Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21 CİLT : 22 YASAMA YILI : 2

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

44 üncü Birleşim

26 . 12 . 1999 Pazar

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. — GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. — GELEN KÂĞITLAR

III. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. — Bazı Milletvekillerine, Başkanlık tezkeresinde belirtilen sebep ve sürelerle izin verilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/419)

2. — Kahramanmaraş Milletvekili Ali Doğan’a ödenek ve yolluğunun verilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/420)

3. — 1-17 Haziran 1999 tarihleri arasında Cenevre’de yapılan 87 nci Uluslararası Çalışma Teşkilâtı (ILO) Genel Konferansında kabul edilen 182 sayılı sözleşme ile aynı adla anılan 190 sayılı Tavsiye Kararı ile ilgili olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından bütçe müzakereleri sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulacağına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/421)

IV. — ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. — Genel Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine 30 Aralık 1999 Perşembe gününden itibaren çalışmalarına 15 gün ara verilmesine ilişkin Danışma Kurulu Önerisi

V. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. — 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S. Sayıları : 211, 212, 209, 210)

A) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI

1. — Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

a) TARIM REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. — Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

B) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI

1. — Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

C) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI

1. — Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

D) SAĞLIK BAKANLIĞI

1. — Sağlık Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Sağlık Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

a) HUDUT VE SAHİLLER SAĞLIK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. — Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

VI. — SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. — Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, TBMM kreşine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Yıldırım Akbulut’un cevabı (7/702)

2. — Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın, Amik-Tahtaköprü 1 inci merhale projesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cumhur Ersümer’in cevabı (7/907)

3. — Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın, ticarî taşıtlarla ilgili bazı uygulamalara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/911)

4. — Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın, Antakya çevre yolu inşaatına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın’ın cevabı (7/913)

5. —İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Adnan Oktar’ın bulunduğu Kandilli’deki villa ve çiftliğe ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/914)

6. — İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Jet-Pa’nın gizli bankacılık yaptığı iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal’ın cevabı (7/915)

7. — Hatay Milletvekili Namık Kemal Atahan’ın, İskenderun’da polis memurlarınca işkence yapıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/917)

8. — Bayburt Milletvekili Suat Pamukçu’nun, Bilim Araştırma Vakfına yapılan operasyona ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/918)

9. — Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın, Hatay İlinin su kaynaklarına yönelik bir çalışma yapılıp yapılmadığına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cumhur Ersümer’in cevabı (7/921)

10. — Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan’ın, Bolu Valisinin bir depremzedeye yaptığı uygulamaya ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/928)

11. — Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün, İzmir-Dikili ve çevresinde hayvanlarda görülen mavi-dil hastalığına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı (7/959)

12. — Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in, Hatay Havaalanı projesine ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ün cevabı (7/978)

13. — Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, Ankara-Kırıkkale arası raybüs ihtiyacına ve Kırıkkale Posta İşletmesinde çalışan personel arasındaki ücret farklılığına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ün cevabı (7/979)

14. — Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Merve Safa Kavakçı hakkındaki yazılı soru önergesine süresinde cevap verilmemesinin nedenine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Yıldırım Akbulut’un cevabı (7/985)

15. — Hatay Milletvekili Namık Kemal Atahan’ın, Bolu Valisinin bir depremzedeye yaptığı uygulamaya ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/987)

16. — İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Yalova’daki AKSA Fabrikasının çevrede yarattığı tahribata ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı Fevzi Aytekin’in cevabı (7/989)

17. — Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın, DLH İskenderun 9 uncu Bölge Müdürlüğünün başka yere nakledilmesine ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ün cevabı (7/1003)

I. — GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 11.00’de açılarak altı oturum yaptı.

Birinci, İkinci ve Üçüncü Oturum

TBMM Başkanvekili Ali Ilıksoy, Gaziantep’in düşman işgalinden kurtarılışının 78 inci yıldönümü nedeniyle bir konuşma yaptı.

Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış ve 21 arkadaşının, mafya-siyaset-para ilişkileri konusundaki iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/100) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırasında yapılacağı açıklandı.

Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin 31.12.1999 tarihinden itibaren altı ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.

2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdarelerBütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S. Sayıları : 211, 212, 209, 210) görüşmelerine devam olunarak;

Kültür Bakanlığı,

Millî Eğitim Bakanlığı,

2000 malî yılı bütçeleri ile 1998 malî yılı kesinhesapları kabul edildi.

Ali Ilıksoy Başkanvekili

Burhan Orhan Tevhit Karakaya Bursa Erzincan Kâtip Üye Kâtip Üye

Mehmet Ay Cahit Savaş Yazıcı Gaziantep İstanbul Kâtip Üye Kâtip Üye

Dördüncü, Beşinci ve Altıncı Oturum

2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/550; 1/551; 1/509, 3/363; 1/510, 3/363) (S. Sayıları : 211, 212, 209, 210) görüşmelerine devam olunarak;

Yükseköğretim Kurulu (YÖK)

Üniversiteler (53 adet),

2000 malî yılı bütçeleri ile 1998 malî yılı kesinhesapları kabul edildi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 1 inci sırasında bulunan, Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/447) (S. Sayısı : 294) görüşmelerine devam olunarak, geçici 1 inci maddesi üzerinde bir süre görüşüldü.

Konya Milletvekili Ömer İzgi, İstanbul Milletvekili Mustafa Baş’ın şahsına sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.

26 Aralık 1999 Pazar günü saat 11.00’de toplanmak üzere, birleşime 00.01’de son verildi.

Murat Sökmenoğlu Başkanvekili

Mehmet Ay Tevhit Karakaya Gaziantep Erzincan Kâtip Üye Kâtip Üye

 

 

 

 

No. : 56

II. — GELEN KÂĞITLAR

26 . 12 . 1999 PAZAR

Rapor

1. — Aydın Milletvekili Bekir Ongun ve 4 arkadaşının 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununa 4262 Sayılı Kanunla eklenen Geçici 1 inci maddesinin değiştirilmesine dair Kanun Teklifi ile Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu’nun aynı mahiyetteki Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/375, 2/401) (S. Sayısı : 307) (Dağıtma tarihi : 26.12.1999) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1. — Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Hükümetçe el konulan bankalara ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/369) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1999)

2. — İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak’ın, Mevduat Sigorta Fonuna devredilen bankalara ilişkin Devlet Bakanından (Recep Önal) sözlü soru önergesi (6/370) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1999)

3. — Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, bir kokteyle S.P.K. Başkanı ve Yönetim Kurulu üyelerinin katılıp katılmadığına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/371) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1999)

Yazılı Soru Önergeleri

1. — Şanlıurfa Milletvekili Zülfükâr İzol’un, Şanlıurfa İli Halfeti İlçesine bağlı bazı köylerin yol ve içme suyu sorunlarına ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/1075) (Başkanlığa geliş tarihi : 21.12.1999)

2. — Şanlıurfa Milletvekili Zülfükâr İzol’un, Şanlıurfa İli Hilvan İlçesine bağlı bazı yerleşim birimlerinin okul ihtiyacına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/1076) (Başkanlığa geliş tarihi : 21.12.1999)

3. — Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal’ın, Devlet memurluğu sınavına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1077) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1999)

4. — Afyon Milletvekili Müjdat Kayayerli’nin, Yunanistan’da Batı Trakya’da yaşayan Türklerin sorunlarına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1078) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1999)

5. — İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, alışverişlerde istenmedikçe fiş veya belge düzenlemeyen işyerlerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/1079) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1999)

6. —İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, bir petrol firmasının atıklarını Dicle Nehrine boşalttığı iddialarına ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru önergesi (7/1080) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1999)

7. — İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Kahramanmaraş’ta Gavur Gölü’nün kurutulması çalışmalarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1081) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1999)

8. — İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, İstanbul’da bulunan tarihî kuş evlerine ilişkin Devlet Bakanından (Yüksel Yalova) yazılı soru önergesi (7/1082) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1999)

9. — İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, benzin yerine LPG kullanan araçlara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/1083) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1999)

10. — İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, yazlık bölgelerdeki kaçak inşaatlara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1084) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1999)

11. — İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, LPG kullanan taksilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1085) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1999)

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 11.00

26 Aralık 1999 Pazar

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER : Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Hüseyin ÇELİK (Van)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 44 üncü Birleşimini açıyorum.

2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.

Görüşmelere geçmeden önce, Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının iki adet tezkeresi vardır.

Bazı sayın milletvekillerimizin izinli sayılmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresini okutup, ayrı ayrı oylarınıza sunacağım :

III. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. — Bazı milletvekillerine, Başkanlık tezkeresinde belirtilen sebep ve sürelerle izin verilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/419)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Aşağıda adları yazılı sayın milletvekillerinin, hizalarında gösterilen süre ve nedenlerle izinli sayılmaları, Başkanlık Divanının 16.12.1999 tarihli toplantısında uygun görülmüştür.

Genel Kurulun onayına sunulur.

Yıldırım Akbulut

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu, hastalığı nedeniyle 7.12.1999 tarihinden geçerli olmak üzere 31 gün.

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İstanbul Milletvekili İsmail Aydınlı, hastalığı nedeniyle 18.11.1999 tarihinden geçerli olmak üzere 50 gün.

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İstanbul Milletvekili Mustafa Düz, hastalığı nedeniyle 2.12.1999 tarihinden geçerli olmak üzere 26 gün.

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Kahramanmaraş Milletvekili Ali Doğan, hastalığı nedeniyle 11.12.1999 tarihinden geçerli olmak üzere 60 gün.

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Mardin Milletvekili Ömer Ertaş, hastalığı nedeniyle 10.12.1999 tarihinden geçerli olmak üzere 20 gün.

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Şırnak Milletvekili M. Sait Değer, hastalığı nedeniyle 1.12.1999 tarihinden geçerli olmak üzere 20 gün.

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının ikinci tezkeresini okutuyorum :

2. — Kahramanmaraş Milletvekili Ali Doğan'a ödenek ve yolluğunun verilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/420)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Hastalığı nedeniyle, bu yasama yılında aralıksız olarak iki aydan fazla izin alan Kahramanmaraş Milletvekili Ali Doğan'a, İçtüğüzün 154 üncü maddesi gereğince ödenek ve yolluğunun verilebilmesi, Başkanlık Divanının 16.12.1999 tarihli toplantısında uygun görülmüştür.

Genel Kurulun onayına sunulur.

Yıldırım Akbulut

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Danışma Kurulu önerileri vardır; önce okutup işleme alacağım, sonra ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım :

IV. — ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. — Genel Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ve 30 Aralık 1999 Perşembe gününden itibaren çalışmalarına 15 gün ara verilmesine ilişkin Danışma Kurulu Önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No : 31 Tarih : 25.12.1999

Danışma Kurulunca aşağıdaki önerilerin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.

Yıldırım Akbulut

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

Mehmet Emrehan Halıcı İsmail Köse

DSP Grubu Başkanvekili MHP Grubu Başkanvekili

Bülent Arınç Zeki Çakan

FP Grubu Başkanvekili ANAP Grubu Başkanvekili

Turhan Güven

DYP Grubu Başkanvekili

1. 25.12.1999 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı gün dağıtılan 306 sıra sayılı Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Gelirleri Kanununa Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 2 nci sırasına, 24.12.1999 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı gün dağıtılan 305 sıra sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısının bu kısmın 3 üncü sırasına alınması önerilmiştir.

2. 28.12.1999 Salı günü 13.00-14.00 saatleri arası çalışmalara ara verilmemesi, günlük bütçe programının tamamlanmasından sonra gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 4 üncü sırasına kadar olan işlerin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.

3. Genel Kurulun 30 Aralık 1999 Perşembe gününden itibaren çalışmalarına 15 gün ara verilmesi önerilmiştir.

BAŞKAN – Önerinin lehinde ve aleyhinde söz isteği?.. Yok.

Önerileri ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım:

1. 25.12.1999 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı gün dağıtılan 306 sıra sayılı Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Gelirleri Kanununa Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 2 nci sırasına, 24.12.1999 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı gün dağıtılan 305 sıra sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısının bu kısmın 3 üncü sırasına alınması önerilmiştir.

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. 28.12.1999 Salı günü 13.00-14.00 saatleri arası çalışmalara ara verilmemesi, günlük bütçe programının tamamlanmasından sonra gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 4 üncü sırasına kadar olan işlerin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3. Genel Kurulun 30 Aralık 1999 Perşembe gününden itibaren çalışmalarına 15 gün ara verilmesi önerilmiştir.

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, şimdi, bütçe görüşmelerine başlıyoruz.

Program uyarınca, bugün, iki tur görüşme yapılacaktır.

Onikinci tur görüşmelere başlıyoruz.

Onikinci turda, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçeleri yer almaktadır.

V. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER

1. — 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S. Sayıları : 211, 212, 209, 210) (1)

A) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI

1. — Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

(1) 211, 212, 209, 210 S. Sayılı Basmayazılar 19.12.1999 tarihli 37 nci Birleşim tutanağına eklidir.

2. — Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

a) TARIM REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. — Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

B) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI

1. — Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Komisyon?.. Hazır.

Hükümet?.. Hazır.

Sayın milletvekilleri, 1.12.1999 tarihli 27 nci Birleşimde, bütçe görüşmelerinde, soruların, gerekçesiz olarak, yerinden sorulması ve her tur için soru-cevap işleminin 20 dakikayla sınırlandırılması kararlaştırılmıştır.

Buna göre, turda yer alan bütçelerle ilgili soru sormak isteyen milletvekillerinin, görüşmelerin bitimine kadar, sorularını sorabilmeleri için, şifrelerini yazıp, parmak izlerini tanıttıktan sonra, ekrandaki söz isteme butonuna basmaları gerekmektedir. Mikrofonlarındaki kırmızı ışıklar yanıp sönmeye başlayan sayın milletvekillerimizin söz talepleri kabul edilmiş olacaktır.

Tur üzerindeki görüşmeler bittikten sonra, soru sahipleri, ekrandaki sıraya göre, sorularını yerlerinden sorabileceklerdir.

Soru sorma işlemi 10 dakika içerisinde tamamlanacaktır. Cevap işlemi de, yine, 10 dakikalık süreye tabidir. Cevap işlemi 10 dakikadan önce bitirildiği takdirde, geri kalan süre için, sıradaki soru sahiplerine söz hakkı verilecektir.

Bu hususu bilgilerinize sunuyorum.

Onikinci turda grupları ve şahısları adına söz alan üyelerin isimlerini okuyorum :

Gruplar : Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Sayın Mustafa Haykır, Sayın Ali Özdemir, Sayın Hüseyin Arabacı ve Sayın Ali Serdengeçti.

Burada, Sayın Nail Çelebi'nin de ismi vardı; sayın grup başkanvekilimizin beyanı veçhile, gönderdiği yazıya binaen okumadım.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, Sayın Hüseyin Arabacı da konuşmayacak.

BAŞKAN – O zaman, Sayın Haykır, Sayın Özdemir ve Sayın Serdengeçti konuşacaklar.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Evet efendim.

BAŞKAN – Peki.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Yücel Erdener, Sayın Ahmet Arkan; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Zeki Ertugay, Sayın Yıldırım Ulupınar; Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Musa Demirci, Sayın Altan Karapaşaoğlu; ANAP Grubu adına, Sayın Evren Bulut, Sayın Mehmet Güneş;

Şahısları : Lehinde, Sayın Faruk Çelik; aleyhinde, Sayın Mehmet Sadri Yıldırım.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, İlk konuşmacı, Kırşehir Milletvekili Sayın Mustafa Haykır; buyurun efendim. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar.

Süreyi, arkadaşlarınız eşit mi paylaşacak Sayın Başkanım?

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Eşit... Arkadaşlar biliyorlar.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Haykır.

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA HAYKIR (Kırşehir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 2000 yılı bütçesiyle ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, milletimizin ve bütün inananların ramazan ayını tebrik eder; heyetinizi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlarım.

Dostlarımızın da düşmanlarımızın da kabul ve tespit ettikleri gibi, inşallah, bizim adımızla anılacak yeni bir bin yıla girmekteyiz. Ülkemizin tarihi kadar eski olan tarımımızın, bu vesileyle, bir kez daha ele alınmasından mutlu olduğumu belirterek sözlerime başlamak istiyorum.

Küresel bir köy haline gelmekte olan dünya üzerinde, sadece, çağı yakalamak değil, ülkemizin, çağlar üzerinden aşan bir gelişme ve ilerlemeyle milletler ailesi içindeki yerini alması; bunu da, sürdürülebilir hızlı bir büyümeyle yapması şarttır. Günümüzde, toplumun, gelir dağılımının iyileştirilerek hayat kalitesinin yükseltilmesi, üretken istihdamın artırılması ve toplumun gelecek beklentilerinin gereği gibi karşılanması, önümüzde duran belli başlı önceliklerimizdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 21 inci Yüzyılın baş döndürücü bir şekilde seyreden gelişmesini önceliklerimizi görerek yakalayabilmek için, tarımda, yapısal değişimin, öncelikli olarak gündemimize girmesi şarttır. Nitekim, üretim normlarında köklü değişiklik ve dönüşümleri esas kılan bir yapısal değişim, ülkemizin ekonomik ve sosyal hayatını çok yakından alakadar etmektedir.

Türkiye'de tarım sektörünün, bitkisel ve hayvansal üretim kompanentleriyle, sivil istihdamda yüzde 45 ağırlıkla...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Haykır, sistemde sorun var galiba... Sürenizi yeniden başlatacağım efendim, merak etmeyin...

BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkan, soru talepleri de sona erdi galiba.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, sorunu çözemedik. O nedenle, 11.30'da toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati : 11.14

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 11.30

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER : Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Hüseyin ÇELİK (Van)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 44 üncü Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.

V. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. — 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S.Sayıları : 211, 212, 209, 210) (Devam)

A) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam)

1. — Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

a) TARIM REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1. — Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

B) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI (Devam)

1. — Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerinde.

Sistemde oluşan arızadan önce tespit ettiğimiz soru sormak isteyen arkadaşların isimlerini sizlere okumak istiyorum:

Nesrin Ünal, M. Levent, M. Taşkın, A. Beyreli, E. Doğanlar, Y. Kaya, Serdengeçti, K. Eser, H. Gülay, A. Serin, Coşkuner, Erbeyin, Baycık, Gül Mustafa, Çelik, Üstünbaş, Güner, Sobacı, Sezal, Çağlayan, Kalkan ve İ. Çabuk.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkan, benim ismim yok mu?

BAŞKAN – Efendim, sistemde gözükmüyor.

Nidai Seven...

Yeni istemişsiniz galiba.

Biz, ilk başlangıçta sisteme giren arkadaşları tespit ettik; onun için, bir haksızlığa sebebiyet vermeyelim diye başlangıçta tespitimizi yaptık; sizlere duyurduk ki, ileride, neden soru hakkım öne alındı, geriye kaldı denilmesin diye.

22 soru soracak arkadaşı tespit ettikten sonra...

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına üç konuşmacı arkadaşımız vardı, Sayın Mustafa Haykır, Sayın Ali Özdemir ve Sayın Ali Serdengeçti. Süreleri eşit kullanıyorlar.

Kırşehir Milletvekili Sayın Mustafa Haykır; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA HAYKIR (Kırşehir) – Sayın Başkan sayın milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 2000 yılı bütçesiyle ilgili olarak, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle milletimizin ve bütün inananların ramazan ayını tebrik eder, Heyetinizi Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlarım.

Küresel bir köy haline gelmekte olan dünya üzerinde sadece çağı yakalamak değil, ülkemizin, çağlar üzerinden aşan bir gelişme ve ilerlemeyle milletler ailesi içindeki yerini alması, bunu da sürdürülebilir hızlı bir büyümeyle yapması şarttır. Günümüzde toplumun gelir dağılımı iyileştirilerek hayat kalitesinin yükseltilmesi, üretken istihdamın artırılması ve toplumun gelecek beklentilerinin gereği gibi karşılanması önümüzde duran bellibaşlı önceliklerimizdendir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 21 inci Yüzyılın başdöndürücü bir şekilde seyreden gelişmesini, önceliklerimizi görerek yakalayabilmek için, tarımda yapısal değişimin öncelikli olarak gündemimize girmesi şarttır. Nitekim, üretim normlarında köklü değişiklikleri ve dönüşümleri esas kılan bir yapısal değişim, ülkemizin ekonomik ve sosyal hayatını çok yakından alakadar etmektedir.

Türkiye'de tarım sektörünün, bitkisel ve hayvansal üretim kompanentleriyle, sivil istihdamda yüzde 45 ağırlıkla süren payına karşılık, gayri safî yurtiçi hâsıla içinde yüzde 15'lere layık görülmesinden doğan sonuçlar, karşı karşıya olunan problemlerin temellerini teşkil etmektedir. Halen yaklaşık olarak rakamlarda tarımsal üretimin yüzde 65-70 kadarını oluşturan bitkisel üretim ile yüzde 20-25 civarında payı olan hayvansal üretim arasındaki oran, bu kesimin sorunlarını gitgide büyütmektedir.

Dünyanın gelişmiş ülkeleri, tarım sektöründe hayvansal üretime yüzde 65-70 ağırlık vermektedirler. Keza, buna paralel olarak, hayvancılığın en önemli girdisi olan yem bitkileri, bu ülkelerde yüzde 25-30 gibi bir pay tutarken, bizde ekilebilir alanların yüzde 2,5-3'ünü oluşturmaktadır.

Ayrıca, samana yüzde 14, yeme 8 KDV uygulandığı, su fiyatının süt fiyatını ikiye katladığı bir ülkede, Tarım Bakanı ne kadar çırpınırsa çırpınsın hayvancılığı geliştiremez. Yine, çok ileri olduğumuzu düşündüğümüz tavukçuluk sektöründe bile, İran, şu an bizi geçmek üzeredir.

Bu olumsuzluklara rağmen, ülkemizde, artan nüfusun dengeli, yeterli ve sağlıklı beslenmesini sağlayıp, mukayeseli üstünlüğe sahip olduğumuz ürünlere ağırlık vererek üretim ve ihracatın artırılması şarttır. Esasen, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı da, gelirleri artırmak ve istikrarı sağlamak için, sürekli büyük bir performans sergileme çabasındadır.

Bunu yaparken de, köylüye, mazotu, Avrupa'nın 2-3 katı fiyata satıp, ürünü Avrupa fiyatından satın almaya yönelik bir tarım politikasını daha uzun süre devam ettiremeyiz. Üretim politikamızı belirlemeden domatesi üretip sokağa döktüğümüzü, fındığı yetiştirip satamadığımızı, tütünü yetiştirip yaktığımızı unutarak, sürekli tekrarladığımız "tarımla kalkınacağız" masalını bir kenara bırakalım. Hollanda'nın, sadece süt sığırcılığından, çiçekçilikten yılda 40 milyar dolar gelir elde ettiğini; ancak, bir traktör fabrikasının bile olmadığını sık sık düşünmek zorundayız.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; böylesi bir çerçevenin içinde sürdürülecek faaliyetler ve verilecek hizmetler yönünden, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 2000 yılı bütçesini şöyle irdelemek istiyorum: Plan ve Bütçe Komisyonunda genel bütçesi 236,8 trilyon olarak belirlenen Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, bu bütçenin 208,3 trilyonunu cari harcamalara sarf ederken, 23 trilyonunu yatırımlara yöneltecektir. 1999 yılı bütçe rakamlarına göre yüzde 54 artışa layık görülen 2000 yılı yatırım rakamlarıyla, arzu edilen yakın hizmetleri gerçekleştirmenin güçlüğü ortadadır.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığının bütçesi incelendiğinde neredeyse yatırıma hiç para ayrılmadığı görülmektedir. Her türlü ürünü, tohumu, gıdayı ithal edebilir şekilde 1980'li yıllarda ortaya çıkan politikalar sonucu, tarımsal araştırmalara ayrılan pay gittikçe azalmıştır. Tarımsal araştırmalarda çalışan personele gereken değer verilmediği için, araştırmalardan kaçış başlamıştır, Özel sektör ise, tarımsal araştırmalara kaynak ayırmamaktadır. Araştırma geliştirmeye yeterli ödenek ayrılmayan hiçbir ülkede, hiçbir sektörde ileri gitmek mümkün değildir.

Bu güzel tabloya, Bakanlık, "bazı tarımsal ürünlerde parite uygulaması projesi" ve "hayvancılığı geliştirme programı" ile tarımda yeniden yapılandırma ve destekleme kurulunu oluşturarak eşlik etmek istemektedir.

Tarımda ileri ülkeler düzeyine ulaşmak için, öncelikle küçük ve parçalı aile işletme yapısından kurtulmamız gerekir. Bunun için yapmamız gereken ilk işlerden birisi, miras hukukumuzu yeniden düzenlemektir. İkincisi, tarımsal bilgi ağı oluşturup, ülkemizin tarımsal yapısının doğru rakamlarla ortaya konulmasına çalışmaktır. Bu konuda Tarım Bakanlığınca başlatılan çalışmaların olumlu sonuçlar vereceğini ümit ediyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bunlardan daha önemli olmak üzere, kimi zaman tarım reformu paketi, kimi zaman da tarımda yeniden yapılanmanın içini dolduran hedefler belirlenirken, yeterli parasal kaynak sağlanmalı, en azından, mevcut bakanlık, çağın gereklerine uygun olarak rehabilite edilmeli ve değişen iktidarlara göre değişmeyen kriterler ortaya konulmalıdır.

Bir başka önemli konu ise, kan ağlayan topraklarımızdır. Verimli topraklarımız sanayie, imara açıldı ve topraklarımız ağlıyor. Erozyon ayrı bir problem, her gün gövdemizin bir parçası kopuyor. Bu çölleşmeye, yok olmaya artık dur demeliyiz. Mera Kanunu çıkardık; ama, 21 inci Yüzyılın başında metre metre arazi tespiti yapıyoruz. Bu gidişle tespit çalışmaları 20 yıl sürecek. Teknolojinin imkânlarından yararlanılarak ve uzaktan algılama yoluyla bu tespitler yapılmalıdır. Aksi halde, bir 20 yıl daha bekleyeceğiz.

Ayrıca, Bakanlığın, geçmişte çok önemli hizmetlerin altına imza koyan Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü bünyesindeki 38 işletmesini ve üretme istasyonu müdürlüklerini özel sektörle ortak kullanıma açıp, teknoloji ve sermayenin tarım sektörüne aktarılması çok dikkat çekicidir. Keza, Bakanlık bünyesindeki döner sermaye işletmelerinin, sermaye limitlerini artırarak ve özel sektörle ortak çalışabilme istikametinde önlerini açarak yeniden yapılandıran yasa değişikliği önerisi gayet önemlidir.

Bu Bakanlığın -iktidarı ve muhalefetiyle görüş birliği içerisinde olduğumuz gibi- içi boşaltılmış, yetkileri daraltılmış, hareket yeteneği azaltılmış ve hizmet verme imkânı kısıtlanmıştır. Kısacası, tarımda üreten başkası yöneten başkasıdır.

Bu nasıl Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ki, şekerpancarı, ayçiçeği, pamuk, antepfıstığı, üzüm, incir, zeytin, tütün, çay gibi önemli ürünler, bu Bakanlıkla ilgili değil ve onun görev alanına girmiyor. Yine, bu nasıl Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ki, toprak ve arazi işlerine ait yetkiler ona verilmemiş, sulama, bu Bakanlığın işleri arasında değil. Yine, ziraî ürünlerin pazarlanmasında Bakanlığın bir rolü yok ve Tarım Satış Kooperatifleri de bu Bakanlığa bağlı değil.

Tarımda böyle çarpık, yurt ve dünya gerçekleriyle uyuşumsuz kamusal hizmet yapılanmasını kabul etmek, asla mümkün değildir. Dünyanın en zengin ülkesinin bile kaldıramayacağı, tarımda böylesine çokbaşlı, dağınık ve parçalanmış yapıyla, 8 bakanlığa yöneltilerek, sürekli, insan, araç, para, kaynak ve zaman israfına yol açan bir yapılanma olduğunu ifade ediyor, bu aksaklıkların giderileceği ümidiyle, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 2000 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diler, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Haykır.

Gaziantep Milletvekili Sayın Ali Özdemir, buyurun.

MHP GRUBU ADINA ALİ ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 yılı bütçesinin görüşülmesi nedeniyle, görüşlerimi sunmak üzere söz almış bulunmaktayım; Grubum ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, günümüzde, gelişmişlik düzeyleri ne olursa olsun, bütün ülkelerin ekonomilerinde tarımın özel bir yeri ve önemi bulunmaktadır. Dünyada sanayileşme sürecine henüz girmemiş ülkeler bulunmakla birlikte, kırsal yaşamın ve tarımsal üretimin yer almadığı ülke mevcut değildir.

Bu arada, teknolojik güç ve sanayileşme bakımından en önde gelen ülkelerin, tarımsal açıdan da etkin oldukları ve çok ileri düzeyde bulundukları görülmektedir. Ayrıca, günümüzde ekonomik bakımdan çok güçlü olan ülkeler bile, tarımsal üretimlerinin kendi ihtiyaçlarını mümkün olduğunca karşılayabilmesini temel hedef olarak görmektedirler.

Sayın milletvekilleri, bugün, tarım, sanayi ve hizmetler gibi, ekonominin temel sektörlerindendir. Tipik bir tarım ülkesi olan Türkiye'nin kalkınmasında, sanayileşmenin yanı sıra, tarıma da büyük önem verilmiştir; ancak, Türkiye'de sanayileşme çok ileri bir düzeye geldiği halde, tarım, henüz, arzu edilen noktada değildir.

Gelişmiş ülkelerde nüfusun yüzde 10'u tarım sektöründe çalışmaktadır. Ülkemizde nüfusumuzun yaklaşık yüzde 35'i tarım sektöründe bulunurken, aktif işgücünün de halen yüzde 45'i bu sektörde istihdam edilmektedir. Bugünkü durumuyla, tarım, Türkiye'de bir ekonomik sektör değil, nüfusumuzun yarısının, âdeta, yaşam tarzı olmuştur.

Son yıllarda verimin ve üretimin artırılması yönünde gösterilen çaba ve başarılar, aynı oranda, tarım ürünlerinin pazarlanmasına yansıyamamıştır. Günümüzde sadece üretmek yeterli olmamaktadır. Ürün, dünya standartları ölçeğinde rekabet edebilecek düzeyde kaliteli ve tüketiciye en yüksek tatmini sağlayacak şekilde ulaştırılmalıdır.

Plansız ve düzensiz tarım politikaları, dünyanın sayılı tarım ülkelerinden biri olan Türkiye'yi kendi kendine yetmez bir konuma doğru götürmektedir. Tarım sektörü, etkili iyileştirmeler ve yönlendirmelerden yoksun olarak, kimi zaman yanlış müdahalelerle ve çoğunlukla da olayların seyrine terk edilmiş durumda, günümüze kadar gelmiştir. Örnek vermek gerekirse, enflasyonu düşürmek amacıyla sıfırlanmış veya düşük fiyatlarla yapılan et ithalatı, hayvansal üretimimizi olumsuz etkilemiştir.

Her geçen yıl toplam ihracatımız içindeki tarım ürünleri ihracatı oranı düşmektedir. Bugün, 1999 yılının ilk altı ayı toplam tarım ürünleri ihracatımız yüzde 10'dur. Bu oran içindeki hububat ve bakliyat ürünlerinin oranlarında önemli artışlar olmadığı görülmektedir. İhracatımızda verim ve kalite düşüklüğü kadar hammadde spektlerinin düşük olmasının dezavantajlarını yaşıyoruz. Hatta, ilerleyen yıllarda tarım ürünleri ithal etmek zorunda kalacağız endişesini yaşıyorum; bu durum, hiç de iç açıcı değildir.

Bilinçsiz tarım uygulamaları, tarım alanlarının amaç dışı kullanımı, erozyon ve su kaynaklarımızdaki çevre sorunları tarımda yeni bir strateji belirlememizi zorunlu kılmaktadır. Bildiğiniz gibi, bu yıl, ülke genelinde, yağışların çok az olması nedeniyle kuraklık yaşanmış, çiftçimiz oldukça mağdur olmuş, birçok ürün türünde yüksek oranlarda hasar tespit edilmiştir. Bu iklim değişikliği, daha çok geç kalmadan sulu tarıma geçmemizi zorunlu kılmaktadır.

Ayrıca, bir hususa dikkatinizi çekmek isterim. Ülkemizde, toprak, sürekli bölünmekte olduğundan, geçimini tarımdan sağlayan vatandaşlarımızı besleyemez hale gelmiştir. Artık, tarımla uğraşanlar, tarımı, âdeta bir hobi olarak görmekte ve hobi olarak yapmaktadır.

Ülke tarımında yeni projeler üretmek, yeni hedefler belirlemek, üretim, tüketim, ithalat ve ihracat konularında daha sağlıklı kararlar vermek için, ülkemiz tarım sektörünün yapısının ve buna bağlı olarak tarımsal verilerin doğru ve zamanında güncelleştirilerek tespiti gereklidir.

Sayın milletvekilleri, üçüncü bin yıldaki hedefimiz, tarım sektöründeki bu sorunların ortadan kaldırılarak, tarımımızın gelişmiş ülkeler düzeyine çıkarılması olmalıdır. Bunu hedeflerken de, dünyanın hemen her ülkesinde olduğu gibi, bizim ülkemizde de, öncelikle tarım sektörünün geliştirilmesinde belirlenen amaç ve ilkeleri ortaya koymamız gerekmektedir.

Bu doğrultuda belirlenen temel politikalara paralel olarak, millî gelirde, istihdamda ve ihracattaki payları nedeniyle çok önemli bir sektör olan tarımda, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, ülke hedeflerimizi vurgulamakta yarar görüyorum: Bunlar, kendi kendine yeterli olmayı ve insanımızın iyi ve dengeli beslenmesini sağlamak için üretimi artırmak ve çeşitlendirmek; sektörde çalışan nüfusun hayat standardını yükseltmek; ihracatı artırmak ve çeşitlendirmek; verimliliği sağlamak, kullanılan birim girdi başına üretimi artırmak; dolıyısıyla, ürünlerde maliyeti düşürmek; bitki, toprak ve su kaynaklarını tahrip etmeden en verimli şekilde kullanmak; doğal dengeyi bozmayacak ekolojik tarımı uygulamak, çevreyi kirletmeden ve ürünlerde zararlı kalıntılara meydan vermeden ürün yapmaktır. Bu hedeflere ulaşırken, öncelikle, verimlilik, sürdürülebilirlik, katılımcılık, örgütlülük ve saydamlık ilkeleri esas alınmalıdır.

Gelişmekte olan tüm ülkelere bakıldığında, aynı veya benzer amaçlar görülür. Ancak, ülkemizin ekonomik ve demografik gelişme seyrine göre, izlenen politikalarda, tarımsal verimin artırılması ve gıda üretiminin devamlı geliştirilerek iç pazarı karşılamak amacı öncelik olmalıdır. Hükümetimiz, bu sektörü ciddî olarak ele almakta; tarımda çağdaş yöntemleri de kullanarak etkin bir üretim planlamasını gerçekleştirme ve çiftçiye destek sağlayan kamu örgütlenmelerinde rasyonelliği geliştirici, çiftçi yararına gerekli düzenlemeleri yapma kararlılığındadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; düne dönerek bir atıfta bulunmak istiyorum. 25 Aralık 1921 Gaziantep'in düşman işgalinden kurtuluş günüdür. Gaziantep'in kurtuluşunun 78 inci yıldönümünü, dün, bir kez daha, gururla idrak ettik. Bu vesileyle, Antepli Şahin'i, Karayılan'ı, Şehit Kamil'i ve bütün şehitlerimizi rahmetle anıyor, gazilerimize şükranlarımı sunuyorum. 25 Aralık Gaziantepli hemşerilerime kutlu olsun.

Bu duygu ve düşüncelerle, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını temenni eder; Yüce Heyeti ve ekran başında bizleri izleyen bütün vatandaşlarımızı saygıyla selamlarım. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Özdemir.

Üçüncü konuşmacı, Manisa Milletvekili Ali Serdengeçti.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ALİ SERDENGEÇTİ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 2000 malî yılı bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığının halihazırdaki teşkilat yapısı, görevleri ve hizmet götürdüğü kesimler oldukça geniştir; esnaf, sanatkâr, çiftçi, tacir, sanayici, kooperatif ortağı ve tüketiciler ile bu sayılanların kurdukları şirket, kooperatif, oda ve borsa gibi kuruluş ve işletmelere; yani, toplumun çok büyük bir bölümüne hizmet sunmaktadır.

Bakanlık, ayrıca görev ve yetki alanı itibariyle de ülke ekonomisi üzerinde önemli etkileri ve sorumlulukları bulunan bir bakanlıktır.

Sayın başkan, değerli milletvekilleri; ülkenin kalkınmasında, sanayileşme kritik bir öneme sahiptir. Küreselleşen dünyada ve aynı zamanda ülkemizde geçirdiğimiz tecrübeler de göstermiştir ki, sanayileşme politikaları ve stratejileri, dışa açık, dünya piyasalarında rekabet edebilir ve dolayısıyla ihracata dönük bir sanayileşme anlayışına dayanmalıdır.

Bu amaçla, ülkemiz sanayileşme stratejilerinin gözden geçirilmesi ve yeni koşullara uygun şekilde geliştirilmesi gerekmektedir ki, sayın bakan tarafından böyle bir çalışmanın başlatılmış olduğunu memnunlukla öğrenmiş bulunmaktayız.

1980 sonrasında dünya genelinde yaşanan dönüşüm çerçevesinde, piyasa ekonomileri yapısal bir değişim sürecine girmiş, üretimde teknolojik yenilenme ve esneklik, bütünsel kitle anlayışı, kalkınmanın bilimsel ve teknolojik altyapısının oluşturulması, tüm ekonomilerde, temel özellikler halini almıştır. Bu kapsamda da iç piyasada dengelerin müdahalesiz oluşması, ihracata yönelme, karşılaştırmalı rekabet gücü bulunan alanların önceliği, teknolojiden verim artışı için yararlanma, tüm ülkelerin yeni sanayileşme stratejilerinde yer alan unsurlar olmuştur. İşte bu noktada, stratejinin sonuç vermesi için, siyasal ve ekonomik istikrarsızlığın mutlaka önlenmesi ve dışa açık yapısal değişikliğe gidilerek, makro ekonomik dengelerin kurulması, yeni anlayış temel şartları olarak öne sürülmüştür.

Türkiye’de de 1980 sonrasında dünya ekonomisiyle bütünleşme ve serbest pazar koşullarına göre yeniden yapılanma ana hedef olarak konulmuş; ancak, kısa dönemli istikrar arayışları için uygulanan politikalar ve malî endişeler nedeniyle de tüm topluma refahı yayacak, kalkınmada sıçrama yapacak ekonomik büyüme ve teknolojik yenilenme fırsatları tam olarak yakalanamamıştır.

İşte, Türk ekonomisinde, kısa dönemli değil, kalıcı bir ekonomik istikrarın sağlanması, yatırımları engelleyen nitelikteki kronik enflasyon ve yüksek faiz oranlarının yüzde 10'ların altına çekilmesi, yukarıda sözünü ettiğimiz sanayileşme stratejisinin başarıya ulaşmasına yol açacaktır ki, 57 nci hükümetin bu yöndeki kararlı tutumuyla, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının sanayileşme politikaları ve strateji belirleme çabaları aynı doğrultuda çakışmaktadır. Avrupa Birliği ile ülkemiz arasında yaşanan son gelişmeler de göz önüne alındığında, bu çalışma ve çabaların, geri adım atılmaksızın sürdürülmesi zorunluluğunu ortaya koymaktadır.

Gümrük birliği başta olmak üzere, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler, Dünya Ticaret Örgütü ve ekonomik entegrasyonların belirleyici olduğu gerçek ve acımasız rekabete açılan pazarlar, sınaî ve fikrî mülkiyet haklarının korunmasına özen gösterilmesini zarurî kılmaktadır. Sınaî mülkiyet konusunda uluslararası anlaşma ve temasların artırılması gerekir.

Sanayileşme meselesinin alt başlıklarından olan ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığının görev alanına giren bir diğer husus, imalat sanayii ve KOBİ olarak ifade edilen küçük ve orta ölçekli işletmelerin finansman ve organizasyon açısından desteklenmeleridir.

Refahın toplumsal tabanının genişletilmesi, sermayenin yaygınlaştırılması, işsizliğin azaltılıp istihdamın artırılması, ekonomik ve sosyal istikrarın sağlanması noktalarında çok önemli fonksiyon ifa eden KOBİ'ler de global krizden -maalesef- paylarını almışlardır. Bunun için, sorunlara karşı oluşturulacak uygulamalara kolaylıkla uyum sağlayacak ölçekte orta ve küçük işletmelerin geliştirilmesine ilişkin her türlü tedbir alınmalıdır. Sanayimizin yüzde 98'ini oluşturan küçük ve orta ölçekli işletmelere gereken önem verilmelidir.

Ülkemizde, KOBİ'lerin yüzde 10'u doğrudan, yüzde 50'den fazlası ise başka şirketler aracılığıyla ihracat yapmaktadır. Bu işletmelerin, Avrupa Birliği içerisindeki işletmelerle rekabet yeteneğinin yükseltilmesi zorunluluğu bulunmaktadır. Bu konuda, bakanlığın bağlı kuruluşu olan KOSGEB'in, yol gösterici ve teknik desteklerinin de artırılarak sürdürülmesi, diğer taraftan, sektörel dışticaret şirketleri gibi kurumsal çabaları desteklenmelidir.

Bu arada, Sayın Bakanın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda Bakanlık bütçesini sunuş konuşmasından anlaşıldığı üzere, işletmelerin ölçek büyüklüğünü esas alan "KOBİ" tanımı yerine, işletmelerin fonksiyonelliğini önplana çıkaran "ana sanayi" ve "yan sanayi" şeklinde bir sınıflandırmayla, her iki sanayiin entegrasyonunu güçlendirecek olan bir yan sanayi kanun tasarısı hazırlığı başlatılmış bulunmaktadır. Bu çalışmaların hızla sonuçlandırılması ve yasanın bir önce çıkarılması, dileğimizdir.

Yine, hem küçük ve orta ölçekli işletmeleri hem de tüm sanayi işletmelerini ilgilendiren, organize sanayi bölgelerine yönelik bir yasa tasarısının Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde olduğunu biliyoruz. Uzunca bir süreden beri gündemde olan bu yasa tasarısının yasalaşmasıyla, hem sanayi işletmelerinin -önemli ölçüde de KOBİ'lerin- işyeri sorunları sağlıklı biçimde çözümlenebilecek, bu tür sanayi bölgelerinin kuruluş ve işleyişi hızlanacak hem de sağlıklı bir kentleşme politikasının uygulanabilmesine katkı sağlanacaktır. Aynı zamanda, sanayileşmenin yurt geneline dengeli bir biçimde dağılımı hususunda da, yasa, büyük faydalar sağlayacaktır.

Esnaf ve sanatkârımızın desteklenmesi amacıyla Halk Bankasınca sağlanan kredilerin yetersiz olduğu malumdur. Bu konuda, esnaf ve sanatkârımıza daha fazla kredi desteği sağlanmalıdır. Öte yandan, esnaf ve sanatkârlar kredi ve kefalet kooperatiflerinin kefaletiyle alınan kredilerde uygulanan yüzde 10'luk sermaye payı kesintisinin ya azaltılması ya da tamamen kaldırılması sağlanmalıdır.

Kuruluş, işleyiş ve denetim açısından Sanayi ve Ticaret Bakanlığına bağlı olan ve ülkemiz tarımı ve sanayii alanında piyasayı düzenleyici ve üreticiyi koruyucu çok önemli işlevleri bulunan Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri, 1993 yılına kadar, devlet adına Tarımsal Ürün Alımı yapmaktaydı. Ülkemizin tüm bölgelerine dağılmış 700 000'i aşkın kayıtlı ortağı olan, 16 birlik ve 330 tarım kooperatifinden oluşan bu kuruluşlar, iştigal konusuna giren ürünlerde, destekleme alımlarının kaldırıldığı 1994 yılından itibaren kendi nam ve hesabına alım yapmaktadır.

Pamuk, incir, üzüm, zeytinyağı gibi sanayi yönü bulunan ve çoğunlukla da ihracat imkânı olan bu ürünler için çiftçiye verilen destek, birliklere, 1995 yılından itibaren Destekleme Fiyat İstikrar Fonu kaynaklı yüzde 50 basit faizli kredi açılması şeklinde yürütülmektedir. Bu yılki uygulamalara bakılacak olursa, tarım satış kooperatifleri birliklerinin iştigal alanına giren ürünlerde 1999-2000 ürün alım döneminde 380 trilyon TL tutarında ürün alındığı görülmektedir. Elimizdeki bilgilere göre, bu alımlar için, son yıllarda olduğu gibi, yine Destekleme Fiyat İstikrar Fonundan birliklere kredi verilmiş ve bu kapsamda 125 trilyonluk kredi kullandırılmıştır. Üreticinin ürünlerinin alımı konusunda, Bakanlığın, 2000 yılı içinde de azamî gayreti göstermesi ve üreticimizin mağdur edilmeyeceği bir alım dönemi gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Tabiî ki, bu ürün alım konusunda, Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonunu idare eden Hazine Müsteşarlığının da kredi dilimlerini aktarması konusunda titiz davranması, üreticimizin emeğinin karşılığını bir an önce alması için yararlı olacaktır.

Tarım satış kooperatifleri birliklerinin sanayi tesisleri ve kooperatifçilik uygulamaları birbirinden ayrılarak birliklerin asıl amacı olan ortaklarına hizmet sunmaya yönelik kooperatifçilik çalışmalarına yoğunlaşması, sanayi tesislerinin ise işletmecilik ilkelerine uygun biçimde çalışmasının sağlanması gerekir. Ancak, tarımın desteklenmesi konusundaki bu uygulamalar, çiftçinin eline daha fazla para geçmesini sağlamadığı yönünde eleştrilere yol açmakta olup, bu konuda, üreticilerimize doğrudan gelir transferi sağlanması uygulamasına geçilmelidir.

Ayrıca, tarım politikasının yürütülmesinde, ürün borsalarının aktif biçimde çalıştırılması gereği de bulunmaktadır.

Şekerpancarı alımı ve fiyat belirlemesi konusu da, üreticimizin dekteklenmesinde önem verilmesi gereken bir alandır. Hükümetin, 1999 yılı ürünü pancar fiyatını bir önceki yıla göre yüzde 64 artırarak 27 000 TL/kg olarak belirlemiş olması, pancar üreticisinin yüzünü güldürmüştür. Gerçekten, bu artış oranıyla enflasyonun üzerinde bir artış sağlanmış olduğu, bu fiyatın, aynı zamanda, Avrupa Birliği ülkelerindeki pancar fiyatına yakın olduğu görülmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca, tüketicinin korunması, bu amaçla bilinçlendirilmesi, üretici ve satıcıların bu alanlarda denetlenmesi çalışmalarına oldukça önem verilmesi gerekmektedir. Tüketicinin korunması için yapılacak çalışmalar, hem üreticileri daha dikkatli, kaliteye önem veren bir biçimde üretim yapmaya zorlayacak hem de tüketicilerin mağdur edilmesini önleyecek olup, topluma iki yönlü faydası bulunmaktadır. Ayrıca, bu konuda, yasal ve idarî düzenleme ihtiyaçlarının, piyasalar takip edilerek anında giderilmeye çalışılması önem arz etmektedir; çünkü, piyasada, iyiniyetli olmadığı anlaşılan bazı firmaların bulunduğu, yazılı ve görsel yayın organlarında çıkan çeşitli haberlerden anlaşılmaktadır.

Bakanlığın görev alanına bakıldığında, ticaretin ve ticarî hayatın düzenli olarak işlemesine yönelik görevleri de olduğu görülmektedir. Şirketlerin, çeşitli oda, borsa ve birliklerin ve de kooperatiflerin, kuruluş, işleyiş ve denetimlerine ait işlem ve hizmetleri, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından yürütülmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Bakanlığın, hem düzenleyici hem de önemli ölçüde denetleyici, bu kuruluşların çalışmalarını gözetici fonksiyonu olduğu anlaşılmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Serdengeçti, 2 dakika eksüre verdim; lütfen, toparlayınız efendim.

ALİ SERDENGEÇTİ (Devamla) – Teşekkür ederim.

Dolayısıyla, Bakanlığın yürüttüğü denetim hizmetleri oldukça önem arz etmektedir.

Tüm bu hizmetleri yürütmekle görevli Sanayi ve Ticaret Bakanlığının bütçesine bakıldığında, bu yıl, toplam olarak yüzde 71,4'lük bir artış görülmektedir. Her şeye karşın, bu artışın da, sözü edilen hizmetleri yerine getirmekte yeterli olmadığı söylenebilecektir; ancak, bunu, ülkemizin 1999 yılı içinde yaşadığı üzücü deprem felaketi ve ülke dışından kaynaklanan ekonomik zorluklarla birlikte ele almak lüzumu vardır. Ayrıca, 57 nci hükümetin, bütçe açıkları ve enflasyonla mücadeledeki kararlılığı ve malî disiplini sağlama zorunluluğunu da eklemek gerekir.

Sözlerimi burada noktalarken, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Serdengeçti.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Yücel Erdener; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA YÜCEL ERDENER (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 2000 malî yılı bütçe tasarısının Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesiyle ilgili kısmında, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini sunmak için huzurunuzdayım. Grubum ve şahsım adına, hepinize saygılarımı sunuyorum. Ayrıca, ülke tarımımıza emeği geçmiş sektör çalışanları ile değerli bürokratlara, alnının terini toprağa akıtmış sevgili çiftçilerimize 2000 yılında sıkıntılarını, güçlüklerini, sorunlarını aşıp, tarımda düzlüğe ulaşmalarını diliyorum.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçe tasarısında genel amaç, üretimin artırılması ve bu bağlamda yeni yapılanma gereksinimlerinin gündeme gelmesi doğrultusundadır. Oysa tarım, insanlık tarihi boyunca en önemli üretim sektörüdür. Tarımın, sanayi sektöründe üretimdeki payı azalmış olsa dahi, diğer sektörlerde sağladığı hammadde girdisi bakımından önemi yadsınamaz.

Ülkemizde hızla artan nüfusun ortaya çıkardığı beslenme sorununun çözümü ve tarıma dayalı sanayimizin geliştirilmesi, birçok girdi yanında, özellikle toprak ve su gibi doğal kaynaklarımızın akılcı biçimde üretimde kullanılarak birim alandan en üst düzeyde verim alınması çalışmalarında başarılı olması talebi, bizleri, üretimin içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulma görüntüsünü seyretmekten kurtaracaktır; çünkü, hâlâ ürünler tarlada çürümekte ve çiftçimiz, sadece yeteri miktarda üretim yapmaktadır.

Kamu kurum ve kuruluşlarında 1980'li yıllarda yapılan değişikliklerle, Türkiye'nin 21 inci Yüzyılda dünyada olması gereken yere tam olarak varabileceğini söylemek oldukça zordur. Ülkemiz tarım alanında önemli gelişmelerin olduğu yadsınamaz bir gerçektir; ancak, bu gelişmeler arzu edilen düzeyde olmamış, birim alandaki gelir artışı, kişi başına verimi artmış gösterse de, bu artış, birçok gelişmekte olan ülkenin gerisinde kalmıştır.

Bu nedenle, 21 inci Yüzyıla başlarken yeni bir düzenlemenin yapılması kesinlikle zorunludur. Bu düzenlemedeki amaç, birim alandan sağlanan geliri en üst düzeye çıkarmaktır.

Ekonomik gelişme, tarım sektörünün gelişmesine bağlıdır. Tarımsal kalkınmayı kolaylaştırmak, her şeyden önce, yeterli bir altyapı, iyi bir fiyat politikası, üreticilere sağlanacak olunan birtakım kolaylıklar ve örgütlenmelerle olacaktır; çünkü, ekonomik ve toplumsal gelişimi sürdürebilecek yeniden yapılandırılmış bir ekonomi anlayışına sahibiz. Hedefimiz, tarım sektöründeki sorunları ortadan kaldırmak ve tarımımızı gelişmiş ülkeler düzeyine çıkarmaktır.

Bu çerçevede, her şeyden önce, Avrupa Birliğiyle oluşturduğumuz gümrük birliğinin tarım politikasıyla ilgili gereklerini sağlamak; daha da öte, kendimizi, Avrupa Birliğinin ortak tarım politikasına hazırlamak zorundayız.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; geçmiş iktidarlar, yıllarca tarımı ihmal etmişler ve tarım darboğaza sokulmuştur. Çünkü, tüm dünya ülkeleri, kendi tarım sektörlerini koruyup kollarken ve her türlü desteklemeyi yaparken, Türkiye'yi yönetenler, tarımı, vahşi kapitalizmin acımasız koşullarına teslim etmişlerdir. Sonuçta tarım ve sektörü, giderek yoksullaşmıştır.

Tarım sektörünün gelişmesi, tarımda çağdaş yöntemleri kullanarak etkin bir üretim planlamasının gerçekleştirilmesiyle olur.

Üretim planlamasıyla, köylülerin ve çiftçilerin, iç ve dış pazar koşullarındaki beklentilerine göre, hangi ürün türlerine yöneleceklerini zamanında bilmeleri, ekim ve dikimde kayıp içerisinde olmalarını önler. Oysa, yıllardır istenilen bu çalışma hâlâ uygulamaya açılmamıştır; çünkü, tarımda kalıcı politikalar hâlâ oturtulmamıştır. Politikalar, oynak yapılarıyla, tarımın dibe vurmasına neden olmuştur. Oysa, tarım sektörü, sadece üreten değil, üretimden pazara kadar bütünlük arz eden, yalnız bırakılmış, sorunları çözülmemiş, orta yerde duran büyük bir gerçektir.

Ülkemizdeki bir diğer acı gerçek ise, üretim planlamasının olmayışı ve biyolojik çeşitliliğin gereği gibi korunamamasıdır. Bu nedenle, ülkenin geleceği ve ekonomisi açısından büyük önem taşıyan tarımsal potansiyeli yüksek arazilerin korunmasını sağlayacak ve ülkemiz ekonomisi için büyük önem taşıyan endemik türlerin yurt dışına izinsiz çıkmasını önleyecek önlemlerin alınmasında, 21 inci Yüzyılda bize çok daha fazla görev düşmektedir.

2000 yılında, her ürünün tabanfiyatı, ekim mevsiminden önce açıklanmalıdır.

Ayrıca, gerek özel kuruluşların gerek kamu kuruluşlarının, hastalıklara dayanıklı, verimi yüksek, ülkemiz yetişme koşullarına uygun tohumları yetiştirmek için yapacakları araştırmalar da desteklenmelidir. Bu konuda, teknolojik ithalata da devlet desteği sağlanmalıdır. Söz konusu bu uygulamalar 2000'li yıllarda da sürdürülmelidir.

Ayrıca, pazar fiyat desteği, girdi desteği, kredi ve altyapı desteği gibi destekler de çiftiçinin lehine uygulanmalıdır. Olumsuz doğa koşulları nedeniyle zarara uğrayan çiftçiler için tarım sigortası kurulması ise gündemdedir. Bundan böyle, yoksulluk köylünün yazgısı olmaktan çıkmalı ve kalkınma köylüden başlatılmalıdır. Dolayısıyla, köylü, boğaz tokluğuna çalışmaktan kurtulacak, tasarruf yapabilir hale gelecektir.

İşte, 21 inci Yüzyıla başlarken üzerinde özenle durulması gereken konular bunlardır. Hükümetimiz, bu doğrultuda çalışmalarına devam edecektir. 1999 yılının son altı ay gibi kısa bir döneminde, Tarım ve Köyişleri Bakanlığımız, en çok, bu konuların önçalışmalarını yapmıştır. Tarımsal üretimden sorumlu Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, çiftçi birliklerinin desteklenmesinde devredışı kalmış, bu yetki başka bakanlıkların bünyesine verilmiştir. Hiç şüphesiz ki, böyle bir yapılanmayla hiçbir yere varılamayacaktır.

Yine, ekonomimizin büyük ölçüde tarım ve hayvancılığa dayandığı ülkemizde, hükümet, hayvancılığı yeniden geliştirerek, damızlık, yapay tohumlama, besi kredilemesi ve benzeri birçok programı uygulayarak, bazı yasal düzenlemeler de getirmelidir. Bu nedenle, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bünyesi içerisinde veteriner işleri genel müdürlüğünün kurulmasında, kesinlikle zorunluluk vardır. Türkiye Ziraî Donatım Kurumu gibi kamu kuruluşları ise, özelleştirilerek, ülke üreticilerine desteği sürdürülmelidir. Hastalık ve zararlılardan olan ürün kayıplarını, dolayısıyla, ekonomide oluşacak kayıpları en az düzeye indirebilmek için Ziraî Mücadele Genel Müdürlüğünün kurulması, yine, kesinlikle gereklidir. Kısacası, çarpık yapılaşmayı tarımın lehine, 21 inci Yüzyıla başlarken, ivedilikle düzeltmeliyiz.

Ülkemizde organik tarıma yöneliş, 1984-1985 yıllarında başlamış. 1994 yılında, Bitkisel ve Hayvansal Ürünlerin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine İlişkin Yönetmelikle üretimin kuralları belirlenmiş ve yasal sorumluluklar Tarım ve Köyişleri Bakanlığına verilmiştir. Ancak, buradaki en büyük sorun, yönetmeliğin bir kanuna dayanmamasıdır. İvedilikle, tarımsal ürünlerin ekolojik metotlarla üretilmesine ilişkin kanunun çıkarılması gerekmektedir. İnsan sağlığına değer veren, saygı gösteren, ekolojik tarım projeleri üreten firmalarla yurt içinde ve yurt dışında yapılacak ticarî ve teknik işbirliği ise desteklenmelidir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, bu konuda düzenlediği aktivitelerle, konuya gerçekten duyarlı davranmaktadır. Konunun iyi bir eğitimle desteklenmesi durumunda gelişmenin daha sağlıklı olacağı kaçınılmazdır. Türkiye, 2000'li yıllarda ekolojik tarım alanında büyük atılımlar yapmalı ve hükümetimiz de, geleceğin gözde sektörü olacak bu konuya gereken özeni göstermelidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; toprak ve su kaynaklarımızın geliştirilmesi, korunması ve etkinliğinin artırılması konusunda, uygulama ve araştırma çalışmalarını büyük özveri ve başarıyla yürüten Toprak-Su teşkilatının, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinden arındırılarak içinden geldiğim bu köklü teşkilata eski işlevinin kazandırılması, bu dönemde ivedilikle ele alınmalıdır.

Teşkilattaki yapılaşma dikkate alınmalı ve teşkilat şeması, atama yönetmeliği, yeniden ve gerekli ihtiyaca cevap verecek şekilde, fonksiyonel hale getirilmelidir. Bunun için, Tarım ve Köyişleri Bakanlığına ve tüm duyarlı tarımcılara çok yoğun çalışmalar düşmektedir. Bu çalışmalara başlanıldığını biliyor ve başarılar diliyorum.

Ülkemizde toprak muhafaza çalışmalarına verilen önem, bir ölçüde hükümet programlarına bağlı kalmıştır. Birinciden yedinciye kadar beş yıllık kalkınma programlarının uygulanmasından önce, toprak ve su muhafazası hizmetleri münferit özellikler göstermekteydi. 1960'lı yıllarda Toprak-Su tarafından havzalarda geniş teraslama çalışmalarına yönelinmiş, erozyon tehlikesi bu yıllarda en az düzeye indirilmiştir. Konya-Karapınar, Çumra Ovası çöl olmaktan kurtularak, ürün verir hale getirilmiştir. Toprak-Su'yun bu çalışmaları, rüzgâr erozyonu ve sonuçları olarak dünya literatürlerinde yer almıştır.

Ülkemizde, 1950'lerden itibaren sanayileşme ve nüfus artışının doğal bir sonucu olarak, hızlı bir şehirleşme olgusu başlamıştır. İnsanların kısa sürede yüksek gelir elde etme isteği sonucu, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı gündeme gelmiştir. Yanlış arazi kullanımının yanı sıra bilinçsizce yapılan sulamalar, bu kez, topraklarda alkalileşme ve drenaj sorunlarını gündeme getirmektedir. GAP'ta, bu gerçek yaşanmaktadır.

Sayın milletvekilleri, kirlenen toprağı temizleyebilir, yitirilen toprağı ithal edip yeniden kazanabilir misiniz? Verimli tarım arazilerinde bu zamana kadarki yanlış kullanımdaki olumsuzluklar nedeniyle oluşan bu tahribatlar, hükümetinizin aldığı tedbirlerle düzeltilecektir.

Yine, ülkemizde, bu yıl arzu edilmeyen bir felaket yaşadık; deprem. Milletçe üzüntüsünü de çektik. Nüfusun hızla artması, modern tarım tekniklerinin yanlış biçimde uygulanması toprak bozulmasına hız kazandırdığı için, 1966-1971 yılları arasında, bilimsel düzeyde hazırlanan erozyon haritasının, Toprak-Su'yun kurulması sonucu kısa süre içerisinde yenilenmesinin ise şart olduğu bir gerçektir; çünkü, özellikle, deprem gibi doğal afetlerin zararlarının azaltılması yönündeki çalışmaların yoğunlaştırılmasını ve bu konulara daha çok özen gösterilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, dış ülkelerde geniş uygulama alanları bulan, bir hayli geliştirilen "coğrafî bilgi sistemi" gibi yeni teknolojilerden yararlanma, ülkemiz için de gerekli hale gelmiştir.

Biz, bu yılı "topraksızlanmama yılı" olarak kutlamak istiyoruz. Miras hukukumuzdaki bazı zorunluluklar nedeniyle, bugün, çiftçilerimiz, zararını bildikleri halde, dik eğimli arazilerde eğim yönünde tarımsal işlemler uygulamakta, erozyona açık davetiye çıkarmaktadırlar. Bu ise, mevcut miras hukukunun değiştirilmesi ve toprak yasasının gereksinimlerini gündeme getirmektedir.

Ülke düzeyinde toprak muhafazalı tarımın uygulanabilirliğinin sağlanması, diğer bir ifadeyle, toprak ve su kaynaklarımızın geliştirilmesi, korunması, bilinçli ve etkin bir biçimde kontrol altına alınarak kullanılması, kesinlikle, Toprak-Su Genel Müdürlüğünün yeniden kurulmasıyla sağlanabilir.

Türkiye'de üzerinde fazla durulmayan konulardan bir diğeri de meralarımızdır. Bugün seviçle dile getiriyoruz ki, erozyonun bir başka kaynağı olan meralarımızın, otlak ve yaylaklarımızın durumunu düzenleyen yasalarımız Yüce Meclisimizde kabul edilmiştir. Yalnız, bu yasaların uygulama yönetmeliklerininde yapılması şarttır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; günümüzde yapmamız gereken yasal düzenlemeler açıktır. Ne yapmamız gerektiğini biliyoruz. Teknik gücümüz ve bilgi birikimimiz vardır. Bu yasal düzenlemeleri zamanında yapıp yapmayacağımız, sonucu belirleyecektir.

Sayın Bakanı ve Bakanlık çalışanlarını huzurlarınızda içtenlikle kutluyor, 21 inci Yüzyılın ilk bütçesi görüşmelerinde, bir kez daha, toprağı işleyen çiftçilerimizin, sıkıntılarını hiç serzenişte bulunmadan kabullenmeleri önünde saygıyla eğiliyor ve işledikleri toprak, üstünde yaşamaya, yaşatmak için çalışmaya, uğrunda ölmeye değer tek olgudur diyorum.

Bütçemizin, ülkemize hayırlı olması dileğiyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Toprağa ve emeğe duyulan saygı, en güzel, Sayın Başbakanımız tarafından okuyacağım dizelerle dile getirilmiştir:

"Boşluğa bulut, buluta yağmur,

Yağmura toprak ne güzel uymuş.

Gündüze güneş, güneşe tarla,

Tarlaya başak ne güzel uymuş.

Başağa buğday, buğdaya insan,

İnsana emek ne güzel uymuş.

Emeğe eylem, eyleme yürek,

Yüreğe sevgi ne güzel uymuş."

21 inci Yüzyıl, tarımda ve dünyada ak aydınlık geleceğe ışık tutsun.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Erdener.

Kocaeli Milletvekili Sayın Arkan, buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA AHMET ARKAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızın 2000 yılı bütçesiyle ilgili Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına, Yüce Meclisi, bizi izleyen halkımızı ve medyanın değerli mensuplarını saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyetimizin 76 yıllık geçmişine baktığımızda, aradaki kesintileri ve sıkıntıları da dikkate alırsak, Türkiyemizin 50 küsur yıllık bir demokrasi deneyimine sahip olduğunu görürüz. İşte, bu süreç içinde ülke yönetiminin aldığı kararların demokrasi anlayışıyla alındığını da tespit ederiz. Sosyal ve ekonomik yaşamımızda ve sanayileşmemizde katettiğimiz yol, asla küçümsenemez; ancak, buna rağmen, Türkiyemizin, hâlâ, dünya üzerindeki konumunun, stratejik yerinin, daha da öte, dünyanın kendisinden beklentilerinin, önünde duran fırsat ve imkânların yeterince farkında mıyız? Bu gerçeği iyi tespit etmek ve topluma anlatmak zorundayız.

Değerli milletvekilleri, önümüzdeki yüzyılda, dünya ekonomisinde büyük değişimler yaşanacaktır. Dünya ekonomisinin merkezi, tüm ileri ülkelerin, gelişmiş ülkelerin görüşlerine göre, Asya-Pasifik olacaktır; ayrıca, Avrasya, bugünkünden daha büyük önem kazanacaktır. Dünyadaki bu tür yeni oluşumlar Türk sanayiinin de yeniden yapılanmasını mecbur kılmaktadır. İşte, bu noktada Türkiye, konumunun sağladığı avantajları, yetişmiş insangücünü, kurulu sanayiini ve yüksek girişimcilik ruhunu, bilgi ve teknolojiyle yoğrulmuş yaratıcılığıyla destekleyerek, 21 inci Yüzyılda dünyanın büyük ekonomik gücünün bir parçası olma imkânını değerlendirmelidir. Kendisinden beklenen budur; bizlerin de hedefi bu olmak zorundadır.

Geçmişe dönüp baktığımızda, tabiî ki, yıllarca izlenmiş olan kapalı ekonomi anlayışının, dünyayla entegrasyon yönünden yarattığı ciddî engeller olmuştur. O günkü koşullar da, böyle olmayı biraz zorlamıştır. O günkü koşullarda, bu bir mecburiyetti; ancak, korumacı yaklaşımdan rekabete dayalı yeni düzene geçerken, birkısım olumsuzluklara rağmen özel sektörün kısa sürede bunu başarabilmesine karşın, izlenen politakalar ve siyasal tercihler, maalesef, bunun kamusal boyutunun gerçekleşmesini geciktirmiştir ve bugünkü iç borçlanmanın temel nedeninin kamu açıklarının kapatılma mecburiyeti olduğu hepinizce malumdur ve apaçık ortadadır. 57 nci cumhuriyet hükümeti bu gerçeğin farkındadır ve bunun gereğini hızla yapma kararlılığındadır; gerekli adımları da, bu Yüce Meclisin çıkarmakta olduğu yasalarla, hızla atmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz yıllar itibariyle yol boyu yaşanan sıkıntılar ve bunların nedenleri vardır. İzninizle, bunlara kısmen değinmek istiyorum. Günümüz dünya ticaretinin en belirgin özelliği, tarife duvarlarına dayalı korumacılık anlayışı yerine, uluslararası rekabete dayalı ve adına kısaca piyasa ekonomisi dediğimiz liberal ticaret anlayışının benimsenmiş olmasıdır. Ancak, geçtiğimiz dönemlerde liberal ticaretin ne olduğu konusunda farklı düşünceler içinde olmamız, maalesef, piyasadaki denetimsizlik, yüksek faiz, ithalat ve gümrük politikalarındaki yanlışlar gibi hatalar, ülkemizde haksız rekabet ortamı yaratmış ve araştırma geliştirme yapma noktasına gelmiş, uluslararası rekabet gücüne ulaşmış sanayilerimizi dahi zora sokmuştur. Özel sektör yatırımlarında, maalesef, son iki yıldır duraklama yaşanmaktadır.

Bugün, tarif edilecek dışticaret politikalarıyla Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Birliği kurallarına aykırı olmayan bazı tedbirler alınarak, ithal ürünlerin yarattığı haksız rekabet ortamı acilen giderilmelidir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, tarihiyle olduğu gibi, nüfus yapısıyla da, yüzölçümüyle de büyük bir ülkedir. Tüm siyasî oluşumların birincil hedefi de bu büyük ülkede gelir dağılımındaki aşırı bozulmayı gidermek, istihdamdaki sıkıntıları hafifletmek, sosyal dengeleri yaratmak ve topluca kalkınarak, ekonomik özgürlüğe ulaşmış bir Türkiye yaratmaktır. İşte, bu noktadan baktığımızda, hattı kalkınma değil sathı kalkınma; bir başka deyişle, hattı sanayileşme değil sathı sanayileşme zorunda olduğumuz görürüz.

Bugüne kadar bu anlayışla yapılmış bazı uygulamalar vardır; ancak, bu uygulamalar sırasında da, olağanüstü hal bölgelerine sağlanan avantajlar gibi, birkısım, maalesef, izafî değerlenlendirmeler yüzünden yapılan yanlışlarla, gerek içpazarda gerekse ihracatta haksız rekabet ortamı yaratılmıştır; iller arasında gelir bozuklukları oluşmuş, hatta artırılmıştır.

Değerli milletvekilleri, bugün dünyanın en gelişmiş ülkeleri dahi, kendi kurulu sanayilerini korumaktadır. Ayrıca, çeşitli adlar altında, onların gelişmesini ve dünya rekabetinde üstünlük sağlamasını desteklemektedir. Zira, toplumsal barışın, gelir dağılımındaki hakça paylaşımın ve gelişmişliğin yegâne aracı üretimdir. Bundan dolayıdır ki, yerli üretimin tüm topluma mal edilmesi, bu konuda ulusal bir seferberlik yapılması ve en önde, başta, kamu alımlarında gerçek önceliğin yerli ürünlere verilmesi şarttır.

Bugün, Türkiye'nin, büyük belediyelerinin hemen hemen tamamına yakını, ağırlıklı olarak, ithal araçlar almaktadırlar. Neden?.. Bu, halkın verdiği vergi; borçlanma ise, Türkiye Cumhuriyeti Hazinesinin kefaleti. Onun ödediği paralar, bu halkın ödediği paralar neden dışarıdan alımlara verilmektedir; bunu anlamak mümkün değildir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, üretim olmayan ülkede, istihdam yoktur, gelir yoktur, sosyal adalet ve huzur da yoktur. Üretim desteklenirken, kaynakların doğru kullanımından tüketicinin korunmasına, girişimcinin korunmasından haksız rekabetin önlenmesine ve fikrî, sınaî mülkiyet haklarının zedelenmemesine kadar her türlü yasal tarifler yapılmak ve uygunmak zorundadır.

Meclisimiz, bugün, Avrupa Birliğiyle uyum sürecine girmiştir ve hepinizin engin katkılarıyla, bu süreçteki gerekli uyum yasalarını peşpeşe çıkarmaktayız. Bu yasaları uygulamak, bu yasaları çıkarmaktan çok daha önemlidir. Bunun üzerinde dikkatle durulması gerekir. Bu yasaların çıkarılıyor olması ve bu sürecin başlaması, geleceğe daha büyük umutlarla bakmamıza neden olmuştur.

Değerli arkadaşlarım, son yıllarda, devletimizin iç borçlanma gereksiniminin aşırı artması, toplumu, paradan para kazanmaya alıştırmıştır. Bunun yararttığı kısır döngü, sanayileşme hızımızı kestiği gibi, dünyadaki resesyonun da olumsuz etkisiyle, sanayide küçülmeye neden olmuştur.

Bakın, Büyük Önder Atatürk, 30'lu yıllarda şu sözü ifade ediyor: "Çalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden rahat yaşama yollarını aramayı itiyat haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra istiklallerini kaybetmeye mahkûmdurlar." Hiçbir ülke, paradan para kazanma anlayışıyla çağdaş ülke konumuna gelemez; onun için, toplum bu hastalıktan kurtarılmalıdır.

Uzakdoğu krizinin ülkemize olan etkilerinin azalması ve özellikle, 57 nci hükümetin aldığı 9 Aralık 1999 kararları, 2000 yılında sanayi yatarımlarında önemli hareketlenmeleri beklememize neden olmuştur. Bu kararlar, ödün verilmeden uygulanabilir ve toplumca da doğru anlaşılıp desteklenirse, üç dört yıl içinde, enflasyon zinciri kırılacaktır. İşte, bu noktada, Sanayi ve Ticaret Bakanlığımız, uygulanabilir ve süreklilik arz edecek sanayi ve üretim politikalarını ve ilgili kurumlar da, bunu destekleyecek bilgi ve teknoloji politikalarını acilen tarif etmelidir. Etkileşim içinde olan tüm kurumlar, omuz omuza, aynı inanç için mücadeleyi sürdürmek zorundadır; koordinasyon olmazsa, hiçbir şey olmaz.

Türkiye'nin gerçek üretim kabiliyeti tespit edilip, KOBİ'lerimizin sorunlarını da dikkatle değerlendirilerek, onların yönetim, teknoloji, üretim, pazarlama vesaire gibi meselelerine bir program çerçevesinde destek verilmelidir.

Türkiye'nin öncelikli sektörlerine, yani savunma sanayiinden elektronik sanayiine, otomotiv ana ve yan sanayiinden makine imalat sanayiine ve dünyadaki en yeni sektörlerden biri olan yazılım sektörüne gerekli ihtimam gösterilmelidir. Zira, devlet, geçmişte, bu sektörlere geniş destek ve emek vermiştir; bir yerde, geleceğimiz için bu sektörlere umut bağlanmıştır. Gelişme süreci içinde, bu sektörler güçlü değilse, istihdam ve döviz kaybımız büyük olur; güçlüyse, her iki konuda da büyük artılar yaratılır.

Kaynak israfını önleyecek destekleme politikaları ile ortak aklı önplana çıkaran örgütlü ve katılımcı yaklaşımla, bir başka deyimle, gelişmiş Avrupa ülkelerinin ta İkinci Dünya Savaşı sonrası o ağır faturayı ödedikten sonra hızla toparlanmak için başlattıkları uzlaşma kültürünün en güzel örneği olan sivil katılım ağırlıklı bölgesel ekonomik, sosyal konseyler hızla oluşturulmalıdır. Bu, köklü bir değişim olacaktır. Böyle bir değişimi başarmanın birinci şartı, süreklilik arz eden politika oluşturma, danışma ve karar alma süreçlerini geliştirmektir.

Türkiye, bilgi toplumu olmak zorundadır. Bilgiyi kullanarak ve paylaşarak büyütmek "biz" bilinci içinde başarıya ulaşmak zorundayız. Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulunun son toplantısında "Ulusal Bilgi Teknolojileri Konseyi" kurulma kararı alınmış olması sevindiricidir. Bu konseyi ve kanununu geçtiğimiz haftalarda Yüce Meclisimizden büyük bir konsensüsle çıkarmış olduğumuz Türkiye Akreditasyon Kurumunu bir an önce hayata geçirmek zorundayız.

İşte bu süreçte, eğitimden, teknolojiye toplumu bilgilendirmek ve yönlendirmek için kurulmuş kamu niteliği taşıyan tüm özerk kurumları siyasî müdahalelerden ve yapılanmalardan da uzak tutmak, başarı için şarttır. Kalıcı sonuçları uzun vadede alınabilecek bilgi, teknoloji ve ekonomi politikalarının süreklilik arz edebilmesi, bu konudaki karar ve uygulama birimlerini siyasî spekülasyonlardan uzak tutabilmekle mümkündür.

Bildiğiniz gibi, ülkemizin de içinde bulunduğu G 20 grubu üyeleri, dünya gayri safî yıllık hâsılasının yüzde 85'ini temsil etmektedir. Dolayısıyla, G-20'lerin uyumlu ve etkin çalışması, küresel ekonominin istikrara kavuşmasında önemli bir rol oynayabilir. Türkiye, bu grup içinde önemli fırsatlar yakalayabilir.

Değerli arkadaşlarım, ekonomimizi, yatırımcımızı küstürmeden büyütmek zorundayız.

BAŞKAN – Sayın Arkan, 2 dakika süre veriyorum, lütfen toparlayınız.

AHMET ARKAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Çünkü, ekonomi küçüldükçe, devletin gelirleri azalır, toplum fakirleşir. İnanıyoruz ki, büyüyen Türkiye, önce, finansal sistemlerini hızla istikrara kavuşturacaktır ve bu yolla da, ekonomik ve siyasî istikrarı sağlayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu görüş ve düşüncelerle, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçemizin ülkemize, sanayimize, tüm toplumumuza hayırlı olmasını diliyor ve ülkemizde de, tüm dünyada da, 2000'li yılların, barış ve sevginin paylaşılarak büyütüldüğü yıllar olmasını Ulu Yaradan'dan temenni ediyorum ve hepinizin yeni yılınızı kutluyor, Grubum ve şahsım adına, tekrar saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim.(Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Arkan.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın Zeki Ertugay; buyurun.

DYP GRUBU ADINA ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlarım.

Geçtiğimiz yıl, Tarım Bakanlığı bütçesi üzerinde yaptığım konuşmada, konuşmama aynen şöyle başlamıştım: "Eğer, bir ülkede, nüfusun yaklaşık yüzde 40'ının, iktisaden faal nüfusun yaklaşık yarısının istihdam edildiği veya ediliyor görüldüğü bir sektörün millî ekonomiden aldığı pay yüzde 10'lar düzeyindeyse, bu sektör, sadece problemlerle boğuşuyor, can çekişiyor ve gerçek bir ekonomik kalkınmaya, gelişmeye tam bir engel teşkil ediyor demektir" ve yine aynı konuşmada "Şayet, önümüzdeki birkaç yıl içerisinde, tarımı ciddî manada yeniden yapılandıramazsak, bu keşmekeşliğe bir son veremezsek, milletimizin millî ve insanî olarak en sağlam damarını teşkil eden köylümüzün, çiftçimizin hayat standardını yükseltip ekonomiye kazandıramazsak, korkarım ki, gelişmiş ülkeler kervanından tamamen koparız ve 2000'li yıllara, sadece çiftçimizi değil, Türkiye'yi de boynu bükük sokarız" demiştim.

Şimdi, 2000'in eşiğindeki Türkiye'de, maalesef köylü perişandır, tarım perişandır; bugün tarımda ve tarım kesiminde tam bir facia yaşanmaktadır.

Bu ülkede yaşayan herkes, siyasetçisi, bürokratı, bilim adamı çok iyi bilmelidir ki, Türkiye'nin halihazırdaki en büyük problemi, ister fert bazında ister bölge bazında ister sektör bazında olsun, gelir dağılımındaki uçurumdur. Bu ülkede, her geçen gün, geniş kitleler daha çok açlığa mahkûm edilirken, nüfusun çok önemli bir kısmını teşkil eden bir sektör, tarım sektörü yok olurken, ülke gelirinin büyük kısmını küçük bir grup alıp götürmektedir. Fakir çoğunluk, zengin azınlık, ortadireği yok olmuş bir Türkiye!

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, tarımda, bırakın köklü yapısal değişiklikleri gerçekleştirmeyi, mevcut bozuk yapı çiftçinin aleyhine gitgide daha da bozulmuş, tarım tamamen kendi kaderine terk edilmiştir.

57 nci hükümet dahil, Anasol-D'den itibaren gelen bütün hükümetler, tarım kesimine yönelik hiçbir ciddî proje uygulamamışlardır, uygulayamamışlardır. Ekonomide geniş halk kitlelerini sefalete sürükleyen, millet çoğunluğunu mutlu bir azınlığa soyduran kötü yönetimin en ağır faturası da çiftçiye ödettirilmiştir. Türk çiftçisi, şu anda, tarihinin en kötü dönemini yaşamaktadır.

Bu cümleden olmak üzere, işte buğday üreticisinin hali: Bu yıl içerisinde gerçekleşen buğday fiyatları, hükümetçe açıklanan taban fiyatlarının çok altında seyretmiştir, neredeyse 1998'in fiyatlarının altına düşmüştür. 80 000 lira olarak açıklanan birinci sınıf ekmeklik buğday fiyatı, uzunca bir süre 57 000-60 000 liraya düşmüş ve orada kalmış; çiftçi, buğdayını elinden çıkardıktan sonra, bugün de 100 000 liraya çıkmıştır; tam bir soygun düzeni! Tarımsal girdi fiyatlarının yüzde 100, yüzde 200 arttığı bir yılda, eğer buğday fiyatları reel olarak yerinde saymışsa, bu üreticinin halini, varın siz düşünün! Bu durum, Toprak Mahsülleri Ofisinin piyasayı düzenlemek adına, âdeta çiftçiyi tüccara ezdirmek şeklinde cerayan eden beceriksiz politikalarının sonucu olmuştur. Eğer rakamlar doğruysa, TMO'nun, bugün, görev zararı 1 katrilyon, günlük faiz ödemesi 2 trilyondur; yani, TMO, hem kendisi batmakta hem de üreticiyi batırmaktadır.

Bir diğer durum, 1999 buğday fiyatları açıklanırken, ilgili Bakanın yaptığı basın toplantısında, çok net ifadelerle, ürün bedellerinin bir ay içerisinde ödeneceği ve bunun da peşin anlamına geldiği ifade edilmesine rağmen, ürün bedelleri üreticilere ancak aylar sonra ödenebilmiştir. Dört aylık bir gecikmenin bedeli, aylık yüzde 5 faizden, yüzde 20'dir; bu da buğday üreticisinin geçen seneki fiyatların çok çok altına düşmüş olmasının en önemli göstergesidir.

Aynı basın toplantısında, açıklanan fiyatların dünya fiyatlarının üzerinde olduğu ve bu suretle buğday üreticisinin korunduğu, övünülerek ifade edilmiştir; doğrudur; ancak, soruyorum: Tarımsal girdi fiyatlarının dünya fiyatlarının çok üzerinde olduğu bir ülkede -mazot fiyatı, bunun en tipik örneğidir- bu, acaba neyi ifade eder?

Bakınız, 1997 Haziranında, çiftçi, 2 kilogram buğdayla -çok klasik bir örnektir; ama, çarpıcı olması bakımından ifade ediyorum- 1 litre mazot alırken, bugün, 4 kilogram civarında buğdayla 1 litre mazot alabilmektedir. Dünyanın kaç ülkesinde mazot-buğday paritesi çiftçinin bu kadar aleyhinedir?

Sayın milletvekilleri, patatesten buğdaya, pancara, etten süte kadar, durumu iyi, bu fiyat ve politikalardan memnun olan, mağdur olmamış bir tek üretici kesimi gösterilemez.

Rakamları yanlış almadıysam, Fiskobirlik'in fındık bedellerinden dolayı çiftçiye borcu 95 trilyon. Deprem bölgesindeki fındık üreticisi perişan. Çayda birinci sürgün olarak mayıs ayında alınan ürün bedelleri yeni ödenmiş, ikinci ve üçüncü sürgün bedeli olarak Çay-Kurun 80 trilyon borcu beklemekte. Şekerpancarında, Anasol-D zamanında başlayan anlamsız ve haksız kota uygulaması aynen devam etmiş; özellikle Doğu Anadolu Bölgesi gibi -altını çizerek ifade ediyorum- teknik ve ekonomik olarak alternatifsiz bir şekilde pancar üretimine mahkûm, endüstri bitkisi, çapa bitkisi olarak yegâne bitkinin şekerpancarı olduğu bu bölgemizdeki çiftçiler perişan edilmiştir. Hiç olmazsa, bu uygulamadan bu bölgelerimiz istisna tutulabilirdi.

Şekerpancarı üreticisine ödenmesi gereken 392 trilyon liranın bugüne kadar yüzde 40'ının ödenmiş olması gerekirken, ancak yüzde 23'ü, o da dört ay gecikmeli olarak ödenebilmiştir. Yüzde 17 söküm avansı henüz ödenmemiştir. Pamuk ve üzümdeki durum farklı değildir.

Bu uygulamalar ve anlayış, insafla ve akılla bağdaşmamaktadır. Hükümet, buğdaycının, pamukçunun, fındıkçının, deprem bölgesindeki üreticinin, doğudaki güçsüz çiftçinin, çaycının, tütüncünün, pancarcının korunması bir yana, alınterinin karşılığını verememiştir.

Şunu söylersek asla haksızlık etmiş olmayız. Üreticinin adı, çiftçinin adı, derdi, bu hükümetin defterinde yazılı değildir. Hükümet, Türkiye nüfusunun neredeyse yarısını teşkil eden bu kesimi unutmuştur, tanımamaktadır. Tuzu kuru kesimlere para yetiştirmekte asla gecikmeyen hükümet, sıra üreticiye gelince, her ne hikmetse kaynak sıkıntısına düşmekte, eli titremektedir.

İşte bugün, hükümetin tedbir almakta gecikmesinin sonucu olarak içi boşalan bankalara ödenecek 2-3 milyar dolarlık parayı, en kısa zamanda hükümetin temin edeceği ve ilgili fondan aktaracağı kanaatindeyim.

Sayın milletvekilleri, zaman darlığı nedeniyle, konuşmamın bu kısmında, hayvancılığa çok kısa, en temel problemine değinerek geçmek istiyorum; zira, hayvancılığın çok önemli problemleri vardır; bunu, daha önceki konuşmalarımda defalarca ifade ettim; ancak, burada, temel ve en büyük problemi, çiftçinin âdeta canına okuyan en önemli problemi olan fiyat ve pazar probleminden bahsetmek istiyorum.

Enflasyonun yüzde 70'lerde olduğu, faizlerin yüzde 100'lerin altına düşmediği bu ülkede, 1998'deki et fiyatları ile 1999'daki et fiyatları neredeyse aynıdır. Et ve Balık Kurumunun 1998 yılı sonu fiyatı, birinci kalite karkas et için 1 600 000 lira civarındadır; 1999 yılında, bir yıl sonra, bugün, 1 800 000 liradır. Bu fiyatın, bu uygulamanın, bu politikanın, bu ülkede hayvancılığın ölüm fermanı olduğunu bilmeyen bir tek kişinin olduğunu zannetmiyorum.

Hayvancılıkta, bugün, destekleme bir yana, âdeta çiftçinin hakkı gasp edilmektedir. Bugün, fiyat ve pazar oluşturmada az çok rol sahibi olan Et ve Balık Kurumu, neredeyse tamamen devre dışıdır ve hayvancılık kendi kaderine terk edilmiştir. Halbuki, ülkemizde, Doğu Anadolu başta olmak üzere birçok bölgemizde, kaynakları ve doğası itibariyle hayvancılık en önemli geçim kaynağıdır ve âdeta bu bölgelerimiz hayvancılığa mahkûmdur; çarşı ve pazardaki paranın tek kaynağı hayvancılıktır. Hayvancılığı yöre ekonomisinden çıkardığınız zaman, orada, tamamen bir ölü şehir, bir ölü ekonomi bırakırsınız.

İki yıldan beri süregelen, ancak son birkaç aydan beri kısmen durdurulan, hastalık riski dahil her türlü olumsuzluğu taşıyan kaçak et girişi, hayvancılıktaki perişanlığın tuzu biberi olmuştur. Bugün hâlâ, sadece doğudan değil, batıdan da kaçak et girişi yapılmaktadır. Zaten, iç piyasadaki bu fiyat rezaletinin başka bir açıklaması da olamaz. Buradan açıkça ifade ediyorum, böyle devam edilirse, bundan sonra, bu ülkede, kimse ahırına hayvan bağlamayacaktır ve önümüzdeki yıl, Türkiye'yi, bu manada, tarımsal üretimde ciddî bir felaket beklemektedir.

Sayın milletvekilleri, bugün, en büyük problemi işsizlik olan ülkemizde, başta Doğu Anadolu olmak üzere ülkemizin birçok bölgesinde, istihdam yaratmanın en kestirme yolu, en ucuz yolu hayvancılıktır. Normal verilere göre, diğer sektörlerde 1 kişiye istihdam yaratmak için ihtiyaç duyulan yatırım miktarı 50 000 dolar civarında olmasına rağmen, hayvancılıkta bu miktar, bu oranın beşte 1'i kadardır.

Türkiye'nin, geçmiş iktidarlar döneminde yürüttüğü, iyi veya kötü yürütmeye çalıştığı ve üreticiye, hayvancıya nefes aldıran, sıfır faizli, yüzde 20 faizli, besicilik, süt sığırcılığı projelerinden, 100 X 2 projelerinden, bugün, eser bile kalmamıştır. Başlanmış olanların devam etmesi konusunda bile, çok büyük bir zafiyet gösterilmektedir.

Değerli milletvekilleri, destekleme politikalarından ve desteklemeden kısaca bahsetmek istiyorum.

Bugün, Türkiye'de, zaten, direkt ve endirekt destekleme diye bir şey kalmamıştır. Bakın, DYP iktidarları döneminde yüzde 50 olarak verilen gübre desteği, normal ortalaması olarak yüzde 20'lere, bazı gübrelerde yüzde 14'lere düşmüştür. Bunu da, zaten, devlet, KDV olarak üreticiden geri almaktadır. Yine, 1995 yılında, Para Koordinasyon Kurulu kararıyla, 6 000 lira olan süte, 3 000 liralık, yani yüzde 50 –yanlış duymadınız; yüzde 50– olan destekleme, bugün yüzde 5'lere düşmüştür. Bırakın sütte desteklemeyi –çok çarpıcı bir ifadede, bir açıklamada bulunmak istiyorum– bugün, OECD ülkeleri içinde, bitkisel ürünlere az çok destek verirken, hayvancılığa ve hayvansal ürünlere destek vermeyen tek ülke Türkiye'dir. 1995'ten, 1997 Haziranından itibaren, aşağı yukarı, Türkiye'deki süt fiyatları yerinde saymış ve artmamıştır. Halbuki, aynı dönemde, yem fiyatı yüzde 212 artmıştır. Burada bu çarpık durumun en önemli nedeni, süttozu ithalatıdır; süttozunun da, süttozu olarak ithalatı değil "buzağı maması" adı altında, sıfır gümrük faizli ithalatıdır. Bunu, teknik olan arkadaşlarımız, konuya kafa yoran insanlar, gayet yakından bilmekte ve takip etmektedirler.

Değerli milletvekilleri, tarım kredi faizlerinden fazla bahsetmek istemiyordum; ama, kısaca arz etmek istiyorum. Anasol-D'nin göreve başlarken yaptığı ilk uygulama, tarım kredi faizlerini yükseltmek olmuştu; bu uygulamaya, bu hükümet zamanında da aynen devam edilmektedir. Bugün, faizlerin düştüğü bir ortamda, kredi faizleri, çok yüksek faizlerdendir ve tarımsal kredi kullanacak çiftçi de zaten kalmamıştır.

Son olarak, hükümetin 21 Aralık 1999 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan kararıyla, 2000 yılında çiftçi ve esnafa kullandırılacak kredilerin, ilgili bankaca aktarılan plasmanların yüzde 55'ini geçemeyeceği karara bağlanmış; yani, 2000 yılında, çitfçi ve esnaf, 1999 yılında kullanılan kredinin ancak yarısı kadar kredi kullanabilecektir. Bir taraftan yükselen kredi faizi, diğer taraftan daralan kredi limiti, 2000 yılında ise yine bu durumun faturasını en ağır şekilde ödeyecek çiftçi ve esnaf kesimi!..

Değerli milletvekilleri, bu anlayışı, bu durumu anlamak mümkün değildir. Görünen o ki, Anasol-D'nin anlayışı, o dönemin bir sayın bakanının ifadesiyle "tarımsız, bu ülkenin daha iyi idare edileceği" şeklindeydi. Öyle görülüyor ki, bugünkü hükümet de bu anlayışı paylaşmaktadır. Zira, 2000 yılı bütçesine baktığımız zaman, önümüzdeki yıl öngörülen en fazla fiyat artışı yüzde 20; tarımsal desteklemelerden, zaten, son derece, artık, kaldırılmış denilebilecek raddeye indirilmiş bir çarpık durum...

Hepinizin çok iyi bildiği gibi, Avrupa ülkeleri, kendi tarımlarını ciddî şekilde desteklemektedirler. Birlik mevzuatının yarısından çoğu tarımla ilgilidir ve tarım, Avrupa Birliğinin en önemli konusudur. Bir başka gerçek, bugün, dünyanın sanayi devleri, en çok sanayileşmiş 7 ülkesi, tarımlarına en çok destek veren ülkelerdir. Artık, bugün, Avrupa Birliği ülkeleri bile, 45-50 milyar ECU'lük desteği, oluşturdukları fondan Birlik ülkelerine verirken, Türkiye'ye, Avrupa Birliğinin ve IMF'nin tarımsal desteklemelerinin kaldırılması şeklindeki şartları, dayatmaları ve hükümetin de bunu benimseyerek, desteklemelerin kaldırılması konusunda...

BAŞKAN – Sayın Ertugay, size tanınan süreyi aştınız; takdir sizin.

ZEKİ ERTUGAY (Devamla) – Evet Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Bu noktada, bu uygulamanın anlaşılır bir şey olmadığı ve Avrupa Birliği ülkelerinin veya IMF'nin dayatmasını ve hükümetin de, desteklemelerin kaldırılması şeklindeki genel politikayı benimsemesini, Türk tarımı adına büyük bir talihsizlik olarak görüyorum.

Değerli milletvekilleri, burada bir hususu arz etmek istiyorum. Bugün, enflasyonu çok düşük olan ülkeler ile Türkiye tarımını mukayese etmek ve yarıştırmak mümkün değildir. Elbette, ben de biliyorum ki, nüfusunun yarısını hâlâ toprakta barındıran bir ülke, artık, kalkınmış olamaz; yani, nüfusunun yarısını toprakta barındırıp da kalkınmış tek bir ülke gösterilemez. Elbette ki, tarım nüfusu azaltılmalıdır; ama, bugünkü şekilde, sağlıksız, âdeta bu kesimi ürküterek, korkutarak terk ediş şeklindeki bir uygulama son derece yanlıştır.

Burada bir hususu son olarak ifade edip, saygılarımı sunmak istiyorum: Batı demokrasilerinde olduğu gibi, bu ülkede sağlıklı bir demokrasi ve ciddî bir çiftçi örgütlenmesi olsaydı, bu ülkede üreticiler, hükümetler tarafından bu kadar kolay ezilemeyecekti. 300-500 üyesi olan sivil toplum örgütleri ve odalar bile, kendi mensuplarının menfaatlarını korumanın yanında, Türkiye politikasını ve ekonomisini yönetme ve yönlendirmede etkili olurken, 20 milyonluk bu büyük kesimin sesi bile duyulmamaktadır. Bu bakımdan, yetiştirici birliklerinin kurulması, bu konuda yapılacak müspet çalışmaların başında gelmektedir ve bu konuda hükümeti uyarıyorum ve bu çalışmayı yapmasını diliyorum.

Tarım Bakanlığı, bugün, çiftçi adına hiçbir ciddî faaliyetin yapılmadığı, sadece üç beş tayinin yapıldığı hantal bir yapıya dönüşmüştür. İşte, Bakanlık bütçesinin yüzde 87,6'sı carî harcamalara, sadece yüzde 7,2'si yatırım harcamalarına ayırılmıştır; bu da, kalem kaybolmasın diye konulmuş bir bütçedir!..

Bu şekliyle de olsa, bütçenin, ülkemiz için hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ertugay.

İkinci konuşmacı, Sayın Yıldırım Ulupınar.

Sayın milletvekilleri, Sayın Yıldırım Ulupınar'ın konuşmasının bitimine kadar sürenin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Buyurun efendim.

DYP GRUBU ADINA YILDIRIM ULUPINAR (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığının, 2000 malî yılı bütçesi üzerinde, Doğru Yol Partisinin görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 20 nci Yüzyılın ikinci yarısındaki gelişmeler, dünyanın, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişinin habercisi olmuştur. Doğaldır ki, 21 inci Yüzyıla damgasını vuracak temel unsur da, bilgi ve teknoloji olacaktır. Bilgi ve teknoloji çağı olacağından kuşku duyulmayan 2000'li yıllardaki Türkiye'nin sanayiyle ilgili Bakanlığı, bilgi ve teknoloji üretiminin önündeki engelleri ortadan kaldıran, bilginin üretildiği merkezlerle -yani üniversitelerle- uygulandığı alanları -yani sanayi kuruluşlarını- bir araya getiren organizasyonu gerçekleştiren, sanayinin beyni olan bir bakanlık olmalıdır.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, görev alanı, teşkilatı ve bağlı kuruluşlarıyla, çok geniş bir alanda, toplumun hemen tüm kesimlerine hizmet sunmaktadır. Bakanlığın hedef kitlesi, kuruluş kanununda sınırları açıkça belirlendiği üzere, sanayi işletmeleri ve öncelikle küçük ve orta ölçekli sanayi kuruluşlarıdır, esnaf ve sanatkârlardır, çiftçidir ve tüketicidir. Bu bakımdan, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, sanayicilerin, tacirlerin, esnaf ve sanatkârların ve çeşitli meslek kuruluşlarının bakanlığı olmalıdır; onların, üretimden, ticaretten, teknik işlerden kaynaklanan problemlerine çözüm üretebilen, özel sektör ile devlet arasında koordinasyonu sağlayan, yasal ihtiyaçlarına cevap verebilen, yönlendirme yapabilen bir bakanlık hüviyetine tekrar kavuşmalıdır.

Küresel politikaların benimsendiği, siyaset politikalarının ortadan kalktığı, bilim ve teknolojinin sınır tanımadığı bir dünyada yaşıyoruz. Hiç şüphesiz, dünya ekonomisine entegre olan, Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde dışa açık, rekabet gücü yüksek ve ihracata dönük hammadde ve insan kaynaklarının değerlendirildiği bir sanayi yapısının oluşturulması, ülkemizin geleceği açısından çok büyük önem taşımaktadır. Türkiye'nin kalkınması, hiç şüphe yok ki, sanayileşmesine bağlıdır. Temel hedef, sanayileşerek kalkınma olmalıdır.

Kalkınma, ülkeyi zenginleştirme, daha yüksek bir refah seviyesine ulaşma, daha medenî bir sosyal yapıyı elde etme gayeleri, sanayiden ayrı düşünülemez. Sanayi, maddeye, insan aklı ve emeğiyle, daha fazla bir değer kazandırma meselesidir. Türkiye'nin tercihi, dünya şartlarına uygun bir sanayileşme olacaktır. Rekabet gücü olan bu sanayi, kapasitesi, teknolojisi, maliyeti dünya şartlarına uygun kurulmuş bir sanayidir. İstihdam yaratan, özellikle işgücü yoğun sanayi, dışticaret hacmi ve ihraç imkânı yaratacak bir sanayi, modern ilim, teknoloji ve sevkî idareyi Türkiye'ye getiren bir sanayidir; özel himayelere, sunî desteklere muhtaç olmaksızın yaşama gücü olan bir sanayidir. Daha fazla istihdam imkânı, daha yüksek gelir imkânı, sanayileşme sayesinde elde edilebilecektir. Sanayileşmenin ana hedefi, daha fazla üretim, bu sayede hayat standardının yükseltilmesi ve refahın tabana yayılmasıdır. Yatırım şarttır. Yatırım olmazsa, büyüme olmaz. Büyüme olmazsa, refah olmaz. Yatırım yaparken de, rekabet edilebilir yatırım lazımdır; bu kaçınılmazdır. Üretilen mal, dünya pazarlarına çıkabilmeli ve alıcı bulabilmelidir. Bunun için, gerek mal gerek hizmet üretiminde standartlara uygun, kaliteli, düşük maliyetli ve verimli üretim zorunludur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kalkınmanın ve gelişmenin yolu üretimden geçer. Üretmeyen toplumların kalkınması ve güçlü olması da mümkün değildir. Son üç yıldır uygulanan yanlış ekonomik politikalar, üretimi değil, repo, faiz gibi rant gelirlerini teşvik etmiş; bu durum da, sanayi kalkınmasını engellemiş, işsizliği artırmış, emek ve sermaye faize mahkûm edilmiştir. Ekonomik sorunlar giderek artmıştır. Sanayicisi, çiftçisi, üretemiyor ya da ürettiğini satamıyor, pazarlayamıyor, ürün bedelini alamıyor, ihracat yapamıyor. Sonuç; üretemeyen ve küçülen bir ekonomi. Böylece, ekonomi tahrip edilmiş, piyasalar durmuş, işyerleri ve şirket kapanmaları hızla artımış, senet protestoları yüzde 150'yi aşmıştır. Kredi faizleri yükselmiş, âdeta rant ekonomisi özendirilmiş; buna karşılık, sanayiciler, yatırımlardaki riskleri göze alamadıkları için, ellerindeki nakitlerini kamu kâğıtlarına yatırmaya başlamışlardır. Bu sistemle, yatırımların ve üretimin artması mümkün değildir. Nitekim, son üç yılda sanayi üretimi düşmüştür.

Mutfaktaki yangın her geçen gün artmakta, piyasa, hayat pahalılığı, gün geçtikçe içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Ekonomideki kriz nedeniyle, çiftçi perişan, işçi perişan, memur perişan, emekli, dul ve yetim perişan, sanayici perişan, esnaf ise can çekişmektedir. Bugün, siftah etmeyen ve bu nedenle vergisini ödeyemediği için iflas edip, işyerini kapatan binlerce esnaf vardır. Esnafın tek güvencesi olan Halk Bankasının kredi faizleri, masraflarıyla birlikte, yüzde 80'lere çıkarılmıştır. Kredi kullanamayan esnaf, aldığını satamıyor, sattığı malın yerine yeni mal koyamıyor, borcunu ödeyemiyor. Esnaf ve sanatkârların günün ekonomik koşullarına ayak uydurabilmesi için, esnaf kredi limitleri artırılmalı ve yeterli finansman sağlanmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; nüfusumuzun yarıya yakınının tarıma bağlı yaşadığını biliyoruz. Ekiminden dikimine, bakımından hasatına kadar el emeği, göz nuru isteyen tarım sektörüne, üretici çiftçilerimize, gerekli devlet desteği verilmeli ve devam ettirilmelidir.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bünyesindeki birlikler, ülkemizin tarım ve sanayi alanında piyasayı düzenleyici, üreticiyi koruyucu önemli ve ağırlıklı işleri bulunan kuruluşlarımızdır; çeşitli alanlarda alım yaparak, geniş bir alanda faaliyet sürdürmektedirler. Bugün artık birlikler, ekonomiye katkı sağlayan kuruluşlar olmak mecburiyetindedir; idarî ve malî yapıları güçlendirilmeli ve yeniden yapılandırılmalıdır. Nüfusun yarıya yakınının üretici olduğu Türkiye'de, çiftçi, hem desteklenmeli hem de birliklerce değerlendirilerek ürünleri ihraç edilmeli ve sanayide kullanılmalıdır. Bu birliklere, başka yere satış imkânı olmadığı için, ürünlerini satmak zorunda kalan milyonlarca çiftçimize ürün bedelleri peşin olarak ödenmelidir. Oysa, bugün, çiftçi, ödemeler yönünden fevkalade mağdurdur, teslim ettiği ürün bedelleri ödenmemektedir. Üretici perişandır.

Kuruluş kanunuyla, küçük sanayi sitesi ve organize sanayi bölgelerinin desteklenmesi, kredilendirilmesi ve çeşitli kuruluşlarla koordinasyon sağlanması konusunda Sanayi ve Ticaret Bakanlığımız yetkili kılınmıştır. Bugün, ülkemizde, başta küçük işletmeler olmak üzere, esnaf ve sanatkâr kesimi, oldukça dağınık bir yapıda, her türlü sağlık koşullarından ve çağdaş ticaret anlayışından uzakta, mahalle ve sokak köşelerinde sıkışıp kalmış dükkân ve atölyelerde, zor şartlarda üretim yapmaya çalışmaktadır. Soruna en etkili çözüm yolu, sanayi siteleridir. Küçük sanayi siteleri, bölgesel ihtiyaçların karşılanmasında istihdam imkânlarının artırılıp, işsizlik, çarpık kentleşme ve çevre sorunlarına çözüm bulunmasında büyük rol oynamaktadır. Şehirlerde derme çatma, kötü ve sağlıksız koşullardaki işyerleri yerine, ucuz kredi destekli, altyapı sorunları giderilmiş, teknoloji ve pazarlama imkânları olan çağdaş küçük sanayi siteleri yaygınlaştırılıp geliştirilmelidir; bunun için de devlet desteği şarttır. Bunun yanında, küçük sanayi sitelerinde kullanılan elektrik ve su giderlerinde destek sağlanmalıdır.

Sanayimizin sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi için organize sanayi ve küçük sanayi siteleri fevkalade bir öneme sahiptir. Organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitelerinin, gerçekten, istihdam yaratacak, kamudaki iş talebini azaltacak önemli projeler olduğunu düşünmekteyiz.

Sanayie sağlıklı altyapıyı oluşturacak organize sanayi bölgelerine ve küçük sanayi sitelerine gereken önem verilmeli, finansman sıkıntısına mutlaka çözüm getirilmelidir. Başlayan yatırımların tamamlanmasının gereğine de dikkati çekmek istiyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik krizler, büyük sanayi işletlemelerini darboğaza sokmuş, birçok ülkede küçük ve orta boy işletmelerin önem kazanmasını sağlamıştır. Küçük ve orta boy işletmeler olan KOBİ'lerin, kalkınmış ülkelerde bu bakımdan çok önemli bir yeri vardır. KOBİ'ler, kalkınmanın lokomotifi, sanayinin yurt çapında dengeli dağılmasının da yoludur.

Ülkemiz sanayiinin gelişmesine önemli katkılarda bulunan KOBİ'ler, dünyamızdaki önemli gelişmeler karşısında, devletin ve diğer ilgili kurumların yardımlarına daha çok ihtiyaç duyar hale gelmiştir. Uluslararası pazarlara açılmalarını sağlamak için KOBİ'lere finansal destek sağlanmalı, ihracat konusunda yetki ve destek verilmelidir. KOBİ'ler, Bakanlığın acil öncelik vermesi gereken alanlarından birisi ve belki de en önemlisidir. KOBİ'lerin desteklenmesi ve mevcut sorunlarının giderilmesi gerekmektedir. KOBİ'ler, ülkemizin ekonomik potansiyelini artırdığı gibi, sermayenin tabana yayılmasını da sağlamakta, bölgelerarası kalkınmışlık farklılığını da azaltmaktadır. Ekonomimize büyük katkı sağlayan, sanayileşmemize ivme kazandıran KOBİ'lerin daha verimli olmasını sağlamak için, teknolojik dönüşüm ihtiyaçları karşılanmalıdır. Özellikle, 1997'nin son çeyreğinden itibaren yaşanan ve halen devam eden finansman sorunu mutlaka giderilmelidir.

Gelişmiş ülkelerde, KOBİ'lerin, genel kredi hacmi içerisindeki payları yüzde 35-yüzde 40 civarındadır. Avrupa Birliği ülkelerinde dahi, bu oran yüzde 15 civarındayken, bizde sadece yüzde 4 civarındadır. Bu oran, mutlaka artırılmalıdır.

Halk Bankasının, esnafın, KOBİ'lerin bankası olması ise, en büyük arzumuz ve dileğimizdir.

En son duruma bakıldığında, Bakanlığın görev ve yetki alanlarının son derece geniş olduğunu görmekteyiz. Bakanlık, sanayi politikalarının belirlenmesinden sanayide teknoloji kullanımının iyileştirilmesi ve geliştirilmesine kadar son derece stratejik; tasarrufların sanayiye kaydırılmasından destekleme alımlarına kadar uzanan finansal; sınaî ve ticarî ilişkilerin düzenlenmesi ve dışticaret konularındaki görevleri nedeniyle uygulamacı; ülkemizdeki ticarî ve sinaî alanda faaliyet gösteren meslek kuruluşlarının etkinliğini artırma, tüketicinin ve rekabetin korunması alanında ise geniş kitlelerin haklarına sahip çıkmak olarak özetleyeceğimiz, önemli görevleri yerine getirmek zorundadır.

Bünyesinde 18 birlik, 700'ün üzerinde kooperatif ve 100 000'lerce çiftçimizi barındıran Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, yeni bir bin yıla, yapılanarak girmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ulupınar, 2 dakika eksüre veriyorum; lütfen toparlayınız efendim.

YILDIRIM ULUPINAR (Devamla) – Teşekkür ederim.

Bakanlık, örgütlenmesini ve çalışmalarını, sanayi ve ticaret politikalarımızın belirlenmesinde ve bu alanda yönlendirici ve denetleyici olma noktasında yoğunlaştırmalıdır.

Bu, belki verimli çalışan işletmeler üzerindeki siyasî baskıların yoğunlaşmasını önleyip, ekonominin gereği olan yönetim anlayışını ön plana çıkarabilir. Söz konusu kuruluşlarımızı, mevcut haliyle verimli ve etkin çalıştırma imkânı kalmadığına hep birlikte tanık olmaktayız.

Son günlerde üst üste yaşadığımız ağır deprem felaketleri ve bu felaketlere maruz kalan illerdeki sanayimizin, toplam sanayi katmadeğeri içindeki payının yüzde 46,7 seviyesinde oluşu göz önünde bulundurulduğunda, Bakanlık, sanayimizin yeniden yapılandırılması ve karşılaşılan sorunların giderilmesinde önemli ve ciddî bir görevle karşı karşıya bulunmaktadır; ancak, fiilî duruma bakıldığında, Bakanlığın, ülkemizin sanayiini, iç ve dışticaretini yönlendirme ve yönetmede yetersiz kaldığı bir gerçektir. Bakanlığın teşkilat yapısına ve işleyişine baktığımızda, içticaretimizi düzenlemeyle kısmen ilgili olduğu; ancak, sanayimizi yönlendirme ve dışticaret konusunda hiçbir faaliyette bulunmadığına tanık olmaktayız.

Alımları eylül ayında başlayan ve kampanyaları tamamlanmak üzere olan 1999 yılı pamuk ürünü için üreticiye ödenecek prim henüz belirlenmemiştir.

Alımları devam etmekte olan zeytinyağı üreticisine prim ödenip ödenmeyeceği, ödenecekse ne kadar ödeneceği henüz belirlenmediğinden, üretici, bekleyiş ve belirsizlik içerisinde kalmıştır.

Kasım sonu itibariyle alımı tamamlanan ayçiçeği ürününe 5 sent prim ödeneceği açıklanmasına rağmen, bu konudaki Bakanlar Kurulu kararı henüz çıkarılmamıştır.

Adapazarı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YILDIRIM ULUPINAR (Devamla) – Sayın Başkan, 1 dakika daha lütfedemez misiniz efendim?

BAŞKAN – Efendim, süre konusunda hassasım; bu konuda eksüre vermiyorum.

YILDIRIM ULUPINAR (Devamla) – Peki efendim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm olumsuzluklara rağmen, şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına, bu hükümetin başarılı olmasını, 2000 yılı Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesini diliyor, Yüce Türk Ulusunun yeni yılını ve Ramazan Bayramını kutluyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz efendim.

Sayın milletvekilleri, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati :13.10

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER : Hüseyin ÇELİK (Van), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 44 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.

V. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. — 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S.Sayıları : 211, 212, 209, 210) (Devam)

A) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam)

1. — Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

a) TARIM REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1. — Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

B) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI (Devam)

1. — Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet hazır.

Söz sırası, Fazilet Partisi Grubundaydı.

Fazilet Partisi Grubu adına, Sıvas Milletvekili Sayın Musa Demirci; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreyi eşit mi paylaşacaksınız efendim.

FP GRUBU ADINA MUSA DEMİRCİ (Sıvas) – Evet Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 2000 yılı bütçesi üzerinde Fazilet Partisi olarak görüşlerimizi arz edeceğim; bu vesileyle Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri "tarım" sektörü, ülkemizin vazgeçemeyeceği bir sektördür. Her ne kadar, son yirmi yıl içerisinde tarım sektörünün gayri safî millî hâsıla içerisindeki payı yüzde 14-15'lere düşmüş bile olsa, değilmi ki, nüfusumuzun yüzde 45'i bu sektörde istihdam edilmektedir, öyleyse, tarım sektörü ihmal edilemez ve tarım sektöründen, elbette, ülke olarak vazgeçemeyiz.

Değerli milletvekilleri, tarım deyince, hem bitkisel üretimimizi hem hayvancılığımızı kastediyoruz. Tabiî, coğrafî yapısı ve coğrafî konumu itibariyle ülkemizde yetişen bitkiler, tabiî bir seleksiyona tabi tutulmuşlardır; yani, buna bir üretim planlaması gözüyle bakarsak, gerçekten, iklim ve tabiat şartları bunu kendiliğinden doğurmuştur. O bakımdan biz... Üretim planlaması, belki gelecek yıllarda yapılabilir, bunun elbette takipçisi olunmalıdır; ama, yapılacak şey, Karadeniz'de fındık ve çay; Ege Bölgesinin hakim mahsulü olan pamuk, zeytin, incir; Orta Anadolu'da buğday, pancar; Trakya Bölgesinde yine hububat; hayvancılık ve sebzecilik hemen hemen her bölgemizde yetiştirilmektedir, yapılmaktadır; öyleyse, yapılacak şey, üretim planlamasını bulunduğu yerde, tabiî şartlarında geliştirmektir.

Değerli milletvekilleri, elbette, hem bitkisel üretimimizin hem de hayvancılığımızın problemleri vardır. Hayvancılık, tarım söktörünün sigortasıdır; yani, ne bitkisel üretim, ne de hayvancılık ihmal edilemez, edilmesi mümkün değil. Ancak, tabiî, bu kısa süre içerisinde her iki kesimin de; yani, bitkisel üretimin de, hayvancılığın da problemlerini burada saymak mümkün değil. Yapacağımız şey, problemler ve çözüm yolları nelerdir, başlıklar halinde onları arz etmektir.

Bir defa, hemen şunu tespit etmemiz lazım ki, bütün dünya ülkeleri- ekonomileri gelişmiş olan dünya ülkeleri dahi- tarımını destekler; biz de desteklemek mecburiyetindeyiz. Ekonomisi gelişmiş olan Amerika Birleşik Devletleri ve bugün üye olma aşamasında bulunduğumuz, aday üyeliğimizin kabul edildiği Avrupa Birliği ülkelerinin tamamı, Japonya, Avustralya tarımını destekler. O bakımdan, Türkiye olarak, bizim de tarımımızı desteklemek mecburiyetimiz var; aksi takdirde, çiftçilerimizin gerçekten perişanlığı demektir, çiftçilerimizi ayakta tutamayız, tutmamız mümkün değil.

Bakınız, Avrupa Birliğine şu anda adayız. Avrupa Birliği ülkeleri mutlaka ve mutlaka, aşırı müdahale şekliyle, müdahale metodlarıyla, politikalarıyla tarımlarını desteklerler. Çiftçilerin ürettiği mahsul, mutlaka garanti altına alınır ve bizde olduğu gibi, diyelim ki, bu sene Nevşehir'de ve Niğde'de patates fazla, bazı zamanlarda Antalya yöresinde domates, sebze ürünleri fazla olur. Bunlar, bizim başımıza bela olduğu gibi, o ülkelerin başına bela olmaz. Ne yapıyorlar; müdahale alımlarıyla, mutlaka, çiftçinin bu şekildeki zararları önleniyor. Tabiî, sosyal devlet de budur. Sosyal devlet, nasıl ki, fakirine fukarasına fonlar kurmak suretiyle yardım ediyorsa, yardım etmek mecburiyetindeyse, aynı zamanda, çiftçisine de, bu şekliyle müdahale alımları yapmak suretiyle, çiftçisine yardım etmek, çiftçisinin yanında olmak mecburiyetindedir.

Bakın, Avrupa Birliği ülkeleri, kendi ülkeleri dışından gelen; yani, Avrupa ülkelerinin dışından gelen, üçüncü ülkelerden gelen ürünleri mutlaka kontrol altına alır; yani, her ürün, orada, Avrupa ülkelerine geldiği gibi gitmez, gitmesi mümkün değil; ihracatla teşvik edilir veya direkt yardımlarla desteklenir. Amerika Birleşik Devletleri, tarımının iyileştirilmesi için beş yılda bir mutlaka kanun çıkarır; tarımının iyileştirilmesi, çiftçisinin iyileştirilmesi için bu kanunu çıkarır ve ayrıca, yine, Amerika Birleşik Devletlerinde müdahale alımları yapılır, direkt yardımlar yapılır, ihracata sübvanseler tanınır. Onun için, bakarsınız ki, mısırıyla, buğdayıyla, diğer hububat mahsulleriyle; gemiler dolusu mahsulün, Türkiye önlerine gelmesini... Hiçbir zaman "efendim, oradaki fiyat fevkalade ucuzdur" diye kesip atamayız; desteklenmiş olduğunu burada mutlaka belirtmemiz lazım. Amerika Birleşik Devletlerinde, sığır etine, sınır ticareti olarak mutlaka müdahale edilir ve garanti altına da alınmıştır.

Bakınız, Avustralya'da da bir başka destekleme çeşidi vardır -Türkiye'de hangi noktada olduğumuzun altını çizmek için bunu özellikle söylüyorum- ve "doğal emanet ve miras" diye, tarımsal gelişme programı adı altında bir program uygulanır. Bakınız, ismi ne kadar güzel; çiftçiyi, doğayla, tabiatla, doğa olaylarıyla beraber mütalaa etmektedirler; dolayısıyla, doğa, yani tabiat, nasıl bize emanetse, çiftçi de, aynı şekilde emanet olarak kabul edilmiştir. Çünkü, yiyecek, giyecek ve buna benzer bütün ihtiyaç maddeleri, elbette, çifçiler tarafından karşılandığı için, onları bir emanet olarak kabul etmektedirler.

Avrupa Birliği ülkelerinde yapılan destekleme yardımı aşağı yukarı 45 milyar ECU'dur. Amerika Birleşik Devletlerinde 15 milyar dolar, Japonya'da 25 milyar dolar ve bizim ülkemize baktığımız zaman 2,5 milyar dolardır. Bu 2,5 milyar dolar da şu anda çok görülmektedir; biraz sonra açıklayacağım ve göreceksiniz ki, 2000 yılına girerken, bu destekleme yardımı yüzde 50 oranında kesilmektedir.

Değerli milletvekilleri, 2000 yılına girerken, maalesef ve maalesef destekler... İşte, elimde bir doküman var. Bu doküman, Hazinenin bağlı olduğu Devlet Bakanlığı tarafından çıkarılmış ve dağıtılmıştır. Bu dokümana göre, destekler yeniden ayarlanmaktadır. Bakınız, şurada önemli bir cümle var, deniliyor ki orada 2000 yılında bir pilot bölge seçilecek ve bu pilot bölge uygulamasına bakılarak, doğrudan gelir desteğine geçilecektir deniliyor; birincisi bu.

İkincisi; yine deniliyor ki, 2000 yılı uygulamalarında, eğer, netice alınmazsa, o zaman, yeniden bir deneme yapılmak suretiyle, 2000 yılındaki uygulama belirleyici olmazsa, 2000 yılından, 2001 yılından sonra, 2000 yılı hububat destekleme fiyatları, destekleme fiyatları tahmin edilen dünya fiyatlarına yüzde 35 bir artış getirilmek suretiyle, bu şekilde tespit edilecek deniliyor.

Yine, burada, bildiğiniz gibi, şu anda, şekerde, şekerpancarında, bir üretim kotası, yani, üretimi engelleyen bir kota getirilmiştir. Görüyoruz ki, bu doküman, yani, IMF'nin dokümanıyla beraber, bu, zapturapt altına alınmıştır.

Yine, aynı dokümanın bir başka sayfasında, kredi şartlarını IMF kendi belirliyor deniliyor ki, burada, Ziraat Bankası ve Halk Bankasının vermiş olduğu krediler, 1999 yılında verilen kredileri geçemeyecek, yani, yüzde 55'ini geçemeyecek diye tespit etmişler.

Ayrıca çok önemli bir şey daha var, yine aynı dokümanda, gübre ve diğer girdi sübvansiyonları 2000 ve 2001 yılında, normal olarak sabit tutulacaktır, ve giderek de, bunların tamamı -ister kredilerde ister diğer bitkilerde verilen desteklemelerde olsun- kaldırılacak deniliyor. Bu doküman, Hazine tarafından hazırlanmış ve dolayısıyla, tahmin ediyorum ki, gruplara da gönderilmiştir.

Biraz önce, Avrupa ülkelerindeki, Amerika'nın, Japonya'nın, diğer ülkelerin bir kısmındaki destekleri burada ben size arz ettim. Şu dokümanı da arz ettim ve bu dokümandan sonra, Bakanlar Kurulunun 21 Aralıkta yayımlamış olduğu bir karar da var. O kararla da, yine, hem Halk Bankasının hem Ziraat Bankasının vermiş olduğu krediler yüzde 55'i geçemeyecek denilmektedir. Bunun manası şudur : 2000 yılı ve takip eden yıllar, IMF'nin kararıyla, çiftçi, idam sehpasına çıkarılıyor demektir. O bakımdan, bunun, yeniden gözden geçirilmesi lazım. Biraz önce söyledim, bütün dünya, tarımını desteklerken, biz, IMF'nin keyfi için çiftçimizi sıkıntıya sokamayız, çiftçimize bu şekli reva göremeyiz; bu, mümkün değil.

Değerli milletvekilleri, bakın, şimdi, Avrupa Birliğine girişimizle beraber ne olacaktır? Avrupa Birliğine girişimizle beraber, gerekli üretim projeksiyonları, eğer, devreye sokulmazsa, orada, Türkiye, Avrupa Birliği ülkelerinin açık pazarı haline gelecektir. Bilhassa hayvancılıkta, bilhassa bitkisel üretimde, üretim projeksiyonlarının, mutlaka, ciddî olarak devreye sokulması lazım. Sayın Bakanın bütçe konuşması dağıtıldı -biraz önce gördüm- orada hayvancılıkla alakalı bir proje var; ancak, tabiî, bizi şimdi sıkıntıya sokan, düşünceye sevk eden konu şudur: Şimdi, IMF'nin bu dayatması varken, siz, o şekildeki bir hayvancılık projesini nasıl gündeme getireceksiniz; bunu, bilemiyorum.

İkincisi, Tarım Bakanlığının, mutlaka ve mutlaka tarımsal geliştirme fonunu devreye sokması lazım. Yani, Dış Ticaret Müsteşarlığı veya Hazine Müsteşarlığının keyfi için, bu, yıllarca sürüncemede kalamaz. Bunu kurduğunuz takdirde, hayvancılığa yahut da tarıma gerekli desteği verebilirsiniz, aksi takdirde, bu destekten, tarım, mutlaka ve mutlaka mahrum kalır.

Şimdi, geçtiğimiz yıllarda tarım şûrası yapıldı. Tarım şûrasında çok önemli de kararlar alındı; ama, bakıyoruz ki, tarım şûrasında alınan kararlar hayata geçirilmiyor, geçirilmedi. Öyleyse, yani, bu milletin lükse, bu milletin, böyle, Hilton Otelinde toplantılar yapmak suretiyle... Sayın Başbakana, Sayın Cumhurbaşkanına birer çoban abası giydirelim, birer kasket takalım!.. Bu, olmaz; bu lüksü ülkemiz kaldırmaz; mutlaka, bu tarım şûrasının hayata geçirilmesi lazım.

Türkiye hayvancılığının geliştirilmesi bakımından, 2000 yılına girerken, hakikaten, hem et ürünlerinin hem canlı hayvan üretiminin, mutlaka, projelerle desteklenmesi gerekir; aksi takdirde, gelecek tehlike şudur: Et ve et ürünlerini dışarıdan ithal edeceğiz. Şimdi, bunun yolu vardır. Elbette, Bakanlık bunun üzerinde çalışıyor. Özellikle dikkatinizi çekmek istediğim, Avrupa ülkelerinin elinde şu anda et fazlası vardır, canlı hayvan fazlası vardır. Öyleyse, bizim, onların pazarı olma durumundan kurtulabilmemiz için, mutlaka, biraz önce söylediğim gibi, özel sektörü devreye sokmak suretiyle üretimi artırmamız gerekir. "Vakit yakın, köy ırak" diye bir atasözümüz var. Gerçekten, vakit yakın; ama, biz, köyün ıraklığına bakmadan, bu tedbirleri özel sektörle beraber almak mecburiyetindeyiz. Suni tohumlama özel sektöre açılmıştır, gerekirse tamamını vermek, hatta, özel sektörün önündeki engelleri aşmak mecburiyetindeyiz. Bugün iftiharla yâd edeceğimiz tarım kredi kooperatiflerinin, Trakya bölgesinde sunî tohumlama için uyguladığı projeler vardır, bunlar gündeme getirilebilir, Pankobirlik devreye sokulabilir; ziraat odaları ve yeni kurulmuş olan birlikler devreye sokulmak suretiyle bu problemin halledilmesi mümkündür. Aksi takdirde, zaman, hakikaten geç olmaktadır, geç olacaktır.

Şimdi, tavukçuluğun içerisinde bulunduğu hakikaten büyük problemler var. Bir defa şunu hemen tespit edelim ki, hayvancılığın bir alt sektörü olan tavukçuluk sektörünün problemi büyük bir kısmıyla helledilmiştir...

BAŞKAN – Sayın Demirci, size tanınan süre tamam; ama, takdiri sizin.

MUSA DEMİRCİ (Devamla) – Peki efendim, bitirmek istiyorum. Sağ olun.

... Ancak, bakın, Ortadoğu'nun ve Türk cumhuriyetlerinin pazarları bu sektör tarafından alınamadığı için, sektörün önündeki bazı engeller aşılamadığı için, bu sektör de bugün sıkıntı içerisindedir. Geçtiğimiz iki üç ay içerisinde, bunlar, yumurtayı, 17 000 liradan mal etmek suretiyle, 10 000 liradan satmışlardır. Yani, hem bitkisel üretimin hem -biraz önce söylediğim gibi- hayvancılığımızın ve hem de diğer sektörlerin problemleri vardır. Bu kısa zaman içerisinde hepsini anlatmak da mümkün değil.

Ben, bütçenin, milletimize ve Bakanlık camiasına hayırlı olmasını diliyor; saygılar sunuyorum efendim.

Sağ olun. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Demirci.

İkinci konuşmacı, Çankırı Milletvekili Sayın Hüseyin Karagöz. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA HÜSEYİN KARAGÖZ (Çankırı) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığının 2000 yılı bütçesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Meclisimizi ve aziz milletimizi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Sanayi Bakanlığının kuruluş gayesi, ülkenin sanayi politikasının günün şartlarına ve teknolojinin gereklerine göre tespitinde yardımcı olmak, sanayiin dengeli ve süratli bir şekilde gelişmesini sağlamak, teşvik etmek, millî kalkınma plan ve programları doğrultusunda iç ticaret hizmetlerine ilişkin ana hedef ve politikaların belirlenmesine yardımcı olmak, bu politikalar doğrultusunda faaliyetlerin düzenlenmesi, uygulanması ve geliştirilmesini sağlamaktır.

Bu son derece de önemli görevleri yerine getirmek için kurulan Bakanlık, geçmişten bugüne kadar, sözü edilen konularda, zaman zaman sanayi alanında söz sahibi olmuştur.

1980'li yıllardan sonra, Bakanlık bünyesinde bulunan birçok yetki, bu Bakanlıktan alınarak, başka bakanlık ve kuruluşlar emrine verilmiştir. Bütün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, sanayi bakanlıkları, sanayi ve ekonomiye yön verecek yetkileri bünyesinde bulundurmaktadır. Ülkemizde, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, bugün için, bu yetkilerden mahrumdur. Öncelikle ve özellikle, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, kuruluş gayesine uygun olarak, aslî görevlerine dönmeli, başka kurumlara verilmiş olan sanayie yönelik olan yetkiler, tekrar, Bakanlığa verilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sanayi ve ticaret, ülke ekonomisinin itici gücü, gelişmenin ve kalkınmanın öncüsüdür. Sanayileşme, çağdaşlaşmanın ve Batı uygarlığına dahil olmanın olmazsa olmaz şartıdır. Aynı zamanda, sanayileşme, işsize iş, köylüye pazar, gençliğe daha iyi bir gelecek demektir. Toplumun ve fertlerin refah seviyelerinin yükselmesinde, gelir düzeylerinin artmasında, buna paralel olarak devletin, siyasî, iktisadî ve ekonomik yönden güçlenmesinde çok önemli bir yere ve role sahiptir.

Bilim ve teknolojinin sınır tanımadığı, küresel politikaların kabul gördüğü bir dünyada yaşıyoruz. Ülkemiz, dünya üzerinde laik olduğu yere ve konuma sahip olmak durumundadır; bu da, ancak, dünya ekonomisine entegre olan Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde, dış pazarlara açık ve rekabet gücü yüksek, hammadde ve insan kaynaklarını en iyi şekilde değerlendirerek, sağlıklı bir sanayi yapısının teşekkül ettirilmesiyle mümkündür. Bu hedefe varmanın başlangıç noktası, son yıllarda ülkemizde uygulanan yanlış politikalardan dönme noktasıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, ülkemizin ve dolayısıyla ekonominin temel problemi, yeterli üretimin yapılamaması ve üretilen malların pazarlanmasında karşılaşılan problemlerdir. Üretimi pazarlamanın önündeki en büyük engel de, üretime yeteri kadar kaynak ayrılmamasıdır. Ayrılan kaynaklar ise, verimli kullanılmamakta, emek ve sermaye faize mahkûm edilmektedir.

Hepinizin bildiği gibi, bütçenin yüzde 45’i faize ayrılırken, ancak yüzde 5’i yatırımlara ayrılabilmiştir. Türkiye’de 500 büyük sanayi firması, 1997 yılında elde ettiği gelirin yüzde 52’sini faizden sağlarken, aynı firmaların, 1998 yılında gelirlerinin yüzde 88’ini faizden sağladığı görülmektedir. Bunun sonucu, sanayiin her alanında üretim düşmekte, her geçen gün, yüzlerce, binlerce insanımız işini kaybetmektedir. İSO Başkanı "artık, üretim yaparak sanayi faaliyetleriyle kâr etmek mümkün değildir. Malî yapısı güçlü, üretim dışı kaynakları olan kuruluşlar faiz geliriyle ayakta kalmaktadır. Faiz sarmalı aşılmadıkça hiçbir konuda düzelmenin sağlanması mümkün değildir. Bu şartlarda Türkiye'de üreten, kaynağını tüketiyor" demektedir.

Sanayimiz ve üretimimiz, son yıllarda süratle gerilemektedir. Bu gerilemenin en önemli sebebi, reel faizlerden yüzde 30 civarında kâr sağlanmasıdır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, faizlerden bu denli kâr sağlanması sonucunda, sanayicilerin, icabında, işi yavaşlatıp, işçi çıkarıp üretimi kısarak paralarını faiz yönünde değerlendirmelerinden dolayı üretim düşmekte, işsizlik de giderek artmaktadır. Böyle bir ortamda, hiçbir sanayiciden, faizle borçlanıp yatırım yapması beklenemez. Her şeye rağmen üretilecek mamullerle, uluslararası pazarlarda rekabet imkânı olmadığı gibi, ileri teknolojiye geçiş de mümkün değildir.

Bütün bu olumsuz şartlara karşı, üretim yaparak ayakta kalma mücadelesi veren küçük ve orta işletmelerle, esnaf ve sanayicilerimizi tebrik etmek istiyorum. Zira, bu kadar cazip ve kolay yoldan gelir temin etme imkânlarına rağmen üretim ve sanayiin çilesine talip olmuşlardır. Bunları, ben, şu zamanımızın kahramanları olarak ilan ediyor ve tekrar, tebrik ediyorum.

Sayın milletvekilleri, hükümetler, üretimi ve yatırımı teşvik etmek zorunda oldukları halde, ülkenin tasarruflarını kendi açıklarını kapatmakta kullanmaktadırlar. Bu durum, ülkemizin kalkınmasının önündeki en büyük handikaptır. Bu yüzden, siyasî istikrarsızlığa paralel olarak, yıllardır, ekonomide ve sanayileşmede dengeli bir büyüme sağlanamamıştır; çünkü, sağlıklı büyümenin yolu, üretimin artırılmasına bağlıdır.

Ne yazık ki, 2000 yılı bütçesini görüştüğümüz şu günlerde, Türkiye, içinde bulunduğu sıkıntıları aşmak için kendi gücüne değil, yurt dışından alacağı borçlara güveniyor. IMF'nin gözüne girmeye, beğenisini kazanmaya çalışıyor. Memur maaşları ve işçi ücretleri kısılarak, döviz kurlarının artışları yavaşlatılarak, enflasyon, kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Bütün bunlar, ülkede talebi düşürücü, üretimi yavaşlatıcı, işsizliği artırıcı tedbirlerdir ve nitekim, bugün, Türkiye'de üretim düşmekte, buna bağlı olarak işsizlik artmaktadır. 1999 yılının ilk 7 ayında geçen yıla oranla, sanayi üretimi yüzde 5 oranında azalmıştır ve azalmaya da devam etmektedir.

Resmî bilgilere göre, geçen seneden bu yana 300 000 kişi daha işini kaybetmiştir. İşsizlik, üniversite mezunları arasında daha çoktur; eğitim görmüş 4 gencimizden 1 tanesi işsizdir. İşsizlik, sadece, kişinin gelir kaybı olarak da düşünülmemelidir. Bu sorun, işsizlik sigortasıyla da çözümlenecek bir sorun değildir.

Kişinin, işini kaybetmesi ve işsizlik, fertlerin kendilerine güvenini ve saygınlığını da kaybetmesine sebep olmakla kalmayıp, onları ve ailelerini bunalıma sokmaktadır. Böyle bir ortamda çalışanlar ise, işini kaybetmek korkusuyla yaşamaktadırlar. Bir araştırmanın sonuçlarına göre, son 5 yılda 2 000 ölümlü intihar olayının 1 105'i ekonomik sebeplerden kaynaklanıyor. Bunların dökümü şöyledir : İşsizlik 209, borçları ödeyememe 182, işten çıkarılma 12, geçinememe 69, iflas 41, icra takibine uğrama 32, işyerini kapatma zorunda kalma 32, vergi borcunu ödeyememe 5, çalışanlara maaş ödeyememe 7, kira ödeyememe 22, geçim zorluğu 203, parasızlıktan eşin terketmesi 57, başlık parasını ödeyememe 29, çocuklarına bayramlık alamayan 23, borçlu olanlar 84, diğer ekonomik nedenler 98'dir. Sorumlu kimseler -ümit olunur ki- bu tablodan gerekli dersi alırlar.

Değerli milletvekilleri, işsizine iş temin etmek, insana saygılı toplumların aslî görevidir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde "herkesin, çalışmaya, işini özgürce seçmeye, adil ve elverişli bir ortamda çalışmaya hakkı vardır" denilmektedir. Yeni bir yüzyıla girerken, kişilerin bir işe sahip olmasının sağlanması da özgür düşünce hakkı kadar önemli bir haktır.

Bir kere daha ifade edelim ki, Türkiye'nin, ekonomisini düzeltmek için kullanmaya çabaladığı ekonomik reçete, IMF'yi tatmin etmeye yönelik, üretimi daha da kısacak, ihracatı cezalandıracak, işsizliği daha da artıracak bir reçetedir. Oysa, bunun tam tersini yaparak, üretimi ve istihdamı artırarak, enflasyonu frenlemiş reçeteler de mevcuttur. Benzer yapıları dolayısıyla, Çin ve Rusya iyi örneklerdir; Rusya, IMF reçeteleriyle, 1990'dan bu yana, millî gelirinin yarısını kaybetmiş; Çin ise, gelir artırıcı, istihdam artırıcı reçetelerle millî gelirini ikiye katlamıştır. Asya krizine rağmen, Çin, yılda yüzde 8 büyüyerek, enflasyonu tamamen durdurmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sanayi ve ticaretimizin bugün içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtulması için, öncelikle, siyasî iktidarların bir zihniyet devrimi yaparak, faiz ve rant ekonomisinden, hızla, reel ekonomiye, üretim, yatırım ve ihracat ekonomisine geçmeye karar vermeleri gerekmektedir.

Ülkemizin müteşebbis ve atılımcı insan gücü ve potansiyeli, devletin, önünü açması halinde, bütün zorlukları aşabilecek güçtedir. Bu bağlamda, küçük ve orta ölçekli sanayii geliştirmek ve desteklemek için kurulmuş olan KOSGEB'e ve KOBİ'lere mutlaka destek sağlanmalıdır. Küçük işletmelerin kredilerden alabildiği yüzde 4'ler civarındaki pay, fevkalade yetersizdir. Eğer, sanayi ve üretim istiyorsak, büyük ve rehabilitesini kaybetmiş kuruluşlar yerine, çok daha dinamik, esnek, küçük ve orta boy işletmelerin müthiş uyumu ve süratiyle yapmak zorundayız.

Halk Bankası, KOBİ'lere hizmet veren uzman banka konumuna getirilmelidir. KOBİ'ler, Halk Bankasından çok sıkıntı çekmektedir. KOBİ'leri ve Anadolu aslanlarını bu sıkıntıdan kurtarmalıyız.

Yurt dışındaki gurbetçilerimizin güvenini kazanmalı, onların tasarruflarının yurda gelmesini temin ve getirenleri teşvik etmeliyiz. En azından, onları dışlamamalı, desteklemeliyiz. Kaynağı belli olmayan yabancı sermayenin gelmesi için her türlü kanunî düzenleme yapılırken, Anadolu'nun bağrından çıkan ve halkımızın küçük tasarruflarını bir araya getirerek reel ekonomiye kazandıran, üretime ve yatırıma dönüştüren bu kahraman ve fedakâr insanların önünü kesmeye kalkmayalım, onları teşvik edelim, destekleyelim.

Bakanlık olarak, mutlaka, sanayi ve üniversite ilişkilerini güçlendirerek Ar-Ge çalışmalarını hızlandıralım. KOBİ sistematiğini yeniden ele alalım. KOBİ'lerin bazı ölçek ve boyutları, Türkiye ekonomisinin şartlarına göre yeniden tespit edilmelidir. Örnek vermek gerekirse : 50 işçi çalıştıran bir işletme KOBİ sayılır. Dokuma sektöründe, bir işçi, bugün için 10 tezgâha bakabilir. 50 işçi çalıştıran bir dokuma fabrikası 500 makineden meydana gelen büyük bir entegre işletmedir. Dolayısıyla, KOBİ boyutları ve ölçekleri, sektörlere göre yeniden tespit edilmelidir.

Küçük, orta ve büyük işletmelerin tarif ve tasnifleri yeniden yapılarak, kendilerine uygulanacak teşvikler de ona göre yeniden tanzim edilmelidir. Devlet, daima, teşvik edici unsurları, kendi inisiyatifi altında tutmaktadır. Sektörlerin birbirini teşvik eder konuma getirilmeleri için, gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.

Örnek vermek gerekirse : Bugünün dünyasında, entegre tesis kurmak, çok akılcı bir davranış olarak görülmemektedir. Çok uluslu büyük holdingler ve firmalar, üretimlerini, küçük ve orta boy işletmelere ürettirdikleri parça ve mamulleri bir merkezde toplayarak gerçekleştirmektedirler.

Bir diğer önemli husus da; yatırımdan ziyade üretim teşvik edilmeli, kapasite kullanım oranlarına göre teşvik verilmelidir. Organize sanayi bölgeleri, ihtisas sanayi bölgeleri haline dönüştürülmelidir. Bu mümkün olmadığı takdirde, yeni kurulacak organize sanayi bölgeleri, ihtisas sanayi bölgeleri olarak kurulmalıdır. Marmara Bölgesinde ve Ege Bölgesinde kurulacak ihtisas sanayi bölgelerinde, dikine gelişen sanayiler; yani, teknoloji yoğun sanayi dalları, elektrik, elektronik, bilgisayar sanayileri kurulmalı ve teşvik edilmeli; Orta ve Güneydoğu Anadolu'da kurulacak ihtisas sanayi bölgelerinde ise, yatay gelişen emek yoğun sanayiler kurulmalı ve teşvik edilmelidir. İhtisas sanayi bölgelerinin projeleri, bölgelere göre, bu kriterler göz önünde tutularak projelendirilmelidir.

BAŞKAN – Sayın Karagöz, 2 dakika süre veriyorum; lütfen toparlayınız.

HÜSEYİN KARAGÖZ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığına bağlı Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu ve ona bağlı olarak faaliyet gösteren ve seçim bölgem Çankırı'da kurulu bulunan Çankırı Silah Sanayii A.Ş'nin (ÇANSA) atıl kapasitesi, Millî Savunma Bakanlığıyla temasa geçilerek doldurulmalı ve bu tesisler rehabilite edilerek -Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumuna ait bütün tesisler buna dahildir- daha faydalı hale getirilmelidir.

Bu arada, 2000 revize yatırım programında yer alan ve etüt aşamasında olan Çankırı-Şabanözü ve Çerkeş organize sanayi bölgelerinin programa alınarak kurulması için Sayın Bakandan yardım ve destek beklediğimi de belirtmek istiyorum.

Çerkeş İlçemiz, E-80 karayolu üzerinde, hızla gelişmekte olan bir ilçemizdir. Dünyanın ilk 10'u arasında yer alan Aytaç Et Entegre Tesislerinin bu ilçemizde bulunması, Karabük İlimizde yapılması planlanan havalimanının ilçeye yaklaşık 35 kilometre mesafede olması, ilçenin içinden tren yolunun geçmesi, İstanbul ve Ankara İllerine yakınlığı, düşük işgücü ve arsa maliyetleri, bölgenin mıknatıs rolü oynamasına ve cazibe merkezi haline gelmesine neden olmuştur.

Aynı şekilde, Şabanözü İlçemiz de Ankara'nın hemen yanıbaşındadır. Bu organize sanayiin orada da en kısa sürede kurulmasını temenni ediyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sanayi ve Ticaret Bakanlığına ayrılan bütçe, yaklaşık 62 trilyon TL'dir. Bu miktarın 11 trilyon TL'si personel ve diğer cari harcamalara, 19 trilyon TL'si toplam transferlere ayrılmış, yatırıma 31 trilyon TL ayrılabilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1 günlük faiz ödemesinin 57 trilyon TL olduğu göz önünde tutulduğunda, bu bütçenin, ülke sanayiinin ihtiyaçlarına cevap verip veremeyeceğini Yüce Heyetinizin takdirine bırakıyorum.

Her şeye rağmen, Bakanlık bütçesinin hayırlı ve verimli çalışmalarda en iyi şekilde değerlendirilmesi dileğiyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Karagöz.

Anavatan Partisi Grubu adına, Edirne Milletvekili Sayın Evren Bulut; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA EVREN BULUT (Edirne) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyoruz ve bu bütçenin, Türk çiftçisine, Sayın Bakanlığımıza hayırlı olmasını diliyoruz.

Değerli konuşmacılarımızın tarıma koydukları teşhise ilaveten, altı ay evvel -yine bu bütçe üzerinde konuşurken- daha aşırıya giderek, Türk çiftçisinin bu yıl iflas edeceğini söylemiştik. Bu, neticede doğrulanmıştır. Ancak, çiftçinin sermayesi iflas etmeye müsait değildir. Türkiye'de çiftçi gelirleri kısıldığı zaman, yalnız 30 milyon insanın hakkı kısılmaz. Burada, bir birbuçuk ay evvel söylediğim gibi, Trakya'nın Edirne, Tekirdağ ve Kırklareli vilayetlerinde, 1998 senesinde, yalnız Ziraat Bankası 1 500 traktör muamelesi yapmışken, bu sene bu sayı 250'ye inmiştir. Şimdi, ben, daha ağır bir şey söylüyorum; Türkiye'de traktör fabrikaları kapatılmıştır; üç ay önce işçileri çıkarılmıştır. 30 milyona yakın Türk çiftçisi ekonomiden çekilmiştir.

Bunun sebepleri, bugünkü sebepler değildir; bunun sebepleri, aşağı yukarı birbuçuk senedir Türkiye'ye haksız ve yasasız olarak tarım ürünleri ithal edenlerdir. Bunları burada vazetmek şu bakımdan faydalıdır : Türkiye'de, bu tarım ürünleri yasaların dışında işlem görmüştür. Nedir bunlar; "Türkiye'nin yağ açığı var" diyorsun, ülkeye yağ sokuyorsun... İyi; fakat bunun bir sistemi var. Ayçiçeğiyağı yerine palmyağı sokuyorsun, ayçiçeğiyağı yerine, kozayağı sokuyorsun; ama, Türk Halkı bunu ayçiçeğiyağı fiyatından yiyor.

Sınır ticareti benim ilimde de var. Sınır ticareti iki ilin birbiriyle münavebe yapmasıdır. Sınır ticareti diyorsunuz, İran üzümü ta Nevşehir'e geliyor, Manisa'ya geliyor, Tekel'e satılıyor. İşte, Sayın Bakanın da beş ilde hayvan pazarlarının kapatılmasını... Bu sınır ticaretlerinden, Edirne'nin de kapısından çuvallarla et giriyor. Bizler, yasama üyeleriyiz; ama, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin memurları, gümrükçüleri, maliyecileri... Bakın, Maliye Bakanlığının temsilcisi var, trafik temsilcisi var, jandarma var; şimdi, yollara çıkıyor, irsaliyeyi soruyor, "buna kaç çuval un yükledin..." Otobanlarımız belli; peki, bu üzümler, bu etler, bu vapur vapur yağlar nasıl giriyor?.. İşte, 1998 senesinde, yani geçen sene başlayan şeker ithalatı, yağ ithalatı, haksız ve insafsız bir şekilde, 1998'in, 1999'un başlarından girerek, altı ayda Türk tarımını bu hale getirmiştir. (DYP sıralarından alkışlar) Tabiî, hükümet, fiyatları verememiştir. Niye verememiştir; piyasadan mal almamıştır. Bütün yağlı tohumlar, ayçiçeği, işte fındık Fiskobirlik'in üzerine, pamuk Antbirlik'in, Çukobirlik'in üzerine kalmıştır. Tabiî, bu fırsatçılar, yeni bir azınlık hükümetinin seçime giderken, seçim dolayısıyla, şuradan buradan...

Yalnız, 1998 senesinde -ben, şunu bunu suçlamak istemiyorum- Türk tarımı ciddî bir darbe yemiştir. Şimdi, bunu düzeltmek, bu hükümetin de, bu Meclisin de görevidir. Nasıl görevidir?.. Biz, neyi savunuyoruz; biz, tarım reformunu savunuyoruz. Ne zamandan beri savunuyoruz; cumhuriyetten beri savunuyoruz. Tabiî, o zamandan beri de iki fikir savunuldu; bir fikir- burada olmayan bir partimiz- toprak reformunu savundu; biz, bu partiler de tarım reformunu savunduk. Elli sene sonra, Türkiye'de ve dünyada, tarım reformunun çiftçiye faydalı olacağı ortaya çıktı; ama, elli sene, çiftçi kaybetti. Şimdi çiftçiye toprak da versen, çiftçi, toprak istemiyor; hatta "gel benim toprağımı al" diyor. Zaten alacak... Bugün, tarım kredileri kooperatiflerinin, aşağı yukarı, 2 milyon üreticisi var ve diğer birliklerde kayıtlı, Türkiye'de 7 milyon olan çiftçinin devletten aldığı kredi faizi 600 trilyon; ama, tarlası ipotekli, hayvanı ipotekli, traktörü ipotekli, televizyonu ipotekli; o yetmiyor, müteselsil kefil denen 20 kişi de birbirine kefil. Bunların para kaçırması yok, bunların İsviçre'ye kaçması yok; bunlar, bu memlekette; ama, bugün ödeyememiş; yılbaşında, şimdi, cezalı faiz, mürekkep faiz yürütüyoruz; bir dahaki seneye dahi ödeyemeyecek duruma gelecek.

Ben, şimdi, Türkiye'deki tarım ürünlerinin enflasyona etkisi olmadığını söylüyorum; artı, 1995'lerden başlayan prim sistemi ve ihtisas borsalarının kurularak tarımın kurtarılacağına inanıyorum; ama, bizde her sene fikir değişirse; 1995'te gümrük birliğine girdik, şu an Avrupa Birliğine göre dizayn yapıyoruz, şimdi IMF bizi başka yöne yönlendirirse; bu, yanlıştır. İhtisas borsaları konusunda, Ticaret Bakanlığında bir müsteşar yardımcısı arkadaşımız, aşağı yukarı beş senedir çalışıyor. Nedir ihtisas borsaları; bizim fındık borsamız, Almanya'nın Hamburg'unda; bizim fındığımızı Almanya-Hamburg satıyor; hatta, Belçika satıyor. 2 dolarlık fındığı 5 dolara satıyorlar. İşte, bu borsaların, Giresun'da fındık borsası, Trakya'da ayçiçek borsası...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Polatlı'da buğday borsası...

EVREN BULUT (Devamla) – Antalya'da, Adana'da ve İzmir'de pamuk borsaları... Dört tane de dünya hububat borsasının Konya, Polatlı, Eskişehir ve Edirne'de.. Bu borsa başkanları İspanya'ya gidiyor, şuraya gidiyor, buraya gidiyor; Dünya Bankasından bunların kredi finansmanlarının çıkması lazım.

Ben, buradan, Odalar Birliğinin, içinde çok sevdiğim arkadaşlarım, dostlarım olan Yönetimine sesleniyorum : Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin 100 trilyon parası repoda duracağına, bu dört tane borsamıza bu para yardımını yapın, bir an evvel, hem hükümete hem tarım kesimine de faydalı olalım. Yoksa, okul yaparız, cami yaparız, şu yaparız, bu yaparız; ama, senin kestiğin para repolarda duracağına bu dört tane borsamızı harekete geçirelim.

Şimdi, bakın, ayçiçeği, 1997 senesinde 35 000 lira, 1998 senesinde 120 000 lira, 1999 senesinde 130 000 lira. Yani, 1998 senesinde 120 000 lira olan ayçiçeği için, bir sene sonra 130 000 lira olarak tabanfiyat açıklanıyor. Bu ayçiçeği, bu sene, ortalama olarak 100 000 liraya satılmıştır. Peki, piyasadaki yağlar geçen seneki gibi mi; hayır.

Bu elbisede 2,5 kilo pamuk var. 5 kilo pamuk olsun... Bu, 1 milyon yapar. Bunun maliyeti, yani, pamukçunun bu elbisedeki katkısı 1 milyon lira. 200 000 liralık pidede 24 000 liralık buğday var. 75 000 liraya satılan simitte 5 000 lira çiftçi katkısı var, yani buğday var. 850 000 liralık bir Marlboro'da 28 000 liralık tütün var. Yani, bu enflasyonun sahibi biz değiliz. Geçen sene yüzde 55'ti enflasyon, ayçiçeği 120 000 liraydı; bu sene enflasyon kaç; yüzde 50; ayçiçeği 100 bin lira... Peki, niye enflasyon artıyor?.. Demek ki, tarım ürünlerinden kaynaklanmıyor; tarım ürünlerinin stoklarından kaynaklanıyor. İşte, biz, bu sisteme karşıyız. Bu sistemi, Amerika gibi değil, Avrupa Birliği gibi yapacağız. Avrupa'da, 15 milyon ton şeker üretiliyor, 12 milyon ton tüketiliyor; 3 milyon tonunu dışarıya 40 sentten satıyor; ama, içerideki şekerin fiyatı 1 dolar 20 sent. Şimdi, biz, hem Avrupa Birliğinde değiliz hem de IMF'nin vereceği reçetelere uyacaksak, 2000 yılında, Türk tarımı, bence, daha büyük darbelere maruz kalacaktır.

Biz, bunu söylerken, diyoruz ki, biz, bu hükümetin programına tarım sigortası ve prim sistemini koydurttuk. Biz, bu prim sisteminden vazgeçemeyiz. Şimdi, yeni bir sistemde, Fakir Fukara Fonu gibi, eğer, çiftçilere, güçsüz çiftçilere -şahsına- para verilecekse, iki sene sonra bundan dönülecektir. Biz, üretimi artırmak için ürüne prim vermeliyiz ve ürünü, Tarım Bakanlığının bünyesinde, Tarım Bakanlığının teşkilatlanarak... Bugün, Orman Bakanlığı dahi hayvan veriyor. Ben, böyle bir şeyi görmedim... Or-Köy kanalıyla Orman Bakanlığı da hayvan veriyor. Kadrosunda bir tek veterineri yoktur, o da bu işi yapıyor...

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – O bir sosyal hizmettir.

EVREN BULUT (Devamla) – Yani, başka sosyal hizmetleri var Orman Bakanlığının; (2/b) uygulaması var, 10 milyon orman köylüsünü hapisten kurtaracak, tarla sahibi yapacak... Or-Köy onu yapsın; zaten onu yapıyor.

Benim anlatmak istediğim, Orman Bakanlığının, şunun bunun değil, bu işlerin, Tarım Bakanlığınca tek elden yürütülmesidir. Bunu yürütemediğimiz için, zaten, bugün, Hazine paradan sorumlu... İşte, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Ziraat Bankası, Hazineden sorumlu Devlet Bakanlığı... O bürokratlar birbirleriyle anlaşamaz. Onun için, Türk tarımı olarak -bizim sosyete milenyum yılı diyor ya- biz, çiftçiler olarak, milenyum yılında diyoruz ki, gelin, biz, bu topraktan kırk senedir vazgeçmiyoruz; biz, bu işi sevdiğimiz için yapıyoruz; yoksa, bu işin, şu günden itibaren kârı kalmamıştır. (ANAP, FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, buraya geldik, hayvancılık konusunda Sayın Bakanıma söylüyorum: Menşe şahadetnamesi diye, Bakanlığımızın, hayvan yürümesini, hayvanın gezmesini kontrol eden bir yetkisi var. Bunlara, Maliyenin yanına, trafikçinin yanına, şunun yanına, bunun yanına, resmi olarak, bir veteriner koyarak... Bu hayvanlar, sınırdan geçerken, gümrüklerden geçerken, hangi ilden geçiyorsa, o köyün muhtarının, ilinin belgesi lazımdır. Bu, kaçakçılığa karşı da yasal bir yaptırımdır. Bakanlık, bunu inceler de, onların yanına bir de veteriner koyarsa, bu hayvan işinde biraz mesafe alırız.

Tabiî, bizim bıraktığımız yüzde 50 gübre sübvansiyonu var. 5 milyon ton gübrenin 2,5 milyon tonu çiftçiye bedava verildi. Bu, şimdi yüzde 25'e indi. Ondan sonra, bıraktığımız "100 çarpı 2" ve "kooperatiflere hayvancılık" projeleri var. Hayvan Soykütüğü Kanununu biz çıkardık. Ondan sonra, hayvan yetiştirici birlikleri var. Bugün, Avrupa'dan hayvan ithal ediyorduk. İşte, bizim şartlarımıza uymuyordu.

Zamanım az olduğu için şunu söylemek istiyorum: Artık, Türkiye'de, tarımın da bir hedefi olmalıdır. Eğer, tarım, bu hedeflere ulaşamazsa, inanın ki, 30 milyon insan, Türkiye'de mülteci durumuna düşecektir. Siz, nasıl, Irak'tan gelen insanlara baktıysanız, depremzedelere bakıyorsak, bu Türk çiftçisi de size mülteci olur; köyünü, kentini terk eder. İnanın buna, ben, altı aydır, Iğdır'dan tut, Nevşehir'e kadar, İzmir'e kadar tek tek konuştum bu insanlarla. Yani, bu insanların fazla bir şey istediği yok. Bu insanların traktörü satılmasın, işte, tarlasını eksin, diksin, üstünden geçinsin. Bu, bir sosyal devlet anlayışıdır. Bu sosyal devlet anlayışını, bu Büyük Millet Meclisinde... Tabiî, Türk çiftçisi bir de şunu öğrenecektir: Bugün, Türk çiftçisi, pazara gittiği zaman, dana seçerken inanın ki, aldanmıyor, kuyruğuna bakıyor, dişine bakıyor; onda, çünkü, 2 kilo et, 2 kilo süt marjı var. Ne zaman, kendi insanını da seçecek, o zaman, kendisi demokrasiyi de kullanacak, hakkını da alacak.

Hepinize saygılar sunarım. (ANAP, FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bulut.

İkinci konuşmacı, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Mehmet Güneş; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA MEHMET GÜNEŞ (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının 2000 yılı bütçesi üzerinde söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye, seksen yıllık geçmişinin hemen her aşamasında, gelişmenin, kalkınmanın öncüsü olarak sanayileşmeyi gördü. Sanayileşme, işsize iş, köylüye pazar, gençliğe daha iyi gelecek olarak görüldü. Diğer sektörlerde faaliyet göstermek, etkinlik kurmak, sanayide güçlenmek içindir. Özetle, her şeyin odağında sanayi var.

Sayın milletvekilleri, ülkemizde sanayileşme çabalarının hızlandığı 1960'lı yılların sonlarında Türkiye, millî gelirinin yüzde 18'ini sanayiden elde ediyordu. 1980'de sanayiin millî gelirdeki payı yüzde 20 idi. 1998 yılında ise, sadece yüzde 24. Yani, 18 yılda 4 puanlık bir artış var.

Oysa, Türkiye gibi gelişmekte olan bazı ülkelerde, Dünya Bankası verilerine göre, durum şöyledir: Tayland'da 1980'de yüzde 22 olan sanayiin payı, 1987'de yüzde 29'ları bulmuştur. Malezya'da, aynı sürede, yüzde 21'den yüzde 34'e çıkmıştır. Endonezya'da yüzde 13'ten yüzde 25'e çıkmıştır. Mısır bu sürede, sanayi payını yüzde 12'den yüzde 25'lere çıkarmıştır.

Devletin finansal kriz sonucu ve yüksek enflasyon karşısında, korunmak için, daha vahim bir manzara ortaya çıktı. Eldeki birikimini devlete borç vererek, onun cazip reel faizinden faydalanmak hastalığı, toplumun tüm para sahibi kesimlerine, bu arada sanayicilerine de hâkim oldu. İstanbul Sanayi Odasının araştırmasının da ortaya koyduğu gibi, birçok sanayi kuruluşu, şirket, fonlarını repo, bono gibi araçlara yatırıp, yeni yatırımlar yerine, oradan gelen faiz gelirleriyle sanayi zararını telafi etme yöntemlerine başvurmuştur.

1998'de 500 büyük sanayi firmasının, gelirinin yüzde 88'ini faizden elde ettiklerini, ISO'nun yayınladığı verilerden anlıyoruz. Dolayısıyla, tam anlamıyla, sanayi, faize teslim olmuştur diyebiliriz.

Değerli milletvekilleri, gelişmiş bütün Batı ülkelerinde sanayi bakanlıkları, sanayi ve ekonomiye yön verecek yetkilerle donatılmıştır. Buna karşın, ülkemizde, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Batı toplumlarındaki yetkilerden uzak kalmıştır. Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızın, gelişmiş Batı ülkelerindeki sanayi bakanlıklarının sahip olduğu yetkilerle donatılmasında büyük ihtiyaç vardır.

Sanayi Bakanlığının görevi, küçük sanayi ve organize sanayi inşaatlarını ihale edip, onların kontrollük görevini yapmak değildir. İnşaatları kontrol etmek Bayındırlık ve İskân Bakanlığının görevidir. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, dünyadaki gelişmeleri izleyen ve sanayicisine yol gösteren bir kurum haline gelmelidir.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığının hizmet alanı oldukça geniştir. Toplumun hemen tüm kesimlerine hizmet vermektedir; sanayici, esnaf, sanatkâr, tüccar, çiftçi ve tüketicilerle yakından ilgilidir. Kooperatif, şirket, odalar ve borsalara çok yönlü hizmetler sunmaktadır. Buna karşılık, bakanlığa bütçeden ayrılan pay oldukça yetersizdir. 62 trilyon lira gibi yetersiz bir bütçeyle, bu Bakanlık ne sanayii gelişterebilir ne de ticareti yönlendirebilir. Üzülerek belirteyim ki, Sanayi ve Ticaret Bakanlığına ayrılan bu bütçe, 2000 yılında, Türkiye'nin 1 günde faize ödediği rakamla eşdeğerdir. Bu, vahim bir tablodur. Bakanlığın 2000 yılı yatırım programı için talep ettiği meblağın sadece dörtte biri verilmiştir; yani, yaklaşık 128 trilyon lira talebe karşılık verilen ödenek 37 trilyon lira civarındadır.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızın, bu ödenekle ciddî bir yatırım programı uygulaması mümkün değildir. Bu bütçeyle, dünya piyasalarına entegre olma ve Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde, dışa açık, rekabet gücü yüksek ve ihracata dönük bir sanayileşme anlayışını harekete geçirmek mümkün olamaz. Dünyayla yarışacak dinamiklere sahip olmayan ülkelerin sanayi ve teknolojide ilerleme kaydetmesi düşünülemez.

Değerli milletvekilleri, 2000 yılında sanayiin, girişimci, küçük ve orta ölçekli sanayi kesiminden oluşacağı kabul edilmelidir. Bu çerçevede, somut politikalar mutlaka oluşturulmalıdır. KOBİ'lerin, ülkemiz sanayiinin gelişmesinde önemli katkıları ve yeri vardır. KOBİ'ler, geçmişte olduğu gibi bugün de önemli sorunları yaşamaktadır.

KOBİ'lerin desteklenmesinde kullanılan en önemli araçlardan birisi de organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitesi projeleridir. Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızca yürütülen bu çalışmalar kapsamında, 1999 yılı yatırım programında, 208 adet organize sanayi bölgesi ve 222 adet küçük sanayi sitesi projesi yer almaktadır. Temennimiz, bu projelerin aksamadan sürdürülebilmesidir.

Sanayi Bakanlığımızın, özellikle, deprem bölgesinde, halen yapımı devam eden ve mevcut organize sanayi bölgeleri ile küçük sanayi sitelerinden hasar görenlerin zararlarının telafisi için çalışmalar yürütmesinden; ayrıca, Sanayi Bakanlığımızın, organize sanayi bölgeleri ile küçük sanayi sitelerinin zamanında ödeyemedikleri kredi borçlarıyla ilgili temerrüt faizi uygulamasını 30 Haziran 2000 tarihine kadar ertelemiş olmasından dolayı memnuniyet duyuyorum, ayrıca da teşekkür ediyorum.

Bu uygulamadan, finansman sıkıntısı içinde bulunan 29 adet organize sanayi bölgesi ile 16 adet küçük sanayi sitesi yararlanmaktadır. Bu kararlarla, organize sanayi bölgelerine 1,3 trilyonluk, küçük sanayi sitelerine ise 69 milyarlık finansman kolaylığı sağlanmıştır.

Değerli milletvekilleri, gerek küçük sanayi siteleri ve gerekse organize sanayi bölgeleri yapımına, maalesef, yeterince ödenek sağlanamamıştır. Bu da, inşaatların uzun yıllar sürmesine neden olmuştur. Yıllara sari olan inşaatlarda, yeni birim fiyatlarının ve fiyat farklarının oluşmasından dolayı yüksek maliyetler ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayıdır ki, küçük esnaf ve organize sanayi esnafı mağdur olmaktadır.

Örneğin, Şanlıurfa Evren Küçük Sanayi Sitesi inşaatı 1985 yılında başlamıştır. 2000 yılına geldiğimiz halde, inşaatı yüzde 75'ler seviyesindedir. 2000 yılında eskalasyon katsayısını 1 634 olarak kabul edersek, 1985 yılında 1 000 000 lira, bugünkü değerle 1 634 000 000 lira olmuştur; yani, onbeş yıl içerisinde 1 634 kat artmış demektir. Bu da esnafımızı ve sanatkârımızı ortaklığa bin pişman hale getirmiştir.

Bunun telafisi için, bitme seviyesine gelmiş küçük sanayi sitelerine öncelik verilerek, acilen bitirilmesi gerekenlere yardımcı olunmalıdır.

KOBİ'ler, ülke ekonomisinde, sayı ve satmadeğer açısından önemli yer tutmaktadır. Buna karşın, teşvik ve kredilerden hak ettikleri payı alamamaktadırlar. Yapılan araştırmalara göre, ülkemizde, üretimin yüzde 48'ini, toplam katmadeğerin yüzde 37'sini KOBİ'ler sağlamaktadır. Yatırım içerisindeki payları ise, yüzde 26,5'tir. Bütün bunlara karşılık, KOBİ'lerin krediden aldıkları paylar ise, maalesef, yüzde 5'ler seviyesindedir.

Değerli milletvekilleri, KOBİ'lere verilen kredilerin bölgeler arasında dağılımında da çok adil davranıldığı söylenemez. Örneğin, Marmara Bölgesinde yüzde 29, İç Anadolu Bölgesinde yüzde 20, Ege Bölgesinde yüzde 12, Karadeniz Bölgesinde yüzde 11, Akdeniz Bölgesinde yüzde 9, Doğu Anadolu Bölgesinde yüzde 9 ve GAP'ın bulunduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ise yüzde 6'dır. Devlet erkânı, hep Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun teşvikinden bahsedip durur; ama, görüyoruz ki, verilen teşviklerde, bu bölgeler hep sonuncu olmuştur. Bu da, kredilerin ve teşviklerin bölgeler arası dağılımında adil davranılmadığının bir kanıtıdır.

Ayrıca, teşvik ve kredilerin belli bölgelerde yoğunlaştırılmış olması, sanayiin de o yörelerde odaklanmasına neden olmaktadır. Orada istihdam imkânı bulunduğu için de, dışarıdan göç almaktadır. Halbuki, yaygın bir kalkınma ve yaygın bir sanayileşme politikası uygulanırsa, teşvik ve kredilerin dağılımında adil davranılırsa, herkes kendi bölgesinde ikamet edecek, belli bölgelere göç de engellenmiş olacaktır.

Sanayimizin gelişmesinde ucuz kredinin önemli rol oynadığı muhakkaktır. Bu konuda, esnaf ve sanatkârlara öncelik verilmesi kanaatindeyim.

Ülkemizde, yaklaşık 5 milyona yakın esnaf ve küçük sanatkâr vardır. Her birisinin asgarî üç kişi çalıştırdığı düşünülürse, yaklaşık 15 milyon insana bu kuruluşlardan iş imkânı sağlanmaktadır. Dolayısıyla, bu kesimin öncelikle desteklenmesine büyük ihtiyaç vardır.

Değerli milletvekilleri, ülke ekonomisinde önemli bir yeri olan tarım satış kooperatifleri birliklerine, üzülerek belirteyim ki, yıllardan beri gerekli ilgi gösterilmemiştir. Bu birlikler, hantal durumdan bir an evvel kurtarılmalıdır. İdarî ve malî yapılarında yeniden yapılandırılmaya gidilmelidir. Sanayi Bakanlığımızın bu yönde bir çalışma içerisinde olduğunu biliyoruz. Bu çalışmalarda, mutlaka ortakların fikirlerinden faydalanılmasında yarar görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz sanayiinde büyük yeri olan pamuk üreticileri de zor bir yıl yaşamaktadır. Pamuk üreticilerine bugün ödenen fiyatlar şöyledir: Ege'de 230 000, Çukurova'da 205 000, GAP Bölgesinde 215 000, Antalya Bölgesinde 230 000 lira seviyesindedir. Bu fiyatlar, geçen yılın fiyatlarıyla hemen hemen aynıdır; bu, pamuk üreticisini oldukça zor duruma sokmuştur. Bu taban fiyatlar, bugün Türk pamuğunun rekabet ettiği Yunanistan'ın, pamuk üreticisine verdiği prim tutarı seviyesindedir.

Yunanistan, Avrupa Birliğinden aldığı desteklerle pamuk üreticisine 45 sent civarında teşvik primi ödemektedir. Ülkemizde ise kilogram başına 10 sent ödenmektedir. Devlet bu desteklemeyi çiftçisine verinceye kadar da, tabiri caizse, çiftçinin anasından emdiği sütü burnundan getirmektedir.

Seçim bölgem olan Şanlıurfa'da, 2000 yılına girmemize rağmen, halen 1998 yılı destekleme primi çözüme kavuşmamıştır. Çiftçi, tarlasını, traktörünü banka ve tefecilere teslim etmiştir. 1999 yılı pamuk destekleme priminin miktarı ve Türkiye genelinde ne kadar olacağı ve ne zaman ödeneceği halen belli değildir. Bu, son derece üzücü bir tablodur.

Pamuk üreticisini zor durumdan, arazilerini ve traktörlerini tefecilerin elinden kurtarmak istiyorsak, pamuk destekleme fiyatlarında yeni bir düzenlemeye gitmek durumundayız. En az 20 cent civarında pamuk destekleme primi ödenmesi gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, bizlerin milletvekilleri olarak bu renkli tablolarla, övünç dolu hesaplarla halkın karşısına çıkmamız çok acıdır. Çünkü, artık esnaf, tüccar, sanayici, toplum örgütlerinde ve hatta kahvehanelerde bile bu hesaplar yapılmaktadır. Yani ülke çok ciddî bir şekilde iç ve dış borç ve bu borçların faizi altında ezilmektedir. Bu eziklik içindir ki, çiftçisinin primini, işçi ve memurunun geçim endekslerini, büyük ve küçük sanayicisinin ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumdadır.

Bu Meclis, iktidarı ve muhalefetiyle, bu durumun, elbette farkındadır. Gidenden hesap sorulmaz; ama, gelecekten hesap sormaya çalışmalıyız. Şimdi, tam zamanıdır, iktidar ve muhalefet, birbirini gereksiz suçlayarak bir yere varamayacağını bilmelidir. Fikir ve görüşlere saygılı olup, inatlaşmayı bir tarafa bırakıp 21 inci Yüzyılda faiz ödeyen bir toplum değil, yatırım yapan, işsizine iş bulan, ülkesinin gururla refah seviyesini yükselten bir toplum olarak ülkemizi geleceğe teslim etmeliyiz.

Zihinlerde bir mukayese olsun diye açıklık getirmek zorundayım; barajlar, elektrik ve sulama projeleri gerçekleştiren Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün 2000 yılı yatırım bütçesi, devletin ödediği 12 günlük faize eşdeğerdir. Bu çok acıdır, bu hakikat hal de memlekette hakkın halka verilmediğidir.

Aklın yolu birdir. Gelin, iktidar ve muhalefet olarak, parti çıkarlarını bir tarafa bırakıp, bu dönem millet ve devlet çıkarını önplana çıkaralım, mutlaka ve mutlaka, borç ve faiz batağından, bu güzelim ülkeyi kurtarıp, içbarışı ve kardeşliği geliştirelim.

2000 yılı Sanayi Bakanlığı bütçesi hayırlı ve uğurlu olsun.

Beni dinleme lütfunda bulunduğunuz için Yüce Heyetinize ve Başkanlığıma saygılarımı sunarım.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Güneş.

Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Şahısları adına, lehinde olmak üzere, Diyarbakır Milletvekili Osman Aslan; buyurun.

Süreniz 10 dakika efendim.

OSMAN ASLAN (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçeleriyle ilgili görüşlerimi ifade etmek üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum; görüşlerimi ifade etmeden önce, Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında bizleri izlemekte olan aziz vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, bütçeyi enine boyuna incelediğimizde, bu bütçenin elle tutulur bir tarafı olmamakla birlikte lehte söz almama rağmen, aleyhte konuşma mecburiyetinde olacağımı ifade ederek cümlelerime girmek istiyorum.

Esasen, bu bütçe üzerinde konuşmaya ve tartışmaya değer bir husus bulunmamakla beraber, İçtüzük ve ilgili mevzuat gereği, bir prosedürü yerine getiriyoruz; çünkü, önümüze getirilen bütçe, tamamen IMF kaynaklı bir iflas bütçesidir. Gerek genel bütçeye ve gerekse bakanlıklar ve bağlı birimlerin bütçelerine baktığımızda, ayrılan payların yüzde 60-70'i personel giderlerine, yüzde 20-30 kadarı transfer harcamalarına; yani, borç ve faizlere, geri kalan ortalama yüzde 10'luk bölümü de yatırımlara gitmektedir. Bu cüzi miktarı da, yıl içerisinde enflasyon alıp götürmektedir. Dolayısıyla sıfır yatırımlı bu bütçenin, üzerinde durulmaya değer bir tarafı da yoktur.

Benim üzerinde durmak istediğim husus, teslimiyetçi ve tutarsız bir politika izleyerek, işçinin, köylünün, esnaf ve memurun bütçesinde onulmaz yaralar açan bu hükümetin yanlış gidişatıdır.

Zamanım çok kısıtlı olduğu için, çok önemli iki hususu dile getirmekle yetinmek istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bilindiği gibi, nüfusumuzun yaklaşık yüzde 40'ı tarımla uğraşmaktadır ve tarım sektörümüz, sübvansiyonlarla desteklenmektedir. Hükümetin IMF'yle yaptığı son anlaşmaya göre, tarımsal sübvansiyonlar kademeli olarak kaldırılacak ve gelir ödeme sistemine geçilecektir. Örneğin, serbest dünya piyasasında buğday fiyatı 100 dolar, Türkiye piyasasında 130 dolar olarak gerçekleşmişse, hükümet, iki fiyat arasındaki fark olan 30 doları çiftçiye ödeyecek ve kaderiyle başbaşa bırakacaktır. Hiçbir altyapısı hazırlanmadan böyle bir sisteme geçilmesi, Türk çiftçisinin topyekûn imhası demektir.

Diğer bir husus ise, bilindiği üzere, GAP, entegre bir bölgesel kalkınma projesi olarak tasarlanmıştı. Bu proje, genelde Türkiye'nin, özelde bölgenin umudu haline gelmişti; bölgenin makûs talihini yenmede ve geri kalmışlık kısır döngüsünden kurtulmada bir umut ışığıydı. Oysa, GAP'ın enerji ağırlıklı bir projeye dönüştüğünü, projenin, bölge halkının daha çok faydalanacağı kısım olan sulama boyutunun ise ihmal edildiğini müşahede etmekteyiz.

Bununla birlikte, doğu ve güneydoğu bölgeleri illeri, cumhuriyet rejiminin bütün planlı dönemlerinde ve sonrasında, kalkınmada birinci derecede öncelikli yöreler kapsamında yer almış; ama, bundan, bir türlü nasibini alamamıştır. Bununla birlikte, çeşitli hükümetler döneminde ek kalkınma tedbirleri gündeme getirilmiş, kaynağı belli olmayan vaatler verilmiştir. Nihayetinde, Refahyol hükümetinden sonra ülke yönetimini elinde bulunduran politikacılar, sayıları 8 veya 10'u bulan ekonomik kalkınma paketlerini bölge halkına sunmuşlardır; ancak, verilen paketlerin tamamı boş çıkmıştır. Âdeta, muzip, şaka paketine dönüşen bu paketlerden usanan bölge halkı giderek ümitsizliğe sürüklenmiş, ülke yöneticilerine daha çok güvensizlik duymaya başlamışlardır. Bu güvensizliğin ve tepkinin sonucu olarak, bölgenin yerel yönetimlerini ezici bir çoğunlukla HADEP kazanmıştır. Yıllarca uygulanagelen ve günümüzde de henüz somut anlamda bir çözüm üretilemeyen sorunlar yumağı, çığ felaketine dönüşme noktasına ulaşmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; liberalizmin yeni bir versiyonu olan yeni dünya düzeninde, devletlerin üç temel ana görevi vardır: Bunlar yönetim, adalet ve savunmadır. Bu görevler dışında kalan bütün faaliyet alanları özel sektöre devredilmelidir. Bu anlayışın bir sonucu olarak 1980'li yıllarda ivme kazanan özelleştirme operasyonları, bütün dünyada bir çırpıda bitirildiği halde, Türkiye yirmi yıldır bu konuyla boğuşmaktadır. Değişen dünya şartlarına uyum sağlamada hep geri kalmaktayız ve hazırlıksız yakalanmaktayız.

1960-1980 yılları arası planlı dönemde ve 1980 sonrası serbest piyasa şartlarında, sanayi sektörünü, dünya ve Avrupa sanayiiyle uyumlu hale getiremeyen, özelleştirmeyi tamamlayamayan Türkiye, şimdi de, nüfusun yüzde 40'ını bünyesinde barındıran tarım sektörünü, stand-by anlaşmasıyla, gelir ödeme sistemiyle, intihara sürüklemektedir.

Bu hükümet yanlış yoldadır. Toplum ve ekonomik hayatımızda onarılması imkânsız yaralar açmaktadır. Hükümet, titreyip kendine gelmediği takdirde, millet, bu hükümeti ve mensuplarını, meydanlardan ve sokaklardan kovacaktır.

Her gün, vatandaşın, bütçesi dinamitlenmektedir; ek vergilerle, zam, zulüm ve işkenceyle cebine el uzatılmaktadır. Hesabını ve kitabını şaşıran toplumda, aile içi geçimsizlikler, cinnet geçirmeler, intiharlar, boşanmalar, satanizm ve uyuşturucu kullanımı gibi sapkınlıklar hızla artmaktadır.

Hükümet, hürriyetleri kısıtlayıcı yasalarla, sivil takip kurullarıyla, yandaş kayırma politikalarıyla, vatandaşın gözünden her gün biraz daha düşmektedir. Vatandaşımız ve aziz milletimiz, günü geldiğinde -bütün bu sıkıntıları pahasına- birbirleriyle bağlanmış, sırtları birbirine dönük bu koalisyon hükümetini, denize dökercesine, sandıkta boğacaktır. (MHP sıralarından "vay be!" sesleri)

OSMAN ASLAN (Devamla) – Sıranız gelince, gelir konuşursunuz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen hatibin sözüne müdahale etmeyelim.

VAHİT KAYRICI (Çorum) – Arkadaşımız lehinde söz aldı da Sayın Başkanım...

OSMAN ASLAN (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hazır, sayın bakanlarımla bir arada bulunmuşken...

BAŞKAN – Sayın Aslan, size 1 dakika eksüre veriyorum; lütfen toparlayınız.

OSMAN ASLAN (Devamla) – Şimdi, kendilerini çok güzel, çok icracı hükümet konumunda gören hükümetten bir soru sormak istiyorum: Tarlada, bağda, bahçede, yaz kış demeden, sıcakta, soğukta, çamurda, bataklıkta, ekimde, çapada, yağmur altında, güneş altında, gece gündüz demeden çalışıp, alınteriyle çoluk çocuğunun rızkı için oyalanan, elleri ayakları nasırlaşan, güneşte, soğukta kavrulan tüm işçisine, her gün ek vergiyle, mazota ve benzine yaptıkları zamlar dışında, müjdeleyici bir mesajları olacak mı?

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime son verirken, 2000 yılı bütçemizin, ülkemize, milletimize, Tarım Bakanlığımız ve bağlı kuruluşlarına hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Aslan.

Sayın milletvekilleri, özellikle iktidarı oluşturan grupların milletvekilleri, muhalefet sözcülerine tahammül göstersinler. Dökebilirler...

VAHİT KAYRICI (Çorum) – Sayın Başkan, lehinde söz almıştı...

BAŞKAN – Lehinde de olsa, denize dökülmek güzel...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Doğruları söylesinler, biz bir şey demiyoruz.

BAŞKAN – Bir şey olmaz, bir şey olmaz.. Alışırız... Her şeye alışacağız.

Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp; buyurun. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 15 dakika efendim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, yeni bir malî yılın hazırlık çalışmalarının tamamlanması anlamına gelen bütçe görüşmelerinde, Bakanlığımın bütçesinin görüşülmesi sırasında, grupları adına ve şahısları adına söz alarak, Türk tarımının, çiftçisinin, tarıma dayalı sanayilerin içinde bulunduğu sorunları sıralayıp, çözüm önerileri getiren tüm konuşmacılara teşekkür ediyorum.

Aslında, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı görevine başladığım 29 Mayıstan bugüne kadar geçen yedi aylık bir devrenin de değerlendirmesini yapmak isterim; ancak, bu süre içerisinde, önemli gördüğüm bazı hususları müsaadelerinizle sizlere arz etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, toplumsal gelişmenin ve serbest piyasa ekonomisinin, belli şartlar altında ve belirli özelliklerle dünyanın ileri ülkeleri arasında mücadeleleri sürerken, nüfusun daha hızlı arttığı, büyük göç dalgalanmalarına muhatap olan kırsal alanlar ile kentler arasındaki yaşam kalitesi farkını azaltmaya, kırsal istihdamı geliştirmeye, tarımsal üretimi bir ekonomik tercih olarak benimsetmeye, toplumun gıda talebini karşılamaya, tarımsal sanayiin ihtiyaç duyduğu miktar ve vasıflarda tarımsal hammaddeyi üretmeye, sürekli katmadeğer elde edebilen ürünlerle parasal kaynaklar yaratmaya ve gelecek yüzyılda dünyanın en stratejik maddesi olacak gıdayı üretmeye yönelik sorumluluklarıyla, tarım sektörünün önemi hepimizce çok iyi bilinmektedir. Tarım sektörünün bu önemine karşın, kendine özgü, bilinen ve belirli üretim faktörleri dışındaki hususların da etkisiyle, fiyat stabilitesini ortadan kaldırmak da çiftçi gelirlerinde istikrarı yok etmektedir.

Bugün, yüzde 90'dan fazlası entegre olmaktan uzak, parçalanmış ve genel özelliği küçük olan aile işletmeciliği halindeki ve eğitime katılma oranının da hayli düşük olduğu şartlarda yürütülen Türk tarımında, bu yapısal hususiyetler sebebiyle, eğitimin, yetersiz işgücünün, üretim artışı sağlayacak yeni teknolojileri ve modern metotları kullanamaması, yüksek verim rakamlarıyla çalışmaya mani bulunmaktadır.

Pek çok konuşmacımızın dile getirdiği gibi, Medenî Kanunun mirasla ilgili hükümleri için değişiklik önerilerimizde de belirttiğimiz hususlar ve biraz sonra değineceğim tarımsal reform paketi içerisinde, kamuoyunun "toprak yasası" diye bildiği arazi kullanımı ve toprak koruma kanununun çerçevesinin bir an önce çıkarılması ve Tarım Reformu Genel Müdürlüğü ile Devlet Bakanlığına bağlı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün toprak ve sulamayla ilgili hizmetlerinin birleştirilerek yeni bir genel müdürlük oluşturularak, bugün, toprak, gübre, su konusundaki kargaşanın bir an önce giderilmesi gerekmektedir.

Tarım politikalarının klasik hedeflerinden olan tarım gelirlerinin belli bir asgarî geçim seviyesinin altına inmesini engelleme düşüncesini tahakkuk ettirmek için, çiftçileri daha verimli çalışmaya zorlayacak ve onları, ekonomik anlamda optimal arazilerde üretime yöneltecek bir yasal uygulamanın bugüne kadar gecikmiş olması, ülke adına büyük bir talihsizliktir diye düşünüyorum.

Beş yıllık kalkınma planı çalışmalarında pek de değişikliğe uğramadan tekrarlanan yeterli gıda seviyesini sağlama ve tüketiciye makul fiyatlardan gıda temin edilmesi, üretim ve verimi artırırken, üretimin menfî hava şartlarından daha az etkilenmesinin sağlanması, tarımda çalışanlara yeterli ve düzenli bir gelir temini, tarım ürünleri ihraç imkânlarının geliştirilmesi, kırsal alanların kalkınma ve kendine yeterlilik oranlarının yükseltilmesi gibi temel amaçlara, bir seri yetkili kurumla, genellikle karmaşık bir sistem içerisinde -ki, araç, gereç, insan, kaynak, para ve zaman israfıyla- yıllarca ulaşılmaya çalışılmıştır.

Tarım reformu paketinde yer alan ve pek yakında Bakanlar Kurulumuza arz edilecek ve buradan da, Yüce Meclisimize ulaşacak olan tarım hizmetlerinin yeniden düzenlenmesi hakkındaki kanun içerisinde mühim bir yeri olan bakanlıklararası işbirliği zeminini oluşturacak tarımsal destekleme ve yönlendirme kurulunun bir an önce oluşması mecburiyeti vardır; bunu pek çok konuşmacı dile getirmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2000 yılına girerken hedef nedir? 2000 yılına girerken, Türk tarımına hizmet eden kuruluş olarak hedefimiz şudur: Birincisi, çiftçilere istikrarlı gelir sağlayarak refah düzeylerinin yükseltilmesidir. İkincisi, Avrupa Birliği ve diğer rakip ülkelerle rekabet imkânlarının yükseltilmesidir. Tarım sektörünün millî gelire katkısının artırılması, tarımsal üretimde kalite, çeşitlilik, devamlılık ve standarda dayalı üretimin gerçekleştirilmesi, tarım ürünleri dışticaretinin artırılması, stratejik ürünlerde üretim arzının garanti altına alınması, gıda güvenliği ve emniyetinin sağlanması, doğal kaynakların korunması ve sürdürülebilirlik esasları çerçevesinde yaşanılabilir bir çevrenin oluşturulması ve ekolojik dengenin gelecek nesillere sağlıklı olarak aktarılması, bilgi ve teknolojinin üretilip yaygınlaşabildiği bir ortamın sağlanması Bakanlığın temel hedefleri arasındadır. Bu hedeflere ulaşırken de, öncelikle verimlilik, sürdürülebilirlik, katılımcılık, örgütlülük ve saydamlık ilkeleri geçerli kılınarak, tarım sektöründe yapının, çok sayıdaki küçük işletmelerden entansif faaliyetlere doğru yönlendirilmesi esas alınacaktır. Temel budur.

Grupları ve şahısları adına söz alan çok değerli milletvekillerimizin üzerinde durduğu konulara baktığımızda görüyoruz ki, genelde, problemde ve çözüm yollarında çoğunlukla birleşiyoruz. O halde, yıllarca konuşulan bu problemlerin çözümü için, cesaretle uygulamaya başlanılmasıdır. Bugün tarımın dibe vuran bir görüntü sergilediği, konuşmacılar tarafından dile getirilmiştir. Tarım sektörünün bu hale, bugüne gelişinde 57 nci cumhuriyet hükümetinin ne derece katkısının olduğunu, ben, sizin takdirlerinize arz ediyorum.

Özellikle -unutulan bir diğer önemli nokta ise- tarım sektörünün, sadece üreten değil, üretimden işlemeye, işlemeden pazarlamaya kadar bütünlük arz eden bir sektör olduğunu gözardı etmememiz gereklidir. Önemli bir husus da, günübirlik kararlarla tarımın sorunlarının uzun yıllardır çözülemediği gerçeğinin, bir kez daha, Yüce Mecliste sözlü olarak belirtilmesinde yarar görüyorum.

Biz, görevde bulunduğumuz yedi ay içerisinde hangi icraatları yaptık? Bu tenkit edilen konularda başardığımız noktalar nelerdir? Hangi projelere başladık; onları sırf maddeler halinde belirtmek istiyorum.

Öncelikle ele aldığımız ilk konu, tüm konuşmacıların da belirttiği gibi, tarımda yeniden yapılanma programını ve yıllarca konuşulan, gazetelerde köşe yazarlarına konu olan "tarım reformu" diye yazılan çizilen, ama, bir tarım reformu projesi hazırlanmamış olan bu projeyi hazırladık ve geçen hafta da Bakanlar Kurulumuzun bilgisine arz ettik.

Yine, bu proje içerisinde, tarımda yeniden yapılanma programı içerisinde, özellikle tarımsal destekleme ve yönlendirme kurulunun oluşturulmasına hız veriyoruz. Geçen hafta çıkan bir kararnameyle, tarımda destekleme ve yönlendirmenin, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Müsteşarının başkanlığındaki, ilgili bakanlıklardan ve kuruluşlardan müsteşar veya genel müdür düzeyindeki kişilerin katılacakları bir kurulla yönlendirilmesine karar verilmiştir; ki, bu, tarımdaki pek çok dağınıklığın ve desteklemelerdeki hepimizin tenkit ettiği hataların önüne geçebilecek bir kuruldur.

Yine, tarımsal veri tabanı çalışmasını başlattık.

Tarımsal üretici organizasyonlarının geliştirilmesi çalışmalarını tamamlamak üzereyiz. Bunun üzerinde yıllarca çalışılmıştı; emeği olan herkese teşekkür ediyorum.

Üreticilerin örgütlenmesi ve organizasyonları yönündeki kanun, tarım çerçeve kanunu içerisinde hükümetimize arz edilmiştir; ümit ediyorum ki, yakında, Genel Kurulun huzuruna gelecektir.

Tarım ürünlerinin sigortalanması ve desteklenmesiyle ilgili kanunun hazırlanması, direkt olarak Bakanlığımızın görevinde değildir; ancak, bu konuda da, kanun tasarısı bizim tarafımızdan hazırlanmış; görüşlerimiz, Hazine Müsteşarlığının bu konuyla ilgili birimine ulaştırılmıştır.

Tarım topraklarının korunması ve tarımsal arazilerin parçalanmasının önlenmesi hususunda -bu, yıllarca kanayan bir yaradır- müsaade ederseniz, şunu sormak istiyorum: Niçin 2000 yılına geldiğimiz bugünlerde bu yasa hazırlanmamış ve Yüce Meclise getirilmemiştir? Biz, bunu da, bu yasayı da hazırladık ve yine, bu, tarım çerçeve kanunu içerisinde, Yüce Meclise en kısa zamanda arz edilecektir.

Ürün planlaması, ürün desen çalışmaları, göreve geldiğimiz ilk günde ele aldığımız konulardan biridir. Özellikle bazı konuşmacıların da belirttiği gibi, bugün, patates tarlada kalıyor, soğan tarlada kalıyor; bazı ürünlerde stoka üretim var, bazı ürünlerde ise, maalesef, net ithalatçı durumundayız; mısırda olduğu gibi, yağlı tohumlu ürünlerde olduğu gibi. Birkaç kez bu kürsüde söyledim, bugünkü hayvan varlığı üzerinden dahi gitsek, 15 milyon ton kaliteli kaba yem açığı var. İşte, bunu da, biz... Özellikle ürünlerin fiyatlarının bir yıl önceden açıklanabilmesi ve ürünlerde, buğdayı esas alarak bir parite uygulanması konusundaki projemiz, Bakanlar Kurulunda birkaç kere tartışılmıştır; Tarım ve Köyişleri Bakanlığının hazırladığı bu proje konusunda herhalde bir uzlaşmaya varılacaktır.

Özellikle tarım ve sanayii entegre etme çalışmalarımıza hız veriyoruz. Sayın Musa Demirci'nin de, haklı olarak, altını çizerek belirttiği gibi, özel sektörü tarımsal alana yatırım yapacak cazibe merkezleri oluşturmaya çalışıyoruz. Yine, Tarım Bakanlığına bağlı olan üretme istasyonlarını, TİGEM devlet üretme çiftliğine bağlı olan 38 tane çiftliği, özel sektörle beraber, ortak veya diğer yapılacak protokollerle birlikte çalıştırabilme; devletin kendi imkânları, bilgi birikimi ile özel sektörün dinamizmini ve finansını birleştirerek çalıştırma konusundaki kararımız da, YPK kararı da çıkmıştır.

Özelikle, şimdiye kadar tarıma bazı destekler verilmiş; ancak, tarıma verilen desteklerin köylüye etkin bir şekilde ulaşamadığı konusunda hemfikiriz. Bu nedenle, biz, yeni destekleme sistemlerinin, Amerika Birleşik Devletlerinde uygulanan, özellikle, Avrupa Birliğinde uygulanan destekleme sistemlerinin kendi bünyemize uyumunu sağlamaya çalışıyoruz. Bugün, Avrupa Birliğinin 1998 bütçesi -yine, Sayın Demirci'nin belirttiği gibi- 81 milyar ECU'dür. 81 milyar ECU'lük bütçenin 45 milyarı tarım desteklerine ayrılmaktadır; yani, bütçenin yüzde 55'i tarım desteklerine ayrılmaktadır. Avrupa Birliğinin ilk kurulduğu yıllarda ise, bu destekleme oranı yüzde 80-85 civarındaydı. Türkiye'de bazı kesim zannediyor ki, Avrupa Birliğinde tarım desteklenmiyor.

BAŞKAN – Sayın Bakanım, size 2 dakika eksüre veriyorum, lütfen toparlayınız.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Avrupa Birliğinde en fazla desteklenen tarımdır ve özellikle kuruluş yıllarında verdikleri yüzde 80 desteği, ancak, içinde bulunduğumuz yıllarda -tarımlarını geliştirdikten sonra- yüzde 55 seviyesine indirdiler. Avrupa Birliğine adaylığımızın kabul olunduğu bugünlerde, biz, 57 nci cumhuriyet hükümeti ve o hükümet içerisinde de özellikle üreticinin, köylünün sorunlarıyla birinci derecede sorumlu olan bakan olarak, katî suretle, teslimiyetçi yaklaşımla yaklaşmayacağımızı herkesin bilmesi için, özellikle burada arz ediyorum. Avrupa Birliğindeki kurallar neyse, Avrupa Birliğinde hangi sistemi uyguluyorlarsa, biz, o sistemi, ancak, kendimize uyacak noktalarda uygulamaya çalışacağız.

Şimdi, bakıyorum, bu desteklerden Hazine memnun değil, Maliye memnun değil, çiftçi hiç memnun değil; ama, bu destekler verilmiş. Nereye gitmiş; çiftçinin eline ulaşamamış, Sayın Bulut'un ve diğer konuşmacıların da belirttiği gibi, belirli menfaat gruplarının eline ulaşmış. Bu nedenle, bizim, özellikle, doğrudan gelir desteğine ve prim diye isimlendirdiğimiz -ancak, lütfen, bundan sonra, bunu, prim diye isimlendirmeyelim; telafi edici ödemelerle diye isimlendirmemiz daha doğrudur- telafi edici ödemelerle yeni bir destekleme sistemine gitmemiz gerekli.

Tarımla ilgili konular çok fazla. Ben, bir kısmını da sorular kısmında açmaya çalışacağım; ancak, müsaade ederseniz, bir konuşmacının Toprak Mahsulleri Ofisiyle ilgili bir değerlendirmesine, tek bir değerlendirmeye cevap vermek istiyorum.

Burada, biz, doğruları söyleyelim, tarımın sıkıntısını konuşalım, çözümleri konuşalım. Şimdi, tek bir değerlendirmeye cevap vereceğim. 1995 yılında, buğday alımı 40 000 ton_

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Sayın Başkan, biraz müsaade eder misiniz?

BAŞKAN – Efendim, ben, arkadaşınızın süresinden alırım.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Arkadaşım, bana bir dakika müsaade eder; Kenan Beyin süresinden bir dakika alayım.

BAŞKAN – Bir dakikayı arkadaşınızın süresinden veriyorum efendim; buyurun.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Tek bir değerlendirmeyi söylüyorum. 1995 yılında Toprak Mahsulleri Ofisinin aldığı buğday 40 000 ton, mısır 74 000 ton; 1995 yılında alınan toplam hububat miktarı 246 239 ton ve o zaman, Toprak Mahsulleri Ofisinin elinde 17 trilyon da fazla para var. Zamanın genel müdürüne köylüler yalvarıp "bizim buğdayımızı al" dedikleri zaman, zamanın iktidarı ve genel müdürü "Hayır efendim, 17 trilyonu repoya yatırırsam, bu kadar faiz elde ederim ve buradan da bana bu kadar para girer" deniliyor.

Şimdi, 1999'un rakamlarını söylüyorum: Aldığımız buğday 4 milyon ton. Arpa, haşhaş, çeltik, çavdar; hepsini topladığımız zaman, 5 565 000 ton. 5 565 000 ton alım yapılmış ve karşılığında da 400 trilyonun üzerinde para ödenmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Kredilere falan girmeyeyim... 1995 yılındaki iktidarın da hangi iktidar olduğunu arkadaşlarımın takdirine arz ediyorum.

Saygılar sunarım. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakanım.

Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanı, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 14 dakika.

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Sayın Başkan, Sayın Bakan konuşmasında beni işaret ederek...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Sayın Bakanın konuşmasıyla ilgili olarak, cevap hakkım doğdu kanaatindeyim.

BAŞKAN – Efendim...

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Teknik açıklama yapacağım, sadece teknik açıklama yapacağım müsaade ederseniz.

BAŞKAN – Sayın Bakanın konuşmasından sonra... Sataşma mı var efendim?

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Yok, sataşma gerekçesiyle değil; eksik ve yanlış açıklamalardan dolayı; tamamlamak için...

BAŞKAN – Sayın Bakanımız konuşmasını tamamlasın...

Buyurun Sayın Bakan.

Süreniz 14 dakika.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlığımın 2000 yılı bütçesi üzerindeki görüşlerimi açıklamak, faaliyetleri ve politikaları hakkında bilgi vermek üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

21 inci Yüzyıla girerken, insanlık, sanayi devriminden sonra, âdeta yeni bir devrim sürecini yaşamaktadır. Teknolojinin sürükleyici güç, anahtar kelimenin küreselleşme ve bütün ülkelerin ortak ekonomik standartlar ve ticarî kurallara uymak zorunda olduğu bir evreye girmiş bulunuyoruz. Bilgi ve tasarımın, elektronik ticaretin, bilgi işçiliğinin, liderlik ve vizyonun önde olduğu bir üretim sistemi kurulmaktadır. Bu unsurlar üzerinde gelişen küreselleşme, beraber yaşamı, ortak paylaşım ve karşılıklı etkileşimi beraberinde getirmektedir. Bilgi teknolojisi ve bilgisayar sistemlerinin yaygınlaşması, hiyerarşinin giderek zayıflaması, örgüt yapılarını değişmeye zorlamaktadır. Mikroelektronik ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin hızlandırdığı küreselleşmede, rekabet, artık, ulusal ekonomileri ve dünya ekonomilerini yapısal bir değişikliğe zorlamaktadır.

Diğer taraftan, 10-11 Aralık günlerinde Helsinki'de gerçekleştirilen Avrupa Birliği Zirvesinde Türkiye'nin tam üyeliğe adaylar arasına dahil edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu gelişmeler ışığında, Türkiye, sanayi politikalarını, sanayi yapılanmasını ve altyapısını yeniden değerlendirmek durumundadır. Bir taraftan tarım ürünleri destek politikalarıyla sosyal dengeleri korumak; diğer taraftan küreselleşme ve Avrupa Birliğine tam üyelik sürecinde politikaları izlemek ve yapısal değişim projelerini de hayata geçirmek zorundayız.

Avrupa Birliği aday ülkelerine, katılım öncesi strateji kapsamında bazı destek programları uygulanmaktadır. Bunlardan Far (PHARE) Programı dediğimiz Program çerçevesinde, sanayiin yapısal değişimine ilişkin destekler Bakanlığımı ilgilendirmektedir. En kısa sürede, sanayiin yeniden yapılanmasına ilişkin proje hazırlıklarına başlanacaktır. Böylece, küreselleşmenin getirdiği rekabete dayalı ekonominin artık birinci şartı sağlanmış olacaktır.

İkinci önemli husus ise, rekabet ortamına uygun, vizyon sahibi, yenilikçi ve lider özellikli insanlara sahip olmaktır. Daha ilkokuldan rekabet ortamında yetişen 5 000 civarında genç, her yıl iş hayatına katılmaktadır. Bu gençlerin dinamosu olacağı bir ekonomi, bizim geleceğe umutla bakmamızın en önemli sebeplerinden biridir. Burada, devletin görevi, gelişen şartlara uygun politikalar takip etmek, müteşebbisinin önünü açmak ve insanının dinamizmini üretken sahalara yönlendirmektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, dünya ekonomisinde meydana gelen yapısal değişiklikler ve dünya ekonomisinde kaydedilen gelişmeler çerçevesinde Bakanlığımca yürütülen çalışmalar hakkında da kısaca açıklamalarda bulunmak istiyorum.

Yeni oluşan piyasa sisteminde, tüketici tercihleri, üretimi yönlendirmekte ve yeni üretim sistemlerinin geliştirilmesinde itici rol oynamaktadır. Bu itibarla, Bakanlığım, tüketicinin bilinçlendirilmesine önem vermekte ve tüketici tercihlerinin piyasayı yönlendirmesine öncülük etmektedir.

Bakanlığımızın koordinatörlüğünde yürütülen reklam kurulu çalışmalarında, 122 başvuru gündeme alınmış ve 109'u sonuçlandırılmıştır.

Bakanlığımızın uzman personelinin radyo ve televizyonlardan yaptığı konuşmalarla, tüketici eğitimine devam edilmektedir. 80 il, 849 ilçede, tüketici sorunları hakem heyetleri faaliyete geçmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; rekabet ortamına uyum sağlama ve sanayiin rekabet gücünü artırıcı çalışmalar kapsamında, teknoparkların hukukî altyapı çalışmaları devam etmektedir. Kalkınma planı hedefleri doğrultusunda ar-ge faaliyetlerini artırmak, bölgesel kalkınmaya katkıda bulunmak, yeni ürünler, yeni teknolojiler geliştirilmesini teşvik etmek ve girişimcilik ruhunu harekete geçirmek amacıyla hazırlanan teknoloji geliştirme bölgeleri kanun tasarısı -yani, teknoparklar- önümüzdeki hafta Başbakanlığa sunulacaktır.

Ayrıca, Sanayi Araştırma Genel Müdürlüğünce, 25 ilin sanayi yatırım potansiyel araştırması bitmiş, 30 ilin sanayi yatırım potansiyeli çalışmalarının hazırlığı da yürütülmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzerinde hassasiyetle durduğum diğer bir konu ise, sanayimizin değişik kesimleri arasında olumlu, yapıcı ve verimli bir iklimin tesisidir. Bu çerçevede, ana sanayi yan sanayi işbirliği ve entegrasyonunu gerçekleştirmeye yönelik yan sanayii kanun tasarısı taslağı tamamlanmıştır. Sanayicilerimizle diyalog ilkesi çerçevesinde, 300'den fazla kuruluşumuzdan görüş alarak hazırlanan taslağın değerlendirilmesiyle ilgili olarak kuruluşlarımızın görüşüne yeniden başvurulacaktır.

Avrupa Birliğinde, uyum sürecinde teknik mevzuat çalışmaları yoğun bir şekilde sürdürülmektedir. Dışa açılmada ve küreselleşmeye intibak etmede esnek üretim yapıları ve değişen ekonomik şartlara uyum sağlama özellikleriyle rekabet ortamında avantaj sahibi olan KOBİ'lerin geliştirilmesine büyük önem verilmektedir. Dünya Bankasından ve Avrupa Birliğinden sağlanan kaynaklar, KOSGEB tarafından KOBİ'lerin ar-ge faaliyetlerine aktarılacaktır. Böylece, KOBİ'lerin rekabet güçleri yükselecektir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Sanayi Komisyonunda bulunan ve 2000 yılının başında kanunlaşması beklenen Organize Sanayi Bölgeleri Yasa Tasarısıyla da sanayileşme süreci hızlandırılacaktır. Yasayla, sanayicilerimiz, en az bürokratik işlemle organize bölgeleri kuracaklardır. Bölge tanımı, sanayi, yatırım, ticaret ve teknopark bölgeleri olarak genişletilmekte, yer seçimi aşamasında ÇED raporu da dahil her türlü mevzuat tamamlanmaktadır.

Sanayicimize altyapı hazırlama çalışmalarında, sanayi potansiyeli yüksek illerde bir an önce faaliyete geçecek olan ve katmadeğer üretecek projelere ağırlık verilmektedir. 1999 yılında 1 599 hektar büyüklüğünde 5 adet organize sanayi bölgesi ve 1 973 işyerilik 10 adet küçük sanayi sitesi bitirilmiştir. 2000 yılı yatırım programına baktığımızda, 203 adet OSB projesi ve 212 adet küçük sanayi sitesi projesi yer almakta olup, bunlar için toplam 36 trilyon 850 milyar Türk Lirası ödenek ayrılmıştır. Organize sanayi bölgelerinden 28 tanesi ihtisas organize sanayi bölgesidir. 2000 yılında toplam 1 428 hektarlık 10 adet OSB projesi ile 2 944 işyerilik küçük sanayi sitesinin tamamlanması da hedeflenmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1999-2000 döneminde Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri, 23 Aralık tarihi itibariyle toplam 380 trilyon liralık alım yaparak, üreticilere 125 trilyon Türk Lirası ödeme yapmışlardır. Bu ödemeler, Destekleme Fiyat İstikrar Fonu kaynaklarından sağlanan krediler ve bunların Bakanlığa aktarılmasıyla gerçekleştirilmiştir. Ödemelerde deprem bölgesine öncelik verilmiş olup, deprem bölgesinde ödeme seviyesi diğer bölgelerin yaklaşık 2 katı seviyesindedir.

Ayrıca, pamuk, ayçiçeği ve soya üreticilerinin prim beklentilerine cevap vermek maksadıyla belirlenen 170 trilyon liralık kaynağın nasıl dağıtılacağı ve oranlarının ne seviyede olacağıyla ilgili çalışmalar da son aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak takip edilen ekonomik politikalar, dünya fiyatları, üretici maliyetleri, bu yıl belirlenen alım fiyatları ve söz konusu ürünlerin ithal maliyetleri birlikte değerlendirilerek, en uygun bir çözüm bulunacaktır.

Tarım ürünlerinde tüm arz ve talebin borsalara yöneltilerek fiyatların serbest piyasa şartlarında oluşumunun sağlanması ve dolaylı olarak uzun vadede devletin destekleme alımlarından kaynaklanan malî yükünün azaltılması amacıyla, Türkiye'de tarımsal ürün borsalarının geliştirilmesini hedefleyen bir pilot proje hazırlanmış ve Dünya Bankası ile Hazine Müsteşarlığı arasındaki kredi anlaşması da imzalanmıştır.

1999-2000 kampanyası döneminde, 3 433 000 dekar alanda, 5 586 köy ve 353 935 çiftçiye pancar ektirilmiş olup, 13 200 000 ton pancar üretileceği tahmin edilmektedir. Bugüne kadar 13 160 000 ton pancar fiilen tesellüm edilmiş olup, 9 639 000 ton pancar da işlenerek, karşılığında 1 300 000 ton şeker üretilmiştir. Şeker üretim kampanyaları halen devam etmekte olup, kampanya bitiminde toplam 1 600 000 ton şeker üretilmesi beklenmektedir.

Şeker üretiminde politikamız, içtüketimin yerli üretimle karşılanması şeklinde belirlenmiştir. Şeker üretiminde istikrarın sağlanması, pancar üretiminin ancak kontrol altına alınmasıyla mümkün olacaktır. Pancarda uygulanan fiyat ve destek politikalarının, üretimin istikrarı için yetersiz kalması, fiyat dışında bazı mekanizmaların da uygulamaya konulmasını gerekli kılmıştır. Ancak, Türkiye Şeker Fabrikaları, 1999-2000 kampanyasına, yaklaşık 1 milyon ton şeker stokuyla girmiştir.

Amasya Şeker Fabrikasının durumunu ve bu bölgedeki pancar üreticilerinin mağduriyetlerini önleyici düzenleme çalışmaları tamamlanmıştır. Adapazarı Şeker Fabrikasında ise, deprem nedeniyle oluşan hasarın tespiti ve onarımıyla ilgili çalışmalar halen devam etmektedir.

Türkiye'de şeker rejimini düzenleyen yasaların kısmen uygulanamaz hale gelmesi, özel sektörün etkinliğini ve faaliyetlerini sınırlayıcı hükümleri sebebiyle, günün ihtiyaçlarına cevap verememektedir. Bunun yanı sıra, Avrupa tek pazarına entegrasyon süreci, GATT Anlaşmasına taraf oluşumuz da, sektörde bazı düzenlemeleri öngörmektedir. Bu sebeple, Avrupa Birliği şeker rejimine uyumlu, rekabete açık, özel kesimi teşvik edici, katılımcı, devlet müdahale ve desteğinden arındırılmış bir sektörel yapı oluşturulmak üzere, yeni yasal düzenlemelere ihtiyaç bulunmaktadır. Bu ihtiyaca da cevap vermek üzere, şeker kanun tasarısı üzerindeki çalışmalarımız son aşamaya gelmiş, yakın zamanda da Yüce Meclisimize sevk edilecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu, yeniden yapılanma çalışmaları çerçevesinde, kuruluş amacı olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin silah, mühimmat, roket ve diğer harp araç ve gereçlerini üretmek ilkesi doğrultusunda hareket etmektedir. Dünya konjonktürü, gelişen Türk özel sektörü ve pazar ekonomisinin etkinliği gibi faktörler dikkate alınarak, iyileştirme ve modernizasyon çalışmalarına devam edilmektedir. Bu aşamada, millî harp sanayiimizin geliştirilmesi anlamında hızlı hareket etmek gerekmekte ve kurumun ihtiyacı olan finansman kaynağının temini meselesi önem kazanmaktadır.

Uluslararası ticaretin büyük önem kazandığı, sınaî haklarla ilgili işlemlerin tüm ülkelerde eşit biçimde korunmasının zorunlu hale geldiği günümüzde, Türk Patent Enstitüsü, gelişmeleri yakından takip etmekte olup, gerekli çalışmaları yapmaktadır. Taraf olduğumuz uluslararası anlaşmalar, Avrupa'yla gümrük birliği süreci ve akreditasyon konularında sınaî ve fikrî mülkiyet hakları büyük hassasiyet arz etmekte ve Türk Patent Enstitüsünün faaliyetleri giderek daha önemli hale gelmektedir.

Sümer halıcılık ve el sanatları, kültür ve istihdam ağırlıklı halıcılık ve el sanatları faaliyetleriyle, Türk halısının uğradığı yozlaşma ve bozulmaları önlemek için faaliyetlerine devam etmektedir. Söz konusu faaliyetler, kırsal kalkınma ve bölgelerarası dengesizliğin giderilmesinde de önemli katkılar sağlamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın sonunda, siz değerli üyeleri saygıyla selamlıyor, Bakanlığımız adına yapacağımız çalışmaların Yüce Türk Milletine hayırlı olmasını diliyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.

Aleyhinde olmak üzere...

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Ertugay.

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Sayın Başkan, biraz önce Sayın Bakanın açıklaması, özellikle, Grubumuza yönelik, konuşmamla ilgili olduğu için, bir sataşma olarak da değerlendirmiyorum; ancak, bir teknik eksiklik var, onu tamamlamak istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, siz o dönemde bakan mıydınız?

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Piyasada üreticinin ezilmemesinde en önemli girişim, en önemli yaklaşım ürün borsalarının kurulmasıdır. Bu, 1995 yılında kurulmuştur ve onunla, üretici, rahat nefes almıştır.

Toprak Mahsulleri Ofisinin, önemli olan, piyasayı düzenlemesidir, fazla alım yapması değil. Bu sene, Toprak Mahsulleri Ofisi fazla buğday aldı da, üreticinin buğdayının fiyatının 57 000 liraya, 60 000 liraya düşmesini önleyebildi mi? İstikrarlı bir yol izler, güven verir...

BAŞKAN – Sayın Ertugay, bunlar tartışmaya girecek konular değil.

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – ...peşin ödeme yapar; o takdirde tüccar piyasaya girer. Bu sene tüccar piyasaya girmemiştir. Önemli olan TMO'nun fazla alım yapması değil, TMO'nun düzenleme yapmasıdır, güven vermesidir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Aleyhinde olmak üzere, şahsı adına, Eskişehir Milletvekili Sayın Mehmet Sadri Yıldırım; buyurun.

Süreniz 10 dakika.

Sayın milletvekilleri, Sayın Sadri Yıldırım'ın konuşmasının bitimine kadar -gerçi, süre yok; ama, 16.00'da kapatmayı düşünüyordum- sürenin uzatılmasını istiyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Buyurun Sayın Yıldırım,

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığının bütçesi üzerinde, şahsım adına, aleyhte söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi ve yüce milleti saygıyla selamlıyorum.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, kalkınma plan ve programları doğrultusunda köylerin kalkınmasını, tarım ve hayvancılığın ve su ürünlerinin geliştirilmesini sağlamak, doğal afetlerden zarar gören çiftçilere yardım yapmak, üretimin işlenmesi, korunması, pazarlanması ve değerlendirilmesini sağlamak ve ülkenin tarımsal, sosyal ve ekonomik kamu hizmetlerini yapmak ve yürütmek için kurulmuştur. Görüyorsunuz, Bakanlığın kuruluş amacı ve görevleri çok geniştir; ülkemiz ve çiftçimiz için önemi büyüktür. Ancak, buna rağmen, 55, 56 ve 57 nci hükümetler, tarım, köy ve çiftçi için belirtilen görevlerinin hiçbirini yapmamış, âdeta, tarımı, köyleri, çiftçiyi, hayvancılığı ortadan kaldırmak ve yok etmek için elinden gelen gayreti göstermiş ve halen de göstermektedir; yani, hükümet, tarım kesimine üvey evlat muamelesi yapmaktadır. Öyleyse, bu hükümet, ülke nüfusunun yüzde 40'ının tarım kesimi olduğunu ve bu kesimin, istihdamda yüzde 43, gayri safî millî hâsılada yüzde 14, ihracatta yüzde 11 paya sahip bulunduğunu, yılda ortalama yüzde 1,5 artan nüfusun gıda maddeleri talebini karşıladığını, ülkenin ekonomik gelişmesine katkıda bulunduğunu ve önemini bilmemekte veya nazara almamaktadır.

Değerli milletvekilleri, biraz da dış ülkelere bakalım. Bugün, gelişmişlik düzeyleri ne olursa olsun, bütün ülkelerin ekonomilerinde tarımın özel bir yeri vardır. Teknolojik güç ve sanayileşme açısından ileri ülkeler, tarımsal yönden de ileri ve etkin konumdadır.

Hal böyle iken, Tarım ve Köyişleri Bakanlığına ayrılan bütçe, yıllar itibariyle azalmaktadır; 1991 yılında yüzde 2 iken, 1995 yılında yüzde 0,99, 1999 yılında yüzde 0,58 ve 2000 yılında ise yüzde 0,50 düşmüştür. Bütçe, yatırımdan uzak, faiz ve borç ödeme bütçesidir. Böylece, bütçede tarıma ayrılan paranın az olması, Türk köylüsünün, Türk tarımının üretiminin az olması demektir. Üretim az olunca, ülke ekonomisi, tarım ve çiftçi zarar görür; neticede, millet zarar görür.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz bir tarım ülkesidir; ancak, yıllar geçtikçe, günler geçtikçe üretim düşmekte, tarım çökmekte, çiftçi ve hayvancı ve tüm tarımla uğraşanlar perişan olmaktadır. Yani, Türkiye’de tarım iflas etmiştir. Ülkemiz, daha 12-13 yıl evveline kadar gıda üretiminde kendi kendine yeterli olan 8-10 ülkeden biri, hatta ihracat yapan ülke iken, bugün, ithal eden bir ülke haline nasıl geldi? Acaba bunun sebebi nedir? Tarım potansiyeli yüksek, yeterli kaynakları olan, eğitilmiş genç ve dinamik bir nüfusa sahip, güçlü ve büyük bir devlete sahip olan ülkemizde, tarımın gerilemesinin, çiftçinin perişan olmasının sebebi, yöneticiler ve hükümetlerdir; çünkü, devletin istikrarlı bir tarım politikası yoktur. Böylece tarım hükümetlerin eline ve vicdanına bırakılmıştır.

Değerli milletvekilleri, gelin hep birlikte, 57 nci hükümetin, kurulduğu günden bugüne kadar tarıma, milletimize ve ülkemize yaptığı hizmetlere bakalım. 57 nci hükümet, 55 ve 56 ncı hükümetlerin pancar çiftçisine uyguladığı kotayı daha da fazlalaştırmış, son günlerdeki kararıyla yüzde 50 daha daraltmıştır. Ayrıca, kanunlara aykırı olarak, ceza sistemi getirilmiştir. Böylece, pancar çiftçisine pancar ekme denilmiştir. Pancar çiftçisine söküm avansı halen verilmemiştir ve perişandır. Böylece hükümet, pancar çiftçisini mağdur etmiş ve öldürmüştür.

Depremden hasar gören ve halen çalışmayan Adapazarı Şeker Fabrikasının hasarının ne kadar olduğunu ve ne zaman çalışacağını kimse bilmiyor. Burada çalışan işçilerin, bu bölgenin pancar çiftçisinin hali ne olacak? Fabrikanın durumu ne olacak? Onarımı ve çalışması için hiçbir teşebbüs yok. Bu zararları kim ödeyecek?

Değerli milletvekilleri, yine, Türkiye, 15 yıl önce dünya hayvancılığında söz sahibi 7 ülkeden biri iken, bugün dışarıdan et ve hayvan ithal edecek duruma gelmiştir. Süt fiyatlarının üç yıldır aynı fiyat olduğunu biliyor musunuz? Büyükbaş hayvan sayısı 17 milyondan 9 milyona düşmüştür; bunu biliyor musunuz?! Böylece, ülkenin, ekonominin ve hayvancılığın zararını kim ödeyecektir?

Bu yıl, hükümet, çiftçinin hububat bedelini önce peşin, sonradan alınan bir kararla yarısı peşin, yarısını 45 gün sonra ödeyeceğine söz verdiği halde, 2,5 ay gecikmeli ödemeden doğan çiftçinin zararını kim ödeyecek? Böylelikle, hükümet, buğday çiftçisine gecikme faizi ödeyerek çiftçiyi ölümden kurtarmayı düşünüyor mu, yoksa, ölenler ölsün, kalanlar bize yeter mi diyor?!

Değerli milletvekilleri, tarım sektöründeki sübvansiyonu yüzde 50'den yüzde 18'lere ve şimdi de yarı yarıya düşürmeyi, sonradan kaldırmayı planlayan hükümet, acaba tarım sektörünü ortadan kaldırmayı mı hedefliyor?!

Yine, tarıma verilen destekten vazgeçen, Ziraat Bankası ve Halk Bankası kredilerini düşürmeyi ve kaldırmayı düşünen hükümet, çiftçi ve esnaf için ne yapmak istiyor? Ülkeye zarar verdiğinin farkında değil mi?

Hükümet, son ekonomik kararla 5 bankaya elkoyarak 2 katrilyon zararını karşılamayı kabul ediyor da, aylardır ekmek parası için evine 100 gram et götüremeyen, meydanlara dökülen memura, işçiye, emekliye ve tüm çalışanlara, geçimini sağlayacak ücret zammını neden esirgiyor ve neden vermiyor?

Değerli milletvekilleri, 2000 yılı için yüzde 15 zammı dahi alamayan, sadece yüzde 2,5 zam alacak olan, evine kömür alamayan ve ucuz ekmek kuyruğunda ömrünü geçiren ve ölen işçi emeklilerinin derdine çare bulmayı düşünmüyor musunuz?

Sayın hükümet, Sosyal Güvenlik Yasasıyla, kazanılmış hakları gasp ettiniz; işçiyi, çalışanı ve işçi emeklilerini perişan ettiniz, mağdur ettiniz; ekvergiyle, borç batağında olan esnafı, sanayiciyi, kamyoncu esnafını, çiftçiyi yok ettiniz. Yani, milletin lehine hiçbir kanun çıkarmadınız, hiçbir icraat yapmadınız.

Yine, IMF'nin emriyle memur sayısını azaltacaksınız. Öyleyse, 13 milyon harç alarak imtihana giren, kazanan veya kazanamayan bu insanlara, gençlere ne diyeceksiniz, çıkardığınız mülakatı nasıl izah edeceksiniz?

Değerli milletvekilleri, ülkemizde tarım zor durumdadır. Türkiye'nin bir tarım ülkesi olduğu, nüfusunun yarısının tarımdan geçindiği düşünülerek, hükümet, tarımda olsun IMF'nin emirlerine uymayarak, tarıma destek vermelidir. Şayet tarım çiftçisini gözden çıkarırsanız, ülkemizdeki işsizler ordusuna yeni bir işsizler ordusu daha ekleyeceğinizi hesap ederek, bu ülkeye yaptığınız kötülüğü biliyor musunuz?! Bu vebalin altından nasıl kalkacaksınız ve sorumluluktan nasıl kurtulacaksınız?! 2000 yılına girerken, deprem bölgesindeki insanların hali perişan. Gelin, bu insanları perişanlıktan kurtarın. Hep banka kurtarmayın; bankayla birlikte, gelin, bu yüce milleti de kurtarın, tarımı da kurtarın; ancak, bu bütçeyle, bu niyetle, tarımı ve çiftçiyi kurtaramazsınız. Bu milleti, çiftçiyi, ancak Doğru Yol Partisi iktidarı kurtaracaktır. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

VAHİT KAYRICI (Çorum) – Kurtardınız 1994'te!..

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) – Sayın milletvekilleri, hükümet, IMF'nin emirlerini uygulamaya devam ederek, bu büyük ülkeye, bu vatansever millete, elleriyle toprağı eleyen, vefakâr ve cefakâr, çilekeş Türk çiftçisine yazık ettiniz, Türk çiftçisini iflasa götürdünüz, traktörlerini sattırdınız. Gelin, bu milleti, bir tek domatese hasret etmeyin, temel gıdası ekmeğe hasret etmeyin, ete ve sebzeye hasret etmeyin ve tarıma, hayvancılığa desteğinizi sürdürün; sürdürün ki, bizi, dışarıya muhtaç etmeyin. Millet, Doğru Yol Partisi iktidarını aramaktadır. (DSP ve MHP sıralarından "Bravo" sesleri [!])

VAHİT KAYRICI (Çorum) – Oruç çarptı seni!..

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) – Bütçenin, memleketimize ve milletimize hayırlar getirmesi dileğiyle, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar; MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yıldırım.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) – Biz sizleri dinliyoruz beyler, siz de bizi dinleyeceksiniz.

VAHİT KAYRICI (Çorum) – Arıyoruz da, bulamıyoruz!..

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) – Evet, arıyorsunuz... Millet arıyor, millet!.. (MHP sıralarından gürültüler)

VAHİT KAYRICI (Çorum) – Yerinde bulamadık, onun için!..

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yıldırım.

MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) – Herkes doğruyu arıyor... Herkes doğruyu arıyor da...

VAHİT KAYRICI (Çorum) – Merak etme, yakında bulur...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Kardeşim, iktidar ortağınız söylüyor... (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmelerine...

VAHİT KAYRICI (Çorum) – Ne diyorsun sen!.. Otur yerine!..

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Kabadayı mısın sen?!

VAHİT KAYRICI (Çorum) – He, kabadayıyım...

MUSTAFA ÖRS (Burdur) – Belli oluyor...

VAHİT KAYRICI (Çorum) – Ahlaksız!.. (DYP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen, sayın milletvekilleri...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Ayıp, ayıp!..

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Konuşma!..

VAHİT KAYRICI (Çorum) – Sen konuşma!..

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri...

MUSTAFA ÖRS (Burdur) – "Ahlaksız" dediğini duydunuz mu Sayın Başkan?

BAŞKAN – Kimin?..

MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – "Ahlaksız" dediğini duydunuz mu efendim?

BAŞKAN – Kime efendim?

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisi, yüce bir kurumdur. Birbirimize karşı gücenebiliriz, kırılabiliriz; ama, kelimelerimize dikkat etmek gerektiğini özellikle belirtmek istiyorum. Bir değerli arkadaşımın, bir diğer değerli arkadaşıma "ahlaksız" kelimesini kullanması, doğru bir hareket değil. Tutanaklara geçiyor; bu tutanaklar arşive girecek. Dolayısıyla, gelecekte, kim, ne söyledi ortaya çıkacaktır. O sebeple, o arkadaşımın "ahlaksız" tabirinin tutanaklardan çıkarılmasını, hassaten, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına rica ediyorum.

ALİ IŞIKLAR (Ankara) – Konuşmayı sadece siz mi biliyorsunuz?!

MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Sayın Başkan, bir grup başkanvekili arkadaşımıza, bu hakaret çok ayıptır ve nezaket kurallarına aykırıdır.

BAŞKAN – Bir dakikanızı rica ediyorum.

Sayın milletvekili arkadaşım, o ifadenizi geri alıyor musunuz efendim?

VAHİT KAYRICI (Çorum) – Neyi efendim?

BAŞKAN – "Ahlaksız" diye bir ifade...

MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Sayın Başkan, ifadeyi geri almak önemli değil; ağızdan çıkmıştır, çok terbiyesizce bir kelimedir, yakışmaz...

VAHİT KAYRICI (Çorum) – Terbiyesiz sensin; sus sen!.. Konuşma!.. Ben ne konuştuğumu biliyorum!.. Otur yerine!..

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Kabadayı!.. Kabadayı!..

MUSTAFA ÖRS (Burdur) — Bravo kabadayı!..

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...

MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – "Ahlaksız" diyemezsin!.. Nezaket kuralları geçer burada!..

ALİ IŞIKLAR (Ankara) – Konuşma, otur yerine!..

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Tam kabadayı!..

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, saat 18.00'de toplanmak üzere, oturumu kapatıyorum.

Kapanma Saati : 16.05

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 18.00

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Hüseyin ÇELİK (Van), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN – 44 üncü Birleşimin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Bütçe görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN

DİĞER İŞLER (Devam)

1. — 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S. Sayıları : 211, 212, 209, 210) (Devam)

A) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam)

1. — Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

a) TARIM REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1. — Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

B) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI (Devam)

1. — Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet hazır.

Onikinci tur görüşmeler tamamlanmıştı.

Şimdi sorulara geçiyoruz efendim.

Sayın Nesrin Ünal, buyurun efendim.

NESRİN ÜNAL (Antalya) – Sayın Başkan, aracılığınızla, 1 tane Sayın Tarım Bakanımıza, 1 tane de Sayın Sanayi Bakanımıza soru sormak istiyorum.

Sayın Tarım Bakanımız, yaptığınız icraatların samimiyetle ve Türkiye sevdasıyla yapıldığını bilmekteyiz.

Sınır ticaretini yasaklayarak, yörem Antalya'da üretilen muz ve limon üreticilerine büyük destek oluyorsunuz. Biz sizin yanınızdayız.

Ayrıca, Serik'te doludan zarar gören seracılar için nakit borç verme imkânınız var mı? Bunun cevabını istiyorum.

Sayın Sanayi Bakanımıza da, Antalya-Kumluca Ticaret Odasını, Antalya Çiçekçiler Odasını açtığından dolayı teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, bilindiği gibi, global krizin etkilediği tekstil sektörü sorunlarla karşı karşıyadır. Pamuk başta olmak üzere birçok üründe fiyatlar düşmektedir. Bu durum ülkemizi de olumsuz yönde etkilemektedir. Özellikle küçük çiftçimiz, ürünlerini, gelir düzeyinde istikrar sağlayacak ölçülerde değerlendirememektedir. Son yıllarda yüzde 60 civarında seyreden enflasyona karşılık ürün fiyatlarında yüzde 20'ler seviyesinde artış ancak gerçekleşmiştir. Bazı ürünler, bir önceki yıla ait fiyatlardan işlem görmektedir. Dolayısıyla, hükümetin bu konuda bazı önlemler alması doğru olacaktır. Nitekim, kütlü pamuk, yağlık ayçiçeği ve soya ürünleri için bu yıl üreticilere prim ödeneceği öğrenilmişti. Bu adımı olumlu karşılamakla beraber, bu üç ürüne verilecek prim tutarlarının henüz belirlenmediği ve ödeme tarihinin de belli olmadığı anlaşılnmaktadır.

Pamuk üreticisi, pamuğunu bir yıl önceki fiyattan elden çıkarmıştır. Birliklerin açıkladığı fiyatlar, piyasa fiyatlarıdır; ancak, üreticinin maliyetlerinin altındadır. Bu sebeple, üreticilere bir an önce prim ödenmesi gerekmektedir. 10 sent düşünülen primin 15 sente çıkarılma imkânı yok mudur?

Sayın Bakanım, size bir sorum daha var: Ülkemizde 73 ilde 433 000 çiftçi pancar üretimiyle uğraşmaktadır. Türkiye Şeker Fabrikalarına ait ziraat bölge şeflikleri kapsamında 3,5 milyon dekar arazide pancar ekimi yapılmaktadır. Özel fabrikaların bulunduğu bölgelerdeki 800 000 dekarlık ekim alanı da dikkate alındığında, ülkemizde 4,3 milyon dekar arazide şekerpancarı üretildiği anlaşılacaktır. Şeker üretim miktarı, Türkşeker ve özel fabrikalar toplamı olarak 17 milyon tona yaklaşmaktadır. Bütün bu faaliyetlerin odak noktasında 3 milyon şekerpancarı üreticisi ve aile fertleri bulunmaktadır. Bu insanlar, ürettikleri şekerpancarı bedelleriyle geçimlerini sağlamaktadır. Şekerpancarında kota uygulaması sebebiyle pancar üreticileri büyük mağduriyet çekmektedir. Bakanlık olarak bu konuda herhangi bir düzenleme çalışması var mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.

Bundan sonraki suallerin kısa, öz ve net olmasını rica ediyorum.

Sayın Mükerrem Levent, buyurun efendim.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) – Sayın Başkan, aracılığınızla aşağıdaki sorularımı Sayın Bakanlarımın cevaplandırmasını arz ederim.

Sayın Tarım Bakanım, patates konusunda aldığınız önlemler dışında, Sayın Başbakana ilettiğimiz dosya ve imzalarla ilgili bir talimat geldi mi?

Niğde Toprak Mahsulleri Ofisi Müdürlüğünün ajansa çevrilmesi konusu. İç Anadolu'da Konya'dan sonra -buğday üretimindeki istatistiklere bakarsanız görürsünüz- Niğde'nin ikinci sırayı aldığı görülür. O nedenle, buranın tekrar müdürlük olmasında ısrar ediyorum.

Niğde'de hayvancılıkla ilgili bu sene ayırmış olduğunuz ödenek kâfi mi? Bekleyen kooperatifler için ümit var mı?

Sayın Sanayi Bakanım, pancar kotasının artırılmasından yana değilim; ama, kotada bazı haksızlıkların kaldırılması ve düzenlenmesiyle ilgili çalışmalar yapacağınıza da inanıyorum; bununla ilgili bir talimatınız var mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Mükremin Taşkın; buyurun efendim.

MÜKREMİN TAŞKIN (Nevşehir) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Tarım ve Köyişleri Bakanımız ile Sanayi ve Ticaret Bakanımıza aşağıdaki sorularımı sormak istiyorum. Arz ederim.

Önce, Tarım ve Köyişleri Bakanımıza: Ülkemiz patates üretiminin büyük kısmı, Nevşehir ve Niğde İllerimizde yapılmaktadır. Bu yıl patates fiyatları, tabiri caizse, tabana vurmuş vaziyettedir. 15 000-20 000 liraya patates satılmaktadır. Oysa, patatesin kilo maliyeti 39 000 liradır. Bu durumda, patates üreticisi girdileri karşılayacak durumda değildir; yani, üretici iflastadır. Bu iflası önlemek için Bakanlığınız ne gibi çalışmalar yapmıştır?

Tarımda kullanılan elektrik enerjisi borçlarının ertelenmesi yapılmış mıdır?

Tarım kredi ve Ziraat Bankası borçlarının ertelenmesi için bir çalışmanız var mıdır?

Tarımda geleceğe dönük projeleriniz nelerdir?

Sanayi ve Ticaret Bakanımıza sormak istediğim sorularımı arz ediyorum:

1- Nevşehir'e organize sanayi bölgesi kurma çalışmaları ne seviyededir? Ne kadar ödenek ayrılmıştır?

2- Nevşehir'de küçük sanayi siteleri için ayrılan ödenek miktarı ne kadardır?

3- Pancarda kota dağılımında adaletsizlikler vardır; yeniden kota dağılımı düzenlenecek midir?

4- Pancarda bu yılki ürün bedelleri ne zaman ödenecektir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Ali Rahmi Beyreli, buyurun efendim.

ALİ RAHMİ BEYRELİ (Bursa) – Sayın Başkan, aracılığınızla, aşağıdaki sorularımın, Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanımız tarafından yanıtlanması hususunda izinlerinizi arz ederim.

Sayın Bakanım, üçbuçuk yıldır araçlarda LPG dönüşümüyle, tadilat projeleriyle ilgili denetimi yapan uzman kuruluş Makine Mühendisleri Odasından bu yetkiyi, bu yıl sonu itibariyle alıyorsunuz. Bu çerçevede :

1-Bugüne kadar sektördeki ciddî firmaların destekledikleri, ancak, denetimsiz, kuralsız çalışmak isteyenlerin şikâyet ettikleri bu denetim uygulamasını kaldırmanızın gerekçesi nedir?

2 - Yurt genelinde konuyla ilgili uzman personeli olmamasına rağmen bu denetim yetkisini Bakanlık bünyesine almak, fiilen denetimi ortadan kaldırmak anlamında değil midir?

3 - LPG dolum istasyonlarında satılan gaza vergi düşünüldüğü bir ortamda, araçlarda mutfak tipi LPG kullanımı, kaçak dönüşüm ve dolumlar, doğal olarak yaygınlaşacaktır. Bu durumda, mevcut denetim sistemini bozarak bunları teşvik etmiş olmuyor musunuz?

4 - Trafik güvenliği açısından çok önemli olan bu denetimin fiilen kaldırılması neticesinde, olacak can ve mal kayıplarının vicdanî sorumluluğu kime ait olacaktır?

5 - Ülke genelinde Avrupa Birliği üyeliği için yapısal uyum programlarının hazırlanmaya başlandığı bu dönemde, Bakanlığınızın yıllar önce başlattığı bu yöndeki çalışmaları "ben böyle karar verdim" anlayışıyla geriye döndürerek Avrupa Birliğine girebileceğimizi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

Sayın Eyüp Doğanlar, buyurun.

EYÜP DOĞANLAR (Niğde) – Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Tarım ve Köyişleri Bakanının aşağıdaki sorulara sözlü olarak cevap vermesini arz ederim.

1990-2020 yılları arasında dünya tahıl talebinin yüzde 55, et talebinin yüzde 75 artacağı tahmin ediliyor. Türkiye'nin önümüzdeki yirmi yıl içinde tarım ürünleriyle dış pazarlara açılma açısından uygulayacağı politikalar neler olacaktır?

İkinci soruma geçiyorum : Avrupa Birliğiyle entegrasyon sürecinde, tarımda sübvansiyonun kaldırılması ve tarımsal üretimde teknolojinin kullanılması kaçınılmazdır. Bu durumda, çiftçilerin yoksullaşmasını ve kentlere göçü önleyecek tedbirleri almak gerekir. Bakanlığın bu konuda ilgili bakanlıklarla koordine bir çalışma yapmak üzere hazırlığı var mıdır?

Bakanlığınızda, özellikle il müdürlüklerinde, personel sayısının yüksek, verimin düşük olduğu gözleniyor. Bazı hizmetleri özelleştirmeyi düşünüyor musunuz?

Dördüncü sorum : Bakanlığınıza bağlı 60 dolayında araştırma enstitüsü, bir o kadar, işletme istasyonu var; bugüne kadar yaptıkları hizmetler çeçevesinde görevlerini tamamlamışlar mıdır? Biz, hâlâ tohumu ithal ediyoruz; teknolojiyi de dışarıdan... O halde, bu endüstriler ne yapıyor ?

Bir tanesi de Niğde'de; Patates Araştırma Enstitüsü; bunu nasıl faydalı hale getirebileceğimizi düşünüyorsunuz?

Beşinci sorum: Macaristan'daki gibi akasya bahçeleri oluşturularak, arıcılıkta bal verimliliğini 10 kat artıracak yeni bir teknolojinin Türkiye'de uygulanmasını sağlamak için, Bakanlığınızda bir çalışma var mı; yoksa, geleneksel arıcılık devam mı edecek?

Altıncı sorum: Patates sorununun çözümü, sınır ticaretinin açılmasına takıldı kaldı. Bakanlığınız, sınır ticaretinin gerçekleşemeyeceği ihtimalini dikkate alarak, alternatif bir çözüm arayışı içinde midir?

Son sorumu soruyorum: Tarım ürünlerini sanayie yönlendirmek için, ciddî bir çalışma başlatıldı mı? Yoksa, mevcut düzendeki gibi kaynakların boşa israfı devam edecek mi? Örneğin; Niğde'de sanayi bitkisi olan patatesi sanayie dönüştüremediğimiz için, bugün sorun yaşanmaktadır. Patatesi çuvaldan, vişneyi sepetten, elmayı sandıktan nasıl çıkaracaksınız?

Saygılarımla arz ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğanlar.

Sayın Yalçın Kaya, buyurun.

YALÇIN KAYA (İçel) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sanayi ve Ticaret Bakanımıza yönelteceğim sorumun cevaplandırılmasını arz ederim.

Tasarruflarımızın sanayi yatırımlarına yönlendirilmesini sağlamak, ekonomik ve insangücü imkânlarımızı uygun yatırım alanlarına yöneltmek, gerçekleştirilecek yatırım konularını belirlemek üzere, Bakanlığınızca, illerinizin sanayi potansiyeline uygun yatırım alanlarının araştırılmaların yapıldığını biliyoruz. Bu araştırmaların, özellikle, Anadolu'da gelişmekte olan illerimiz için çok büyük önemi vardır. Yatırımcılarımızın doğru bilgilendirilmesi, yatırım yapacağı sektörün durumu, ne ölçüde teşvik edildiği, ülkemizde ve yörede üreteceği ürünün arz ve talep durumunun gelişmiş ve teknik yöntemlerle ortaya konulması ve bu bilgilerin sürekli güncelleştirilerek müteşebbislerimize ulaştırılmasını oldukça önemsiyorum. Bu husus, büyük fedakârlıklarla oluşturulan organize sanayi bölgelerimize doğru ve ülkemizin kalkınmasında en çok fayda sağlayacak yatırımların yapılmasında çok yararlı olacaktır. Yanlış kararların telafisi çok zordur ve büyük kayıplara sebep olmaktadır. Bu nedenle, müteşebbis ve yatırımcılarımıza, doğru, güncel bilgiler verilerek ve ileri teknikler kullanılarak hazırlanacak olan çalışmalar sağlanacak ve böylelikle, ülkemiz ve kendisi için en doğru yatırım konusunu seçmesi sağlanacaktır. Bakanlığımızın bu konudaki çalışmalarını çok önemli buluyoruz. Bu konuda yapılan çalışmaların durumu hakkında bilgi vermenizi ve özellikle yeni form hazırlanması araştırmalarının hangi illerimize ait olduğu konusunda açıklamalar yapmanızı bekliyorum?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kaya.

Sayın Sobacı, buyurun.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkan, delaletinizle, aşağıdaki sorularımın Tarım ve Köyişleri Bakanımız ve Sanayi ve Ticaret Bakanımız tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

Tarım ve Kövyişleri Bakanımız, bütçe sunuş konuşmasında Et ve Süt Konseyinin kurulduğundan, bir şematik yapılanmadan bahsediyor; ama, 18 Nisan seçimlerinden önce, sözleşmeli çiftçi, uygulayıcı kuruluş anlayışıyla bir hayvancılık projesi tebliği -teşvik ve destek tebliği- yayımlanmıştı. Henüz bir yıla yaklaşacak bir hükümet dönemi geçmesine rağmen, nasıl bir hayvancılık projesi ve politikası uygulayacaklarını açıklamadılar. Acaba, önümüzdeki günlerde böyle bir açıklama yapmayı düşünüyorlar mı?

Ayrıca, Sanayi ve Ticaret Bakanımıza sormak istiyorum: Tokat ilçelerimizden Niksar, Erbaa ve Turhal-Zile müşterek organize sanayi bölgesi tesisleri çalışmaları devam ediyor. Bu organize sanayi bölgelerimiz için 2000 yılı ödenekleri ne kadardır?

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sobacı.

Sayın Elkatmış?.. Yok.

Sayın Serdengeçti, buyurun.

ALİ SERDENGEÇTİ (Manisa) – Sayın Başkan, aracılığınızla, Sanayi ve Ticaret Bakanımıza sorumu yöneltmek istiyorum:

Sayın Bakanım, önceki yıllarda pamuğa sadece iki defa prim verilmiştir. Birincisi, 1994 mahallî idareler genel seçimi öncesi, 1993 yılı ürününe; ikincisi, 18 Nisan 1999 milletvekilliği ve mahallî idareler genel seçimleri öncesi, 1998 yılı ürününedir. Ancak, 57 nci cumhuriyet hükümetimizin, hemen seçim sonrası, 1999 yılı pamuk ürününe prim verme isteği, pamukçular tarafından fark edilen bir uygulamadır.

Bu çerçevede, pamuğa kilogram başına vermeyi düşündüğünüz prim miktarı ne olacaktır ve neden hâlâ açıklanmamıştır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum.

Sayın Kürşat Eser, buyurun.

KÜRŞAT ESER (Aksaray) – Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Sanayi Bakanından şunları öğrenmek istiyorum :

Sayın Bakanım, Aksaray Organize Sanayi için verdiğiniz desteğe teşekkür ediyorum. Aksaray İlimizin yıllık pancar rekoltesi, kota ve buna benzer olumsuzluklara rağmen, 2 milyon tonu aşmıştır. Çok fazla köylümüz umudunu pancara bağlamıştır; ürettiği pancarın da bedelini yeterince alamamaktadır. Üretilen pancarın fabrikalara taşınması, maliyeti oldukça artırmaktadır. Bu nedenle, acilen, şeker fabrikasına ihtiyaç duymaktayız.

Sayın Bakanım, bu haklı gerekçelere Bakanlığınız olarak çare olacak mısınız?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

Sayın Hasan Gülay, buyurun.

HASAN GÜLAY (Manisa) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, her iki sayın bakanıma Manisa ile ilgili kısa sorularım olacak.

Sayın Sanayi Bakanıma sorum şudur: 1999 yılı pamuk primleri açıklaması gecikmiştir. Bu konuda pamuk üreticileri, 57 nci cumhuriyet hükümetinden pamuk primlerinin bir an önce açıklanmasını istemektedir; çünkü, 1997 ve 1998 yıllarındaki dünya ekonomik krizi pamuk üreticilerini de oldukça sarsmıştır.

1- Pamuk primlerini açıklamayı ne zaman düşünüyorsunuz?

2- Sayın Bakanımdan bir istirhamım olacak: TARİŞ, lüften, üreticiden aldığı pamukları stok yapmasın, bir an evvel satsın, bir an evvel de, üreticinin pamuk ödemelerini yapması gerekiyor. Bu konuda yardımınızı istirham ediyorum.

3- Manisa Organize Sanayi Bölgesi üçüncü tesislerini kurmaktadır. Bu konuyla ilgili bürokratik engeller vardır. Bu konuda yardım etmeyi düşünüyor musunuz?

Yine, Akhisar'da kurulmakta olan Organize Sanayi Bölgesi son aşamaya geldi, 2000 yılında açmayı düşünüyor musunuz?

4- Salihli ve Turgutlu Organize Sanayi Bölgelerinin temelini de 2000 yılında atmayı düşünüyor musunuz?

Sayın Tarım Bakanımdan bir istirhamım olacak: Manisa İlinde Bakanlığınıza bağlı 37 tane tarım amaçlı kooperatife 2000 yılı içinde yeterli finans desteği yapmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben de teşekkür ederim efendim.

Sayın Akif Serin.

AKİF SERİN (İçel) – Sayın Başkanım, aracılığınızla aşağıdaki sorumun Tarım ve Köyişleri Bakanımız Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

Bakanlığınız bünyesinde çalışırken yükseköğretim sınavını kazanan veya üniversite ara sınıflarında eğitim gören ve bu suretle yükseköğrenim hakkını elde eden personele, üniversiteyi kazandığı ile tayininin yapılması suretiyle yardımcı olunamaz mı?

Bu şekilde Bakanlığınızda mağdur duruma düşen personele, yetkilileriniz veya tarafınızdan "ya iş, ya okul; tercihini yap" denildiği duyumu alınmaktadır, bu doğru mudur? Bu durumdaki personelinize yardımcı olmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben de teşekkür ederim efendim.

Sayın Süleyman Coşkuner.

SÜLEYMAN COŞKUNER (Burdur) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, sayın bakanlarım tarafından cevaplandırılması dileğiyle sorularımı soruyorum.

Öncelikle Sayın Tarım Bakanımıza:

Et, et ürünleri ve meyve ithalatımız günümüzde ne durumdadır? Bakanlığınız teşkilatında yeterince veteriner hekim var mıdır? Yetersizse, nasıl çözümlemeyi düşünüyorsunuz? Et ve süt üretiminin geliştirilmesi ve etkin hale getirilmesi için neler planlıyorsunuz?

Sayın Sanayi Bakanımıza:

Pancar üreticilerinin kota problemini nasıl çözmeyi düşünüyorsunuz?

Burdur İkinci Organize Sanayi Bölgesi ve Bucak Organize Sanayi Bölgesi için 2000 yılında ne kadar ödenek ayrılmıştır?

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Ben de teşekkür ederim efendim.

Sayın Hüseyin Çelik.

Arkadaşımız Divanda görevli olduğu için, sorularını lütfen yazılı versin.

Teşekkür ediyorum.

Sayın Salih Erbeyin?.. Yok.

Sayın Sebahat Vardar, buyurun.

SEBAHAT VARDAR (Bilecik) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Tarım Bakanına sorumu iletiyorum.

Türkiye'de, sadece Bilecik İli Pazaryeri İlçesi ve köylerinde yetiştirilen şerbetçiotu bitkisi, bira üretiminin en önemli maddesidir. İhtiyacın sadece yüzde 50'si olan ve ülkemiz insanının emek vererek yetiştirdiği şerbetçiotu bitkisi, bira sanayicilerimiz tarafından satın alınmamakta, yurt dışından ithal edilmektedir. Bu durum, geçimini şerbetçiotu üretimiyle sağlayan çiftçi aileleri ve bölge halkını büyük sıkıntı içerisine itmiştir.

Şerbetçiotu çiftçisinin bu zor durumdan kurtulabilmesi için, şerbetçiotu ithalatının yeniden gözden geçirilerek, bu ürünün ithalinin önmüsaadeye tabi mallar listesine alınması veya mevzuat gereğince, ithalatı önmüsaadeye tabi mallar listesine alınamıyorsa, ek gümrük vergileri konularak, içpiyasa satış fiyatı ile dışpiyasa satış fiyatı arasında bir denge kurulması temin edilemez mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Ali Güner?.. Yok.

Sayın İsmail Kahraman?.. Yok.

HASAN METİN (İzmir) – Sayın Başkan, soruların süresi yok mu?

BAŞKAN – Var efendim.

Sayın Mustafa Gül, buyurun.

MUSTAFA GÜL (Elazığ) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, aşağıdaki suallerimi Sayın Sanayi Bakanının cevaplamasını arz ediyorum.

Amasya'nın Suluova İlçesinde 1954 yılında kurulan bir şeker fabrikası vardır; bölgeye hayat vermektedir. Yaklaşık 1 000 kişinin geçimiyle ilgili olan bu fabrika, çeşitli nedenlerle, üreticilere ürün bedelini ödeyemeyecek duruma gelmiştir.

Suluova İlçesi, bugün, 40 000 nüfusa sahiptir. İlçe halkının tamamının geçimi doğrudan veya dolaylı olarak, bu fabrikaya bağlıdır. 1 000 kadar çalışanı, aylardır ücret alamamıştır. Bu fabrikanın, bölgede, faaliyetine devam etmesi şarttır. 30 000 üretici aile, pancar ekerek geçimi sağlamaktadır. Bu insanlar, halen, ürettikleri pancarın bedelini alamamışlardır. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, eylül ayında bir kararname taslağı göndererek, konuya bir çözüm arayışına girmiştir; ancak, bugüne kadar sorunun çözümlenemediğini görmekteyiz.

Efendim, buna dayalı olarak sorularımı yöneltiyorum:

Birinci sorum: Üreticilerin, ürün bedellerinin ödenmesi için, ne gibi önlemler alınacaktır?

İkinci sorum: Amasya Şeker Fabrikasının daha iyi yönetilmesi için ne gibi düşünceleriniz vardır; bu konu ne zaman çözümlenecektir?

Üçüncü sorum: Elazığ Şeker Fabrikasında 498 geçici işçinin vizelerinin alınıp alınmadığı hususunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Ben de, hem soru hem yorum olarak ikisine birden teşekkür ederim!..

Son soru, Boray Baycık'ın...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkan, ben de yazılmıştım.

BAŞKAN - Efendim, yazıldınız da arkadaşlarınız, sizin...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sizin Başkan olduğunuz yerde, hep benim hakkım gelmiyor!..

BAŞKAN - Siz, adınızı sonda yazdırıyorsunuz efendim... Size karşı...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Bilmiyorum nasıl oluyor.

BAŞKAN - Efendim, buyurun bakın, liste var elimizde, zabıtlara geçmiş... Siz, hep itiraz ediyorsunuz.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Hayır, itiraz değil.

BAŞKAN - Sayın Baycık, buyurun.

TAHSİN BORAY BAYCIK (Zonguldak) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sanayi ve Ticaret Bakanımız Sayın Kenan Tanrıkulu'nun cevaplamasını istediğim sorumu arz ediyorum: Sayın Bakanım, öncelikle, Zonguldak ilimizdeki organize sanayi bölgeleri ile küçük sanayi kooperatiflerimize ve özellikle de Karadeniz Ereğlisi Organize Sanayi Bölgesinin altyapı ihalesinin yarın yapılmasındaki büyük katkılarınızdan dolayı şahsınıza, emeği geçen Bakanlık mensuplarına teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, Karadeniz Ereğlisi Organize Sanayi Bölgesi alanının kamulaştırma bedellerine karşı açılan tezyidi bedel davalarının sonuçlanmasına göre, 61 milyar lira civarındaki farkın, hak sahiplerine ödenebilmesi için ödenek ayırmayı düşünüyor musunuz? Bu ödeneği gönderdiğiniz takdirde, Karadeniz Ereğlisi halkı size minnettar kalacaktır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Efendim, müsaade ederseniz, Grubu olmayan milletvekillerine de bir sual hakkı verelim.

Sayın Parlak, buyurun; çok kısa efendim.

EVLİYA PARLAK (Hakkâri) – Sayın Başkan, çok teşekkür ederim.

Bir sorum olacak; sorum, daha çok bir istirhamdır Sayın Bakanım. Geçen gün, bütçenin tümü üzerinde yaptığım konuşmada da ifade etmiştim; takdir buyurursunuz ki, eylül ayından önce, sınır ticareti çerçevesinde çok miktarda büyük ve küçükbaş hayvan sınır içindeki köy ve ilçelere gelmişti. Gerçekten, emirleriniz doğrultusunda, 13 Eylülden itibaren birdenbire bu ticaret kesildiğinden, bu hayvanlar, beslenme imkânları da olmadığı halde, bu insanların elinde bekletiliyor. Karakışın bütün şiddetiyle sürdüğü bugünlerde, müsaade ederseniz, kontrolden geçmiş, emirleriniz doğrultusunda yasal işlemleri yapılmış, kulaklarına küpeler takılmış bu hayvanlar, satılabilecekleri mezbaha veya et ve balık Kurumlarının olduğu yerlere intikal ettirilirlerse, millî servet yok olmaktan, vatandaş da mağdur olmaktan kurtulur. Özellikle, bölge halkının sesi olarak, Sayın Bakanım sizden bunu istirham ediyoruz.

Saygılarımla.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim Sayın Parlak.

İlk söz, Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Tanrıkulu'nun.

Buyurun Sayın Bakan.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Nesrin Ünal, Sayın Ali Serdengeçti, Sayın Hasan Gülay'ın -yanlış anlamadıysam- pamuk primleriyle ilgili sorularına cevap vermeye gayret edeceğim. Dünyayı etkileyen ve başta tekstil sektöründe talep daralmasına yol açan ekonomik krize bağlı olarak, dünya pamuk fiyatları da süratle düşme eğilimi göstermiştir. Özellikle, 1996 yılı haziran ayından bu yana, pamuk fiyatlarında yüzde 50 oranında bir düşme görüyoruz. 1999 ürün döneminde, yukarıda sözü edilen ürünler, dünya fiyatlarının oldukça düşük seviyede gerçekleşmesi sonucunda, üretici kesimin prim yoluyla desteklenmesini zorunlu hale getirmiştir. Nitekim, Bakanlığımız da, daha ürün fiyatlarıyla ilgili çalışmalar sırasında, hükümetimizin kurulduğu ilk günlerde bu hususu ortaya koymuş ve prim uygulaması için bir uzlaşma sağlanmasına yardımcı olmuştur. Bizim, Bakanlık olarak konuyla ilgili görüşümüz ve çalışmalarımız şu şekildedir. 2000 yılı bütçesine konulan 170 trilyon Türk Lirası tutarındaki kaynağın eködenekle artırılması imkânının bulunması durumunda, kütlü pamuk üreticilerine ödenecek prim tutarının, hiç değilse 15 sent/kilograma yükseltilmesini, hatta bu imkâna bağlı olarak da yine diğer ürünlerde, ayçiçeği ve soyada da daha fazla tutarda ödeme yapılmasını gerekli görmekteyiz.

Son günlerde, bu açıklamaya bağlı olarak, yetkili olmayan birtakım kaynakların haberler üretmesi ve basın açıklamaları sebebiyle de kamuoyunun doğru bilgilendirilmesini rica ediyorum.

Yine Sayın Nesrin Ünal, Sayın Mükerrem Levent, Sayın Mükremin Taşkın ve Sayın Süleyman Coşkuner'in pancar kotasıyla ilgili sorularına cevap veriyorum. 1998 yılında ilk kez pancar üretiminde kota uygulaması başlatılmıştır ve bu uygulama 1999 yılında da devam etmiştir. Kota uygulamasına göre, üreticilerle yapılan sözleşmelerde ekim alanı yerine, teslim edilecek pancar miktarı esas alınmaktadır. Uygulama doğrultusunda 1998 yılında 13 milyon 500 bin ton olarak belirlenen kota, 1999 yılında yüzde 16 artırılarak 15 milyon 700 bin tona çıkarılmıştır. Devreden stoklar ve 1999 - 2000 kampanyası üretimi dikkate alınarak, 2000 yılı pancar üretim kotası bir önceki münavebe yılı olan 1997'ye göre yüzde 12,8 azaltılmış ve 12,5 milyon ton öngörülmüştür. Ancak, bu öngörüye rağmen, bu kota uygulaması 2000 yılı ve müteakip yıllar için yeniden gözden geçirilecek ve sistem, aksaklıkları düzeltilmek suretiyle tekrar düzenlenecektir.

Sayın Başkanım, Sayın Ali Rahmi Beyreli'nin, LPG dönüşüm hizmetlerinin Makina Mühendisleri Odasından geri alınmasıyla ilgili sorusuna cevap veriyorum. Bu yetki teftiş raporları sonunda kamu hizmetinin bedelsiz yapılması uyarısı nedeniyle geri alınmış ton öngörülmüştür. Ancak, bu öngörüye rağmen, bu kota uygulaması 2000 yılı ve müteakip yıllar için yeniden gözden geçirilecek ve sistem, aksaklıkları düzeltilmek suretiyle tekrar düzenlenecektir.

Sayın Başkanım, Sayın Ali Rahmi Beyreli'nin, LPG dönüşüm hizmetlerinin Makine Mühendisleri Odasından geri alınmasıyla ilgili sorusuna cevap veriyorum. Bu yetki teftiş raporları sonunda kamu hizmetinin bedelsiz yapılması uyarısı nedeniyle geri alınmıştır. Denetim, Bakanlığımıza bağlı bölge müdürlükleri ve Bakanlık bünyesinde mevcut ilgili birimler vasıtasıyla yapılacaktır.

LPG dönüşüm makine ve teçhizatın, TSE'nin konuyla ilgili standartlarına uygunluğu ve (E) Belgesi dediğimiz Avrupa Uygunluk Belgesini haiz olması titizlikle takip edilecektir.

Sayın Yalçınkaya'nın, sanayi potansiyelleri ve yatırım alanlarına yönelik sorusunu cevaplandırırsak; beş büyük ilimiz, Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Kocaeli dışında kalan illerin araştırmaları tamamlanmış ve gerekli yerlere gönderilmiştir. 23 ilimizin sanayi potansiyeli ve yatırım alanları araştırmaları, oluşturulan yeni formata göre yeniden yapılarak ilgili yerlere gönderilmiştir. Bu iller, Iğdır, Ardahan, Bartın, Yalova, Yozgat, Hatay, Kars, Kilis, Bayburt, Van, Aksaray, Kırıkkale, Şırnak, Batman, Kastamonu, Osmaniye, Muş, Kırşehir, Antalya, Rize, Kırklareli, Nevşehir ve Gümüşhane'dir. Bu kapsamda, Karabük, Karaman ve Tunceli İlleri de çalışılmış olup, raporları henüz basım aşamasına getirilmemiştir. Sinop, Mardin ve Afyon İllerinin araştırmalarına da başlanmış olup, iki ay içerisinde tamamlanacağı beklenilmektedir. 2000 yılında, yaklaşık on ilimizin sanayi potansiyel ve yatırım alanları araştırmaları güncelleştirilecektir.

Sayın Bekir Sobacı'nın, Turhal, Zile ve Niksar organize sanayi bölgelerine yönelik sorusunu cevaplandırırsak; bu organize sanayi bölgelerinin 2000 yılında ihaleleri yapılacaktır ve 2000 yılında, gene, bunlara yeterli ödenek tahsis edilecektir.

Sayın Mustafa Gül'ün, Amasya Şeker Fabrikasıyla ilgili bir sorusuna da cevap verirsek; Amasya yöresinde, yaklaşık 30 000 üreticiyle şekerpancarı yetiştirme sözleşmesi imzalayan Amasya Şeker Fabrikasının malî imkânlarının ürün bedellerini ödemeye yetmemesi sebebiyle, üreticiler, ürettikleri pancarın bedelini alamama gibi bir durumla karşı karşıya kalmışlardır. Bakanlığımız, konuyla ilgili bilgilerin edinilmesiyle birlikte, üreticilerin mağdur olmamaları için gerekli çalışmaları başlatmış ve bunun sonucunda, sayın milletvekilimizin konuşmasında da belirttiği gibi, 23 Eylül tarihinde bir kararname taslağı hazırlayarak Başbakanlığa sunmuştur. Bakanlığımızca hazırlanan yeni kararname taslağının imzalarının tamamlandığı ve Sayın Cumhurbaşkanımızın onayında olduğunu biliyoruz. Birkaç gün içerisinde yürürlüğe girmesi beklenen kararname taslağıyla, üreticilerin pancar bedeli alacakları Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi tarafından doğrudan kendilerine ödenecek; Amasya Şeker Fabrikasının faaliyetine devamı hususunda da önemli bir fırsat yaratılmış olacaktır.

Sayın Gül'ün ikinci sorusuna cevap olarak da: Elazığ Şeker Fabrikasının geçici işçileriyle herhangi bir sorun yortur. Tüm fabrikaları ilgilendiren atamayla ilgili vizeler daha önceden alınmıştır.

Sayın Başkanım, Sayın Boray Baycık'ın sorusuna cevap olarak: 61 milyar liralık tezyidi bedel ödemelerini 2000 yılında verebileceğimizi umuyoruz; 2000 yılı içerisinde tahsisat sağlanacaktır.

Sayın Süleyman Coşkuner'in sorusuyla ilgili olarak: Bucak Organize Sanayi Bölgesinin kamulaştırma ödeneğinin tamamının ödenmesi karara bağlanmıştır; o da, yaklaşık 385 milyar Türk Lirasıdır.

Sayın Başkanım, Bakanlığımızla ilgili benim tespit edebildiğim sorular bunlar. Müsaade ederseniz, diğer soruları tutanaklardan takip edip yazılı olarak cevaplandıracağım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bedük'ün de yazılı olarak cevaplandırılmasını istediği bir sorusu var, onu da şimdi size gönderiyorum efendim.

Buyurun Sayın Bakan, söz sırası sizde.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tespit edebildiğim sorulara burada kısaca cevap vereceğim, diğer soruları ise tutanaklardan çıkarıp ayrıntılı olarak yazılı cevaplandıracağım.

Sayın Nesrin Ünal'a teşekkür ediyorum; sınır ticareti ve çeşitli tarım ürünlerinin ithalatı konusunda, mevzuat çerçevesindeki uygulamaları tatbikata koymamız nedeniyle bu ürünlerin girişlerinde bazı kısıtlamalar olmaktadır; ancak, bizim burada ithalatı tamamen durdurmamız diye bir husus söz konusu değildir. Şimdiye kadar mevzuatın yeterince uygulanmamasından dolayı dışarıdan çok fazla ürün girişleri olmuş ve üreticimiz, haksız rekabetle yarışamamıştır.

Özellikle diğer bir soruda da değineceğim gibi, ülkemize, sınır ticareti kapsamında 52 çeşit tarımsal ürün giriyordu; bal, fındık, fıstık, elma, elma konsantresinden tutunuz diğer pek çok ürün... Sınır ticareti, sınır illerinin ihtiyaçları için yapılması gerekli olan bir ticarettir; ancak, sınır ticareti bu kapsamını, boyutunu aşmıştı. Aldığımız kararlarla, bundan sonra, Türkiye'de yetiştirilemeyen, zencefil, karanfil, kimyon gibi ürünler sınırdan girecektir; fazlaca ürettiğimiz, ihtiyacımızı karşıladığımız hatta ihraç ettiğimiz ürünlerin sınırdan girmesi mümkün olmayacaktır. Sınırdan giren bu ürünler, aynı zamanda pekçok mikroorganizmayı, hastalığı da içeriye taşıyorlardı.

Serik'teki dolu afetiyle ilgili olarak hasar tespitleri yapılmıştır. Serik ve çevresindeki çiftçilerin borçları ertelenmiştir; ancak, 2090 sayılı Kanun muvacehesinde kendilerine nakdî yardım yapılmak üzere, zararlarının giderilmesi için bir trilyon para istenmiştir. Bu para, bu kanun çerçevesinde -Hazineden- verildiğinde, zarara uğrayan çiftçilere, zararlarının karşılığı olarak dağıtılacaktır.

Sayın Mükerrem Levent, patatesle ilgili bir dosyayı Başbakanlığa da verdiklerini belirttiler. Bu konuda halen Bakanlığımıza ulaşan bir bilgi mevcut değildir.

Patates üreticisinin ne kadar perişan olduğunu biliyorum. Bugün, patatesin maliyeti 30 bin liranın da üzerindedir; ancak, tarlada 15-20 bin liraya satılmaktadır. Bunlar, yıllarca uygulanan yanlış ve günübirlik politikaların sonucudur. İşte, biz, göreve geldiğimizden itibaren ürün planlaması, ürün yönlendirilmesi konularındaki çalışmalarımız bu sıkıntıların önlenmesi içindir. Aynı zamanda, üreticilerin örgütlenmesi, üretici birliklerinin kurulması şart olmuştur. 2000 yılına girilen Türkiye'de ise bu birlikler halen kurulamamıştır. Tasarı şu anda tarafımızdan hazırlanmış ve Bakanlar Kuruluna arz edilmek üzeredir. Köylünün örgütlenmesi, köylünün hakkını savunabilir bir duruma gelmesi şarttır ve ne kadar ekileceği, nerede ekileceği, tohum ıslahından üretim sırasındaki tüm girdilerin planlanmasına kadar ve pazarlama kanallarının bulunmasına kadar üretici birliklerin burada görev alması, hükümetlerin de üretici birlikleri üzerinden üreticilere her türlü desteği götürmesi şarttır.

Evet, köylü konusunda şimdiye kadar edebiyat yapılmıştır da, maalesef, iş yapılmamıştır. İnşallah, bunu da 57 nci hükümet içerisinde Tarım ve Köyişleri Bakanlığı olarak sonuna kadar takip edeceğiz.

Patatesin tonuna 20 dolar ihracat sübvansiyonu verilmiştir. Bunun verilmesinde de biraz geç kalınmıştır. Bütçe imkânları çerçevesinde ancak bu kadarı verilebilmiştir; ama, ton başına 20 dolar ihracat teşviği de patates üreticisinin problemini halletmemiştir. Patatesin tüketimini artırmak için toplu tüketim yerlerinde, özellikle askerî birliklerde patates tüketimini artırma konusunda yazışmalarımız devam etmektedir. Patatesin besin değerini, protein ve diğer besin içeriklerini de halkımıza anlatma mecburiyetimiz var. Bu konuda bir reklam filmi kampanyası çalışmasına da başladık. Bunu da, kaynak bulabildiğimiz takdirde gerçekleştireceğiz.

Mükremin Taşkın'ın soruları da bu ahval üzeredir; onları da, nispeten cevaplandırmış oluyorum. Sayın Mükremin Taşkın da, patatesin, bugün, tarlada 15-20 bin liraya satıldığını; ama, maliyetin benim de belirttiğim gibi 30 bin lira olduğunu belirtmekte...

Sayın Milletvekilimiz, yine, tarımda elektrik borçlarının ertelenmesi, Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçların ertelenmesi, Ziraat Bankasına olan kredi borçlarının ertelenmesi konusundaki düşüncelerimizi sormaktadır. Elektrik borçlarının ertelenmesi konusundaki çalışmalar Bakanlar Kurulu gündemine getirilmiş, bu hususta bir kararname istihsaline gidilmek üzeredir. Tarım Kredi Kooperatiflerine olan 1998-1999 yıllarına ait borçları, genelde, biz, hükümetimiz döneminde erteliyoruz; ancak, 1995, 1996, 1997 yıllarından gelen ve zamanında popülist uygulamalar nedeniyle alınmayan, anaparası 100 milyon civarında olup da, bugün, faiziyle 1 milyarı aşan borçlar vardır ki, bu ertelemeler, bugün, çiftçimize iyilik değil; hatta, biraz da, onların sıkıntıya girmelerine neden olmuştur; ama, biz, özellikle son yıllardaki borçları erteleme konusunda gayret sarf ediyoruz.

Tarım Kredi Kooperatifleri özerk bir kuruluştur, bir yönetim kurulu tarafından idare edilir. Ne yazık ki, Tarım Kredi Kooperatiflerinin Merkez Birliğinin, Tarım ve Köyişleri Bakanlığıyla olan irtibatı geçmiş bir dönemde çıkarılan hatalı bir yönetmelikle tamamen kesilmiştir.

Sayın Eyüp Doğanlar'ın, 7 adet sorusu vardır. Özellikle, 1997 yılından itibaren tahıl ve et tüketiminin arttığını ve bu konuda Tarım ve Köyişleri Bakanlığı olarak nasıl projeler hazırladığımız sorulmaktadır. Ben, kendisine bu konuda hazırladığımız tarımda yeniden yapılanma ve tarım reformu projesini ve bu çerçevede hazırlanan kanun taslaklarını da göndereceğim gibi, pek yakında, grupların organize edeceği toplantılarda, her parti grubuna da detaylı açıklamalar yapacağım.

Avrupa Birliğiyle entegrasyon çalışmalarımız sorulmaktadır. Avrupa Birliğiyle entegrasyon çalışmalarına, göreve geldiğimiz günden itibaren başlamış durumdayız; sırf, Helsinki'de adaylığımız kabul edildikten sonra başlamadık. Özellikle, bu çerçevede, tarım hizmetlerinin düzenlenmesi hakkında kanun, arazi kullanımı ve toprak korumayla ilgili kanun, tarımsal üretici birlikleri kanunu, tarım ürünleri sigortası kanunu tasarılarının hazırlık çalışmalarımız var.

Tarımdaki teşviklerin, Avrupa Birliğinde de uygulandığı gibi, doğrudan destek ve telafi edici ödemeleri organize edecek, Avrupa Birliğindeki FEOGA sistemine benzer bir yapılanmayı doğuracak, tarımda organizasyonu sağlayacak bir üst kurul oluşturulması çalışmaları tamamlanmıştır.

Aynı zamanda, yine, Avrupa Birliğiyle entegrasyonda, tarım içerisindeki her sektör ele alınmış, bunlardan özellikle hayvancılığın geliştirilmesi, hayvancılığın desteklenmesiyle ilgili bir kararname bir süre önce -bir aya kadar- Bakanlar Kurulunun takdirine sunulmuştur.

Dünya Bankasıyla birlikte çalıştığımız ve ilk görüşmesini 17 Ocakta, ikinci görüşmesini de şubat ayı içerisinde yapacağımız Dünya Bankası destekli Türkiye'de hayvancılığı geliştirme projesi, yine, Avrupa Birliği entegrasyonuyla ilgili ele alınan kanunlardandır.

Diğer kanunların, burada, müsaade ederseniz, detayına girmek istemiyorum; ama, hâlâ, yeni bitki çeşitlerine ait ıslahçı haklarının korunması hakkındaki kanunun -yıllarca çıkmayan bu kanunun- 2000 yılı sonunda çıkma mecburiyeti vardır. Bunların hepsi, Avrupa Birliğiyle entegrasyonla ilgilidir. Avrupa Birliğine adaylığımız kabul edilmemiş olsa dahi, bizim, halen, Türkiye'de, yeni bitki çeşitlerine ait ıslahçı haklarının korunması hakkındaki bir kanuna sahip olmamamızdan dolayı, Türkiye, bugün, yabancı ülkelerin ıslah ettikleri tohumların cirit attığı bir uygulama alanına dönmüştür. Bu kanunun çıkmaması, bırakınız Avrupa Birliğine entegrasyonumuzun oluşmamasını, bizim, tohumculukta tamamen dışa bağımlı kalmamıza neden olacaktır. Yine, hayvan sağlığı ve hayvan ırk ıslahıyla ilgili yeni kanunların çıkarılması da, Avrupa Birliğiyle entegrasyonda ele aldığımız kanunlardır.

Bir diğer soru da, özellikle, il müdürlüklerinde çok fazla eleman olduğu; ama, bu elemanların, yeteri derecede köylüye, çiftçiye yardımcı olabildiği veya olamadığı konusundadır. Evet, bazı il müdürlüklerimizde aşırı eleman vardır, bazı il müdürlüklerimizde ise, yeteri derecede eleman yoktur. Onun için, Bakanlıkta, kendi içimizde bir norm kadro çıkarıyoruz. İç Anadolu'daki, Batı Anadolu'daki illerde fazla olan veteriner ve ziraat mühendislerini, göreve geldiğimiz gün, veteriner ve ziraat mühendisi olmayan illere tayin ediyoruz. Bu konuda da, ben, Yüce Meclisin ve milletvekili olan arkadaşlarımızın, tabii ki, her zaman, anlayışıyla karşılaşıyorum.

60'tan fazla üretme istasyonunu, bu 60 üretme istasyonunu, bütçeyi takdimimde de arz ettiğim gibi, özel sektörle ortak kullanıma açıyoruz; Niğde'deki Patates Araştırma Enstitüsü de bunlardan birisidir.

Patatesi sınır ticaretiyle dışarıya gönderme imkânımız yoktur. Biz, sınırdan giren patatesi engellersek, yine, bizim patatesimizin pazarlanmasında bir kolaylık sağlamış olacağız.

Ürünlerin sanayiye yönlendirilmemesi hususunda haklısınız. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, şimdiye kadar üretim bazında bulunmuş, üretilen ürünlerin pazarlanması ve sanayiye aktarımı konusundaki ilişki oluşturulamamıştı, bu konuda da çalışmalarımıza hız veriyoruz.

Sayın Sobacı'nın sorularına gelince; et ve süt konseyi kurulması çalışmaları tamamlanmıştır, yasası çıkmak üzeredir. Özellikle, dışarıdan kaçak olarak hayvan girişini engellemeye çalıştığımız, kaçak giren et ve diğer hayvansal ürünlere karşı tedbir aldığımız gibi, bu konuda ilgili bakanlardan bir komisyon oluşturulmuş ve bu komisyona bağlı olarak da, bürokratlardan ve ilgililerden oluşan özel bir komisyon kurulmuştur ve çalışmalarına devam etmektedir.

Hayvancılığın geliştirilmesi konusunda beş yıllık bir proje hazırlanmış ve bu beş yıllık proje Bakanlar Kuruluna arz edilmiştir. 2000 yılında, bu proje kapsamında, 90 trilyonluk bir paraya ihtiyaç vardır, şu anda, buraya 20 trilyon ayrılmıştır. Ben, Yüce Meclisten, bu proje için 70 trilyon daha fazla bütçenin ayrılmasını talep ediyorum. Eğer 90 trilyonluk bir teşvik hayvancılığa verilirse, sırf 2000 yılında genel bütçeye olan katkısı 204 trilyon olacaktır. Bu kapsamda, biz, özellikle yerli besiciyi, damızlık hayvan yetiştiricisini, yem bitkileri yetiştiricisini, sunî tohumlamayı teşvik ediyoruz. Sizin bahsettiğiniz projeyi yürürlükten kaldırma mecburiyetinde kaldık; çünkü, o projenin Hazineden karşılanması gereken miktarı 90 trilyondu, 10 trilyon ayrılmıştı. 90 trilyonluk bir projeyi 10 trilyonla yürütme imkânı yoktu; bu nedenle, bu projeyi kaldırdık. O projenin özünde, genelde yabancı hayvan yetiştiricisinin teşvik edilmesi vardı. Bizim Bakanlık olarak inancımız şudur ki, Türk hayvancılığının kalkınması, ithal hayvanla veya ithal edilen ülkelerdeki hayvancılığın teşvikiyle değil, yerli üreticinin teşvikiyle olacaktır.

BAŞKAN – Sayın Bakanım, süreyi biraz aştık; diğerlerini yazılı olarak verseniz...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Müsaade ederseniz, son iki hususa da değinip, bitireyim.

BAŞKAN – Estağfurullah...

Buyurun efendim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Sayın Hasan Gülay'ın sorusundaki Manisa'daki 37 kooperatife yeterli destek yapılacak mı yapılmayacak meselesine gelince; Hazineden bize ne kadar para verirlerse, sonuna kadar desteğe devam edeceğiz. Bu konuda da, Hazineye projelerimiz takdim edilmiştir. Evet, Türk hayvancılığı dibe vurmuştur. Türk insanı, artık, yabancı ülkelerden giren, sığır eti mi, kanguru eti mi, sağlıklı mı, sağlıksız mı tartışmalarının yapıldığı et ve süt ürünleri tüketmeye layık değildir. Bu nedenle, dibe vuran bu hayvancılığın kalkındırılması için, bahsettiğiniz kooperatiflerin desteklenmesine canı gönülden inanıyorum ve Türk hayvancılığını kurtaracak projeler de, bu projelerdir. Bu, tabiî, Hazineden ve Maliyeden verilecek imkânlara bağlıdır.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – Çok önemli bir soru; müsaade ederseniz, şunu da cevaplandırayım.

Sayın Akif Serin Beyin sorusuna cevap veriyorum: Bugün, Bakanlıkta çalışan ve öğrenci olan 2 300 teknisyen mevcuttur. Bu 2 300 teknisyen, hayvan sağlık memuruna ihtiyacımız olduğu için, Bakanlık tarafından burs verilerek, dört sene, beş sene, hayvan sağlık memuru olmaları için veya ziraat teknisyeni olmaları için eğitilmişlerdir. Bugün, bizim, Tarım Bakanlığı olarak, çeşitli bakanlıklarda ve özel şirketlerde olduğu gibi, özellikle ara teknik elemana ihtiyacımız çok fazladır. Bu teknisyenler, göreve başladıktan sonra, tekrar sınavlara girerek, bazı fakülteleri kazanıyorlar. Ben, birkaç tanesine örnek vereyim: Bir kısmı Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Türk Dili Bölümünü, bir kısmı Orta Doğu Teknik Üniversitesi tarih bölümünü, bir kısmı ziraat fakültesini, bir kısmı ise veteriner fakültesini, kazanıyorlar.

Şırnak’ta on tane teknisyen var, hayvan sağlık teknisyeni ve ziraat teknisyeni; bunların hepsi bir okulu kazanmışlar, başka bir okula okumaya gittikleri zaman, maaşlarını alıyorlar, sigortaları yatıyor, emekli kesenekleri yatıyor, okulda 5, 6, 7 sene okuyorlar. Bu, 5, 6 sene zarfında, bakanlık olarak, devlet olarak bunlardan katî suretle istifade edemiyoruz. 2 300 kişi bu şekilde gidiyor; aynı zamanda oradaki kadroyu da işgal ettikleri için, yerlerine yenilerini de atayamıyoruz. Bu nedenle, bakanlık hizmetlerinde aksamalar had safhasındadır; aynı zamanda, bir eşitsizlik de olmaktadır. Biz, bu arkadaşlarımıza şunu söyledik -bu, yıllarca uygulanmıştır- dedik ki “Sizi, biz, ara teknik eleman olarak yetiştirdik; ya bakanlıkta hizmetinize devam edin veya biz bir noktada sizin bu hakkınızı dondurmuş olalım, gidin tahsilinize devam edin, bitirdikten sonra, yine dönün, bakanlığa alalım.” Yaptığımız uygulama budur, bunlar da 2 300 kişidir ve bu uygulamayı, bu 2 300 kişinin, en azından 2 200'ü takdirle karşılamıştır. Uygulamamız budur; isteyen tahsiline devam edecek, çalışmak isteyen de çalışacak.

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim Sayın Bakan.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) – ...Et ve süt ithalatı yoktur.

Sabahat Hanımın sorduğu şerbetçiotu konusundaki görüşlerimizi ve tüm diğer arkadaşların sorduğu sorulara cevaplarımızı detaylı olarak yazılı arz edeceğim.

Saygılar sunarım değerli Başkanım ve sayın milletvekillerim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim Sayın Bakan.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkanım, müsaade ederseniz, Sayın Bakanımın açıklamaları üzerine, bir temenni mahiyetinde açıklamada bulunmak istiyorum.

Patates ve soğanla ilgili ihracat teşvik primleri uygulaması yerinde bir uygulamadır. Teşekkür ediyorum; ama, 2000 yılı ürünü için -inşallah- bu primler daha erken açıklanırsa faydalı olur. Ayrıca, Sayın Bakanımız, 1996-1997'de uygulanan tarım kredilerine yönelik -çiftçiyi sıkıntıya sokan- faiz yüzdeleriyle, 1998-1999'da uygulanan faiz yüzdeleri hakkında bir rakam verirse memnun olacağım.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Şimdi, sırasıyla, onikinci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım:

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

A ) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI

1.– Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

A – C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 209 328 200 000 000

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Tarımın Geliştirilmesi, Korunması, Araştırılması,

Desteklenmesi ve Koordinasyonu Hizmetleri 23 700 000 000 000

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 3 029 003 000 000

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 758 800 000 000

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 236 816 003 000 000

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.– Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

A – C E T V E L İ

L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 97 297 163 219 000

- Toplam Harcama : 96 306 147 156 000

- İptal Edilen Ödenek : 2 977 579 834 000

- Ödenek Dışı Harcama : 2 018 600 962 000

- 1050 S.K.55 inci Mad.ve Özel

Kanunlar Gel.Ertesi Yıla

Devreden Ödenek : 32 037 191 000

- 1050 S.K.83 üncü Mad.ve

Dış Proje Kredilerinden Ertesi

Yıla Devreden : 25 139 949 000

BAŞKAN– (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

a) TARIM REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.– Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

A – C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 747 600 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Tarım Reformu Uygulamaları 3 492 400 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 962 500 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 5 202 500 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelini okutuyorum:

B – C E T V E L İ

Gelir

Türü A ç ı k l a m a L i r a

2 Vergi Dışı Normal Gelirler 115 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 Özel Gelirler , Hazine Yardımı ve Devlet Katkısı 5 087 500 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 5 202 500 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.– Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN– Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

A – C E T V E L İ

L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 2 349 250 000 000

- Toplam Harcama : 2 153 243 117 000

- İptal Edilen Ödenek : 196 601 506 000

- Ödenek Dışı Harcama : 594 623 000

BAŞKAN– (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

B – C E T V E L İ

L i r a

- Bütçe tahmini : 2 260 700 000 000

- Yılı tahsilatı : 2 330 467 941 000

BAŞKAN– (B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

B) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI

1.– Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

A – C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 3 025 825 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Sanayi Hizmetleri 39 715 750 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

112 İç Ticaret-Teşkilatlandırma-Tüketicinin ve Rekabetin

Korunması Hizmetleri 1 448 688 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

113 Merkez Dışı Hizmetleri 5 609 350 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 11 365 005 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 1 140 387 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 62 305 005 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.– Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN– Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

A – C E T V E L İ

L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 26 392 866 652 000

- Toplam Harcama : 23 907 695 708 000

- İptal Edilen Ödenek : 1 720 372 410 000

- Ödenek Dışı Harcama : 9 748 511 000

- 1050 S.K.55 inci Mad.ve Özel

Kanunlar Gel.Ertesi Yıla

Devreden Ödenek : 774 547 045 000

BAŞKAN– (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı1998 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, böylece, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile bu Bakanlığa bağlı Tarım Reformu Genel Müdürlüğü ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 2000 malî yılı bütçeleri ile 1998 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Sayın milletvekilleri, onikinci tur görüşmeler tamamlanmıştır.

Onüçüncü tur görüşmelerine başlıyoruz.

Bu turda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Hudut ve Sahiller Genel Müdürlüğü bütçeleri yer almaktadır.

C) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI

1. — Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

D) SAĞLIK BAKANLIĞI

1. — Sağlık Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Sağlık Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

a) HUDUT VE SAHİLLER SAĞLIK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ(Devam)

1. — Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Şimdi grupları ve şahısları adına söz alanları okuyorum:

Grupları adına; Demokratik Sol Parti Grubu adına Uşak Milletvekili Sayın Yaşar Ünal, İzmir Milletvekili Sayın Suat Çağlayan; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Isparta Milletvekili Ramazan Gül, Gaziantep Milletvekili Sayın İbrahim Konukoğlu; Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın İrfan Gündüz, Adana Milletvekili Sayın Ali Gören; Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Emre Kocaoğlu, Trabzon Milletvekili Sayın Ali Kemal Başaran; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Ali Işıklar, Yozgat Milletvekili Sayın Mesut Türker, Karaman Milletvekili Hasan Çalış, Bolu Milletvekili Sayın Ersoy Özcan.

Şahısları adına; lehinde, Adana Milletvekili Sayın Metanet Çulhaoğlu, Muğla Milletvekili Sayın Nazif Topaloğlu; aleyhinde, Bingöl Milletvekili Mahfuz Güler.

Demokratik Sol Parti Grubu adına Uşak Milletvekili Sayın Mehmet Yaşar Ünal, buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA MEHMET YAŞAR ÜNAL (Uşak) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2000 yılı malî bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz aldım; sizleri, saygıyla selamlıyorum.

Çalışma hayatının düzenlenmesi ve sosyal güvenlikle ilgili kurumların daha iyi hizmet verebilmesi için ilgili Bakanlığımızı daha çok çalışmalar bekliyor. Bunu söylerken şunu hatırlatmak istiyorum ki, sosyal güvenlikle ilgili reform yasasının hazırlanması ve Mecliste kabul edilmesiyle ilgili olarak gösterilen başarılı çalışmalardan dolayı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yetkililerini ve Meclisimizi tebrik ediyorum. Bu yasanın ikinci aşaması olan ve sırada bulunan diğer yasaları hazırlarken de, kendilerine başarılar diliyorum. Çıkarılacak bu yeni yasaların uygulanma aşamasında, süratle, uygulama yönetmelikleri çıkarılması ve hedefleri gerçekleştirmek için de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına daha fazla ödenek ayrılması gerektiğini vurgulamalıyız. Bakanlığımızın daha iyi hizmet verebilmek için ihtiyaç duyacağı yasal düzenlemelere de, Meclisimizin öncelik vereceğini düşünüyorum.

2000 yılına girerken, aday olduğumuz Avrupa Birliğine uyum sağlayacak değişiklikleri gecikmeden yapmalıyız. Özellikle, Avrupa Birliği ülkelerinde sosyal güvenlik kurumlarına bütçeden ayrılan pay oranlarına ulaşmak zorundayız. OECD ülkelerinde kişi başına düşen yıllık ortalama sağlık harcaması 1998'de, 1900 dolar civarındaydı; bizde ise, bu, 100 doların biraz üstündedir. Ülke kaynaklarının elverdiği oranda bu miktar artırılmalıdır.

Çalışanların ekonomik ve sosyal durumlarının iyileştirildiği oranda, üretimin ve verimliliğin artacağını diğer ülkelerle rekabet edebilmek için de, bunun, mutlak gerekli olduğunu düşünüyoruz. Bu, hem sosyal devlet olmanın bir gereği hem de devletin bireylere karşı bir görevidir.

Toplumun her kesimine eşit olarak sosyal güvenliğin ve sağlık sigortasının yaygınlaştırılması öncelikli programımız olmalıdır. Bunun için, Sağlık Bakanlığıyla birlikte çalışılarak, Türkiye'de herkesi sağlık sigortası bakımından güvence kapsamı içine alacak yasal değişiklikleri, vakit geçirmeden yapmalıyız .

Şu anda, ülkemizde sağlık sigortası güvencesi kapsamında olmayanların da, bu sorunlarını bir şekilde devlet çözmektedir. Bilindiği gibi, yeşil kart uygulaması bunlardan biridir; fakat, bu konuda vatandaşın çektiği birçok zorluklar da vardır. Yeşil kart almak isteyenlerin, Maliyede bir kayıtlarının olmaması, üzerlerinde herhangi bir gayrimenkul, arsa, tarla, bağ, bahçe gibi şeylerin olmaması öngörülmektedir. Bunu sağlayamayanların ise, gerçekten zor duruma düştüklerini biliyoruz.

21 inci Dönem Parlamentonun, ülkenin bugüne kadar birikmiş diğer sorunlarını nasıl birer birer çözüyorsa, bu konuyu da çözüme kavuşturacağından eminim. 21 inci Dönem Parlamentomuzun göstermiş olduğu performans, toplumda çok büyük umutlar yaratmıştır ve bu umudun kırılmadan devam etmesini de istiyorum. Böylece, Parlamentomuzun yaptığı önemli hizmetlerden biri daha gerçekleşmiş olacaktır.

Çalışma hayatında birçok sorunlarımız vardır. Başta, devlet memuru statüsünde çalışanlara sendika kurma hakkının verilmesi daha fazla geciktirilemez. 20 nci Dönem Parlamentoda bununla ilgili yasa tasarısı üzerinde, bu Meclisimiz, dört hafta süreyle çalışmıştı; fakat, bunu tamamlayamamıştı. Bu tasarının iyileştirilerek, tekrar, Meclis gündemine alınması ve öncelikle tamamlanması gerekmektedir. Bunun hazırlık aşamasında, çalışanların kurmuş oldukları sendikaların yöneticilerinin, üniversitelerin ve diğer toplum kesimlerinin de görüşlerinin alınmasında yarar vardır.

Bu arada "eşit işe eşit ücret" prensibi hemen herkes tarafından benimsendiği halde, bugüne kadar gerçekleştirilememiştir. Bütün devlet kurumlarında çalışanlar, eşit sosyal güvenlik ve emeklilik haklarından yararlanmalıdırlar. Aynı veya eşit düzeydeki eğitim kurumlarından mezun devlet memurlarının bazılarında kademe ve derece ilerlemesi devam etmekte, bazılarında ise, bu derece ilerlemesi bir yerde durmakta, sonuç olarak, bazı kamu görevlileri mağdur olmaktadırlar. Bunlar, emeklilikleri yaklaşınca, unvanlı bir başka kadroya ya da başka bakanlığa atanabilmek için çırpınmaktadırlar. Bunu da şimdi yakalayamıyorlar. Eskiden, bir aylık bir süre için bu kadrolar veriliyordu ve onlar da istifa ediyorlardı. Oysa, şu anda, bu süre de altı aya çıkarılmış olduğu için, memurlarımızın bir kısmı gerçekten mağdur durumdadır. Eğer, bu düzeltilirse, diğer bazı memurlar gibi, onlar da, yükselmeye devam edecekler ve branş ya da bakanlık değiştirmelerine gerek kalmayacaktır.

Kamuda çalışan memurlarımızın bugün aldıkları ücretler çok düşük olup, bu konu, Türkiye'nin kanayan yarasıdır. Emeklilerimizin de aldıkları aylıklarla geçinebilmeleri çok güçtür. Bu da, hiç vakit geçirmeden iyileştirilmeli, bu yöndeki çalışmalara devam etmeliyiz.

Sosyal güvenlik kurumlarımızın 1990'lı yıllardan itibaren açık verdiği ve bu açıkların giderek büyüdüğünü ve sosyal güvenlik kurumlarını batma noktasına getirdiğini biliyoruz. 1998 yılı sonu itibariyle, Emekli Sandığının 610 trilyon, Sosyal Sigortalar Kurumunun 597 trilyon, Bağ-Kurun da 435 trilyon açık verdiğini gördük. Aldığımız bilgilere göre, bu üç kurumun, 1999 yılı sonunda 2,7 katrilyon açık verecekleri tahmin edilmektedir.

Bu açıkların başlıca nedenleri de şunlardı: Geçmişte SSK fonlarının devletçe ucuz kaynak olarak kullanılmış olması, sigortasız işçi çalıştırılması, SSK ve Bağ-Kurda prim tahsilatının düşük oranda gerçekleşmesi, prim karşılığı olmayan sosyal yardım zammı uygulaması, SSK'da prime esas kazanç sınırının düşük kalması ve erken emeklilik, ayrıca, prim borcunu yatırmayanlara af getirilmesi ve bu beklentinin yarattığı tahsilat azalmaları ile yatırılması gereken primlerin işveren tarafından kaynak olarak kullanılması. Evet, sosyal güvenlik kurumlarının açık vermesindeki başlıca sebepler bunlardı. Geçen dönem çıkan yasayla, bunların bir kısmına çözüm getirilmeye çalışılmıştır.

Bu kötüye doğru gidişe son vermek ve Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kuru kurtarmak için, sosyal güvenlikle ilgili reform yasasının, ancak, ilk aşaması Mecliste kabul edilerek kanun çıkarılmıştır.

Sosyal Sigortalar Kurumu, hizmet verdiği yaklaşık 32 milyon yurttaşımızla, sosyal güvenlik kurumlarının başında gelmektedir. Çıkarılan reform yasasıyla, sigortasız işçi çalıştırılmasını önlemek amacıyla yeni düzenlemeler getirilmiş ve kayıtdışı işçi çalıştırma ve prim kayıpları çok büyük ölçüde giderilmiştir.

Sosyal güvenlik reformuyla getirilen en önemli yeniliklerden biri de işsizlik sigortası olmuştur. İşsiz kalan işçi, aldığı işsizlik ödeneğiyle, yeni bir iş buluncaya kadar bu devreyi daha rahat atlatmaktadır. Bu sürede yeni bir meslek edinme ve mesleğini geliştirme fırsatı da bulmaktadır.

Sosyal devlet olmanın gereği devlete yüklenen bu görev, zaten Anayasada belirtilmiştir. Şöyle ki: "Devlet, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır. Devlet, işsizlik sigortası desteği yanında ilgiliye yeni bir iş bulmak için de çalışır." Çıkarılan yasayla, bu eksiklik giderilmiştir.

Sosyal güvenlik reformuyla, Türkiye de, işsizlik sigortası olmayan tek OECD üyesi ülke olma ayıbından kurtulmuş; İşsizlik Fonu kurulmuştur. İşverenlerin, çalıştıracağı işçileri, işe başlatmadan önce SSK'ya bildirmelerinin zorunlu hale getirilmiş olması da önemli bir adımdır. Bununla, hem kayıtdışı işçi çalıştırma önlenmekte hem de işçilerin çalıştığı günlerde sigorta primlerinin tam olarak yatırılması sağlanmaktadır.

Emeklilikte kıdem tazminatı da, çalışanlar için kazanılmış olan çok değerli bir hak olarak bu reform paketinde yerini almıştır.

İş sağlığı ve iş güvenliği genel müdürlüğünün kurulmasının hızlandırılması gerektiği kanaatindeyiz. Türkiye iş kurumu genel müdürlüğü kuruluş ve görevleri hakkında kanun tasarısı taslağı çalışmalarının bir an önce bitirilmesi için, Bakanlığımızın çalıştığını öğrenmiş bulunuyoruz.

2000 yılı içinde, İş ve İşçi Bulma Kurumunun tam otomasyona geçecek olması da sevindiricidir.

Bir de, özürlüler konusu var. İşyerlerinde özürlü ve eski hükümlü çalıştırılması oranının daha önce yükseltilmiş bulunması da isabetli olmuştur. Bu dönemdeyse, vasıfsız özürlülere meslekî bilgi ve beceri kazandırılarak işe yerleştirmek ya da onların bağımsız çalışarak hayatlarını kazanmalarını sağlamak amacıyla Bakanlığımızın yaptığı çalışmaları takdir ediyorum. 1999 Ocak-Eylül arasında 18 meslek kursunun düzenlenmiş olması, bu örneklerden önemli biridir. Sayın Bakanın da, hazırlık çalışmalarının devam ettiğini söylediği diğer kanun tasarıları arasında bulunan genel sağlık sigortası kanun tasarısını da ivedilikle bekliyoruz.

SSK ile Bağ-Kurun emeklilik ve sağlık hizmetlerinde sahip olduğu olanaklar hemen hemen eşitlenmiştir; artık, Emekli Sandığı ile aradaki farklar da kapatılmalı ve sosyal güvenlik kurumları tek çatı altında toparlanmalı. Bu yetmiyor; sağlık hizmeti ile sosyal güvenlik hizmeti de birbirinden ayrılmalıdır.

Bilindiği gibi, SSK, aynı zamanda, sağlık hizmeti de vermektedir. Kuruma bağlı 181 dispanser, 122 hastane ve 227 sağlık istasyonuyla bu görev yapılmaya çalışılmaktadır. Bu kurumlara çok fazla hasta başvurmakta olup -sadece 1999 yılı sonundaki rakamlar var bende- polikliniklere başvuranların sayısı 45 milyonun üzerindedir. Fizikî yetersizliğin giderilmesi amacıyla yatırımlara gidilmesi ve bu kurumun personel ihtiyacının acilen giderilmesi gerekmektedir. Muayene ve laboratuvar kuyruklarında sıra bekleyen hastaların çektiği sıkıntılara da çözümler aranılmalıdır. Bu hizmetler verilirken, Bakanlığın 22 000 eksik sağlık personeliyle hizmet verdiğini düşünürsek, devlet memurluğu sınavını kazananların bu kadrolara doğrudan, mülakatsız atanmaları için de fazla beklememeliyiz. Zira, dört beş yıldan bu yana, Sağlık Meslek Liselerini bitirip de, işsiz bekleyen sağlık elemanlarımıza daha fazla ıstırap çektirmeyelim; bunlar, sık sık bizi arayarak, sorunlarına çözüm bulunmasını istemektedir.

Sağlık personeli, başta hemşire, sağlık memuru, teknisyen ve hekimler olmak üzere, güç koşullar altında, gece gündüz, tatil, bayram, yılbaşı demeden yirmidört saat görev yapmaktadır; hastaneler, hiç tatile girmez. Bunlar, görevlerini yaparken birçok meslek hastalığı ve bulaşıcı hastalığa yakalanma riskiyle de karşı karşıyadırlar; bu riskten uzak kalamazlar. Ayrıca, gördükleri eğitim de, ağır ve en uzun süreli eğitimdir. Yaptıkları iş ise önemli, direkt insan yaşamıyla ilgilidir. Buna benzer haklı nedenlerle, hekimlerden başlamak üzere, sağlık personelinin ekonomik durumlarının iyileştirilmesi; bunun yanında, mutlak hak ettikleri saygınlığın da onlara verilmesi gereklidir. Çalışma süreleri için de yıpranma verilmelidir. Bu yıpranma 1 yıl için 3 ay olarak emekliliklerinde hesap edilmelidir. Doktorların, yıpranma alan diğer meslek gruplarından buna daha fazla hak kazandıklarını kimse inkâr edemez. Ücretlerin artırılması ve yıpranma verilmesi konusunda Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın ortak çalışmalara başlamalarını diliyorum.

Hekimlerde ücret düzenlemesi de şöyle olabilir: Pratisyen hekimler, şube müdürlerine denk ücret alabilirler; buna paralel olarak, uzman hekimler daire başkanları, doçentler genel müdürler, profesörler de müsteşarlar düzeyinde ücret alabilmelidirler.

Bağ-Kurda ise, toplam sigortalı sayısı 3 050 684'tür, emekli aylığı alanların sayısıyı da 1 172 000 olmakla birlikte, Bağ-Kur, yaklaşık 14 milyon vatandaşa hizmet vermektedir. Kasım 1998'de tarımda kendi nam ve hesabına çalışan çiftçilerimize sağlık sigortası hakkını getiren yasa çıkarılmıştı; bu, tarımda çalışanlara getirilen çok önemli bir hak olarak şükranla karşılanmıştır. Bu yasa da, bilindiği gibi, Demokratik Sol Parti Grup önerisi olarak Meclis Genel Kuruluna getirildi ve diğer bütün partilerin milletvekillerinin de desteğiyle oybirliğiyle çıkarılmıştı. Eylül 1999'dan itibaren de, çiftçilerimiz, sağlık karnelerine kavuşmuş bulunuyorlar.

Bu dönemde, Türkiye'nin bugüne kadar devamlı ertelenen sorunlarının çözülmesi ve ihtiyaç duyulan temel yasaların da bu Meclisten çıkarılacağına olan inancımla, 2000 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı olması dileğiyle sizleri saygılarımla selamlıyorum. Bakanlığımıza da başarılar diliyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Efendim, teşekkür ederim.

İkinci söz, İzmir Milletvekili Sayın Suat Çağlayan'ın.

Buyurun Sayın Çağlayan. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA B. SUAT ÇAĞLAYAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti adına görüşlerimi sizlerle paylaşmaktan dolayı büyük mutluluk duyuyorum.

215 000 kişilik büyük kadrosuyla, 65 milyona sağlık hizmeti veren bir büyük kuruluşun bütçesi. Sağlık çok duyarlı bir konu. Gerektiği gibi verilen hizmetin çoğunlukla övgü almadığını, buna karşılık verilemeyen, aksayan her sağlık hizmetinin, haklı olarak, büyük tepkiler aldığını herkes bilmektedir.

Ülkemizde, bütçeden sağlığa ayrılan pay üzerinde sürekli tartışmalar olur. Sağlık sistemimizin birçok eksiği olduğunu biliyoruz; ancak, sanıldığının aksine, parasal kaynak eksikliği, bu eksikliklerin en başında gelmemektedir. Asıl eksiklik, var olan kaynakların etkin kullanılmamasıdır. Bunun temel nedeni, oturmamış sağlık politikaları, kaynakları etkin kullanması gerekenlerin deneyim, birikim ve uygulama eksiklikleriyle, politikanın manevralarına açık, geleceğine güvensiz bürokratların varlığıdır.

Değerli milletvekilleri, ülkelerin sağlık düzeyini yansıtan en objektif ölçüt, temel sağlık hizmetlerine ait göstergelerdir. Doğumda beklenen yaşam süresi, bebek ve çocuk ölüm hızları, anne ölüm hızı, bu bağlamda önemli göstergelerdir.

Bebek, çocuk ve anne sağlığı açısından ülkemiz çok büyük gelişmeler göstermiş; ancak, buna rağmen, uluslararası anlamda ülke sağlığımız dünya sıralamasında hâlâ 50-60'lı sıralarda bulunmaktadır. Bir yandan, dünyanın 16 ncı büyük ekonomisine sahip olacaksınız, diğer yandan, sağlık göstergeleriniz ancak 50 nci, 60 ıncı sıralarda bulunacak; bu, önemli bir tersliktir.

Sayın milletvekilleri, koruyucu sağlık hizmetleri, insanımızı her tür olumsuzluktan korumak ve hastalanmayı engellemek için verilen bir hizmettir, kolaydır, ucuzdur; ancak, her bütçe döneminde, sağlığa birinci basamak sağlık hizmetleri açısından değil, hastane hizmetleri penceresinden bakılıyor olması üzüntü vericidir.

Pratisyen doktoruyla, ebesiyle, teknisyeni ve tüm sağlık çalışanlarıyla, ülkemizin en uzak köşelerine ulaşan sağlık ocağı hizmetleri, yıllardır, büyük bir özveriyle başarıyla yapılamaktadır. Bunun sonucu olarak, çocuk aşılaması konusunda büyük adımlar atılmış ve çocuk felciyle savaşımda büyük başarı elde edilmiştir. Son bir yıldır, yeni çocuk felci olgusunun olmaması, önemli bir başarının göstergesidir.

Ayrıca, aile planlaması hizmetlerinin önde gelen koşulu olan doğum kontrolünün sağlanması için, Ana-Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğünün sağladığı kaynak, mutluluk vericidir.

Sayın milletvekilleri, "112 Acil Sağlık" sistemi, son üç yılda, etkin bir kullanıma geçmiştir. 112 Acil Sağlık sisteminin yaygınlaştırılmasında büyük emekleri geçen 55, 56 ve 57 nci hükümetlere şükranlarımızı sunarız. Başta, geçirdiğimiz deprem felaketleri olmak üzere, her tür acil durumda, 112 Acil çalışanlarının göstermiş ve göstermekte oldukları özverili çalışmaları, gururla izlemekteyiz.

Acil yardım konusunda birçok fonksiyona sahip olan "paramedik" denen becerikli cankurtaranların Bakanlığımızın ekiplerine katılması için, gerekli çalışmaların yapılması gerektiği inancındayız.

Sayın milletvekilleri, 1960'larda yürürlüğe giren, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanunun, diğer adıyla 224 sayılı Kanunun, değişen ülke koşullarına göre yeniden düzenlenmesi gerekir. Sağlık ocakları, ilk kurulduğu 1963 yılından bugüne kadar, ülke sağlığının temel direği olmuştur. Ülkemizin her köşesinde büyük başarıyla verilen sağlık ocağı hizmetleri, büyük kentlerde, gerek nüfus artışı gerek halkın beklentisi gerekse fizik yapıları nedeniyle yetersiz durumdadır. Bu nedenle, sağlık ocaklarının, büyük kentlerde yeni bir anlayışla ve fakat, 224 sayılı Yasanın ruhuna saygılı olarak yeniden düzenlenmesi şarttır.

Pratisyen doktorların hem özlük haklarının karşılanması ve hem de akademik beklentileri yönünden gerçekçi çalışmaların yapılması gerekir. Yıllardır birikmiş olan yolluklarını bile alamadan, dağ taş köyleri dolaşarak çocuk aşılamasını sağlayan ebelerimizin ve sağlık çalışanlarımızın, ödenmeyen paraları ile diğer özlük haklarının verilmesi şarttır.

Sayın milletvekilleri, ilçelere hastane yaptırmak için sayın milletvekillerinin gösterdiği yarış, bazen, ülke kaynaklarının savurganlığına yol açabilmektedir. Bir bakıyorsunuz, 15-20 kilometre aralıklı, az nüfuslu iki ilçeye, iki ayrı politikacı tarafından, 50 yataklı hastaneler yapılmış. Sağlık kadrosu tamamlansa bile -ki, hiçbir zaman tamamlandığı görülmemiştir- çok az sayıda hastası olan bu ilçe hastaneleri, çoğunlukla, politik tatminden öte işe yaramamaktadırlar. Sağlık, politikacıların güç gösterdiği alan olmaktan mutlaka çıkarılmalıdır. Çok iyi işleyen 112 Acil Yardım sistemi istemek varken, yani içinde her türlü ilk yardımın yapıldığı, doktorlu hemşireli acil ambulans sistemi istemek varken, işlemeyen ve işletilemeyecek hastaneler yaptırmaya çalışmak, doğru değildir. Zira, trilyonlar harcanmaktadır, personel açığı karşılanamamaktadır; yazık olmaktadır. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Hastane yapımındaki olumsuzluklardan bahsederken, sağlık projesi koordinatörlüğünün yüzde 7 faizle aldığı Dünya Bankası kredisiyle yaptırmış olduğu hastanelerden bahsetmek istiyorum; yer seçimi uygun olmayan 5 hastaneden birisini de örnek olarak vermek istiyorum.

Örneğin, Milas Hastanesi, 100 yataklı olarak projelendirilmiş ve 3,9 milyon dolar ihale bedeli olan bir hastanedir. Milas dışında bir tepede yapılmış olan bu hastaneye, 12,5 milyon dolar ödenmiştir, yapımı sonunda. Hastanenin birçok işlevi, bakımsızlık ve teknik yetersizlik nedeniyle yerine getirilememektedir. Üzerinde hastane yapılan arazide, yer seçimi yanlışlığı nedeniyle, çatlaklar meydana gelmiştir; bu da, hastaneyi tehdit etmektedir.

Dünya Bankasının yaklaşık 300-400 milyon dolarlık yüzde 7 faizli kredileri, böylesine çok sayıda olumsuzluklara yol açacak şekilde kullanılmıştır.

Hastane yapımındaki uygunsuzlukları, başka boyutlarıyla, sağlık projesinin yönetim hizmetlerinde, sağlık ocaklarının yapımlarında ve eğitim işlevlerinin yerine getirilmesinde de görmek mümkündür. Sayın Bakanın bu konularda göstermiş olduğu duyarlılığı biliyoruz ve konunun, mutlaka derinleştirilmesini istiyoruz. Zaten, bu konuda, bir Meclis araştırması önergemiz sıraya alınmıştır; Meclis gündemine gelecektir.

Hastanelerin verimli kullanılmasını sağlamak ve sağlık hizmeti verebilmek için düşünülen vardiya sistemi de, her zaman yaşanan planlama eksikliğinin bir örneğidir. Hastanelerin sürekli çalıştırılması düşüncesi, prensip olarak doğrudur, buna katılıyoruz; ancak, olayı popülizmden kurtarıp, verimli bir duruma getirmek için, halkın gereksinimleri yanı sıra, hastanenin verebileceği işlev ve hastane çalışanlarının özlük haklarının nasıl karşılanacağının çok iyi belirlenmesi gerekirdi. Bu yönde eksiklikler vardır. Umarız, bütün bu eksiklikler, gerçekçi bir yaklaşımla tamamlanır ve ayakları yere değen bir sistem getirilir hastanelere.

Sağlık Bakanlığına bağlı, katma bütçeli, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, yaptığı hizmet gereği elde ettiği büyük gelirle önemli bir girdi sağlamaktadır. Bu gelirin harcanması için bazı zorlama yolların bulunduğunu görmekteyiz. Bu bağlamda, örneğin, yüzer poliklinik teknesi, 10 adet deniz acil yardım sağlık motor botu... Bunları satın almak ve helikopter ambulans satın alarak işletmek hiç de kolaylıkla yapılacak işler değildir. Elbette ki satın alabilirsiniz; ama işletemezsiniz, yapılan yatırımlara yazık olur, hele ambulansların bile büyük sıkıntılarla işletilebildiği bir sistemde daha büyük zorluklarınız var demektir.

Denizlerde ya da turizm bölgelerindeki acil durumlarda en uygulanabilir yöntem, o bölgelerdeki 112 sistemini güçlendirmek, sağlık ocaklarını desteklemek ve gerektiğinde hizmet alabilmek için Türk Hava Kurumu, Deniz Yolları ve Silahlı Kuvvetler gibi devlet kurumlarıyla karşılıklı sözleşmeler yapmaktır. Gerektiğinde özel sektörden de hizmet satın almak olasıdır.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde sağlık güvencesi olmayan yurttaşlarımızın bu güvence kapsamına alınması, artık, hükümetlerden de öte, bir devlet politikası haline gelmiştir. Son on yıldır, genel sağlık sigortası yaklaşımıyla ve her bakan tarafından adı biraz değiştirilerek, kamuoyuna, sağlık reformları yapılacağı söylenir ve söylenegelmektedir. Bu amaçla hazırlanan genel sağlık sigortası taslağı, önce sağlık finansman kurumu kanunu adıyla, sonra kişisel sağlık sigortası adıyla ve en son olarak da sağlık sandığı kurumu kanunu adıyla kamuoyu önüne çıkarılmıştır. Sağlık sandığı kurumu kanunu tasarısı, tasarı olarak, sağlık Bakanlığı tarafından kamuoyuna açıklanan ve gerçeklerden uzak olarak hazırlanmış bir tasarıdır. Zira, ülkemizin yaklaşık yüzde 40'ına, hatta gizli olarak belki yüzde 50'sine sağlık hizmeti veren Sosyal Sigortalar Kurumu, bu kanun tasarısında tümüyle gözardı edilmiştir. Sadece SSK değil, diğer sağlık kuruluşları da gözardı edilmiştir, yok sayılmıştır.

Sağlık, ciddî bir iştir. Tüm ülkeyi kapsayacak bir sağlık sistemi getirilirken, yapılması gereken şey, sağlık ve sosyal güvenlikle ilgili tüm bakanlık ve ilgili sektörlerin bir araya gelmesi ve bilimsel temele dayalı araştırmaların yapılarak uygulanabilir taslak oluşturmaktır.

Avrupa Birliğine adaylık sürecinin başladığı bu dönemde, sağlık alanında, işin gereğini yerine getirmek zorundayız. Gelişmiş ülkeler ölçeğinde, sivil toplum kuruluşlarının kamu yönetiminde ulaştığı aşamaya, artık daha fazla seyirci kalamayız. Bu bağlamda, meslek örgütlerini söz ve yetki sahibi bir konuma getirmeliyiz. Bunu sağlayacak yasal düzenlemelerin bir an önce yaşama geçirilmesi gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, Sağlık Bakanlığımızdaki başarılı gördüğümüz uygulamalar için, her türlü desteğin DSP Grubunca verileceğinin bilinmesini isteriz; ama, kamu sağlığını ve bu sağlığı verenleri olumsuzluklardan korumak için de, uyarı görevimizi yerine getirmek zorundayız.

Her bakan değişikliğinde, Sağlık Bakanlığının gerek merkez ve gerekse il örgütlerinde, yönetici olarak çalışanlar arasında büyük huzursuzluk yaşanır. Hastane başhekimleri, bakanın bağlı olduğu parti örgütünün özel ilgi alanına girer. Çok sevimli yerlerdir başhekimlikler. Bu kez de böyle oldu. Büyük bir görevden alma, yer değiştirme operasyonu yapıldı ve yapılmaktadır. Bu görevden almalar veya atamalar, ya birinci elden Sayın Bakan tarafından yapılmakta ya da ikinci elden, Sayın Bakanın izniyle, ama, Sayın Bakana hoşgörünme işgüzârlığı içindeki sağlık müdürleri ve başhekimler tarafından yürütülmektedir. Dileriz, bu uygulamalar, kamu sağlığında büyük sorunlar yaratmadan sona erer.

Değerli milletvekilleri, Bakanlığımızın hep iyi uygulamalarından bilgiler sunmak ve sadece olumlu işler için yönlendirici konuşma yapmak isterdik; ama, bunu yapabilmemiz için de, Sayın Bakanın, yasaları bu denli zorlamamasını isterdik.

Örneğin, keşke, tarafsız olarak yapılmakta olan klinik şef ve şef yardımcılığı sınavı, Sayın Bakan tarafından Tababet Uzmanlık Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle kaldırılmasaydı ve keşke, Sayın Bakan, kendi uygun gördükleri kişileri sınavsız olarak, şef ve şef yardımcısı olarak atamasaydı ve de keşke, bu yasadışılık olmasaydı da, Danıştay bu uygulamayı iptal etmek zorunda kalmasaydı. (DSP, ANAP, FP ve DYP sıralarından alkışlar) Ancak "hele ben yapayım, nasıl olsa, şef, şef yardımcılıklarının yarıdan fazlasını, Danıştay karar alıncaya kadar doldururum" felsefesinin doğru olup olmadığını, bize, Danıştayın önümüzdeki günlerde vereceği ayrıntılı karar gösterecektir.

Gevher Nesibe Sağlık Eğitim Enstitüsünün açılması da bir başka örnektir. Keşke, Anayasaya girmiş yükseköğretim kurumu hükümlerine karşın, yasalar ve yönetmeliklerle ters düşmesine karşın, hem Yükseköğretim Kurulu ve hem de Millî Eğitim Bakanlığının olumsuz görüşlerine karşın, Gevher Nesibe Sağlık Eğitim Enstitüsü yeniden açılmasaydı... (DYP sıralarından alkışlar) Üstüne üstlük, bir de, alınan öğrencilerin, merkezî sınav sistemi dışında, özel bir sınav yapılarak bu usulsüz açılmış okullara alınmış olması da, ileride yargı kararlarının uygulanmasında işlerin arapsaçına dönebileceğinin korkusu içerisindeyiz.

SÜLEYMAN COŞKUNER (Burdur) – Ayıp oluyor ama!

MUSTAFA GÜL (Elazığ) – Yanlış konuşuyorsunuz!

BAŞKAN – Sayın Gül, dinleyelim efendim... Siz de kalkarsınız, aksini söylersiniz; bu kürsü, hür kürsü; herkes fikrini ifade eder.

Buyurun efendim, devam edin.

B. SUAT ÇAĞLAYAN (Devamla) – Bu kuralsızlıklar ve yasalara uymayan uygulamalar, sağlıkla ilgili tüm kişi ve kuruluşlarca kuşkuyla izlenmiş ve gerekli uyarılar yapılmıştır, yapılmaktadır; ama, etkili olunamadı; ama, olamadı! Şimdiye kadar "ben yaptım, oldu" felsefesi geçerli oldu Sağlık Bakanlığında; üzgünüz! Hiç olmazsa, bundan sonra, bu olumsuzlukları düzeltmek için Sayın Bakanın gayret göstereceği umudunu sürdürmek istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz, her konuda olduğu gibi, sağlık alanında da hızlı bir yol almaktadır. Demokratik Sol Parti Grubu olarak, çok sayıda eksiklikler ve yetersizlikler taşımasına karşın, Sağlık Bakanlığı bütçesinin ülkemiz yararına olacağına inanıyoruz. Bu sınırlı bütçeye karşın, sağlık hizmetini en iyisiyle vermeye çalışan, en uzak köydeki ebeden, pratisyen doktordan ve diğer sağlık çalışanlarından en yüksek düzeydeki yöneticisine kadar tüm Sağlık Bakanlığı çalışanlarına bir kez daha şükranlarımızı sunuyor ve DSP Grubu olarak başarılar diliyoruz. (DSP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Çağlayan'a teşekkür ediyorum.

Özellikle, Demokratik Sol Parti, süresinin dışına çıkmadığı için de ayrıca teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Isparta Milletvekili Sayın Ramazan Gül; buyurun efendim.

DYP GRUBU ADINA RAMAZAN GÜL (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bütçesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini aktarmak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2000 malî yılı bütçesinin gerçek anlamda bir bütçe olmadığını, bu bütçenin âdeta bir borç yönetimi bütçesi olduğunu, Plan ve Bütçe Komisyonunda yapmış olduğum konuşmalarımda belirtmiş idim. Sözlerime başlarken, bu gerçeği, siz sayın milletvekillerine, bir kez daha sunmayı görev olarak addediyorum. Nitekim, bu tablodan, Sayın Maliye Bakanımız da şikâyet etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu hükümetin en büyük özelliği, bakanlarımızın, hizmet üretmek yerine, şikâyette bulunmayı tercih etmeleridir. Bir bakıyorsunuz, bir sayın bakan kalkıyor, kendi bakanlığının kapatılmasını istiyor; bir başka bakan da, kendi bakanlığına bağlı kuruluşları yerden yere vuruyor; ama, önlem almaya gelince, ses seda yok. Neden; çünkü, bu hükümet, iş üretmek yerine şov yapmayı tercih ediyor. Oysa, hükümet olmak, icraat yapmak demektir; iktidarın şikâyette bulunmaya hakkı yoktur. İktidar mevkiinde bulunanlar, sorunları çözmek için iktidara talip olurlar. Bu gerçeği, iktidar koltuğunda oturan bazı sayın bakanların da çok iyi bilmesi gerekir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, sosyal yaşamın, çalışma yaşamının gelişmesi ve kuramsallaşmasıyla birlikte önem kazanmış bir bakanlıktır. Bu Bakanlığın en önemli fonksiyonu, koordinasyon bakanlık konumunda olmasıdır. İşçi ve işveren örgütlerine eşit uzaklıkta olması, onların sorunlarına dengeli yaklaşması, en önemli ilkesi olması gerekir. Çıkaracağı yasaların hazırlık aşamasında bu kuruluşların görüşlerini alması, bu açıdan önem arz etmektedir; ama, Bakanlık, sosyal güvenlik yasasını çıkarırken bu kuruluşların görüşlerini âdeta dikkate almamıştır, işçi örgütlerinin yoğun tepkisini görmezlikten gelmiştir. Bu nedenledir ki, çıkarılan Sosyal Güvenlik Yasası, hâlâ, kamuoyunda tartışılmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, daha da tartışılacaktır. Bakanlık, bu konudaki eksikliğini bildiği için, Sayın Bakan, Türk-İş Genel Kuruluna katılamamıştır, daha doğrusu, katılmaya cesaret edememiştir. Sayın Başbakan da katılamamıştır.

Sayın milletvekilleri, düşünebiliyor musunuz, bir Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Türkiye'nin en büyük işçi örgütünün Genel Kuruluna katılmaya cesaret edememektedir. Neden; çünkü, Sayın Bakan, bu Genel Kurulda hesabını veremeyeceği işler nedeniyle mahcup olmak istememiştir. Şayet, Sayın Bakan, bu Genel Kurula hangi gerekçeyle katılamadığını bu kürsüden açıklarsa, çok memnun oluruz; ama, Sayın Bakan, bir başka gerçeği de unutmasın ki, yarın, seçimlerde, iççilerin önüne hangi yüzle çıkacaktır... Bugün hesabını vermekten kaçındığı pek çok şeyin hesabını o zaman sorarlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakanın bir diğer özelliği de, kendisini, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak görmesi yerine, âdeta SSK bakanı olarak görmesidir. Sayın Bakan, Sosyal Sigortalar Kurumu adına demeç veremez; çünkü, 4792 sayılı Yasaya göre, kurumu temsil yetkisi Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürüne aittir. Sayın Bakanın SSK'yı temsil yetkisi yoktur. Sayın Bakan bu gerçeği bilmiyorsa, açar, yasaya bakar, hukukçulardan sorar; daha da merak ediyorsa, Anayasa Mahkemesinin kararlarına bakar; bu gerçeği oralarda görebilir. Bu gerçeği acı da olsa, Sayın Bakana hatırlatmayı bir görev olarak biliyorum; çünkü, Bakanın, başında bulunduğu Bakanlığın pek çok sorunu varken, bu sorunları görmezlikten gelip tüm çalışmalarını SSK üzerine, yoğunlaştırması doğru değildir.

Bakınız, Türkiye, Avrupa Birliğine aday oldu. Çalışma yaşamı açısından, Sayın Bakan, ne gibi hazırlıklar sürdürüyor? Avrupa Birliğiyle uyum konusunda ne gibi çalışmalar başlattı? Avrupa Birliğinde uygulanan çalışma yaşamıyla ilgili mevzuatın bir envanteri Bakanlıkta var mı?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Var, var.

RAMAZAN GÜL (Devamla) – Bunları, şunun için soruyorum: Belki, Sayın Bakanın, Bakanlıktaki Avrupa Birliğiyle ilgili daireden haberi de yoktur. Böyle bir dairenin bulunduğunu, genellikle de çalıştırılmadığını çok iyi biliyoruz. Sayın Bakan bu daireye bir hareketlilik kazandırırsa, o zaman daha iyi olur deriz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çalışma yaşamının diğer önemli iki konusu, iş güvenliği ve iş kazalarıyla ilgilidir. Bu konu, Bakanlıkta, her yıl, bir defa olarak kutlamanın dışında pek gündeme gelmemektedir. Çünkü, sayın bakanların ilgisini çekmemektedir. Neden çekmemektedir; çünkü, bu dairede adam tayini yoktur, ihale yoktur, adam kayırma yoktur. O halde, işçinin, iş kazası geçirmesini önleyecek tedbirlerle niçin uğraşacaksınız?.. Bu gibi konular, anlaşılıyor ki, Sayın Bakanımızın ilgi alanı dışında.

Bir konuyu daha Sayın Bakana hatırlatmakta yarar buluyorum. İş kazalarıyla ilgili daire başkanlığının daha etkin olması için, genel müdürlük olarak örgütlenmesi isteniyor idi; bu konuda çalışmalar da yapıldı; acaba, Sayın Bakan, bu konuda bilgilendirildi mi?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizin malumu olduğu üzere, Sosyal Sigortalar Kurumu, devlet bütçesinden sonra en büyük bütçeye sahip olan bir kurumdur. Kurum, yaklaşık 32 milyon yurttaşımıza sağlık ve sigorta hizmeti vermektedir. Kurum, Sağlık Bakanlığının belirlediği kriterlere göre 21 000 eksik kadroyla çalışmaktadır. Sayın Bakanın getirdiği ve Yüce Parlamentonun da kabul ettiği bir yasayla, 18 000 yeni kadro Sosyal Sigortalar Kurumuna verildi. Bu konuyla ilgili olarak acaba neler yapıldı? Sosyal Sigortalar Kurumunun norm kadroları belirlendi mi? Yine, aynı yasaya göre çıkarılması gereken yönetmelikler var; bu yönetmelikler, bugüne kadar niçin yayımlanmadı? Öyle anlaşılıyor ki, Sayın Bakan, asıl üzerinde durması gereken konular üzerinde durmamaktadır; ama, Sayın Bakan, başka yönetmelikleri hızla yürürlüğe koymaktadır. Mesela, sigorta yüzsüzleri artık açıklanmayacak. Yani, işçinin primlerini cebe atan kötü niyetli kişiler artık kamuoyuna açıklanmayacak. Sayın Bakan, niçin böyle bir değişikliği yapma ihtiyacını duymuştur? Acaba, dürüstüm diye ortada gezip usulsüzlük yapanları SSK primlerini ödemeye zorlayacak kamuoyu baskısından, niçin, Sayın Bakan, bunları kurtarıyor? Sayın Bakan, bunların cevabını vermek zorundadır.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Hiç merak etme; biraz sonra vereceğim.

RAMAZAN GÜL (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sosyal Sigortalar Kurumunda, eleştirmeye kalktığımızda, çok şey bulabiliriz; ama, önemli olan eleştiri değil, sorunlara çözüm getirmektir. Bakanların ve bakanlıkların varlık nedeni de budur. Kuşkusuz, bu, demek değildir ki, sayın bakanlar eleştiri yapmayacaklardır... Elbette yapacaklardır; ama, siyaset adamlarının, kamu kurumlarını eleştirirken dikkatli bir üslup kullanmaları gerekir. Önüne ilk konan belgeyi görüp, araştırmadan, soruşturmadan demeç vermemeli, şov yapmamalı. Aksi halde, Sayın Bakanın da çark ettiği gibi, söylediklerini düzeltmek ya da geri almak zorunda kalır; bu da, politikacıya olan güveni sarsar. Şimdi, Sayın Bakan, Sosyal Sigortalar Kurumu konusunda ne söylerse söylesin, artık, kamuoyu, Sayın Bakanın, sorunları çözmek için değil, siyasal malzeme olarak kurumu kullandığını bilmekte ve öyle kabul etmektedir.

Sayın milletvekilleri, bakınız, Sayın Bakan, İstanbul SSK Sağlık İşleri Müdürlüğünü ziyaret esnasında iki faturayı basın mensuplarına göstererek, "işte, SSK'yı böyle öpüyorlar" diyerek, SSK'da katrilyonluk yolsuzluk olduğunu dile getirmiştir. Eski bir denetim elemanı olarak, bu söylemin ciddî haksızlıklar içerdiğini ve kurumu rencide ettiğini ve Sayın Bakanın da bu tür söylemlerden kaçınması gerektiğini belirtmek isterim. Çünkü, olay, Sayın Bakanın kamuoyuna yansıttığı gibi değildir; tam bir mizansendir. Bakınız, nasıl:

Sayın Bakanın söz konusu ettiği faturalar, Sosyal Sigortalar Kurumu hekimleri tarafından incelenen yüzlerce, binlerce faturadan ikisidir.

Bu faturaların bedelleri, uyuşmazlık konusu olan pek çok fatura gibi ödenmemiştir.

SSK, dışarıdan satın aldığı hizmetler dolayısıyla, kendisine kesilen faturaları en sağlıklı inceleyen bir kurumdur. Çünkü, SSK'nın hekimleri vardır. Hekimler tarafından denetlenmeyen bir fatura kesinlikle ödenmemektedir.

Peki, Sayın Bakan, ödenmeyen faturaları "SSK'da katrilyonluk yolsuzluk var" diye kamuoyuna niçin gerçeğe aykırı bilgiler vermiştir?! Ödenmeyen faturaları ödenmiş gibi söylemektedir.

Şayet bu faturaların bedelleri ödenmiş ve yolsuzluğa yol açılmışsa, bu işin sorumluları niçin görevinin başındadırlar?

Sosyal Sigortalar Kurumunun son beş yılda dışarıdan satın aldığı hizmetlerin toplamının 1 katrilyon liranın çok altında olduğu biliniyor. Peki, Sayın Bakan katrilyonluk yolsuzluğu nereden çıkardı?

Gerçi, Sayın Bakan, daha sonra, Anadolu Ajansına yaptığı bir açıklamada, bu katrilyonluk yolsuzluğun, sadece SSK'yı değil, Emekli Sandığını, Bağ-Kur'u da kapsadığını söylemektedir; yani, basının dediği gibi, Sayın Bakan, çark etmiştir. Şimdi, eğri oturup doğru konuşalım; bu söylemler bir bakana yakışır mı?!

Sayın Bakan, sosyal güvenlik sisteminin yeniden yapılandırılması çerçevesinde Emekli Sandığının da kendisine bağlanmasını istiyor. Sayın Bakan, kendinize bağlı kuruluşlara sabah adam atayıp, akşam aldınız; hatta, bazı basın organları da sizin bu yaptığınızın lehine yorumlar yaptı, haberler verdi; oysa, bu, devlet ciddiyetiyle bağdaşır bir olay değildir. Bırakınız, bari Emekli Sandığı istikrarlı yönetimini sürdürsün; siz, SSK ve Bağ-Kur'la uğraşın, yeter de artar bile.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yolsuzlukların üzerine gitmek, hepimizin görevidir; ama, bunu yaparken, kararlı, sağduyulu olmak zorundayız; konuyu iyi araştırıp, sonuç alındıktan sonra kamuoyuna açıklamalıyız; aksi takdirde, kurumları yıpratır ve politikacı olarak da saygınlığımıza gölge düşürürüz. Biz, bunu yapan her politikacıya destek verir ve sağlıklı delillere dayanılarak yolsuzluğu ortaya çıkaran politikacıyı da alkışlarız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz, yolsuzlukların üzerine giden ve ortaya çıkaranları alkışlarız; ama, katrilyonluk yolsuzluk var deyip de, asıl yolsuzlukların üstünü örtenleri de kamuoyuna teşhir ederiz. Bunu yapmak da bizim görevimizdir. Sayın Bakan da bu konumdadır. Sayın Bakanın niyeti asla ve asla yolsuzlukları ortaya çıkarmak değildir; çünkü, Sayın Bakanın böyle bir niyeti de yoktur. Yolsuzlukları ortaya çıkaracağım deyip kapı kapı dolaşacağına, önce, ortaya çıkarılmış ve müfettiş raporuna bağlanmış yolsuzlukları kamuoyuna açıklasın. Sayın Bakanın böyle bir niyeti yoktur; çünkü, bu konuda da samimî değildir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu konuda samimî olmadığını ve müfettiş raporuna bağlanmış yolsuzlukların nasıl sümenaltı edildiğini Yüce Heyetinize arz edeceğim. Böylece, kişilerin gerçek yüzlerini görmüş olacaksınız; çünkü, biz, yolsuzlukların üzerine gidiyor gibi yapıp, milyarlarca liralık yolsuzluğu saptamış müfettiş raporlarını savcılığa göndermeyen bir bakanı samimî bulmuyoruz; açıkçası, ikili oynayan kişi olarak görüyoruz!

Şimdi soruyorum:

Sosyal Sigortalar Kurumu Samsun Hastanesi tevsi inşaatını hangi müteahhit yapmaktadır?

Bu inşaat nedeniyle Sosyal Sigortalar Kurumu müfettişlerinin ortaya çıkardığı yolsuzluğun miktarı, 1999 yılı birim fiyatlarına göre, 472 801 384 495 lira mıdır?

Müfettişlerin raporları işleme konulmak üzere, Hukuk Müşavirliğine, Personel ve Eğitim Daire Başkanlığına, Muhasebe ve Malî İşler Daire Başkanlığına ve İnşaat Daire Başkanlığına gönderildikten sonra, Sayın Bakanımızın imzasıyla bu raporlar durdurulmuş mudur durdurulmamış mıdır?

Sayın Bakanın raporla ilgili herhangi bir işlem yapılmamasını isteyen yazısı 12 Ağustos 1999 tarihini mi taşıyor?

Sayın Bakan, SSK müfettişlerinin ortaya çıkardığı bir yolsuzluğu sizin durdurmaya yetkiniz var mı? Bu yetkiyi hangi yasadan alıyorsunuz?

BAŞKAN – Sayın Gül, size ayrılan 15 dakikalık süre bitti efendim; isterseniz, devam edebilirsiniz tabiî...

RAMAZAN GÜL (Devamla) – Bitiriyorum efendim.

SSK müfettişleri on ayrı iddiayı soruşturacaklardı, sadece bir iddiayı soruşturabildiler. Sayın Bakan, bu soruşturmaları hangi gerekçeyle ve kimleri koruma amacıyla durdurmuştur; bunu sormak istiyorum.

Sayın Bakan, yasal süresi dolmadığı halde, iki SSK Yönetim Kurulu üyesi ile Bakanlık ve SSK Teftiş Kurulu Başkanını, bu yolsuzlukların üzerine gittikleri için mi görevden aldı?

Bu konuda Sayın Bakana bir soru daha sormak istiyorum: SSK Samsun hastanesi inşaatını yapan müteahhidin yakınlarının ya da akrabalarının ANAP'ta belli bir konumda görevleri var mıdır yok mudur; bunu öğrenmek istiyorum.

Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum, sağ olun. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gül.

Şimdi, söz sırası, Gaziantep Milletvekili Sayın İbrahim Konukoğlu'nda.

Buyurun Sayın Konukoğlu. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA İBRAHİM KONUKOĞLU (Gaziantep) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, yeni bir bin yıla girerken, aynı zamanda, bilgi çağı olarak nitelendirilen yeni bir çağa da adım atmış oluyoruz. Gelin, ülke gerçeklerini gözler önüne serelim ve hep birlikte, sorunlara, hızla çözüm üretelim; milletimiz bizden bunları beklemektedir, bunun için bizlere oy vermektedirler.

Bakın, 21 inci Yüzyılın kapısındayız; ama, bizler, henüz, sağlık problemlerimizi halletmemiş, halen, ülke nüfusunun yarısına yakın oranını sağlık güvencesi kapsamına alamamış bir ülkeyiz; yani, her üç insandan birisi, hiçbir sosyal güvencesi olmayan kesim. Böyle bir ülkede, elbette, sağlık problemi büyük sıkıntı arz eder.

Vatandaş, yasalarla devlete karşı birçok sorumlulukları yüklendiği gibi, devlet de vatandaşlarına karşı aynı oranda sorumludur. Bu husus, Anayasamızın 56 ncı maddesinde açıktır; devlet, vatandaşlarının hayatını, beden ve ruh sağlığı içerisinde sürdürmelerini sağlamakla görevlidir. Yıllardır düzeltilemeyen sağlık hizmetlerindeki sorunların çözülmesi ve halkımızın hakkı olan kaliteli ve ulaşılabilir sağlık hizmetine kavuşturulması, hükümetlerin görevidir.

Konuya üç açıdan bakmak istiyorum: Hasta, hekim ve sağlık kuruluşları.

Ülkemizdeki sağlık hizmetlerinden, ne hizmeti alan hasta ne hizmeti veren hekim ne de sağlık kurumları memnundur. Bu üçlem öylesine bir karmaşa içerisine girmiştir ki, haksız taraf yoktur, herkes haklıdır. Herkes haklıdır da, dengeyi sağlayacak düzenlemeler yapılmamış, ihmal edilmiş, edilmeye devam etmektedir. Oysa, 21 inci Yüzyılda, bilgi çağında, başarılı olmak için, eğitim gibi sağlık sorunları da çözülmüş olmalıdır.

Hastalar, hekim ve sağlık kuruluşlarından şikâyetçidir; haklıdırlar. Şifa bulmak için kapılarını çaldıkları sağlık kuruluşlarında, uzun kuyruklar bekleyerek hekim karşısına çıkmaktadırlar. Hekimler günde 100 - 150 hasta bakmak zorunda kaldıkları için, hastaya yeterli süre ayırıp teşhis koymakta zorlanmakta, en ufak bir tahlil ve tetkik için hasta yine sağlık kuruluşları kapısında günlerce beklemektedir. Buna rağmen, hastalar, beklediği, umduğu yeterli ilgi ve şefkati bulamamaktadır.

Hekimler ve sağlık personeli haklıdır; çünkü, henüz birçok özlük haklarına kavuşamamışlar, Sağlık Bakanlığının dengesiz personel dağıtımı yüzünden bazı yerlerde yığılmalar, bazı yerlerde sıkıntılar yaşanmaktadır. Hastane başhekimleri ve diğer yöneticileri, kurumun kendi sıkıntıları yetmediği gibi, bir de siyasî baskıya maruz bırakılmakta ve gelecek korkusu içerisinde aslî görevlerini yapmakta zorluk çekmektedirler.

Sağlık kuruluşları haklıdır, yetersiz ve tam yetiştirilmemiş personel yanında, gerekli sağlık cihazlarıyla donatılmamanın, altyapı yetersizliğinin sıkıntısını yaşamaktadırlar. Sağlık hizmetleri, günümüzde gerçekten çok pahalı bir sektördür; ancak, genel bütçe içerisinde, Sağlık Bakanlığına ayrılan payın oranı da 21 inci Yüzyıla giren, Avrupa Birliğine aday, bilgi çağının büyük Türkiye düşleri için çok komik bir orandır. Bu oran, aslında ülkemizdeki sağlık sektörüne ve vatandaşın sağlığına verilen önemle de direkt orantılıdır. Rakamlar gerçeklerden kaçmamıza engel olur. Bakınız, genel bütçedeki Sağlık Bakanlığının payı, 1999 yılı bütçesinin de altına düşürülmüş ve yüzde 2,26’ya çekilmiştir. Oysa, 1999 yılındaki pay, yüzde 2,8 idi. Bu oran, vatandaşımızın sağlık hizmetlerinden yeterli oranda yararlanmasına engel teşkil etmektedir. Ancak, bu oran -tekrar söylüyorum- yoksul ülkelerin ayırdığı bütçenin bile çok altındadır. Bakınız, bazı Avrupa ülkelerindeki oranlar dikkat çekicidir. Bu oran Yunanistan'da yüzde 7, Avusturya'da yüzde 14, Almanya'da yüzde 17, İspanya'da yüzde 6, Portekiz'de yüzde 9 gibidir. Diğer taraftan, Türkiye, kendi gelir grubuna yakın ülkeler arasında da, vatandaşının sağlıkla ilgili konularına bütçesinden en az payı ayıran 2 ülkeden birisidir. Aynı gruba giren 14 ülkeden Meksika'daki oran yüzde 3, Türkiye'de yüzde 2,26; diğer 12 ülkede ise yüzde 5 ile 21 arasındadır; OECD ülkelerinde gayri safî millî hâsıla içerisindeki oranı ortalama yüzde 7,2; Türkiye'de yüzde 4 civarındadır.

Sayın milletvekilleri, Türkiye, 2000 yılında, bu oranla ne vatandaşa sağlık hizmetlerini verebilir ne de ülkenin sağlık problemlerini ortadan kaldırabilir. Bu, komik denecek rakamlarla, temsil ettiğimiz milletimizin sağlık sorunlarını nasıl çözeceğiz? Hastaların, yaşadıkları yerlerde tedavi edilmelerini nasıl sağlayacağız? En ufak bir tetkik için hastayı Ankara'ya göndermek zorunda kalan hekimlerin, gönderdiği hastaları, kendi illeri ile Ankara arasında daha ne kadar mekik dokutacağız?

Ülkemizde her 10 000 kişiye 25,7 yatak düşmektedir. Bu rakam, dünya ortalaması olan yüzde 36'nın altındadır. Ülkemiz geneline bakıldığında da önemli dengesizliğin olduğunu görmek mümkündür. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde 10 000 kişiye 10'un altında yatak düşerken, batı bölgelerimizde bu oran 25'in üzerindedir. Ne yazıktır ki, Sağlık Bakanlığının illere göre personel dağılımı da, tıpkı yataklarda olduğu gibi, dengesiz ve adaletsizdir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerine, ne hekimler ne de sağlık personelleri gitmek istemektedir. Bakın, Ankara'da görev yapan bir pratisyen hekime düşen nüfus 655, İzmir'de 890 iken, bu oran, doğudaki şehirlerde 4 000'in üzerindedir.

Sayın milletvekilleri, bir ülkedeki insan sağlığının en önemli göstergelerinden biri, çocuk ölüm oranı ve bebek ölüm oranıdır. Avrupa ülkeleri içinde çocuk ve bebekleri en çok ölen ülke, maalesef, Türkiye'dir. Türkiye'de çocuk ölüm hızı binde 47'dir; yani, 5 yaşına kadar olan 1 000 çocuğumuzdan 47'si ölmektedir; aynı hız, Avrupa ülkelerinde binde 5 ile 10 arasındadır. Komşu ülkelerde -Irak dışında- çocuk ölüm hızı bizden daha düşüktür. Yine, bebek ölüm hızı, Türkiye'de binde 38,3'tür. Dünyadaki 189 ülke arasında çocuk ölüm hızı olarak, Türkiye, maalesef, 118 inci sıradadır.

Sayın milletvekilleri, Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık kuruluşları da verimsiz olarak kullanılmaktadır. Yatak işgal oranları düşüktür. Hastaların ortalama yatış süresi uzundur.

Bazı sağlık kuruluşlarında yeterli hekim olmasına rağmen, oda veya personel olmadığı için polikliniklerden çok azı çalışmakta ve hastalar, bu yüzden, saatlerce kuyrukta beklemektedirler.

Bazı sağlık kuruluşlarında, personel ve oda olmasına rağmen, doktor olmadığı için poliklinik yapılamamaktadır.

Bazı hastanelerde tıbbî cihaz vardır; kullanan yoktur; bazı hastanelerde de kullanan vardır; tıbbî cihaz yoktur.

Bazı hastanelerde, bir doktor günde 100-150 hastaya bakmak zorunda kalırken, bazı hastanelerde de, doktorlar boş oturmaktadır.

Sağlık personelinin dağılımı da, sağlık kuruluşları gibi dengesizdir. Aynı amaçla kullanılan cihazlar, çok çeşitli marka ve tipte olduğu için, bakım ve kontrolleri zordur; verimli kullanılamamaktadır.

Bazı hastanelerde basit cihazlar olmadığından, hastalar başka hastaneye ve hatta, başka şehirlere sevk edilmektedir. Hastanelerde çalışanların yeterli hizmetiçi eğitimi almamaları, maliyet kavramının ve maliyet hesaplama yöntemlerinin gelişmemiş olması da hastanelerde verimi düşürmektedir.

Sağlık Bakanlığının aslî görevlerinden biri olan koruyucu sağlık hizmetleri de yetersizdir; buna ayrılan kaynak yetersizdir. Özellikle, aşıyla önlenebilen sık görülen ve tedavisi masraflı olan hastalıklarda, aşıyla korunma sağlanmalıdır. Bu konuda, yeni doğan bebeklere uygulanan Hepatit-B aşısı çok önemlidir ve devam ettirilmelidir. Yapılan mücadele sonunda, Türkiye'de, sıtma giderek azalmaktadır; bu savaş aksatılmadan devam ettirilmelidir. Son yıllarda artan dirençli tüberküloz hastaları için etkili ilaçlar Bakanlık tarafından temin edilerek, hastaların tedavisi sürdürülmelidir. Özellikle, diyabet hastalığıyla ilgili merkezler artırılmalı, kanser hastalıklarını erken teşhis eden merkezler artırılmalı, bunlar için gayret sarf edilmelidir.

Bakanlığın gayreti ve özel kuruluşların da devreye girmesiyle sayıları artan diyaliz merkezleri, elbette önemlidir; ama, kronik böbrek hastaları için asıl çözüm, organ naklidir. Organ nakli, kanser ve kalp hastalıkları için, Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde bölge hastaneleri kurulmalı, bu hastaneler, yeterli uzman kadro ve cihazlarla donatılmalıdır. Böylece, bu gibi hastaların İstanbul, Ankara ve İzmir gibi illere taşınması önlenecektir.

Sayın milletvekilleri, ülkemizde sağlık sorunları artık kangrenleşmiş olup, masaya yatırılması zamanı gelmiştir. 1980'li yıllardan beri sağlık reformu yasa tasarısı hep gündemde olmasına, genel sağlık sigortasından söz edilmesine rağmen, bir türlü gerçekleştirilememiştir. Avrupa Birliğine girme durumunda olan ülkemizde, bu sorunu çözmek zorundayız. Yüce Meclis, bu reformları yapmak zorundadır. Bunun için, Türk Halkı, tamamen, sosyal sağlık güvencesi kapsamına alınmalıdır. Koruyucu sağlık hizmetlerine ağırlık verilmelidir. Hizmeti satan alanla, hizmeti sunan ayrılmalıdır. Sağlık hizmetlerinde çalışan personelin dengeli dağılımı sağlanmalıdır. Sağlık hizmetleri, kaliteli ve ulaşılabilir olmalıdır.

Ülkemizde yaşayan insanlarımızın üçte 2'si, Emekli Sandığı, Bağ-Kur, kamu personeli ve özel sigorta, SSK gibi değişik sağlık güvencesine sahiptir; geriye kalan 21,5 milyon insanımızın ise hiçbir sağlık güvencesi yoktur; bu grubun bir kısmını, gelir düzeyi düşük olan vatandaşlarımız oluşturmaktadır. Sosyal sağlık güvencesi olmayan bu 21,5 milyon vatandaşımız sigortalanmalı ve sağlık sigorta kartına kavuşturulmalıdır. Bunlardan, gücü olanlardan prim alınmalı, gücü olmayanların primi devlet tarafından karşılanmalıdır. Böylece, herkes, sağlık güvencesi ve sağlık kartına sahip olacaktır; yani, verilen hizmetin sübvanse edilmesi yerine, gücü olmayanlar finanse edilmelidir.

Herkesin, sağlık sigortasına, sağlık güvencesine kavuşmasından sonra, isteyen, istediği kuruluşta tedavi olmalı, hekimini ve tedavi olmak istediği yeri kendi seçmelidir. Böylece, sağlık kuruluşları arasında rekabet artacak, kalite yükselecek ve hizmet ucuzlayacaktır.

BAŞKAN – Sayın Konukoğlu, toparlar mısınız efendim; süreniz bitmek üzere.

İBRAHİM KONUKOĞLU (Devamla) – Birinci derecede sağlık kuruluşları olan sağlık ocaklarına güven olmadığı için, burada tedavi olacak hastalar, hastanelere başvurmaktadır; hastanelere başvuran hastaların yüzde 80'i bu durumdadır. Sağlık ocaklarında, EKG, röntgen ve hiç olmazsa, rutin laboratuvar tetkikleri yapılırsa, hastaneye bu başvurular azalacak ve hastaneler, hastalara daha uzun zaman ayıracaktır.

Batılı ülkelerde olduğu gibi, birinci basamak sağlık hizmetleri, aile hekimleri tarafından yapılmalıdır. Herkesin bir aile hekimi olmalı ve kişiler, aile hekimini kendileri seçmelidir. Böylece rekabet ortamı olacak ve neticede kalite sağlanacaktır.

Kamu hastanelerinin, rekabet ortamında daha iyi hizmet verebilmesinin yolu, özerkleştirilerek sağlık işletmesine dönüştürülmesidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İBRAHİM KONUKOĞLU (Devamla) – Böylece, bu hastaneler maliyet hesaplarını daha iyi yapacaklar, alacakları personeli kendileri sözleşmeyle alacak ve aralarında rekabet ettikleri için çok daha iyi hizmet verebileceklerdir. Böylelikle, Sağlık Bakanlığı, ülke genelinde koruyucu sağlık hizmetlerine daha fazla kaynak ayıracak, sağlık hizmetlerinin sunumunda kurallar koyacak, sağlıkla ilgili politikaları belirleyecek, bunları izleyen ve değerlendiren bir konuma gelmiş olacaktır.

Sağlık Bakanlığı, hastaneleri sübvanse etmek için ödediği paradan daha azıyla yoksul vatandaşın sağlık sigorta primini karşılayacaktır.

Özerk hale gelen, özelleştirilen hastaneler hastaya daha iyi, daha kaliteli hizmet vermek için yarışırlar; hastayı memnun ettikleri oranda da sigorta şirketlerinden aldıkları paylar artar.

Son olarak şunu söylemek istiyorum:

Katılımın, demokrasinin olduğu bu 21 inci Asırda, sivil toplum örgütlerinin önemi her geçen gün artmaktadır. Özellikle sağlık konusunda, Türk tabiplerini temsil eden Türk Tabipler Birliği, yine Diş Hekimleri Birliği ve sağlık sendikalarının da görüşü alınmalıdır. Bu konuda, Sağlık Bakanımızdan rica ediyorum, Türk Tabipler Birliğinin hazırladığı bu bülteni okusunlar.

Halkımızın sağlığı için yapılacak verimli çalışmaların yanında ve destekçisi olacağımızı ifade ediyor, Sağlık Bakanlığı bütçesinin devletimize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Meclise, şahsım ve Grubum adına saygılar sunuyorum.

Sağolun. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Konukoğlu, teşekkür ederim.

Şimdi söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın İrfan Gündüz'de.

Buyurun Sayın Gündüz. (FP sıralarından alkışlar)

Doğru Yol Partisine 2 dakika eksüre vermiştim; sizin sürenize de 2 dakika ilave edeceğim.

FP GRUBU ADINA İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Fazilet Partisi Grubu adına, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2000 malî yılı bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi ve bizi izlemekte olan Aziz Milletimizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Sosyal güvenliğin temelini insan unsuru teşkil eder. Bu nedenledir ki sosyal güvenlik, insanın kısa ve uzun vadeli risklerine karşı sağlık ve malî kaynaklarının güvenceye alınması, kişilerin başkalarının yardımına muhtaç olmadan yaşama ve geçinme ihtiyaçlarını karşılayan bir sistemler bütünü olarak tanımlanabilir.

İlk çağlardan bu yana var olagelen sosyal güvenlik, her milletin, gelenekleri, örf ve âdetleri ile dinî inançlarına göre değişiklik arz eder.

Sosyal güvenlikle ilgili araştırmalarda, Avrupa'daki sanayileşme devri, sosyal güvenliğin başlangıcı olarak gösterilmektedir. Bu husus, kendi içinde doğru ve tutarlı bir tespit olmakla birlikte, 700 üncü kuruluş yılını idrak ettiğimiz Osmanlı Devletinde kaynağını dinden alan sosyal güvenlik uygulamalarının, bu konuda hemen hemen hiç dikkate alınmamış olmasıdır.

"Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir" anlayışıyla yoğrulmuş bir toplumsal ve bireysel ahlak, gerçek anlamda sosyal güvenliğin, gerek fert gerekse toplum açısından yegâne teminatıdır.

Tarihî kaynaklar dikkatle incelendiğinde, Osmanlı devlet yapısı içerisinde, toplumun bütün kesimlerini bir şefkat yorganı gibi bürüyen, dönemine göre en ileri bir sosyal güvenlik sisteminin uygulandığını görmekteyiz. Her şeyin insana ve insanın mutluluğuna göre dizayn edildiği bu sistem, "insanı yaşat ki, devlet yaşasın" prensibiyle özetlenebilir.

Tanzimat döneminde bu uygulamalar yardımlaşma ve avarî sandıkları içerisinde organize edilerek yaygınlaştırılmıştır.

Ülkemizde sosyal güvenliğin kurulması ve kurumsallaşması cumhuriyet döneminde gerçekleşmiş ve ilk sistematik adım, 1936 tarihli mülga 3008 sayılı İş Kanunuyla atılmıştır.

1945-1950 yılları arasında kurulan, o zamanki adıyla, İşçi Sigortaları Kurumu, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı ve 1972 yılında Bağ-Kurun teşkiliyle, sosyal güvenlik kurumlarında organizasyon tamamlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk sosyal güvenlik sistemi, ellibeş yıllık genç bir tarihî geçmişe sahip olmasına rağmen, yüz yıllık sistemlerin karşılaştığı problemleri yaşamış, erkence yaşlanmış, çabukça çürümüş ve krize girmiştir. Türk sosyal güvenlik sisteminin krize girmesinin esas nedeni, gelişmekte olan bir ülkenin kaynak yetersizliğine bağlı problemlerden değil, sistemin sosyal güvenlik prensiplerine aykırı olarak çalıştırılması ve rayından çıkarılmasından kaynaklanmıştır. Bu bakımdan, Türk sosyal güvenlik sisteminde kurtarıcı bir reform yapılması, sistemi yeniden canlı bir şekilde hayata geçirmek anlamına gelecektir.

Sosyal güvenlik sisteminde yaşanan kriz, yalnızca malî kriz değildir. Sosyal güvenlik kurumlarının sağladığı garanti, bağladığı aylıklar ve verdiği hizmetler yeterli değildir. Sosyal güvenlik kurumları fakirliği ortadan kaldıran değil, aksine yoksulluğun, emeklilikte de sürdürülmesine zemin hazırlayan bir fonksiyon icra etmektedir.

Sosyal sigorta kapsamı içinde bulunan nüfus, 1998 yılında nüfusumuzun yüzde 88,3'üne, sağlık hizmetleri sosyal güvenlik kapsamında olan nüfus oranı ise yüzde 78,6'ya ulaşmıştır. İstihdamın yaklaşık yarısı aktif sigortalı olarak sosyal sigorta programları içinde bulunmaktadır. Ülkemizde aktif sigortalılar ile pasif sigortalılar arasındaki denge, olumsuz yönde gelişmesini sürdürmekte ve sosyal güvenlik sistemine prim ödeyen aktif sigortalı sayısı 1997 yılında yüzde 4,7 oranında artarken, pasif sigortalı sayısı yüzde 6,7'ye yükselmiştir. İsteğe bağlı sigortalılar hariç tutulduğunda, Sosyal Sigortalar Kurumunda pasif sigortalı başına düşen sigortalı sayısı 1,98'dir.

Sosyal güvenlik kurumlarının finansman açıklarını kapatmak amacıyla, bütçeden yapılan transferler hızını artırarak devam ettirmektedir. Finansman açıklarının kapatılması amacıyla, sosyal güvenlik kuruluşlarına bütçeden yapılacak transferlerin gayri safî millî hâsılaya oranının yüzde 2,3'e getirilmesi programlanmıştır. Bu çerçevede, 1998 yılında yüzde 78,4 olan prim gelirlerinin sigorta giderlerini karşılama oranının, 1999 yılında yüzde 76'ya gerileyeceği tahmin edilmektedir. Bu tespitler, sosyal güvenlik sistemimizdeki sıkıntıları apaçık sergilemektedir.

Günümüzdeki sosyal güvenlik reformlarının amacı, daha hızlı büyüme için sürekli ve güvenilir bir kaynak sağlaması yanında, günümüz toplumunda emeklilere ve çalışanlara, kaliteli bir hayat standardı hazırlaması ve sunması olmalıdır. Deyim yerinde ise, yapılacak reform, üretim ile istihdamı, koruma ile büyümeyi birleştirerek, korkusuz bir topluma doğru giderken, çağdaş çelişkilere sağlıklı çözümler üreten bir sistem oluşturmalıdır. Bu çerçevede, Türkiye'nin hiçbir konuda kaybetme lüksünün olmadığına, kimsenin de Türkiye'ye kaybettirme hakkının bulunmadığına inanıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün sosyal güvenlik sisteminde en çok sıkıntıda olan kesim sigortalıdır. Yasal çerçevede, sigortalı ve hak sahibi, eşi, çocukları, ana ve babasının kısa ve uzun vadeli sigorta kolları açısından sosyal güvencesi güya sağlanmıştır; ancak, uygulamada, sigortalılar ile hak sahibi aile bireylerinin reel bir sosyal güvenceden yoksun olduğu hepimizce bilinen bir husustur.

Sosyal Sigortalar Kurumu hastanelerinin deva değil, dert dağıttığını, bizzat sayın bakan televizyonlara çıkıp açıklamıştır. Bugün sigortalı ve ailesi, kendilerine bağlanan 100-150 milyon TL'lik emekli aylığı ihtiyaçlarını karşılamadığından gelecek endişesi içinde kıvranmakta ve kaygı içinde yaşamaktadır.

Diğer sosyal kesim olan işveren bakımından da sosyal güvenlik sistemi, yıkım derecesine varan malî bir yük getirmektedir. Ülkemizde sosyal güvenlik pahalı bir sistem haline gelmiş veya getirilmiştir. Birçok art niyetli işverenin, yasaların boşluklarından da yararlanarak, kayıtdışı ekonomiye yönelmekte olduğu bilinmektedir. Bugün haksız rekabete neden olacak şekilde büyüme gösteren kayıtdışı ekonomide, resmî kayıtlardan anlaşıldığına göre, 4,5 milyon sigortasız işçi çalıştığının altı çizilmektedir.

Sosyal kesimler içinde en mağdur olan kitle emeklilerdir. Bugünkü hayat şartları ve geçim standartlarına göre, bir emekli ailesi 100-150 milyon lira gibi yoksulluk sınırında bir emekli aylığıyla geçimini sağlamanın mücadelesini vermekte ve âdeta süründürülmektedir. Emeklilerimiz mağdurdur, geçim sıkıntısı çekmektedir; dört duvar arasına sıkışıp kalan feryatları, yetkililer tarafından, maalesef, duyulmamaktadır. Toplumun bütün katmanları tarafından bilinen ve yaşanan bu dramatik hayat mücadelesine karşı, hükümetin ve bakanlığın sessiz kalmasının hiçbir haklı gerekçesi olamayacağı kanaatindeyim.

Bu kadar sorunlu sosyal güvenlik sisteminden şikâyetçi olan diğer bir taraf da devlettir. Başlangıçtan bu yana, sosyal sigorta fonlarını en ucuz finans kaynağı ve sürekli bir gelir olarak gören, yükümlülüğünü gözardı ederek yeterince değerlendirmeyen devlet, bugün, büyük bir malî sorunla karşı karşıya kalmıştır. Emekli Sandığı Fonlarını turizm alanına aktararak atıl otelleri finanse eden, Sosyal Sigortalar Kurumu Fonlarını ucuz faizler ve uzun vadelerle konut sektörüne aktaran devlet, bu yanlış fon değerlendirme yöntemlerinin faturasını ağır bir bedelle kendisi ödemekte ya da çalışanlara ödetmektedir.

Üzerinde genel görüşmesini yaptığımız 2000 yılı bütçesinden sosyal güvenlik kuruluşlarının nakit açığı için aktarılması öngörülen transferler 3,5 katrilyon olarak hesaplanmış ve ödenek de buna göre ayrılmıştır. Büyümesi, kalkınması, gelişmesi umut edilen bir ülkede, rakamlar şiştikçe sorunlar büyümeye, çelişkiler derinleşmeye ve ülke ekonomisi de küçülmeye devam etmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sosyal güvenlik konusunda dile getirdiğimiz bu sorunlara karşı, hükümetin tek savunması, 4447 sayılı Kanundur. 4447 sayılı Kanun, değiştirdiği yedi ayrı kanun ve getirdiği sosyal sigorta sistemiyle, kamuoyunun ve sosyal bünyenin desteğinden yoksun olduğu için âdeta ölü doğmuştur. Bu kanun, sosyal niteliği olmayan sosyal güvenlik uzmanları tarafından sigortacılık tekniğiyle değil de, Hazine bürokratları tarafından hazırlanmış, sosyal güvenliğe şaşı yaklaşan bir kanundur. Bu kanun, bütün sosyal hakları geriye götürmüş, hakları kısıtlamış, hatta, uygulanamaz bir konuma getirmiştir.

Sosyal Sigortalar Kurumunun sağlık hizmetleri, suiistimal gerekçesiyle, âdeta, bütün sigortalıları cezalandırmış ve 120 gün staj süresi getirilmiştir. Bu süre içerisinde acil sağlık durumu veya bir trafik kazasıyla karşılaşan sigortalının muayene ve tedavi hakkı gasp edilmiştir. Hastalığın anlaşıldığı tarihten önce 6 ay içerisinde 60 gün hastalık sigortası primi ödemiş olma zorunluluğu getirilmesi, bütün geçici ve mevsimlik işçilerin sağlık kapsamı dışına itilmesi gibi Anayasaya aykırı bir durumu doğurmuştur.

Prime esas kazancın alt ve üst sınırları artırılarak, sosyal sigorta pahalı bir sistem haline getirilmiştir. Bu değişiklikle, prim bakımından ek kaynak temini amaçlanmış; dolayısıyla, sosyal sigortalar kurumları açıklarının kapatılmasının yükü, yine, işçi ve işverene fatura edilmiştir.

Kadın sigortalılar için getirilen 58, erkekler için getirilen 60 yaş, kamuoyunca benimsenmemiştir. Türkiye şartlarına göre ağır ve uzun bir dönem olan bu yaş şartlarının, en yakın bir zamanda yasal olarak değiştirileceği kanaatini taşımaktayım.

Türkiye'nin sosyal güvenlik açısından içerisinde bulunduğu durum bu iken, herkesi kucaklayacak ve toplumun bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir sosyal modeli tartışmayı beklerken, acılı ve sancılı bir depremin yüreğimizi dağladığı günlerde, yangından mal kaçırırcasına, alelacele çıkarılan bu kanunla, toplumsal uzlaşmaya zemin hazırlayacak büyük bir fırsat, yersiz bir inat uğruna heba edilmiştir.

İlgililer daha duyarlı ve daha toleranslı olsaydı, işçisiyle, işvereniyle, emeklisiyle desteklenen ve kamuoyunca benimsenen bir kanun, bütün sorunlara çare olacak, aynı zamanda, toplumsal huzura katkı sağlayacaktı.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; anamuhalefet partisi olarak, deprem acısı içerisinde içimiz kanaya kanaya, bu 4447 sayılı Kanunla ilgili yanlışlıkları, sabahlara kadar, sizlere, dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık, önergeler verdik; biz, anlatamadık, siz, dinlemediniz. Cottarelli tarafından kotarılan IMF damgalı kanunu ısrarla savundunuz, yasalaştırdınız; şimdi, konu, Anayasa Mahkemesinde. Deprem nedeniyle yarıda kalan toplumsal tepkinin, yeniden organize olarak yasanın iptali konusunda etkin bir kamuoyu oluşturacağına, bu kanunun Anayasa Mahkemesince iptal edilerek, hukukun üstünlüğü ilkesinin er ya da geç ortaya çıkacağına inanıyoruz.

Elbette, deprem felaketine maruz kalan insanlarımızın yaralarını milletçe sarmak boynumuzun borcudur. Ancak, bu deprem, yalnız, doğal felaket boyutuyla ve kaybettiklerimizle değil, enkaz altında kalan sistem boyutuyla ve ekonomik boyutuyla da asla unutulmayacaktır. Bizi canevimizden vuran depremlerin sebebi, eğer, fay kırılması ise, toplumsal yapımızı ve sosyal hayatımızı artçı şoklara ve derin sarsıntılara sevk eden sebep de pay kırılmasıdır. Anayasamızın öngördüğü sosyal devlet ve sosyal adalet prensiplerine aykırı olan, bütçelerdeki ve ekonomideki gelir dağılımı ve bölüşümüdür. Toplumda pay kırılmasına ve paylaşımda dengesizliğe sebep olan bu gelir dağılımının acı sonucu, faiz uygulamalarında açıkça gözükmektedir.

Ankara Ticaret Odasının araştırmalarına göre, devlet, ayda 2 katrilyon 903 trilyon, günde 96 trilyon 766 milyar, saatte 4 trilyon 31 milyar, dakikada 67 milyar Türk Lirası faiz ödemektedir. Şu anda görüşmekte olduğumuz Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi, hükümetin ödemekte olduğu saatbaşı faiz hesaplarına göre, 7 saatlik bir faize eşdeğerdir. Hükümet nezdinde çalışma hayatının ve sosyal güvenliğin değeri, bankalara ödenen 7 saatlik faiz miktarı kadar mıdır?! Böylesine yetersiz bir bütçeyle, iş hayatının dağ gibi büyüyen ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaksınız?!

Nüfusumuzun gelir seviyesi en düşük olan yüzde 20'lik kısmı, toplam gelirin yüzde 4,7'sini alırken, gelir seviyesi en yüksek olan yüzde 20'lik bölümü ise, toplam gelirin yüzde 57'sini almaktadır. İşte, toplum olarak bizim sosyal güvenliğimizi tehdit eden, iç barışımızı bozan, bu paylaşım ve bölüşüm bozukluğundan kaynaklanan pay kırılmasıdır. Sosyal güvenlik sistemimiz düzenlenirken, meselenin bu yönüne dikkat edilmeli, asgarî ücret tespit edilirken, herkese insanca yaşayabileceği aylık bir miktar belirlenmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elli yıllık bir geçmişe sahip olmasına rağmen, malî dengesi bozulmuş, sosyal güvence kavramlarından uzaklaşmış bir sosyal güvenlik sistemine sahip olmamız son derece üzücüdür. Bu bir felaket senaryosudur. Faiz dışı bütçe giderlerinin, yani, kamu hizmetlerinin reel olarak daha aşağıya çekilmesi, toplumsal bir krize yuvarlanmak anlamına gelir. Aslında, biz, bu krizi değişik alanlarda her gün yaşamaktayız.

Bayrampaşa Cezaevinden nakledilecek hükümlülerin ve onları götürecek görevlilerin yol giderlerinin, ödenek yokluğu gerekcesiyle, tutuklu mafya liderlerinden borç alınarak karşılandığı bilinmektedir.

Devlet üniversiteleri kan kaybetmekte; akademik mesleğe girişte ve ileriki aşamalarda aylıklar gülünç düzeyde kaldığından, öğretim üyeleri, üniversite dışındaki uğraşlara öncelik vermektedir.

Bugün Türk ekonomisinde plan, bütçe ve program bağı tamamen kopmuştur. Son yıllarda hazırlanan bütçeler, yatırımı, üretimi, çalışanları ve toplumun geniş kesimlerini gözardı etmekte ve spekülatif yatırımları özendirmektedir.

2000 yılı bütçe gelirlerinde özelleştirmeye özellikle bel bağlandığı açıkça görülmektedir. Son banka kurtarma operasyonuyla teşvik edilmesi gereken özelleştirme, bir anlamda tersine çevrilmiş, bankaların resmîleştirilmesiyle âdeta devletleştirme yeniden hortlamıştır.

BAŞKAN – Sayın Gündüz, sizin sözünüzü kesemeyeceğimi biliyorsunuz; ama, gene de, ben hatırlatayım arkadaşınızın durumunu; çünkü, onun durumu vahim.

İRFAN GÜNDÜZ (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkanım.

İçi boşaltılan bankalara aktarılan milyarlarca dolar ile hem IMF'den gelecek kredi hem deprem vergisinden hem de 2000 yılı bütçesinde özelleştirmeden beklenen gelir, bu bankacılara, şimdiden, peşin peşin ödenmiştir. Son bankalar operasyonuyla kurtarılan 5 bankayla birlikte, İnterbank ve Bankekspres'in buharlaştırdığı -içini boşalttığı- paralar -bilinen kadarıyla, toplam mevduatın yüzde 7'si- en az 6-7 milyar dolardır. Türkiye'nin 2000 yılı bütçesinde yatırıma ayırdığı paranın 3 milyar dolar olduğu, 1 milyon insanımızı yurdundan yuvasından eden deprem zararlarının 3 katına ulaştığı dikkate alınırsa, götürülen ve iç edilen miktarın büyüklüğü kendiliğinden anlaşılır.

Hükümet "bankaların içinin boşaltılması meselesi yargıyı ilgilendirir; biz, sadece malî yapıyı düzenliyoruz" diyerek işin içinden sıyrılamaz. Deprem çadırları altında, şu kışta kıyamette tir tir titreyen çocuklara yardım etmeyen devlet, her biri bir siyasî lobinin ve iktidarın kanatları altında bulunan ve aile fotoğrafı içerisinde yer alan banka sahibi çocuklara, bir çırpıda 2,2 katrilyon lirayı hemencecik ödeyivermiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu olumsuzluklara rağmen, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 yılı bütçesinin ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını; çalışanlarımızın, işçi ve memurlarımızın hayrına vesile olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gündüz.

Sürenizi 3 dakika aştınız; ama, ben Sayın Ali Gören'in süresine 3 dakika ilave ediyorum efendim.

Buyurun Sayın Gören. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA ALİ GÖREN (Adana) – Muhterem Başkanım, değerli Bakanlar, değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığı 2000 malî yılı bütçesi üzerinde, Grubum adına söz almış bulunuyorum; değerli milletvekillerimi ve aziz milletimi yürekten selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde sağlık sorunlarının ve çözüm önerilerinin neler olduğu, değişik platformlarda, siyasî, teknik ve akademik platformlarda, zaman zaman da Meclisimizin kutsal çatısı altında geniş olarak tartışılmış; ancak, henüz bir sonuca ulaşılamamış, bir nokta konulamamıştır.

Gerçi, bu hususlar dünyanın tüm ülkelerinde, her zaman geniş olarak tartışılmakta; ancak, gelişmiş ülkelerde, bu hususta önemli ölçüde başarılar elde edilmiş ve sonuca ulaşılmış olmasına rağmen, ülkemizde, maalesef, sadece tartışmada ve sözde kalan ve kısır döngüye dönüşen, verimsiz bir süreç devam etmektedir.

Değerli milletvekilleri, uzay çağı, bilgi çağı, globalleşen dünya, küçülen dünya dediğimiz bir ortamda yaşarken ve Avrupa Birliğine girme heyecanını taşıdığımız bugünlerde, ülkemiz insanının onur ve konforuna hizmet edebilecek, yaraşır düzeyde, kaliteli, etkili, erişilebilir ve sürekli bir sağlık hizmetini sağlayıp sağlayamadığımızı, geniş olarak analiz etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bu analizde özellikle kriter almak istediğim, sosyal güvenlik ilişkileridir. Altı grup altında inceleyeceğim sosyal güvenlik ilişkilerinden birincisi, memur ve emeklilerdir.

Aslında, görünürde en şanslı olan bu grup, istediği zaman, istediği hastaneye, istediği sıklıkla gidebilme şansına sahip olmakla beraber, gittiği hastanelerde, henüz ülkemizde yerleşmemiş olan randevu sisteminin işlemeyişi, gece, saat 03.00'lerde giderek sıra almak zorunda kalışları, uzun muayene kuyrukları, tahlil kuyrukları, film randevuları ve buna benzer olumsuzluklar; tekrar kontrola gittiklerinde ise, aynı ilgiyi ve aynı doktoru bulamayış, devamlı değişim ve istikrarsızlık, bu kesimi, oldukça rahatsız etmektedir.

Biraz önce, en şanslı olduğunu ifade etmeye çalıştığım bu grubun, maalesef, son günlerde, köpek ısırıklarından dolayı sık sık hastanelere gitmek ve kuduz aşısı olmak zorunda kalmaları ve kuduz aşısını da bulamayışları, ayrı bir hicran kaynağı olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Sosyal Sigortalar Kurumu -aynı zamanda bütçesi de tartışılıyor- hastanelerinin durumu ise, ayrıca, içler acısıdır. Bunların durumunu, gerçekleri ortaya koyarak ve açık olarak, bu kutsal çatı altında tartışmak zorundayız. Bir kere, ülkemizin belli bir grup insanının, sadece, Sosyal Sigortalar Kurumu hastanelerine gitmek zorunda bırakılışı, içinde bulunduğumuz çağda, Avrupa Birliğine girme heyecanını yaşadığımız bugünlerde, gerçekten antidemokratik ve insan haklarına aykırı özellikler taşıyan bir durumdur. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum.

Onun dışında, sevk sorunları, sıra alma, muayene olma zorlukları, yatak yokluğu, tahlil, film, randevu sıkıntıları sigorta hastanelerinde de devam etmekte, ilaç almanın zorluğu yanında -bunu üzülerek söylüyorum- firmalar tarafından sigorta hastanelerine verilen ilaçların kalite sorunu, öteden beri devamlı gündemi işgal etmekte ve bir türlü düzelme bilmeyerek devam etmektedir.

Bu arada, Adana'da, Yüreyir'de, 54 üncü hükümet zamanında yeri tahsis edilmiş olan sigorta hastanesinin yapımının gündeme alınmasını, Sayın Bakanımdan rica ediyorum. Adana'da, sadece bir sigorta hastanesi var ve bölge hastanesi olma özelliğinde bulunan bu hastanenin, bölge ihtiyacına yetmediğini de vurgulamak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, sosyal güvenlik açısından üçüncü grubu teşkil eden Bağ-Kurlu vatandaşlarımızın durumu da, ayrıca sorunlar yumağıdır. Bağ-Kurlu vatandaşlarımız, bu ülkeye eşit oranda vergi ödedikleri halde, askere herkesle birlikte eşit olarak gittikleri halde, bu ülkenin kalkınması için terlerini akıtarak canla başla uğraştıkları halde, ikinci sınıf vatandaş muamelesi görerek üniversite hastanelerinin kapılarından yüz geri edilmektedir. Bunu, halen uygulanmakta olan bu yöntemi, bu kutsal çatı altında, milletimizin gözü önünde ciddî şekilde protesto ediyorum. (FP sıralarından alkışlar) Bu kesim vergi öderken, askere giderken hiçbir ayırım yapılmazken, sağlık hizmetlerinin verilmesinde, Bağ-Kur ödeme yapmıyor veya yapamıyor diye devletin kabahatini vatandaşlara çektirmenin hiçbir anlamının olmadığını vurguluyorum. Aynı zamanda, bu kesim, yukarıda bahsettiğim sigorta ve diğer hastanelerde karşılaşılan işlem zorluklarının yanında, gitmek zorunda kaldıkları hastanelere ödedikleri paraları, maalesef, Bağ-Kurdan yeterince alamamakta, ödedikleri paralar büyük kesintilere maruz kalmaktadır.

Değerli milletvekilleri, dördüncü sosyal güvenlik grubunu teşkil eden yeşil kart rezaleti, dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen ve ülkemize de yakışmayan, bu çağa sığmayan bir uygulamadır. İsabetsiz, tutarsız ve tamamen oryantal mantıkla işlemesi devam ettirilen bu hususun, en kısa zamanda sona erdirilmesini hükümetten bekliyorum. Bu vatandaşlarımıza, ülkemizin önemli bir kesimini teşkil eden bu vatandaşlarımıza, maalesef, bugüne kadar olan tüm hükümetler, görevini yapamamanın açıkgözlülüğünü, aynı zamanda bu kesime yeşil kart vererek, minnet altında tutmuşlar; devletlüler, sanki ulufe veriyormuş gibi bu insanları baskı altında tutmuş ve politik oyunlarla yeşil kart verirken ortaya çıkan büyük sıkıntıları milletin gözünden kaçıramamışlardır. Aynı zamanda, yeşil kart alan bu kesim, maalesef, sadece devlet hastanelerine gidebilmekte, üniversitelerin önünden bile geçememektedir.

Yeşil kart verilişinde politik etkilenmeler çok fazladır; kriterlere uysa bile, şahsın üzerinde küçük bir tarla parçası veya buna benzer bir şey varsa yeşil kart alamamaktadır ve bu uygulamanın yanlışlığı dünyanın gözü önünde, ülkemizde devam etmektedir.

Sayın Bakanımızın ifadesine göre, bugüne kadar 8 378 000 kişiye yeşil kart verilmiştir ve 1999 yılında 95 trilyon lira harcanmıştır. Bu paralar, keşke, bu vatandaşlarımızın doğru dürüst bir sosyal güvenliğe kavuşması için harcansaydı da, isabetli bir işlem olsaydı.

Değerli milletvekilleri, beşinci grubu teşkil eden ve maalesef bugün hiçbir sosyal güvencesi olmayan vatandaşlarımızın durumu ise, yürek kanatmaktadır. Bu kesimin ailesinden birisi -anne, baba, çocuk veya hanımı- hasta olduğunda yapacağı tek şey, öküzünü veya tarlasını satmaktır. Hayatında görmediği kadar milyonlarca parayı cebine koyup, büyük ümitlerle, büyük hastanalere hastasını tedavi ettirmeye giderken, taşıdığı ümit ve heyecanı, hastanenin kapısından girer girmez, delik kaptan süt akar gibi parasının sağıldığını, elinden parasının alınmasına rağmen, halen hastasının problemlerinin çözülmediğini; ancak, bu arada kıymetli paracıklarının da gittiğini gören bu zavallı kesim, ömründe hiç doyurmadığı karnının acıkması üzerine, hastane önlerindeki kanepelerde kuru ekmek yiyerek, simit yiyerek karnını doyurma ve sıkıntılarını birbiri üstüne yığma kadersizliğini taşımaktadır.

21 inci Yüzyıla girerken -milenyum denilen- belli atılımlar iddiasında bulunulan bu ülkede, dünyanın gözü önünde bu yüzkarası tablolar devam etmektedir; bir tane dahi olsa bu ülkeye ayıp olarak yetecek bu tablo, binlerce olmaktadır. Hastanelerde çalıştığım dönemde... Hastanelerin önündeki kanepelerde, bu çökük gözlü, kuru yüzlü, yanmış tenli insanları her zaman görürsünüz ve onları gördükçe, yediğiniz ekmek boğazınızdan geçmez. (FP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, altıncı grubu ise, maalesef, ülkemizde, çokbaşlılığın ve karmaşanın bir sembolü olan Millî Savunma Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Demiryolları, Ziraat Bankası, PTT vesaire gibi kendi başlarına sağlık sistemi kurmuş müeseseler oluşturmakta ve bunların israfı, savurganlığı ve birinin verdiği sağlık kalitesini diğerinin tutturamaması gibi karmaşa devam etmektedir.

Değerli milletvekilleri, böyle devlet yönetimi olmaz. Bir devletin vatandaşları arasında, bu kadar standart farkı, bu kadar yaşam ve devletin uyguladığı sistemde fark olamaz; olursa, herkes kınar. Biz de, bunları, açık olarak dile getirmek durumunda olacağız.

Bu tabloların sonunda -dünya, bize bu kriterlerle bakmaktadır değerli milletvekilleri, dünya rakamlarla konuşmaktadır; vatan, millet, Sakarya'nın dönemi geçmiştir; benim ülkem, benim insanım şu hale gelmiştir nutuklarını kimse dinlemiyor- ortaya çıkan gerçekler şunlardır :

1- Yaşam süresi. Dünyanın standart olarak kabul ettiği yaşam süresi, gelişmiş ülkelere göre, ülkemizde en az 10 yıl daha azdır.

2- Bebek ölüm oranları, gelişmiş ülkelerin bebek ölüm oranlarına göre, en az 6 kat daha fazladır.

3- Annelerin hamilelik, doğum ve loğusalık döneminde uygunsuz sağlık şartları veya yetersiz sağlık imkânları nedeniyle ölümleri, gelişmiş ülkelere göre, en az 5 kat daha fazladır.

4- Birleşmiş Milletler programının insanî kalkınma endeksi uygulaması ve hesaplamasına göre, değişik ölçütlerde, dünyada 16 ncı olduğunu iddia eden ülkemiz, maalesef, 1997 yılında...

BAŞKAN – Sayın Gören, toparlar mısınız. İlave süreniz de bitmek üzere; haber veriyorum.

ALİ GÖREN (Devamla) – Sayın Başkanım, daha bir şey söylemedik.

BAŞKAN – 13,5 dakika süreniz vardı, başlarken 3 dakika da ilave ettim.

ALİ GÖREN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, dördüncü olarak, insanî kalkınma endeksi konusunda da, maalesef 74 üncü sıradan, son iki yıl içerisinde -son iki yıldır hükümet eden arkadaşlara ithaf ediyorum- 86 ıncı sıraya düşürülmüştür. Tabiî, bunu da milletimizin dikkatine arz ediyorum.

Değerli milletvekilleri, bu kara tabloların içinden çıkmak mümkün değil mi; elbette mümkün ve hem de çok kolaylıkla. Sağlık eski Bakanım Doğan Beyin zamanında, müşavir olarak çalıştığım dönemde, ondan daha önce ve ondan sonra da hazırlanmış müteaddit sağlık sigortası kanun tasarıları bir türlü bu Meclise gelmemektedir. Değerli milletvekilleri, bu tasarılar bu Meclise gelmeden, bunlar tartışılıp yürürlüğe konulmadan bu konunun içinden çıkmak mümkün değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlar mısınız Sayın Gören.

ALİ GÖREN (Devamla) – Öncelikle yapılması gereken; şunlardır:

1- Acilen tüm sosyal güvenlik kuruluşlarının bir çatı altında toplanması,

2- Sağlık sigortası ile emeklilik sigortasının mutlaka birbirinden ayrılması gerekmektedir,

3- Genel sağlık sigortası, tüm vatandaşları ihata edecek, içerisine alacak şekilde hazırlanmalı, sağlık sigortası primini ödeyemeyen vatandaşlarımızın primini devlet ödemelidir; ancak, yeşil kart rezaletinde olduğu gibi, primini devletin ödediği vatandaşlar, ikinci, üçüncü sınıf uygulamaya tabi tutulmadan -buranın altını çiziyorum- tüm vatandaşlar eşit sağlık ve tedavi imkânlarına kavuşturulmalıdır.

Burada sorulacak bir soru var: Efendim, bu kadar insanın sağlık primini nasıl ödeyelim?

BAŞKAN – Sayın Gören, teşekkür ediyorsunuz, yoksa kapatıyorum.

ALİ GÖREN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, son günlerde bankalardan birkaç aileye aktarılan 5 milyar doların bir kısmı, daha önceden hazırladığımız bu sistemi finanse etmeye yeter.

Değerli milletvekilleri, sağlık hizmetlerinin, koruyucu sağlık hizmetleri kısmının yerel yönetimlere aktarılması; tedavi edici hizmetlerin ise, aile hekimliği ve hastane hizmetlerinin mutlaka özelleştirilmesi gerekmektedir. Özellikle sağlık personelinin ödenti ve ücretlerinin, en az bugünkü ücretin iki misline çıkarılması gerekmektedir.

BAŞKAN – Sayın Gören, teşekkür ediyorum. Artık benim süremi kullanıyorsunuz; çünkü, birleşime ara vereceğim.

3,5 dakika eksüre verdim size.

ALİ GÖREN (Devamla) – Söylenecek çok şey var; halkımızın ve milletimizin takdirlerine bırakıyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.48

 

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 21.00

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Hüseyin ÇELİK (Van)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 44 üncü Birleşimin Beşinci Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN

DİĞER İŞLER (Devam)

1. — 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S. Sayıları : 211, 212, 209, 210) (Devam)

C) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI (Devam)

1. — Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

D) SAĞLIK BAKANLIĞI (Devam)

1. — Sağlık Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Sağlık Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

a) HUDUT VE SAHİLLER SAĞLIK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ(Devam)

1. — Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerinde.

Söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Emre Kocaoğlu'nda.

Buyurun Sayın Kocaoğlu. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 2000 malî yılı bütçe tasarısı üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve Anavatan Partisi adına,Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, önümüzde 21 inci Yüzyıla birkaç gün kaldı, altı gün sonra yeni bir yüzyıla, yeni bir bin yıla gireceğiz.

Sekizinci Cumhurbaşkanımız ve Anavatan Partisinin kurucu Genel Başkanı merhum Turgut Özal, 21 inci Asrın, Türk yüzyılı olacağını öngörmüştü ve bu büyük müjdeyi gerçekleştirecek altyapı temellerini atmıştı. Şimdi, merhum Özal'ın bu öngörüsünü gerçekleştirmek görevi de bizlere düşüyor. Bu millî hedefe ulaşmaya, yani altı gün sonra gireceğimiz 21 inci Asrı, Türk yüzyılı yapmaya mecburuz. Atalarımız, nasıl Türk Bayrağını bir cihan devletinin şerefiyle dünyada hâkim kıldılarsa, aynı gururu evlatlarımıza tattırmak da bizim boynumuzun borcudur. Ne mutlu 21 inci Dönem Meclise ki, bu büyük hedefe giden yolları aşmak bizlere düşmüştür.

Bu zorlu hedefe çalışma hayatında da ulaşmak, önümüzdeki tarihî görevin ayrılmaz bir parçasıdır. Çünkü, yeterli istihdam yaratılıp işsizlik belası son bulmadıkça, ücretler reel olarak yükseltilmedikçe, emekli maaşları artmadıkça, sendikal hak ve özgürlükler geliştirilip hayata geçirilmedikçe, yani sosyal adalet ve sosyal barış sağlanmadıkça, Türkiye diğer sorunlarını halledemez.

21 inci Asrı, Türk yüzyılı yapmanın kaçınılmaz bir önşartı sosyal adaleti ve sosyal barışı sağlamak, yani çalışma sorunlarını adalet içerisinde halletmektir. Sosyal adaletin siyasî temeli olan sosyal devlet, Anayasamızın 2 nci maddesine göre, devletin aslî ilkelerindendir. 65 inci maddede de, devletin bu görevi, malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceği yazılıdır. İşte, işin sırrı buradadır; yani, sosyal devlet, öncelikle bir finansman sorunudur. Anayasada ve yasalardaki sosyal devlet, yazı itibariyle ne kadar mükemmel olursa olsun, finansmanı yoksa, sadece kitapta kalmaya mahkûmdur. Finanse edemediğimiz bir sosyal devleti, istediğimiz kadar anayasaya yazalım, hatta çerçeveletip evlerimize asalım; bunun hayata geçme şansı olmaz.

Sosyal devletin finansmanında iki muhtemel kaynaktan biri olan kamu kaynaklarının -devlet kaynaklarının- buna takati olmadığı, bütün dünyada artık anlaşılmıştır. Hayat, devlet kaynaklarıyla sosyal devlet kurmanın teorik bir hayal olduğunu kanıtlamıştır. Ekonomik devletçilik, sağdaki ve soldaki bazı teorisyenlerin hayal ettiği gibi, sosyal adaletin dostu değil, düşmanıdır. Ekonomik devletçilikle, gerçek bir sosyal devlete değil, sadece bir asosyal bir devlete ve kaosa gidilir. Ekonomik devletçiliğin en yoğunlaşmış hali olan Sovyetler Birliğinde, rejimin, önce sendikaları ve işçileri, peşinden de demokrasiyi ezdiği, bütün acılarıyla hâlâ hafızamızdadır.

Sosyal devletin finansmanında ikinci muhtemel kaynak ise piyasa ekonomisidir, yani özel sektör dinamizdir. Ekonomiyi kalkındırmanın ve milleti zenginleştirmenin yolu da budur. Ekonominin kalkınması ve milletin zenginleşmesi ise, sosyal adaleti finanse edecek imkânları yaratan tek formüldür. Zaten, rahmetli Özal "millet zengin olmalı ki, devlet de zengin olsun" derken de, büyük atamız Şeyh Edebali "insanı yaşat ki, devlet yaşasın" derken de, işte bu gerçeği kastediyorlardı.

Değerli milletvekilleri, eğer merkezî planlı ekonomi, yani ekonomik devletçilik, piyasa ekonomisine, yani özel sektör dinamizmine üstün olsaydı, on yıl önce, ünlü Berlin duvarı, o tarafa doğru değil, bu tarafa doğru devrilirdi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çalışma hayatının hedefi olan sosyal barışı ararken, önemle dikkate almamız gereken ilke, yukarıda arz ettiğim husustur; yani, devletçi ekonominin teorik hayallerinden değil, piyasa ekonomisinin dünyada kanıtlanmış başarılarından medet ummaktır. Bu noktada, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına büyük görev düşüyor. Çünkü, sosyal adalet temelinde sosyal barış iklimini kurmak, öncelikle Çalışma Bakanlığının işidir.

Çalışma Bakanlığının görevleri arasında, çalışma hayatını düzenleyen, işçi-işveren ilişkilerinde çalışma barışının sağlanmasını kolaylaştıran ve koruyan tedbirleri almak önemli bir yer tutar. Ülkemizde çalışanların örgütlenme düzeyi geliştirilememiştir. Sosyal adaletin sağlanmasında temel araçlardan biri olan toplupazarlık sistemi yaygınlaştırılamamıştır. Çalışanların önemli bir bölümü, kayıtdışı sektörde her türlü korunma imkânından yoksun durumdadır. Şimdi gün, işçilerde ve memur dediğimiz çalışanlarda sendikalaşmayı kolaylaştırmanın, yani örgütlenme önündeki engelleri kaldırmanın günüdür.

Sendikal güvencesizlik nedeniyle, ülkemizde sendikalaşma oranı yüzde 10'un altına düşmüştür. Böyle düşük bir sendikalaşma oranı, şimdi kapısını açtığımız Avrupa açısından ciddî bir handikaptır. Avrupa, sosyal tedbirleriyle, örgütlenme özgürlüğüyle ve sendikal gelişmişliğiyle birlikte ele alınırsa, gerçek Avrupa'dır. Bu bağlamda, Çalışma Bakanlığında, Avrupa'nın sosyal normlarıyla uyum sağlamak için şimdiden başlatılan çalışmaları takdirle karşılıyoruz.

Türk-İşin ve sendikaların bu konulardaki uyarı ve talepleri de haklıdır. Çalışma Bakanımız Sayın Yaşar Okuyan'ın bu konuda sendikacılarla yürüttüğü görüşmeleri, hayırlı bir işaret sayıyoruz ve çalışanların sendikal hak ve güvencelerinin diyalog suretiyle güçlendirilmesini bekliyoruz.

Değerli milletvekilleri, birkaç ay önce, uzun tartışmalardan sonra bu Meclisten bir Sosyal Güvenlik Yasası geçirdik. O zamanlar çok eleştirildi; ama, hiç kimse, bu yasanın yerine nasıl bir başka düzenleme konulabileceğini söyleyemedi; çünkü, eleştirenler de dahil, herkes, ikili konuşmalarda, bu yasanın faydalı ve zarurî olduğunu ikrar ediyordu. İşte şimdi, bu zarurî yasanın faydalarını görmemizin zamanı gelmiştir.

SSK'nın başına değerli ve deneyimli bir genel müdür getirilmiştir. Artık, SSK hastanelerindeki çile ve işkence bitmeli, işçiler doğru dürüst tedavi görmelidirler. Artık, SSK hastaneleri, merkezden komutalı arkaik düzenden çıkarılmalı, hastasıyla, çalışanıyla, sendikasıyla, işvereniyle birlikte yönetilen verimli bir kurum haline getirilmelidir. Artık, SSK, bilgisayarlı bir düzene geçmelidir. Artık, emekli aylığı, bir senede değil, bir günde bağlanmalıdır. Artık, emekli maaşı, şimdiki komik durumundan kurtarılmalı, yaşlı insanlarımıza nefes aldıracak bir düzeye çıkarılmalıdır.

İşsizlik sigortası gibi olağanüstü bir yeni görev üstlenmiş bulunan İş ve İşçi Bulma Kurumu, yeni gelen değerli genel müdürün de gayretleriyle, eski hantal ve verimsiz yapısından kurtarılıp, verimli ve faydalı bir hale getirilmeli; iş bulma konusu, devlet tekelinden kurtarılıp, özel sektöre de açılmalıdır. Bütün bu dediklerimizin ve daha başka sorunların Sayın Çalışma Bakanı tarafından gündeme alındığını memnuniyetle öğreniyoruz.

Geçtiğimiz aylarda, Sayın Bakan, çok zor bir yasada Meclisin büyük desteğine mazhar oldu; Sayın Bakanın halis kalbine ve samimî heyecanına haklı olarak güvendik, Sosyal Güvenlik Yasasını çıkardık. O zaman, Sayın Okuyan bizlere söz vermişti, kısa zamanda SSK'yı adam edeceğini söylemişti; şimdi bunu bekliyoruz. Görüyoruz ki, Sayın Bakan, bize verdiği sözün bilincinde olarak, SSK'daki kansere kesin teşhis koymuştur ve radikal tedaviye başlamak üzeredir. Teftiş ettiği birimlerde yeni yolsuzluklar ortaya çıkardığını ve bunlarla mücadeleye fiilen başladığını gazetelerde okuyoruz. Sayın Bakanın bu yolda başarılı şekilde devam etmesini diliyoruz.

Bu arada, bir üzüntümüz var; Sosyal Güvenlik Yasasını çıkarırken, Yüce Meclisin iradesiyle 18 000 yeni kadro ihdas edildi ve SSK'nın adam edilmesi için SSK'nın emrine tahsis edildi. Aradan üç üçbuçuk ay geçmesine rağmen, SSK'nın hasretle beklediği bu yeni tıbbî kadroları, doktoru, hemşireyi, ebeyi, bakıcıyı, maalesef, henüz hayata geçirilmemiş olarak görüyoruz. Sayın Bakan, acaba, Yüce Meclisin iradesinden üstün hangi engele takılmıştır bu kadrolar? Türkiye'nin her yerindeki hastanelerde, doktor ihtiyacı vardır, hemşire ihtiyacı vardır, memur ihtiyacı vardır... Yüce Meclisin tahsis ettiği kadroların, bir an önce hayata geçirilmesi için ne yapmamız lazım? Bu konuda Sayın Bakanın bilgi lütfedeceğini düşünüyorum.

Sayın milletvekilleri, konuşmamın sonunda, Türk siyasetini, sendikal hakların geliştirilmesi konusunda daha aktif olmaya davet ediyorum. Biz Türkler, dünya tarihine ilk toplusözleşme ilhamını armağan etmiş ataların torunlarıyız. Unutmayalım ki, dünyanın ilk toplusözleşme benzeri olan belge, 1760 yılında Kütahya'da çini işçileri ve işverenleri arasında imzalanmış olan meşhur Kütahya Belgesidir. Daha sendika kelimesi bile yokken yapmış bunu atalarımız. Şimdi, dünyanın ilk toplusözleşmesi olan Kütahya Belgesini yaratanların torunları olarak bize düşen, tarihî genetiğimizdeki bu harika uzlaşma ve barış geleneğini, günümüzün çok daha uygun şartları içiresinde geliştirerek günlük hayatımıza taşımaktır. Bizim sosyoekonomik seviyemizdeki benzeri ülkelerde demokrasi işlemiyorsa, sosyal barış yoksa, bunun bir sebebi de, o ülkelerin, Türk sendikaları gibi sağ duyulu, basiretli ve sorumlu sendikal hareketlerden mahrum oluşudur. Ülkemizde demokrasinin varlığı, basiretli siyasetçiler kadar, basiretli sendikacılar sayesindedir. Bizim hür sendika hareketimiz, demokrasinin güvencesi olacak derecede gelişmiş ve olgunlaşmıştır. Dünya sosyal siyaset literatürü, Türk sendikacılığını öven metinlerle doludur.

Ancak, böyle şükran borçlu olduğumuz Türk sendikalarına, hak ettiği ilgiyi ve himayeyi henüz gösterebilmiş değiliz. Türk sendikalarının bugün en önemli ihtiyacı, işçilerin ve memurların daha rahat örgütlenmesini sağlayacak sendikal ve yasal güvencelerdir. Şimdiye kadarki uygulamasıyla, popülizmin aldatıcı rehavetine kapılmadan ülke ve millet çıkarlarının gereğini yapan ve ilkeli tavırlardan taviz vermeyen 57 nci hükümetimizin ve Çalışma Bakanımızın, bundan sonra da aynı yolda devam edeceklerini biliyoruz. Bu çerçevede, sendikal güvence sorununun da hallini bekliyoruz. Sayın Bakanın ve hükümetimizin çalışma hayatının taraflarıyla diyaloğa önem verdiklerini de gördüğümüz için, bu diyaloğun en gelişmiş hali olan Ekonomik ve Sosyal Konseye de şimdiye kadar olduğundan daha fazla önem verilmesini ve demokratik işlevi için eksikliklerin tamamlanmasını bekliyoruz.

Değerli milletvekilleri, eski bir Latin atasözü "barış istiyorsanız, adalet ekiniz" der; aynı şekilde "sosyal barış istiyorsanız, sosyal adalet ekiniz" de diyebiliriz. Sosyal adaletin tek yolu, sosyal piyasa ekonomisi içinde hür ve bağımsız bir sendika hareketinin varlığıdır. Çok şükür, ülkemizde bu da vardır, bunun kıymetini bilen demokrat bir Meclis de vardır. 57 nci hükümetin, çalışma hayatının tarafları olan işçi ve işveren sendikalarıyla işbirliğini sürdürürek, sosyal adaleti güçlendirerek, sosyal barışı ve huzuru devam ettireceğini biliyoruz. Bu doğrultuda, hükümetimize, Çalışma Bakanımıza, Çalışma Bakanlığındaki değerli bürokratlarımıza başarılar diliyoruz.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bütçesi, çalışanlara, işverenlere ve Türkiye'ye hayırlı uğurlu olsun.

Bu duygularla, Yüce Heyetinize, şahsım ve Anavatan Partisi adına sonsuz saygılarımı tekrarlıyorum. (ANAP, DSP, MHP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kocaoğlu.

Şimdi söz sırası, Trabzon Milletvekili Sayın Ali Kemal Başaran'da.

Buyurun Sayın Başaran. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA ALİ KEMAL BAŞARAN (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu adına Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Büyük Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkardığı üçüncü yasa, Sağlık Yasasıdır. Türkiye’nin iki ezeli sorunundan biri sağlıktır; ama, üzülerek ifade etmek gerekir ki, bizim sağlığa verdiğimiz değer, Sağlık Bakanlığının bütçesiyle mütenasiptir. Maalesef, bütün gelmiş geçmiş hükümetler döneminde genel bütçeden sağlığa ayırdığımız pay, yüzde 3 ile 5 arasında değişmektedir. Zannediyorum, bu bütçede genel bütçeden sağlığa ayrılan pay, cumhuriyet tarihin en az payıdır, genel bütçenin yüzde 2,26’sıdır. Bu bütçeyle, sağlık hizmetlerini vermek, Sağlık Bakanlığından hizmet beklemek, gerçekten, güzel bir davranış olmaz gibi düşünüyorum. Bu bütçeyle, sağlıktaki hastalıkları düzeltmek mümkün olmaz gibi düşünüyorum.

Esasta, yapısına baktığımız zaman, Sağlık Bakanlığı, personeliyle, yaptırımlarıyla, çok dağınık bir bakanlıktır ve -bunu, kimseyi suçlamak için de söylemiyorum- gelmiş geçmiş bütün bakanlarımızın, temelde -elbette ki bütçeden kaynaklanıyor ama- sorunlarını çözmede hep zorlandıkları bir bakanlık gibi görüyorum.

Değerli milletvekilleri, böyle dağınıklığın, çözümsüzlüğün hâkim olduğu bir bakanlığı yönetmek, gerçekten güçtür. Bu Bakanlıkta, bakanlık yapmak da çok güçtür; o nedenle, Bakanımıza Allah kuvvet versin diyorum.

Tabiî, arkadaşlar söylediler, konuştular; hepsi doğrudur. Efendim, 215 000 personel var ve bu 215 000 personelin bütçeden maaşlarına ayrılan pay, bütçenin 78,4'üdür; yatırımlara ayrılan pay, bütçenin 7,2'sidir. Yine çok üzücüdür; Türkiye'de 1997'de kişi başına düşen sağlık harcaması 50 dolar, 1998'de 120 dolar; oysa, gelişmiş ülkelerde bu rakam 1 200 dolardır. Biz, bu rakamlarla ve bu hantal yapıyla, Sağlık Bakanımızın önüne yemeği koyuyoruz, elini kolunu bağlıyoruz, çatal kaşık yok, buyur ye diyoruz; nasıl yenilecek?!.

Gerçekten çok zor bir bakanlıktır. Bu Bakanlıkta bakanların yapabildiği şey -bugüne kadar gördüğümüz- rutin işlerle uğraşabilmektir, rutin işlerin üstesinden gelebilmektir; ama, elbette ki, bu rutin işleri yaparken, bu güçlüklere rağmen birçok güzellikleri yapabilmek de mümkündür. Umuyoruz ki, Sayın Bakanımız, icraat yeri olan bakanlıkta, geçmişi tenkit etme yerine, geçmişi yermek yerine bu rutin işleri iyi yapıp iyi hizmet veren bakanlarımızdan olsun diye diliyoruz.

Türkiye nüfusunun yüzde 65'i, genel sağlık sigortasından yararlanmaktadır; yani, yüzde 65'imiz, sağlık sigortasından yararlanıyor, Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK gibi kurumlardan sağlık hizmeti alıyor, geriye kalan yüzde 35'i ne yapıyor, belli değil; bunun içinde, 8 milyon civarında yeşil kartlımız var. Ben tenkit etmek istemiyorum; ama, yeşil kartın bu Meclise nasıl geldiğini geçmişte yaşadık; şovlarla geldi "insanlarımız, sosyal yardımlaşma vakıflarının, kaymakamların kapılarında ezilmeyecek" denildi; ama, bugün insanlarımızın, hem kaymakamların hem hastanelerin kapılarında perişanlık içinde olduğunu görüyoruz. Bunu tenkit için söylemiyorum; ama, şu gerçeği de vurgulamak istiyorum: Bizler, şovlarla değil, gerçeklerle siyaset yapmalıyız. Şovlarla yapılan siyasetlerin kısa sürede ne hale geldiğini görüyoruz; onun, bizleri zaman içerisinde ne kadar yaraladığını görüyoruz. Oysa, gerçeklerle yapılan siyasetler, inanıyorum ki, bizi, bizleri, çok daha saygın hale getirir, bu Yüce Meclise çok daha onur getirir gibi düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, Sağlık Bakanlığının yaptırımlarına baktığımız zaman; Sağlık Bakanlığı, hizmeti, 11 800 civarında sağlık evi, 5 608 sağlık ocağı, 735 hastane ve bir o kadar, ana-çocuk sağlığı ve verem savaş dispanserleriyle vermektedir. Oralardaki hizmetlerin çok iyi yapıldığını söyleyemeyiz. Oralardaki hizmetler, hele hele, sağlık personelinin dağılımı çok kötüdür. Arkadaşlar ifade ettiler; ne dersek diyelim, sağlık personelinin, daha doğrusu hekimlerin yüzde 50-60'ı, üç beş büyük şehirde toplanmış, geri kalan kısım da Türkiye'nin diğer bölgelerine dağılmıştır.

Hiçbir hekimi, istemediği bir yere göndermeniz bu Bakanlıkta mümkün değildir. Gönderirsiniz; bir yolunu bulur, ne yapar yapar, o hekim, istediği yere gider, çalışır.

Esasta, zaman zaman, bu konularda bazı düzenlemeler getirilmiştir. O getirilen düzenlemelerle, gerçekten de, hekim olmayan yerlerde hekimlerin bulunması sağlanmıştır; ama, bunun, devamlılığı olmamış, arkası gelmemiştir.

Ne dersek diyelim, şehir merkezlerindeki hastanelerde pratisyen hekim sayısı 8-10'dur; tanedir; ama, şehir merkezine 20 kilometre uzaklıkta bir sağlık ocağında hekim bulamazsınız. Kaldı ki, o yörelerdeki sağlık, ocaklarının, sağlık ocağı vasfı da yoktur. Sağlık ocağında, hemşire yoktur, hekim yoktur, sağlık hizmetlisi yoktur; olsa olsa tek bir kişi vardır; o da, bir yoluyla enjeksiyon yapmasını öğrenir; o, bulunduğu yörenin enjeksiyon yapan insanı olur ve o tarzda hizmet veren olur. Türkiye'de, bu tarzda sağlık ocağı sayısı çoktur.

Bir başka şey daha; üzülerek ifade etmek gerekir ki, siyasî gücümüzü kullanarak “orada var, burada da sağlık ocağı olsun" gibi... İşte, biraz evvel bir arkadaşım söyledi; 15 kilometre mesafede 50 yataklı hastaneler yapılmış; bir milletvekili bir yerde olsun diye diretmiş, öbür tarafta belki bir bürokrat diretmiş veya bir başka milletvekili diretmiş. Üzülerek ifade edelim ki, 15 kilometre mesafede 50 yataklı hastanelerin çalışabilmesi için, mütehassıs hekimin olması şarttır. Mütehassıs hekimsiz hastane olmaz; ama, inanınız, mütehassıs hekimin olmadığı yerde, sırf pratisyen hekimlerin çalıştığı, pratisyen hekimlerin hizmet verdiği hastaneleri biliyoruz, yaşıyoruz. Bu, hiç güzel bir şey değildir. Keşke, helikopter ambülans sistemini getirebilmiş olsaydık da, bu büyük israftan bu ülkeyi kurtarabilmiş olsaydık.

Biraz evvel anlattığım sağlık ocağı konusunda, 2-3 tane sağlık ocağının vereceği hizmeti, 10 tane sağlık ocağına verdiriyoruz; yani, 3 sağlık ocağının yapacağı işi, 10 tane sağlık ocağına yaptırıyoruz. Bu, çok büyük israftır. Oralara insan istihdam ediyoruz, oraların giderleri oluyor, oraların yakıt masrafı oluyor, sabit giderleri oluyor; büyük bir israf oluyor. Bu israfa Sayın Bakanımızın dikkatini çekmeliyiz ki, Türkiye'yi bu israftan kurtaralım.

Değerli milletvekilleri, ben şöyle düşünüyorum: Bütün bu sıkıntılara rağmen, genel sağlık sigortası ve kişisel sağlık sigortasını çıkarabiliriz. Özel sektör, sağlıkta teşvik edilmelidir. Örneğin, bazı özel branşların -mesela, kardiyovasküler sistem- kardiyoloji merkezleri, kardiyovasküler cerrahi merkezlerinin kurulacağı hastaneler için, özel sektör, belirli yerlerde teşvik edilebilir.

Bu teşvik, onkoloji için de böyledir. Efendim, kardiyovasküler cerrahi dedik, kardiyoloji dedik... Reanimasyon gibi merkezler, bazı yerlerde geliştirilebilir, bazı yerlerde kurulabilir ve bunlar, merkezdeki yığılmayı önleyen yerler olurlar. Biz, Ankara'da, hep yaşıyoruz, bize gelen insanlardan da biliyoruz; Türkiye'de 3 merkez, bütün Türkiye'den gelen hastaların birikimiyle -bu 3 merkezdeki üniversite hastaneleri olsun, devlet hastaneleri olsun- çok büyük yük altında çalışmaktadırlar. Bu yükü kaldırmanın yolu, biraz evvel söylediğim gibi, devletin veya özel sektörün teşvikiyle, Türkiye'nin geneline bazı şeylerin yaygınlaştırılmasıdır.

Değerli milletvekilleri, aile hekimliği konusunda şahsen düşündüğüm şey -pratik bir çözümle- birbuçuk yıl gibi bir zaman eğitim vererek, pratisyen hekimlere aile hekimliği nosyonu kazandırıp, onları, aile hekimliği statüsüyle çalıştırmak mümkün olabilir; bu şartlarla o mümkündür; çünkü, Türkiye'de, eğitim sistemimiz çok bozuktur.

Ben, üzülerek bir şey arz etmek istiyorum, geçmişte de bunu ifade etmiştim; Dokuz Eylül Üniversitesinden mezun olan bir doktor -ismi Sibel Semerci- diyor ki: "Bugünkü düzeyimle mezun olacağımı bilseydim, vicdanî açıdan daha rahat bir meslek seçerdim." Arkasından, rektör konuşuyor "bu doktorun söylediğinin altını kırmızı kalemle çiziyorum" diyor. Yani, birçok tıp fakültemizde, üzelerek ifade etmek gerekir ki, yetişen hekimlerimiz belirli bir eğitim düzeyinde değildir. Bunları daha iyi yetiştirebilmenin yolu, söylediğim gibi, pratik bir eğitimden geçirip, onlara, bilmiyorum nasıl olur, ama, bir aile hekimliği, yardımcı aile hekimliği nosyonu mu olur, bir nosyon verilir ve daha güzel hizmet verir hale getirilir.

Hastane acilleri konusunda 55 inci hükümetin -o dönemin- Sayın Bakanını kutlamak isteriz, çok güzel bir davranışı olmuştur. Hatta, o dönemin eseri olan 112 -acil kurtarma- servislerinin hayata geçirilmesi konusunda da kendisini kutlamak isteriz.

Sağlık ocaklarının yeniden yapılanması konusundaki adımları fevkalade güzel adımlardı. Ben, Sayın Bakanımızdan da bunu istiyorum. Bir arkadaşımız daha burada ifade ettiler; laboratuvarıyla, röntgeniyle iyi donanımlı- bunu her yerde yapamayız belki, ama belirli merkezlerde bunu başlatabiliriz- modern sağlık ocaklarını geliştirmek Türkiye için bir kazanç olur diye düşünüyorum.

Yine, 55 inci hükümetin, rehabilitasyon merkezlerinin, diyaliz merkezlerinin çoğaltılmasında, hepatit-B'nin takibine alınmasındaki davranışlarını takdirle karşılamak gerekir.

İsraftan mutlaka kaçınmamız gerekir. İlaç israfı çok üzücüdür. Küçücük bir ilçeyi ele alınız; o ilçedeki insanlara, evinizde kullanmadığınız, kutuda sakladığınız ilaçları getiriniz deseniz belki 2 tane eczane açarsınız. Bu israf önlenilebilir. Hatta ilaç verirken bile bir düzenleme getirilebilir. Bu israf önlendiği zaman bunlar Türkiye için büyük bir kazanç olur.

Sayın Bakanım, personel konusunda, cumhuriyet döneminde, bizim yaşadığımız dönemlerde hep yönetmelikler çıkar "herkes o yönetmeliklere uysun" denilir; ama, görürürüz ki, o yönetmelikleri genelde bakanlıklar bozar.

"Bu tayin nedir" diye sorulur "yönetmeliğe aykırıdır, olmaz" denilir; bir bakarsınız ki o tayin olmuş. Nasıl olmuş? İşte, biri devreye girmiş, olmuş. Bunlar olmamalıdır Sayın Bakanım. Yönetmelikleri getirip, onlara tam uyan olmalıyız. Emsal göstermemeliyiz. Vatandaşa bir şeyi yapmayıp da öbürüne yaptığınız zaman, öbürü hemen geliyor "ona yaptın da bana niye yapmıyorsun" diyor. Bu emsali yapmadığınız zaman vatandaşımız fevkalade saygılıdır, fevkalade itaatkârdır; ama, bu emsal olduğu zaman da vatandaşımız isyankârdır.

Sayın Bakanım, üç ayrı valinin ısrarla "bunun tayini sakıncalıdır" demesine rağmen, bir ilimize sağlık müdürü tayin ettiniz. Bu doğru mudur? Bunu öğrenmek istiyorum.

Ben, size başarı dileğiyle, yüreğimizle yardımcı olacağımızı beyan ediyorum ve söylediğim gibi, Bakanlığınızda "benim adamımdır, benim partilimdir" dememeliyiz. Bunu -kendi dönemimiz de dahil- bütün bakan arkadaşlarımıza duyurmak için söylüyorum. Liyakate ehemmiyet vermeliyiz; Bunu yapabilelim; her insan bizim insanımızdır. Evvela devleti saygın hale getirmeliyiz. Devleti saygın hale getirmenin yolu, devlette liyakate ehemmiyet vermekten geçer.

Ben, çok özür dileyerek söylemek istiyorum: Siyasî yaşamımda hiçbir şekilde yoktur, dağın başındaki bir sağlık ocağında çalışan doktoru, oradan alın da merkezde çalıştırın diye hiçbir arkadaşımdan, böyle bir talebim olmamıştır. Sadece, acaba şu olabilir mi gibi yaklaşım içerisinde olurum; ama, olmadığı zaman da, ona saygılı olurum. Böyle davranışların bizleri hiçbir şekilde bir yerlere taşıyamayacağına da inanıyorum.

Yüce Meclise bu duygular içerisinde, bu bütçemizin Bakanlığımıza, Türkiyemize hayırlar getirmesini diliyor, hepinizi yürekten saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başaran.

Şimdi, söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Grubunda; ilk söz, Ankara Milletvekili Sayın Ali Işıklar'ın.

Buyurun Sayın Işıklar. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ALİ IŞIKLAR (Ankara) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Çalışma Bakanlığı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; konuşmama başlarken, Yüce Heyetinizi, Yüce Milletimizi, kamu çalışanlarını, işçileri, emeklileri ve dul ve yetimlerini saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, Çalışma Bakanlığı çalışma hayatıyla ilgili bir bakanlık olması münasebetiyle, ben de memur sendika yasası ve buna bağlı olarak kamu çalışanlarının ücreti ve 657 sayılı Yasayla ilgili konuşacağım.

Sayın milletvekilleri, milletleri millet yapan vazgeçilmez unsurlar vardır; bunların en önemlilerinden biri de devlettir. Devleti devlet yapan, onun vazgeçilmez unsuru, olmazsa olmazı kamu çalışanlarıdır.

Sayın milletvekilleri, hepimizin malumu olduğu üzere, eğitiminden sağlığına, tarımından ormanına, ekonomisinden teknolojisine, iç güvenliğinden dış güvenliğine, işçi meselesinden işveren meselesine, velhasıl, ülkenin tüm meselelerinin fikri ve icrasını yapan, devletin olmazsa olmazını teşkil eden kamu çalışanlarıdır. Bu kesim, yıllardan beri hükümetlerin gazabına uğramış, gerek ekonomik yönden gerekse yasal yönden bitirilmiş ve tüketilmiştir. Bunun neticesi olarak, iyi dediğimiz hiçbir şey yoktur; çünkü, ülkeyi iyi konuma getireceklerde mecal kalmamıştır. Yıllardan beri yanlış teşhis konup yanlış tedavi yapılmıştır. Siyasilerimiz ile hükümetlerimiz, sıktıştıklarında, bu kesimin ilminden, fikrinden ve icraatından istifade etmişler; yanlış yapıp, beceriksizlik yaptıkları zaman da, konuşmayan, konuşturulmayan bu kesim, siyasiler ve hükümetler tarafından günah keçisi haline getirilmiştir.

Sayın milletvekilleri, bu ülkeyi, bu milleti seviyorsak -ki, seviyoruz- öyle ise, bu ülkeyi kurtaracakları kurtarmadan, bu ülkeyi kurtaramayız. O zaman, bu da, bu kesimin özlük ve sosyal haklarını, demokratik ve kalkınmış ülkelerdeki seviyeye getirerek, çağdaş sendika hakkının verilmesiyle mümkündür.

Sayın milletvekilleri, bugün kamu çalışanlarının çalışmasını düzenleyen 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa baktığımızda, tabiri caizse, bu kanun, yamalı bohça haline gelmiştir. 1970 yılında çıkmış olan yasa, 239 maddeden oluşmasına rağmen, 300 civarında değişiklik yapılmış, birçoğu da birkaç defa değiştirilmiştir. Cezalarla dolu, dayatmacı, özendirmeden uzak, çalışma şevkini kıran, siyasî kimlikli kişileri koruyan bu kanun, memuru hükümetlerin kapukulu haline getirerek devlet memurluğundan çıkararak hükümetler memuru haline getirilmiştir. Bu haliyle, anayasaya aykırı bir yasa haline gelmiştir.

Sayın milletvekilleri, buna birkaç misal vermek gerekirse, kamuda çalışan insanlar arasında, kurumiçi ve kurumlararası adaletsizlikler oluşturulmuş, memur, işçi, sözleşmeli, sözleşmesiz, baremiçi, baremdışı, kadro karşılıklı sözleşmeli, kadrosuz sözleşmeli, genel hizmetler; sınıfı, sağlık hizmetleri sınıfı, teknik hizmetler sınıfı gibi farklı statüler uygulanması sebebiyle, aynı yerde çalışan ve aynı işi yapan insanlar arasında çalışma barışı bozulmuş, kamu çalışanları birbiriyle konuşmaz ve birbiriyle kavgalı hale getirilmiştir. Adamını bulan daha iyi bir kuruma veya statüye geçmeye çalışmakta, bunun sonucu, bazı kurumlarda çalışan sayısı azalırken, bazı kurumlarda fazlalıklar oluşarak, yanlış istihdama sebep olunmuştur.

Misal olarak; Cumuhurbaşkanlığı, Meclis, Başbakanlık ve bağlı kuruluşlar, SPK, bankalar, Rekabet Kurulu ve Maliye Bakanlığı gibi kuruluşlarda sekreter, odacı gibi unvandakiler, diğer kurumlardaki daire başkanlarından fazla ücret almaktadır. Yönetim kurulu üyeleri ve bazı genel müdürler, milletvekilinden fazla ücret almaktadır. İşçiler ile memurlar arasında uçurumlar oluşmuş, işçi memurun 3-5 katı maaş alır olmuştur. Şoför işçi, sekreter işçi, amiri olan bölge müdürü ve daire başkanından fazla ücret alır hale gelmiştir.

Devletin çalışma düzenine çomak sokulan bu anlayış kaldırılmalı, eşit işe eşit ücret prensibine uygun olarak, farklı statüler kaldırılarak, "kamu çalışanları" adı altında birleştirilmelidir. Böylece, kurumlararası ve kesimlerarası ayrıcalığın ortadan kalkmasıyla, çalışma barışı sağlanmış, istihdam yanlışından da kurtulunmuş olacaktır.

Sayın milletvekilleri, 657 sayılı Yasada "her yıla bir kademe, her üç yıla bir derece verilir" denilmektedir. Ayrıca, hangi okul mezunlarının hangi derecelere kadar yükseleceği belirtilmiştir. Bu Kanuna rağmen, kamu çalışanları, 7'nin 9'u, 5'in 9'u, 2'nin 6'sı ve 1'in 4'ü şeklinde yükseltilerek, daha üst derecelerin ekgöstergesi, yan ödemesi ve derecesi gibi avantajlardan istifade edememekte; bu sebeple, maaş artışları iyi olmayan bu kesim, üst kadro ve derecelerden yararlanmadığı için, ikinci defa sosyal ve ekonomik olarak darbe yemekte. Çünkü, Başbakanlık Personel Başkanlığı ve Maliye Bakanlığı, keyfî olarak, kanuna rağmen kadro vermemekte, memurların mağduriyetine sebep olmakta. Bu kurumların yetkisi alınarak, Kanunun özü olan her yıla bir kademe, her üç yıla bir derece vermek suretiyle, 500 bin civarında çalışanın mağduriyeti giderilmelidir.

Sayın milletvekilleri, bir diğer konu da, amirlerin sicil ve ceza vermeleriyle ilgili yaptırımlarıdır ki, bunlar, tamamen sübjektif olup, ideolojik, politik ve keyfî uygulamalar yapılmakta; sevdiği sevmediği, partili gördüğü görmediği, yanlış emir ve icraatlarına uymayan memurlara az puan verilerek kademe ve derece almaları engellenirken, idareci olmaları maksatlı olarak engellenmekte, hatta, memuriyet hayatı sona erdirilebilmektedir. 20 yıl olumlu sicil almış biri, saydığım sebeplerle idareci olamayacağı gibi, memuriyetine de son verilebilmektedir.

Yine, demin saydığım anlayışla, kınama, maaş kesimi, derece ve kademe ilerlemesinin durdurulması cezaları verilerek, keyfilikler uygulanmaktadır. 

Sayın milletvekilleri, diğer bir konu ise, bir maaş bordrosunda otuz kalem yer almaktadır. Maaş bordrolarında yer kalmamış; anlamını yitirmiş kalemlerle doludur. Şöyle ki, çocuk yardımı 690 000, aile yardımı 9 milyon 660 bin, konut yardımı 230 000 ilâ 690 000 arası, doğum yardımının 1 milyon 35 bin olduğu, devleti temsilen görev yapan kamu çalışanlarına da 3 milyon ilâ 5 milyon 250 bin lira yolluk verildiği göz önüne alındığında, bunların hükmünün kalmadığı görülmektedir.

Bu ve bunun gibi birçok gerekçeden dolayı, 657 sayılı Devlet Memurları Yasası yeniden düzenlenerek, yasaklardan arındırılmış, keyfilikten uzak, çalışmayı özendirici, hukukun üstünlüğünün sağlandığı, eşit işe eşit ücret prensibine dayalı olmalı; memurlar hükümetler memurluğundan çıkarılıp, Anayasada yerine bulun devlet memuru haline getirilmelidir. Bu sağlanamıyorsa, saydığım kavramlara uygun yeni bir yasa çıkarılmalıdır.

Saygıdeğer milletvekilleri, kamu çalışanları ücret bakımından da, yıllardan beri ekonomik soykırımla karşı karşıya bırakılmıştır. Milleti, devleti adına ölümü pahasına çalışmakta, kimsenin gezemediği bölgelerde görev yapan yüzlerce öğretmen, yüzlerce doktor, mühendis, amir, memur, polis memuru, subayı ölmüş, binlerce yaralı vererek devletin, milletin bütünlüğünü sağlamış, siyasîlerimizin olumsuzluklarına rağmen, yarınlarımızdan ümit kesilmemesine sebep olmuşlardır. Devletimizin olmazsa olmazı olan bu kesime, yıllardan beri her kesime istedikleri verildikten sonra kalan kadar verilmiştir.

Bunun sonucu olarak, tarım emeklisi 19 milyon, Bağ-Kur emeklisi 45 milyon, işçi emeklisi 70 milyon, memur emeklisi 100 milyon alırken, kamu çalışanlarının yüzde 60'ının aylık ortalamasının 140 milyon, tümünün ortalamasının 180 milyon olduğu, asgarî geçim indirim standardının 350 milyon civarında, mutfak masrafının 150 milyon, ev kirasının, hükümetimizin depremzedeler için belirlediği 100 milyon olduğu gözönüne alındığında, üniversite mezununa 120 milyon veriyorsak, bu, ekonomik bir soykırım değil de nedir? Bu kış şartlarında bu insanlar bu parayla ne yer, ne içer, nasıl ısınır, nasıl giyinir, hangi parayla çocuğunu okutur, hangi parayla kirasını öder?

"Verdim, oldu" mantığıyla yaklaşmak, en azıyla insafsızlık ve bindiği dalı kesmektir. Yıllardan beri iş çevreleri, kredi, tahvil ve bonolarla beslenirken, korunurken, bugün işçilerimize, önümüzdeki yıl birinci 6 ay için yüzde 40, ikinci 6 ay için yüzde 17 artı enflasyon önerilirken, memura yüzde 15 artı yüzde 10 vermek hangi mantıkla izah edilebilir?

Bunun sonucu, mevsimlik işçi 227 milyon, bekçi 327 milyon, daktilograf 321 milyon lira, KİT'lerdeki genel müdür 840 milyon lira ile 2 milyar lira arasında alırken, işçilerimiz 530 milyon lira maaş alırken, milletvekili maaşı üzerinde maaş alan kurum ve kuruluş yöneticileri ve 5 milyar liranın üzerinde maaş alan yönetim kurulu başkanı ve yöneticileri varken, üniversite mezunu memura 120 milyon lira vermek insafla bağdaşmaz. (MHP ve DYP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, öyleyse, bu hale gelen memurlarımız için, acilen, ekonomist, maliyeci ve teknokratlardan oluşan bir kriz masası kurulmalı, yıllardan beri depremzede olan ve ekonomik soykırıma tabi tutulan bu kesim, millet-devlet adına kurtarılmalı.

BAŞKAN – Sayın Işıklar, süreniz bitmek üzere; toparlıyorsunuz herhalde.

ALİ IŞIKLAR (Devamla) – Sayın milletvekilleri, hükümetimiz, bu kesim için, acilen, sayacağım bazı kaynakları ve benzerlerini devreye koymalıdır:

Kendi malı olan; yani, onlar için tahsis edilen, kamp, kreş, lokal, misafirhane, lojman gibi -yaklaşık bütçemiz kadar maliyeti olan- taşınmazlar satılmalı, bir fon oluşturularak, hükümetçe verilmeyen kısmı bu fondan karşılanmalı; asla bütçeyle bağ kurulmamalı; denetim ve uygulamada kamu sendikaları da olmalı.

Bir yasa çıkarılarak, bir defaya mahsus, faiz gelirlerinden yüzde 10 -yaklaşık 2 katrilyon lira- alınmalı, bu kesime sunularak, rahatlatılmalı.

Sayın milletvekilleri, kamu çalışanlarının bütçedeki ücret artış oranı tekrar gözden geçirilerek, yeniden düzenlenmeli.

1– Kamuda çalışan işçiler için yapılan toplusözleşme, aynen kamu çalışanlarına uygulanmalı; adalet sağlanmıyor, bari eşitlik sağlanmalı.

2– Eğer, kaynak sağlanamıyorsa, her bir kamu çalışanına -yüzde 15 zamma geçmeden- 50 milyon lira verilerek alt kesime nefes aldırılmalıdır.

3.- 400 milyon ve daha yukarıda -milletvekili dahil- ücret alanlara sıfır zam, 250 milyon - 400 milyon, lira arasında ücret alanlara yüzde 5 zam, daha az maaş alanlara ise yüzde 30 artış verilerek, az ücret alanlara nefes aldırılmalı ve devleti kurtaracaklar ekonomik olarak kurtarılmalıdır.

Saygıdeğer milletvekilleri, kamu çalışanlarının konumu, kısaca bu durumdadır. Yıllarca, hükümetlerin bu durumu göreceği ve çözümleyeceği beklenmiş, ancak bu hakların verilmediği herkes tarafından görülmüştür. Bu itibarla, bugün, Türkiyemize baktığımızda, işçilerimiz, 1946 yılında sendika kurma hakkını, 1963 yılında da toplu sözleşme ve grev hakkını almışlardır.

BAŞKAN - Toparlıyorsunuz değil mi Sayın Işıklar?

ALİ IŞIKLAR (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Tabiî efendim, ben farkındayım, son sayfaya geçtiniz!

ALİ IŞIKLAR (Devamla) – Bu itibarla, ILO'nun, 1949 yılında kabul ettiği örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının korunmasına ilişkin 98 sayılı Sözleşmeyle, sendika hakkı ve örgütlenme hakkının korunması, Türkiyece onaylanmıştır.

BAŞKAN - Biz, ILO'yu, burada okuyacağız, Sayın Bakan okuyacak!

ALİ IŞIKLAR (Devamla) – Dolayısıyla, bu haklardan dolayı, bu hükümet zamanında -hepinizin malumu olduğu üzere -yeni bir kanun tasarısı Meclise sunulmuş, Sosyal İşler Komisyonunda görüşüldükten sonra, Plan ve Bütçe Komisyonuna gelmiştir. Hükümet protokolünde yer almış olmasına, öncelikle yasalar içerisinde yer almasına rağmen, Çalışma Bakanımızın arzulu davranmaması, Bakanlığın kendi hazırladığı bir taslak olmasına rağmen görüşülmemektedir. Şeker, un, yağ var; ama, helva olmuyor. Bu yasa tasarısı Anayasanın beş yıllık emri, uluslararası sözleşmelerin taahhüdü, hükümet protokolünün gereği, kamuoyunun arzusu, kamu çalışanlarının beklentisi, para istemiyor, Meclisteki tüm partilerin arzusu ve isteği. O zaman, hâlâ niçin bekliyoruz? (DYP sıralarından alkışlar) Yasa tasarısının, bir an önce Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülerek, Genel Kurula getirilip çıkarılması, yukarıda saydığım sebeplerden dolayı, kaçınılmaz hale gelmiştir.

Sayın Bakan, kanunun, ne zaman ve nasıl çıkacağı, Meclisimize ve kamuoyuna açık ve net bir şekilde izah edilmelidir. Yasasını elde eden kamu çalışanları, emsalleri gibi masanın bir tarafına oturarak, kangren olan meselelerini çözmeli ki, bu ülke kurtulsun, bu insanlar son sınıf vatandaşlıktan çıkarak, layık olduğu konuma gelsin diyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Çok teşekkür ederim efendim; sürenizi de 4,5 dakika aştınız.

Şimdi, söz sırası, Karaman Milletvekili Sayın Hasan Çalış'ta.

Buyurun Sayın Çalış. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sağlık Bakanlığı bütçesi nedeniyle, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimizi açıklamak üzere, söz almış bulunuyorum.

Anayasamızda yerini bulan sosyal devlet olma ilkesine uygun sağlık hizmetini verebilmek için, bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün sağlık bakanlarımız, güzel çalışmalar yapmıştır. Ancak, bütün bu çalışmalar, doktor ve diğer sağlık personelini yeterli seviyeye getirememiştir; bu personelin ülke genelinde rasyonel bir şekilde, dengeli bir şekilde dağılımını sağlayamamıştır; bu personelin yetiştirilmesinde ve meslekiçi eğitiminde beklenen standardı yakalayamamıştır. Ayrıca, sağlık kurumlarının çok değişik ellerde toplanmasından kaynaklanan problemleri giderememiştir. Nitekim, Sayın Çalışma Bakanımızın kurumlardan dolayı sıkıntıları basına da yansıyor, görüyoruz.

Yine bu iyi gayretler, bu iyi çalışmalar, hastanelerimizdeki kuyrukları bitirememiştir. Sağlık ocaklarımızdaki, sağlık evlerimizdeki, hastanelerimizdeki hizmet kalitesizliğini giderememiştir. İşte, halkımızın tamamını kucaklayan bir sosyal güvenlik şemsiyesi oluşturulamamıştır. Hekim-hasta, hasta-hastane arasındaki parasal ilişkiler çözülememiştir.

Sayın Sağlık Bakanımız göreve geldiği günden beri gerçekten gece gündüz demeden çalışıyor. Deprem nedeniyle çalışmalarını hep beraber izledik, vardiya sistemiyle ilgili çalışmalarını izliyoruz, enfeksiyon hastalıklarının kontrolüyle ilgili projelerini izliyoruz. Bunun haricinde, sağlıkla ilgili pahalı tıbbî aletlerin, cihazlar ile hizmet satın alınmasıyla ilgili projelerini izliyoruz. Kadro teminiyle ilgili projelerini takdirle izliyoruz. Daha pek çok çalışmalar yapıyor, sağlık sandığı kanun tasarısıyla ilgili çalışmalarını izliyoruz, takdir ediyoruz; hepinizin huzurunda bu tür çalışmalarından dolayı kendisini kutlamayı bir borç biliyorum.

Nitekim, önümüze gelen bütçede sağlığa ayrılan payın, bu dönem epeyce kısıldığını görünce, işinin ne kadar zor olduğunu görüyoruz; ama ülkenin problemlerini, ekonomik darboğazını da görmezlikten gelemeyiz. Fakat buna rağmen, bu ekibin gerçekten en iyiyi yakalayacağına güveniyoruz.

Şimdi, Bakanlar Kuruluna sunulan, ülkemizin ihtiyacı olan 52 000 sağlık personeli ihtiyacının, millî eğitim personeli ihtiyacında gösterilen anlayışla bir an önce çözülmesini bekliyoruz. Nitekim, seçim bölgelerimize gidiyoruz ebe isteniyor, doktor isteniyor, hemşire isteniyor.

Şimdi, bir tarafta iş bekleyen gençlerimiz, öbür tarafta hizmet veremeyen kurumlar; bunun giderilmesi lazım.

Değerli arkadaşlarım, bütün bu çalışmalar yapılsa yetecek mi; yetmez. O zaman, yapılacak işlem nedir? Yapılacak işlem şudur arkadaşlar: Ülkemizin bütün insanlarını kucaklayan sosyal güvenlik şemsiyesini oluşturmalıyız. Sosyal güvenlikle ilgili bütün kurumları Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde toplamalıyız. Tedavi edici ve koruyucu sağlık hizmetleriyle ilgili bütün kurumları Sağlık Bakanlığı bünyesinde toplamalıyız. Sağlık personelinin meslek içi eğitim ve yetiştirilmesiyle ilgili kurumları tek elde toplayarak, standardı yükseltmeliyiz. Kısacası, sağlık hizmetini alanı da, sağlık hizmetini yapanı da, sağlık hizmetini sunan devleti de memnun edecek, zevkle hizmet verdiğine inandıracak sağlık reformunu gerçekleştirmemiz lazım.

Burada benim bir endişem var; özellikle 1984 yılından beri, her bakanımızın koltuğunun altında bir sağlık reformu yasa tasarısı olur; ama, sihirli bir güç, her nasılsa, hayata geçmesini önler! Kısa sürede pek çok başarılı projenin altında imzası olan 57 nci cumhuriyet hükümetinin ve bu 21 inci Dönem Parlamentosunun, gerçekten, bu başarıya da imzasını atacağına inanıyorum.

BAŞKAN – Sayın Çalış, toparlayın lütfen.

HASAN ÇALIŞ (Devamla) – Sözlerimi bağlarken şunu söylemek istiyorum; Sayın Bakanlarım, şöyle, kendinizden geriye doğru bakınız, şurada bekleyen arkadaşlarımıza da sorunuz, pek çok bakanın ismini kimse hatırlayamaz. Eğer, bu sağlık reformuyla ilgili meseleyi, senin benim meselem olmaktan çıkarır, Türk Milletinin meselesi olarak görürsek, bunu, 57 nci cumhuriyet hükümetimizle ve bu Parlamentoyla çözersek, sizlerin ismini, bu kabinenin ismini, bu Meclisin ismini, milletin hafızasından silinmeyecek şekilde yerleştirmiş oluruz; en yüksek makamda da sizler bulunursunuz. Bu konuda, her türlü gayreti göstereceğinizden ümitvarız.

Şimdi, bu konuda söylenebilecek çok şey var; ama, başımızın, zaman gibi bir de belası var. Bu nedenle, sözlerimi kesiyorum.

Bu, çıkarmakta olduğumuz bütçenin hayırlı hizmetlere vesile olmasını diliyorum. Yüce Heyetinizi, tekrar, saygıyla selamlıyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Söz sırası, Bolu Milletvekili Sayın Ersoy Özcan'da.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Özcan, söz almış bir milletvekili arkadaşınız daha var.

MHP GRUBU ADINA ERSOY ÖZCAN (Bolu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığının katma bütçeli bir kurumu olan Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğünün bütçesiyle ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, Uluslararası Sağlık Tüzüğünde yer alan hastalıkların yabancı ülkelerden ülkemize girişini, kara, deniz ve hava yoluyla ülkemizin diğer bölgelerine ve başka ülkelere yayılmasını önlemek için çeşitli sağlık faaliyetlerini yürütmektedir.

Birbuçuk asırlık bir geçmişe sahip olan Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, bugünkü statüsüne yetmişiki yıl önce kavuşmuş, ülkemiz sağlığına olduğu kadar, dünya sağlığına da hizmet veren bir kuruluştur. AIDS ve Ebola gibi birtakım bulaşıcı virütük hastalıkların denetimini yapmakta ve diğer bulaşıcı hastalıklarda da karantina hizmetini vermektedir. Trafiği yoğun olan bütün liman ve karasularımızda acil sağlık hizmetleri verilmesi, ayrıca, deniz kirliliğini tespit ve önlem çalışmalarının yapılması, ülkemize giriş noktalarından başlayarak, turistik yörelerimize verilecek sağlık hizmetleri de, Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü bünyesinde yapılmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 17 Ağustos ve 12 Kasım tarihlerinde ülkemizde meydana gelen iki büyük deprem felaketi, hepimizin bildiği gibi, büyük miktarda can ve mal kaybına sebep olmuş, yüce milletimizde sosyal ve ekonomik alanda derin yaralar açmıştır. Sağlık Bakanlığı çalışanları, başta Sayın Bakanları olmak üzere, deprem bölgesinde ilk saatlerden itibaren yerlerini aldıklarına, deprem felaketinde yaralananlara ilk müdahaleleri yaptıktan sonra, hızla uygun hastanelere naklettiklerine, bunun yanında, mükemmel bir şekilde yürütülen koruyucu sağlık hizmetleriyle bölgede yaşayan 10 milyonun üzerindeki insanın bulaşıcı hastalıklara yakalanma riskini en aza indiren olağanüstü çalışmalar yaptıklarına, bizzat şahit oldum ve onlarla birlikte yaşadım.

Bölgede ilk yardım hizmetleri, tedavi hizmetleri ve çevre sağlığı çalışmaları yanında, rutin aşılama, psikososyal destek çalışmaları, halen mükemmel bir şekilde devam etmektedir.

Depremde olağanüstü çalışma gösteren, başta acil yardım ve kurtarma hizmetlerinde görev yapan sağlık personeline, diğer tüm sağlık çalışanlarına, gönüllü kuruluşlar ile her türlü maddî, manevî desteği esirgemeyen ülkelere ve bölgeden hiç ayrılmayan, bizzat olay mahallinde, müdahaleleriyle personele ve halka moral ve şevk veren Sağlık Bakanımıza, huzurlarınızda teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2000 yılına girerken Türk Toplumunun hak ettiği modern sağlık hizmetlerinin verilebilmesi için, Sağlık Bakanlığının depremde gösterdiği başarıda olduğu gibi, çok önemli hayatî görevleri de başarıyla yerine getireceğinden hiç kuşkumuz yoktur. Kendilerinin yapacakları hizmet ve çalışmaların teşvikçisi ve sıkı takipçisi olacağız.

BAŞKAN – Sayın Özcan, toparlayın lütfen.

ERSOY ÖZCAN (Devamla) – 2000 yılına girerken Sağlık Bakanlığımızdan beklentilerimiz şunlardır:

Acil sağlık hizmetlerinde şu ana kadar mükemmel hizmetler veren 112 Acil Yardım Kurtarma ekiplerinin tüm yurt sathına yayılması ve bu güzel hizmetten bütün vilayetlerin faydalandırılması.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun efendim, toparlayın...

ERSOY ÖZCAN (Devamla) – Günümüzde gelişen modern hastane yönetim anlayışı çerçevesinde ekonomik ve etkin yatak kullanma ve fizikî alanların daha verimli değerlendirilmesi, acil servis ve polikliniklerdeki yığılmaların önlenmesi, kronik ve yaşlı hastalara daha uygun ortamda hizmet sunulması; bu amaçla başlatılan, şu anda da bazı hastanelerimizde başarıyla devam eden vardiya sisteminin süratle bütün yurtta uygulamaya geçmesi.

Aşılama programlarının uygulanması ve bugüne kadar daima dışarıdan ithal edilen, stratejik ürün olan aşıların ülkemizde üretilmesini sağlayacak tedbirlerin alınmasıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni bir bin yıla girerken, ülke insanımıza, yüksek kaliteli, kişisel özelliklerden etkilenmeyen verimli bir sağlık hizmetinin sunulması, artık, kaçınılmaz bir hedef olmuştur. Hasta-hekim ve hasta-sağlık kuruluşları arasındaki para ilişkisini ortadan kaldıracak, ülke sınırları içerisinde sağlık güvencesi olmayan vatandaş bırakmayacak, isteyenin istediği hastaneye gidebildiği ve istediği hekime başvurabildiği, sağlık hizmetini verenler arasında kaliteli bir hizmet yarışının olduğu, prim esasına dayalı sistemde primini ödemeyenlere devletin ödediği, emeklilik ve sağlık sigorta işlemlerinin birbirinden ayrıldığı, ülkemizde yaşayan tüm insanları kapsayacak bir sağlık güvencesi ve sigortalama sistemini, milletimiz, yıllardır beklemiştir.

BAŞKAN – Sayın Özcan, teşekkür ediniz efendim.

ÖZCAN ERSOY (Devamla) – Bitiriyorum...

BAŞKAN – Lütfen, efendim...

ÖZCAN ERSOY (Devamla) – Bu hayalin gerçekleşmesi için, Sağlık Bakanlığının, ilk adım olarak hazırladığı sağlık sandığı kurum kanun tasarısı taslağı, kamuoyunda tartışılması amacıyla, halka sunulmuş. Bu, kabul gördüğü takdirde, sağlık sorunlarımızı kökünden çözecek, yüzyılın en büyük sosyal hadisesi gerçekleşmiş olacaktır. Bu çalışmaların sonuçlanmasını sabırsızlıkla bekliyoruz.

BAŞKAN – Sayın Özcan, teşekkür ediyorum...

ÖZCAN ERSOY (Devamla) – Bütün bu çalışmalarından dolayı Sağlık Bakanımıza ve tüm personeline teşekkür eder, 2000 yılı bütçesinin yüce Türk milletine ve devletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diler; hepinize saygılar sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

Sayın Mesut Türker; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, en fazla eksüreyi 4 dakika olarak Fazilet Partisine verdim; size de 4 dakikadan fazla vermem, lütfen.

MHP GRUBU ADINA MESUT TÜRKER (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığı bütçesi hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Günümüz dünyasında siyasî, ekonomik ve sosyal konularda hızlı bir değişim ve dönüşüm yaşanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde başlayan bu değişim rüzgârı, iletişim ve bilgi teknolojilerindeki yeni gelişmelere bağlı olarak, bilginin akıllara durgunluk verecek derecede artması sebebiyle bütün dünyaya yayılmaktadır. Bilgi ve teknolojideki insanlık adına bu umut verici gelişmeler, sağlık konusunda da beklenilen ve özlenen olumlu sonuçlarını vermiştir. Özellikle, gelişmiş ülkelerde 21 inci Yüzyıl, herkesin daha sağlıklı bir hayata kavuşabileceği parlak bir gelecek vaat etmektedir. Bu yüzyılda gerçekleşebilecek olan yalnızca uzun bir hayat değil, hayatın kalitesinin de yükselmesidir. Kalitesi yükselen hayatta özürlüler ve hastalıklar da azalacaktır.

Değerli milletvekilleri, milletler mücadelesinde bilgi toplumu olabilmek için gerekli hazırlıkların yapılabildiği dünyada, değişim ve dönüşüm rüzgârına uyum sağlanabildiği ölçüde, medenî dünyada yer alabileceğimiz gözardı edilmemelidir. Bu sebeple, kişisel olarak ve toplum olarak mevcut inanç ve kültürümüzün temel prensiplerinden sapmamak kaydıyla, dünyadaki değişim ve dönüşümlere uyum sağlayabilecek bir anlayış içinde değişikliğe gidilmesi gerekmektedir; çünkü, geçmiş yüzyılda endüstri toplumunun oluşumunu yeterince kavrayamadığımız için, sürekli kavram kargaşası tartışması içerisinde tüm enerjimizi boşa harcadık. Sonuçta, millet olarak, çok ağır bedeller ödemek zorunda kaldık.

Bu nedenle, medenî dünyadaki tüm bu iyi gelişmeleri algılamadan, iyi yorumlamadan hiçbir sorunumuzu çözemeyiz. Özellikle sağlık hizmetleri konusundaki çıkmazlarımızı hiç çözemeyiz. Çünkü, yıllardır bu hayatî konuyu sürekli olarak hasta, hastane, doktor ilişkisi içerisinde hapsedip çözmeye çalıştık. Bu dar çerçeve içerisinde değerlendirip çözümler üretilmeye çalışılan sağlık sistememizde bugün geldiğimiz nokta, maalesef, 21 inci Yüzyıl gerçeğine uygun değildir.

Sistemin yetersiz ve dünya gerçeklerinden uzak olması sonucunda, bugün ülkemizde ne sağlık hizmeti alanların ne bu hizmeti verenlerin ne de bu hizmeti finanse edenlerin memnun olmadığı bir sağlık sistemi ortaya çıkmıştır. Butün bu sistemin olumsuzluklarının faturası da, genelde, bu hizmetin motor gücü olan hekimlerimize çıkarılmıştır. Halbuki, değişik boyutlardaki tüm olumsuzluklara karşın, ülkemizde fedakârca hizmet veren Türk hekimleri, bilgi ve beceri konusunda dünya standartlarını çoktan yakalamış durumdadırlar. Öyle ki, yurt dışında çalışan hekimlerimiz, bulundukları ülkelerde aranan, tercih edilen hekimlerin isimlerinin en başında yer almışlardır. Demek ki, sorun, insanımızdan değil, sistemin kendisinden kaynaklanmaktadır.

Ayrıca, ülkemizi ilgilendiren olağanüstü her durumda görev alanına ilk olarak yetişen çoğunlukla hekimlerimiz ve sağlık çalışanlarımız olmuştur. Milletçe yaralarını sarmaya çalıştığımız ve hepimizi yasa boğan Marmara Bölgesinde meydana gelen deprem felaketinde hekimlerimiz ve sağlık personelimiz, yüzlerinin akıyla sorumluluklarını yerlerine getirmişlerdir. Ancak, dünyanın değişik ülkelerinden deprem bölgesine gelen bazı sağlık personeli veya 2 kişilik, 3 kişilik kurtarma ekipleri birkısım medya tarafından âdeta kahramanlaştırılırken, maalesef, deprem bölgesinde yiğitçe görev yapan insanlarımız, özellikle Sağlık Bakanlığımız, hekimlerimiz ve sağlık çalışanlarımız, bırakınız teşekkürü neredeyse afet bölgesindeki tüm olumsuzlukların hedef tahtası haline getirilmişlerdir.

BAŞKAN – Sayın Türker, toparlar mısınız efendim.

MESUT TÜRKER (Devamla) – Bu zihniyeti ve bu olumsuz propagandayı yaratanları şiddetle, nefretle kınıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, vaktimizin, süremizin sınırlı olması sebebiyle konuşmamın bir kısmını atlamak zorunda kalıyorum.

BAŞKAN – Bugün, Milliyetçi Hareket Partisine pek sınır tanımadık efendim; 7 dakika 37 saniye oldu!

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – 10 dakika oldu.

BAŞKAN – Hayır efendim, 7 dakika.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Daha evvelki konuşmacı da 2 dakika fazla konuşmuştu.

BAŞKAN – Yazıyor efendim burada.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Biz, bir şey söylemedik.

BAŞKAN – Farketmez yani. 7'yi biz kabul ettiğimize göre... 3 dakikanın pazarlığını yapmayalım Sayın Bedük.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, arkadaşlar faydalı şeyler söylüyor; dinleyelim!

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Devam edin, biz de dinleriz.

MESUT TÜRKER (Devamla) – Sayın milletvekilleri, sağlık konusu, hepimiz biliyoruz ki, politik malzeme yapılmayacak tek konudur. O bakımdan, ben, Sayın Başkanımızın da, sizlerin de sabrınıza sığınıyorum.

Değerli milletvekilleri...

HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Devam... Devam...

MESUT TÜRKER (Devamla) – "Devam" derseniz, o zaman, tekrar alırım.

Sayın Başkanımıza ve milletvekillerimize teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Türker.

MESUT TÜRKER (Devamla) – Ayrıca, ben de bir hekim milletvekili olarak, hem bilgili hem becerikli hem de her yerde fedakârca hizmet yapan meslektaşlarıma, Türk hekimlerine ve sağlık çalışanlarına saygı, sevgi ve şükranlarımı sunuyorum.

Değerli milletvekillerim, özellikle son yıllarda tüm dünya ülkelerinde iki konu önplana çıkmıştır: Biri eğitim, diğeri sağlık konusudur. Görünen odur ki, 21 inci Yüzyılda bu iki hayatî konunun olabildiğince iyileştirilmesi, tüm insanların ortak amacı olacaktır. Çünkü, insanların mutlu, huzurlu ve sağlıklı olabilmesi için temel şart, sağlık ve eğitimdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Türker, 10 dakika oldu.

Sayın Türker, teşekkür edip, sözünüzü bitirin efendim. Lütfen... Beni müşkül duruma sokuyorsunuz.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, devam etsin, biz dinleriz.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkan, bırakın konuşsun.

MESUT TÜRKER (Devamla) – Sayın Başkan, son sözümü söylüyorum efendim.

BAŞKAN – Beni müşkül duruma sokuyorsanız, buyurun efendim; hiç fark etmez.

MESUT TÜRKER (Devamla) – Değerli milletvekillerim, Milliyetçi Hareket Partisi, ülkenin kalkınmasının, sosyal yönden, beden ve ruh sağlığına sahip fertleriyle başarılacağına inanmaktadır.

Sağlıklı yaşamak en temel insan haklarından biridir. İdare sistemi ne olursa olsun, tüm devletler bu gerçekten hareketle, vatandaşlarına yeterli sağlık hizmeti sunabilmek için imkânları çerçevesinde tedbirler almaktadırlar. Hükümetimizin, mevcut şartlar içerisinde Sağlık Bakanlığımıza ayırmış olduğu bütçenin yetersiz olduğu konusunda hemfikiriz; ancak, Bakanlığımızın, imkânlar ölçüsünde, mevcut insan gücümüz ve sağlık altyapımızla, Türk insanını mağdur etmeden, yöneticileriyle birlikte daha geniş kapsamlı ve daha kaliteli sağlık hizmeti üreteceği konusunda hiçbir endişemiz yoktur.

BAŞKAN – Sayın Türker, bağlar mısınız efendim.

MESUT TÜRKER (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Türk Milleti, tarih boyunca varlığını ve bağımsızlığını koruyarak, bulunduğu bölgede hep lider olmuştur. Yüce milletimizin gelecekte sağlığını, varlığını koruyabilmesi ve milletler topluluğunda layık olduğu yeri alabilmesi için, günümüz dünyasında yaşanan değişikliklere ayak uydurup, yenilikleri takip ederek geleceğe kendisini hazırlaması gerekmektedir. Hedefimizi bilip, geleceğimizi planlarsak, dünyadaki değişim rüzgârından gereğince faydalanabileceğimiz gibi, gerçekleşmesi için çalıştığımız hedefe mutlaka ulaşırız.

Bu duygu ve düşüncelerle, Sağlık Bakanlığı bütçemizin tüm Türk Milletine ve Meclisimize hayırlı uğurlu olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar)

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, 60 ıncı maddeye göre yerimden kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Milliyetçi Hareket Partisinin değerli sözcülerini zevkle izledik. Özellikle Sayın Ali Işıklar'ın, Türk kamu çalışanlarıyla ilgili ekonomik, sosyal meselelerin düzenlenmesi ve sendika kanununun bir an evvel çıkarılması hususunda ileri sürdüğü görüşleri, biz, Doğru Yol Partisi olarak çeşitli platformlarda da ifade ettik. Ümit ediyoruz ki, iktidar partisine mensup olmaları sebebiyle, hükümette, bu konuları bir an evvel gerçekleştirecek ve kamu çalışanlarının ekonomik haklarının, maaş ve ücretlerinin artırımını ve sendika kanununun bir an evvel gerçekleştirilmesini temin edecekler.

Nitekim, Doğru Yol Partisi olarak, kamu çalışanları sendika kanun teklifini, biz, Meclise sunduk ve Yüce Meclisin tasdikiyle de gündeme girdi. O halde, bugünkü görüşmelerin ışığı altında, kamu çalışanları sendikası kanun teklifimizin bir an evvel gündeme alınması suretiyle, bütün kamu çalışanlarının bizden beklediği o düzenlemeyi, o örgütlenme hakkını, o insanlık hakkını, inşallah, bir an evvel gerçekleştirme fırsatını hep birlikte yakalamış oluruz.

Ancak, bugünkü uygulamanın, devamlı olarak, bundan sonra, bir usul haline getirilmemesi temennisiyle, saygılar sunuyorum. (DYP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim; sağ olun.

Şimdi, söz sırası, Adana Milletvekili Metanet Çulhaoğlu'nda. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET METANET ÇULHAOĞLU (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığı 2000 malî yılı bütçesi görüşmesi nedeniyle, şahsım adına söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi, sağlık camiasını ve konuya ilgi duyarak bütçe görüşmelerini izleyen yüce milletimizin değerli fertlerini saygıyla selamlıyorum.

En temel insan haklarından birisi ve bence en önemlisi, insanın sağlıklı yaşama hakkıdır. Kanunî Sultan Süleyman'ın "halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" sözü, sağlığın değerini veciz bir şekilde ifade etmektedir.

Değerli milletvekilleri, idare sistemi ne olursa olsun, devletler, vatandaşlarının sağlıklı yaşaması için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, Anayasamızın 56 ncı maddesinde "devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamakla yükümlüdür" şeklinde ifade edilmiştir.

Dünyada sağlık alanındaki hizmetlerin yeterli sayılabilmesi için kabul görmüş ortak ilkeler vardır; bu ilkeler, bir ülkedeki sağlık hizmetinin yeterli ve etkili olabilmesi için minimal şartlardır. Nedir bu şartlar?

Değerli arkadaşlar, bunları şu şekilde sıralayabiliriz: Sağlık hizmeti, ülke nüfusunun tamamını kapsamalıdır. Sunumda eşitlik olmalıdır. İnsanların ihtiyaçları oranında, düzenli ve sürekli olmalıdır. Hizmeti veren ve bu hizmeti finanse eden kurumlar birbirinden ayrılmalı, sağlık hizmetleri finansmanında devlet kontrolü ve garantörlüğü olmalıdır. Sağlık hizmeti sunumunda hizmet ve kalitede rekabet ortamı sağlanmalıdır. Sağlık hizmeti alanların temsilcileri yönetimde söz sahibi olmalıdır.

Bu minimal şartların sağlanması için, vakit geçirmeden, muhalefetiyle, iktidarıyla, el ele vererek, gerekli yasal düzenlemeleri yapmalıyız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de, devlet, yıllardan beri, sağlık alanına yatırım yapmaktadır; fakat, genel bütçeden sağlık için ayrılan pay yetersiz kalmakta, her geçen gün de, bu oran, azalarak devam etmektedir. 1960 yılında genel bütçeden sağlığa ayrılan pay yüzde 5,27 iken -çok fazla geriye gitmeye gerek yok- 1999 yılı bütçesinde sağlığa ayrılan pay genel bütçe içinde yüzde 2,28'e, 2000 malî yılı genel bütçesi içinde de, bu oran, yüzde 2,26'ya gerilemiştir.

Üzerinde konuştuğumuz Sağlık Bakanlığı bütçesinin yüzde 78,4’ü personel giderlerine, yüzde 5’i carî giderlere, yüzde 9,4’ü transfer harcamalarına, yüzde 7,2’si ise yatırıma ayrılmıştır.

Değerli arkadaşlar; evet, yanlış duymadınız, yüzde 7,2’si yatırıma ayrılmıştır.

Bu bütçeyle, kangren haline gelmiş sorunların hangisini halledeceğiz; gece gündüz mefhumu olmadan, ailesinden, sağlığından fedakârlık ederek, hizmet vermekte olan sağlık personeline ait olanları mı; tedavi edici sağlık hizmetlerindeki sorunları mı; koruyucu sağlık hizmetlerindeki sorunları mı; sağlık eğitimindeki sorunları mı; yoksa, sağlık yönetimi mevzuatına ait olanları mı; hangisini, ne kadar sürede? Bu bütçeyle, bu sorunların üstesinden gelinmesi zaman alacak gibi görünüyor.

Değerli arkadaşlar, çözümde zamanı kısaltmak için genel bütçeden sağlığa ayrılan payı artırmak zorundayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sağlık hizmetlerinin motor gücü hekimdir; ancak, sadece hekimle yeterli sağlık hizmetinin verilmesi beklenemez. Sağlık hizmeti ekip çalışması ister; ancak, hekimsiz sağlık hizmeti verilmesi mümkün değildir. Ülkemizde hekim açığı yaklaşık 65 000’dir. Hekim açığı yanında, hekimlerimizin ülke çapında dağılımında sorunlar vardır. Hekimlerimizin yüzde 61,4’ü üç büyük ilimizde toplanmıştır.

Burada, biz siyasîlere de görev düşmektedir. Bireyin değil, toplumun mutluluğunu düşünmek zorundayız. Yeter sayıda hekim olan sağlık merkezine hekim göndermek değil, hiç hekimi olmayan sağlık merkezini çalışır hale getirmek için talepte bulunulması doğru olanıdır. Evet arkadaşlar, doğrusu budur.

Bugün, Sağlık Bakanlığına bağlı hastaneler, sağlık ocakları ve sağlık evlerinden, inşaatları bitmiş, ekipmanları tamamlanmış; fakat, doktor, hemşire, sağlık memuru ve hizmetli yokluğundan hizmete giremeyenlerin sayısı hiç de küçümsenmeyecek orandadır. Bunun için, Sağlık Bakanlığının Maliye Bakanlığından talep etmiş olduğu kadroların en kısa sürede verilmesi zarureti vardır. Zira, sosyal devlet anlayışı, insanların sahip bulundukları sağlıklarını kaybetmemeleri için gereken tedbirleri almamızı gerektirir. Bunu, muhalefeti ve iktidarıyla birlikte başarmalıyız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, sağlık personeli moralsiz ve motivasyonsuzdur. Bütçenin yaklaşık yüzde 79'u personel giderlerine ayrılmasına rağmen sağlık personelinin ücretleri yıldan yıla reel olarak gerilemektedir. Çalışanların ücretleri tekrar gözden geçirilmeli, döner sermaye oranları, hizmetli, sağlık memuru, laboratuvar teknisyeni, ebe, hemşire, diyetisyen, biyolog, diş hekimi, pratisyen hekim gibi sağlık personelinin maaşlarının yüzde 100'ü oranında pay alabilecek şekilde yeniden düzenlenmelidir. Sağlık ocaklarında döner sermaye kurulmalı, illerde, sağlık sisteminin orkestra şefi olan il sağlık müdürleri ücret yönünden tatmin edilmeli ve emrindeki döner sermayeli kuruluşlardan pay alabilecek şekilde yeniden düzenlemeler yapılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de ortalama insan ömrü bugün 68 yaş civarındadır ve giderek bu oran yükselmektedir. Yaşlı nüfusumuz artmaktadır. Türkiye'de bugün sadece 1 geriatri yaşlılık bilimi hastanesi vardır; yanık tedavi merkezleri yok denilecek kadar azdır, sadece 7 rehabilitasyon merkezi vardır; iş ve işçi sağlığı açısından önemli olan meslek hastalıkları hastaneleri ihtiyaca cevap veremeyecek düzeydedir.

Kış aylarında nüfusu 10 000-15 000 olan tatil yörelerinin, yaz aylarında nüfusu 100 000'leri bulmaktadır. Yöredeki sağlık tesisleri 10 000 nüfusa göre planlandığında yaz aylarında yetersiz, 100 000 nüfusa göre planlandığında da kış aylarında atıl kalacaktır. Bunu önlemek için, bu ihtiyaca cevap verecek mobil sağlık sistemi de ülkemizde kurulmalıdır.

Hastanelerimizde otomasyon yetersizdir, yeterli düzeye hızla getirilmelidir.

Hızır acil servisler çok iyi işlemekte; örneğin; Adana'da beş ayrı merkezde konuşlanan ekipler, 4 dakikada hastaya ulaşabilmektedir. Ellerindeki ambulans adedi az, modeli düşük olmasa, bu süreyi kısaltmak mümkündür. Bütün bu eksikliklerin hızla giderilmesi için, Maliye Bakanlığının, bütçe hazırlık safhasında Sağlık Bakanlığının payını artırması gereklidir. Tekraren söylüyorum; personel eksikliğinin giderilmesi için, Sağlık Bakanlığının kadro talebi karşılanmalıdır.

112 Hızır Acil servisleri, her iki deprem felaketinde de olağanüstü gayret ve performans göstermişlerdir. Hızır Acil Servis sisteminin desteklenmesi ve geliştirilmesi, Türk insanına verilecek en yararlı hizmet olacaktır.

BAŞKAN – Sayın Çulhaoğlu, toparlar mısınız lütfen...

MEHMET METANET ÇULHAOĞLU (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.

Sağlık Bakanlığı fonunda biriken paranın, ambulans, tıbbî malzeme ve cihaz alımlarında kullanılması için, Maliye Bakanlığının gecikmeden müsaade vermesi, Sağlık Bakanlığının çalışmasını hızlandıracaktır. Bu da, toplumumuzun sağlık hizmetlerinden, daha kaliteli ve hızlı faydalanması sonucunu doğuracaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; popülist yaklaşımlar sonucu günümüze kadar plan ve programdışı kullanılan kaynaklar israf edilmiş, sağlık evi bile yapılamayacak yere, sağlık ocağı ya da hastane yapılması için harcanmıştır. Buralara da, doktor ve sağlık personeli gönderilememiştir. Oysa, bunun yerine, Hızır Acil Servis bünyesinde hava ambulans sisteminin kurulması, hizmetin, daha hızlı ve kaliteli verilmesi yönünden de daha rantabl olacaktır.

Bugüne kadar defalarca konuşulan; fakat, icraata geçirilemeyen vardiya sistemi uygulamasını başlatan...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çulhaoğlu, bir toparlayın da teşekkür edin efendim.

MEHMET METANET ÇULHAOĞLU (Devamla) – Peki Sayın Başkanım.

...ve bu uygulamayla hizmet alanların duasını alan Sağlık Bakanı Sayın Osman Durmuş'u, huzurlarınızda tebrik ediyorum ve çalışan personelin de zevkle çalışması için, ekonomik iyileştirmeyi de esirgemeyeceği inancını taşıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sağlık sistemimizdeki aksaklıkların hızla düzeltilebilmesi için, yasal düzenlemelerin de hızlı bir şekilde yapılması zarureti vardır. "Hangi yasal düzenlemelere ihtiyaç var" sorusunun cevabı ise...

BAŞKAN – Sayın Çulhaoğlu, teşekkür edin bitsin efendim.

MEHMET METANET ÇULHAOĞLU (Devamla) – Peki...

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim size.

MEHMET METANET ÇULHAOĞLU (Devamla) – Sağlık Bakanlığı bütçesine olumlu oy vereceğimi belirtir, bu duygu ve düşünceyle, Sağlık Bakanlığı bütçesinin yüce milletimize hayırlı olmasını temenni eder, bütün milletime saygılarımı sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Aleyhte, Mahfuz Güler; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sosyal güvenlik, ülkede yaşayanlar arasında hiçbir ayırım yapılmaksızın, toplumun bütün fertlerinin ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak tarzda, kişilerin bugünlerini ve yarınlarını güven altına almayı kendisine hedef tayin eden sistemler bütünüdür.

Kamu çalışanlarının ekonomik, sosyal ve meslekî sorunları, kendi örgütleri aracılığıyla, uluslararası normlar ve standartlar ile ülke şartları dikkate alınarak, vakit geçirilmeden çözümlenmelidir.

Nüfusun yüzde 88'i sosyal güvenlik kapsamında olan Türkiyemizde, vatandaşların yüzde 47'si SSK, yüzde 18'i Emekli Sandığı, yüzde 20'si Bağ-Kur, yüzde 2'si Maliye ve yüzde 1'i de özel sandıkların sosyal güvenlik çatısı altında bulunmaktadırlar.

1997 yılında, ortalama, 2,28 aktif sigortalıya 1 pasif sigortalı düşerken, 1998 yılında bu sayı 2,24'e gerilemiştir. Pasif sigortalı başına düşen aktif sigortalı sayısı Emekli Sandığında 1,77, Bağ-Kur'da 2,63, SSK'da 2,29 olarak gerçekleşmiştir. 1998 yılında prim tahsilatı oranı Bağ-Kur'da yüzde 58,4, Sosyal Sigortalar Kurumunda yüzde 84,5 olarak gerçekleşmiştir. Sosyal güvenlik kurumlarının finansman açıklarını kapatmak amacıyla bütçeden yapılan transferler, artarak devam etmektedir. Bütçeden, bu yıl, sosyal güvenlik kuruluşlarına ayrılan pay, 3,5 katrilyonu bulmuştur. SSK'da, aktuaryel dengeleri olumsuz yönde etkileyen ve prim karşılığı olmayan ödemelerin azaltılması politikası çerçevesinde, sosyal yardım zammı miktarı sabit tutulmaya devam edilmiştir. 1998 yılında, sosyal yardım zammının ortalama emekli aylıkları içindeki payı, SSK'da yüzde 5,7; Bağ-Kur'da yüzde 11 seviyesine gerilemiştir.

Değerli milletvekilleri, bugün, işçisiyle, işvereniyle tüm çalışma hayatını teşkil eden bütün kesimler, bu hükümetten ümitlerini kesmişlerdir. Ülkemizde, işsizlik, görülmemiş boyuta ulaşmıştır. Her türlü istihdam hizmetini yaygın biçimde sunan, işsizlikle mücadele edebilen bir kimliğe kavuşması için, daha önceki hükümetler döneminde hazırlanan işkur yasa tasarısı, bir an önce Meclis Genel Kuruluna getirilmeli ve vakit geçirilmeden bu tasarı yasalaşmalıdır.

İş hayatının, düzenli, verimli ve huzurlu olması, işçi sağlığı ve iş güvenliği yönünden önlemlerin alınmasına bağlıdır. Bu nedenle, yıllardır söylenen ve bir türlü gerçekleştirilemeyen, İşçi Sağlığı Daire Başkanlığının genel müdürlüğe dönüştürülmesi için hazırlanan tasarı, bir an önce yasalaşmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 2000 yılına 5 gün kala, çalışma hayatımız, yüzlerce sorunla yüz yüze bırakılmıştır, çalışan insanımız perişan edilmiştir.

Kamu çalışanlarına reva görülen yüzde 15'lik zam, memurumuzu, işçimizi, emeklimizi ve esnafımızı derinden etkilemiş, çalışanlarımız aç ve sefil bırakılmıştır. Türkiye'de, artık, çalışan kesim, memur, işçi, emekli, fitre ve zekat alacak duruma getirilmiş ve açlık sınırının altında bırakılmıştır.

Emeklilerimizin hali yürekler acısıdır.

Esnafımız, artık, kepenk kapatmamakta; işyerini, dükkanını tümüyle kapatmaktadır.

Hastane kapıları şifa kapısı olmaktan çıkmış, dert kapısı olmuştur.

Bütün bu olup bitenler karşısında, hükümet çaresiz kalmıştır. Bu hükümet, cumhuriyet tarihinde, ilk defa, tümüyle Türkiye'yi IMF'ye teslim etmiştir. IMF'nin direktifleriyle ülkeyi idare etmeye çalışanlar, gafletin ve beceriksizliğin en iyi örneklerini vermektedirler.

Değerli Bakanımız, Türkiye'nin en büyük sosyal güvenlik kuruluşu olan SSK'yı ıslah edeceği yerde, bu kurumu kamuoyu gözünde küçük düşürmekte ve bütün çalışanlarını suçlayıcı ve aşağılayıcı beyanatlarla zan altında bırakmaktadır.

Genel müdürler by-pass edilmektedir; ehliyetsiz, liyakatsız ve deneyimsiz kişiler üst görevlere getirilerek, kurumda zaten var olan sıkıntılara yenileri eklenmektedir.

32 milyona sağlık hizmeti veren SSK'da "yolsuzluk var" denilerek, devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan ve gerçekte, tıp fakültelerine sevk edilen şişirilmiş faturaların yeterince denetlenemeden ortaya çıktığı aşikârdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sosyal Güvenlik Yasası görüşmeleri sırasında, biz, bu konuları defalarca gündeme getirdik ve o zaman da şunu söyledik: SSK'nın en önemli sorunu, hasta sevklerinden dolayı, gerek tıp fakültelerinin ve gerekse özel sağlık kuruluşlarının SSK'dan elde ettikleri haksız kazançlardır. Bu sevklerden dolayı gelen faturalar Ankara'da Sağlık İşleri Müdürlüğü, İstanbul ve İzmir Sağlık İşleri Müdürlüklerinde aylarca bekletilmekte, ilgili branştan hekimler, zamanında kontrol için, bulunamamakta ve yeterince denetlenememektedir.

Bugün, SSK, resmen yağmalanmaktadır. Resmen diyorum; çünkü, SSK'nın kanını emenler resmî kurumlardır. Bunların başında tıp fakülteleri gelmektedir. Türkiye'de bugün 30'a yakın tıp fakültesi vardır. Eğer SSK sevkleri olmazsa, bu fakülteler parasızlıktan kapanma durumuna gelirler. İddia ediyorum ve diyorum ki, her yıl bir ildeki SSK hastenelerinden sevk edilen hastalar için o ildeki tıp fakültesine ödenen ücretle o ile yeni bir SSK hastanesi yapılabilir. Örnek mi istiyorsunuz... 1999 yılında Eskişehir SSK Hastanesinden Eskişehir Tıp Fakültesine sevk edilen hastalar için ödenen para, tam 2 trilyon 625 milyardır. İşte, sadece bir yıl içinde ödenen bu parayla Eskişehir'e ikinci bir SSK hastanesi kurulabilir.

Yine, Diyarbakır SSK Hastanesinden Diyarbakır Tıp Fakültesine sevk edilen hastalardan dolayı, sadece onbir ayda ödenen para 1 trilyon 484 milyar liradır. Buna onikinci ayda ödenecek para da ilave edilirse, bu parayla Diyarbakır'a ikinci bir SSK hastanesi yapmak mümkündür.

Zamanımın azlığı nedeniyle, SSK'nın özel sağlık kuruluşlarınca nasıl yağmalandığını anlatamıyorum.

Değerli arkadaşlar, bakınız, bu hükümetin alelacele çıkardığı, depremin bile durduramadığı şu meşhur Sosyal Güvenlik Yasasının daha şimdiden ortaya çıkardığı noksanlıkları size arz etmek istiyorum.

Eski yasaya göre, işyeri bildirgeleri ile işe giriş bildirgelerinin bir ay içerisinde bildirilme zorunluluğu vardı. Yeni çıkan bu meşhur, anlı şanlı mezarda emeklilik yasasında ise uygulama şöyle: Yasa, Resmî Gazetede 8 Eylül günü yayımlandı ve yayımlandığı gün yürürlüğe girdi.

Değerli arkadaşlar, şimdi, size soruyorum: Bu Resmî Gazete Ankara'dan Bingöl'e kaç günde gider; evet, en az beş altı günde gideceği muhakkak. Peki, Bingöl'deki, Muş'taki, Şırnak'taki bir muhasebecinin, bir işadamının bundan nasıl haberi olacak ve nasıl bir gün önceden işe alacağı işçi için bildirimde bulunacak?.. Uygulamada mümkün mü bu? Adamcağız başını sokacak bir ev yapıyorsa ve birkaç işçi çalıştırma durumunda ise, önceden bildirimde bulunmasına imkân var mı; tabiî ki yok. Veya şöyle diyelim: Bir işadamı, Türkiye'nin herhangi bir yerinde bir işyeri açtı; açtığı fabrikasında 50 kişi çalıştırıyor ve bu şekilde geç bildirimde bulundu. Şimdi, bu işadamının, geç bildirimde bulunduğu her bir belge için asgarî ücretin iki katı cezaya çarptırıldığını düşünün -çünkü, yasa böyle, her eksik belge için asgarî ücretin iki katı ceza ödemek durumunda- böyle bir işadamının başına geleceği göstereyim size değerli arkadaşlar: 50x186 000 000; bu da 9 300 000 000 lira eder ve bu cezayı da ödemek zorunda bırakılmaktadır.

Yine, aynı şekilde, resmî kurumlara alınan işçilerin bir gün önceden bildirilmesi mümkün değildir. İşte, size buradan söylüyorum; bu hükümetin "reform" diye takdim ettiği yasa, bunun gibi daha birçok noksanlıkları ve yanlışlıkları içermektedir ve göreceksiniz, bu hükümet, yakın bir zamanda, bu yasanın düzeltilmesi için yeniden ayrı bir yasa çıkarmak zorunda kalacaktır; bunu şimdiden söylüyorum.

Değerli milletvekilleri, huzurunuzda, Sayın Çalışma Bakanımıza yine sormak istiyorum: Sosyal Güvenlik Yasasının geçici 5 inci maddesine göre, deprem bölgesinde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHFUZ GÜLER (Devamla) – Bitiriyorum Başkanım...

...hayatını kaybeden ve malul olan, SSK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur'da bir yıl hizmeti olanlara, bu kurumların kendi mevzuatlarına göre ölüm aylığı ve malullük aylığı bağlanacaktı. Evet, Sayın Bakanım, bugüne kadar, acaba, kaç depremzedeye maaş bağladınız?

Değerli arkadaşlar, ben, size hemen cevabını vereyim: Bu yasa çıkalı tam dört ay oldu; bugüne kadar bir tek kişiye maaş bağlanmadı ve şunu da hemen söyleyeyim ki, bu gidişle hiç kimseye maaş bağlanamayacak. Neden; çünkü, o bölgenin, Bakanlar Kurulu tarafından afet bölgesi olarak ilan edilmesi şart. Bu hükümet, onu da yapamamıştır, becerememiştir.

Yine, Resmî Gazetede 11 Eylül 1999 tarihinde yayımlanan tebliğe göre, deprem bölgesinde öncelikle işe alınma öngörülmüştü; çünkü, yapılan çalışmalara göre, deprem bölgesinde 240 000 kişi işini kaybetmişti. Ancak, bugüne kadar kaç kişi işe alındı; Değerli Bakanımızdan bunu da öğrenmek istiyorum.

SSK'nın, deprem bölgesinde, 2000 yılı başına kadar prim kaybı 72 trilyon liradır. Bunlarla ilgili, Sayın Bakan, ne gibi önlemler aldınız?

Sayın Bakanımızın engin hoşgörüsüne güvenerek şunu da sormak istiyorum: Acaba, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının kuruluş yasasının neresinde "kardeş aile kampanyası" gibi, bakanlığı hiç ilgilendirmeyen kampanyalar yer almaktadır? Bu kampanyayla ilgil olarak bakanlık ve bağlı kuruluşlar ne kadar harcama yapmıştır?

BAŞKAN – Toparlayın efendim.

MAHFUZ GÜLER (Devamla) – Peki efendim.

Başbakanlık varken, Aile Araştırma Kurumu varken, Çocuk Esirgeme Kurumu, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü gibi kuruluşlar varken, neden Sayın Bakanımız böyle bir kampanyaya öncülük etmek istemiştir; bunları anlamak mümkün değildir.

Değerli arkadaşlar, çalışanların dağ gibi sorunları vardır. Memur sendikalarıyla ilgili yasa tasarısı, bugüne kadar Meclis gündemine getirilmemiştir. Asgarî Ücret Komisyonu, yedi kez toplandığı halde, bir karara varamamıştır. İşçimiz, memurumuz, her hafta sonu dinlenmek, çoluk çocuğuyla vakit geçirmek yerine, meydanlarda, alanlarda hak aramak için toplanmaktadırlar.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, 2000 yılının, çalışanlara refah ve huzur getirmesini diliyor, bu bütçenin, çalışanlarımıza hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyor, Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Güler

Sayın milletvekilleri, şimdi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanına söz vereceğim; ancak, Sayın Bakana söz vermeden önce, Başbakanlığın bir tezkeresi vardır, okutacağım.

Bu tezkere, ülkemizin de üyesi bulunduğu Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO) Anayasasının 19 uncu maddesinin 5/b ve 6/b bentleri gereğince, hükümetlerin uluslararası çalışma konferanslarında kabul edilen sözleşme ve tavsiye kararları hakkında yasama organına bilgi sunmasına dairdir.

Başbakanlık tezkeresini okutuyorum :

III. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)

3. — 1-17 Haziran 1999 tarihleri arasında Cenevre’de yapılan 87 nci Uluslararası Çalışma Teşkilâtı (ILO) Genel Konferansında kabul edilen 182 sayılı sözleşme ile aynı adla anılan 190 sayılı Tavsiye Kararı ile ilgili olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından bütçe müzakereleri sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulacağına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/421)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 5/8/1999 tarihli ve B.13.0.YİH.0.11.00.00. 8010/4251-018795 sayılı yazısı.

1-17 Haziran 1999 tarihleri arasında Cenevre'de yapılan 87 nci Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO) Genel Konferansında kabul edilen 182 sayılı "En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesi" ile aynı adla anılan 190 sayılı Tavsiye Kararıyla ilgili olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından, bütçe müzakereleri sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulması hakkındaki ilgi yazı ile ekinin suretleri ilişikte gönderilmiştir.

Gereğini arz ederim

Bülent Ecevit

Başbakan

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

V. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN

DİĞER İŞLER (Devam)

1. — 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S. Sayıları : 211, 212, 209, 210) (Devam)

C) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI (Devam)

1. — Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

D) SAĞLIK BAKANLIĞI (Devam)

1. — Sağlık Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Sağlık Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

a) HUDUT VE SAHİLLER SAĞLIK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ(Devam)

1. — Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Şimdi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Yaşar Okuyan'a söz veriyorum.

Buyurun Sayın Bakan. (ANAP sıralarından alkışlar)

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlığımızın 2000 malî yılı bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Özellikle, burada, gerek iktidar partisinden gerekse muhalefet partisinden, çok değerli milletvekili arkadaşlarımızın yapmış oldukları eleştirilere, tenkitlere ve tekliflere, huzurunuzda teşekkür ediyorum. Çünkü, parlamento zemini, bütün meselelerin milletin huzurunda tartışılması lazım gelen bir zemindir ve şuna şükrediyorum ki, bugün, yine, 57 nci cumhuriyet hükümetinin bütün bakanları gibi, alnımız ak, başımız dik olarak huzurunuzdayım.

Değerli arkadaşlarım, geçmişte bunları yaptık veya bunları yaptık, onlara girmeyeceğim, vakit çok kısa. Çok değerli muhalefetteki arkadaşlarımızın yönelttikleri bazı sorular var; izninizle, onlara kısa kısa cevap vermek istiyorum.

Bir değerli arkadaşımın, Isparta Milletvekili arkadaşımın soruları var; kendisine çok teşekkür ediyorum; bana, birçok açıklama fırsatı verdikleri için.

Şimdi "Sosyal Sigortalar Kurumu, yüzsüzlerin liste olarak açıklanmasını niye iptal etti" diye, bize yönelttiği bir soru var. Hemen arz edeyim: Sosyal Sigortalar Kurumuyla ilgili bir şey değildir. 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanunun 107 nci maddesinde, 1998 yılında bir başka düzenleme yapılmış, dolayısıyla da, o maddeye dayalı olarak, Sosyal Sigortalar Kurumunun mevzuatında değişiklik yapılmıştır. Ancak, biz, hazırlamış olduğumuz, huzurunuza önümüzdeki ay getireceğimiz yedi kanun tasarısından bir tanesi olan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleriyle İlgili Kanun Tasarımızın dördüncü kısmında, bu, aynen getirilmiştir; çünkü, biz, inanıyoruz ki, çalıştırdığı işçinin primini yatırmayıp, Boğaz'da, beş yıldızlı otellerde keyif sürüp, işçinin emeğinin hakkını gasp etme noktasında bir sömürü içerisinde bulunanların, kamuoyu tarafından bilinmesinde sayısız fayda vardır. Bunu, kanun olarak, Sosyal Sigortalar Kurumunun kendi kanununda getiriyoruz.

Birçok arkadaşım İş Sağlığı ve Güvenliği Dairesi Başkanlığının genel müdürlük olması konusuna değindi. Kendilerine teşekkür ediyorum...

BAŞKAN – Bir dakika Sayın Bakanım...

Fotoğrafçı arkadaşlar, basın bürosu sizi ikaz etti; değil mi! Nereden çekecektiniz, onu biliyorsunuz... Salona sarkmanın olmayacağını da bilmenizi istiyorum. Zaten zumluyorsunuz, zumunuz da büyük, bir de salonun ta içini çekiyorsunuz; milletvekili arkadaşlarımız rahatsız oluyor! Başkanlığın bu hususta aldığı karar var. (Alkışlar)

Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, buyurun.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) – Arkadaşlarımızın tekliflerine teşekkür ediyorum; İş Sağlığı ve Güvenliği Dairesi Başkanlığının genel müdürlük haline getirilmesiyle ilgili kanun tasarımız hazırdır; onu da, önümüzdeki ay Yüksek Heyetinize takdim edeceğiz.

Yine, bir değerli arkadaşımız, Bakanlığın Avrupa Birliği müktesebatına uyumu konusundaki çalışmalarını sormuştu.

Şu takdim ettiğim yayın, ilk defa Bakanlığımız tarafından gerçekleştirilmiştir. Müktesebatla ilgili 107 kanun düzenlemesinin, yönetmelik düzenlemesinin hepsi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızda kurulan iki komisyon tarafından ele alınmıştır; hem de, daha onbeş gün gibi kısa bir süre olmasına rağmen. Bunların üzerindeki çalışmaları titizlikle devam ettiriyoruz.

"Kamu çalışanlarının sendika kurmalarıyla ilgili kanun ne zaman çıkacak, Sayın Bakan niye istekli davranmıyor" sorusuna muhatap olduk.

Şimdi, hemen arz edeyim: Bu, hükümetimizin programında da protokolünde de yer almış olan bir husustur. Bununla ilgili olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı çalışmayı başlattı. Kamu-Sen, KESK ve Memur-Sen Genel Başkanlarını bizzat Bakanlığa davet ettim; kendileri teşrif ettiler ve kendileriyle uzun bir müzakere yaptık. Daha sonra, orada aldığımız karar gereğince de, bir komisyon oluşturduk; fakat, iki konfederasyonumuz komisyon çalışmalarına katıldı, bir konfederasyonumuz, maalesef, komisyon çalışmalarına katkı vermedi.

Şimdi, bütün bu gelişmelerin sonucu itibariyle de, daha önceden de, katılmayan konfederasyonumuzun görüşlerini zaten biliyorduk, onları da tekrar yeniden revize ederek, kanun tasarısı noktasında son aşamaya gelmiştir; bu da, önümüzdeki günlerde Yüksek Heyetinize, Genel Kurulun gündemine getirilecektir.

ALİ IŞIKLAR (Ankara) – Plan ve Bütçe Komisyonunda var Sayın Bakan...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) - Sayın Işıklar, getiriyoruz efendim, getiriyoruz; hiç merak buyurmayın. Kamu çalışanlarının sendikal örgütlenmeleriyle ilgili kanun tasarısını, bu Mecliste önümüzdeki günlerde çıkaracağız; Allah nasip ederse, hep beraber, burada, bunu gerçekleştireceğiz. (ANAP sıralarından alkışlar)

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Bakan, teklif var şu anda gündemde; onu da dikkate almanızı diliyorum.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla)- Efendim, hepsi var, hepsi var...

Bir soru ve bir tenkit getirildi. İşte "Sayın Bakan, yolsuzluklarla, usulsüzlüklerle uğraşıyor; fakat, Sosyal Sigortalar Kurumu Samsun Hastanesiyle ilgili bir problem var. Burada yapılan araştırmayı durdurdu -ve bir soru daha getirdi- acaba, bu müteahhit ANAP'lı mı, ANAP'a yakın mı" diye ifade ettiler. Hemen ifade edeyim: Bu, 5.9.1991 tarihinde ihalesi yapılmış bir hastanedir; yani, yaklaşık dokuz yıl önce yapılan bir hastane inşaatından bahsediyoruz. Burada 2.9.1998 tarihinde bir soruşturma başlatılmış ve bir yıl tamamlanamamış, her ne hikmetse. Sonra, bir soruşturma raporu yayımlanmış; fakat, buna itirazlar olmuş. SSK müfettişi tarafından inceleme aşamasında, inşaatta görevli elemanlara cevap vermek, belge ibraz etmek için süre tanınmadığı yolunda Bakanlığımıza müracaat edilmiş. Biz de, bunun üzerine, 12.8.1999 tarihinde bir muhakkik heyet tanzim ederek, konu incelettirilmiş, 25.10.1999 tarihli muhakkik raporu ile müfettiş raporu arasında çelişkiler bulunduğundan, konunun yeniden soruşturulması istenmiştir. Bu noktada kurum, Bayındırlık Bakanlığı teknik elemanlarıyla da işbirliği yaparak, yeni bir soruşturma başlatmıştır. Biz, bununla da yetinmedik; çünkü, bu olayın tam, net bir şekilde ortaya çıkarılması için, Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından konunun teftiş edilmesi için Başbakanlığa konuyu intikal ettirdik. Dolayısıyla, bizim, hiçbir iddianın karşısında sessiz kalmamız, seyirci kalmamız düşünülemez; bu, bizim kitabımızda da yazmaz. (ANAP sıralarından alkışlar)

"Norm Kadro Yönetmeliği yayımladı mı" diye sordu değerli arkadaşlarım; evet, Norm Kadro Yönetmeliği, 17.12.1999 tarih, 23909 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bunu da bilgi olarak arz ediyorum.

"4447 sayılı Yasada öngörülen yönetmelikler neden yayımlanmadı" diye soruldu. Bunların hepsi hazırlanmıştır ve Resmî Gazetede yayımlanmak üzere Başbakanlığa intikali sağlanmıştır.

Demek ki, biz, bulunduğumuz yerde, sadece, oturmak, kırmızı plakalı arabalarla keyif yapmak için değil, cumhuriyet hükümetinin bütün bakanları gibi, 24 saatse 24 saat, aziz milletimize hizmet için oradayız, onun şuurundayız, onun gereğini yerine getirmeyi bir millî borç biliyoruz ve onun gereğini de yerine getirmeye devam edeceğiz. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Fazilet Partili değerli bir arkadaşım diyor ki "SSK Genel Müdürünü by-pass ederek, liyakatsız kimseler göreve getirilmektedir." SSK Genel Müdürünü de biz getirdik... Eğer, Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürü liyakatliyse, bunun önemli bir başarısı varsa, onun da payı, demek ki, bize aittir; ama, orada farz edilen, suçlanan genç insanların, dinamik, üretken insanların Sosyal Sigortalar Kurumunda önplanda görev almalarıysa, onları getirdik, getirmeye de devam edeceğiz.

Depremle ilgili bir iki soru geldi: "Deprem bölgesinde kaç kişiye maaş bağladınız? Niye bağlamadınız?" Hiç merak etmeyin, ocak ayı sonu itibariyle, SSK, Emekli Sandığı, Bağ-Kur'a bağlı olan ve sadece 1 yıl sigortası olmuş olan ve depremde hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza emekli aylığı bağlamaya başlayacağız, bunun prosedürü tamamlandı.

"Kardeş aile kampanyasından size ne" denildi. Kardeş aile kampanyasından size ne diye suçlanacağımızı hiç hatırımıza getirmezdik. Deprem bölgesindeki insanların acılarını paylaşan her hareketin altında, bütün cumhuriyet hükümetinin bakanları gibi, bizim de yer almamız kaçınılmazdır. (ANAP ve MHP sıralarından alkışlar) Onlar, orada acı ve ıstırap içindeler; sevgimizi, yüreğimizi onlara göndermenin kınanacak bir tarafı olduğunu bilmiyorum. Yılbaşında da, değerli arkadaşım arzu ederse gelsin, Bolu'dan başlayarak, Yalova'ya kadar, deprem bölgesinde, yılbaşında, hep birlikte o depremzede kardeşlerimizin yanında, yeni bir yüzyıla girişi gerçekleştirelim.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Bayramda da olur.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) – Bayramda da oradayız, Allah nasip ederse.

Değerli arkadaşlarım, bugün görüştüğümüz 2000 yılı bütçesinde, sosyal güvenlik kuruluşlarının açığı 3,6 katrilyon lira. Bütün Türkiye'de -ilde, ilçede, köyde, her tarafta- yatırımlara ayrılan pay, sadece 2,5 katrilyon lira. Sadece şu 2 rakam bile, bu Meclisin iki ay önce, sosyal güvenlik kuruluşlarıyla ilgili çıkarmış olduğu sosyal güvenlik reformunun ne kadar önemli, ne kadar kaçınılmaz, ne kadar ciddî bir reform olduğunun çok açık bir kanıtıdır.

Şimdi, biz, bunun ikinci aşamasında olan, Sosyal Sigortalar Kurumunun yeniden yapılandırılması, Bağ-Kur'un yeniden yapılandırılması, İş ve İşçi Bulma Kurumunun yeniden yapılandırılması; SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı ve İş ve İşçi Bulma Kurumunun "sosyal güvenlik kurumu" adıyla bir şemsiye altında toplanması; prime muhatap olmayan tüm faaliyetlerin "sosyal hizmet ve yardım kurumu" adıyla örgütlenmesi; bireysel emeklilik fonlarına imkân tanıyan tasarı ile Sağlık Bakanı arkadaşımızla hazırlığını beraber devam ettirdiğimiz, genel sağlık sigortası tasarısını, önümüzdeki günlerde huzurunuza getireceğiz.

Bir arkadaşım "Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, kafayı, niye sadece SSK'ya taktı, o Bakanın başka işi gücü yok mu" diyor. Evet, eğer, kafayı taktı diye bir iddia varsa; bu, doğrudur; Sosyal Sigortalar Kurumuna kafayı taktık, hükümet olarak taktık, Bağ-Kur'a taktık. Niye; 32 milyon insan, o kurumda, hastanelerde çile çekiyor, yıllardan beri ıstırap çekiyor. Yoksul insanlar, emekçi insanlar, gariban insanlar... Onların problemini çözmek, hükümetimizin ve benim vazgeçilmez bir görevidir, bu görevi yerine getireceğim! (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Biliyor musunuz, bugün, 123 SSK hastanesinden 17'sinin kapısında, uzman hekim olmadığı için kilit var. İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de, büyük şehirlerde, gecenin yarılarında, biraz sonra kuyruğa girecek insanlar. Niye; gariban bir insanın, bir doktor arkadaşımızdan, bir dakikalık, iki dakikalık tıbben de mümkün olmayacak deredeceki bir muayenesi için.

HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Ağlama!..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) – Ağlama değil, biz, bunları tespitini yapıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, biz, bunların tespitini yapıyoruz; bunları çözecek olan hükümettir. Biz, ağlama duvarı değiliz, biz çözeceğiz. Cenabı Allah nasip ettiğinde göreceksiniz!

MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Çözmek de göreviniz.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Çözmek lazım.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) – İki yılın sonunda, inşallah, bu kürsüye, sizlerin karşısına çıkacağım ve SSK gerçeğini, çözülmüş bir halde, huzurunuza getireceğim; bundan da siz, hep birlikte, benden daha fazla iftihar duyacaksınız! (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – O senin görevin, ne bağırıyorsun!

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, kısa vadeli, orta vadeli ve uzun vadeli projeler hazırlattık. Kısa vadeli hazırlattığımız projeler içinde "SSK Acil Alo Hattı" var, bunu kurduk, 24 saat hizmet veriyor. Oraya giden bir vatandaşımız, orada, bir problemle karşı karşıya geliyorsa, orada horlanıyorsa, orada ilgi gösterilmiyorsa, 24 saat süreyle o insanın şikayet edebileceği; yani, sahip çıkılabileceği bir yer tesis ettik.

BAŞKAN - Sayın Okuyan, 30 dakikalık konuşma sürenizin 15 dakikasını doldurdunuz...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) – 3 dakika lütfeder misiniz efendim.

BAŞKAN - Estağfurullah, buyurun efendim.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sayın Bakan konuşsun, biz razıyız. (FP sıralarından "konuşsun" sesleri)

BAŞKAN - Efendim, benim vazifem ikaz etmek; siz niye karışıyorsunuz... Bırakın, ben idare edeyim.

Buyurun efendim.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) – Şimdi, huzurunuzda söylüyorum, Sosyal Güvenlik Reform Yasası görüşülürken burada ifade etmiştim, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Eskişehir, Bursa, Kocaeli gibi 7 tane büyük ilimizde, inşallah göreceğiz, önümüzdeki ay sonu itibariyle, o poliklinik kuyruklarını yüzde 50 aşağı indireceğiz. Cumartesi, pazar günleri poliklinik hizmetinin yapılmasında, saat 16.00'dan sonra da ikinci vardiya olarak o hizmetlerin sürdürülmesinde son aşamaya geldik.

18 800 kadroyu, arkadaşlarımız, haklı olarak eleştirdiler; çok teşekkür ediyorum kendilerine; maalesef, bugüne kadar, bu kadrolara atama yapamadık; ama, inşallah, önümüzdeki günler içerisinde, bu kadrolara atama yapacağız ve Sosyal Sigortalar Kurumu hastane ve dispanserlerindeki eksikliklerimizi büyük ölçüde gidermiş olacağız. Bugün, düşünebiliyor musunuz, İstanbul'da bir yatak için, yataklı bir tedavi almak için günlerce, aylarca kuyruğa giriyorsunuz. Okmeydanı Hastanemizde, 250 yatağımız, sağlık personeli olmadığı için, kapısına kilit vurulmuş halde duruyor. Bu, ne acı tablodur!.. Ben, uğraşmayacağım da Sosyal Sigortalar Kurumuyla kim uğraşacak; Merih'ten gelen insanlar mı uğraşacak; hükümet olarak biz uğraşacağız tabiî. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Orta vadeli projeler itibariyle, tam otomasyona, on-line sistemine geçeceğiz. Herkese bir kart verilecek; sevkleri kaldıracağız, lüzumsuz sağlık karnesi kargaşasını önleyeceğiz. Herkesin cebinde bir kart olacak; o kartla, SSK hastanelerine, dispanserlerine veya protokol yaptığı tüm sağlık ünitelerine gidecek, sadece o kartla gidecek. Eğer, vatandaşımız, sigortalımız, işverenin geçen ay kendi primini ödeyip ödemediğini öğrenmek istiyorsa, yine aynı kartla, belirli yerlere koyacağımız kontrol cihazlarından, kendi sigorta durumunu da tespit etme imkânını elde edecek. O kartta, bütün sağlık meseleleriyle ilgili geçmişi, evveliyatı yazacak; en son hangi hastaneye gitti, hangi doktor muayene etti, ne teşhis koydu, hangi ilaçları aldı, hangi tarihlerde aldı... Dolayısıyla, israfı önleyeceğiz; dolayısıyla, kuyrukları önleyeceğiz; dolayısıyla, insanca, daha sağlıklı şartlarda, o gariban insanlara, emekçi insanlara hizmet verme imkânını getireceğiz.

BAŞKAN – Sayın Bakan, o 3 dakika da bitti; toparlarsınız memnun olurum.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) – Peki, çok teşekkür ediyorum efendim. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Bakanım, nezaketinize hayranım; beni mahcup etmediğiniz için teşekkür ederim.

Değil mi Sayın Bedük...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) – Sayın Başkan, ILO'yla ilgili okumamız gereken...

HACI FİLİZ (Kırıkkale) – 15 dakika ver.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) – Hayır, bu benimle ilgili değil, İçtüzük gereği...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Bakanın konuşmalarını dikkatle dinledik. SSK'lıların ve Bağ-Kurluların meselelerinin çözümlenmesi için göstereceği gayrete, biz, muhalefet olarak mutlaka destek yapacağız. Bir konusu daha vardı, biz de merak ettik; Sayın Başbakan...

BAŞKAN – ILO'yu okuyacaktı efendim.

Affedersiniz, 30 dakikalık sürenin içinde olmasın diye bekledim. Şimdi okuyabilirsiniz efendim.

Sayın Sağlık Bakanının da süresini aşmayalım yani ILO'yla.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Doğru, Sayın Sağlık Bakanı da konuşacak.

BAŞKAN – Biliyorsunuz, bu sene bütçe işi biraz acayip gidiyor, konuşması gerekenler konuşmuyor, konuşmaması gerekenler...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Tabiî...

BAŞKAN – Buyurun.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) – Efendim, bu, İçtüzük gereği sizlere bilgi arz edeceğim bir metindir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin de üyesi bulunduğu Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Anayasasının 19 uncu maddesi hükümleri gereğince, Uluslararası Çalışma Konferanslarında kabul edilen sözleşme ve tavsiye kararları hakkında, Bakanlığımın, Yüce Meclise bilgi sunması gerekmektedir.

Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) 1 - 17 Haziran 1999 tarihleri arasında Cenevre'de yapılan 87 nci Genel Konferansında bir sözleşme ve bir tavsiye kararı kabul edilmiştir. Konferans tarafından kabul edilen 182 sayılı En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesi ve aynı adla anılan 190 sayılı Tavsiye Kararında, en kötü biçim ve koşullardaki çocuk işçiliği türleri sıralanmakta, bunların yasaklanması ve ortadan kaldırılması için alınacak önlemler belirtilmektedir.

ILO'nun 7 temel sözleşmesine 8 inci sözleşme olarak eklenmiş bulunan sözkonusu sözleşmenin giriş bölümünde, istihdama kabulde asgarî yaş haddine ilişkin 138 sayılı ILO Sözleşmesine atıfta bulunarak, onu tamamlayıcı nitelikte olduğu ifade edilmekte, çocukların en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinden uzaklaştırılmalarında, yoksulluğun ortadan kaldırılmasına ve temel eğitimin önemine vurgu yapılmaktadır.

Sözleşmenin genel hükümlerinde ise, 18 yaşın altındaki herkes çocuk olarak mütalaa edilmekte, en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliği türleri olarak da, çocukların alınıp satılması ve ticareti, borç karşılığı veya bağımlı olarak çalıştırılması ve çocukların askerî çatışmalarda zorla ya da zorunlu tutularak kullanılmasını da içerecek şekilde, zorla ya da mecburî çalıştırılmaları gibi kölelik veya kölelik benzeri uygulamaların tüm biçimleri; çocukların fuhuş sektöründe, pornografik yayınların üretiminde veya bu tür gösterilerde kullanılması; çocukların, özellikle, ilgili uluslararası anlaşmalarda belirtilen uyuşturucu maddelerin üretimi ve ticareti gibi yasal olmayan faaliyetlerde kullanılması; mahiyeti ve yürütümündeki koşullar itibariyle, çocukların, sağlık, güvenlik veya ahlakî gelişimleri açısından zararlı olan işler şeklinde sıralanmaktadır.

Sözleşmenin izleyen maddelerinde, çocukların, sağlık, güvenlik veya ahlakî gelişimleri açısından zararlı olan işlerin tespiti ve bunların ortadan kaldırılmasıyla ilgili yürütülecek faaliyet programlarının belirlenmesinde, sosyal taraflara ve diğer ilgili kuruluşlara danışılması öngörülmekte, çocukların bu işlerden uzaklaştırılmaları için eğitime önem verilmesi, bu konuda etkin ve zamana bağlı önlemlerin alınması ile üye ülkeler arasında işbirliği ve yardımlaşmanın başlatılması istenmektedir.

Tavsiye kararında ise, üye ülkelerce alınacak önlemlere ve yapılacak faaliyet programlarına ilişkin detaylar belirtilmekte, ulusal mevzuatta yapılması düşünülen düzenlemelere ışık tutacak hükümler yer almaktadır.

Sözleşmenin onaylanabilirliği konusunda başlatılan çalışmalarımız sürdürülmektedir.

Konuyu bilgilerinize arz ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Şimdi, söz sırası Sağlık Bakanında.

Buyurun Sayın Bakan. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri; Bakanlığımın 2000 malî yılı bütçesi vesilesiyle hepinize saygılarımı sunuyorum.

Bilindiği üzere, sağlık, kişinin bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam iyilik halidir. Anayasamızın 56 ncı maddesi, kişinin sağlıklı bir yaşam sürebilmesi amacıyla, koruyucu, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini düzenleme görevini devlete vermektedir. Anayasamızın vermiş olduğu bu görevi, 11 790 sağlıkevi, 5 608 sağlık ocağı ve 735 hastaneyle ülkemizin her köşesinde, etkin ve eşit bir şekilde yerine getirmeye çalışmaktayız.

Bu hizmetler için, Bakanlığıma 1 katrilyon 59 trilyon 825 milyar Türk Lirası ayrılmış olup, bu miktarın genel bütçe içerisindeki payı ise yüzde 2,26'dır. Son on yıl içerisinde, bütçeden Bakanlığıma ayrılan payın yüzde 4,71'den yüzde 2,26'ya gerilediğini dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Sağlık hizmetlerine olan talepteki artışla birlikte, daha fazla personel ihtiyacı, depremin yüklediği harcamalar, tesislerimizin modernizasyonu, devam eden yatırımlarımız ve yeşil kartlı sayısının artması sebebiyle, sağlık giderlerinde büyük bir reel artış olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlığım bütçesinin yüzde 78,4'ü personel giderlerine, yüzde 5'i cari giderlere, yüzde 9,4'ü transfer harcamalarına ve sadece yüzde 7,2'lik bir kısmı da yatırımlara ayrılmış bulunmaktadır.

Halen inşaatları devam eden 1 840 sağlık tesisimiz için, 2000 malî yılında ihtiyaç duyulan ödenek 230 trilyon Türk Lirasıdır. Bu inşaatlardan, fizikî gerçekleşmesi yüzde 70'in üzerinde olan 423 sağlık tesisimizin 2000 yılında bitirilebilmesi için dahi, 600 trilyon Türk Lirasına ihtiyaç vardır. Buna rağmen, devam eden tüm yatırımlarımız için, sadece 33 trilyon Türk Lirası ödenek ayrılmıştır. Yatırımların sağlık hizmetlerindeki önemi çerçevesinde bu durumu dikkatlerinize arz ediyorum.

Yatırımlarımızda yaşanan bu ödenek sıkıntısı, 8 474 000'e ulaşan yeşil kartlı vatandaşımızın tedavi giderlerinde de yaşanmaktadır. 1999 yılında tahsis edilen 45 trilyon Türk Liralık ödenek kâfi gelmediğinden 2000 yılına, yaklaşık 50 trilyonluk borçla girilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde art arda meydana gelen deprem felaketleri, 18 235 can kaybına ve 50 000'den fazla yaralanmaya neden olmuştur. Deprem felaketlerinde hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, Yüce Milletimize de başsağlığı ve sabırlar diliyorum.

Bakanlığım, yaşanan depremlerde, kriz merkezini derhal faaliyete geçirmiş, birkaç saat içinde de deprem alanında organize olmuştur. Öncelikle yaralıların hastanelere, kara, hava ve deniz yoluyla taşınması sağlanmıştır. Bölgeye ilk anda süratle ve yeterli sayıda cerrahî branşlar, daha sonra da koruyucu sağlık hizmetleriyle ilgili personel gönderilmiştir. Alınan tedbirlerle, bu bölgelerde yaşayan yaklaşık 10 milyon insanın, bulaşıcı hastalıklara yakalanma riski, personelimin yoğun ve özverili çalışması sonucu önlenmiştir. Bu durum, dünya sağlık otoriteleri tarafından da, sözlü ve yazılı olarak belirtilmiştir.

Bölgede ilk yardım hizmetleri, tedavi hizmetleri ve çevre sağlığı çalışmaları yanında, aşılama ve psikososyal destek çalışmaları da düzenli ve titiz bir şekilde devam etmektedir.

Deprem bölgesinde eğitim gören veya mağduriyeti olan sağlık meslek lisesi öğrencilerine, nakil, yatılı okuma ve başarısız olduğu derslerden sınav hakkı tanınmıştır. Bu kapsamda, Sakarya ve Kocaeli İllerinden 771 öğrencimiz yatılı statüye alınmıştır.

Deprem bölgesinde, Bakanlığıma bağlı 11 hastane, 30 sağlık ocağı, 13 sağlık meslek lisesi hasar görmüş, 28 sağlık ocağı da tamamen yıkılmıştır. Öncelikle prensibimiz, hasar gören binaların onarımı ile yeni yerleşim bölgelerine süratle yeni sağlık tesisleri kurmaktır.

Bu bölgelerde, afetin ilk anından beri her enkazın başında bir ambulans bulundurarak, büyük bir özveriyle çalışan başta 112 Acil Yardım ve Kurtarma Hizmetlerinde görev yapan personelim olmak üzere, tüm sağlık çalışanlarımıza, gönüllü kişi ve kuruluşlara şahsım, Bakanlığım ve depremzedeler adına, huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çağdaş sağlık hizmetlerinin planlanması ve sunulmasında en önemli husus, koruyucu sağlık hizmetleridir. Koruyucu sağlık hizmetlerinin sunulmasında ise aşılama programları öncelik arz etmektedir. Tüm ülkemizde, bulaşıcı hastalıklara karşı rutin aşılama faaliyetleri yanında, belirli risk bölgelerine yönelik özel aşılama programları da uygulanmaktadır. Ülke olarak ihtiyaç duyulan aşıların büyük bir kısmı halen dışarıdan temin edilmektedir; ancak, aşı ve aşı teknolojisi, hem insan sağlığı ve hem de ülkeler açısından son derece stratejik bir önem taşımaktadır. Bu nedenle, Bakanlığım, 1999 yılında tetanos aşısı üretimi için teknoloji yenilemesini tamamlamıştır. Tetanos aşısının üretimi yanında, 2000 yılında diğer bakteri aşılarının üretimini sağlayacak tesisin yapımı da planlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sağlık organizasyonunun diğer bir bölümü de acil sağlık hizmetleridir. 1998 yılı sonu itibariyle, 41 ilimizde 112 Acil Sağlık Hizmetleri faaliyet gösterirken, 1999 yılı sonu itibariyle bu sayıyı 63'e ulaştırmış bulunmaktayız; 2000 yılında ise, tüm illerimizde 112'leri kurmuş olacağız.

Acil sağlık hizmetlerinin önemli çalışma alanlarından biri de, trafik kazalarında ihtiyaç duyulan sağlık hizmetleridir. 1998 yılında ülkemizde 440 149 trafik kazası meydana gelmiş, 4 935 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 114 552 kişi de yaralanmıştır. Bu konuda hazırladığımız projeyle, personel eğitimi, hava ve deniz ambulans hizmetleri ve gerekli kurumsallaşmanın sağlanması yanında, yürürlüğe giren Trafik Hizmetleri Döner Sermaye İşletmesi Yönetmeliğiyle gerekli finansman desteği sağlanmış olacaktır.

Ayrıca, mevcut 3 402 ambulansımızın yüzde 80'i beş yaş ve üzerinde olup, filomuzun süratle takviye edilmesi ve yenileştirilmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüzde ve gelecekte önemli bir sorun olan tüberküloz mücadelesi, Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği Veremli Kişinin Yaşadığı Yerde ve Gözlem Altında Tedavi Programıyla yürütülecektir. Ayrıca, yaklaşık 2 500 dirençli tüberküloz vakası için de yeni programlar uygulanacaktır.

1994 yılında 84 317 olan sıtma vaka sayısını, 1999 yılı sonu itibariyle 20 000 civarına düşürmeyi başarmış bulunmaktayız. Dünya Sağlık Örgütünün finansman ve teknik desteğiyle ulusal bir program uygulanması planlanmıştır. Ayrıca, Diyarbakır Sıtma ve Tropikal Hastalıklar Eğitim ve Araştırma Merkezimiz faaliyete geçirilmiştir.

Kanser hastalığının tespit ve tedavisi için yürütülmekte olan, Kanser Kayıt ve İnsidans Projesi ve Ulusal Kanser Kontrol Programı çerçevesinde, 1998 yılı içerisinde 12 olan Kanser Erken Teşhis Merkezi sayısını, 1999 yılında açtığımız 10 yeni merkez ile 22'ye ulaştırmış bulunmaktayız. 2000 yılında ise, hibe finans yoluyla 5 yeni merkez daha kurmayı planlamaktayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; genç ve dinamik bir nüfus yapısına sahip olan ülkemizde, özellikle, 0-6 yaş grubu çocuklar ile 15-49 yaş grubu kadınların hastalıkları ve sorunları, toplum sağlığı açısından önem ve öncelik arz etmektedir.

Ülke genelinde yapılan Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmalarına göre, bebek ölümleri binde 38'e, anne ölümleri ise yüzbinde 54 düzeyine düşmüştür.

Anne ve çocuk sağlığı düzeyinin iyileştirilmesi, etkili aile planlaması hizmetlerinin verilmesi, bebek ve anne ölüm hızlarının en aza indirilmesi için, ishal, zatürre, fenilketonüri, iyot ve flor konularında yürütmekte olduğumuz projeler 2000 yılında da uygulanacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde üretilen ve ithal edilen her türlü biyolojik ürünlerin, ilaçların, kozmetiklerin, tıbbî, plastik ve cerrahi malzemelerin ruhsata ve ithalata esas kontrolleri, Bakanlığıma bağlı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı ve 7 hıfzıssıhha bölge müdürlüğünde yürütülmektedir.

Dünya Sağlık Örgütüyle başlatılan çalışmalar neticesinde, doku kültürü ve enterovirus çalışmaları son aşamaya gelmiş, biyolojik kontrol ve viroloji laboratuvarlarımızın modernizasyon çalışmaları da sürdürülmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlığım, ilaç üretimi, ithalatı, kullanımı ve fiyatlandırılması konusundaki çalışmalarını, yasal görev ve sorumluluğu çerçevesinde yürütmektedir.

İlaç ve ilaç endüstrisi konusunda, Avrupa Birliğiyle uyum çalışmaları büyük ölçüde tamamlanmıştır. Bu kapsamda 1999 yılı içinde, Ecza ve Ecza Depolarında Bulundurulan Ürünler Hakkında Yönetmelik hazırlanarak yürürlüğe konmuştur. Ayrıca, Eczaneler ve Eczane Hizmetleri Hakkındaki Yönetmelikte ise gerekli değişiklikler yapılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tıbbî tedavi ve rehabilitasyonu da içeren tedavi hizmetleri, ülkemizde çeşitli sektörlere ait 1 203 hastane tarafından yürütülmektedir. Bu hastanelerin 735'i ve toplam hasta yatağının ise yüzde 50'si Bakanlığıma aittir. Ayrıca, Bakanlığıma ait kalite belgeli 1 eğitim diş hastanesi ile 105 ağız ve diş sağlığı merkezi hizmet vermektedir.

Hastanelerimizde hizmet kalitesini artırmak ve mevcut fizikî imkânlardan azamî yararlanmak amacıyla, 2 Eylül 1999 tarihinde vardiya sistemi uygulamasını başlatmış bulunmaktayız. Bu uygulamayı halen 13 ilimizde toplam 23 hastanede başarıyla sürdürmekteyiz. Uygun fizikî yapı, sağlık personel durumu ve hasta potansiyelini dikkate alarak diğer illerimize de yaygınlaştırmak amacındayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde yaklaşık 13 000 kronik böbrek hastası, diyaliz hizmetlerinden yararlanmaktadır. Bakanlığımın yoğun çalışmaları neticesinde, diyaliz merkezi sayımız 142'ye ulaşmıştır. Temel hedefimiz, cihaza bağımlı bu hastaların, uygun vericiler sayesinde organ naklinin yapılmasıyla bu bağımlılıklarını ortadan kaldırmaktır.

Ülkemizde bir süre önce yaşanan ve günlerce kamuoyunu meşgul eden bir kampanya, kurulan bilimsel komisyonun ortaya koyduğu gerekçeler doğrultusunda durdurulmuştur. Bilimsel komisyonun aldığı kararlar ve önerilerle sonrasında yaşanan gelişmeler, kampanya hakkında uygulanan kararın doğruluğunu teyit etmiştir.

Bilindiği üzere, organ ve doku nakline ilişkin hususlar, 1979 yılında çıkarılan bir yasayla düzenlenmiştir. Kemik iliği nakli de bu yasa çerçevesinde değerlendirilmektedir.

Bu konudaki yasal boşluğu gidermek amacıyla, organ ve doku nakli merkezleri yönetmeliği taslağı hazırlanmıştır. Ayrıca, bu konudaki hizmet açığını kapatmak amacıyla, üniversitelerle işbirliğinde, Ankara Numune Hastanesi bünyesinde 30 yataklı bir kemik iliği nakli merkezi kurulmuştur. Bu merkezde, ilk kemik iliği nakli 15 Kasım 1999 tarihinde yapılmış olup, bu sayı 5'e ulaşmıştır. Böylece, ilk defa, Sağlık Bakanlığı bünyesinde kemik iliği nakli gerçekleştirilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde yaşam süresi yükselmekte olduğundan, kronik hastalıkların önemi de giderek artmaktadır. Kalp ve damar hastalıkları konusunda, dış krediyle desteklenen iki büyük hastane projemiz bulunmaktadır. Bu projelerden biri, 500 yataklı ve tam donanımlı otel klinik hastane olan İstanbul Dr. Siyami Ersek Hastanesi olup, inşaatı Nisan 2000'de tamamlanacaktır. Diğeri ise, Van Yüksek İhtisas Hastanesidir. Bu hastanemizde ilk açık kalp ameliyatı, 29 Kasım 1999 tarihinde başarıyla yapılmış olup, bu sayı, 6'ya ulaşmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlığım, tüm ülkemiz genelinde sağlık hizmetlerini 215 000 personelle sunmaya çalışmaktadır.

1999 yılı içinde, hekim istihdamında güçlük çekilen yörelerin hekim açığı giderilmeye çalışılmış; ayrıca, açıktan atama izni alınan kadrolara, 700 ebe ve 631 hemşirenin atamaları yapılmıştır.

Sağlık personelinin görevde kalıcılığının sağlanması, sağlık kuruluşlarının tam kapasiteyle hizmet verebilmesi ve özlük haklarının özendirici hale gelebilmesi için, sağlık personeli kanun tasarısı taslağı hazırlanmış ve ilgili kurumların görüşlerine sunulmuştur.

Sağlık personelinin atama usul ve esaslarını belirlemek amacıyla, Sağlık Bakanlığı Personeli Görevde Yükselme Yönetmeliği de yürürlüğe konulmuştur.

Ülkemizin, hekim dışı sağlık personeli ve sağlıkta ihtiyaç duyulan ara insangücü, Bakanlığıma bağlı okullarımızda yetiştirilmektedir. Halen, 282 sağlık meslek lisemizde, çeşitli branşlarda eğitim alan yaklaşık 54 000 öğrencimiz bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sağlık hizmetlerinin kalitesinin yükseltilmesi ve standardizasyonunun sağlanması amacıyla, ilaç fabrikaları, özel hastane, poliklinik ve diyaliz merkezleri ile 48 ilin genel denetimleri yapılmıştır. Bu denetimlerin öğretici ve yönlendirici özellikleri önplana çıkarılarak 2000 yılında da sürdürülmesi sağlanacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1990 yılında Dünya Bankasıyla imzalanan ikraz anlaşması çerçevesinde tamamlanan Birinci Sağlık Projesi kapsamında 133 sağlık ocağı ve sağlık evi ile 4 devlet hastanesi inşaat ve donanımı tamamlanmış, Muğla-Fethiye Devlet Hastanesi inşaatı ise tamamlanmak üzeredir.

Halen 23 ilde uygulaması sürdürülen İkinci Sağlık Projesi kapsamında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki illerimize 1'er adet eğitim sağlık ocağı inşaı ile 244 adet taşıt alımı ve mevcut hastanelerimizin tıbbî cihaz ihtiyaçlarının karşılanmasının yanında sağlık personelinin hizmetiçi eğitimi sağlanacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlığıma bağlı katma bütçeli bir kuruluş olan Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, bulaşıcı ve salgın hastalıkların ülkemize girişini ve ülkemizden diğer ülkelere yayılmasını önlemeye yönelik sağlık hizmetlerini yürütmektedir. Bu hizmetler için, 2000 yılı yatırım bütçesiyle 1 adet yüzer poliklinik teknesi, 10 adet deniz acil yardım sağlık motorbotu, 1 adet helikopter ambulans veya hizmet satın alımı planlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1999 yılı içerisinde Bakanlığım tarafından yapılan çalışmalar ve alınan mesafeler konusunda Yüce Meclisimize kısaca bilgiler vermiş bulunmaktayım. Şimdi de, 2000 yılı bütçe takvimi içerisinde yapmayı planladığımız önemli projelerimiz hakkında bilgiler sunmak istiyorum.

Birincisi, sağlık sandığı kurumu kanun tasarısı taslağıdır; bu konuda fazla ayrıntıya girmeyeceğim.

İkincisi, acil sağlık hizmetleri reorganizasyonudur. Acil sağlık hizmetleri, hastalıklar ve acil tıbbî gereksinimlerin yanında, ülkemizde yaşanan kazalar ve afetler nedeniyle özel bir konum ve önem taşımaktadır. Konu, insan gücü, eğitim, donanım, organizasyon ve sektörlerarası işbirliği, iletişim, ulaşım ve tedavi gibi değişik boyutları olan kompleks bir yapıya sahiptir. Bu nedenle, Bakanlığım, ülkemizde ilk defa, bir acil sağlık hizmetleri şûrası düzenleyecektir.

Üçüncüsü, Sağlık Standartlarının Geliştirilmesi Projesi...

BAŞKAN – Sayın Bakanım, toparlar mısınız.

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) – Sayın Başkan, müsaadenizle...

BAŞKAN – O müsamahayı gösterdim; yine de, toparlayacağınızı ümit ederim efendim.

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Devamla) – Lütfen... Bitiriyorum efendim.

... Bu projeyle, ülkemizde üretilen tüm tıbbî cihaz, sarf malzemeleri ve kitlerin, üretim, ruhsat, CE belgesi, laboratuvar kontrolü ve denetimi konusunda gerekli yasal zemin ve kurumsal yapılaşma sağlanacaktır.

Dördüncü olarak, özel sağlık hizmetlerinin organizasyonu ele alınmaktadır. Burada, özel kurum ve kuruluşların belli standarda oturtulması sağlanacaktır.

Beşinci olarak, Sağlık Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatının reorganizasyonu yapılacaktır.

Altıncısı, standart tanı ve tedavi kriterleri ile akılcı ilaç kullanımı projesi uygulanacaktır. Ülkemizde, hastalıkların tanı ve tedavisinde, belirli protokollerin kullanılarak, belirli prensiplerin geliştirilmesiyle, ilaç ve tıbbî malzemelerin rasyonel kullanımı sağlanacaktır.

Yedincisi, Hizmetlerin Otomasyona Geçirilmesi Projesi. Bakanlığımız ile 81 il arasında mevcut bilgi sistemleri, network tarzında yeniden düzenlenecektir.

Sekizincisi, Sağlık Turizmi Projesi. Bu projeyle, sağlık turizminin oluşturulması ve turizm bölgelerinde sağlık hizmetlerinin kalitesinin artırılması sağlanacaktır.

Dokuzuncu projemiz, rehabilitasyon merkezlerinin geliştirilmesi projesidir. Bilindiği üzere, kazalar, afetler, doğuştan anomaliler, kronik hastalıklar, yaşlılık gibi nedenler, özellikle rehabilitasyon ihtiyacını önplana çıkarmaktadır. Bu nedenle, rehabilitasyon merkezlerinin geliştirilmesine özel bir önem verilecektir.

Onuncu projemiz, kan ve kan ürünleri projesi. Bu projeyle, bölgesel kan merkezlerinin kurulması, yeterli kanın temini ve etkin kullanımı, kan ürünlerinin ülkemizde üretimi konularında gerekli organizasyon ve kurumsallaşma gerçekleştirilecektir.

Onbirincisi, sağlık mevzuatının güncelleştirilmesi projesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçeden Bakanlığıma ayrılan payla, her türlü güçlüğe ve imkânsızlığa rağmen, kaynaklarımızı doğru bir şekilde kullanarak, halkımıza etkin, kaliteli ve sürekli bir sağlık hizmeti vermek için azamî gayret içinde olacağız.

Kıymetli öneri ve eleştirileriniz, bize olumlu katkılar sağlamıştır.

Bakanlığımın 2000 malî yılı bütçesinin yüce milletimize ve devletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diler, saygılarımı sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Şimdi, söz sırası Muğlu Milletvekili Sayın Nazif Topaloğlu’nda.

Buyurun Sayın Topaloğlu.

NAZİF TOPALOĞLU (Muğla) – Sayın Başkan, konuşmayacağım.

BAŞKAN – Sayın Topaloğlu, konuşmayacaklar.

Sayın Pamukçu, şansınız var; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Pamukçu, 10 dakika süreniz var; tam sürenizde keseceğim. 20 dakika da soru - cevap var, saat 24.00’e de 29 dakika var. Hiç kimseye müsamaha etmeyeceğim.

Arz ederim.

Buyurun efendim.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bugün, Sağlık Bakanlığımız ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın bütçelerini görüşüyoruz. Sözlerime başlarken, her iki bakanlığımıza da bütçelerinin hayırlı olmasını diliyorum, sizleri de saygıyla selamlıyorum.

Ancak, hayırlı olmasını diliyorum da, bu bakanlıklarımıza bütçeden ayrılan paylara baktığım zaman da, neyin hayırlı olacağını da ben merak ediyorum; çünkü, biraz önce değerli Sağlık Bakanımız, burada bir dokundu, bin ah işittik kendisinden . Bir yerde hükümeti, Yüce Heyetinize haklı olarak şikâyet etti

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Öyle bir şey yok, yanlış anlamışsınız.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, biraz önceki konuşmasını dinlediyseniz, bütçeden ayrılan payın yetersiz olduğunu bizzat kendileri söylediler. Burada, 33 trilyon liralık bir ödenek ayrıldığından bahsettiler, bu ödenekle de sağlık hizmetlerinin gereği gibi yürütülmeyeceğini kendileri bizzat söylediler. Dolayısıyla, ortada hayırlı olacak bir bütçe yok. Bu yatırımlar nasıl yapılacak?

Bugün grubumuz adına konuşan değerli milletvekilimiz, ülkemizde sağlık sorunlarının hangi boyutlarda olduğunu açık açık dile getirdi. Şimdi, o sağlık sorunlarını şöyle gözümün önüne getiriyorum, Değerli Bakanımızın biraz önceki konuşmalarını da yanına koyuyorum, vah bu milletin haline diyorum, vah bu milletin haline! (FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, kaç günden beri bütçeyi konuşuyoruz. Bütçede yatırımlara ayrılan pay yüzde 5; yüzde 95'i faize, rantiyeye gidiyor. Bu Meclisin 100 saatlik mesaisinin 95 saati rantiyeye, 5 saati vatandaşa ayrılmış demektir bir ölçüde. Bu, sizin için bir şey ifade etmiyor mu, sizin ağırınıza gitmiyor mu?!. Saatlerdir bu Mecliste yapılan mesainin ancak yüzde 5'i vatandaşa ayrılabiliyor. Bu mesaileri yaparken hiç sıkıntı çekmiyor musunuz?! (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

Hastanelerimizin hali perişan.

Biraz önce değerli Sosyal Güvenlik Bakanımızı da dinledik. Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısını reform olarak takdim etmişlerdi, yine aynı takdimde bulundular. Yaptığınız iş, sadece yükten ibarettir Sayın Bakan; reform dediğiniz iş, sosyal güvenlik çatısı altına aldığınız işçi için bir yüktür. Buna nasıl reform diyorsunuz?!

Efendim, bugünkü gazetelerde yazıyor; Sosyal Sigortalar Kurumunun 730 trilyon prim alacağı var. Bu primi tahsil edememişsiniz. Sonra da, yüzsüzleri açıklayamadım diye yakınıyorsunuz, 1998 yılında çıkardığınız kanunla bu hale düştüğünüzü itiraf ediyorsunuz. (FP sıralarından alkışlar) O kanunu da siz çıkardınız. Önce yüzsüzleri açıklamamak için kanun çıkarıyorsunuz, sonra gelip şikâyet ediyorsunuz. Sonra, burada şov yapmanın bir alemi yok ki. "Kral çıplak" diyen sizsiniz. Unutmadık.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Unutmayacaksın tabiî. Hiç merak etme. Unutmaman lazım.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Sağlık Bakanı, sağlık hizmetlerini yapamayacağını itiraf etti. Kendisine teşekkür ederim. Hiç olmazsa, o itirafta bulundu.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – "Yapamayacağını" demedi, "sayılar yetersiz" dedi.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Efendim, vardiya sistemine geçmişsiniz; çok güzel...

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Zor şartlara göre personel...

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – "Vardiya sistemine geçtik" diyorsunuz; tebrik ederim. Ancak, vardiya sistemini tam olarak...

BAŞKAN – Efendim, karşılıklı konuşmayın.

Sayın Pamukçu, siz de, Genel Kurula hitap edin, karşılıklı konuşmayın efendim.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Ben kimseyle konuşmuyorum; Sayın Bakanı tenkit ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – İyi de, Bakanın avukatları var efendim, oradan celallendiler. (FP ve DYP sıralarından gülüşmeler, alkışlar)

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkan, ben kimsenin avukatı değilim.

BAŞKAN – Size demedim efendim. Size demedim...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı altında doğruların söylenmesini istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Seven, size demedim. Size demedim... Oturun...

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Sayın Başkanım, ben kimseyi muhatap almış değilim. Sözüm Genel Kurula...

BAŞKAN – Sayın Pamukçu, devam edin lütfen.

Şimdi, sertliğin bir marifet olduğunu sanıyorlar da... Tatlı sert güzel şey; ama, çok sert, yanlış.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Efendim, doğruları söylemek gerekir.

BAŞKAN – İstirham ederim, oturun efendim.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Doğruları dinlemek zorundayız. Bu millet bizden bunu bekliyor.

BAŞKAN – Ben sizin bu hareketinizi 1983'ten beri yapıyorum Sayın Seven.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Sayın Başkanım, getirilen bütçenin yüzde 5'i halka yansıyorsa, yüzde 95'i üç beş tane aileye gidiyorsa, burada, ben bu Meclise bu hususu anlatırken, kimsenin başkasının avukatlığına soyunmasına gerek yok. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Ben, burada, milletin avukatlığını yapıyorum. Kim tenkit ediyor beni, onu anlamıyorum.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sataşma var; söz istiyorum.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Yani, milletin karşısında olanlar da var. Bunların avukatı mı var bu Mecliste; hayır. Kimsenin beni tenkit etmeye hakkı yok ki. Ben, burada, milletin hakkını savunuyorum. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Milletin dışında birilerinin avukatlığına soyunan varsa, ona da benim diyeceğim yok. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Vardiyalı sistemden bahsediyor Sayın Bakan -gayet güzel bir uygulama- sonra da, personel tayini yapamadığından şikâyet ediyor. Personel tayini yapamıyorsan, vardiyalı sistemi nasıl çalıştıracaksın?!

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Nasıl çalıştırılacağını göreceksin biraz sonra. Biraz sabır...

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Türkiye'de, hem sosyal güvenlik alanında hem sağlık alanında yaşadığımız sorunların bu bütçelerle çözülmesi mümkün değil arkadaşlar. Benim bir teklifim var. Ortada bir yanlışlık var. Böyle bütçe olmaz. Bu bütçeyle hiçbir yere varılmaz. Teklifim şudur: Gerekiyorsa, Sayın Başkanım, bu Meclis kapalı bir oturum yapsın, nerede sıkıntı varsa, nerede tıkanıklık varsa, açıkyüreklilikle, hepimiz meseleyi ortaya koyalım, çözüm yolunu da ortaya koyalım; ülkeyi bu bataklıktan, bu sıkıntıdan kurtaralım. Bizim görevimiz budur; şikâyet etmek değildir.

AHMET AYDIN (Samsun) – Yazılı verin... Yazılı...

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Her şeye rağmen, bütçelerin, iki bakanlık mensuplarına ve ülkemize hayırlı olmasını, yine, diliyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Pamukçu.

Sayın milletvekilleri, onüçüncü turdaki görüşmeler, nihayet tamamlanmıştır.

Geldik sorular kısmına. Sorular ve cevaplar için ayrılan süre 20 dakikadır. Saatin gecenin 12'si olduğunu da unutmayın...

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, yerimden bir hususa dikkat çekebilir miyim?

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, ilgili Bakanlıkların bütçesine başlanır başlanmaz, söz almak için buradaki elektronik aleti kullanmaya çalıştık; "söz talebi reddedildi" diye karşımıza bir yazı çıktı. Sonra, soruşturduk ki, soru için söz isteme talepleri sayısal olarak tamamlanmış, onun için bize söz verilmiyormuş. Yalnız, bu talebimizi, bütçelere başlanır başlanmaz yapmıştık; yeterli söz talebi daha önce nasıl tamamlandı, anlayamadık. Bunu -zahmet olacak, ama- açıklarsanız, Genel Kurul da tatmin olur.

BAŞKAN – Efendim, ben de merak ettim. Siz sormadan evvel bazı arkadaşlarımız da sordu. Bir üye düğmeye bastığı anda, saniye, salise farkıyla, diğer üye de aynı anda basınca bir atlama oluyor. 30 kişiyle de sınırlı olduğu için... Yani, burada, iktidar, muhalefet yok. İktidar partisi milletvekilleri, öncelikle, boşaltır boşaltmaz sayfayı, basmışlar, ilk 20 saniye efendim. Sayın Şener, çok samimî söylüyorum...

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – İlk saniyede nasıl 30 kişi tamamlandı Sayın Başkan?

BAŞKAN – Arz edeyim efendim. Teknik arkadaşlardan bu bilgiyi aldım.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Çok büyük bir tesadüfle bizimki çalışıyor.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, iktidar partisi mensupları, bakanlarına soru sorulmasından korkuyorlar mı efendim?

BAŞKAN – Sizinki var ama... Siz niye itiraz ediyorsunuz? Aşkolsun yani!.. İtiraz edebilmek için yapıyorsunuz. İstirham ederim, yapmayın ya!.. Sayın Şener haklı; ama, siz haksızsınız. İstirham ederim...

Sorular başlıyor efendim.

Sayın Bedük, buyurun.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkanım, delaletinizle, Sayın Sağlık Bakanımdan, şu sorularımın cevaplandırılmasını diliyorum.

Sağlık, gerçekten, bir ülkenin gelişmişliğinin en önemli göstergesidir. 2000 yılı konsolide bütçesinden Sağlık Bakanlığına ayrılan pay, geçen sene yüzde 2,8 iken, bu sene yüzde 2,26'dır. Bu, gerçekten, çok az bir paydır. Sizin, zaman zaman, televizyonlarda yapmış olduğunuz ve milletimizin sağlık meselelerinin çözümlenmesine yönelik hedeflerin ve yine sağlık personelinin ihtiyaçlarını karşılayabilecek midir? Hükümetin ayırmış olduğu bu bütçe yeterli midir? Diğer ileri ülkelerde sağlıkla ilgili ödenek artışı yapılırken, bu artışı doğru buluyor musunuz?

İkinci sorum, yine Sayın Sağlık Bakanımızdan. 51 inci hükümet döneminde, sağlık reformu, genel sağlık sigortası, hastane işletmeye dönüştürülmesi ve aile hekimliği konusuyla ilgili tasarılar ve teklifler, taslaklar hazırlanmıştı. Alt komisyonlara giden bu kanunlar, erken seçim nedeniyle gecikti. Bakan olarak, Türkiye'nin sağlık meselelerinin çözümlenmesi için, daha evvel hazırlıkları yapılmış ve kamuoyuna da açıklanmış olan bu reform paketiyle ilgili düşünceleriniz nedir; bu konu üzerinde çalışmalarınız var mıdır?

Son sualim: Meclis gündemi ile, özellikle milletin gündemi arasında örtüşmeyen bazı noktalar vardır. Mesala, İstanbul bugün deprem konusunu konuşurken, özellikle Sağlık Bakanlığı personeline çok büyük görevler düşecektir. Oysa, konsolide bütçe hazırlanırken, Sağlık Bakanlığı bütçesi hazırlanırken muhtemel deprem olayına karşılık alınması gereken tedbirleri desteklemek maksadıyla ayrılan bir ödenek görülmemektedir ve bu bütçede, özellikle depremle ilgili artış da sağlanmamıştır.

Sayın Bakan, deprem konusunda, Allah göstermesin, hazırlıklarınızı destekleyecek kadar bütçeniz yoktur ve ayrıca, sağlık personelinin ekonomik ve sosyal meselelerini karşılayacak ücret artışları ve sosyal imkânları yoktur. Bu konuda herhangi bir düşünceniz var mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim. Yalnız, bundan sonraki arkadaşlar, lütfen, daha az sual sorarlarsa, diğer arkadaşlarına da fırsat gelecektir.

Sayın Ünal, buyurun.

NESRİN ÜNAL (Antalya) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sağlık Bakanımıza sormak istiyorum:

Öncelikle, Antalya-Manavgat Hastanesinin açılmasından; insanların da çok memnun olduğu ve hayır duasını aldığımız Antalya Devlet Hastanesindeki vardiyaya geçilmesindeki katkılarınızdan dolayı teşekkür ediyorum.

Antalya'nın sürekli, kaliteli ve ucuz sağlık hizmeti almasını istiyoruz. Antalya Doğumevinin yeniden döşenmesi ve vatandaşın hizmetine girmesinde yardımlarınızı bekliyor, bu konuda açık desteğinizi belirtmenizi istiyorum.

Sayın Sosyal Güvenlik ve Çalışma Bakanımız, çok zor işlerle uğraştığınızı biliyoruz ve Allah yardımcınız olsun diyoruz.

Sosyal Sigortalar Kurumunda, ilaç firmalarına az para ödendiği için, etkin maddesi eksik ilaçlar kullanıldığını hekim olarak biliyorum. Sosyal Sigortalı hastaların da etkin maddesi düzgün olan ilaçları kullanması hakkı olduğuna inanıyorum. Bu konuda çalışmalarınızı aktarmanızı istiyorum?

Saygılarımı sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ünal.

Sayın Mehmet Arslan, lütfen yorumsuz sual sorun.

Buyurun.

MEHMET ARSLAN (Ankara) – Sayın Başkanım, delaletinizle Sayın Bakanlarımızdan öğrenmek istiyorum.

1- Ankara İlimize 160 kilometre uzaklıkta olan, köyleriyle birlikte 40 000 nüfusu olan Nallıhan İlçemizde, 1994 yılında, büyük hafriyatlar yapılarak inşaatına başlanan devlet hastanesinin zemin katıyla birinci katı tamamlanmış olup, daha sonra, inşaatın üzerinden elektik yüksek gerilim hattının geçtiğinin görülmesi üzerine, inşaat durdurulmuştur. Yüksek gerilimin yer değiştirilerek, durdurulan hastane inşaatının yapılmasına devam edilip edilmeyeceği;

2- 3 milyonun üzerinde insanın yaşadığı Başkent Ankaramızın 80 kilometre uzağında, ormanları, temiz havası, termal şifalı sularıyla meşhur Kızılcahamam İlçesine, hastalarımızın şifalı termal sulardan şifa bulması için rehabilitasyon merkezi kurulup kurulamayacağını, Sayın Bakanımızın bunu düşünüp düşünmediğini;

3- Yine, Ankara'nın ilçesi olan, İstanbul-Ankara otoyolunun yakınından geçtiği 35 köyün bağlı olduğu Çamlıdere İlçesinde bir sağlık ocağı bulunmaktadır ve yeterli sağlık hizmeti verememektedir. Bu ilçemize sağlık merkezi yapmayı düşünüyorlar mı?

Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımızdan da şunu öğrenmek istiyorum:

Türkiye'de hasta-hastane denildiği zaman, Sağlık Bakanlığı akla gelmektedir. Bakanlığınıza bağlı kuruluş olan Bağ-Kur üyeleri de Sağlık Bakanlığına bağlı devlet hastanelerinde tedavi hizmeti görmekteler. Sağlık konularında uzman olan Sağlık Bakanlığına SSK hastanelerinin devredilmesiyle, sağlık hizmetlerinin tek bakanlık tarafından yürütülmesinin daha sağlıklı hizmet vereceği ve imkâna kavuşacağı konusunda ne düşünüyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arslan.

Sayın Nevzat Ercan, buyurun efendim.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, aracılığınızla, her iki sayın bakana birer sorum olacak. Önce, Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanına sorumu tevcih etmek istiyorum:

54 üncü hükümet döneminde, yani Refahyol Hükümeti döneminde, 50-55 yaş düzenlemesine "mezarda emeklilik" sloganıyla karşı çıkılmıştı. O tarihte mensubu olduğu parti, 20.5.1995 tarihinde bunu bir kitapçık haline getirerek... Sayın Bakana da göstermek istiyorum; 50-55 yaş düzenlemesine "mezarda emeklilik"... İzin verirseniz, Sayın Genel Başkanları da o tarihte böyle bir düzenlemeye "eğer, bu kanun çıkarsa, o bilhassa, çalışma günü olarak, 7 000 küsur günlük düzenleme kesinleşirse, belki bundan sonra, on yıl sonra, yirmi yıl sonra insanların mezar taşlarına şöyle yazılacaktır: 'Eğer, yaşasaydı 15 sene sonra emekli olacaktı.' Onun için bu tasarıya bütün gücümüzle karşı çıkacağız" diyor. Kim söylüyor bunu; Sayın Yılmaz söylüyor ve devam ediyor; diyor ki "bu görev bizim; ancak, işçilerin, emeklilerin ve onların eş ve çocuklarına ve geleceklerine acımasızca bu saldırıyı yapanların sahibi olan bu hükümeti ve onun IMF'den kumandalı şaşkın Başbakanını siz işçilere havale ediyorum; siz, ne yapacağınızı iyi bilirsiniz." O zaman bunu diyor idi.

MEHMET PAK (İstanbul) – Soruya gel, soruya...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Şimdi, 50-55 yaş düzenlemesi yerine 58-60 yaş düzenlemesini getiren hükümetin bir ortağı olan Anavatan Partisine mensup bir Çalışma Bakanı olarak, ben, aynı şeyleri size sormayacağım, ne yapmamız gerektiğini sormayacağım. Yalnız, bu çelişkiyi nasıl gidereceğinizi sormak istiyorum.

BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Tekirdağ) – Soru değil bu.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Bir hususu daha ifade edeyim: Kaldı ki, aslında, hükümet tasarısı 58-60 değil, 62-62 ve çalışma gün sayısı da 10 800 olarak getirilmişti. (DSP sıralarından "soru değil" sesleri) İzahta güçlük çekeceğinizi biliyorum; ama, aynı soruları da yöneltmek istemiyorum; ama, bir açıklama yapmanızı da diliyorum.

BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Tekirdağ) – Sayın Başkan, gündemdışı konuşma mı yapıyor?

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ercan.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Sağlık Bakanından bir sorum olacak: Biliyorsunuz, Marmara Bölgesinde ve sonrasında da Düzce ve Bolu'da büyük bir felaketi birlikte yaşadık. O tarihlerde, o günlerde insanlar enkaz altındayken ve sokaklarda, caddelerde sağlık hizmetleri verilirken, Sayın Sağlık Bakanımız, yurt içinden ve yurt dışından, bilhassa, yurt dışından uzman ekipler, donanımlı sağlık ekipleri Türkiye'ye yardım için koşarken...

KÜRŞAT ESER (Aksaray) – Yahu, sorunu sor, sorunu...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – ... Sağlık Bakanımız bir açıklamada bulundu; uzanan yardım elleri geri çevrildi; hepimiz hatırlarız:

"Hekimlere, kurtarma ekiplerine bakacak yemeğimiz ve yatağımız yok. İtalyanların tuvalet ve duş ihtiyacını ben mi karşılayacağım?" şeklinde, basına da yansıyan, talihsiz beyanları olmuştur. Hangi gerekçeyle bunları ifade etme ihtiyacını duymuştur? Açıklama yapmasını rica ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Dayanıklı, buyurun.

BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Tekirdağ) –  Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sadece soru sormak istiyorum, herhangi bir yorum yapmak istemiyorum; çünkü, arkadaşlarımızın hakkını, gerçekten bu şekilde suiistimal etmek kimseye yaraşmaz. (DSP sıralarından alkışlar; DYP sıralarından gürültüler)

TURHAN GÜVEN (İçel) – Ne demek?! Olur mu efendim!..

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Bak, buna şöyle bir bak...

BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Tekirdağ) – Sayın Çalışma Bakanıma, özellikle, Tekirdağ-Çorlu'da SSK hastanesine uzun yıllardan beri niye hiçbir çivinin çakılmadığını sormak istiyorum; çünkü, Çorlu'da, 60 000'e yakın aktif ve pasif sigortalı insan var. Gerçekten, insanların sağlık hizmeti alamayacağı bir dispansere gidiyorlar; maalesef, orada insanca bakılmaları mümkün değil. Birinci sorum bu.

Sağlık Bakanımıza da çok kısa bir soru sormak istiyorum. Toplumun çok büyük bir kesiminin, risk altında olmayan kesiminin Hepatit- B aşı ihtiyacı olmamasına rağmen niye hem medya hem de birtakım insanlar, insanların ille Hepatit-B aşısı yapmak zorunda olduklarını söylüyorlar, niye bu konuyu şişirerek, abartarak insanları böyle bir aşıya zorluyorlar? Zorlamamaları gerekir diye düşünüyorum.

İkinci sorum da patent uygulaması konusunda. Gerçekten, insanlarımız, çok pahalı ilaç almak durumunda kaldılar. Bu konuda yapacağınız herhangi bir çalışma var mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dayanıklı.

Sayın Nidai Seven, buyurun.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Aracılığınızla sayın bakanlarımıza şu soruları sormak istiyorum. Öncelikle, Sayın Sağlık Bakanımıza sormak istiyorum.

İhmalden ötürü yıllardır Ağrı'da çekilen doktor sıkıntısından dolayı Sayın Bakanımızın göndermiş olduğu doktorlar için ben kendilerine teşekkür ediyorum; ancak, Taşlıçay, Patnos devlet hastaneleri şu anda ödeneksizlikten dolayı kapalı bulunmaktadır. Yine, 36 sağlık ocağımızdan 20 tanesinin hiç doktoru yok, 7 tanesi kapalı. Şu anda, Ağrı'da, 162 adet ebeye, 46 hemşireye ihtiyaç vardır, 50 doktora da ihtiyaç görülmektedir. Bunları ne zaman gönderecekler?

112 Hızır Acil Servisini Ağrı'da kurmayı düşünüyor musunuz?

Türkiye'nin kangreni haline gelen sağlık meslek lisesi mezunları, Türkiye'de 53 000 adettir. Bunlardan, 46 000'inin ataması şu anda yapılmamıştır; 7 000 sağlık memurunun ise ataması yapılmıştır. Halbuki, sağlık memurları mezun olurken, diplomalarında "sağlık memuru" bayan olduğu zaman da "hemşire" olarak yazılı bulunmaktadır. Bunların atamaları ne zaman yapılacaktır; ne zaman kadrolar tahsis edilecektir?

Ben, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımıza şu soruyu sormak istiyorum. Aslında, üç dört sorum vardı; fakat, bir soru soracağım.

Sayın Bakanım, Ağrı SSK Hastanesinde uzman doktor bulunmamaktadır. Siz, SSK acil hattı kuracağım diyorsunuz. Türkiye'nin bu kadar lükse ihtiyacı var demiyorum, ihtiyaçtır; ama, ben, milletvekili olduğum günden beri, size resmî müracaatta bulundum, defalarca sizlerle görüştüm, Mecliste dile getirdim...

BAŞKAN – Soruya gelin...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Soru efendim...

...bütçe görüşmelerinde soru olarak sizlere sordum, KİT Komisyonunda bürokratlarınıza konuyu ilettim; buna rağmen, hiçbir sonuç alamadım. Siz, Türk Milletini kabinede temsil ettiğinize göre, niçin, Ağrı halkının ve vekilinin sesine kulak vermiyorsunuz? Kulak vermeyeceğinize de inanmıyorum. Bu konuyu ne zaman çözmeyi düşünüyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Seven, son sorunuzu Sayın Bakan cevaplandırmayacak; çünkü, ben, onu, soru olarak algılamadım. Hatay'dan Hakkâri'ye, Ağrı'dan Edirne'ye kadar bütün vilayetler, Türkiye Cumhuriyeti bakanlarının sorumluluğu içindedir ve Sayın Bakan sırası gelince yapacaktır.

Teşekkür ederim efendim.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Ama, Sayın Başkanım, bakın, sorum net ve açık. Ben, burada diyorum ki...

BAŞKAN – Efendim, anladım. "Sayın Bakan, vilayetleri sıraya koymuş, verecek" dedim. Lütfen...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Peki.

BAŞKAN – Sayın Gebeş, buyurun.

ALİ GEBEŞ (Konya) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanına şu sorumu yöneltmek istiyorum: Kamu çalışanlarına sendikal hakkın verilmesi -ILO sözleşmelerine göre- Anayasanın emri olmasına rağmen, bu anayasal hak dörtbuçuk yıldır verilmemiştir.

20 nci Dönem Meclis çalışmalarında, üzerinde çalışılan, bütün kesimlerin ortak çalışması neticesinde üzerinde anlaşılan, 20 nci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda 23 maddesi kabul edilen bir yasa teklifi varken -çünkü, bu yasa teklifi, şu anda Plan ve Bütçe Komisyonu gündeminde bulunmaktadır- sizin üzerinde çalışma yaptığınız yasada, bizim bilmediğimiz, eski yasa teklifinde toplugörüşmeli olan teklife göre, acaba toplusözleşmeli ve grevli bir hak mı verilmektedir?

Üzerinde çalıştığınızı belirttiğiniz yasa tasarısının çalışmalarına bir konfederasyonun katılmadığını beyan ettiniz. Bu, zaman kaybı değil midir?

Kamu çalışanlarının sendikal hakkı alacağı yasa teklifi, Meclis gündemine ne zaman gelecektir; herhangi bir tarih verebilir misiniz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum.

Sayın Pak, buyurun.

MEHMET PAK (İstanbul) – Mikrofonumun lambası yanmıyor efendim.

BAŞKAN – Nasıl yanmıyor efendim?! Ne olmuş aletlere bugün?! Allah, Allah!.. Işığı yanan mikrofonla konuşun efendim; hangisinin ışığı yanıyorsa onunla konuşun beyefendi.

Sayın Pak, lütfen, öz ve az konuşun.

BURHAN ORHAN (Bursa) - Benim hakkım saklı değil mi Başkan?

MEHMET PAK (İstanbul) – Sayın Başkan, aracılığınızla, Sağlık Bakanımızdan aşağıdaki sorularımın cevaplandırılmasını arz ediyorum.

İstanbul'un Bağcılar, Avcılar, Bahçelievler, Küçükçekmece, Esenler ve Güngören ilçelerinin her birinin nüfusu 1 milyona yaklaşmıştır. Adı mezkur ilçelerimizin hiçbirinde devlet hastanesi bulunmadığı malumlarınızdır.

1- Acaba, Bakanlığınız, bu ilçelerimizde devlet hastanesi yapmayı düşünüyor mu? Düşünüyorsa, bu hastanelerin yapımıyla ilgili herhangi bir ödenek ayrıldı mı?

2- 17 Ağustos 1999 tarihinde ülkemizi acılara gark eden bir depremi milletçe yaşadık. Bu depremden dolayı İstanbul'da, Haydarpaşa ve Baltalimanı Hastanelerinde büyük hasarlar meydana geldi. Bu hasarların onarımının yapılıp yapılmadığını, yapıldıysa durumlarının ne olduğunu?..

3- Mobil sisteme geçeceğinizi söylemiştiniz. Bu konuda yeterli ambulanslarınız var mı? Bu ambulanslarda çalışabilecek hemşire görevlendirecek misiniz?

4- Ülke genelinde sağlık ocakları ve sağlıkevleri kapalıdır; neden?

Saygılarımla Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Sobacı, nereye gidiyorsunuz; sıra size geliyor.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sırayla değil mi efendim?

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Sayın Başkan, ben, daha önce basmıştım...

BAŞKAN – Size göre öyle efendim. Niye münakaşa ediyoruz allahaşkınıza?!

Size vermeyeceğim; çünkü, siz, zaten, konuşurken üç sual sordunuz ve Sayın Bakan da size cevap verdi; ama, sıranız da gelmedi zaten.

Sayın Sobacı, buyurun lütfen.

BURHAN ORHAN (Bursa) – Sayın Başkan, benim söz hakkım ne olacak?

BAŞKAN – Allah, Allah, beyefendi yapmayın!.. Sen kâtip üyesin. Kim kimin hakkını yiyecek!..

19 dakikadır soru soruyorsunuz; olur mu efendim!..

BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkan, delaletinizle, aşağıdaki sorularımın ilgili bakanlarımız tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

Tokat devlet hastanesi yer seçimi konusu hangi aşamadadır?

Tokat İlimizin Erbaa, Niksar ve diğer ilçelerindeki devlet hastanesi ek inşaatları ne zaman tamamlanacaktır?

Sağlık personeli kanun tasarısında hemşirelerin özlük haklarını da düzelten hükümler mevcut mudur?

Çalışma Bakanımıza iki sorum var:

Tokat İli Niksar İlçemizde SSK'ya devredilen binamızın yataklı dispanser olarak düzenlenmesi işlemleri hangi noktadadır?

Erbaa İlçemizde SSK Hastanesinin 2000 yılı ödeneği ne kadardır ve inşaatına ne zaman başlanacaktır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben de teşekkür ederim efendim.

Buyurun Sayın Bakanlar, cevap verin.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) – Sayın Başkan, süre yetmedi...

BAŞKAN – 20 dakika süre tuttum beyefendi.

Sayın Bakanlar, bağırıyorlar zaten "20 dakika soru-cevap" diyorlar.

Buyurun Sayın Bakan.

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bedük "bütçe artışını yeterli buluyor musunuz? Bundan evvelki reform paketleriyle ilgili çalışmalarınız var mı?" diye sordular.

Bütçe artışıyla ilgili görüşlerimi zaten ifade ettim; ancak, yurtdışı kredilerle bütçenin bazı açıklarını tamamlamaya ve yatırımlara destek vermesine çalışıyoruz.

Reform paketleriyle ilgili soruya cevap veriyorum. Kendi yaptığımız hazırlıklarda, bundan evvel Meclisimizde yapılmış olan çalışmaları da göz önünde bulunduruyoruz ve onlarla kendi çalışmalarımızı mezc ediyoruz efendim.

Deprem konusunda da gerekli hazırlıklarımız vardır. Bu konuda Dünya Bankasından 37 milyon dolarlık bir parayı, ikinci proje çerçevesinde, reorganizasyon çerçevesinde aktardık.

Yine, Bakanlığımın kaynaklarını verimli kullanarak, hastanelerimi kendi kendine yeter hale getirmeye çalışıyorum. Dolayısıyla, yıllarca Sağlık Bakanlığına bağımlı konumdaki hastaneler, şu anda vardiya sistemi çerçevesinde. Mesela, Ankara Numune Hastanesi, bu ay, 3 ay karşılığı doktorlarımıza 960 milyon lira döner sermayeden para dağıtacaktır. Bu vardiya sisteminden sonra oluşmuş bir gelişmedir.

Sayın Ünal'ın, Antalya Doğumeviyle ilgili bir sorusu var. Antalya Doğumevi, vakıftan, mahkeme kararıyla alınmıştır; ancak, Yargıtay onayından sonra yatırım başlayacaktır. Ayrıca, o hastanenin doğumevi dışında bir amaçla kullanılması planlanmaktadır. Antalya'ya, 2000 yılı projesinde, yine bir doğumevi hazırlığımız vardır; onu, rehabilitasyon amaçlı kullanmak istiyoruz.

Sayın Arslan'ın, Nallıhan Devlet Hastanesiyle ilgili bir sorusu var. Hastane binası yapılmış, 2 katı yükselmiş, 2 nci kat çalışması sırasında, işçilerimiz, üstte gerilim hattı olduğunu görmüşler ve o günden bu güne hastane inşaatı bekletilmiş. Zannediyorum, TEDAŞ o gerilim hattını geriye alırsa, hastane inşaatı devam edecek.

Kızılcahamam rehabilitasyon merkeziyle ilgili sorunuz vardı. O konuda, Bakanlığımda henüz bir çalışma yok; ama, gündeme alacağız.

Çamlıdere Sağlık Merkeziyle ilgili, yine Bakanlığım ilgilileriyle görüşeceğiz.

Sayın Ercan "sokak ve caddelerde yaralılar kurtarılmaya çalışılırken, Sağlık Bakanı, yurt dışından gönderilen, gönderilmek istenilen doktorlar, uzmanlar ve kurtarıcı ekiplerle ilgili, basına yansıyan polemikleri kullandılar" dedi. Evet, depremin ilk günü, deprem bölgesine, beyin cerrahı, genel cerrah, göğüs cerrahı ve ortopedist olmak üzere, 154 uzman hekim gönderilmiştir. Dünyanın her ülkesinden gelen hekimlerin içinde, sadece acil hizmetlerde görevli, kıdemli insanlar vardır, bu özelliği haiz hiçbir uzman yoktur.

Kaldı ki, Dünya Sağlık Örgütünün İtalya'da yapılan toplantısında, biz, depremde uzman hekimlerin ilk 6-8 saatte faydalı olabileceğini ve bu tür yardımın olabilmesi için, uluslararası bir network kurulması gerektiğini söyledik, 51 Avrupa ülkesinin katıldığı Avrupa bölge toplantısında böyle bir kararı aldırdık ve bu kararı, Dünya Sağlık Örgütüne kabul ettirdik. Dolayısıyla, 6-8 saatten sonra bölgeye gönderilen uzman hekim, orada tedavi edecek kimseyi bulamayacaktır.

Nitekim, ilk gün, bütün yaralılarımız, tedavisi yapılması gereken gelişmiş merkezlere gönderilmiştir; ancak, bu anonslarımız sırasında, biz, ihtiyaçlarımızı ifade ettik ve özellikle şunu söyledik: "Ebe, hemşire, doktor göndermeyiniz, ilaç göndermeyiniz; ama, enkaz altındaki yaralıyı kurtaracak uzman kişiler gönderiniz." Israrla bunu belirttik ve o çerçevede insanlar geldi, oldukça da faydalı oldular. Ülkemiz içindeki kurtarma ekipleri de yurt dışından gelen ekipler de gönüllüler de faydalı oldular.

Bundan başka "bu konuda becerisi olmayanlar, yaralıları kurtaracağız diye dozerle inşaatı iterek insanları eziyorlar. Ederle çekmek, vinçle kaldırmak veya orada bir penatrasyon deliği açarak yaralıyı kurtarmak varken, yaralılarımızı öldürecekler. Telaş etmeye gerek yoktur, bu yaralıların eğer yaraları ağır değilse, korunmalı bloklarda kalmışlarsa, onbeş gün sonra dahi sağ çıkarılabilirler. O halde, kurtarma ekibi gönderiniz" dedik. Bu uyarılarımızı, Dünya Sağlık Örgütü ciddiye aldı. Şu anda, depolarımızda, maalesef, kullanılmış ayakkabılar, çamaşırlar var; şu anda, Roma Havaalanında, kullanılmış giysiler var, nakil bekliyorlar.

Bu uyarılarımız dikkate alındı. En son, geçen ay Lanset'te yayımlanan bir yazıda, Türkiye Sağlık Bakanlığının görüşlerini esas alan yardımın ne zaman ne şekilde olması gerektiği ve yardımı isteyen ülkenin ihtiyaç listesine göre yapılması gereği vurgulandı.

Şu anda, İsveç'te, nakil bekleyen sahra tipi 2 büyük hastane vardır. Bunu, Sağlık Bakanlığı nakledecek durumda değildir, Genelkurmayımıza tevcih ettik; onlar getirip kendi amaçları doğrultusunda kullanacaklar.

Sayın Dayanıklı'nın hepatit aşısıyla ilgili sorusu, isabetli bir soru. Ülkemizde hepatit aşısının kimler tarafından kullanılması gerektiği, bilimsel verilerle açıklanmalıdır; bu, risk altındaki gruptur. Risk altındaki grup, cerrahî branşlardır, kan ve kan ürünleriyle uğraşan hemşirelerdir veya vücut direnci düşük olan insanlardır, diyalize giren hastalardır veya 0-6 yaş grubundaki çocuklarımızdır. Şu anda, ülkemizde, 0-6 yaş grubu çocuklarımıza ve risk altındaki gruplara, Sağlık Bakanlığı, rutin, düzenli 3 doz hepatit aşısını yapmaktadır; ama, medyanın, ısrarla hepatit aşısını gündeme getirmesi ve sağlık politikalarını kendisinin belirleyeceği gibi bir izlenime girmesi, bu aşıları ithal eden firmalara rant sağlamak amaçlıdır. Dolayısıyla, sorunuza teşekkür ediyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Bizim mücadelemizdeki sıkıntı budur, bu çabayı gösteriyoruz. Biz diyoruz ki, Anayasamızın 56 ncı maddesi, sağlıkla ilgili görevleri Sağlık Bakanlığına vermiştir, sağlık politikalarını da Sağlık Bakanlığı tespit edecektir; yoksa, ithalat rejimini elinde bulunduranlar değil. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Seven, ödeneksizlikten dolayı bazı hastanelerin kapalı olduğunu, ebe, hemşire ve doktorların ne zaman gönderileceğini sormaktadırlar. Yardımcı sağlık personeliyle ilgili yasa tasarımız Başbakanlığımıza gelmiş, Maliye Bakanının imzasındadır; Devlet Personel Daire Başkanlığının olumlu görüşü alınmıştır. 52 000 sağlık personeli talebimiz vardır; ancak, bu arada, size bir rakamı söylemeden geçemeyeceğim; 1.1.1999 tarihi itibariyle, ilk altı ay, 241 uzman hekim, 677 pratisyen hekim ataması yapılabilmiştir. Hükümetimizin, 57 nci hükümetin göreve geldiği tarihten, yani 1.6.1999 tarihinden 13.12.1999 tarihine kadar olan dönemde atanan uzman hekim sayısı, birinci dönemde 241 iken, bizim dönemimizde 677'dir. Bunda, hekimlerin kura usulüyle atanması, kurada çıkan görev yerine gitmeyen hekimlere görev verilmemesi gibi bir prensibi kabul etmiş durumdayız; bugüne kadar da ne bir bakan için ne bir milletvekili için, bu prensibimizi bozmadık. (MHP sıralarından alkışlar)

Yine pratisyen hekim atama uygulamasıyla ilgili ilk altı ayda 717 pratisyen hekim atanmışken, ikinci dönemde 2 747 pratisyen hekim atanmıştır ve bunların tamamı da kura ile atanmıştır, torpil yoktur, kadrolaşma söz konusu değildir. (MHP sıralarından alkışlar)

Ağrı İlinin 112'si için de -yatırım programındadır- 3 ambulans ve 12 milyar lira gönderilmiştir. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Akın'ın "Bağcılar, Güngören, Avcılar bölgesinde bir hastane düşünüyor musunuz" sorusuna vereceğim cevap : Bu bölgede, özellikle Güngören bölgesinde düşündüğümüz 400 yataklı hastane programlanmıştır, bu bölgedeki Büyükçekmece'den Bahçelievler'e kadar her yere hizmet verecektir efendim.

Bakanlığıma bağlı 3 200 civarında ambülans vardır. Ancak, bu ambulansların büyük ekseriyeti beş yaşını aşmış durumdadır. Maalesef, bu yıl için çabamız, ambulans ihalesinde, ülkemizde yaşanan bazı sıkıntıları beraberinde getirmiştir. İkibuçuk aylık uğraşmadan sonra, Devlet Planlama Teşkilatından, bu ambulans ihalesini, yılbaşına onbeş gün kala sağlayabildik. Ancak, 9 firma bu müracaatı yaptığı halde, her firmanın müracaat evrakında eksikler ve muvazaa kokan tavırlar vardı. Dolayısıyla, ihale ikinci üçüncü güne ertelendi, pazarlık usulüne gidildi. Ancak, üzülerek ifade edeyim ki, 14 milyar 600 milyon liraya, pazarlıkla, tam donanımlı ve 5 milyarlık defibrilatörü bulunan ambulansı alabilmişken, Devlet Malzeme Ofisinden 5 milyarlık donanım eksiği olan ambulansları, 15 milyar veya daha fazlasına almak zorunda kaldık. Bu durumu da, Devlet Malzeme Ofisinin, devlet dairelerine ve bakanlıklarımıza pahalı malzemeyi zorla dayatması gibi durumu da huzurunuza arz ediyorum efendim.

Tokat Devlet Hastanesiyle ilgili, yatırım programında gerekli malî ödenek konulmuştur. O konuda, mevcut malî imkânlar ne kadarına imkân verirse, o kadarı tamamlanacaktır.

Onun dışındaki sorular, yazılı olarak cevaplandırılacaktır.

Teşekkür ediyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.

Sayın Okuyan, buyurun efendim.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Efendim, zamanın fazla ilerlediğini dikkate alarak, yazılı olarak arz edeceğim arkadaşlara.

Teşekkür ediyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi sırasıyla, onüçüncü turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

C) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI

1.– Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

A – C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 3 332 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Hizmetleri 10 894 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

112 Yakın ve Orta Doğu Çalışma Eğitim Merkezi Müdürlüğü Hizmetleri 325 500 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

113 İstihdam Hizmetleri 12 175 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 845 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 1 000 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 28 571 500 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.– Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN– Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

A – C E T V E L İ

L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 16 197 500 000 000

- Toplam Harcama : 10 798 184 137 000

- İptal Edilen Ödenek : 5 409 072 736 000

- Ödenek Dışı Harcama : 9 756 873 000

BAŞKAN– (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Sağlık Bakanlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

D) SAĞLIK BAKANLIĞI

1.– Sağlık Bakanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

A – C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 165 496 300 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Temel Sağlık Hizmetleri ve Sosyalleştirme 360 939 300 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

113 Tedavi Hizmetleri 427 068 400 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 96 350 001 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 10 001 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 1 059 855 001 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sağlık Bakanlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı olmasını temenni ediyorum.

2.– Sağlık Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN– Sağlık Bakanlığı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Sağlık Bakanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

A – C E T V E L İ

L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 457 379 154 610 000

- Toplam Harcama : 471 217 950 380 000

- İptal Edilen Ödenek : 10 824 300 731 000

- Ödenek Dışı Harcama : 25 358 755 421 000

- 1050 S.K.55 inci Mad.ve Özel

Kanunlar Gel.Ertesi Yıla

Devreden Ödenek : 695 658 920 000

- 1050 S.K.83 üncü Mad.ve

Dış Proje Kredilerinden Ertesi

Yıla Devreden : 1 506 089 395 000

BAŞKAN– (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sağlık Bakanlığı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

a) HUDUT VE SAHİLLER SAĞLIK GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.– Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

A – C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 465 125 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Uluslararası İlişkilerden Doğan Bulaşıcı Hastalıklardan Korunma 1 659 875 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 70 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 2 195 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelini okutuyorum:

B – C E T V E L İ

Gelir

Türü A ç ı k l a m a L i r a

1 Vergi Gelirleri 1 403 960 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 Vergi Dışı Normal Gelirler 641 040 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 Özel Gelirler, Hazine Yardımı ve Devlet Katkısı 150 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 2 195 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.– Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN– Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

A – C E T V E L İ

L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 4 350 499 000 000

- Toplam Harcama : 1 544 935 808 000

- İptal edilen Ödenek : 145 592 150 000

- 1050 S.K.55 inci Mad.ve Özel

Kanunlar Gel.Ertesi Yıla

Devreden Ödenek : 2 659 971 042 000

BAŞKAN– (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

B – C E T V E L İ

L i r a

- Bütçe tahmini : 810 800 000 000

- Yılı tahsilatı : 7 754 906 462 000

BAŞKAN– (B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, böylece, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve bu Bakanlığa bağlı Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğünün 2000 malî yılı bütçeleri ile 1998 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı olmalarını temenni ediyorum.

Sayın milletvekilleri, onüçüncü tur görüşmeler tamamlanmıştır.

Programa göre, kuruluşların bütçe ve kesinhesapları ile bütçe ve günlük programı üzerindeki görüşmeler saat 24.00'ten önce bittiği takdirde de diğer kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 27 Aralık 1999 Pazartesi günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Hayırlı geceler.

Kapanma Saati: 00.19

VI. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, TBMM kreşine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Yıldırım Akbulut’un cevabı (7/702)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Yıldırım Akbulut tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunu saygılarımla arz ederim.

14.10.1999

Veysel Candan

Konya

TBMM Or-An Sitesindeki kreş için 23 personel alındığı, kreş açılmadığı halde 7-8 aydır maaşlarının ödenmesine devam edildiği, Başkanlık Divan toplantısında gündeme getirilmiştir. Bu sebeple;

1. Kreş açılmadığı halde neden 23 personel alınmıştır?

2. Çalışmadıkları halde maaş almaya devam eden personele bu geçen sürede ne kadar ücret ödenmiştir?

3. Meclisin bu zararını kim ödeyecektir?

4. Yeni bir kreşe ihtiyaç olmadığı halde neden kreş yaptırılmıştır?

T.C.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 25.12.1999

Genel Sekreterliği

Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı

Sayı: KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/702-2160/5791

Sayın Veysel Candan

Konya Milletvekili

İlgi : 14.10.1999 tarihli yazılı soru önergeniz.

TBMMkreşine ilişkin ilgi önergenizde yer alan sorularınız aşağıda cevaplandırılmıştır.

Bilgilerinizi rica ederim.

Saygılarımla.

Yıldırım Akbulut

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

Kreş ve gündüz çocuk bakımevi, milletvekili lojmanları kampusünde inşa edilen çok katlı blokların birisinin projesinde yer almış, inşası da bu projeye göre yapılmıştır. Bu inşaatların tamamlanması üzerine de kreşin hizmete açılmadan önce, gerekli eğitimlerin verilmesi ve kreşin açılması sırasında hizmetlerinden en iyi şekilde yararlanabilmek amacıyla personel tedariki yapılmıştır.

Çeşitli unvanlarda eleman temini amacıyla, daha önce kurumumuzdan görev talebinde bulunanların yazılı başvurularının değerlendirilmesi ve uygun bulunanların, mülakata davet edilmesi suretiyle seçilmesi için, o dönemin Başkanlık Makamının talimatları ile Balıkesir Milletvekili ve TBMM İdare Amiri İ. Önder Kırlı başkanlığında oluşturulan komisyon, mülakata davet edilen (28) kişiyi 13 Mart 1999 tarihinde mülakata tabi tutmuş ve bunlardan;

a)Çocuk Sağlığı ve Eğitimi dalında (3),

b)Psikolog dalında (5),

c)Sosyal Çalışmacı dalında (4),

d)Anaokulu Öğretmeni dalında (3),

e)Hemşire dalında (2)

olmak üzere toplam 17 elemanı seçmiştir.

Bunlardan 1’i kurumundan muvafakat alamamış, 1’i de görev almaktan feragat etmiş olduğundan 15 personel göreve alınmıştır. Alınan personelin adı soyadı, görevi, statüsü ve göreve başlama tarihlerini gösterir liste ekte gönderilmiştir. (EK-1).

Adı geçen personelden 2919 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası gereğince geçici görevli olarak göreve başlayan 6 personelin, TBMMBaşkanlık Divanının 14.6.1999 tarih ve 3 sayılı kararı doğrultusunda 14.10.1999 tarihinde geçici görevleri sona erdirilmiştir.

Yukarıda izah edilen işlemler sonucu göreve alınan (15)elemandan,

a) Çocuk Sağlığı ve Eğitimi dalında (3),

b) Psikolog dalında (2),

c)Sosyal Çalışmacı dalında (2),

d) Hemşire dalında (2)

olmak üzere 9 personel mevsimlik işçi statüsünde halen görevlerine devam etmektedir.

Milletvekili lojmanlarında yapılan kreşin 18 Nisan 1999 tarihinde yapılan genel seçimler nedeniyle TBMMBaşkanlık Divanının oluşmaması üzerine açılması gecikmiştir.

Göreve başlatılan personel, göreve başladıkları tarihten itibaren staja tabi tutulmuşlar, oryantasyon eğitimi almışlar, milletvekili lojmanlarında açılacak kreş için yetiştirilmişler ayrıca Güvenlik Caddesinde faaliyet gösteren kreşte de hizmetlerinden yararlanılmıştır.

Anılan personele göreve başladıkları tarihten itibaren 15 Kasım 1999 tarihine kadar yapılan net ödemeleri ayları itibariyle gösteren cetvel ekte gönderilmiştir. (EK-2)

Göreve alınan personel staja ve oryantasyon eğitimine tabi tutularak, aynı zamanda da hizmetlerinden yararlanılmış olduğundan herhangi bir zarar oluşmamıştır.

TBMM Başkanlık Divanı kararı doğrultusunda, Kreş ve Gündüz Bakımevi milletvekili lojmanları kampusünde inşa edilen çok katlı blokların birisinde yer almış ve bu proje kapsamında yaptırılmıştır. 11.11.1999 tarih ve 26 sayılı Başkanlık Divanı kararı ile de kreşin açılması uygun görülmüştür.

 

EK-1

KREŞ VE GÜNDÜZ BAKIMEVİNE MÜLAKAT SINAVI İLE ALINAN PERSONEL

Göreve

Sıra No Adı ve Soyadı Unvanı Statüsü Başlama Tarihi

 1 Banu Gürel Öğretmen 2919 S.K. 12/3 22.4.1999

 2 Banu Esen Öğretmen 2919 S.K. 12/3 12.5.1999

 3. Server Giritlioğlu Psikolog 2919 S.K. 12/3 27.4.1999

 4 Funda Özdil Psikolog 2919 S.K. 12/3 27.4.1999

 5 Feza Altuncan Psikolog 2919 S.K. 12/3 30.4.1999

 6 Deniz Çelik Psikolog Mevsimlik İşçi 15.4.1999

 7 Eda Karacan Psikolog Mevsimlik İşçi 20.4.1999

 8 Aziziye Halisçelik Sosyal Çalışmacı 2919 S.K. 12/3 10.5.1999

 9 Hakan Berktaş Sosyal Çalışmacı Mevsimlik İşçi 20.4.1999

10 Nurdan Delikan Sosyal Çalışmacı Mevsimlik İşçi 28.4.1999

11 Betül Şaşmaz Çocuk Sağ. ve Eğit. Mevsimlik İşçi 15.4.1999

12 Melike Oral Çocuk Sağ. ve Eğit. Mevsimlik İşçi 19.4.1999

13 Mine Çınar Çocuk Sağ. ve Eğit. Mevsimlik İşçi 22.4.1999

14 Aysun Tuna Hemşire Mevsimlik İşçi 20.4.1999

15 Hülya Ceylan Hemşire Mevsimlik İşçi 22.4.1999

 

2. – Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın, Amik-Tahtaköprü 1 inci merhale projesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cumhur Ersümer’in cevabı (7/907)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Cumhur Ersümer tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

S. Metin Kalkan

Hatay

1. Amik-Tahtaköprü 1 inci merhale projesi ne aşamadadır? Proje ne zaman tamamlanacaktır?

2. Bölgemiz tarımına büyük katkı sağlayacak bu önemli projenin ödenek durumu nedir? Projenin bir an önce bitirilmesi için ek ödenek ayrılacak mıdır?

T.C.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 20.12.1999

Araştırma, Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı

Sayı : B.15.O.APK.0.23.300-1855/21869

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 1.12.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/907-2733/6907 sayılı yazısı.

Hatay Milletvekili Sayın S. Metin Kalkan’ın tarafıma tevcih ettiği, 7/907-2733 esas no.lu yazılı soru önergesi TBMM İç Tüzüğünün 99 uncu maddesi gereği hazırlanarak ekte gönderilmiştir.

Bilgilerinize arz ederim.

M. Cumhur Ersümer

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı

ve Başbakan Yardımcısı

Hatay Milletvekili Sayın S. Metin Kalkan’ın Yazılı Soru Önergesi ve Cevapları

(7/907-2733 esas no.lu)

Soru 1:

Amik Tahtaköprü 1 inci merhale projesi ne aşamadadır? Proje ne zaman tamamlanacaktır?

Cevap 1:

DSİ Genel Müdürlüğü yatırım programında bulunan Hatay İli Kırıkhan-Hassa Reyhanlı-Kumlu-Altınözü ve Merkez ilçeleri sınırları içerisinde yer alan Amik-Tahtaköprü 1 inci Merhale Projesi kapsamında inşa edilen Tahtaköprü Barajında depolanacak 185 milyon m3 su ile 11 900 hektar arazinin sulanması, 13 000 hektar arazinin ve 3 adet köyün taşkınlardan korunması ile 20 000 hektar arazinin drenajı planlanmış olup, bu güne kadar baraj inşaatı, sulama ve drenaj tesisleri, Kırıkhan İşletme Tesisleri, Harim Kanalı, Asi taşkın kolu işleri tamamlanarak 11 900 hektar arazinin sulanması, 13 000 hektar arazi ile 3 köyün taşkınlardan korunması sağlanmıştır.

Proje kapsamında yer alan diğer ünitelerden;

Kırıkhan Ovası sulaması ikmali kapsamında S1 kanalının km: 0+000-12+646 arasında sifon girişine kadar olan kesimin ilave debiyi geçirecek şekilde 50 cm. kaplama yükseltilmesi ve 48 m açıklıklı köprü yapımı işi 2000 yılında ikmal edilecektir.

Asi Nehri kıyı oyulmaları 1 inci aşama önlemleri kapsamındaki Muratpaşa Köprüsü 2000 yılında tamamlanacak olup, kıyı oyulmalarında öncelik arz eden kesimlerde gerekli tahkimat çalışmaları tamamlanmıştır. Böylece proje kapsamında yer alan sulama üniteleri 2000 yılında tamamlanacak olup, taşkın ünitelere gözleme alınacak bu gözlem neticesinde gerekli çalışmalar ileriki yıllarda devam edilecektir.

Büyük ve Küçük Asi tevsii inşaatı işi muhtevasındaki Büyük Aside 6 434 m’lik kesimde (Q=600 m3/s), Antakya Küçük Asi bağlantısı arası 1/1,5 olan şev 1/2 şeklinde düzenleyip kapasite artırılarak, Amik Gölünün boşalan tahliyelerin daha kısa zamanda tahliye yapması sağlanacak, Küçük Asi kanal kesiti genişletilecektir. Ayrıca Amik-Afrin projesi kapsamında yapılacak Reyhanlı Barajının yapımı da göz önüne alınarak Büyük ve Küçük Asilerin şartları yeniden değerlendirilecektir.

Soru 2:

Bölgemiz tarımına büyük katkı sağlayacak bu önemli projenin ödenek durumu nedir? Projenin bir an önce bitirilmesi için ek ödenek ayrılacak mıdır?

Cevap 2:

Amik-Tahtaköprü 1 inci Merhale Projesine 2000 yılı için 985 milyar TL. ödenek talep edilmiş, ancak 150 milyar TL. ödenek ayrılabilmiştir.

3. – Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın, ticarî taşıtlarla ilgili bazı uygulamalara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/911)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Sadettin Tantan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

S. Metin Kalkan

Hatay

1. Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonunca bastırılan Evrak ve Plaka basım ihaleleri ihale şartnamesine uygun verilmiş midir?

2. Yapılan ihaleleri hangi firmalar kazanmıştır?

3. Ticarî taşıt kullanma belgeleri hangi usul ve esaslara göre verilmektedir? Söz konusu belge kayıtlarında usulsüzlük yapılmış mıdır?

4. Türkiye’de sadece Ankara’da uygulanan ticarî taşıt tahsis belgesinin yasal dayanağı var mıdır? Neden sadece Ankara’da uygulanmaktadır? Söz konusu belge ne kadar süre içerisinde verilmektedir?

5. 4369 sayılı Kanunda belirtilen ticarî araç esnafının kullandığı fatura ve perakende satış fişinin basımı hangi usul ve esaslar çerçevesinde bastırılacaktır?

6. Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonunca alınan;

a) Hizmet karşılığı,

b)Katılma payı,

c)Gecikme zammı,

d)Plakaya basılan mühür parası,

e) Bağış ve yardımlar,

Yasal dayanağı var mıdır?

7. Ankara Umum Otomobilciler ve Şoförler Odasının düzenlemiş olduğu hazırol cetvellerinde usulsüzlük yapılmış mıdır? Üye kayıtları ile ilgili açılmış dava var mıdır?

T.C.

İçişleri Bakanlığı 23.12.1999

Emniyet Genel Müdürlüğü

Sayı : B.05.1.EGM.0.12.01.01/286153

Konu :Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi :TBMMBaşkanlığının 1.12.1999 gün ve A.01.GNS.0.10.00.02-(7/911)-2737/6911 sayılı yazısı.

Hatay Milletvekili S. Metin Kalkan tarafından TBMMBaşkanlığına sunulan ve tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması istenilen soru önergesinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.

1-2. Basılı kâğıt ve tescil plakalarının basım ve dağıtımının Karayolları Trafik Kanununun 131 inci ve bu Kanuna bağlı olarak çıkarılan Trafik Yönetmeliğinin 176 ncı maddesine istinaden Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonuna verildiği, bu Federasyonca da herhangi bir ihalenin yapılmadığı,

3. Söz konusu belgenin; Ticarî Taşıt Kullanma Belgesi Yönetmeliğine göre verildiği,

4. Ticarî Taşıt Tahsis Belgesinin; Bakanlar Kurulunca çıkarılan 10553 sayılı Ticarî Plakaların Verilmesinde Uyulacak Usul ve Esaslar Hakkında Kararın uygulanmasını gösteren 30.7.1986 tarih ve 266184 sayılı Bakanlık talimatı uyarınca tahdit kararı almış bütün il ve ilçelerde ticarî taşıt satın almak isteyen kişilere herhangi bir süre belirtilmeksizin Trafik Komisyonlarınca verilen bir belge olduğu anlaşılmıştır.

5. Gerekli bilginin Maliye Bakanlığından alınabileceği,

6-7. 507 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Kanununun 111 inci maddesinde “Bu Kanuna göre kurulan odalarla üst kuruluşları Sanayi ve Ticaret Bakanlığının teftiş ve denetimine tabidir. Bu teftiş ve denetim Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müfettişlerince yapılır” hükmüne istinaden gerekli bilgilerin söz konusu Bakanlıktan alınabileceği değerlendirilmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

Sadettin Tantan

İçişleri Bakanı

4. – Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın, Antakya çevre yolu inşaatına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın’ın cevabı (7/913)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Koray Aydın tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

S. Metin Kalkan

Hatay

1. Hatay İlimizi trafik yönünden rahatlatacak olan Antakya çevre yolu inşaatı ne aşamadadır? Bu proje ne zaman tamamlanacaktır?

2. Söz konusu projenin bir an önce bitirilmesi için ek ödenek ayrılacak mıdır?

T.C.

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 17.12.1999

Araştırma, Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı

Ankara

Sayı : B.09.0.APK.0.22.00.00.17/1102

Konu : Yazılı soru önergesi (7/913-2739)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi :TBMMGenel Sekreterliğinin 1.12.1999 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/913-2739/6913 sayılı yazısı.

İlgi yazı ekinde alınan, Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın (7/913-2739) esas no.lu yazılı soru önergesi incelenmiş olup, cevabı ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Koray Aydın

Bayındırlık ve İskân Bakanı

Hatay Milletvekili S. Metin Kalkan’ın (7/913-2739) Esas No.lu Yazılı Soru Önergesinin Soruları ve Cevapları

Sorular :

1. Hatay İlimizi trafik yönünden rahatlatacak olan Antakya çevre yolu inşaatı ne aşamadadır? Bu proje ne zaman tamamlanacaktır?

2. Söz konusu projenin bir an önce bitirilmesi için ek ödenek ayrılacak mıdır?

Cevaplar :

1. Antakya Çevre Yolu 17 km. uzunluğunda olup, Karayolları Genel Müdürlüğümüzce Bölünmüş Yol (2X2) üst yapısı asfalt betonu olarak inşa edilecektir.

Kamulaştırma sorunları ve yetersiz ödenekler nedeniyle bugüne kadar % 20 gerçekleşme sağlanabilmiştir. Parasal gerçekleşme %25, fiziksel gerçekleşme % 20 mertebesindedir.

2. İşin bitirilmesi için 1999 fiyatları ile 6,1 trilyon ödeneğe ihtiyaç vardır. 2000 yılı yatırım programında 1,2 trilyon ödenek ayrılacak, öncelikle çevre yolunun İskenderun yolu ile Samandağ yolu arasındaki kesimi bitirilerek, Antakya şehir içi trafiğinin rahatlaması sağlanacaktır. 2000 yılında alınabilecek ek ödeneklere göre Antakya çevre yolu ödeneğinin artırılmasına çalışılacaktır.

5. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Adnan Oktar’ın bulunduğu Kandilli’deki villa ve çiftliğe ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/914)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Bülent Akarcalı

İstanbul

1. Adnan Hoca lakaplı Adnan Oktar’ın bulunduğu Kandilli’deki villa ve Silivri’deki çiftliğin hangi gelirlerle yapıldığını ve/veya satın alındığını Bakanlık olarak incelemeye almayı düşünüyor musunuz?

T.C.

Maliye Bakanlığı 23.12.1999

Gelirler Genel Müdürlüğü

Sayı :B.07.0.GEL.0.82/8211-94/056698

Konu :Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı Kararlar Dairesi Müdürlüğünün 1.12.1999 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/914-2741/6915 sayılı yazısı.

Tarafımdan cevaplandırılmak üzere İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı tarafından, ilgi yazı eki 7/914-2741/6915 sayılı yazılı soru önergesinde belirtilen hususlarla ilgili Bakanlığımız cevabı aşağıda açıklanmıştır.

Adnan Oktar’ın fahri başkanı olduğu Bilim Araştırma Vakfı ileilgili olarak 4208 sayılı Kanun kapsamındaki inceleme ve mal varlığı araştırması Bakanlığımızca başlatılmış olup, halen sürdürülmektedir.

Bilgi edinilmesini arz ederim.

Sümer Oral

Maliye Bakanı

6. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Jet-Pa’nın gizli bankacılık yaptığı iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal’ın cevabı (7/915)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Recep Önal tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Bülent Akarcalı

İstanbul

Basında verilen bilgilere göre Jet-Pa adlı kuruluş faizle para toplayıp, faizle para vermekte, yani gizli bankacılık yapmaktadır.

1. Bu konuda bir soruşturma açmayı düşünür müsünüz?

T.C.

Başbakanlık

Hazine Müsteşarlığı

Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğü

Sayı : B.02.1.HM.0.BAK.01.02.52135-1/148/91686

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Genel Sekreterliği

(Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı)

İlgi : 1.12.1999 tarih ve GNS.0.10.00.02-7/915-2742/6916 sayılı yazınız.

İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı tarafından şahsıma tevcih edilen yazılı soru önergesinde “basında verilen bilgilere göre Jet-Pa adlı kuruluşun faizle para toplayıp, faizle para verdiği, yani gizli bankacılık yaptığı ifade edilmekte ve bu konuda bir soruşturma açmayı düşünür müsünüz?” denilmektedir.

Basında çıkan bu tür haberlerden sonra konunun bir bütünlük içerisinde değerlendirilmesini teminen Maliye Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Sermaye Piyasası Kurulu ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı denetim elemanlarından bir komisyon oluşturulmuştur. Komisyon, ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde konuya ilişkin gerekli incelemeleri yapmakta ve sözkonusu inceleme sonuçları, ilgili kamu birimleri tarafından anında değerlendirilerek gereği yerine getirilmektedir.

Bilgi edinilmesini ve gereğini arz ederim.

Recep Önal

Devlet Bakanı

7. – Hatay Milletvekili Namık Kemal Atahan’ın, İskenderun’da polis memurlarınca işkence yapıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/917)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Konu :Aşağıdaki sorumun İçişleri Bakanı Sayın Sadettin Tantan tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda müsaadelerinizi arz ederim.

Saygılarımla.

17.11.1999

Namık Kemal Atahan

Hatay

İskenderun’da polis memurlarınca işkenceye maruz kaldıklarını ifade eden NCS ile FDP’nin iddiaları ile ilgili olarak, Bakanlığınızca ne gibi işlemler yapılmıştır? Soruşturma ne aşamadadır?

T.C.

İçişleri Bakanlığı 22.12.1999

Emniyet Genel Müdürlüğü

Sayı: B.05.1.EGM.0.12.01.01/285263

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 1.12.1999 gün ve A.01.GNS.0.10.00.02-2917(7/917)-2752/6983 sayılı yazısı.

Hatay Milletvekili Namık Kemal Atahan tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ve tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması istenilen soru önergesinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.

6-8 Mart 1999 tarihlerinde PKK terör örgütüne yönelik Hatay İli İskenderun İlçesinde yapılan operasyonlarda içlerinde soru önergesinde belirtilen NCS ve FDP’nin de bulunduğu, (8) kişinin PKKterör örgütüne mensup olmak suçlarından dolayı yakalanıp düzenlenen tahkikat evrakıyla 12.3.1999 tarihinde İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edildikleri, Savcılıkça çıkarıldıkları Mahkeme tarafından tutuklanarak Adana Devlet Güvenlik Mahkemesine gönderildikleri, bu mahkemece haklarında toplam (30) yıl mahkûmiyet kararı verildiği,

Sanıkların yakalanmalarına müteakip, sorguları devam ederken ve Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmelerinde üç kez ayrı ayrı Emniyet Görevlilerince Devlet Hastanesine ve Kadın Doğum Hastanesine götürüldükleri bu kurumlarca darp ve cebir izi ile cinsel taciz bulgularına rastlanılmadığı,

Bununla birlikte sanıkların tutuklanmalarından (15) gün sonra İskenderun Cezaevinde bulundukları esnada sanık avukatlarının talebi üzerine, Devlet Hastanesince 6.4.1999 tarihinde yapılan muayeneleri sonucu yine herhangi bir darp ve cebir izinin olmadığı ve cinsel taciz bulgularına rastlanılmadığı şeklinde rapor verildiği,

Suçlanan görevlilere ilişkin İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığınca görevsizlik kararı verildiği, başvurunun raporlarla birlikte İlçe Kaymakamlığına gönderildiği, soruşturmaya halen İlçe İdare Kurulunda devam edildiği anlaşılmıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

Sadettin Tantan

İçişleri Bakanı

8. – Bayburt Milletvekili Suat Pamukçu’nun, Bilim Araştırma Vakfına yapılan operasyona ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/918)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımızın İçişleri Sayın Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunu delaletlerinize arz ederim.

18.11.1999

Suat Pamukçu

Bayburt

Sorular :

1. Bilim Araştırma Vakfı (BAV) üyelerine karşı yürütülen operasyon hangi hukukî temele dayanmaktadır?

2. Genel Başkanınız Sayın Mesut Yılmaz’ın son günlerde dile getirdiği “hukukun üstünlüğü” ve “insan hakları” kavramları ile yürüttüğünüz operasyonu nasıl bağdaştırıyorsunuz?

3. Sayın Genel Başkanınızın yukarıdaki kavramları dile getirirken takiyye yaptığı kanaatinde misiniz?

4. Değilseniz operasyonu Sayın Genel Başkanınızın bilgileri ve/veya direktifleri doğrultusunda mı icra etmektesiniz?

5. AGİT toplantılarında güncel olması dolayısıyla operasyonun, “insan hakları” ve “işkence” bağlamında müzakere konusu olabileceğini düşünüyor musunuz?

T.C.

İçişleri Bakanlığı 22.12.1999

Emniyet Genel Müdürlüğü

Sayı : B.05.1.EGM.0.12.01.01/285262

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMMBaşkanlığının 1.12.1999 gün ve A.01.GNS.0.10.00.02-2917(7/918)-2762/6998 sayılı yazısı.

Bayburt Milletvekili Suat Pamukçu tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ve tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması istenilen soru önergesinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.

İstanbul 5 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının vermiş olduğu arama kararına istinaden 12.11.1999 tarihinde saat 03.30 sıralarında kamuoyunda “Adnan Hocacılar” olarak bilinen gruba yönelik (Bilim Araştırma Vakfına yönelik olmadığı) yapılan operasyonlar sonucu toplam (89) şahsın yakalanarak gözaltına alındığı, 18.11.1999 tarihinde Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edilen şahıslardan (4)’ünün tutuklandığı, 22.11.1999 tarihinde ise 6 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından (4) kişi hakkında gıyabi tevkif müzekkeresinin çıkarıldığı,

Belirtilen operasyon ile ilgili tüm işlemlerin Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının talimat ve bilgileri dahilinde hukuka uygun olarak gerçekleştirildiği anlaşılmıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

Sadettin Tantan

İçişleri Bakanı

9. – Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın, Hatay İlinin su kaynaklarına yönelik bir çalışma yapılıp yapılmadığına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cumhur Ersümer’in cevabı (7/921)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Cumhur Ersümer tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

S. Metin Kalkan

Hatay

Hatay İlimizin ekonomi içerisinde tarım sektörü önemli bir paya sahip, elverişli tarım alanı 270 000 hektar olup, nüfusun % 60 tarım-hayvancılıkla uğraşmaktadır. Tarihî ve coğrafî konumu itibariyle bölgemiz insanını toprağa bağlılığının desteklenmesi hem ülkemiz hem de bölgemiz açısından önem arzetmektedir.

1. Hatay ilimiz DSİ’ce pilot bölge kabul edilemez mi?

2. Elverişli tarım alanlarına sahip ilimizin bilgisayarlı kapalı devre sulama sistemi kurulamaz mı?

3. İlimizin su kaynaklarına yönelik ne tür bir çalışma yapılmaktadır?

T.C.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 20.12.1999

Araştırma, Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı

Sayı : B.15.O.APK.0.23.300-1851/21865

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 1.12.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/921-2767/7003 sayılı yazısı.

Hatay Milletvekili Sayın S. Metin Kalkan’ın tarafıma tevcih ettiği, 7/921-2767 esas no.lu yazılı soru önergesi TBMM İçtüzüğünün 99 uncu maddesi gereği hazırlanarak ekte gönderilmiştir.

Bilgilerinize arz ederim.

M. Cumhur Ersümer

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve

Başbakan Yardımcısı

Hatay Milletvekili Sayın S. Metin Kalkan’ın Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı (7/921-2767)

Hatay İlimizin ekonomi içerisinde tarım sektörü önemli bir paya sahip, elverişli tarım alanı 210 000 hektar olup, nüfusun % 60’ı tarım-hayvancılıkla uğraşmaktadır. Tarihî ve coğrafi konumu itibariyle bölgemiz insanını toprağa bağlılığının desteklenmesi hem ülkemiz hem de bölgemiz açısından önem arz etmektedir.

Soru 1:

Hatay İlimiz DSİ’ce pilot bölge kabul edilemez mi?

Cevap 1:

Hatay İli sınırları içerisinde DSİ Genel Müdürlüğünce halen çok sayıda sulama projesi başarılı olarak yürütülmektedir.

Hatay İlinde yer alan sulama projelerinden; Amik-Tahtaköprü 1 inci merhale (Kırıkhan-Hassa sulaması) projesinden 11 900 hektar, Samandağ projesinden 2 167 hektar ve Yarseli projesinden de 7 300 hektar olmak üzere toplam 21 367 hektar alan sulamaya açılmıştır. Sulamaların şebeke sistemi kanaletli olup, tamamı sulama birliklerine devredilmiştir. Hatay-Yayladağı Projesinde 719 hektar, Aşağı Ceyhan Aslantaş III. Merhale (Erzin-Dörtyol sulaması) projesinde 14 800 hektar, Hatay-Samandağ Karamanlı Göleti sulaması projesinde 222 hektar ve Hatay-Hassa Demrek Göleti sulaması projesinde 276 hektar olmak üzere toplam 16 017 hektar alanda sulama şebekesi inşaatları devam etmektedir. Bu sulamaların şebekeleri basınçlı borulu sistemdir. DSİ Genel Müdürlüğünün yatırım programında olup, henüz inşaatına başlanmayan Amik-Afrin projesinde 60 000 hektar ve Arsuz-Gönençay projesi ile de 4 468 hektar olmak üzere toplam 64 468 hektar arazi sulanacaktır. Amik-Afrin projesinin kati proje yapımı yatırım programında olup, proje yapımı sırasında yağmurlama ve damlama sistemlerinin mukayesesi yapılacaktır. Orta Ceyhan-Menzelet II inci merhale projesi kapsamında 34 887 hektar alanın sulanmasına hizmet edecek olan Orta Ceyhan-Menzelet projesi revizyonu Amik Ovası sulaması planlama aşamasındadır.

Soru 2:

Elverişli tarım alanlarına sahip ilimizin bilgisayarlı kapalı devre sulama sistemi kurulamaz mı?

Cevap 2:

Hatay İlinde devlet imkânlarıyla sulanan araziler genel olarak cazibe ile sulanmakta, mevcut sulamalarda yağmurlama ve damlama sulamasına geçilebilmesi için basınç sağlayacak pompa istasyonlarına ihtiyaç duyulmakta, projelerde sulama şebeke tipi sulama sahasının karakteristiğine göre belirlenmektedir. Ayrıca sulama şebekelerinin basınçlı şebeke şeklinde teşkil edilmeleri, hizmet sahalarının arazi yapısı, mülkiyet dağılımı, topoğrafik yapısı ve sulama suyunun yetersiz oluşuna bağlı olarak planlanmaktadır. Basınçlı şebeke olarak teşkil edilen sulamalarda damla sulaması, yağmurlama sulaması için gerekli şartlar oluşturulmaktadır.

DSİ’ce teşkil edilen bütün sulama şebekelerinde damla sulaması, yağmurlama sulaması ve benzeri modern sulamalar tarla bazında ve tarla içi hizmetleri kapsamında teşkil edilebilir.

Soru 3:

İlimizin su kaynaklarına yönelik ne tür bir çalışma yapılmaktadır?

Cevap 3:

Hatay İlinde 538 607 hektar arazide etüt yapılmış, etüt sonuçlarına göre 237 281 hektar alan sulanabilir bulunmuştur.

Hatay İlinde su ve toprak kaynaklarının değerlendirilmesi amacıyla geliştirilen projelerden Amik-Tahtaköprü 1 inci Merhale (11 900 hektar), Samandağ (2 167 hektar) ve Yarseli (7 300 hektar) projeleri işletmeye açılmıştır. Hatay-Yayladağı (719 hektar) Aşağı Ceyhan Aslantaş III üncü Merhale (14 800 hektar), Hatay-Samandağ Karamanlı Göleti sulaması (222 hektar) ve Hatay-Hassa Demrek Göleti sulaması (276 hektar) projelerinin inşaatlarına devam edilmektedir. Amik-Afrin (60 000 hektar) ve Arsuz-Gönençay (4 468 hektar) projeleri, DSİ Genel Müdürlüğü yatırım programında yer almakta olup, henüz inşaatlarına başlanılmamıştır. Orta Ceyhan-Menzelet Projesi revizyonu Amik Ovası sulaması (34 887 hektar)planlama aşamasındadır. Dörtyol (826 hektar) ve Büyükkaraçay (3 300 hektar) projelerinin de ön inceleme etütleri tamamlanmıştır.

Orta Ceyhan-Menzelet projesi revizyonu Kahramanmaraş-Sağlık ve Narlı, Gaziantep Islahiye Ovalarının sulanmasını da kapsamakta olup, projenin Amik Ovası sulaması bölümünde Karasu Çayı üzerinde bulunan Tahtaköprü Barajının 11,5 m. yükseltilmesiyle, Karasu Çayı, Gavur Gölü (Sağlık Ovası) havzaları suları ve Klavuzlu Barajından verilecek sularla depolama kapasitesi artırılarak, mevcut durumda Tahtaköprü Barajından sulanan Kırıkhan ve Hassa Ovaları dışında kalan 33 400 hektar alan ve Klavuzlu Barajından gelecek isale kanalından da 1 487 hektar alan olmak üzere toplam 34 887 hektar arazi sulanabilecektir. Ayrıca sulama kanalları üzerinde Güvenç HES (18 MW) ve Güzelce HES (16 MW) tesisleri ile sulama mevsiminde toplam 87,5 milyon kilovattsaat enerji üretilecektir. Projenin membaındaki tesislerden Klavuzlu Barajı ve ana isale kanalı inşaatı devam etmektedir.

10. – Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan’ın, Bolu Valisinin bir depremzedeye yaptığı uygulamaya ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/928)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Sadettin Tantan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize arz ederim.

Avni Doğan

Kahramanmaraş

Sorular :

1. Depremzede olan bir genç kızın hakkını aramasına kızan Bolu Valisi Nusret Miroğlu’nun sinirlenerek Gülşen Özer adlı depremzedenin ağzını eliyle kapatarak susturmak istemesi ve provakatörlükle suçlayarak polise talimat verip gözaltına aldırması hukukî bir uygulama mıdır?

2. Bolu Valisinin talimatıyla Terörle Mücadele Şubesine götürülen depremzede iki saat sorgulandıktan sonra serbest bırakılıyor. Deprem bölgesinde acziyet içinde olan halkın, devletin yetkilisini muhatap alarak hakkını aramasını anarşistlik ve provakatörlük olarak değerlendiren bir valinin görevde kalması uygun mudur?

3. Bir afet bölgesinde yaşanabilecek olaylar karşısında daha sakin ve yatıştırıcı bir tavır içinde olması gereken bir valinin halka karşı böyle bir tavır sergilemesi halkın nezdinde devletin saygınlığını yitirmesine neden olmaktadır. Böyle gayri hukukî, gayri insanî bir uygulama yapan valinin görevde kalmasına müsaade edecek misiniz?

T.C.

İçişleri Bakanlığı 24.12.1999

Personel Genel Müdürlüğü

Sayı : B050PGM0710001-Ş/18416

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 09.12.1999 tarih ve KAN.KAR.MD.: A.01.0.GNS.0.10.00.02-3067 sayılı yazınız.

Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Avni Doğan’ın tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılmasını istediği soru önergesine (7/928-2849) ait cevaplar aşağıya çıkarılmıştır.

Arz ederim.

Sadettin Tantan

İçişleri Bakanı

Gülşen Güler’in 12 Kasım 1999 tarihinde meydana gelen deprem sonrası Bolu Merkezde bulunan stadyum karşısındaki Millî Egemenlik Parkında kurulan çadırlarda ikâmet ettiği,

Adı geçenin belirli evraklar ve kurallar karşılığında Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Mütevelli Heyeti tarafından belirlenerek dağıtılmakta olan nakliye ve avans parasını almak için 22.11.1999 tarihinde Bolu Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına gittiği,

Ancak yasal prosedür gereği eşyanın yüklendiği aracın yetkililer tarafından görülmesi gerektiği ve eşyanın da daha önceden taşındığı ve yetkililerin aracı görmedikleri için bu parayı veremeyeceklerini bildirdikleri,

İl Valisi Nusret Miroğlu’nun Merkez İlçe Kriz Merkezindeki vatandaşların sorunlarını kendi ağızlarından dinlemek üzere orada bulunduğu bu sırada Gülşen Güler’in İl Valisine nakliye ve avans parasını alamadığını belirttiği, alamamasının nedeni sorulduğunda ise adı geçenin tamamen konu dışına çıktığı, halkı tahrik edercesine, kameraların karşısında hem İl Valisi Nusret Miroğlu’nu hem de Devleti töhmet altında bırakan iftira ve yalanlara başvurduğu, adı geçen İl Valisinin elini Gülşen Güler’in ağzına götürerek, işaretle susmasını istediği, bu görüntünün görsel basında yanlış anlaşıldığı ve spekülasyonlara sebep olduğu,

Gülşen Güler’in yardımlardan faydalanamadığını beyan etmesi üzerine Bolu Valisi Nusret Miroğlu’nun orada bulunan emniyet mensuplarına durumun incelenmesi talimatını verdiği, alınan ifadesinde adı geçenin evinin nakli için para istediği, aynı zamanda çadır, katalitik soba ve battaniye gibi yardımlar aldığının anlaşıldığı,

Olayın merkezinde yer alan, bilinçli ve sistemli olarak basında yer almasını sağlayan Gülşen Güler’in açık öğretim lisesi öğrencisi olmasına, daha önce çok küçük bir ticarî firmada cüzi bir ücretle sekreter olarak çalışmasına rağmen bahse konu olayı ülkenin gündemine taşıyan basın ve yayın kuruluşunda basın mensubu olarak göreve başladığı, İl Valisinin düzenlediği bir basın toplantısında da Valiye, muhabir sıfatıyla sorular yönelttiği,

Bolu Valisi Nusret Miroğlu’nun 17 Ağustos depreminden bugüne kadar mağdur olan veya mağdur olduğunu iddia eden binlerce vatandaşımızla hiçbir sınırlama getirmeksizin, isteyen tüm basın ve yayın kuruluşu temsilcilerinin önünde birebir teması olduğu, her birinin dert ve dileklerini karşılıklı olarak dinlediği, çözümü mümkün olanları çözdüğü, çözümü mümkün olmayanları ise müsait bir dille vatandaşa izah ederek ikna ettiği Bolu Valiliğinden alınan 17.12.1999 tarihli yazıdan anlaşılmıştır.

Yukarıda belirtilen nedenlerle söz konusu olay hakkında Bakanlığımızca herhangi bir işlem yapılmamıştır.

11. – Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün, İzmir-Dikili ve çevresinde hayvanlarda görülen mavi-dil hastalığına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı (7/959)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın aracılığınız ile Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ve talep ederim.

İsmail Özgün

Balıkesir

Sorular :

1. İzmir-Dikili ve çevresinde küçükbaş hayvanlarda görülen mavi dil hastalığı için bir önlem almayı düşünüyor musunuz?

2. Mavi dil hastalığı için Bakanlığınıza bağlı teşkilâtlarca ne gibi faaliyetler yapılmaktadır?

T.C.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 24.12.1999

Araştırma Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı

Sayı : KDD.S.Ö.1.01/3255

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığı Genel Sekreterliğinin 9.12.1999 tarih ve Kan. Kar. Md. A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/959-2895 sayılı yazısı.

İlgide kayıtlı yazıda, Balıkesir Milletvekili Sayın İsmail Özgün’e ait yazılı soru önergesi incelenmiş ve konu ile ilgili Bakanlığımız görüşleri ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp

Tarım ve Köyişleri Bakanı

Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün yazılı soru önergesinde yer alan Bakanlığımızla ilgili sorular ve bunlara ait cevaplar aşağıda belirtilmiştir.

Soru 1. İzmir-Dikili ve çevresinde küçükbaş hayvanlarda görülen mavi dil hastalığı için bir önlem almayı düşünüyor musunuz?

Cevap 1. Mavi dil hastalığı sineklerle bulaşmaktadır. 1999 yılı sonbahar mevsiminin sıcak geçmesi nedeniyle sinek invazyonlarına bağlı olarak hastalık İzmir İlinde yayılmıştır.

İzmir İlinde ilk hastalık 20.9.1999 tarihinde Torbalı İlçesinde çıkmıştır. Hastalık ihbarından sonra bölgede bulunan Bornova Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü Müdürlüğünde bulunan uzman veteriner hekimler ile il ve ilçe müdürlüğünde görevli bulunan veteriner hekimler birlikte hastalık mihraklarında gerekli olan incelemeleri yapmış olup, üreticilere hastalık hakkında bilgi verilmiştir. Bugüne kadar, İzmir İli ve ilçelerinde toplam 57 mihrakta mavi dil hastalığı tespit edilmiştir. Tespit edilen mavi dil hastalık mihraklarında gerekli olan idarî ve fennî tedbirler alınmış olup, hastalık günlük olarak takip edilmektedir.

Soru 2. Mavi dil hastalığı için Bakanlığınıza bağlı teşkilâtlarca ne gibi faaliyetler yapılmaktadır?

Cevap 2. Mavi dil hastalığı; ihbarı mecburi bir hastalık olup, bu hastalık ile 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu ve bu Kanuna ait Uygulama Yönetmeliği esaslarına göre mücadele edilmektedir. Bu kapsamda hastalık ihbarını alan hükümet veteriner hekimi, en geç 24 saat içerisinde hastalığa müdahale etmektedir. Hükümet veteriner hekimi hastalığı teşhis ettikten sonra Hayvan Sağlığı Zabıtası Komisyonu toplanarak hastalık çıkış kararı alır, ilgili yerlere bildirir ve hastalıkla ilgili bütün idarî ve fennî tedbirleri alır.

Hastalıkla ilgili olarak Bakanlığımızca, hastalık mahallinde karantina ve dezenfeksiyon işlemleri yapılmakta, mavi dil hastalığı bulaşma ihtimali olan hayvanlar aşılanmaktadır. Ancak, gebe hayvanlarda yavru atımlarına sebep olabileceğinden gebe hayvanlar aşılanamamaktadır. Sineklere karşı da ilaçlamalar yapılmaktadır.

12. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in, Hatay Havaalanı projesine ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ün cevabı (7/978)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularıma Ulaştırma Bakanı Sayın Enis Öksüz’ün yazılı cevap vermesini delaletlerinize arz ederim.

Mustafa Geçer

Hatay

Hatay İlimizde yapılması planlanan Hatay Havaalanı için, yer tahsisi yapılmış, ÇED ön izini ile mevzi imar planı hazırlanıp karara bağlanmış olmasına rağmen, Bakanlığınızca yatırım programına alınmadığından önemli bir derecede ilerleme kaydedilememiştir.

Soru 1. Maliyeti trilyonları bulacak olan büyük bir yatırımın Özel İdare Finansmanları ile mümkün olamayacağından havaalanı yapımının yatırım programına alınarak ödenekleri Özel İdareye aktarılamaz mı?

Soru 2. Bu önemli projenin kontrollüğü DLH Genel Müdürlüğünce yapılamamaz mı?

Soru 3. Hatay İlimize dolayısıyla bölgemize birçok yönü ile önemli derecede canlılık getireceğine inandığımız Hatay Havaalanı’nı kaç yılında hizmete açmayı planlıyorsunuz?

T.C.

Ulaştırma Bakanlığı 23.12.1999

Araştırma Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı

Sayı : B.11.0.APK.0.10.01.21/EA/1742-6926

Konu : Hatay Milletvekili Sayın Mustafa Geçer’in yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 9.12.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-3078 sayılı yazınız.

Hatay Milletvekili Sayın Mustafa Geçer’in 7/978-2955 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı hazırlanarak ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Prof. Dr. Enis Öksüz

Ulaştırma Bakanı

Hatay Milletvekili Sayın Mustafa Geçer’in 7/978-2955 sayılı yazılı soru önergesi ve cevabı.

Sorular :

Hatay İlimizde yapılması planlanan Hatay Havaalanı için, yer tahsisi yapılmış, ÇED ön izini ile mevzi imar planı hazırlanıp karara bağlanmış olmasına rağmen, Bakanlığınızca yatırım programına alınmadığından önemli bir derecede ilerleme kaydedilmemiştir.

Soru 1. Maliyeti trilyonları bulacak olan büyük bir yatırımın Özel İdare Finansmanları ile mümkün olamayacağından havaalanı yapımının yatırım programına alınarak ödenekleri Özel İdareye aktarılamaz mı?

Soru 2. Bu önemli projenin kontrollüğü DLH Genel Müdürlüğünce yapılamamaz mı?

Soru 3. Hatay İlimize dolayısıyla bölgemize birçok yönü ile önemli derecede canlılık getireceğine inandığımız Hatay Havaalanı’nı kaç yılında hizmete açmayı planlıyorsunuz?

Cevap :

Hatay ve yöresinin hava ulaşım ihtiyacını karşılamak amacıyla, Hatay Valiliğinin talebi ile gerekli etüdler yapılmış ve 2150 X 30 M. pist, 125 X 28 M. taksirut, 80 X 50 M. aprondan müteşekkil uçuş üniteleri alt yapı projeleri tamamlanarak metraj, keşif ve teknik şartnameler ile birlikte ihale edilmek üzere Hatay Valiliğine gönderilmiştir.

Söz konusu Havaalanı projesinin DLH İnşaatı Genel Müdürlüğümüzün 1999 Yılı Yatırım Programında yer alan “Stol Havaalanları İnşaatı” projesi kapsamına alınması DPT Müsteşarlığına teklif edilmiş, fakat kabul edilmemiştir. Ancak, Hatay Valiliğince yaptırılacak ÇED ve Fizibilite etüdlerinden sonra, Bakanlığımız DLH İnşaatı Genel Müdürlüğünün 2000 Yılı Yatırım Programının aynı projesine yeniden teklif edilecektir.

DLH İnşaatı Genel Müdürlüğümüzce ülke genelinde yaptırılan “Hava Ulaşım Genel Etüdü” sonucunda da Hatay Havaalanı, trafiği çok düşük havaalanları grubunda yer almaktadır.

Hatay Stol Havaalanı projesinin ihalesi Valilikçe yapılacak olup, teknik kontrolluk hizmetleri DLH İnşaatı Genel Müdürlüğümüzce yürütülecektir.

13. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, Ankara-Kırıkkale arası raybüs ihtiyacına ve Kırıkkale Posta İşletmesinde çalışan personel arasındaki ücret farklılığına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ün cevabı (7/979)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Ulaştırma Bakanı Sayın Enis Öksüz tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Kemal Albayrak

Kırıkkale

1. Ankara-Kırıkkale arası raybüs konma geçen bütçe döneminde Bakanlık yetkililerince söz verildiği halde raybüs konmadı

Ankara-Kırıkkale arasında yolcu yoğunluğunun çok olması nedeni ile vatandaşlar mağdur durumdadır. Bu nedenle raybüs ne zaman faaliyete geçecektir?

2. Kırıkkale Posta İşletmesinde çalışan personel arasında ücret farklılığını düzeltecek misiniz? Aynı kurumda aynı işi yapan Türk Telekom’da çalışan personel posta işletmesinde çalışan personelden % 50 ilave ücret almaktadırlar. Bu da huzursuzluğa neden olmaktadır. Bunun düzeltilip düzeltilmeyeceği?

T.C.

Ulaştırma Bakanlığı 23.12.1999

Araştırma Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı

Sayı : B.11.0.APK.0.10.01.21/EA/1745-6931

Konu : Kırıkkale Milletvekili Sayın Kemal Albayrak’ın yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 9.12.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-3078 sayılı yazınız.

Kırıkkale Milletvekili Sayın Kemal Aybayrak’ın 7/979-2957 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı hazırlanarak ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Prof. Dr. Enis Öksüz

Ulaştırma Bakanı

Kırıkkale Milletvekili Sayın Kemal Albayrak’ın 7/979-2957 sayılı yazılı soru önergesi ve cevabı.

Sorular :

1. Ankara-Kırıkkale arası raybüs konması; geçen bütçe döneminde Bakanlık yetkililerince söz verildiği halde raybüs konmadı

Ankara-Kırıkkale arasında yolcu yoğunluğunun çok olması nedeni ile vatandaşlar mağdur durumdadır. Bu nedenle raybüs ne zaman faaliyete geçecektir?

2. Kırıkkale Posta İşletmesinde çalışan personel arasında ücret farklılığını düzeltecek misiniz? Aynı kurumda aynı işi yapan Türk Telekom’da çalışan personel posta işletmesinde çalışan personelden % 50 ilave ücret almaktadırlar. Bu da huzursuzluğa neden olmaktadır. Bunun düzeltilip düzeltilmeyeceği?

Cevaplar :

Malümunuz olduğu üzere; Ankara-Kırıkkale arasında halen hergün karşılıklı olarak Çukurova, Doğu ve Güney-Vangölü Ekspresleri ile 4 Eylül Mavi Treni hizmet vermekte ve bu trenlerin seyir süreleri yaklaşık 2 saati bulmaktadır. Karayolu ile ise bu hatta çalışan otobüslerin seyir süresi yaklaşık 1 saattir. Bu da yolcu talebini demiryolu açısından olumsuz etkilemektedir. Ancak, Kırıkkale halkının yoğun talepleri dikkate alınarak, gerekli çalışmalar yapılmış ve talebin rayotobüsü ile karşılanması kararlaştırılmıştır.

Bir trenin çalıştırılabilmesi için zorunluluk arz eden altyapı çalışmaları (kalkış-varış saatleri, seyir süresi, duruş yapılacak istasyonlar vb. bilgileri içeren seyir grafikleri, araç ve personel planlaması ile aracın bakım-onarım üniteleri, araçların park yerleri) tamamlanmıştır. Ankara-Kırıkkale arasında işletilecek rayotobüslerinin Yahşihan, Irmak, Kurbağalı, Elmadağ, Lalabel, Lalahan, Kayaş ve Yenişehir istasyonlarında duruşu olacaktır. Seyir süresi ise 110 dakikadır.

Bu hizmeti yapacak ray otobüslerinin, İzmir ve Adana bölgelerinden Ankara’ya kaydırılması planlanmış ancak, bu bölgelerde özellikle hemzemin geçit kazaları nedeniyle pekçok ray otobüsü gayrifaal hale geldiğinden Ankara Bölgesine aktarılamamıştır.

Gayrifaal hale gelen ray otobüslerinin bakım ve onarımını gerçekleştiren TÜVASAŞ Genel Müdürlüğü, Ülkemizi derinden sarsan deprem felaketi sonrası hasar görmüş olup, deprem esnasında tamiri yapılmakta olan ray otobüsleri de enkaz altında kalmıştır. Enkaz kaldırma ve ray otobüslerinin tamirlerinin bir an evvel tamamlanması için çalışmalar aralıksız sürdürülmektedir.

Söz konusu ray otobüslerinin tamiri tamamlandığında, zaman geçirilmeden Ankara-Kırıkkale arasında hizmete konulacaktır.

4000 sayılı Kanun ile PTT Genel Müdürlüğü, 24.04.1995 tarihinden itibaren Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü ve Türk Telekomünikasyon A.Ş. olarak yeniden yapılandırılmıştır.

Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü ile Türk Telekomünikasyon A.Ş. Genel Müdürlüğü, farklı alanlarda hizmet veren farklı iki kurum olması nedeniyle bu iki kurumda çalışan sözleşmeli personelin ücretleri arasında farklılıklar bulunması da doğal karşılanması gerekmektedir.

14. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Merve Safa Kavakçı hakkındaki yazılı soru önergesine süresinde cevap verilmemesinin nedenine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Yıldırım Akbulut’un cevabı (7/985)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Meclis Başkanı Sayın Yıldırım Akbulut tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 2.11.1999

Zeki Ünal

Karaman

İstanbul Milletvekili Merve Safa Kavakçı’nın özlük haklarının iadesiyle ilgili olarak vermiş olduğum 8.10.1999 tarihli yazılı soru önergeme, bugüne kadar cevap verilmemiştir.

Sorum şudur :

İki aya yakın bir zaman geçmesine rağmen yazılı soru önergeme şimdiye kadar niçin cevap vermediniz?

T.C.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 25.12.1999

Genel Sekreterliği

Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı

Sayı : A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/985-2973/7478

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sayın Zeki Ünal

Karaman Milletvekili

İlgi : 3.12.1999 tarihli yazılı soru önergeniz.

Merve Safa Kavakçı hakkındaki yazılı soru önergenize süresinde cevap verilmemesinin nedenine ilişkin ilgi önergenizde yer alan sorularınız aşağıda cevaplandırılmıştır.

Bilgilerinizi rica ederim.

Saygılarımla.

Yıldırım Akbulut

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

Cevap : Önergenize konu edilen yazılı soru önergesi, 8.12.1999 tarihinde cevaplandırılmış olup söz konusu cevabın bir örneği aynı tarihte 30 uncu Birleşim Tutanak Dergisine eklenmiştir.

15. – Hatay Milletvekili Namık Kemal Atahan’ın, Bolu Valisinin bir depremzedeye yaptığı uygulamaya ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/987)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun İçişleri Bakanı Sayın Sadettin Tantan tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda müsaadelerinizi arz ederim. 30.11.1999

Saygılarımla.

Namık Kemal Atahan

Hatay

Yazılı ve görsel basında yer alan, Bolu Valisi Nusret Miroğlu’nun bir depremzede genç kızın ağzına tokat atması “Tetörist kışkırtıcı” diyerek hakaret ettikten sonra polislere dönerek, bunu gözaltına alın talimatı vererek gözaltına aldırması olayı ile ilgili olarak Bakanlığınız ne gibi bir işlem yapmıştır?

T.C.

İçişleri Başkanlığı 24.12.1999

Personel Genel Müdürlüğü

Sayı : B050PGM0710001-Ş/18417

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 9.12.1999 tarih ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-3080 sayılı yazınız.

Hatay Milletvekili Sayın Namık Kemal Atahan’ın tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılmasını istediği soru önergesine (7987-2979) ait cevaplar aşağıya çıkarılmıştır.

Arz ederim.

Sadettin Tantan

İçişleri Bakanı

Gülşen Güler’in 12 Kasım 1999 tarihinde meydana gelen deprem sonrası Bolu Merkezde bulunan stadyum karşısındaki Millî Egemenlik Parkında kurulan çadırlarda ikâmet ettiği,

Adı geçenin belirli evraklar ve kurallar karşılığında Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Mütevelli Heyeti tarafından belirlenecek dağıtılmakta olan nakliye ve avans parasını almak için 22.11.1999 tarihinde Bolu Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfına gittiği,

Ancak yasal prosedür gereği eşyanın yüklendiği aracın yetkililer tarafından görülmesi gerektiği ve eşyanın da daha önceden taşındığı ve yetkililerin aracı görmedikleri için bu parayı veremeyeceklerini bildirdikleri,

İl Valisi Nusret Miroğlu’nun Merkez İlçe Kriz Merkezindeki vatandaşların sorunlarını kendi ağızlarından dinlemek üzere orada bulunduğu bu sırada Gülşen Güler’in İl Valisine nakliye ve avans parasını alamadığını belirttiği, alamamasının nedeni sorulduğunda ise adı geçenin tamamen konu dışına çıktığı, halkı tahrik edercesine, kameraların karşısında hem İl Valisi Nusret Miroğlu’nu hem de Devleti töhmet altına bırakan iftara ve yalanlara başvurduğu, adı geçen İl Valisinin elini Gülşen Güler’in ağzına götürerek, işaretle susmasını istediği, bu görüntünün görsel basında yanlış anlaşıldığı ve spekülasyonlara sebep olduğu,

Gülşen Güler’in yardımlardan faydalanamadığını beyan etmesi üzerine Bolu Valisi Nusret Miroğlu’nun orada bulunan emniyet mensuplarına durumun incelenmesi talimatını verdiği, alınan ifadesinde adı geçenin evinin nakli için para istediği, aynı zamanda çadır, katalitik soba ve battaniye gibi yardımlar aldığının anlaşıldığı,

Olayın merkezinde yer alan, bilinçli ve sistemli olarak basında yer almasını sağlayan Gülşen Güler’in açık öğretim lisesi öğrencisi olmasına, daha önce çok küçük bir ticarî firmada sekreter olarak cüzî bir ücretle sekreter olarak çalışmasına rağmen bahse konu olayı Ülkenin gündemine taşıyan basın ve yayın kuruluşunda basın mensubu olarak göreve başladığı, İl Valisinin düzenlediği bir basın toplantısında da Valiye, muhabir sıfatıyla sorular yönelttiği,

Bolu Valisi Nusret Miroğlu’nun 17 Ağustos depreminden bugüne kadar mağdur olan veya mağdur olduğunu iddia eden binlerce vatandaşımızla hiçbir sınırlama getirmeksizin, isteyen tüm basın ve yayın kuruluşu temsilcilerinin önünde birebir teması olduğu, her birinin dert ve dileklerini karşılıklı olarak dinlediği, çözümü mümkün olanları çözdüğü, çözümü mümkün olmayanları ise müsait bir dille vatandaşa izah ederek ikna ettiği Bolu Valiliğinden alınan 17.12.1999 tarihli yazıdan anlaşılmıştır.

Yukarıda belirtilen nedenlerle söz konusu olay hakkında Bakanlığımızca herhangi bir işlem yapılmamıştır.

16. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Yalova’daki AKSA Fabrikasının çevrede yarattığı tahribata ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı Fevzi Aytekin’in cevabı (7/989)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Çevre Bakanı Sayın Fevzi Aytekin tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Bülent Akarcalı

İstanbul

1. Yalova’daki AKSA Akrilik ve Kimya Sanayii A.Ş.’ye ait akrilonitril tanklarında 17 Ağustos depremi sonrası sızıntıların çevreye yarattığı tahribat ne ölçüdedir?

2. İstanbul Tabip Odasının 6 400 ton maddenin yayıldığını tespit eden incelemesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

3. Bu zararlı maddenin çevreye ve insanlara yaptığı, yapacağı tahribatı önlemek için ne gibi tedbirler almayı düşünmektesiniz?

4. Bu konuda Bakanlığınız ile Sağlık Bakanlığı arasında ortak bir çalışma başlatmayı düşünür müsünüz?

T.C.

Çevre Bakanlığı 21.12.1999

Araştırma Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı

Sayı : B.19.0.APK.0.22.00.02/0012/1275/11283

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 9.12.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/989-2986/7495 sayılı yazınız.

İlgide kayıtlı yazınız eki İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı’ya ait soru önergesi cevaplandırılarak ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Fevzi Aytekin

Çevre Bakanı

İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı’nın 7/989-2986 Esas Numaralı soru önergesinin cevabı.

Soru 1. Yalova’daki AKSA (Akrilik ve Kimya Sanayii A.Ş.)’ne ait akrilonitril tanklarında 17 Ağustos depremi sonrası sızıntıların çevreye yarattığı tahribat ne ölçüdedir?

Soru 2. İstanbul Tabip Odasının 6 400 ton maddenin yayıldığını tespit eden incelemesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Cevap 1,2. 17 Ağustos 1999 tarihinde Marmara Bölgesinde meydana gelen deprem sırasında AKSA Akrilik Kimya Sanayi A.Ş. tesislerinde hammadde (Akrilonitril) depolanan 8 tanktan 3 tanesinde ortaya çıkan hasar nedeni ile, sıvı haldeki kimyasalın 6 400 tonu tank çevresindeki toplama havuzlarının duvarlarından taşmış ve havuz zeminindeki çatlaklardan sızarak toprağa yayılmıştır. Tesis depolarının denize yakın olması nedeni ile sızıntı denize ve Akrilonitrilin (kolayca buharlaşma özelliği nedeniyle) buharlaşarak havaya karışması da söz konusu olmuştur.

Deprem akabinde, tesisin tanklarında bulunan akrilonitrilin sızıntısının önlenerek, çevre ve insan sağlığının korunması ve kontrol altına alınmasını teminen mevcut durum ile tesiste alınması gereken acil tedbirler tespit edilmiştir. Yapılan tespitler doğrultusunda tesis yetkilileri, Bakanlığımız ilgili birimleri ve Yalova İli kriz merkezi yetkilileri ile UNEP/OCHA uzmanları, BP Amaco Chemicals’dan uzmanlar ve Avustralyalı uzman ekibin yaptığı koordineli çalışmalar sonucunda tesiste meydana gelen sızıntı engellenmiştir.

Çevreye ilişkin “ISO 14001 Çevre Yönetim Sertifakası” ve “Üçlü Sorumluluk Sertifikası” sahibi olan AKSA’nın çevre ve insan sağlığı ve teknik emniyet konularında etkin uygulamayı gerçekleştirebilmesi, ayrıca herhangi bir kaza halinde uygulanması gereken “Acil Müdahale Planları”nın mevcudiyeti Akrilonitrilin çevreye yayılımının bir an önce engellenmesi ve kontrol altına alınmasında etkili olmuştur.

Bu çalışmalarda;

– Hasarlı tanklardan tank çevresindeki havuzlara dolan ve toprağa yayılan Akrilonitrilin üzeri tamamen köpük ile kapatılarak buharlaşma yolu ile havaya karışması engellenmiştir,

– Akrilonitrilin denize karıştığı sızıntı yolları bariyerlerle kapatılarak denize olan sızıntı engellenmiştir,

– 3 hasarlı tankta bulunan Akrilonitrilin hasar kontrolü yapılmış, sağlam tanklara aktarılarak sızıntının devam etmesi önlenmiştir,

– Toprağa ve bir ihtimalle yer altı suyuna karışabilecek Akrilonitrilin sızıntı miktarını ölçmek ve geri kazanmak üzere toplanması için tank alanı çevresinde 10 adet (yaklaşık 5 m. derinlikte) gözlem kuyusu açılmıştır.

– Buharlaşarak havaya karışan Akrilonitril miktarı sürekli ölçülerek, kritik dönemde yöre halkının tesis civarını terketmeleri sağlanmıştır.

Akrilonitril yayılımının başlangıcından kontrol altına alındığı zamana kadar geçen sürede, tesisin yakın civarındaki denizde balık ölümleri, tankların çevresinde (200-300 m. çapındaki bir alanda) otlarda ve ağaç yapraklarında sararmalar ve sinek, böcek, kuş gibi küçük hayvan ölümleri olmuş, insan kaybı olmamıştır.

Sızıntının kontrol altına alınmasından sonra, çabuk bozulma özelliği ile niteliğini kaybeden Akrilonitrilin mevcut sızıntı sonrası toprakta, denizde ve civarda yetiştirilen meyve ve sebzelerdeki etki ve kalıntısı Bakanlığımızca bilim adamlarından oluşturulan bir heyet tarafından çeşitli numuneler alınıp, analizleri yapılarak incelenmiştir. İstanbul Üniversitesi, İzmir Hıfzısıhha, Bakanlığımız ve Almanya’da Brandenburg Üniversitesi laboratuvarlarında yapılan analizler sonucunda toprakta, deniz suyunda, meyve ve sebzelerde Akrilonitril kalıntısına rastlanmamıştır.

Ayrıca, Bakanlığımız yetkilileri, Türkiye Kimya Sanayicileri Derneği yetkilileri, AKSA yetkilileri ve BP Amaco uzmanlarının önerdiği Parametrix INC adlı Amerikan Firması yetkililerinden oluşan bir ekiple, tank sahasında toprak altında bulunduğu tahmin edilen Akrilonitrilin toprak ve yer altı suyundaki yayılımının ve etkisinin belirlenmesi, tespit edilen Akrilonitrili bulunduğu yerden çekerek arıtma tesislerinde biyolojik bozulmaya uğratmak sureti ile potansiyel çevre riskini ortadan kaldırmaya ve kirliliği tespit edilen toprak ve yer altı suyunun iyileştirilmesine yönelik çalışmalar Eylül ayı başında başlatılmıştır.

Bu çalışmalarda; tanklardan sızan Akrilonitrilin yüzeye yakın yer altı su kalitesine etkisinin belirlenmesi ve izlenmesi, yer altı su yönünün saptanması ve yer altı su seviyelerinin ölçümü yapılmıştır. Tank bölgesi ve tank sahasının kuzeyinde bulunan sahil bandı doğrultusunda 6 m. derinlikte geçirgensiz özelliğe haiz kil tabakasının bulunduğu, bu tabakaya kadar toprağın geçirimli olduğu, bölgede yer altı sularını taşıyan aküferlerin ise yaklaşık 10 m. derinlikten başlayarak 40 m. derinliğe kadar ulaştığı tespit edilmiştir. AKSA tarafından tank bölgesinde açılan gözlem kuyularında yapılan sürekli ölçümlerde Akrilonitrilin yüzey sularına sızıntı yapmadığı tespit edilmiştir.

Soru 3. Bu zararlı maddenin çevreye ve insanlara yaptığı, yapacağı tahribatı önlemek için ne gibi tedbirler almayı düşünmektesiniz?

Cevap 3 : Bakanlığımızca, bu maddeni çevreye ve insanlara yapacağı tahribatı önlemek için koordinasyonlu olarak yapılan çalışmalar ve alınan tedbirler 1 ve 2 numaralı sorulara verilen cevabımızda yer almaktadır.

Bir çok sanayi tesisinde de olduğu gibi AKSA tarafından hazırlanan tesise ilişkin “Acil Durum Planları”nda olası kazaların önlenmesi üzerine risklerin en aza indirilmesini teminen alınan önlemlerde, deprem gibi doğal afet olasılığının dikkate alınmadığı tesis yetkililerince de ifade edilmiştir. Bakanlığımızca tesis yetkililerine bu faktörleri de dikkate alarak, risk azaltım tedbirleri üzerine gerekli çalışmayı yapması ve Acil Durum Planlarını bu çerçevede yenilemesi gerektiği bildirilmiştir.

Soru 4. Bu konuda Bakanlığınız ile Sağlık Bakanlığı arasında ortak bir çalışma başlatmayı düşünür müsünüz?

Cevap 4. AKSA’da meydana gelen sızıntının insanlar ve çevre üzerindeki etkisinin sürekli incelenmesi Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığından istenmiştir.

17. – Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın, DLH İskenderun 9. Bölge Müdürlüğünün başka yere nakledilmesine ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ün cevabı (7/1003)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Ulaştırma Bakanı Sayın Enis Öksüz tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

S. Metin Kalkan

Hatay

1. Ulaştırma Bakanlığı DLH İnşaatı Genel Müdürlüğü DLH İskenderun 9. Bölge Müdürlüğünün, Adana 8. Bölge Müdürlüğü adı altında nakledilmesinin sosyal, ekonomik ve hukukî gerekçeleri nelerdir?

2. 37 yıldır İskenderun’a hizmet veren gerek ekonomik gerekse yapısal olarak birçok yatırımı gerçekleştiren bu kurumun naklinden dolayı meydana gelen sosyal ve ekonomik kaybı ne ile telafi etmeyi düşünüyorsunuz?

3. DLH İskenderun 9. Bölge Müdürlüğünü tekrar faaliyete geçirmeyi düşünüyor musunuz?

4. DLH İskenderun 9. Bölge Müdürlüğünün Adana’ya naklinden dolayı mağdur duruma düşen 73 civarındaki personelin ve ailelerinin mağduriyeti nasıl giderilecektir?

5. Mezkur Kurumun Adana’ya 8. Bölge Müdürlüğü olarak taşımadan önce bölge halkının ve milletvekillerinin görüşleri alınmışmıdır?

T.C.

Ulaştırma Bakanlığı 23.12.1999

Araştırma Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı

Sayı : B.11.0.APK.0.10.01.21/EA/1746-6932

Konu : Hatay Milletvekili Sayın S. Metin Kalkan’ın yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 13.12.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1003-3016/77604 sayılı yazısı.

Hatay Milletvekili Sayın S. Metin Kalkan’ın 7/1003-3016 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı hazırlanarak ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Prof. Dr. Enis Öksüz

Ulaştırma Bakanı

Hatay Milletvekili Sayın S. Metin Kalkan’ın 7/1003-3016 sayılı yazılı soru önergesi ve cevabı.

Sorular :

1. Ulaştırma Bakanlığı DLH İnşaatı Genel Müdürlüğü DLH İskenderun 9. Bölge Müdürlüğünün, Adana 8. Bölge Müdürlüğü adı altında nakledilmesinin sosyal, ekonomik ve hukukî gerekçeleri nelerdir?

2. 37 yıldır İskenderun’a hizmet veren, gerek ekonomik gerekse yapısal olarak birçok yatırımı gerçekleştiren bu kurumun naklinden dolayı meydana gelen sosyal ve ekonomik kaybı ne ile telafi etmeyi düşünüyorsunuz?

3. DLH İskenderun 9. Bölge Müdürlüğünü tekrar faaliyete geçirmeyi düşünüyor musunuz?

4. DLH İskenderun 9. Bölge Müdürlüğünün Adana’ya naklinden dolayı mağdur duruma düşen 73 civarındaki personelin ve ailelerinin mağduriyeti nasıl giderilecektir?

5. Mezkûr Kurumu Adana’ya 8. Bölge Müdürlüğü olarak taşımadan önce bölge halkının ve milletvekillerinin görüşleri alınmış mıdır?

Cevap :

Adana İlimizde DLH 8. Bölge Müdürlüğü olarak kurulmuş bulunan Bölge Merkezine Adana, İçel, Karaman, Niğde, Hatay ve Osmaniye illeri bağlanmıştır.

Bölge Müdürlüğü merkezine bağlı illerin Adana’ya uzaklıklarının bir denge içerisinde olması ve diğer kuruluşlara ait bölge merkezlerinin de Adana olması nedeniyle; kuruluşlar arasındaki koordinasyon ve işbirliğinde kolaylık sağlanılmakta ve hizmetin verimliliği artmaktadır.

İskenderun’daki eski Bölge Müdürlüğü, coğrafî konumu nedeniyle bu illere daha uzak mesafede bulunması, kuruluşlar arasındaki koordinasyonun sağlanması açısından zorluklar yaratmaktaydı.

İskenderun’daki Bölge Müdürlüğü Adana’ya kaydırılmış olmasına rağmen, DLH teşkilâtının İskenderun’daki faaliyetleri muhafaza edilmiş, ayrıca bu teşkilâtın müstakil Makine İkmal Başmühendisliği olarak kurulması yönünde de girişimlerde bulunulmuştur.

İskenderun’daki mevcut teşkilâtın çok büyük bir kısmı “DLH İskenderun Başmühendisliği” adı altında hizmetine devam ettiğinden, hem yöredeki yatırımlar aksamadan yürütülmekte, hem de mevcut personel aynen muhafaza edilmekte olup, personelin mağduriyeti bulunmamaktadır.

Değişen ve gelişen şartlara göre, DLH Genel Müdürlüğümüzün Bölge Müdürlükleri Bakanlar Kurulu Kararı ile yeniden teşkil edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.