fevkalede hassas bir biçimde teknolojik gelişmeleri takip etmek gerekmektedir. Öyleyse, silahı akıl kullanacağına göre, hem teknolojik gelişmeyi takip edeceksiniz hem de bunu kullanan insanların sosyal, siyasal, ekonomik bir dünya görüşleri de olacak. Akıllı insanlar silahları kullanmadıkça, silahlar milletleri mahvetmekten başka bir şeye yaramıyor. Tarihe bir göz atarsanız, bugün, teknolojinin zirvesine çıkmış bazı milletlerin, ne büyük hüsranlara uğradığının çeşitli örnekleriyle doludur; en son, 20 nci Yüzyıldaki Avrupa tarihini hatırlayınız, faşist İtalya'yı ve Hitler'in Almanyasını hatırlayınız. Öyleyse, bizim, sevk ve idare konusunda özellikle, önderlik edecek subaylarımızın yetiştirilmesinde, en son teknolojiyi kullanacak insanların yetiştirilmesinde -bir de, önderlik, liderlik vasıflarını geliştirici- eğitim ve öğretimin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar.

Bugün, toplumsal liderlik teorileri, çoğu kez, işte, lider cesur olacak, bilgili olacak vesaire diye lider niteliklerini saymaz; bugünkü çağdaş liderlik konusundaki bilimsel araştırmalar onu gösteriyor ki, liderler, toplumun istek ve arzularını önceden keşfedebilen insanlardır ve toplum liderin arkasında gitmez, lider toplumun istek ve arzularını tespit ettiği için lider durumuna gelir. Ama, askerlik gibi konularda, hâlâ, liderlerin, sürükleyici rol oynadıkları ve toplumsal liderlikten farklı bazı niteliklerinin mutlaka bulunması gerektiği düşünülürse, bir komutanın, yalnız silahların kullanımı, yalnız askerî eğitim konusunda bilgi ve beceri sahibi olması değil, insan psikolojisi, yönetim, işte, son zamanlarda "sistem mühendisliği" adıyla, bir ölçüde bütün olaylara toptan bakmayı gerektiren sistem yaklaşımıyla hadiselere yaklaşması da gerekecektir. Öyleyse, çeşitli bilim dallarında üniversiter bir formasyonun verilmesi, yalnız askerî başarı için değildir -önderlik nitelikleri olarak da- komutanların buna ihtiyacı olduğu için, önemle üzerinde durulması gereken bir olaydır. Bu anlamda, yalnız silah kullanımı, yalnız teknolojik gelişmeleri takip bakımından değil, doğrudan doğruya, bir insan olarak kitleleri sürükleme yeteneğine sahip olma bakımından, çeşitli bilim dallarında bir üniversiter formasyonun gerekliliği ortadadır.

Şimdi, dünyadaki örneklerine de baktığınız zaman, zaten, benzerlerini görmek mümkündür. Mesela, Amerika Birleşik Devletlerinde dört yıldır harp okulları ve bunlar, kendi okullarında, aşağı yukarı, fakülte ve üniversitelere muadil, diploma denkliği kabul edilen bir eğitim görürler. Ayrıca, mezuniyet sonrası eğitimi için de bir kuruluşları mevcuttur. Şimdi, kanuna bakıyorsunuz, bizde de mezuniyet sonrası eğitiminin harp okullarında -üniversite olduktan sonra- yaptırılacağı ileri sürülmektedir. Biraz erken diyebilirsiniz buna; ama, herhalde, gayret gösterilir, akademik kadrolar yerinde ve zamanında, yeterli nitelikte insanlardan oluşturulursa, mezuniyet sonrası eğitimini de yaptırabilirler; ama, hemen buna başlamaları için bir sebep yoktur. Üniversite olmalarına ilişkin kanun çıkar, arkasından, birçok öğrencilerini, mezuniyet sonrası için, mevcut üniversitelere gönderebilirler; sonra, kendi kadroları yetiştiği ölçüde, kendi niteliklerine ulaştıkları ölçüde, mezuniyet sonrası eğitimini de kendileri yaptırabilirler.

Mesela, Fransa'daki örneklere baktığınız zaman da benzer şeyi görüyorsunuz. İki yıllık, fen ağırlıklı bir eğitimden sonra, Fransa'da da, üç yıllık bir eğitim; yani, tamamı beş yıl süren bir lisans eğitimi, harp okullarında veriliyor.

Benzer, biraz daha farklı bir uygulamayı İngiltere'de görüyorsunuz. İngiltere'de, ilk önce, üniversite mezunları subay yetiştirilmek üzere alınıyor. Bunlar, bir iki yıllık eğitimle, subay olarak yetiştiriliyor.

Almanya'da, aynı şekilde, üç yıl süreyle eğitim veriyor harp okulları; ama, iki ayrı üniversiteleri var subay yetiştiren. Bunlar, bir veya üç yıllık temel bir eğitim, bir ihtisas eğitiminden sonra, tekrar, üç yıl okumak suretiyle harp okullarına denk üniversitelerde (iki üniversitede) eğitim ve öğretim görüyorlar.

Yani, dünyadaki gelişmiş ülkelerin uygulamalarına baktığınız zaman da, tasarıyla getirilen şey, Türkiye'ye özgü bir olay değil. Bütün dünyada, subay yetiştirilmesinde benzer uygulamalar var. Şimdi, Türkiye'de ise 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 132 nci maddesi... Esasen, Türk Silahlı Kuvvetleriyle, emniyetle ilgili okullarımızın 2547 sayılı Kanundan ayrı düzenleneceğini Anayasamız kabul ediyor. Şimdi, öyle zannediyorum ki, giderek, harp okullarındakine benzer bir uygulamanın, belki de, ileride, Emniyet Teşkilatımız için de benzer bir biçime getirilmesi temenni edilir. Yani, orada da, dört yıllık bir eğitimden sonra bir üniversiter sisteme dönüşülmesi, eğitim ve öğretimi daha farklı bir yapıya, daha üst bir formasyon verme açısından yarar getireceğinden hiç şüphe yoktur.

Burada, genelde tasarıya baktığınız zaman, Yükseköğretim Kurulundaki bazı kavramların hemen benzer şekilde aktarıldığını görüyorsunuz. Bazı yerlerde de, belki, lüzumundan fazla Yüksek Öğretim Kanununa benzerlik olduğunu gözlemlemek mümkün. Lüzumundan fazla dememin sebebi şu: YÖK Kanununun eleştirilen birçok yeri var, bildiğiniz gibi. Yüce Meclis, YÖK uygulamalarıyla ilgili de bir araştırma komisyonu kurdu. Bu komisyon çalışıyor. YÖK Kanunu, çıktığı 1981'den bu yana ellinin üzerinde değişikliğe uğradı. Dolayısıyla, tamamen, YÖK Kanununun, akademik olaylar dışında tıpatıp benzeştirilmesi, belki, ileride, YÖK Kanununda yapılacak değişikliklerden sonra başka değişiklikleri de getirebilir. Bir örnek vermek istiyorum. "Harp okulu komutanları Üniversitelerarası Kurulun üyesi olur" şeklinde bir hüküm var hükümet tasarısında. Komisyon bunu değiştirmiş, bence doğru yönde değiştirmiş; diyor ki: "En azından komutanlar profesör unvanına sahipseler Üniversitelerarası Kurula girerler. Aksi takdirde, profesör unvanına sahip birisi gönderilir." Bu, çok doğru bir yaklaşım. Sebebi: üniversitelerarası kurulun bütün üyeleri profesör unvanına sahip akademik kişilerdir. Onun için de, Üniversitelerarası Kurulun temel görevi, akademik konularda karar vermektir. Siz, profesör unvanına sahip olmayan bir kimseyi, bir komutanı Üniversitelerarası Kurulun üyesi yaparsanız, müşkül durumda bırakırsınız; çünkü, akademik konuların tartışılacağı bir kurulda akademik olmayan bir insanın üye olarak bulunması, onu sadece müşkül durumda bırakır; bir katkı da bekleyemezsiniz. Dolayısıyla, komisyonun yaptığı değişiklik, daha uygundur. Bu tip bazı akademik konulardaki uyum değişikliklerinin yapılmasında büyük fayda olacağı kanaatindeyim.

Şimdi, özellikle, YÖK Kanununda yapılacak idarî yönden değişiklikler, buraya fazla etki etmeyecektir; ama, akademik açıdan yapılacak olan bazı değişikliklerin büyük yarar getireceği kanaatindeyim. Hatta, bazı konularda, akademik bakımdan, Yükseköğretim Kanununda olması gereken bazı şeyler bile konulmuş, müspet şeyler de var.

Mesela, yardımcı doçentlerin doçent olması için 3 yıl süre var. 2547'de bu kaldırıldı biliyorsunuz. Burada, 3 yıl yardımcı doçent olarak çalıştıktan sonra, doçentliğe müracaat edebilecekleri gibi bir hüküm var ki, bence, YÖK Kanununa göre, daha ileri bir düzenleme de sayılabilir.

Dolayısıyla, şimdi, bizim, halen, esasen dört yıl okunan, eğitim ve öğretim veren üç harp okulumuzun birer üniversite haline dönüştürülmesi söz konusu. Keşke bunların hepsi bir ilde olsaydı da, üç ayrı üniversite yerine, bir üniversitenin üç fakültesi haline dönüşebilseydi. Zannediyorum, tasarıda, Deniz ve Hava Harp Okulunun İstanbul'da, Kara Harp Okulunun Ankara'da bulunmasından dolayı olsa gerek, üçünün ayrı ayrı üniversite olması konusu düzenlenmiş. Bunlar, birçok ülkede bir üniversite şeklinde düzenlenip değişik fakülteler biçiminde de eğitim veriyordu. Mesela, Gülhane Askerî Tıp Akademisi, bugün bir fakülte düzeyinde düzenlenmiştir ve o şekilde eğitim öğretim vermektedir. Fakat, tabiî, bunların ayrı ayrı üniversite olması da çok büyük bir sakınca değil. Söylediğim gibi, Almanya'da iki tane var; bizde de, belki, ayrı ayrı şehirlerde olmalarından dolayı üç üniversite şeklinde düzenlenmiş. Ayrıca, bunların, birbirinden, önümüzdeki yıllarda; yani, diyelim ki, bilimsel bilginin, teknolojik açıdan denizlerdeki uygulamasıyla havadaki uygulaması, karadaki uygulaması birbirinden çok farklı eğitim ve öğretimi gerektirecek şekle de dönüşebilir, temel askerî eğitim ve öğretim dışında. Dolayısıyla, bakarsınız, üçlü olmasının, bu anlamda, üç ayrı özerk kurum halinde eğitim ve öğretim görmesinin faydası da olabilir.

Şimdi, özetle, şunu söylemek mümkün: Üniversite haline gelmeyi, bütün diğer okullara baktığınız zaman, hemen hepsinde görürsünüz; yani, mühendisliklerimiz de yüksekokul olarak başlamıştır, tıp da yüksekokul olarak başlamıştır, hukuk da yüksekokul olarak başlamıştır. Hatta, 20 inci Yüzyılda, mesela, 1925'te Ankara Hukuk Mektebi olarak kurulanlar var, Mülkiye Mektebi olarak kurulanlar var. Bunlar, sonra üniversite olmuş ve üniversiter eğitime benzer fakültelere dönüşmüştür. Bu anlamda düşündüğünüz zaman, harp okullarımızın bu gelişimi de, diğer eğitim kurumlarımızın gelişim seyrine uygun düşmektedir.

Dolayısıyla, biz, Doğru Yol Partisi Grubu olarak, bu kanun tasarısının, memlekete ve milletimize yararlı komutanlar yetiştirmede yararlı olacağı kanaatindeyiz. Bu anlamda da, tasarıya olumlu yaklaşacağız. Elbette ki, bazı olumlu yöndeki değişimler, mesela, komisyonun -verdiğim örnekte- Üniversitelerarası Kurula katılma örneğinde olduğu gibi olursa, bunlara da destek vermeye devam edeceğiz.

Bu düşüncelerle, bu kanun tasarısının, benim de beş altı yıl öğretim üyeliği yaptığım harp okullarımıza yararlı olmasını diliyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sağlam.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerinde gruplar adına görüşmeler tamamlanmıştır.

Şahsı adına, Sayın Arınç; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyor, çalışmalarımızın hayırlı olmasını diliyorum. Harp Okulları Kanunu Tasarısının tümü üzerinde şahsım adına söz aldım.

Takip ettiğimiz kadarıyla, harp okulları, Türk Ordusuna sürekli olarak muvazzaf subay yetiştirmek için kurulmuş, yüksek kültür ve eğitim müesseselerinden biridir. Şüphesiz, teknolojide gelişmeler var. Bu sürekli gelişmeler de, hem harp, silah ve vasıtalarının değişmesine hem de savaş tekniğindeki gelişmelere yol açmaktadır.

Eğitimle ilgili temel ilkeler bu kanunda düzenlenmiş. Konunun uzmanı olan arkadaşlarımız da var, gerek partimizden gerekse diğer bütün partilerden bu konu üzerinde değerli görüşler lütfedecek arkadaşlarımız da var. Ben konunun bir başka yönü üzerinde durmak için söz aldım. Bir konuyu dikkatlerinize arz etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe Komisyonunun 223 sırasında kayıtlı bir dilekçe var. Dilekçe örneği elimdedir. Beni, her okuduğumda duygulandıran ve sanıyorum ki, milletimizin büyük çoğunluğunu da, gerçekten, yaralayan ve üzen bir konu. Dilekçenin sahibi, emekli hava kıdemli başçavuş. İsmini vermiyorum. 2 Mayıs 1996 tarihli bir dilekçe. Uygulama halen devam ettiği için güncelliğini koruduğunu gördüm ve burada dile getirmeye çalışıyorum. Meclisimize intikal etmiş bir belgedir. Bu belge üzerinde, özellikle bu kanun tasarısı görüşülürken hepimizin durmasında ve hassasiyet göstermesinde yarar var. Özetleyerek dilekçeyi okumak istiyorum.

"Ben yirmibeş sene hizmetten sonra 1976 yılında emekli oldum. Eşim ve çocuklarımla valiliğe, kaymakamlığa, her yere saygıyla gider geliriz. 26 Nisan 1996 Cuma günü saat 11.00'de, yakınlamızı ziyaret için, İstanbul Tuzla Piyade Okulu lojmanlarına gittiğimizde, yanımda bulunan doktor kızımın başörtüsü sebep gösterilerek, nizamiyeden, aşağılanarak içeri alınmadık. Nedenini sorduğumuzda, nizamiye bürosunun camına yapıştırılmış 'askerî tesislere, çağdaş olmayan, inkılap kanunlarına aykırı, siyasî ve dinî bir akım veya ideolojiyi belirleyen kılık ve kıyafette olanlar giremez' yazısı gösterildi. Yirmibeş sene gururla vatanına ve milletine hizmet eden emekli askere ve çocuklarına potansiyel suçlu muamelesi yapılması çok utandırıcı bir olay, bunu kabul edemem deyince, 'karakol komutanıyla görüşün' denildi. Sayın binbaşıyla aşağıdaki konuşmayı yaptım:

Binbaşım, inkılap kanunlarının hangi maddesi başörtüsünü yasaklıyor? Doktor kızımın ve bizim dış görünüşümüzde kanununları çiğneyecek, saygısızlık gösterecek bir belirti ve saygısızlık seziyor musunuz? 'Kızınızın başörtüsü burada yasak.' Burası başka bir vatan toprağı mı? Biz ailece, Bakanlıklar dahil, devletimizin en küçük ünitesi olan kaymakamlıklara girip çıkıyoruz. Bugüne kadar başörtüsü konusunda kimse bizi incitmedi. 'Kızınız içeri giremez.' Peki, başını açınca içeri girebilir mi? 'Evet, girebilir.' Başındaki örtü potansiyel bir suçlu olduğunu gösteriyorsa, başını açınca nasıl güvenilir olabilir? Doktor kızımız, her devlet dairesine ve bilhassa, hastanelere girip çıkıyor, milletine hizmet vermek için çırpınıyor, nöbet tutuyor, vatanı ve milleti için sorumluluk duygusu içinde her türlü fedakârlığa hazır. Hâlâ, bizi içeri sokmamakta kararlı mısınız? 'Evet.' Sayın binbaşım, ben, Kara Kuvvetleri Komutanlığımızın, sizin yorumlayıp uyguladığınız şekilde emir verdiğine inanmıyorum; çünkü, yaptığınız uygulamanın sonucunda sevgi ve saygı bağları zedeleniyor. Halbuki, sizin ve hepimizin görevi, bütün milleti saygı ve sevgiyle kucaklayarak, millî bütünlüğümüzün kuvvetlenmesini sağlamaktır. Siz, kızımın başörtüsünü bahane ederek, ailece bizi kovduktan sonra, çocuklarımdan ve torunlarımdan, bir saat evvelki saygı ve sevgiyi bekleyebilir misiniz? Siz de, Anayasaya, mevcut kanunlara, milletin namusunu ve ırzını koruyacağınıza ve insan haklarına uyacağınıza yemin ettiniz. Kahramanmaraş'ta Sütçü İmam, Fransız askerinin, kadınımızın namus timsali olan başörtüsünü açmak istemesine müdahale ederek şehit oldu."

Devam ediyor; çok duygulanıyorum, bazılarını okuyamıyorum. "Çocuklarıma ve torunlarıma bunları anlatamam." Netice, talep:

"Mevcudiyetine inanmadığım böyle bir emir var mıdır; varsa, tekrar gözden geçirilmesini, yoksa, bu konuda bize onur kırıcı muamele yapan nöbetçi heyetine gerekli kanunî muamelenin yapılmasını isterim." Böyle diyerek dilekçe hakkını kullanmış.

Bu hak, 13 Mayıs 1996'da işlem görmüş. 15 Mayıs 1996'da, birinci yazıyla Millî Savunma Bakanlığından cevap istenilmiş, tam bir sene cevap gelmemiş; 29 Nisan 1997'de birinci defa tekit edilmiş, cevap gelmemiş; 13 Şubat 1998'de ikinci defa tekit edilmiş, cevap gelmemiş; 5 Haziran 1998'de üçüncü defa tekit edilmiş, cevap gelmemiş. 15 Haziran 1998'de cevabî yazı gelmiş; Hâkim Tuğgeneral Müsteşar Yardımcısı Vekili Aydın Kalpakçı imzasıyla. Aynen şöyle yazıyor: "Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin uyması gerek kılık kıyafetle ilgili hususlar, İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliğiyle belirlenmiştir. Bunlar, bütün emirlerle personele duyurulmuştur. Muvazzaf, emekli personel ile eş ve çocuklarının orduevleri, askerî gazinolar ve misafirhane gibi sosyal tesislere girişlerinde çağdaş kıyafette olmaları aranmaktadır." Dilekçe Komisyonu, bunun üzerine "bizim yapacağımız bir şey yok" diye, dilekçe sahibine bilgi vermiş.

Değerli arkadaşlarım, mesele budur. Zannediyorum, sizin de çoğunuzun karşılaştığı, hepimizi üzen ve rencide eden bir konudur. Askerî lojmanlara, kılık ve kıyafetleri sebebiyle insanlar alınmamaktadır. Hatta, binbaşılar, yarbaylar annelerinin babalarının sakalları ve başörtüleri sebebiyle birlikte olamamaktan üzüntü duymaktadırlar ve bu, bir sosyal yaraya da yol açmaktadır.

Bunu, şunun için söylüyorum: Harp okullarından yetişecek subaylarımızın sadece teknik bilgilerle donanmış olmaları da yetmez; milletimizle kaynaşarak, huzur içinde görev yapmaları, aile içerisinde de bir sosyal dayanışmayı gerçekleştirmeleri gerekir. Zira, Ordumuz, milletimizin bir parçasıdır; milletimizin inancı neyse, tarihî neyse, kültürü neyse, Ordunun da inancı, tarihî ve kültürü o olmalıdır. Gelenekler, örf ve âdetlere saygı elbette olmalı ve böyle olması gerekir. Milletimizin değerlerine yabancı, onu dışlayan, aşağılayan, şu veya bu sebeple karşı çıkan bir ordu düşünülemez. Böyle bir yasağın hiçbir hukukî ve vicdanî dayanağı olamaz. Böyle bir yasak, her şeyden önce, insan haklarına aykırıdır.

Değerli arkadaşlarım, milleti ile ordusu arasında bir soğukluğa yol açacak, sevgiyi azaltacak bu tür uygulamaların düşmanların işine yarayacağını düşünüyorum ve bundan da, herhalde, kimsenin kuşkusu yoktur.

Değerli arkadaşlarım, milletimiz, asker millettir ve yurdumuza göz diken düşmanlara karşı yekvücut mücadele vermiştir, bundan böyle de verecektir. Askerimizin maddî ve manevî bilgilerle mücehhez olması, aynı zamanda sevgi ve dayanışma, elbette, onun moral gücünü de artıracaktır.

Bugün, Silahlı Kuvvetlerle ilgili 4 tasarıyı arka arkaya görüşüyoruz. Elbette, onların ihtiyaçlarının en üst düzeyde karşılanması, eğitimlerine dikkat edilmesi, bütün teknik donanımlara önem verilmesi gerekiyor; ama, milletin bir parçası olan Ordumuzda, asker kişiler ile onların yakınları veya ziyaretçileri arasında böylesine bir kopukluk meydana getirecek bu uygulamanın vicdanları yaraladığını düşünüyorum ve dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisimizde, bir vatandaşımızın feryatlarını içeren bir dilekçesini ve belki, bu dilekçe vermeyi aklına getiremeyen veya ıstırabını kendi gözyaşlarıyla içine gömen binlerce insanın hislerine tercüman olduğumu düşünüyorum.

Gözbebeğimiz olan Ordumuzun, elbette, maddî ve manevî bir olgunluk içerisinde olması, halkıyla bütünleşmesi ve onun değerleriyle kucaklaşması her zaman olmuştur, bundan böyle de olmalıdır ve olacaktır. Onu, böyle bir kucaklaşmanın dışında tutmaya matuf, hiçbir aklî ve vicdanî dayanağı olmayan bu tür yasaklamaların, millet vicdanını rencide etmekle beraber, aynı zamanda devlet-millet, millet-ordu arasındaki sevgi bağlarını zedeleyeceğini de düşünüyorum.

Değerli Bakanımızdan ve burada hazır bulunan Silahlı Kuvvetlerimizin değerli görevli personelinden, bu yasaklar konusunda, bir an evvel, milletimizi memnun edecek, gönlünü hoş tutacak ve böyle, insan haklarına aykırı bir yasağın derhal kaldırılmasını sağlayacak girişimde bulunmalarını bekliyor ve ümit ediyoruz.

Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arınç.

Başka söz talebi?.. Yok.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz efendim.

BAŞKAN – Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmış oldu.

Maddelere geçilmesini oylarınıza sunacağım; karar yetersayısının aranılması istenmiştir, onu arayacağım.

Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...

Sayın milletvekilleri, karar yetersayısına ulaşılamamıştır.

Saat 17.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati : 16.50

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 17.00

BAŞKAN : Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL

KÂTİP ÜYELER : Tevhit KARAKAYA (Erzincan), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

IV.—KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.—Harp Okulları Kanunu Tasarısı ve Millî Savunma ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/423) (S. Sayısı :380) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet hazır.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmış; maddelerine geçilmesinin oylanması sırasında karar yetersayısına ulaşılamamıştı. Şimdi, sayımda tereddüte mahal bırakmamak üzere, maddelere geçişin oylanmasını elektronik cihazla yapacağız.

Cihaza giremeyenler, oy pusulası göndererek kararlarını belli etsinler.

Oylama için 5 dakikalık süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı vardır ve tasarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, bir hususu açıklamak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Grubumuzdan karar yetersayısı isteyen arkadaşımız oldu; ancak, yanlış anlamaya meydan vermemek için açıklama yapmak istiyorum.

İktidarın, getirdiği kanun tasarılarını geçirme ve müzakerelerde gerekli asgarî nisap olan karar yetersayısını bulundurma görevi kendisine aittir. Tasarı, komisyonda, bütün partilerin karşı oy yazısı olmaksızın geçmiştir. Bir yanlış anlaşılmaya meydan vermemek noktasından bunu söylüyorum. Sadece bu tasarı için değil, her tasarı için, hükümet, çoğunluğu burada bulundurmak durumundadır, mecburiyetindedir. Buna benzer taleplerimiz olacaktır ve bu taleplerimiz olduğunda, lütfen, yanlış anlaşılmasın diye bu açıklamayı yapıyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şimdi, 1 inci maddeyi okutuyorum :

HARP OKULLARI KANUNU TASARISI

BİRİNCİ BÖLÜM

Amaç, Kapsam ve Tanımlar

Amaç

MADDE 1. — Bu Kanunun amacı, Türk Silâhlı Kuvvetleri harp okullarındaki yükseköğretimle ilgili amaç ve ilkeleri belirlemek, harp okullarının teşkilâtlanmasını, görev ve sorumluluklarını, eğitim, öğretim, araştırma, yayın, öğretim elemanları ve öğrencilerle ilgili esasları düzenlemektir.

BAŞKAN – Madde üzerindeki ilk konuşma, Doğru Yol Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Yıldırım Ulupınar'a ait. Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

DYP GRUBU ADINA YILDIRIM ULUPINAR (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Harp Okulları Kanunu Tasarısı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Grubum ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum, ayrıca, Galatasaray'a başarılar diliyorum.

Değerli milletvekilleri, yürürlükte bulunan Harp Okulları Kanunu 1971 tarihlidir. 1462 sayılı Kanun, harp okullarının kuruluş, görevleri, giriş şartları, öğretim ve eğitim süresi, okuldan çıkarma gibi düzenlemeleri kapsamaktadır. Görüşmekte olduğumuz bu tasarıyla, harp okullarında, temel bilimler, mühendislik ve sosyal bilim dallarının birinde lisans düzeyinde eğitim ve öğretim yapılması amaçlanmaktadır.

Elbetteki, güçlü olmanın temel taşlarından biri de, bilim ve teknolojiyi takip eden, kullanan ve hatta daha ileriye götürmeyi sağlayacak bilgi donanımına sahip nesiller yetiştirmektir. Özellikle 2000'li yıllar, insanın teknolojiye hükmettiği bir çağ olacaktır. Teknoloji, insanın görevini yapmakta yardımcı olma özelliğini koruyacaktır; ancak, insan yine de egemen güç olarak varlığını sürdürecektir. Silahlar ne kadar akıllı olursa olsun, ancak onları kullanan insanlar kadar akıllı olabileceği gerçeğinden hareketle, ehil liderlerce sevk ve idare edilen kaliteli askerler, geleceğin muharebe alanlarında başarının yegâne temeli olarak kalmaya devam edecektir. Bu nedenle, eğitim son derece önemlidir.

Askerin temel muharebe etme becerilerinin geliştirilmesi bugünkünden çok daha uzun zaman alacağından, bu durum ise uzmanlığı gerektirmektedir. Teknolojiyi en iyi şekilde kullanabilecek, kavrama yeteneği yüksek, şu an için yeterli sayılabilecek bedensel standartların çok üstünde, iyi motive edilmiş, moralman güçlü asker, 2000'li yılların silahlı gücünü temsil edecektir.

Teknolojideki sürekli gelişim, kendisini, harp ve muharebe alanlarında da hissettirmektedir. Bu nedenle, eğitim müesseselerini de teknoloji ve bilim çağına uydurmak ve yeni ihtiyaçlara cevap verecek düzeye getirmek zorunludur. Bilim ve teknoloji temeline dayalı olan savunma sanayiinin, ülkenin insan, makine ve teknolojik bilgi altyapısının gelişmesiyle, bunların ürünlerinin ortaya çıkmasına yardımcı olduğu ve toplumsal refaha doğrudan katkıda bulunduğu bir gerçektir.

Teknolojideki sürekli gelişim, harp silah ve araçlarını değiştirmekle birlikte savaş tekniğini de geliştirmiştir. Harp okullarını gelişen teknoloji ve bilim çağına uydurmak ve yeni ihtiyaçlara göre geliştirmek zorunluluğu ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Gelişen teknoloji, eğitim ve öğretim programlarının, fen, matematik ve teknik ağırlıklı olmasını ve aynı zamanda, mevcut uygulamadan farklı olarak, üniversitelere eşdeğer bilimsel dal programlarının yürürlüğe sokulmasını zorunlu kılmaktadır.

Günümüzde, harp okullarındaki eğitim ve öğretimin üniversitelerde okutulan bilimsel dal programlarına eşdeğerliliğinin sağlanması ihtiyacı önem kazanmış bulunmaktadır. Bu şekilde, temel bilimler, mühendislik ve sosyal bilim dallarından birinde lisans düzeyinde eğitim verilmesi sağlanılabilecek ve müteakiben, kuvvet komutanlıklarının ihtiyaç duyması halinde, lisansüstü eğitim ve öğretim imkânı yaratılabilecektir.

Dünyada en öncelikli ve en hızlı gelişmelerin tıp ve askerlik alanlarında yaşandığı ve çağımızda, askerlik konseptinin atmosfere ve uzaya hâkim olma seviyesinde yoğunlaştığı, Türkiye'nin içerisinde bulunduğu jeopolitik konumu, bizlerin üstün bir askerî güce sahip olmamızı gerektirmektedir.

Dünyadaki belirli bazı ülkelerin harp okulu eğitim ve öğretim sistemini incelediğimizde:

Amerika Birleşik Devletlerinde harp okullarının eğitim ve öğretim sisteminde, bu okullarda eğitim ve öğretim süresinin dört yıl olduğu, lisans düzeyinde eğitim ve öğretim yapıldığı, verilen diplomaların üniversitelerce denkliğinin kabul edildiği belirlenmiştir. Harp okulu mezuniyetinden sonra, kuvvetlerin ihtiyacına ve personelin isteğine uygun olarak, sivil üniversiteler ile askerî nitelikteki üniversitelerde eğitim ve öğretim yapılmaktadır. Amerika Birleşik Devletlerinde, harp okullarında öğretim elemanı olabilmek için, en az yükseklisans öğrenimi yapmış olmak zorunludur. Doktora eğitimi görmüş personel akademik kadroya atanabilmekte ve profesörlüğe kadar yükselebilmektedir.

Fransa'daki harp okulları sistemi incelendiğinde; bu okullarda, lise mezuniyetini müteakip, öğrencilere iki yıl matematik ağırlıklı fen eğitimi verilmekte olduğu, bu eğitimi bitiren öğrencilerin üç yıl süreli olan harp okulları eğitimine kabul edildiği görülmektedir. Lisans düzeyinde olan bu eğitim, lisansüstü eğitim için geçerli sayılmaktadır. Mezun olan öğrencilere de, mühendislik diploması verilmektedir. Lisansüstü eğitim ve öğretim sivil üniversitelerde de verilmektedir.

İngiltere'de eğitim ve öğretim sistemi farklı olup, üniversite mezunu subaylar nasbedilmekte ve bir veya iki yıllık eğitimle subay yetiştirilmektedir.

Almanya'da üç yıl süreyle eğitim veren iki ayrı silahlı kuvvetler üniversitesi bulunmaktadır. Bu üniversitelerde, lisans düzeyinde eğitim ve öğretim yapılmaktadır. Bu üniversitelere kabul edilmeden önce, öğrenciler, bir ilâ üç yıl temel eğitime ve ihtisas eğitimine tabi tutulmaktadırlar. Bu eğitimlerini başarıyla bitirenler, lisans eğitimine kabul edilmektedirler. Lisansüstü eğitim ise, çeşitli branşlarda, üniversitelerde yapılmaktadır.

Mısır'da harp okulları eğitim ve öğretimi, dört yıl süreyle, lisans düzeyinde olup, işletme, ekonomi, bilgisayar, mühendislik dallarında eğitim ve öğretim vermektedirler. Binbaşı rütbesinden sonra silahlı kuvvetlerde ve sivil üniversitelerde master ve doktora yapabilmektedirler.

Türkiye'de, öğrenim, 2547 sayılı Yasayla düzenlenmiş bulunmaktadır; ancak, Anayasanın 132 nci maddesiyle, Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı yükseköğrenim kurumlarının kendi özel kanunlarına tabi olacağı hükmünü getirmektedir. Huzurlarınızdaki Harp Okulları Kanunu Tasarısıyla, bilimsel özerklik kavramı, bu anayasal düzenlemeye paralel, askerlik kavramıyla bağdaşmış bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Harp Okulları Kanununun revize edilmesi kaçınılmazdır; ancak, uzun zamandır Genel Kurulda görüşülmesi beklenen YÖK kanunu tasarısının bir türlü görüşülmemesi, bizleri, bu kanun tasarısı çıktıktan sonra tekrar değişiklik yapmak zorunda bırakacaktır.

DYP olarak, bu kanun tasarısının tam ve eksiksiz çıkabilmesi için, YÖK kanunu tasarısı Meclisten geçtikten sonra bu tasarının Meclisten geçmesi arzumuzdur; fakat, hükümetin ısrarı halinde, bu tasarıya olumlu oy kullanacağımızı ifade ediyor; tasarının hayırlı olmasını temenni ediyor; Grubum ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ulupınar.

Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Ilıcak; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

FP GRUBU ADINA AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Değerli Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 380 sıra sayılı Harp Okulları Kanunu Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına bütün milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.

1 inci madde, amaç maddesi. Amaç nedir diye baktığımızda; lisansüstü eğitime imkân vermek, harp okullarının kendi akademik kadrolarını yetiştirmesini sağlamak.

Başarının temeli iyi bir eğitim olduğuna göre, biz elbette Grup olarak, eğitimin seviyesinin yükseltilmesini desteklemekteyiz; ama, bazı çekincelerimiz var. Eğitimde birlik adına, sivil denetimi şart koşuyoruz; eğitim ilkelerinin tespitinde hassas davranılması gerektiğini savunuyoruz; aynı zamanda, okullara girecek öğrencilerin seçiminde objektif kriterlerin uygulanmasını, bu yüzden de, sivil akademik kadroların denetimini, ağırlığını savunmaktayız. Yani, dizginler, kısacası, sivillerin elinde olmalı.

Biraz önce, değerli Grup Başkanvekilimiz Bülent Arınç'ın ortaya koyduğu bu başörtüsü meselesi dahi, eğitimdeki aksaklıkları ortaya koymaktadır.

Şimdi, biz, tasarının 5 inci maddesine baktığımızda, burada, eğitimin ilkelerini görüyoruz. Nedir eğitimin ilkeleri: "Öğrencilere Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Atatürk milliyetçiliği, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerine bağlı hizmet bilincinin ve meslekî değerlerin kazandırılması..." Bu ilkelere bir itirazımız olmayabilir; ama, dozajının çok iyi ayarlanması gerektiği üzerinde duruyoruz. Mesela, Atatürk ilkelerine bağlılık, Atatürk'ün ilahlaştırılması veya putlaştırılması biçiminde tezahür etmemeli. Laik cumhuriyete inanç, farklı düşünce sahiplerini iç düşman olarak algılama ve onları imha etme duygusunu aşılamamalı. Bu eğitimde, demokrasi, sivil otoriteye saygı, hukukun üstünlüğü, birey hakları gibi unsurlara belki biraz daha ağırlık verilmeli. Özetle, Anayasamızın 2 nci maddesinde yer alan "demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti" tanımındaki "hukuk devleti" ibaresine belki biraz daha fazla özen gösterilmeli. Avrupa Birliğine girmeye hazırlanan bir Türkiye'de, Kopenhag kriterleri ve Avrupa Birliğinde asker-siyaset ilişkileri, yetişen genç subaylarımıza arizamik öğretilmeli.

Değerli milletvekilleri, burada kısaca bir güncel meseleye temas etmek istiyorum. Demokratik ve gerçek anlamda Batılı bir ülkede hiçbir genelkurmay başkanı, cumhurbaşkanının seçimi üzerinde söz söyleyemez. Bırakınız siyaset yapmayı, askerler, savaş konusunda da fikir beyan edemezler. Hatırlayalım Körfez Savaşını, hatırlayalım Schwarzkopf'u; "ben olsaydım Bağdat'a kadar yürürüm" dediği için görevinden alınmıştır.

Efendim, Cumhurbaşkanı başkomutanmış, bu yüzden askerlerin söz hakkı varmış, gibi bir mazereti kabul etmemize imkân yok; çünkü, başkomutanlık, Anayasamıza göre, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevî şahsiyetinden ayrılamaz. Dolayısıyla, ben bu müdahaleden rencide olduğumu, Yüce Meclisin kürsüsünde ifade ediyorum ve bu cümlelerimle, benim gibi düşünen -hangi partiden olursa olsun- arkadaşlarıma tercüman olduğumu düşünüyorum.

EROL AL (İstanbul) – Sen kendi işine bak!..

AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) – Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının, vatan savunmasında meslekî açıdan fevkalade iyi yetiştirildiği konusunda tereddütlerimiz yok; ama, başka hususlarda tereddütlerimiz mevcut. Acaba, Kuleli'den itibaren harp okullarına gelinceye kadar ve harp okulları da dahil olmak üzere, yarının subaylarına, komutanlarına, generallerine demokrasi bilinci yeterince aşılanıyor mu? 1960'tan beri süregelen darbelere baktığımızda, bu konuya, maalesef, olumlu cevap veremiyoruz.

Acaba, İç Hizmet Kanununun 38 inci maddesi, yani, cumhuriyeti koruma ve kollama ilkesi, genç subaylarımıza yanlış bir yorumla mı aktarılmakta?

Neden, zaman zaman, bazıları halaskâran zihniyetiyle ülkemizi uçurumun kenarında görerek müdahalede bulunuyorlar, darbe yapıyorlar? Acaba, bunları, eğitimdeki bazı eksikliklere veyahut birtakım fazlalıklara bağlamamız mümkün mü?

Değerli arkadaşlar, Amerika Birleşik Devletlerindeki West Point Akademisinin temel hedefi, lider karakterdeki komutanları, askerleri yetiştirmektir. Bu hedefe ulaşmak için, öğrencilere, ömür boyu ülkesine hizmet etme duygusunu kazandıracak bir eğitim programı hazırlanmıştır. West Point'teki akademik program, dekan tarafından planlanıp yürütülür. Dekan, general rütbesinde 5 kişiden oluşan bir komite tarafından atanmakla birlikte, bu atanmanın onayını, Savunma Bakanı ve Amerika Birleşik Devletleri Başkanı verir; aynı zamanda, son kararı da Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi vermektedir. Akademideki bölüm başkanlarını da, Senato Silahlı Kuvvetler Komitesi belirlemektedir. Görüldüğü gibi, Amerika'nın bu çok itibarlı kurumunda, son söz, sivillere ait.

İşte, biz, her zaman, şunu savunageldik: Bir ülkede gerçek demokrasi olması, nihaî kararın, her zaman, seçilmiş sivil kadrolarda olmasına bağlıdır. Oysa, harp akademileri tasarısına bakıyoruz -35 inci madde konusunda da bir değişiklik teklifimiz zaten olacak- öğretim faaliyetlerinin bilimsel yönden denetlenmesinin YÖK Denetleme Kurulu tarafından yapılmasına bile itiraz edilmiş; denetim, Harp Okulu Bilimsel Denetleme Kurulu tarafından yapılacak. Oysa, YÖK'te, Genelkurmayın temsilcisi var; YÖK Denetleme Kurulunda da var; yani, bütün sivil kuruluşlarda, bir anlamda, askerin gözü kulağı bulunacak; ama, askerî kuruluşlar sivil denetim altında olmayacak. Değerli arkadaşlar, bunu kabul etmemize imkân yok. Çok önemli olan bu kurumlarda, yarının subayları yetişiyor; bu subayların nasıl yetiştiğini bilmek bizim hakkımız. Teknik meslekî dersler haricinde, subaylarımıza, Kuleli'den itibaren, demokrasi bilinci yeterince aşılanıyor mu? "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ilkesi, yeterince kendilerine öğretiliyor mu?

Değerli arkadaşlar, ikiyüz yıldır Batılı olmaya çalışıyoruz. İlk başlarda, Batıya yönelmemizin sebebi, parçalanan bir imparatorluğu yeniden ihya etmekti. Bir savunma refleksiyle Batılılaşmaya sarıldık. Atatürk "muasır medeniyet" derken, iki kelimeyle Batılılaşma hedefini gösterdi. O günlerde de, elbette, Batı'ya karşı bir Sevr kompleksini hissedebilirdik; üstelik, biz, parçalanan bir imparatorluğun mirasçılarıydık; ama, artık, bu Sevr kompleksini terk etmemiz, müşterek ve evrensel değerlerden oluşan bir medeniyete, kendi İslamî birikimimiz ve kendi kültürümüzle nasıl katkıda bulunabiliriz diye bunları incelememiz, bunları irdelememiz gerekiyor.

Demokrasi, insan hakları, katılımcılık ve çoğulculuk ortak paydasında buluşan ülkeler, Batı'yı oluşturmaktadır. Eğer, ikiyüz yıllık Batılılaşma sevdasını sonuçlandırmak istiyorsak, Avrupa Birliğine üye olmamız gerekir. Avrupa Birliğine üye olabilmemiz için, liberal demokrasiyi benimsemeliyiz. Batılı olmak, önce, jakoben devlet anlayışını, toplum mühendisliğini terk etmekle mümkündür. Seçkinci, tepeden inmeci, vesayetçi bir Batıcılığın yerini, süratle, sivil bir Batılılaşma süreci almalı, almaktadır da. Demek, seçkinler, önce kendilerini değiştirmeli, önce yönetim anlayışlarını değiştirmeli. Ben, bunu, hem asker hem de sivil bürokrasi için söylüyorum. Toplumu dönüştürmeye çalışmadan önce, kendi zihniyetlerini değiştirmeye çalışmak zorundalar; çünkü...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Sizin de neler yaptığınız gördük!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) – Bir dakika...

BAŞKAN – Efendim, devam buyurun; toparlayın efendim.

AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, aslında, Batılılaşma sürecinin önderleriydi bu asker-sivil bürokrasi. Fakat, Batılılaşmanın anlamı değiştikçe, Batılılaşma liberal demokrasi anlamına geldikçe, maalesef, onlar önderiyken Batılılaşmanın, engeli haline geldiler. Eğer bu zihniyet değişmezse, eğer toplumun dinamiklerine öncelik verme inancı buralarda pekişmezse, şundan üzüntü duyabilirim; Avrupa Birliği, bize bir hayal olarak kalır. Bu yüzden, değerli askerlerimizi demokrasinin faal aktörleri gibi görmek istediğimiz için, eğitimlerine büyük özen gösterilmesi gereğini ve daha, belki, Kuleli yıllarından itibaren, kendilerine, hukukun üstünlüğü, demokrasi bilinci, millet hâkimiyeti gibi kavramların çok iyi öğretilmesi gerektiğine inanıyoruz. Çünkü, Atatürk'ün çizdiği hedef muasır medeniyettir, başörtü meselesi değildir; zihinlerin değişmesi, liberal demokrasinin bu ülkede hâkim olması ve milletin söz sahibi olması, milletin değerlerinin baş tacı edilmesi demektir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ilıcak.

Şahsı adına Sayın Ramazan Gül; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

RAMAZAN GÜL (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Harp Okulları Kanunu Tasarısıyla ilglili olarak görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım; ayrıca, Galatasarayımıza da bugünkü maçında başarılar dilerim.

Değerli milletvekilleri, 21 inci Yüzyıla girerken, bilgi toplumuna geçiş sürecinde insanlığın itici gücünü, bilgiyle donanmış eğitimli insan oluşturmaktadır.

Bilgi çağının insanı, bilgiye nasıl ulaşılabileceğini bilen, ulaştığı bilgiyi kullanan, düşünme, algılama ve problem çözme yeteneği bakımından gelişmiş, bilgiyi yaratıcı bir şekilde kullanabilen, bilgi çağı kimliğine uygun, bilim ve teknoloji üretimine yatkın, kendini tanımaktan, ifade etmekten ve düşündüklerini de açıklamaktan korkmayan, edindiği bilgiler aracılığıyla, işi, görevleri ve geleceği arasında ilişkiler kurarak yeni bilgiler üretebilen insandır. Bu anlamda yetişmemiş, alması gereken eğitimi zamanında almamış ve yeterli bilgi seviyesine erişmemiş olanlar zaman içerisinde küçülerek etkisizleşecek ve kaybolacaklardır.

Görüşülmekte olan tasarının 2 nci maddesi, kapsamından bahsetmektedir.

BAŞKAN – 1 inci maddeyi görüşüyoruz efendim!..

RAMAZAN GÜL (Devamla) – Pardon efendim...

Bu insan profiline paralel olarak, eğitim sisteminde de iletişim becerisi gelişmiş, ilgi ve yeteneklerini tanıyan, yaratıcı ve eleştirel düşünceye sahip ve bunu yaşamına uygulayabilen, sorunlara çözüm oluşturabilecek kişilikte bireylere ihtiyaç duyulacaktır. Eğitimli insan, bilgisinin ürünlerini kullanan, kullandıkça da bilgiler üreten insandır.

Değerli milletvekilleri, büyük bir hızla gelişen silah sistemlerine karşı en önemli silah, yeterince eğitilmiş insan ve birliklerdir. Bu nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, bir yandan Silahlı Kuvvetlerimizi, zamanımızın ve geleceğin şartlarına uyan tüm teknolojik silah ve sistemlerine sahip kılmaya çalışırken, diğer taraftan bilgi çağının silahlı kuvvetlerini oluşturacak en önemli unsur olan insan yetiştirmeye yönelik eğitim ve öğretim ortamını oluşturmak zorundayız.

Teknolojideki sürekli gelişim, harp silah ve araçlarını değiştirmekle birlikte, savaş tekniğini de geliştirmiştir. Harp okullarını, gelişen teknoloji ve bilim çağına uydurmak ve ihtiyaçlara göre geliştirmek zorunluluğu ortaya çıkmış bulunmaktadır. Gelişen teknoloji, eğitim ve öğretim programlarının, fen, matematik ve teknik ağırlıklı olmasını ve aynı zamanda, mevcut uygulamadan farklı olarak, üniversitelere eşdeğer bilimsel dal ve programların yürürlüğe sokulmasını zorunlu kılmaktadır.

Günümüzde, harp okullarında eğitim ve öğretimin, üniversitelerde okutulan bilimsel dal programlarına eşdeğerliliğinin sağlanması ihtiyacı çok önemlidir. Bu şekilde, temel bilimler, mühendislik ve sosyal bilim dallarından birinde lisans düzeyinde eğitim verilmesi sağlanabilecek ve müteakiben, kuvvet komutanlıklarının ihtiyaç duyması halinde, lisansüstü eğitim ve öğretim imkânı yaratılabilecektir.

Böylece, harp okullarında, küreselleşmenin getirdiği karmaşık boyutlar dikkate alınarak, vizyon sahibi, geleceği öngören, değerlendirebilen ve çözüme yönelik temel yaklaşımlar ortaya koyabilen komutan ve kritik kadrolarda istihdam edilecek liderler yetiştirebilecektir.

Çıkacak bu yasa bütün bunları sağlayarak yarının subayının en iyi şekilde yetiştirilmesine imkân verecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; harp okullarındaki eğitimin, bilimsel, askerî, bedenî kabiliyet ve liderlik boyutları vardır. Üniversitelerin, bu boyutların yalnızca bilimsel tarafıyla ilgilendiğini düşünürsek, farklılık ortaya çıkmaktadır. Bilimsel boyutun sağlanabilmesi için gerekli kuruluş, üniversitelere benzetilmektedir. Elbette bilimsel özerkliği sağlamak ve devam ettirmek için gerekli öğretim kadrosunun da teşkil edilmesi gerekir. Bunu temin etmek amacıyla, tamamen YÖK esasları dahilinde öğretim üyesi yetiştirilmesi öngörülmekte ve harp okullarında profesör kadroları ihdas edilmektedir. Bu şekilde yetişmiş asker öğretim üyelerinin bünyede tutulmalarına ve üniversitelerde olduğu gibi, uzun süre hizmete devam etmelerine de imkân sağlanmaktadır.

Bu çerçevede belki bazı sayın milletvekillerimizin aklına bilimsellikle askerî disiplinin nasıl bağdaştırılabileceği sorusu gelecektir.

Sayın milletvekilleri, bu konuda tereddüde hiç yer olmadığı kanaatindeyim. Çünkü, iftihar ederek, ifade ediyorum ki, Türkiye'de bilimselliğe en çok önem veren kurumumuz, belki de, Silahlı Kuvvetlerimizdir. Dolayısıyla, bu müessesede gördüğümüz düzen, intizam ve disiplin, bırakın, bilimselliğe zarar vermeyi, bilakis, ona daha uygun ortamı yaratarak, katkıda bulunmaktadır. Bunu, Harp Okullarında yaptığımız inceleme gezilerinde de gördük.

Anayasamızın 131 inci maddesine göre, lisansüstü eğitim, askerî nitelikte bir üniversite kurulmasıyla mümkün bulunmaktadır. Mevcut tasarıyla, kuvvet komutanlıklarının ihtiyaç duyacağı ve mevcut üniversitelerde olmayan bilim dallarında lisansüstü eğitim verebilmek için enstitü kurabilme yetkisi verilmektedir. Bu enstitüde de askerî bilimler alanında yapılacak yükseklisans eğitimleri sayesinde, Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin eğitim kurumlarında aldıkları eğitimlerinin, hangi seviyede olursa olsun, bir üst basamağa çıkarılması özendirilmiş olacaktır. Hepiniz takdir edersiniz ki, Türk Silahlı Kuvvetleri saflarında hizmet veren personelden mastır ve doktora eğitimi yapmış personel sayısı ne kadar çok olursa, bilim çağının gereği olan bu birikim, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve milletimizin emrinde bir hizmet olarak sunulmuş olacaktır. Bu da, öncelikle, hepimizin göğsünü kabartacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, çağımız dünyasında bazı ülkelerin harp okulları eğitim ve öğretim sistemlerini kısaca özetlemek istiyorum: Bugün, Amerika Birleşik Devletleri harp eğitim ve öğretimi sistemini incelediğimizde, bu okullarda eğitim ve öğretim süresinin dört yıl olduğu, lisans düzeyinde eğitim ve öğretim yapıldığı, verilen diplomaların üniversitelerce eşdeğer kabul edildiği belirlenmiştir. Okullarında eğitim ve öğretim elemanı olabilmek için en az yüksek lisans öğrenimi yapmış olmaları zorunludur. Doktora eğitimi görmüş personel, akademik kadroya atanabilmekte ve profesörlüğe kadar yükselebilmektedir.

Keza, Fransa'da harp okulları sistemini incelediğimizde, bu okullarda lise mezuniyetini müteakip öğrencilere iki yıl matematik ağırlıklı fen eğitimi verilmekte olduğu, bu eğitimi (ön lisans) bitiren öğrencilerin üç yıl süreli olan harp okulları eğitimine kabul edildiği görülmektedir. Lisans düzeyinde olan bu eğitim, lisansüstü eğitim için geçerli sayılmaktadır.

İngiltere'de eğitim ve öğretim sistemi farklı olup, üniversite mezunları subay nasbedilmekte ve bir veya iki yıllık eğitimle subay yetiştirilmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Gül, lütfen toparlar mısınız.

RAMAZAN GÜL (Devamla) – Almanya'da üç yıl, Mısır'da keza dört yıl, Ürdün'de de dört yıl olmaktadır.

Türkiye'de yükseköğretim, 2547 sayılı Yasayla düzenlenmiş bulunmaktadır. Anayasamızın 132 nci maddesi, Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı yükseköğretim kurumlarının özel kanun hükümlerine tabi olacağını öngörmektedir. Keza, 2547 sayılı Kanunun 2 nci maddesi de Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı yükseköğretim kurumlarının ayrı kanunla düzenleneceğini hükme bağlamaktadır.

Harp okullarının mevcut statüsünün üniversitelerde bilimsel dal eşdeğerliliğine kavuşturulması ve lisansüstü düzeyde eğitim verebilmesi için 2547 sayılı Kanuna paralel bir yasal düzenlemenin yapılması 21 inci yüzyıl subaylarının yetiştirilmesi açısından yararlı mütalaa edilmektedir.

Milletimizin gözbebeği Silahlı Kuvvetlerimizi, çağdaş milletlerin silahlı kuvvetlerinin gerisinde bırakmamak, şimdiye kadar olduğu gibi, 21 inci yüzyılda da en önlerdeki yerini muhafaza edebilmek için bu yasaya ihtiyaç vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Gül, son cümleniz için açıyorum; lütfen, tamamlayın.

RAMAZAN GÜL (Devamla) – Tasarının, ülkemize ve Türk Silahlı Kuvvetlerimize hayırlı olmasını diler, hepinizi saygıyla selamlarım. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Başka şahsı adına görüşlerini açıklayacak milletvekilimiz?.. Yok.

Madde üzerinde değişiklik önergesi yok.

Maddeyi, komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum.

Kapsam

MADDE 2. — Bu Kanun, Türk Silâhlı Kuvvetleri harp okullarını, bunlara bağlı eğitim-öğretim kurumlarını ve bunlarla ilgili faaliyet ve esasları kapsar.

BAŞKAN – Grupları adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu'na ait. (FP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

Süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli bürokratlar ve asker kardeşlerimiz; hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, görüşülmekte olan yasa tasarısının kapsamla ilgili 2 nci maddesi hakkında, Grubum adına söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar, ben, bir üzüntümü, tekrar, burada belirtmek istiyorum. Biraz önce Grup Başkanvekilimiz belirtti; ama, ben bir daha belirtmek lüzumunu hissediyorum.

Ülkemizin en önemli kurumlarından biri olan harp okullarımızın, Genelkurmayımızın yönlendirilmesine müteallik, harp okullarımızın yeniden yapılandırılmasıyla ilgili bir yasa tasarısını görüşüyoruz. Öyle zannediyorum ki, evet, Galatasarayın maçı çok önemli, gidilmesi gerekir, desteklenmesi gerekir; ama, hiç olmazsa, en az onun kadar, belki de ondan daha fazla, bu yasa tasarısının burada ilgiyle izlenmesi lazım. Onun için, belki de, yasa tasarısına karşı olduğumuzdan değil; ama, ilginin buraya yönlendirilmesi açısından, belki de, sık sık karar yetersayısının aranmasını isteyeceğiz; bunu bilgilerinize sunalım. Lütfen, şimdiden arkadaşlarınızı davet ediniz, burada bulunsunlar.

Değerli arkadaşlar, bu maddeyle ilgili olarak, kapsam deyince, tabiî, bütününü ele almak gerekiyor; çünkü, yasanın bütünü kapsam içerisindedir.

Evvela, birkaç madde hakkında olumlu tespitlerimizi ifade edelim: Mesela, yasa tasarısının 5 inci maddesinde "evrensel kültür" ibaresi yerine "evrensel değerler" olarak redaksiyona tabi tutulmak suretiyle, madde, zenginleştirilmiş bulunuyor. Bundan şunu anlıyoruz: Millî kültürümüzün ve değerlerimizin, evrensel değerlerle zenginleştirileceği, kendi kültür ve değerlerimizin, evrensel kültüre de katkısının sağlanacağı mesajı veriliyor; bu, oldukça önemli bir gelişme.

Tasarının 9 uncu maddesiyle, okul komutanlığıyla ilgili bir terim kullanılıyor ve bir komutan profesör unvanı kullanılıyor, bundan anladığımız şu: Üniversitelerimizin daha dinamik bir yarış içine girmelerine katkı sağlayacak bir düzenleme yapılmış oluyor.

10 uncu maddede, eğitim kurumlarıyla aynı statüye kavuşturulması, üniversite seviyesine çıkarılması; eğitimin daha yoğun bir şekilde yapılacağı mesajı veriliyor.

13 üncü maddede "enstitü başkanının atanması" ibaresi "öğretim üyesi asker enstitü müdürünün atanması" şeklinde değiştirilmek suretiyle, askerî kişilik yerine ilmî kişiliğin öne çıkarıldığı görülüyor.

Yine, bu tasarıda, yükseköğretim kurumları arasında kadro eşitliğinin sağlanması ve doktora seviyesindeki kadronun önünün açılması temin edilmiş oluyor.

Yine, bu tasarıda, dünyadaki gelişmelerin bu kuruma kazandırılması amacı öngörülüyor.

Değerli kardeşlerim, bu tespitlerden sonra ifade etmek istediğimiz husus şu: İkinci Dünya Harbinden sonra, bütün dünyada, büyük kuruluşların, değişimin meydan okumasıyla başa çıkmaya çalıştığı bir dönemde, 1,5 milyon işgörene, 63 milyar dolarlık bir bütçeye ve dünya çapında çok çeşitli ve fakat stratejik ittifaklara sahip, global bir güç olan Amerika Birleşik Devletleri Kara Kuvvetleri, dünyanın en büyük ve karmaşık kuruluşlarının başında bulunmaktaydı.

Bu dev kuruluş, soğuk savaşın sona ermesinden bugüne birçok firmaya ve organizasyona oranla çok daha köklü ve başarılı bir dönüşüm geçirmiş bulunuyor. Bu dönüşümün ilgiyle izlenmesi lazım. Kendini, enformasyon çağına göre teçhiz etmiş, çok geniş bir görevler yelpazesine uyum sağlayacak şekilde yeniden düzenlemiş ve onlarca yıllık bürokratik yönetemleri bir kenara bırakıp, 600 000 kişiye varan büyük çaplı bir küçülmeyi de başarıyla tamamlamıştır.

Örgütlerini yeni çağın ihtiyaçlarına göre dönüştürmek isteyenlere çok önemli bir model teşkil eden bu tip uygulamalardan yararlanılarak, yeniden yapılandırılmak istenen harp okullarımızın, Amerika Birleşik Devletlerindeki West Point Askerî Harp Akademisi tarzına dönüştürülmesi oldukça önemli ve etkileyici bir gelişmedir. Ulusumuza savunma hizmeti sunacak ve ömür boyu ülkesine hizmet etme duygusuna sahip karakter yetiştirilmesini hedefleyen bu tasarıyı önemsediğimizi de belirtmek isterim.

Yalnız, harp okullarının teşkilat ve işleyişini düzenleyen bu yasa tasarısının ardından, en kısa sürede, eğitim ve öğretim programlarının, dünya gerçeklerinden olan demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkeleriyle, şeffaflık gözönüne alınarak, yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Bu yapılanmaların iç ve dış politikalarla da desteklenmeleri gerekmektedir.

Harp Okulumuzu gezdik ve gördük. Özellikle, Okul Komutanını ve arkadaşlarını çok büyük gayretler içinde gördük; ancak, bu gayretlerin, daha bilinçli bir şekilde Parlamentomuz tarafından da desteklenmesi ve ilgiyle takip edilmesi gerekir. Bütün tarihimiz incelendiğinde görülecektir ki, askerî güçlerimiz, daima, kültürel ve ilmî gelişmenin önünde olmuşlardır. Bu yasa tasarısının da, ülkemizin, gerek demokratikleşmesinde, gerek insan hak ve özgürlüklerinin yaşanmasında ve gerekse teknolojik gelişmemizde önde olma çabalarına önemli katkılar sağlayacağına inanıyorum ve bu inancımı tekrar ederken, bu yasanın uygulanmasında, özellikle, yetiştirilecek komutanlarımıza, insan hak ve özgürlükleri açısından, demokratikleşme açısından ve bilâkaydü şart söz milletindir, hâkimiyet milletindir duygularının verileceği ve kazandırılacağı inancıyla, saygılarımı sunuyorum ve Yüce Parlamentomuzun değerli üyelerinin kulislerde değil, şu anda burada bulunması gerektiğini tekrar hatırlatıyorum.

Tekrar tekrar karar yetersayısının aranmasını istersek, lütfen, kusura bakmayın, kızmayın, darılmayın; amacımız, sizlerin ilgisini bu tasarının üzerinde toplamaktır.

Saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karapaşaoğlu.

Gruplar adına başka söz talebi yok.

Şahıslar adına söz talebi yok.

Görüşmekte olduğumuz 2 nci maddeyi Komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, 3 üncü maddeyi okutacağım. Yalnız, madde çok uzun, bu nedenle, Sayın Divan Üyesinin 3 üncü maddeyi oturarak okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

Tanımlar

MADDE 3. — Bu Kanunda geçen kavram ve terimler şunlardır :

a) Yükseköğretim Kurulu : 4.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanununun 6 ncı maddesine göre oluşturulan kuruldur.

b) Üniversitelerarası Kurul : 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanununun 11 inci maddesine göre oluşturulan kuruldur.

c) Yükseköğretim Kurumları : Üniversiteler, yüksek teknoloji enstitüleri ve bunların bünyesinde yer alan fakülteler, harp okulları, enstitüler, yüksekokullar, konservatuvarlar, meslek yüksek-okulları ile uygulama ve araştırma merkezleridir.

d) Harp okulu : Kara Harp Okulu, Deniz Harp Okulu ve Hava Harp Okulları olup, kuvvet komutanlıklarının kuruluşunda, Atatürk İlkelerine bağlı ve askerî değerleri haiz muvazzaf subay yetiştiren; lisans ve lisansüstü düzeyde eğitim ve öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapan, bilimsel özerkliğe sahip bir yüksek öğretim kurumudur.

e) Enstitü : Harp okullarında ilgili bilim dallarında lisansüstü eğitim-öğretim, bilimsel araştırma ve uygulama yapan bir yüksek öğretim kurumudur.

f) Öğretim elemanları : Harp okullarında görevli öğretim üyeleri, öğretim görevlileri, okutmanlar ile öğretim yardımcılarıdır.

g) Öğretim üyeleri : Harp okullarında devamlı veya geçici olarak görevlendirilen asker veya sivil, Türk veya yabancı uyruklu profesör, doçent ve yardımcı doçentlerdir.

1. Profesör : En yüksek düzeydeki akademik unvana sahip kişidir.

2. Doçent : Doçentlik sınavını başarmış, akademik unvana sahip kişidir.

3. Yardımcı Doçent : Doktora çalışmalarını başarı ile tamamlamış, ilk kademedeki akademik unvana sahip kişidir.

h) Öğretim Görevlisi : Ders vermek ve uygulama yaptırmakla yükümlü öğretim elemanıdır.

ı) Okutman : Eğitim-öğretim süresince çeşitli öğretim programlarında ortak zorunlu ders olarak belirlenen dersleri okutan veya uygulayan öğretim elemanıdır.

j) Öğretim Yardımcıları : Harp okullarında belirli süreler için görevlendirilen araştırma görevlileri, uzmanlar, çeviriciler ve eğitim-öğretim planlamacılarıdır.

1) Araştırma Görevlileri : Harp okullarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen diğer görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır.

2. Uzmanlar : Eğitim-öğretimle doğrudan veya dolayısıyla ilgili olan, özel bilgi ve uzmanlığa ihtiyaç gösteren bir faaliyetle belirli süreler için görevlendirilen öğretim yardımcılarıdır.

3. Çeviriciler : Sözlü veya yazılı çeviri işlerinde belirli süreler için çalıştırılan öğretim yardımcılarıdır.

4. Eğitim-Öğretim Planlamacıları : Eğitim-öğretim planlaması ile görevli öğretim yardımcılarıdır.

k) Bölüm : Amaç, kapsam ve nitelik yönünden bir bütün teşkil eden, birbirini tamamlayan veya birbirine yakın anabilim dallarından oluşan harp okullarının eğitim-öğretim, bilimsel araştırma ve uygulama birimidir.

l) Bölüm Başkanı : O bölümü oluşturan anabilim dalı başkanları arasında rütbe ve kıdemce en büyük, asker öğretim elemanıdır.

m) Anabilim dalı : Bölümü oluşturan ve en az bir bilim dalını kapsayan, eğitim-öğretim, uygulama ve araştırma faaliyetlerinin yürütüldüğü bir akademik birimdir.

n) Bilim dalı : Anabilim dalı içinde eğitim-öğretim, uygulama ve araştırma yapan akademik bir birimdir.

o) Diğer kavram ve terimler : 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun, değişik üçüncü maddesinde tanımlanan ve bu kanunun uygulanması ile ilgili olan diğer kavram ve terimlerdir.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Değişiklik önergesi yok.

Maddeyi komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum :

İKİNCİ BÖLÜM

Genel Hükümler

Harp okullarının amacı

MADDE 4. — 4.1.1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanununda belirtilen asker kişilerde bulunması gerekli niteliklere sahip, liderlik özellikleri gelişmiş, yeterli fizikî yeteneğe sahip, ilgili kuvvet komutanlığının ihtiyacına göre belirlenen bilim dallarında lisans eğitim ve öğretimini görmüş muvazzaf subay yetiştirmek ve ilgili kuvvet komutanlığının ihtiyaç duyması halinde lisansüstü eğitim ve öğretim sağlamaktadır.

BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Değişiklik önergesi yok.

Maddeyi komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum:

Ana ilkeler

MADDE 5. —Harp okullarında eğitim ve öğretimin planlanmasında, programlanmasında ve uygulanmasında aşağıdaki ana ilkeler göz önünde bulundurulur :

a) Öğrencilere Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Atatürk milliyetçiliği, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerine bağlı hizmet bilincinin ve meslekî değerlerin kazandırılması sağlanır.

b) Millî kültürümüz, örf ve âdaletlerimize bağlı şekil ve özellikleri ile evrensel değerler içinde korunarak geliştirilir ve öğrencilere millî birlik ve beraberliği güçlendirici ruh ve irade gücü kazandırılır.

c) Eğitim-öğretim plan ve programları, çağdaş, bilimsel ve teknolojik esaslara, ülke ve ilgili kuvvetlerin ihtiyaçlarına ve ayrıca öğrencinin lisansüstü düzeyde eğitim ve öğretim almasına imkân sağlayacak şekilde hazırlanır. Kuvvet komutanlıklarınca sürekli olarak geliştirilen bu plan ve programların koordinasyonu Genelkurmay Başkanlığınca yapılır.

d) Harp okullarının verimliliklerinin artırılması, geliştirilmesi ve öğretim elemanlarının yetiştirilmeleri Genelkurmay Başkanlığının direktif ve prensipleri çerçevesinde, kuvvet komutanlıklarınca planlanır ve gerçekleştirilir.

BAŞKAN – 5 inci madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Karaman Milletvekili Sayın Zeki Ünal'a ait.

Buyurun Sayın Ünal. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

FP GRUBU ADINA ZEKİ ÜNAL (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 380 sıra sayılı Harp Okulları Kanunu Tasarısının 5 inci maddesi üzerinde görüşlerimi arz etmek üzere, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, 5 inci maddede, harp okullarında, eğitim ve öğretim programlarında göz önünde bulundurulması gereken ilkelerden söz edilmektedir.

Harp okulu öğrencilerine, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda meslekî bir formasyon kazandırılması istenmekte, millî kültürümüzün, örf ve âdetlerimize bağlı olarak aktarılması, millî birlik ve beraberliği güçlendirecek ruh ve irade gücünün kazandırılması söz konusu edilmektedir. Ayrıca, eğitim ve öğretimde çağın bilimsel ve teknolojik esaslarının dikkate alınması öngörülmektedir.

Sayın milletvekilleri, şüphesiz, Türk Silahlı Kuvvetlerine subay yetiştirecek olan harp okullarımızda eğitimle ilgili plan ve programların en mükemmel şekilde yapılması fevkalade önemlidir. Hem teorik hem pratik bilgilerin verildiğini ve bu şekilde donatıldığını bildiğimiz harp okulu öğrencilerinin, subay olarak kıta hizmetine çıktıklarında en ufak bir bilgi ve uygulama eksikliğiyle karşılaşmamaları gerekir. Bu kanun tasarısının da aynı amaçla hazırlandığı görülmektedir. Bilindiği gibi, harp okullarında eğitim ve öğretim programları, en iyi şekilde harp nasıl yapılır, zafer nasıl kazanılır ekseninde gelişir ve geliştirilir. Gerekli taktik ve stratejik bilgiler yanında tatbikatlar da yaptırılır, harp oyunları düzenlenir. Böylece, öğrenciler, ileride komutan olduklarında hem ruhî hem de fizikî olarak harbe hazırlanmış olurlar. Kuşkusuz, harp yapmak amaç değil araçtır; amaç, yurt savunmasıdır, vatanımızı, milletimizi, namusumuzu, millî ve manevî değerlerimizi korumak ve kollamaktır.

Onun içindir ki, ordular, her an harp çıkacakmış gibi teyakkuz halinde bulunmak durumundadırlar. Geleneğimizde, halkımız tarafından, ordu, "peygamber ocağı" olarak algılanmaktadır. Zaman zaman bu anlayışa ters düşen ordu mensupları çıkabilir, nitekim çıkmıştır da; ancak, bunlar, hiçbir zaman, Türk Silahlı Kuvvetlerinin tamamını ilzam etmez, etmemelidir. Çok alıngan olduğunu bildiğimiz Türk Silahlı Kuvvetleri de, halkımızın manevî dokusunu dikkate alarak, gerekli hassasiyeti göstermelidir. Örneğin, Peygamberimize "çöl bedevisi" diyerek hakaret eden bir generale ne gibi işlem yapıldığını, doğrusu, ben şahsen merak ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Silahlı Kuvvetlerimizin, yıllarca milletimizin hafızasında oluşturduğu bu güzel imaj nedeniyle, askerlik mesleği diğer mesleklerden farklı bir konuma oturmuş, derin bir anlam kazanmıştır. Sıradan bir ölümde şehitlik, gazilik gibi bir rütbe söz konusu değilken, askerlikte durum çok farklıdır. Muvahhit bir kişi öldüğünde, salih amellere sahipse karşılığını ahrette alır; ama, aynı kişi, ulvî değerler uğruna canını vermişse, kendisine, ayrıca, Allah tarafından, bir de şehitlik rütbesi verilir. Şehitliğin dilimizdeki yerini ve önemini hepimiz biliyoruz; "ölürsem şehit, kalırsam gazi" özdeyişi, ecdadımızdan bizlere miras kalan en anlamlı, kutsal bir paroladır. Malazgirt'te, kendisinden dört misli fazla Bizans ordusuna karşı kazanılan zaferin özünde bu ulvî parola vardır. Osmanlı Devletinin temeli bu ruhla atılmış, Haçlı Seferlerine karşı bu ruhla durulmuş, Sırpsındığı, Kosova, Niğbolu ve Varna zaferleri aynı ruh ve heyecanla kazanılmıştır. İstanbul'un fethinde, Bizans surlarına ilk sancağı diken Ulubatlı Hasan'ın şahadetini unutabilir miyiz... Yine, Çanakkale Savaşlarında, İstiklal Harbinde de aynı ruhu görüyoruz.

"Ezanlar susmasın, İslam hor görülmesin, vatan bölünmesin" diyerek silaha sarılan, Allah yolunda, bu topraklarda şehit düşen ecdadımızı hayırla ve rahmetle anıyoruz.

Bugünlerde, Şeyh Şamil'in torunları da aynı gayeler için çarpışıyorlar. Hükümet, Çeçenleri terörist olarak görse de, biz, onları, vatanları, namusları, inançları uğruna savaşan gerçek mücahitler olarak görüyoruz ve zafere ulaşmaları için de dua ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, bunları niçin anlatıyorum; çünkü, istesek de istemesek de, dünyada süratle değişen konjonktüre bağlı olarak, her zaman için bir harp çıkma ihtimali mevcuttur. Bu yüzden de devletler büyük fedakârlıklara katlanarak ordular vücuda getirmişlerdir. Temenni etmiyoruz; ama, bir harp çıkması halinde, cephede ilk saf tutacak olanlar, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarımızdır; subaylarımız, assubaylarımız, erat ve erbaşlarımızdır; hatta, gerekirse, hepimiz.

Mademki, harp tekniğinin öğretildiği harp okullarında ciddî eğitim ve öğretim programları yapılmaktadır, öyleyse, öğrencilerimizi manevî yönden de motive edecek ders programlarının uygulanması gerekmektedir.

ALİ TEKİN (Adana) – Yok mu şimdi?..

ZEKİ ÜNAL (Devamla) – Gerçi, tasarıda, millî kültürümüzün, örf ve âdetlerimizin programlarda önemli bir yer tuttuğunu, manevî değerlerimize ağırlık verildiğini görüyoruz; ancak, öğrencilerimize vahyî bilincin ve inancın nasıl ve ne şekilde verileceği, hangi ders programı içerisinde yer alacağı konusunda bir açıklık görülmemektedir. Dinî konular, özellikle 28 Şubat süreciyle birlikte netameli konular arasında mütalaa edildiğine göre, tamamen İslamî ıstılahta geçen şehitlik ve gazilik gibi ulvî kavramlar nasıl ve hangi şekilde harp okulu öğrencilerimize aktarılacaktır?! Şahsen, ben, bu durumu biraz müphem görüyorum. Umarım, programlar hazırlanırken bu samimî dilek ve temennilerimiz dikkate alınır.

Sayın milletvekilleri, yine bu tasarının ilgili fıkrasında, harp okulu öğrencilerimize demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerine bağlı hizmet bilincinin kazandırılması istenilmektedir. Esasen, böyle bir talebin tasarıya girmesi, demokratik açıdan baktığımız zaman önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir; ancak, burada, kendimce mühim gördüğüm bir şeyin altını çizmek istiyorum; o da şudur: Önce, bizim, parlamenterler olarak, kafamızdaki teşevvüşü silmemiz gerekiyor. Gerçekten demokrasi konusunda samimiysek, Parlamento üzerindeki vesayeti ortadan kaldırmalıyız. Aksi halde, demokrasiden, halk iradesinden, millet egemenliğinden söz etmek mümkün değildir. Eğer çıkacak olan bu kanunla, harp okulu öğrencilerine, demokrasi ve laiklik gibi hâlâ tartışma konusu yapılan kavramları aktaracak olursak, korkarım ki, onların da kafasını karıştırmış oluruz. Bırakınız, onlar, demokrasiyi, laikliği, sosyal hukuk devletini, formel ve statüko mantık içerisinde öğrenmesinler; öğrendikleriyle uygulamalar arasındaki keyfîlikleri veya çelişkileri görüp hayal kırıklığına uğramasınlar. Bırakınız, kendileri, serbest ve özgür iradeleriyle, çağdaş kavram ve akımları öğrensinler, bilsinler. Umarım ki, onlar, bu yöntemle daha güzel sonuçlara ulaşacaklardır.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinize saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ünal.

Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini Eskişehir Milletvekili Sayın Mehmet Sadri Yıldırım ifade edecekler.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

DYP GRUBU ADINA MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Harp Okulları Kanunu Tasarısının 5 inci maddesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, harp okullarımız, eğitim, öğretim ve disipliniyle ordumuzu dünyaya tanıtan ve başarılı kılan, diğer devletleri kıskandıran, çalışkan, cesur, kahraman, Atatürk ilke ve inkılaplarına gönülden bağlı, gerektiğinde ülkesi ve milleti için canını veren, demokrat, laik, vatansever subaylar yetiştiren okullarımızdır.

Güçlü demokrasi, güçlü ekonomi ve güçlü savunma ilkesi içerisinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, 21 inci Yüzyılın jeostratejik ortamının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde, bölgesinde, en iyi eğitilmiş ve en yüksek askerî güç durumunun devam etmesi hayatî önemi haizdir.

21 inci Yüzyılın subaylarının yetiştirilmesi için, harp okullarında, lisans ve lisansüstü düzeyi eğitim ve öğretim yapılması amaçlanmaktadır. Harp okullarındaki eğitim-öğretimin, ünversitelerdeki bilimsel dal programlarına eşdeğer olmaması nedeniyle, harp okullarında, temel bilimler, mühendislik ve sosyal bilimler dallarında lisans düzeyinde eğitim verilmesini sağlayacak bir yasal düzenleme zorunlu hale gelmiştir. Ancak, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu -örnek alınmışçasına- Harp Okulları Kanunuyla iç içe bulunmaktadır. Halbuki, Anayasamızın 132 nci maddesi, Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı yükseköğretim kurumlarının kendi özel kanunlarına tabi olacağını belirtmektedir. Bu da gösteriyor ki, görüşülmeyi bekleyen YÖK Kanunu Yüce Meclisimizden çıktığında, Harp Okulları Kanununu tekrar gözden geçirmemiz; yani, revize etmemiz gerekebilir. Atatürk ilke ve inkılaplarına gönülden bağlı, gerektiğinde cumhuriyet rejimine ve onun kanunlarına sahip, laik, demokrat, ulusçu, halkçı, devletçi ve bu değerleri ne pahasına olursa olsun savunmaya kararlı subaylar yetiştirecek eğitim ve öğretimi sağlayacak harp okullarının YÖK Kanunundan ayrı tutulması gerekebilir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Atatürk ilkelerinden her biri, birer cevher değerindedir. Bu da gösteriyor ki, Atatürk, iyi bir asker, iyi bir devlet adamı ve büyük bir düşünürdü. Ülkemizin bekası ve devamı için, başarılı, çalışkan, cesur subaylarımızın yetişmesi için, harp okullarımızın önemi öne çıkmaktadır.

Büyük Önder Atatürk'ün cumhuriyet için söyledikleri, bugün, hâlâ, bazı Batı ülkelerinin elde etmeye çalıştıkları düşüncelerdir.

Cumhuriyetçilik, bir ulusun vatan ve hukuk sevgisi ve içten bağlılığını belirtir. Bu nedenle, cumhuriyete hayat veren damarların başında demokrasi gelir. "Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur" sözüyle, hiçbir iç ve dış kuvvetin, bu hakkı ulusun elinden alamayacağını göstermiştir.

Halkçılıkla, sınıfsız toplumsal dayanışmayı anlatmıştır.

Devletçilik anlayışı ise, bireysel çalışmayı ve gayreti esas tutmuş ve mümkün olduğu kadar kısa zamanda milleti refaha ulaştırmaya, memleketi kalkındırmaya yöneliktir.

Laiklik ilkesi, Türk devriminin hem vazgeçilmez bir unsuru hem de demokratik olma vasfının gereğidir. Böylece, harp okullarında, küreselleşmenin getirdiği karmaşık boyutlar dikkate alınarak, vizyon sahibi, geleceği öngören, değerlendirebilen ve çözüme yönelik temel yaklaşımları ortaya koyabilen komutan ve kritik kadrolarda istihdam edilecek liderler yetiştirilecektir.

Değerli milletvekilleri, hepimizin malumları olduğu üzere, harp okullarındaki eğitimin bilimsel, askerî, bedenî kabiliyet ve liderlik boyutları vardır. Bu insan profiline paralel olarak, eğitim sisteminde de, iletişim becerisi gelişmiş, ilgi ve yeteneklerini tanıyan, yaratıcı ve eleştirel düşünceye sahip ve bunu yaşamında uygulayabilen, sorunlara çözüm oluşturabilecek kişilikte bireylere ihtiyaç duyulmaktadır.

Eğitimli insan, bilgisinin ürünlerini kullanan, kullandıkça da yeni bilgiler üreten insandır. Büyük bir hızla gelişen silah sistemlerine karşı en önemli silah, yeterince eğitilmiş insan ve birliklerdir. Bu nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, bir yandan silahlı kuvvetlerimizi zamanımızın ve geleceğin şartlarına uyan tüm teknolojik silah sistemlerine sahip kılmaya çalışırken, diğer taraftan, bilgi çağının silahlı kuvvetlerini oluşturacak en önemli unsur olan insanı yetiştirmeye yönelik eğitim ve öğretim ortamı oluşturmak zorundayız.

Sayın milletvekilleri, bu konuda hiçbir tereddüte yer olmadığı kanaatindeyim; çünkü, iftihar ederek ifade ediyorum ki, Türkiye'de bilimselliğe en çok önem veren kurumumuz belki de silahlı kuvvetlerimizdir. Dolayısıyla, bu müessesede gördüğümüz düzen, intizam ve disiplin, bırakın bilimselliğe zarar vermeyi, bilakis, ona daha uygun ortamı yaratarak katkıda bulunmaktadır. Bu tasarının en önemli özelliği, ilme, bilime, eğitime ve teknolojiye önem vermesidir.

Atatürk devrimciliği, çağdaşlaşmak, çağı yakalamaktır. Bugün, Atatürk'ün devrimleri halen ilk günkü tazeliğiyle sapasağlam ayakta ise, bunda, ulusun ve o büyük insana yürekten inanmışlığın payı çok büyüktür. Vatanımızı ve milletimizi en iyi şekilde koruyan silahlı kuvvetlerimize şükranlarımızı sunuyoruz. Milletimizin gözbebeği ordumuzun bu ilkeler ışığında 21 inci Yüzyıla hazır olması, hepimizin arzuladığı bir şeydir.

Devleti ile, milleti ile ordusunun kucaklaştığı ve birleştiği, ülkemizden başka hiçbir ülkeyi gösteremezsiniz. Ulu Önder Atatürk "bir ordunun kıymeti, komutan ve subaylarının kıymetiyle ölçülür. Türk Silahlı Kuvvetlerinin en üst seviyede eğitim ve öğretim veren kurumu harp okullarıdır" sözleriyle harp okullarının önemini anlatmıştır. Ülkeyi ve Türk ordusunu dünyaya tanıtan, ülkeyi kurtaran, Mustafa Kemal Atatürk'ü yetiştiren harp okulu kanun tasarısının ülkemize ve ordumuza hayırlı olmasını ve vatan için şehit olanlara Allah'tan rahmet diler, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yıldırım.

Madde üzerinde başka söz talebi?.. Yok.

Madde üzerinde bir önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

380 sıra sayılı Harp Okulları Kanun Tasarısının 5 inci maddesinin (a) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve talep ederiz.

Ayşe Nazlı Ilıcak Hüseyin Arı

İstanbul Konya

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş Fahrettin Kukaracı

İstanbul Erzurum

a) Öğrencilere, hukukun üstünlüğü düşüncesi, çoğulculuk ve demokrasi şuuru aşılanır. Laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerine bağlı hizmet bilincinin geliştirilmesi sağlanır. Atatürkçülüğün, milleti bütünleştirici, birlik ruhunu pekiştirici rolü üzerinde durularak, eğitime millî ve evrensel değerlerle uyumlu bir nitelik kazandırılır.

BAŞKAN – Sayın Komisyon katılıyor mu efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) – Sayın Başkan, katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Hükümet katılıyor mu?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI SABAHATTİN ÇAKMAKOĞLU (Kayseri) – Katılmıyoruz; çünkü, getirdiğimiz metin, önergeyle teklif edilenlerin tamamını içermektedir; dikkatlice okunduğu zaman, hepsini içinde bulundurduğu görülmektedir.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, karar yeteryasının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN – Hayır, önce önerge sahiplerine soracağım.

Önerge sahipleri acaba konuşmak mı istiyorlar; yoksa...

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Sayın Başkan, konuşmak istiyorum.

BAŞKAN – Siz konuşmayı arzu ediyorsunuz.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu önergeyi (a) bendini değiştirmek üzere verdim. (a) bendini okuduğumuzda "öğrencilere Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Atatürk milleyetçiliği, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerine bağlı hizmet bilincinin ve meslekî değerlerin kazandırılması sağlanır" bunu görüyoruz.

Şimdi, biz, her yere, Atatürk ilke ve inkılapları, Atatürkçülük gibi kelimeler ekliyoruz. Herkes Atatürkçülüğü kendisine göre ve farklı yorumluyor. Biz diyoruz ki, Atatürkçülüğün içini dolduralım. Atatürkçülüğün içini demokrasiyle, insan haklarıyla dolduralım.

Atatürkçülük ve Atatürk, maalesef, zaman zaman çeşitli kesimler tarafından istismar edilmiştir. Mesela, bir Deniz Gezmiş bile kendisini ikinci bir Atatürk olarak ilan etmiş ve ikinci kurtuluş savaşını yürüttüklerini beyan etmiştir. Türkiye'de meydana gelen darbeler, hep Atatürkçülük adına gerçekleştirilmiştir. Oysa, Büyük Atatürk, meşruiyetinin temelini, her zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüyordu. Atatürk "siyaseti mi tercih ediyorsunuz, yoksa orduyu mu" diye sormak suretiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisine üye olacaklara ve siyaset yapacaklara, üzerlerinden üniformalarını çıkarmalarını söylemişti.

Günümüzde Atatürkçülük, insanların sicil defteri gibi kullanılıyor. Atatürkçülükle imtihan ediliyoruz. Bize sordukları vakit "Atatürkçü müsünüz" diye, ben, onlara, bir başka soruyla mukabele ediyorum; hangi Atatürkçülük? Tıpkı "siz laik misiniz" diye sorduğunuzda yahut "laik devlete, laik cumhuriyete inandınız mı" diye sorulduğunda, hangi laiklik anlayışı diye cevap verdiğimiz gibi.

Atatürk bugün yaşasaydı, herhalde ilkelerini sıralarken "devletçilik, inkılapçılık, halkçılık, cumhuriyetçilik, milliyetçilik" demezdi. Hâlâ, Atatürk İlkeleri diye bunlar öğretiliyor. Oysa, Atatürk, muasır medeniyeti hedef olarak göstermiştir, Batı'yı hedef olarak göstermiştir. Herhalde, Batı, alafranga müzik, Coca Cola vehayut Latin alfabesinden ibaret değil. Bugün, muasır medeniyet nedir; işte, ikiyüz yıllık bu Batılılaşma hedefinin sonunda, Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa Birliğine girmesi, evrensel değerleri kabul etmesi, çok kimlikli, çok kültürlü bir beraberliği içine sindirmesi demektir.

Atatürk bugün yaşasaydı, bizi muasır medeniyetin seviyesine ulaştırmak için ne derdi; demokrasi derdi, insan hakları derdi, hoşgörü derdi, uzlaşma derdi, hukukun üstünlüğü, birey hakkı derdi.

Atatürk bugün yaşasaydı, muasır medeniyete ulaşmamız için, Batı Çalışma Grubunu kurmazdı; ya, ne yapardı; 1949'da onun izinden gidenlerin yaptığı gibi, Genelkurmay Başkanlığını Millî Savunma Bakanlığına bağlardı, Millî Güvenlik Kurulunun siyaset üzerindeki ağırlığını azaltırdı.

Kim inanabilir ki, Büyük Atatürk, bugün yaşasaydı, çağdaşlığı, kılık kıyafette arayacaktı ve çağdaş olmak için, başörtülü hanımları ordu evlerinin kapısından geri çevirecekti... Buna inanmak mümkün mü...

Biz, Atatürkçülüğe değil, Atatürkçülüğün istismarına karşıyız. Atatürk'ün fikirlerini derin bir dondurucunun içinde muhafaza edemeyiz. Şartlara göre, gelişmelere göre değişim, Atatürkçülüğün temelini teşkil eder. İşte, bu yüzden, biz, öncelikli olarak, öğrencilere, hukukun üstünlüğü, çoğulculuk, demokrasi şuuru aşılanır dedik.

Atatürkçü düşünce, Türkiye'de, zaman zaman, toplum mühendisliğinin ve vesayetçiliğin bir gerekçesi olarak kullanılmakta, milletimizin değerleriyle çatışan ideolojik bir muhtevaya dönüştürülmektedir. Kimileri de -demin söylediğim gibi- siyasete haksız müdahalelerinin kılıfını, sözde Atatürkçülükte bulmaktadır. Oysa Atatürkçülük, toplumu bütünleştiren, halkı kucaklayan, demokrasi ve çoğulculuğu hedefleyen pragmatik fikirler demetidir. Atatürkçülüğü dar ideolojik kalıplara hapsetmek ve resmî bir ideolojiye dönüştürmek, zihinleri buna göre şekillendirmek, Atatürk'ün hedef olarak gösterdiği muasır medeniyete kavuşmamızı önler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ilıcak, lütfen, toparlayınız...

AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) – Toparlıyorum efendim...

Atatürk yaşasaydı, ilk başta, kendisi, bugün savunulan biçimiyle Atatürkçülüğe karşı çıkardı. İşte, bu yüzden, harp okullarındaki eğitimde, çağdaş ve evrensel değerlere ağırlık verilmesi için bu önergemizi takdim ettik. Nasıl olsa, ilerideki yıllarda, bizim bu savunduğumuz fikirlere herkes gelecek. İyisi mi şimdiden kabul edin, Türkiye zaman kaybetmesin.

Hepinize saygılar ve sevgiler sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ilıcak.

Görüşmekte olduğumuz 5 inci madde üzerindeki önergeye, Komisyon ve Hükümet katılmamıştır.

Sayın Karapaşaoğlu, karar yetersayısının aranması konusunda ısrar ediyor musunuz efendim?

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Evet, karar yetersayısının aranmasını istiyorum.

Meclisin bu konuya ilgi duyması lazım.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı aranmak üzere, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı bulunamamıştır.

Birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 18.28

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 18.40

BAŞKAN : Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL

KÂTİP ÜYELER : Tevhit KARAKAYA (Erzincan), Melda BAYER (Ankara)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

IV.—KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.—Harp Okulları Kanunu Tasarısı ve Millî Savunma ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/423) (S. Sayısı :380) (Devam

BAŞKAN – Komisyon ve hükümet hazır.

Tasarının 5 inci maddesi üzerindeki önergenin oylanması sırasında karar yetersayısının aranılması talep edilmiş; ancak, bu sayıya ulaşılamamış idi.

Efendim, madde değil, önerge oylanıyor. Önergeye, hükümet ve komisyon katılmamıştı, hatırlatma sadedinde arz ediyorum.

Şimdi, önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım; ancak, sayımdaki tereddüte mahal bırakmamak için, oylamayı elektronik cihazla yapacağız.

Oylama için 5 dakikalık süre veriyorum.

Oylamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, önergenin yapılan oylamasında karar yetersayısına ulaşılamamıştır.

Çalışma süremizin tamamlanmasına 12 dakikamız var. Tekrar ara vermemizin yarar sağlamayacağı düşüncesiyle ve alınan karar gereğince, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 80 inci yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün anlam ve öneminin belirtilmesi amacıyla yapılacak görüşmeler için, 23 Nisan 2000 Pazar günü, saat 14.00'te toplanmak üzere birleşimi kapatıyor; hepinize saygılar sunuyorum.

Kapanma Saati : 18.47

V. — SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.—Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, yumurta ve tavuk üretimine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Tunca Toskay’ın cevabı (7/1640)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın Dış Ticaret Müsteşarlığından sorumlu Devlet Bakanı Tunca Toskay tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini saygılarımla arz ederim.

9.3.2000

Ahmet Derin

Kütahya

1984’ten bu yana desteklenerek iç piyasa tüketiminin birkaç misli üretim kapasitesine ulaşmış Etlik ve Yumurta Tavukçuluk Sektörü için fındık üretimi için oluşturulan :

1. İç tüketimi artırıcı ve doğru bilgileri içeren bir kampanya planlamayı düşünüyor musunuz?

2. İhracat önündeki engelleri tespit için, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı temsilcilerinin de bulunduğu, “Tavukçuluk ve Yumurta Üretim İzleme ve Değerlendirme Komitesi” kurmayı düşünüyor musunuz?

T. C.

Başbakanlık

Dış Ticaret Müsteşarlığı 17.4.2000

İhracat Genel Müdürlüğü

Sayı :B.02.1.DTM.0.02.01.02-23386

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı

Genel Sekreterliğine

İlgi :27.3.2000 tarihli ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1640-4667/11140 sayılı yazıları.

Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin’in, Bakanlığıma muhatap yazılı soru önergesine ilişkin cevabî yazı ekte sunulmaktadır.

Bilgilerinize arz ederim.

Prof. Dr. Tunca Toskay

Devlet Bakanı

Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in Yumurta ve Tavukçuluk Sektörüne İlişkin Yazılı Soru Önergesi Hakkında Cevabî Yazı

Soru 1. 1984’ten bu yana desteklenerek iç piyasa tüketiminin birkaç misli üretim kapasitesine ulaşmış olan Etlik ve Yumurta Tavukçuluk Sektörü için fındık üretim ve tüketimi için oluşturulan iç tüketimi artırıcı ve doğru bilgileri içeren bir kampanya planlamayı düşünüyor musunuz?

Cevap 1. Malumları olduğu üzere, ülkemiz dünya fınadık üretiminin ve ihracatının yaklaşık % 75’ini gerçekleştirmekte olup, söz konusu ürün ihracatından yılda ortalama 800-850 milyon dolar döviz girdisi sağlamaktadır.

Anılan üründe yıllar itibariyle artan üretime paralel olarak arz fazlası sorunu yaşanmakta olup, bu durum, dış piyasalarda ihraç fiyatlarımızı olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bahsekonu sorunun çözümünü teminen, gerek mevcut pazar payımızın artırılması gerekse potansiyel pazarlara yönelinebilmesi amacıyla tanıtım faaliyetlerinde bulunulması gerekmektedir. Ayrıca, sözkonusu üründe iç tüketimimiz yıllık üretimimizin ancak % 10’”una tekabül etmekte olup, sağlıklı bir ihracat politikasının oluşturulabilmesi için, dahilde tüketiminin artırılması da önem arz etmektedir.

Bu itibarla, fındıktaki mevcut stokların neden olduğu sorunun çözümünü teminen tanıtım faaliyetlerinde bulunmak üzere, Dış Ticaret Müsteşarlığı başkanlığında ve ilgili İhracatçı Birlikleri Yönetim Kurulu üyelerinin katılımıyla Fındık Tanıtım Grubu oluşturulmuştur. Anılan Grubun yürütmekte olduğu tanıtım faaliyetleri, fındık ihracatından yapılan gönüllü kesintiler ile oluşturulan fondan finanse edilmektedir.

Diğer taraftan, yumurta ve tavukçuluk sektörü, son 10 yıl içerisinde büyük ve küçükbaş hayvancılığımızda (kırmızı et sektörü) yaşanan gerilemenin aksine, yatırım ve üretim miktarı açısından önemli oranda artış gösteren bir sektördür.

Bahsekonu sektör, anılan dönem içerisinde yapmış olduğu atılım ile gerek beyaz ette kişi başına düşen iç tüketimimizin yaklaşık 3,5 kg/yıl düzeyinde 10 kg/yıl seviyesine çıkmasına gerekse yumurta ve tavuk eti ihracatımızın önemli miktarda artmasına yardımcı olmuştur. Söz konusu artışta, GATT taahhütlerimizin çerçevesinde yumurta ve beyaz ete verilen ihracat iadesinin de kayda değer etkisi olduğu düşünülmektedir.

Dış Ticaret Müsteşarlığı, yukarıda ifade edildiği üzere, sektör ihracatını P-KKK kararlarına istinaden Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonundan desteklemekle beraber, söz konusu sektörde iç tüketimi artırıcı faaliyetlerde kullanılabilecek bir kaynak, Dış Ticaret Müsteşarlığı bütçesinde bulunmamaktadır.

Soru 2. İhracat önündeki engelleri tespit için, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı temsilcilerinin de bulunduğu, “Tavukçuluk ve Yumurta Üretim İzleme ve Değerlendirme Komitesi” kurmayı düşünüyor musunuz?

Cevap 2. Sektörün bir bütün içerisinde ele alınması gerektiği görüşünden hareketle, Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca teşkil edilecek “Tavukçuluk ve Yumurta Üretim, İzleme ve Değerlendirme Komitesi”ne Dış Ticaret Müsteşarlığı olarak iştirak edileceği tabiîdir.

Arz olunur.

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.