Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21 CİLT : 22 YASAMA YILI : 2

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

46 ncı Birleşim

28 . 12 . 1999 Salı

 

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. – 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/550) (S. Sayısı : 211)

2. – 1998 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1998 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/509, 3/362) (S. Sayısı : 209)

3. – Katma Bütçeli İdareler 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/551) (S. Sayısı : 212)

4. – 1998 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1998 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/510, 3/363) (S. Sayısı : 210)

5. – Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/447) (S. Sayısı : 294)

6. – Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Gelirleri Kanununa Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/589) (S. Sayısı : 306)

7. – Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/590) (S. Sayısı : 305)

IV. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer’in, İstanbul Milletvekili Tansu Çiller’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2. – İstanbul Milletvekili Tansu Çiller’in Başbakan Bülent Ecevit’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3. – Rize Milletvekili A. Mesut Yılmaz’ın, İstanbul Milletvekili Tansu Çiller’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

V. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz’un, elektrik enerjisinden alınan katkı payının artırılmasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın cevabı (7/753)

2. – Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, TÜGSAŞ Genel Müdürlüğünde yapılan bazı atamalara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın cevabı (7/849)

3. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, Kırıkkale İline bağlı bazı köylerin sağlık ocağı ihtiyaçlarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un yazılı cevabı (7/932)

4. – Adana Milletvekili Mehmet Metanet Çulhaoğlu’nun, vergi tahsilatının hızlandırılması için çalışma yapılıp yapılmadığına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/936)

5. – Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın;

– Haklarında suç duyurusu bulunan Emlakbank yöneticilerine,

– Emlakbank’ın verdiği yabancı kaynaklı kredilere,

– Emlakbank’ın eski yöneticilerine eski kadrolarından maaş ödendiği iddialarına,

– Emlakbank’ın ödeme riski taşıyan firmalara verdiği kredilere,

– Emlakbank’ın bazı firmalara verdiği teminat mektuplarına,

– Emlakbank’ı zarara uğratan yöneticilere,

– Emlakbank’ın konut yatırımlarında uğradığı zarara,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Sadi Somuncuoğlu’nun cevabı (7/934, 935, 937, 938, 939, 940, 941)

6. – Ordu Milletvekili Hasan Fehmi Konyalı’nın, Ordu ve Fatsa Devlet Hastanesi Baştabiplerinin görevden alınış sebeplerine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un cevabı (7/951)

7. – Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın, Hatay’ın Amik Ovasında Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğüne ait boş arazilere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’ın cevabı (7/962)

8. – Samsun Milletvekili Vedat Çınaroğlu’nun, Samsun Ladik’te bulunan çimento fabrikasının çevreyi kirlettiği iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın cevabı (7/965)

9. – İstanbul Milletvekili Abdülkadir Aksu’nun, İstanbul’da depremden zarar görenlerin vergiden muaf tutulup tutulmayacağına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/966)

10. – Bitlis Milletvekili Zeki Ergezen’in, emekli bir generalin tedavi için yurt dışına çıkışıyla ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun cevabı (7/968)

11. – İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in, İstanbul camilerinden son yıllarda çalınan alemlere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın cevabı (7/974)

12. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in, Devlet memurluğu sınavına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in cevabı (7/977)

13. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, 4207 sayılı Yasanın 4 üncü maddesinin, TRT ve özel televizyon kurumları tarafından uygulanmadığı iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın cevabı (7/984)

14. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Yalova’daki AKSAfabrikasının çevreyi kirlettiği iddiasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un cevabı (7/988)

15. – Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın’ın, Siirt İli Hesko suyu isale hattının doğal afet bölgesi kapsamına alınıp alınmayacağına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın’ın cevabı (7/992)

16. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, sigara satışlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in cevabı (7/996)

17. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, İrlanda-Türkiye futbol maçının İrlanda’da yayın hakkına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün cevabı (7/998)

18. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Bursa’da oynanan millî maçtan önce Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün saha ve reklam kirası istemesine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün cevabı (7/999)

19. – İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in, İl Sağlık Müdürleri tarafından yapılan işyeri denetimlerine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un cevabı (7/1012)

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 11.00’de açılarak altı oturum yaptı.

Birinci, İkinci ve Üçüncü Oturum

Malatya Milletvekili Namık Hakan Durhan ve 38 arkadaşının, Malatya-Kayseri yolu üzerinde bulunan tütün deposunda meydana gelen yangın konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/111) okundu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırasında yapılacağı açıklandı.

2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S. Sayıları : 211, 212, 209, 210) görüşmelerine devam olunarak;

Maliye Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi ile 1998 Malî Yılı Kesinhesabı kabul edildi.

Gelir bütçesi üzerindeki görüşmeler tamamlandı ve 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının 32 nci maddesine kadar kabul edildi.

Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener, İstanbul Milletvekili Mustafa Verkaya’nın 15 inci madde üzerinde sorduğu soru sırasında gruplarına sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.

Mehmet Vecdi Gönül

Başkanvekili

Mehmet Ay Mehmet Elkatmış

Gaziantep Nevşehir

Kâtip Üye Kâtip Üye

Tevhit Karakaya

Erzincan

Kâtip Üye

Dördüncü, Beşinci ve Altıncı Oturum

2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S. Sayıları : 211, 212, 209, 210) görüşmelerine devam olunarak;

2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının kalan maddeleri ile 2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerinin kabul edildiği ve açık oylamalarının, 28.12.1999 Salı günkü birleşimde (bugün) son konuşmalardan sonra yapılacağı açıklandı.

28 Aralık 1999 Salı günü saat 11.00’de toplanmak üzere, birleşime 05.58’de son verildi.

Murat Sökmenoğlu

Başkanvekili

Mehmet Ay Mehmet Elkatmış

Gaziantep Nevşehir

Kâtip Üye Kâtip Üye

Cahit Savaş Yazıcı

İstanbul

Kâtip Üye

No. : 58

II. – GELEN KÂĞITLAR

28 . 12 . 1999 SALI

Rapor

1. – Bayburt Milletvekili Suat Pamukçu’nun, İl Özel İdaresi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınma Önergesi (2/143) (S. Sayısı : 287) (Dağıtma tarihi : 28.12.1999) (GÜNDEME)

Yazılı Soru Önergeleri

1. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kapsamına alınan bankalara ilişkin Devlet Bakanından (Recep Önal) yazılı soru önergesi (7/1087) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1999)

2. – Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı’nın, Turkcell ve Telsim’e verilen cep telefonu ihalesinden KDV alınıp alınmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1088) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1999)

3. – Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın, Hatay’ın İskenderun İlçesinde gözlem altındayken emniyet güçlerince işkence yapıldığı iddia edilen şahıslara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1089) (Başkanlığa geliş tarihi :25.12.1999)

4. – Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya’nın, Ticari Hava Taşıma Yönetmeliğinde yapılan değişikliğe ve bir günlük gazetede yer alan haberdeki iddialara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1090) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1999)

5. – Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya’nın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilen bankalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1091) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1999)

6. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Özlüce Baraj Gölü altında kalacak yollara ve Bingöl-Karlıova depremi nedeniyle başlatılan konut, altyapı ve onarım projelerine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/1092) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.12.1999)

7. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Havza Islahı ve Göletler Daire Başkanlığınca sulama suyu temini için yapılan çalışmalara ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/1093) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.12.1999)

8. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bingöl İli için eğitim sektöründe yapılan çalışmalara ve bunlara ayrılan ödeneklere ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/1094) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.12.1999)

9. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bingöl İli’ne yapılan sağlık yatırımlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1095) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.12.1999)

10. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bingöl İli’ne bağlı bazı köylerin içme suyu yatırım projelerine ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/1096) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.12.1999)

11. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bingöl İli’nde DSİ Genel Müdürlüğünce yürütülen yatırım projelerine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/1097) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.12.1999)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 11.00

28 Aralık 1999 Salı

BAŞKAN : Yıldırım AKBULUT

KÂTİP ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 46 ncı Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır.

Sayın milletvekilleri, 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.

Programa göre, 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki son görüşmelere başlıyoruz.

III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. – 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/550) (S. Sayısı : 211) (1)

2. – 1998 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1998 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/509, 3/362) (S. Sayısı : 209)

3. – Katma Bütçeli İdareler 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/551) (S. Sayısı : 212)

4. – 1998 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1998 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/510, 3/363) (S. Sayısı : 210)

BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Bu görüşmelerde, gruplar ve hükümet adına yapılacak konuşmalar 45'er dakika; bu süre, birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir.

İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre yapılacak kişisel konuşmalar ise 10'ar dakikadır.

Grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Fazilet Partisi Grubu adına Sayın Recai Kutan; Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Murat Başesgioğlu; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Sayın Oktay Vural; Demokratik Sol Parti Grubu adına Sayın Emrehan Halıcı, Sayın Aydın Tümen; Doğru Yol Partisi henüz isim bildirmediler.

Şahıslar adına; lehinde, Sayın Şadan Şimşek, Sayın Gaffar Yakın; aleyhinde, Sayın Yakup Budak.

(1) 211, 212, 209, 210 S. Sayılı Basmayazılar 19.12.1999 tarihli 37 nci Birleşim tutanağına eklidir.

Fazilet Partisi Grubu adına Sayın Recai Kutan; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri, televizyonları başında bu bütçe müzakeresini takip eden aziz milletimizi, şahsım ve Fazilet Partisi adına, saygıyla selamlıyorum. Bu çalışmaların ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum. Bütçe müzakerelerinde sadece bütçe konuşulmuyor, Türkiye konuşuluyor, dünya konuşuluyor.

Değerli milletvekilleri, yeni yüzyılın eşiğinde bulunuyoruz. Bütün dünyada demokrasi ve değişim rüzgârları esiyor. Ülkelerin pek çoğunda eski totaliter rejimler yıkıldı, yerine demokrasi ve özgürlüğe giden bir yol açıldı. Şimdi, insanlar, daha çok demokrasi, daha geniş özgürlükler istiyor; yeni sistemlerini de bu eksene oturtmaya çalışıyorlar. Bunun en canlı örnekleri eski komünist ülkeler. Bürokratik, dayatmacı, yasakçı, her şeyi merkezden planlamaya çalışan çağdışı zihniyet, tarihin mezarlığına gömülürken, insanın ve insan onurunun öne çıktığı demokratik bir yapı tesis edilmeye çalışılıyor. Devlet felsefesi değişiyor, hâkim devletten hadim devlete, hizmet devletine hızlı bir geçiş yaşanıyor. İnsanların, inançlarını yaşamada, fikirlerini söylemede, teşebbüs gücünü serbestçe kullanıp geliştirmede evrensel mutabakatlar oluşuyor, uluslararası geçerliliğe sahip belgeler imzalanıyor; açıkçası, bütün dünyada demokrasi, insan hakları ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü, ülkelerin öncelikli sorunu haline geliyor; hatta, bütün insanlığın müşterek sorunu haline geliyor.

Hiç şüphesiz, bir hükümetin başarısı ya da başarısızlığı, en evvel, dünyadaki gelişmeleri nasıl anladığına ya da anlamadığına bağlıdır; çünkü, kendi insanını çağın gerisinde bırakan, evrensel gelişmelerden koparan her hükümet, müstemleke zihniyetiyle görev yapan siyasî bir heyet olur. Üzülerek ifade etmeliyim ki, bugünkü hükümet de, 55 ve 56 ncı hükümetler de çağı doğru okumada, doğru yorumlamada, neticede, bu yönde icraat yapmada tam anlamıyla başarısız olmuşlardır. (FP sıralarından alkışlar)

Bu hükümetin göreve geldiğinden beri tatbikata koyduğu zihniyet, siyasette benimsediği üslup, sergilediği icraat, seslendirdiği demokrasi, insan hakları ve özgürlükler, bütün bunların evrensel hukuk normlarıyla ilişkisi çağın en az elli yıl gerisindedir. Bu hükümetin anlayışı açısından Türk demokrasisi adına bir değerlendirme yaptığımızda görülecektir ki, bu demokrasi, kitaplardaki tariflere uymamaktadır, örnek gösterilen ülkelerinkine uymamaktadır, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak altına imza koyduğumuz belgelerdeki standartlara uymamaktadır. Demokrasi, Batı'da, doğru dürüst uygulandığı yerlerde çözüm üretir ya da bu üretime fırsat verir; bizde ise, tehdit üretiyor, asarım, keserim diyenlerden geçilmiyor, atanmış sorumsuzlar, seçilmiş sorumluların önünde; seçilmişlerin siyaset alanı her geçen gün biraz daha daralıyor.

Muhterem milletvekilleri, bir hükümetin en başta gelen görevi, içeride barışı, huzur ve sükûnu sağlamaktır; insanların en temel haklarını ve hürriyetlerini garanti altına almak, bunların kullanımını sağlamaktır; milletin hakkını korumak, onu yememek ve yedirmemektir. Bunun başlıca yolu ise, ülkede hukuku hâkim kılmak, kısacası hukuk devleti olmaktır. Bu, öncelikli şarttır. 55, 56 ve 57 nci hükümetler döneminde, Türkiye, değil hukuk devleti olmak, kanun devleti bile olamamıştır. (FP sıralarından alkışlar) Hukuk, hiçbir zaman darbe dönemleri dışında bugünkü kadar siyasetin emrine girmemiştir. Yargıya, onun kararlarına bugünkü kadar koyu gölge düşmemiştir. Yargının bağımsız olmadığını bu kuruluşun başında olanlar haykırıyor, hem de hükümetlerin yüzüne karşı.

Bu hükümetler döneminde, hiçbir hükümet döneminde görülmemiş ölçüde yolsuzluklar ve soygunlar olmuştur. Laik cumhuriyete yönelik en büyük tehdit, bu yolsuzluklar ve soygunlardır. Başkaca tehditler, bu bataklıkta yeşerip kök salıyor ve yine, iddia ediyorum ki, hayat pahalılığının, enflasyonun en önemli sebebi de budur. Zira, kamu açıklarını devletteki yolsuzluk ve israflar doğurmaktadır. Neredeyse yolsuzluğa bulaşmamış kurum kalmamıştır. Rüşvetsiz iş yürümüyor, selam bile alınmıyor. Şimdi, bu vesileyle, hükümete ve tüm ilgililere soruyorum: Yolsuzlukları ne zaman tehdit olarak algılayacaksınız ve ne zaman gündeminize alacaksınız? (FP sıralarından alkışlar)

Bu hükümet, 5 ilâ 10 milyar dolarlık sıcak para akışını sağlayarak, ekonomiyi düzlüğe çıkaracağını iddia ediyor. Peki, bu 5-10 milyar dolar nereden bulunacak? Biz diyoruz ki, eğer, soygunları, vurgunları, talanları önleseydiniz, bu miktar parayı kendi kaynaklarımızdan sağlayabilirdiniz. Yolsuzluklar ve talanların ardından gelişmiş 10 ülke arasına giremedik, bunu başaramadık, bunu başaramadık; ama, 180 devlet arasında yolsuzluk ve talanda ilk 10'a girmeyi, maalesef, başardık. (FP sıralarından alkışlar)

Amerikan Freedom House kurumunun en son dünya özgürlük raporunda, Türkiye, kısmen özgür grubunda yer alıyor, hem de Zambiya'yla beraber. Üzülerek ve utanarak ifade ediyorum, Gana, bu değerlendirmede, Türkiye'nin önünde. Bu tablonun sorumlusu ülkeyi yönetenlerdir. Sorumlusu sadece ve yalnızca siyasî iktidarlar değil, yeri geldiğinde, onları baskı altında tutan, onları yöneten ve yönlendiren bürokratik iktidarlardır. (FP sıralarından alkışlar) Her türlü hırsızlığı ve yolsuzluğu, cumhuriyet istismarı yaparak sürdürenlerdir. Hayalî irtica yaygaraları bunun içindir. Ortaya atılan her türlü sunî gündem konuları, toplumun bu gerçekleri görmesini önlemek içindir. Cumhuriyet için en önemli tehlike buradadır. Başkaca olumsuzluklar bu bataklıkta yeşeriyor, bu ortam mikrop üretir, çete üretir, mafya üretir, nitekim de öyle olmuştur.

Muhterem arkadaşlarım, çete deyip de geçmeyin. Hele hele ciddîye almamazlık hiç etmeyin. Devlet ihalelerini bunlar taksim ettiler, özelleştirme politikasını onlar yönlendirdiler. Alaattin Çakıcı'nın yaptıklarını bütün millet biliyor; Türkiye'ye getirildikten sonra olan bitenleri de hayretle ve dehşetle izliyor. Şimdi, hükümet ortaklarına soruyorum: Alaattin Çakıcı'yı niçin istediniz ve niçin getirttiniz? Kamuoyu umuyordu ki, Çakıcı, Türkiye'ye getirilir getirilmez, hemen sorgulanır ve karanlıkta kalan pek çok olay aydınlığa kavuşur. Öyle bir kimse ki, adam vurdurtmuş, karısını öldürtmüş, özelleştirmelerde, ihalelerde etkili olmuş, hatta, Sayın Mesut Yılmaz Hükümetinin, düşmesine yol açmış; Millî İstihbarat Teşkilatıyla irtibatlı olduğu, kendisine kırmızı pasaport verildiği, bakanlarla ve devletin üst düzey yöneticileriyle temasları hep söylenegelmektedir.

Türkiye'ye getirilmiş; ama, sorgulanması konusunda Sayın Adalet Bakanı ile Sayın İçişleri Bakanı, kamuoyu önünde karşılıklı söz düellosunda bulunur hale gelmiş. Adalet Bakanlığının bir ihmali yüzünden, bir gazeteciyi ayağından vurdurtmakla ilgili davası zamanaşımına uğramış. Bütün bunlar karşısında kamuoyunda uyanan kanaat, Çakıcı konuşmaz, Çakıcı konuşmak istese bile konuşturmazlar; çünkü, Türkiye'de 7,4 şiddetindeki depremin ardından 10 şiddetindeki bir deprem, vatandaşı değil, Türkiye'yi yönetenleri vurur şeklindedir. (FP sıralarından alkışlar) İdamı gerektirmeyen diğer suç iddiaları için neden sorgulanmıyor? Anlaşılıyor ki, Çakıcı'nın sorgulanmasını istemeyenler var. Soruyoruz; kim bunlar?

Sayın Başbakan, kamuoyu, bu sorunun cevabını sizin ağzınızdan duymak istiyor; aynı şekilde, herkesin gözü önünde on ay gezdikten sonra yakalanan Malki cinayetinin sanığı Erol Evcil'in, geri plandaki ilişkileri hakkında da sizden açıklama bekliyor.

Sahi, şu meşhur Susurluk skandalı ne oldu? Neler söylenmemiş, neler iddia edilmemişti Susurluk için!.. "Ucu nereye varırsa varsın, sonu kime dayanırsa dayansın, Susurluğu çözemezsem, bu Başbakanlık bana haram olsun" diye efelenenler, neredesiniz? (FP sıralarından alkışlar) Susurluğu ne yaptınız? Bu durumda hâlâ milletin yüzüne bakabiliyor musunuz?

Değerli milletvekilleri, artık, herkes görüyor ki, yapılan illüzyonlar, irtica yaygaraları, hep bu pisliklerin örtbas edilmesi soygun düzeninin devamı içindir. Bütün bu pisliklerin içerisinde her zaman suçladığınız, ülke hesabına ve rejim hesabına vehimlerinizle bir tehlike olarak gördükleriniz var mı? Ve üniversiteden kovduğunuz, pek çok kamu haklarından da mahrum ettiğiniz bir tek başörtülü kimse var mı? Şu veya bu şekilde itham ettiğiniz bir tek mütedeyyin insan var mı? Bankaları batıran onlar mı? Kredileri hortumlayanlar onlar mı? Özelleştirmeyi talana çevirenler o başörtülü kızlarımız mı, yoksa, onların babaları mı? Çetelerle işbirliği yapanlar, inanç özgürlüğü arayan masum insanlar mı? Bu hükümet ve Sayın Başbakan, bütün bunların cevabını hem Meclise hem Aziz Milletimize vermek mecburiyetindedir. (FP sıralarından alkışlar) Çünkü, gelinen nokta, devleti de, cumhuriyeti de, demokrasiyi de aşındırmaktadır. Esasen, bu olayların tüm boyutlarıyla açığa çıkmaması, faillerinin yakalanamayışı, işin karışıklığından çok, demokrasi yokluğundandır.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, milletimizin, cumhuriyetin 76 ncı yılında, cumhuriyet Türkiyesinde olup bitenlere, ortaya çıkan tabloya, 76 yıl sonra gelinen noktaya itirazı vardır. Bizim de itirazımız var; çünkü, şu an içinde yaşadıklarımız, cumhuriyete yakışmıyor. Aradan üç çeyrek asır geçmesine rağmen, temel tercih olarak içinde yer almaya çalıştığımız dünyada, onlar krallıklarını bile demokratikleştirmiş iken, cumhuriyetini bir türlü demokrasiyle taçlandıramamış bir ülke olmanın ezikliğinden ve ithamlarından kurtulamadık. Mevsimlik felaketler gibi bize musallat olan, belli aralıklarla demokrasisini askıya alan, bunu da cumhuriyeti koruma uğruna yapan bir devlet olmaktan kurtulamadık. (FP sıralarından alkışlar) Hiç lüzumu yokken, tarihini reddeden, kültürüne sırt çeviren bir toplum olmaktan kurtulamadık. Bir türlü kendimize ve özümüze yabancılaşmadan, yozlaşmadan kurtulamadık. İki ayrı tarih, iki ayrı dil, iki ayrı İslam anlayışından kurtulamadık. Üzülerek ve içim yanarak ylemeliyim ki, devletim ve milletim adına söylemeliyim ki, devletin değerleriyle, milletin değerlerini hiçbir şekilde aynılaştıramadık. (FP sıralarından alkışlar) Yarım yüzyıllık demokrasi geçmişimizde, birbirimize şüpheyle bakan zihniyetlerden kurtulamadık. Milleti ve onun mukaddeslerini devleti için potansiyel tehlike sayan düşünce kısırlığından kurtulamadık. (FP sıralarından alkışlar) Bilim adına, bilimsel zihniyet adına, Atatürk'ün ifadesiyle "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek için kafanın dışıyla değil, içiyle uğraşmak varken, şekilciliği cumhuriyetçilik olarak anlayan yobazlıktan hiç mi hiç kurtulamadık. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Velhasıl, dayatmalardan, yasaklardan, açmazlardan ve aba altından soba göstermelerden kurtulamadık.

Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi, Türkiye siyasetinde iki eğilim başından beri hep var olagelmiştir. Birinci eğilim, statükoyu sürdürmekten yarar umanların, Batılı anlamda bir demokrasiyi içine sindiremeyenlerin, gelenekçi, tutucu ve gerici politikalarından kaynaklanmaktadır. Ülkede demokratik bir temsil sisteminin oluşmasından rahatsızlık duyan statükocu elitlerin, modası geçmiş kutsal devlet yanlısı devletçi seçkinlerin, demokrasiyi devlete feda eden bu anlayışları, Türkiye'yi çağdışı bir konuma itmektedir. Her şey devlet için inancı, demokratik taleplerin, hak ve özgürlüklerin önünü açıkça kesmektedir. Bu eğilimin belirgin özelliği, devletçi, otoriter, yasakçı ve buyurgan olmasıdır. “Halka rağmen halk için” şeklinde formüle edilen bu eğilim, bugün, hâlâ, egemenliğini sürdürmektedir.

İkinci siyasal eğilim, özü itibariyle demokratik bir eğilimdir; çünkü, temelde milletin iradesini esas almaktadır ve millet iradesinin üstünde hiçbir irade tanımamaktadır; milletimizin arzu ve temayüllerini iktidara taşımak üzere gayret göstermektedir. Biz, Fazilet Partisi olarak, Türkiye siyasetinde millet iradesini üstün tutan, demokratik sivil bir çizgiyi, millet eksenli bir siyaset anlayışını savunmaktayız. Partimizin öncelikli hedefi, Türkiye'yi kendisiyle barışık, halkının değerlerine saygılı, demokratik, çağdaş bir ülke seviyesine ulaştırmaktır. Artık, herkesin şunu çok iyi kavramış olmasını diliyoruz: Mevcut statükoyu koruyarak, Türkiye'yi 2000'li yıllara yaraşır -alnı açık, başı dik, mutlu, huzurlu, müreffeh ve demokratik- bir ülke olarak taşımak mümkün değildir. Bunun için gerekli olan tek koşul, Türkiye'nin, tercihini totaliter, otoriter bir rejimden yana değil, demokratik ve özgürlükçü bir rejimden yana koymasıdır. Biz, Türkiye için daha çok demokrasi ve daha fazla özgürlük talep ediyoruz. Türkiye toplumunun tercihinin de bu doğrultuda olduğuna içtenlikle inanıyoruz.

Muhterem milletvekili arkadaşlarım, 2000'li yıllara yaklaşırken, Türkiye, hem kendi içerisinde hem de parçası olduğu dünya sisteminde temposu gittikçe artan bir değişim olgusuyla karşı karşıyadır. Bu süreçte, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler, giderek dünya devletlerinin gündeminin birinci sırasına gelip oturuyor. Merkeziyetçi totaliter yapılar tümden önemini yitiriyor. Totaliter, otoriter anlayışlar, artık, siyasal irtica olarak kabul edilip, reddediliyor. Evrensel düzeyde kabul gören demokratik hukuk normları, bütün devletler için bağlayıcılığı olan üst hukuk normları olarak kabul ediliyor. Peki, biz ne yapıyoruz bu süreçte? Türkiye'yi 2000'li yıllara hazırlamak için ne tür uğraşlar veriyoruz? Devleti demokratikleştirip, toplumu daha çok özgür kılacağımıza, daha totaliter, daha baskıcı bir devlet oluşturmak için gayret sarf ediyoruz maalesef; devletçi seçkinlerimizin yapıp ettikleri, bundan başka nedir?

Buradan herkese duyurmak istiyoruz: Türkiye'yi bu siyasal gericilikten elbirliğiyle kurtarmak en öncelikli işimiz olmalıdır. (FP sıralarından alkışlar) Biz, Fazilet Partisi olarak, demokratikleşmeye, öncelikle, devletten başlamak gerektiğine inanıyoruz. Ülkemizde, demokratik yeniden yapılanmanın gerekli olduğuna inanıyoruz. Bu yüzden, şu anda içinde bulunduğumuz sorunlar yumağının çözümü için tam demokrasi diyoruz, demokratik devlet ve özgür toplum diyoruz.

Devlet eliyle, tek tip, uniform bir toplum oluşturmaya çalışmak; yani, yukarıdan aşağıya yöntemlerle toplum mühendisliği yapmak, bütünüyle antidemokratik bir anlayıştır. Biz, Fazilet Partisi olarak, demokrasi dışı yöntemleri ve anlayışları siyasal irtica olarak tanımlıyoruz. Devlet eliyle toplum inşa etme projesi, bir diğer deyişle, toplumsal mühendislik faaliyeti, tek kelimeyle, jakoben bir siyasal geleneğin uzantısıdır.

Değerli milletvekilleri, biz, Fazilet Partisi olarak, bireyin sadece yaşam hakkını değil, aynı zamanda onurlu yaşama hakkını da savunuyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız, bir konuşmalarında "benim ülkemde vatandaşlarımın kapılarını, sabahları, sadece sütçüler çalacaktır" buyurmuşlardı; ama, maalesef, Türkiye'de, sıkça, hem de çok sıkça, kapılar, sabahın 3'ünde, 4'ünde de çalınabilmektedir; nitekim, bir süre önce de, bunun birçok tatbikatını, üzüntüyle ve nefretle müşahede ettik. Artık, bu tip, işkence, kötü muamele gibi insan hakları ihlallerine son verilmelidir. Düşünce özgürlüğü, bizim ısrarla savunacağımız özgürlüklerden birisidir. Bize göre, düşünceyi suç kabul eden bir anlayış, asla demokratik bir anlayış olamaz. Ne denli aykırı olursa olsun, şiddete çağrıda bulunmayan ve sövgü içermeyen bütün düşünceler serbestçe ifade edilebilmelidirler; ama, maalesef, şu anda, düşüncesini ifade etmiş olmalarından dolayı hapsedilen gazeteciler, yazarlar, siyasîler var. Hasan Celal Güzel ve benzeri değerleri dama tıkmak gibi bir ayıp Türkiye'ye yakışıyor mu?! (FP sıralarından alkışlar) Türkiye'de, düşünceyi suç olmanın ötesinde, bir de terörle özdeş sayan, başta Terörle Mücadele Yasası olmak üzere, geçmişteki 163'üncü maddeden daha beter olan 312 nci madde ve benzeri tüm antidemokratik yasaların mutlaka değiştirilmesi gerektiğine içtenlikle inanıyoruz. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Adalet Bakanına da buradan sesleniyoruz: Meclise getirdiğiniz 312 nci madde tadil tasarısının niçin arkasında değilsiniz?

Bütçe müzakerelerinin ilk gününde, ANAP Genel Başkanı Sayın Yılmaz, bizim şu ana kadar ifade ettiğimiz görüşlerimize benzeyen bir konuşma yaptılar. Şimdi, Sayın Yılmaz'a ve diğer parti genel başkanlarına çağrıda bulunuyorum: Konuşmak güzeldir; ama, konuştuğumuzu gerçekleştirmek, hayata geçirmek daha da güzeldir. İktidar ortağı bir parti lideri sözle yetinmemeli, gerçek adımlar atmalıdır. Şu anda, bütün partiler kamuoyu önünde bir samimiyet imtihanı içerisindedirler. Bütün partilere tekrar çağrıda bulunuyor ve hodri meydan diyorum. Geliniz, en kısa zamanda, Türkiye'yi, 312 nci madde ve buna benzer yasaların ayıbından, düşüncelerinden dolayı insanları hapsetme ayıbından kurtaralım. İnsan hakları noktasında çokça duyarlı olduğumuz konulardan biri de, hiç kuşkusuz, din ve vicdan özgürlüğü konusudur. Bizim anlayışımıza göre, din ve vicdan özgürlüğü, aynı zamanda, dini yaşama özgürlüğünü de içerisine alan geniş bir özgürlük alanıdır. Elbette, hiç kimse, şu veya bu dini kabule zorlanmamalıdır; ama, kabul ettiği dinin öğretisine göre yaşamak konusunda da herkes özgür olmalıdır. Bize göre, dini, sadece vicdanlara ve mabetlere hapseden; yani, yaşam tarzının toplumda gönüllülük kazanmasından rahatsızlık duyan bir anlayış, din ve vicdan özgürlüğünü tehdit eden antidemokratik bir anlayıştır. (FP sıralarından alkışlar)

Bu vesileyle, hükümet dahil, bütün kamu yöneticilerine sesleniyorum: Halka rağmen halkı idare edemezsiniz. (FP sıralarından alkışlar) Totaliter ve baskıcı olan bu yaklaşımlarınızdan ve hayalî gündem oluşturmaktan artık vazgeçmelisiniz. İnsanlarımızı, gestapo zihniyet ve yöntemleriyle fişleyen, sermayeyi yeşil, mavi, sarı diye ayırıma tabi tutan çağdışı bir anlayışı artık terk etmelisiniz.

Muhterem milletvekilleri, halkımız, 2000 yılının eşiğinde, bütçe müzakerelerini çok yakından ve dikkatle takip etti. Halkımızın barış özlemi var; daha iyi bir gelecek, refah, güven ve istikrar özlemi var. Bu sebeple, bu yeni bütçenin, onlar için büyük bir önemi var, özelliği var. Büyük bir devlet geleneğine ve medeniyet birikimine sahip bir milletin evlatlarıyız. Geleceğe umutla, güvenle bakmak isteyen, yüksek bir büyüme iradesi taşıyan, 65 milyon genç, dinamik bir nüfus potansiyelimiz var. Ancak, halkımızın bu özlemleri ile Türkiye'nin gerçekleri arasında, maalesef, büyük uçurumlar var. İşsizlik, yoksulluk, gelir dağılımındaki dengesizlik, iç ve dış borç, ülkeyi kasıp kavurmakta. Üretim yetersiz, ihracat yetersiz. Türkiye, giderek, yatırım gücünü de, yatırım heyecanını da kaybediyor. Piyasalar, âdeta, kilitlenmiş durumda; günlerce siftah yapmayan esnaf var, binlerce esnaf iflasın eşiğinde, kepenk kapatıyor. Sabit ve dar gelirli insanlarımız, ağır hayat pahalılığı ve enflasyon altında eziliyor, reel gelirleri giderek düşüyor. Emeklilerimizin hayatı ise, tam bir kahır. Gençlerimiz ise, geleceğe umutsuz ve güvensiz. Ekonomik darlık, geçim sıkıntısı, pahalılık ve işsizlik aileleri yaralıyor, sarsıyor.

Bu böyle gitmez, gidemez. Başka yolu yok; Türkiye bu kaostan mutlaka, ama, mutlaka çıkarılmalıdır. Her hükümet, hazırladığı bütçelerle ve uyguladığı politikalarla, temel tercihlerini ve felsefesini ortaya koyar. Şimdiki koalisyon hükümeti, ekonomide üretim ve verimliliği artıracak, reel kaynakları harekete geçirecek ve memuru, işçisi, emeklisi, çiftçisi, esnafıyla bütün dar gelirlilerin refah düzeyini artıracak politikalar izlemeyi tercih etmemiştir. Bu hükümet, bütçesi ve icraatıyla, mutlu bir azınlığın ve rant kesiminin hükümeti olduğunu ve tercihlerini bu doğrultuda yaptığını açıkça göstermektedir. Her fırsatta, kendisini destekleyen kesimlere rant dağıtmaktadır.

Herkesin ağzında bir istikrar sözü dolaşıp duruyor; siyasî, iktisadî ve sosyal istikrar. İşte Türkiye, işte istikrar, işte sessiz çoğunluk... İstikrar dediler, enflasyona istikrar kazandırdılar; istikrar dediler, dışborç ile içborca istikrar kazandırdılar. Türkiye'yi son birkaç yıldır yöneten hükümetler, hiçbir soruna ciddî bir çözüm getirmediler. Halkın talepleri, istikrar gerekçesiyle susturuldu. İşsizlikte istikrar, yoksullukta istikrar, pahalılıkta istikrar, ıstırapta istikrar ve şimdi de, sessizlikte istikrar istiyorlar. Fazilet Partisi, işsizlikte istikrar istemiyor, iş hayatında istikrar istiyor; borçta, rantta istikrar istemiyor, meşru ve helal kazançta istikrar istiyor. Türkiye, reel ekonomik büyümede istikrar istiyor; gerilemede değil, gelişmede istikrar istiyor. İktidar ve İktidarın ortak partileri, enflasyonu düşürdüklerini iddia ediyorlar. Düşen enflasyon değildir, ekonomimizin nabzı düşüyor. Eflasyon düşmüyor, millet takattan düşüyor. (FP sıralarından alkışlar) Türkiye kan kaybediyor, Türkiye giderek güç kaybediyor, imkân ve zaman kaybediyor.

Muhterem milletvekilleri, hükümet "bu bütçe, ülke ekonomisinin şartları dikkate alınarak hazırlandı" diyor. Soruyoruz: Dar gelirlilerin içinde bulunduğu şartları da dikkate aldınız mı? Türkiye'de, vatandaş, hükümetin ekonomi politikasına da, rakamlarına da inanmıyor, güvenmiyor. Mesela, bugün enflasyon yüzde 60 civarında deniyor. Oysa, çarşı pazarda bu rakam yüzde 90’lara varıyor. İşte, bir bakınız, 1999 yılında mazota yüzde 155 zam yapmışsınız, benzine yüzde 142, elektriğe yüzde 85, telefona yüzde 87; nasıl oluyorda enflasyon yüzde 60’da kalıyor?! Oysa, çarşı pazarda -biraz evvel ifade ettiğim gibi- bu rakam yüzde 90’lar seviyesinde.

Peki, bir yılda bu enflasyon yüzde 25’e nasıl çekilecek? Sayenizde enflasyonsuz ortamda yaşamasını bilmeyen bir nesil yetişti, oluştu. Halkın büyük çoğunluğu ağır bir geçim sıkıntısı içerisindeyken, hükümet, art arda vergi yasaları çıkarıyor.

Hükümeti ikaz ediyoruz. Daralan bir ekonomiden vergi toplayamazsınız. Ekonomik hedeflerin tutturulabilmesi, bir yönüyle, ekonominin canlı olmasına bağlıdır. Ekonomi canlı olursa, vergi, doğurucu olay olur; ekonomi durursa, vergiler de durur, devletin gelirleri de durur. Siz daha tahakkuk eden mevcut vergileri tahsil edemezken, depremi bahane ederek 2,5 katrilyon ilave vergi koyuyorsunuz ve vergi oranlarını artırıyorsunuz. Önceki yıllar ve 1999 yılının ilk on ayı itibariyle, tahsil edilemeyen vergi ve bunun gecikme zammı yaklaşık 5 katrilyon liraya ulaştı. Devletin para bulmak için kıvrandığı bu dönemde, 5 katrilyon lira vadesi geçmiş alacağı niçin tahsil etmiyorsunuz veya tahsil edemiyorsunuz?

Muhterem milletvekilleri, IMF ile varılan son anlaşma, 22 Aralık gece yarısı açıklandı. 1961 yılından bu yana IMF ile tam 17 defa görüşme yapıldı, anlaşma imzalandı. Bu son anlaşmayla, DSP, MHP, ANAP koalisyon hükümeti, 2000 ilâ 2002 yılları döneminde yapacaklarını IMF’ye tek tek taahhüt etti. Aslında, taahhüt edilen şeyler IMF’nin istedikleriydi.

Bu son IMF anlaşmasının ardından, 2000 yılında ekonomimizde şöyle gelişmeler olacağını tahmin ediyoruz, ifade ediyoruz: İnsanlarımızın gelirlerinde artış olmayacak; tersine, reel gelirler azalacak. Bu taahhütle, şu anda bile çok büyük geçim sıkıntısı içerisinde olan kesimler, memurlar, işçiler, emekliler, çiftçiler, esnaf, daha da fazla sıkıntıya düşecekler; maaş ve ücretlere sadece enflasyon oranında zam yapılacak. 2000 yılının ilk altı ayında, yüzde 15 zam öngörülüyor. İddia ediliyor ki, 2000 yılı enflasyonu yüzde 25’in altında olacakmış. Halkımız, bu iddiayı acı bir tebessümle karşılıyor.

Şimdi, hükümete soruyorum : Aralık ayı içerisinde KİT ürünlerine yapılan zamlar, 2000 yılı için düşünülen ücret zamlarını sildi süpürdü. Şu zamlara bir bakınız : Postaya yüzde 50 zam yapıldı, tekele yüzde 44, Çay-Kura yüzde 35, telefona yüzde 30, şekere yüzde 17, SEKA mamullerine yüzde 16 ve Türk Hava Yollarına yüzde 9 zam. Daha şimdiden, siz, vermeyi taahhüt ettiğiniz yüzde 15 zammı peşin peşin geri aldınız.

Hükümet, kamu işçilerinin ücretlerinde kemer sıkmayı, asgarî ücretten başlatacak. Asgarî ücrete de, ancak yüzde 15 zam öngörülüyor. Yani, deniyor ki, asgarî ücretle çalışan insanlara :İşte, bu 100 milyon lirayı alınız; bu ücretle kiralarınızı ödeyiniz, karınlarınızı doyurunuz, ulaşım masraflarınızı karşılayınız, çocuklarınızın okul masraflarını karşılayınız. Bu düşünceye, bu görüşe benim diyebileceğim bir tek şey var: El insaf!.. El insaf!.. El insaf!.. (FP sıralarından alkışlar)

Çiftçilerimiz de kemer sıkacak; ürün bedelleri belirlenirken hayalî enflasyon nispetleri kullanılacak.

Niyet mektubunda, kamu personel giderlerinin kısılması da taahhüt ediliyor. Geçici işçilerden başlamak üzere, kamu personeli sayısında azaltma yapılacak. Böylece, 2000 yılında 600 milyon dolar tasarruf hedefleniyor. Bunun anlamı şudur : Büyük bir sosyal yara olan işsizlik daha da artacak, gelirler artmayınca iç talepte artış olmayacak, bu tedbirlerle ihracat azalacak, bu yüzden dış talep de düşecek; iç ve dış talepte artış olmayınca, yatırımda, üretimde, istihdamda gelişme sağlanamayacak; piyasadaki durgunluk, aynen bugünkü gibi, belki daha da artarak devam edecek ve bütün bunların neticesinde ihracat değil, ithalat artacak. Bunun böyle sonuç vereceğini bilmek için kâhin olmaya gerek yok. IMF anlaşmaları sorun çözmeye yetseydi, 16 IMF anlaşmasından sonra ekonomimiz çoktan düzlüğe çıkmış olurdu.

Muhterem milletvekilleri, hükümetin son ekonomik icraatlarından biri de, 6 bankaya el konulmuş olmasıdır. Hisse senetleri Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bu 6 bankayla birlikte, devletin el koyduğu banka sayısı 10'a yükseldi. Kamuoyunun yeni bir soygun diye değerlendirdiği bu operasyon hakkında değerlendirmemiz ve görüşlerimiz şu şekildedir :

Hükümet, bankaların içinin boşaltılması suretiyle soyulmasına, âdeta göz yummuştur. Batan 6 bankanın içi bir günde boşaltılmadı. Her vesileyle iddia ediliyordu ki, bankalar, bankalar yeminli murakıplarınca sürekli denetim altındadırlar. Bunların yazdıkları raporlar da, hükümete sunulmaktadır. Yani, hükümet, bütün bu gelişmelerden haberdardır.

Bankaların içinin boşaltılması olayıyla ilk defa da karşılaşıyor değiliz. Ocak 1999'da, yani, yaklaşık bir yıl önce Türkbank, daha sonra da Bankekspres böyle bir müdahaleye maruz kalmışlardı; ardından da, İnterbank'ın yönetimine fon el koydu. O dönemde, sırada birçok bankanın da olduğu, bu bankaların çok yakından takip edilmesinin gerekliliği ısrarla söylendi, yazıldı. Bütün bunlara rağmen, bu son bankalar operasyonu niçin çok geciktirildi? Geciktiği için de faturası, maalesef, çok ağır oldu.

Banka operasyonu hükümet tarafından açıklanırken, iki konuya özellikle vurgu yaptılar. Bunlardan birincisi, hükümetin kararlı tutumu; ikincisi, mevduat sahiplerinin mağdur olmayacağı. Hükümetin kararlı tutumuymuş! Böyle bir operasyon ihtiyacı bir yıldan beri söyleniyor ve böyle bir operasyon, en az iki üç aydır gündemdeydi. Hatta, 16 bankanın da çok yakından izlendiği söyleniyordu. Peki, niçin bu kadar gecikildi? Bazı bankalar, anormal faiz hadleriyle mevduat toplarken, bunun için de haftalarca televizyonlarda reklam yaparken neredeydi hükümet? Hani bankalar hem Hazine hem de Merkez Bankası tarafından sürekli denetlenir, malî yapıları mercek altına alınırdı?! Şimdi de gelmiş, büyük bir pişkinlikle, hükümetimizin kararlı tutumundan bahsedebiliyorsunuz.

Mevduat sahipleri mağdur olmayacakmış! Sayın Başbakan halkımıza bu güvenceyi veriyor; devlet bu hususu zaten garanti etmiş imiş! Buna rağmen, vatandaşlar devlete güvenmiyor, inanmıyor. İspatını mı istiyorsunuz; gidiniz, bankaların önündeki kuyruklara bakınız. Sayın Başbakan, siz, asıl “bu batağın bedelini kim ödeyecek?” sorusuna cevap veriniz. (FP sıralarından alkışlar) Bu işten sokaktaki vatandaş da zarar görmeyecek gibi bir güvence verebiliyor musunuz? İlk açıklamalara göre bu 6 bankanın devlete faturası, 2,2 katrilyon liradır; yani, 4 ile 5 milyar dolar civarında.

Tasarruf Mevduat Sigorta Fonunda bulunan 1,1 milyar dolar bunu karşılamaz; halkımızın deprem vergisi olarak ödeyeceği ekvergi de karşılamaz. Artık, mağdur, mazlum halkımız, bu zararı, tüpgazı, ekmeği, peyniri, zeytini üzerine bindirilen KDV'lerle yavaş yavaş ödeyecektir. Böylece, bankacı kurtuluyor, mevduat sahibi de kurtuluyor; hükümet, kararlı tutum propagandasıyla prim yapıyor; ama, vatandaş yanıyor! Vatandaş yanıyor! (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Muhterem milletvekilleri, normal şartlar altında, bankaların malî yapılarının bozulması için fazla bir neden yok. Hükümetin borçlanma politikası, bankalara, kârlı ve risksiz bir yatırım imkânı sağlıyor. Bankalar, yüzde 80, yüzde 90 faizle topladıkları mevduatı, yüzde 140 faizle devlete borç olarak verdiler. Hiçbir risk de yok idi.

Peki, nedir bankaları böylesine batıran? Bankalar, genelde, bir holdinge ait; daha doğrusu, holdingin sahibi olan aileye ait. Holding bünyesindeki şirketlere krediler açılıyor, teminat mektupları veriliyor; ama, bu krediler geriye gelmiyor; yani, batıyor; böylece, bankanın malî yapısı bozuluyor. Bazen de, bankalarda suiistimal yapılıyor; bankanın içi boşaltılıyor, krediler hayalî şirketlere veriliyor, belki de dönmeyeceği bilindiği halde bu şirketlere krediler açılıyor. Her önüne gelene, yandaşlara, banka kurma izni verilir ve bankalar ciddî anlamda kontrol edilmez ise, bundan farklı bir sonuç beklenemez. Bu sebeple, banka batışlarının bir sorumlusu da hükümettir. Türkiye'de, bugüne kadar pek çok banka battı; bir banka patronunun veya banka yöneticisinin cezalandırıldığını gördünüz mü?! Bankalar batar, sahipleri ise, krallar gibi yaşamaya devam ederler.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin en ciddî problemlerinden biri de, hantal kamu yönetimi ve ağır işleyen bir bürokrasi çarkıdır. Biz, devlette yeniden yapılanmayı ve milletimizin önündeki bürokratik engellerin kaldırılmasını istemekteyiz. Bunun için, bürokratik devletten demokratik devlete geçilmelidir diyoruz.

Türkiye'nin en önemli sorunu, yönetimdeki merkeziyetçilik, biçimsellik, kırtasiyecilik, kirlilik, tutuculuk ve bütün bunların sebep olduğu hantallıktır. Kamu yönetiminde sadakat ve itaat ilkeleri, liyakat ilkesinden daha önemli hale gelmiştir. Bu nedenle, Fazilet Partisi, özgürlükçü, katılımcı ve insanı merkez alan bir devlet anlayışını temel almaktadır.

Bir ülkede demokrasinin ne ölçüde var olup olmadığının önemli göstergelerinden birini de yerel yönetim uygulamaları gösterir. Şayet, bir ülkede yerel yönetimler merkezin taşra şubeleri gibi çalışıyorlarsa, seçilmiş yerel yöneticiler atanmış bürokratların, memurların altında bir konumda bulunuyorlarsa, o ülkede demokrasi yerli yerine oturamamış demektir.

Partimiz, yerinden yönetim modelini, Türkiye şartlarında benimsenip uygulanması gereken bir model olarak önermektedir. Yerel topluluğun özgür iradesiyle belirlenen meclisler, eğitim, sağlık, emniyet, trafik ve benzeri konularda, kısacası, bölge halkını doğrudan ilgilendiren tüm meselelerde yetki sahibi kılınmalıdır.

18 inci Yüzyıl yönetim teknolojisini kullanan mevcut bürokratik sistemdeki devlet kuruluşları, kilo vermesi gereken şişman insanlara benziyor. (FP sıralarından alkışlar) Daha az yiyip, daha çok spor yapmalıdır bu yönetim. Kamu kuruluşlarının şişmanlığını azaltmak için, eskimiş uygulamaların ve çalışma biçimlerinin hızla değiştirilmesi gerekir.

Kamu yönetim sistemindeki asıl amaç, daha az maliyetli, daha küçük, daha esnek, daha hızlı, daha verimli, daha etkin ve daha kaliteli bir devlet işleyişi olmalıdır.

Organizmalar, sahip oldukları kendi DNA'larıyla şekillenirler. DNA, organizmanın kim ve ne olduğunu ifade eden kodlanmış bilgilerdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – 1 dakika süre veriyorum efendim.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – 1 dakika az efendim.

MEHMET RECAİ KUTAN (Devamla) – Organizmanın DNA'sını değiştirmek suretiyle, yeni kapasiteler ve davranışlar elde edilir. DNA'yı yeterli miktarda değiştirmek suretiyle, farklı özellikte bir organizma elde edilebiliyor. Benzer hususlar, kamu sistemleri, yönetimleri için de geçerlidir. Bürokratik kamu sistemleri, durağan olarak tasarlanmıştır. Günümüzün hızlı değişen rekabetçi bilgi çağında, değişmeyen sistemler, başarısızlığa mahkûmdur. Bu durumda, çözüm, genetik mühendisliğidir, kamu yönetim sisteminin DNA'sını değiştirmektir. İşte, biz, bu DNA'yı değiştireceğiz Fazilet Partisi olarak. (FP sıralarından alkışlar) Hem öyle bir değiştireceğiz ki, hiç kimse, kendisini, millet idaresinin üstünde göremeyecek. (FP sıralarından alkışlar) Hiç kimse, soygun, talan yapamayacak; hiç kimse, mafyalarla, çetelerle iş ve güçbirliği içerisinde olamayacak.

Muhterem milletvekili arkadaşlarım, 55, 56 ve 57 nci koalisyon hükümetleri, siyasette de, ekonomide de, sosyal meselelerde de, ülkeyi, tam bir çıkmazın içerisine sokmuştur. Bugüne kadar uyguladıkları yanlış politikalar, 2000 yılında da devam edeceğe benziyor.

Bütün bunlara rağmen, aziz milletimiz ümitsizliğe düşmesin. Türkiye'nin o kadar çok imkân ve fırsatları var ki, Türkiye, biraz sabırla, önünde sonunda bu zorlukları aşacak ve sırtındaki yüklerden mutlaka kurtulacaktır. Zira, inanıyoruz ki, dağ ne kadar yüksek olursa olsun, yol onu aşar ve sonunda düzlüğe ulaşır.

Bu inançla, sizlere ve aziz milletimize saygılar sunuyor, 2000 yılı bütçesinin, milletimize hayırlar getirmesini diliyor; mübarek Ramazan Bayramınızı tebrik ediyorum. (FP sıralarından ayakta alkışlar, DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Murat Başesgioğlu. (ANAP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

ANAP GRUBU ADINA MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri; sözlerimin başında, Yüce Heyetinizi ve bu görüşmeleri izleyen değerli vatandaşlarımızı, şahsım ve Anavatan Partisi Grubu adına, saygıyla selamlıyorum.

Bugün, 57 nci cumhuriyet hükümetimizin, hazırlayıp huzura getirdiği ilk bütçesini görüşüyoruz. Yine, bu bütçe, yeni yüzyılın da ilk bütçesi olma özelliğini taşıyacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bütçeler, hükümetlerin en önemli metinleridir. Bir yandan bütçe büyüklükleri ve hedefleri tartışılırken, diğer yandan küreselleşen dünyadaki değişimi tartışmak, konuşmak ve strateji üretmek zorundayız.

Sayın milletvekilleri, önemli tarihî dönemeçlerde, geçmişin ve geleceğin muhasebesini yapmak bir zarurettir. Yeni bir yüzyıla girerken, geride bıraktığımız yüzyılda, ülke olarak kazanımlarımız neler olmuştur; bunları anahatlarıyla ifade etmek istiyorum.

Bir imparatorluğun yıkıntıları arasında kurduğumuz cumhuriyetten bugüne, 76 yıl geçmiştir. Çokpartili siyasî hayata geçeli, 54 yıl olmuştur. Esasında, bir modernleşme projesi olan cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar hızlı bir kalkınma gerçekleştirilmiştir. Demokratik bir sanayi toplumu olma yolunda ciddî mesafeler katedilmiştir. Bu süreç içinde, nicelik ve nitelik olarak, önemli neticeler elde edilmiştir.

1923'te tek bir üniversiteye sahip iken, bugün, ülkenin her tarafına yayılmış 74 üniversitesi ve 1,5 milyon üniversite öğrencisi olan bir Türkiye vardır.

İhracatının yüzde 90'ı sanayi ürünü olan ve bunun yüzde 70'ini Avrupa pazarlarına yapan bir Türkiye; 115 milyar kilovat/saat elektrik üreten, 17 milyon telefon abonesine sahip bir Türkiye; 21 inci Yüzyılın enerji yolları üzerinde enerji terminali olmaya hazır bir Türkiye; 1 500 kilometre otoyolu, 320 000 kilometre köy yolu ağına sahip bir Türkiye; 1950'deki 3 barajı, 1998'li yıllarda 198 baraja ulaştıran bir Türkiye; 1980'li yıllarda, rekabete dayalı dışa açık ekonominin ilke ve esaslarını benimseyip yerleştiren bir Türkiye; ülke genelinde 1 200 özel radyo ve 260 televizyon kanalının yayın yaptığı bir Türkiye; fert başına düşen millî geliri 6 000 dolara ulaşan ve yaklaşık 400 milyar dolarlık toplam millî geliriyle dünyanın onaltıncı büyük ekonomisi olarak tanımlanan bir Türkiye; gelişmiş ülkelerle birlikte dünya ekonomisinde söz sahibi olacağı, G-20'ler grubuna katılan bir Türkiye; yüzyılın en büyük zirvesi AGİT toplantısına evsahipliği yapan bir Türkiye ve nihayet, hepinizin bildiği gibi, 11-12 Aralık Helsinki Zirvesinde Avrupa Birliğine adaylık statüsü kabul edilen bir Türkiye. Bu kazanımlara ait listenin uzatılması, elbette, mümkündür; çünkü, Türkiye, dünyadaki değişimlere intibak kabiliyeti olan dinamik bir yapıya sahiptir.

Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; jeopolitik konumumuz ve ekonomik potansiyelimize rağmen, saymaya çalıştığım bu kazanımlar, yeni yüzyılda yapacağımız büyük yolculuk için yeterli midir? Çağı yakalamak ya da büyük Atatürk'ün işaret ettiği muasır medeniyet seviyesine ulaşmak için, daha yapacak çok işimiz yok mudur? Elbette vardır değerli arkadaşlarım; çünkü, gelinen nokta, Türk insanına layık gördüğümüz noktanın çok gerisindedir.

Sayın milletvekilleri, dünyanın birinci lig ülkeleri arasına girmeyi hedefleyen Türkiye, küreselleşme sürecindeki değişime kayıtsız kalamaz. 20 nci Yüzyılın son çeyreğinde, dünyanın yaşadığı dönüşümün göstergeleri, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş sürecinin ipuçlarını vermektedir. Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişte, makinelerin yerini bilgisayarlar alırken, fiziksel emek, yerini, zihinsel emeğe bırakmıştır. Artık, ekonomide, gayri safî millî hesaplarının yerine, gayri safî millî tatmin hesapları yapılmakta, parlamenter demokrasi anlayışı, katılımcı demokrasi anlayışına dönüşmekte ve sivil toplum önplana çıkmaktadır.

Dışpolitikada, geleneksel araç ve imkânların nispî tesirleri değişmiştir. Uluslararası politika denklemine, yeni aktörler katılmıştır. Devletlerarası ve devletlerüstü kurumlar, hükümet dışı teşkilatlar, çokuluslu şirketler, ekonomik bloklar ve medya, yeni dönemin ilk akla gelen aktörlerindendir.

Ortaya çıkan bir diğer unsur, istihdam yapısının değişmesidir. Gelişen teknoloji, geleneksel üretim sistemlerinin yerine, yenilerinin konulmasına sebep olmaktadır. Emeğin biçimi ve tanımı değişirken, bilgi, üretim faktörleri içinde egemen unsur haline gelmekte ve istihdam yapısı içerisinde, kol emeğine olan ihtiyaç azalmaktadır.

Küreselleşme sürecinde, ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel değerler ve bu değerler çerçevesinde oluşmuş birikimler, ulusal sınırlar dışına taşarak, dünya geneline yayılmaktadır. Küreselleşme, ülkelerin, askerî ve ekonomik egemenliklerini azaltmaktadır. Bu anlamıyla küreselleşme, farklı toplumsal kültürlerin ve inançların daha yakından tanınması, ülkeler arasındaki her türlü ilişkinin yaygınlaşması ve yoğunlaşması, ideolojik ayırımlara dayalı kutupların ortadan kalkması sonucunu doğuran, kaçınılmaz bir süreçtir. Bu süreçte, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, ekonomik ve siyasî liberalizm, yeni dönemin yükselen değerleri olarak karşımızda durmaktadır.

Sayın milletvekilleri, ulaşım ve iletişim alanındaki gelişmelerin sonucu, ekonomi sınır tanımaz hale gelmiş; dünya, büyük ve rekabete açık bir pazara dönüşmüştür. Dünya ve Avrupa'yla bütünleşme sürecinde, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz önem arz etmektedir. Türkiye, 1987 yılında, rahmetli Özal hükümetince tam üyelik başvurusunda bulunmuştur.

İki yıl önce Lüksemburg'da başvurumuza "hayır" diyen Avrupa Birliğinin bu tavrı 55 inci cumhuriyet hükümeti tarafından reddedilmiş ve birlikle siyasî diyaloğun kesilmesi kararı alınmıştır. Türkiye'nin bu haklı ve onurlu davranışı neticesinde, Helsinki'de, ülkemizin adaylık statüsü tescil edilmiştir. Bu, aynı zamanda, Türkiyesiz bir Avrupa'nın mümkün olmadığının ve Türkiye'nin bölgesinde lider bir ülke olduğunun da tescilidir. Adaylık statüsü için hiçbir önşartı kabul etmeyen Türkiye, Kıbrıs ve Ege sorunlarına ilişkin ilkelerinden de taviz vermemiştir. Esasen, bu gibi siyaset üstü millî meselelerimizde hiçbir hükümetin aksine davranması düşünülemez.

Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz yeni bir sürece girmiştir. Bu süreçte, Kopenhag ve Maastricht kriterlerine uyum sağlamamız gerekmektedir. Diğer yandan, toplumdan gelen talepler de köklü bir değişimin kaçınılmaz olduğunu göstermektedir. Bu, iç ve dış şartların örtüştüğü ender durumlardan biridir. Bu itibarla, değişimi gerçekleştirirken, Avrupa Birliğiyle ortak bir üslubun yanında, millî kimliğimizi koruyan ve geliştiren bir politika sergilememiz tarihî bir zarurettir; ulusal stratejimizi dikkatle hazırlamamız, orta ve uzun vadeli hedeflerimizi doğru tespit etmemiz gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, yeni yüzyılda hiçbir şey kendiliğinden değişmeyecektir. Zaman hızla akıp gitmektedir. 2010'da, 2020'de dünyada başı dik güçlü bir Türkiye istiyorsak, bir zihniyet değişikliği yapmak ve sorunlarımızı açıkkalplilikle masaya yatırıp çözüm aramak zorundayız. Aksi halde yeni yüzyıl, bizim için, sadece takvim yapraklarının ilerlemesinden ibaret kalacaktır. İçinde yaşadığımız coğrafya ve sahip olduğumuz tarihin bize yüklediği misyon, bu konuda en küçük bir ihmale dahi müsade etmemektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye, soğuk savaşın sona ermesinden sonra oluşan 3 önemli boşluğun tam ortasındadır. Bunlar, hepimizin bildiği gibi, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslardır.

Balkanlarda etnik çalışmalar tekrar hortlamıştır. Hüküm süren nüfuz mücadelesi, savaşlara, sınırların değişmesine ve büyük mülteci hareketlerine sebep olmaktadır. Balkanlar, çok ciddî sonuçlarla birlikte gündemimize yerleşmiştir.

Atılacak her adımın sadece bölgeyle sınırlı kalmadığı Ortadoğu, gelecek yüzyılın da en sorunlu bölgelerinden biri olacak gibidir. Türkiye'nin, Ortadoğu barış sürecine ve başta Kuzey Irak olmak üzere diğer oluşumlara aktif taraf olarak katılması, hem millî bekamız hem de bölgenin istikrarı bakımından şarttır.

Kafkaslar, kardeş Türk cumhuriyetlerine ulaşım yolumuz üzerinde, jeopolitik bakımdan çok önemli bir bölgedir.

Ermenistan'ın, Azerbaycan topraklarını işgalinin bir an önce sona ermesi gerekmektedir. Aynı şekilde, halkımızı, milletimizi büyük bir üzüntüye ve endişeye sevk eden ve artık, sonuçları itibariyle bir soykırıma yönelmiş Çeçenistan meselesi de bir an önce çözüme kavuşturulmalıdır.

Hükümetimiz, bu bölgelerle ilgili, realist, pragmatik ve vizyon sahibi politikalarına devam etmelidir. Artık, aksiyoner bir dışpolitikayı bütün unsurlarıyla yürütmek zorundayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; enerji, 21 inci Yüzyılın en önemli stratejik unsuru olacaktır. Enerji kaynaklarına olan coğrafî yakınlığımız, önümüze yeni imkânlar çıkarmıştır. Türkiye, bu imkânları değerlendirip, bir enerji terminaline dönüşebilir. Bunun için, sadece kendi enerji ihtiyacımızı karşılamakla yetinmeyip, çevremizdeki enerji kaynaklarının da dünya pazarlarına ulaştırıldığı bir geçiş ülkesi olmak durumundayız. Unutmayalım ki, enerji nakil hatları, sadece ekonomik bakımdan değil, bölge ülkelerinin demokrasi ve istikrar içerisinde gelişmeleri bakımından da hayatî önemi haizdir.

Bakü-Ceyhan petrol boru hattına ilişkin anlaşmanın AGİT zirvesinde imzalanmış olması, ülkemiz adına sevindiricidir; ancak, Türkiye, sadece Bakü Ceyhan ile yetinmemeli, dünya ölçeğinde büyük enerji projelerini yürütüp hayata geçirmelidir. Tarihte, büyük projeler, devrimler, reformlar daima engellenmeye çalışılmıştır. Vaktiyle rahmetli Özal'a karşı çıkan zihniyet, büyük projelerin konuşulduğu günümüzde de yine sahnededir. Ne var ki, Türk kamuoyu, bu zihniyeti çok iyi tanımaktadır; Keban'dan tanımaktadır, köprüden tanımaktadır, otoyollardan tanımaktadır. Bunlar, bizi, Türkiye'nin geleceğini inşa davamızdan asla geri döndüremeyecektir.

Sayın milletvekilleri, dünyada ve bölgemizde yaşanan gelişmeler, ülkemize pek çok imkân ve avantajlar sunarken, geçmişten devraldığımız pek çok sorun da çözülmeyi beklemektedir. Eğitim, sağlık, sosyal, kültürel ve fizikî altyapı bakımından arzu edilen seviyede olduğumuz söylenemez. Ancak, bütün bu sorunların çözümüne devlet-birey ilişkilerinden başlamak lazımdır; çünkü, insanlarımızın, yeni hamlemize en üstün seviyede katkı ve katılımda bulunmaları, bu meselenin iyi bir biçimde çözümlenmesine bağlıdır.

Sayın Genel Başkanımızın, bütçenin ilk günkü görüşmelerinde ifade ettikleri gibi, devlet-birey ilişkileriyle demokrasi ve insan haklarının evrensel standartlarına ulaşma konusunda sorunlarımız vardır.

Türk geleneğinde devletin meşruiyeti, sosyal plandaki diğer bütün meşruiyetleri gölgelemiş, hatta sivil meşruiyetlere dahi kaynaklık etmiştir. Devletten bağımsız olarak teşekkül eden birtakım sosyal kurumlar, devletin muvafakatına ihtiyaç duymuş sivil toplum kuruluşları bile, Batı'daki benzerleri kadar sivil olmadıkları için, meşruiyet zeminini, devletin arsası üzerinde bulabilmişlerdir; çünkü, Türk geleneğinde devlet, bütün faziletlerin kaynağı kabul edilir. Bu kabul, o kadar tesirli ve kalıcıdır ki, demokratik idareyi denediğimiz çokpartili yıllarda seçimle gelen siyasetçilerin meşruiyetleri bile, ancak devlet meşruiyetinin gölgesinde gelişebilmiştir.

Devleti, milletin hizmetinde ve hukukun içinde bir devlet yapma konusundaki eksikliklerimizi bir an önce gidermeliyiz; çünkü, devletin bekası için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan vatandaşlarımızın da isteği budur.

Sayın milletvekilleri, diğer bir konu, onbeş yıldır ülke olarak mücadele ettiğimiz bölücü terör konusudur. Ülkemizin, sadece bölücü terör örgütünü ortadan kaldırmak uğruna ödediği ölçülebilir bedel 85 milyar dolardır. Bu miktara, terör tehdidi yüzünden bölgede çöken tarım ve hayvancılık sektörü başta olmak üzere, üretim kayıpları ve turizm gelirlerindeki kayıpları da ilave edersek, karşımıza 150 milyar dolarlık bir fatura çıkacaktır. Sadece bu miktarın, Körfez savaşında yapılan harcamaları neredeyse ikiye katladığını ve ülkemizin iç ve dış borçları toplamına yakın bir meblağ oluşturduğunu dikkatlerinize sunmak istiyorum. Bu tür giderler, ülkemizin kalkınma hızını düşürmekle kalmayıp, malî yapısını ve dolayısıyla gelir dağılım dengesini de olumsuz yönde etkilemiştir; ülke bütünlüğü ve vatandaşın can güvenliğini sağlama gayreti içerisinde, olağanüstü şartlar, olağandışı dengeler yaratmıştır. Bu uğurda canını feda eden, bu vesileyle bir kez daha rahmet ve şükranla andığım binlerce şehidimizin aramızda bulunmamasının acısı ise, hiçbir ölçüyle ifade edilemez.

Yine, bu vesileyle, bölücü terörle mücadele eden Türk Silahlı Kuvvetlerimize, emniyet güçlerimize de, bugüne kadar yaptıkları mücadelelerden dolayı teşekkürlerimizi ve şükranlarımızı ifade etmek istiyorum.

Gerek terörün etkisiyle gerekse hızlı ve çarpık kentleşme neticesinde, sanayi ve ticaret merkezi olan şehirlerimizin tamamına yakın bir kısmı gecekondularla çevrilmiştir. Huzur, güven, iş, aş ve iyi bir gelecek umuduyla buralara göç eden vatandaşlarımız, kendilerini, işsizlik ve çaresizlik içerisinde bulmuştur. Bu gelişmeler, hem toplumsal ahengimizi hem de zaten bozuk olan şehir yapımızı olumsuz etkilemiştir; çarpık, kontrolsüz, plansız bir yapılanma, elektriksiz, susuz ve altyapısız hatta bazen okulsuz varoşlar, imarsız ve kaçak semtler meydana gelmiştir.

Terörle mücadelede elde edilen büyük başarı sonucunda, ülkemiz, millî birlik ve beraberliğini teyit etmekle kalmamış, aynı zamanda bu tür hareketlerin arkasında olmayı alışkanlık haline getiren bazı komşu devletleri eli kanlı bir vaziyette yakalamış ve teşhir etmiştir.

Artık, olağanüstü hal bölgesinde, olağan hale geçmenin hazırlıkları yapılmalıdır. Olağanüstü hal valiliği, yalnız güvenlik amaçlı değil, kalkınma, sanayileşme ve sosyal gelişme amaçlı bir yapıya kavuşturulmalıdır. GAP, Çukurova, Bakü-Ceyhan-Yumurtalık hattı, bir bütün halinde kalkınma, yatırım bölgesi olarak ele alınmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamuoyunu uzun süredir meşgul eden diğer bir sorun da, organize suç örgütleriyle mücadele konusudur. Kendi hukukunu yaratmış, neredeyse kurumsallaşma aşamasına gelmiş, hukuk devleti ilkesini hiçe sayan bu yasadışı oluşumlara karşı, Sayın Mesut Yılmaz'ın başkanlığındaki 55 inci cumhuriyet hükümeti döneminde büyük bir mücadele başlatılmıştır. Bu amaçla, devletin istihbarat birimleri arasında koordinasyon sağlanmış ve yeni bir yapılanmaya gidilmiştir. Kararlı mücadele sonucu, organize suç örgütü liderleri ve mensupları teker teker yakalanmış ve yüce Türk adaletine teslim edilmişlerdir. 55 inci cumhuriyet hükümeti döneminde yapılan bu kararlı mücadelenin sonuçları ve olumlu gelişmeleri bugün dahi alınmaktadır.

Değerli milletvekilleri, 55 inci cumhuriyet hükümeti döneminde başlayan, 56 ve 57 nci hükümetler döneminde de kararlılıkla sürdürülen organize suçlarla mücadele konusu, devletimizin, hukuk devletinin zedelendiği bir noktada, demin de ifade ettiğim gibi, kurumsallaşmaya yüz tutmuş bir yasadışı oluşuma karşı başarıyla sürdürülmüştür. O dönemde, sadece bu mücadeleyle kalınmamış, başta Şemdin Sakık olmak üzere, bölücü örgüt liderinin Suriye'den, ininden çıkarılması da sağlanmıştır.

Yine, o günleri hatırlarsak, Türk siyasetine, Parlamentosuna yoğun eleştirilerin yapıldığı, siyaset-mafya ilişkilerinin kurulduğu, siyaset kurumu dışındakilerin siyaseti acımasızca eleştirdikleri bir dönemi yaşamıştık. Böyle bir dönemde, organize suç örgütlerine karşı verilen bu mücadelede, maalesef, siyasî ihtirası aklının önüne geçmiş, başarıyı hazmedemeyen bazı siyasetçiler yüzünden, Türk siyaseti, bu ortak başarısını paylaşamamıştır. Oysa, Türk siyasetinin, o günlerde böyle ortak bir başarıyı paylaşmaya ve bunun yansımalarını Türk siyasetinin gelecek derinlerine aktarma konusunda çok ihtiyacı vardı. 55 inci cumhuriyet hükümetine dışarıdan destek veren bir partinin, anlamsız, manasız ve hissî davranışları sonunda, bu mücadele, maalesef, siyaset kurumundan dışarıya çıkmış ve siyaset, bu başarıyı paylaşamamıştır; tıpkı cinnet getiren anaların yavrusunu boğduğu gibi, siyaset, kendi üretmiş olduğu bir fidanı kendi elleriyle yok etmiştir. Bunu, Türk siyaseti adına bir kayıp olarak telakki ettiğimi burada ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, sorunlarımızın temelinde yatan önemli nedenlerden birisi de, siyasî istikrarsızlıktır. Son on yılda 11 hükümet işbaşına gelmiştir. Bir hükümetin görev süresi, ortalama bir yıldan azdır; o kadar ki, hükümetlerin çoğu, kendi bütçesini değil, önceki hükümetlerin hazırladıkları bütçeleri uygulamak zorunda kalmışlardır. Oysa, Türkiye, ancak siyasî istikrar içinde olduğu yıllarında kalkınma hamlesini gerçekleştirebilmiştir; 1950-1960 yılları arası Demokrat Parti, 1965-1970 yılları arası Adalet Partisi ve en son 1983-1991 yılları arası Anavatan Partisi hükümetleri döneminde gerçekleştirilen kalkınma hamleleri, bunun en güzel örnekleridir.

Siyasî istikrarın devamı için -bize göre- önümüzde iki seçenek bulunmaktadır: Ya mevcut seçim sistemimizde siyasî istikrar çıkaracak bir düzenlemeye gitmek ya da bugüne kadar kör topal getirebildiğimiz koalisyon geleneğimizi daha da geliştirmektir.

57 nci cumhuriyet hükümetimiz, kendi içerisindeki uzlaşma, ülkemizin geleceği adına almış olduğu önemli kararlar ve dayandığı Meclis çoğunluğu itibariyle, istikrarsızlık endişelerini gündemden çıkarmıştır. Temennimiz, Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisinin ortak iradeleriyle oluşan bu hükümetin, demokrasimizin geleceği ve siyasî istikrarımız adına kalıcı izler bırakabilmesidir.

21 inci Dönem Parlamentomuz, gerek iktidarı gerekse muhalefetiyle, istikrar ihtiyacına uygun bir tavır içerisindedir. Sergilediği uzlaşma anlayışı ve gerçekleştirdiği yasama performansıyla, demokrasimiz açısından büyük bir kazanç ortaya koymuştur. Bugüne kadar 106 uluslararası antlaşma ve yasayı hayata geçiren bu Parlamento, gerçekten, kendisine yöneltilmiş olan tenkitleri haksız çıkarmıştır. Bu vesileyle, başta muhalefet partileri olmak üzere, Meclisimizin sergilemiş olduğu bu güzel tabloyu ortaya çıkaran tüm Meclis gruplarımıza bir keze daha huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, büyük potansiyeline ve bugüne kadar gösterilen olumlu bazı gayretlere rağmen, Türk ekonomisinin mutlaka çözülmesi gereken ciddî sorunları vardır. Bunların başında, kronik enflasyon ve devletin borç yükü gelmektedir. 55 inci cumhuriyet hükümetince, 1998 yılında enflasyonda kalıcı bir düşüş sağlamayı ve makro ekonomik dengelerde istikrar oluşturmayı temel hedef alan bir program uygulanmış ve büyük ölçüde hedefleri tutturulmuştur; ancak, Uzakdoğu'da başlayan, Rusya'da devam eden ve dünyaya yayılan krizin olumsuz etkilerine, seçim kararıyla oluşan belirsizlik ortamının da eklenmesiyle, ekonomik faaliyetler 1999 yılında gerilemeye başlamıştır. 1999 yılında büyüme hızı eksi 6 olurken, enflasyon yükselme trendine girmiştir.

Yüce Meclisin huzuruna getirilen 2000 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve uygulanması öngörülen ekonomik program, enflasyonu hızla aşağı indirmeyi, makro ekonomik dengeleri iyileştirmeyi ve ekonominin yapısal bozukluklarını gidermeyi hedeflemektedir. Artık, yüksek enflasyonla yaşamak mümkün değildir. Bir yıl küçülen, bir yıl büyüyen Türkiye yerine, her yıl istikrarlı ve sürekli büyüyen bir Türkiye istiyoruz. Ülkemize daha çok yatırım, daha çok bilgi ve teknoloji girmesi için de, enflasyonu düşürmeliyiz. Bunun için, mutlaka, bir bütçe disiplini uygulanması gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, bu program bütünlük içinde uygulanırken, sosyal tarafların görüşleri dikkate alınmalı ve katkıları sağlanmalıdır. Bu programın elbette bir maliyeti olacaktır. Önemli olan, bu maliyetin adil bir biçimde dağıtılmasıdır.

Kur artış hızı sabitlenirken, ithalat ucuzlarken, KOBİ'ler, ihracatçı yok olmamalıdır. Eximbankın sermayesi artırılmalıdır. Bu nedenle, Ekonomik ve Sosyal Konsey düzenli olarak toplanmalıdır.

Çalışan kesimlerin, tarım kesimindeki çiftçi ve üreticilerimizin, KOBİ'lerin, girişimcilerin ve ihracatçılarımızın durumları dikkatle izlenmeli, sorunları çözülmeli ve desteklenmelidir.

Emekli ve memur maaş artışlarının enflasyonun altında kalmaması, en büyük dileğimizdir. Memur ve emekli maaş artışlarının yeterli olmadığını, hiçbirimizin içine sinmediğini biliyorum. Temennimiz, bu programın uygulanmasından elde edilecek başarıların, öncelikle, ücretli ve dargelirlilerin durumlarının iyileştirilmesinde kullanılmasıdır.

Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; vatandaşımızı çağdaş anlamda haklarına sahip bir birey yapmak için, öncelikle, devletle vatandaşın karşılaştığı noktaları, yani idare sistemimizi gözden geçirmek zorundayız.

Merkezine bireyin yerleştirildiği kamu yönetiminde etkinlik ve verimliliğin sağlandığı, yerel hizmetlerin halka en yakın yönetim birimleri tarafından yerine getirildiği, halkın, kamu işlerinin sevk ve idaresine katılımına imkân verecek bir idarî reformu gerçekleştirmek durumundayız. Bu çerçevede ülkemizin en önemli ihtiyaçlarından birisi de, mahallî idareler reformudur. Kararların hızla alınamadığı, kaynakların verimli kullanılamadığı, hizmetlere kolay ulaşılmadığı ve halkın yönetime yeterince katılamadığı aşırı merkeziyetçi idarî yapımızı terk etmek zorundayız. 55 inci hükümet tarafından hazırlanan Mahallî İdareler Reform Tasarısı, geçen dönemde komisyonlardan geçip Genel Kurula kadar inmiş, ancak, araya giren seçimler nedeniyle kadük olmuştur. 57 nci hükümetin de ndeminde olduğunu bildiğimiz reform tasarısının bir an önce Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilip, yasalaşmasını arzu etmekteyiz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk ekonomisinde sürdürülen yapısal reformların en önemlilerinden birisi de özelleştirmedir; özelleştirme, sadece basit bir satış işlemi değildir. Özelleştirme sonrası verimlilik ve üretim gücü ile piyasaların gelişmesi önemlidir. Türkiye, bugüne kadar, ancak, toplam 4,6 milyar dolar düzeyinde özelleştirme uygulaması gerçekleştirebilmiştir.

Anayasada yapılan değişikliklerle tahkim ve özelleştirme kavramlarının Anayasada yer almasını önemli bulmaktayız. Böylece, yıllardır tartıştığımız özelleştirme hukukunda önemli bir adım atılmış ve ülkemize daha çok yabancı yatırımcı çekebilme yolu açılmıştır. Ayrıca, SPK'da yapılan değişiklikler, yeni piyasalara imkân vermektedir.

Uygulamalarına hızlı ve kararlı bir şekilde devam etme niyetinde olan Özelleştirme İdaresinin 2000 yılı hedefi, 7,6 milyar dolardır. Ekonomide sağlayacağımız istikrar ve güven ortamı, yabancı sermaye girişi ve yap-işlet-devret anlayışını hızlandıracaktır. Anavatan Partisi Grubu olarak, özelleştirme uygulamalarına hız verilmesini ve öngörülen hedeflere bir an önce ulaşılmasını arzulamaktayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; buraya kadar, çok yoğun ilişkilerden bahsettim. İç dinamikleri, dış dinamikleri, Türkiye'nin yeni yüzyılda yapacağı büyük yolculuğun adımlarını, hamlelerini, satırbaşlarıyla sizlere izah etmeye çalıştım. Peki, bunca gayret, bunca çaba, bunca uğraş ne için? Bütün bu çabaların tek bir hedefi var; bu yaptıklarımız, dinimizde ve kültürümüzde yaratılmışların en şereflisi olarak gösterilen demokrasinin ve insan haklarının öznesi insan için, Türk insanı için. Evet, bu coğrafyada ayakta kalabilmek için, devletimizi güçlü kılabilmek, için birtakım stratejik projeleri gerçekleştirmek durumundayız; ama, önemli olan, önceliği olan, vatandaşımızın refahı ve vatandaşımızın mutluluğudur.

Değerli milletvekilleri, Türk vatandaşı, Türk idaresinden, Türk siyasetinden, ülkeyi yönetenlerden ne istemektedir, çok şey mi istemektedir; kısaca, ana hatlarıyla bir bakalım: Vatandaşımız, özellikle dünyada yaşanan global krizin de etkisiyle, ekonomilerinin bozulduğu şu ortamda, hayat şartlarının düzgün olmasını istemektedir. Yıllarca, rızk teknesi dediği işyerinin kapatılmasını istememektedir. Hergün besmeleyle, dualarla açtığı o dükkânının, o işyerinin devam etmesini, orada yeni insanların ekmek parası kazanmasını istemektedir. Akşam evine döndüğü zaman, evindekine, çocuğuna, eşine, kazanamadığı, elde edemediği kazanç yüzünden mahçup olmak istememektedir. Çocuğunu iyi okullarda okutmak istemektedir. Bilgisayarla tanışmış, yabancı dil bilen gençler yetiştirmek istemektedir. Depremde, afette, sel felaketinde, kara gününde, devleti yanında görmek istemektedir. Hastane kapılarında beklemek istememektedir. Türkiye'nin herhangi bir yerinde, en ücra köşesinde tek başına dolaşırken, kendisini, gecenin karanlığında hiç kimsenin boğazlamayacağı, o topraklarda, o kaldırımlarda, devlet otoritesinin santim santim, ilmik ilmik işlendiği “buralarda devletim beni korur” dediği bir hukuk devleti anlayışına sahip olmak istemektedir. (ANAP sıralarından alkışlar) Ya da, namerde ve merde muhtaç olmak istememektedir. Kısaca, kendi mukaddesleriyle, kendi vazgeçilmezleriyle, devletin değiştirilemez nitelikleriyle barışmak istemektedir. Devletinin kendisine yan bakmamasını istemektedir. Yine, klasik hale gelmiş, Anavatan Partisinin bütün platformlarında artık vazgeçilmez hale gelen üç hürriyeti istemektedir; yani, din ve vicdan hürriyetini istemektedir; yani, teşebbüs hürriyetini istemektedir; yani, fikir ve ifade hürriyetini istemektedir. Bu hürriyetleri, doyasıya, bütün özgürlüğüyle yaşamak istemektedir.

Evet, kısaca, satırbaşlarıyla ifade ettiğim vatandaşımızın bu taleplerini, gerçekten de masum, gerçekten de saygıya değer ve uğurunda büyük mücadele vermemiz gereken masum talepler olarak telakki ediyorum.

Peki, bu taleplerin şu geldiğimiz noktada karşılanması, gerçekleşmesi zor mudur veyahut da, bunun için Türkiye'nin biraz zamana mı ihtiyacı vardır? İşte bu noktada vatandaş, hükümetten, bunu, bütün şeffaflığıyla, bütün açıklığıyla açıklamasını beklemektedir. Vatandaşımız demektedir ki: Ey hükümet, evet, bir program uyguluyorsun; bizim şartlarımız budur; yıllardır süren bu enflasyondan biz de bıktık, bu hayat pahalılığından biz de bıktık; bu enflasyon mücadelesinin arkasında biz de varız; ama, bize deyiniz ki, sevgili vatandaşım, 2001 yılında senin durumun bu olacak, enflasyon bu safhaya inecek, 2002’de bu olacak, 2003’te, 2004’te bu olacak; bu ekonomik programın ayrıntılarını ve vatandaşımızın günlük hayatındaki yansımalarının kendisine anlatılmasını beklemektedir.

Hükümetimiz, bu güne kadarki uygulamalarıyla, bu şeffaflığı göstermiştir; umuyorum, önümüzdeki dönemde de, vatandaşımızı, bu ekonomik program konusunda daha detaylı bir şekilde bilgilendirecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye olarak, hem dış ilişkilerimizde hem de uygulamaya konulan ekonomik programla, bir yerde -tabiri caizse- dönüşü olmayan bir yola girdik; yani, hükümet, bu ekonomik programı belli bir süre uyguladıktan sonra, artık ben bu programdan vazgeçtim, başa dönüyorum, şurada hata yaptım, tekrar bu filmi başa sarıyorum deme hakkına, lüksüne sahip değil. Bu noktada ekonomi yönetiminin hiç mi hiç hata yapma hakkı olduğunu kabul etmiyoruz, hiç hata yapma hakları yoktur. Gerekirse bütün uğraşılarından, bütün ufak tefek kendilerini oyalayacak işlerden, meşgalelerden kendilerini çeksinler; sadece ve sadece, şu uygulamaya konulan ekonomik programın önümüzdeki süreç içerisindeki yansımalarını, günü gününe, global ekonomiyle birlikte değerlendirmek suretiyle takip etsinler.

Dediğim gibi, ekonomi yönetiminin hata yapmaya hakkı olduğunu kabul etmiyoruz. Artık bu yeni bir yüzyılda, bu kadar maliyeti olan, bu kadar bedeli olan bir programın, geri dönüşü yoktur diye düşünüyoruz. İnşallah, hedefledikleri sürede, hükümetimiz, ekonomi yönetimi, bu programını gerçekleştirir ve artık biz de, vatandaşımızın millî gelirinin 20 000 dolarlarla, 30 000 dolarlarla ölçüldüğü, sosyal refahı yükselmiş, gelişmiş, dünyadaki birinci lig ülkeleri arasına katılmış oluruz.

Değerli milletvekilleri, Anavatan Partisi olarak, hem Meclis grubu itibariyle hem de kabinedeki arkadaşlarımız olarak, önümüzdeki sürecin bize yüklediği sorumlulukların bilinci içerisindeyiz.

Bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da, Anavatan Partisi Grubu, Parlamentoda çizmeye çalışmış olduğum bu çerçevede içerisinde, Türkiye'yi geri döndürmeyecek, serbest piyasa ekonomisinden vazgeçirmeyecek, yeni yüzyılda, artık, liberal ekonominin en son geldiği noktaya ulaştıracak bir programın uygulanmasına destek olmaya devam edecektir.

Yine, devlet-birey ilişkileri konusunda Parlamentoya gelecek konularda, Parlamentodaki uzlaşma konularında, her zaman olduğu gibi, katılımcı ve yapıcı katkısını devam ettirecektir. Bu sebeple, Anavatan Partisi Grubu olarak, Türkiye'nin tarihî bir dönemeçte olduğunun, yeni bir yüzyılda önemli kararlar arifesinde olduğunun idraki içerisindeyiz ve bu idraki, bu sorumluluğumuzu biliyoruz. Devlette, siyasette, bugüne kadar ne birikimimiz, ne tecrübemiz varsa, bunları, Türkiye'nin yapacağı bu yeni yolculukta seferber etmeye, hükümetin ve milletin emrinde amade tutmaya hazırız.

Değerli milletvekilleri, yeni bir yüzyıla neredeyse saatler kalmıştır. Bu yeni yüzyılın, ülkemize, insanlığa hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Yine, kısa bir süre sonra idrak edeceğimiz mübarek Ramazan Bayramının da Türk-İslam âlemine hayırlara vesile olmasını temenni ediyor; 2000 yılı bütçesinin, vatandaşlarımıza, bütün kesimlerimize, önümüzdeki dönem içerisinde sosyal bir mutluluk, refah getirmesini temenni ediyor, hepinizi, şahsım ve Anavatan Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Sayın Oktay Vural; buyurun efendim. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2000 yılı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızdayım; Yüce Meclise ve aziz milletimize saygılar sunarım.

17 Ağustosta ve 12 Kasımda meydana gelen depremlerde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yaralılara şifa, geride kalanlara da başsağlığı diliyorum. İnanıyoruz ki, Türk Milletinin birlik ve beraberliğiyle, karşılaşacağımız tüm acılar azalacak ve sevinçlerimiz çoğalacaktır.

21 inci Dönem Meclisinde birlikte görev yaparken vefat eden kıymetli arkadaşlarımız, Kadir Görmez, Avni Akyol, Bedri İncetahtacı ve Sıtkı Turan'a Allah'tan rahmet diliyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yıllık olması özelliğiyle bütçe, Meclise arz eden hükümetin temel yaklaşımlarını ortaya koyması bakımından, siyasî ve ekonomik bir mahiyet arz etmektedir. Ancak, geçmiş yıllardaki, gerek iç gerekse dış ekonomik ve siyasî gelişmeler kadar bütçenin uygulandığı yıllardaki gelişmeler de bütçeyi etkileyebilmektedir.

1997 yılının ikinci yarısından itibaren Güneydoğu Asya ülkelerinde ortaya çıkan ekonomik krizin olumsuz etkileri henüz bertaraf edilmeye çalışılırken, 1998 yılının ağustos ayında, ülkemiz için ayrı bir önem taşıyan komşumuz Rusya da kriz ortamına girmiştir. Finans piyasalarındaki istikrarsızlığın Latin Amerika ülkelerini de etkisi altına alması, krizin hüküm sürdüğü bazı ülkelerde siyasî çalkantıların yaşanmaya başlanması gibi gelişmeler, 1999 yılına ait beklentilerin olumsuz etkilenmesine sebep olmuştur. Bilindiği üzere, Asya ve Rusya krizlerinin yanı sıra, Avrupa'da Almanya'nın birleşmesi ve Maastricht kriterlerine ulaşılması için izlenilen sıkı para politikası, talebin azalmasını beraberinde getirirken, ekonomik büyüme, belli bir oran aralığında gerçekleşebilmiştir.

Sayın milletvekilleri, ülkemizin uzun yıllardır içerisinde bulunduğu yapısal sorunlar karşısında geçmiş yıllarda alınan kararlar ve uygulamaların 2000 yılı bütçesindeki yansımaları, açıkça görülmektedir. Bu bakımdan, 2000 yılı bütçesi üzerinde yapılan değerlendirme ve eleştiriler, aynı zamanda, bir özeleştiri mahiyeti taşımaktadır.

Günümüze kadar, hep artan kamu açıkları ve buna bağlı olarak oluşan kamu borç artışlarıyla iç içe yaşadık. Özellikle, 1980'li yılların sonunda başlayan kamu maliyesindeki bozulma, bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranını, 1975 yılında binde 7'den, 1980'lerde yüzde 3,1'e, 1998'de ise yüzde 7,3'e yükseltmiştir. Yapısal sorunların ekonomik yükleri ve zamanında alınmayan kararların maliyetleri, enflasyon beklentilerini bugünlere kadar taşımıştır. Son on yıl içerisinde, hükümetlerin tahmin ettiği enflasyon oranı yüzde 51, gerçekleşme oranı ise yüzde 74 olmuştur.

Artık, bütçelerle, siyasî iktidarların bir yatırım yapma tercihi bile kalmamıştır. Yatırım harcamalarının çoğu, geçmişte başlamış ve devam etmekte olan yatırımlara aittir. 1990 yılında 3 079 olan yeni proje sayısı, 1999'da 1 381'e düşmüştür. Bütçe içerisinde yatırımların payı, 1980'de yüzde 24 iken, 1995'te yüzde 6, 1999'da ise yüzde 5 olmuştur.

Enflasyondan arınmış toplam bütçe gider artışı, 1989'da yüzde 10 iken, 1996'da yüzde 27,8'e yükselmiştir. Buna mukabil, personel gider artışı, 1989'da yüzde 52 iken, 1996'da yüzde 8'e kadar düşmüştür.

Konsolide bütçe içerisindeki kuruluşların personel sayısı, 1980'de 1 381 431 iken 1999'da 2 104 131 olmuştur.

Faiz ve sosyal güvenlik harcamalarından oluşan transfer harcamalarının bütçe içerisindeki payı, 1981'de yüzde 38 iken, 1999'da yüzde 65 olmuştur.

Borç stoğu da yıllar itibariyle artmıştır. 1980'de, borç stoku, gayri safî millî hâsılanın yüzde 37'si iken, 1998'de yüzde 72'ye yükselmiştir. Hükümetlerin özelleştirme hedeflerine ulaşma oranı ise, ancak, yüzde 20 olabilmiştir. Böyle bir sınırlı alanda yapılan bütçenin, ağır bir ipoteğin altında yapılabildiğini unutmamak gerekmektedir.

Yıllardan beri ekonomik sorunların çözümü için, ciddî, kararlı ve istikrarlı bir politika eksikliği, kısa vadeli tercih ve başarı arayışı, sadece seçmene ve seçime endeksli miyop bir siyaset anlayışının, 2000 yılı bütçesine yansıdığını gözardı edemeyiz.

Bugün yaşadığımız sorunlara gelirken, herkesin, ortadaki tablodan gerekli payı ve dersi çıkarması gerekmektedir. Bugün, bu Mecliste olan olmayan, tüm yönetimlerin ve siyasetlerin, bu gerçekleri görmesi gerekir. Halkımızın karşısında olan tek bir gerçek vardır; yaşadığı sorunlar ve bu sorunları çözmek için, gerçek, kalıcı, cesaretli kararların alınmamış olması. Hükümetin, sorunlarımıza, kalıcı çözüm yolu aramaya yönelik yaklaşımlarını ve teşhislerini, siyaset tarihinden ders almanın sonucu olarak görmekteyiz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye, 1999 yılına, Güneydoğu Asya krizinin olumsuz etkilerinin devam ettiği, dünya ticaret hacminin artış hızının önemli ölçüde azaldığı, Rusya'daki krizin derinleştiği bir ortamda girmiştir. Bu olumsuzluklar, ardından, yüksek faiz ve seçim atmosferiyle, 1998 yılının son çeyreğinde oluşan yurtiçi talep ve üretimdeki daralma, 1999 yılının ilk çeyreğinde derinleşerek devam etmiştir.

Yılın ikinci çeyreğinde, ekonomideki toparlanma hareketleri, büyük deprem felaketleriyle durmuş, sanayi üretimini olumsuz yönde etkilemiştir. 17 Ağustos ve 12 Kasımda yaşanan depremler, 20 nci Yüzyılın en büyük felaketlerinden biri olmuş, ağır can ve mal kaybına yol açmıştır. Depremler, ayrıca, makro ekonomik etkilere de sebep olmuştur.

Ülkemiz, ekonomik açıdan en canlı, millî gelir açısından da en yüksek orana sahip bir bölgede meydana gelen depremlerle, âdeta, bir ekonomik şok geçirmiştir; çünkü, büyük bir kamu harcama artışına sebep olması yanında, kamu gelirlerinin azalması ve ülkemizin can damarı olan bölgede üretim daralması, nitelikli işgücü kaybı meydana gelmiştir.

Depremin, 1999 yılında, gayri safî millî hâsılayı yüzde 1-1,5 oranında düşürdüğü tahmin edilmiştir. Son derece önemli bir şok karşısında 57 nci hükümetin meseleyi tespiti ve tedbirleri doğrudur. Bu çerçevede, ekonomide uyumlaştırma gerçekleştirilmiş, depremin ekonomik etkileri yok sayılmamıştır.

Deprem harcamalarının önemli bir kısmının, sağlam kaynak olarak, vergiyle iç kaynaklardan karşılanması, bedelli askerlik uygulaması, yatırım harcamalarında öncelik sıralaması yapılarak ekonomik uyumlaştırma programı ülkemizin geleceğini önemli sorunlardan kurtarmıştır.

Depremin ekonomik etkilerini azaltmak için rant gelirlerinden vergi alma yoluna gidilmesi, yükün adil dağılımına yönelik bir hassasiyetin ürünüdür. Bu çerçevede, ek verginin konulmasına ilişkin kararın, sorumluluk anlayışı içerisinde spekülasyon ve manipülasyonlara yol açmadan alınmasının takdir edilmesi gerekir.

Bu ekonomik yaklaşımlar yanında "asrın felaketi" adı konulan deprem karşısında 57 nci hükümet, kısa sürede ve büyük ölçüde, felaketin getirdiği ekonomik ve insanî ihtiyaçları karşılamıştır. Vatandaşlarımızın, kalıcı konuta kadar, barınma ihtiyaçlarının, olağanüstü gayretler neticesinde söz verilen zamanda yerine getirmiş olması, herkesin takdirini kazanmıştır. Bununla beraber, ülkemizin son derece önemli ekonomi ve ticaret merkezinde ekonomik hayatı canlandırmak için selektif tedbirlere ihtiyaç devam etmektedir. Bu bakımdan, özellikle küçük ve orta büyüklükteki işletmeler ve esnaflara yönelik uygun maliyette iç ve dış finansman kaynaklarının harekete geçirilmesi gerekmektedir. Yurt dışından temin edilmiş kredilerin hak sahiplerine ulaştırılması için gerekli tedbirler alınmalı ve tespitler yapılmalıdır.

Sayın milletvekilleri, 2000 yılı bütçesini değerlendirdiğimiz 57 nci hükümet, Türkiye'nin meselelerine çözüm getirmek amacıyla 1999 yılında önemli ekonomik kararlar almış ve yapısal reformları çözüm yoluna sokmuştur. Böylece, geçmiş siyasî iktidarlar gibi, sorunların çözümünü erteleme anlayışı terk edilmiştir.

Uluslararası Para Fonuyla yapılan Stand-By Anlaşmasıyla 2000-2002 döneminde uygulanacak makro ekonomik politikalar nihai hale getirilmiştir. Uluslararası Para Fonuyla son on yılda imzalanan ilk anlaşmadır. Bilindiği gibi, 1994 yılında, kriz sebebiyle, arzu edilmesine rağmen, anlaşma imzalamak mümkün olamamıştır. Temel bir tercih olarak önemli bir finansman sorunu olan ülkemizin, dış piyasalardan uygun maliyette fon desteği teminine yönelik anlaşmayı son derece gerçekçi buluyoruz.

Üç yıl sürmesi planlanan programın temel amacı, enflasyonu 2000 yılında yüzde 25, 2001 yılında yüzde 12 ve nihayet 2002 yılında yüzde 7'ye indirmek, reel faiz oranlarını makul düzeylere indirmek, ekonominin büyüme potansiyelini ve kaynakların etkin ve adil dağılımını sağlamaktır.

Enflasyonla mücadelede sıkı maliye politikasıyla faizdışı bütçenin artırılması, yapısal reformların gerçekleştirilmesi, özelleştirmenin hızlandırılması, enflasyon hedefiyle uyumlu gelirler politikasıyla kur ve para politikası esas alınacaktır.

Sayın milletvekilleri, 1999 yılı sonunda alınan önemli bir ekonomik karar da para ve kur politikalarının açıklanmasıdır. Para programı, 1992 yılından beri sadece 1998 ve 1999'da açıklanmıştır. Ülkemizde uygulanacak para programının açıklanması, kamu ve özel sektörün yatırım ve tasarruf kararlarını önemli ölçüde etkileyecek ve yol gösterici olacaktır.

Döviz kurlarının önceden açıklanması, enflasyonla girilen mücadelede yaşanan en büyük sorunlardan biri olan geçmiş enflasyonun gelecekteki enflasyonu belirlemesi ve geçmişe yönelik endekslenme alışkanlığının bertaraf edilmesini sağlayarak, piyasaya güven ve istikrar getirecektir.

Ayrıca, enflasyon hedefine yönlendirilen kur sistemine geçilmesi, yurtiçi faizler üzerinde risk priminin önemli bir bölümünün yok olmasını da beraberinde getirecektir. Faizlerdeki düşüş ise, sermaye girişine ve finansman maliyetlerindeki düşüşe paralel olarak enflasyondaki düşüşe de olumlu katkılar sağlayacaktır.

Sayın milletvekilleri, 57 nci hükümetin uygulamayı kararlaştırdığı ekonomik program farklı özellikleri ihtiva etmektedir.

Programın en büyük özellikleri, ilk defa, gelir ve fiyat politikalarıyla desteklenmiş olmasıdır. Çiftçilerimize doğrudan gelir transferi, kamu zamları ve kiraların sınırlanması gibi dolaysız uygulamalar son derece önemlidir.

Ekonomik program Türkiye'ye özgü nitelikler taşımaktadır. Bu özelliklere sahip bir özgün program, hükümetin başarısıdır. Uygulanacak ekonomik programı, gerçekçi ve sonuç alıcı bulmaktayız. Ekonomik programın başarı yolunun, yapısal reformları kararlılıkla gerçekleştirmekten geçtiği de unutulmamalıdır.

Sayın milletvekilleri, uygulanacak ekonomik program sayesinde kısa vadeli, yüksek faizli borçlanmayla oluşan saadet zinciri kırılabilecektir.

Reel faiz artmadan, dolarizasyon olmadan, piyasaya liranın hâkim olmasıyla yüksek faiz -düşük kur, yüksek kur- düşük faizle oluşan saadet zincirlerinin kırılması, tarihî bir dönüm noktası teşkil edecektir. Programın sonunda, Türk Lirası, satınalma gücüne hâkim olabilecektir.

Sayın milletvekilleri, bütçe üzerinde yapılan görüşmelerde, uygulanacak kur ve para politikasına yönelik çeşitli eleştiriler yöneltilmesi son derece tabiîdir; ancak, bu programın hakikate aykırı olarak, devalüasyonu gerektireceğini söyleyerek, çözüm için onsekiz ay sonra yapılacağı iddia edilen devalüasyonun şimdiden yapılmasının iddia edilmesi, 1994'te yapılan hatalardan ders alınmadığını ortaya koymaktadır.

Dünyayı halen 1970'li yıllardaymışız gibi görüp, Uluslararası Para Fonunun uygulama sonuçlarını bu günlere taşıyarak hükümetin ekonomik programını eleştirmek, bilmem ne derecede gerçekçidir. Dünya da değişmiş, ekonomik paradigmalar da. Malî piyasalar ise bambaşka olmuş. Türkiye ise 1970'lerde değil.

Uluslararası Para Fonunun programlarını bir yandan ortodoks -tutucu- olmasından eleştirip, öte yandan hükümetin heterojen bir program sunması gerçeği karşısında aynı tavrı almak çelişki arz etmez mi?

Günümüzde yaşadığımız bütün ekonomik sorunların sebeplerini ve kaynağını bu hükümete yüklemekte haksızlık görmeyen bir başka muhalefet anlayışı ise, sorunları çözmek için teşhiste son derece gerilerde kaldığını göstermektedir. Bununla beraber, bugün, karşı karşıya geldiğimiz sorunların sebebine ve sorumlusuna bakmadan, çözmek için büyük bir çalışma ve sorumluluk altına giren hükümetin yaklaşımını takdir etmemek, siyaset anlayışının değişmemişliğinin bir sonucu olarak mı görülmelidir?

Geçmişteki sorumluluklarını unutup, sadece, eleştiri, geçmişimize kapkara bir gözlükle bakma anlayışı, geleceğimizi de karartır. Türk Milletinin yaptıklarına inanmayanların, geleceğe umut taşımaları mümkün olamaz. Nesillere, taşıyabileceği kadar bir yük ve sorumluluk verilir. Bugünlere kadar çözülmemiş bütün sorunların yükü altına giren hükümet içerisinde Milliyetçi Hareket Partisinin bu yükleri taşıması ve çözmesi fırsatını aramasını, bize tarihin ve Allah'ın verdiği bir görevin sonucu olarak görmekteyiz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu ortamda, özellikle, deprem sonrası yeniden yapılanma kapsamındaki harcamalar ile faizlerdeki ve enflasyondaki düşüşe bağlı olarak, 2000 yılında ekonominin büyüme trendine gireceği beklenmektedir. Bu çerçevede, 2000 yılında gayri safî millî hâsılanın büyüme hızının yüzde 5,5 olması öngörülmüştür. 2000 yılı bütçesinde kamu açıklarının aşağıya çekilmesi, faiz dışı bütçe fazlasının artırılması, kamu harcamalarının disipline edilmesi suretiyle, dış dünyaya güven telkin edilmesi ve bu sayede bulunabilecek orta ve uzun vadeli dış kaynaklarla, kısa vadeli içborç yükünün azaltılması dolayısıyla, 21 inci Asra, yılların getirdiği içborç sorununu çözmüş bir ülke olarak girme hedefinin bulunması memnuniyet vericidir.

Sorunlarımızın çözümünde kamu harcama reformuna öncelik verilmelidir. Sorunlarımızın çözümü için sadece para ve maliye politikaları değil, kamu harcamalarında etkinliği ve verimliliği temin eden israfı azaltan bir yapısal değişim şarttır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni yüzyıla girerken, görüşülmekte olan bütçe tasarısı, keşke, gelirleri giderlerinden çok fazla olan bir bütçe olsaydı; keşke, faiz yerine yatırımlara kaynak aktaran bir bütçe olsaydı; keşke, enflasyonun yüzde 25'lere çekilmesi arayışı içerisinde olmayan, tek rakamlarda aşağı çekme arayışında bir bütçe olsaydı; keşke, sadece, yarım kalmış yatırımlara kaynak ayırmaya çalışan bir bütçe olmasaydı; keşke, hâlâ, özelleştirmeye hız vermekten söz etmeseydi; ama, bu keşkeler ile bunlara bağlanabilecek diğer keşkelerin, görüşmekte olduğumuz bütçeyi hazırlayan 57 nci hükümetin icraatları sonucu oluşmadığı da aşikârdır.

Sayın milletvekiller, 21 inci Dönemde, yapısal sorunlarla ilgili son derece önemli kararlar alındı. Sosyal güvenlikle ilgili alınan tedbirleri, bir başlangıç olarak değerlendiriyoruz. Sağlıklı, gerçekçi ve sürdürülebilir bir sosyal güvenlik sisteminin, kamu dışında, ancak zorunluk özelliğiyle özerkleştirilmesi ve tercihlere dayandırılması düşünülmelidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çağımızda sermayenin merkezî bir şekilde kontrolü ve dağılımı sona ermekte ve bu konuda serbest piyasa egemen olmaktadır. Bu genel görünüm içerisinde ortaya çıkan gerçek, yapısı sağlam kurulmuş finans piyasalarının, piyasa ekonomisinin oluşturulup yaşatılmasında vazgeçilmez bir rol oynadığıdır. Bu kapsamda, bir ülkede etkin sermaye piyasalarının bulunmaması, orada reel ekonominin de gelişmesini engellemektedir. 57 nci hükümet, hem para hem sermaye piyasasının sağlıklı ve etkin çalışması için önemli hukukî düzenlemeleri gerçekleştirmiştir.

Ülkemizde 25 sermaye grubu, 36 bankaya sahiptir. Böyle bir yapılanma, bankaları, aslî fonksiyonları olan fon aktarma mekanizmasından uzaklaştırıp grubun finansmanına yöneltmektedir. Özellikle, 1980'li yıllardan itibaren gözlenen önemli değişikliklerden birisi de, kredi vermekten giderek uzaklaşma eğilimidir. Diğer taraftan, bankacılık piyasasında denetim eksikliği, siyasî karar organlarına doğrudan bağlılık, tasarruf sahiplerini ciddî sıkıntılara sokmuştur.

Yüce Meclisin kabul ederek yürürlüğe soktuğu Bankacılık Kanununda değişikliklerle, bankacılık kesimi düzenlenmesi suretiyle, para piyasasının daha etkin ve sağlıklı çalışması mümkün kılınabilecek, yatırımcılar korunabilecektir. Milletimiz artık, içi boşaltılan bankaları, devletin dolandırılmasını duymak istememektedir. 57 nci Hükümetten beklentimiz, alınan hukukî tedbirleri kararlılıkla uygulamaktır.

Nitekim, 57 nci Hükümetin beş özel bankaya yönelik aldığı tedbirler, bu kararlılığın sonucudur. Kimsenin gözünün yaşına bakmadan, kimsenin haberi olmadan sahip oldukları ilişkileri dikkate almadan alınan kararlar, vatandaşlarımızın menfaatına tecelli etmesine özen gösterilmiştir. Bu kararlarla, bankacılık piyasasının daha sağlıklı çalışması temin edilmiştir. Böylece, tasarruf sahiplerinin tamamı, bütün haklarıyla birlikte korunmuştur.

Sağlıklı ve etkin çalışan bir para piyasası için gerekli hukukî tedbirleri almayanların, bankalarla ilgili operasyonu eleştirmeleri, doğrusu, gariptir. Bu sağlıksız yapı, 1980'lerde bankerler krizine, 1994'te bankalar krizine yol açmadı mı? Sağlıklı ve etkin bir piyasa için, hükümetin getirdiği hukukî değişiklikler sonucu bankalar operasyonunu eleştirmekle, aslında, ne savunulmaktadır?

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; iktisadî gelişmemiz için gerekli sermayeyi temin edecek bir diğer piyasa da sermaye piyasasıdır. Son on yıl içerisinde, sermaye piyasasındaki denetim yetersizliği sonucu birçok aracı kurum ödeme güçlüğüne düşmüş, binlerce yatırımcı zarar görmüştür. Sermaye Piyasası Kanununda yaptığımız değişikliklerle, gelişmiş bir sermaye piyasası oluşturmak ve yatırımcının güvenliğini sağlamak üzere çeşitli yenilikler getirilmiştir. Sermaye Piyasası Kanununda yapılan değişiklikle, vadeli işlemler borsasının kurulması, malî piyasanın derinleşmesi ve sermaye birikimi açısından son derece önemlidir.

Sayın milletvekilleri, küçük ve orta büyüklükteki işletmeleri geliştirmeden iktisadî demokrasiyi geliştirmek, üretim faktörlerinin mülkiyetini topluma yaygınlaştırmak mümkün değildir. Bir ülkede KOBİ'ler ne kadar gelişmişse, demokrasi o kadar gelişiyor.

57 nci hükümet, toplumun ortadireği olan KOBİ'ler lehine imkânlar sağlamada ciddî bir tavır ve anlayış içerisinde olmuştur. Ülkemiz açısından hayatî önem taşıyan KOBİ'lerin malî olarak desteklenmesi için, sermaye piyasalarından etkinlikle yararlanmasını temin etmek üzere, KOBİ'lere özgü, İstanbul menkul kıymetler bünyesinde, bir menkul kıymet piyasası oluşturulması, Sermaye Piyasası Kanununda yapılan bir değişiklikle, imkân dahiline sokulmuştur. Bu sayede, KOBİ'lerin, daha ucuz finansman kaynaklarından faydalanması mümkün olabilecektir.

Sayın milletvekilleri, ülkemiz, tarım açısından önemli bir potansiyele sahiptir. Böyle olmakla beraber, tarımda örgütlenme ve tarımla ilgili piyasaların oluşması bakımından önemli eksiklerimiz vardır. Vadeli işlemler borsalarıyla, tarım ürünlerini fiyat riskine karşı koruyacak bir imkân getirilmiştir. Ayrıca, Sermaye Piyasası Kanununda yapılan değişiklikle, üretici için büyük önem taşıyan ürün ihtisas borsalarıyla ilgili hükümler öngörülmüştür. Bu borsalarla, ürünlerin doğrudan değerlenmesi mümkün olabilecek; böylece, üretici fiyatlarının oluştuğu bir piyasa meydana gelecektir. Üretici fiyatlarının bu borsalarda değerlenmesinin, üreticilerin lehine tecelli edeceğini düşünmekteyiz.

Bu meyanda, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının başlatmış olduğu reform çalışmaları çerçevesinde tarım kesiminin örgütlenmesi, üretici birliklerinin kurulması, tarım satış kooperatiflerinin özerkleştirilmesi gibi çalışmalar da süratle sonuçlandırılmalıdır.

Tarım kesiminin içerisinde bulunduğu sorunların çözümü, kısa vadeli değil, yapısal değişikliklerle mümkün olabilecektir. Böyle bir uygulama sonucunda, çiftçilerimizin satınalma gücünün artacağına inanıyoruz.

Sayın milletvekilleri, dünyada yıllık 350 milyar doların üzerinde doğrudan yabancı sermayenin varlığı gözetilince, getirilen güven sonucu Türkiye'ye düşecek pay, bugünkü gibi 1 milyar dolar olmayıp, elbette, daha büyük olacaktır. Bu bağlamda, eksik kalan tahkim yasasının da, hükümetçe Yüce Meclisin gündemine sokulmuş olması, açık bir gerekliliğin yerine getirilmesi demektir.

Uluslararası tahkim, yargılama sürecinde taraflara sözleşme hürriyeti açısından bir alternatif getirmektedir. Yoksa, bir yargı yetkisi devri söz konusu değildir.

21 inci Dönem Meclisinde gerçekleştirdiğimiz anayasa değişikliğiyle, özelleştirme, ilk defa Anayasada yerini almıştır. Bu, devletçilikten özelleştirmeye giden son derece önemli bir yaklaşım değişikliğidir. Milliyetçi Hareket Partisinin özelleştirmenin hukukî altyapısındaki eksikliklerin en büyük engel olduğuna dair tespiti sonucunda yapılan değişiklikle, temel hukukî altyapı oluşturulmuştur.

Bu çerçevede, kamu hizmetlerinden hangilerinin özel sektör tarafından yapılacağının tespiti için kanunî düzenlemeler gerekmektedir. Bu tespiti yaparken, kamusal hizmetin tarifi çağdaş gelişmeler ışığında yapılmalı, kamusal menfaatları dikkate alan rekabetçi piyasaları oluşturabilecek bir yaklaşım temin edilmelidir.

Hükümetin uyguladığı yeni program içerisinde özelleştirme son derece kritik bir role sahiptir. Bu bakımdan, özelleştirmeyle ilgili kanunî değişikliklerden sonra, özelleştirme programı hedefe ulaştırılmalıdır. Bu konuda hükümetin kararlı olması gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, gelişmiş ve köklü bir demokrasi, yetkili ve sorumlu bir mahallî yönetimden geçer. Ülkemizde, yerinden yönetimdeki zaafların giderilmesine yönelik çalışmaların yapıldığını görmüş olmaktan son derece memnuniyet duyuyoruz. Bu yasanın kısa sürede hayata geçirilmesiyle, mahallî idareler güçlenecek, gelirleri çoğalacak, faaliyetleri artacaktır; yatırımların gerekliliğindeki takdir payı yerinde yapılacaktır ve böylece, hata payı azalacak, yatırımlar sıkı takip edilecektir.

Mahallî idareler reformunda dikkate alınması gerekli olan hususlardan biri de, seçilmiş mahallî yönetimlerin güçlendirilmesi ve halka karşı sorumlu kılınmasını temin etmek olmalıdır.

Sayın milletvekilleri, YÖK uygulamaları ve yükseköğretimin sorunlarının araştırılmasına yönelik Yüce Meclisin verdiği karar, ülkemizin geleceğine yönelik millî bir hassasiyetimizin sonucudur. Bir denetim boşluğu içerisinde yer alan YÖK'ün, ülkemizin geleceğini şekillendirecek yükseköğrenimi planlaması için, yeniden yapılandırılması kaçınılmazdır. Üniversiteler, demokrasi, hürriyet, hoşgörü ve saygının hüküm sürdüğü bir temel yapıya kavuşturulmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin ve milletimizin bölünmez bütünlüğüne kasteden PKK terör örgütü, aynı zamanda, ülkemizin millî menfaatlarını engellemeye çalışanların kullandığı baş aktör olmuştur. Terör örgütü PKK'nın yenilgisinden sonra, politik bir zafer kazanmaya ve kazandırılmaya yönelik oyunlara dikkat edilmelidir. PKK'nın geri çekilme iddiası, askerî yenilgisini saklamak amacına matuf, operasyon alanlarında hareket imkânının daralmasının neticesi olarak değerlendirilmelidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dış politikada, ülkelerin yaklaşımlarında keskin ve derin değişikliklerin kısa zaman içerisinde yer almaması tabiîdir. Bugüne kadar uygulanan Türk dış politikasının temel unsurları bellidir. Temel yaklaşımlarda radikal değişikliklerin olması mümkün olmamakla beraber, dünya konjonktüründe ve bölgemizde meydana gelen gelişmelere göre yeni değerlendirmelere ihtiyaç duyulacağı da açıktır. Milliyetçi Hareket Partisi, milletimizin varlığını ve bütünlüğünü dikkate alan ve bu hususu diğer milletler bakımından kabul eden, insanlığın gelişimine, güvenliğine katkıda bulunan, ahlakî ve millî değerleri, ekonomik ve sosyal şartları dikkate alan bir millî bir dış politikayı temel bir hedef görmektedir.

Tarihî ve kültürel bağlarımızın olduğu Balkanlar, ülkemiz için son derece özel bir konuma sahiptir. Balkanlar'da, Bosna-Hersek'te başlayan ve Kosova'da devam eden etnik temizleme, büyük bir trajediye dönüşmüştür. Uluslararası camianın, bu kıyıma karşı harekete geçmesi belirli bir zaman aralığını almıştır. NATO'nun bölgede barışı temin etmeye yönelik çabalarının oluşmasında ve devam ettirilmesinde, Türkiye'nin ciddî katkıları ve etkisi olmuştur. NATO Barış Gücü bünyesinde Kosova'ya giden Türk Birliğinin karşılaştığı sevgi seli, ülkemizin, dünya ve bölge barışına yaptığı yapıcı ve olumlu katkının çok açık bir delili olmuştur. Balkanlarda kalıcı bir huzurun ve istikrarın hâkim olması temennimizdir. Balkanlara bütünsel yaklaşım, bölgede parçalanmalara yol açan etnik çatışmaları engelleyecektir. Bu bakımdan, Avrupa Birliğinin buna yönelik çabalarını önemsiyoruz. Türkiye'nin gerek Bosna'da gerekse Kosova'da barışın teminine yönelik çabaları, askerî ve politik katkıları, Avrupa'nın güvenliği için ne derece önemli bir ülke olduğunu da ayrıca göstermiştir.

Sayın milletvekilleri, ülkemiz coğrafyasında yer alan komşularımızla çeşitli sorunlarımız olduğu bir vakıadır. Son derece açık olan bir husus da, bu sorunların doğumuna yol açanın Türkiye olmadığıdır. Komşularımızla ilişkilerimizin gelişmesine büyük önem verilmelidir. Şüphesiz, ilişkilerimizin geliştirilmesinde önemli olan husus, bu ülkelerin, ülkemizin güvenliğine ve ekonomik gelişmesine yönelik tehditlerden vazgeçmesidir. Kuzey Irak'taki gelişmelerin toprak bütünlüğünü tehdit etmeye yönelmesini millî menfaatlarımıza aykırı gören yaklaşımımız titizlikle devam etmelidir.

Sayın milletvekilleri, Balkanlar'da olduğu gibi, tarihî ve kültürel bağlarımızın özel bir öneme sahip olduğu Kafkaslar'da da istikrarın oluşmasına büyük önem vermekteyiz. Bu bakımdan, bölgede sıcak çatışmaların sona erdirilmesi, huzurlu ve barış içinde bir bölgenin teessüsü için gerekli görmekteyiz. Şüphesiz, Çeçenistan'da, Karabağ'da, Gürcistan ve Dağıstan'da, tüm Kafkaslarda huzur ve istikrarın temininde, bu bölgeden geçecek enerji kaynaklarının geçiş güzergahı olması da dikkate alınmalıdır.

Rusya'nın, Çeçenistan'daki askerî faaliyeti, bir insanlık sorununa yol açmıştır. Çeçenistan meselesini, Rusya'nın iç işi olarak görmemiz mümkün değildir. Rusya'nın Çeçenistan'la, 1996 ateşkes anlaşması unsurlarına dayalı bir barış görüşmesi yapması, uluslararası camiaya bir taahhüfüdür. Bu konudaki hassasiyetimiz, her türlü uluslararası platformda dile getirilmelidir.

Sayın milletvekilleri, Yunanistan'la olan ilişkilerimizde, son zamanlarda ortaya çıkan sempatiler, sorunların diyalog yoluyla çözülmesine iyimser bir zemin hazırlamıştır. Avrupa Birliği görüşmelerine, Yunanistan'ın doğrudan bir gölge oluşturmamasını olumlu görüyoruz. Aramızdaki sorunların çözülmesi gerektiği açıktır. Avrupa Birliğinin Yunanistan'ı da diyaloğa çağırması, sorunların çözümüne katkı sağlayabilecektir.

Hem iç hem de dışpolitika boyutu olan önemli bir konu da Kıbrıs'tır. Kıbrıs, millî bir meselemiz, Kıbrıs Türk halkının davası bizler açısından da bir haysiyet meselesidir. Türkiye, kalıcı, adil ve makul bir çözümden yana olduğunu ortaya koymuştur. Bu bakımdan, meselenin çözümüne ilişkin temel yaklaşımda esas olan, dünü de bugünü de unutmamak gerektiğidir. Unutamayacağımız son derece önemli bir husus da, Kuzey Kıbrıs Cumhuriyetinin varlığıdır. Şüphesiz, bu yaklaşımlar çerçevesinde, Kıbrıs meselesinin görüşme ve diyalogla sonuçlandırılmasından yana olduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Avrupa Birliğine giriş sürecinde, Kıbrıs davasının takibi farklı bir boyut alacaktır. Haklı davamızda kararlılık ve diyalog yolu, çözümü kolaylaştıracaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Avrupa Birliğinin, AB'ye aday ülke olarak başvurumuzu kabul ettiğinde, Hükümetin, Kıbrıs ve Ege sorunları hakkında hiçbir tavizde bulunmaması memnuniyetle karşılanmıştır. Türkiye'nin Kopenhag kriterlerine uyum göstermesi, aslında, Avrupa Birliğine girme amacına matuf sayılmamalıdır. Zaten, 57 nci hükümet, Avrupa Birliğine aday olma sürecinden önce, Türk Milletinin hak ettiği yönetim sistemini gerçekleştirmenin adımlarını atmıştır.

İnsan hakları ve demokratikleşme, bizim, Türk Milletine olan saygımızın, insanın yaratılmışların en şereflisi olduğuna dair anlayışımızın ve yaratılanı yaratandan ötürü sevme felsefemizin bir sonucudur. Avrupa Birliğine girişimiz, bu değerlere sahip bir yönetim anlayışında, tüm Türk Milletine hizmetten geçmektedir. Avrupa Birliğine tam üye olma süreci, Türkiye'nin, 11 Aralıkta aday ülke olarak kabul edilmesiyle başlamıştır. Bu safhadan itibaren, katılım stratejisinin, Türkiye gerçeklerine uygun olarak müzakere edilmesi büyük önem arz etmektedir.

Avrupa Birliğine uyum sürecinde, Kopenhang ve Maastricht kriterleri, bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Kriterlerden birine, diğerlerinden daha fazla önem atfeden yaklaşımları sağlıklı bulmuyoruz; sadece bir kriteri dile getirmeyi de uygun bulmamaktayız.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dünya ve ülke çapındaki son gelişmeler, özellikle Körfez krizi ve Sovyetler Birliğinin dağılması, Türkiye'nin stratejik konumuna yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu konumla ilgili boyut, enerjidir. Bu stratejik konum da, Türkiye için, tarihî fırsatlar kazandırmaktadır. Enerji zengin bölgeler ile enerji tüketen ülkeler arasında bir geçiş güzergâhında olduğumuzu dikkate alacak politikaların geliştirilmesi gerekmektedir. Bu bakımdan, Hazar-Akdeniz enerji güzergâhı, büyük bir öneme sahiptir. Türkiye'nin enerji talebinin, bu projelerin ülkemiz üzerinden Avrupa'ya yönelmesinde etken rol oynayabileceği unutulmamalıdır.

Avrasya petrolü için çekişme, çok yönlü bir oyundur. Kafkasların ve Ortaasya'nın petrol ve doğalgaz kaynakları, 21 inci Yüzyılda, Batı'nın jeostratejik ve ekonomik çıkarları bakımından hayatîdir. Bunun ötesinde, petrol gelirleriyle sağlanan refah, Kafkasların ve Ortaasya'nın ekonomik ve demokratik gelişmesini hızlandırıp, bölge ülkelerinin bağımsızlığını sağlamlaştıracaktır.

Yıllardır bir arpa boyu yol alamamış olmasına rağmen, Bakü-Ceyhan petrol boru hattının anlaşmaya bağlanması, bu hükümet için, son derece olumlu bir not olmuştur. Böylece, Hazar-Akdeniz enerji koridorunun temel altyapısı sağlanmış olacaktır.

Hükümetin, ülkemizin gelecekteki ihtiyacı olan doğalgaz ve elektrik enerjisinin planlaması içinde olduğunu görmekteyiz. Türkmen doğalgazı ve Azerbaycan doğalgazı ile nükleer enerji konularındaki akılcı ve cesur adımları destekliyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 21 inci Dönem Meclisin oluşmasından bugüne kadar son derece yoğun bir çalışma sonucunda, önemli kanunları ve değişiklikleri hayata geçirdik. 14 konuda Meclis araştırmasını uygun gördük, 103 adet kanunu kabul ettik. 57 inci Hükümetin kurulduğu günden bugüne geçen 216 günlük süreye sığan, anayasal değişiklikler dahil on, onbeş yıllık işler yapılmıştır.

Çetelerle ve işkenceyle mücadele yolu açılmıştır. Siyasî partilerin kapatılması yolu zorlaştırılmıştır.

Ekonomi durumu gözönüne alınarak, vergi oranı düşürülerek vergilendirilme dönemi altı aya çıkartılmıştır. Malî milat uygulaması ertelenmiştir. Vergi istisnasıyla tasarruflar özendirilmiştir. Sınır ticaretinin, ülkemizin üretim imkânlarını daraltmayacak şekilde düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. Gümrük Yasası çağdaş normlara uygun hale getirilmiştir. Uluslararası Gemi Sicil Kanunuyla gemi taşıma filomuzun gençleştirilmesi ve artırılması mümkün kılınmıştır. Türk Akreditasyon Kurumu kurulmuştur. Uluslararası anlaşmalarla, ikili anlaşmalarımızın, ikili ilişkilerimizin geliştirilmesi mümkün kılınmıştır. Memurin Muhakemat Kanunu değiştirilmiştir

Millî iradeyi temsil eden Yüce Meclis çalışmaktadır, gerekli gördüğü değişiklikleri de yapabilmektedir. Bu, demokrasimiz açısından son derece önemlidir; demokrasinin değiştirme gücü çalışmaktadır. Bu güç çalıştığı müddetçe, sorunlarımızın millet yararına çözülmesi mümkün olabilecektir. Millî iradenin oluştuğu Yüce Meclisteki bu çalışmalarımız, ülkemize ve milletimize olan hizmet anlayışı ve sorumluluktan kaynaklanmaktadır.

Sayın milletvekilleri, uzlaşma ve atılım hükümeti olan 57 nci hükümetin sosyoekonomik darboğazları aşma yolundaki girişimlerini Milliyetçi Hareket Partisi olarak destekliyoruz. 2000 yılı bütçesi ve alınan ekonomik tedbirlerin destekçisi ve takipçisi olacağız. Bu bakımdan, köklü ve yapısal reformlara devam edilmelidir, erteleme yapılmamalıdır. 57 nci hükümetin almış olduğu ekonomik tedbirler, Türk müteşebbisine yeni bir ufuk kazandırmaktadır. Bu tedbirlere kararlılıkla devam edilecektir. Artık, geleceğe güvenle bakılabilecektir. Böyle bir ortamda müteşebbislerin daha fazla yatırım yaparak, daha fazla istihdam imkânı oluşturacaklarına ve ekonomik büyümeye katkıda bulunacaklarına inanıyoruz.

Alınan ekonomik tedbirlerin uygulanmasındaki kararlılık ve piyasalarda oluşan güven sayesinde, yıllardır içinde bulunduğumuz kötü ekonomik kısır döngü kırılarak, Türkiye'nin yeni bir binyıla taşınması sağlanmış olacakır. Köklü ve yapısal unsurları ihtiva eden ekonomik programın başarıya ulaşmasında, vatandaşlarımızı kötümserliğe ve umutsuzluğa sevk edecek beyan ve davranışlardan kaçınılması, bu ülkede yaşayan herkesin yararınadır.

Sayın milletvekilleri, 2000 yılı bütçesiyle yeni bir yüzyıla girmiş olacağız. Üçüncü bin yıla girerken, ikinci bin yıldan aldığımız dersleri ve tecrübeleri dikkate almalıyız. Önümüzdeki on yıl içinde, bilgiye ve bilgi teknolojisine sahip ülkeler, dünya pastasından daha fazla pay alacaktır, insan daha fazla etkin olacak, yönetim teknikleri değişecektir. Artık, topluma hizmet verme yöntemimizi ve araçlarımızı yeniden sorgulamak zorundayız. Son derece ciddî ve yapısal bir değişim sürecine girmemiz kaçınılmazdır. Devletin işleyişi, yürüttüğü fonksiyonlarıyla, hiyerarşik yapısıyla yenilenmelidir. Hantal ve bürokratik devlet anlayışı yerine, müşfik ve etkin bir devlet yönetim anlayışını getirmemiz gerekmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ekonomik politikalar kadar, siyasî istikrarın da son derece önemli bir fonksiyona sahip olduğunu unutmamak lazım. Nitekim, siyasî istikrarsızlığın, piyasalarda, siyasete dayalı konjonktürel gelişmelere yol açtığı yakın tarihimizin derslerinden birini teşkil etmiştir. Siyasette istikrar, piyasalara güven vermenin en önemli unsurudur. Ekonomide başarı da, malî piyasaların gelişmesi de, siyasette, iktidar sorumluluğunu, hükümet ortağını çökertmek için değil, milletimize hizmet için üstlenmeye devam etmekle mümkün kılınacağına inanıyoruz. Milliyetçi Hareket Partisinin, bu siyaset anlayışı, siyasette ve ekonomide istikrarın en önemli fonksiyonunu teşkil etmektedir.

Siyaset anlayışına kalite getirmek ve kendimizi sorumlu kılmak zorundayız. Siyaseti bir kavga aracı değil, doğruları ve yanlışları toplumun dikkatine sunma aracı olarak değerlendirmeliyiz. Siyasî rakipleri istiskal eden, günlük gelişmelere göre siyasetleri tanzim eden, uzlaşmayı ve hoşgörüyü anlamayarak karşısındakini rakip olarak gören, uzlaşmayı teslimiyet olarak değerlendiren bir siyaset anlayışının, ülkemizin geleceğine hizmet etmesi mümkün değildir.

Sayın milletvekilleri, 18 Nisan seçimlerinden sonra, tek başına iktidar olma imkânı bulamayan Milliyetçi Hareket Partisi, geçmişteki çatışmacı koalisyon anlayışını reddederek, ülke menfaatlarını her şeyin üstünde tutan, uzlaşmacı ve yapıcı bir yaklaşımı tercih etmiştir. Böylece, Milliyetçi Hareket Partisi, vatandaşlarımıza hizmet etmeyi gaye edinen bir koalisyon kültürünün gelişmesine katkı sağlamıştır. Bu yaklaşımıyla Milliyetçi Hareket Partisi, demokrasinin kökleşmesine de öncülük etmiştir. Yıllardan beri el atılmayan sorunların çözümü için kararlar alınabilmekte ve bunlar, büyük bir kararlılıkla uygulanabilmektedir.

18 Nisanda Meclise giren Milliyetçi Hareket Partisinin, uzlaşma içerisinde, ilkeli, fedakâr ve kaliteli siyaset anlayışının bu değişim üzerinde etken olduğunu inkâr etmek mümkün değildir. Milliyetçi Hareket Partisinin, Mecliste ve Hükümetteki yaklaşımıyla ülkemiz kısır siyaset anlayışından kurtulmuştur. Siyasette kalite, açıklık ve ülke menfaatı öne geçmektedir. Demokrasi, artık, yönetebilmektedir.

Çatışma, yozlaşma, kayırmacılık ve yolsuzluk anlayışı, Türk siyasî hayatından silinmelidir. Koalisyon görüşmelerinde, paylaşımı değil ilkeleri ön plana getiren, koalisyon içinde ortağı çökertmek anlayışı içinde olmayan, faizlere vergi getiren düzenlemeyi dikkatle yerine getiren, bankalar operasyonunda kararlı ve ketum olan, personel alımında sınav yoluyla kayırmacılığı önleyen, terfileri esaslara bağlayan, ticareti siyasete bulaştırmayan "ya ihale ya parti" diyebilen siyasî irade, temiz bir siyaset anlayışını Türkiye'ye er geç hâkim kılacaktır. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Milliyetçi Hareket Partisinin Türkiye'ye yerleştirmeye başladığı yepyeni siyaset anlayışı, 2000'li yıllarda, ülkemizi daha güvenle yönetmenin teminatıdır.

Sayın milletvekilleri, ülkemizin çözülemeyecek sorunu yoktur. Üzerimize düşen görevleri yerine getirmekten kaçınmayalım. Partimizi, şahsımızı değil, milletimizi düşünelim. Geleceğe umut dolu bakalım, böyle bir gelecekte, kadirşinas milletimizin hepimizi takdir edeceğinden emin olalım.

21 inci Dönem Meclisindeki çalışmalarımızın Yüce Meclise olan güveni en yüksek seviyelere taşıdığına, son derece olumlu katkı yaptığına olan inançla, yeni yılınızı ve gelecek Ramazan Bayramınızı kutluyor, Yüce Meclise en derin saygılarımı arz ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Aydın Tümen; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA AYDIN TÜMEN (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yeni bir yüzyılın eşiğinde, yeni yüzyılın ilk bütçesinin görüşmelerini tamamlama aşamasına geldiğimiz bugün, Yüce Heyetinize hitap etmekten dolayı büyük bir kıvanç duyuyorum.

Demokratik Sol Parti olarak, bizim, yeni yüzyıla girerken en başta gelen arzumuz, Türkiyemizin, 2000'li yıllarda sorunlarını çözmüş, refah seviyesini yükseltmiş, Avrupa'nın ve dünyanın gelişmiş ülkeleriyle boy ölçüşebilecek ve Atatürk'ün gösterdiği hedef doğrultusunda çağdaş uygarlık düzeyini yakalamış bir ülke olmasıdır; laik Türkiye Cumhuriyetinin istikrarlı siyasî sistemiyle, demokrasisiyle, ekonomisiyle, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da bölgesinde barış ve istikrarın güvencesi, önder bir ülke olma konumunu da pekiştirmiş olarak sürdürmesidir. Bu inancımı ifade ederek, 2000 yılı bütçesinin tümü üzerinde, Demokratik Sol Partinin görüşlerinin bir bölümünü açıklamak üzere söz aldığımı belirtir; şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına hepinizi saygıyla selamlarım.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Meclisimiz, uzun bir bütçe maratonunun sonuna geldi. Bizce, bu bütçe, Türkiyemiz için çok önemli ve tarihî bir dönemeçte görüşülmekte ve 2000'li yılların; yani, yeni yüzyılın ilk bütçesi olma özelliğiyle büyük bir önem arz etmektedir; çünkü, ülkemiz, 2000 yılına çok önemli gelişmelerle ve çok önemli kararlarla girmektedir. Yeni bir yüzyılın eşiğinde, ülkemizin Avrupalılığı tescil edilmiş, ülkemiz için yeni bir ufuk açılmıştır ve yeni yüzyıl, Türkiyemiz için büyük bir değişim çağı olacaktır; yenilenme çağı olacaktır. Ülkemiz, Avrupa'nın eşit bir üyesi olarak hak ettiği yeri alacaktır; çünkü, artık, Türkiye'nin, hiçbir konuda beklemeye, sorunların çözümünü ertelemeye tahammülü yoktur. 2000'li yıllar, umutların ve beklentilerin gerçeğe dönüşeceği yeni bir çağ olacaktır. Buna inancımız sonsuzdur. Bu inancımı belirterek, 1999 yılında yaşadığımız önemli gelişmelerin bir değerlendirmesini yapmak ve partimizin görüşlerini sunmak istiyorum.

Öncelikle, Demokratik Sol Parti olarak, hâlâ gündemimizin baş sırasında bulunan deprem konusuna değinmek istiyorum.

Yalnız, bu noktaya geçmeden önce, Fazilet Partisi Genel Başkanı Sayın Kutan'ın bir ifadesine açıklama getirmek istiyorum. Açıklamayı yapmaktaki amacım, gerçeklerin tutanaklara geçmesi ve siz sayın milletvekillerini bilgilendirmek içindir.

Sayın Kutan, konuşmasının bir yerinde "tahakkuk eden vergileri toplayamıyorsunuz; tahsil edilemeyen vergi ve gecikme zammı 5 katrilyon liraya ulaştı, bunu niçin tahsil etmiyorsunuz" şeklinde bir ifade kullanmıştır.

Sayın milletvekilleri, 1999 yılında, vergi gelirleri olumlu bir gelişme içerisindedir. Kasım sonu itibariyle vergi gelirleri, 11 ayda yüzde 57,3 artış göstermiştir. Bu artış, bütçe kanununda öngörülen yüzde 53,9 oranının üzerindedir.

Bildiğiniz gibi, 1999 yılı başından itibaren ücretler üzerindeki temel vergi oranı yüzde 15'e indirilmiştir. Yine, çeşitli stopaj oranlarında indirim yapılmıştır. Gelir azaltıcı bu tedbirlere rağmen, 11 ayda bütçe hedefi aşılmıştır.

Diğer taraftan, tahakkuk eden çeşitli vergiler taksitler halinde alınmaktadır. Örneğin, gelir ve kurumlar vergisi 3 taksitte alınır. Dolayısıyla, tahsil edilmemiş her tahakkuk, tahsil edilmeyen vergi değildir. İlk 11 ayda tahsilatın tahakkuka oranı ise yüzde 85,7'dir. Ayrıca, 5 katrilyon lira tahsili geciken borç yoktur. Son çalışmalara göre 3 katrilyon lira düzeyinde bir borç olup, bu borcun yüzde 60'ı KİT ve belediyeler ile bağlı kuruluşlarına aittir. Dolayısıyla, en büyük problem, kamu kurumlarından kaynaklanmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1999 yılı, bildiğiniz gibi, hem ülkemiz hem de dünyanın birçok ülkesi için, pek de iyi bir yıl olmadı. Bu yıl, insanlığın birçok felaketle karşı karşıya kaldığı bir yıl oldu. Özellikle Türk halkı, arka arkaya yaşadığı depremlerle derinden yaralandı; hem birçok insanını yitirdi hem de ağır maddî zararlarla karşı karşıya kaldı. Arka arkaya yaşanan bu felaketlerin, dünyanın hangi ülkesinde yaşanırsa yaşansın, o ülkenin ekonomisine ağır bir darbe vuracağı açıktır. Dolayısıyla, deprem, ülkemize de, her bakımdan büyük bir darbe vurdu, dengelerimizi altüst etti.

Birkaç yıldır devam eden istikrar tedbirleri uygulamasının getirdiği iyi gidişi, arka arkaya yaşadığımız depremlerin bir miktar sekteye uğrattığı bir gerçektir. Bu iki deprem felaketinde uğradığımız can ve mal kayıpları çok büyüktür, acımız sonsuzdur. Bu vesileyle, depremlerde yaşamlarını yitiren vetandaşlarımıza, bir kez daha, Tanrı'dan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum.

Devletimiz ve hükümetimiz, halkımızla el ele, yaraların sarılması için elinden gelen gayreti göstermiş ve göstermektedir. Unutulmamalıdır ki, 17 Ağustos ve 12 Kasım depremleri, şimdiye kadar dünyada yaşanan felaketlerin en büyüklerindendir. Türk halkının duyarlılığı ve devletimizin, bütün kurumlarıyla, deprem felaketinin sorunlarla baş etmek için verdiği uğraş sonucunda, yaraların sarılması yolunda büyük mesafeler alınmıştır.

Bu felakette gösterdikleri insanüstü çabalardan dolayı, bütün sivil toplum örgütlerimizi, doktor ve hemşirelerimizi, Zonguldaklı maden işçilerimizi, sivil savunma ekiplerimizi, felaketzede yurttaşlarımıza yardımlarını esirgemeyen yüce Türk halkını ve hükümetimizi kutluyoruz.

Özellikle depremzede vatandaşlarımızın barınmaları için yapımına başlanan prefabrike konutların çok büyük kısmı söz verilen tarihte teslim edilmiş ve yurttaşlarımızın kış mevsimini daha iyi koşullarda geçirmeleri sağlanmıştır. Bize göre, bütün bu çabalar, her türlü takdirin üstündedir.

Ne yazık ki, ülkemizde, doğal afetlerin sonuçları çok vahim olmaktadır. İnşaatlara gereken özenin gösterilmemesi, yerleşim alanlarının sağlıklı biçimde seçilmemesi ve denetim eksikliği gibi nedenlerle, depremler, çok üzücü sonuçlar doğurmaktadır. Umarım, bu acılardan, ulus olarak gereken dersi almışızdır.

Depreme karşı daha tedbirli ve hazırlıklı olmamız gerektiği gerçeğinin altını bir kez daha çizerek, Tanrı'dan, halkımıza bir daha böyle felaketler yaşatmamasını diliyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 21 inci Yüzyıla girmemize üç gün gibi çok az bir zaman kaldı; ancak, yıllardır üst üste gelerek biriken, acil çözüm bekleyen birçok sorunumuzun olduğunu da biliyoruz. Şunu da biliyoruz ki, bir ülkede sorunlarla baş etmenin önkoşulu, istikrarlı bir siyasî yapının varlığıdır. Bir ülkede siyasî istikrar yoksa, hiçbir konuda ilerleme sağlamak mümkün değildir.

Bildiğiniz gibi, ülkemiz, 1991 seçimlerinden sonra yeni bir döneme girdi. Seçim sonuçları, hiçbir siyasî partiye tek başına iktidar olanağı tanımadı ve koalisyon hükümetleri dönemi başladı. Demokratik Sol Parti, demokrasinin bir uzlaşma rejimi olduğuna inanmış ve ülkemizde bir uzlaşma kültürünün yerleşmesi gerektiğini her fırsatta dile getirmiştir. Bu sebeple, bütün hükümet kurma çalışmaları sırasında yine böyle bir uzlaşma ve hoşgörü ortamı içinde, üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirmiştir. Ne var ki, 55 inci hükümetin gensoruyla düşürülmesi sonrasında, ülkemiz bir siyasî istikrarsızlık içine sürüklenmiştir. Hükümet arayışlarıyla zaman harcanmış, Parlamentomuz uzun süre çalışamaz duruma gelmiştir. Dolayısıyla, acilen çıkarılması gereken birçok yasa çıkarılamamıştır.

İşte, kurulduğu günden beri kendi arasında uyumlu ve anlaşan bir hükümet modeli çizerek ülkemizin en çok istikrara gereksinim duyduğu bir dönemde bu istikrarı sağlama başarısını gösteren 57 nci cumhuriyet hükümeti, toplumda kamplaşma ve kutuplaşma yaratmadan tüm vatandaşlarımıza hizmet götürmekte, uzun yıllardır çözüm bekleyen köklü sorunların çözümü ve bunun için gerekli yapısal değişiklikleri gerçekleştirme yönünde cesaretli adımlar atmaktadır.

Dışpolitikada ve ekonomimizde önemli gelişmelerin olduğu, önemli yapısal değişimlerin gerçekleştirilmesi yolunda çok önemli adımlar atıldığı bir dönemde, ülkemizdeki iç istikrarın varlığı, uzun ömürlü hükümetlere bağlıdır. Dolayısıyla, 57 nci hükümetin uzun ömürlü olmasının önemi büyüktür; çünkü, ülkemizde sık sık yaşanan siyasî istikrarsızlık ve belirsizlik ortamı, sık sık sürüklendiğimiz seçim ortamı, tüm ekonomik dengeleri altüst ettiği gibi, ülkemizin dış itibarının zedelenmesine, dış ilişkilerimizde de belirsizliğe ve güvensizliğe yol açmaktadır.

Üç partili bir koalisyon hükümeti olan 57 nci hükümet, büyük bir oy desteğine ve yüzde 63'lük parlamento çoğunluğuna sahiptir; bu, ülkemiz için büyük bir avantajdır, uzlaşma anlayışının güzel bir örneğidir. Bu hükümet, demokrasimizin ve ülkemizin geleceği açısından çok önemli görevler üstlenmiştir. Bu nedenle, 57 nci hükümeti, ülkemizin sorunlarının çözümünde gösterdiği başarıdan ve uzlaşma kültürünün yerleşmesine yaptıkları katkılardan dolayı başarılı bulduğumuzu bir kez daha yinelemek istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; seçimlerden sonra kurulan 57 nci cumhuriyet hükümeti, kuruluşunda bir uzlaşma ve atılım hükümeti olarak çalışmaya karar vermiş ve güvenoyu almasını takip eden 7 ayda çok önemli icraatlara imza atmıştır. Kuruluşundan sonraki ilk 3 ayda, Parlamentomuzda, uyumlu, hızlı ve uzun bir çalışma performansı sergilenmiş ve bu sayede, Meclisimizden çok önemli yasalar çıkabilmiştir. 21 inci Dönem Parlamentomuzdan, bugüne kadar, 106 yasa çıkmış, bunların 67 tanesi 1 inci Yasama Yılında, 39 tanesi de 2 nci Yasama Yılında çıkarılmışıtır.

Bu arada, Meclimiz, 2 tane de çok önemli anayasa değişikliği gerçekleştirmiştir. Yaklaşık 4 ay süren 1 inci Yasama Yılı çalışmalarının süresi 374 saattir. Meclimiz, Meclis Başkanlığı ve komisyon seçimleri, hükümet programı görüşmeleri, güven oylaması gibi işlerin bitirilmesinden sonra -yani, 15 Hazirandan sonra- tam olarak çalışmaya başlayabilmiş, 15 Hazirandan 1 inci Yasama Yılının sonuna kadarki 340 saatlik çalışmasıyla, Meclisimiz, 7 aylık bir çalışmayı 2,5 aya sığdırmıştır; bu, şimdiye kadar görülmemiş bir performanstır.

Meclisimizden geçen yasalar arasında, iki anayasa değişikliği özellikle çok önemlidir. Anayasa değişiklikleri, ülkemizin en önemli meselelerinde bütün partilerimizin görüş birliği içinde hareket edebileceğini göstermesi açısından da çok değerli çalışmalardır.

Bildiğiniz gibi, Meclisimizden geçen anayasa değişikliklerinin ilki, devlet güvenlik mahkemelerinin sivilleştirilmesi yönünde olmuştur. Şubat ayında yakalanarak ülkeye getirilen ve yargılanan terör örgütü başının yargılanmasının adilliğinden hiç kimse kuşku duymasa da, altına imza koyduğumuz uluslararası sözleşmelerin gereğini, uluslararası hukukun gereğini, Türkiye Devleti, her zaman yerine getirmek durumundadır; saygın bir devlet olmanın, hukuk devleti olmanın gereği de budur. Biz de, bu gereği yerine getirmiş olmanın kıvancını yaşıyoruz.

İkinci anayasa değişikliği ise, Anayasamızda evvelce düzenlenmemiş olan, özelleştirme ve uluslararası tahkime olanak tanıyan değişikliktir. Türkiye, dinamik ekonomisiyle giderek bütün dünyada iş yapan, bütün dünyaya açılan güçlü bir ülkedir. Türk işadamlarının dış ülkelerdeki yatırımları ve iş hacmi genişlemektedir. Yabancıların ülkemizdeki yatırımlarının artması ve Türkiye'nin çağdaş dünyanın gerçeklerine uyum sağlayabilmesi için de, bu anayasa değişikliğini yapmamız, uluslararası tahkime olanak sağlamamız çok önemliydi. Bu anayasa değişikliğine, uyum yasaları da çıkarılarak, yabancı sermayenin ülkemize daha çok yatırım yapmasının önü açılmış bulunmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 57 nci hükümetin kararlı bir biçimde Meclise sunduğu ve 21 inci Dönem Parlamentomuzdan geçen önemli bir yasa da, sosyal güvenlik reformudur. Sosyal Sigortalar Kurumunun, geçmiş dönemlerde verilen sorumsuzca ödünler yüzünden bir çöküntü içinde olduğunu hepimiz biliyoruz. Sosyal güvenlik kurumlarının aktuaryel dengeleri, her geçen yıl daha da bozulmuştur. Bu kuruluşlara bütçeden ayrılan ödenek, yine, her geçen yıl artmış ve nihayet, 1999 yılında, gayri safî millî hâsılanın yüzde 3'ünün üzerine çıkmıştır. Bu nedenle, sosyal güvenlik sisteminde bir reform yapma ihtiyacı çoktandır hissedilmekte ve sosyal güvenlik kurumlarının finansman açığının yapısal tedbirleri zorunlu kıldığı bir gerçek olarak önümüzde durmaktaydı. Bu cesareti, 57 nci hükümetimiz gösterdi ve sosyal venlik sistemini yeni baştan ele alarak cesur bir reform yasası hazırlayarak Meclise sundu. Emeklilik yaşı, ülkemizin koşulları da göz önünde bulundurularak yeniden düzenlendi; ancak, bunun yanında, ilk kez getirilen işsizlik sigortası gibi önemli bir uygulamayı herkes gözardı etti. Oysa, işsizlik sigortasının getirilmiş olması, çok önemli ve çalışanlar yararına bir düzenlemedir. Bu yasayı eleştirenler, genellikle yaş konusunu öne çıkarmışlar, işsizlik sigortası gibi önemli düzenlemeyi gündemden uzak tutmaya çalışmışlardır.

Yine, kısa zaman içerisinde Meclisimizden geçen en önemli yasalardan birisi de, çıkar amaçlı suç örgütlerine karşı etkili önlemler getiren yasadır. 55 inci hükümet döneminde başlatılan, 56 ncı hükümet döneminde sürdürülen ve çok başarılı sonuçlar elde edilen çete ve mafyayla mücadelede etkin bir rol oynayacak olan örgütlü suçlarla mücadele yasası, bu tür suçlara karşı yatırımları daha etkin duruma getirmektedir.

Biz, Demokratik Sol Parti olarak, ülkemizin, yolsuzluklardan, çetelerden, mafyalardan tamamen temizlenmiş bir ülke olması ve hukukun, hukuk devletinin tam olarak tesis edilmesi yönündeki bütün çabalara destek verdik ve bundan sonra da vereceğiz.

Ayrıca, yolsuzluklarla ve çetelerle mücadele için, biz, Demokratik Sol Parti olarak, yıllardan beri birçok çözümler önermekteyiz. Bunlardan birisi, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun özerk hale getirilmesidir. Yasama erki tarafından yürütülen bir denetimin, yürütme erkine bağlı bir denetim organınca sunulan verilere dayandırılmasının sakıncalarını ortadan kaldırmak ve kuvvetler ayrılığı ilkesiyle bağdaşmayan uygulamaya son vermek üzere hazırlanan tasarı, 20 nci Dönemde Genel Kurul gündemine girmiş; fakat, görüşülemeden kalmıştır. Tasarı, Meclisimize yeniden sevk edilmiştir. Öyle umuyoruz ki, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun özerk hale getirilmesi, kısa zamanda gerçekleşebilecek ve böylece, yargı organlarına bilgi akışı hızlandırılmış olacaktır.

Bu arada, sorunun bizce en büyük kaynağı, soruşturma kanallarının büyük ölçüde tıkalı olmasıdır; o yüzden, yargının, beklenen ve gereken verimi sağlayamamasıdır. Bununla ilgili, bazı yasal, hatta anayasal ve kurumsal düzenlemeler yapılması zorunludur. Yargı bağımsızlığının sağlanması için gerekli adımlar atılması, ülkemizin acil konularından birisidir. Yargıya kanıt ulaştırma kanalları, maalesef, büyük ölçüde sınırlıdır. Onun için, adlî kolluğun kurulması ve mutlaka yürürlüğe girmesinin gereği üzerinde sık sık durduk. Adalet Bakanlığımızın bu konuda da bir yasa tasarısı hazırlamakta olduğunu memnuniyetle öğrenmiş bulunuyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Devleti, ülkemizi bölmeyi amaçlayan ırkçı terör örgütüne karşı yaklaşık onbeş yıldır büyük bir mücadele vermektedir. Bilindiği gibi, bölücü terör örgütünün başı, 56 ncı cumhuriyet hükümeti zamanında yürütülen kararlı, ciddî dışpolitikanın bir sonucu olarak yakalanarak ülkemize getirilmiş ve bağımsız Türk yargısına teslim edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, terör örgütü PKK'nın elebaşının davasında çok başarılı bir sınav vermiştir. Bu dava, hukuk devletinin, hukukun üstünlüğünün ve bağımsız Türk yargısının kıvancı olmuştur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; özellikle son birkaç yılda, Türkiye'nin dünyadaki konumunda çok önemli değişiklikler olmuştur. Sovyetler Birliğinin dağılması ve iki kutuplu uluslararası sistemin çöküşü, Türkiye'yi, Avrasyalaşma sürecinde anahtar ülke konumuna getirmiştir. Türkiye'nin bölgesi genişlemiş, Orta Avrupa'dan Ortaasya'ya kadar uzanmış, laik, demokratik cumhuriyetiyle, pazar ekonomisine geçişteki başarısıyla, sanayi alanındaki atılımıyla, bölgesinde önder bir ülke olmuştur.

Türkiye, tarihi ve coğrafyasından aldığı güçle, bütün dünyaya açılmaktadır. Gerek Sayın Başbakanımızın Amerika Birleşik Devletleri ziyareti gerekse AGİT Zirvesi nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri Başkanının Türkiye'yi ziyaretleri sırasında yapılan açıklamalar ve verilen mesajlar, ABD'nin, Türkiye'nin önemini ve stratejik konumunu çok iyi analiz edebildiğini göstermiştir. Türkiye'nin, dünyanın son derece hassas bir noktasında, hatırı sayılır bir ağırlığa sahip ülke olduğunu bütün dünyaya ve özellikle de Türkiye'yi dışlama yönünde eğilimler sergileyen kimi Avrupa ülkelerine hatırlatmıştır.

17 Ağustos tarihinde yaşadığımız depremin de, dış ilişkilerimize önemli etkileri olmuştur. Dünyanın her köşesinden ülkemize uzanan dost ellerin varlığı, özellikle çok sorunlu olduğunu düşündüğümüz ülkelerin, bu arada, komşumuz Yunanistan'ın yardımları, iki ülke halkı arasında çok sıcak ilişkilerin gündeme gelmesine neden olmuştur. Uzun yıllardır komşumuz Yunanistan ile aramızda birçok sorun var; ancak, son gelişmeler ve özellikle her iki ülkede arka arkaya yaşanan depremler, iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi ve sorunların çözümü için tarihî bir fırsat yaratmıştır.

Sayın Başbakanımızın çok başarılı geçen ABD ziyareti ve ABD'nin, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğinde Türkiye'yi desteklemesi, ayrıca önemli bir gelişmedir. Sayın Başbakanımızın Amerika Birleşik Devletleri ziyareti akabinde, ABD Başkanı Sayın Clinton'ın AGİT Zirvesi için geldiği ülkemizde, çok olumlu ve yapıcı adımlar atılmış; ABD’nin, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini destekleyici yönde mesajlar verilmiştir.

Başbakanımızın ziyareti sırasında sağlanan en önemli gelişmelerden birisi de, Başkan Clinton'ın, Kıbrıs konusunda Türk tezlerine büyük haklılık kazandıran "Kıbrıs'ta 1974 öncesine dönülemez" biçimindeki ifadesidir. ABD, ilk defa, açıkça, Türk tezine yakın bir noktada olduğunu kamuoyuna açıklamıştır.

Avrupa Birliği adaylığımızdan sonra, bazı kesimlerin, Kıbrıs'ın elden gittiği yolunda yersiz endişeleri oldu. Şu iyi bilinmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti var oldukça, Kuzey Kıbrıs Türk Cumruriyeti için hiçbir tehlike söz konusu olamayacaktır. Avrupa Birliği adaylığımızda, bize, Kıbrıs'la ya da Ege ile ilgili hiçbir önkoşul öne sürülmemiştir; ancak, Avrupa Birliğinin Güney Kıbrıs'ı bünyesine dahil etmesi halinde, Kuzey Kıbrıs'ın da Türkiye Cumhuriyetiyle bütünleşeceğini, açık bir biçimde, bütün dünyaya açıklamış bulunuyoruz. Türkiye, hiçbir zaman, Kıbrıs Türklerinin kaderini pazarlık konusu yapmayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizim, gerek ekonomi alanında gerekse demokrasi alanında yapmamız gereken reformlar, IMF'nin ya da Avrupa Birliğinin dayatması olarak algılanmamalıdır. Bu değişiklikler, bu reformlar, yabancılar istediği için değil, Türkiye'nin, 2000'li yıllarda dünyada layık olduğu yere ulaşabilmesi için gereklidir.

Dışpolitika ile içpolitika arasındaki çizgi, global dünyada giderek kaybolmaya yüz tutmuştur. İçteki istikrarsızlık, kısa sürede dışpolitikaya yansıyor. Bir ülkenin içpolitika alanında daha fazla hareket alanı olduğunu düşünürsek, Türkiye'nin, 2000'li yıllarda, uluslararası arenada yükselmesi, ancak ve ancak içeride önemli reformlar yapmasına ve siyasî istikrarını sürdürmesine bağlıdır.

Hükümetimizin, özellikle, enflasyonla ciddî biçimde bir mücadeleyi planlaması, özelleştirmeyi hızlandırmak ve yabancı yatırımcıları ülkeye çekmek için harcanan çabalar, ülkemizin, Asya ile Avrupa arasında bir enerji koridoru haline dönüşmesine önem vermesi, ekonomimizin düzlüğe çıkması bağlamında çok önemli gelişmeler olmuştur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiyemizi 2000'li yılların güçlü ülkesi olarak yeniden yaratmanın yolculuğuna çıktık. Avrupa'nın bütünlüğünde eşit bir ülke olarak yer almanın yolculuğuna çıktık. Bu yolculukta arzu ettiğimiz yere varabilmek, her şeyden önce, hükümetiyle, Meclisiyle, iktidarıyla, muhalefetiyle el ele vermekten geçer, başarıya inanmaktan geçer ve tabiî ki, çok çaba harcamaktan geçer. Kaybedecek zamanımız yok. Sorunlarımızın çözümünü erteleyecek lüksümüz ise hiç yok. Gün, herkesin üzerine düşen görevi yapma günüdür; kavga değil, uzlaşma günüdür. Demokratik Sol Parti, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da, ülkemizin hizmetinde her türlü katkıyı yapmaya devam edecektir.

Sayın milletvekilleri, bu düşüncelerle, 2000 yılı bütçesinin ulusumuza hayırlı olmasını diliyor; girmemize üç gün kala, 2000 yılının ve yeni yüzyılın ulusumuza ve bütün dünyaya, barış, huzur ve mutluluk getirmesini temenni ederek, şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına, hepinize saygılarımı sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Emrehan Halıcı; buyurun efendim. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Grubum ve şahsım adına, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bütçeler, ülkelerin gereksinimleri ve kaynakları arasında bir denge sağlamak üzere yürütecekleri sosyoekonomik politikanın resmî bir belgesidir. 2000 yılı bütçesi, enflasyonun kesin olarak düşürüleceği, kamu maliyetine sağlıklı bir yapının kazandırılacağı, bütçe açıklarının ve reel faizlerin azaltılacağı; yatırımın, üretimin, istihdamın, ihracatın ve yabancı sermaye girişinin artırılmasına dayalı bir programın temel olarak alındığı iki ana unsurdan oluşmaktadır. Bu programın diğer temellerinden oluşan bölümü ise, bir kısmını gerçekleştirdiğimiz, diğer bir kısmı da önümüzdeki dönemde gerçekleştirilecek olan yapısal reformlardır.

Hepimizin bildiği ve maalesef, bir türlü yenilemeyen yüksek enflasyon, ülkemizin en önemli sorunlarından birisidir. 1970'li yılların başlangıcından itibaren ekonomik hayatımızda belirgin bir hale gelmeye başlayan enflasyon, birçok çaba gösterilmesine rağmen, maalesef, düşürülememiş ve vatandaşımızın karşısına önemli bir problem olarak çıkmıştır. Enflasyonun kendi kendini besleyen bir yapısı da olduğu için, enflasyonu düşürme konusunda, şu ana kadar, başarılı sonuçlar, maalesef, alınamamıştır. Enflasyonun sürekli olarak yüksek seyretmesi, vatandaşlarımızın tasarruflarında ve yatırımlarında, ülkenin, ekonominin bütünlüğü açısından değerlendirildiğinde olumlu ve sağlıklı olmayan gelişmelere neden olmaktadır.

Gelişmiş ekonomilerde enflasyonun yıllık ortalaması yaklaşık yüzde 2, gelişmekte olan ekonomilerde ise yaklaşık yüzde 10 civarındadır. Ülkemizde, TÜFE endeksine göre, 1998 yılında enflasyon yahut fiyat artışları yüzde 70 mertebelerinde gerçekleşmiştir; 1999 yılında ise, yaklaşık yüzde 64 civarında olması beklenmektedir.

Bu belayı yenerek, iki üç yıl içerisinde enflasyonu tek haneli rakamlara indirmeye kesin kararlı olan hükümetimiz, daha önce bir türlü gerçekleştirilemeyen veyahut cesaret edilemeyen konular üzerine kararlı bir biçimden gitmeye ve bunları çözmeye kararlıdır.

Bu yapısal program çerçevesinde de ele alınacak ve enflasyonu da hedef alan programlar uygulamaya geçtiği zaman, vatandaşlarımızın üzerinde, tabiî ki, birtakım külfetler ve maliyetler doğurabilecektir. Ancak, bu doğacak maliyet ve külfetlerin toplumun tüm kesimlerine adil ve dengeli olarak dağıtılması, bu programın birincil ve vazgeçilmez ilkesidir.

Yine, yapısal reform programları çerçevesinde, hepinizin bildiği gibi, sosyal güvenlik, gümrük, sermaye piyasası ve bankacılık gibi temel konularda, Meclisimiz, gerekli yasal düzenlemeleri yapmış durumdadır. Ayrıca, Anayasada, özelleştirme ve yurdumuza yabancı sermaye girişinin önünde bir engel teşkil eden tahkim konusunda da gerekli yasal değişiklikler yapılmıştır.

Bu değişiklikleri büyük bir verimlilikle ve çok da alışık olmadığımız bir biçimde gerçekleştiren Yüce Meclisimizi, hem milletimiz hem de dünya takdirle karşılamıştır. Ben de, hem muhalefetteki hem de iktidardaki partilerimizin çok değerli milletvekillerini, bu üstün gayretlerinden dolayı Grubum adına kutlamak istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2000 yılı için gayri safî millî hâsılanın 124,9 katrilyon lira ve büyüme oranının da yaklaşık yüzde 5,5 olması hedeflenmektedir. Bütçe gelirlerimiz 32,5 katrilyon lira, bütçe giderlerimiz ise 46,7 katrilyon liradır ve bu giderler içerisinde 21,1 katrilyon lira gibi çok büyük bir rakamı sadece faiz giderlerinin oluşturmuş olması, üzerinde ciddiyetle ve dikkatle durulması gereken bir konudur.

1994 sonrası bütçelerde, hemen hemen bu bütçelerin hepsinde, faizdışı fazla verilmesine rağmen, kamu finansmanının sağlıklı bir disipline kavuşmaması nedeniyle, içborç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranı sürekli olarak artış göstermiştir. Kamu finansmanında yaşamış olduğumuz bu probleme, hem bu açıkların karşılanabilir bir düzeye çekilmesiyle hem de bu açıkların kapatılmasında şu ana kadar kullanılmakta olan içborçlanmanın yanı sıra yahut da içborçlanmanın yerine dışborçlanma konusunun da gündeme getirilmesi bir çözüm oluşturacaktır.

2000 yılının ilk aylarından itibaren, yeni halkaların eklenmeye başlanacağı yapısal reform programları, Türkiyemiz için umut taşımaktadır. 2000 yılı bütçesi, kamuda bir bütün olarak dengenin sağlandığı, harcamaların disiplin altına alındığı ve devletin gider ve geliri arasındaki açığın kapandığı bir Türkiye ekonomisinin başlangıcıdır, hazırlığıdır. Şeffaflığın ve bilgiye erişim olanaklarının en üst düzeyde tutulacağı program sonucunda, artan kredibilite, azalan risk primi ve sürdürülebilir bir büyüme hedeflenmektedir.

Bağımsız denetim kuruluşlarınca kredi notumuzun yükseltiliyor olması, IMF'yle imzalanan stand-by anlaşması, AGİT ve Helsinki Zirveleri ve G-20'ler toplantısı, ekonomimizle ilgili güzel gelişmelerin habercileridir. Konuşmamın bu bölümünde, özellikle, demin bahsettiğim gelişmeler ve Avrupa Birliği adaylığımızla ilgili görüşlerimi aktarmak istiyorum.

18-19 Kasım 1999 tarihlerinde İstanbul'da toplanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) İstanbul Zirvesi, hem bu toplantının sonuçlarına yaptığımız katkılar açısından hem de ülkemizin siyasî tanıtımı açısından Türkiye'ye çok önemli bir fırsat sunmuştur. Ayrıca, 1900'lü yılların son ve en önemli zirve toplantısında göstermiş olduğumuz kusursuz organizasyon ve mükemmel ev sahipliği, uluslararası camiada takdir edilmemizi sağlamıştır. AGİT Zirvesi sırasında imzalamış olduğumuz Bakû-Ceyhan petrol ve Hazar geçişli doğalgaz boru hatları anlaşmaları, hem ülkemizin enerji gereksinimlerini karşılayabilmemiz hem de ülkemizin dünyada önemli bir enerji terminali olabilmesi açısından son derece önemlidir.

AGİT Zirvesine paralel olarak yaşadığımız diğer önemli bir gelişme de, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Clinton'ın Türkiye'ye yapmış olduğu ziyarettir. Bu düzeyde en uzun geziyi gerçekleştiren ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde ilk defa hitap eden ABD Başkanı olan Clinton, Amerika Birleşik Devletlerinin Türkiye'yle çalışma istek ve iradesini hem göstermiş hem de yeni yüzyılın dünyasının oluşmasında Türkiye'nin sağlayacağı ve Türkiye'nin oynayacağı role Amerika Birleşik Devletlerinin ne kadar büyük bir önem verdiğini bütün dünyaya göstermiş ve vurgulamıştır.

Türkiye, Amerika Birleşik Devletleriyle stratejik ortaklık niteliği çerçevesinde, Ortaasya ve Kafkasya'dan Avrupa'ya, Balkanlardan Ortadoğu'ya ve Hazar'dan Karadeniz ve Akdeniz havzasına kadar uzanan geniş bir bölgenin, barış, istikrar ve refahına katkı sağlamaya devam edecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde, Helsinki Zirve Toplantısında, Avrupa Birliği devlet ve hükümet başkanlarının almış oldukları karar, ülkemiz açısından tarihî bir önem taşımaktadır. Bu kararla, ülkemizin Avrupa Birliği adaylığı, diğer adaylarla eşit temelde ve koşullarda, hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak bir biçimde, resmen ve hukuken tescil edilmiştir.

1963 yılından beri, çeşitli, olumlu ve olumsuz gelişmeler yaşayan Avrupa Birliğiyle bütünleşme sürecimiz, bu kararla, Türkiye açısından, heyecan ve umut taşıyan, yeni ve çok önemli bir dönemi başlatmış bulunmaktadır. Türkiye'nin Avrupa Birliğine katılması, tek yönlü değerlendirilebilecek bir olgu değildir. Adaylığımız, Ortaasya'da, Kafkasya'da, Ortadoğu'da, Balkanlarda, Akdeniz'de ve Karadeniz'de büyük bir sevinç dalgası yaratmıştır. Türkiye, geniş bir coğrafyanın etkili ve güçlü bir devleti olarak, Avrupa Birliğinin gücünün artmasında önemli bir rol oynayacaktır. Ayrıca, insanlık tarihi boyunca pek çok uygarlığa ve inanca beşiklik etmiş olan bölgemizin kültürel zenginlikleri, yine, Türkiye sayesinde Avrupa Birilğine taşınacaktır. Türkiye'siz bir Avrupa'nın, Avrupa'sız bir Türkiye'nin de olamayacağı, artık ,herkes tarafından kabul edilmiştir.

Avrupa Birliğiyle ilgili tam üyelik süreci, 2000 yılının ilk günleriyle birlikte çalışmaların başlanacağı bir süreç haline gelecektir. Yapılacak olan ilk iş, Avrupa Birliği mevzuatının taranması ve Türk mevzuatında yapılacak uyarlamaların bir envanterinin çıkarılmasıdır.

Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle dört yıldır yaşamakta olduğu gümrük birliği deneyimi, Avrupa Birliğine tam üyelik yolunda bizlere önemli bir avantaj sağlamaktadır. Diğer adaylardan hiçbiri, tam üyeliğin en büyük ve en önemli koşulu olan gümrük birliğini gerçekleştirebilmiş değildir. Bu birikimimiz ve Avrupa Birliği adaylığı konusunda, üyeliği konusunda ülkemizde sağlanmış olan genel uzlaşı, bu süreci kısa sürede tamamlayabilmemiz için önemli bir girdidir.

Ekonomideki reform programımız, IMF ile imzalanan stand-by anlaşması, Avrupa Birliği adaylığımız ve 2000 yılı bütçe çalışmalarının aynı zamana denk geliyor olması, ortak plan ve hedef belirleme açısından, yine, bizlere, büyük bir avantaj sağlamıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1900'lü yıllar bitiyor, 2000'li yıllar başlıyor. Aslında, rakamsal olarak küçük; ama, kavramsal olarak büyük bir değişikliğe tanıklık ediyoruz. Doğa, insan ve makineler arasında yepyeni ilkelerin, yepyeni kavramların tanımlandığı bir çağ bu; adı, bilgi çağı.

Bilgi çağında, bilgi toplumu olan ülkelerin bütçelerinde alışmış olduğumuz klasik argümanların yanı sıra, çok kısa gelecekte, beşerî sermaye ve entelektüel varlıkların da yer aldığını göreceğiz. Yine, bilgi çağında, Türkiye'nin bilgi toplumu olma hedefini, bütün partilerimizin kabul ettiğini sevinerek görüyoruz. Meclisteki konuşmalarında ve özellikle bütçe konuşmalarında, bu konuyu dile getiren değerli milletvekili arkadaşlarımı kutlamak istiyorum. Türkiye, Ulu Önderimiz Atatürk'ün bizlere göstermiş olduğu çağdaş uygarlık düzeyini yakalama ve geçme hedefi doğrultusunda düşünen, bilgi üreten, bilgi teknolojilerini kullanarak verimli olmasını bilen, zihinsel üretimi yüksek insanlardan oluşan bir ülke kimliğiyle, dünyaya yön veren ülkeler arasında yer almayı başarmalıdır; fakat, takdir edeceğiniz gibi, bilgi toplumu olmayı başarmak, sadece bilgi teknolojilerini kullanmakla gerçekleştirilemez. Bilgi toplumu olabilmek için, toplumu oluşturan bütün insanların, bilişim kültürünü, bilişim disiplinini tam olarak özümsemiş olmaları gerekir.

Devlet, özgürlükler ve sorumluluklar arasında denge kurar ve evrensel insan haklarını teminat altına alır. İnsanların hak arama konusundaki dikkat ve duyarlılığı olarak tanımlanabilen demokratik refleks, bilgi toplumlarında en güçlü durumdadır. Yine, günümüzde, demokrasi anlayışında, insan haklarına saygı, serbest ve adil seçim, hukuk devleti ve laiklik ilkelerine, hukukun üstünlüğüne dayalı devlet ve katılımcılık kavramları ilave edilmiştir. Karar verme sürecine katılan insanların sayısının artması ve katılma yöntemlerinin hem çeşitlendirilmesi hem de geliştirilmesine dayalı olan katılımcılık, yine, bilgi toplumlarında en üst düzeydedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye, değişiyor, hem de hızla ve olumlu gelişmelerle değişiyor. Bir yıl önce, bugünleri hayal edebilmemiz mümkün müydü acaba?.. Terörün bitme noktasına geldiği, teröristlerin ve çetelerin -elebaşları da dahil olmak üzere- bir bir yakalandığı, dünyaya yön veren güçlü ülkelerin en üst düzey yöneticilerinin Türkiye için olumlu değerlendirmeler ve övgüler sunduğu, faizlerin düşüş gösterdiği ve enflasyon belasının artık yenilebileceğine, maalesef, muhalefet dışında bütün ülkenin inanç gösterdiği ve uzun yıllardır beklediğimiz Avrupa kapısının net olarak açıldığı bir Türkiye'yi, acaba, bir yıl önce hangimiz hayal ediyordu?.. Bu, olumlu ve umut vaat eden, gelecek vaat eden Türkiye görünümü, hem yurt içinden hem de yurt dışından gayet rahatlıkla gözükebiliyor; ancak, Fazilet Partisinin Sayın Genel Başkanının, her şeyin; ama, her şeyin kötü gidiyor olduğunu söylemesini anlamamız mümkün değil.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Millet söylüyor.

MEHMET EMREHAN HALICI (Devamla) – Ben, bu görüşlere, Sayın Genel Başkanın kendi ifadeleriyle cevap vermek istiyorum: "El insaf!.. El insaf!.. El insaf!” (DSP sıralarından alkışlar)

NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) – Vatandaştan sor, vatandaştan...

MEHMET EMREHAN HALICI (Devamla) – Sayın milletvekilleri, bu değişiklikler, maalesef, ülkemizin çok rahat olmadığı, dünyanın çok rahat olmadığı bir dönemde gerçekleştirilebilmiştir. Dünyada ve ülkemizde ekonomik sorunlara, bizleri manevî ve maddî olarak derin acılara boğan deprem felaketlerine ve üstelik, bir seçim yılı olmasına rağmen bu hayalleri gerçekleştirebilen Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit'i ve Değerli Hükümetimizi Grubum adına kutlamak istiyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

Daha iyi düşünen, daha iyi üreten ve daha iyi paylaşan bir Türkiye umuduyla, 2000 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor; tüm vatandaşlarımızın ve soydaşlarımızın yeni yıllarını ve ramazan bayramlarını kutluyor; uyumun, uzlaşının ve uzmanlığın giderek daha hâkim hale geldiği Yüce Meclisimizin siz değerli üyelerine en içten sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Tansu Çiller; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA TANSU ÇİLLER (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol Partisi ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Yine, bugün, televizyonlarda bizi izleyen aziz ve sevgili vatandaşlarımı selamlıyorum ve herkese, başta vatandaşlarımız olmak üzere, yeni bir bin yıla girerken, bu yılın mutluluklar getirmesini diliyor, hayırlı bayramlar diliyorum.

Bugün, bütçe görüşmelerinin sonuncusunu yapmaktayız. Bu görüşmelerde, elbette, ekonomik boyuta, sıkıntılarımıza, çözümlerine değineceğiz; ancak, bir diğer konuya da, özellikle konuşmamızın ikinci bölümünde değinmekte yarar görüyorum. O da, yeni bir bin yıla birkaç gün kalmışken, yeni bir bin yılın ufkunu ortaya koyalım, Türkiye için ortaya konan fırsatları gözden geçirelim ve Türkiye bu fırsatları nasıl daha iyi yakalar, bunların üzerinde duralım.

İktisadî konulara geldiğimiz zaman, üzülerek söylemek gerekir ki, olumlu şeyleri söylemekte gerçekte güçlük çekiyoruz. Diyorsunuz ki "canım, olumluya bak." İyi de, eğer, Türkiye, bugün yüzde 5 küçülüyorsa, bunu, biz, nasıl yapıp da iyi olarak milletin önüne koyarız... Sen, dünyanın en hızlı küçülenisin; ama, bu iyi! Bunu söylemek mümkün mü?! Mümkün mü bunu söylemek?! Veyahut da, dünyanın en hızlı enflasyonuna sahip Türkiye... Ben demiyorum, IMF raporu; Economist'te yazılmış, ilan edilmiş. Ne yapacağız şimdi? Döneceğiz, buna, aman, ne iyi, aferin Türkiye'ye, aferin şu -Anasol mu, Solana mı, hangisiyse- ekonomi yönetimine; Türkiye'yi bu hale getirdi... Nasıl diyeceğiz bunu, nasıl diyeceğiz bunu?! Veya son yıl, 89 unculuktan 90 ıncılığa kişi başına gelirde Türkiye düştü; ben demiyorum bunları, Dünya Bankası diyor. Ama bu çok iyi!.. Niye; biraz daha düştük, Afrika'nın, Asya'nın, bütün ülkelerin arkasındayız; bu da çok iyi!.. Nasıl diyeceğiz bunu, nasıl diyeceğiz bunu?!

Şimdi, şunu açıkça görmek lazım ki: Üçüncü yıla giriyoruz, Anasol ekonomi yönetiminin üçüncü yılına giriyoruz ve bu üçüncü yılın sonunda, Türkiye'nin en önemli sorunu, en önemli sorunu fakirleşmedir, ciddî bir fakirleşme ve bu fakirleşme geniş halk kitlelerine mal olmuştur ve aynı zamanda da, Türkiye, ciddî bir daralmanın içine girmiştir; çıkıp çıkamayacağımızı da daha henüz bilmiyoruz. Nedenlerine de, ayrıntılı bir biçimde, bir akademisyen olarak, ayrıca da bakacağım.

Şimdi, neden bu fakirleşme, nereden biliyorsun bu fakirleşmeyi?.. Açık. Şimdi, sanayileşmeden bakalım. Bugün, Türkiye'deki sanayileşmede eksi bir durum olduğunu üretim artışında biliyoruz. Hemen, deniliyor ki: "Canım, ne yapalım, şanssızlıklar peşimizi bırakmadı, üretim düşüşü depremden dolayı." Yok, hayır!.. Üretim düşüşü, bir ay önce haziranda yüzde 13'lerde. Peki, martta ne; orada da öyle. Demek ki, bu olayı, öyle, depremle falan geçiştirmek mümkün değil. Veriler orada, açık açık duruyor orada veriler, açık açık duruyor. Şimdi, birkaç gün sonra açıklanacak, büyüme de bunu nitekim yansıtacak. Büyüme nedir? Yüzde 1 bari büyütseydiniz canım şu Türkiye'yi, yüzde 1. Bırakın yüzde 1'i, eksi 1, eksi 2, eksi 3, eksi 4, eksi 5'lerde, eksi 5'lerde; belki, daha bile üstünde çıkacak.

Şimdi, böyle bir durumda “aman efendim, Türkiye'yi herkes iyi görüyor...” Yok... Gidin bakalım, bir çiftçiye sorun... Bıraktığımız Türkiye'de 8 milyar liraya bir çiftçinin traktör alması mümkündü. Bugün için bu böyle, bugün için bu böyle. Peki, ikibuçuk yıl önce neydi; ikibuçuk yıl önce bunun üçte 1'i; 3 milyardan çıkmış 8 milyara. Girdiler ne kadar; yüzde 200 artmış. Peki, nihaî mallarda nedir; pamuktaki ortada. Eskiden 1 kilogram pamukla 2 litre mazot alınıyordu...

NECATİ ALBAY (Eskişehir) – Bayatladı bu laflar artık!

SALİH SÜMER (Diyarbakır) – Sen anlamazsın öyle şeylerden...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Müdahale etme...

BAŞKAN – Lütfen, müdahale etmeyin efendim. Lütfen, karşılıklı konuşmayalım...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – ... 2 litre mazot alınıyordu. Gidin sorun. İşte, Denizli orada, Aydın orada. Oranın sanayi başkanlarına sorun, sanayi odalarına sorun, size söylesinler. Siz bilmiyorsunuz diye millet yaşamıyor değil. Dolayısıyla, bugün itibariyle çiftçiye gidin sorun, ciddî bir daralma içerisindedir.

Yüzde 200'e yakın bütün girdilerde artış var; ama, nihaî mallar bakın ne: Çayda yüzde 18, yalan mı?! Peki, bugün, buğdayda ne; yüzde 50. Bugün 50 bin liraya satıldı, kepek fiyatına gitti, geçen senenin fiyatıyla aynı. Bu da, yönetim eksikliği... Peki, ne oldu gübre, ne oldu mazot, ne oldu enerji? Dünyanın 4 veya 5 mislini ödeyen çiftçi, bugün, enerjiye, mazotuna, benzinine bir evvelki senenin fiyatlarından, kepek fiyatından buğdayı sattı. Satmadı demek mümkün mü, mümkün mü?! Şimdi, neye baksanız böyle. Besiciler... Geçen ramazanda 1 850 bin etin fiyatı; bu ramazan başı itibariyle 1,5 milyon, düşmüş. Peki, bunun yemi artmış, gübresi, nesini kullanıyorsa her şeyi artmış; ama, sattığı düşmüş. Şimdi, bunun durumu iyi mi diyeceğiz, iyi mi diyeceğiz buna?!

Şimdi, geleceğiz, patates 80 000'di, 30 000'e, karpuz 30 000'di, 10 000'e... Bunlar, bu senenin fiyatları. Bu millet bunlarla karşı karşıya; bakın, söyleyeyim. Belki, siz diyeceksiniz ki: “Canım, bu manşetlere bakın, şu gazetelere bakın, her şey iyi gidiyor.” Bakın, seçimlerden önce de iyiye gidiyor demişlerdi. O vergi yasasına da reform demişlerdi; ama, sonra ne yaptınız; geldiniz, o reformu değiştiren reform yaptınız. Ne oldu; sil baştan, vergi yasasını değiştirdiniz.

O niye öyle diyor, onun ayrıntısına gireriz gerekirse; ama, çok mahcup olursunuz o zaman, söyleyeyim; çok mahcup olursunuz. (DSP sıralarından gürültüler)

EYÜP DOĞANLAR (Niğde) – Ama, giremezseniz...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Çok mahcup olursunuz... Çok mahcup olursunuz... El koymayın... El koymayın... (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, geliyoruz işçilere... 1994, istikrar programı yine. Doğru Yol Partisi yüzde 116 kümülatif veriyor. Bugünün hükümetinin başındaki kişi "olmaz, yüzde 200" diyor. "Canım, bak, enflasyonu düşürüyoruz, yüzde 150'den yüzde 65'e düşüyor; gelin, bu bir süreçtir..." "Hayır, yüzde 200..." Şimdi ne? Enflasyon kaç çıkacak peki bu yıl; soruyorum, kaç çıkacak? (DYP sıralarından "yüzde 20!.." sesleri) Yüzde 70'e merdiven dayayacak üç dört gün sonra; yine mahcup olacaksınız, söyleyeyim. Peki, yüzde 70'e merdiven dayayacak, memura, işçiye ne verilecek?..

NECATİ ALBAY (Eskişehir) – Yüzde 25.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Yüzde 25... Aman, memur ile işçi çok iyi, durumları çok iyi!.. Niye?.. Hükümet olumlu bakıyor her şeye canım, hükümet olumlu bakıyor her şeye...

NECATİ ALBAY (Eskişehir) – Sen, verdiğin sıfır zammı unuttun.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, bakın, fakirleşme Türkiye'nin en büyük meselesidir, söyleyeyim. Geniş halk kitleleri... Esnaf bugün kepenk kapatmıştır, bugün KOBİ'ler yok olmuştur, bugün memurlar... Bakın, üçüncü yıla giriyoruz, itiraz ettiğimiz asıl nokta burada; üçüncü yıla giriyoruz. 1997'de geldiniz, ne dediniz? Ha, Anasol-D gitti de, Anasol-M geldi. Ama, ne dediniz orada; dediniz ki: “Enflasyonu düşüreceğiz; fedakârlık...” (DSP sıralarından "düşüyor, düşüyor" sesleri) 1998'de ne dediniz? Yüzde 20'lere mi düşüreceğiz, yüzde 40'lara mı düşüreceğiz, bir türlü karar veremediniz. 1998'de ne oldu; işçi ve memur kaybetti. Ne kadar kaybetti; yüzde 30 kaybetti 1998'de. Sonra, 1999'da ne oldu; açın Kamu-Sen'in hesaplarını, yüzde 40 kaybetti. Şimdi de, bu sene yüzde 70'e dayanmış enflasyon ve siz yüzde 25 vereceksiniz ve biz de kalkacağız, buraya -siz öyle istiyorsunuz diye- her şey çok olumlu diyeceğiz; demek mümkün değil. Bakın, olumlu şeyler yapıldığı zaman -özelleştirme, BOT gibi- bunların hepsinin arkasında oluruz. Bunların dışında DGM’yi dahi çok geç getirdiniz; bir dünya şablonu vardır, demokrasi, gelin şu seçimlerden önce DGM’nin şablonunu değiştirelim dedik, Apo yargılanırken getirdiniz, hiçbir büyük devlete yakışan bir olay değil, onda da yine destek verdik; ama, o kadar fazla yanlış yaptınız ki, o kadar fazla yanlış yaptınız ki...

Şimdi bakıyoruz -bütün bunlar olurken- memurun durumu ne; açlık sınırı 131 milyon, ama Bağ-Kur emeklisi 45 milyon alıyor, memur 107 milyon alıyor ve SSK emeklisi 84 milyon alıyor. Şimdi, buna iyi demek mümkün mü? Dahası var -bugün belki şu sıralarda belli oldu- asgarî ücrete yüzde 25 yapılacak ve yüzde 25 yapılmasından sonra, 84 milyon asgarî ücret!.. Bununla 4 çocuk geçinecek. Açlık sınırı dediğimiz 131 milyon, sadece gıda masrafı; bunun kirası, çocuğunun okul parası, bunların hiçbir tanesi yok. 131 milyon açlık sınırı; 4 kişiyi geçindirecek asgarî ücretli, bugün gelecek ve 131 milyonun altında 84 milyonla geçinecek!.. Bunların hiçbir tanesine iyi demek mümkün değildir.

Bu sırada, kısaca şunu da söyleyeyim ki, buradaki konuşmalarımızdan sonra, birkaç gün önce deprem bölgesine yine gittik ve Körfez, Derince, Kocaeli, Gölcük ve Adapazarı’nda bir tetkik yaptık, orada bir gece geçirdik. Tespitimiz şudur: Bir ilerleme var; ama, şunu da bilin ki, çok ciddî sıkıntılar ve çok ciddî bir sefalet de devam ediyor, bunu görmezlikten gelemeyiz. Gölcük, henüz daha bir hayalet şehir gibi; çünkü, indirilmesi gerekli olan binalar, yıkılması gerekli olan binalar yıkılmamış ve hiç kimse evinin içine giremiyor. Tek istenen şey var: "Afet bölgesi ilan edilsin, bizim için toplanan deprem vergisi bize gelsin" diyorlar. Fazla bir şey mi istiyorlar?! Ama, o deprem vergisi, anlaşılıyor ki, el konulan, yine, bu yeni 5 bankaya akıtılacak. Öyle gözüküyor. Ne varsa akıtılacak oraya!.. Öyle gözüküyor. Şimdi yeni olan bu. Deprem vergisinin gelirleri böyle olacak.

Şimdi, tekrar ediyorum. Burada, kalkınmada öncelikli yöre, hiç olmazsa afet bölgesi, hiç olmazsa deprem vergisinin oraya gitmesini sağlayacak tek bir maddeyi, gelin şu Mecliste hemen ekleyelim ve oradaki sefalete, bir oranda, hiç olmazsa, bir dur deme imkânına sahip olalım.

Tekrar ediyorum. Türkiye'nin sıkıntılarını dile getirdiğimiz zaman, ne fakirleşme ne de büyümedeki daralma, bugün itibariyle, bir depremin sonucu değildir. Bunu hiç kimse söylemeye kalkışmasın; rakamlar açıktır, ortadadır. Ne de, bugün 11 katrilyona ulaşmış olan bütçe açığı bir deprem olayının sonucudur. Nereden biliyorsun... 3 katrilyon açıkla başladınız, daha ilk çeyrekte 3 katrilyon açığa yaklaşıldı. O zaman çıktık dedik ki, 11 katrilyon olacak bu. 11 katrilyon da oldu.

Bütün bunların gösterdiği şey şudur ki, Türkiye'de, çok ciddî, dengeler bozulmuştur. Fakirleşme bir yandan... Türkiye, bir yandan 20 zengin ülke arasına giriyor -zengin bir ülke, potansiyeli zengin bir ülke- ama gelin görün ki, her gün milletin daha fakirleştiği bir konum.

Dengeler o kadar kötüleşti ki, şimdi, bugünkü istikrar programına itirazımızın nedenini bu oluşturuyor. Çünkü, yaptığınız yanlışların bedelini millete ödetiyorsunuz. İtirazımız bunadır... İtirazımız bunadır. (DYP sıralarından alkışlar)

Özel sektörün üretim kârlılığına bakıldığı zaman, özellikle sanayi dışındaki faaliyetlerden kârlılık var mı? Bıraktığımız Türkiye'de yüzde 50 bu. En önemli nedenlerinden bir tanesi, üretimin düşmesi. Bugün itibariyle bakıldığı zaman, bu, belki de toplam olarak, yüzde 100'lerin üzerinde, en azından ikinci 500 büyüklüğünde olan bütün sanayi kurumları için, bunun, böyle olduğunu biliyoruz; çünkü, bütün yapılan araştırmalar ilan edildi ve ne çıktı burada:Sanayi üretim yaparsa zarar ediyor, kâr ettiği zaman da sadece üretim dışı faaliyetlerden kazanıyor. Böyle bir durumda, eğer üretim yaptığı zaman zarar ederse... Sanayi odalarının araştırması... Dolayısıyla, görülen o ki, üretim yaptığı zaman zarar ediyor. O zaman, niçin yapsın; yapmıyor.

Başka son derece önemli bir değişken daha. Bakın, bıraktığımız Türkiye'de, 1995 yılında, yüzde 1,4'tür sosyal güvenlik açığı; yüzde 1,4. 1997'ye girerken, yüzde 2,2'dir. Bu dönemde biz çıkıyoruz, buraya, Meclise geliyoruz, 50 ve 55 yaşı getiriyoruz. Diyoruz ki, Türkiye'ye 50 ve 55 yaş uygundur; gelin, şunu yapalım, bu reformu yapalım ve milleti sıkboğaz etmeden yapalım. 50 ve 55 yaş da, bugün, bütün işçi kesiminin de kabul ettiği bir norm. Hemen, emeklilik, mezarda emeklilik, ona hayır... Anayasa Mahkemesine gidiyorsunuz. Bu arada, bozulmaya bakın, Anasol'un bozulmasına... 2,2'den 3,4'e birbuçuk yıl içerisinde çıkarıyorsunuz; birbuçuk yıl içerisinde!.. Sonra, gelip, bu geciken.. Üstelik de depremde, daha hükümetimiz, deprem enkazının altındaki vatandaşları çıkaramazken, apayrı bir dayatmayı, 58 ve 60 yaşlarını Türkiye'nin gündemine getiriyor. Bu nedir; bu, sizin hatanızın bedelinin bu millet tarafından ödenmesidir; başka, hiçbir şey değil.

Dahası var -devam ediyoruz- vergi gelirleri. Vergi gelirlerinin bütçedeki faizleri karşılama meselesi, bıraktığımız Türkiye'de yarı yarıya; çok fazlaydı. Bugün nedir biliyor musunuz; daha geçen yıl yüzde 91. Yani, demek ki, aşağı yukarı, bu yılın başı ve bu yılın sonunda, verginin toplamının neredeyse tümü -yüzde 90'ın üstü- nereye gidiyor; faize gidiyor. Böylesine bir bozulma... İşte, bunların sonucunda, Türkiye'nin geldiği nokta da bu olmuştur.

Bütün bunlar devam ediyor; ama, bu seçimlerden sonra da yanlışların devam ettiğini görüyoruz. Bakın, neleri yanlış yaptınız, neden bunlar oldu. Vergi Yasası tümüyle yanlıştı. O Vergi Yasası, Türkiye'deki finans sektörünü çökertti. 1993 yılında borsa endeksi nedir biliyor musunuz; dolar üzerinden işlem hacmine bakalım; 8 milyar dolar. Doğru Yol Partisi, 2,5 yıllık iktidarı döneminde, bunu, 53 milyar dolara çıkarmıştır. Bu bir dünya rekorudur. Finans kesiminde böyle bir atılım yapıldı. O zaman hiç olmayan İstanbul Menkul Değerler, İspanya'yı geçti. Şimdi, 1998'deki Vergi Yasasıyla, tümüyle, finans sektörü battı. Onunla kalmadı, orada yatırım yapmış 500 000 küçük tasarrufçu, 6-7 milyar dolar, yarı yarıya servetini kaybetti. Sonra ne yaptınız; sonra, nihayet, bu kasım başı itibariyle, 1995'te bıraktığımız işlem hacmini, ancak yakaladınız; onu biliyor musunuz? Şimdi, borsa yükseliyor; e, yükselir tabiî; tablitayı koyarsanız, kurlara narh koyarsanız, her şeye narh koyarsanız, eğer, dünyadaki faiz de buradakinin çok aşağısındaysa, o zaman, yükselir tabiî; ama, bu, sağlıklı bir açılım değil; bütün mesele burada.

Büyümeden vazgeçildi, kur politikası yanlış ve bir "ahbap çavuş" demokrasisi hâkim. Bir POAŞ ihalesi, özelleştirmede, üçüncünün birinci yapılması, Türkbank ihalesi, oradaki ihaleye fesat karıştırma, bütün özelleştirmeyi durdurdu. Bu yıl, özelleştirmenin -bu kadar konuşulmasına rağmen- durduğunun farkında mısınız? Aşağı yukarı, birkaç tane ufak tefek özelleştirme dışında, koca bir yıl özelleştirme yapılmadığını biliyor musunuz?

Şimdi, bütün bunlarla birlikte -nihayet, seçimden sonra geldi- yine vergi değişiklikleri, yine hatalar... Kararsız Kasım İlk önce yapacağız, sonra bozuyoruz... Deprem vergisi konuldu; üstelik bir yük getiriyor, çok ciddî olarak yük getiriyor KOBİ'lere, esnafa, bütün çalışanlara. Netice itibariyle de, bir Bankalar Yasası geldi. Bankalar Yasasının amacı ne; banka kesiminden neyi çıkaracağız; siyaseti uzaklaştıracağız, ayıracağız; öyle değil mi?.. Amaç bu; amaçlardan, en azından bir tanesi bu. Ne oldu; bir üst kurul kurdunuz -bir bakan bunları önerecek- sonra vazgeçtiniz; iyileştirme diye, bir daha "kararsız Kasım" misali getirdiniz. Ne olacak bu defa; Bakanlar Kurulu ele alacak. E, iyi de, güzel de, o zaman ne olacak; Bakanlar Kurulu siyasîleri atayacak. E, niye bu böyle yanlış; söyleyeyim: Medyanın aşağı yukarı her grubunun elinde bir banka var mı; var. Peki, eğer, hükümet, istediğine el koyuyorsa istediğine koymuyorsa, o zaman ne oluyor?.. O zaman, basın hürriyetinden bahsetmek mümkün mü?.. O zaman, o iyimser tablonun, gerçeği, hakikaten hakkıyla verdiğini söylemek mümkün mü? Benim bu söylediklerimin hepsi doğrudur. Biraz, vicdanlarınıza elinizi koyun. (DYP sıralarından alkışlar)

Bu arada, geçen dönem 3 tane bankaya el konuluyor; 2,5 milyarla 4 milyar arasında değişiyor rakamlar; bir öyle diyorlar bir böyle diyorlar; milletin parası bu arada gidiyor. Bu fakirlik devam ederken, derken, şimdi öğreniyoruz ki, 9 doğalgaz projesine 135 milyon dolar avans veriliyor. Mavi Akım Projesine götürüyorsunuz... Avrupa Birliğine giriyoruz; nerede gördünüz siz, hükümette olmayan birisinin, yanına kardeşini alıp, Avrupa Birliğinde, bir medenî ülkede, birkaç tane de yandaş müteahhidi alıp, gidip oralarda iş bağladığını; nerede gördünüz siz Avrupa Birliğinde, nerede gördünüz?! (DYP sıralarından "bravo" sesleri, alkışlar; FP sıralarından alkışlar)

Orada da bitmiyor: Dahası, ihalesiz avans verildiğini nerede gördünüz?! Dahası, yok, Gasprom... Bundan sonra seçilecek müteahhidi de Gasprom seçecekmiş. Yani, biz de bu devletin içerisindeyiz, neyin ne olduğunu gayet iyi biliyoruz. Yani, bunları... Nasıl durabiliyorsunuz, ben ona şaşıyorum; nasıl durabiliyorsunuz?!

Şimdi, bütün bunlarla birlikte, bütçe geldi; bütçe rakamlarının gerçekçi olmadığını birkaç kez söyledik; ama bir ilave daha yapacağım:

Bakın, Türkiye'nin önüne getirilen IMF reçetesi bir Tablita Programıdır. Bunun, yeni, devrimci falan hiçbir tarafı yoktur. Kaç ülkede şu ana kadar bu denendi biliyor musunuz, kaç ülkede? Söyleyeyim: 12 ülkede. Sabitleştirilmiş kurlar... 12 ülkede. Bu 12 ülkede kaç tanesi başarılı oldu, kaç tanesi başarısız oldu biliyor musunuz bunu?.. 10 tanesi başarısız, 2 tanesi başarılı. Şimdi... (DSP sıralarından gürültüler) Dinleyin... O, 10 tane başarısız olanların da, acaba, reçeteyi doğru uygulamadıkları için mi başarısız olduğuna baktığınız zaman, hayır; bir büyük çoğunluğu tıpa tıp uymuştur. Neden?.. Söyleyeyim: Çünkü, bu öyle bir olay ki, burada siz sabitleştiriyorsunuz... Burada ne yapıyorsunuz?.. Kurları sabitleştirdiniz, dövizi sabitleştirdiniz, o yetmedi, ne yapıyorsunuz?.. Diyorsunuz ki: "Ayrıca, gelir politikasına geçeceğiz ve kirayı, diğer gelirler politikası çerçevesinde, her şeyi de yüzde 25'e bağlıyoruz.” Bu nedir biliyor musunuz; bu, narh ekonomisi!.. Narh ekonomisi!.. Başka hiçbir şey değil. (DYP sıralarından alkışlar)

Dünya dışa açılıyor. Bakın, bu sistemlerde, ülkeler, içe kapanmaya başladıkları için çöktüler; içe kapanmaya başladılar; yani, bu, açık bir ekonomi değil. Bunu yapmak o kadar kolay olsaydı herkes yapardı.

Başka ne var; bu ülkelerde, ihracat, döviz kazancı ciddî olarak baltalanıyor; arkasından devalüasyonlar geliyor. Bu program, zaten, neyi ilan etmiş biliyor musunuz; onsekiz ay sonra bir devalüasyon yapılacağını ilan etmiş; oradan banda geçiyorum demiş; yüzde 7,5 üst-alt; daha üstünü söylemiyor, orada bir şey söylemiyor, orada kesiyor olayı.

Şimdi, bu ne demek biliyor musunuz; bu, yeni bir enflasyon dalgası demek. Burada esas olan ve son derece önemli olan bir şey var: Kirayı dondurdunuz, yüzde 25'e bağladınız. Bu nedir biliyor musunuz; bu, ekonomiyi yerin altına indirir. Siz zannediyor musunuz ki, bütün bunlarla, siz, bunu hemen söylediniz kanunla... Siz, kanunla belki fay hattını da aşağı indirirsiniz, güneye... Ama, bu sürmez ki... Sürmez... (DYP sıralarından alkışlar) Niye; arada kendileriyle anlaşma yaparlar ve çeşitli yaptırımlar koyarlar; bilakis, hatta, kiracıların, yer yer daha fazla mağdur olduğu durumlarla karşı karşıya kalınır ve devam edemez. Kapalı ekonomi; piyasa ekonomisinden vazgeçiyorsun, ihracattan vazgeçiyorsun. Meseleler bunlar.

Şimdi, burada en önemlisi, bir de bütçe var; bütçenin açığının tutturulması; hayatî... Ne kadar önemli olduğunu göstermek için söylüyorum. 14 katrilyon bütçe açığı!.. Geçen yıl hani 3 katrilyonla başlamıştınız, 11 katrilyonla bitti ya, bu defa da 14 katrilyonla başlıyorsunuz. Şimdi, bu 14 katrilyona en az 5 katrilyon ilave edin. Neden; bakın, söyleyeyim: Aşağı yukarı yüzde 109 Kurumlar Vergisi artışı diyorsunuz. Nasıl toplayacaksınız siz bu yüzde 109 Kurumlar Vergisi artışını. Zaten bir ekvergi aldınız, KDV'leri artırdınız, yetmedi, KDV'lerin ötesinde, sene başı itibariyle yüzde 50'nin üzerinde yeniden ayarlamalar . O da yetmedi, geriye yönelik de ödediler, eski ödediklerinin bir kısmını daha ödediler; Deprem Vergisi ödediler ve ülkede yüzde 5,5 küçülme var. Kurumlar Vergisi yüzde 109 artacak, KDV geliri yüzde 90 artacak, enflasyon yüzde 25... Enflasyon yüzde 70'e dayandığı zaman, yüzde 50'lerin biraz üzerinde vergi toplanıyor. Enflasyon yüzde 25'e indirilecek, yüzde 60'ların üzerinde vergi toplanacak. Varsayımlar, bunlar.

Daha geliyorum; özelleştirme... Türkiye'de on yıl içerisinde 6,1 milyar dolar civarında özelleştirme yapıldı. Bu yıl ne yapılacak? Değişik rivayetler var, onlarda da devamlı değişiyor; ilk önce 6,2 milyar dolar denildi, şimdi 7,5 milyar dolar deniliyor; yani on yılda yapılanı bir yılda aşacaksınız. Geçen yıl da hiçbir şey yapılmamış. Bunları yapsanız, bunların parasını toplamak zaten aşağı yukarı ikinci yarı sonunu bulur. Bu rakamları biliyor musunuz siz, neyin içine girdiğinizi biliyor musunuz?..

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Çakıcı geldi, Çakıcı.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi durum budur. Bundan ne çıkar? İnşallah iyi sonuç çıkar; ama, tekrar ediyorum, daha farklı yapılabilirdi bu. Bir kere, Türkiye bu noktaya kesinlikle getirilmemeliydi. Getirilirse farklı bir para ve kur politikasıyla ve IMF'yle daha iyi bir pazarlıkla bu yükün bir kısmı dış dünyaya, bir kısma içeriye alınarak çok daha olumlu bir program da hazırlamak mümkündü, onu da söyleyeyim.

Nedir kesin olan? Üzülerek söylüyorum ama, kesin olan fakirleşmenin devam edeceğidir; kesin olan budur. Onun için fakirleşmeyle başladım. Niye?.. Bugün çalışan kesimin yüzde 35-40'ı olan çiftçiye dünya fiyatlarını vereceksiniz, yüzde 25 artış yapacaksınız "dünya fiyatlarından en az şu kadar fark olacak" diyeceksiniz; ama, zam üstüne zam yapacaksınız, zam üstüne zam...

Bakın, bugün itibariyle bakıldığı zaman, son ay itibariyle şu zamlara bakın: Posta yüzde 50, Tekel yüzde 44, Çay-Kur yüzde 34 -bir ayda, son bir ayı söylüyorum- telefon yüzde 30, şeker yüzde 17, SEKA yüzde 15, Türk Hava Yolları yüzde 9...

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Bugün de havagazı...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, bunları siz bir ayda yapıyorsunuz. Yıllık bazdaki artış, mazotta yüzde 155 -girdinin fiyat artışı- benzin yüzde 142... Kaç kez yaptınız benzin zammını?..

SALİH SÜMER (Diyarbakır) –Her gün... Her gün...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Ben, 16-17'ydi, işin ucunu bıraktım.

Derken, banliyö trenleri yüzde 178... Böyle gidiyor... Böyle gidiyor... Ve böyle bir girdi artışının karşısında, bu ülkenin insanlarına layık gördüğünüz şey, çiftçi için, işçi için bu. İşçiyi yüzde 25'e bağlayacaksınız ve memura ilk başta yüzde 15 vereceksiniz ve üçüncü yıl, emekliden, memurdan, esnaftan, KOBİ'lerden, hepsinden fedakârlık isteyeceksiniz... Ve bu arada da, görev zararlarını 11 katrilyona çıkarmışsınız. Böyle bir şey görülmedi Türkiye'de; 11 katrilyon Türk Lirası!.. Yani, bütçe açığı kadar görev zararını Türkiye tarihi görmedi; görmedi böyle bir şeyi. Bütün bu yanlışların bedelini, bu zavallı millete ödetiyorsunuz; özellikle, itirazımız bunadır.

Başka ne olacak kesin olan: İşsizlik... İşsizlik, çok ciddî artacak. Neden; çünkü, bir yandan demografik yapı... 20 ve 22 yaşındakiler giriyor; iş talebi artıyor; diğer taraftan, tarım kesimi küçülüyor; en büyük olay. Tarım kesimi küçüldükçe ne olacak: Oradaki insanlar büyük şehirlere kayacaklar. Başka ne olacak: Korucular emekli ediliyor; hem gelir düşecek hem de birtakım, onların... Çok genç insanlar; bir de oradan geliyor; bir de devlet küçülecek, memurlar bir miktar azaltılacak... Bu kadar işsizlik, Türkiye'nin önünde duran önemli bir sorundur. Başka ne gelecek?Başka vergiler de gelecek. Nereden biliyorsun?.. Yani, bütün bu saydıklarımın ötesinde; deprem vergisi, ekvergi, bilmem, yüzde 51'in üzerinde artış, KDV'lerdeki artışların üzerine, daha ekvergi gelebilir. Bunun da taahhüdü, o IMF anlaşmalarının satır aralarında, hatta satır üstlerinde var.

Bakın, endişem şudur; söyleyeyim:Sosyal patlamadan endişe ediyorum. Açıkça söylüyorum; sosyal patlamadan endişe ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar) Bilesiniz ki, sosyal patlama ve sosyal istikrarsızlık, siyasî istikrarsızlıktan çok daha vahimdir, çok daha kalıcıdır. Bütün bunlar olurken, Mavi Akım Projelerine ve beş bankaya IMF'den alınan bütün paranın aşağı yukarı verileceği ortaya çıkıyor. 4-5 milyar dolarlık -bu da, daha bunun içinde offshore işlemler yok, offshore işlemler hariç olmak üzere- bir yükün bu milletin sırtına bu nedenle geleceği, IMF'nin verdiğinin hepsini de oraya götüreceğimiz bir noktadayız.

Bütün bunlar yaşanırken millet bir büyük şok daha yaşıyor; koskoca Türkiye Cumhuriyeti bir mafya liderini sorgulayacak gücü kendisinde bulamıyor.

NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) – Özelleştirmeden sorumlu olduğu için yargılayamıyorlar

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Evet.

Bütün bunlar, birer gerçektir; ancak, yeni bir dünya yepyenilikleriyle karşımızda. Buraya ayak uydurma gibi bir zorunluluğumuz da var. Dünya değişiyor; o kadar hızlı değişiyor ki, teknoloji geometrik ilerliyor dünyaya aksetmiş bir biçimde.

Ben, üç yıl önce, konuşan bilgisayarları denemiştim; iyi sonuç vermiyordu. Önümüzdeki yıl cep kadar bilgisayarlar... Eskiden tuşlarınla basamıyorduk. Aslında, cep telefonları, sözlü size bilgi verebiliyor ve sözlü sizden istediğinizi dinliyor. Bu, gelecek yıl, bu yıl içerisinde piyasaya çıkıyor ve dünya yepyeni imkânlara kavuşurken, internet, aşağı yukarı, her aklınıza gelen -tost makinesi dahil- her yere konabiliyor. Özel eşyalarınız, yüzükler dahi bilgisayar imkânıyla donanıyor. Bunların hepsi, bu önümüzdeki yıl.

Dolayısıyla, dünyanın geldiği böyle bir noktada, bir tarafta ciddî bir zenginlik, öbür tarafta da ciddî bir fakirleşme var. Dünyanın 6 milyar insanının 4 milyarı da çok ciddî bir fakirlik içinde; açlık var. Cep telefonlarından bahsettik; dünyanın 4 milyar insanının hiç telefonu yok, 3 milyar insan hiç telefon çevirmemiş hayatında. Böylesine de bir ikilem ve bir büyüme var. Uzunca bir süre Avrupa Birliği dememizin nedeni bu idi. Biz, Avrupa Birliği derken, çoğu hayır demiştir; ama, herkes doğru yola geldi. Bundan memnuniyet duyuyoruz, bundan memnuniyet duyuyoruz.(DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, bu iki dünyayı birbirinden ayıran en önemli şey nedir biliyor musunuz; demokrasi. Demokrasi, demokrasi; ama, tam ve gerçek bir demokrasi, katıksız bir demokrasi. (DYP sıralarından alkışlar) Bizdeki gibi ikiyüzlü bir demokrasi değil -inanç sağlam, inanç sağlam- standardı yükseltilmiş bir demokrasi.

Burada görülen şu ki, tarihimizde bu yanılgıya düşmüşüz. Tanzimat, ıslahat fermanları... Bunların hepsi, Batı istiyor, Avrupa istiyor diye bizim onlara hoş görünmek için attığımız adımlar olarak yargılanır. Yine, tarihçi şunu söyler: Türkiye çok partili sisteme geçti; çünkü, karşılığında NATO'ya girecekti. İyi ama, fena mı olmuş diyemeyiz. Niye diyemeyiz; çünkü, bunun bedelini millet ödemiştir. Nasıl ödemiştir; yarım demokrasiyle ödemiştir, ara dönemlerle ödemiştir, siyasetçilerimizi ipe götürdüğümüz zamanlar ödemiştir; dahası, onları kapattığımız dönemler ödemiştir. Diyeceksiniz ki:Ama, Çiller, geçti canım bütün bunların hepsi. Ben de size şunu söyleyeyim:Hayır. Bakın, tarihe not düşmeler başladı. Bu Meclis, iki yıl önce milletin vermediğini, yüzde 90'ı yalanla, asker şöyle istiyor, böyle istiyor diyerek, kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerini de bu işin içine siyaseten zorla sokarak, bunun üstünden istismar yaparak, siyaset yaparak, bir değil, iki değil, onlarca ve onlarca, onlarca milletvekilini transfer etmiştir. O transferlerle, milletin vermediğini gasp ederek alanlar, atanmışlığı kabul edenler, o gün, Türkiye'yi (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; FP sıralarından alkışlar) bir demokrasi ayıbının içine sokanlar, bunu yaşatanlar, demokrasiyi bir çadıra koyanlar, bugün, gelmişler, burada, şu kürsüde, demokrasi havarisi kesilip, demokrasi nutukları atıyorlar. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; FP sıralarından alkışlar)

Durduğumuz nokta, geçmişe takılıp kalma noktası değildir; haşa, değildir, onların hepsini aştık; ancak, durduğumuz nokta şudur: Eğer, bunu böyle yaparsanız, bu bir tiyatrodan ibaret olur. Bunu, gerçekten inanıp zor zamanlarda müdafaa edebilmiş olsalardı, bunun bir inandırıcılığı olurdu; çünkü, demokrasi mücadelesi, demokrasi sabıkası olanların taşıyamayacağı kadar asil ve onurlu bir mücadeledir. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; FP sıralarından alkışlar) Ama, yine de, biz, gelinen noktanın demokrasi olmasından memnunuz.

Bugün, Türkiye, Avrupa Birliği eşiğinde. Hep bunu söyledik. Bir büyük değişim bekliyor Türkiye'yi. İstiyoruz ki, bu, kendi inancımızla, biz istediğimiz için olsun; demokrasi olsun, ama, biz istediğimiz için olsun. Onun için, ikinci demokrasi programını üç yıl önce ortaya koyduk. O gün ortaya koyduklarımız, bugün, bir adım aşılarak söylenmemiştir daha; ama, mesele, onu, o gün söyleyebilmekti, rüzgârların arkasından esmediği zaman inançla söyleyebilmekti. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

Bir büyük değişim Türkiye'yi bekliyor; doğrudur. Bu büyük değişimde Maastricht'in çok gerisindeyiz bugün. Avrupa'ya ayak uyduracağız; bütçe açığı yüzde 3 olacak, reel faiz yüzde 1-2 olacak, nominal faiz yüzde 6-7 olacak. Nasıl varacağız buna? Hiç kimse umutsuzluğa kapılmasın. Tekrar ediyorum; daha 1995'te, Türkiye, gümrük birliğine girdiği gün, bütçe açığı yüzde 4'tü. Bugünkü gibi yüzde 10'ların çok üstünde değil; yüzde 4'tü ve o gün tescil edildiği zaman, birçok siyasetçinin, tarihçinin ve birçok bilim adamının, hatta bunlardan biri, geçen gün gördüm bir beyan vermiş ve bu beyanı da bir büyük gazetede -ilandı- ilan edilmiş ve makale olarak çıkmış. Gümrük birliği, aslında, belki de, bugün alınan, bu, bizim, hepimizin çok sevindiği sonuçtan da önemliydi. Neden; çünkü, Türkiye, rekabet gücünü ortaya koydu. Ondan sonra yüzde 8 büyüdü, KOBİ'leri büyüdü, ihracatı büyüdü. Rekabet ettik, herkesin umduğunun ötesinde rekabet ettik ve bugün, hepsinin önündeyiz diğer adayların. Niye; çünkü, biz, gümrük birliğine girmiş durumdayız, hepsinin önündeyiz. Ama, bugün de, yapılmayanların birlikte yapılması lazım. Dilerdik ki... Biz, 1995'te, birk hafta önce hep birlikte geçirdiğimiz Gümrük Yasasını hazırlamıştık, bu Meclise indirmiştik, sizlerden destek istemiştik. Aynı yasayı, virgülünü değiştirmediniz, bundan dört yıl sonra, bizden destek isteyerek çıkardınız ve biz de verdik bunu, veririz. Keşke o gün siz verseydiniz; Türkiye daha ileride olurdu. (DYP sıralarından alkışlar) O gün, Türkiye birçok şeyi yaptı. Patent Kanunu, karapara aklanmasının cenneti sayılıyordu Türkiye, onun yasalarını çıkardık, antitekel yasalarını çıkardık. Geçenlerde, söyyorsunuz, fonlar kaldırılıyor diye; onun yüzde 80'ini, biz, 1995'te kaldırdık. Anavatan Partisinin bırakmış olduğu fonların hepsini -işte o günün Maliye Bakanları, o günün bürokratları bunu gayet iyi bilirler- Maliyeye verdik, denetime aldık. Bunların hepsi Türkiye'de geçmiştir. Patent Kanununu çıkardık. Bu hamleyi yapan, bugün bir araya gelirse, yine yapar. Yine yapar; ama, mesele, bir millî şuurda ve millî hedefte bütünleşmektir. Bunun için hiç vaktimiz kalmadı; söylüyorum, hızla çalışmamız lazım. İlkönce, bir kere, ekonomide, bir yandan sosyalist devlet, bir yandan ezilen, fakirleşen, horlanan halk kitleleri. Bu, bir yerde, gitmez. Bunu kabul edelim. Türkiye, ilkönce milleti öne almak durumundadır. Endişem budur, endişem budur. (DYP sıralarından alkışlar)

İkincisi, ikinci anlaşacağımız yer; gelin, şu Anayasayı değiştirelim artık, hep birlikte değiştirelim. Bugün imzaya açıyoruz, bugün teslim ediyoruz. Biz diyoruz ki, gelin, halk seçsin Cumhurbaşkanını. Gelin, halk seçsin şu Cumhurbaşkanını. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

NAMIK KEMAL ATAHAN (Hatay) – O zaman rejim değişir.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Sıkıştığımız zaman hepimiz halka gidiyoruz. Niye güvenmeyeceğiz halka, neden güvenmeyeceğiz halka?! (FP sıralarından "halktan korkar onlar" sesleri)

Arkasından, bunu kabul etmiyorsanız, 5 artı 5'i getirelim; ama, onun arkasından, Anayasanın 1 inci, 2 nci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri değişmez, öbürlerini tartışalım. Tartışalım... Hepsinden gidelim...

Bunun ötesinde, bir haklı rekabet kavramını ve ahbap çavuş demokrasisini geride bırakan bir ekonomi anlayışına geçelim.

Hemen bayramdan sonra, Siyasî Partiler Yasasını getiriyoruz. Gelin, şu siyasî partilerin itibarını gündeme getirelim. Demokratikleşmeyi siyasî partilerden başlatalım. Gelin, şu üye kayıtları yenilensin; gelin, hep birlikte üye kayıtlarına dayalı önseçimler yapalım. Gelin, var mısınız bunlara, var mısınız? Demokratikleşme diyorsunuz, bunların hepsini getireceğiz önünüze. (DYP sıralarından alkışlar)

Ve yine, gelin, şu şeffaflaşmayı getirelim. Avrupa nasıl yapıyorsa öyle yapalım. Gelin, şu siyasî partilerin gelirleriyle giderleri arasında çok büyük uçurum var, millet bundan tedirgin, nereden geliyor bu gelir, nereden geliyor bu gelirler, bunu bir ortaya koyalım. Bunun yasasını da hazırlıyoruz, bayram sonrası önünüzdedir, hepinizin önündedir.

Ve yine, seçim sistemini ele alalım. Demokratikleşme diyoruz, bütün bunların hepsi bir arada yapılma durumunda ve artık, her alanda, bırakın, seçilenler bu ülkeyi idare etsin, bürokrasi veya IMF değil. IMF'ye teslim ederseniz ne olur; işte bu olur, millet fakirleşir, millet fakirleşir, bu olur.

Şimdi, bütün bunların dışında, tekrar ediyorum, bir büyük restorasyona ihtiyaç var.

BAŞKAN – 1 dakika ilave ediyorum efendim.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Sistem çökmüştür. Bunu üç yıldır söylüyoruz; sistem çökmüştür. Gelin, hep birlikte bir restorasyona gidelim, dayanışarak bir restorasyon... Herkes özeleştirisini yapsın, siyasî partiler dahil, yapsın. Gelin, ilkönce şu yargıyı da rahatlatalım; yani, şu kıyak emeklilik meselesinden siyasîleri çıkaralım, onlara verelim. Hukukun üstünlüğü.... Demokrasi mi; asıl oradan başlayacağız; hukukun üstünlüğü... Ve bütün bunlarla birlikte görülecektir ki, Türkiye, çok kısa zamanda bir büyük devlet olacaktır. İlk 10'un içine girmesi bir yanda, bir eli Avrupa Birliğinde, bir eli Türk cumhuriyetlerinde, büyükler arasında büyük Türkiye, Türkiye'nin kaderidir. Hatta, bu hükümete rağmen, bu kader Türkiye'nin hakkıdır.

Hepinize saygılarımı sunuyorum. (DYP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Hükümet adına, Başbakan Sayın Bülent Ecevit; buyurun efendim. (DSP sıralarından ayakta alkışlar; MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, televizyonları başında bizi izleyen değerli, aziz yurttaşlarımız; hepinize, konuşmama başlarken saygılar sunuyorum.

2000 malî yılı bütçesiyle ilgili görüşmelerin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir yandan bütçeyi görüşürken, bir yandan da yasama çalışmalarını sürdürdü. Gerek bütçe görüşmelerine gerek tüm yasama çalışmalarına, görüşleri ve eleştirileriyle değerli katkılarda bulunan iktidar ve muhalefet üyesi veya bağımsız tüm milletvekillerine içten şükranlarımı sunmayı görev biliyorum.

21 inci Dönem Büyük Millet Meclisi de, 57 nci cumhuriyet hükümeti de, yoğun, verimli ve hızlı çalışmalarıyla, herhalde, tarihte takdirle anılacaklardır. Bu bütçe, birkaç gün sonra gireceğimiz yeni yüzyılın ve yeni bin yılın ilk bütçesidir. Hükümetimizin uygulamakta olduğu ekonomik programın hedeflerine ulaşılmasında sağlayacağı katkılar bakımından da, 2000 yılı bütçesinin ayrı bir önemi vardır.

Sayın milletvekilleri, 2000'li yılların hemen öncesinde yaşanan gelişmeler, Türkiye için yaşamsal önem taşıyor. 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki'de yapılan Avrupa Birliği Doruk Toplantısında, Türkiye'nin Avrupa Birliği adaylığı, diğer adaylarla eşit koşullarda kabul edilmiştir ve ilan edilmiştir. Ortaasya'dan göç etmeye başladıklarından bu yana, Türklerin yönü, her zaman Batı'ya doğru olmuştur. Bundan bin yıl kadar önce Anadolu'nun kapılarına gelen Türkler, 600 yıldır Avrupalıdır. (DSP sıralarından alkışlar) Türkiye'nin Avrupa Birliği adaylığı, Avrupa Birliğine üye adaylığı, hiç kuşkusuz, başka ülkelerin adaylığından çok daha başka anlamlar ve önem taşımaktadır; çünkü, Türkiye, Avrupalı olduğu kadar, aynı zamanda Asyalıdır, Kafkasyalıdır, Ortadoğuludur; Türkiye, aynı zamanda, doğu Akdenizin, Karadenizin ve Balkanların çok etkili bir ülkesidir. Şimdi de, Türkiye, Hazar havzasının ve Kafkasya'nın petrol ve gaz zenginliklerinin dünya pazarlarına taşınacağı bir enerji terminali ülkesi olma yolundadır. Bu nitelikleriyle, Türkiye, Avrasyalaşma sürecinin anahtarı konumundadır. Türkiye, yalnız Avrupa ile Asya arasında değil, Hıristiyanlık ve Musevilik ile İslamiyet arasında da canlı bir bağdır. Türkiye, nüfusunun büyük çoğunluğuyla bir Müslüman ülkedir. Aynı zamanda, İslam âleminde, demokrasinin, çağcıllığın ve laikliğin öncüsüdür. Şimdi, hedefimiz, Avrupa Birliğine tam üye olabilmektir. Bu hedefe kısa sürede ulaşabileceğimize inanıyorum; çünkü, ulusumuza güveniyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

Bugün, Türk ekonomisi, dünyanın 16 ncı büyük ekonomisidir. Bu özelliği ve bölgesindeki ekonomik etkinliğiyle Türkiye, yeni oluşturulan G-20'ler grubunun içinde yer almıştır. G-7'den sonra oluşturulan bu yeni grup, G-7 içindeki dünyanın en gelişmiş 7 ülkesi ile küresel ekonomide önemli rol oynayan 11 ülkeyi ve 3 uluslararası kuruluşu bir araya getirmektedir.

Sayın milletvekilleri, son 20 yılda Türkiye ekonomisi büyük bir değişim yaşadı. Koyu devletçi ekonominin yerini çağcıl pazar ekonomisi aldı, tarım ağırlıklı ekonomiden sanayi ağırlıklı ekonomiye geçildi. Ekonomimiz büyük ölçüde dış pazarlara açıldı. Dışsatımda, turizmde, taşımacılıkta büyük atılımlar gerçekleştirildi. Buna rağmen, ekonomimizin çok ağır yapısal sorunları bugüne kadar süregeldi. 25 yıldır yüksek enflasyon sorununu çözemeyen ülke olarak, hemen hemen tüm dünyada, yalnızca biz kaldık.

Bu arada, Sayın Kutan "bu yıl enflasyonun fiilen yüzde 90'ı bulduğunu" söyledi. Bu, gerçek dışı tabiî. Biz, resmî rakamlara bakarız. Resmî rakamlara göre, Refah Partisinin içinde bulunduğu Refahyol Hükümeti döneminde asıl enflasyon yüzde 99'u aşmış, yüzde 100'e yaklaşmıştır. (FP sıralarından gürültüler)

NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) – İnsaf edin!..

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Kamu finansman açıkları her geçen yıl büyüdü. Açıkların borçlanmayla kapatılmaya çalışılması, sonuçta, kamu maliyesini sürdürülemez bir noktaya getirdi. 1997 yılının ikinci yarısından başlayarak, ekonomimiz, genel bir toparlanma sürecine girmişti. Enflasyon hızı yüzde 90'lardan yüzde 50'lere inmeye, yatırımlar hızlanmaya başlamıştı; ancak, dünyada yaşanan krizler, özellikle de Rusya krizi, Türk ekonomisini de olumsuz etkiledi.

Öte yandan, dünya petrol fiyatlarında olağanüstü artışlar yaşandı. Bir yılda, hampetrol fiyatları, neredeyse 3'e katlandı.

Ayrıca, bu yıl iki büyük deprem felaketini art arda yaşadık. En gelişmiş 9 ilimizi vuran depremler ekonomimize ağır yükler getirdi. İşte böyle bir ortamda, Hükümetimiz, bir yandan ekonominin yapısal sorunlarını çözüme kavuşturacak, öte yandan ekonomiyi yeniden canlandıracak kapsamlı bir programı uygulamaya koydu.

Ekonomik sorunlarımızın başında, sürekli enflasyon, yani sürekli yaşam pahalılaşması ve devletin ağır borç yükü gelmektedir. Sorunların temel nedeni ise, kamu maliyesinin içinde bulunduğu sağlıksız yapıdır. Hükümetimiz, bu durumu düzeltmeye, bütçe açıklarını küçültmeye, enflasyonu aşağıya çekmeye kararlıdır. Kararlı olmaya da mecburuz; çünkü, ekonomi uçurumun eşiğine gelmiştir. Bunun için hazırlanan program üç yıllık bir süreyi kapsamaktadır. Enflasyonun, 2000 yılında yüzde 25'e, 2001 yılında yüzde 10'a, 2002 yılında ise tek haneli rakama düşürülmesini hedeflemekteyiz. Toplumun her kesimi, hesabını bu hedefe göre yapmalıdır.

Enflasyonun düşürülmesine katkı, yalnızca hükümetten veya işçilerin, memurların, çiftçilerin özverilerinden beklenemez. Buna, aynı zamanda, özel sektörün de, kiralık konut sahiplerinin de, rantiyelerin de, özel okul ve hastane sahiplerinin de, kısacası, tüm toplum kesimlerinin de katkısı gereklidir. Hükümet, bunun yolunu yordamını belirleyecektir. Bu konuda başarıya ulaşılınca, bütün topluma refah yolu açılacaktır, Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyeliği de çok kolaylaşacaktır.

Ekonomik programımız bağlamında, gerekli para ve kur politikaları belirlendi ve uygulanmaya başladı. Birçok önemli yapısal reform gerçekleştirildi ve program hedeflerine uygun, saydam ve tutarlı bir bütçe hazırlandı. Kamu harcamalarını denetim altına alacak ve ekonomiyi enflasyon, borç, faiz sarmalından kurtaracak adımlar, birbiri ardından, hızla atılmaya başladı.

Bunların sonucu olarak, Uluslararası Para Fonuyla üç yıllık bir programı öngören stand-by anlaşması yürürlüğe girdi. Uluslararası kredi değerlendirme kuruluşları, Türkiye'nin kredi notunu olumlu yönde değiştirmeye başladılar. Uluslararası Para Fonunun, Türkiye'ye, üç yılda 4 milyar dolar kredi vermesi öngörüldü. Yapılan anlaşma, Uluslararası Para Fonundan gelecek yardım dışında, dışkaynak girişinin de anahtarı niteliğindedir. O bakımdan, yeni yılda, dışkaynak ve yabancı sermaye girişinin önemli ölçüde artması bekleniyor. Nitekim, Uluslararası Para Fonunun, Türkiye'nin niyet mektubunu kabul ettiğinin açıklanmasının hemen ardından, Dünya Bankası da ülkemize, deprem yardımları dışında, 3 milyar dolar kredi açacağını belirtti.

Bu arada, Bankalar Yasasında yapılan düzenlemelerden sonra, bankacılık sektörüne güven sağlayacak bir işlemle, 5 bankanın sorumluluğu ve yönetimi, Merkez Bankasındaki Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna aktarıldı. Karar, 5 bankanın sağlıklı bir yapıya kavuşturulabilmesi için alınmıştır.

Bu bankalar, devlet güvencesi altında çalışmalarını kesintisiz sürdüreceklerdir. Bu bankalarda hesapları bulunan yurttaşlarımızın herhangi bir kaygı duymalarına kesinlikle gerek yoktur. Bu yüzden, bütçeye herhangi bir yük gelmesi de söz konusu değildir.

Bundan böyle bankalar, sürekli ve etkili bir biçimde denetlenecek ve bankacılık sektörü iç ve dış sermayeye güven verir ve üretime de, dış satıma da daha çok katkıda bulunur duruma getirilecektir.

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna geçici olarak aktarılan bankalar, ilk fırsatta sağlıklı bir biçimde özelleştirilecektir. Şimdiden bazı çok uluslu büyük bankalar, bunların özelleştirilmesine ilgi göstermeye başlamışlardır.

Bankalar sistemindeki ağır sorunlar yılların birikimidir. 57 nci hükümet, bankalar sorununu temelinden çözme yolunda adımlar atmaya başlamıştır. Bu amaçla, yasa değişiklikleri yapılmasını sağlamıştır. Şimdi, bu konuda 57 nci hükümetten hesap sormaya kalkışanlar, kendi iktidarları döneminde neden bu adımları atmadıklarının hesabını vermelidirler. (DSP sıralarından alkışlar)

Öte yandan, tarım sektörünün yeniden yapılandırılması ve desteklemede yeni yöntemlerin devreye sokulması amacıyla, gereksinme duyulan tarım reformu çalışmalarına hız verilmiştir. Öngördüğümüz tarım reformunda, devlet desteğinin doğrudan doğruya köylüye, çiftçiye ulaşması sağlanacaktır. (DSP sıralarından alkışlar) Üretim planlaması yapılacaktır, tarım sigortası getirilecektir ve güçlü üretici birlikleri özendirilecektir...

T. RIZA GÜNERİ (Konya) – Bitirdiniz... Bitirdiniz...

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Öte yandan, sınır ticareti konusunda yeni düzenlemeler yapılacaktır. Sınır bölgeleri halkına ekonomik bakımdan katkı amacıyla izin verilen sınır ticareti, maalesef, dışticaret dengesi bakımından aleyhimize işlemektedir; ayrıca, birçok alanda yerli üreticilere zarar veren sonuçlar doğurmakta ve devleti ağır vergi kaybına uğratmaktadır. Bu konuda, hem sınır ticaretinden yararlananların hem de üreticilerin çıkarlarını kollayacak, ülke ekonomisine katkıda bulunacak düzenlemeler uygulamaya konulacaktır.

2000 malî yılı bütçesinin temel hedeflerinden biri, yıllardan beri süregelen kamu açıklarında artma eğilimini durdurmaktır. Bu bağlamda, faiz dışı bütçe dengesinde önemli bir iyileşme öngörülmektedir. Bütçe, bu amaca uygun olarak, faiz ödemeleri dışında, gayri safî millî hâsılanın yüzde 5,6'sı oranında fazla verecek biçimde bağlanmıştır. Böylece, devletin gideri ile geliri arasındaki fark kapatılmaya çalışılacaktır. Bunun için, bir yandan, giderlerdeki artışın uygun düzeylerde tutulmasına, bir yandan da gelirlerde önemli artışlar sağlanmasına özen gösterilecektir.

Bütçe, uygulanan ekonomik program dolayısıyla, memurların ve emeklilerin zarar görmesini önleyecek bir mekanizmayı da Türkiye'de ilk kez, beraberinde getirmektedir. Buna göre, memurlara ve emeklilere yapılan maaş artışları enflasyonun altında kaldığı zaman, aradaki fark, otomatik olarak maaşlara yansıtılacaktır. Dolayısıyla, memurlarımızın ve emeklilerimizin aylıkları enflasyonun altında kalmamış olacaktır.

Öte yandan, program hedeflerine uygun olarak, kiraların, 2000 yılında ancak yüzde 25; 2001 yılındaysa yüzde 10 oranında artırılması konusunda bir yasa tasarısı hazırlanarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuştur. Böylece, kiracıların zarara uğraması önlenmiş olacaktır.

Sayın milletvekilleri, kuşkusuz, uygulanan ekonomik programla, enflasyon düşünceye, malî yapı sağlıklı bir duruma gelinceye ve ekonomide yeniden canlanma başlayıncaya kadar bazı sıkıntılar çekilecektir. Önemli olan, özverinin toplum kesimleri arasında olabildiğince adaletli biçimde dağıtılmasıdır. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. Bir süre sıkıntı çekilecektir; ama, çekilen sıkıntı boşa gitmeyecektir.

Amaç, ekonomiyi yeniden canlandırmak, daha çok üretmek, daha çok istihdam olanağı sağlamak, dünya piyasalarında daha etkili biçimde rekabet edebilmek ve halkımızın refahını yükseltebilmektir.

Programın olumlu sonuçları, enflasyonun düşmeye başlaması, faizlerin aşağıya çekilmesi, borsanın yükselmesi gibi somut göstergelerle, şimdiden ortaya çıkmaya başlamıştır. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmeleri sırasında, ekonomik programla ilgili olarak, bazı yapıcı görüş ve eleştiriler dile getirildi. Bunları şükranla karşılıyoruz.

Bu arada, bir akademisyen politikacı olduğunu her vesileyle belirten, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın Tansu Çiller de, bize, gerek bütçe görüşmelerinin ilk gününde gerek bugün, bazı ekonomi dersleri verdi. Kendisine teşekkür ediyoruz; ancak, geçmişinde bir UDİDEM hikâyesi bulunan ve dünyada kriz söz konusu değilken, 1994 yılında, Türkiye'yi görülmemiş bir krize sürükleyen bu ekonomi otoritesinin derslerini, biraz ihtiyatla dinleme ihtiyacını duyuyoruz. (DSP sıralarından alkışlar)

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Hiç alakası yok!..

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Benzin kuyrukları, yağ kuyrukları!..

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Dediğim gibi, Sayın Çiller Başbakanken ve bütün programını uygulayabilecek durumdayken, istikrar programı uygulayacağım dedi...

YAHYA ÇEVİK (Bitlis) – Kuyruklara kim soktu, kuyruklara!..

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – 1979'da yağ yoktu, sigara yoktu, benzin yoktu.

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) – ...dünyada kriz yokken, dediğim gibi, Türkiye'yi ağır bir ekonomik krize sürükledi. Enflasyonu yüzde 50'ye çıkardı.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Yağ yoktu, benzin yoktu!..

BAŞKAN – Lütfen efendim... Müdahale etmeyelim...

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Büyüme eksi yüzde 6,2'ye düştü. Bu yıl, yüzde 5'e filan değil, en çok yüzde 3'e düşeceği anlaşılıyor. Tabiî, bunu da düzeltmek gerekiyor.

Ayrıca, dolar 14 000'den 39 000'e yükseldi. Bunlar, Sayın Çiller'in kendi bakış açısından başarı sayılabilir; ama, herhalde biz, bunları, başarı saymakta mazuruz. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, ülkemizde enflasyonun düşürülmesi, ekonominin düzlüğe çıkarılması, artık partileri ve particiliği aşan bir ulusal sorun durumuna gelmiştir. Biz, Hükümetiyle ve Parlamentosuyla, çeşitli toplum kesimleriyle, ilgili kurum ve kuruluşlarıyla ele ele, ekonominin esenliğe kavuşturulabileceğine inanıyoruz. Bundan kimse rahatsızlık duymamalıdır. Başarı, tümüyle ulusumuzun olacaktır.

Sayın milletvekilleri, Türkiye, yeni yüzyıla, önünde yeni ve aydınlık bir ufuk açılmış olarak, umutla giriyor. Bu umudun gerçekleştirilmesinin üç güvencesi vardır; bunlar: Türk toplumunun ve girişimcisinin dinamizmidir; 18 Nisan genel seçimlerinden sonra kurulan üç partili koalisyon hükümetinin, bütün dünyada hayranlık uyandıran uyumlu, kararlı ve verimli çalışmasıdır ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin, tarihinde rastlanmayan bir yoğunlukta ve hızda, gece gündüz çalışmasıdır.

Seçimlerden sonra, Parlamentomuzun çalışmaya başladığı haziran ayından bu yana geçen yaklaşık altıbuçuk aylık dönemde, 100'den fazla yasa yürürlüğe konuldu. Bunlardan bir bölümü, reform niteliği taşıyan, çok önemli yasalardır. Bu arada, uluslararası tahkimi ve özelleştirmeyi kolaylaştırıcı anayasa değişikliği yapıldı; devlet güvenlik mahkemelerinin sivilleştirilmesini sağlayan anayasa ve yasa değişiklikleri yapıldı; işkenceyi ve kötü muameleyi ağır yaptırımlara bağlayan yasa çıkarıldı; parti kapatmayı zorlaştıran yasa çıkarıldı; bir başka yasayla, hapisteki yazar ve gazeteciler serbest bırakıldı; kamu görevlilerinin disiplin cezalarını bağışlayan yasa ile memurların ve diğer kamu görevlilerinin yargılanmasına ilişkin yasa çıkarıldı; terörle mücadele sırasında yaralanan ve sakatlananlara ve şehit ailelerine bazı kolaylıklar sağlayan yasal düzenlemeler gerçekleştirildi; dağdaki teröristlere, normal yaşama dönme kapısını açan Pişmanlık Yasası çıkarıldı; Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasası çıkarıldı; dışalımda haksız rekabeti önleyici yasa çıkarıldı; bankaların ekonomiye katkısını özendirici yasa çıkarıldı; sosyal güvenlik reformu gerçekleştirildi ve bununla birlikte, ülkemizde ilk kez, işsizlik sigortası kurulması sağlandı; Gümrük Reformu Yasası çıkarıldı; vergi yasalarında önemli düzenlemeler yapıldı; depremin yaralarının sarılması, enflasyonun düşürülmesi ve ekonominin yeniden canlandırılması için kaçınılmaz olan Ek Vergi Yasası yürürlüğe konuldu; depremden sonra hızla önlem alınabilmesi için, Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verildi; Bedelli Askerlik Yasası çıkarıldı; son olarak da, Sermaye Piyasası Yasası çıkarıldı. Uluslararası tahkimle ilgili anayasa değişikliğine uyum yasalarından bir bölümü çıkarıldı; bu konuda hazırlanan ikinci yasa değişikliği de, ocak ayı ortalarında Meclise sunulacaktır. Bu yasanın da kısa sürede yürürlüğe girmesiyle, Türkiye'ye büyük bir dış sermaye girişi olacağına ve özellikle, başta enerji olmak üzere, altyapı yatırımlarının hız kazanacağına inanıyoruz.

Yeni yılda gündeme getirilmesi planlanan yasa tasarıları arasında, ayrıca, yeni medenî kanun tasarısı, yerel yönetimler reformu tasarısı, yeni ceza yasası tasarısı, anlatım özgürlüğünü ülkemizde daha da geliştirecek yasa değişiklikleri, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının sınırlandırılmasına ilişkin anayasa değişikliği, depreme dayanıklı yapılaşma için gerekli imar yasası değişikliği yer almaktadır.

Sayın milletvekilleri, 1999 yılında, ulus olarak bize en çok acı ve üzüntü veren olay, kuşkusuz, depremlerdir. Depremlerde 20 000 kadar kişi yaşamını yitirdi, 50 000 kişi kadarı da yaralandı. Depremde yitirdiğimiz yurttaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına ve tüm ulusumuza başsağlığı, yaralananlardan, hastalananlardan henüz iyileşemeyenlerin ise bir an önce sağlıklarına kavuşmasını diliyorum.

Marmara ve Bolu-Düzce depremleri, 20 nci Yüzyılda ülkemizin uğradığı ikinci en büyük depremlerdir. Bundan daha büyük bir deprem, 1939 yılında Erzincan'da yaşanmış ve 33 000 yurttaşımız kaybedilmişti. Dünyada meydana gelen depremlerle karşılaştırıldığında da, Marmara Bölgesi depreminin, yüzyılın en büyük depremlerinden biri olduğu görülmektedir. 17 Ağustos depreminden, toplam nüfusu 15,5 milyonu bulan ve ekonomimizde çok ağırlıklı bir yer tutan 9 ilimiz etkilendi. Dolayısıyla, Marmara Bölgesi depremi, bugüne kadar ülkemizde yaşanan depremlerde görülmeyen ölçüde yaygın bir nitelik taşımaktadır. Dünyanın hiçbir ülkesinde, önceden bilinmeyen böylesine büyük ve yaygın bir doğal afetten sonra yaraları sarmak ve yaşamı yeniden normale döndürmek kolay değildir. Ona rağmen, 17 Ağustostan bu yana geçen dört aylık sürede, depremin olumsuz sonuçlarının giderilmesi konusunda çok önemli gelişmeler sağlandı. 17 Ağustostan sonra, hükümetimiz, depremzede yurttaşlarımızın barınma gereksinmesinin karşılanması konusunda üç aşamalı bir plan öngörmüştü. Birinci aşama, konutları yıkılan veya oturulamaz duruma gelen yurttaşlarımız için çadırkentler kurulması; ikinci aşama, kışlık çadırlar kurularak, prefabrike konutlar inşa edilerek veya başka olanaklarla, yurttaşlarımızın kış soğuğundan korunmalarının sağlanması; üçüncü aşama da, kalıcı konutların yaptırılmasıydı. Bugüne kadar, birinci ve ardından ikinci aşama gerçekleştirildi ve onbinlerce depremzede aile, kış koşullarına uygun barınma olanaklarına kavuşturuldu.

17 Ağustos günü Kızılayın depolarında yalnızca 22 000 çadır varken, deprem bölgesine 115 000 kadar çadır gönderildi. Ayrıca, 12 Kasım depreminden sonra Bolu, Düzce ve çevresine sağlanan çadır sayısı da 46 000'i aştı. Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca yaklaşık 26 000 prefabrike konutun tamamlanması için kasım ayı sonu hedef alınmıştı; üstün bir çabayla bu hedefe ulaşıldı. Böylece, rekor sayılabilecek sürede, kış koşullarına uygun barınma için önemli olanaklar sağlandı. Gönüllü kuruluşların ve çeşitli ülkelerin yardımlarıyla prefabrike konut sayısı 35 000'e ulaşmaktadır. Bolu ve Düzce depreminden sonra yörede ortaya çıkan yeni barınma gereksinmesini karşılamak için, yaklaşık 5 000 prefabrike konutun daha yapımına başlanmıştır.

Ekim ayında 112 000, kasım ayında 106 000, aralık ayında 94 000 aileye, toplam 21 trilyon lira tutarında barınma yardımı ödendi. Aylık 100 milyon liralık bu yardımlar bir yıl boyunca sürecektir. Az hasarlı konutların onarımı için, konut başına 600 milyon lira olmak üzere, yaklaşık 54 000 aileye 32,3 trilyon lira onarım yardımı ödendi. Öte yandan, başta Akdeniz ve Ege sahillerindeki illerimizde olmak üzere, kamu konuk evleri ve sosyal tesislerinde 33 000 yatak depremzede yurttaşlarımıza ayrıldı. Bu tesislere giden depremzedelerin ulaşımları ve gittikleri yerde barınma ve iaşeleri hükümetimizce sağlanmaktadır. Böylece, depremzede yurttaşlarımıza, kışı soğuktan ve diğer olumsuz koşullardan korunarak geçirebilmeleri için gerekli olanaklar sağlandı; bunun için, devletin ilgili tüm organları ve olanakları seferber edildi. Çadırlarda barınmaya çalışan yurttaşlarımızın kışı sorunsuz geçirebilmeleri için, bir an önce, tamamlanan prefabrike konutlara veya sosyal tesislere geçmeleri konusunda özendirici yeni düzenlemeler yapılmaktadır.

Öte yandan, depremde konutları yıkılan veya ağır hasar gören yurttaşlarımızdan konut edinmek isteyenlere; köydeki konutlar için 3,5 milyar lira, il ve ilçe merkezlerindeki konutlar için 6 milyar lira, evini yapana yardım kredisi verilmektedir. Bu arada, konutları orta hasarlı yurttaşlarımıza; köylerde 1,5 milyar lira, il ve ilçe merkezlerinde 2 milyar lira, takviye ve onarım yardımı yapılmaktadır; bu yardım, çok katlı binalarda hasarlı olan her daire için ayrı ayrı ödenmektedir. Konutları yıkılan ya da ağır hasarlı olan yurttaşlarımızdan kredi kullanarak ev sahibi olanlar dışında kalanların kalıcı konutları ise, yine hükümetimizce yapılacak ve kendilerine teslim edilecektir; bunun için gerekli çalışmalar da hızla sürdürülmektedir.

Deprem bölgesinde ekonomik bakımdan da yeniden normal yaşama dönülebilmesi için, hükümetimiz, çeşitli önlemler almıştır ve almaktadır; şöyle ki: Depremde işyeri yıkılan veya ağır hasar görenlere 500 milyon lira, orta hasarlı olanlara 350 milyon lira, az hasarlı olanlara 200 milyon lira, karşılıksız yardım yapılmaktadır. Depremzede yurttaşlarımızın kamu bankalarına ve çeşitli kamu kuruluşlarına olan borçları ile Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur prim borçları ve vergi borçları ertelenmektedir.

Deprem bölgesinde ekonomik yaşamın canlanması için hiçbir önlem alınmadığı yolundaki iddialar insafsızdır; rakamları veriyorum: Halk Bankası, bugüne kadar 11 000 firmanın 12,5 trilyon lira tutarındaki kredi borçlarını ertelemiştir; ayrıca, 5 700 firmaya, toplam 111 trilyon lira tutarında kredi açmıştır. Yine, Ziraat Bankası, 1 700 kadar çiftçinin 4,6 trilyon lira tutarındaki kredi borçlarını ertelemiştir. Bunun yanında, yeni krediler verilmiştir. Ayrıca, tarım kredi kooperatiflerince 37,8 trilyon lira kredi açılmıştır.

Deprem bölgesi, Ek Vergi Yasası kapsamının dışında tutulmuştur. Depremde hurda haline gelenlerin yerine yeni alınan taşıtlardan Taşıt Alım Vergisi ve Ek Taşıt Alım Vergisi alınmamaktadır. Depremde ölenlerin yakınlarına intikal eden mallar dolayısıyla, Veraset ve İntikal Vergisi alınmamaktadır.

Ayrıca, bölgedeki yatırımlar için yeni kolaylıklar getirilmiştir. Daha birkaç gün önce yayımlanan bir kararnameyle, bugüne kadar sağlananların ötesinde, afetten etkilenen yatırımcılara, Yatırımları Teşvik Fonundan, çeşitli bankalar aracılığıyla yatırım, işletme ve taşınma kredisi verilmesi öngörülmüştür.

Öte yandan, depremzede çocuklarımızın eğitimlerinin aksamadan sürebilmesi için her olanak sağlanmıştır. Hasar gören okullar onarılıncaya kadar eğitimin sürmesi için çadır okullar kurulmuştur. Kamu sosyal tesislerinde kalan ailelerin çocukları, gittikleri yerlerdeki okullara devam etmektedirler.

Millî Eğitim Bakanlığı, eğitime devam edilemeyen yerlerdeki depremzede çocuklarımız için, ayrıca, ilköğretim ve lise düzeyinde, Türkiye genelinde 32 000 kadar parasız yatılılık kontenjanı oluşturmuştur. Parasız yatılı öğrencilerin giyim, kırtasiye, yemek gereksinimi karşılandığı gibi, kendilerine harçlık da verilmektedir.

Depremden zarar görmüş bulunan yükseköğrenim öğrencilerine de ücretsiz yurt, kredi ve benzeri olanaklar sağlandı. Bu öğrencilerimizden katkı payı ve öğretim ücreti de alınmamaktadır.

Deprem dolayısıyla yurt içinden ve dışından yapılan parasal yardımlar, Ziraat Bankasında açılan merkezî hesapta toplanarak, değerlendirme ve harcama aşamalarında denetim altına alınmıştır ve bu konuda tam bir saydamlık sağlanmıştır.

Deprem dolayısıyla yapılan iç ve dış parasal yardımların tutarı, 144,7 trilyon lirayı aşmıştır. Toplanan parasal yardımların 109,5 trilyon lirası, prefabrike konutların ve altyapılarının yapımı, enkaz kaldırma ve depremde zarar gören yolların onarımı çalışmaları ile deprem bölgesindeki çeşitli gereksinmeler için kullanılmıştır.

17 Ağustostan bu yana, depremle ilgili olarak 17 yasa ve kanun hükmünde kararname, onlarca yönetmelik, tebliğ ve genelge yürürlüğe konulmuştur. O arada, bu tür durumlarda ve öncesinde acil durum yönetiminin etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi amacıyla, Başbakanlığa bağlı Türkiye Acil Durum Yönetimi Başkanlığı kurulmuştur.

Bu arada, Sayın Çiller belki bilmiyor; afet bölgesi de, daha ilk günlerden itibaren ilan edilmiştir.

Sivil savunma hizmetlerinin etkili ve yaygın bir şekilde yerine getirilebilmesi için, hazırlıklar hızla sürdürülmektedir. Bu konudaki kanun hükmünde kararname dün yürürlüğe girmiştir.

Ülkemizde kentleşmenin sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilmesi, mevcut yapılardan gerekenlerin güçlendirilmesi, bundan sonra yapılacakların depreme dayanıklı olarak inşa edilmesi, yerleşme yerlerinin seçimlerinin buna göre yapılması, etkili bir denetim ve sigorta sistemi getirilmesi amacıyla hazırlıklar sürdürülmektedir. Bu amaçla çıkarılan zorunlu deprem sigortasına ilişkin kanun hükmünde kararnameyle, doğal afet sigortaları kurumu oluşturulmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bütün bunlar gösteriyor ki, devlet ve ulus olarak, depremzedelerin yaralarının sarılması, ivedi gereksinmelerinin karşılanması bakımından başarılı bir sınav verilmiştir. Türkiye, böylesine büyük bir doğal afetin altında kalmayacak kadar güçlü bir ülke olduğunu göstermiştir. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Devletin gücüne, gönüllü toplum örgütlerinin, girişimcilerin ve yabancı ülkelerin değerli katkıları da eklenmiştir. Kurtarma çalışmalarında yurt içinden ve dışından etkin katkılar gelmiştir; bunları da şükranla anıyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; burada, Avrupa Birliği konusuna kısaca yeniden dönmek istiyorum. Anımsayacağınız gibi, konunun ayrıntılarını ve gelişmeleri, 14 Aralık günü Genel Kurulumuzda yaptığım konuşmada açıklamıştım.

10 Aralık günü bize ulaştırılan Avrupa Birliği Helsinki doruk toplantısı kararında, Türkiye'nin son zamanlarda Kopenhag ölçütlerine uyum sağlamak yolunda attığı adımlardan övgüyle söz ediliyordu. Ancak, karar metninde, eğer daha önce çözüm bulunmazsa, Yunanistan'la aramızdaki Ege sorunlarının en geç 2004 yılında Uluslararası Adalet Divanına götürülmesi zorunlu olacakmış gibi yorumlanabilecek bir ifade yer alıyordu. Yine, bu karar metninde, Kıbrıs'la ilgili görüşmelerden bir sonuç alınamasa bile, Kıbrıs'ın, Avrupa Birliğine üyelik hakkının tanınabileceği izlenimi veriliyordu. Bunları kabul edemeyeceğimizi, o akşam, Helsinki'ye bildirdik. Onun üzerine, Türkiye ile Helsinki arasında yoğun bir diplomasi trafiği yaşandı. Avrupa Birliğinin üst düzey yetkililerinden bir heyet, gece yarısına doğru Ankara'ya geldi. O arada, Finlandiya Başbakanı ve Avrupa Birliği Dönem Başkanı Sayın Lipponen'den bir mektup geldi. Mektupta, Ege sorunlarıyla ilgili olarak 2004 tarihinin, anlaşmazlıkların çözümü için ve Uluslararası Adalet Divanına başvuru için son tarih olarak belirtilmediği, 2004 yılından, ancak, Avrupa Konseyince durumun yeniden gözden geçirileceği tarih olarak söz edildiği açıklanıyordu; Kıbrıs'la ilgili bir karar alınırken de, ilgili tüm faktörlerin göz önünde tutulacağı vurgulanıyordu. İlgili faktörlerin başında da, kuşkusuz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Kıbrıslı Türklerin vazgeçilmez hakları yer almaktadır. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Lipponen'in resmî nitelik taşıyan ve Helsinki kararlarına ekmetin olarak Avrupa Birliği hukukunda yerini almış bulunan mektubu üzerine, Bakanlar Kurulumuz ile Sayın Cumhurbaşkanımızın da olumlu görüşlerini alarak, 11 Aralık günü düzenlenen çalışma yemeğine katılmak üzere, Dışişleri Bakanımız Sayın İsmail Cem ile Avrupa Birliğiyle ilişkilerden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Mehmet Ali İrtemçelik'le birlikte Helsinki'ye gittik.

Ayrıca, açıklamalarımızda, Kıbrıs'ta iki ayrı devlet bulunduğu gerçeğinin gözardı edilemeyeceğini, Kıbrıs Rum yönetimi ile Avrupa Birliği ne kadar bütünleşirse, bizim de, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetiyle o kadar bütünleşmeye kararlı olduğumuzu her vesileyle belirttik. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Bize, Avrupa Birliğinde adaylık statüsü, bu kararlılığımız bilinerek verildi. O bakımdan, Kıbrıs konusunda en küçük bir kaygı duymaya gerek yoktur. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Aslında, Kıbrıs'la ilgili olarak, Türk ve Rum tarafları arasında bir uzlaşmaya varabilmenin çok basit bir gerçeği vardır -hep söylediğim gibi- bu da, Kıbrıs'ta iki ayrı bağımsız devlet varlığının, bu gerçeğin, gözardı edilmemesidir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin varlığı, yalnız Kıbrıslı Türklerin değil, Türkiye'nin ve Doğu Akdenizin de güvenliği açısından büyük önem taşımaktadır.

Son olarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin, Kıbrıs'taki Barış Gücünün görev süresinin uzatılmasına ilişkin kararında, önceki kararlardan farklı olarak, yalnızca Rum hükümetinden söz edilmemesi ve Barış Gücünün çalışmaları için Kuzey Kıbrıs'tan izin alınması gereğinin vurgulanması, önemli bir gelişmedir. Böylece, adım adım, günden güne, kuzeyde ayrı bir Türk cumhuriyeti bulunduğu gerçeği, artık, kabul görmektedir.

Sonuç olarak şunu bir kez daha vurgulamak isterim ki, Türkiye, Avrupa Birliğinde adaylık hakkını elde ederken, kendi ulusal haklarından da, Kıbrıslı Türklerin haklarından da hiçbir ödün vermiş değildir. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Ona rağmen, daha iki yıl önce “Türkiye, Avrupa Birliğinin kapısına bile yanaşamaz” diyenler, bugün, Türkiyesiz bir Avrupa olamayacağını kabul etme noktasına gelmişlerdir. Türkiye de, Avrupa Birliğinde tam üyelik istiyorsa, tüm Avrupa Birliği ülkelerinin, gerek insan hakları gerek ekonomi bakımından kendileri için koydukları kurallara uymak zorundadır. Bu kurallara uymamız, zaten, kendi halkımızın da isteği ve beklentisidir. Bu zorunluluğu ve beklentiyi karşılama yolunda, 57 nci hükümet, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de gece gündüz çalışmasıyla, altıbuçuk ayda büyük adımlar atmıştır. Demokrasi alanındaki eksikliklerimiz hızla giderilmeye başlanmıştır. Nitekim, bu gerçek -biraz önce belirttiğim gibi- Helsinki doruğunun sonuç bildirgesinde de övgüyle vurgulanmıştır.

Hükümetimizin uyumlu ve kararlı tutumu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de hızlı ve yapıcı çalışması, Türkiye'nin, dünyada artan saygınlığına büyük katkıda bulunmuştur. İşçi ve girişimci kesimlerinin ve bazı gönüllü kuruluşların, uluslararası alanda Türkiye için sürdürdükleri etkili tanıtım ve istek kampanyasının da katkıları, bunlara eklenmiştir.

Deprem felaketi karşısında sergilenen toplumsal dayanışma da, İstanbul'daki AGİT toplantısına Türkiye'nin olağanüstü başarılı ve uygarca ev sahipliği de, ulusumuzun ve devletimizin saygınlığını artırmıştır. Kısacası, iktidarıyla ve muhalefetiyle, hükümetiyle ve Meclisiyle, devletiyle ve sivil toplum örgütleriyle tüm ulusumuzun ortak başarısı olarak bu sonuca ulaşılmıştır. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Avrupa'da, adaylığımıza sevinenler olduğu gibi, üzülenler de vardır. Türkiye'nin Avrupa Birliği adaylığının bir aldatmaca olduğunu söyleyenler bile vardır. Bunlar “nasıl olsa Türkiye tam üyelik koşullarını yerine getiremez, ekonomisini de görünür gelecekte düzlüğe çıkaramaz” diye düşünmektedirler; ama, çok geçmeden, yanıldıklarını göreceklerdir. (DSP sıralarından alkışlar)

Tam üyeliğe geçiş sürecinin hızını, Türkiye'nin kendisi belirleyecek durumdadır. İnsan hakları, demokrasi ve ekonomi alanındaki bütün koşulları, el ele vererek, kısa sürede sağlayabileceğimize inanıyorum.

Türkiye ile Yunanistan arasında deprem öncesinde başlayıp, depremden sonra daha da güçlenen diyalog ortamının, Ege sorunlarını da mahkemelik olmadan çözmemizi kolaylaştıracağını umuyorum.

Sayın milletvekilleri, burada, özellikle ilk günkü görüşmelerde, Çeçenistan sorunuyla ilgili olarak, hükümete çok haksız eleştiriler yöneltilmişti "bu sorun, hükümeti rahatsız etmiyor" denilmişti "Ortaasya ve Kafkaslar, Türkiye'nin ilgi alanından kaçmış ve çıkmış durumdadır" gibi, hayal ürünü sözler söylenmişti. Oysa, Çeçenistan sorunu üzerinde en duyarlı biçimde duran ülkelerin başında, Türkiye gelmektedir. (DSP sıralarından alkışlar)

Çeçenistan Halkına yönelik harekâtın, insanî açıdan bizleri kaygılandırdığı, birçok kez, benim tarafımdan, Dışişleri Bakanımız tarafından veya hükümetimiz adına yapılan açıklamalarla duyurulmuştur. Çeçenistan'daki insanlara yöneltilen zulmün, soykırım ölçüsüne vardığını, ilk kez biz söyledik. Çeçen göçmenlere ilk insanî yardım gönderen ülke, Türkiye'dir. Dışişleri Bakanımız, Gürcistan Dışişleri Bakanıyla konuşarak, Çeçen mültecilere yardım konusunda her türlü desteği vereceğimizi bildirmiştir; konuğumuzla görüşmemde, bunu ben de ayrıca vurguladım. Ramazan dolayısıyla, Çeçenistan'a yönelen kanlı saldırıların durdurulması konusunda çağrıda bulundum. Şimdi, aynı çağrıyı, yılbaşı ve yine kutsal ramazan bayramı dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden bir kez daha yineliyorum.

Türkiye'nin Ortaasya ve Kafkasya cumhuriyetleriyle ilişkileri, ancak, bu ülkeleri, laikliği benimsedikleri için D-8'ler grubuna davet etmeyen Refahyol Hükümeti döneminde bir sarsıntı geçirmiştir. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

57 nci hükümet döneminde ise, Türkiye'nin Ortaasya'da ve Kafkasya'daki ülkelerle ve öteki komşularıyla ilişkileri, geçmişte hiçbir zaman olmadığı kadar olumlu bir ortamda gelişmektedir. İki kutuplu dünya sona erdikten sonra başlayan Avrasyalaşma süreciyle, Türkiye'nin etki alanı büsbütün genişlemiştir; bütün Balkan ülkeleriyle ilişkilerimiz de gelişmiştir.

Bu arada, AGİT zirvesi sırasında, Bakü-Ceyhan boru hattı ve Hazar havzası gaz boru hattı projelerinin gerçekleşmesi yönünde önemli gelişmeler sağlanmıştır. Bir yandan da, Rusya'yla Mavi Akım projesi yürümektedir. Öte yandan, İsrail'le ilişkilerimiz hızla gelişmektedir; bunun kaygı duyulacak bir yanı olmadığını, şimdi Arap ülkeleri de kabul etmektedirler. Suriye'yle ilişkilerimiz de göreceli bir düzelme sürecine girmiştir. Çin ve Japonya'yla ilişkilerimiz, yine son derecede olumlu bir ortamda ilerlemektedir. Aynı zamanda, Afrika ülkelerine, Latin Amerika ülkelerine, Pasifik ülkelerine de hızla açılmaktayız.

Kısacası, Türkiye, kendi yöresinde yalnızlık çeken bir ülke durumundan, ilişkileri bütün dünyaya yayılan bir ülke durumuna erişmiştir. Bir yandan Avrupa Birliği ülkeleriyle ilişkilerimiz gelişirken, bir yandan da Amerika Birleşik Devletleriyle ilişkilerimiz bugünkü doruk noktasına ulaşmıştır. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Sayın Clinton, ülkemize, bildiğiniz gibi, olağanüstü ilgi göstermiş ve büyük destek sağlamıştır ve bu desteğini hâlâ sürdürmektedir.

Sayın milletvekilleri, ben bu konuşmamda, olabildiğince polemikten kaçınmaya özen gösterdim; ancak, Sayın Recai Kutan'ın, Fazilet Partisi adına, bu Partinin Genel Başkanı olarak yaptığı konuşmada ve daha önceki konuşmalarında da çok yadırgadığım bazı unsurlar vardı, bunlara kısaca değinmek istiyorum.

Sayın Recai Kutan "57 nci hükümet, çağı yakalamada başarısızdır, çağın elli yıl gerisindedir" dedi. Acaba, onun için mi, Türkiye, Avrupa Birliğine aday olabildi? (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Acaba, onun için mi, Türkiye, G-20'lere alındı?

Yine, değerli arkadaşlarım, bu hükümet döneminde, daha doğrusu 55, 56, 57 nci hükümetler döneminde yolsuzluk ve soygunların görülmemiş ölçülere vardığını ileri sürdü Sayın Kutan; oysa, yolsuzluklara ve soygunlara karşı görülmemiş bir mücadelenin verildiği hükümet dönemleridir onlar. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Yine, Sayın Kutan, konuşmasında, toplumdaki bazı tehlikeli, sakıncalı çelişkelere değindi "toplumda ayrı bir dil oluşuyor, ayrı bir din oluşuyor, ayrı bir demokrasi oluşuyor" dedi. Sayın Recai Kutan, eğer, siz, Atatürk'ü anlarsanız ve laik demokratik cumhuriyetle uyum sağlarsanız, bu çelişkiler kendiliğinden büyük ölçüde ortadan kalkar. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1999 yılında büyük felaketler, büyük acılar yaşadık; ama, aynı zamanda, 1999 yılı, Türkiye'nin geleceğine yönelik çok önemli gelişmelerin sağlandığı, sevindirici olayların yaşandığı bir yıl oldu. 1999'da Türkiye, uzun yıllardır ilk kez siyasal istikrara kavuştu. Siyasal istikrar, ekonomide de istikrar sürecini başlattı. 1999 yılında, bölücü terörün beli kırıldı, iç ve dış kaynakları büyük ölçüde kurutuldu. 2000 yılı ise, bölücü terörün sıkıntısını en çok çeken Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da hakça bir düzenin temellerinin atıldığı, sağlıklı bir kalkınmanın ivme kazandığı yıl olacaktır. (DSP sıralarından alkışlar)

Yine, 2000 yılı, toplam istihdamın yüzde 45'ini sağlayan tarım kesiminde kapsamlı bir reformun gerçekleştirileceği ve köylümüze, çiftçimize refah yolunun açılmaya başlayacağı yıl olacaktır.

2000 yılı, aynı zamanda, demokrasimizin ve yargı düzenimizin eksiklerinin giderileceği, her alanda hakça bir düzenin temellerinin atılacağı, rantiyeciliğin yerini üretkenliğin alacağı, enflasyonda hızlı düşüşün başlayacağı yıl olacaktır.

1999 yılı, ulaslararası alanda saygınlığımızın yükseldiği yıl oldu, 2000 yılı, bu sürecin daha da hızlandığı yıl olacaktır.

Ülkemizde, Batı'ya tutsak olmadan ve Doğu'dan da kopmadan Batılılaşma yolunu Atatürk açmıştı. 2000 yılı, bu yolda atılan adımların ivme kazandığı yıl olacaktır.

Bu inanç ve umutla, 2000 yılı bütçesinin halkımıza ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

Bütçenin yasalaşması sürecine değerli katkılarda bulunan tüm partilere ve milletvekillerine, hükümetimiz adına içtenlikle teşekkür ediyorum.

Yeni yılın, yeni yüzyılın ve yeni binyılın, ulusumuza ve tüm insanlığa, yaklaşan ramazan bayramının da tüm İslam âlemine mutluluklar, esenlikler ve sürekli barış getirmesini diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından ayakta alkışlar; MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Sayın Cumhur Ersümer, Sayın Çiller'in konuşmasında kendisine sataşma olduğu nedeniyle söz istemiştir.

Ayrıca, Sayın Çiller, Sayın Başbakanın konuşmaları esnasında...

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, 54 üncü hükümetin bir bakanı olarak ben de söz istiyorum.

BAŞKAN – Lütfen efendim... Lütfen...

...kendi isimlerinden bahisle sataşma olduğu nedeniyle söz istemişlerdir.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, sataşmadan dolayı ben de söz istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, müsaade edin de, sataşmayla ilgili Başkanlığa gelen müracaatları okuyalım, sonra sizi dinleyelim.

Ayrıca, Anavatan Partisi Grubu Başkanvekili Sayın Murat Başesgioğlu, Sayın Çiller'in, Doğru Yol Partisi Partisi Grubu adına yaptığı konuşmada, gruplarına sataşmada bulunduğu nedeniyle söz istemişlerdir.

SALİH SÜMER (Diyarbakır) – Öyle bir şey yok.

BAŞKAN – Lütfen...

SALİH SÜMER (Diyarbakır) – İsmen zikredilmedi, tutanakları inceleyin.

BAŞKAN – Tutanakları istetiyoruz efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, ANAP Grubuna bir sataşma yok, ismen zikredilmedi.

BAŞKAN – Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Mesut Yılmaz konuşacaklar efendim.

Şimdi, şahısları adına söz isteyen arkadaşlarımıza söz vereceğim, tutanaklar geldikten sonra da bu talepleri değerlendireceğiz.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, sataşmadan dolayı söz talebinde bulunmadık; ama, Sayın Başbakan yapmış olduğu konuşma sırasında, 54 üncü Refahyol hükümetiyle ilgili olarak enflasyon bilgilerini yanlış vermiştir, petrol fiyatları, banka iflasları ve D-8'lerle ilgili bilgileri yanlış takdim etmişlerdir. Ben de o hükümetin bir bakanı olarak, İçtüzüğün 69 uncu maddesi uyarınca söz istiyorum.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkanım, DYP Genel Başkanının konuşması sırasında, Anavatan Partisine ve onun Sayın Genel Başkanına yönelik bir sataşma söz konusu değildir. Lütfen, tutanakları inceleyerek söz hakkı verin; çünkü, öyle bir sataşma olmadı.

Takdirlerinize sunuyorum.

BAŞKAN – Tutanaklara bakacağız efendim; istetiyoruz, sözleri tutanaklardan tespite çalışacağız.

Şahısları adına, bütçenin lehinde söz isteyen Sayın Şadan Şimşek; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

ŞADAN ŞİMŞEK (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2000 malî yılı bütçesi üzerinde kişisel görüşlerimi bildirmek üzere söz almış bulunuyorum; öncelikle, Yüce Meclisi ve bizleri televizyonları başında izlemekte olan vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomi için yaşamsal önem taşıyan bütçeler, ülkelerin geleceğinin belirlenmesinde etkili olacak ve ona yön verecek kararlarda baz alınması gereken çok önemli bir gösterge olarak değerlendirilmektedir.

Bütçeler, ülkenin, ekonomik anlamda bir yılda yapacaklarının makro planlamasını gösterir. Bu nedenledir ki, hükümetler, mevcut kaynakların ülke için en iyi şekilde değerlendirilmesi, yapılan harcamaların yerinde ve amaca uygun olarak kullanılmasının izlenmesi ve sorumluluğunu taşımaktadırlar. İyi planlanmış ve denk bir bütçe, toplum nezdinde olumlu anlamlar taşır. Ekonominin iyi yönde gelişmesi bütçenin kendisiyle doğrudan ilgilidir.

Ülkemiz, çok uzun süreden beri yüksek enflasyonla yaşamaktadır. Bu durum, ekonomimizde belirsizliklere, kaynakların akılcı kullanılmamasına ve gelir dağılımında bozulmaya neden olmuştur; çünkü, kamu kesiminin, sağlıklı kaynaklar yerine, borçla finansmanı, bir yandan, malî piyasa kaynaklarının büyük oranda devlet tarafından kullanılmasına, diğer yandan da, reel faizlerin aşırı şekilde yükselmesine yol açmıştır. Doğal olarak bu durumun ekonomiyi ve devlet bütçesini olumsuz şekilde etkilemesi kaçınılmaz olmuştur. Malî yönden iyi durumdaki kişi ve kuruluşlar bu olanaklarını yatırıma ve üretime yönlendirmek yerine, devlete borç vererek daha çok getiri sağlama yolunu tercih etmişlerdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1997 yılında Güneydoğu Asya'da başlayıp, 1998'de Rusya ve Brezilya'yı içine alarak derinleşen ekonomik kriz, geçmişteki yanlış politikalarla süregelen ülkemiz ekonomisini ve Avrupa ülkelerini de etkisi altına almıştır. Dünyada yaşanan bu ekonomik sıkıntılar nedeniyle yabancı yatırımcılar önemli ölçüde ülkemizden kaçmıştır. Bu kaçışlar borsalarda düşüşlere, faizlerde ise aşırı yükselmeye, borçlanma maliyetlerinin artmasına, talepte daralmalara, üretimin azalmasına, işsizliğin ve enflasyonun artmasına neden olan zincirleme ilişkilere yol açmıştır.

Bu küresel bunalım, ülkemiz açısından dışborçlanma koşullarının güçleşmesi ve dışborçların ödenebilmesi için içerden borç alınması, içborç reel faiz oranlarını, dolayısıyla bütçedeki faiz ödemelerini büyük ölçüde artırıcı rol oynamıştır.

Küreselleşen dünyanın ve ekonomimizin yaşadığı olumsuzlukların etkisinden kurtulma mücadelesi verdiğimiz 1999 yılı içerisinde ardı ardına yaşadığımız deprem felaketleri birçok vatandaşımızın yaşamını yitirmesine, ister istemez bir seri zorluklara sebebiyet vermiştir.

Deprem felaketine maruz kalan bölge, ülkemizin ekonomik coğrafyasındaki konumu itibariyle değerlendirildiğinde, içerdiği ekonomik özellikler dolayısıyla, gerçek anlamda üretim ve vergi kayıplarına neden olduğu ortaya çıkmaktadır.

Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; gerçekte, bütçe bir programdır. Asıl sonuçlar ise uygulamayla alınmaktadır. Bütçenin uygulanmasında önceliklerin doğru tespiti büyük önem taşır. Görüşmekte olduğumuz 2000 yılı bütçe hedeflerinin tahminden gerçeğe dönüşmesi, hükümetin alacağı önlemlere ve kararlı tutumuna bağlıdır.

Hükümetimiz ve Merkez Bankası enflasyonu ortadan kaldıracak, para ve maliye politikalarını uygulama kararlılığı sonucunda, ekonomimiz, iç ve dış çevrelerde güven telkin etmiştir. Alınan önlemler sayesinde faizler yüzde 130'lardan yüzde 50'nin altına düşmüştür. Borsada rekorlar kırılmaya başlamış, bütün bunlar tasarrufların faize değil yatırıma yönelmesine yol açmıştır.

Enflasyonun düşüşü devam edecektir. Hükümetimizin yapmış olduğu programları, çıkarılmasına öncülük ettiği yasalarla desteklemesi, uluslararası kredi notumuzun yükselmesine, aynı zamanda 1994 yılında iptal olunan, IMF ile stand-by anlaşmasının yeniden imzalanmasına ortam hazırlamıştır. Bütün bu gelişmeler olurken, birtakım sıkıntıların yaşanması kaçınılmazdır. Ancak, çekilen bu sıkıntılar boşa gitmeyecektir; çünkü, hükümetimizin izlediği politikalarla enflasyon düşürülerek, üretim artışına bağlı olarak istihdam yaratılacak, böylece, Türkiye 20 nci Yüzyılın son mucizesini de gerçekleştirmiş olacaktır.

18 Nisandan sonra, Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisinin katılımıyla bir koalisyon hükümeti olarak kurulan 57 nci cumhuriyet hükümeti sayesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, son derece hızlı ve yapıcı bir çalışma süreci başlamıştır. Koalisyondaki uyum, halkımız tarafından büyük bir takdirle karşılanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; açık yüreklilikle ifade etmek isterim ki, 57 nci hükümet, disiplinli ve kararlı uygulamalarıyla sorunları çözmeye kesin kararlıdır. Bu da, devletin kasasına giren ve çıkan arasındaki farkın kapatılacağı anlamına gelir. Bunun yanı sıra, popülist politikalardan uzak siyasî bir otoritenin varlığını da belirgin şekilde ortaya koymaktadır.

2000 yılı bütçesinin bir önemli özelliği ise, Avrupa Birliği ve uluslararası standartlara geçiş için uygun ortamı hazırlama unsurlarını da göz önünde bulundurmasıdır. 2000 yılı bütçesi, kaynakların amaç dışı olarak kullanımına olanak tanımamaktadır. Kaynakların etkin ve yerinde kullanılmasıyla, gelecek kuşaklara aktarımını esas alan sürdürülebilir bir büyümenin temel özelliklerini içermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yoğun çalışma gündemi dışında kalan zamanlarda, yöre milletvekili arkadaşlarımla birlikte seçim yörem olan Edirne'de, il ve ilçe merkezleri ile köylerinde ve diğer illerde yaptığım ziyaretlerde halkımızın sorunlarını yerinde tespit ediyoruz.

Vatandaşlarımız, hükümetimizin, popülist, günü kurtaran politikalar izlemek yerine, gelecek kuşaklara güvenilir ve yaşanılır bir ülke bırakmak için sürdürülebilir kalkınma anlayışı içerisinde çalışmalarına devam ettiğini, rahata ermek için biraz sıkıntıya ulus olarak katlanmanın gerekli olduğuna inanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; halkımız umut doludur. Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit Başkanlığındaki 57 nci hükümet, halkımıza layık olmak için bilinçli, yoğun bir çalışma sürecindedir. Hükümetimiz, bu süreçte, güvenli, kararlı ve tedbirli bir şekilde hedefleri doğrultusunda azimle ilerlemektedir.

Doğal olarak, disiplinli ve uyumlu çalışmanın meyveleri yakın zamanda kendini göstermeye başlamıştır. Türkiye, Helsinki'de toplanan Avrupa Birliği zirvesinde, hiçbir ön koşul öne sürülmeden, aday ülke olarak açıklanmıştır. Bu durum, Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit'in, çeşitli zamanlarda ifade ettiği gibi, hükümetin kararlı, tutarlı ve hızlı çalışmasının Avrupa'da uyandırdığı beğeni ve takdir sonucunda gerçekleşmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün siyasî partiler, temelde hangi görüşü savunurlarsa savunsunlar, ülkemizin sorunlarını ortaya koyma bağlamında, aynı ortak payda da uzlaşmaya varmak zorundadırlar; çünkü, aklın yolu birdir.

Yeni bir bin yılın eşiğinde, yaşadığımız olumsuzlukları bir tarafa bırakıp, geleceğe umut ve güvenle bakmak zorundayız.

Bölücübaşının, başarılı bir operasyonla yakalanarak yurt dışından getirilmesi, uluslararası hukuk kurallarına uygun olarak yargılanması, yurt içinde ve yurt dışında bugüne kadar yakalanamayan kişilerin bir bir getirilip, yargı önüne çıkarılması tesadüfî değil, Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit'in başında bulunduğu hükümetin ısrarlı ve kararlı tutumu sonucunda gerçekleşen olaylardır. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz "enkaz devraldık", "beyaz sayfa açıyoruz" siyaseti yapmıyoruz. Bunun yerine, dünya ve ülke gerçeklerini göz önünde tutarak, geleceğe yönelik politalar üretmeye çalışıyoruz. Bugün gelinen nokta bunu açıkça belli etmektedir.

57 nci hükümet, sosyal adaletin sağlanması, pazar ekonomisine uyum ve enflasyonu tek basamaklı rakamlara çekme hedefinde ilerleyecek, tarım sektörü rasyonalize edilerek, doğrudan destek sistemiyle ülke nüfusumuzun önemli bir bölümünü oluşturan düşük gelirli çiftçilerimiz ve köylülerimizin sorunlarına çözüm bulunacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye bulunduğu coğrafyada, yakın ve uzak çevresine güven veren, bölgesel bir güç olmak yolundadır. Başka bir deyişle, batı ve doğu âlemleri arasında geçiş özelliğiyle ülkemiz, küresel bir denge unsurudur. Türkiye Cumhuriyeti, Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün çerçevesini belirlediği laik, demokratik cumhuriyet çizgisiyle, ülkeleri birbirine yaklaştıracak, model bir ülkedir.

Yaklaşık 63 milyon nüfusuyla, Türkiye, ki, bunun önemli bir oranı genç ve dinamik nüfus özelliğini taşır; bu, bizlere yarınlara umutla bakma ve ilerleme şevki aşılamaktadır. Yeni bin yıl, ülkemiz ve ulusumuz için önemli gelişmelerin müjdecisi olacaktır.

57 nci Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, çağdaşlık, hukuk, insan hakları ve demokrasi bakımından eksikliklerini, Avrupa Birliği istediği için değil, halkımızın, dürüst yönetim, hakça düzen, ulusal birlik ve inançlara saygılı, laiklik anlayışında bir ülke isteği için gidermeye kararlıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu anlayışla 2000 yılı bütçesine olumlu oy vereceğimi ifade eder, bütçenin, ülkemiz ve ulusumuza yararlı olması dileklerimle, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Aleyhte söz isteyen Sayın Yakup Budak; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

YAKUP BUDAK (Adana) – Sayın Başkan, değerli üyeler; sözlerime başlarken, hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.

Gerçekten, bugün, on gündür üzerinde tartıştığımız, konuştuğumuz, çok değerli konuşmacı arkadaşlarımızın değerli katkılarının olduğu bütçenin son konuşmalarını yapıyoruz. Biraz önce hükümeti dinledik, iktidara mensup arkadaşlarımızı dinledik, gerçekten, hayretler içerisinde kaldık. Zannedersiniz ki, bugün hükümet olmuşlar, sanal bir âlemde yaşıyorlar, Meclise gelmişler, 2000 yılında, aralık ayında bütçeyi takdim ediyorlar. Hele hele Sayın Başbakanı dinledikten sonra, o kadar şaşırdım ki, acaba, bu kadar çelişki, birbiriyle bu kadar tutarsızlık nasıl bir araya gelebilir diye düşünmeden edemedim. Onun için, konuşma metnimi de hazırlamıştım; ama, konuşma metnimi takip etmemek üzere, huzurlarınızda söz almış bulunuyorum; neresinden başlasam diye düşünüyorum.

Bugünkü hükümet, ikibuçuk yıldır, yaklaşık üç yıldır iktidarda bulunuyor. Bazı arkadaşlarımız, yok, biz altı aylık hükümetiz diyecekler, onlar altı aylık olsunlar; ama, ortakları ikibuçuk yıllık hükümettir. Altı aylık olmayı da kabullenmek, bilmiyorum, ne derece doğru bir iş olur.

Onun için, şimdi, bir ülkeye bakıyoruz. Bütçeler niye yapılır, hükümetler niye kurulur, devlet niye vardır, Büyük Millet Meclisi niçin oluşturulmuştur, devletin kurumları niçin oluşturulmuştur; bu ülkede yaşayan, Türkiye coğrafyasında yaşayan insanların huzurunu, mutluluğunu, saadetini ve refahını sağlamak için kurulmuştur ve iktidarlar da, bu milletin huzuru için, refahı için, mutluluğu için iktidar olurlar. Hiçbir iktidarın amacı da, ben öyle zannediyorum ki, bir milletin gerçeklerini saptırmak, değerlerini ortadan kaldırmak, milleti rahatsız etmek değildir; elbette, iyi niyetlerle kurulurlar; ama, o iyi niyetleri gerçekleştirecek bilgi, birikim, beceri ve kadro olmazsa, işler arapsaçına döner, çorbaya döner, bugünkü noktaya gelir.

Şimdi, Türkiye'nin bir tablosuna bakalım. Bundan önce de bütçeler hazırlandı. Bu, hükümetin hazırlamış olduğu üçüncü bütçedir. Ne getirdi bu bütçeler Türkiye'ye; enflasyon mu aşağı çekildi, Türkiye'deki sosyal dengeler mi kuruldu, ihracat mı arttı, ithalattaki patlamanın yanında çiftçilerimizin durumu mu iyi oldu, emeklilerin, işçilerin, memurların yüzü mü gülmeye başladı? Hele hele, rakam olarak yüzde 15'lere, yüzde 20'lere varan işsizlerin yüzü ne âlemde, onu düşünmeden edemiyorum.

Eskiden köylerde dolaştığımız zaman 1970'li yıllarda, 1974'lerde, bir Karaoğlan efsanesi vardı, "Karaoğlan geliyor" derlerdi; şimdi köyleri dolaşıyoruz, millet "eskiden bir tane Karaoğlan vardı, şimdi bütün köylülerin yüzü kapkara oldu" diyor. (FP sıralarından alkışlar)

Muhterem arkadaşlar, şu köylünün halini hiç düşünüyor musunuz; bu köylü ne yiyor, ne içiyor, bunu düşünüyor musunuz? Uzun söze gerek yok; muhtarlarımıza bir telefon açın, onlar ne haldedir, bir dinleyin. Ben, dün Adana'da Yüreğir İlçemizin Çelemli Köyü muhtarına -telefon numarasını da veririm- Seyhan İlçemizin Gölbaşı muhtarına telefon açtım. Çelemli muhtarı, âdeta, ağlıyordu "tarım kredi kooperatiflerine, Ziraat Bankasına borçlarını ödeyemediği için, Çelemli Köyümüzde, 150 kişi, eğer, meseleleri halledilmezse, hapse girecekler" diyordu. Niye; sıkıntıdan dolayı, borçlarını ödeyememişler. Niye ödeyememişler; bu hükümetin uyguladığı ekonomik politikalardan dolayı... Hapse girecekler. Gölbaşı muhtarı diyor ki: "Eğer, gerçekleşirse, tedbir almazlarsa, köyümüzden 60 kişi, borçlarını ödeyemedikleri için, hapse girecek." Hani, köylülerin, emekçilerin, işçilerin yanında olan iktidarın mensupları nerededirler? 20 yıldır, 30 yıldır köylü edebiyatı yapanlar, bugün Adeta iktidarları döneminde, köylüyü hapse gireceği noktalara getirmişlerdir.

Muhterem arkadaşlar, uzun söze, lafa gerek yok. Ekonomiyi bu noktaya getirdik diye de uzun boylu düşünmeye gerek yok. Şu neticeye ulaştık: Bugün, çiftçimiz; 1997 yılında, o beğenmediğiniz 54 üncü hükümet zamanında, 1,5 kilo buğday ile ne alıyordu, 1 litre mazot alıyordu; yarım kilo pamukla ne alıyordu, 1 litre mazot alıyordu; bugün, 3 kilo pamukla 1 litre mazot alabiliyor; 5 kilo buğdayla, ancak 1 litre mazot alabiliyor. Pancar üreticisi, 5,5 kilo pancarla, 1 litre mazot alırken, bugün 12,5 kilo pancar karşılığında 1,5 litre mazot alabiliyor. İşte sizin tablonuz bu.

Sayın bakanlarımız güzel güzel kitapçıklar hazırlıyorlar, sunuş kitapçıkları okuyorlar “şu noktaya getirdik, bu noktaya getirdik” diyorlar.

Tabiî ki, Sayın Başbakan, 54 üncü hükümet zamanındaki rakamları verirken “enflasyon oranını yüzde 99’a getirdiniz” dediler. Tabiî, zannediyorum bürokratlar kendilerini yanıltıyorlar. Devlet İstatistik Enstitüsünün elinde bir verisi var. 1997 yılının haziranında, o hükümet gittiğinde, enflasyon oranı yüzde 78 idi; altı ay sonra, yani 1997’nin sonunda enflasyon oranı yüzde 101’in üzerine çıkarılmıştır. Herhalde ekonomik başarı budur zannediyorum(!)

Biraz önce Sayın Başbakanımız buyurdular ki “Türki cumhuriyetlerinde çok başarılı dış politika yürütüyoruz” dediler. Gerçekten çok başarılı dış politika yürütüyorlar!.. 76 yıllık cumhuriyet tarihinde hiçbir ülkenin cumhurbaşkanı, bir enerji bakanının yüzüne karşı “siz Türkiye’nin menfaatlarını düşünmüyorsunuz” dememiştir. (FP sıralarından alkışlar) Hiçbir ülke, hiçbir dışişleri bakanı, hiçbir hükümet, dışarıda Türkiye’yi bu derece aşağıya düşürmemişti. Onun için, şahsiyetli dış politikaymış, başarılarmış, bilmem şuymuş, buymuş diye milleti oyalamayın arkadaşlar, kendinizi de aldatmayın, milet zaten aldanmıyor. Sahaya çıkın -bayram geliyor- milletin arasına bir karışın, millet size ne cevap verecek, başarılı politikalarınızı nasıl karşılayacak; o zaman görürsünüz.

Sayın Başbakan -geçmiş bir hükümeti kastederek- “sizin zamanınızda Türkiye küçülüyordu, eksi yüzde 6’ya inmişti" diyor. Sayın Başbakana sormak lazım; sizin devri saadetinizde diyelim, acaba eksi yüzde 6'nın aşağısına indi mi, inmedi mi; eksi yüzde 6,2 oldu mu, olmadı mı? Onu da bir sormak lazım gelir. Rakamlar bu kadar çarpıtılmaz, olaylar bu kadar tersyüz edilmez, meseleler, bu kadar, işin içerisinden çıkılmaz hale getirilmez.

Şimdi sokaklarda memurlar yürüyor, işçiler yürüyor, köylüler yürüyor, esnaf yürüyor... Daha dün Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu Genel Başkanının bir açıklaması vardı; Türkiye'de son 6 ay içerisinde 60 000 esnafımız kepengini kapatmış. Niye; bu hükümetin başarılı ekonomik uygulamalarından dolayı, aldığı ekonomik kararlardaki isabetten dolayı!..

Bu 1999'un sonunda acaba ne kadar esnafımız kepengini kapatacak, onu düşünüyorum. Esnaf, siftah yapmadan dükkânını kapatıyor, kepengini indiriyor. Niye; ekvergi diye alıyorsunuz, Özel İşlem Vergisi diye alıyorsunuz, beyanname diyorsunuz... Esnafı sıkboğaz ettiniz, bugün esnafın nefes alacak hali kalmamıştır. Esnafı yaktınız, kavurdunuz; ama, hâlâ, siz "Avrupa Birliğine giriyoruz" diyorsunuz, Avrupa Birliğine girdiğinizi de, büyük ve güzel şeylerle ifade ediyorsunuz. Elbette, biz de Avrupa Birliğine girmeyi arzu ediyoruz; ama, bu rakamlarla mı, bu ölçülerle mi, bu enflasyonla mı, bu işsizlikle mi; her şeyden ve her şeyden önce, bu anlayışla mı Avrupa Birliğine gireceksiniz?

Sayın Başbakan çağdaşlıktan bahsediyor. Muhterem arkadaşlar, çağdaşlık, öyle hiç kimsenin de tekelinde değildir; ama, ben size bir çağdaşlık ölçütü vermeye çalışayım. Çağdaş demokrasilerde, çağdaş kafalar, bir parti kapatıldığı zaman "bu partiyi kapatmak yetmez, mensuplarının kökünü kazımak gerekir" diyemez. (FP sıralarından alkışlar) Bunu diyen kafalar çağdaş olamaz, demokrat olamaz, demokrasiyi içine sindirmiş de olamaz. Onun için, çağdaşlığı kimseye kaptırmayanlar, çağın neresinde kaldıklarına iyi bir baksınlar. Hâlâ 1935'lerde, 1940'larda dolaşıyorlar, 1945'lerin dünyasını özlüyorlar. Hitler'in Almanyasındaki, Stalin'in Rusyasındaki birtakım odalar, çağdaş üniversitelerimizde icraî faaliyete geçmişlerdir. Çakıcı'yı sorgulayamayanlar, üniversitelerde, kızları, ikna odalarında ikna edebilmek için bir zulüm mekanizması kurmuşlardır. (FP sıralarından alkışlar) Bu mudur çağdaşlık, bu mudur çağdaş üniversite, bu mudur Türkiye'nin ufkunun açılması, bu mudur Türkiye'nin demokratlaşması ve Avrupa'ya girmek için aldığı önlemler bu mudur?! Onun için, çağdaşlıktan bu Meclisin içerisinde söz edemeyecek insanların kimler olduğunu da arkadaşlarımızın takdirlerine bırakıyorum.

"Biz, hiç taviz vermiyoruz" diyorlar; Kıbrıs'ı veriyorlar, Ege'yi veriyorlar; "Avrupa'ya girişte hiç taviz vermedik" diyorlar. Ege gitmiş, Kıbrıs gitmiş... Hiç taviz vermemişler; doğrudur(!)

Zürih Anlaşmasından elde edilen haklarımız tehlike altına girmemiş midir? Sayın Denktaş'ın yüzü, bu anlaşma imzalandığı zaman kaç renge girmiştir televizyonlarda hep birlikte izledik.

Muhterem arkadaşlar, doğruyu konuşmamız lazım, gerçekleri konuşmamız lazım ve bu bütçeleri de milletin huzuruna sunarken, dilimizle birtakım şeyleri ifade etsek de, kâğıtlara birtakım şeyleri döksek de, esas olan belgeler ortaya koyduğumuz bütçelerdir. Bütçeler, hükümetlerin, takip edecekleri politikaları, hangi kesimlere değer verip vermediklerini, hangi kesimlere kaynak aktarıp aktaramayacaklarını, hangi kesimleri destekleyip desteklemeyeceklerini ortaya koydukları belgelerdir.

Şimdi, sizlere sormak istiyorum: 46 katrilyonluk bütçeniz var. Zaten, bunun 14 katrilyonunun açık olduğunu herkes ifade ediyor, hükümet de ifade ediyor. Geriye ne kalır; 32 katrilyon mu kalır? 32 katrilyonun ne kadarını faizcilere veriyoruz, rantiyeye veriyoruz; 21 katrilyonunu. Onu da çok çok aşacağını uzmanlar söylüyorlar.

Şimdi, siz, köylüye vermeyeceksiniz, çiftçiye vermeyeceksiniz, memura vermeyeceksiniz; 21 katrilyonu, götürüp, rantiyeye vereceksiniz, faiz geliri elde edenlere vereceksiniz, ondan sonra da, biz rantiyeye şöyle yaptık, böyle yaptık diyeceksiniz.

Muhterem arkadaşlar, gerçekleri bilmemiz lazım, gerçeklere göre konuşmamız lazım. Bugün iktidar olanlar yarın muhalefet olabilirler, bugün muhalefet olanlar yarın iktidar olabilirler; ama, hakem millettir; milletin hakemliğine güvenenler, milletin iradesine dayananlar, muhakkak suretle, gerçekleri ifade etmek mecburiyetindedirler.

Bunun yanında, gelir dağılımındaki adaletsizlik, bu hükümetler zamanında, maalesef, had safhaya varmıştır. Ekonomi çok kötü sinyaller vermektedir.

Muhterem arkadaşlar, şimdi, bankaların kurtarılmasıyla da ilgili "kararlı adımlar attık" diyorlar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – 1 dakika ilave etmiştim efendim; 1 dakika daha ilave ediyorum.

YAKUP BUDAK (Devamla) – "Bankaların, kararlı şekilde üzerine gittik" diyorlar. Ben, uzun söze gerek duymuyorum. Bu bankaların içi boşaltılırken neredeydiniz?! Yetkiniz yok muydu?! Size, birilerinin direktif mi vermesi gerekiyordu, yoksa, ille, IMF'den direktif mi almanız gerekiyordu?! Onun için, maalesef, bankaların üzerine gidilmemiştir; bankalar boşaltıldıktan sonra, teslim-tesellüm işlemi yapılmıştır. (FP sıralarından alkışlar)

Şimdi, iktidarı oluşturan partilerden çok sık dinliyoruz "bankaları özelleştireceğiz" diyorlar. "Özelleştireceğiz, özelleştireceğiz" diyorlar, bir de bakıyoruz ki, üç yılın içerisinde 8 tane bankayı devletleştirmişler; yani, şimdi, hem "özelleştireceğiz" diyeceksiniz, bankaların içi boşaldıktan sonra ne yapacaksınız; devletleştireceksiniz. Bu devletçi anlayıştan ve mantıktan da, muhakkak surette vazgeçmek gerekiyor.

Bir de şunu ifade etmek istiyorum. Bakın, şu Meclisin duvarında bir yazı var: "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." Altında da Atatürk'ün imzası var.

Sayın Başbakan, bu yasama döneminin ilk günü burada "devlet en yüce makamdır" dedi. Atatürk'ün altında imzası bulunan bu sözünü değiştirenleri, çağdaşlığa davet ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Mali Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesin Hesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmeler tamamlandı; ancak, sataşmalar nedeniyle söz isteyen arkadaşlarımız var.

Sayın Cumhur Ersümer, sataşma nedeniyle söz istediniz. Hangi konuya ait olacak konuşmanız? (DYP ve FP sıralarından gürültüler)

Lütfen efendim... Tutanaklar burada.

Buyurun Sayın Bakan.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Tansu Çiller, Mavi Akım Projesiyle ilgili, ihalesiz verilmesi, avans ödenmesi konusunda, birtakım gayrimeşruluklar varmış gibi ifadelerde bulundu. Ben, burada, çıkıp, gerçeği ifade etmek istiyorum efendim.

BAŞKAN – Tutanaklar şöyle efendim; isterseniz okuyayım:

"9 doğalgaz projesine 135 milyon dolar avans veriliyor. Mavi Akım Projesine götürüyorsunuz. Avrupa Birliğine giriyoruz. Nerede gördünüz siz, hükümette olmayan birisinin, yanına kardeşini alıp, Avrupa Birliğinde, bir medenî ülkede, birkaç tane de yandaş müteahhidi alıp, gidip oralarda iş bağladığını..." (DYP ve FP sıralarından "Doğru" sesleri) "...nerede gördünüz siz, Avrupa Birliğinde nerede gördünüz?!" diye devam ediyor. (DYP ve FP sıralarından gürültüler)

Lütfen... Lütfen...

Buyurun efendim. Yeni bir sataşmaya meydan vermemek kaydıyla açıklamayı yapınız.

3 dakika süre veriyorum.

IV. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mustafa Cumhur Ersümer’in, İstanbul Milletvekili Tansu Çiller’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öncelikle, Sayın Başkana, bu anlayışı için teşekkür ediyorum.

Gerçekten, Sayın Çiller'in buradaki beyanları, tamamen, Türkiye'nin önemli bir projesi üzerinden siyaset yapmaya yöneliktir. Ben, bu kürsüden, çeşitli vesilelerle, basında, televizyonda dile getirdim; bu ihalenin nasıl gerçekleştiğini anlattım ve bu avansın nasıl ödendiğini belirttim; ama, burada, anlamamak konusunda bir ısrar var; burada, anlamamış gözükmek noktasında bir ısrar var. Böyle bir proje üzerinden siyaset yapmak üzere bir ihtiyaç var. Ben, tabiî yadırgıyorum; burada konuşurken de, bunu yadırgadığımı belirtmek istiyorum.

Bir siyasî partinin lideri, bir sayın genel başkan, birtakım dedikodularla, birtakım gazete sütunlarındaki laflarla buraya gelip bazı suçlamalarda bulunacağına lütfedip sorsalardı, kendilerine her türlü bilgiyi, ayrıca, gelir, verirdik; belgelerini, bilgilerini gösterirdik. Bunu yadırgadığımı dile getirmek istiyorum.

Türkiye Cumhuriyetinde ikili bir anlaşmayla, hükümetler arası bir anlaşmayla, bir projenin bir başka devlete yaptırılması ilk defa mı oluyor? Daha önce bunlar gerçekleşmedi mi?

Başbakanlık yaptınız, sizin döneminizde -bütçe konuşmalarında bir üyeniz de belirtti- Karkamış barajını hangi ihaleyle Avusturya şirketine verdiniz Sayın Çiller? İhale mi yaptınız?.. Hükümetler arası bir anlaşmayı aldınız, pazarlık usulüyle DSİ'ye yaptırtırttınız; ama, ben size yine teşekkür ediyorum. Gittik 48 aylık bir süre içerisinde açılışını yaptık, şimdi elektrik üretiyoruz; ama, bir ihale falan yapmadınız.

Yine burada dile getirildi; Refahyol döneminde Sayın Erbakan'ın Başbakanlığı döneminde de Ilısu Barajı aynı şekilde ihalesiz verildi, pazarlık usulüyle yapıldı. Yine, biz, bu aynı yolda devam ediyoruz. Şu anda 28 tane barajı, yine, ikili anlaşmalara, hükümetler arası anlaşmalara istinaden yapabilmenin çabasını sürdürüyoruz. Gittik, Deriner'in, Borçka Muratlı'nın temelini attık, Yusufeli'nin, Ilısu'nun, Cizre'nin, Hakkâri'nin, Gürsöğüt'ün temelini atacağız. (ANAP sıralarından "bravo" sesleri, alkışlar) Biz, bütün bu işleri...

Şimdi dönelim Mavi Akıma:

İki hükümet anlaşma yapmış. Bu iki hükümetin yaptığı anlaşma Bakanlar Kuruluna gelmiş, tasdik olmuş, Resmî Gazetede yayımlanmış. Yine, yasal prosedür gereği, Yüce Türkiye Büyük Millet Meclisinin huzuruna gelmiş, bütün gruplar konuşma yapmışlar "biz, bu projeyi, bu anlaşmayı destekliyoruz" demişler. Tutanaklar burada, oybirliğiyle onaylanmış bir anlaşmayı konuşuyoruz burada ve bu anlaşmanın 3 üncü maddesinde belirtilen husus aynen şunu ifade ediyor: "Rusya tarafının belirleyeceği Gasprom Şirketinin ana inşaat şirketi ve Türk ortaklarıyla bu iş yaptırılacaktır." Türk müteahhitlerinin Rusya'da devam eden işlerin tutarı 6-7 milyar dolar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – 1 dakika eksüre veriyorum; toparlayın efendim.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) – ... Rus müteahhitlerin Türkiye'deki işleri 200-250 milyon dolar. Bir denge sağlamaya yönelinmiş ve burada bu ikili anlaşmaya istinaden Rus şirketine bir iş verilmiştir yanında Türk ortağıyla birlikte.

Peki, bu iş verilirken, acaba, keyfî hareket mi edilmiştir; hayır. Refahyol döneminde aynı şekilde 48 inç olarak yapılmakta olan Doğu Beyazıt-Erzurum hattı işinde belirlenen fiyatlar kıstas alınmıştır ve o fiyatlardan da yaklaşık 40 milyon dolar ucuza verilmiştir. Avans ödenmiştir; doğrudur. Peki, avans ödemek ne demek; Türkiye Büyük Millet Meclisinde bunu bilmeyen var mı acaba?! Yani, siz, avansı, herhangi bir işin karşılığı olarak mı ödüyorsunuz; yoksa, yapılacak bir işe karşılık mı ödüyorsunuz?

Şu anda devam eden boru hatlarıyla ilgili ilk avans, Refahyol hükümeti döneminde Doğu Beyazıt-Erzurum hattı ödenmiştir, hem de hükümetten gitmeden iki gün önce ödenmiştir; 17,5 milyon dolar; doğru yapmışlardır. (ANAP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) – Sayın Başkan, izninizle bitiriyorum efendim.

BAŞKAN – Tamamlayın efendim.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) – Yine, şu anda, bütün bu işlerle ilgili toplam ödenen avans 88 milyon dolardır.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Bakan, Doğu Beyazıt'ta değil; yanlış diyorsunuz.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) – Sayın Polat, lütfen dinleyin.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Ama “yanlış” diyorsunuz.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) – Ödenen avansların kapatılmasına dair sunulan harcama belgeleri 123 milyon dolardır.

Mavi Akımla ilgili 52 milyon dolar avans ödenmiştir, 87 milyon dolarlık avans kapatma belgesi, Bakanlığa, BOTAŞ Genel Müdürlüğüne sunulmuştur. Yine, bu avans ödenirken, herhangi bir belge, bilgi, bir teminat alınmıyor mu; hayır, alınıyor. Bu avansın tamamını karşılayacak kadar şirketten teminat mektubu alınmıştır. Artı olarak, bu projenin gerçekleşmemesi halinde ödenmek üzere, muhatap Gasprom şirketinden de tamamını karşılayacak artı teminat alınmıştır.

O nedenle, ne Meclisimizin ne milletimizin en ufak şek ve şüphesi olmasın ki, yapılan işler yasaldır, yapılan işler doğrudur. İnşallah, Samsun'da gazı teslim aldığımızda, bütün bu iddiaları ileri sürenler de, ümit ederim, yüzlere bakamayacaklardır.

Saygılarımla. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, fizibilite olmadan avans ödeme, ilk defa, onun zamanında gerçekleşiyor.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – İçinde bulunduğum hizmete sataşma var, sataşmadan dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN – Lütfen efendim... Lütfen... Sırayla...

Sayın Tansu Çiller'in sataşma nedeniyle söz istemi var; kendisinin adından bahisle, sataşma olduğunu ifade ediyorlar.

Efendim, konuya bir açıklık getirir misiniz veyahut konuşmaları ben...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara)– Sayın Başkan, tutanaklarda var. Bir taraftan “UDİDEM” diye eskiden ileri sürdüğümüz bir projeden bahsetti, bir taraftan akademisyen olarak ve bir bilimadamı olarak, özellikle Sayın Başbakan, ifadeleri itibariyle hiç de uygun olmayan bir beyan kullandı. Bunun dışında ekonomik bakımdan...

BAŞKAN – Buyurun efendim... Buyurun... (DYP sıralarından ayakta alkışlar)

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Ersümer'e olduğu gibi bize de 5 dakika fazla olmasını diliyoruz.

BAŞKAN – 3 dakika verdim, birer dakika ilaveyle 5 dakikaya tamamladım.

2. – İstanbul Milletvekili Tansu Çiller’in, Başbakan Bülent Ecevit’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

TANSU ÇİLLER (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başbakanın bazı konuları hatırlayamadığını gördüm; kendisine rakamlarla vermeyi gerekli görüyorum.

1994 yılında bizim istikrar programı uyguladığımız yılda büyüme yüzde –6 idi. Birbuçuk yıl sonra bıraktığımız zaman büyüme yüzde 7,8 olup 8'e yaklaşmıştır. Yine aldığımız nisan ayı öncesindeki enflasyon yüzde 150 idi, bıraktığımız Türkiye'deki enflasyon yüzde 65'tir... (DSP sıralarından gürültüler) .

BAŞKAN – Lütfen... Lütfen... Dinleyelim efendim...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – ...ve ihracatta da çok ciddî bir patlama olmuştur. Gerçekler bunlardır; ama, bizim devraldığımız ekonominin çok bozuk olduğunu söyleyenler vardı. Kim? Sayın Ecevit. 1990 başındaki dönemde, seçim meydanlarında ekonominin iflasa gittiğini, Özal ve Anavatan döneminin tenkitlerini kendi ağzından dinlediğim olmuştur. Dolayısıyla, ne tip bir ekonomiyi devraldığımızın şahidi, yine, kendisidir. Oysa, bıraktığımız ekonomi şöyleydi: Biz, üç yıl yüzde 7,7 büyüyen bir ekonomiyi Anasol'a, sonra Sol ana'ya teslim ettik; ama, bugün, dünyanın en hızlı küçülen ekonomisi; yüzde 5,5 küçülme. İşte, sonuç budur ve Türkiye'nin enflasyonu en hızlı yükselen ülke ilan edilmesi... Sonuç budur.

Şimdi, aslında, ben, polemik yapmadım; bilimsel rakamları söyledim; bütçe ve ekonomi rakamlarının hepsi öyledir; ama, madem ki, geçmişe girildi; bizi de geçmişe girmeye mecbur ettiler Sayın Başbakan; gerçekten, istemezdim; ama, şimdi, bu sualleri sorma durumundayız. Geçmiş Başbakanlıkları döneminde, benzin kuyruklarının mesulü olan Başbakan, Sayın Ecevit değil midir! (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Yoklukların, kıtlıkların başbakanı, Sayın Ecevit değil midir?! (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Ülkeyi karanlıkta bırakan Başbakan, Sayın Ecevit değil midir?! (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bundan dolayı, ekonomiyi idare edemediğinden dolayı, kendisini istifa etmek mecburiyetinde hisseden Başbakan, yine, Sayın Ecevit değil midir?! (DSP sıralarından gürültüler, DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Efendim, bir sataşmaya meydan vermeyecek şekilde devam edelim; lütfen.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Evet.

... ve tekrar söyleme durumundayız ki, 1990 başlarında, eğer, Avrupa Birliğindeki bugünkü tutumunu izleyebilmiş olsaydı, yani "gölge etmeyin, başka ihsan istemez" dememiş olsaydı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TANSU ÇİLLER (Devamla) – ... o gününün şartlarında, bugünün şartlarından çok daha iyi durumda, Türkiye, Avrupa Birliğine gireceği gibi, milyarlarca yardım, Yunanistan'a gittiği gibi, İspanya'ya gittiği gibi, Portekiz'e gittiği gibi, Türk köylüsüne gitmiş olurdu; Türk köylüsüne gitmiş olurdu, işçisine, KOBİ'sine gitmiş olurdu ve Türkiye, demokrasi hamlesini çoktan yapmış olurdu. Bunu önleyen Başbakanlık dönemi, yine, aynı kişiye ait değil midir ?

Yine, işçiden oy alıp, ahbap-çavuş demokrasisine teslim olup, işçiyi, Kızılay Meydanında coplattıran dönem, yine bu talihsiz dönem, bu dönem olmamış mıdır?! (DYP sıralarından "Bravo"sesleri; alkışlar)

Devletçi ekenominin savunmasını yapanların, statükodan yana tavır koyanların ne zaman liberal olduğunu millet soruyor. Açıkça söylüyorum; ne zamandan beri liberal? Ne zamandan beri liberal?

Bir ufak bilgi daha "afet bölgesi ilan edilmemiştir; çok üzüldüm..." Bir hükümetin başbakanının, afet bölgesi kapsamına alıp almadığını dahi bilmemesi... Gidip, kendi valilerinden sorması gerekir; gitsin, kendi valilerinden sorsun. (DYP sıralarından "Bravo"sesleri; alkışlar)

Yine, son ufacık bir not. Ben, akademik kariyerle ilgili unvanlarımı Sayın Ecevit'ten almadım, bilimsel kurumlardan aldım. (DYP sıralarından "Bravo"sesleri, ayakta alkışlar; DSP sıralarından gürültüler)

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Sayın Başkan?..

BAŞKAN – Buyurun efendim.

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (İstanbul)– Sayın Çiller, benimle ilgili olarak bazı yanlış bilgiler verdi; çok kısaca bir düzeltme yapmama izin verir misiniz?

BAŞKAN – Buyurun efendim. (DSP sıralarından ayakta alkışlar)

NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) – Sayın Başkan, söz sırası Sayın Cevat Ayhan'ındı...

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Marmara depreminin hemen ardından, o bölge, depremden etkilenen bölge, afete duyarlı bölge kapsamı içine alındı ve bu şekilde halkın yardımına koşmakta birçok kolaylıklar sağlanmış oldu.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Ben, deprem bölgesi milletvekiliyim...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Hayır...Hayır...

BAŞKAN – Lütfen dinleyelim efendim.

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Sayın Çiller, geçmişle ilgili iddialarda bulunurken, benim, 1978-1979'daki Başbakanlığım döneminde, benzin kuyrukları olduğunu söyledi. (DYP sıralarından gürültüler) Müsaade edin arkadaşlar...

BAŞKAN – Lütfen dinleyelim.

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Çok doğrudur; 1978-1979'da, Türkiye'de benzin kuyrukları vardı; ama, bu kuyruklar, Amerika'daki kadar, başka Avrupa ülkelerindeki kadar büyük değildi. (DYP sıralarından "Allah, Allah!" sesleri) Herhalde Sayın Çiller çok iyi bilir ki, o yıllar, bütün dünyada ağır bir ekonomik bunalım dönemiydi; petrol fiyatları yüzde 400 artmıştı. Ben hükümeti devraldığımda Merkez Bankasında 1 dolar yoktu; ona rağmen, kısa sürede, o tıkanıklığı bir ölçüde olsun aşabilme olanağını bulduk ve ilk defa, tarihimizde -o tarihe kadar ilk defa- bir yılda, ihracatta (dışsatımda) yüzde 30'u aşkın ilerleme sağlayabildik.

Ayrıca, Sayın Çiller, yine, geçmişle ilgili olarak, bir başka yanlış bilgi verdi. Sanki, ekonomik konularla ilgili veya Avrupa Birliğiyle ilgili olarak söylemişim gibi bir sözü nakletti. "Gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz" sözümü... O sözüm, Montrö'de, zamanın Yunanistan Başbakanı Karamanlis'le yapacağım görüşme başlarken, Amerika'dan, o görüşmelere gölge düşüren bir beyanın gelmesine tepki olarak söylenilmiştir. (DYP sıralarından "İnkâr etme!" sesleri) Yani, biz, burada, Yunanistan'la oturduk, Ege sorunlarını çözmeye çalışıyoruz; buna “gölge etmeyin” dedim. Eğer, bu bir kusursa, bu kusuru üstleniyorum.

Teşekkür ederim. (DSP sıralarından ayakta alkışlar; DYP sıralarından gürültüler)

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, depremle ilgili...

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Lütfen efendim. Lütfen... Tamam efendim... Karşılıklı...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Bir saniye efendim... Sayın Başkan, söz almak istiyorum. (DSP sıralarından "Otur yerine!" sesleri)

BAŞKAN – Hayır efendim.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Hayır efendim... Olur mu bu? Ben, deprem bölgesinde yakınlarını kaybetmiş bir insanım.

BAŞKAN – Lütfen efendim... Lütfen!

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Bir dakika... Sayın Başkan, İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre, ben, açıklama yapmak istiyorum. Benim deprem bölgem de, Marmara Bölgesi dahil, henüz, daha, 7269 sayılı Afet Yasası kapsamına alınmamıştır. Şu anda, Meclis Araştırma Komisyonunun Sayın Başkanı DSP'lidir, diğer bütün partili üyeler vardır... (DSP sıralarından gürültüler)

SALİH SÜMER (Diyarbakır) – Dinleyin be!

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Bu Araştırma Komisyonunun, Başbakanlık Kriz Merkez Yönetiminden sorduğu suale aldığı cevap da, benim söylediğim gibi, bu bölgenin afet kapsamına alınmadığı şeklindedir. Elimde... (DSP sıralarından "Otur, otur" sesleri)

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, sataşmaları sıraya koyun efendim!

BAŞKAN – Lütfen... Durun bakalım... Dinliyoruz...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Rica ediyorum...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Bir sataşmacı, diğer bir sataşmacının önüne geçemez; sıra var efendim.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Rica ediyorum...

7269 sayılı Yasaya göre, eğer, Bakanlar Kurulu, deprem bölgesini, bu Yasa çerçevesinde afet kapsamına... (DSP sıralarından gürültüler)

HASAN FEHMİ KONYALI (Ordu) – Yarım saat oldu!..

BAŞKAN – Lütfen dinleyelim efendim... Açıklıyor...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sataşma değil, açıklama oldu bu!

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Müsaade buyurun...

SALİH SÜMER (Diyarbakır) – Ya, gerçekleri ortaya koyuyor kardeşim... Allah Allah! Başbakanı yanıltıyorlar... Başbakanın haberi yok...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Eğer, deprem bölgesi afet kapsamına alınmış olsaydı, Bakanlar Kurulu kararının, mahallinde, valiliklerce, ilgili Yasanın 2 nci maddesine göre ilanı gerekirdi. Şu anda ve Sayın Ecevit konuşurken, Sakarya Valiliğiyle temas kurdum, Bakanlar Kurulu kararı olmadığını ve böyle bir kararın, mahallinde, valilikçe ilan edilmediğini ve afet kapsamına alınmadığını, doğrudan, valilikten aldım. (DYP sıralarından alkışlar)

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Bu sataşma değil... Açıklama yapıyor...

BAŞKAN – Tamam efendim... Mesele anlaşılmıştır...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başbakan, inanın, biz, bu komedilere çok sahne olduk...

BAŞKAN – Peki, mesele anlaşılmıştır efendim...

Teşekkür ederim.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkanım, tamamlamalıyım efendim... Müsaade buyurun...

BAŞKAN – Teşekkür ederim; mesele anlaşıldı efendim.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başbakan bu kürsüye gelmeli, ben bu konuda Genel Kurulu yanlış bilgilendirdim demeli ve özür dilemelidir. Depremzedelerden özür dilemelidir. (DYP sıralarından alkışlar, DSP sıralarından gürültüler)

HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Otur yerine!

BAŞKAN – Tamam efendim... Mesele anlaşılmıştır... Lütfen... Tamam...

Efendim, şimdi, Anavatan Partisi Genel Başkanı Sayın Mesut Yılmaz; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

3. – Rize Milletvekili A. Mesut Yılmaz’ın, İstanbul Milletvekili Tansu Çiller’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekileri; bu kürsünün ciddîyetine ve burada konuşan genel başkanların daha dikkatli konuşması gereğine inandığım için huzurunuzdayım. (ANAP sıralarından alkışlar) Buradan, bu kürsüden, daha önce, buna benzer iddialar, çeşitli iddialar dile getirildi, Mavi Akımla ilgili yolsuzluk iddiaları dile getirildi.

NURHAN TEKİNEL (Kastamonu) - Rusya'ya niye gittin?!.

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, hepinizin ve bu vesileyle, milletimin bilmesini istediğim husus şudur: Mavi Akım Projesine gönül verdiğim doğrudur. Bu anlaşmanın altında Başbakan olarak, benim imzamın olduğu doğrudur. Bu projeyi engellemek isteyenlerin, başka ticarî hesapları olduğu da doğrudur. Türkiye'yi likitgaza mahkûm etmek istedikleri de doğrudur; bundan çıkar sağlamak istedikleri de doğrudur. 1985 yılında, biz, Rusya'dan, Bulgaristan üzerinden boru hatlarıyla doğalgaz getirirken, yine, böyle bir lobi kurmuşlardı, bunu engellemeye çalışmışlardı.

Ben, Moskova'ya Mavi Akım görüşmeleri için gitmedim. Ben, Moskova'ya Moskova Belediye Başkanının davetlisi olarak gittim. (DYP sıralarından "Oo” sesleri)

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Dinle kardeşim, dinle!..

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Doğalgazla ilgili, Mavi Akımla ilgili hiçbir resmî görüşmeye katılmadım. O görüşmeleri yürüten Sayın Enerji Bakanımdır. Benimle olan temaslarda Rusların bana ifade ettikleri hususları, döndükten sonra, Sayın Başbakana ilettim.

SALİH SÜMER (Diyarbakır) – Göster!...

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bu konuda düşündüğüm doğruları Sayın Başbakana anlattım. Hükümet, bu konuda kararını verdi, ek protokolü yaptı; Mavi Akım Projesi yürüyor.

Huzurunuzda yapacağım taahhüt şudur: Hiç kimse yalanların, dedikoduların, lafların, saplantıların, önyargıların arkasına saklanmasın. Benim bu projeyle gönül bağım var; ama, benim değil, üçüncü derece akrabamın bu projeyle menfaat bağı olduğunu ispat eden olursa, bütün sıfatlarımdan istifa ediyorum. (ANAP ve DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bütün sıfatlarımdan istifa ediyorum.

Bir şey daha söylüyorum: Sayın milletvekilleri, burada, bu Meclis, şu sıralarda görev yapan bütün hükümet üyelerinden, başbakanlardan, her türlü hesabı sorma hakkına sahiptir. Benim hakkımda tonlarca soruşturma var; bazıları devam ediyor, belki, ileride bazıları da açılacak; hiçbirine itirazım yok, bu Meclis her şeyi araştırma hakkında sahip; ama, bir iddiayı ortaya atanlar, kanıtları varsa, bunu getirecekler.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) – Belgeler var!..

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Eğer, kanıtları yoksa, araştırma isteyecekler, soruşturma isteyecekler.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Genel Başkan, gazetelerde yazıyor.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Gazeteler çok şeyler yazıyor!..

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Eğer, bunların hiçbirini yapmazlar da buraya gelip, hem de Genel Başkan sıfatıyla, bu tekerlemeleri burada tekrarlarsa, bu neyi ifade eder? Bu, sadece, onu yapan şahsın aczini ifade eder. (ANAP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekileri, burada POAŞ'tan bahsedildi. Şimdi, güncel olduğu için huzurunuza getiriyorum; söylenilenlerin ne kadar samimi olduğunu ölçmek için, bir kriter olduğu için huzurunuza getiriyorum. Sayın Çiller'in Başkanı olduğu hükümet, azınlık hükümeti, Doğru Yol Partisi azınlık hükümeti, ömrü iki hafta sürdü. O azınlık hükümeti sırasında bir özelleştirme yaptı, Sümerbankı bir şahsa verdi; biz, bunu eleştirdik, dedik ki "yanlış insana verdiniz." Aradan dört sene geçti; o şahıs, Türkiye'nin itibarını batırdı, mafyayla ilişkileri gazetelere döküldü. Romanya'ya gitti, Romanya'da rafineri aldı, parasını ödemedi, bizi, Romanya'ya rezil etti. Bir hatfa önce, bu hükümet, o bankaya el koydu, Sümerbanka el koydu, o şahıstan bankayı aldı.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Kasıtlı koydu onu; siz istediniz diye el koydu!..

SALİH SÜMER (Diyarbakır) – Kaç bankaya el koydu?!..

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, benim başında olduğum hükümetin, Sayın Başbakan Yardımcısının, diğer bakanların da içinde olduğu Özelleştirme Yüksek Kurulunun oybirliğiyle, POAŞ ihalesinde en yüksek teklifi veren bu şahsa değil de, başka birisine... (DYP sıralarından gürültüler)

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – İkinciye niye vermediniz?

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ... başka birisine, yetkisi dahilinde, takdiri içinde, uygun gördüğü...

SALİH SÜMER (Diyarbakır) – İkinci ne oldu?

BAŞKAN – Lütfen, dinleyelim efendim; dinleyelim...

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ... başka birisine POAŞ'ı verdiği doğrudur.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – İkinciye vermediniz, üçüncüye verdiniz!..

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Türkiye bir hukuk devletidir. Bu şahıs, buna karşı mahkemeye gitmiştir. İdare mahkemesi, bu itirazı yerinde görmemiştir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Öyle bir dava yok! (ANAP sıralarından "dinle" sesleri, gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen, dinleyelim efendim... Lütfen, müdahale etmeyelim.

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bununla ilgili hukuk yolları sonuna kadar kullanılmıştır ve idarenin, hükümetimizin bu konudaki tasarrufunun hukuka uygun olduğu mahkeme kararıyla ortaya çıkmıştır.

Değerli milletvekilleri, şimdi, ben, burada sizlere şunu sormak istiyorum:Acaba, bugün Sümerbankı o şahsa veren siyasî iradeyi mi yargılamak gerekir; yoksa, POAŞ'ı o şahsa vermeyenleri mi suçlamak gerekir? (ANAP sıralarından alkışlar, DYP sıralarından gürültüler)

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – 6 bankaya kim izin verdi?

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Burada çirkin laflar edildi, atanmışlıktan bahsedildi, transferden bahsedildi. (DYP sıralarından "yalan mı" sesleri) Atanmış olduğum doğrudur; ama, beni atayan Cumhurbaşkanı, benden önceki bütün Başbakanları da atamıştı; benden sonrakileri de atamıştı.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Egebanka kim izin verdi?

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Milletimin unutmadığı gerçek şudur; 28 Şubat kararlarının altında, Sayın Erbakan'ın ve Sayın Çiller'in imzaları var... (ANAP sıralarından alkışlar)

SALİH SÜMER (Diyarbakır) – Kaç kişiyi satın aldınız; kaç kişiyi transfer ettiniz? (DYP sıralarından gürültüler)

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ... Sayın Çiller ve Sayın Erbakan, Refahyol hükümeti; altına imza attıkları kararı uygulamadıkları için, ülke bir siyasî bunalıma sürüklenmiştir. (DYP sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, kaç dakika süre verdiniz? 6 dakika oldu!..

BAŞKAN – Tamamlayın efendim.

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – O siyasî bunalım, aynı zamanda Refahyol hükümetinin sonunu getirmiştir. Benim başında olduğum 55 inci hükümet, demokrasiyi oksijen çadırına filan almış değildir. Demokrasiyi oksijen çadırına girecek kadar komaya sokanlar, altına imza attıkları taahhütleri yerine getiremeyenlerdir.

Asıl, burada günah çıkarması gereken, demokrasiyi kısa bir dönem için bile olsa oksijen çadırına sokmanın hesabını vermesi gerekenler, bugün, çekinmeden, hiç de yüzleri kızarmadan, gelip bizden hesap sormaya çalışanlardır. Benim başında olduğum hükümet, 55 inci hükümet, Türkiye'de demokrasiyi o günkü şartlar içerisinde yeniden rayına sokan, bunun için de bedel ödeyen bir hükümet olmuştur.

SALİH SÜMER (Diyarbakır) – Vay be, sütten çıkmış ak kaşık!..

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Türkiye'de doğru iş yapmanın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, lütfen tamamlayalım; 1 dakika süre daha veriyorum. (DYP sıralarından gürültüler)

SALİH SÜMER (Diyarbakır) – Var mı böyle? 10 dakika oldu?

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Öyle, konuşup kaçmak yok; söylediniz mi cevabını da dinleyeceksiniz.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Olmuyor Sayın Başkan, gazete haberlerine cevap verin.

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Türkiye'de doğru iş yapmanın bir bedeli olduğunu biliyorum...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Burada gazete haberleri var, fotografınız var!

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ...doğru iş yapmanın bedel ödemeyi gerektirdiğini biliyorum...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Resminiz var; resminiz!..

SALİH SÜMER (Diyarbakır) – Sayın Başkan, 10 dakika oldu!

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ...ama, huzurunuzda ifade ediyorum, Türkiye'nin hayrı için, milletimin hayrı için, bu bedel ne olursa olsun, her zaman ödemeye hazırım.

Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DYP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Sayın Başkan, Sümerbankın özelleştirilmesiyle ilgili olarak, Sayın Yılmaz, yanlış, kasıtlı bilgiler verdi. Özelleştirmede görev alan bir arkadaşınız olarak, cevap hakkımı kullanmak, sataşmaya cevap vermek istiyorum; Sümerbankla ilgili yalan söyledi! (ANAP ve DYP sıralarından gürültüler)

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan... Sayın Başkan...

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – 6 tane bankaya, kime izin verdiklerini söylesinler burada; Türkbankın ihalesini nasıl yaptıklarını söylesinler burada! (ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Efendim, bu şekilde, karşılıklı konuşmalarla, biz, bu toplantıyı bitiremeyiz ki!

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Ama, bir sataşmaya cevap verildi.

Sümerbankı, Sayın Yılmaz istiyor diye batırdılar.

BAŞKAN – Hayır efendim; hayır, hayır!..

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Siyasî amaçla el konulmuştur, siyasî kılıf için el konulmuştur. Ege Banka kim izin verdi?!

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Lütfen efendim... Lütfen... O böyle dedi, biz böyle dedikle bunun altından kalkamayız. Lütfen efendim...

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Sayın Başkan, Egebankı 1998 yılında kim devretti, kim sattı Demirel'e?! Kim devretti?! (DYP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Peki efendim...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan... Sayın Başkan...

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Türkbank olayından dolayı hangi hükümet istifa etti?!

BAŞKAN – Efendim, bunları bir başka platformda, başka zeminde, elbet, her zaman konuşma hakkınız var.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan... Sayın Başkan...

BAŞKAN – Ama, takdir edersiniz ki...

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Sayın Başkan, yeni bir sataşma yaptı. Türkbankın hesabını versin, Egebankın hesabını versin; sonra, biz, gelip anlatalım burada!

BAŞKAN – Takdir edersiniz ki, ben, bu bütçe konuşmalarını tamamlamak durumundayım. Aksi takdirde, bu süre uzar gider. Lütfen efendim... Lütfen, hep beraber, bana yardımcı olun ve bu tartışmaları bitirelim. Yalnız...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Bir dakika efendim... Lütfen...

SALİH SÜMER (Diyarbakır) – Sayın Başkan, Grup başkanvekili konuşuyor!

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Grup Başkanvekili olarak sizlere hitap etmek istiyorum; biraz evvelki konuşma 8 dakikaya çıktı... (ANAP sıralarından gürültüler) Bir dakika lütfen, istirham ediyorum...

BAŞKAN – Tamam efendim, tamam...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Bu 8 dakikalık süre içerisinde, tekrar bir sataşmaya neden olundu. Biz, gazete haberlerini ve resimlerini dile getirdik; kendimiz iddia etmiyoruz. Gazete haberlerine...

BAŞKAN – Efendim, bu devamlı... Saffet Bey...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – ...ve fotograflarına baksınlar. Milletvekili transferlerinde de onlar vardı; her şeyde onlar vardı.

BAŞKAN – Şimdi, Saffet Bey, bakın, demin arkadaşımız...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Müsaade edin de, Sümerbankta yapılmış olan özelleştirmeyle ilgili sataşma olduğu için, arkadaşımız cevap versin.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Anlatalım da öğrensin!

BAŞKAN – Lütfen efendim, yeni bir tartışmaya meydan vermeyelim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sataşmaya cevap vermedik...

SALİH SÜMER (Diyarbakır) – Sayın Başkan, 2 dakika...

BAŞKAN – Hayır, hayır... Lütfen...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sataşmaya cevap vermek üzere söz istiyoruz.

BAŞKAN – Şimdi, yerinden olmak üzere, Sayın Bakana söz vereceğim. Bana müracaatı var...

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Lütfen, beni dinleyin efendim. Lütfen...

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Efendim, sırasıyla... Lütfen oturun.... Oturun efendim... Oturun... Söz vereceğim, acele etmeyin. Acele etmeyin... (FP ve DYP sıralarından gürültüler)

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Saat 16.30 oldu Sayın Başkan!

BAŞKAN – Efendim, görüşmelerin, bir de, açıklık kazanabilmesi için, bazı önceliklerin takdirini lütfen bana bırakın.

Yerinden söz isteyen Sayın Bayındırlık Bakanımız, bana müracaatla "17 Ağustos depremi dolayısıyla bölge için afet etkinlik onayı alınmıştır" diyor ve bu hususta kısa bir bilgi sunmak istiyor; lütfen, dinleyin. (DYP sıralarından gürültüler)

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Ayıp, ayıp...

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI KORAY AYDIN (Ankara) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, 17 Ağustos depreminin hemen akabinde, 19 Ağustos çarşamba günü Bakanlar Kuruluna, Bayındırlık İskân Bakanı olarak, onay alarak, bölge afet etkinlik onayını 19 Ağustos Çarşamba günü aldık. Bu kararımızla birlikte, yasaya göre, 7269 çalışmaya başladı ve şu ana kadar bölgeyle ilgili yapılan bütün işlemler de bu çerçeve içerisinde yapılmıştır. Ayrıca, acil yardım süresi de, yine, iki defa uzatılmıştır.

Afet bölgesi ise, daha ziyade küçük yerlerde çığ, heyelan gibi afetlerin olduğu bölgelerde alınabilecek bir karardır.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Olur mu öyle?..

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI KORAY AYDIN (Ankara) – Bu kararla, bölgede alındığı takdirde, ayrıca yapı yasağı da gelebilecektir; yasanın bünyesinde bu da vardır. Afet bölgesinin bu haliyle ilan edilmesinin bölgeye hiçbir pratik faydası yoktur. (DYP sıralarından gürültüler)

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Lütfen dinleyelim efendim... Lütfen dinleyelim...

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI KORAY AYDIN (Ankara) – Şu ana kadar biz, bakanlık olarak aldığımız kararla, bölgeyle ilgili bütün kararları alabilmekteyiz, kanunu işletebilmekteyiz. Sadece, bu, birtakım partilerimiz tarafından bölgede vatandaşımızı yanlış yönlendirmeye yönelik bir durumdur, kamuoyuna arz ederim. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Evet.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Demek ki, afet bölgesi ilan edilmemiş!

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, Sayın Bakan, bir ölçüde beni teyit ediyor. Sayın Başbakan, bu kürsüde, deprem bölgesinin, Bakanlar Kurulu kararıyla afet bölgesi kapsamına alındığını ifade etti.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Kanunu söyledi, evet.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Böyle bir Bakanlar Kurulu kararı yoktur. Bunu, Sayın Bakan da ifade ediyor. Dolayısıyla, Sayın Başbakan yanlış bilgi sundu Genel Kurula. Bilmiyor zaten. (DSP ve ANAP sıralarından gürültüler) Yani, afet bölgesi kapsamına alınıp alınmadığından haberi yok. Bunu üzülerek söylüyorum

TURHAN GÜVEN (İçel) – Haberi yok... Afet bölgesi ilan et dedik, onu da etmedi...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Sayın Başkan, hangi usule göre konuşuyor?!

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – İkincisi, Sayın Bakan diyor ki, "biz, 7269 sayılı Yasanın 1 inci maddesine dayalı çıkarılan yönetmeliğe göre, afet bölgesine, genel hayatı etkili..." Sadece bakan olarak, Bayındırlık Bakanı olarak bir karar alıyor, sadece bakan olarak. (ANAP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar)

Şimdi, bu yasanın, depremzedeler için; yani, afet bölgesinde yaşayanlar için öngördüğü sosyal ve ekonomik kayıpları giderecek ilgili hükümlerini Bakanlar Kurulu uyguluyor mu, uygulamıyor mu? (DSP ve ANAP sıralarından gürültüler, DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Ercan... Sayın Ercan...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Uygulamıyor; çünkü bu yasanın kapsamına alınmadı...

BAŞKAN – Efendim, burası soru-cevap yeri değil ki efendim...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Bakanlar Kurulu kararı olması lazım...

BAŞKAN – Bakın, bir sataşma nedeniyle söz verdim; siz, bir iddiada bulundunuz. (ANAP sıralarından gürültüler)

Lütfen beyler, dinleyelim... Lütfen...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Ama, ayıp oluyor efendim; "afet bölgesi kapsamına alındı" diyor.

BAŞKAN – Siz, sataşma nedeniyle söz istemediniz... Ayrıca, bir iddiada bulundunuz. Sayın Bakan, bu iddianın açıklanması sadedinde bir söz aldı ve kendisine söz verdim. Siz de ifade ediyorsunuz, diyorsunuz ki, "beni teyit ediyor".

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Evet efendim.

BAŞKAN – Mesele yok o zaman; değil mi efendim?..

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Efendim, Bakan onayı var; ama, Bakanlar Kurulu kararı yok!

BAŞKAN – Lütfen efendim... Lütfen...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Bakanlar Kurulu kararı olması lazım.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başbakan ilandan bahsediyor; Bakanlar Kurulu kararı olmadığını söylüyoruz.

BAŞKAN – Şimdi, bize, Sayın Şener'den yazılı bir söz istemi geldi. (FP sıralarından alkışlar)

Efendim, siz ne hususta söz istiyorsunuz?

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan... (DSP ve ANAPsıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Evet, açıklasınlar ki, o çerçevede söz vereceğiz efendim.

Buyurun, ne hususta söz istiyorsunuz?

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan... (DSP ve ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen efendim, duyamıyorum... Lütfen...

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başbakan, yapmış olduğu konuşma sırasında, içinde bakan olarak bulunduğum 54 üncü Refahyol Hükümeti dönemine ait yanlış, gerçekdışı bilgiler verdiler, beyanlarda bulundular. Enflasyon konusundaki verdiği bilgiler yanlıştır, petrol fiyatları, banka iflasları, D - 8 toplantısıyla ilgili vermiş olduğu bilgiler yanlıştır.

Bu durumda, İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre, diğer sayın sözcülere gösterdiğiniz tolerans çerçevesinde...

BAŞKAN – Sayın Şener, şimdi, Sayın Başbakan veyahut sayın bakan veyahut sayın sözcü, Genel Kurula hitap ederken bir yanlış beyanda bulunduysa, sataşma olmaksızın size göre yanlış bir beyanda bulunduysa, yanlış bir rakam verdiyse, bunu, her milletvekilinin veyahut her bakanın "hayır, o, öyle değildir, böyledir" diye ifade etmesi şeklinde bizim İçtüzüğümüzde bir hüküm yok efendim. (ANAP sıralarından alkışlar, FP sıralarından gürültüler)

ASLAN POLAT (Erzurum) – Nasıl yok?!.

BAŞKAN – Hayır efendim, böyle bir hüküm yok.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – 69/1...

BAŞKAN – Lütfen efendim... Böyle bir hüküm yok. O zaman “benim dediğim mi doğru sizin dediğiniz mi doğru” tartışmaları devam eder gider. Böyle bir hüküm yok efendim...

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan...

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Başkalarına verdiğinizde oluyor ama...

BAŞKAN – Hayır efendim; onlar, şahsına sataşma nedeniyle söz aldılar. Lütfen iyi değerlendirelim, sakin olalım; İçtüzük hükmünü hep beraber okuyalım.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, İçtüzükte "sataşma" diye bir şey yoktur. İçtüzüğün 69 uncu maddesi, açıklama hakkıdır; fakat, bu açıklama hakkı...

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, ben, 69 uncu madddeyi okuyorum... (FP sıralarından gürültüler) Lütfen...

SALİH SÜMER (Diyarbakır) – Bir okuyun da anlayalım.

BAŞKAN – Siz diyorsunuz ki "sataşma diye bir hüküm yoktur." 69 uncu madde şöyle diyor: "Şahsına sataşılan veya ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüş kendisine atfolunan..." Siz, ne zaman bir görüş ileri sürdünüz de, sizin görüşünüze karşı bir görüş, buradan geldi. Yapmayın bunu... (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar, FP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar)

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Lütfen efendim...

"Hükümet, komisyon, siyasî parti grubu veya milletvekilleri, açıklama yapabilir ve cevap verebilir."

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, iki sayın bakana söz verdiniz. İki sayın bakan daha önce konuşma yapmamıştı ki, sataşma nedeniyle söz verdiniz!

BAŞKAN – Kendi şahıslarına... Niçin öyle diyorsunuz?.. (FP sıralarından gürültüler)

Sayın Cumhur Ersümer'e -ben, onu takdir etmek istemedim, sizin takdirinize bıraktım- "gidip, Mavi Akım Projesini bağladı" diye bir atıfta bulundunuz.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Bağladı işte.

SALİH SÜMER (Diyarbakır) - Cumhur nasıl bağladı!.

BAŞKAN – Burada okundu...

T. RIZA GÜNERİ (Konya) – Sayın Başkan, Bayındırlık Bakanına niye söz verdiniz?

ASLAN POLAT (Erzurum) – Bayındırlık Bakanına niye söz verdiniz?..

BAŞKAN – Sayın Mesut Yılmaz'a "kardeşiyle gidip, Mavi Akım Projesini orada görüştü, bağladı" dediniz. Bunlar sataşma değil mi?!

T. RIZA GÜNERİ (Konya) –Sayın Başkan, Sayın Bayındırlık Bakanına hangi sebeple söz verdiniz?..

BAŞKAN – Bayındırlık Bakanı, size, bir... (FP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar)

SEBGETULLAH SEYDAOĞLU (Diyarbakır) – Ezan okundu, ezan!..

T. RIZA GÜNERİ (Konya) – Sataşma mı oldu efendim Sayın Bayındırlık Bakanına?!

BAŞKAN – Lütfen... (FP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar)

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, geçmiş dönemdeki hükümetin ilan etmiş olduğu enflasyon ve sonuçlarına atıf yaparak, arkadaşlarımızı... (FP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar)

BAŞKAN – Lütfen...

Görüşmelere kaldığımız yerden devam etmek ve...

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, benim de yazılı talebim vardı.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) – İdarenize yazıklar olsun! Tutumunuzu protesto ediyorum!

BAŞKAN – ... saat 18. 00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati : 16.37

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 18.00

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 46 ncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Bütçe görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. – 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/550) (S. Sayısı: 211) (Devam)

2. – 1998 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1998 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/509, 3/362) (S. Sayısı: 209) (Devam)

3. – Katma Bütçeli İdareler 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/551) (S. Sayısı: 212) (Devam)

4. – 1998 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1998 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/510, 3/363) (S. Sayısı: 210) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet burada.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, oyumun rengini belirtmek üzere, aleyte söz istiyorum; önergem var.

BAŞKAN – Efendim, sizden önce söz istemişler; diğerleri konuşmazlarsa, zatıâlinize söz verebilirim.

Sayın Şener, talebinizi aldım; ama, siz de çok iyi biliyorsunuz ki, İçtüzüğün 69 uncu maddesi...

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Bir şey söylemedim ki, Sayın Başkan...

BAŞKAN – Ama, yazılı var...

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Onu ben yazmadım.

BAŞKAN – Ben, size başka bir şey söyleyeceğim, müsaade eder misiniz.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Ben, bir şey yazmadım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Siz konuşmadan ben konuşayım müsaade ederseniz. Sataşmadan dolayı değil; ama, 61'e göre, size, yerinizden söz vereceğim.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Ben de onu isteyeceğim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Ben de vereceğim efendim; aşkolsun... İftarımızı açtık, herkes rahatladı; istirham ederim... Kavgasız, dövüşsüz şu işi bitirelim efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, sataşmadan dolayı benim de talebim vardı; lütfen...

BAŞKAN – Efendim, malumunuz, zatıâliniz de biliyorsunuz, 69'a göre aynı oturumda oluyor.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – 61'e göre talebim vardı önceki oturumda.

BAŞKAN – Benim önümde yok efendim; Başkanın önündeymiş. Müsaade buyurunuz.

Sayın Şener, buyurun.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, bundan önceki oturumda 69 uncu maddeye istinaden yaptığımız söz talebi Sayın Başkan tarafından kabul edilmeyerek oturuma ara verilmiştir. Aynı oturumda olmadığı takdirde de, yine, aynı maddeye göre söz almak mümkün değildir. Ancak, Sayın Başkanın önceki oturumdaki tutumu İçtüzüğe uygun değildir; birinci olarak onu vurgulamak istiyorum. Çünkü, İçtüzükte açıkça ifade ediliyor; deniliyor ki: "Söz talebinde bulunan milletvekili ısrar ederse eğer, Başkanlıkça kendisine söz verilmeyen kimse direnirse, Genel Kurul, bu konuda, görüşmesiz ve işaret oyuyla karar verir."

BAŞKAN – Doğru.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan bu yola da başvurmadan oturumu kapatmıştır ve bizim söz talebimiz de böylece askıda kalmıştır. Ben, zatıâlilerinize teşekkür ediyorum, 61 inci maddeye göre konuşma imkânı verdiğiniz için.

BAŞKAN – Estağfurullah, buyurun efendim.

Herhalde, başka bir sataşmaya mahal vermeden toparlayacaksınız, değil mi efendim.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Evet, elbette.

Sayın Başbakan, konuşmaları sırasında, 54 üncü Refahyol dönemiyle ilgili verdiği bilgilerde kamuoyunu ve Meclisi yanıltmıştır; enflasyon oranını yüzde 99 vermiştir. Yüzde 99'luk tüketici fiyatlarıyla enflasyon oranı, aslında, 1997 yıl sonu enflasyonudur ve 1997 yılının ikinci altı ayında 55 inci hükümet işbaşındadır. 55 inci hükümetin göreve geldiği Temmuz 1997'den itibaren de enflasyon oranı korkunç derecede artmıştır. 1997 yıl sonu enflasyonu da bu sebepten dolayı yüksek çıkmıştır; yani, Sayın Başbakan, kendi enflasyonunu, Refahyol enflasyonu diye takdim etmiştir; bunun düzeltilmesi gerektiğini belirtmek istiyorum.

İkincisi, petrol fiyatlarıyla ilgili, yine, yanıltıcı bir bilgi vermiştir. 30 Haziran 1997'de Refahyol Hükümeti görevi bırakırken, uluslararası piyasalarda hampetrolün varili 24 dolardı; ama, benzinin içpiyasadaki fiyatı dolar cinsinden 60 sentti. Şu anda, uluslararası piyasalarda hampetrolün varili, yine 23-24 dolardır; ama, benzinin içpiyasadaki fiyatı 1 doları; yani, 100 senti geçmiştir.

Diğer taraftan, banka iflaslarıyla ilgili, bankaların Tasarruf Mevduat Fonuna devriyle ilgili olarak "Refahyol döneminde niye tedbirini almadınız; sizin dönemde de aynı sorun vardı" dedi.

YÜCEL SEÇKİNER (Ankara) – Sayın Başkan...

İLHAN AKÜZÜM (Kars) – Olmaz ki!.. Alakalı değil...

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Bu bilgi doğru değildir; bunun da düzeltilmesini gerekli görüyorum; çünkü, Refahyol döneminde tek bir banka devlete devredilmemiştir; yani, iflas noktasına gelmemiştir, şaibeli noktaya gelmemiştir ve de Refahyol döneminde, yeni banka kurma izinleri verilmemiştir; ama, ondan sonraki dönemde, bakkal dükkânı açar gibi, bu ülkede, verilen izinlerle yeni yeni bankalar kurulmuştur. Daha önce, 3 banka Fona devredilmiştir ve en son da, 5 banka Fona devredilmek durumunda kalmıştır.

Diğer taraftan "D-8 toplantısına Ortaasya Türk cumhuriyetleri davet edilmedi" dediler. D-8, nüfusu 60 milyondan daha büyük olan, daha çok olan İslam ülkelerinin oluşturduğu bir topluluktur; dolayısıyla, bu toplantıya, D-8 toplantısına, nüfusu 50 000'den daha düşük olan ülkeler davet edilmemiştir. Bu noktada da bir saptırma vardır.

Diğer taraftan, Genel Başkanımıza yönelik olarak, Atatürk'ü içine sindirmeden ve Atatürk'ü öğrenmeden söz etmişlerdir; ancak, şunu belirtmek istiyorum ki, Meclis kürsüsünün hemen üzerinde yazılı "egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir" sözü Kemal Atatürk'e aittir ve bu cümlede, egemenliğin millete ait olduğu ifade ediliyor, millet egemenliğine vurgu yapılıyor; ama, Sayın Ecevit'in politikaları, devletçi politikalardır. Bu anlayış doğrultusunda, düşünceleriyle, fikirleriyle hapse atılan insanların olduğu bir ortamda, demokratik tavırların, hükümetten, Sayın Ecevit'in hükümetinden görülmediği bir ortamda, bu anlayış çerçevesinde, Atatürk'ü anlamaya, Sayın Başbakanı davet ettiğimi ifade ediyorum.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, biraz sabredin... Bazılarınız, yeni geldiniz; biz, burada onbeş gündür geceli gündüzlü çalışıyoruz.

SUHA TANIK (İzmir) – Biz de vardık...

BAŞKAN – Madde 61'e göre söz verdim. Ben idare ediyorum burasını.

Buyurun efendim, devam edin.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Evet, Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Bu çerçeve içerisinde, Sayın Başbakanı, Atatürk'ü anlamaya ve içine sindirmeye davet ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Ayhan, affedersiniz efendim. Benden evvel, bütçenin tümü üzerindeki müzakereler bitti; lehte ve aleyhte konuşuldu. Zatıâlileriniz de biliyorsunuz ki, madde 86'ya göre, böyle bir hakkımız yok.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, müsaade ederseniz, yerimden, ben başka bir hususu arz etmek istiyorum.

BAŞKAN – Yerinizden, buyurun efendim.

Açar mısınız mikrofonu, herkes duysun.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, önceki oturumda, Sayın Enerji Bakanının, Mavi Akım Projesi ve Ilısu Barajıyla ilgili 54 üncü hükümeti itham eden beyanları oldu.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, ben sataşmadım; bir şeyi düzelttim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Ben de 54 üncü hükümetin Bayındırlık Bakanı olarak, bu sataşmaya cevap vermek istedim ve Sayın Başkana yazılı olarak da müracaat ettim; ancak, sizden önceki oturumda Sayın Başkan usule de uymadı. Oturumu kapattığı sırada, kapatmadan önce "buyurun" dedi. Yanına gittim. "Ben, size söz vermek istiyorum; ama, oturumu da kapatmış oldum bu anda; gelecek oturumda vereyim" dedi. Yanındaki uzman arkadaşlar "efendim, aynı oturumun içinde olması lazım" beyanında bulundular. Şimdi, ben de, usul çerçevesinde yerimden açıklamada bulunmak istiyorum.

Arzım budur. Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Efendim, müsaade ederseniz, siz de biliyorsunuz, İçtüzüğümüze göre bu imkân yok. Sayın Şener, Grubunuzun adına, lazım geldiği kadar düzeltmeleri yaptı...

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Şener'e...

BAŞKAN – Müsaade eder misiniz efendim.

Sayın Başkana gelince... Bendeniz de o oturumdaydım. İftara 1 dakika kala çok sıkıştırdınız; olabilir, sürçülisan etmiştir.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, müsaade ederseniz, şunu arz edeyim.

Sayın Başkan, Sayın Şener, hükümetle ilgili olarak...

BAŞKAN – Ama, zatıâlilerinize resen sataşma olmadı efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – ...Ve Başbakanın beyanlarına cevap verdiler. Sayın Enerji Bakanı da...

BAŞKAN – Sayın Enerji Bakanı size çatmadı efendim, buradaydım. "54 üncü hükümetin enerji politikası" dedi; ama, o, Başbakanı ilzam eder. Başbakan adına da konuştular efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Efendim "Ilısu Barajının ihalesinde siz de aynı usulsüzlüğü yaptınız" dediler.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Öyle demedim, nereden çıkarıyorsunuz?! Ben "usulsüz yapıldı" demedim.

İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Bir dakika efendim, sabredin... Ben de bileyim yahu!.. Sayın Gürdal, yapmayın allahaşkına! Niye elektriklendiriyorsunuz?!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Müsaade eder misiniz Sayın Bakan.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Enerji Bakanı, bunu, bu kurulda bir iki defa tekrar ettiler. Ben, bunun böyle olmadığını açıklamak istiyorum yerimden; izin verirseniz.

BAŞKAN – Efendim, müsaade eder misiniz... Açıklamış oldunuz. Enerji Bakanımızın açıklaması, 54 üncü hükümetin... 54 üncü Hükümetin Başbakanı adına da Sayın Şener açıkladı. Bunu, böyle kabul edelim. Müsaade edin efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Efendim, Sayın Şener Başbakan Ecevit'in açıklamasına cevap verdi, Enerji Bakanıyla ilgili bir beyanda bulunmadı.

BAŞKAN – Hayır, 54 üncü hükümet adına konuştu efendim. Ne olur... Lütfen... Rica edeceğim...

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Peki, takdirlerinize bırakıyorum.

BAŞKAN – Sağ olun efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi, 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının, 1998 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının, Katma Bütçeli İdareler 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının, 1998 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açık oylamalarını yapacağız.

Dört kanun tasarısının açık oylamasının, sırasıyla ve elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1. — 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/550) (S. Sayısı: 211) (Devam)

BAŞKAN – Şimdi 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının oylamasını yapacağız.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, açık oylama, elektronik cihazla yapılacaktır.

Oylama için, 5 dakika süre vereceğim...

RİFAT SERDAROĞLU (İzmir) – Çok... Çok...

BAŞKAN – Hiç acele etmeyin sayın milletvekilleri, bundan sonra da oturumumuz devam edecek ve ikibuçuk kanunu geçireceğiz. İkibuçuk kanun kaldı.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Şu buçuğu bir erteleyin...

BAŞKAN – ...Siz gitmeyesiniz diye herhalde Sayın Başkan oylamayı sonraya bıraktı.

Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin, teknik personelden yardım istemelerini; bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için verilen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakan var ise, ad ve soyadlarını, hangi bakan namına oy vereceklerini, kendi ad ve soyadları ile imzasını havi pusulayı Başkanlığımıza iletmelerini rica ediyorum.

Şimdi, biliyorsunuz, 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının oylamasını yapıyoruz.

Oylama süresi başlamıştır efendim.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasının sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı : 365

Kabul : 275

Ret : 88

Geçersiz : 1

Mükerrer : 1

Hayırlı olsun efendim. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, 1998 Malî Yılı Genel Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarısının oylamasına geçiyoruz.

2. – 1998 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1998 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/509, 3/362) (S. Sayısı: 209) (Devam)

BAŞKAN – Tahmin ediyorum ki, 5 dakika süreye alıştınız, süreyi kısıyorum.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – 10 dakika verin Sayın Başkan.

NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Sayın Başkan, 10 dakika süre verin.

BAŞKAN – Kim diyor 10 dakika...

Oylama için 3 dakika süre vereceğim efendim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen, sayın milletvekillerinin teknik personelden yardım istemeleri, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin oy pusulalarını öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa bildirmelerini; ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakan varsa, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını havi pusulayı Başkanlığa iletmelerini rica ediyorum.

Oylama başlamıştır efendim.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 1998 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Kesinhesap Kanunu Tasarısının oylamasının neticesini bildiriyorum:

Kullanılan oy sayısı : 370

Kabul : 282

Ret : 83

Mükerrer : 5

Hayırlı olsun efendim. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Şimdi, Katma Bütçeli İdareler 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının oylamasına geçiyoruz.

3. – Katma Bütçeli İdareler 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/551) (S. Sayısı: 212) (Devam)

BAŞKAN – Oylamaya ilişkin açıklamayı tekrar okumama lüzum yok herhalde, değil mi?

3 dakika süre vereceğim, lütfen, oylarınızın rengini belli edin.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Katma Bütçeli İdareler 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasının sonucunu açıklıyorum:

Katılım : 387

Kabul : 292

Ret : 91

Mükerrer : 4

Hayırlı olsun efendim. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, 1998 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açık oylamasına başlıyoruz.

4. – 1998 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1998 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/510, 3/363) (S. Sayısı: 210) (Devam)

BAŞKAN – Süre yine aynıdır; 3 dakika veriyorum.

Aynı yöntemle, oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekileri, 1998 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanun Tasarısının açık oylamasını açıklıyorum:

Katılım : 412

Kabul : 300

Ret : 107

Mükerrer : 5

Hayırlı olsun efendim. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Yüce Heyetinizce kabul edilerek, kanunlaşmış bulunan bütçe ve kesinhesap kanunlarının milletimiz ve memleketimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Teşekkür konuşmasını yapmak üzere Sayın Başbakan söz istemişlerdir.

Buyurun Sayın Başbakan. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞBAKAN. BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2000 yılı malî bütçesinin kabulü dolayısıyla, Yüce Meclisin tüm üyelerine, tüm gruplarına, hükümetimizin şükranlarımı sunarım. Son derece de verimli bir çalışma yaptı Büyük Millet Meclisimiz. Onun için, bütün grupları ve bütün milletvekillerini içtenlikle kutluyorum ve 2000 malî yılı bütçesinin ulusumuza ve devletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Hepinize mutlu bir Ramazan Bayramı ve mutlu, başarılı yıllar diliyorum.

Saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başbakan.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına devam ediyoruz.

Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

5. – Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/447) (S. Sayısı: 294) (1)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet?.. Burada.

Geçen birleşimde tasarının geçici 1 inci maddesi üzerinde soru sorma işlemi tamamlanmış ve Sayın Bakan soruları cevaplandırmıştı.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Cevaplandırıyordu.

BAŞKAN – Efendim, müsaade edin... Niye bu celallenme? Bir dakika... Arkasını getirelim.

Sayın Bakan, soruları cevaplandırmaya devam edecek misiniz efendim?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sorulara cevap verdim; geri kalanları varsa, onlara da yazılı cevap vereceğim.

BAŞKAN – Sayın Bakan -duydunuz herhalde- "cevap verdim, geri kalanlara da yazılı cevap vereceğim" diyor.

Geçici 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... (FP sıralarından "Önergeler var" sesleri)

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Önergelerimiz var.

BAŞKAN – Sayın Pamukçu, zatıâlileriniz saat 3,5'ta gittiniz. Kavas arkadaşlar burada yattı, ben de saat 6'yı 10 geçe çıktım.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – O zaman ne acelesi var, sonra getirin canım!

BAŞKAN – Bir dakika efendim, acele etmiyoruz. Siz niye celalleniyorsunuz efendim?

Madde üzerinde verilmiş 3 adet önerge vardır. Önergeleri, önce, geliş sıralarına göre okutacağım; sonra, aykırılıklarına göre işleme alacağım. Son okunan önerge, en aykırı önergedir efendim.

İlk önergeyi okutuyorum:

(1) 294 S. Sayılı Basmayazı 17.12.1999 tarihli 36 ncı Birleşim tutanağına eklidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı yasa tasarısının çerçeve 2 nci maddesinden sonra gelen geçici 1 inci maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

Mustafa Baş Fethullah Erbaş Ergün Dağcıoğlu

İstanbul Van Tokat

Cevat Ayhan Lütfü Esengün Altan Karapaşaoğlu

Sakarya Erzurum Bursa

Yahya Akman Özkan Öksüz Yaşar Canbay

Şanlıurfa Konya Malatya

Latif Öztek Tevhit Karakaya Mehmet Batuk

Elazığ Erzincan Kocaeli

Aslan Polat

Erzurum

BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

294 sıra sayılı kanun tasarısının Geçici Madde 1 "Bakanlar Kurulunca" ibaresi yerine "mahallinde oluşturulacak ve en az 15 kişiden oluşan tespit ve takdir komisyonunca" ibaresinin konulmasını arz ve teklif ederiz.

Suat Pamukçu Tevhit Karakaya Cevat Ayhan

Bayburt Erzincan Sakarya

Osman Pepe Ahmet Cemil Tunç

Kocaeli Elazığ

BAŞKAN – Üçüncü ve son önergeyi okutuyorum efendim. Bu önerge, Anayasaya aykırılık önergesidir; önce onu işleme alacağım, diğerlerini aykırılık derecesine göre işleme koyacağım :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı yasa tasarısının Geçici 1 inci maddesi Anayasaya aykırı olduğundan işlemden kaldırılmasını arz ederiz.

Salih Kapusuz Zeki Ergezen Fahrettin Kukaracı

Kayseri Bitlis Erzurum

Cevat Ayhan M. Zeki Çelik Fethullah Erbaş

Sakarya Ankara Van

Bekir Sobacı Mehmet Ali Şahin Mustafa Baş

Tokat İstanbul İstanbul

Kamer Genç

Tunceli

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, katılmıyoruz. (Gürültüler)

BAŞKAN – Efendim, gürültüyü keser misiniz.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Takip ediyoruz Sayın Başkan, bir şey yok.

BAŞKAN – Efendim, sizin önergenizi işleme koyuyorum!..

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Daha okuyacaksınız...

BAŞKAN – Okudum efendim.

Lütfeder misiniz efendim... Sessiz kalırsanız, herkes anlaşacak, ben de anlayacağım. (FP sıralarından gürültüler)

Efendim, önerge sizin.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) –O tarafa bakın Sayın Başkan.

BAŞKAN – Tek tek başlıyorum...

Sayın milletvekilleri... Lütfen efendim... Ayakta olan sayın milletvekillerinin, lütfen, yerlerine geçmelerini rica ediyorum.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Bakanlar burada.

BAŞKAN – Hayır efendim, arkadaki milletvekillerine söylüyorum, Sayın Bakana söylemedim öyle bir şey.

Sayın milletvekilleri, lütfederseniz efendim, önergeye bakacağız. Rica edeceğim...

Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Komisyon katılmıyor.

Hükümet?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Gerekçesini mi okutayım, teşrif mi edeceksiniz?..

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Konuşacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Başkan, Meclisimizin saygıdeğer üyeleri; hepinizi, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Efendim, geçici 1 inci maddeyle ilgili vermiş olduğumuz önerge, biraz önce de takdim edildiği gibi, Anayasaya aykırılık önergesidir

Değerli arkadaşlarım, özel amaçlar için yasa yapılamaz. Bir yasama organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, herkesi ilgilendiren, 65 milyonu ilgilendiren genel amaçlar için yasa çıkarabilir ancak.

"Peki, bu yasa ve özellikle geçici 1 inci madde özel bir amaç için mi sevk edildi demek istiyorsunuz" diye bana bir soru sorarsanız "evet, öyle" derim; işte, elimde, Plan ve Bütçe Komisyonunun raporu. Bu rapor, dikkatlice incelendiğinde, Plan ve Bütçe Komisyonunda bir alt komisyonun kurulduğundan bahsediyor. Bu alt komisyon ne yapmış; Plan ve Bütçe Komisyonunun kurmuş olduğu 5 kişiden oluşan bu alt komisyon, İstanbul'a gitmiş. Ne yapmış İstanbul'a gitmiş de; iki tane vakıf üniversitesinde inceleme yapmış; bir tanesi Koç Üniversitesi, bir tanesi de Sabancı Üniversitesi.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, 1998 sonu itibariyle, Orman Bakanlığınca, 29 770 kişiye orman alanı tahsis edilmiştir; 29 770 kişi... Neden bu 29 770 kişiden sadece iki tanesine tahsis edilen yerle ilgili Plan ve Bütçe Komisyonu incelemeye gidiyor? Şimdi, bu tasarının özel amaçla sevk edildiğine bundan daha çarpıcı bir örnek olabilir mi? Başka ne diyor gerekçede?.. Bir de diyor ki : "Anayasa Mahkemesi 1992 yılında YÖK Kanununun ek 18 inci maddesini iptal etti; dolayısıyla, burada bir boşluk meydana geldi. Bu boşluğu doldurmak kamu yararınadır."

Sayın Bakanım burada, kendisi hukukçu bir arkadaşımızdır; Anayasa Komisyonunda geçtiğimiz dönem birlikte çalışmıştık.

Bakınız, şu, 1992 yılında, ek 18 inci maddeyle ilgili Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu iptal kararıdır. Bu karardan bilgilerinize arz ediyorum, dikkatlerinize sunuyorum, iki cümle okuyorum:

Ek 18 inci maddeyi iptal etti ya, devam ediyor yüksek mahkeme : "Bu iptal kararları, kamu düzenini tehdit ya da kamu yararını bozacak nitelikte bir hukuksal boşluk doğurmamıştır. İptal edilen kurallar olmasa da..." Dikkatinizi çekiyorum. "İptal edilen kurallar olmasa da üniversiteler, yürürlükteki kurallarla sarsıntısız biçimde çalışmalarını sürdürebileceklerdir." Evet, işte Anayasa Mahkemesinin görüşü. Diyor ki, "ek 18 inci maddeyi iptal ettik; ama, üniversitelerdeki eğitimi etkileyecek olan bir iptal değildir bu, sarsıntısız şekilde üniversitelerdeki eğitim devam edecektir.

Hükümet tasarısı ne diyor; "efendim, bu konuda bir boşluk meydana gelmiştir. Bu, kamu yararını olumsuz yönde etkilemektedir; binaenaleyh, doldurulmalıdır."

Anayasa Mahkemesinin kararı, gerekçesi ortada, hükümetin sevki ortada.

O nedenle, özel bir amaç için sevk edilmiş olan bu kanun tasarısı ve özellikle ek 1 inci maddesi Anayasaya aykırıdır; çünkü, Anayasanın 10 uncu maddesine göre, herkes kanun önünde eşittir, eşit olmalıdır. "Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz." Bu da Anayasanın bir gereğidir. "Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar." Dolayısıyla, bu kanun tasarısı ve ek 1 inci maddesi, Anayasanın 10 uncu maddesindeki "herkes kanun önünde eşittir" ilkesine aykırıdır, "Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz" ilkesine aykırıdır.

Bu sebeple, önergemizin, Yüksek Heyetinizce kabul edilerek, bu maddenin metinden çıkarılmasını arz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

294 sıra sayılı kanun tasarısının Geçici Madde 1 "Bakanlar Kurulunca" ibaresi yerine "mahallinde oluşturulacak ve en az 15 kişiden oluşan tespit ve takdir komisyonunca" ibaresinin konulmasını arz ve teklif ederiz.

Suat Pamukçu

(Bayburt)

ve arkadaşları

BAŞKAN – Önergeye Komisyon katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hükümet kalıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge sahibi, konuşacak mısınız?

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Evet efendim.

BAŞKAN – Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şu anda görüştüğümüz tasarının geçici maddesiyle ilgili vermiş olduğumuz önerge üzerinde söz aldım.

İki maddelik bir kanun tasarısı sevk edilmiş, sonra da bir geçici madde ilave edilmiş. Bu geçici madde neyin nesi?! Yani, sevk ettiğiniz tasarıdaki diğer iki maddeyle bu geçici maddeyi kamufle etmeye mi çalışıyorsunuz?!

Efendim, geçen gün, bu tasarı görüşülürken, bir değerli grup sözcümüz "biz, bu kanunla birtakım suiistimalleri önlüyoruz, orman işgallerini önlüyoruz" dediler.

Bakın, bu önergede bir şeye dikkatinizi çekiyorum. "Bu hükümetin yerine 15 kişilik bir komisyon kurulsun" dedim. Neden; çünkü, bu hükümet, kurulduğundan beri, halk için hiçbir kanun, hiçbir icraat yapmamıştır; kurulduğu günden beri, köylü ezilmiştir... On gündür bütçeyi konuşuyoruz. Ortada bütçe de yok ya! On gündür, bu Meclis, halka yüzde 5 yatırım öngören bir bütçeyi konuşuyor, yüzde 95'i faize giden bir bütçeyi konuşuyor; o yetmiyor, gece de yine faizcileri konuşuyoruz. (FPsıralarından alkışlar) On gün konuştuk; yetmedi mi ya!.. Mazotun fiyatını artırmışsınız, gübrenin fiyatını artırmışsınız, yemin fiyatını artırmışsınız; köylüyü perişan etmişsiniz...

BAŞKAN – Efendim, önergeniz üzerinde konuşsanız...

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Sayın Başkan, önergem üzerinde konuşuyorum. Dikkat etmediniz herhalde önergeye.

BAŞKAN – Ettim efendim, ettim.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Ben, Bakanlar Kuruluna bedel tespiti verilemez diyorum; niçin verilemeyeceğini anlatıyorum. Ne üzerinde konuşuyorum?!

Yüzde 15 zamla, memurları ezmişsiniz. Şimdi de, yakında, işçiler sokaklara dökülecek. Birtakım oyunlarla, işçilerin grev yapmasını önlemeye çalışıyorsunuz. Nedir oyunlarınız; efendim, enflasyon yüzde 25'te kalacakmış; döviz fiyatları bilmem nerede kalacakmış!.. "Ey işçiler, bakın biz bunları önledik; emirle, enflasyonu önledik; emirle dövizi durdurduk; şimdi, emirle kiraları da durdurduk. Siz sesinizi kesin oturun, yüzde 25'e razı olun" diyorsunuz.

Hani, bankaları da batırdınız ya... Batan bankalardan birisinin "bilmem nerenin nesi meşhur" diye bir reklamı vardı. Bu hükümetin nesi meşhur diye sorsam, herhalde "zammı, zulmü meşhur" diyeceksiniz. (FP sıralarından alkışlar) Başka?.. Bir de "rantiyeye desteği meşhur" diyeceksiniz.

Sahi, Sayın Bakanım, sizin hükümetin bir tarifini yapar mısınız; bir ad koyar mısınız Allahaşkına?.. Kimin hükümeti, neyin hükümetidir bu?..

EROL AL (İstanbul) – Halkın hükümeti, halkın!..

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Kuruldu kurulalı, bu milletin hangi derdine çare oldunuz? Şu kadar, 100 tane kanun çıkardık diyorsunuz; çıkardığınız kanunların bir tanesini, Allah için, bir tanesini söyleyin, şunu, halk için çıkardık deyin.

NECDET SARUHAN (İstanbul) – Sayın Başkan, önergeyle ilgili konuşsun.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Bakınız, Değerli Genel Başkanımıza "insaf" diye cevap veriyor bir grup sözcüsü. Ya her gün yaptığınız zamlara millet ne diyor; el insaf. Her gün zam yapıyorsunuz; millet el insaf diyor. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; verdiğimiz önerge gayet açık. Bu hükümet, kurulduğu günden beri millet menfaatına hiçbir icraat yapmamıştır, yapacağına da, biz inanmıyoruz.

Dolayısıyla, birilerine peşkeş çekilen arazinin bedelini de bu hükümete tespit ettirmek büyük yanlışlık olur, büyük suiistimallere yol açar. Onun için, diyoruz ki, hükümetin yerine, hiç olmazsa, 15 kişilik bir tespit komisyonu kurulsun, bu komisyon marifetiyle bedel tespit edilsin.

Bu konuda vermiş olduğumuz bu önergeye desteklerinizi bekliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Hükümetin ve komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir efendim.

Üçüncü önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı yasa tasarısının çerçeve 2 nci maddesinden sonra gelen geçici 1 inci maddenin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

Mustafa Baş

(İstanbul)

ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükümet önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Gerekçeyi mi okutalım, yoksa konuşacak mısınız?

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Konuşacağım efendim.

BAŞKAN – Buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilgili maddenin tasarı metninden çıkarılmasını arz ediyoruz; bu önergem üzerine söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Zaten, bütçe görüşmelerinin arkasından -yorgun olarak, yaklaşık dört gündür- tartışma konusu olan husus, bu maddedir; çünkü, biz, bu maddeyle, bir imtiyaz sağlandığını; yine bu maddeyle, geçmişte yapılan hukuksuzluklara bir kılıf hazırlandığını iddia ediyoruz ve bu madde, hep birlikte vereceğimiz oylarımızla tasarı metninden çıkarılırsa, bu tasarının, bu Parlamentoda kanunlaştırılıp, üniversitelerin desteklenmesi noktasında adımların atılmasını faydalı görüyoruz.

Neden hukuksuzluklar var, neden imtiyaz sağlanıyor ve niçin bu maddeyi tasarı metninden çıkarmak istiyoruz? Sayın Bakan, geçen oturumun kapanışında bir şeyin üzerinde durdu "o zamanki Refah Partili Sarıyer Belediyesi, bu üniversiteye imar izni vermiştir" dedi ve iktidar sıralarından da alkışlar geldi.

EROL AL (İstanbul) – Doğru...

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Doğru...

Şimdi, Sayın Bakan, bu tasarıyla ilgili savunmasını bu gerekçeye dayandırıyor. Peki, bu gerekçe, nasıl bir gerekçedir? Sarıyer Belediyesi, böyle bir temenni kararı almış olabilir.

EROL AL (İstanbul) – Temenni mi?..

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Burada, herkes bilir ki, kanun bilen herkes bilir ki, 3030 sayılı Kanuna, Büyükşehir Belediyeleri Kanununa dahil ilçe belediyeleri, velev ki, bir plan tadilatı için bir teklifte bulunsa bile, o 1/50'lik nâzım imar planına aykırı olamaz. Nitekim, Büyükşehir Belediyesinin 198 belediye meclis üyesi -ANAP'lı, DSP'li, CHP'li, hepsi, hep birlikte- ittifakla "burası, 84, 87, 95 revizyonlu imar nâzım planında devlet ormanı arazisidir" demiştir ve bunu reddetmiştir. Bunu reddettikten sonra, Sarıyer Belediyesinin almış olduğu bu kararın, bir hukukî dayanağı olabilir mi? Sayın Bakan, siz, hukukçusunuz.

Sayın Bakan, savunmasını, bir ilçe belediyesinin almış olduğu bir temenni kararına dayandırıyor; ama, Büyükşehir Belediyesinin vermiş olduğu karar var, mahkemelerin vermiş olduğu kararlar var. Siz, Danıştayın vermiş olduğu kararı muteber kabul etmiyorsunuz, hukukî olarak kabul etmiyorsunuz, bunu geçerli kabul etmiyorsunuz, buna uymuyorsunuz da, Sarıyer Belediyesinin aldığı, ilçe belediyesinin aldığı bir kararı mı hukukî gerekçe kabul ederek bu kanunu savunuyorsunuz?! Bu nasıl mantık, böyle bir mantık olabilir mi?!

EROL AL (İstanbul)– Danıştay ne kararı almış, ne diyor?

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Danıştay şu kararı almıştır: 8 100 hektarlık alanın Bayındırlık Bakanlığınca resen alınıp, Bahçeköy Belediyesine bağlanmasını iptal etmiştir. İptal edince, bu bölge, 3030'a girer. 3030'a girdiğinde, İmar Kanununun 9 uncu maddesine göre, burada kanun, burada plan yapma yetkisi yok; ancak, İmar Bakanlığı, iki gerekçeyle plan yapabilir; bunlardan bir tanesi "resmî bina sıfatındadır" gerekçesiyle yapabilir. Halbuki, Koç Vakfının talebi üzerine, İmar Bakanlığı, 1994'te "üniversiteler resmî bina değildir" diye bunu reddetmiştir. Dolayısıyla, resmî bina gerekçesiyle Bayındırlık Bakanlığı burada plan yapamaz.

Bayındırlık Bakanlığının ikinci olarak plan yapma yetkisi de, 1580'e tabi belediyelerden en az üç tanesini bir araya toplayarak bir metropoliten plan yapma yetkisi vardır. Burada 1580'e tabi belediye de yoktur; çünkü, Bahçeköy Belediyesine bağladığınız 1580, Danıştay bunu iptal etti, ortadan kalktı, 3030'a dahil. Şimdi, bu kadar hukukî gerekçe ortadayken, Sarıyer Belediyesi -ki, 31 belediye meclis üyesi var, 11'i Fazilet Partili- velev ki böyle bir karar almıştır; böyle bir sakat mantığa, karara dayanarak, bu kanunu savunamazsınız. Bunlar zabıtlara geçiyor. Dün yanlış yapılmıştır; bu yanlış, hiç kimse için bugün yol olamaz. Sayın Bakan, bunlar zabıtlara geçiyor. Günün birinde, gelir, bu memleketin ormanının hakkını, bu memleketin halkının hakkını, birisi çıkar, bu Parlamentoda bunun hesabını sorar. (FP sıralarından alkışlar)

Onun için, değerli kardeşlerim, gelin, önergemizi destekleyin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Süreniz bitti efendim; teşekkür ederim.

Buyurun.

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Gelin, bu önergemizi destekleyin; bu madde, bu metinden çıksın; yani, Koç'a veya herhangi bir insana imtiyaz sağlanmasın; hiçbir problem yok; hemen bu kanunu çıkaralım; ülkede kurulan üniversiteleri destekleyelim; fiziksel olarak, bilimsel olarak çağdaş olmalarını, çağdaş normların üzerine çıkabilmeleri için bütün gücümüzle bütün desteğimizi verelim.

Önergemize desteğinizi bekliyorum. Bilhassa, İstanbul milletvekilleri bu önergeye destek versinler.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baş.

Efendim, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir efendim.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Sayın, efendim...

BAŞKAN – Saydım, geçti efendim. Karar yetersayısının aranılmasını isteseydiniz; niye istemediniz efendim?..

AHMET DERİN (Kütahya) – Sayın Başkan, sayalım...

BAŞKAN – İşte efendim, iki kâtip var; biri muhalefetten, biri iktidardan.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkan, madde oylamasında karar yeter sayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN – Tamam efendim.

Geçici 1 inci maddeyi oylarınıza sunacağım; ancak, karar yetersayısının aranılması istenmiştir. Karar yetersayısını arayacağım ve bu maddenin oylamasını elektronik cihazla 3 dakika içerisinde yapmanızı rica ediyorum. Tekrar elektronik cihazla yapılan oylamanın teferruatına girmeyeceğim; sizler, akıllısınızdır, bilirsiniz.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Efendim, geçici 1 inci maddenin açık oylamasına, elektronik cihaza göre, 274 sayın üyemiz katılmış -kâğıtları bilmiyorum- ve 190 kabul, 84 ret, çekimser 0; böylece, geçici 1 inci madde kabul edilmiştir.

Yeni geçici madde ilavesiyle ilgili 2 tane önerge var.

Yalnız, sayın milletvekilleri, bu tip önergeleri, Başkanlığın almaması lazım geldiği kanaatindeyim. Aramızda da konuştuk; bu önergeleri, ilk verildiğinde geri göndermek lazım; bu şekliyle, hiç kimsenin okuması mümkün değil. Benim yazım en kötüsüdür, ben dahi okuyamıyorum, ciddî söylüyorum.

Birinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı kanun tasarısının geçici 1 inci maddesinden sonra gelmek üzere geçici 2 nci madde eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Mehmet Ali Şahin İsmail Özgün Mehmet Altan Karapaşaoğlu

İstanbul Balıkesir Bursa

Ahmet Sünnetçioğlu Mustafa Baş Azmi Ateş

Bursa İstanbul İstanbul

Geçici 2 nci Madde. - Bu Kanunun yayımı tarihinde Yüksek Öğretim Kurulu Başkanının görevi sona erecek olup, Türkiye Büyük Millet Meclisince otuz gün içinde Kurul üyeleri arasından bir başkan seçer.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, biraz sükûneti muhafaza etsek de, ben de cevabımı versem.

Sayın Kahraman, hiç olmazsa siz beni dinlerseniz, bir ifadede bulunacağım.

Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 87 nci maddesinin dördüncü fıkrası göre, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon metninde bulunmayan, ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilişkisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen önergeler işleme konulabilmektedir.

Ancak, az önce okunan önergenin, görüşülen kanun tasarısıyla çok yakın veya çok uzak, hiçbir ilişkisi olmadığı malumlarınızdır. Ayrıca, 2547 nolu Yükseköğretim Kanununun 6 ncı maddesi hükümlerine göre, Cumhurbaşkanınca, Yüksek Öğretim Kurulu başkanlığına dört yıl süreyle bir seçim yapılmaktadır. Bu nedenle, Anayasanın 131, İçtüzüğün 87 nci maddeleri ile genel hukuk kurallarına da aykırı olan bu önergeyi işleme koymam mümkün değildir ve koymuyorum. (DSP sıralarından "Bravo Başkan" sesleri, alkışlar)

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Tamamen yanlış Sayın Başkan. Tamamen hatalısınız...

Sayın Başkan...

BAŞKAN – Efendim, Anayasa çok açık; 131 inci madde, YÖK Başkanının nasıl seçileceğini ifade buyurmuş. YÖK'ün kendi kanunu...

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – YÖK Kanunu, Cumhurbaşkanına o yetkiyi vermiştir.

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Tabiî, tabiî, Anayasada yok.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Efendim, Anayasada...

BAŞKAN – Aman, efendim...

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Başkan, YÖK Başkanının nasıl atanacağına dair ve kimin atayacağına dair, Anayasada bir hüküm yoktur. Anayasa bu düzenlemeyi...

BAŞKAN – Ben "Anayasada var" demedim ki; "2547 sayılı Kanuna göre" dedim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – 2547 sayılı Yasanın 6 ncı maddesinin...

BAŞKAN – Ama, Anayasada, YÖK'ün teşekkülüyle ilgili 131 inci maddeyi ifade buyurdum.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – 131 inci maddeyi okur musunuz...

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Gayet tabiî... Tamam... YÖK Başkanını kim atayacak efendim? Anayasada bunun cevabı yoktur; kanunda vardır.

BAŞKAN – Üyelerinin seçimiyle ilgili 131 inci madde değil mi?

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Tamam...

BAŞKAN – Üyeler arasından, Sayın Cumhurbaşkanına bu yetki verilmemiş mi?

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Anayasada verilmemiş efendim, kanunla verilmiş.

BAŞKAN – "Kanunda" diyorum efendim, ifade ettim. Yazılı okuyorum ki...

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Anayasaya aykırı olduğunu söylüyorsunuz.

Bizim teklifimiz, kanunda değişiklik...

BAŞKAN – Efendim "hem Anayasaya hem de 2547'ye göre dedim" Siz de bunu biliyorsunuz ki, YÖK Başkanının nasıl atanacağı malum. Zatıâlileriniz ifade buyurdunuz, müsaade ederseniz...

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Cumhurbaşkanı atar ve kanunla getirilmiştir bu düzenleme; onu söylemek istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, benim anlayışıma göre, bu önergeyi işleme koymuyorum.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Başkanım, bir şey daha söyleyebilir miyim izin verirseniz...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – İçtüzüğün 87 nci maddesinin dördüncü fıkrası yakınlıktan bahsediyor. Şimdi, YÖK Başkanının seçimiyle vakıf üniversiteleri arasında bir bağlantı yok mu? Vakıf üniversiteleri YÖK yönetimine tabi değil mi, onun denetimine tabi değil mi? Nasıl "ilgi yok" diyebilirsiniz?

BAŞKAN – Efendim, YÖK Kanununu mu değiştiriyorsunuz bu maddeyle; istirham ederim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Gayet tabiî...

BAŞKAN – Hiçbir şey bilmesem...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Kanun, YÖK Kanunu...

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Efendim, zaten, YÖK Kanunu...

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Zaten YÖK Kanununu görüşüyoruz.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Başkan, YÖK Kanununun 2 tane geçici maddesini değiştiriyoruz.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Koç kanunu değil, YÖK Kanunu...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, kanunun ismi, YÖK Kanununa madde eklenmesidir. Onun için ilinti vardır efendim.

BAŞKAN – Bize göre yok efendim, Başkanlığımızca.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Takdirinizi hatalı kullandığınızı belirtmek istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

İkinci önergeyi okutacağım. Aynı mealde; ama, biraz değişik... Aynı şeyi söyleyeceğim.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Takdiriniz, size göre bir takdirdir ve isabetli değil.

BAŞKAN – Önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı kanun tasarısına geçici 1 inci maddeden sonra gelmek üzere, geçici 2 nci madde eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Mehmet Ali Şahin İsmail Özgün Altan Karapaşaoğlu

İstanbul Balıkesir Bursa

Ahmet Sünnetçioğlu Azmi Ateş Mustafa Baş

Bursa İstanbul İstanbul

"GEÇİCİ MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde Yüksek Öğretim Kurulu Başkanının görevi sona erecek olup, Bakanlar Kurulu, 15 gün içinde Kurul üyeleri arasından bir başkan seçer."

BAŞKAN – Efendim, bu önergeyi de işleme koymuyorum.

Ben, size bir şey ifade edeyim mi; genel hukuk kurallarına aykırı diye demin ifade etmeye çalıştım; seçilmiş bir insanı, burada, maddeyle değiştirip, yeniden bir seçilme yöntemi getiriyorsunuz; genel hukuk kurallarına aykırı değil mi?!

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Hayır efendim, niye aykırı olsun.

BAŞKAN – İşleme koymuyorum efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Siz bilirsiniz; ama, yanlış bir uygulama.

BAŞKAN – Herkes meramını anlattı efendim; ben de dahil.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Nazlı Ilıcak.

Sayın Ilıcak, buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 294 sıra sayılı kanun tasarısının 3 üncü maddesi hakkında, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Bu kürsüye gelirken, Sayın Mustafa Baş şunu söyledi: "Bu kanun, yayımlanmadan zaten yürürlüğü girdi" dedi. (FP sıralarından alkışlar) Gerçekten de, sizin de bir karıştırma yapmanızdan bu anlaşılıyor ki, sunulan önergenin YÖK'le alakası olmaması gerekir. Yani "YÖK'ün ne alakası var" dediniz; gerçekten de, hepimiz, burada, YÖK Kanununa ilişkin bir madde değişikliğinin yapıldığının farkında bile değiliz; biz, Koç Kanununu görüşüyoruz diye biliyoruz!.. Günlerdir, bu Koç kanununu tartışıyoruz değerli arkadaşlar. Biz, Fazilet Partisi olarak, hakkın, hukukun, adaletin sevdalıları olarak bu dayatmaya, bu oldubittiye karşıyız. (FP sıralarından alkışlar)

Herhangi bir orman köylüsü ağaç kesse, devlet onu cezalandırıyor, karşılığında ağacın bedelini ödese dahi cezalandırıyor. Peki, neden acaba, Koç Üniversitesi, bedel ödeyerek sorumluluktan kurtulabiliyor? Kim, Koç ailesine bu imtiyazı vermiş?

EROL AL (İstanbul) – Fazilet Partisi vermiş.

AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) – Bizim için, bizim Partimiz için, devletin seçkinleri değil, kerameti kendinden menkul olanlar değil, devletin köylüsü, işçisi, memuru bizim başımızın tacıdır. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Biz, zenginin değil, biz, dargelirlinin hakkını koruyoruz. Bizim için, güçlü olan haklı değil, haklı olan güçlü olmalı. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Biz, milletin sırtında bağdaş kuranların karşısına dikiliyoruz. Biz "parası olan düdüğü çalar" zihniyetine karşıyız arkadaşlar.

Bu tasarıyı incelediğimiz vakit, daha 2 nci maddeden, sırf Koç Üniversitesi için bu kanun tasarısının hazırlandığını görüyoruz. 2 nci maddede, en az 2 yıl eğitim öğretim verme şartı getiriliyor. Şimdi, şu mantığa bakın, yeni kurulacak bir vakıf üniversitesini siz destekleyecekseniz, niçin, 2 yıl öğretim şartını getiriyorsunuz? Yeni bir müracaat vaki oldu, o müracaatı yapanlar, gidip bir barakada 2 yıl müddetle ders mi verecekler? Bunun niçin getirildiğini ben söyleyeyim efendim : Koç Üniversitesi, iki yıldır, İstinye'de kibrit fabrikasında ders vermektedir, tıpatıp bu tasarı ona uymaktadır da onun için.

Değerli milletvekilleri, yine, bu Mavramoloz yağmasına bir kılıf geçirildiğini, aynı zamanda bu maddenin (c) fıkrasının şu hükmü de anlatıyor "Vakıf, Orman Bakanlığının göstereceği arazide, tahsis edilen alan kadar bir bölümü, tahsisten itibaren en geç beş yıl içinde 2 misli ağaçlandırır." Şimdi, şu mantıktaki bozukluğa bakın: Yani, önce bir orman arazisi tahsis edilecek; o kişi, o orman arazisinde üniversitesini kuracak; ama, bambaşka bir alanı ağaçlandıracak. Ee, peki, o zaman, o boş alanda, o boş arazide üniversitesini kursun ve ağaçlandırsın; ama, bunu böyle yapamayız; çünkü, kendileri Mavramoloz Ormanında bu üniversiteyi kurduğu için, işte, ona bir ceza veriyormuş gibi, bir başka arazide ağaçlandırmayı öngörüyoruz.

Şimdi, ben, yapılan hukuksuzluğu bölüm bölüm anlatmayı bir görev addediyorum. Deniliyor ki: "Bu tahsis bizim zamanımızda yapılmadı; dolayısıyla, biz sorumlu değiliz." Bu işin içinden kimse sıyrılamaz. Televizyonların başındaki yüzbinlerce seyirciye karşı, yeşili savunan çevrecilere karşı ve orman köylüsüne karşı, burada, hepimiz sorumluyuz değerli arkadaşlar. Zira, bu kanun çıkmadığı takdirde, Danıştay 6. ve 8. Daireleri Ortak Kurulu, Koç'a verilen Mavramolos Ormanı tahsisini iptal edecektir.

Bu tasarıya oy vermek, çevre katliamına oy vermek demektir. (FP sıralarından alkışlar) Gelin, bu tasarıyı reddedelim ve kendilerini hukukun üstünde sayan şımarıklara dersini verelim. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Anayasa Mahkemesinin, YÖK Kanununun ek 18 inci maddesini iptal etmesinden sonra, bu tahsisin dayanağı kalmadı. Şimdi, biz, iptal edilen o maddenin yerine yeni bir maddeyi ikame etmeye çalışıyoruz. Bu tasarıya oy verdiğimiz takdirde, orman yağmasına oy vermiş oluyoruz.

"Efendim, bunu biz yapmadık. 1992 tarihinde, Demirel Hükümeti, üstelik imarsız bir ormanı Koç Vakfına tahsis ederek, o yaptı bu hukuksuzluğu." Efendim, ne kadar ki, Demirel Hükümeti, ilk başta, ilk yanlış adımı atmışsa da -demin de izah ettiğim gibi- bu tasarıya oy vermek suretiyle, biz de sorumluluk, biz de bir mükellefiyet altına girmiş bulunuyoruz. Kaldı ki, daha önce yapılan bir yanlışı tashih etmek mümkündür. İşte Park Otelinde görüldüğü gibi, işte Uyum Kooperatifinde görüldüğü gibi, Anavatan Belediye Başkanlarından sonra gelen belediye başkanları; yani, Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanı ve Refah Partili belediye başkanları, bunlar hakkında yıkım kararı almışlar ve bu yıkım kararının takipçisi olmuşlardır.

Şimdi, bu sorumluluktan kurtulmak isteyenler, biraz önce Mustafa Baş arkadaşımızın da belirttiği gibi, suçu, Sarıyer Belediyesine atmak istiyorlar. Gerçi, 1995 yılında Sarıyer Belediyesi, bütün belediye meclisi -içinde diğer partilere ait üyeler de var- böyle bir temenni kararı almıştır; ama, bu temenni kararı, hiçbir zaman kuvveden fiile geçmemiştir. Niçin geçmemiştir; çünkü, Büyükşehir Belediye Başkanlığı buna karşı çıkmıştır. Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan'ı burada minnetle anmak istiyorum. (FP sıralarından alkışlar) Tayyip Erdoğan, bütün o güç odaklarına karşı tek başına direnmiştir. Sarıyer'in o temenni kararı da, hukuken yok mertebesindedir. Dolayısıyla, ona dayanarak bir meşruiyet inşa etmek mümkün değildir.

Sarıyer Belediyesi tarafından yine yine bir duvar ruhsatı verilmiştir -belki orada, bizim Refah Partili bir belediye başkanı vardı- fakat, bu kararı alan bütün belediye meclisidir; ama, o duvar ruhsatı da Danıştay tarafından iptal edilmiştir. Ona rağmen Koç, bütün makineleriyle ormana girmiş ve orada orman katliamını gerçekleştirmiştir.

Şimdi, peşkeşin faillerini sıralamak istiyorum:

Birincisi, en başta, imarsız ormanı, bedelsiz olarak Koç ailesine, Koç Vakfına tahsis eden -1992'de- Demirel Hükümeti.

İkincisi, imar iznini -bu çok önemli- İmar Kanununun 9 uncu maddesine aykırı olarak veren ANAP'lı Bayındırlık ve İskân bakanları, iki kere -hem 1996'da hem de 1997 yılında- Koç Üniversitesi resmî bir tesis olmamasına ve kanuna aykırı bulunmasına rağmen imar izni vermiştir. Bu da, tamamen kanuna aykıdır. İşte buna dayanarak zaten meşruiyet iddia ediyor Koç Üniversitesi; yoksa, Sarıyer Belediyesinin verdiği karara dayanarak değil. İşte, yağmanın baş sorumluları, o zaman bu izni veren Sayın Demirel'dir, daha sonra da ANAP'lı bayındırlık bakanlarıdır.

Arkadaşlar, biz, halkın Meclisiyiz; biz, buyurganların önünde eğilmemeliyiz.

Maalesef, bakın, bir gazete "Koç Mesaisi" diyor. Bu, benim de canımı sıkıyor, hepimizin canını sıkıyor; ama, ne yapalım ki, maalesef, dışarıdan bizim çalışmalarımız bu şekilde değerlendiriliyor.

Koç Üniversitesi, Mavramolos Ormanı yangın önleme şeritlerinin genişletilmesi suretiyle inşa edilmiştir. Burada açık bir şekilde yangın önleme şeritlerinin nasıl genişletildiği, ağaçların nasıl kesildiği görülmektedir.

İstanbul 3 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu 1993'te şu kararı aldı: "Orman alanları, hangi nedenle olursa olsun, yapılaşmaya açılmamalıdır." Aynı kurul, 1995 yılında bu bölgeyi doğal sit alanı ilan etti. Ben, sormak istiyorum Sayın Bakana: Ne değişti de, acaba orada bazı üyeler mi değişti, bazı üyeler mi görevinden alındı ki, aynı kurul, bu sahayı, yani ağaçsız olan bu alanı ve Orman Bakanlığı tarafından ağaçlandırılması düşünülmeyen bu alanı -ki, aslında bu, yangın önleme şerididir, onların genişletilmesi suretiyle buraya üniversite inşa edilmiştir- sit alanı ilan etti?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayın efendim.

AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) – Toparlayacağım efendim, 1 dakika izin verirseniz.

Arkadaşlar, ben burada, bir bilirkişi raporundan birkaç cümle okumak istiyorum: "Hatta yalnız binalar yanmakla kalmaz, aynı zamanda öğrenciler ve diğer insanlar da yanar. Tamamen orman içinde olan öğrencileri, bir orman yangını çıktığında orman dışına çıkarmak çok zor bir olaydır. Orman çıkış yolları yangın ve dumanla kaplanır, hatta, Amerika'da Kaliforniya'da bile bu olaylar sık sık yaşanmaktadır. Orman yangınlarını, dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri olan Amerika bile önleyememektedir. Bu önemli nedenle, her tarafı yangın ormanlarıyla çevrili bir yerde üniversite kurulmaması kanaatindeyiz."

Böyle bir vebalin altında kalmayacağınız umuduyla; hepinize saygılar sunuyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ilıcak .

Şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al'da.

Buyurun Sayın Al. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA EROL AL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öncelikle, hepinizi Demokratik Sol Parti ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum ve yine öncelikle, burada, iktidar grupları olarak, muhalefet partilerinden bizlere yöneltilen haksız ithamların ve yakışıksız ifadelerin tamamını kendilerine aynen iade ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

Yine, öncelikli olarak, Sayın Pamukçu, bir sual arz ettiler "siz, neyin hükümetisiniz" diye. Bu hükümet, Türkiye Cumhuriyetinin hükümetidir; bu hükümet, Türk Milletinin hükümetidir. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Koç'un hükümeti!..

EROL AL (Devam) – Şimdi, kimin, Koç'un hükümeti olduğunu beraber göreceğiz burada. (FP sıralarından gürültüler)

Heyecanlanmayın!..

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sen heyecanlanıyorsun.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Sen, Koç'un oğlu musun?!

EROL AL (Devamla) – Biraz sabredin, kimin, Koç'un oğlu olduğunu öğreneceksiniz.

Değerli arkadaşlar, burada, sapla, saman ne yazık ki, birbirine karıştırılıyor ve bu, kimsenin yüzü kızarmadan yapılıyor. Ben, bu kişiler adına utandığımı söylemek istiyorum.

Şimdi, öncelikle, hukukî durum nedir, hukukî duruma şöyle bir bakalım: Koç Üniversitesi, Türkiye Cumhuriyeti Devletine başvurmuş, Bakanlar Kurulu 1992 senesinde Koç Üniversitesine, Mavramolos Ormanlarında 160 hektarlık bir alan tahsisi yapmış.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – 193...

EROL AL (Devamla) – 160 hektarlık; açın, mahkeme kararlarını okuyun.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – İyi oku! 33 hektar daha var.

BAŞKAN – Karşılıklı değil efendim; karşılıklı konuşmayın.

EROL AL (Devamla) – Bu arazinin 29 dönümünde üniversite kampusu kurmuş.

1995 senesinde, Doğru Yol Partisinin İktidarı döneminde -yine Doğru Yol Partisinin İktidarı döneminde- Orman Bakanı Hasan Ekinci tarafından üç tane kesin tahsis ve izin kararıyla Koç Üniversitesine bu alan tahsis edilmiş. Daha sonra ne olmuş; Orman Mühendisleri Odası ve Türkiye Mimar Mühendis Odalar Birliği Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Danıştaya dava açmış. Bu davayı açan siz değilsiniz. Davalısınız siz burada. Evet, dört davalıdan bir tanesi Refah Partili ve sonradan Fazilet Partisine geçen Sarıyer Belediye Başkanlığıdır.

Şimdi, hepsini, mahkeme tutanaklarından, mahkeme dosyalarından göreceğiz. Kimin suçlu, kimin güçlü olduğunu, kimin haklı olduğunu hep beraber göreceğiz. Ne yapmış; 6 ve 8 ortak toplanmış. 6 ncı Daire imar planı konusunda uzman, 8 inci Daire tahsis konusunda uzman. 6 ncı Daire ile 8 Daire ortak kurulu bir karar vermiş. Ne diyor karar; okuyalım. Anayasa Mahkemesinin 1992'de YÖK Kanununun ek 18'ini iptaliyle ilgili -onu da okuyacağım birazdan- karara atıfta bulunarak ne diyor bakın : "sözü edilen kararla, 3700 sayılı Kanunla 2547 sayılı Kanuna eklenen ek 18 inci maddenin birinci fıkrası Anayasanın 130 uncu maddesine aykırı bulunmuştur. Anayasanın 130 uncu maddesi ise, devletin yükseköğretim kurumlarına yapacağı yardımlarla ilgili ilkelerin kanunla düzenleneceğini öngörmektedir. Anayasa Mahkemesi kararında da, vakıf yükseköğretim kurumlarına yapılacak arazi ve tesislerin tahsisi dahil, devlet yardımlarının gerekleri, koşulları ve sınırlarının bir kanunla düzenlenmesi gerektiği ifade edilmiştir." İşte bu kanun, o kanundur.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Bitmiş okulun kanunu...

EROL AL (Devamla) – Heyecanlanmayın canım!..

ASLAN POLAT (Erzurum) – Bitmiş üniversitelerin kanunu...

EROL AL (Devamla) – Bakacağız şimdi. Heyecanlanmayın, göreceksiniz az sonra.

Şimdi, 6831 sayılı Kanunun 17 nci maddesinde, turizm alan ve merkezleri dışında kalan Devlet ormanlarında kamu yararına olan her türlü bina ve tesisler için gerçek ve tüzelkişilere, Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığınca bedeli karşılığı izin verilebileceği hükme bağlanmış olup, bu husus dikkate alınmamıştır" deniliyor; tamam.

Şimdi, Anayasa Mahkemesinin kararına bakıyoruz... (FP sıralarından gürültüler)

Havadan konuşmayın, ben, burada, belgeyle konuşuyorum.

Şimdi, ne diyor Anayasa Mahkemesi 1992'de...

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – İşte belge.

EROL AL (Devamla) – O belge değil, resim hanımefendi. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

"...vakıf üniversitesi, devlet üniversitesiyle eş düzey sayılsa da -resmî değilmiş- bu özgülemenin -yani, Sayın Bakanın kullandığı ifadeyle, tahsisin- gerekleri, koşulları -bu, Anayasa Mahkemesi kararı- sınırları, bir yasayla belirlenerek yapılması asıldır."

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Yasa nerede?

EROL AL (Devamla) – İşte yasa.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Yapıldıktan sonra...

EROL AL (Devamla) – Şimdi bakın, dinleyin, dinleyin; 18 üniversite var burada, 1 tane değil.

Devrin, Bakanlar Kuruluna bırakılması, bu bırakışın bir yasayla öngörülmesi, özgülemenin yasadan kaynaklandığı anlamına gelemez; özgülemeye ilişkin ayrıntıların yasayla düzenlenmesi gerekir ki, biz, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarını yerine getirmeye çalışıyoruz.

Bakın şimdi, enteresan olaylara geçiyoruz tabiî.

SÜLEYMAN METİN KALKAN (Hatay) – Anayasa Mahkemesinin kararlarını mı okuyorsun?..

EROL AL (Devamla) – Bir saniye.

Daha sonra 6 ve 8 toplanmışlar, bir karar vermişler ve bu karar için, bu davalılardan savunma istemişler. Kim bu davalılar? Bakalım, kim; Başbakanlık, Orman Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, Sarıyer Belediyesi. "Efendim, Meclis kararıymış, orada DSP'liler de, ANAP'lılar da varmış, fasa fiso..."

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Fasa fiso...

EROL AL (Devamla) – Bu laf size aittir, bana değil.

Bakın, şimdi, Sarıyer Belediyesi ne diyor: Sarıyer Belediyesi, Belediyelerince verilen bahçe duvarı ruhsatının İmar Kanununun 7/31'inci maddesine ve anılan alanın tahsisine ilişkin Bakanlar Kurulu kararına uygun olduğunu söylemiş ve bu nedenle, davanın reddini istemiş; yani, bir tavsiye filan değil Sayın Baş. (DSP sıralarından "Hangi belediye" sesleri) Davanın reddini istemiş Refah Partili ve Fazilet Partili belediye. Ne demiş: "Ruhsat, alanın tahsisine ilişkin Bakanlar Kurulu kararına uygun." Öyle mi?!

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Ruhsat yok kardeşim!..

EROL AL (Devamla) – Efendim, burada mahkeme kararı... Ben havaya konuşmuyorum sizin gibi.

Şimdi, esas önemli şeye geliyoruz...

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Duvar ruhsatı o, duvar ruhsatı...

EROL AL (Devamla) – Duvar ruhsatı, evet... Özellik arz eden duvar ve bunu Sarıyer Belediyesi veriyor.

Şimdi gelelim esas tarafa. Bakın, 6 ve 8'in ortak kuruluna davalı Başbakanlık savunma gönderiyor. Ne diyor Başbakanlık? Dinlerseniz, bu güzel savunmayı size okuyayım.

Evet arkadaşlar, Başbakanlığın savunmasından okuyorum: "Bilindiği gibi, 1982 Anayasasının 130 uncu maddesinde, kanunla gösterilen usul ve esaslara göre kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla, vakıflar tarafından devletin gözetim ve denetimine tabi yükseköğretim kurumları kurulması kabul edilmiştir. Koç Üniversitesi Anayasanın bu hükmüne dayanılarak 5.3.1992 günlü 3785 sayılı Kanunla kurulmuş olup, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi ve kamu tüzelkişiliğine sahiptir. Koç Üniversitesine arazi tahsisine ilişkin 24.6.1992 günlü -falan filan- Bakanlar Kurulu kararı tarihinde yürürlükte olan 3708 sayılı Kanunun 'vakıflar tarafından kurulmuş yükseköğretim kurumlarına eğitim, öğretim ve araştırma tesisleri, öğretim üyesi lojmanları, öğrenci yurtları, sosyal ve kültürel tesisler kurmak üzere, Bakanlar Kurulu kararıyla, hazine muvafakatları alınması suretiyle, kamu tüzelkişilerine ait arazi ve tesisler tahsis edilebilir' hükmüne istinaden tahsis edilmiş olduğundan, ileri sürülen yetkisizlik, yokluk ve benzeri iddiaların hukukî dayanağı bulunmamaktadır." Kim diyor bunu; Başbakanlık. Başbakanlık ne diyor ayrıca: "Bakanlar Kurulunca yapılan tahsis, Orman Kanununun 115 inci maddesine de uygun olarak, Millî Emlak ve Orman Genel Müdürlüklerinin uygun görüşüne dayalı, Maliye ve Orman Bakanlıkları izniyle gerçekleşmiş olduğundan, kanuna aykırılıktan bahsedilemez." Son olarak...

Sayın Başkanım, 2 dakika süre rica ediyorum.

"Diğer taraftan, Koç Üniversitesinin yerleşim planı, yetkili kurullar ve kuruluşlarca incelenmiş ve yasal prosedür tamamlanarak, çevreye olumsuz etkisi olmayacağı, ÇED Yönetmeliğinin 22 nci maddesi uyarınca, ÇED olumlu belgesiyle saptanmıştır.

Yukarıda açıklanan ve mahkememizin 28.1.1997 günlü yürütmenin durdurulması talebinin reddine dair kararında belirtilen sebeplerle, dava konusu işlemler haklı ve ilgili mevzuata uygun olup, yapılan değerlendirme sonucunda tahsis edilen orman alanında üniversite kurulmasında, bölgede kaçak yapılaşma ve gecekondulaşmanın önlenmesi, orman ve doğal hayatın korunması, üniversitenin yükseköğretime ve topluma yapacağı katkılar, gençlere getirilecek imkânlar ve kalkınma çabalarına olumlu etkileri göz önünde bulundurularak, kamu yararı ve kamu hizmeti gereği olarak tesis edilmişlerdir.

Sonuç..." Neymiş sonuç, bakalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EROL AL (Devamla) – "Yukarıda açıklanan sebeplerle, haksız ve hukukî mesnetten yoksun olan davanın -bakın, dikkatinizi çekiyorum; haksız ve hukukî mesnetten yoksun olan davanın- reddine, yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına -insaf, bari yargılama giderlerini bu Büyükkent şubesine, Orman Mühendislerine ödetmeyin canım- verilmesini arz ve talep ederiz."

Kim etmiş bunu? Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Başbakan... (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar; FP sıralarından gürültüler)

Evet... Evet... İşte...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Nedir o karar?

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Neyin kararı o? Ne alakası var?!.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Ne kararı o?

EROL AL (Devamla) – Arkadaşlar, buraya çıkan milletvekili, doğruyu, gerçekleri söylemek zorundadır. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Siyaseten gerçekleri tahrif ederek bu yüce milleti kandırmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. (FP sıralarından gürültüler)

Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Neyin kararı o?

AYŞE NAZLI ILICAK (İstabul) – Ne kararı o?

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Getir bakayım, neyin kararı... Getir bakayım, neyin kararı...

EROL AL (Devamla) – İşte, burada.

BAŞKAN – Fotokopisini çıkarın, gönderin efendim.

EROL AL (Devamla) – Bu, Başbakanlığın, başbakanınızın Yüce Danıştaya gönderdiği savunma metnidir.

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Farklı bir şey... Ne alakası var onunla?! Mahkeme kararı diyorsun.

EROL AL (Devamla) – Saygılar sunuyorum efendim. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkanım, değerli sözcü, ismimi anarak, benim kastım dışında...

BAŞKAN – Hayır efendim, isminizi anmadı.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – ...ifadeyle, sanki, benim...

BAŞKAN – İsminizi anmadı efendim.

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Andı... Andı... Andı...

BAŞKAN – Zaptı getirteyim, bakayım efendim.

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Andı... Andı... Suat Pamukçu dedi.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkan, tavzih etmem lazım.

BAŞKAN – Sayın Pamukçu, isminizi anmadı, zaptı getirtiyorum...

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Andı, andı, Sayın Başkan.

BAŞKAN – Dinlemiyorsunuz ki, beni...

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Tavzih etmem lazım efendim.

BAŞKAN – Ben, size bir şey söylüyorum. Ben diyorum ki, isminizi anmadı, zaptı getirteceğim, bakacağım.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – İsmimi andı efendim.

BAŞKAN – Allah... Allah... Bir dakika efendim... Niye bağırıyorsunuz?...

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, Sayın Erbakan, o zaman Refah Partisinin Genel Başkanı idi, Fazilet Partisinin Genel Başkanı değildi. Fazilet Partisi Refah Partisiyle beraber mi acaba?..

BAŞKAN – Efendim, ne alakası var şimdi?..

Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Turhan Güven; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Beş, altı günden beri, vatandaşlarımızı, vergiden, zamdan ve bütçe müzakereleri nedeniyle bazı eziyetlerden kurtaramıyoruz; ama, bari ağaçlarımızı kurtaralım diye bir gayret içerisinde olduk; anlaşılıyor ki, onları da artık kurtarma zamanı gelmiş geçmiştir.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, ortaya bir gerçeği koymakta yarar var. Bir arkadaşımız bir bilge edasıyla çıkıyor ve Sayın Bakandan bir soru soruyor. Eskiler buna tecahülü arifane derler, yeni deyimi biraz basit; ama, biz, buna çanak soru diyoruz.

1992 yılında hangi hükümet bu tahsisi yapmış? Şimdi, soru bu. Tabiî, cevap da hazır. Ben söylemek istemiyorum; ama, Sayın Demirel’in Başbakanlığı döneminde bu tahsis yapılmış. Doğru mu; doğru. Daha sonra bu tekrarlanmış mı; doğru, tekrarlanmış. Gelmiş Sarıyer Belediyesine, bu belediye, bir temenni kararı almış mı; doğru, almış. Bunlar yanlış mı?.. (FP ve DYP sıralarından “Doğru” sesleri) Siz bunu, madem kötüleme babında soruyorsunuz, kim vermiş, kim yapmış, nasıl olmuş diye soruyorsunuz; yani, bunların yanlışlığını bir noktada ifade etmeye çalışıyorsunuz. Eğer bunlar yanlışsa, siz niye yanlışa devam ediyorsunuz. (FP ve DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Siz, niye yanlışa devam ediyorsunuz?.. Veren hatalı davranmış. Eğer suçu varsa, gereği yapılsın. Tahsisi veren veya temenni kararında bulunanlar hakkında dava mı açılması lazım; açılsın. Açıldığı takdirde, onun yanlış olduğu, hatalı olduğu veya en azından, suçlu olduğunu iddia etmek durumunda olursunuz. Suçlu mu?.. Eğer suçluysa, bu suça iştirak ediyorsunuz. Yani, siz, yarım kalan bir işi tamamlamaya çalışıyorsunuz. Nasıl olmuş; burası, bilâbedel, bilâücret tahsis edilmiş. Anayasa Mahkemesi 1992'de, bunu yapamazsınız, bunun bir ücrete bağlanması lazım demiş ve iptal kararı çıkarılmış. Buna göre bir kanunî düzenleme olmuş; ama, burada, Anayasanın 130 uncu maddesi önümüze gelmiş. Ne diyor bakınız: "Türkiye'de özel üniversite..." Sevgili arkadaşlarım, özel üniversite kurmak mümkün değil; hilei şeriyedir. Vakıf üniversitelerine cevaz verilmiştir; o nedenle, Türkiye'de vakıf üniversiteleri gerçekten yararlı işler yapmışlardır. Doğrudur. Devlet üniversitelerine, ikiye katlayarak bazen faikıyet arz ettikleri durumlar da vardır. O da doğrudur; ama, bu tahsis olayında bir yanlışlık varsa, bu yanlışa devam etmeyelim.

Peki, vakıf üniversiteleri ne yapar... O gün de arz etmeye çalıştım. Bir talebeden dolar bazında 10 000 dolar alıyorsa, bu ticarî amaçlı bir vakıf üniversitesi olur. Halbuki, Anayasa buna da cevaz vermiyor. Bakınız, Anayasanın 130 uncu maddesinin ikinci fıkrası çok açık: "Kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla vakıf üniversitesi kurabilirsiniz."

Şimdi, 10 000 dolar...

EROL AL (İstanbul) – 5 000 dolar; nereden 10 000 dolar?..

TURHAN GÜVEN (Devamla) – 10 000 dolar... 10 000 dolar...

EROL AL (İstanbul) – 5 000 dolar...

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Velev ki, 5 000 dolar. Hadi ondan da vazgeçtik, 1 000 dolar olsun canım. Doların 550 000 lira olduğunu düşünürseniz, bu da, fakir fukaranın okuma şansını ortadan kaldırma; dolayısıyla, Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı değil mi? Yani, Türk çocuğu okumak istiyor; ama, siz, 1 000 dolar da alsanız, 5 000 dolar da alsanız, o Türk çocuğunun okuma hakkını elinden alıyorsunuz. Orayı kazansa bile giremeyecek. (ANAP sıralarından "Bursu var" sesleri) Burs mu vereceksiniz?.. Kaç kişiye verildi acaba?

A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – Yüzde 40'ı burslu.

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Onları bir incelemeniz lazım, araştırmanız lazım.

A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – Yüzde 40...

TURHAN GÜVEN (Devam) – Kaç kişiye burs verdiğini siz biliyorsanız, gelir burada söylersiniz. Kimsenin de vekâleti üstünüzde değil. Siz, onların vekiliyseniz eğer, açıkça, gelin ifade edin "ben Koç Üniversitesinin vekiliyim" deyin de, öyle konuşun burada. (DYP ve FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DSP, MHP ve ANAP sıralarından gürültüler) Kaldı ki, herhalde, onların da sizin gibi vekile de pek ihtiyaçları olduğunu zannetmiyorum yani... Sizden vekil olmaz!.. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım, büyükşehir bunu -Sarıyer'in temenni kararını- onaylamamış mı; onaylamamış mı?..

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Onaylamış, bitmiş...

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Zaten, iş orada kopuyor. Zaten, hukukî ihtilaf, Danıştaya kadar giden olay ondan sonra başlıyor. Eğer, büyükşehir belediyesi de -İstanbul'un- bunu, bu temenni kararını halletseydi, yani, bugün, ortada bir hukukî ihtilaf da olmazdı, bugün biz de, beş günden beri, altı günden beri bunun tartışmasını yapmazdık. Demek ki, bu bir hukukî ihtilafsa, halen yargıda devam ediyorsa, yargıda devam eden bir işten ötürü, sizin, burada, bir kanunî değişiklik yapmanızın zamanı olmadığını ifade etmek isterim.

Bekleyin!.. Bir yıl evvel gelmiş zaten bu; yani, hükümet, bir sene evvel bunu sevk etmiş. O zaman, pek uygun değildi de bugün mü zamanlaması uygun diye düşünüyorsunuz?! Tam yargı safhasındayken mi zamanlaması uygundur diye düşünüyorsunuz? Bize kalırsa, hayır... Anayasanın 138 inci maddesi; ki, hep söylüyorsunuz; yargı bağımsız olmalıdır, Türk yargısı bağımsız değildir diyorsunuz. Siz diyorsunuz, yargının başı da böyle söylüyor; ama, Anayasa hükmünü de yerine getirmemeye gayret gösteriyorsunuz. Eğer, bugün yargının bir kararına müdahale etme durumundaysanız, biraz sabırlı olmanız gerekirdi; etmeyin!.. Yargı, bundan sonra ne karar verecek veya yargının vereceği bu kararın artık ne önemi kalacak değerli arkadaşlarım?! Bir dava devam ederken, yargının kararının, bu kanun çıktıktan bir hafta sonra vermesinin ne değeri var?! O, lazımül ifa, lazımül icra bir karar değildir artık. Uygulayamazsınız; gereksiz bir karar olur. O zaman yargının kararını beklemeden bu şekilde davranmanızın pek uygun olmadığını, hukukun meşruiyetini bir noktada zedeleyeceğinizi ifade etmek istiyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Güven.

AYDIN TÜMEN (Ankara) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

AYDIN TÜMEN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli hatip siyasî tecrübesi olan bir arkadaşımız; ama, nasıl olduysa bir sürçülisan oldu, arkadaşımızla ilgili olarak "sizden vekil olmaz" gibi bir sözcük kullanmış oldu...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Hayır efendim, öyle bir şey demedim... (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Hayır efendim, öyle bir şey...

İHSAN ÇABUK (Ordu) – Kullandı Başkan, tutanaklarda var.

AYDIN TÜMEN (Ankara) – Evet, evet kullandı...

İHSAN ÇABUK (Ordu) – "Sizden vekil olmaz" dedi...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Onlar için kullanmadım Sayın Başkan...

BAŞKAN – Tutanakları getirtip bakalım efendim.

Sayın Güven öyle bir şey ifade etmedi. (DSP sıralarından gürültüler)

AYDIN TÜMEN (Ankara) – Hele hele, Demokratik Sol Parti herhangi bir...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Yanlış anlaşılmış, ben size demedim...

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Kime dediniz?..

TURHAN GÜVEN (İçel) – Orada oturuyor... O, kendini biliyor.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) – ANAP'a dedi... ANAP'a...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Size sataşma var herhalde değil mi efendim...

Buyurun.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; özellikle, Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Sayın Güven, Parlamentoda deneyimi olan, gerçekten de, zaman zaman doğruları dile getiren; ama, zaman zaman da... (DYP sıralarından gürültüler)

MUSTAFA ÖRS (Burdur) – Her zaman, her zaman...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – ...belki aşırı stres, aşırı sinir den ve Genel Kurulda kürsüye çıktığı zaman kendini kaybetmesinden dolayı, ağzından çıkanı bilmiyor. (DYP sıralarından gürültüler)

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, öyle laf mı olur?!..

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Müsaade eder misiniz...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Bu çok ayıp!.. Bu çok ayıp!..

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Hayır efendim; çünkü, Sayın Güven... (DYP sıralarından gürültüler)

Müsaade eder misiniz...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, onlar da zırvalıyor!..

BAŞKAN – Neyi ifade etmek istediniz efendim?..

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Güven'in, biraz önce, bu parlamentoda bir milletvekiline "sizden milletvekili olmaz" demesi, kendisine ve partisine yakışan bir davranış değildir; dolayısıyla, Parlamentonun ağırlığı, yasama organının geleceği ve ciddiyeti için, kendisinin, biraz önce kullandığı bu sözü geri almasını ve zabıtlardan silinmesini, kendisinden, aracılığınızla rica ediyorum.

Ayrıca...

BAŞKAN – Siz de... Siz de..

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Müsaade eder misiniz...

BAŞKAN – Siz de...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Bir dakika... Evvela anlaşalım efendim. Zatıâlinizin de Sayın Güven için "kendini kaybediyor" ifadesinde bir kasıt olmadığı kanaatindeyim; sürçülisan ettiniz gibi geliyor...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Olabilir...

BAŞKAN – Sayın Güven... Sayın Güven, her şeyi...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Hatadan dönmek fazilettir; ama, ben, şunu söylüyorum...

BAŞKAN – Tabiî efendim. Ben, sizin, faziletli olduğunuzu biliyorum da söylüyorum.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Müsaade ederseniz...

Kendisine bu davranışı

yakıştıramadığımızı "sizden milletvekili olmaz" cümlesini...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Ben öyle birşey demedim.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Var efendim; zabıtlarda var. Yoksa, komuoyu önünde kendisinden özür diliyorum. Kesin var. "Sizden vekil olmaz" dedi. Zabıtlarda vardır.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Ben, Koç'un vekili olmaz dedim. Getirin zabıtlara bakın.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Dolayısıyla, bu cümlesinden dolayı Sayın Emre Kocaoğlu'ndan özür dilemesini Yüce Parlamentoda kendisinden rica ediyorum.

A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Kocaoğlu, size söz vereceğim.

Sayın Çakan, ifade edebilir miyim?..

Sayın Güven ifadesinde "sizden milletvekili olamaz" tabirini kullanmamış...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – "Sizden vekil olmaz" dedi efendim.

BAŞKAN – Vekil...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Evet "milletvekili" "vekil" aynı kelimedir, aynı şeyi ifade eder.

A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, söz isteyebilir miyim?..

BAŞKAN – Müsade eder misiniz, sizden evvel Sayın Güven'e bir sorayım; buyurun Sayın Güven, yerinizden ifade ediniz efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkanım, sinirlendiği zaman insanın kendini nasıl kaybettiğinin en güzel örneğini beraber yaşıyoruz.

Ben sinirlenmem; çünkü, benim geleneğimde sinirlenme değil de sert konuşma olabilir; ancak, beni, grup başkanvekili değerli kardeşimin hiç dinlemediği anlaşılıyor. Ben milletvekili, falan diye bir cümle sarf etmedim. Ben, Koç'un vekili olmayın dedim. Ha, daha sonra tekrarladım; evvela, onun vekili olmayın, kaldı ki, Koç'un sizin gibi vekile de ihtiyacı yoktur dedim. Zabıtlara bakılır ve kimin sinirlenip kimin sinirlenmediği ortaya çıkar. Hem beni dinlemiyorlar, ondan sonra da kendi kafalarında yarattıkları birtakım cümleleri ifade etmeye çalışıyorlar.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Bendeniz de böyle anlamıştım.

A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, söz istiyorum.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Efendim, zabıtlar gelmedi.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkan, sataşmadan dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Pamukçu, bu acele niyedir?.. Sabaha kadar daha vaktimiz çok, acele etmeyin. Zabıt gelsin...

Buyurun Sayın Kocaoğlu, yerinizden lütfen...

A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Bir kere, eğer Sayın Güven'in, benim konuşmama karşılık söylediği ifade her ne ise kendisine iade ediyorum.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Edemezsin; çünkü, ben iade edilecek bir şey söylemedim.

A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – Eğer kötü bir şey ifade ettiyse aynen iade ediyorum; iyi bir şey ifade ettiyse aynen ifade ediyorum. Zaten kem söz sahibine yakıştıramadığımızı "sizden milletvekili olmaz" cümlesini...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Ben öyle birşey demedim.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Var efendim; zabıtlarda var. Yoksa, komuoyu önünde kendisinden özür diliyorum. Kesin var. "Sizden vekil olmaz" dedi. Zabıtlarda vardır.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Ben, Koç'un vekili olmaz dedim. Getirin zabıtlara bakın.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Dolayısıyla, bu cümlesinden dolayı Sayın Emre Kocaoğlu'ndan özür dilemesini Yüce Parlamentoda kendisinden rica ediyorum.

A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Kocaoğlu, size söz vereceğim.

Sayın Çakan, ifade edebilir miyim?..

Sayın Güven ifadesinde "sizden milletvekili olamaz" tabirini kullanmamış...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – "Sizden vekil olmaz" dedi efendim.

BAŞKAN – Vekil...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Evet "milletvekili" "vekil" aynı kelimedir, aynı şeyi ifade eder.

A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, söz isteyebilir miyim?..

BAŞKAN – Müsade eder misiniz, sizden evvel Sayın Güven'e bir sorayım; buyurun Sayın Güven, yerinizden ifade ediniz efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkanım, sinirlendiği zaman insanın kendini nasıl kaybettiğinin en güzel örneğini beraber yaşıyoruz.

Ben sinirlenmem; çünkü, benim geleneğimde sinirlenme değil de sert konuşma olabilir; ancak, beni, grup başkanvekili değerli kardeşimin hiç dinlemediği anlaşılıyor. Ben milletvekili, falan diye bir cümle sarf etmedim. Ben, Koç'un vekili olmayın dedim. Ha, daha sonra tekrarladım; evvela, onun vekili olmayın, kaldı ki, Koç'un sizin gibi vekile de ihtiyacı yoktur dedim. Zabıtlara bakılır ve kimin sinirlenip kimin sinirlenmediği ortaya çıkar. Hem beni dinlemiyorlar, ondan sonra da kendi kafalarında yarattıkları birtakım cümleleri ifade etmeye çalışıyorlar.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Bendeniz de böyle anlamıştım.

A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, söz istiyorum.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Efendim, zabıtlar gelmedi.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkan, sataşmadan dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Pamukçu, bu acele niyedir?.. Sabaha kadar daha vaktimiz çok, acele etmeyin. Zabıt gelsin...

Buyurun Sayın Kocaoğlu, buyurun efendim, yerinizden lütfen...

A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Bir kere, eğer Sayın Güven'in, benim konuşmama karşılık söylediği ifade her ne ise kendisine iade ediyorum.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Edemezsin; çünkü, ben iade edilecek bir şey söylemedim.

A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – Eğer kötü bir şey ifade ettiyse aynen iade ediyorum; iyi bir şey ifade ettiyse aynen ifade ediyorum. Zaten kem söz sahibine aittir. Ben, kendi seviyeme uygun konuşmayı tercih ediyorum. Bu çatıya da bu yakışır.

Yalnız, özetle arz etmek istediğim şudur efendim: Daha önce DSP Grubu adına konuşan değerli arkadaşımızın okuduğu belgede, bir tarihin sayın başbakanı döneminde imzalanmış bir belgeden bahsedildi. Orada, o arsanın tahsisinin sebebinin, yani Koç'a tahsisinin sebebi...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, sataşmayla bunun ne alakası var?!

BAŞKAN – Bir dakika efendim... Sataşma için söz vermedim ki efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Ne konuşuyor o zaman?!

BAŞKAN – Yanlış anlaşıldığını ifade etti; düzeltiyor.

A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – ... oranın, gecekonducular tarafından yağmalanmaması ve ormanın korunması amacıyla olduğu o belgede yazıyordu.

Şimdi, eğer, burada her fikrini belli eden taraf, bir tarafın vekili veya avukatı sayılıyorsa, burada, bu kürsülere çıkıp, oradaki bu üniversitenin yok edilmesini isteyenler de, acaba, gecekondu mafyasının ve orman yangını mafyasının mı avukatıdır?!

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Anlaşılmıştır efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Hiç anlaşılmamıştır.

BAŞKAN — Size ifade etmedi efendim; rica ederim...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Benim ona ifade ettiğimi nereden anlıyorsunuz?

BAŞKAN – Ben anlamadım efendim. Sizin "milletvekili" ifadesini kullanmadığınızı ifade etmek istedim, siz de aynı şeyi söylediniz. Zaten, Sayın Çakan'ın da söz istemesinin sebebi bu.

TURHAN GÜVEN (İçel) – O zaman, sataşma yoksa niye söz veriyorsunuz Sayın Başkan?!

BAŞKAN – Mesele kapanmıştır efendim.

A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – Kim üstüne alıyorsa cevap versin.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Üstüne alındıysan...

BAŞKAN – Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Baş; buyurunuz. (FP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, biz, hukuk üstün olsun, yanlışlık olmasın, kimse kimseyi aldatmasın, memlekette kimsenin hakkı yenmesin, herkes eşit olsun, kimse kanunları çiğnemesin diye bir mücadele ediyoruz; aslında, mücadele değil, doğruyu bulmaya çalışıyoruz. Bizim, kimseye bir kinimiz yok. Bunu Koç değil de bir başkası yapsaydı, aynı mücadeleyi yapardık. Hukukun üstünlüğünün mücadelesini yapıyoruz. (FP sıralarından alkışlar)

Biraz önce, burada, hem de İstanbul Milletvekili Erol Al kardeşimiz... Şu anda salonda göremüyorum. (FP sıralarından "terk etti" sesleri) Tabiî, terk etti, başına ne gelecek, biliyor.

Bakın şimdi, başına ne gelecek: Biraz önce, bu kardeşimiz, burada Necmettin Erbakan imzasıyla bir yazı okudu; değil mi; hepiniz şahitsiniz; değil mi? (FP sıralarından "evet" sesleri) Şimdi, bu yazının altında ne yazıyor...

Erol kardeşim, gel. Bu yanlışı beraber düzelteceğiz. Üç günden beri konuştuğumuz konuda, Danıştay, Başbakanlığın savunmasını istiyor. Başbakanlık da biraz önce, Erol kardeşimizin "Necmettin Erbakan Başbakan" diye okumuş olduğu savunmayı gönderiyor. Bu savunmayı... Peki, bu savunmanın altında ne yazıyor? Evet, bir Necmettin var; ama, Erbakan değil, Necmettin Bilen. Birinci hukuk Müşaviri... (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) – Müfteri!..

TURHAN ALÇELİK (Giresun) – Bu yaptığınız ayıp değil mi?..

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Bu yazı teknik bir yazıdır. Başbakanlıktan savunma isteniyor ve bu savunmayı, Başbakanlığın hukuk müşavirlerinden -Necmettin Erbakan değil; Başbakan Necmettin Erbakan imzalamıyor- Necmettin Bilen imzalıyor. (DSP sıralarından gürültüler)

EROL AL (İstanbul) – Kimin adına?..

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Şimdi, hop oturup hop kalkıyorsunuz; değil mi? (DSP sıralarından gürültüler) Dinleyin bakayım... Dinleyin bakayım... Siz devleti idare ediyorsunuz; değil mi? Bu, bir teknik yazıdır, bundan Başbakanın bile haberi olmaz; hukuk müşaviri bu yazıyı yazıyor; Necmettin Bilen.

Sayın Erol Al, bak, bu, bir evrakta sahtekârlıktır, yüz kızartıcı bir suçtur ve siz milletvekili olamazsınız. (DSP sıralarından gürültüler, FP sıralarından alkışlar) Siz, bu kürsüden "Necmettin Bilen" ismini "Necmettin Erbakan" diye okudunuz.

EROL AL (İstanbul) – Başbakan adına...

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Size şimdi düşen görev, kalkıp buradan, istifa etmektir. Sizin, derhal, istifa etmeniz lazım. (FP sıralarından alkışlar)

Bu memlekette, bu Meclisin çatısı altında, biraz önce "Necmettin Erbakan" diye, bir yanlış ifadeyle, bir zaptı, bir resmî evrakı tahrif edemezsiniz; yanlış. Lütfen... (DSP sıralarından gürültüler)

Arkadaşlar, işte, Türkiye'de, maalesef işler böyle oluyor.

Onun için, konuşmamın başında, bizim, burada, bir politik mücadele, bir şirketin karşılıklı menfaatını veya aleyhinde olma mücadelesi yapmadığımızı, bir hukuk mücadelesi yapmamız gerektiğini; bu hukuk mücadelesini de yaparken, ahlak ve fazilet kurallarına, etik kurallara uyarak yapmamız gerektiğini ve bu mücadelenin sonunda, milletin lehine, millet adına karar vermemiz gerektiğini ifade ettim; işte, bunun mücadelesini yapmamız gerekiyor.

Görüştüğümüz bu madde "Resmî Gazetede ilan edildikten sonra yürürlüğe girer" maddesidir; ama, görüyoruz ki, henüz bu kanun çıkmadan önce, 1992'den beri, hep, biraz önce, burada şahit olduğumuz, canlı olarak şahit olduğumuz, yanlış işler, aldatmacalar, yanıltılar yapılıyor.

Erol Bey kardeşimiz, okumuş olduğu Anayasa Mahkemesi karar ve konuşmasını dayandırmış olduğu gerekçelerde, hep, bir tek şeyin altını çizdi: Kanun çıkması lazım. Biz de oradan laf attığımız zaman dedi ki "işte, bu kanunun çıkması lazım." Bizi teyit ediyor. Biz de diyoruz ki, kanun çıkmadan önce, 1992'den beri, yasalar çiğnenmiştir, hukuk çiğnenmiştir, üstünün hukuku olmuştur, imtiyazlının hukuku olmuştur, arkası olan, ağası olan, kasası olan, masası olan, parası olan, bu memlekette, hak etmediğini, kanunların etrafından dolaşarak almıştır.

EROL AL (İstanbul) – Onu, siz yapıyorsunuz!..

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Gelin, bu yanlışı düzeltelim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kesildi)

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Bunun mücadelesini veriyoruz, bu yanlışı düzeltelim diyoruz. (FP sıralarından alkışlar)

Tekrar ediyorum; bu yazı, Başbakanlık birinci Hukuk Müşavirinin, teknik olarak yazmış olduğu bir yazıdır. Devlet idare eden herkes, bu yazının mahiyetini bilir. Biraz sonra, çıkıp, yeni bir yanıltmaya kalkmayın. Yanlıştan dönün... Yanlıştan dönün...

Kaldı ki, Başbakanlık Hukuk Müşavirliği, bu savunmayı yapmasına rağmen, hukuk, yine sizin aleyhinizde; yani, savunduğunuz tezin aleyhinde karar vermiştir; bizim savunduğumuz tezin lehinde karar vermiştir. (DSP sıralarından gürültüler)

Hepinizi, bu yanlışlara düşmemek ve doğruyu bulmak niyetiyle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

EROL AL (İstanbul) – Sataşma var efendim; söz istiyorum.

BAŞKAN – Yerinizden, buyurun efendim.

EROL AL (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Mustafa Baş, göz göre, bütün milletin ve Meclisin önünde, yanıltıcı üslubunu sürdürdü ve bunu saldırgan bir üslupla yapmaya da devam ediyor.

Ben, buradan soruyorum şimdi; eğer, Başbakan adına imza atan... Burada ne yazıyor: "Necmettin Bilen, Başbakan adına Birinci Hukuk Müşaviri..." Eğer Başbakanlığı... (FP sıralarından gürültüler)

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Sen "Necmettin Erbakan" diye okudun.

EROL AL (İstanbul) – "Başbakan Adına Birinci Hukuk Müşaviri..."

LÜTFİ YALMAN (Konya) – "Necmettin Erbakan" diye, niye okuyorsun?!

EROL AL (İstanbul) – Başbakan kim, kardeşim?! (FP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir dakika... Müsaade buyurun.

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Ayıp diye bir şey var, ayıp!..

BAŞKAN – Bir dakika efendim...

EROL AL (İstanbul) – Ben sizi dinledim; dinleyeceksiniz... (FP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Al...

EROL AL (İstanbul) – Eğer, Başbakanlığın... (FP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Bir dakika efendim...

EROL AL (İstanbul) – Sayın Başkanım, kürsüden konuşabilir miyim?

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Özür dilesin...

BAŞKAN – Sayın Güler, müsaade edin de ifade etsin. Niye müdahale ediyorsunuz?

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Çok ayıp oluyor Sayın Başkan, çok ayıp oluyor... Sizin de, buna, müsaade etmemeniz lazım. Bir dönem Başbakanlık yapmış ve burada bulunmayan bir adama iftira atıyor.

EROL AL (İstanbul) – İftira sizinkidir. (FP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Yeter artık beyler!... Bir dakika...

Sayın Erol, yerinizden ifade edin; bitirin efendim.

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Sayın grup başkanvekilleri, şu arkadaşımıza söyleyin, düzeltsin konuşmasını.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, müsaade buyurun da ifade etsin.

EROL AL (İstanbul) – Sayın Başkan, Fazilet Partisi Grubu, suçluluğun telaşı içerisindedir; suçluların telaşı içerisindedir. "Başbakan adına Birinci Hukuk Müşaviri" diyor. (FP sıralarından gürültüler)

İSMAİL KAHRAMAN (istanbul) – Beyefendi, isim tavzihi yapın.

EROL AL (İstanbul) – Şimdi soruyorum...

BAŞKAN – Soru sormayın efendim, ifade edin.

EROL AL (İstanbul) – Ben, o dönemde, Başbakanın, Necmettin Erbakan olduğunu söyledim. Şimdi soruyorum; eğer Başbakanlığı, Refahyol döneminde... (FP sıralarından gürültüler)

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Tavzih etsin, Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, birleşime 10 dakika ara veriyorum efendim.

Kapanma Saati: 20.06

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 20.20

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN – 46 ncı Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

294 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

5. – Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/447) (S. Sayısı: 294) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının 3 üncü maddesi üzerindeki görüşmelere devam ediyoruz.

Sayın Erol Al, demin ifade ettiğiniz sözünüzü tavzih için mi söz istiyorsunuz efendim?

EROL AL (İstanbul) – Evet efendim.

BAŞKAN – Buyurun efendim. Lütfen, tavzih edin efendim.

Sayın Necmettin Erbakan'ın imzasını ifade ettiniz. Halbuki, Sayın Necmettin Erbakan'ın Başbakan olduğu sıradaki hukuk müşavirinin vermiş olduğu bir mütalaadır. Lütfen, tavzih eder misiniz. Yeni bir sataşmaya, elektriklendirmeye mahal vermeyeceğinizi ümit ediyorum.

EROL AL (İstanbul) – Kesinlikle bir sataşmaya mahal vermeyeceğimden emin olabilirsiniz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu belgenin altındaki imzayı okuyorum: "Necmettin Bilen, Başbakan adına..." (FP sıralarından alkışlar[!])

AVNİ DOĞAN (Kahramanmaraş) – "Prof. Necmettin Erbakan" diyorsun!

BAŞKAN – Bir dakika... Bir dakika efendim... İstirham ederim...

EROL AL (Devamla) – "...Başbakan adına Birinci Hukuk Müşaviri." Bu Başbakan, Prof. Dr. Necmettin Erbakan'dır ve eğer Refahyol hükümetini Sayın Necmettin Erbakan değil de, Hukuk Müşaviri Necmettin Bilen idare ediyorsa, ben bir şey demiyorum! Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından gürültüler)

ALİ COŞKUN (İstanbul) – Beyefendi hatanızı ikrar edin...

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Çok ayıp... Olmadı... Olmadı...

Sayın Başkan...

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Böyle tavzih mi olur?!

BAŞKAN – Efendim, bir dakika.. Bir dakika...

Sayın Başkan, buyurun, bir şey mi ifade ettiniz?...

ALİ COŞKUN (İstanbul) – Bilmiyor... Cahil adam! (FP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Efendim, bağırtınızdan... Arkadaşımız sayın milletvekili tavzih etti.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Sayın Başkan, böyle tavzih mi olur?!

BAŞKAN – Anlamadım efendim.

T. RIZA GÜNERİ (Konya) – Özrü kabahatinden büyük.

BAŞKAN – Ne dedi efendim?

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Hakaret ediyor resmen.

BAŞKAN – Efendim, ne dedi?

ÖMER ÜSTÜNKOL (Zonguldak) – Refah Partili mi?!. Bunlara ne oluyor?!

T. RIZA GÜNERİ (Konya) – Özür dilemesi lazım.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Kahraman, yerinizden; buyurun efendim. (DSP ve FP sıralarından gürültüler)

Grup Başkanvekili Sayın Kahraman'ı dinler misiniz efendim.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; zannediyorum, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al Bey, kendisi kürsüden heyecansızlık tavsiye ederken, büyük bir heyecan içinde oldu.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Ayıp, ayıp!

BAŞKAN – Bir dakika Sayın Güler; Sayın Kahraman konuşuyor.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Ben, bu heyecanını, bir ıstırabının varlığına veriyorum. Bir İstanbul Milletvekili olasınız ve İstanbul'daki akciğer katliamına sessiz kalasınız... Hayır; kalamazsınız. O üzüntü kendisini tersine bir noktaya itekledi ve burada, talihsiz bir şekilde, çok yanlışlık yaptı. Bu yanlışlığın giderilmesi noktasındaki beyanı ise, tekrar ısrar etme oldu. Zira, benim de içinde bulunduğum 54 üncü hükümetin hiçbir şekilde iradesini ifade etmeyen bir yazıyı, o döneme tekrar bir daha ihale etmiş oldu ve ısrar etti.

Burada belge gösterirken, milletvekilleri olarak, biz, eğer gerçeği ifade etmezsek, o takdirde, toplumda, Yasama Meclisinin birer üyesi olarak, kimden, daha, belgelere, yasalara, kanunlara uygunluk bekleyebiliriz. Zaten, o yüzdendir ki, şurada, parmak işaretini vererek, parmak iziyle oy kullanmak gibi bir eksiklik, maalesef, Meclise yüklendi.

Burada, herkes, bürokrasinin nasıl işlediğini bilir. Bendeniz de, o dönemdeki bakanlığım sırasında, hukuk müşavirlerimizin yazılarını gönderirlerdi, devletteki devamlılıkla, bu yazılar süre gelir ve devam ederdi. Sayın Erbakan ile aynı ismi paylaşıyor diye, bir Başbakana, burada, kalkıp da, bulunmayan bir insana, bütün milletin gözü önünde, tutup, bir yanlışlık izafe etmek, ikilem içinde olduğunu ifade etmek, elbette ki, olmaması gereken çok büyük bir yanlışlıktır, hakarettir ve bu hakaretin, İçtüzüğe göre gereğini yapmak da Sayın Başkanlığınıza aittir.

Bir hususu daha eklemek istiyorum. Sayın Erbakan'ın Başkanlığındaki, Doğru Yol Partisiyle yapılan Refah Partisi koalisyonunda Bayındırlık Bakanı Sayın Cevat Ayhan'dı; şu anda, Mecliste, bendeniz gibi, Fazilet Partisinin milletvekili olarak bulunuyor. Kendisi, bizzat, böyle bir ruhsatı iptal eden kişidir; yani, bakanların ve hükümetin tutumu, her iki partinin tutumu, koalisyon ortaklarının tutumu, icraatlarında bellidir.

Yine, kalkıp "efendim, burada bir yanlışlık var; ama, siz bu yanlışlığa iştirak etmiştiniz" diyerek, kendisini aklamak gibi bir sıkıntıya düşmenin izahı ve ifadesi, burada, kalkıp, yanlış beyanda bulunmak olmamalıdır. Buradaki hatayı, hakareti, Başkanlığın, İçtüzüğe göre geri aldırması gerekir, bu yanlışı gidermesi gerekir. "Necmettin" ismini görüp, soyadına "Erbakan" eklemiştir "Başbakan" demiştir ve yanlışı burada ifade etmiştir, sahtekârlık yapmıştır; giderilmesi lazımdır; kalkıp, tekrar buna devam etmek, yanlıştır.

Teşekkür ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)

AYDIN TÜMEN (Ankara) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Yerinizden efendim... Mikrofonu açın efendim...

AYDIN TÜMEN (Ankara) – Sayın Başkanım, az önce, arkadaşımız belgeyi ortaya sunduğunda, aslında, belki ismini açıklaması ve okuması gerekirdi diye düşünüyorum; ama, orada bir acelecilik yaparak, o dönemin Sayın Başbakanının ismini zikretmiştir.

Yalnız, şunu hatırlatmak istiyorum: Değerli arkadaşımız, az önce, durumu tashih etmiştir.

MEHMET ÖZYOL (Adıyaman) – Tekrar etti...

AYDIN TÜMEN (Ankara) – Doğru olarak da etmiştir.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Etmedi... Etmedi...

AYDIN TÜMEN (Ankara) – Anayasanın 112 nci maddesi gereğince; bakın, ikinci paragrafını okuyorum: "Görev ve siyasî sorumluluk; her bakan, Başbakana karşı sorumlu olup ayrıca kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden de sorumludur." (DSP sıralarından alkışlar) Eğer, bu belge, Başbakan adına yazıldıysa, bundan Başbakan da sorumludur, bakanlar da sorumludur. Hiç kimse, bu belgenin altından kaçamaz, kaçınamaz; bunu bilmenizi istiyorum. (FP sıralarından gürültüler)

Sağ olun Sayın Başkanım.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – O konu, ayrı bir konudur.

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Necmettin Bilen'i "Necmettin Erbakan" diye okumak ayrı bir konu...

BAŞKAN – Efendim, mesele kapanmıştır.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Hayır efendim...

BAŞKAN – Peki ne yapacağız efendim?! Çıktı, sayın üye "ben yanlış yaptım" dedi..

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Kahraman, ben biliyorum efendim; müsaade buyurun lafımı bitireyim.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Demedi...

BAŞKAN – Sayın Erol Al, çıktı dedi ki "ben biraz evvel okuduğum belgede, o günkü Sayın Başbakanın adını, hukuk müşavirinin adına kullandım." Yanlış yaptığını ifade etti; etmedi mi efendim?!

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Yanlışı kabul etti diyelim.

BAŞKAN – Etti efendim, kabul etti...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Bunu fazla uzatmaya gerek görmüyoruz; fakat, zannediyorum ki... (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Efendim, müsaade edin hatibi dinleyelim; nasıl anlayacağız Sayın Kahraman'ı?.. (DSP sıralarından gürültüler) İstirham ederim beyler... Rica ederim...Rica ederim_ (Gürültüler)

Efendim, karşılıklı konuşmayla anlaşacağız, uzlaşmayla anlaşacağız_

A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Ne yapalım efendim_

A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Ama, affedersiniz Sayın Bakanım, arkadaşımız böyle okumadı mı yani?!.

A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Gereği yapılır efendim.

BAŞKAN – Şimdi, ben, böyle söylersem "taraf tuttu" diyeceksiniz. İstirham ederim_ Yani, burada bir yanlışlık var, tavzih ediyoruz. Efendim, kavgayla olmaz ki bu iş!

A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Sayın Başkanım, "bitti, anlaşıldı" dediniz; ama, uzattıkça uzatıyorsunuz ve olay uzuyor.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Özür dilesin.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan_

BAŞKAN – Sayın Kahraman, anlaşıldı; müsaade ederseniz, gereği yapılacak. Zabıtlardan da çıkacak efendim.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, durum ortada ve bütün Genel Kurul, bu yanlışlığı görmüş oldu. Zannediyorum, arkadaşımızın yanlışlığı, demin ifade ettiğim gibi, sıkıntısından kaynaklanıyor; ama, kendisine tavsiyem, o heyecanını yenmesidir, yanlışı ika eylememesidir.

BAŞKAN – Efendim, çok teşekkür ederim.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Bu hadiseyi biz, sadece, bugün...

BAŞKAN – Sayın Kahraman, çok teşekkür ederim, mesele anlaşılmıştır.

EROL AL (İstanbul) – Sayın Başkan_

BAŞKAN – Ne oldu efendim, siz, niye geldiniz?

EROL AL (İstanbul) – Fazilet Partisi Grup Başkanvekilinin "sahtekâr" ifadesini, aynen kendisine iade ediyorum.

BAŞKAN – Efendim, bu işi uzatırsak, olmaz ki!

EROL AL (İstanbul) – Hakaret eden o, ben değilim ki_

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan_

EROL AL (İstanbul) – Efendim, Sayın Başkanvekili açıkça hakaret ediyor.

BAŞKAN – Efendim, müsaade eder misiniz_ Mesele anlaşıldı efendim.

Şimdi, söz sırası, ikinci sıradaki_

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Arkadaşımızın yaptığı hareket -ben, bir hukukçu olarak söylüyorum- evrakta sahtekârlıktır. Bu fiili ika eylemiştir, zabıtlara geçilmesi de normaldir.

BAŞKAN – Efendim, her şey zabıtlara geçti; televizyonlarda, Türk Milletinin önünde cereyan etti.

Şimdi, söz sırası, ikinci sıradaki, Erzurum Milletvekili Sayın Polat'ta.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Göksu'ya devrediyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Göksu. (FP sıralarından alkışlar)

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bir haftadan beri uzayan bütçe görüşmelerinin ardından, Koç'un üniversitesine orman alanının tahsisiyle ilgili kanun tasarısını görüşüyoruz. Meclise geldiğim günden bu yana, belki de en tartışmalı olan bir tasarıya şahit oldum. Ta 294 üncü sırada olan bir tasarıyı, alelacele, bu sıkışık vakitte Meclisin gündemine getirip de bu Yüce Meclisin gündemini günlerce işgal etmek, bana göre doğru bir yaklaşım değildir.

Değerli arkadaşlar, millet, bu Yüce Meclisten hizmet bekliyor. Acaba, çıkaracağımız bu kanun, milletin hangi derdine deva olacak? İçi boşaltılan bankaların, parayı kaçıranların dönmesine vesile mi olacak? Bugün, seçim bölgemden, 400 öğretmen, imzalayarak bana faks çekmiş; "biz, sizi seçtik, gönderdik, bize sahip çıkın, yüzde 15 artışla biz açız, sefiliz, perişanız" diye isyan ediyorlar. Yoksa, onların isyanlarını durdurmasına vesile mi olacak?.. Ben, buradan, o arkadaşlara sesleniyorum "öğretmen arkadaşlar, Koç Üniversitesine arazi tahsisi kanunu çıkarmaktan sizlere fırsat bulamıyoruz, kusura bakmayın" diyorum.

Değerli arkadaşlar, demin, burada, DSP'li bir arkadaşımız, Necmettin Bilen ismini "Necmettin Erbakan" olarak okudu, hatta, arkadaşlara sordum, bir de "Prof. Dr. Necmettin Erbakan" olarak okumuş.

BAŞKAN – Efendim, Sayın Göksu, o meseleyi kapattık; tavzih ettik... İstirham ederim... Yeniden bir tartışmaya mahal vermeyin; rica ederim.

MAHMUT GÖKSU (Devamla) – Hayır, buradan bir yere gelmek istiyorum.

Sayın Ecevit'in toplumda bir imajı vardı "halkçı Ecevit" diye. (DSP sıralarından "Doğru" sesleri) İşçiden, emekçiden yana olan Ecevit, şimdi, sermayeden ve zenginden yana olan Ecevit olduğunu böylece ispat etmiş oldu! (FP sıralarından alkışlar, DSP sıralarından gürültüler)

AYDIN TÜMEN (Ankara) – Sayın Başkan, lütfen, konuya gelsin!

BAŞKAN – Efendim, niçin yeni bir sataşmaya mahal veriyorsunuz. Sayın Ecevit, halkçılığını inkâr mı etmiş ki!.. Allah Allah!.. (DSP sıralarından alkışlar)

MAHMUT GÖKSU (Devamla) – Değerli arkadaşlar...

BAŞKAN – Amma iş yahu!.. Ne alakası var şimdi Sayın Ecevit'in burada?!

MAHMUT GÖKSU (Devamla) – Ayrıca, o hükümetin Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Cevat Ayhan Beyin, verilen imar iznini iptal ettiğini herkes biliyor. Yani, burada, bütün olay, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin, o gün bu işe karşı çıkması dolayısıyla uzayan bir hukuk sürecinin başlamasıdır. Onun için, burada bir hukuk mücadelesi vardır. Geçen günkü konuşmamda da söyledim, bizim, sermayeye veya bir şahsa düşmanlığımız yoktur; memleket hayrına kim bir taş koyarsa, ona şükran ve minnetlerimizi her zaman arz ederiz; ama, değerli arkadaşlar, burada, milletin hakkını, hukukunu korumak için bulunan bizler, tutar da, günlerce, Meclisin yüce gündemini, sadece birkaç zenginin vakfına arazi tahsisi için ayırırsak, elbette, millet, sukutu hayale uğrar.

Bakın, iktidar partisi olan milletvekili bazı arkadaşlarla da görüşmüyor değiliz, görüşüyoruz; onlar da "biz de bu işe razı değiliz; ama, olan olmuş bir sefer" diyorlar.

Değerli arkadaşlar "olan olmuş" yok, vicdan süzgecimizden bir kez daha geçireceğiz. İşte, DYP'nin grup başkanvekili söyledi, ortada bir yanlışlık varsa, bu yanlışlığı sizin onaylamanız gerekir mi; elbette gerekmez. Ortada bir gayrimeşru çocuk var; şimdi, biz, bunu nüfusa kaydettirmeye çalışıyoruz.

Benim anlayamadığım diğer bir husus, MHP'li bazı arkadaşlar geçende sorular sordular, dediler ki: "Bu tahsisi yapan kim?" Sayın Bakan cevap verdi: "Tahsisi yapan, şimdiki Cumhurbaşkanımız, o günkü Başbakan Süleyman Demirel." Biliyorsunuz, bazı devlet büyüklerimizin yaptığı şeylerin hikmetinden sual olunmaz; o "ben verdim, oldu" der, biter. Ama, ne var ki, değerli arkadaşlar, o gün, Doğru Yol Partisinin Orman Bakanı Hasan Ekinci bu tahsisi yapıyor; yani, orucu onlar bozuyor, kefaretini siz tutuyorsunuz. Onun için diyoruz ki, bunun siyasî faturasını siz üzerinize almayınız; eğer orucu onlar bozmuşsa, onlar da bu yanlıştan tövbe ettiler; ramazan günü tövbeler de kabul olur inşallah.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT GÖKSU (Devamla) – Böylece, hep beraber...

BAŞKAN – Efendim, teşekkür ederim...

MAHMUT GÖKSU (Devamla) – Hep beraber...

BAŞKAN – Sayın Göksu, buyurun, tamam, süreniz bitti efendim.

MAHMUT GÖKSU (Devamla) – Bir saniye...

BAŞKAN – Ortamı daha fazla elektriklendirmeyelim.

MAHMUT GÖKSU (Devama) – Bir cümle...

BAŞKAN – Tamam efendim, söyleyin... Teşekkür edin, inin.

İstirham ederim, lütfen efendim... Rica ederim...

MAHMUT GÖKSU (Devamla) – Teşekkür ederim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Madde üzerindeki görüşmeler bitmiştir.

Madde üzerinde verilmiş 4 adet önerge vardır; önergeleri geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılıklarına göre işlem yapacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı yasa tasarısının 3 üncü maddesinin "Bu Kanun yayımı tarihinden itibaren 4 yıl sonra yürürlüğe girer" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş Bekir Sobacı Mahmut Göksu

Van Tokat Adıyaman

Fahrettin Kukaracı Cevat Ayhan Tevhit Karakaya

Erzurum Sakarya Erzincan

Osman Pepe Mahfuz Güler Mustafa Geçer

Kocaeli Bingöl Hatay

BAŞKAN – Müteakip önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı yasa tasarısının 3 üncü maddesinin "Bu Kanun yayımı tarihinden itibaren 5 yıl sonra yürürlüğe girer."

Fethullah Erbaş Bekir Sobacı Mahmut Göksu

Van Tokat Adıyaman

Fahrettin Kukaracı Akif Gülle Temel Karamollaoğlu

Erzurum Amasya Sıvas

Mehmet Elkatmış

Nevşehir

BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı yasa tasarısının 3 üncü maddesinin "Bu Kanun yayımı tarihinden itibaren 10 yıl sonra yürürlüğe girer" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş Nurettin Aktaş Mehmet Bekâroğu

Van Gaziantep Rize

Faruk Çelik Bekir Sobacı Mehmet Ergün Dağcıoğlu

Bursa Tokat Tokat

Fahrettin Kukaracı Mehmet Zeki Çelik Osman Aslan

Erzurum Ankara Diyarbakır

Ahmet Aydın

Siirt

BAŞKAN – Okutacağım son önerge, en aykırı önergedir; okutup, işleme tabi tutacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı yasa tasarısının 3 üncü maddesinin "Bu Kanun yayımı tarihinden itibaren 100 yıl sonra yürürlüğe girer" olarak değiştirilmesini arz ederim.

Fethullah Erbaş Mahmut Göksu Bekir Sobacı

Van Adıyaman Tokat

Mahfuz Güler Ahmet Sünnetçioğlu Mustafa Geçer

Bingöl Bursa Hatay

BAŞKAN – Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) – Sayın Başkan, çoğunluğumuz olmadığından takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Önerge sahibi?..

FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Sayın Sobacı konuşacak Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Sobacı.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; yürürlük maddesi üzerinde önergemiz sebebiyle söz almış bulunuyorum.

Bu yürürlük, aslında, Türkiye'de cumhuriyetle yaşıt bazı holdinglerimizin bazı şeyleri nasıl yürürlükte tuttuğunu da -bir sürecin devamı olarak- ifade ediyor. Bu ülkede, cumhuriyetin kuruluşundan bu tarafa, yerli sanayi gelişsin diye, teknoloji gelişsin diye, koruma duvarlarının arkasında, senelerdir, bu milletin fedakârlıklarıyla büyüyen holdinglerimizin, böyle bir taleple toplum huzuruna çıkmamasını temenni ederdim.

Değerli arkadaşlar, işte bu manada, 100 yıl sonra yürürlüğe girmesi için, bu önergeye, ben, şu nedenle imza attım: Geçmişte insanlık camiasında çok büyük savaşlar yaşandı, çok büyük katliamlar oldu; bu katliamların ve cihan harplerinin anısına soykırım müzeleri kuruldu. İşte, bu önergeye, bu kanunun yayımlandıktan 100 yıl sonra yürürlüğe girmesi, bizden sonra gelecek kuşaklarımızın ve nesillerimizin, bu kanuna evet diyecek buradaki arkadaşlarımızın, gelecek nesillere, 100 sene durarak uygulaması ve yürütmesi, 100 sene gecikmeyle bir anıt mezar gibi, bir soykırım müzesi gibi, bir çevre soykırımının ve hukuk soykırımının abidesi olarak, umarım, şehirlerimizin meydanlarına anıt olarak dikilir de, nasıl bir hukuk yanlışlığı yapıldığını ve de yaptığımızı bizden sonraki çocuklarımız, torunlarımız görür ve aynı yanlışa düşmezler düşüncesiyle imza attım. Önergeye, olayı hafife almak gibi bir düşünceyle imza koymadım. (FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bu yürürlük maddesiyle, aslında, Türkiye'de ve dünyada güçlü olanın hâkimiyetini ve egemenliğini yasaklayan uluslararası camianın kabul ettiği değerleri, hukuk değerlerini de biz imhal etmiş oluyoruz ve Kutsal Kitabımızdan, size, bir ayeti kerime meali okuyacağım: "Onlar, güç sahibi ve iktidar sahibi oldukları zaman, ekinleri, çevreyi ve ekonomiyi ve nesilleri mahvederler" diyor tefsirler. İşte, hukukun üstünlüğünün ana amaçlarından biri, hukukun üstünlüğünü savunmanın ana düşünce temellerinden biri -ister siyasî olsun, ister ekonomik olsun- gücü ve iktidarı elinde tutanların, topluma ve insanlık camiasına zarar vermelerinin önlenmesinin sağlanmasıdır; hukukun üstünlüğünden bunu anlamak lazım.

BAŞKAN – Sayın Sobacı, toparlayın efendim.

BEKİR SOBACI (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.

Eğer, ekonomiyi ele geçirenler, gücü eline geçirenler, Saddam gibi ya da diğer diktatörler gibi insanlık camiasını kana bulamaya kalktıklarında, nasıl ki insanlık camiası uluslararası güç oluşturuyorsa ve onun önüne geçmek istiyorsa, bizler de, Türkiye'de, hissiyatımızı ve duygularımızı bir tarafa atarak, siyasî hesaplarımızı bir tarafa atarak ekonomik gücü elinde tutanların her istediğini koparması gibi bir kolaylığı bu ülkede bulamamaları gerektiğini ispat etmemiz lazım; Parlamento olarak da bizim üzerimize düşen budur diyorum ve bu düşüncelerle, ben bu kanun tasarısının geri çevrileceğini yeniden bekliyorum ümitle.

Hepinize saygılar sunar, teşekkür ederim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sobacı.

Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

İkinci aykırı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı yasa tasarısının 3 üncü maddesinin "Bu Kanun yayımı tarihinden itibaren on yıl sonra yürürlüğe girer" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş

(Van)

ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükümet?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükümet de katılmıyor.

Sayın Erbaş, buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önergemizdeki maksadımız şu: Elbette ki, vakıf üniversiteleri kurulacak. Ben, şahsım olarak, Türkiye'nin geleceğinin vakıf üniversitelerinde olacağını görüyorum, öyle kabul ediyorum; inşallah, bu, daha da çok gelişecektir. Ancak, tabiî, dikkat ederseniz, Türkiye'nin millî gelirine baktığımız zaman, Türkiye'de kişi başına düşen millî gelire baktığımız zaman, ortalama 3 000 dolar deniliyor. Bizim, kişi başına düşen gelir olan bu 3 000 dolarla, çocuklarımızı, yıllığı 10 000 dolar olan bir okulda okutmamız mümkün değildir. Bazı zenginler okuyacak, bazı fakirler okuyamayacak, hasetlik olacak. Biz diyoruz ki, Türkiye'nin, on yıl sonra, gayri safî millî hasılâsı, fert başına düşen geliri, inşallah, 10 000 dolara ulaşır; öyle tahmin ediyorum, inşallah ulaşacaktır, belki daha fazlaya ulaşacaktır; bu takdirde, bizim ülkemizdeki insanlarımız ancak on yıl sonra bu üniversiteye girme şansına sahip olacak. Elbette ki, bu kanun çıkacak; ama, on yıl sonra yürürlüğe girdiği takdirde, Koç Üniversitesinin sınıfları dolacaktır. Niye; çünkü, herkes 10 000 doları verme seviyesine çıkacak. Biz, bu ümitle bu önergeyi verdik.

İkinci bir istirhamımız daha var; elbette ki, Koç Üniversitesi, beş yıl süreyle, bu kesmiş olduğu ormanların iki katı bir kısmı ağaçlandıracak; ama, bu ağaçlar hemen diktiğin gün çıkmıyor. Bu ağaçlar yüz yılda da çıkabiliyor; ama, asgarisi elli yılda ancak yetişip bu seviyeye gelebiliyor; fakat, biz diyoruz ki, en az kendini bulabilmesi, yangınlara karşı, dış çevreye karşı, kurumamaya karşı, en az bir on yıl içerisinde bu ormanlar yetişecek.

Şimdi, İstanbul'da, fert başına düşen yeşil alan 3 metrekare. İstanbul'daki konut adedinin 2 milyon olduğunu düşündüğümüz zaman, her bir konuttan 1 metrekarelik orman alanı Koç Üniversitesine tahsis edilmiş oldu. Şimdi, bu insanların hakkını da yememek lazım. Koç Vakfının, o iki misli yapacağı orman alanının bir an evvel devreye girmesi, İstanbul halkının yeşil alanının belki 3 metrekareden 4 metrekareye kadar çıkması ümidiyle, biz, yine, bunun on sene daha ertelenmesini istiyoruz; bu da ikinci gerekçemiz.

Üçüncü bir gerekçe daha söyleyeyim size: Değerli arkadaşlar, sabahtan beri, bu üniversitenin çıkması için uğraşılıyor; elbette ki, çıkacak, elbette ki, başından beri diyoruz, üniversitelerin fizikî şartalarının çok güzel olmasını istiyoruz. Hatta, bir öğrenciye sarf edilecek miktarın 10 000 doların üzerinde olacağını da biliyorum; çünkü, Koç Üniversitesi kurulduğu günden bugüne kadar... Şu anda, neyse, bir kibrit fabrikasında öğrenim veriyor; ama, yarın, bu sosyal tesislerine geçtiği zaman, elbette ki, öğrencilere çok büyük masraflar yapılacak; elbette ki, 10 000 doların üzerinde alınan bir parayla ancak masrafını kurtaracak. Biz, bunun 10 000 dolar olması için bir şey demiyoruz; ama, insanların burada okuması için, elbette, on sene sonra ancak 10 000 dolara ulaşabiliriz; o düşünceyle önergemizi verdik.

Bu konularda, hukukun üstünlüğü konusunda da birtakım sıkıntılar olduğu ortada. Meclisimiz, üç dört gündür aynı konuları tekrar tekrar getiriyor. Birbimizin kalbini kıracak şekilde de sözler sarf ediliyor, bu da bizi üzüyor. Ne siz üzülün ne arkadaşlarımız üzülsün, on yıl sonra nasıl olsa devreye girer, sonra, tekrar... Koç da rahat, siz de rahat...

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Sayın Başkan, soru sorma hakkımız görünüyor mu efendim?

BAŞKAN – Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir efendim.

Üçüncü önergeyi okutuyorum...

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Soru, sonra mı efendim? Soru sorma hakkımız sonra mı? Soru sorma hakkımız oylamadan önce mi?

BAŞKAN – Geçti efendim... Önergeye geçtik.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Ama, ben, hep mikrofonumun ışığını yakıyorum, ışığı görmüyorsunuz Sayın Başkan... Yani, sabahtan beri yakıyorum...

BAŞKAN – Geçti efendim.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Peki, bir dahaki sefere, tamam...

BAŞKAN – Buyurun efendim, okuyun.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı yasa tasarısının 3 üncü maddesinin "Bu Kanun yayımı tarihinden itibaren 5 yıl sonra yürürlüğe girer."

Fethullah Erbaş

(Van)

ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükümet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Erbaş, gerekçesini mi okutalım?

FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Gerekçe okunsun.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Ben konuşacağım.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Sayın Baş konuşacak.

BAŞKAN – Yok "gerekçe okunsun" dediniz! Lütfen...

Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Vakıfların orman arazisi tahsis edilmesi halinde, bu Kanunun 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında "5 yıl içinde bu yerin 2 mislini ağaçlandırır" denildiğine göre, bu vecibesini yerine getirmeyen vakıflara tahsis edilmemesi lazımdır.

BAŞKAN – Efendim, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir efendim.

Son önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı yasa tasarısının 3 üncü maddesinin “Bu Kanun yayımı tarihinden itibaren 4 yıl sonra yürürlüğe girer” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş

(Van)

ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükümet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Baş, buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Efendim, önergede imzanız yokmuş.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Var efendim.

BAŞKAN – Yokmuş efendim; buyurun...

Gerekçeyi okutayım...

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sonradan bir dilekçeyle hepsine katıldım.

BAŞKAN – Yok efendim.

Kaideyi bozmayayım, gerekçeyi okutayım ben.

4 üncü maddede konuşursunuz efendim... Daha madde çok, vaktimiz de çok. Buyurun efendim.

Teşekkür ederim.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Sayın Başkan, bizim soru hakkımız oylamadan önce olacak mı?

BAŞKAN – Tabiî efendim. Kavga çıkınca şaşırdık da, onun için görmemişiz.

Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe : Bu kanun, yasalara aykırı ve zorlamalı Koç Üniversitesinin meşrulaştırılmasına yönelik olduğu için, 4 yıl sonra yürürlüğe girmesini arzu etmekteyiz.

BAŞKAN – Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 3 üncü madde kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Soru soracaktık efendim.

BAŞKAN – Efendim, önergelere geçtik, ondan sonra ikaz ettiler... Deminki hadiselerin içinde onu göremedik, 4 üncü soruda diye ifade ettim, zatı âliniz duymadınız efendim.

AYŞE NAZLI ILACAK (İstanbul) – Şimdi istedim, ışık görünüyor mu?

BAŞKAN – Şimdi görünüyor efendim. Demin o kalabalıkta, kavgada, gözükmüyordu, affedersiniz.

4 üncü madde üzerinde, 1 inci soru hakkı Sayın Pamukçu’nun; doğru mu efendim?

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Evet efendim.

BAŞKAN – Tamam; şimdiden söyleyeyim de yine itiraz olmasın.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4. – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkan, 69'la ilgili talebimiz var ayrıca.

BAŞKAN – Evvela, size cevap vereyim : İki sebepten dolayı size söz vermeyeceğim. Bir; yeni oturuma başladık. Malum, deminki hadise...

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Tavzih var, sataşma değil.

BAŞKAN – Yok, ondan dolayı da değil. Zabıt, şimdi geldi. Bakın, onu da okuyayım... Hiç, sâkin sâkin... Ne demiş efendim Sayın Al: "Sayın Pamukçu bir sual arz ettiler, 'siz neyin hükümetisiniz" diye; bu hükümet, cumhuriyet hükümeti dedim." Nerede sataşma?!. Tamam efendim, lütfen.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Tavzih var, sataşma değil.

BAŞKAN – Her ismi zikredilen buraya çıkarsa, olur mu böyle bir kaide Sayın Pamukçu?! İstirham ederim...

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – "Cumhuriyet hükümeti değil" anlamında bir şey söylemedim.

BAŞKAN – Efendim, Örsa şirketinde koordinatörlük yapmışsınız. Böyle bir koordinasyon olur mu?.. Bırakın da biz Meclisi koordine edelim. (Gülüşmeler)

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkan, sataşma için değil, tavzih için söz istedim.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın İsmail Kahraman...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Cevat Ayhan konuşacaklar.

BAŞKAN – Sakarya Milletvekili, Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA GÜL (Elazığ) – Sayın Başkan, sinirlenme!

FP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; Sayın Başkandan biz memnunuz; gayet güzel idare ediyor oturumları; onu ifade edeyim. Kendisine teşekkür ederiz.

294 sıra sayılı YÖK Kanununda değişiklik yapan bir tasarının 4 üncü maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. "Bu kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür" diyor. Evet, Bakanlar Kurulu yürütür; ama, bu kanun hükümlerini -inşallah kanun çıkmaz da- yürütürken de dikkat etmek gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, bu arsa, 1992'de, Bakanlar Kurulu kararıyla 49 yıllığına Koç Vakfına tahsis edilmiş. 1995'te de, Orman Bakanlığının üç yazısıyla kesin izin ve tahsis işlemi yapılmış. 9 Nisan 1996'da da, Bayındırlık Bakanlığı, resen onaylayarak, 1/50 000 ölçekli İstanbul Metropoliten Alan Alt Bölge Nazım İmar Planının tadilatını tasdik etmiş. Bunun üzerine, Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliğinin Orman Mühendisleri Odası Genel Başkanı Sayın Salih Sönmezışık, bu işlemlerle ilgili olarak iptal davası açmış, yürütmenin durdurulması davası açmış ve bu işlemler devam ederken, bendeniz de Bayındırlık ve İskân Bakanı olduğum dönemde, tabiî, o güzelim ormanların kesildiğini -orada bir şantiye barakası vardı o zaman- gittim, yerinde gördüm. Tasvip etmedim; ama, hemen de resen iptal etmedim; çünkü, idarenin devamlılığı var. Benden önceki bir bakan onaylamış; benim hemen bozmam uygun olmaz diye hukukî neticeleri bekledim; Danıştaydan bu tahsisin aleyhine bir karar gelince, ben de o zaman resen iptal ettim.

Şimdi, tabiî, idarede devamlılık var. Başbakanlığın burada yazısı var; doğrudur. Tabiî, daha önce, idare tahsis etmiş, bakanlıklar onaylamış, tahsis etmiş. Buna da savunma istiyor. Biz, o zaman, Bayındırlık Bakanlığı olarak, bu tahsise katılmadığım için; savunma vermedik. Neticede, idarenin savunması gitmeyince, tabiî, Başbakanlık muhatap olduğu için Başbakanlık bir savunma yapmış, hukuk müşaviri de bildirmiş; ama, takdir edersiniz, idarede çalışan arkadaşlar bilirler; binlerce evrak gelir gider; yani, bir Başbakanın, bir bakanın evrakları görmesi de mümkün değil. Nitekim, bu savunma da, zaten, esas itibariyle, hukukî teknik bir yazıdır. Epey münakaşa olduğu için söylüyorum. Tabiî, arkadaşımız bu ismi düzgün söyleseydi, birbirimizi meşgul eden bu tartışmalar da olmazdı.

Şimdi, tabiî, işin esasına gelirsek; bu meselenin tartışıldığı günlerde, Koç topluluğundan üniversitenin yetkilisi, yine, Koç topluluğundan ileri gelen bir arkadaşımızla beraber -bendenizle de tanıştığı için geçmişte- bu mesele için geldi. Benim kendilerine ifadem şu oldu; dedim ki: "Bakın, Koç topluluğu, cumhuriyetle yaşıt bir topluluktur. Ankara'nın Karaoğlan Caddesindeki bakkal merhum Vehbi Koç, cumhuriyetin bütün imkânlarını kullanıp, himayesiyle, inşaat işlerini vererek, ticari işlerde, satın almalarda önplana çıkarak -o zaman o eğilim vardı, uzun zaman Türkiye'de, sebepleri de vardı onun geçmişten gelen- Koç topluluğu, bu şekilde, ticarette, sanayide gelişmiş bir topluluk; ama, cumhuriyetle özdeş bir topluluktur şey itibariyle... Orman Mühendisleri Odası karşı, üniversite hocaları karşı, çevreciler karşı; bütün Türkiye buna karşı. Sizden, benim, samimiyetle şeyim şudur: Bu işi, zorlamayın. Bakın, İstanbul Büyükşehir Belediyesi -ben de görüştüm bununla ilgili- size, nerede isterseniz uygun kamu arazisi, bakın, orman olmayan bir bölgede, beğenin bir yeri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi de imar tadilatını buna göre yapacak; ama, bu fırça gibi fevkalade gür ormanları -nitekim fotoğraflarda da görünüyor- kesip, bu ağaçları, buralarda katletmeyelim. Bu, Koç topluluğunun ismi için de güzel olmaz; bu ismi zedelersiniz" dedim; aynen, bunu da kendilerine ifade ettim; ama, sonradan, tabiî, bizden sonra gelen hükümet, bunu derhal tekrar, resen onadı ve işte bu noktaya kadar geldi.

Değerli arkadaşlar, tabiî, büyük sermayenin büyük gücü var. Büyük sermaye... Şimdi, arkadaşlarımız, burada, geldiler, Sarıyer Belediyesi niye bunu verdi?.. Küçük bir ilçe belediyesi... Bütün partilerin belediye meclis üyeleri, ittifakla bunu vermişler. Sonradan yanlış yaptıklarını da anladılar; onlar da döndüler, şey yaptılar ve idareden de birtakım işlemler geçmiş... Yani, bizim kamu yönetimimiz, maalesef, bu tip meselelere çok müsaittir.

Bakın, bankalara el konuldu. Bankaların yönetim kurulu üyelerine yurt dışına çıkış yasağı getirildi. Bir bankanın yönetim kurulu üyesi, geçmişte çok anlı şanlı bir bürokrat "ben, ne hata yaptım? Niye böyle oldu? Pişman oldum" dedi ve asıl söylediği şudur onu söylemek için söylüyorum; yani, o zat için söylemiyorum da, geneli üzerinde düşünmemiz lazım. "Ben onbeş ay evvel bu bankanın patronuyla tanıştım. Bir arkadaşım dedi ki; sen aktif bir insansın, gel bir banka yönetim kuruluna gir." Bankacı mı bu zat; bankacılığa en uzak bir meslek sahibi bir eski bürokrat, idareci. "... ve o zatla beni bir yemekte buluşturdu.." Basındaki haberler biliyorsunuz. "Bana dedi ki, bankanın patronu, ağabey sen başımızda bulun iyi olur." Tabiî, niye bu "başımızda bulun" diyor?.. Tabiî, holdinglerin, sermayenin -rengini ayırmadan söylüyorum- idarede birçok işleri var. Türkiye'de, maalesef, zenginlik üretimle de oluyor, çalışarak da oluyor; ama, birtakım devlet imkânlarını hudutsuz şekilde kullanarak da oluyor. Bunların da ne olduğunu biliyoruz. Onun için, özel sektörde bu gruplar getirirler koyarlar.

Geçmişte, 1970'li yıllarda, Allah rahmet eylesin, bir genelkurmay başkanı, bir bankanın yönetim kurulu üyesi olduğu zaman çok üzülmüştüm. Niye üzüldüm?.. Yani, bu makama gelen bir kişinin bu noktaya gelmemesi lazım. Çok uzmanlık konusu olur; ama, onun dışında olmaz. Bu gruplar bunları iyi kullanıyorlar. Geçen dönemlerde özelleştirmeyle ilgili bir kanun tasarısını konuşuyoruz. Bürokrasinin üst kademesinde, burada bulunan özelleştirme başkanı bakıyoruz kanun geçtikten iki ay sonra falan holdingde, özelleştirmeye müşteri olan holdingde koordinatör. Bunlar olur, bunları önleyemezsiniz, ben bunlara itiraz etmiyorum. Batı'da da var bu, Amerika'da da var, Avrupa'da da var. Yani, adam falan özel sektörde bir avukat, geliyor şu bakanlığın başına oturuyor veya falan bankanın yönetim kurulu üyesi geliyor Millî Savunma Bakanı oluyor; Mc Namara, faraza, falanca... Batı'da var; ama, Batı'da hukukdışı nüfuz kullanarak menfaat teminini de denetleyen çok güçlü parlamentolar var, komisyonlar var. Meydanı açmış, rekabete açmış; git çalış, nerede çalışırsan çalış. Yasaklar koymamış; ama, ahlakdışı, hukukdışı ve rekabet şartlarına aykırı birtakım kullanmalar, suiistimaller olduğu zaman derhal bunların üzerine gidiyor. Bizim zayıf noktamız bu noktadadır.

Bakın, bu holding, ismini yine hürmetle anıyorum tabiî, Koç topluluğunun hizmetleri var, ticareti var, sanayii var, oradan buradan; beğenirsiniz beğenmezsiniz; ama, bu işin içine girmiş ve bu işi, birkaç hükümet döneminde ısrarla devam ettiriyor ve bu işi de amme vicdanı tasvip etmiyor; yani, üniversite kuracaksa kursun, kimse üniversiteye karşı değil; ama, bu yapılan doğru değildir. Türkiye'nin yapısı budur. Tabiî, olsa bile, suimisal emsal olmaz; yani, ben bile yanlış yapsam, siz, onu tasvip etmeyeceksiniz; doğru neyse o istikamette yürümemiz lazım diyorum. Yani, bu kanunda ısrarın -bir güç kullanarak çıkarabilirsiniz; iktidar çoğunluğunuz vardır- doğru bir hareket olduğuna inanmıyorum; yani, bir daha, bir daha düşünmekte fayda var. Biz, bu yanlışta ısrar etmeyelim. Bu gruplar üniversite kuracaklarsa her yerde kurabilirler. Biz, bütün gruplar, kendilerine, her kademede yardımcı olmaya hazırız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayınız efendim.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Toparlıyorum.

Bu inatlaşmadan vazgeçmek lazım. Bütün Türkiye bizi seyrediyor burada.

Bakın, bütçe kanunu geçti, sabahlara kadar çalıştık, bugün de sabah 6'ya kadar çalıştı arkadaşlar; hemen ardından saat 11'de tekrar müzakerelere girildi; şimdi acele bu tasarıyı konuşuyoruz. Nedir bunun acelesi; bunu izah etmek mümkün değil; bu, hepimizi yaralar. Parlamentonun itibarı doğru iş yapmasıyladır; doğruluğun ölçüsü de vicdanımızı rahatsız etmeyen iş yapmaktır, amme vicdanını rahatsız etmeyen iş yapmaktır. Güçlü olmak yetmez; güçlü olursunuz; ama, yaptığınız iş haksızsa, siz, o gücün altında kalırsınız. Sizi kastetmiyorum tabiî, yapanı kastediyorum; her iş için kastediyorum.

Gelin, yol yakınken bu işten vazgeçelim diyorum.

Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Grupları adına başka söz isteyen?.. Yok.

Şahısları adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Baş; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Gül, neredesin?..

Buyurun Sayın Baş.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi, yeniden saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, neden, bu kadar mücadele ediyoruz; bir örnekleme daha yapmak istiyorum; yani, yasama Meclisi olarak, denetleme Meclisi olarak, bu yanlışlıkları bizim düzeltmemiz gerektiği, hep birlikte bu işi yapmamız gerektiği düşüncesiyle bu örneklemeyi yapmak istiyorum.

İstanbul, hepimizin gözbebeğidir ve İstanbul'daki yapılaşmanın sorunlarını da yıllardan beri hep birlikte biliyoruz. Konuştuğumuz konuya benzer bir başka örnek, Gök Kafes örneğidir. 1984 yılında, Turizm Bakanlığı, bölgeyi turizm alanı olarak ilan ediyor; fakat, herhangi bir plan yapmıyor. Plan olmayan bu bölgede, yaklaşık 130 metre yüksekliğinde, İstanbul'un -hepimizin bildiği- en önemli yerinde bir inşaat başlıyor. Bu inşaat devam ederken, sınırları içerisinde olduğu için, Beyoğlu Belediyesi, plansız olarak yapıldığı için, imarsız olarak yapıldığı için, buranın durdurulması ve yıkım kararını alıyor. Bu yıkım kararı, idarî mahkemede durduruluyor. Olay, Danıştaya geliyor. Danıştay, plansız ve imarsız olan bu binanın yıkılması gerektiğine karar veriyor; Beyoğlu Belediyesinin haklı olduğuna karar veriyor ve bu yazı, Danıştaydan postaya atılıyor, İstanbul'a doğru giderken, yazı yoldayken, İstanbul İl İdare Kurulu, Valiliği, bir karar alıyor ve Beyoğlu ile Şişli sınırını iki sokak arkaya çekiyor. Böylelikle, bu Gök Kafes'in yapıldığı, binanın yapıldığı yeri Beyoğlu Belediyesinin sınırlarından alıyor, Şişli Belediyesinin sınırlarına sokuyor.

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Yaparlar bunlar.

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Bu esnada da, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan, bütün zabıtasıyla, bu kaçak binayı yıkmak üzere buraya gidiyor. Vilayetten yardım istiyor; ama, gerekli yardım alınmıyor. Hafızalarınızı tazeleyecek olursanız, televizyonlarda, zabıta ile bu binada çalışanlar arasında kavgalar oluyor, silah çekmeler oluyor; yani, İstanbul'u korumak isteyen bir başkan ve Beyoğlu Belediyesi, bu plansız ve imarsız işle mücadele ederken, Danıştay da belediyeyi haklı görmüş iken, bu yazı Ankara'dan İstanbul'a doğru yola çıktığında, böyle bir kararla bu bölge alınıyor, Şişli Belediyesine bağlanıyor. Bunun hesabını kimse sormayacak mı?

Şimdi, şu anda, İstanbul Valiliğinin bu uygulaması, yeniden mahkeme konusu oluyor; Danıştaydadır ve bilirkişi 50 kişilik bir rapor hazırlıyor; bu raporda da Beyoğlu Belediyesinin gerekçelerini haklı buluyor. Önümüzdeki günlerde karar verilecek; ama, bu bina, mühürlüyken yapıldı ve bitirilme noktasına geldi.

Bunu niye söyledim? Yahu, bu ülkede hep zenginin gemisi mi yürüyecek?! (FP sıralarından alkışlar) Bunu, bunun için söylüyorum. Niye mücadele ediyoruz? Yahu, bu yanlışlıkları düzeltmek bu Parlamentonun görevi değil mi? Çıkardığı bu yasaları korumak bu Parlamentonun görevi değil mi, bizim görevimiz değil mi? Bir gün gelir, zabıtlardan bunları çıkarırlar; bir gün gelir, bu uygulamaları bizim yüzümüze çarpmazlar mı? Bir gün, İstanbul'da, bizim İstanbul milletvekilleri gezerken, bu yanlışları bize söylemezler mi? Demokratik Sol Partili milletvekili arkadaşlarımdan Yücel Erdener Hanımefendi -bilmiyorum, şu anda burada mı- seçim öncesi kampanyasında ve bu Koç'la ilgili orman talanında, sokaklarda hep önde yürümedi mi? Hep halkın ormanının hakkını savunmadı mı? Şimdi, neden, geldik gecenin bu saatlerinde mesai yapıyoruz ve ille bu kanun tasarısını çıkarmak istiyoruz ve yapılan bu hukuksuzluklara bir kılıf hazırlamaya çalışıyoruz?

BAŞKAN – Sayın Baş, toparlayın lütfen.

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Bizim meselemiz, Ahmet'le, Mehmet'le, Koç'la değildir; tekrar ediyorum, bizim meselemiz hukuksuzlukladır. Bu ülkede, hukuksuzluk yapanların yanına bu iş kâr kalmasın; eğer, kâr kalırsa, halkın, devlete olan itimadı sarsılır, devlet ile milletin kaynaşması ortadan kalkar; halk, artık, kendisinin, haklı da olsa, hakkını alamayacağı zannına kapılır. Halk, en son hakkının savunucusu olarak gördüğü Parlamentodan da...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Baş, artık eksüre vermeyeceğim; çok rica ediyorum...

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Sayın Başkan, bitiriyorum; bir cümle...

Halk, kendi hakkını savunmak için seçtiği milletvekilleri ve Parlamentodan da, kuvvetlilerin hakkını savunan bir yapı görürse ve umudunu keserse, ne olacak?

BAŞKAN – Siz evvela teşekkür edin; siz teşekkür ederseniz, millet de düşünecektir bunu.

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Hepimiz vebal altında kalırız. Gelin, yanlışı düzeltelim.

Saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

İkinci söz, Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu'nun.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Sayın Başkan, söz hakkımı, Mehmet Ali Şahin'e veriyorum.

BAŞKAN – İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; iki dönemdir Türkiye Büyük Millet Meclisinde görev yapıyorum. Zannediyorum, beşinci bütçe müzakerelerine tanık oluyorum, onun içerisindeyim. Bütçe müzakereleri esnasında, bütçe müzakerelerinin hemen akabinde, her akşam, gece yarılarına kadar kanun tasarı ve tekliflerinin konuşulması ve görüşülmesi tatbikatına bu yıl rastladım, bu yıl tanık oldum.

Efendim, böyle bir şey yapılamaz mı? Yani, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bütçe müzakerelerinin dışında kalan sürede kanun tasarı ve tekliflerini görüşemez mi? Görüşür tabiî; ama, görüşeceği kanun tasarı ve tekliflerinin hayatî nitelikte olması lazım; yani, 65 milyonu ilgilendiren, toplumu ilgilendiren, toplumun önündeki sorunları bir bir ortadan kaldırıcı nitelikte önemli yasa tasarı ve tekliflerinin görüşülüyor olması lazım.

Bakınız, YÖK Kanununun 2 ek maddesini değiştiren ve Kanuna 1 ek madde ilave eden bir tasarıyı görüşüyoruz. Halbuki, kamuoyu, bizden, YÖK Kanunu deyince, daha önemli değişiklikler yapılmasını bekliyor. Daha birkaç hafta önce, burada, YÖK ile ilgili verilmiş 7 tane soruşturma önergesini birlikte görüşüp, oybirliği halinde, şu Parlamentodaki tüm siyasî partilerin iştirakiyle bir araştırma komisyonu kurmadık mı; kurduk. Peki, niye kuruldu; çünkü, YÖK'ün şu andaki yönetim anlayışından, üniversitelerdeki sıkıntılardan hepimiz müştekiydik. Üniversite öğretim üyeleri istifa etmek zorunda kaldılar görevlerinden ve ilk defa, bu dönemde, şu YÖK döneminde, profesör rütbesini almış, makamına yükselmiş olan insanların bir tek kararla profesörlükleri ellerinden alındı. Tabiî ki, bütün bu sıkıntılar karşısında, biz arzu ederdik ki, bu hükümet, YÖK ile ilgili çok daha ciddî değişikliklerle Parlamentonun önüne gelsin.

Biraz önce görüşüldü, oylandı ve reddedildi. Daha doğrusu, Sayın Başkan gündeme almadı. YÖK Kanununun 6 ncı maddesinde değişiklik önerdik. Aslında, bu değişiklik önergesini hazırlayan bendim; arkadaşlarımla birlikte Başkanlığa takdim ettik. İki amacım vardı: Bir; belki, hükümet ve hükümet üyeleri bu konuda ikna olurlar; YÖK Kanununun 6 ncı maddesinde bir değişiklik yaparak... Sayın Başkan, Anayasayla ilgili değerlendirmesini, bana göre, hatalı yaptı; çünkü, Anayasanın 131 inci maddesinde, YÖK Başkanının Cumhurbaşkanı tarafından atanacağına dair bir hüküm yok; bu, kanunla gelmiştir; YÖK Kanununun 6 ncı maddesi... Bir tek değişiklik: Bakanlar Kurulu atasın veya o kabul edilmiyorsa Türkiye Büyük Millet Meclisi atasın. Nereden atayacak bunu; hiç şüphesiz ki, YÖK üyeleri arasından. Bu konuda değişiklik önergesi verdik, belki kabul edersiniz diye.

Sayın Köse, geçen gün, Uzlaşma Komisyonunda "bizim için, Milliyetçi Hareket Partisi olarak öncelikli konu YÖK'tür" dediler. Ben de, bu hassasiyetini aynen paylaştığımızı ifade ettim; ama, bu, sözle olmuyor Sayın Köse, icraat yapmak gerekiyor; yani, YÖK Kanunuyla ilgili bu tür değişiklikleri, bir çırpıda, bu Parlamentoda yapabilirdik.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Usule uymuyor.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Ama, işte, bu tür, birtakım üniversite vakıflarına arazi tahsis etme imkânı sağlayacak değişikliklerle geliyoruz. Halbuki, halkımız, bizden, bu konuda, YÖK Kanununda yapılacak ciddî değişiklikleri bekliyor; bunları keşke yapabilseydik; keşke, halkımızı, öğretim üyelerimizi... Bakın, şurada, elimde Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı, İstanbul Üniversitesinin gerçekten sevilen profesörlerinden Sayın Burhan Şenatalar'ın bir basın toplantısında YÖK'le ilgili bir tespiti var, Milliyet Gazetesinde çıkmış; diyor ki: "YÖK, tekrar 12 Eylül dönemine dönüyor; çoksesliliği, çokrenkliliği önlemeye çalışıyor. Memleketin yararını, çıkarını, biz biliriz. Biz bildiğimiz için de, icabına bakarız demek istiyor."

Aslında, şu Parlamentonun, tabiî ki, araştırma komisyonu kuruldu; ama, komisyon raporu gelecek, ne çıkacak ortaya, bilemiyorum; ama, YÖK gündeme gelmişse, mutlaka, bizim, çok ciddî tedbirler alacak değişiklikleri yapmamız gerekirdi. Bunu yapamadık; şu anda yapamadık. Arzu ediyorum ki, komisyon, bunu, geri çeksin; bu şekilde bir değişiklikle Parlamentonun önüne yeniden gelsin; bunları, bir an önce yapalım. İnanıyorum ki, burada bulunan milletvekili arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu da bu şekilde düşünüyor.

Efendim, ben, sözlerimi şöyle tamamlamak istiyorum.

Sayın Başkanım, 1 dakika istirham edeyim; sürem dolmak üzere.

BAŞKAN – Tabiî, ben de cevap vereceğim sataşmadan ötürü.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bakınız, biraz önce, isminden çok bahsedildi. Orman Mühendisleri Odasının tüm milletvekillerine yazmış olduğu bir mektup var. Orman mühendisleri; yani, ormanlarımızın korunmasını kendisine meslek edinmiş olan insanların, mühendislerimizin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ALİ ŞAHİN(Devamla) –  Sayın Başkanım, tamamlıyorum...

BAŞKAN – Efendim, tabiî, tamamlayacaksınız. Ben de, sabırsızlıkla bekliyorum; çünkü, madde 61'e göre kendime söz vereceğim; sataşma oldu bana.

Buyurun efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Tabiî efendim; tamamlıyorum...

Orman Mühendisleri Odasının milletvekillerine yazmış olduğu mektuptan iki cümle, iki satır okumak istiyorum: "Sayın milletvekilleri, şu anda çok önemli bir olay konusunda karar verme aşamasındasınız. Bu, kamuoyuna yansıtıldığı gibi, vakıf üniversitelerine orman alanı tahsis edilerek eğitimin geliştirilmesi olayı değildir; bu, bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinde hukukun üstünlüğünün geçerli olduğunun kanıtlanması olayıdır. Siz, bizleri Parlamentoda, bu ülkede hukuk kuralları egemen olduğu için temsil ediyorsunuz. Bunun için, Türkiye Cumhuriyeti Devletine, anayasal kurum ve kuruluşlarına meydan okuyarak yapılan orman talanını meşrulaştırmamanızı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini sermaye gruplarının yönettiği düşüncesini tescil ettiren bir milletvekili olmamanızı diliyoruz." (FP sıralarından alkışlar)

Ben de, sivil toplum örgütlerinden birinin bu çağrısına uyarak, bir milletvekili olarak, bu tasarıya ret oyu vereceğimi belirtiyor; hepinize saygılar sunuyorum efendim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şahin.

Efendim, evvela, müsaade ederseniz, Sayın Şahin'e cevap vereyim.

Efendim, benim haddim değil. Bir önergeyi alıp almamak, keyfî muamelesi yapmak mümkün değil. Anayasadan anladığım, yorumladığım kadarıyla mümkün değil. Bir daha ifade ediyorum: Anayasanın 131 inci maddesi "Sayın Cumhurbaşkanı YÖK üyelerini seçer" diyor mu; diyor. Kanun ne diyor: "Bu seçilen üyelerin arasından, Cumhurbaşkanı, YÖK Başkanını atar" diyor mu efendim... Onun için reddettim; bir.

İkinci sataşmaya cevap vereyim. Her ne kadar iftihar ettiğim Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun kontenjanından seçilmişsem de, burada, Anayasanın 94 üncü maddesini tatbik ediyorum ve tarafsız hareket ediyorum. Sayın İsmail Köse'ye dediniz ki: "Efendim, icraat yapın, YÖK her ne kadar sizin karşınızda olsa dahi."

Ben, burada, Anayasanın 94 üncü maddesini uyguluyorum ve kendi yorumladığım şekilde değil; arkadaşlarımla beraber idare etmeye çalışıyorum.

Arz ederim, teşekkür ederim efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, sorulara geçiyorum. (FP sıralarından "bir ara verin" sesi)

Hiç ara vermem.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Soru, soru..

BAŞKAN – Bir dakika efendim...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sigara molası verin.

BAŞKAN – Hayır, hiçbir şey yok.

Sayın Pamukçu, nihayet size sıra geldi.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Ilıcak, siz altıncı sıradasınız efendim.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Geçen seferden kalma ama.

BAŞKAN – Geçen seferden beri altıncı sıradasınız. Vallahi de billahi de...

Sayın Pamukçu, buyurun.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Daha önce hazırlamış olduğum soruyu soracaktım; ancak, söz talebim yerine getirilmediği için, öyle anladım ki, sorum da anlaşılmamış. Aynı soruyu tekrarlamak zorunda kalacağım.

Bir kere, kürsüde, bir soru yöneltirken, sorumun hem muhteva yönünden hem de muhatabı yönünden anlaşılmadığını anladım. Bir kere, o sorunun muhatabı, hükümetti; ancak, bir sayın üye kalktı, cevap verdi; yalnız, yasama organıyla yürütme organının ayrı olduğunu ifade etmek istiyorum.

İkincisi de, sorunun muhtevasını da yanlış anlamışlar. Bir kere, ben konuşmamda, bu hükümetin köylüyü ezdiğini, işçiyi, memuru, esnafı ezdiğini; dolayısıyla, bu kesimlerin hükümeti olamayacağını ifade etmiştim.

BAŞKAN – Efendim, affedersiniz... Sayın Pamukçu, konuşmanızı değil, soruyu sorun; ne olur...

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sorum açıklansın diye söylüyorum efendim.

BAŞKAN – Gecenin bu saatinde...

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – 57 tane hükümetin hepsi de cumhuriyet hükümetidir. Bunu, kimsenin inkâr etmesi de mümkün değildir.

BAŞKAN – Efendim, onu kapattık; siz, suale gelin, YÖK ile ilgili sual sorun. Sayın Bakan da heyecanla bekliyor.

Buyurun.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Bu açıklamadan sonra, Sayın Hükümete aynı soruyu yönelteceğim; ancak, bu sefer, neyin değil de, nasıl bir hükümet olduğunu soracağım. Bir vatandaşın bize ifadesi "bu hükümet, koç gibi bir hükümettir." Aynı görüşe katılıyor mu, katılmıyor mu; onu soracağım efendim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

Sayın Mahfuz Güler, buyurun efendim.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Yorumsuz soracağınıza inanıyorum...

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Efendim, ben, gerçekten, sizin tarafsızlığınızı takdir ediyorum, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Sayın Bakandan, aracılığınızla, şunu öğrenmek istiyorum: Sosyal demokratların dünya görüşleri ve ilkeleri ne zaman değişti de haberimiz olmadı? Türkiye'de solcular, Koç Holdingi savunuyor. Biz, Fazilet Partililer ise, her zamanki gibi, gariban halkın emeğini ve alınterini savunuyoruz. Dünya tersine mi döndü, biz yanlış yerde mi oturuyoruz? Bu konuda Sayın Bakandan açıklama istiyorum efendim.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

Sayın Kukaracı, buyurun efendim.

FAHRETTİN KUKARACI (Erzurum) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, delaletinizle, sorularımın Sayın Bakan tarafından cevaplandırılmasını arz ediyorum.

1. Koç Üniversitesinin Boğaza kurulması gibi bir zorunluluk mu var? Ormansız bir arazi tahsis edilemez miydi?

2. Koç Vakfı, ilk talebinde 1 930 dönüm arazi istemişti. Şimdi, elinde 250 dönüm orman var. Kanun çıktıktan sonra, ilk talebi karşılanacak mı?

3. Talep gelmesi ve şartların uygun olması halinde, bir başka vakfa da Mavramoloz Ormanından tahsis yapılabilir mi; yapılamazsa, bu tahsis sadece Koç'a mı mahsustur?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

Sayın Çakar?..

İHSAN ÇABUK (Ordu) – Dışarıda... Dışarıda...

BAŞKAN – Ahmet Çakar Bey, yok mu efendim?

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Vazgeçti efendim.

BAŞKAN – Ne yapalım, geçti... Dışarıda oturmasın...

Sayın Ayhan, buyurun efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sormuyorum... Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Ilıcak, sıra sizde.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakana şu soruları sormak istiyorum:

Koç Üniversitesi sorumluları kestikleri ağaçların karşılığında kaç lira bedel ödediler; bu, bir. Kaç ağaç kesildi; tam olarak bunun rakamını öğrenmeyi arzu ediyoruz. Eğer orman köylüsü ağaç başına kaç para öderse, hayvanını, arabasını satılmaktan kurtarır, kendi de hapse girmekten kurtulabilir; bunu öğrenmek istiyoruz.

3 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, bu bölgeyi, önce doğal SİT alanı ilan etmişti; daha sonra, aynı kurul, 3 numaralı SİT alanına dönüştürdü. Acaba arada bu kurulun bazı üyeleri değişti mi?

Bir başka sorumuz şu efendim: Sayın Mehmet Elkatmış'a, Sayın Zekeriya Temizel'in verdiği bir cevapta, Koç Üniversitesine verilen paralar belirtiliyor. Koç Üniversitesine 1997 yılında 102 milyar lira verilmiş, 1998 yılında 144 milyar verilmiş, daha sonra da 12 milyar; yani, toplam 258 milyar verilmiş. Arazi kirası olarak iki yılda 75 milyar lira ödeyen Koç Üniversitesi, 258 milyar lira almış. Acaba 258 rakamı mı, yoksa 75 rakamı mı büyük? Bu ne biçim bir vakıf ki, aldığı, verdiğinden fazladır; bunu öğrenmeyi arzu ediyoruz.

Son olarak efendim, orman üniversitesine, orman arazisi tahsisinin gerekçesi olarak, ormanın korunması amacı gösteriliyor. Oysa, bilirkişi raporunda orman yangını tehlikesine işaret edilmiştir. Acaba Koç Üniversitesi, Amerika'da dahi önlenemeyen bu gibi yangınları önlemek üzere ne gibi tedbirler almıştır?

Çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

3 üncü ve 4 üncü maddeler üzerinde sormuş oldunuz; benim de hatam, bu vaziyette ortadan kalktı.

Sayın Kahraman, buyurun.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Efendim, bendenizin suali soruldu.

Lütfi Beyin söz talebi vardı; bilmiyorum, geçti mi?..

BAŞKAN – Lütfi Beyin söz talebi yok; ama, olabilir... Geridedir efendim...

Müsaade ederseniz, sırayla gidelim de...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Ben teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Uzunkaya, buyurun.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakandan cevaplandırmasını arzu ettiğim suallerimi tevcih ediyorum.

Kendilerinin ve benim de seçim bölgem olan, Samsun ve Sinop yöresinde, şu anda, cezaevlerinde bizi dinleyen orman suçluları var. Bunların her biri, bir dal veya bir ağaç kesmiştir. Bu insanlardan, hükümet olarak -koskoca bir ormanı kesen Koç'a karşı- bir özür dilemeyi düşünüyorlar mı? (FP sıralarından alkışlar)

Hakikaten, bu orman arazileri çok seviliyorsa, ki, bendeniz de Millî Eğitim Komisyonunda üyeyim, bir özel üniversite, getirdiği kanun teklifi gerekçesinde, açıkça "Kadıköy'deki filan arazimizde, bize devlet tarafından tahsis edilecek orman veya hazine arazisi verilene kadar, falan arazide üniversitemizin devamına" diye bir gerekçeyle gelmiş. Buradan, belli ki, Türkiye'de, tüm özel üniversiteler, gözlerini, İstanbul'daki ormanlara ve yeşillik alana çekmişler. Samsun'dan bizim ormanlardan böyle bir yer versek -duyuruyorum ve Sayın Bakanımız da aracılık eder mi- bizim ormanlarda, gelip böyle bir üniversite kurmayı düşünürler mi; orası da biraz kalkınmış olsun.

Şayet bu yasa -ki, büyük ihtimalle Anayasa Mahkemesine gidecektir- fuzulî işgalden dolayı, iktidar partileri, iptal edilmesi halinde istifa etmeyi ve Meclisi fuzulî işgalden dolayı özür beyan edecekler mi, bu işgalin bedelini ödeyecekler mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Efendim, ben, teşekkür ederim.

Sayın Demirci, buyurun. Kısa ve öz olursa, minnettar kalacağım; buyurun.

MUSA DEMİRCİ (Sıvas) – Sayın Başkan teşekkür ederim.

Aracılığınızla, Sayın Bakandan şu sorumun cevabını arzu ediyorum; sorum şudur: İstanbul yakınında orman arazisinden bir bölümünü işgal eden kişi veya kurumlar, şayet Anadolu'nun herhangi bir yöresinde, çıplak bir araziyi ağaçlandırırlarsa, İstanbul'daki işgal ettikleri arazinin yerine sayılır mı; bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim Sayın Demirci.

Sayın Batuk, buyurun.

MEHMET BATUK (Kocaeli) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Bakanımdan, şu hususu öğrenmek isterim: Görüşmekte olduğumuz tasarıya göre, orman arazisi tahsis edilen üniversiteler, tahrip ettiği orman alanının 2 katı kadar bir sahayı beş yıl içinde ağaçlandırmak ve bakımını yapmakla yükümlüdürler. Eğer bunu yapmazlarsa, ne gibi bir mükellefiyetleri olacak, ne gibi bir yaptırım uygulanacaktır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Göksu, buyurun

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Sayın Başkanım, izninizle, Sayın Bakanımdan şu sorunun cevabını almak istiyorum :

YÖK'le ilgili bir kanun tasarısını görüşüyoruz. İki gün önce, Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi üzerinde yapılan konuşmalarda, birtakım konuşmacı arkadaşlar, şu andaki YÖK Başkanı Gürüz'ün istifa etmesi gerektiğini söylediler. Biliyorsunuz, Gürüz, rektörleri çağırarak istifalarını alıyor. Siz de böyle bir metotla, çağırıp, onun istifa etmesini isteyecek misiniz; milleti rahatlatacak mısınız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Yalman, buyurun.

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Sayın Başkanım teşekkür ediyorum.

Delaletinizle, Sayın Bakanımın şu sorularımı cevaplandırmasını arz ediyorum.

Hepimizin bildiği gibi, Anayasanın 169 uncu maddesinde, orman arazilerinin herhangi bir şahsa veya kuruma tahsis edilemeyeceği ifade ediliyor. Bu anayasal maddeye rağmen, Sarıyer Ormanlarının tahsisinin arkasındaki Anayasa ve kanunüstü güç kimdir, nedir? Çünkü, hem Anayasaya hem SİT alanı ve imar mevzuatına aykırılıklara rağmen bu tahsis yapılmaktadır. Bunu öğrenmek istiyorum.

İkinci bir sorum : Bilindiği gibi, Sarıyer Ormanlarının tarihi, ifade edildiği kadarıyla, yüz yılı aşkındır. Kanunda katledilen orman arazilerinin yerine ağaç dikileceği ifade ediliyor. Yüzyılı aşkın bir orman arazisi tahrip edilecek, ondan sonra da bunun yerine ağaç dikileceği ifade ediliyor. Acaba, ne kadar ağaçlık orman arazisi tahsis edildi? Ne kadar, bu bölgede çam ağacı katledildi? Bunların tespiti yapıldı mı? Çünkü, hiçbir kontrol mekanizması olmadan, Koç Üniversitesi yetkilileri, orada ağaç katliamı gerçekleştirdi. Bunun tespiti yapılmadıysa, bu tahsisi, tespit yapmadan nasıl yapıyorsunuz, hangi gerekçeyle yapıyorsunuz? Katledilen ağaçların yetişmesi, mevcut haline gelmesi yüzyılı aşacağına göre, bunu nasıl içinize sindirebiliyorsunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Arı, buyurun.

HÜSEYİN ARI (Konya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Benim sorum size; yani, Meclis Başkanlık makamına Sayın Başkanım.

Biz, burada, aşağı yukarı 20 saattir, bu tasarı için mesai yapıyoruz. Meclisin 1 saatlik mesai ücreti malum; yüksek bir rakam.

BAŞKAN – Sizin, soruyu Sayın Bakana sormanız lazım, benim delaletimle. Bana soracaksanız, yazılı verin; ben size cevap vereyim.

Sayın Korkutata, siz de, madde üzerinde konuşacaksınız; müsaade edin, soruyu o zaman sorun, olmaz mı?

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Konuşacaksınız zaten efendim.

Teşekkür ederim.

Sayın Toprak, buyurun.

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Bakana sorumu yöneltiyorum.

Basına yansıdı; Koç Grubunun İstanbul'un Anadolu yakasında 600 dönümlük arazisi olduğu belirtilmektedir. 600 dönümlük arazi dururken, Sarıyer'in gözbebeği ormanlar içerisinden 250 dönümlük orman arazisi gasp edilmiştir. Benim, burada öne çıkarmak istediğim husus şudur: Bu tasarıyla, Koç Grubuna 250 dönüm karşılığı 2 katı, yani, 500 dönümlük bir araziyi ağaçlandırma yükümlülüğü getirilmektedir. Benim Sayın Bakandan istirhamım, acaba, bu 250 dönüme karşılık olmak üzere, Anadolu yakasındaki 600 dönümün 500 dönümünü ağaçlandırma sahası, orman sahası olarak Koç Grubuna önermeyi, bu hususu, Koç Grubundan ağaçlandırmayı istemeyi arzu etmekte midirler?

Bunu ifade ediyorum, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Fatsa, buyurun.

EYÜP FATSA (Ordu) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Delaletinizle, aşağıdaki sorumun Sayın Bakan tarafından cevaplandırılmasını istiyorum.

Seçim bölgem Ordu'da, kendi tapulu arazilerinde bulunan kızılağaçları kesen yüzlerce Ordulu hemşerilerimiz, bu kızılağaçları kesmiş olmaktan dolayı mahkame kapılarında sürünmektedirler. Acaba, Koç Grubuna, Sarıyer Ormanlarında gösterilen tolerans, kendi tapulu arazilerindeki ağaçları kesen Ordulu hemşerilerimize de gösterilecek mi?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

Son soru, Sayın Budak'ta; buyurun.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Sayın Başkan, soru sorma süresi doldu.

BAŞKAN – Efendim, İçtüzükte, şu kadar dakika soru sorulacak diye bir hüküm yok.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Var efendim.

BAŞKAN – Nerede var efendim? Kim dedi onu?..

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Alınan kararda var Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Bakanım, bütçede o... Bu, kanun... Keyfî hareket edecek değilim ya!.. (FP sıralarından alkışlar)

Yeni İçtüzükle halledin efendim.

Sayın Budak, buyurun.

YAKUP BUDAK (Adana) – Sayın Başkan, aracılığınızla Millî Eğitim Bakanımıza şu soruyu yöneltmek istiyorum: Gazetelere de yansıdığı kadarıyla, hükümetin de birtakım çalışmaları var. Vakıflara ait okullar ve yurtlar devletleştiriliyor. Hatta vakıflar idaresinin yönetiminde olan, devletin kurumu olan yurtlar, Millî Eğitime devredildi. Özel birtakım vakıflara ait yurtların kapatılması ya da Millî Eğitime devredilmesi, hatta okulların da devredilmesiyle ilgili birtakım çalışmaların olduğunu biliyoruz. Acaba, bu vakıflara ait okulların devletleştirilmesi düşünülürken, gazetelere yansıdığı kadarıyla, bir vakıf üniversitesine bu arazilerin tahsis edilmesi, hükümetin uygulamalarıyla çelişmiyor mu?

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sorular bitmiştir nihayet.

Sayın Bakan, nihayet cevap verecekler.

Buyurun efendim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Kısaca cevap vereceğim.

Sayın Pamukçu, bu hükümet, Anayasaya ve yasalara göre kurulmuş bir cumhuriyet hükümetidir.

Sayın Güler, dünya tersine dönmüyor.

Sayın Koç, edilebilir, karşılanabilir, yapılabilir.

Sayın Uzunkaya, sorunuz kanunla ilgili değildir.

Sayın Demirci, sayılır.

Sayın Göksu, istemeyeceğim.

Sayın Yalman, yoktur, edilmeyecek, yapılmayacaktır. (FP sıralarından gürültüler)

Sayın Toprak, düşünmüyorum. (FP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)

BAŞKAN – Efendim, ne oluyor?!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Ordu Milletvekili, yasalar uygulanır.

Sayın Budak, devletleştirilmiyor. (FP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir dakika efendim...

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sıradan cevap verdim efendim. (FP sıralarından gürültüler)

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Protesto ediyorum... Ne demek!

BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir dakika efendim...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Benim sorum kiminle alakalı?

BEKİR SOBACI (Tokat) – Bana mı cevap verdin?

BAŞKAN – Bir dakika efendim... Efendim, anlayalım, bir dakika...

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sıradan cevap verdim; cevap veremediklerime ise, yazılı cevap vereceğim.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Benim sorum?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Hanımefendi, yazılı cevap vereceğim.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Meclisi istismar edemezsiniz!.. Lafa bak!.. Dalga geçer gibi konuşuyor. Olur mu öyle şey! Ne demek yahu?! Kiminle alakalı benim sorum?!

BEKİR SOBACI (Tokat) – Özür dilesin...

MUSA DEMİRCİ (Sıvas) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Uzunkaya, müsaade edin.

Sayın Demirci, buyurun.

MUSA DEMİRCİ (Sıvas) – Sayın Başkanım, sizin de arzunuz doğrultusunda net ve anlaşılır şekilde bir soru sordum. Bu soruya cevap vermek varken "Sayın Demirci, sayılır" deyip geçmek, şu Meclisle gerçekten alay etmektir. (FP sıralarından alkışlar)

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Yazılı cevap versin buna saygı duyalım; ama, şu saygısızlığa bakın.

BAŞKAN – Sayın Bakanın, Büyük Millet Meclisinin sayın üyeleriyle latife dahi etmeyecek bir ciddîyette bakan olduğunu siz de biliyorsunuz.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Ayıp ediyor, yakışmıyor kendisine.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Kahraman, buyurun.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir hukukçu olarak, Sayın Millî Eğitim Bakanının buradaki cevap üslubunu kabul etmediğimizi ve tasvip etmediğimizi öncelikle belirtmek isterim. Müzakerelerin uzamasından dolayı sıkıntı çekiyor olabilir; ama, bir hükümet üyesi olarak gereken sabrın içinde kendini göstermelidir, bulundurmalıdır ve bu sabrı ifade etmelidir. Kendisine, mevzuatımız, yazılı cevap verme hakkını tanımaktadır; ama, istiskal hakkını tanımamaktadır.

Kendisine, tavrının uygun olmadığını hatırlatıyor ve lütfen, tavzih etmesini, kendi kişiliğine uygun bir beyanda bulunmasını... İsterse yazılı cevap verebilir, çok uzatmayabilir; ama, bütün Meclisimize karşı tavrının güzel olmasının kendisine yakışacağını ifade etmek istiyorum.

BAŞKAN – Anlaşıldı efendim; Sayın Bakana o imkânı vereceğim.

Sayın Bakan, bir partinin grup başkanvekilliğini yapmıştır; istiskal gibi bir düşüncesi olduğunu sanmıyorum.

Buyurun Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; sorular, kısa ve net olarak sorulur. Benim de cevaplarım kısa ve nettir. Ne denildi; bu nasıl bir hükümettir, uzun bir konuşmadan sonra. Ne cevap verdim; bu, Anayasaya ve yasalara göre kurulmuş bir cumhuriyet hükümetidir. Oldu mu efendim?

Dünya tersine mi dönüyor?.. "Hayır, dönmüyor" dedim, bitti efendim.

Bakınız, benden gerekçeler istiyorlar. "Dünya tersine mi dönüyor"; hayır, dönmüyor dedim. Sayın Koç "başka arazi tahsis edilebilir mi" dedi; evet, edilebilir dedim.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – İlkelerinizi açıklayın efendim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – "Başkalarının talebi karşılanabilir mi" dedi; evet, karşılanabilir dedim. "Başka vakıflara tahsis yapılabilir mi" dedi; ben de yapılabilir dedim. Ne dedim başka?!.

Sayın Kahraman, bütün soruları net olarak cevaplandırdım. Geriye kalanlara da yazılı cevap vereceğim.

Teşekkür ederim. (FP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar)

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, müsaadenizle...

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sİnop) – Sayın Başkan, bunlara da yazılı cevap vereceğim.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Bakınız Sayın Bakanım, şimdi, bir test usulünde çarpı konur; suale, cevapta çarpı diye bir hadise olmaz. Olmuyor, yakışmıyor efendim. Çok rica ediyorum...

Bakınız "dönmüyor..." Ne dönmüyor?! Şu anda, bizi takip etmekte olan televizyon başındaki bir dinleyiciyi, bir seyirciyi düşünün ve televizyonunu şu anda açtığını düşününüz. Sayın Demirci'nin ne sorduğunu biliyor mu? Dönmüyor, evet, hayır, olamaz efendim. Lütfen, müdafaa etmeyiniz bunu. Yanlış ettiniz ve yanlıştan dönme faziletini gösteriniz.

BAŞKAN – Sayın Kahraman, mesele anlaşılmıştır, sorular, cevaplar bitmiştir.

Madde üzerinde 4 adet önerge vardır; geliş sıralarına göre okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı yasa tasarısının 4 üncü maddesinin "Bu Kanun hükümlerini Çevre Bakanı yürütür" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş Nurettin Aktaş Mehmet Bekâroğlu

Van Gaziantep Rize

Faruk Çelik Bekir Sobacı Ergün Dağcıoğlu

Bursa Tokat Tokat

Fahrettin Kukaracı Zeki Çelik Osman Aslan

Erzurum Ankara Diyarbakır

Ahmet Aydın Hüseyin Arı

Siirt Konya

BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı yasa tasarısının 4 üncü maddesinin "Bu Kanun hükümlerini Bayındırlık Bakanı yürütür" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş Bekir Sobacı Mustafa Baş

Van Tokat İstanbul

Yakup Budak Fahrettin Kukaracı Zeki Çelik

Adana Erzurum Ankara

Osman Aslan Ahmet Aydın Hüsamettin Korkutata

Diyarbakır Siirt Bingöl

EMİN KARAA (Kütahya) – Sayın Başkan, bu önergeler istiskal olmuyor mu?

BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı yasa tasarısının 4 üncü maddesinin "Bu Kanun hükümlerini Orman Bakanı yürütür" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Sait Açba Turhan Alçelik Fethullah Erbaş

Afyon Giresun Van

Nurettin Aktaş Mehmet Bekâroğlu Faruk Çelik

Gaziantep Rize Bursa

Bekir Sobacı Ergün Dağcıoğlu Fahrettin Kukaracı

Tokat Tokat Erzurum

Zeki Çelik Osman Aslan Ahmet Aydın

Ankara Diyarbakır Siirt

BAŞKAN – Efendim, son önergeyi okutuyorum. Bunların her biri de birbirine aykırı olduğu için, hangisinin en aykırı olduğunu bilemiyorum. Onun için, bu son önergeyi en aykırı önerge addedip, işleme koyacağım.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakanların hepsi eşit; hiçbiri birbirine aykırı değil. Onun için...

BAŞKAN – Tamam efendim.

Önergeden bahsettim...

Buyurun.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanunun 4 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

"Bu Kanun hükümlerini Millî Eğitim Bakanı yürütür."

Mustafa Baş Sait Açba Nazlı Ilıcak

İstanbul Afyon İstanbul

Eyüp Fatsa Tevhit Karakaya Fahrettin Kukaracı

Ordu Erzincan Erzurum

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım, imza sahipleri bile kararsızlar, dört değişik bakanlığı öneriyorlar; o nedenle katılmıyoruz. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Hükümet?...

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu önergemizle, bu kanunun Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülmesini teklif ediyoruz; çünkü, kanunun müzakerelerinin bütün faslında Sayın Millî Eğitim Bakanı hükümeti temsil etmektedir ve Grubumuzdan birçok arkadaşımız da, Sayın Millî Eğitim Bakanına sorular sormuştur. Dört günden beri, birçok defa, mükerreren şu soru sorulmuştur Sayın Bakana: Burada ne kadar ağaç kesilmiştir? Nasıl bir ormanlık vardır? Ama, takip edebildiğim kadarıyla, şu ana kadar, Genel Kurula, dört gün öncesinden sorulmuş olmasına rağmen, bu bölgede ne kadar ağaç kesildiğinin, ne cins ağaçlar kesildiğinin cevabı verilememiştir.

Şimdi, ben, size, Orman Fakültesi Dekanlığının Orman Araştırma ve Uygulama Merkezi ORARUM'un hazırladığı bir raporda, bu bölgenin yapısıyla ilgili bir malumat arz etmek istiyorum.

Binaların oturacağı alanın yaklaşık 18 hektar olduğu, bu alanda direklik çağına ulaşmış normal sıklıkta kurulmuş karaçam koru ormanının bulunduğu, 1994 yılı itibariyle yaşlarının 22 olduğu, birim alanda -yani, 1 hektarda- 114 642 metreküp hacminde ağaç olduğu, yıllık carî hacim artışının 9 872 metreküp olduğu, ormanın ana işletme amacının peyzaj koruma olduğu, üretim amacının bulunduğu, doğal bitki örtüsü açısından çeşitlilik arz ettiği ve bu bölgede, dikimle yetiştirilmiş torossediri, sahilçamı, sarıçam, fıstıkçamı, akağaç, akasya gibi çeşitli ağaçların bulunduğunu bu raporda ifade ediyorlar.

Bir yabancı atasözü var: "Biz ormanlarımızı atalarımızdan miras almadık, torunlarımızdan ödünç aldık." Şimdi, biz, bugün, burada, çıkaracağımız bu yasayla ve vereceğimiz yetkiyle, torunlarımızın hakkını bu üniversiteye devretmiş olacağız. Bu üniversite başka birçok alanda kurulabilirdi, başka birçok alan ağaçlandırılarak üniversite yapılabilirdi. İşte, Orta Doğu Teknik Üniversitesi; bunu misal verdik. Hemen lojmanların arkasındaki o ormanlığı, o üniversite, bir ihtisas ormanı olarak yaptı, dikti ve biz, bugün, orada spor yapıyoruz, koşu yapıyoruz. Bu üniversite de böyle bir alanı ağaçlandırabilirdi ve üniversite yapabilirdi, Sarıyer ormanlığı da bu güzelliğiyle beraber kalırdı. İşte, kamunun yararı da böyle bir mantıkta idi; ama, maalesef, kamu yararı diye, biz, geldik, İstanbul'un akciğerleri içerisinde, bu üniversiteyi, biraz sonra çıkaracağımız kanunla koyacağız, bir tarihî hata yapacağız. Ben, size, âdeta bir İstanbul milletvekili olarak yalvarıyorum. Gelin, bu yanlıştan vazgeçelim, bu yanlışı düzeltelim.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Komisyonun ve hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir efendim.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı yasa tasarısının 4 üncü maddesinin "Bu Kanun hükümlerini Orman Bakanı yürütür" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Sait Açba

(Afyon)

ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükümet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Açba. (FP sıralarından alkışlar)

SAİT AÇBA (Afyon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önerge üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Vakıf üniversitelerine arazi tahsisiyle ilgili yapılmış olan tasarrufların, maalesef, geçmişteki siyasî yönetimlerin en büyük yanlışı olduğunu ifade etmek istiyorum. Gerçekten, geçmişteki siyasî yönetimler ve devletin başındakiler devlet adamı gibi davranmış olsalardı, böyle bir tasarıyı, biz, burada görüşmüyor olacaktık; geçmişte devleti yönetenler hukuk devletine öncelik verselerdi, böyle bir tasarıyı görüşmüyor olacaktık. Keyfî bir devlet yönetimi anlayışı içinde devlet yönetildiği için, maalesef, hukuk ihlallerinin işlenmiş olduğu böyle bir tasarıyı görüşüyoruz.

Toplum yararınadır aldatmacasıyla, maalesef, vakıf arazilerinin, Anayasaya ve yasalara aykırı bir şekilde tahsis edildiğini görüyoruz ve bu tahsisin, maalesef, çıkar gruplarına yönelik olarak, belli gruplara ve kişilere endeksli olarak yapıldığını, tamamıyla ülkenin menfaatlarının gözardı edildiğini de görüyoruz.

Eğitim öğretimin, toplumun gelişmesi açısından, çağdaşlaşması açısından çok önemli bir alan olduğunu hepimiz biliyoruz; etkin bir eğitim açısından da, devlet desteğinin kaçınılmaz olduğunu hepimiz biliyoruz; ama, devlet desteğinin, evrensel hukuk kuralları çerçevesinde gerçekleştirilmesi lazım, Anayasa ve yasalarla belirlenmiş kurallar çerçevesinde gerçekleştirilmesi lazım.

Bugüne kadar yapılan vakıf arazileriyle ilgili tahsislerde, maalesef, birbiri ardına hukukî ihlaller yapılmıştır. Vakıf arazisinin Koç Üniversitesine tahsisinde yapılan ilk hukuk ihlali, maalesef, bedelsiz bir tahsistir; Orman Kanunu çerçevesinde, Orman Kanunu hilafına yapılmış olan bir tahsistir. Yine, bu tahsis yapıldıktan sonra, Anayasa Mahkemesi bu tahsisi iptal etmiştir; ama, iptal sonrasında, yine hile yoluna başvurmak suretiyle, Orman Bakanlığının Millî Eğitim Bakanlığına bu araziyi devretmesi ve Millî Eğitim Bakanlığı vasıtasıyla da Koç Üniversitesine devredilmesi tarzında ayrı bir hukukî ihlale de girişilmiştir. Bir taraftan üniversite binaları da yükselmiştir; fakat, imar izni alma çabalarında da bir sürü yanlışların olduğunu görüyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesinden imar izni alınamamıştır; çünkü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi yasaları ihlal etmemiştir; ama, Anayol döneminde, maalesef, ilgili bakanın resen onayı ile gerekli izin alınmıştır. Refahyol döneminde, bu izin, hukuka aykırı olduğu için iptal edilmiştir. Yine, Anasol-D hükümeti döneminde de, maalesef, yeni bir hukukî ihlale gidilmiştir. Bu alanın Bahçeköy Belde Belediyesinin sınırları içine sokulmak suretiyle yeni bir hukukî ihlale girildiğini de açıkça görüyoruz.

Şimdi, ortada, vakıf üniversitelerine ilişkin yapılan tahsislerle ilgili olarak, üç yürütmeyi durdurma kararı var. Bunlardan biri Koç Üniversitesiyle ilgili, biri Sabancı Üniversitesiyle ilgili, birisi de Yeditepe Üniversitesiyle ilgili; ama, kamuoyunda çok ciddî anlamda, gündemde olan Koç Üniversitesi.

BAŞKAN – Efendim, süreniz bitmek üzere, lütfen toparlayınız.

SAİT AÇBA (Devamla) – Hatta, bu yasaya "Koç Kanunu" adı da verildi, kamuoyunda bu şekilde görülüyor. Bunun temelindeki yanlışlık nedir; tamamiyla ciddî bir orman katliamı yapılmak suretiyle vakıf arazisinin tahsis edilmesidir. Sabancı da böyle bir orman katliamı söz konusu değildir, Yeditepe’de de böyle bir orman katliamı söz konusu değildir; ama, Koç Üniversitesinde ciddî anlamda bir orman katliamı söz konusudur.

Bakınız, İstanbul Belediyesinin yayınlamış olduğu “Ormanın Kara Kitabı” adlı bir kitap var elimde. Ormanın kara kitabı olur mu? Olsa olsa, ormanın, ancak, yeşil kitabı olur; ama, bu ülkede yapılan orman katliamları sonucunda ve yönetimlerin keyfî anlayışları çerçevesinde böyle bir kitap yazıldı. Dolayısıyla, yapılmış olan bu katliam da, çıkarılan yasayla onaylanmış olacak.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, teşekkür edin, bitirelim. Lütfen... Hiç kimsenin süresini uzatmayacağım artık.

SAİT AÇBA (Devamla) – Onun için, biz, bu yasa tasarısına karşı oy vereceğiz.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

Komisyonun ve hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir efendim.

Üçüncü önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı yasa tasarısının 4 üncü maddesinin "Bu kanun hükümlerini Bayındırlık Bakanı yürütür" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş

(Van)

ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükümet?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Korkutata, buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Öz ve az olacağı kanaatindeyim. Zaten, 87 nci maddeye de biraz aykırı...

Buyurun.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; gerçekten, bütçe çalışmaları esnasında ciddî bir performans gösterildi, hepimiz beraberce yorulduk. Fakat, bazı arkadaşlar, bu yorgunluk sonrası, hadi bir Koç kahvesi içelim dediler ve belki rahatladılar; ama, değerli arkadaşlar, gerçekten, bu kanun tasarısını kamuoyu seyrediyor, hepimiz seyrediyoruz. Bugüne kadar yapılan icraatları gördüğümüzde hakikaten üzülüyoruz. Günde 5-10 defa Bingöl'den bana telefon geliyor. Dolayısıyla, kendimi, konuşmaya mecbur hissettim. Çünkü, bizim ilimizin yarısı orman arazisi üzerine kurulmuş ve yıllar yılıdır, gelmiş geçmiş bütün milletvekilleri ve bizler, Bingöl'e gelen bakanlara, başbakanlara ve milletvekillerine soru iletmişizdir. Ankara'da, müteaddit defalar, Başbakana, bakanlara gitmişizdir. Orman Bakanlığının bu konuyla ilgili birimlerine yüzlerce defa gitmişizdir. Demişlerdir ki: "Efendim, yasa var, Anayasa var, kanun var; herhangi bir şey yapmamız mümkün değil." Şu anda, o bakanlardan bazıları da burada mevcuttur, konuyu biliyorlar.

Şimdi, biz, bu vatandaşa, bu hükümetin, bu devletin adaletini nasıl anlatacağız?! "Kanun karşısında herkes eşittir" ilkesini, biz, vatandaşlarımıza nasıl anlatacağız?! İnanın ki, bir milletvekili olarak, ben şu anda, o aczin içerisindeyim; iktidar milletvekillerinin, bu aczin içerisine girip girmeyeceklerini bilemiyorum.

Değerli arkadaşlar, bir konu daha beni tedirgin ediyor. Arkadaşlar bahsettiler; bilirkişi raporuyla, burada, yangın çıkma olasılığının çok yüksek olduğu ve riskinin de çok yüksek olduğu söyleniyor; yani, Allah korusun, eğer bir yangın olursa, buradan insanların kurtulması çok zordur deniliyor; çünkü, birdenbire etrafı saracaktır. Peki, bu rapora rağmen, ortada bu rapor dururken, kim, nasıl bu mesuliyeti paylaşacak?! Böyle bir yangın olursa, bunun mesulü kimdir arkadaşlar; bunu anlamakta gerçekten sıkıntı çekiyorum.

Değerli arkadaşlar, evet, hakikaten arkadaşlar değindi; ama, yine, hemen hemen herkesin ilinde, yüzlerce insan, binlerce, onbinlerce insan, orman idaresiyle sorunlu haldedir; ya mahkemededir ya kamyonu satılmış ailesi iflas etmiştir ya traktörü satılmıştır, eğer, hiç yoksa, merkebi satılmıştır. Şimdi, bütün bu vatandaşlar, acaba, bu adaletimizi, bu Meclisimizi, bizleri nasıl algılayacaklar? Buna üzülüyorum. Aklımdan şöyle geçiyor: Koç buradan bir kazanç elde edecek, mutlaka, bu güzel ormanın içinde eğitim de yapacak; ama, gördük bu konuda eğitim yapan bazı vakıf üniversitelerini, binlerce, onbinlerce daire sattılar, en büyük rantı elde ettiler -İsim söylemeye gerek duymuyorum- fakat, değerli arkadaşlar, acaba, Koç da, bu kadar kamyonu satılan, atı satılan, arabası satılan, traktörü satılan bu insanların maddî zararlarını karşılar mı diye düşünüyorum.

Evet, çok değerli arkadaşlar, Sayın Başkanıma teşekkür ediyorum. Sabrettiniz... Derler ki: "Sabreden derviş, ormanı yemiş." Afiyet olsun!.. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

Efendim, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Son önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 294 sıra sayılı yasa tasarısının 4 üncü maddesinin Bu Kanun hükümlerini Çevre Bakanı yürütür" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş

(Van)

ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükümet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutayım efendim...

FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Sayın Başkan, Hüseyin Arı konuşacak.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Arı; finali siz yapın. (FP sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN ARI (Konya) – Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; gecenin bu saatinde, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Efendim, Yüce Atatürk'ün "en büyük eserim" dediği Türkiye Büyük Millet Meclisinde, biraz önce, Sayın Bakanımız, bu Meclise, maalesef, saygısızlık etmiştir... (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Aaa!..

HÜSEYİN ARI (Devamla) – Kendisini kınıyoruz...

BAŞKAN – Aman efendim, bir dakika... Bir dakika... Yeniden bir sataşmaya mahal verecek bir söz vermedim size. Önerge üzerinde söz istediniz efendim...

HÜSEYİN ARI (Devamla) – Geleceğim önerge üzerine efendim.

Yani, kuş diliyle konuşarak hem bize hem bu aziz millete saygısızlık yapılmıştır; biz bunu kınıyoruz.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, kendisi saygısızlık ediyor.

HÜSEYİN ARI (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bir ülkede demokrasiyi yerleştirmek yalnız parlamentoya düşmez, sivil toplum kuruluşlarına da büyük görev düşer.

Biliyorsunuz, bizim bir palamut vakfımız vardı; ha, düzeltiyorum, TEMA Vakfı; tabiî, palamutla özdeşleşti!.. Bu yıl palamut kampanyası var; ne hikmetse, çevre, orman, yeşil ve ağaçlandırmayla ilgili bu vakıftan, ağaç katliamına, maalesef hiçbir ses, hiçbir tepki gelmiyor.

Ayrıca "nükleer santrala hayır" diyen Greenpeace, yeşiller, çevreciler, yine bunlardan da bir ses gelmiyor. Yani, biz hayret ediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, çevre konusunda çarpıcı bir misal vereceğim: Geçenlerde bir gazetede okudum; Amerika'nın bir eyaletinde, şehirde...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Önergeye gel...

HÜSEYİN ARI (Devamla) – Çevreyle ilgili önerge!

...Şehir planı gereğince, bir ağacın kesilmesi icap ediyor. Dikkat edin, çevreye, yeşile gösterilen saygıya bakın! Bir kız çocuğu, bu ağacı kestirmemek için -evlerinin önündeymiş- iki yıl geceleri ağaca çıkarak orada kalıyor, nöbet tutuyor ve bunda da muvaffak oluyor. Tek bir ağaç; dikkatinizi çekerim! İşte, çevrecilik budur değerli arkadaşlarım.

Biz, ayrıca, bu kadar hassas bir konuda, bizim Çevre Komisyonu Başkanımız Sayın Ediz Hun Beyin de bu konuda, burada, fikrini söylemesini, tepkisini göstermesini beklerdik; fakat, bu tepkiyi göremedik. (FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Sayın Koç, aynı zamanda TEMA Vakfını destekliyor, öyle görülüyor. Biz, kendisinden rica ediyoruz, biraz da Anadolu'ya açılsın. Konya'nın Karapınar bölgesinde çölleşen topraklarımız var; madem ki, vakıf, vakıf üniversitesi; Anadolu çocukları da okumaya muhtaç; halkımız, o bölgede istediği kadar araziyi bedelsiz vermeye hazır; gelsin, hem yeşillendirsin hem Anadolu çocuklarının eğitimine vakıf kanalıyla öncülük etsin. Biz, kendisinden bunu bekliyoruz; ama, ne hikmetse, Koç'un gözü hep ormanlarda. Geçen yıl SEKA arazisi verildi, doymadı; şimdi de, İstanbul'un akciğeri olan o güzel Sarıyer ormanları katledilerek üniversite yapılıyor. Bu üniversite kimseye hayır getirmez, millete de hayır getirmez; çünkü, ağaç kesiliyor.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinize saygı ve sevgilerimi sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arı.

Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

4 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın Uzunkaya, siz, önergelere geçtikten sonra söz istediniz...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Hayır efendim...

BAŞKAN – İstirham ederim efendim... 4 üncü maddede zatı devletlerine söz verdim; ışık şimdi yandı; bu sefer uyanığım.

Oyunun rengini belirtmek isteyen, lehinde ve aleyhinde, 2 kişiye söz veriyorum.

Lehinde, Tokat Milletvekili Sayın Bekir Sobacı; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Aleyhinde konuşsun.

BAŞKAN – Lehinde istemiş efendim. Aleyhte de var lehte de var. Ne yapalım yani?!

DEVLET BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) – Sayın Başkan, hep aleyhinde konuştu.

BAŞKAN – Sevgili Bakanım, siz, muhalefette hiç bulunmadınız mı?! Allahaşkına yapmayın!..

Son söz milletvekilinin diyoruz; 86 ncı madde gayet açık.

Buyurun efendim.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; oyumun rengini belli etmek üzere söz almış bulunuyorum ve son bir acil çağrı yapmak istiyorum.

Biz, üniversite kurulmasının aleyhinde değil, lehindeyiz. Bütün vakıfların, varsa, bu tip taleplerinin karşılanmasını da her zaman destekleriz; buna söz veriyoruz, kendi adıma da söz veriyorum; ama, şunu bilesiniz ki, doğa canlıdır; bizi yaratan Tanrı, Cenab-ı Hak onu da yarattı ve bugün, bilim de ispat etti ki, bitkilerin bile bir dili var, hayvanların bile bir dili var.

Değerli arkadaşlar, bu manada, bu yapılan işlemin çevrecilik açısından aleyhindeyim; yoksa, üniversite kurulması noktasında değil.

Şimdi, doğanın canlı olduğunu şunun için söylüyorum: Bilesiniz ki, toprak, orman ve çevre, kendisine yapılanlar hakkında aleyhine olan işlemlere cevabını veriyor.

İşte, Venezuella'da 50 000 kişinin ölümüne neden olan sel felaketi, vahşi Batı'nın, kazanma hırsıyla, tropikal yağmur ormanlarını, Amazon ormanlarını kesmesi sonucudur. (FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, PKK orman yaktığı zaman ayağa kalkan medya, Amazon'da çevrecilerin tepkisini aksettiren medya, orada bir orman katliamı yapılırken sessiz kaldı. Bizim protesto ettiğimiz ve aleyhinde olduğumuz, böyle bir işlemdir.

Değerli arkadaşlar, bu manada, işte, Gölcük'te 500 dönüm araziyi bedelsiz verdik; orada isyan başladı, depremle karşılaştık. Ben buna inanıyorum; selin de, depremin de, yangının da sebebi, doğaya hak etmediği o zulmü, o işlemi yapmaktan geçiyor -ben, buna inanıyorum- onun karşılığı olarak karşımıza çıkıyor.

Değerli arkadaşlar, şimdi, buradan, ben, bir çağrı yapmak istiyorum. Bakın, Çevre Bakanımız da burada. Sağlık koruma bandını sordum, cevap alamadım. Yarın, orada, binlerce öğrenci, o ormanın içerisine dalacak ve bu ormanlar yanacak bilesiniz; ama, Amazon'daki kazanma hırsıyla, PKK'nın yaktığı ideolojik hırsla, buradaki kazanma hırsı aynıdır; ben, bunu ifade etmek istiyorum. (FP sıralarından alkışlar)

İşte bunun için, şimdi sesleniyorum. Batı'da olsa, çağdaş Batı ülkelerinde, Amerika'da, bu üniversitede profesörler ders vermez, protesto eder -ben, buna inanıyorum- ve bu tip tepkiler aslında Batı da var.

Şimdi, yeşil dolarların hatırına bu üniversite lojmanında oturacak, bu üniversitede ders verecek profesörlere sesleniyorum. Hangi vicdanla bunu kabul edeceksiniz? Yarın orada, her gün evlatlarınıza, çocuklarınıza ne cevap vereceksiniz? Buna "evet" diyen bu Parlamentonun üyelerine seslenmek istiyorum, son bir çağrı olarak, ki, bir acil çağrıdır. Biz, kötü bir emsali ve örneği, burada, bu akşam belki gerçekleştireceğiz, yasalaştıracağız. Hiçbir gerekçe bunu makulleştirmez; yani, Milliyetçi Hareket Partisi sözcülerinin iyi niyetli ifadelerini anlamaya çalışıyorum, zorluyorum kendimi; hayır, o iki yıllık eğitim şartı bile, aslında, bundan sonraki vakıf üniversiteleri çalışmalarına bir duvardır; maalesef, bir tuzaktır, aslında bir tuzağı da içeriyor bu kanun tasarısı. Ne olursunuz, bu zarar verici işlemi durduralım.

Örneği var -bakın, burada, her partiden Bursa milletvekillerimiz var- Bursa'da hava kirliliğine sebep olarak, yabancı uzmanların verdiği raporda ne var; Bursa'nın o sifon görevi gören hava sirkülasyonunun geçtiği boğazın iki tarafına da yüksek irtifalı inşaat izni verildiği için, Bursa, bugün hava kirliliğine mahkûm oldu.

Şimdi, Koç'un üniversite yaptığı o bina, o yer -çoğu arkadaşımız bilmez belki, Anadolu'dan gelmiş milletvekillerimiz- İstanbul'un kuzey rüzgârlarının estiği ve Boğaz kanalıyla İstanbul'u temizlediği bir sifon, hava cereyanının...

Sayın Aktaş, niye alınıyorsunuz?.. Niye alınıyorsunuz?.. İstirham ederim, siz bir profesörsünüz.

Şimdi, ben, bir şey ifade etmek istiyorum; yarın, oraya dikilen binalar, başka yerlere de emsal olacak, o rüzgârların önü kesilecek ve bilesiniz ki, o koruma bandıyla, sadece 250 hektar değil, orada, yarın, 2 500 hektarlık tahribat olacak ve o ormanları kaybedeceğiz. Benim üzüntüm buna dönüktür.

Yoksa, üniversite kurulmasının lehindeyiz; çevre katliamının ve kazanç hırsıyla yok edilen amme hakkının karşısındayız diyorum; vicdanlarınıza bir kere daha dönün ve buna göre oylarınızı kullanın diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, ben, Sayın Sobacıya bağırmadım...

BAŞKAN – Sayın Sobacı, bir dakika efendim.

Sayın Aktaş, size, herhangi bir şekilde bağırmadı, bir şey de söylemedi...

BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkan, hareketleriyle, bir ihsas ve izharda bulundu; ben öyle anladım.

BAŞKAN – Zımnî diyor...

Sayın Aktaş, buyurun, yerinizden ifade edin efendim.

A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, ben kendisine bağırmadım.

BAŞKAN – Zaten, Sayın Sobacı da onu kabul ediyor efendim.

A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Lütfetsin de, beni bir dinlesin efendim.

BAŞKAN – Sayın Sobacı, dinler misiniz.

A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Ben, size bağırmadım; fakat, hani sizin Genel Başkanızın kullandığı bir "el insaf" sözcüğü var ya, o "el insaf"ı, ben, böyle yaparak size ifade etmek istedim.

Siz, Boğazdan bahsediyorsunuz. O alanı gördünüz mü?

BEKİR SOBACI (Tokat) – Çok iyi biliyorum. Ben, İstanbul'da büyüdüm.

A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Biliyorsunuz; fakat, o alanın Karadeniz yönüne baktığını görmüş olmanız lazım.

Bakınız, bir haftadır, bu konuda bazı yanlış bilgiler veriyorsunuz. Şayet orayı görmüş olsaydınız, o alanın civarındaki diğer bölgelerin, daha şimdiden yerleşime açıldığını, şimdiden, bütün o orman dediğiniz, yeşil dediğiniz yerde -biz de yeşili seviyoruz- onu görürdünüz. Onun için, lütfen, yanıltmayın.

Bakınız, bundan birkaç gün önce yapılan konuşmalarda -kim olduğunu tam hatırlayamıyorum- konuşmacılardan birisi "iyi ya, gecekondu mu olsaydı" dedi, sizin arkadaşınız da, cevap olarak "daha iyi canım, insanlara hizmetti" dediler. Bakınız, orayı görmenizi tavsiye ediyorum. Orada okuyacak olan çocuklar bizim çocuklarımız; yani, onlar da insan. Onun için, lütfen, daha fazla engellemeyin.

Teşekkür ederim

BAŞKAN – Sayın Aktaş, mesele anlaşıldı efendim; teşekkür ederim.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkan, bir cümle, izninizle...

BAŞKAN – Yok, artık bitti; vermem.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Yanlış bir bilgi verdiğimi ifade ediyor Sayın Bakanım. Ben, İstanbul'da büyüdüm. Sayın Bakanımız, oradaki rüzgâr güllerinin, Yûşa Tepesi dahil -Beykoz sırtları- rüzgârın ne taraftan ne tarafa estiğini, gitsin, bir kere daha tespit etsin.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – O da size cevap verecek efendim.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sayın Başkanım...

BAŞKAN – Buyurun, siz niye?..

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sayın Başkanım, çok önemli bir şey var. Sayın Aktaş "bu üniversitenin çevresindeki ormanlık da yağmalanıyor" dedi. O zaman, bizim bilmediğimiz başka bir yağmalama mı var? Bu, bir ihbardır. Çok önemli bir şey söyledi.

BAŞKAN – Bir araştırma önergesi verirsiniz, bir soru önergesi verirsiniz! İhbarı değerlendirelim; değil mi?! Biz, burada savcı mıyız efendim?! Koç kanunu, şimdi oldu Aktaş kanunu; iyi mi!

Aleyhinde, Ankara Milletvekili Sayın Zeki Çelik; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun üzerinde, oyumun rengini belirtmek üzere söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Çok yüce bir ifade vardır; "Güzel söz, kökü yerde, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzer." Ankara'da, hepimizin bildiği bir Atatürk Orman Çiftliği vardır; bu, Atatürk'ün emriyle kurulmuş 52 000 dönüm araziyi kapsayan bir alan; ancak, kanunla, buradan hiç kimsenin herhangi bir metresini dahi alamayacağı belirlenmiş olmasına rağmen, zaman içerisinde görüyoruz ki, şu anda, 20 000 dönüme inmiş vaziyette; yani, burada, resmî kuruluşlar, belediyeler, şahıslar, Atatürk Orman Çiftliği arazisini habire parsellemiş ve maalesef, onun üzerine birtakım binalar inşa etmişler ve asıl yeşillendirilmesi gereken, korunması gereken alan, bataklık halde bırakılmış ve Ankara'daki inşaat artıkları da orada belirlenen alanlara dökülmüş olmasına ve düzeltilmiş olmasına rağmen, aradan geçen yıllara rağmen, hâlâ bir yeşil kuşak oluşturulamamıştır.

Bunları niçin ifade ediyoruz; yani, bugün, tahsisi yapılmak istenen arazi, yarın, aynen Atatürk Orman Çiftliği gibi, maalesef parsellenerek başka kuruluşlara da dağıtılacaktır.

KİT Komisyonunda Devlet Demiryolları görüşülürken, DSP'li milletvekilimiz Sayın Perihan Hanım orayı teşrif etmişlerdi; dediler ki: "Demiryollarını geri bıraktıran, Koç ve onun gibileridir." Ben de, orada şunu ifade ettim; madem böyle düşünüyorsunuz, o halde, burada grubu bulunan bütün partilerin temsilcileri var; iki üç gün sonra önümüze böyle bir kanun tasarısı gelecek, orman arazisinin vakıf üniversitelerine tahsisiyle alakalı; buyurun, lütfen, hep beraber bu kanun tasarısına mâni olalım diye; ama, maalesef, herhangi bir ses seda çıkmamıştır.

Biz, ne üniversiteye karşıyız ne de eğitim öğretime; bize bir harf öğretenin kölesi oluruz diyoruz; ancak, hukuksuzluklara karşıyız. Bir ağacın yetiştirilmesinin ne kadar zor ve ne kadar zaman aldığını hepimiz bilenlerdeniz. O halde, bunların önlenmesi için, bizim, elbirliğiyle bunlara karşı çıkmamız gerekir.

Güzel bir söz vardır; deniliyor ki: Bir işleme hasin hâsıl olursa, havasa peşkeş çekerler; eğer seyahat hâsıl olursa, avama taksim ederler. Türkiye'de gördüğümüz, maalesef bu; hep güzellikleri, iyilikleri, havasa; yani, hep üst tabakadakilere peşkeş çekiyorlar; ama, aşağıdaki vatandaşa, sadece vergi, sadece zulüm ve sadece bir baskı var; başka bir şey verilemiyor.

Şimdi, burada, aynen SEKA arazisi gibi, maalesef, Koç'un Ford Fabrikası da, yine, Atatürk Orman Çiftliği arazisi içerisine yapılmıştır. Cumhurbaşkanı "gerekirse, Ford Fabrikasının yapımı için Cumhurbaşkanlığı Köşkünün bahçesini veririm" diye ifade etmişlerdi. Halbuki, o günlerde bir köşeyazarı şunu söylüyordu: "Petlas gibi, Anadolu'nun kırsalında şu anda kâra geçmiş bir kuruluş için niye aynı ifadeyi kullanmıyor da, sadece, burada Koç'a tahsis edilecek bir araziyle ilgili olarak bu fikrini açıklıyor?"

Ben, bir fıkrayla sözlerimi bitirmek istiyorum. Burada, herhangi bir şahsı veya müesseseyi ilzam etmiyoruz. Geçmiş yıllarda iki kişi mahkemelik olmuşlar ve hâkimin huzuruna gitmişler...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Hâkim değil, kadı.

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Devamla) – Orada, hâkime giderken, birisi bir kaz hediye götürmüş, birisi de bir koç hediye götürmüş. Neticede muhakeme olmuşlar ve muhakeme neticesinde, koçu götüren mahkemeyi kazanmış. Tabiî, öbürü de bir hediye götürmüş ya, muhakeme sonucunda hâkimin önüne dikilmiş, gözlerinin içine bakmaya başlamış. Hâkim ne dediğini anlamış, ona cevap vermiş, demiş ki: "Ne bakıyorsun böyle kaz gibi; baksana elin oğlu koç gibi, koç." (FP sıralarından alkışlar)

Şimdi, biz, şunu anlamaya çalışmak istiyoruz. Yani, ille Koç gibi hâkimiyet mi kurmak lazım?! Adalet yoksa, nasıl tecelli edecektir? Adalet, yoksa, zavallı, kimsesiz bir kadının adı mıdır diye kendi kendimize sormamız gerekiyor!..

Ben, inşallah, bu konuda sağduyuyla hareket edeceğinizi ve benim gibi bu kanunun aleyhine oy kullanacağınızı ümit ediyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim Sayın Çelik.

Tasarının tümünün açık oya sunulmasına ilişkin bir talep vardır; talepte bulunan arkadaşların burada olup olmadıklarını tespit edeceğim:

Sayın Özkan Öksüz?.. Burada.

Sayın Tevhit Karakaya?.. Burada.

Sayın Mehmet Batuk?.. Burada.

Sayın İlyas Arslan?.. Burada.

Sayın Fethullah Erbaş?.. Burada.

Sayın Suat Pamukçu?.. Burada.

Sayın Mustafa Kamalak?.. Burada.

Sayın Ahmet Aydın?.. Burada.

Sayın Hüseyin Arı?.. Burada.

Sayın Cevat Ayhan?.. Burada.

Sayın Nurettin Aktaş?.. Burada.

Sayın Osman Pepe?.. Burada.

Sayın Latif Öztek?.. Burada.

Sayın Bekir Sobacı?.. Burada.

Sayın Mehmet Ali Şahin?.. Burada.

Sayın Mustafa Baş?.. Burada.

Sayın Nazlı Ilıcak?.. Burada.

Sayın Yahya Akman?..

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Tekabbül ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Musa Uzunkaya tekabbül etti.

Sayın Hüseyin Karagöz?.. Burada.

Sayın Eyüp Fatsa?.. Burada.

Sayın Bahri Zengin?.. Burada.

Sayın Faruk Çelik?.. Burada.

Sayın Mehmet Bekâroğlu?.. Burada.

Tasarının tümü açık oylamaya tabi tutulacaktır.

Açık oylamanın, elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

Oylama için 3 dakika süre veriyorum.

Oylamanın tertibini tekrar anlatmaya lüzum yok; bugün ezberlediniz, çok eminim buna.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının açık oylamasına 302 sayın üye katılmış, 212 kabul, 84 ret, 6 çekimser oy kullanılmış, tasarı kanunlaşmıştır. (FP sıralarından alkışlar [!]; MHP sıralarından "o da ne" sesleri)

Alkış bittiyse, müsaade eder misiniz...

Sayın milletvekilleri, bir hususu açıklamak istiyorum efendim.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Tebrik ediyoruz.

BAŞKAN – Sayın Erbaş_

Bir dakikacık beni dinleyin bari efendim; bir veda edelim.

Sayın milletvekilleri, bugün, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin 20 nci Yüzyıla veda edecek son çalışmalarından birini daha sonuçlandırmış bulunuyoruz. Mübarek bayramdan sonra teşrif ettiğinizde; yani, sağ salim geldiğimizde yeni bir bin yıla başlamanın gururunu ve heyecanını yaşayacağız. 21 inci Yüzyılda muasır medeniyeti yakalayıp lider ülke olacak olan Türkiye Cumhuriyetimiz bizlerden çok şey beklemektedir. 21 inci Yüzyılın son günlerinde geceli gündüzlü çalışıp, çağın gereklerini yakalamaya çalışan 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi, 21 inci Yüzyılın ilk günlerinden itibaren aynı performansı göstereceğine emin olarak, şimdiden mübarek Ramazan Bayramınızı ve yeniçağınızı kutlar, saygılar sunarım.

Birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 22.32

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 22.40

BAŞKAN : Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL

KÂTİP ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 46 ncı Birleşimin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Alınan karar gereğince, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına devam ediyoruz.

Türkiye Radyo-Televizyon Gelirleri Kanununa Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

6. – Türkiye Radyo-Televizyon Gelirleri Kanununa Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/589) (S.Sayısı: 306) (1)

BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Sayın milletvekilleri, Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım; yalnız, daha önce, Komisyon raporunda, Karaman Milletvekili Sayın Zeki Ünal'ın adı, Sayın Cevat Ayhan ve Sayın Altan Karapaşaoğlu'yla birlikte verdikleri muhalefet şerhinde, basım hatası olarak, yer almamıştır; tutanakta, bu eksikliği düzeltiyorum; bu düzeltmeyle oylarınıza sunacağım.

Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Raporun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Tasarının tümü üzerindeki müzakerelere başlıyoruz.

Tümü üzerinde ilk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Sayın Bedri Yaşar'a ait.

Buyurun Sayın Yaşar. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA BEDRİ YAŞAR (Gümüşhane) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Türkiye Radyo-Televizyon Gelirleri Kanununa Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde Grubum adına söz almış bulunmaktayım; Partim ve şahsım adına, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Alınan karar gereğince, bu gece daha fazla bekletmemek üzere, ben, önümüzdeki Ramazan Bayramının, devletimize, milletimize, Türk ve İslam âlemine hayırlı, uğurlu olmasını niyaz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yaşar.

Gruplar adına...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, bu kanun tasarısı da, bir dahaki kanun tasarısı da, çıkması gerekli olan tek maddelik tasarılardır. Sayın sözcünün temennilerine katıldığımızı ifade ediyor; her iki tasarı hakkında da konuşmayacağımızı ifade ediyoruz.

BAŞKAN – Göstermiş olduğunuz anlayışa teşekkür ediyorum efendim. Çünkü, aldığımız karar gereğince, her iki tasarının bitişine kadar; yani, saat 24.00'e kadar değil, bitişine kadar çalışmamız gerekiyor.

(1) 306 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Gruplar arasındaki anlaşma, her halde tamamlanıyor.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bedük.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, TRT gibi, gerçekten ülkemiz için fevkalade iyi hizmetler yapmış olan bir kurumun, çok önemli bir ihtiyacının giderilmesine yönelik bu kanun tasarısı hakkında Doğru Yol Partisi de olumlu görüş ifade etmektedir.

İkinci kanun tasarısı da, yine, gerçekten bilgisayarlarla ilgili, çıkarılması gereken bir kanun tasarısıdır. Her iki kanun tasarısının yasalaşması hepimizin müşterek istediği bir husustur. Bu itibarla, bu konuda daha fazla konuşma yapmak istemiyoruz; ancak, gerek bayramın ve gerekse yeniyılın, büyük milletimize ve bütün milletvekillerimize hayırlara vesile olmasını, önümüzdeki yılların ve asrın büyük Türk Milleti için, özellikle, mutluluk, sağlık ve başarılar getirmesini diliyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Kanunların çıkarılması için grupların gösterdiği anlayışa ve önümüzdeki müstesna günler için ifade buyurdukları temennilere teşekkür ediyorum.

Şimdi, gruplar adına...

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, yerimden bir şey söyleyebilir miyim.

BAŞKAN – Şahsınız adına konuşma imkânınız var efendim.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Hayır efendim; şahsım adına olur da, ben, öyle bir talepte bulunmuyorum, yerimden bir şey söylemek istiyorum.

BAŞKAN – Hangi maddeye göre efendim?

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – İçtüzüğe göre.

BAŞKAN – 61 inci maddeye göre veriyorum.

Buyurun efendim.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, isterseniz geneli üzerinde şahsım adına konuşayım.

BAŞKAN – 61 inci maddeye göre her milletvekilimizin bir ifade imkânı var.

Buyurun efendim.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Efendim, gelişen iletişim imkânları sonucu, haberleşme açısından olsun, medya açısından olsun, Türkiye'de, kanal ve televizyon yayıncılığı yapan kurum ve kuruluşlar -özel olsun, kamuya ait olsun- yeterince mevcut; ama, görebildiğimiz kadarıyla, TRT, elektrik paralarından, Telekoma ödenen paralardan paylarla yaşatılmak isteniliyor.

İlgili bakanın takdirlerine sunmak istediğim bir husus var. Birçok lüzumsuz programlar ve gereğinden fazla personelle TRT, çok hantal bir yapı arz ediyor; bu yükü de bu millet taşımaya devam ediyor. Dolayısıyla, buna bir çekidüzen vererek, bundan sonraki süreçte, her seferinde, her şeyden TRT'ye bir pay ayırmak gibi bir talepten, artık, TRT'yi de milleti de Parlamentoyu da kurtarmak mecburiyetindeyiz. Her ne kadar gruplarımız kendi aralarında bir mutabakat sağlayarak... Efendim, ödenen miktarın, vatandaşın cebinden çıktıktan sonra Telekomun hesabından aktarılacağı söyleniyor; ama, bunun bile bir yük olduğunu ifade etmek herhalde yerinde olur kanaatindeyim.

Bakanımızın, bundan sonraki süreçte, artık, bu tip taleplerle buraya gelmemesi, bir süre sonrasında da buna bir son verilmesi gerektiği kanaatini taşıyor; teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, şahıslar adına söz taleplerini okumak mecburiyetim var; müsaade ederseniz, isimleri okuyayım: İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan.

Bu sayın milletvekillerinden konuşmak isteyen var mı efendim? Yok.

Böylece, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmış oldu.

Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Maddelere geçilmesi kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE RADYO-TELEVİZYON KURUMU GELİRLERİ KANUNUNA BİR

GEÇİCİ MADDE EKLENMESİ HAKKINDA KANUN TASARISI

MADDE 1. — 4.12.1984 tarihli ve 3093 sayılı Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Gelirleri Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

GEÇİCİ MADDE 6. — Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi tesis, devir ve nakil ücretleri hariç tahsil ettiği telefon, teleks, faksimile, data, Türksat, kablo tv, araç telefonu (mobil), çağrı cihazı (mobil) ve diğer gelirler kaleminden oluşacak brüt gelirlerinden ayrılacak % 2.5 oranındaki payı, 2000 yılına münhasır olmak üzere, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumuna intikal ettirir.

Her ayın gelir üzerinden ayrılacak pay, takip eden ayın 25 inde Türkiye Radyo-Televizyon Kurumunun göstereceği banka hesabına ödenir ve tahakkuk cetvelleri aynı süre içinde Türkiye Radyo-Televizyon Kurumuna gönderilir. Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketinin üçer aylık dönem bilançosu kesinleştiğinde, o dönemin ödemeleri ile bilançoya göre ortaya çıkacak farklar müteakip ayın sonuna kadar taraflarca mutabakatı yapılarak tasfiye edilir.

Ödemelerin geciktirilmesi halinde, her geçen ay ve kesri için Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketine 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda öngörülen gecikme zammı oranında gecikme faizi uygulanır. Kurum alacağı 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümlerince takip ve tahsil olunur.”

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

Gruplar adına söz talebi? Yok.

ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) – Sayın Başkan, Grubum adına değil; ama, bir hususun altını çizmek istiyorum. İsterseniz kürsüden konuşayım veya yerimden de olur, bir iki cümle arz etmek istiyorum.

BAŞKAN – Müsaade eder misiniz?

Grup zatıâlinize tensip etmiyor; şahsınız olarak söz alabilirsiniz.

ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) – Bir hususun altını çizmek istiyorum; yani, 2000 yılına girerken, bunu söylemezsem, rahat edemeyeceğimi ifade etmek istiyorum.

BAŞKAN – Grup adına konuşabilir mi efendim?

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Şahsı adına konuşma hakkı var Sayın Başkan.

ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) – Şahsım adına...

BAŞKAN – Peki, buyurun efendim.

ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar, Telekomun gelirlerinden yüzde 5'in TRT'ye aktarılması konusunda Plan ve Bütçe Komisyonuna teklif getirildi; yüzde 2,5'e indirildi. Yüzde 2,5'e indirilmesine seviniyoruz. Vakıflardan sorumlu Devlet Bakanı -tarihî eserlerimiz ayaklar altında çiğneniyor, yok olmak pahasına- tarihî eserlerimizi ayağa kaldırmak için, bunu yüzde 2,5 değil, yüzde 5, yüzde 10, yüzde 15 yaparak, ecdadımızın yadigârı kültürümüz, değerlerimiz, her şeyimiz olan bu eserleri ayağa kaldırmak için bu kanun tasarısını getirselerdi çok daha manidar olacağına inanırdım.

Bugün, Vakıflar Genel Müdürlüğünde eserlerimizi tamir etmek için para bulamıyorsunuz, ödenek bulamıyorsunuz, Vakıflar Bankasının parasından oraya ayıramıyorsunuz; kalkıyorsunuz, özel televizyonlar karşısında da çok güdük kalan, yarış yapamayan, tatmin edemeyen, doyuramayan TRT'ye, acaba personelin maaşına zam yapmak veya yeni personel almak için mi bu yüzde 2,5'i ayırıyorsunuz? Bir yıllığına ayırıyorsunuz ama, ben bir daha vakıflardan sorumlu bakanın dikkatini çekmek istiyorum; burada kanunlar çıkıyor, bu kanunlara parmak kaldırıyoruz, parti taassubuyla parmak kaldırıyoruz, Plan ve Bütçe Komisyonunda da öyle oluyor, Meclisin Genel Kurulunda da öyle oluyor; iktidardan gelmişse, tasarının içeriğine bakmadan, ileriye dönük ne getiriyor ne götürüyor ona bakmadan, onları biz, buradan geçiriyoruz. Ben, bu kanun tasarısı geçmesin demiyorum; gelmiş zaten, ben istesem de istemesem de bu kanun buradan geçecek, bu para TRT'ye aktarılacak; ama, lütfen, Türkiye'nin umumî, âlî menfaatlarını düşünerek kanun tasarılarını getirin buraya.

Ben bir daha söylüyorum; Van'dan tutun Edirne'ye kadar tarihî eserlerimiz yok olmuş. Yıllardır uğraşıyoruz, çırpınıyoruz, bu tarihî eserleri ayağa kaldıralım diyoruz; ama, geliyorsunuz, Plan ve Bütçe Komisyonunda "ne yapalım, Plan ve Bütçe Komisyonu, hükümet, tarihî eserlerimizi onarmak için bize yeterince ödenek vermedi" diyorsunuz ve böyle bir masum mazeretin arkasına sığınıyorsunuz. Bu, hükümet olmanın mazereti olamaz. Hükümet demek iş yapan demektir, mazeretlerin arkasına sığınan demek değildir.

Rahmetli Özal zamanında tarihî eserleri ayağa kaldırmak için bir kanun tasarısı getirildi; bir pay ayrıldı, artırıldı ve bir canlanma oldu -1974 yılında da bir canlanma olmuştu- ondan sonra, tarihî eserlerimiz heba olmaya başladı. Vakıflardan sorumlu bakanın dikkatini çekmek istiyorum. Yani, siz, yurtları Millî Eğitim Bakanlığına bağlayarak, tarihî eserleri de Kültür Bakanlığına aktararak, vakıfları gözden çıkarmaya kalkışmayın lütfen... Böyle bir kanun tasarısını, tarihî eserlerimizi ayağa kaldırmak için 2000 yılında getirirseniz, memnun olacağımızı ifade etmek istiyorum.

TRT'ye bu paranın aktarılmasıyla, acaba, Türkiye'nin menfaatına neler olacak? İşte, şu bakanın eşini -ben duyuyorum- şu seçimi kaybetmiş olan milletvekilinin yakınını, hanımını, baldızını, teyzesini TRT'ye alarak, Türkiye'yi kalkındırmak, Türkiye'yi bir yere götürmek mümkün değildir. TRT'de, zaten, haddinden fazla memur var; zaten, 700-800 milyon lira maaş alıyorlar, bir de bunların maaşlarına maaş ekleyerek, Telekomdan yüzde 2,5 aktarıyorsunuz. Siz yüzde 2,5'le ilgili tasarıyı komisyonda kabul ettiğiniz gün, Telekom yüzde 30 zam yaptı. Yine ne oldu; fakir fukaranın cebinden, milletin cebinden alacaksınız, öbür tarafa vereceksiniz; bunlar yanlıştır. Mademki gruplar böyle bir karar almış, bu tasarı buradan geçecek, ben, saygı duyuyorum; dolayısıyla, aleyhte de oy kullanmıyorum; ama, bunun yanlışlığını da, 2000 yılına girerken, altını çizerek belirtmek istiyorum.

Saygılar sunuyorum. (FP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Bitlis Milletvekili Sayın Zeki Ergezen'e teşekkür ediyorum.

Gruplar adına söz talebi yok.

Şahısları adına -aynı isimleri tekrarlamama gerek yok zannediyorum- talep eden var mı? Yok...

YAKUP BUDAK (Adana) – Var Sayın Başkan.

BAŞKAN – Soru var?..

YAKUP BUDAK (Adana) – Şahıs adına...

BAŞKAN – Şahıs adına. O zaman, müsaade ederseniz, sıradaki isimleri okuyup, teklif etmem lazım efendim.

Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker, buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

MASUM TÜRKER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, bu maddede, özellikle telekomünikasyon sistemlerinin devri nedeniyle TRT'ye yapacağımız katkıda kullanacağımız oydan dolayı, kendi adıma ve sizler adına büyük bir iş yaptığımızı belirtir teşekkürlerimi sunarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

İkinci söz, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al'ın. (DSP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

Süreniz 10 dakika.

EROL AL (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben, sadece, bir konuya açıklık getirmek istedim.

10 Temmuz 1999'da, buradan geçirdiğimiz 4397 sayılı Kanunla, Telsiz Genel Müdürlüğüne devredilen vericiler tekrar TRT'ye iade edilecek. Tabiî ki, bunun TRT'ye bir maliyeti var. Bu maliyet de, personel giderlerine 15 trilyon lira, işletme giderlerine 29 trilyon lira, yatırım giderlerine de 16 trilyon liradır, toplam 60 trilyon liradır. Şimdi, çıkaracağımız kanunun getirdiği rakam da 65 trilyon liradır; bilgilerinize sunmak istedim.

Teşekkür ederim. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Al.

Sayın milletvekilleri, 1 inci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Soru talepleri vardır.

İlk soru, Sayın Oğuz Tezmen'in.

Buyurun Sayın Tezmen.

OĞUZ TEZMEN (Bursa) – Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakana bir soru yöneltmek istiyorum.

Önümüzdeki yasa tasarısı, 2000 yılı için TRT'nin ihtiyaç duyacağı zorunlu bir kaynağın tedariki amacıyla getirilmiştir; ancak, bu yasa tasarısı, Komisyonda değişmesine rağmen, bütçe tekniğine aykırı bir düzenlemedir. Getirilen tasarıyla, aslında, yapılan, satışa sunulan Türk Telekom Anonim Şirketinin -Türkiye'nin en kıymetli varlığı olan, bugün özelleştirme açısından en önemli kaynağı olan Türk Telekomun- gelirlerinin bir kısmının Türk Telekomdan alınıp TRT Kurumuna aktarılmasıdır. Bu, bir anlamda, vergidir; çünkü, hizmet ilişkisi yoktur, yararlanma ilişkisi yoktur; ikisi de ayrı kurumdur. Bir kamu kuruluşunun gelirlerine yüzde 2,5 vergi koyacaksınız ve bunu TRT'ye aktaracaksınız. Aslında, bunun doğrusu, bütçede, ihtiyaç varsa, bir haberleşme vergisi getirilebilir ve tüm haberleşmeye bir vergi konurdu, TRT'nin ihtiyaçları da bütçeden karşılanabilirdi. Bu uygulamanın mutlaka düzeltilmesi gerekir.

Bir diğer konu da...

BAŞKAN – Sayın Tezmen, lütfen, sorunuzu sorun.

OĞUZ TEZMEN (Bursa) – Soruyu orada bağlayarak soruyorum; çünkü, geçiçi madde olduğu için, böyle bir uygulamanın, 2001 yılında devam etmeyeceği anlaşılıyor. Dolayısıyla, 2001 yılında, TRT Kurumunun, ciddî ölçüde bir kaynak tasarrufuna gitmesi gerekir. Bütçeden kaynak ayrılmasının ne ölçüde zor olduğunu hepimiz görüyoruz. Dolayısıyla, TRT'nin 2001 yılı programında ciddî bir tasarruf önerisi olacak mı, bu konuda bir hazırlık var mıdır? Böyle bir hazırlığın olmasını, bu Meclis beklemektedir.

Sayın Bakanın bu konudaki cevabını özellikle istiyorum; çünkü, gerek istihdamda gerek kaynak kullanımında çok ciddî israf ve kayırmalar olduğu kamuoyunda ciddî ölçüde tartışılıyor. Bu alanda da geniş potansiyel olduğunu değerlendiriyoruz. Bu konuda bir önerinin, 2001 yılı bütçesi için gelmesini bekliyoruz. Bu konuda Sayın Bakanın görüşünü istiyorum.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tezmen.

Buyurun Sayın Erol Al.

EROL AL (İstanbul) – Sayın Başkan, sorum yok, ben söz istemek için daha önce almıştım.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Öztürk, buyurun efendim.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakanımdan sormak istiyorum : Bugün, yayın yapan özel televizyonlarda en çok çalışanın 300 olduğu; fakat, TRT’de çalışanların sayısının 6 800’ü geçtiği söylenilmektedir. Öncelikle, herhangi bir özel televizyonun 300 kişiyle yaptığı işi, TRT -ki, millî bir televizyon- 6 800 -ki, şu anda öğrendiğim kadarıyla arkadaşlar 8 000 de diyorlar- 8 000 kişiyle yapmaktadır. Bu, normal midir? Bu, birincisi.

İkincisi, TRT, yaptığı yayınlarla, acaba, Türk Milletinin özüne uygun, töresine uygun, ne zaman millî yayın yapacaktır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Nidai Seven, buyurun efendim.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma şu soruyu sormak istiyorum; Kamu İktisadî Teşebbüsleri altkomisyonu olarak yapmış olduğumuz denetimlerde, Sayın Genel Müdürümüze sormuş olduğumuz sorulardan Sayın Bakanımızın haberi var mıdır? Bu konuda bir inceleme yapmışlar mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Topaloğlu, buyurun efendim.

NAZİF TOPALOĞLU (Muğla) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Bakanıma sormak istediğim soru şudur : Benim çalıştığım birçok bölgede TRT yayınlarını izleyemiyorduk. Türkiye’nin kıyı kesimlerinde ve sınır kesimlerinde TRT yayınlarının güç ve zor izlendiğini biliyorum. Acaba, bundan sonra, bu yayınlar, sınırlarımızda ve kıyılarımızda net olarak izlenebilecek mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Atahan, buyurun efendim.

NAMIK KEMAL ATAHAN (Hatay) – Sayın Başkan, vasıtanızla, Sayın Bakana şu soruyu tevcih etmek istiyorum: Bu hükümet döneminde TRT'ye kaç kişi alındı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Dağcıoğlu, buyurun.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakana bir sorum var.

Efendim, aslında, burada TRT'yle ilgili bir sürü makro problemleri tartışma ve görüşme durumunda olabilirdik; ancak, az önceki konuşmacıların da ifade ettiği gibi, süratle sonuçlandırma niyetine biz de katılıyoruz. Ancak, çok mikro -belki- bir sorum olacak. TRT'nin bu kadar devasa imkânlarına rağmen, Türkiye'nin güneyine doğru yaklaştığımızda Arap radyolarını dinlemekten, batıya doğru yaklaştığımızda da Yunanistan radyolarını dinlemekten gına getirdi Türk insanı. Bu kadar büyük imkânların transfer edildiği, konuşulduğu ve yaşandığı bir dünyada -yani, Türk dünyasında- ve bu kadar geniş imkânlara sahip bir kurumda, neden acaba biz, öğrenciliğimizde olduğu gibi, hâlâ, 2000 yılının eşiğinde, İngiliz BBC radyosunu, Yunanistan radyosunu ve Arap radyolarını dinleme mecburiyetinde bırakılıyoruz? Bunu bir türlü anlayamıyor ve merak ediyordum; zatıâlinize bu vesileyle, bu sorumu tevcih ederek öğrenmek istiyorum.

Saygılarımla.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dağcıoğlu.

Böylece, sorular tamamlanmış oldu.

Sayın Bakan, şimdi mi cevap vereceksiniz?

DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – İsterseniz, teşekkür konuşmamda cevap vereyim.

BAŞKAN – Eğer cevap verecekseniz, şimdi verin.

DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkanım, Plan ve Bütçe Komisyonunda sayın üyelere, konuyla ilgili sordukları her soruya ayrıntılı ve kapsamlı yanıt vereceğimizi söylemiştik. Uygun görürlerse, son derece teknik bilgi içeren bir yanıt olacağı için, her bir milletvekilimize -zaten Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerimize hazırlatmıştık- soru sorsun sormasın, yanıt sunmayı tercih ediyoruz.

BAŞKAN – Yazılı olarak...

DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Evet.

BAŞKAN – Sayın Bakan yazılı olarak cevap verecekler.

Madde üzerinde değişiklik önergesi yok.

Görüşmekte olduğumuz 1 inci maddeyi, komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. — Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gruplar adına söz talebi?.. Yok.

Şahıslar adına olan söz taleplerini sırasıyla okuyorum: İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker, İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan, Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak.

Sırasıyla, teklif edeceğim:

İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker...

MASUM TÜRKER (İstanbul) – Konuşmayacağım.

BAŞKAN – Konuşmayacaksınız.

İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al...

EROL AL (İstanbul) – Konuşmayacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Konuşmayacaksınız.

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?.. Yoklar.

Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak; buyurun efendim.

Süreniz 5 dakika.

YAKUP BUDAK (Adana) – Sayın Başkan, değerli üyeler; telekomünikasyon paylarından TRT'ye yüzde 5 ayrılmasıyla ilgili söz almış bulunuyorum. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

Belki, gecenin bu vaktinde, bu sözü almak, bazı arkadaşlarımızın hoşuna gitmeyebilir; ama, TRT'nin yayınlarından hoşuna giden kaç tane arkadaşımız var diye sormak istiyorum. Eğer, TRT'nin yayınları hoşumuza gitmiyorsa, ona ayıracağımız yüzde 5'lik paylar üzerinde de ciddî ciddî konuşmamız, tekliflerimizi, düşüncelerimizi de ifade etmemizin yadırganmaması gerektiği kanaatini taşıyorum.

Muhterem arkadaşlar, bu paylar niye ayrılıyor, TRT niye var, kültürümüzün, manevî değerlerimizin, bizi biz yapan ölçülerimizin ve dünyaya Türkiye'yi tanıtma noktasındaki görevin yerine getirilmesi noktasında TRT'ye bu pay ayırılıyor.

TRT, bugün, yaklaşık 6 000'in üzerinde personelle çalışıyor. Devasa tesisleri var; belki, birçok televizyon kanalında olmayan teknik donanımları var; ama, bunun yanında, acaba, görevlerini yerine getirebiliyor mu; halkımızı tatmin edebiliyor mu, kamusal hedefleri gerçekleştirme noktasında, gerek yurt içinde gerekse yurt dışındaki hedefler noktasında üzerine düşeni yerine getirebiliyor mu? Bu noktaya baktığımız zaman, TRT'nin yayınlarının izlenme oranlarını dikkate alacak olursak, Türkiye'deki vatandaşımızın ihtiyaçlarına cevap veremediği, beklentilerini gerçekleştiremediği ve onun kültürüne ve değerlerine yeterince eğilemediği için, izleyicilerin büyük bir bölümü özel televizyon kanallarını tercih etmektedirler.

Ben, şunun üzerinde durmak istiyorum: Özellikle TRT, bugünkü hantal yapısından kurtarılmalıdır. TRT personeli, bu milletin değerlerini anlayacak, kavrayacak ve onu, programlarında, bizim nesillerimize, çocuklarımıza aktaracak bir şekilde yetiştirilmelidir. Belki, uzun boylu televizyon izleyemiyoruz, TRT'yi de takip edemiyoruz; ama, izleyebildiğimiz kadarıyla, maalesef, değerlerimizden kopuk olduğunu görüyoruz, toplumumuzun ihtiyaçlarına cevap veremediğini görüyoruz ve bundan dolayı da reklam alamadığını görüyoruz. Eğer, özel televizyon kanalları 300-400 kişiyle bütün Türkiye'ye hitap ediyorlar ve toplumun beklentilerine cevap verdikleri için de her gün izleyici sayısını artırıyorlarsa, TRT'nin de, bu noktada, uyarılması gerekir. Burada ifade etmek istemiyorum; ama, falanca şahsın çiftliği" olarak da vatandaş arasında ve ilgili çevrelerde adlandırılmaktadır. Dolayısıyla, TRT'yi, bir çiftlik olmaktan kurtarmak gerekir.

Bunun yanında, TRT'nin yurtdışı yayınları var. Arkadaşlarımızın izleme imkânı oldu mu bilmiyorum, ama, Türkî Cumhuriyetlerini dolaştığımızda, orada, bizim değerlerimizi taşıyan insanların, Türkiye'ye gönülden bağlı olan insanların şöyle dediklerine şahit oluyoruz: "Ya, Türkiye bu mu? Türkiye'deki televizyon böyle bir yayın yapıyor; bizim kültürümüz bu mu; bizim inançlarımız bu mu; bizim tarihimiz bu mu? Niye bu yayınlar yapılıyor? Eskiden, biz, Rus televizyonunu izliyorduk; ama, Rus televizyonunda bile, bu kadar bizim değerlerimize aykırı birtakım görüşleri, birtakım düşünceleri göremiyorduk" diye yakınıyorlar. Dolayısıyla, bu Meclis, TRT'ye bu payı ayırıyorsa ve bunu da bir görev olarak biliyorsa, bir kamu görevi olarak telakki ediyorsa, TRT'nin de yakasına yapışmalı, ondan sonra da, gereken hesabı sormalıdır.

Şimdi, cumhuriyeti benimsetmek için bir tren dolaştırılıyor; memnuniyetle karşılıyoruz; ama, kimsenin gözünü boyamasınlar; cumhuriyet, tren dolaştırmakla sevdirilmez; gönüllere ve genç kafalara nakşedilmez. Cumhuriyetin ilkelerini, düşüncelerini, yeni yetişen çocuklarımıza, bugünün şartları ve ölçüleri içerisinde vermediğimiz sürece, sadece nostaljik bir gezi yapılmış olur.

Muhterem arkadaşlar, bu yüzde 5 pay, benim kanaatimce oldukça büyük bir paydır.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – 2,5...

YAKUP BUDAK (Devamla) – Diğer televizyonlar, kendi kaynaklarıyla bunu gerçekleştirebiliyorlar. TRT'nin de bunu gerçekleştirmesi gerekir diyorum ve TRT'nin bu kadar kanal sayısı da fazladır. Özelleştirmeyi her konuda düşünüyoruz; kamu hedeflerini gerçekleştirme noktası kadar belki kanal kalabilir; ama, diğerlerinin de özelleştirilmesinin ciddî anlamda düşünülmesi gerektiği kanaatimi ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Budak.

2 nci madde üzerindeki görüşmeler tamamlandı.

1 soru var.

Buyurun Sayın Parlak.

EVLİYA PARLAK (Hakkâri) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Benim sorumu, biraz önce bir arkadaşım bir bakıma sordu. Ben, Sayın Bakanıma şunu arz etmek istiyorum:

Gerçekten, büyük bir kurum olmasına rağmen, seçim bölgem olan Hakkâri'de, ne ilde ne ilçelerde, özellikle TRT'nin 3'üncü kanalı -yani şu anda yayın yapan Meclis Televizyonu hiç izlenememektedir. Eğer, çatısında çanak anteni olan ev varsa değişik ve bu arada, tabiî, yabancı yayınlar da dahil, izlenme mecburiyeti doğurmaktadır. Çanak anten alamayan vatandaş, maalesef TRT'nin yayınlarından yararlanamamaktadır. Bu, radyo için de geçerlidir. Ne zaman, gerçekten, Türkiye'nin her yerinden rahatlıkla yayınları izlenebilir hale geleceğiz? Bunu arz etmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Parlak.

Sayın Bakanımız?

DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Yazılı cevap vereceğim.

BAŞKAN – Peki efendim; teşekkür ediyorum.

2 nci madde üzerinde değişiklik önergesi yok.

Maddeyi, komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.– Bu kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Gruplar adına söz talebi yok.

Şahıslar adına söz talebi, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker.

MASUM TÜRKER (İstanbul) – Konuşmayacağım.

BAŞKAN – İstanbul Milletvekili Sayın Erol Al.

Buyurun Sayın Al.

Sayın Al, süreniz 5 dakika.

EROL AL (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; TRT'nin yayınları, doğru, gerçek ve tarafsız habercilik açısından, bu kalitede haber isteyenler tarafından beğenilerek izlenmektedir.

Bu vesileyle, Ramazan Bayramanızı kutluyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?.. Arzu etmiyorlar.

Madde üzerinde soru yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...Tasarının tümü kabul edilmiş ve tasarı kanunlaşmıştır.

Ülkemize, Bakanlığımıza ve TRT kurumuna, çalışanlarına hayırlı olsun efendim. (Alkışlar)

Sayın Bakan teşekkür konuşması yapacaklar; buyurun efendim.

DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Eğer, demokratik parlamenter rejime gerçekten inanıyorsak, her hal ve şartta Yüce Parlamentoya dayanmanın nimetini bir kez daha görmüş olduk; onun için, her bir gruba, her bir milletvekili arkadaşıma, kurumum ve şahsım adına yürekten teşekkür ediyorum, minnetlerimi sunuyorum.

Her bir milletvekili arkadaşıma, konuyla ilgili soru sormuş olsun olmasın, daha önce Plan ve Bütçe Komisyonunda sorulan soruların da ışığında yanıt vereceğimi az önce arz etmiştim; ama, görüyorum ki, TRT'yle ilgili bir propaganda eksikliğimiz var. Yüce Heyetinizin gösterdiği yaklaşım nedeniyle diğer konulara burada yanıt verirsem, ola ki, bu nazik yaklaşımı gösteren arkadaşlarımdan bazıları kırılabilir düşüncesiyle, sadece genel bilgi sunacağım.

Şu an için 4 ulusal, 2 sınırötesi, 1 de bölgesel kanal olmak üzere toplam 7 televizyon kanalı; 3 ulusal posta, 25 dilde yayın yapan Türkiye'nin Sesi Radyosu ve 9 bölge radyosu, 1 il ve 1 turizm radyosu yayınları; halen deneme yayınlarını sürdüren ve Ocak 2000'de normal yayınlarına başlayacak olan yeni bir Türk müziği kanalı Radyo 4; önümüzdeki yıl içinde Amerika ve Kanada'da da TRT'nin Sesi.

İşte, tüm bu işlemleri nasıl bir sayıyla yapıyoruz; kısaca bir mukayeseli bilgi sunacağım: Japonya'nın NHK kuruluşunun -aynı TRT gibidir- 12 986 personeli var; Japon hükümetinden 610,99 milyar yen katkı alır. ARD'nin (Almanya) geliri, 7 milyar 734,9 milyon İsviçre Frangıdır; 25 038 personeli var. RAI'nin (İtalya) yıllık geliri 2 milyar 954 milyon İsviçre Frangı; 11 292 personeli var. RTVE'nin (İspanya) 980 milyon İsviçre Frangı geliri; 9 582 personeli var. BBC (İngiltere) 3 milyar 531 milyon İsviçre Frangı gelire karşın, 25 070 personeli var. TRT (Türkiye) yine İsviçre Frangı bazıyla, 326 milyon İsviçre Frangı gelire karşın; 6 480 personelimiz var. Kıyasladığınız vakit, bizden 4 kat daha fazla personele sahip kurumlar var ve tüm bu işlemleri yaparken de örneğin BBC'yle kıyasladığımızda, kişi başına düşen yayın saatini hesapladığınızda, TRT personelinin daha başarılı olduğunu görüyorsunuz. Uluslararası mukayeselerde TRT'yle gurur duymak varken... Bir rakam daha söyleyeyim: 1990 yılında 6 400 imiş sayımız. Aradan 9 yıl geçmiş, gelirlerimiz 50 milyon dolar aşağıya inerken, personel sayımız 6 481 olmuş; 9 yılın artışı yüzde 1 bile değil!

Bu bilgileri, her birinize, yine, ayrıntılı bir şekilde sunacağım; ama, konuyu gündeme, yüksek dikkatlerinize getirdiği için, Sayın Zeki Ergezen'e bir teşekkür borcum var.

Ben, bu düşüncemi, tarihî eserlere olan tutkumu, hükümet olarak bu konuya verdiğimiz önemi, TRT ile ilgili bu kanun tasarısında getiremezdim. Eski bakanımız Sayın Oğuz Tezmende haklıdır, bütçe tekniği itibariyle bunu enine boyuna tartıştık; bu, zaten 2000 yılına münhasır diye konuldu.

Onun için, biz, bugün ne yaptık; bu sabah, basın toplantısıyla açıkladık ve Bakanlar Kurulu üyelerinin görüşlerine sunduk. Vakıflar Genel Müdürlüğü hissesi olan (B) grubu yüzde 20'lik hisseyi, banka eliyle özelleştirmeye açtık. Bununla, yaklaşık 400 milyon dolar civarında bir gelir elde etmeyi ümit ediyoruz.

Yüce Heyetinizin huzurlarına, Vakıflar Bankasının, Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait bu yüzde 20'lik (B) grubu hisselerinin satışına izin dileğiyle geldiğimizde, eğer onay verirseniz -ki, inanıyorum, vereceksiniz; çünkü, tarihî eserlerimiz, hakikaten, yıllardır bakımsız, hakikaten yürekler acısı bir durumda- hiç bütçe için karşınıza gelmeden, Vakıflar Genel Müdürlüğünün başka kira gelirleri filan gibi hususlara hiç müracaat etmeden, yaklaşık 400 milyon dolar, 200 küsur trilyon lira paramız, bu yasa tasarısı geçer geçmez, hemen bir iki ay içerisinde, en geç üç ay içerisinde genel müdürlük kasasına girecek.

Bu ne olacak; bu 200 küsur trilyon lira para, Türkiye'de ne kadar tarihî eserimiz varsa, geçmişimiz varsa, bölge ayırımı güdülmeden, onlara tahsis edilecek. Onun için, şimdiden, orada vereceğinize inandığım destek için teşekkür ediyorum.

Bu yasa tasarısının, bugün kabulünde, huzurlarınızda, Ulaştırma Bakanımız Sayın Enis Öksüz Hocama yürekten teşekkür ediyorum. Telekom yetkililerine, anlayışları nedeniyle teşekkür ediyorum. Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Sayın Metin Şahin'e ve çok değerli üye arkadaşlarına da, huzurlarınızda, şahsım adına ve kurumum adına şükranlarımı sunuyorum.

Yüce Heyetinizi, en derin saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Devlet Bakanımız Sayın Yüksel Yalova'ya teşekkür ediyorum.

Tekrar, hayırlı olsun efendim.

Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

7. – Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/590) (S.Sayısı: 305) (1)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerinde.

(1) 305 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Komisyon Raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım : Raporun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Tasarının tümünü müzakereye açıyorum.

Tasarının tümü üzerinde, gruplar adına söz talebi?.. Yok.

Şahıslar adına söz talebi?.. Yok.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

ULUSAL BAYRAM VE GENEL TATİLLER HAKKINDA KANUNA BİR

GEÇİCİ MADDE EKLENMESİ HAKKINDA KANUN TASARISI

MADDE 1. – 17.3.1981 tarihli ve 2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

GEÇİCİ MADDE 1. – 31 Aralık 1999 tarihi tam gün genel tatildir.

Mahiyetleri itibarıyla sürekli görev yapması gereken kuruluşların özel kanunlarındaki hükümler saklıdır.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, gruplar adına söz talebi?.. Yok.

Şahıslar adına söz talebi?.. Yok.

Maddeyi, komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

İkinci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2 – Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Gruplar adına söz talebi yok.

Şahıslar adına söz talebi?.. Yok.

Değişiklik önergesi yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3 – Bu kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Gruplar adına söz talebi yok.

Şahısları adına söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Şimdi, görüşmekte olduğumuz tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir...

Ülkemize ve halkımıza hayırlı olsun.

Meclisi böyle idare etmek de çok güzel oluyor.

Sayın milletvekilleri, gündemde bulunan konuları sırasıyla görüşmek için, 29 Aralık 1999 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatırken, hepinize hayırlı bir yıl diliyor, ramazan bayramınızı tebrik ediyorum.

Saygılar sunuyorum.

Kapanma Saati: 23.25

V. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz’un, elektrik enerjisinden alınan katkı payının artırılmasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın cevabı (7/753) (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Yardımcısı ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Cumhur Ersümer tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize arz ederim.

Salih Kapusuz

Kayseri

Sorular :

1. TBMM’nden jet hızıyla geçirdiğiniz 4397 Sayılı Kanun ile aldığınız yetki çerçevesinde elektrik enerjisinden alınan % 3,5’luk payın % 7 olarak artırılması söz konusu mudur?

2. Bu konuyu gündeme getirirken ve katkı payının artırılması düşünülürken, sanayicimizin, esnafımızın görüşlerine başvuruldu mu? Yoksa, sadece TRT’yi kurtaralım derken sanayimiz feda mı edildi?

T.C.

Devlet Bakanlığı 24.12.1999

Sayı : B.02.0.006/01-1650

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 16 Kasım 1999 tarih, A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/753-2233/5948 sayılı yazınız.

Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz’un tarafıma tevcih edilen ve tarafımdan cevaplandırılmasını istediği 7/753-2233/5948 esas sayılı soru önergesi incelenmiştir.

4397 sayılı “Radyo ve Televizyon Verici Tesislerinin Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü’ne Devredilmesi ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un 4 üncü maddesiyle değişik 3093 sayılı Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Gelirleri Kanunu”nun 4/c maddesinde öngörülen % 3,5 oranının artırılması yönünde herhangi bir çalışma bulunmamaktadır.

Bilgilerinize arz ederim.

Dr. Yüksel Yalova

Devlet Bakanı

2. – Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, TÜGSAŞ Genel Müdürlüğünde yapılan bazı atamalara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın cevabı (7/849)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Ahmet Kenan Tanrıkulu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Lütfi Yalman

Konya

(1) 23.11.1999 tarihli 23 üncü Birleşim tutanak dergisinde yer alan 7/753’e ek cevap

1. TÜGSAŞ Genel Müdürünün atama ve terfilerle ilgili olarak 5.9.1997 tarih 13/109 sayılı yönetim kurulu kararıyla taşra teşkilatlarını da içine alacak şekilde yetkilerinin genişletilmesinin gerekçeleri nelerdir?

2. 1.1.1997-1.7.1998 tarihleri arasında TÜGSAŞ ve bağlı ortaklıklarında yönetim kurulu kararıyla 26 atama ve görev değişikliği yapılabilmişken, Genel Müdür onayıyla 95 açıktan atama, 56 topluluk içi nakil, 9 başka kuruluştan nakil, 14 başka kuruluşa nakil, 275’i merkeze ait olmak üzere toplam 400 kurum içi terfien atama işi hangi gerekçe ile yapılmıştır? Bu gerekçeler bu kadar yoğun atama sirkülasyonu için yeterli midir? Yeterli değilse eğer ilgililer hakkında ne gibi yasal işlemler yapılmıştır?

3. TÜGSAŞ’a bağlı Elazığ Gübre Sanayii A.Ş. yok denecek kadar az faaliyet kapasitesiyle çalışan bir kurum olduğu halde, çok sık Genel Müdür değişikliğine niçin gidilmiştir? 5.1.1998 tarihinde Genel Müdür hangi gerekçelerle görevden alınmıştır? 7.1.1998 tarihinde atanan yeni genel müdürün 9 gün sonra emekliye ayrılacağı bilinmiyor muydu? 2.3.1998 tarihinde göreve başlayan genel müdürün 14 gün sonra emekliye ayrılacağı bilinmiyor muydu? Eğer biliniyor ise neden kısa süren genel müdür ataması yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur?

4. 24.9.1997 tarihinde göreve başlatılan genel müdür yardımcısının 16.12.1997 tarihinde emekliye ayrılarak kadroyu boşalttığı, mazeret izinleri ve raporların dışında kurumda fiilen 13 gün görev yaptığı bilinmekte midir? Eğer biliniyorsa bu görevlendirmenin sebepleri araştırılmış mıdır? 29.9.1997 tarihinde göreve başlayan diğer genel müdür yardımcısının da 16.12.1997 tarihinde emekliye ayrıldığı, onunda kurumda fiilen 14 gün görev yaptığı bilinmekte midir? Genel Müdür Yardımcılarının bu kadar kısa sürede görev yapıp ayrılmaları bir tesadüf müdür? Yoksa uygulamanın arkasında başka sebepler mi vardır? Bu sebeplerle ilgili olarak ne gibi soruşturma yapılmıştır?

5. Boşalan genel müdür yardımcılıklarına tekraren, 29.12.1997 tarihinde atama yapıldığı fakat atama yapılan şahsın çeşitli izinlerle kurumda görev yapmadan 16.1.1998 tarihinde emekliye ayrıldığı, son olarak 19.12.1997 de atanan diğer genel müdür yardımcısının da çeşitli izinler kullanarak şirkette hiç görev yapmadan 16.1.1998 tarihinde emekliye ayrıldığı bilinmekte midir? Kurumda gerçekleşen normal dışı söz konusu atamaların hareketliliği soruşturulmuş mudur? İlgililer hakkında ne gibi işlemler yapılmıştır? Bu kadar çok ve kısa süreli atama yapılmasının gerekçeleri nelerdir?

6. TÜGSAŞ ve bağlı kurumları denetleyen müfettişlerce hazırlanan raporlarda yukarıda belirtilen uygulamanın kişilere menfaat ve paye sağlamak amaçlı yapıldığı, bu uygulamanında kuruma maddî ve manevî zarar verdiği tespiti yapılmıştır? Bu raporlarla teyit edilen kusurlarla ilgili ne gibi işlemler yapılmıştır? İlgililer hakkında ne cezalar verilmiştir? Kurumun maddî kaybı ilgililerden tazmin edilmiş midir?

7. TÜGSAŞ Genel Müdürünün 31.3.1997, 26.6.1997 ve 8.9.1997 tarihli Başbakanlık onayıyla izin verilen kadro, kurum ve meslek kriterleri dışında atamalar yaptığı Yüksek Denetleme Kurulunun Özel İnceleme Raporunda yer almaktadır. Kritere ve izin verilme amacına uymaksızın atanan görevlilerle ilgili ne gibi yasal işlem yapılmıştır? Gerek bu kurumda, gerek başka kurumlarda söz konusu kişiler görevlerine devam etmekte midirler? Devam ediyorlarsa bunun yasal gerekçeleri var mıdır? Ne gibi yasal işlemler yapılması düşünülmektedir?

8. TÜGSAŞ Genel Müdürlüğü merkez kadrolarında 275 unvanlı terfi işlemi yapıldığı, bunların bir yıl içinde gerçekleştiği, 1.7.1998 tarihinde sadece 35 terfi ataması yapıldığı, genel terfi atamaları içinde ayrıca 25 personelin ikinci kez terfi atamasına tabi tutulduğu bilinmekte midir? Kurumu bir sıçrama vasıtası olarak kullanan ilgililer hakkında ne gibi yasal işlemler yapılmıştır? Terfien ataması yapılan kişiler aynı kadrolarında görev yapmakta mıdırlar? Prosedüre uymayan terfien atamalar, atanan kişilerden geri alınmış mıdır? Alınmamış ise geri alınması düşünülmekte midir?

T.C.

Başbakanlık 28.12.1999

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı

Sayı : B.02.1.ÖİB.0.10.06.00/6917

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı

Genel Sekreterliği

(Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı)

İlgi : 9.12.1999 tarih, A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/849-2523/6429 sayılı yazınız.

İlgi yazınızda, Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, Türkiye Gübre Sanayii A.Ş’de (Şirket) yapılan bazı atamalara ilişkin yazılı soru önergesinin cevaplandırılmak üzere Sanayi ve Ticaret Bakanlığına gönderildiği, ancak söz konusu önergenin adı geçen Bakanlığın ilgi alanına girmediği gerekçesiyle Başkanlığınıza iade edildiği belirtilerek, bir sureti ilgi yazınız ekinde gönderilen bahse konu önergenin Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 99 uncu maddesi gereğince 15 gün içinde cevaplandırılması talep edilmektedir.

Anılan önergede yer alan sorulara ilişkin şirket cevapları ekte gönderilmiştir.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

Yüksel Yalova

Devlet Bakanı

Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın

Genel Müdürlüğümüzde Yapılan Atama ve Terfiler ile İlgili Olarak

Cevaplandırılması İstenilen Sorulara Verilen Cevaplar

Cevap 1. Kamu İktisadî Teşebbüsleri hakkındaki 233 sayılı KHK’nin Teşebbüs Yönetim Kurulunun Görev ve Yetkileri Başlıklı 9 uncu maddesinde Yönetim Kurullarının görev ve yetkileri tek tek sayılmış 10 uncu fıkrasında “Yönetim Kurulları sınırlarını açıkça belirlemek şartıyla yetkilerinden bir kısmını Genel Müdüre devredebilirler. Ancak; yetki devri Yönetim Kurulunun sorumluluğunu kaldırmaz” hükmü gereğince Şirketimiz Yönetim Kurulunda gördüğü lüzum üzerine daha önceki yıllarda da olduğu gibi sınırlarını açıkça belirtmek kaydıyla yetkilerinden bir kısmını 5.9.1997 tarih ve 13/109 sayılı kararı ile Teşekkül Genel Müdürüne devretmiştir. Bu işlemde hukuka aykırı herhangi bir husus bulunmamaktadır.

Cevap 2. Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Korunması ve Güvenliklerinin Sağlanması hakkındaki 2495 sayılı Kanun gereğince, İl Koordinasyon Kurulları tarafından tesbit edilen sayılardan eksik olan ve istihdam etmekle yükümlü bulunduğumuz Koruma ve Güvenlik Görevlisi açığımız için, Başbakanlıktan mevzuat gereği alınan toplam 70 adet açıktan tayin müsaadesi kapsamında Teşekkül Merkezine 1 (bir), Gemlik Gübre Sanayii A.Ş.ne 3 (üç), Samsun Gübre Sanayii A.Ş. 19 (ondokuz) ve Elazığ Gübre Sanayii A.Ş. ne 3 kişi olmak üzere toplam 59 kişinin açıktan tayini yapılmıştır. Görüldüğü üzere Elazığ için açık bulunan 12 venlik görevlisinden, Elazığın Özel Durumu dikkate alınarak sadece 3 kişinin tayini yapılmış geriye kalan 9 kişilik açık mevcut personel arasında görevlendirme yoluyla karşılanmıştır. Ayrıca Kütahya’nın ihtiyacı olan Güvenlik hizmetleri, yeni eleman alımı cihetine gidilmeyerek Ekonomik olmayan birimlerin kapatılması nedeniyle, buralarda çalışan personelin güvenlik birimine kaydırılması yoluyla giderilmiştir. Diğer taraftan Kamu Kurum ve Kuruluşlarının 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu amir hükmü gereğince her yıl kadro sayının % 5’i oranında Kimsesiz Çocukların istihdam edilmesi mecburiyetine istinaden 5 kişinin, Terörle Mücadele Kanununun kapsamında da 2 kişinin açıktan tayini yapılmıştır.

Ayrıca 4046 sayılı Özelleştirme Kanununun 22 nci maddesi gereğince Devlet Personel Başkanlığı tarafından, Özelleştirilen Diğer Kamu Kuruluşlarının istihdam fazlası personelinden Şirketimize tayinlerinin yapılması için gönderilen toplam 2 kişinin tayini yapılmıştır.

Şirketimizin inisiyatifi dışında müşterek kararla üst görevlere toplam 4 kişinin tayini yapılmış, özellikle üretim birimlerimiz olan Bağlı Ortaklıklarımızdan çeşitli unvanlarda görev yapan personelimizin çeşitli nedenlerle ayrılmaları nedeniyle Sağlık, Mühendislik, Avukatlık ve büro hizmetlerinde meydana gelen işgücü kayıplarını gidermek amacıyla Başbakanlık Makamından alınan toplam 22 mühendis, 3 tabip, 7 hemşire, 3 sağlık memuru, 2 avukat , 3 müfettiş yardımcısı ve 6 memur olmak üzere toplam 46 kişinin açıktan tayini için müsaade alınmış olmasına karşın 40 kişinin açıktan tayini işlemi gerçekleştirilmiştir.

Görüldüğü üzere yapılan açıktan atamaların 64 adedi yasalardan kaynaklanan mecburi atamalar, geriye kalan 40 kişilik atama ise yukarıda tektek belirtilen özellik arzeden görevler olup, yapılan bu atamalarda mevzuata aykırı herhangi bir husus bulunmamaktadır.

Diğer taraftan Başka Kuruluşlarda görev yapan ve hizmetlerine ihtiyaç duyduğumuz yönetici görevlere mevzuat çerçevesinde naklen tayin yapılmış olup, bu atamalarda kanuna aykırı herhangi bir husus bulunmamaktadır.

Kurum içi tayinler ise yine mevzuat çerçevesinde 1997 ve 1998 yılı Genel Yatırım ve Finansman Kararnameleri muvacehesinde ihtiyaç fazlası olan birimlerden ihtiyaç bulunan diğer birimlerimize eleman nakli suretiyle personel ihtiyacımız karşılanmaya çalışılmıştır. Şirketimizden başka kuruluşlara geçen personel ise tamamen kendi talepleri üzerine gerçekleşmiş olup, bu işlemlerde Şirketimizin herhangi bir tasarrufu bulunmamaktadır.

Cevap 3. 4. 5. Bağlı Ortaklığımız Elazığ Gübre Sanayii A.Ş. Genel Müdürlüğünde Genel Müdür olarak görev yapan Personelin TÜGSAŞ’ı zarara uğratması nedeniyle hakkında yürütülen soruşturmanın selameti açısından görevinden alınmış olup yönetici kadroların boş kalmasının sakıncalı olacağı düşünülerek anılan şirketin içinde bulunduğu dar boğazdan kurtarılması amacıyla, yerine dar boğazları yakınen bilen ve Şirketimizde üst kademe yöneticisi olarak görev yapan bir elemanımızın tayini gerçekleştirilmiştir. Diğer taraftan Genel Müdür Yardımcılıklarınında uzun bir zamandan beri boş bulunması nedeniyle mezkur işyerimizde meydana gelen otorite boşluğunu gidermek amacıyla yine uzun yıllar Şirketimizin çeşitli kademelerinde görev yapan personelimizin tecrübe ve deneyimlerinden yararlanılmak üzere tayinleri gerçekleştirilmiş, ancak ilgililer Elazığ şartlarında çalışmayarak kısa zaman dilimlerinde kendi iradeleri ile emekliye ayrılmışlardır. Yapılan bütün bu atamalar anılan işyerlerimizin içinde bulunduğu darboğazdan kurtarılmasına yönelik olup, Şirket içinden tecrübeli elemanların nakli cihetine gidilmiştir.

Yapılan tüm bu girişimlere rağmen müspet bir sonuç alınmaması üzerine 1999 yılında yapılan KİT Komisyonu toplantısında Elazığ Fabrikamızın tasfiye edilmesine karar verilmiştir.

Cevap 6. Teşekkülümüzde yapılan uygulamalar ne kişilere menfaat ve paye sağlamak ne de kuruma maddî ve manevî zarar vermek söz konusu değildir. Bilakis Şirketin daha verimli çalışmasına yönelik yapılmıştır.

Cevap 7. Yukarıda 2 nci maddede açık bir şekilde izah edildiği üzere; 1997 yılında Başbakanlıktan alınan açıktan tayin müsaadesi verilen kadro ve pozisyonlara tamamen mevzuat dahilinde gerekli sınavlar yapılarak adama iş değil, işe adam prensibinden hareketle tamamen meslek kriterleri dikkate alınarak atamalar yapılmıştır. Dolayısıyla da bu personel hakkında da yasal bir işlem yapılmasına gerek duyulmamaktadır.

Cevap 8. Şirketimizin Organizasyon yapısını daha fonksiyonel hale getirmek, kurumu işlevlerini gerçekleştirmesini mümkün kılacak bir yapıya kavuşturmak için; zaman içerisinde çok sayıda ünvandan oluşan ve karmaşık bir yapıya bürünen kadro durumumuzun benzer kadro ve pozisyonları birleştirilerek sadeleştirilmesi amacıyla, 11 Ocak 1998 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Bakanlar Kurulunun 29.12.1997 tarih, 97/10478 sayılı kararı ile özellikle, pazarlamacı, mütercim, antrenör, teknik şef, ambar memuru, dava takip memuru, daktilograf, sekreter, mimar, tekniker, teknik ressam, teknisyen yardımcısı, dağıtıcı, santral memuru, hizmetli unvanları iptal edilmiş yerine bölge müdürü, bölge müdür yardımcısı, depo müdürü, müdür yardımcısı, teknik uzman, uzman, uzman yardımcısı, bilgisayar işletmeni ve teknisyen unvanları ihdas edilmiş olup, yapılan bu iptal ve ihdas işlemleri neticesinde daha önce iptal edilen görevlerde çalışan toplam 120 adet personelin yeni ihdas edilen emsal kadro ve pozisyonlara intikalleri sağlanmış olup, bu atamalar herhangi bir terfian atama değildir. Diğer taraftan zaman içinde çeşitli nedenlerle ayrılmalar nedeniyle bir kısım unvanlı kadro ve pozisyonlar boşalmış, hizmetlerin daha rantabl bir şekilde yürütülebilmesi açısından bulundukları görevlerde yetişerek üst görevlere ilerlemeye hak kazanan alt kademelerdeki personelin bilgi, birikim ve tecrübeleri dikkate alınarak, üst görevlere atamaları yapılmış olup, Şirketimizce yapılan bu atamalarda Kanun, Tüzük, Yönetmelik ve Genelgelere aykırı herhangi bir husus bulunmamaktadır.

3. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, Kırıkkale İline bağlı bazı köylerin sağlık ocağı ihtiyaçlarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un yazılı cevabı (7/932)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Osman Durmuş tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

17.11.1999

Kemal Albayrak

Kırıkkale

1. Kırıkkale İli Bağlarbaşı Mahallesine sağlık ocağı yapılması ile ilgili bir çalışmanız var mıdır?

2. Sulakyurt Kıyıhalilinceli köyüne sağlık evi yapılması ile ilgili bir çalışmanız var mıdır?

3. Sulakyurt İmamoğlu Çeşmesi köyüne sağlık ocağı yapılması düşünülüyor mu?

4. Sulakyurt Çevrimli köyüne sağlık evi yapılması düşünülüyor mu?

T.C.

Sağlık Bakanlığı 28.12.1999

Temel Sağlık Hizmetleri

Genel Müdürlüğü

Sayı : B.10.0.TSH.0130001/16851

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 9.12.1999 gün ve A.010.GNS.0.10.00.02-7/932-2860/7226 Sayılı yazıları.

Kırıkkale Milletvekili Sayın Kemal Albayrak tarafından, Kırıkkale İline bağlı köylerin sağlık ocağı ihtiyaçlarına ilişkin olarak verilen yazılı soru önergesinin cevabı ilişikte sunulmaktadır.

Arz ederim.

EK : 1 Önerge cevabı (1 sayfa)

Doç. Dr. Osman Durmuş

Sağlık Bakanı

Kırıkkale Milletvekili Sayın Kemal Albayrak’ın Kırıkkale İline bağlı köylerin sağlık ocakları ihtiyaçlarına ilişkin yazılı soru önergesinin cevabıdır.

Sorular :

Soru 1. : Kırıkkale İli Bağlarbaşı Mahallesine sağlık ocağı yapılması ile ilgili bir çalışmanız var mıdır?

Soru 2. : Sulakyurt Kıyıhalilinceli köyüne sağlık evi yapılması ile ilgili bir çalışmanız var mıdır?

Soru 3. : Sulakyurt İmamoğlu Çeşmesi köyüne sağlık ocağı yapılması düşünülüyor mu?

Soru 4. : Sulakyurt Çevrimli köyüne sağlık evi yapılması düşünülüyor mu?

Cevaplar :

Cevap 1. : Kırıkkale İli Merkez Bağlarbaşı Mahallesi, 1997 nüfus sayımına göre 12180 nüfuslu ve sağlık hizmetleri bakımından merkez (7) numaralı Sağlık Ocağına bağlı olan bir mahalledir. Arsa araştırması yapılmakta olup, arsa bulunduğunda nüfus durumuna göre bu mahallenin sağlık ocağı planlaması değerlendirilecektir.

Cevap 2. : Sulakyurt ilçesi Kıyıhalilinceli Köyü 1997 nüfus sayımına göre 193 nüfuslu olup, Hamzalı Köyü Sağlık Ocağına 10 km. mesafede bulunduğundan ve sözkonusu Köyün merkez nüfusu sağlık evi planlaması bakımından yetersiz olduğundan şimdilik uygun ve gerekli görülmemektedir.

Cevap 3. : Sulakyurt ilçesi İmamoğluçeşmesi Köyü için sağlık evi planlamamız mevcutttur. Ancak, 1997 yılı nüfus sayımına göre 731 olan merkez nüfusunun yetersiz ve aynı zamanda Sulakyurt Merkez Sağlık Ocağına 7 km’lik mesafede olması sebebiyle, sözkonusu köyümüze sağlık ocağı planlanması şimdilik uygun ve gerekli görülmemektedir.

Cevap 4 : 2000 yılı yatırımlarının Marmara Deprem Bölgesine kaydırılması sebebiyle Sulakyurt İlçesi Çevirmeli Köyü sağlık evinin hizmet binasının inşaatı işi, bütçe imkânları dahilinde ileriki yıllar yatırım programlarında değerlendirilecektir.

Gerekli ilgiye teşekkür ederek başarılar dilerim.

4. – Adana Milletvekili Mehmet Metanet Çulhaoğlu’nun, vergi tahsilatının hızlandırılması için çalışma yapılıp yapılmadığına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/936)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral tarafından aracılığınızla yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

24.11.1999

Dt. Mehmet Metanet Çulhaoğlu

Adana

Soru :

Ülkemizin üst üste uğradığı felaketler nedeni ile vergi gelirlerinin hızlı tahsil edilmesi zarureti doğmuştur.

Tahsilatı hızlandırma tebliği yayınlamayı düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız, yürürlüğe bir an önce girmesi ülke menfaatine değil midir?

T.C.

Maliye Bakanlığı 27.12.1999

Gelirler Genel Müdürlüğü

Sayı : B.07.0.GEL.0.82/8211-90/057436

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı Kanunlar Kararlar Müdürlüğünün 9.12.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02.3069 sayılı yazısı.

Tarafımdan cevaplandırılmak üzere Adana Milletvekili Sayın Mehmet Metanet Çulhaoğlu tarafından ilgi yazı eki 7/936-2864 sayılı yazılı soru önergesinde belirtilen hususlarla ilgili Bakanlığımız cevabı aşağıda açıklanmıştır.

Vergi gelirlerinde tahsilatın hızlandırılmasına yönelik işlemler ülke genelinde gerekli koordinasyonun sağlanması suretiyle Bakanlığımızca takip edilmekte olup, bu konuda her türlü tedbir alınmaktadır.

Bugüne kadar yayımlanan muhtelif tarih ve sayılı iç genelgeler ve genel yazılarımızla, kamu harcamalarının sağlam finansman kaynaklarına dayandırılması, bütçe denkliğinin sağlanması ve bütçe hedeflerine ulaşılabilmesi bakımından, kesinleştiği halde ödenmemiş bulunan kamu alacaklarının cebren tahsilinin hızlandırılması ve Devlet alacağının süratle Hazineye intikalinin sağlanması için gereken önemin gösterilmesi ile tahsilatının en üst seviyeye çıkarılması yönünde ilgililer tarafından her türlü özel ve genel tedbirin alınması hususunda İl Defterdarlıklarına talimat verilmiştir.

Öte yandan, çok zor durumda olmaları nedeniyle kamu alacağını zamanında ödeyemeyen mükelleflerin borçları tecil faizi alınmak suretiyle taksitlendirilmektedir.

Bilgi edinilmesini arz ederim.

Sümer Oral

Maliye Bakanı

5. – Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın;

– Haklarında suç duyurusu bulunan Emlakbank yöneticilerine,

– Emlakbank’ın verdiği yabancı kaynaklı kredilere,

– Emlakbank’ın eski yöneticilerine eski kadrolarından maaş ödendiği iddialarına,

– Emlakbank’ın ödeme riski taşıyan firmalara verdiği kredilere,

– Emlakbank’ın bazı firmalara verdiği teminat mektuplarına,

– Emlakbank’ı zarara uğratan yöneticilere,

– Emlakbank’ın konut yatırımlarında uğradığı zarara,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Sadi Somuncuoğlu’nun cevabı (7/934, 935, 937, 938, 939, 940, 941)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Sadi Somuncuoğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Lütfi Yalman

Konya

1. 1988, 1989, 1990, 1991, 1994, 1995, 1996 yıllarına ait Emlakbank hesap ve işlemleri onaylanmayarak söz konusu yılarda görev yapan yöneticiler hakkında Savcılığa suç duyurusunda bulunulduğu Yüksek Denetleme Kurulu Raporlarından anlaşılmaktadır. Buna göre; belirtilen yıllarda Emlak Bank’tan sorumlu Devlet Bakanları kimlerdir?

2. Haklarında Savcılığa suç duyurusunda bulunulan sorumlu yöneticiler yıllar itibariyle kimlerdir? Savcılığa suç duyurusunda bulunulanlara, isnat edilen suçlar nelerdir?

3. Bu davaların akibeti ne olmuştur? Ceza alanlar olmuş mudur? Aldıkları cezalar nelerdir?

4. Usulsüzlük yaptıkları tespit ve tescil edilen kişilerin kuruma verdikleri zararın miktarı nedir? Bu zararlar ilgililerden tazmin edilmiş midir? Edilmedi ise tazmin edilmesi düşünülmekte midir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Sadi Somuncuoğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Lütfi Yalman

Konya

1. Emlakbank’ın Hamburgische Landesbank’la yapmış olduğu anlaşmayla temin ettiği 200 milyon dolarlık kaynağın Deniz Nakliyatçılığı alanında hizmet veren ticarî kuruluşlarına 25.9.1998 tarihi itibariyle toplam 165 750 000 dolarlık kısmının kredi olarak kullandırıldığı denetim raporlarından anlaşılmaktadır. Buna göre; Deniz Nakliyatçılığı alanında hizmet veren ticarî kuruluşlara verilen bu kredi hangi kriterler baz alınarak ve hangi prosedürle verilmiştir?

2. Kredilerin, kredibilitesi düşük firmalara verildiği ve kredilerin bu nedenle geri tahsil etme imkanının bulunmayacağı iddiaları doğru mudur?

3. Kendisine kredi verilen fakat kredibilitesi düşük olduğu için geri tahsil edilmesi zor olan bu firmalar hangi firmalardır?

4. Bir yıllığına verilen kredilerden ne kadarı tahsil edilebilmiştir? Tahsil edilemeyen alacaklar ile ilgili ne gibi işlemler yapılması düşünülmektedir?

5. Bu kredilerin verilmesinde iddia edilen bazı usulsüzlüklerle ilgili (Kredibilitesi düşük ve teminatı yetersiz firmalara kredi verilmesi gibi) ne gibi incelemeler yapıldı? İncelemeler neticesinde ihmali görülen sorumlular hakkında ne gibi işlemler gerçekleştirildi?

6. Söz konusu kredilendirme uygulaması neticesinde kurumun zararı ne olmuştur? Bu zararın telafisi ne şekilde düşünülmektedir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Sadi Somuncuoğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Lütfi Yalman

Konya

1. 5 Mayıs 1996 yılında görevinden alınan Emlakbank Genel Müdürü, Genel Müdür Yardımcıları ve Yönetim Kurulu Başkanının Ocak 1998 tarihine kadar eski kadrolarından maaşlarını ve diğer özlük haklarını almaya devam ettikleri, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Raporunda yer almaktadır. Kadroları olmadığı halde böyle bir istihdama tâbi tutulmaları hangi gerekçe ve hangi yasal prosedüre dayanmaktadır? Bu uygulamanın sorumluları (isim isim) kimlerdir?

2. Yasaya aykırı olduğu belirtilen böyle bir uygulamanın müsebbibleri hakkında ne gibi işlemler yapılmıştır? Haklarından fazla ödeme yapılan miktar ne kadardır? Bu miktar sorumlulardan kurum adına tazmin edilmiş midir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Sadi Somuncuoğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Lütfi Yalman

Konya

1. Emlakbank’ın 10 trilyon liranın üzerinde kredi verdiği firmaların birkaç büyük firmadan ibaret olduğu ve bu firmaların da kredi ödeme riski taşıdıkları Yüksek Denetleme Kurulu Raporunda yer almaktadır. Bu firmalar hangi firmalardır ve sahipleri kimlerdir, hangi sahada iştigal etmektedir?

2. Bu firmalardan kredi borcunu ödemeyen ve borcu takibe konu olan firmalar var mıdır?

3. Takibe konu olan firmalar ve bu firmaların borç dağılımı ne şekildedir? Bu borçlarla ilgili ne gibi işlemler yapılmıştır?

4. Söz konusu kredilerin verilmesinde kusurlu davranan yöneticiler olmuş mudur? Bu kusurlu yöneticiler kimlerdir? Hata ve kusurları nedeniyle haklarında ne gibi işlemler yapılmıştır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Sadi Somuncuoğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Lütfi Yalman

Konya

1. Emlakbank bünyesinde özellikle yurtdışında faaliyette bulunan birçok firmaya verilen teminat mektuplarının alacak takibine dönüştüğü buna rağmen yurtdışı teminat mektubu uygulamasının kurumda giderek daha fazla artış gösterdiği ve bu durumun da teftişe konu olduğu doğru mudur?

2. Yurtdışına verilipde alacak takibine konu olan teminat mektubu miktarı rakamsal olarak ne kadardır? Bu miktarların tahsilatı yapılmış mıdır? Bugün itibariyle tahsilatı imkânsız hale gelen teminat mektubu miktarı ne kadardır?

3. Alacak takibine konu olan teminat mektupları hangi firmaları adına verilmiştir? Bu firmaların sahipleri kimlerdir, firmalar hangi alanda ticarî faaliyet yapmaktadırlar?

4. Risk taşıyan başka teminat mektupları da var mıdır? Bu mektupların risk miktarı ne kadardır?

5. Teminat mektupları ile ilgili olarak yapılan teftiş neticesinde hangi tespitlere yer verilmektedir? Bu tespitler doğrultusunda ihmali görülenler hakkında ne gibi işlemler yapılmıştır?

6. Yurtdışına verilen teminat mektupları ile ilgili olarak aynı yanlış sonuçların ortaya çıkmaması için kurumca ele alınan tedbirler var mıdır? Varsa bu tedbirler nelerdir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Sadi Somuncuoğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Lütfi Yalman

Konya

1. Umumi Desponibilite tebliğinin 3 üncü Maddesinde; Bankaların taahütleri karşısında bulundurulması gereken desponibl değerlerin oranları belirlenmiştir. Emlak Bank yöneticileri bu konu ile ilgili yükümlülüklerini vaktinde yerine getirmeyerek (1997 yılının 8.3.1997-14.3.1997-31.5.1997-6.6.1997-6.12.1997-12.12.1997) haftalarında ihmalkâr davranarak 1997 yılında 6 661 646 000 Lira ceza; 1998 yılında 81 517 450 000 Lira ceza ödemişlerdir. Bu tespitlere göre yukarıda belirtilen ihmaller sonucu kurumun zarara uğramasına neden olan yöneticiler hakkında teftiş ve inceleme yapılmış mıdır?

2. Yapılan incelemeler neticesinde, ihmalle ilgili kusurlu olduğu tespit edilen yöneticiler var mıdır? Bu yöneticiler kimlerdir?

3. Kurumca ödenmek zorunda bırakılan cezalar, sorumlulardan tazmin edilmiş midir? Sorumlular hakkında yalnızca uyarmada bulunulduğu tespitleri doğru mudur? Böyle bir disiplin cezası işlenen suç için yeterli gelmekte midir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Sadi Somuncuoğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Lütfi Yalman

Konya

1. Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından Emlakbank’ın faaliyetlerinin denetlenmesi sonucunda konut alanında yapılan yatırımlardan 15.9.1997 tarihi itibariyle 136.4 trilyon zarar beklendiği, bu zararın 15.5.1998 yılı itibariyle 250 trilyon lira olarak gerçekleşeceği tespitlerine yer verilmiştir. Buna göre bugünkü değerlerle bahse konu faaliyetten Emlakbank ne kadar zarar etmiştir?

2. Bu zararın ortaya çıkmasına neden olan faktörler nelerdir? Bu faktörler arasında yüklenici firma hataları ve Emlakbank yönetici hataları nelerdir?

3. Kurumun zarara uğramasına neden olan hatalarla ve kasıtlarla ilgili olarak ne gibi işlemler yapıldı? Kurumun zararının telafisi düşünülmekte midir? Telafi için neler düşünülmektedir?

T.C.

Devlet Bakanlığı 24.12.1999

Sayı : B.02.0.008/01447

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) 9.12.1999 gün ve KAN. KAR MD. : A.01.0.GNS.0.10.00.02-3070 sayılı yazınız.

İlgide kayıtlı yazınız eki, Konya Milletvekili Sayın Lütfi Yalman’ın yazılı soru önergeleri ile ilgili cevaplar ekte sunulmaktadır.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

Sadi Somuncuoğlu

Devlet Bakanı

EK–1/1

BANKAMIZ ESKİ YÖNETİCİLERİ HAKKINDA AÇILAN CEZA VE MALÎ

SORUMLULUK DAVALARI VE SON DURUMLARI

EK : 1

Konya Milletvekili Sn. Lütfi Yalman’ın 7/934-2862 Esas No.’lu yazılı soru önergesine ilişkin cevaplar aşağıda sunulmuştur.

1. Soruda bahsi geçen yıllarda Emlak Bankasından sorumlu DevletBakanları aşağıda gösterilmiştir.

1988-1989 Yusuf Bozkurt Özal

1989-1991 Güneş Taner

1992-1995 Başbakanlık

1996-1997 Rüştü Saracoglu-H. Ufuk Söylemez

1997-1998 Refaiddin Şahin

1998-1999 Dr. Yıldırım Aktuna

2, 3, 4. 1988-1998 yılları arasında görev yapan çeşitli yöneticiler hakkında toplam 57 adet ceza davası (Hizmet sebebiyle emniyeti suiistimal, zimmet, görevi suiistimal, görevi ihmal gibi çeşitli suçların işlendiği iddiasıyla) ve 4 adet malî sorumluluk davası açılmıştır. Davalarla ilgili ayrıntılı bilgiler ekte sunulmuştur. (EK : 1)

İSTİŞARE VE İDARÎ DAVALAR MÜDÜRLÜĞÜ

BANKAMIZ ESKİ YÖNETİCİLERİ HAKKINDA

AÇILAN CEZA DAVALARI RAPORLARI

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

526 İLE 592 İNCİ

SAYFALAR ARASI

FİLME ALINACAKTIR.

6. – Ordu Milletvekili Hasan Fehmi Konyalı’nın, Ordu ve Fatsa Devlet Hastanesi Baştabiplerinin görevden alınış sebeplerine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un cevabı (7/951)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Başkanlığınız aracılığı ile Sağlık Bakanı Doç. Dr. Sayın Osman Durmuş’un aşağıdaki sorularımı sözlü olarak yanıtlamasını saygılarımla arz ederim. 18.10.1999

Hasan Fehmi Konyalı

Ordu

Soru :

1. Ordu İli Fatsa İlçesi Devlet Hastanesi Baştabibi, görevini layıkıyla yapmasına ve çok sevilmesine karşın, henüz üçüncü ayını doldurmadan görevden aldınız.

2. Yaklaşık 2 yıldır Ordu Devlet Hastanesi Baştabipliğini büyük başarı ile yürüten, hastanenin çehresini değiştiren ve bütün Orduluların sevgide müşterek paydası haline gelen Baştabibini de yine baştabiplik görevinden aldınız.

Sözü edilen baştabipler, bir soruşturma sonucu mu görevlerinden alındılar? Herhangi bir soruşturma ve dolayısıyla bir suç veya hizmet kusuru yok ise, “Kamu Yönetimi ve Hukuk Devleti İlkesi” açısından bu uygulama bir keyfilik değil midir?

T.C.

Sağlık Bakanlığı 21.12.1999

Personel Genel Müdürlüğü

Sayı : B100PER0100000-150233

Konu : Yazılıya çevrilen sözlü soru önergesi

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : a) 1.11.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/951-2217/5911 sayılı,

b) 9.12.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/951-2217/5911 sayılı yazıları.

Ordu Milletvekili Hasan Fehmi Konyalı tarafından “Ordu ve Fatsa Devlet Hastanesi Baştabiplerinin görevlerinden alınış sebepleri” ile alakalı olarak verilen yazılı soru önergesinin cevabı ilişikte sunulmaktadır.

Arz ederim.

Doç. Dr. Osman Durmuş

Sağlık Bakanı

Ordu Milletvekili Sayın Hasan Fehmi Konyalı’nın “Ordu ve Fatsa Devlet Hastanesi Baştabiplerinin görevlerinden alınış sebepleri”ne ilişkin yazılı soru önergesinin cevabıdır.

Sorular :

1. Ordu İli Fatsa İlçesi Devlet Hastanesi Baştabibi, görevini layıkıyla yapmasına ve çok sevilmesine karşın, henüz üçüncü ayını doldurmadan görevden aldınız.

2. Yaklaşık 2 yıldır Ordu Devlet Hastanesi Baştabipliğini büyük başarı ile yürüten, hastanenin çehresini değiştiren ve bütün Orduluların sevgide müşterek paydası haline gelen Baştabibini de yine baştabiplik görevinden aldınız.

Sözü edilen baştabipler, bir soruşturma sonucu mu görevlerinden alındılar? Herhangi bir soruşturma ve dolayısıyla bir suç veya hizmet kusuru yok ise, “Kamu Yönetimi ve Hukuk Devleti İlkesi” açısından bu uygulama bir keyfilik değil midir?

Cevaplar :

Bilindiği üzere, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 88 inci maddesinin (B) bendine göre, Devlet memurlarına esas görevlerinin yanında meslekî bilgisi ile ilgili olarak, hizmet imkânları elverişli bulunmak ve atamaya yetkili amir tarafından uygun görülmek şartıyla ikinci görev verilebileceği, sağlık müdür yardımcılığı, baştabiplik ve baştabip yardımcılığı görevlerinin ikinci görev olarak yaptırılabileceği hükmü getirilmiştir.

Mezkûr 88 inci maddeye göre idare hizmet gerekleri bakımından gördüğü lüzum üzerine memurlarına ikinci görev verilebileceği gibi, yine hizmet gereklerini ve kamu yararını dikkate alarak, mezkûr maddeye göre verdiği bu idarî görevi usulde ve yetkide paralellik ilkesine göre kaldırabilir.

Uzman tabiplerin asıl görevleri uzmanlık alanları olup, baştabiplik görevi aslî görevlerinin yanında “ikinci görev” olarak verilmektedir. Mezkûr kanun hükümlerinin verdiği takdir hak ve yetkisine istinaden ve hizmet gereklerine ve kamu yararına daha uygun olacağı mülahazası ve hizmetlerinden uzman tabip olarak yararlanmak maksadı ile gerek Ordu Devlet Hastanesi Baştabibi ve gerekse Fatsa Devlet Hastanesi Baştabiplerinin ikinci görevle yürüttükleri baştabiplik görevleri üzerlerinden alınmış ve aslî görevlerine devamları sağlanmıştır.

Dolayısıyla önergede belirtildiği gibi keyfilik sözkonusu olmayıp, tamamen ilgili mevzuatın verdiği takdir hak ve yetkisine dayanılarak tesis edilen ve sağlık hizmetlerinin daha etkili ve verimli bir şekilde sunulmasını sağlamak amacıyla birbirinden değerli hekimlerimiz arasında yapılan bir nöbet değişikliğidir.

Bakanlık olarak yaptığımız icraatlarda tek hedefimiz tüm vatandaşlarımıza modern tıbbın gereklerine ve gelişmiş ülkeler standartlarına uygun, kaliteli bir sağlık hizmeti sunmaktır.

Göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür ederim.

7. – Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın, Hatay’ın Amik Ovasında Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğüne ait boş arazilere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’ın cevabı (7/962)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Bülent Ecevit tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

S. Metin Kalkan

Hatay

Hatay Amik Ovasındaki Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü tasarrufundaki araziler yıllardır yöre halkına kiralanırken, şimdi bölgelerden gelen insanlara kiralanmaya başlandı. Bu durum çevre köylerde yaşayan halkımızda büyük bir infiale neden oldu. Bu topraklarda doğmuş büyümüş insanların dışlanarak, başka illerden getirilen kimselere verilmesi bölgede sosyal patlamaları da beraberinde getirmiştir. Birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz şu günlerde hükümetin toplumu birbirine düşürecek politikalar izlemesi neyle izah edilmektedir? Bu konu ile ilgili olarak güvenlik kuvvetleriyle köylülerin karşı karşıya getirilmesi kurumlara olan güveni sarsmaktadır. Köy hizmetlerinin tasarrufundaki topraklar dışarıdan getirilen insanlara kiralanmaya devam edecek midir?

1. Bu itibarla yöredeki özellikle sınır bölgesindeki ve üretme çiftliklerindeki boş arazilerin yöre halkına kiralanması mümkün değil midir?

2. Yıllardır ekip biçtikleri toprakları ellerinden alınan yöre halkının geçiminin sağlanması ve bölgedeki birlik beraberliğin devam edebilmesi için ne yapmayı düşünüyorsunuz?

3. Köy Hizmetlerinin tasarrufundaki arazilerin yöre halkına yeniden kiralanması sözkonusu mudur?

T.C.

Devlet Bakanlığı 28.12.1999

Sayı : B.02.0.010/031-5114

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : a) TBMM Başkanlığı Genel Sekreterliğinin 9.12.1999 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/962-2931/7399 sayılı yazısı.

b) Başbakanlığın 15.12.1999 tarih ve B.02.0.KKG.0.12/106-117-10/6257 sayılı yazısı.

Hatay Milletvekili S. Metin Kalkan’ın soru önergesi incelenmiştir.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 2510 sayılı İskân Kanununun verdiği hizmetleri yürütmektedir. Bu kanuna göre Devletçe yapılan baraj, havaalanı, fabrika, ekonomik ve sosyal tesislerin yapımı nedeniyle yapılan kamulaştırmalar sonucu taşınmaz malları ellerinden alınan ve geçim imkânlarını kaybeden aileleri yeniden üretken duruma getirmek, göçü önlemek için toplu olarak arazi ve arsa kaynağının bulunduğu yörelerde iskân etmektir.

Yine Devletin vatandaşlarına sunduğu eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlerden yoksun olarak, yaylak ve kışlaklarda hayvancılık yaparak çağ dışı yaşamlarını sürdüren göçebe vatandaşlarımız ile çeşitli ülkelerde azınlık olarak zor koşullarda yaşamlarını sürdüren soydaşlarımızın baskılara daha fazla dayanamayıp Türkiye’ye göç etmek zorunda kalanların da iskânını sağlamaktadır.

İskân hizmetleri yapılırken, yüksek olan maliyeti düşürmek için Hazineye ait tarım arazilerinin bulunduğu iller tercih edilmektedir. O nedenle, Hatay İlindeki Amik Ovasının kurutulması sonucu kazanılan tarım arazisinin Genel Müdürlüğümüz adına tahsisi için Maliye Bakanlığına başvurulmuş ve 1978-1993 yılları arasında 78 263 dekar tarım arazisi tahsisi yapılmıştır.

Sözü edilen arazilerin, Genel Müdürlüğümüze tahsis edilmeden önce Maliye Bakanlığınca yöre çiftçilerine kiraya verildiği, tahsis edildikten sonra da, iskâna açılıncaya kadar, Millî Ekonomiye katkıda bulunulması bakımından birer yıllığına 10’ar dekar olmak üzere Hatay Defterdarlığınca kiraya verilmiştir.

İskânın gecikmesi, maliyeti çok artırdığı gibi ailelerin göç etmesini teşvik etmekte ve vatandaşın Devlete olan güvenini sarsmaktadır. Bu nedenle, Hatay İlinde Genel Müdürlüğümüze tahsis edilen tarım arazileri, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin de görüşleri doğrultusunda peyder pey iskân amacında kullanılmıştır.

Bu cümleden olmak üzere, bugüne kadar 1 256 aile yerleştirilmiş ve bu ailelere 27 980 dekar arazi dağıtılmıştır. Geriye 39 683 dekar arazi kalmıştır.

Başbakanlık Makamının 18.9.1996 ve B020EMB.622.61/04325-2067 sayılı yazılarıyla ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin de olumlu görüşleri doğrultusunda; Hatay İlinde uygulanacak iskân projelerinin ihale edilmesine ve Amik Ovasındaki Genel Müdürlüğümüz adına tahsisli arazilerin dağıtılmasına izin verildiğinden, buna göre yapılan planlama sonucunda; halen yerleri kamulaştırılanlardan 410 aile, göçebelerden 1 093 aile olmak üzere, toplam 1 503 ailenin konut inşaatları sürdürülmektedir.

Ayrıca, ödenek yetersizliği nedeniyle, yatırıma alınamayan 866 aile tarımsal iskânlarını beklemektedir.

Bu itibarla;

1. Üretme Çiftliklerindeki arazilerin yöre halkına kiralanması hususu, Genel Müdürlüğümüzün görev alanına girmemektedir. Bu konu Tarım ve Köyişleri Bakanlığını (Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü) ilgilendirmektedir.

2. Genel Müdürlüğümüze tahsisli arazi üzerine tarımsal iskânları planlanan 2 369 ailenin iskânlarının sağlanmasından sonra, arta kalan araziler yöre halkına verilebilecektir.

3. Genel Müdürlüğümüze tahsisli arazilerin yöre halkına kiralanması bu aşamada sözkonusu değildir.

Bilgilerinize arz ederim.

Mustafa Yılmaz

Devlet Bakanı

8. – Samsun Milletvekili Vedat Çınaroğlu’nun, Samsun Ladik’te bulunan çimento fabrikasının çevreyi kirlettiği iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın cevabı (7/965)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Yüksel Yalova tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğini saygılarımla arz ederim. 1.12.1999

Vedat Çınaroğlu

Samsun

1. Samsun İli Ladik İlçesinde bulunan çimento fabrikasının çevreye verdiği zarar ve kirlilik konusunda bakanlığınızın aldığı önlemler var mı?

2. Çimento fabrikasının çimento hammaddesini, kamuya ait araziden bedelsiz kullanması konusunda tespitiniz var mı?

3. Sözkonusu fabrikanın 1993 yılına ait belgelerinin incelenmesi sonucunda tahakkuk ettirilen vergi ve ceza miktarı olarak 603 milyar TL. borcu bulunmaktadır. Bu miktarın Danıştay 3 üncü Dairesi Başkanlığı tarafından 22.4.1998’de ödenmesine karar verilmiştir. Ayrıca Samsun Bölge İdare Mahkemesinin 1997/65 Esas 1998/192 sayılı kararı ile 18.3.1998 tarihinde 2 626 059 000 TL. ecrimisil tahsil kararı vardır.

Bahsedilen miktar ilgili yerlere ödenmemiştir. Konu ile ilgili bir çalışmanız var mıdır?

T.C.

Devlet Bakanlığı 24.12.1999

Sayı : B.02.0.006/01-1662

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : 9 Aralık 1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/965-2936/7404 sayılı yazınız.

Samsun Milletvekili Vedat Çınaroğlu tarafından tevcih edilen ve tarafımdan cevaplandırılmasını istediği 7/965-2936 esas sayılı soru önergesi incelenmiştir.

Samsun İli Ladik İlçesinde bulunan ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde Çitosan-Türkiye Çimento ve Toprak Sanayi A.Ş.’nin bağlı ortaklığı statüsünde faaliyet gösteren Ladik Çimento Sanayi T.A.Ş., Yüksek Planlama Kurulunun 31.7.1991 tarih ve Özelleştirme 91/34 sayılı kararı ile özelleştirme kapsamına alınmıştır.

Şirkette bulunan % 100 oranındaki kamu payı, Kamu Ortaklığı Yüksek Kurulunun 9.4.1993 tarih ve 93/65 sayılı kararına istinaden, Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı (Özelleştirme İdaresi) ile Rumeli Çimento Sanayi ve Ticaret A.Ş. arasında 21.4.1993 tarihinde imzalanan hisse satış sözleşmesi çerçevesinde özelleştirilmiştir.

Bu satış sözleşmesi ile Ladik Çimento Sanayi T.A.Ş.’nin tüzel kişiliğinden doğan şirket defter, bilanço ve kayıtları ile varsa kayıtlara intikal etmemiş olan tüm alacak, hak, borç ve yükümlülükleri alıcı firmaya devredilmiş, alıcı, bu hususlarda Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığının hiçbir sorumluluğu bulunmadığını, İdareyi ibra ettiğini, sözleşmeye konu hisseleri devraldığı tarihten önceki döneme ilişkin olarak İdareyi ilzam edecek hiçbir başvuru ve rücu hakkının olmadığını, bu yükümlülüklerin hisseleri temadi eden devir hallerinde de geçerli olacağını kabul, beyan ve taahhüt etmiştir.

Satış sözleşmesinde ayrıca,

– Toplam 57 598 687 ABD Doları tutarındaki satış bedelinin 14 399 671 ABD Dolarlık bölümünün peşin, bakiye tutarın ise sözleşme tarihini izleyen 24 ay içinde, yıllık LIBOR+2 oranında faiz ilavesiyle 3 taksitte tahsil edilmesi, vadeye bağlanan tutarlar için, garikabili rücu, kayıtsız şartsız, süresiz, kesin banka teminat mektubu verilmesi,

– Şirketin 1992 yılı temettüsünün 31.5.1993 tarihine kadar İdareye ödenmesi,

– Sözleşme imza tarihi itibariyle şirkette çalışan tüm personelin yasalardan doğan haklarının korunması, kıdem tazminatı tutarlarının yasalar çerçevesinde güvence altına alınması

– Şirketin Çitosan aracılığı ile kullandığı Hazine garantili dış borç anapara ve faizlerini ödeme yükümlülüğünün Ladik Çimento Sanayi T.A.Ş. tarafından üstlenilmesi hükme bağlanmıştır.

Rumeli Çimento Sanayi ve Ticaret A.Ş., satış bedeli peşinatı ve taksitlerini, faizleri ile birlikte vade tarihlerinde ödemiş, 1992 yılı kârından tahakkuk eden 35 072 739 000 TL. tutarındaki temettü gelirini süresi içinde idare hesabına aktarmıştır.

Şirket yükümlülüğünde bırakılan Hazine garantili dış borçlar ise vade tarihlerinde Ladik Çimento Sanayi T.A.Ş. tarafından ödenmektedir. Şirketin 31.12.1999 ve 30.6.2000 vadeli, toplam 25 170 Fransız Frangı tutarında kredi borcu kalmıştır.

Ladik Çimento Sanayi T.A.Ş.’nin özelleştirilmesine ilişkin uygulamada, gerek alıcı firma Rumeli Çimento Sanayi ve Ticaret A.Ş.’nin, gerekse özelleştirme sonrası tüzel kişiliği devam eden Ladik Çimento Sanayi T.A.Ş.’nin satış sözleşmesi ile hükme bağlanan taahhütleri titizlikle izlenmiş ve bu yükümlülüklerin yerine getirilmediğine ilişkin herhangi bir durum tespit edilmemiştir.

Bu çerçevede, soru önergesinde yer alan her üç hususun da, konu ile ilgili merciler tarafından değerlendirilmesinin uygun olacağı kanaatindeyim.

Bilgilerinize arz ederim.

Dr. Yüksel Yalova

Devlet Bakanı

9. – İstanbul Milletvekili Abdülkadir Aksu’nun, İstanbul’da depremden zarar görenlerin vergiden muaf tutulup tutulmayacağına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/966)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın aracılığınızla Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Abdülkadir Aksu

İstanbul

1. 17.8.1999 ve 12.11.1999 tarihlerinde Marmara Bölgesi ve civarında meydana gelen depremin yol açtığı kayıpları gidermek amacıyla bazı mükellefiyetler ihdası bazı vergi kanunlarında yapılan değişikliklerin Kocaeli, Sakarya, Yalova ve Bolu illeri ve merkez ilçeleri gelir ve kurumlar vergisinden muaf tutulmalarına rağmen İstanbul Avcılar başta olmak üzere Küçükçekmece ve Bağcılar gibi zarar gören ilçelerde aynı muafiyet geçerli olacak mıdır?

2. Değilse bununla ilgili başta Avcılar olmak üzere adı geçen ilçelerdeki zarar gören kurum ve vatandaşların muafiyet kapsamına alınıp alınmayacağıyla ilgili bir çalışma sözkonusu mudur?

T.C.

Maliye Bakanlığı

Gelirler Genel Müdürlüğü 27.12.1999

Sayı : B.07.0.GEL.0.82/8211-96-057435

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı Kararlar Dairesi Müdürlüğünün 9.12.1999 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-3077 sayılı yazısı.

Tarafımdan cevaplandırılmak üzere İstanbul Milletvekili Sayın Abdülkadir Aksu tarafından, ilgi yazı eki 7/966-2943 sayılı yazılı soru önergesinde belirtilen hususlarla ilgili Bakanlığımız cevabı aşağıda açıklanmıştır.

Bilindiği üzere, 4481 sayılı “17.8.1999 ve 12.11.1999 tarihlerinde Marmara Bölgesi ve Civarında Meydana Gelen Depremin Yol Açtığı Kayıpları Gidermek Amacıyla Bazı Mükellefiyetler İhdası ve Bazı Vergi Kanunlarında Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” 26.11.1999 tarih ve mükerrer 23888 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Diğer taraftan, 4481 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde; 17.8.1999 veya 12.11.1999 tarihleri itibariyle Kocaeli, Sakarya, Yalova, Bolu illerinin merkez ve ilçelerinde gelir ve kurumlar vergisi mükellefiyeti bulunanlar (depremde zarar görmediğini veya vergi ödemek istediğini beyan edenler hariç) ile bu illerdeki işyerlerinde fiilen çalışan ücretliler ile belirtilen tarihlerde meydana gelen depremlerde; varlıklarının en az yüzde onunu (tevsik edilmek kaydıyla), eşini veya birinci derecede kan hısımlarından birini kaybedenlerin ek gelir ve ek kurumlar vergisinden muaf tutulacağı hüküm altına alınmış bulunmaktadır.

Bu hükme göre, İstanbul Avcılar başta olmak üzere Küçükçekmece ve Bağcılar’da yaşayan mükelleflerden yukarıda belirtilen depremlerde varlıklarının en az yüzde onunu (tevsik edilmek kaydıyla), eşini veya birinci derece kan hısımlarından (anne, baba ve çocuklar) birini kaybedenler de ek gelir ve ek kurumlar vergisinden muaf tutulacaktır.

Bilgi edinilmesini arz ederim.

Sümer Oral

Maliye Bakanı

10. – Bitlis Milletvekili Zeki Ergezen’in, emekli bir generalin tedavi için yurtdışına çıkışıyla ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun cevabı (7/968)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

9 Temmuz 1999 tarihli Yeni Şafak Gazetesinde sözü edilen ve kulislerde isim zikredilerek konuşulan hususun açıklığa kavuşturulması ve doğru bilgi sahibi olmam için aşağıdaki sorularımın İçtüzüğün 96 ncı maddesi uyarınca Millî Savunma Bakanı Sayın Sabahattin Çakmakoğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim. 2.12.1999

Zeki Ergezen

Bitlis

Sorular :

1. 26 Haziran’da 9 günlüğüne prostat tedavisi için ABD’ye giden general kimdir? Halen görevde midir, emekli midir? Kendisi ve eşi hangi unvanla gittiler? Devlet mi gönderdi, davetli mi gittiler? Davetli iseler kimler hangi ad altında davet ettiler?

2. Bu kişinin tedavi giderleri için kendi adına 3 milyar 509 milyon TL., eşi adına 3 milyar 178 milyon TL. olmak üzere 2 nolu merkez saymanlıktan toplam 6 milyar 687 milyon TL.’yi usulsüz bir şekilde aldığı doğru mudur?

3. 6 milyar 687 milyon TL.’nin alış şekli yasalara uygun değilse bu para geri alındı mı?

4. Bu tespit doğru ise kendisi ve eşi için aldığı bu paralardan dolayı hangi işlem yapıldı veya yapılıyor?

5. Bu kişinin, Çevik Bir olduğu doğru mudur?

T.C.

Millî Savunma Bakanlığı 23.12.1999

Kan.Kar. : 1999/7041-GK

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 9 Aralık 1999 tarihli ve Kan.Kar.Md.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/968-2945/7441 sayılı yazısı.

Bitlis Milletvekili Zeki Ergezen tarafından verilen ve ilgi ekinde gönderilerek cevaplandırılması istenilen, 7/968 sayılı “Emekli bir generalin tedavi için yurtdışına çıkışıyla ilgili bazı iddialara ilişkin” yazılı soru önergesinin cevabı ekte sunulmuştur.

Arz ederim.

Sabahattin Çakmakoğlu

Millî Savunma Bakanı

Bitlis Milletvekili Zeki Ergezen tarafından verilen 7/968 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı

1. 26 Haziran 1999 tarihinde tedavi maksadıyla ABD’ye giden bir general-amiral yoktur. Dolayısı ile yurtdışı tedavi ücreti olarak saymanlık tarafından da herhangi bir ödeme yapılmamıştır.

2. Anılan tarihte Orgeneral Çevik Bir, refakatinde eşi ve bir subay olmak üzere; ABD Brown Üniversitesinin düzenlediği “Politik Otorite ve Barış Operasyonlarındaki Uyum” konulu seminere katılmak üzere; Somali’de görev yapmış eski bir Birleşmiş Milletler Barış Gücü Komutanı olarak geçici görevle gitmiştir.

3. Bu görev nedeniyle; general ve eşi ile ilgili olarak 6 milyar 687 milyon TL. avans verilmiş ancak, eşinin bu görevde kendisine refakatiyle ilgili olarak alınan avans (3 milyar 287 milyon TL.) görev dönüşünde, süresi içinde iade edilmiştir. Buna ilaveten adı geçen general; kendisine ait gidiş dönüş masrafının davet eden kurum tarafından karşılanması üzerine 2 milyar 769 milyon TL. avansı da ilgili saymanlığa geri ödemiştir.

4. Orgeneral Çevik Bir ve eşinin yurtdışına tedavisi ile ilgili olarak herhangi bir ücret ödenmesi de sözkonusu değildir.

Bilgilerinize sunulur.

Sabahattin Çakmakoğlu

Millî Savunma Bakanı

11. – İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in, İstanbul camilerinden son yıllarda çalınan alemlere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın cevabı (7/974)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın aracılığınızla Devlet Bakanı Sayın Yüksel Yalova tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Mehmet Ali Şahin

İstanbul

Tarihî eser olan camiler açısından ülkemizin en zengin şehri İstanbul’dur. İstanbul’da özellikle son yıllarda camilerden “alem”lerin çalınma hadiselerinin arttığı da gerçektir. Bu bilgiler çerçevesinde aşağıdaki sorularımın cevaplandırılmasını arz ederim.

1. Bakanlığınıza bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü korumasındaki İstanbul camilerinden son 5 yılda kaç adet alem çalınmış veya kayıp olmuştur?

2. Bu alem hırsızlardan kaç tanesi yakalanmış ve kaç adet ele geçmiştir?

3. Bu alemlerden kaç adedi Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğüne teslim edilmiştir?

4. Vakıflar Bölge Müdürlüğüne teslim edilen alemler ait olduğu camilere iade edilmiş midir?

5. Yakalanan alemlerin Vakıfların İstanbul Bölge Müdürlüğünde tutulduğu ve ait olduğu camiî yetkililerine teslim edilmediği iddiaları doğru mudur?

6. Eğer doğru ise sorumlular hakkında herhangi bir işlem yapılmış mıdır ya da yapılması düşünülmekte midir?

T.C.

Devlet Bakanlığı 24.12.1999

Sayı : B.02.0.006/01-1652

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : 9 Aralık 1999 tarih, A.01.0.GNS.0.10.00.02-3081 sayılı yazınız.

İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in İstanbul camilerinden son yıllarda çalınan “alem”lere ilişkin, tarafıma tevcih edilen ve tarafımdan cevaplandırılmasını istediği 7/974 esas sayılı soru önergesi incelenmiştir.

İlgili müftülüklerden alınan bilgiler doğrultusunda yapılan araştırma neticesinde İstanbul’da bulunan vakıf camilerden 8 adet alemin çalındığı tespit edilmiştir.

İstanbul Emniyet Müdürlüğünce nereden çalındığı belli olmayan 13 adet alem ele geçirilmiştir. Bunlardan 1 adedinin vakıf camilerden çalınan alemlerden olduğu tahmin edilmektedir. Alem hırsızlarından kaç adedinin yakalandığına dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

İstanbul Emniyet Müdürlüğünce 13 adet alem Vakıflar Bölge Müdürlüğüne teslim edilmiş olup, bunlardan 1 adedinin Hırka-i Şerif Camiine ait olduğu tahmin edilmektedir.

İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğüne teslim edilen 13 adet alem halen bölge müdürlüğünde muhafaza edilmektedir.

Hırka-i Şerif Camiine ait olduğu tahmin edilen alem, caminin 17.8.1999 tarihinde meydana gelen depremde hasar görmesi ve onarımda olmasından dolayı yerine takılamamıştır. Diğer alemlerin ise, hangi cami, mescit, türbe, şadırvan vb. binalara ait olduğu araştırılmaktadır. Tespit yapıldığında güvenliği için her türlü tedbir alındıktan sonra ilgili birimlere teslim edilecektir.

Vakıflar Genel Müdürlüğünce eserlerin güvenliği ve nereden çalındığının bilinmesi önemli olduğundan ve halen tespit çalışmaları sürdürüldüğünden henüz herhangi bir işlem yapılamamıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

Dr. Yüksel Yalova

Devlet Bakanı

12. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in, Devlet memurluğu sınavına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in cevabı (7/977)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularıma Başbakan Sayın Bülent Ecevit’in yazılı cevap vermesini delâletlerinize arz ederim.

Mustafa Geçer

Hatay

Soru 1. Yüzbinlerce işsizin umut bağladığı memurluk sınavında başarılı olanların atamaları ile ilgili neden bir açıklama yapılmamaktadır?

Soru 2. Memurluk sınavında imtihanı kazananların atamaları hangi kıstaslarla ve ne zaman yapılacaktır?

Soru 3. İmtihanı kazanan şahısları hangi tarihler arasında işe başlatmayı düşünüyorsunuz?

Soru 4. Memurluk sınavını kazanamayanlarla ilgili ikinci bir sınavı ne zaman yapmayı planlıyorsunuz?

T.C.

Devlet Bakanlığı 27.12.1999

Sayı : B.02.0.007/1747

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : a) TBMM Başkanlığının 9.12.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/977-2954/7450 sayılı yazısı.

b) Başbakanlığın 1.12.1999 tarih ve B.02.0.KKG.0.12/106-118-11/6256 sayılı yazısı.

Hatay Milletvekili Sayın Mustafa Geçer tarafından Sayın Başbakanımıza tevcih edilen, Sayın Başbakanımızın da kendileri adına Bakanlığım koordinatörlüğünde cevaplandırılmasını istediği, 7/977-2954 esas nolu yazılı soru önergesi cevabı ekte sunulmuştur.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel

DevletBakanı

Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in yazılı soru önergesinde yer verilen sorulara verilecek cevaba ilişkin bilgiler :

1. 17 Ekim 1999 tarihinde merkezî olarak Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı tarafından yapılan Devlet Memurluğu Sınavında başarılı olanların, bu sınavda aldıkları puan ile kurumlarca belirlenecek özel şartlar ve adayların tercihi dikkate alınarak Devlet Personel Başkanlığı tarafından durumlarına uygun kadro ve pozisyonlara atanmalarını sağlamak amacıyla hazırlanan “İlk Defa DevletKamu Hizmeti ve Görevlerine Devlet Memuru Olarak Atanacaklar İçin Mecburi Yeterlik ve Yarışma Sınavları Genel Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına DairYönetmelik” taslağı Bakanlar Kurulunun onayına sunulmuş olup, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yayımlanacak Genelgelerle Merkezî Sınavda başarılı olanların atanmasına ilişkin gerekli tüm açıklamalar yapılacaktır.

2. Sözkonusu Yönetmelik taslağına göre, Merkezî Sınavı kazananların atanmaları bu sınavda aldıkları puan ve beşi geçmemek üzere Devlet Personel Başkanlığınca ilân edilen kadro ve pozisyonlardan yaptıkları tercihler dikkate alınarak, ilgili kamu kurum ve kuruluşunun ihtiyacı kadarı başarı sırasına göre ilgili kuruma bildirilecektir. İlgili kurum tarafından bunların atamaları yapılacaktır.

3. Merkezî Sınavı kazananların sınavları iki yıl süreyle geçerli olup, bunların yukarıda açıklanan usul çerçevesinde 2000 yılının ilk aylarından itibaren atamalarının yapılabileceği düşünülmektedir.

4. Yılda iki defadan fazla olmamak üzere yapılması gereken Devlet Memurluğu Sınavının 2000 yılında yenilenmesi planlanmaktadır.

13. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, 4207 sayılı yasanın 4 üncü maddesinin; TRT ve özel televizyon kurumları tarafından uygulanmadığı iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın cevabı (7/984)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Devlet Bakanı Sayın Yüksel Yalova tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Bülent Akarcalı

İstanbul

4207 sayılı Yasanın 4 üncü maddesinin son paragrafı “Türkiye Radyo Televizyon Kurumu ve özel televizyon kurumları ayda en az doksan dakika tütün ve tütün mamulleri alışkanlığının zararları konusunda uyarıcı ve eğitici mahiyette yayınlar yapmak zorundadır.”

Bu kesin hükme rağmen başta TRT olmak üzere çoğu TV kanalı öngörülen uyarıcı ve eğitici mahiyette yayın yapmamaktadır. Yapanlarsa bunu çok geç saatlerde yapmakta ve amaçtan kaçmaktadırlar.

Bu yasa hükmünün başta TRT 1-2-3-4 olmak üzere ülkemizdeki yerel ve millî yayın yapan tüm kanalları tarafından uygulanabilmesi için ne gibi tedbirler almayı düşünüyorsunuz?

T.C.

Devlet Bakanlığı 27.12.1999

Sayı : B.02.0.006/01-1677

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : 9 Aralık 1999 tarih, A.01.0.GNS.0.10.00.02-3081 sayılı yazınız.

İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı tarafından tevcih edilen ve tarafımdan cevaplandırılmasını istediği 7/984-2962 esas sayılı soru önergesi incelenmiştir.

Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü tütün ve tütün mamulleri de dahil olmak üzere, genel olarak madde bağımlılığının zararları konusunda, toplumun bilinçlendirilmesi, özellikle madde bağımlılığına küçük yaşlarda başlandığı da gözönüne alınarak çocuk ve gençlerimize madde bağımlılığının zararları konusunda uyarıcı ve eğitici mahiyette yayınları, gerek 2954 sayılı Türkiye Radyo-Televizyon Kanununun Kuruma verdiği eğitici ve aydınlatıcı yayınlarla kamuoyunun sağlıklı ve serbestçe oluşturulması görevi kapsamında ve gerekse önerge konusu 4207 sayılı Kanun kapsamında tüm TRT Kurumu bağımlılığının zararları konusunda, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumuna ait radyo ve televizyon kanallarında yayınlanan programlar konu ve konuklarıyla birlikte üçer aylık periyotlarla ilgili kurumlara rapor halinde iletilmektedir. Konuya ilişkin 1999 yılına ait uygulama çizelgeleri ekte bilgilerinize sunulmuştur.

Millî ve manevî değerlerden ve sorumluluk duygusundan yoksunluk, işsizlik, çocuk yaşta boş zamanları değerlendirme ortamı ve alışkanlığının olmaması, gelişmelere ve toplum hayatına uyumsuzluk ve eğitim yetersizliği gibi unsurların madde bağımlılığında ve kötü alışkanlıkların edinilmesinde en büyük etken olduğunun konuya ilişkin raporlarda belirtildiği hususu dikkate alınarak yayınlanan programlarda konular, sorunun başlamadan önlenmesi amacıyla aile-okul-çocuk/genç boyutunda eğitici çalışmaları da kapsayacak şekilde işlenmektedir.

Ayrıca, diğer kurum ve kuruluşlar tarafından talep gelmesi halinde konuya ilişkin spot, belgesel, film ve dramalar da hazırlanarak yayınlanmaktadır.

Bilgilerinize arz ederim.

Dr.Yüksel Yalova

Devlet Bakanı

14. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Yalova’daki AKSA fabrikasının çevreyi kirlettiği iddiasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un cevabı (7/988)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Osmun Durmuş tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Bülent Akarcalı

İstanbul

1. Yalova’daki AKSA Akrilik ve Kimya Sanayii A.Ş.’ye ait akrilonitril tanklarında 17 Ağustos depremi sonrası çevreye ve insanlara ciddî tahribat yapan sızıntıların olduğu doğru mudur?

2. İstanbul Tabip Odasının 6 400 ton maddenin yayıldığını ve çevrede yaşayan insanların akut akrilonitril zehirlenmesine maruz kaldıklarını belirten incelemeleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

3. Bu konuda ne gibi tedbirler alacaksınız?

4. Çevreye ve insanlarımıza yönelik muhtemel bir zararı önlemek için Çevre Bakanlığı ile ortaklaşa bir çalışma başlatmayı düşünür müsünüz?

T.C.

Sağlık Bakanlığı 28.12.1999

Temel Sağlık Hizmetleri

Genel Müdürlüğü

Sayı : B100TSH0100004/16825

Konu : Yazılı soru önergesi cevabı

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : 9.12.1999 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/988-2985/7494 sayılı yazıları.

İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı tarafından Yalova İli, Çiftlikköy İlçesi Taşköprü Beldesi sınırları içerisinde bulunan Aksa Akrilik Kimya Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ne ait Akrilik Elyaf Fabrikasının çevreyi kirlettiği hakkında verilen yazılı soru önergesinin cevabı ilişikte sunulmaktadır.

Arz ederim.

Doç. Dr. Osman Durmuş

Sağlık Bakanı

İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı’nın “Yalova İli, Çiftlikköy İlçesi Taşköprü Beldesi sınırları içerisinde bulunan Aksa Akrilik Kimya San. ve Tic. A.Ş.’ne ait Akrilik Elyaf Fabrikasının çevreyi kirlettiğine” ilişkin yazılı soru önergesinin cevabıdır:

Sorular :

1. Yalova’daki AKSA Akrilik ve Kimya Sanayii A.Ş.’ye ait akrilonitril tanklarında 17 Ağustos depremi sonrası çevreye ve insanlara ciddî tahribat yapan sızıntıların olduğu doğru mudur?

2. İstanbul Tabip Odasının 6 400 ton maddenin yayıldığını ve çevrede yaşayan insanların akut akrilonitril zehirlenmesine maruz kaldıklarını belirten incelemeleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

3. Bu konuda ne gibi tedbirler alacaksınız?

4. Çevreye ve insanlarımıza yönelik muhtemel bir zararı önlemek için Çevre Bakanlığı ile ortaklaşa bir çalışma başlatmayı düşünür müsünüz?

Cevaplar :

Cevap 1. Bakanlığımızca yapılan inceleme neticesi ilgili Valilikten alınan yazıda; “17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen depremden sonra Aksa Akrilik Kimya San. ve Tic. A.Ş.’ne ait Akrilik Elyaf Tesislerinde bulunan depolama tanklarının 3 tanesinde meydana gelen hasar neticesinde çevreye yayılan akrilonitrilin etkisinin tespitine yönelik olarak; Ahmet İsvan’ın Valilik Kriz Merkezine verdiği 31.8.1999 tarihli dilekçe ile ilgili olarak Yalova Kriz Merkezi tarafından oluşturulan komisyon ve Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümünden Prof. Dr. Nafiz Delen ile Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Toksikoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Esat Karakaya’nın katılımıyla 4.9.1999 tarihinde Aksa Akrilik Kimya San. ve Tic. A.Ş. tesislerinde hasar gören tanklar ve çevresi, fabrika içindeki ve yakın çevresindeki komşu araziler ve tarım alanları tetkik edilerek mevcut bitki örtüsü incelenmiş, hasar gören tanklar merkez olmak üzere yaklaşık 500 metre çaplı bir alanda tarım ürünlerinde ve yeraltı sularında akrilonitril kalıntısı analizlerinin yaptırılması, ziraî ürün örneklerinin tüketime sunulmaması hususunda düzenlenen tutanak ilgili firma yetkililerine verilmiştir.

Yapılan tespit ve öneriler çerçevesinde ilgili firma tarafından yaptırılan incelemeler aşağıya çıkarılmıştır.

– İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesinin 29.8.1999 tarihli inceleme raporunda fabrikanın genelinde yapısal olarak problemin olmadığı, sadece bazı bölümlerinin kolonlarında veya kriş kolon düğüm bölgelerinin bazılarında çatlamalar, beton kopması, donatımın ortaya çıkması gibi nedenlerle kesit küçülmesi meydana geldiği, yapılan takviye müdahalesi sonucu fabrikanın faaliyete geçmesi için yeterli düzeyde olduğu belirtilmiştir.

– Tekfen İmalat ve Mühendislik A.Ş.’nin 31.8.1999 tarihli raporu ile Tübitak Marmara Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen 3-6-7.9.1999 tarihli hidrolik sızdırmazlık testlerinde tank bölgelerinde yapılan muayenede su seviyesinde bir seviye değişikliği veya sızma gözlenmemiştir. Tankların çatısında ultrasonik dedektörlerle yapılan incelemede herhangi bir sızıntı bulunmamıştır.

– İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi tarafından 1.9.1999 tarihinde yapılan zemin incelemesinde sahada yapılan gözlemler, sondaj sonuçları ve laboratuvarda yapılan ilk incelemelerden ve bunların sahada daha önce taraflarında yapılmış zemin etüdleri ile karşılıştırılmasından, tank sahalarından, temel zeminin, sözkonusu depremden sonra mühendislik özelliklerini değiştirmediği ve daha önce belirlenen zemin değerlerini taşıdığı belirtilmiştir.

– Aksa Akrilik Kimya San. ve Tic. A.Ş. tarafından İzmir Bölge Hıfzısıhha Müdürlüğüne gönderilen meyve (armut, elma, şeftali) sebze (domates, patlıcan, yeşil biber, taze fasulye) ve üç kuyudan alınan su numunereli ilgili Müdürlükçe 8-17.9.199 tarihlerinde yapılan analizleri sonucu akrilonitril kontaminasyonu bulunmadığı belirtilmiştir.

– İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü Müdürlüğü ve İl Çevre Müdürlüğü elemanlarınca, Ahmet İsvan’a ait arazide ve Jandarma Karakolu karşısındaki arazilerde sebzeler (domates, sivri biber, fasulye, patlıcan) ve meyvelerden (şeftali ile armut) alınan numunelerin yapılan analizlerinde akrilonitril bulunmamıştır. Aynı ekip tarafından Ahmet İsvan’a ait arazideki sulama suyu örnekleri, Aksa Firmasına ait arazideki toprak ve deniz canlılarında yapılan analizlerinde akrilonitril bulunmamıştır. Müdürlüğümüzce epidemiyolojik çalışmalara devam edilmektedir.” denilmektedir.

Cevap 2. Bilindiği üzere Bakanlığımıza bağlı Refik Saydam Hıfzısıhha Merkezi Başkanlığı bünyesinde hizmet veren ve Zehir Araştırma Müdürlüğüne bağlı olarak çalışan Zehir Danışma Merkezi Türkiye geneline 24 saat hizmet etmekte, her türlü zehirlenme vakalarına hemen cevap vermektedir. Aynı zamanda bu vakaları düzenli olarak kayıtlarına geçirmektedir. Bu konuda yapılan retrospektif araştırmalarda herhangi bir akut zehirlenme başvurusuna gerek biriysel gerekse resmî olarak rastlanmamıştır. Sadece 17 Ağustos depreminden hemen sonra Sağlık Bakanlığı Kriz Merkezi ZehirDanışma Merkezini telefon ile arayarak ve o günkü nöbetçi doktordan bilgi alarak, akrilonitril maruziyetinde insanlarda görülebilecek akut zehirlenme belirtilerinin neler olabileceği ve tedavisi hakkında bilgi almıştır. Bunun dışında ZehirDanışma Merkezine başka bir müracaat olmamıştır.

Akrilonitrilin çevreye yayılıp canlı bitki örtüsünü etkilediği ve akut zehirlenmelere neden olduğu şeklindeki ifadeler basından alıntı olup, kurumumuza ulaşmış bu olguyu destekleyen herhangi bir resmî belge ve bilgi bulunmamaktadır.

Cevap 3. Akrilonitril uçucu, renksiz, yanıcı, kendine has bir aromaya sahip likit formda bir kimyasal maddedir. Kapalı sistemlerde depolanması gerekir. Kaza ile çevreye yayılması halinde canlılar üzerinde akut ve kronik etkileri vardır. İnsanda maruziyet solonum ve deri yoluyla oluşur. Akut olarak yüzde kızarıklık, salivasyonda artış, konjüktivit, başağrısı, bulantı-kusma, daha ileride ise astiksi ve ölüm görülebilir. Oluşturduğu klinik tablo siyanür zehirlenmesi gibi ele alınıp tedavi edilmelidir.

Kronik olarak en belirgin etkisi kendisi veya metabolitlerinin kanserojen olabileceğidir. Normalde iş yeri ortamında bu maddenin havada olması sebebiyle maruziyetin solunum yoluyla gerçekleşmesine neden olup, alınacak önlemlerin de havadaki konsantrasyonunun monitolizasyonu (izlenmesi) yönünde olmalıdır. Ancak kaza ile akrilonitrilin yüksek miktarda açığa çıktığı bu gibi beklenilmeyen şartlarda akut maruziyet dışında ilerleyen günlerde inhalasyon yoluyla zehirlenme ve sonucunda ölümün oluşmaması gerekir. Bu tip kazalarda asıl önemli olan kronik toksisite yönünden akrilonitrilin bitki örtüsü, toprak ve özellikle yeraltı içme sularına olan kontaminasyonunun izlenmesidir.

Yapılan deneysel çalışmalarda 100 mg/kg.’lık kontominasyonun toprakta 48 saatte degredasyonu (parçalanma) uğradığı, değerler yükseldikçe degredasyon süresinin uzadığı belirtilmiştir. Konsantrasyonunun yanı sıra toprağın jemorfolojik yapısı çok önemlidir. Kaza sonucu oluşan kontaminasyonlarda akrilonitrilin yarılanma ömrü havada 9-10 saat, suda ise 5-7 gün olarak saptanmıştır. Biyoakümülasyon ya da gıda zincirinde konsantre olma potansiyeli izlenmemiştir. Topraktaki oranın 3 ay sonra eksponansiyel olarak azaldığı tespit edilmiştir, ancak özellikle yeraltı içme sularında yağmurun da etkisiyle konsantrasyonun arttığı saptanmıştır.

26 ncı haftadan sonra ve özellikle pik konsantrasyon gösteren lokal yeraltı su kaynaklarının pompalanıp ortamdan uzaklaştırılması sonucu içme ve kullanma sularındaki konsantrasyonlarının düştüğü saptanmıştır.

Bir önemli hususta yüksek konsantrasyonda akrilonitrilin bakteriler üzerine letal etkisi nedeniyle biyodegredasyonunun olmamasıdır.

Yukarıdaki bilgiler ışığında alınabilecek önlemler şu şekilde olmalıdır.

a) Toprağın jeolojik yapısının saptanması,

b) Biyodegredasyonda rol oynayan bakteri florasının incelenmesi,

c) Yeraltı içme ve kullanma sularında çok merkezli akrilonitril oranının 1 yıl periyodik olarak izlenmesi ve yüksek konsantrasyon gösteren su kaynaklarının acil drenajı ile bu oranın düşürülmesi,

d) Her toprak katmanından uygun sondajlarla örnek alınması,

Akrilonitril maddesinin özelliğinden kaynaklanan ve çevreyi kısa vadede 1 yıl, uzun vadede ise şüpheli kanserojenler listesinde (107-13-1 Liste 2) sıra numarası ile yer alması nedeniyle maddi kaynağı temin edilip, protokole bağlanmış projelerin bilimsel bir zeminde yapılması gerekir. Bakanlığımızca ilgili kuruluşlarla işbirliği içerisinde çalışmalar titizlikle takip edilmektedir.

Ayrıca Bakanlığımız Kanser Savaş Dairesi Başkanlığı ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı ile ortaklaşa olarak yapılan çalışmalar neticesinde İl Sağlık Müdürlüğü ile birlikte epidemiyolojik kanser araştırması başlatılmıştır.

Cevap 4. Sözkonusu fabrika hakkında çevre ve toplum sağlığının korunmasına yönelik olarak çalışmalar ilgili diğer kuruluşlar ve Çevre Bakanlığı ile de ortaklaşa devam etmektedir. Bu bağlamdan olmak üzere kısa vadeli tedbirler olarak;

a) Deprem bölgesindeki tehlikeli kimsayal madde üreten kullanan ve depolanan tesislerdeki durumun tespiti, kimsayal sızıntı olan tesislerin faaliyetinin durdurulması,

b) Kirlenmiş toprak, su ve denizlerde sürekli ölçümlerin yapılarak kirliliği giderme çalışmalarının yapılması uygun görülmüştür.

Aksa’ya üretime başlamadan önce,

a) Kimsayal maddelerini depoladığı tanklarının dayanıklılık testlerini yaptırması,

b) Üretim yaptığı makina ve aksamın sağlamlık testini yaptırması,

c) Zemin etütlerini yaptırması,

d) Tesisin diğer kısımlarındaki bakım onarım çalışmalarını tamamlaması sonrası Çevre Bakanlığınca uygun bulunması halinde üretime geçebileceği, sözkonusu firmaca, çevre ve toplum sağlığının korunmasına yönelik olarak gerekli tedbirlerin alındığı yine UNEP-OCHA uzmanlarınca bölgede yapılan incelemeler sonucu Aksa’da sızıntının kontrol altına alındığı, Çevre Bakanlığınca Bakanlığımıza bildirilmiştir.

Yine bölgede görevli Çevre Bakanlığı yetkilileri tarafından Aksa’da yapılan çalışma ve tespitleri içerir rapor ile;

a) 30.8.1999 tarihinde tesisin üretim ünitelerindeki hasarın giderildiği ve % 65 kasapite ile kontrol altında çalıştığı, zemin etütlerinin yapılarak uygun bulunduğu ve tesis civarındaki yeraltı suyu ve toprak kirliliği üzerine çalışmaların sürdürüldüğü,

b) Tesisin 6.9.1999 tarihinde % 65 kapasite ile kontorol altında çalışmaya devam ettiği tesiste bulunan 202 G nolu tankta herhangi bir hasar bulunmadığı ve tankın % 80 kapasiteyle çalışabileceği, tesis civarındaki yeraltı suları ve toprak kirliliği üzerine çalışmaların sürdüğü bildirilmiştir.

Aksa’da yapılan çalışmalar ve elde edilen gelişmeler çerçevesinde tesisin sağlam olduğu tespit edilmiş, hammadde depolarını kullanarak % 65 kapasiteyle çalışmasında herhangi bir sakınca görülmemiş, tesiste bulunan hasarlı diğer tankların tadilatı ve gerekli testlerinin yapılması sonrası devreye alınarak, tesisin kapasitesinin artırılarak çalışmasının uygun bulunduğu, ayrıca tesis civarında sebze üretimlerinden numuneler alınarak test ettirilmiş akrilonitril kalıntısına rastlanmamıştır. Tesis civarındaki toprak, tatlı su, deniz suyu ve denizdeki balıklar üzerinde etkilerine ve kalıntı tespitine ilişkin analizler yaptırılmış ve akrilonitril bulunmadığı Çevre Bakanlığının yazısıyla da Bakanlığımıza bildirilmiştir.

Sözkonusu hususların ilgili firmaca yerine getirildiği 20.12.1999 tarih ve 6322 sayılı Yalova Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü yazısı ve eki rapor ile de teyit edilmiştir.

Gösterilen ilgiye teşekkür ederek başarılar dilerim.

15. – Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın’ın, Siirt İli Hesko suyu isale hattının doğal afet bölgesi kapsamına alınıp alınmayacağına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın’ın cevabı (7/992)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Koray Aydın tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize arz ederim.

Saygılarımla.

Ahmet Nurettin Aydın

Siirt

Siirt İl Merkezi ile Şirvan ve Aydınlar İlçeleri ile 20 köyün su ihtiyacının karşılandığı 34 km.’lik HESKO suyu isale hattının beş kilometrelik bölümü heyelan bölgesi altındadır. Özellikle kış aylarında, isale hattında meydana gelen heyelanlar boruların üstünü açmakta ve onları kırmaktadır. İsale hattında bulunan 26 adet vantuz da kullanılamayacak durumdadır. İsale hattı boyunca muhtemel arızalara ulaşılabilecek bir yolun bulunmayışı, 300 bin kişiyi her an uzun süreli bir susuzluğa mahkûm etmesi an meselesidir.

Sorular :

1. Siirt Belediyesinin sınırlı imkânları ile 34 km.’lik bu yolu yapması imkânsız olduğuna göre, Bakanlığınızın bu yolu üstlenmesi mümkün müdür?

2. Hesko suyu ana isale hattı tabiî afet bölgesi kapsamına alınabilir mi?

3. Heyelan bölgesinden geçen hattın güzergâhının değiştirilmesi için Bakanlığınızın bir çalışması olacak mıdır?

T.C.

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 27.12.1999

Araştırma, Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı

Sayı : B.09.0.APK.0.22.00.00.17/1145

Konu : Yazılı soru önergesi (7/992-2999)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Genel Sekreterliğinin 13.12.1999 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02/3122 sayılı yazısı.

İlgi yazı ekinde alınan, Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın’ın (7/992-2999) esas nolu yazılı soru önergesi incelenmiş olup, cevabı ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Koray Aydın

Bayındırlık ve İskân Bakanı

Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın’ın (7/992-2999) esas nolu yazılı soru önergesinin soru ve cevapları :

Siirt İl Merkezi ile Şirvan ve Aydınlar İlçeleri ile 20 köyün su ihtiyacının karşılandığı 34 km.’lik HESKO suyu isale hattının beş kilometrelik bölümü heyelan bölgesi altındadır. Özellikle kış aylarında, isale hattında meydana gelen heyelanlar boruların üstünü açmakta ve onları kırmaktadır. İsale hattında bulunan 26 adet vantuz da kullanılamayacak durumdadır. İsale hattı boyunca muhtemel arızalara ulaşılabilecek bir yolun bulunmayışı, 300 bin kişiyi her an uzun süreli bir susuzluğa mahkûm etmesi an meselesidir.

Sorular :

1. Siirt Belediyesinin sınırlı imkânları ile 34 km.’lik bu yolu yapması imkânsız olduğuna göre, Bakanlığınızın bu yolu üstlenmesi mümkün müdür?

2. Hesko suyu ana isale hattı tabiî afet bölgesi kapsamına alınabilir mi?

3. Heyelan bölgesinden geçen hattın güzergâhının değiştirilmesi için Bakanlığınızın bir çalışması olacak mıdır?

Cevaplar :

1. Karayolları ağında bulunmayan yollarda çalışma yapılması Karayolları Genel Müdürlüğünün Kuruluş Kanunu esaslarına uygun değildir. Bu sebeple sözkonusu yolun yapılması ancak bedeli mukabilinde, protokol yapılmak suretiyle yerine getirilebilmesi mümkün olabilir.

2. İller Bankamızca Devlet Planlama Teşkilâtına gönderilen 2000 yılı yatırım programına, yalnız deprem bölgelerine ait içme suyu tesisleri teklif edilmiştir. Bu nedenle isale hattının heyelan bölgesinden geçen kısmının değiştirilmesi işi, ileriki yıllarda DPT’na Bankamızca teklif edilebilecektir.

3. Siirt içme suyu kaptaj ve isale hattı inşaatı İller Bankamızca yaptırılarak 1995 yılında kesin kabulü yapılmıştır. Tesisin işletilmesi Belediyesince yapılmaktadır. Ancak, tesis kapsamında yaptırılan servis yolunun bakım ve onarımı Belediyesince su gelirleri ile ilgili su işletmesi bütçesinden yapılamadığından, finansman yetersizliği nedeniyle servis yolu bakımsız hale gelmektedir. Yukarıda belirtildiği gibi ileriki yıllarda DPT’na İller Bankamızca teklif edilebilecektir.

16. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, sigara satışlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in cevabı (7/996)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın DevletBakanı SayınRüştü Kâzım Yücelen tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Bülent Akarcalı

İstanbul

Sigara satışlarının yalnız ve yalnız bu konuda Tekel’den ruhsat almış bakkal, büfe ve marketlerde satılması gerekirken, şehirlerin merkezlerinde, otobüs duraklarında sigaraları tane tane satan satıcılar türemiştir.

1. Bu sağlığa çok zararlı ürünün bu şekilde denetimsiz satılmasına karşı bir tedbir almayı düşünür müsünüz?

T.C.

Devlet Bakanlığı 23.12.1999

(Sayın Rüştü Kâzım Yücelen)

Sayı : B.02.0.009/1600

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı ifadeli 13.12.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.-10.00.02-7/996-3008/7591 sayılı yazınız.

İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı’nın sigara satışlarına ilişkin yazılı soru önergesi ile ilgili cevaplar içtüzüğün 99 uncu maddesine istinaden ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Rüştü Kâzım Yücelen

Devlet Bakanı

İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı’nın 7.12.1999 gün ve 7/996-3008 sayılı yazılı soru önergesine verilen cevap :

Yurtiçinde üretilen veya ithal edilen tütün ve tütün mamulleri ile alkol ve alkollü içkilerin tüketiciye satışı için mutlaka Tekel idarelerinden satış belgesi ve/veya bayilik ruhsatı alınması zarureti bulunmaktadır.

1177 sayılı Tütün ve Tütün Tekili Kanununun 90 ncı maddesinde “Bu kanunda yazılı her nevi Tekel maddelerinin Tekel İdaresinden izin alınmadan paket veya kutuları açılmış veya kutu ve paket içindekilerin değiştirilmiş veya azaltılmış olarak satılması yasaktır. Bu yasaklara aykırı hareket edenlerden 15 000 000 - 1 500 000 000 TL. kadar hafif para cezası alınır bu maddelere el konulur.

Bu eylemleri işleyenler Tekel İdaresinin satıcıları iseler yukarıdaki cezalardan başka, satış belgeleri ve varsa yazılı sözleşmeleri hükümsüz sayılır” denilmektedir.

Öte yandan “Tütün, Tütün Mamulleri, Alkol ve Alkollü İçkilerin Toptan Satışı Hakkında Yönetmelik”in 14 üncü maddesine göre, toptan satıcılar, Tekel ürünlerini, paket ve ambalajları değiştirilmiş şekilde veya paket içindekileri azaltılmış olarak satışa sunulamazlar.

Mevzuata aykırı ya da kaçak sigara satışlarını önlemek amacıyla Tekel Genel Müdürlüğünce yapılan piyasa denetlemelerinin yanı sıra, 1999 yılı içinde satış kontrolörlükleri de ihdas edilerek bayilerin denetlenmesine hız verilmiş bulunmaktadır.

Diğer yandan, yurda yasal olmayan yollardan sigara girişinin ve satışının önlenmesi için Gümrük Müsteşarlığı ve İçişleri Bakanlığı nezdinde girişimler de sürdürülmektedir.

17. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, İrlanda-Türkiye futbol maçının İrlanda’da yayın hakkına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün cevabı (7/998)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Bülent Ecevit tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Bülent Akarcalı

İstanbul

1. İrlanda Cumhuriyeti ile yapılan millî maçın İrlanda’da yayın hakkı için bir TV kanalının 3 milyon dolar istediği doğru mudur?

2. İrlanda Başbakanının yayın hakkı için istenen parayı “zorbalık” diye niteleyip nezdinizde protesto ettiği doğru mudur?

3. Millî maçların yayın hakkının makul ölçüsü ve değeri sizce nedir?

4. Millî maç yayınlarının millî haysiyetimizi rencide etmeyecek şekilde düzenlenmesi için ne gibi tedbirler almayı düşünmektesiniz?

T.C.

Devlet Bakanlığı 27.12.1999

Sayı : B.02.0.0.16/01126

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün 16.12.1999 tarih ve B.02.0.KKG.0.12/106-123-7/6303 sayılı yazısı.

İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve koordinatörlüğümde cevap verilmesi Sayın Başbakanımızca tensip edilen yazılı soru önergesinin cevabı ekte gönderilmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

Fikret Ünlü

Devlet Bakanı

İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı’nın 7/998-3010 esas sayılı yazılı soru önergesine, Sayın Başbakanımız adına Devlet Bakanı Sayın Fikret Ünlü tarafından verilen cevaplar :

Soru 1. İrlanda Cumhuriyeti ile yapılan millî maçın İrlanda’da yayın hakkı için bir TV kanalının 3 milyon dolar istediği doğru mudur?

Cevap 1. 3813 sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun gereği “Futbol ile ilgili televizyon, radyo, basılı eser yayınları ile her türlü reklam konusunda ticarî ve malî hakların düzenlenmesi ve denetlenmesi” görevi Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığına aittir.

Türkiye ile İrlanda Millî Takımları arasında Bursa’da oynanan futbol karşılaşmasının yayın hakkı, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığınca Star TV adlı bir televizyon kuruluşan verilmiştir.

Yayın haklarının satışının ticarî bir faaliyet olması nedeniyle, karşılaşmanın yayın hakkını satın alan sözkonusu televizyon kanalının, İrlandalı yayın kuruluşundan talep ettiği ücretin ne kadar olduğunu bilebilmek mümkün olamamaktadır.

Soru 2. İrlanda Başbakanının yayın hakkı için istenen parayı “zorbalık” diye niteleyip nezdinizde protesto ettiği doğru mudur?

Cevap 2. İrlanda Başbakanının yayın hakkı için istenen parayı “zorbalık” diye niteleyip Sayın Başbakan nezdinde protesto ettiği doğru değildir.

Soru 3. Millî maçların yayın hakkının makul ölçüsü ve değeri sizce nedir?

Cevap 3. Millî maçların yayın hakkı; Futbol Federasyonu tarafından, belirlenen ihale şartnamesindeki esaslar dahilinde, ihaleyi kazanan yayıncı kuruluşa verilmektedir.

Türkiye-İrlanda Millî Futbol Karşılaşmasının yurtiçi ve dışı yayın hakkı da, aynı yöntemle, 1 050 000 USD karşılığında Star TV adlı yayın kuruluşuna verilmiştir.

Yayın haklarını alan yayıncı kuruluşun, bu yayınları yabancı bir kanala satabilmesi konusuda herhangi bir kıstasın belirlenmediği, bu tür satış işlemlerinin tamamen ticarî koşullar çerçevesinde gerçekleştiği ve bu amaçla ayrı bir değer tespitinin yapılmadığı Futbol Federasyonunca belirtilmektedir.

Soru 4. Millî maç yayınlarının millî haysiyetimizi rencide etmeyecek şekilde düzenlenmesi için ne gibi tedbirler almayı düşünmektesiniz?

Cevap 4. Millî maç yayınlarının millî haysiyetimizi rencide etmeyecek şekilde yapılabilmesi amacıyla, Bakanlar Kurulunca alınan 12.10.1999 gün ve 99/13416 sayılı “Futbol Müsabakalarında Uyulacak Esaslar Hakkında Karar”, 21.10.1999 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe konulmuştur.

Sözkonusu Bakanlar Kurulu Kararı ile millî birlik ve beraberliğimizin pekişmesine vesile olan millî takımlarımızın yurtiçinde ve dışında katıldığı müsabakaların yayınlarının, hiçbir bedel ödenmeden, şifresiz olarak gerçekletirilmesi ve Futbol Federasyonunca yapılacak yayın ihalelerinde bu hususun gözetilmesi hükme bağlanmıştır.

Saygılarımla.

Fikret Ünlü

Devlet Bakanı

18. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Bursa’da oynanan millî maçtan önce Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün saha ve reklam kirası istemesine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün cevabı (7/999)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Fikret Ünlü tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Bülent Akarcalı

İstanbul

Basında çıkan haberlere göre İrlanda Cumhuriyeti ile Türk Millî Takımının Bursa’da oynadığı millî futbol maçından önce Bakanlığınıza bağlı Gençlik ve Spor Müdürlüğü “Saha kirası ve saha içi reklamları bize verilmezse takımları sahaya sokmayız” demiştir ve sorun Bursa Valisinin gayretleriyle çözülmüştür.

1. Bu haberler doğru mudur?

2. Böyle bir saha kirası ve reklam geliri temini kanunen haksa bile, bu meselenin daha önceden çözülmüş olması gerekmez mi?

3. Millî maçların dahi böylesine para işlerine bulaştırılmasını ilerde nasıl önlemeyi düşünmektesiniz?

4. Bu olayın sorumluları hakkında soruşturma açmayı düşünür müsünüz?

T.C.

Devlet Bakanlığı 27.12.1999

Sayı : B.02.0.0.16/01125

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Genel Sekreterliğinin 13.12.1999 tarih ve A.01.0.GMS.0.10.00.02-7/999-3011/7594 sayılı yazısı.

İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’ya ait 7/999-3011 esas sayılı yazılı soru önergesinin cevabı ekte gönderilmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

Fikret Ünlü

Devlet Bakanı

T.C.

Başbakanlık

Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 24.12.1999

Sayı : B.02.1.GSM.0.65.00.00/MZ.02/798

Konu : Soru önergesi

Devlet Bakanlığına

(Sayın Fikret Ünlü)

İlgi : 14.12.1999 tarih B.02.0.016/01066 sayılı yazınız.

İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı’nın Serbest İrlanda Cumhuriyeti ile Türk Millî Takımının Bursa’da oynadığı millî maç öncesinde Genel Müdürlüğümüzce saha ve reklam kirası istenmesine ilişkin yazılı soru önergesine ait cevabımız aşağıdadır.

Bursa’da oynanan millî maçta Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığı ile Genel Müdürlüğümüz arasında imzalanan protokol ve mevzuat çerçevesinde hareket edilmiştir.

1. Genel Müdürlüğümüz ile Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığı arasında 6.8.1996 tarihinde imzalanan ve halen yürürlükte olan protokolün 23 üncü maddesinde “Millî ve Temsili Müsabakalardaki saha kenarına konulan reklam hakları Genel Müdürlüğün tespit edeceği muhammen bedel üzerinden federasyona devredilir” denmektedir. Bu madde hükmü gereği Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığından reklamların bedeli talep edilmiştir.

2. Stad kiraları, Genel Müdürlüğümüz mevzuatına göre oluşturulan bir komisyonca her yıl belirlenmekte, federasyon ve taşra teşkilâtına sezon başında duyurulmaktadır. Ancak Millî Müsabakaların Genel Müdürlüğümüze ait stadlarda oynanması durumuda Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığından müsabaka hasılatın % 18’i tutarı karşılığında kanunî kesinti payı alınacağı açıkça belirlenmiştir.

Bu konuların Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığınca çok iyi bilinmesine rağmen Türkiye-Serbest İrlanda Millî maçı ile ilgili asılsız ve gerçek dışı haberlerin çıkarıldığı ve kamuoyunun yanlış bilgilendirildiği anlaşılmaktadır.

Yıllardır hiçbir problem yaşanmadan uygulanan tüm bu yasal uygulamalar çerçevesinde Bursa Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünce reklam ve kanunî kesinti konusu 3.11.1999 gün ve 4771 sayılı, 8.11.1999 gün ve 4840 sayılı yazıları ile Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığına duyurulmuş fakat maç gününe kadar bir cevap alınamamıştır.

Genel Müdürlüğümüz bugüne kadar Türkiye’de futbolun gelişmesi için özveri ile hizmetini sürdürmüş olup, bundan sonra da bu hizmetlerini sürdürmeye devam edecektir.

Bilgilerinize arz ederim.

Kemal Mutlu

Genel Müdür V.

19. – İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in, il sağlık müdürleri tarafından yapılan işyeri denetimlerine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un cevabı (7/1012)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Osman Durmuş tarafından, yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim. 8.12.1999

Mehmet Ali Şahin

İstanbul

İl Sağlık Müdürlükleri, pastane, lokanta gibi gıda işi yapan ve imal eden esnafları zaman zaman denetimine tabi tutmaktadır. Bu uygulamanın, gerekli ve yasa gereğince olduğunda şüphe yoktur. Ancak, özellikle İstanbul’da bu tür denetimlere çıkan sağlık müdürlüğü elemanları yanlarına medya kuruluşlarını da almaktadırlar. Bu bağlamda;

1. Sağlık Müdürlüğü ekiplerinin, denetimlere medyayla çıkmasının sebebi nedir?

2. Binlerce esnafın içinde kurallara uymayan birkaç esnafa ait işyerinin ve imalathanenin görüntülerinin televizyonlarda gösterilmesi, kurallara uyan çok sayıdaki esnafımızı da halk nezdinde lekelemekte değil midir? Bakanlığınız bu konuda ne düşünmektedir? Kamuoyunun yanlış yönlendirilmesi olarak algılanabilecek bu medyalı uygulama için sağlık müdürlüklerinin uyarılması düşünülmekte midir?

T.C.

Sağlık Bakanlığı

Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü 28.12.1999

Sayı : B100TSH0120007/16853

Konu : Yazılı soru önergesi cevabı

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : 13.12.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1012-3042/7649 sayılı yazınız.

İlgi yazınız ve eki incelenmiştir.

İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin tarafından verilen yazılı soru önergesine ait cevabi yazımız ektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

Doç. Dr. Osman Durmuş

Sağlık Bakanı

İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin İl Sağlık Müdürleri tarafından yapılan işyeri denetimlerine ilişkin yazılı soru önergesinin cevabıdır.

Sorular :

“1. Sağlık Müdürlüğü ekiplerinin, denetimlere medyayla çıkmasının sebebi nedir?”

“2. Binlerce esnafın içinde kurallara uymayan birkaç esnafa ait işyerinin ve imalathanenin görüntülerinin televizyonlarda gösterilmesi, kurallara uyan çok sayıdaki esnafımızı da halk nezdinde lekelemekte değil midir? Bakanlığınız bu konuda ne düşünmektedir? Kamuoyunun yanlış yönlendirilmesi olarak algılanabilecek bu medyalı uygulama için sağlık müdürlüklerinin uyarılması düşünülmekte midir?”

Cevaplar :

Cevap 1. 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu, 181 sayılı KHK ve 560 sayılı KHK’den kaynaklanan yetkilerimiz doğrultusunda, genel sağlığın korunmasına yönelik denetimler, rutin olarak İl Sağlık Müdürlüklerimiz ve ilgili birimlerce, gerekli görüldüğü hallerde de Genel Müdürlüğümüzce yapılmaktadır.

Bu denetimlerdeki amacımız, toplumun sağlıklı beslenmesini sağlamak ve gıda kaynaklı hastalıklara meydan vermemek olup; hiçbir zaman esnafımızı mağdur etmek ya da toplumda küçük düşürmek olmamıştır. Bu hizmetlerin sağlanması esnasında işyerinin mevzuata uygunluğu ve işyeri sahibi ile çalışanların eğitilmesi ve bilgilendirilmesi amaçlanmaktadır.

Gıda Üretim ve Satış Yerleri Hakkında Yönetmeliğin Denetim Esasları Bölümünde de belirtildiği gibi “Denetimlerde gizlilik esastır.” Ancak medya, zaman zaman İl Sağlık Müdürlüklerimizden, denetimlere katılmak ve görüntü almak için talepte bulunmaktadır. Bu husus ilgili Müdürlükçe değerlendirilmekte ve uygun görüldüğü takdirde Valilik Onayı ile medyanın denetimlere katılımına izin verilebilmektedir.

Cevap 2. Kurallara uymayan işyeri ve imalathanelere ait medyatik görüntülerin, kurallara uyan çok sayıdaki esnafın halk nezdindeki itibarını lekelediği düşünülmemektedir. Medya katılımlı denetimler, şova dönüştürülmeden amacına uygun olarak gerçekleştirilmesi ve gerekli hassasiyetin gösterilmesi şartıyla uygun görülmektedir.

Ayrıca, medya katılımlı denetimlerin şova dönüştürülmesine izin verilmemesine yönelik olarakta, il sağlık müdürlüklerine gerekli uyarılar yapılacaktır.

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.