Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21 CİLT : 21 YASAMA YILI : 2

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

39 uncu Birleşim

21 . 12 . 1999 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. — GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. — GELEN KÂĞITLAR

III. — YOKLAMA

IV. —BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. — Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, Adalet Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/80)

V. —KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.—2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S. Sayıları :211, 212, 209, 210)

A) DIŞ TİCARET MÜSTEŞARLIĞI

1. — Dış Ticaret Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. —Dış Ticaret Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

B) DEVLET PLANLAMA TEŞKİLÂTI MÜSTEŞARLIĞI

1. —Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. —Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

C) TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.— Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. —Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

D) DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI

1. —Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. —Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

E) DENİZCİLİK MÜSTEŞARLIĞI

1. —Denizcilik Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2.—Denizcilik Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

F) DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.—Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2.—Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

G) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI

1.—Hazine Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2.—Hazine Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

H) KÖY HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. — Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

2. —Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/447) (S. Sayısı :294)

VI.—AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. —Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan’ın, Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

VII. —SORULAR VE CEVAPLAR

A)YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. —Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal’ın, Osmaniye İlinin SSK Hastanesi ihtiyacına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’ın cevabı (7/967)

 

I. —GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 11.00’de toplanarak iki oturum yaptı.

Adana Milletvekili Ali Tekin’in, Dışişleri Komisyonu üyeliğinden istifa ettiğine ilişkin önergesi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S. Sayıları :211, 212, 209, 210) görüşmelerine devam olunarak;

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı,

Cumhurbaşkanlığı,

Sayıştay Başkanlığı,

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı,

Başbakanlık,

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü,

Diyanet İşleri Başkanlığı,

2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarıları kabul edildi.

Adalet Komisyonunda boş bulunan ve Doğru Yol Partisi Grubuna düşen üyeliğe Samsun Milletvekili Erdoğan Sezgin,

Plan ve Bütçe Komisyonunda boş bulunan ve Doğru Yol Partisi Grubuna düşün üyeliğe, Hatay Milletvekili Mehmet Dönen,

Seçildiler.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının :

1 inci sırasında bulunan, Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/558) (S. Sayısı :298) görüşmelerine devam olunarak, kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı;

2 nci sırasında bulunan, Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/447) (S. Sayısı :294) Komisyon yetkilileri Genel Kurul salonunda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

21 Aralık 1999 Salı günü saat 11.00’de toplanmak üzere, birleşime 22.14’te son verildi.

Nejat Arseven

Başkanvekili

Vedat Çınaroğlu Cahit Savaş Yazıcı

Samsun İstanbul

Kâtip Üye Kâtip Üye

 

II. — GELEN KÂĞITLAR

21.12.1999 SALI No. : 51

Teklifler

1. — Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner’in; Askerlik Kanununun Geçici 36 ncı Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi (2/397) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.12.1999)

2. — Kastamonu Milletvekilleri M.Hadi Dilekçi, Mehmet Serdaroğlu ve Nurhan Tekinel’in; Germeç Adıyla Bir İlçe Kurulmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/398) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.12.1999)

Raporlar

1. — Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve İçişleri komisyonları raporları (1/568) (S. Sayısı: 252) (Dağıtma tarihi : 21.12.1999 ) (GÜNDEME)

2. — Kimlik Bildirme Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bir Ek Madde ile Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/570) (S. Sayısı : 253) (Dağıtma tarihi : 21.12.1999 ) (GÜNDEME)

3. — Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/557) (S. Sayısı : 254) (Dağıtma tarihi : 21.12.1999) (GÜNDEME)

4. — Jandarma Teşkilât, Görev ve Yetkileri Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, Jandarma Teşkilât, Görev ve Yetkileri Kanununa Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı, Jandarma Teşkilâtı Görev ve Yetkileri Kanununa İki Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı İle Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner’in, Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/569, 1/571, 1/572, 2/72) (S. Sayısı : 295) (Dağıtma tarihi : 21.12.1999 ) (GÜNDEME)

5. — Uzman Jandarma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Uzman Jandarma Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/560, 1/573) (S. Sayısı : 296) (Dağıtma tarihi : 21.12.1999 ) (GÜNDEME)

6. — Denizli Milletvekili Beyhan Aslan’ın, Yedi İlde Büyükşehir Belediyesi Kurulması Hakkında 9 Eylül 1993 Tarih ve 504 Sayılı KHK’nin 1 inci Maddesinin 1 inci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınma Önergesi (2/23) (S.Sayısı : 300) (Dağıtma tarihi : 21.12.1999) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1. — Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman’ın, Şanlıurfa Ceylanpınar’ın SSK binası ihtiyacına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/349) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.12.1999)

2. — Denizli Milletvekili Salih Erbeyin’in, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünde çalışan geçici işçilere ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/350) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.12.1999)

Yazılı Soru Önergeleri

1. — Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Karaman Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünde işine son verilen mevsimlik işçilere ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/1046) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.12.1999)

2. — Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, Kırıkkale’ye bağlı Aşağı İhsangazili Köyünün telefon koduna ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1047) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.12.1999)

3. — Adana Milletvekili Yakup Budak’ın, Adana’nın Karaisalı ve Pozantı ilçelerinde Ramazanzade Vakfı’na ait olduğu ileri sürülen arazilere ilişkin Devlet Bakanından (Yüksel Yalova) yazılı soru önergesi (7/1048) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.12.1999)

4. — Bursa Milletvekili Ali Arabacı’nın, insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak polisler hakkında yapılan şikâyetlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1049) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.12.1999)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 11.00

21 Aralık 1999 Salı

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER : Hüseyin ÇELİK (Van), Burhan ORHAN (Bursa)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 39 uncu Birleşimini açıyorum.

Bilindiği üzere, 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.

Görüşmelere başlamadan önce, Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Komisyondan istifa önergesi vardır, okutuyorum :

IV. —BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. — Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, Adalet Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/80)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Fazilet Partisi kontenjanından görev yaptığım Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonundan istifa ediyorum.

Gereğini arz ederim.

Dengir Fırat

Adıyaman

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Şimdi, bütçe görüşmelerine başlıyoruz.

Sayın milletvekilleri, program uyarınca, bugün üçüncü ve dördüncü tur görüşmeleri yapacağız.

Üçüncü tur görüşmelerde, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ile Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı bütçeleri yer almaktadır.

Sayın milletvekilleri, programdaki sıra böyle; ancak, Sayın Bakanımız Tunca Toskay'a bağlı kuruluşların üçünün peş peşe görüşülmesi bakımından, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı bütçelerinden sonra Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü bütçesini görüşeceğiz.

V. —KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

I. — 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S.Sayıları : 211, 212, 209, 210) (1)

A) DIŞ TİCARET MÜSTEŞARLIĞI

1. — Dış Ticaret Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. —Dış Ticaret Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

B) DEVLET PLANLAMA TEŞKİLÂTI MÜSTEŞARLIĞI

1. —Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. —Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

C) TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.— Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. —Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

D) DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI

1. —Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. —Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Komisyon?.. Hazır.

Hükümet?.. Hazır.

Sayın milletvekilleri, 1.12.1999 tarihli 27 nci Birleşimde, bütçe görüşmelerinde, soruların, gerekçesiz olarak, yerinde sorulması ve her tur için soru-cevap işleminin 20 dakikayla sınırlandırılması kararlaştırılmıştır.

Buna göre, bu turda yer alan bütçelerle ilgili olarak soru sormak isteyen arkadaşlarımızın, görüşmelerin bitimine kadar sorularını sorabilmeleri için, şifrelerini yazıp, parmak izlerini tanıttıktan sonra, ekrandaki söz isteme butonuna basmaları gerekmektedir. Mikrofonlarındaki kırmızı ışıkları yanıp sönmeye başlayan milletvekillerimizin söz talepleri kabul edilmiş olacaktır.

Tur üzerindeki görüşmeler bittikten sonra, soru sahipleri ekrandaki sıraya göre sorularını yerinde soracaklardır. Soru sorma işlemi 10 dakika içerisinde tamamlanacaktır. Cevap işlemi de, yine, 10 dakikalık süreyle sınırlıdır. Cevap işlemi 10 dikakadan önce bitirildiği takdirde, geri kalan süre içerisinde soru sahiplerine söz hakkı verilecektir. Bu durumu bilgilerinize sunuyorum.

Üçüncü turda grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Bursa Milletvekili Fahrettin Gülener, Çanakkale Milletvekili Sadık Kırbaş, Antalya Milletvekili Mustafa Vural, İçel Milletvekili Akif Serin; Doğru Yol Partisi Grubu adına, İçel Milletvekili Ayfer Yılmaz, Bitlis Milletvekili Yahya Çevik; Fazilet Partisi Grubu adına, Sıvas Milletvekili Temel Karamollaoğlu, Tokat Milletvekili Bekir Sobacı; ANAP Grubu adına, İzmir Milletvekili Işın Çelebi, Ordu Milletvekili Sefer Koçak; MHP Grubu adına, Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel, Niğde Milletvekili Mükerrem Levent, Hatay Milletvekili Mehmet Nuri Tarhan, Osmaniye Milletvekili Birol Büyüköztürk.

Şahısları adına; lehinde, Manisa Milletvekili İsmail Bozdağ; aleyhinde, Erzurum Milletvekili Aslan Polat.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Fahrettin Gülener; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Gülener. Süreleri eşit mi paylaşıyorsunuz efendim; 7,5'ar dakika?..

FAHRETTİN GÜLENER (Devamla) - Evet.

BAŞKAN – Evet; buyurun. Ben, 30 dakikayı yazdım; ona göre konuşmanızı sürdürebilirsiniz.

DSP GRUBU ADINA FAHRETTİN GÜLENER (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dış Ticaret Müsteşarlığının 2000 malî yılı bütçe tasarısına ilişkin görüşlerimi belirtmek üzere, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Küresel ekonomi, son yıllarda, önemli ve olumsuz bir dizi gelişmeye maruz kalmıştır. Uzakdoğu kriziyle başlayan küresel kriz, uluslararası ticarette fiyat rekabetinin giderek şiddetlenmesine yol açmıştı. Tüm bu gelişmeler sonucunda, dünya hâsıla artış hızında yavaşlama görülmüş, büyüme oranı yüzde 9,5'ten yüzde 2,5'e düşmüştür. 1998 yılının ikinci yarısından itibaren ekonomimizde görülen olumlu gelişmeler, deprem felaketiyle tekrar tersine dönmüştür. Yaşanan zorluklara 12 Kasımda ikinci büyük deprem eklenmiş ve bu olumsuz gelişmeler ekonomiyi büyük ölçüde etkilemiştir.

Asya ve özellikle Rusya krizi, bunlara bağlı olarak ihraç pazarlarında yaşanan ekonomik sorunlar, fiyat düşüşü ve rekabet, enflasyonla mücadele politikası ve deprem felaketi nedeniyle, dış ticaretimizin 1998 ve 1999 yılı performansı istenildiği gibi olamamıştır. Ancak, Rusya'ya ihracat ile demir-çelik ihracatımızdaki düşme gözardı edildiğinde, dışticaretimiz, özellikle ihracatımız açısından, krizlerin olumsuz etkilerinin minimize edilmesinde belli ölçüde başarı sağlandığını göstermektedir. Uluslararası anlaşmalar çerçevesinde Dış Ticaret Müsteşarlığı çeşitli devlet yardımları uygulamış, bunlara eğitim ve istihdam yardımları, programları ilave edilmiş ve bu yardımlar kapsamında KOBİ'lere ve 32 sektörel dışticaret şirketine önemli destekler sağlanmıştır.

İhracatın teşvikinde önemli bir diğer mekanizma da, dahilde işleme rejimidir. Uluslararası fiyatlardan vergisiz olarak girdi teminini sağlayan bu sistemle, ihracatçının rekabet gücü artırılmaktadır. Exim kredileri yoluyla ihracatçının, uygun faiz koşullarıyla yeterli miktarda kredi bulabilmesi çok önemlidir. Bu bağlamda, Eximbankın ödenmiş sermayesi 1999 Kasım ayı sonu itibariyle 167,5 trilyon TL'ye ulaşmıştır. 2000 yılı içinde belli bir program dahilinde bankanın ödenmiş sermayesinin artırılması, ihracatın performansı açısından çok önemlidir. Ayrıca, Eximbankın kamudan olan sermaye dışındaki bütün alacaklarının da ödenmesi durumunda, ihracatçımızın daha fazla desteklenmesi mümkün olabilecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dış Ticaret Müsteşarlığının etkin bir şekilde uyguladığı ithalatta haksız rekabet mevzuatı hem genel olarak hem de mevcut olumsuz koşullarda yerli sanayiin korunmasında çok önemli bir işlev görmüştür. Bunun sonucunda ülkemiz, ticarî korunma araçlarından dampingli ithalata karşı önemli mekanizmasını dünyada etkin bir şekilde uygulayan ülkeler arasına girmiştir. Hazırlıkları Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından gerçekleştirilen Türk Akreditasyon Kurumu Kurulması Hakkında Kanun, geçtiğimiz günlerde Yüce Meclisimizce kabul edilerek onaylanması sonucunda, bu Kurumun tesis edilmesine imkân verilmiş olmasını çok önemli bir gelişme olarak belirtmek istiyorum.

Ülkemiz ihracatını artırmak, yabancı sermaye ve teknoloji transferlerini hızlandırmak, ekonominin girdi ihtiyacını uygun fiyatla ve düzenli bir şekilde sağlamak için hazırlanan 3218 sayılı Serbest Bölgeler Kanunu çerçevesinde kurulan 17 serbest bölge, Dış Ticaret Müsteşarlığına bağlı olarak faaliyet göstermekte olup, 5 bölgenin daha faaliyete geçirilmesiyle bu sayı 2000 yılında 22'ye ulaşacaktır. Halihazırda, toplam 17 serbest bölgede, 392'si yabancı, 2 034'ü yerli olmak üzere toplam 2 426 firmanın faaliyet ruhsatı bulunmakta ve yaklaşık 14 000 kişiye sürekli istihdam olanağı sağlanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son olarak, Dış Ticaret Müsteşarlığının, çok önemsediğim diğer bir önemli görevine daha değinmek istiyorum. Bu da, Dış Ticaret Müsteşarlığının yurtdışı teşkilatını oluşturan ticaret müşavirliklerinin işlevleridir. Bilindiği üzere, Türkiye, ihracat açısından, Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu pazarlarında yoğunlaşmış bulunmaktadır. Devletin de, firmaların ve özellikle KOBİ'lerin bu arayışlarına destek olması gerekmektedir. Ticaret müşavirlerinin, ihracatçının her türlü derdine çare aramak ve ona yardımcı olmak gibi bir fiilî ulusal görevi bulunmaktadır. Dış Ticaret Müsteşarlığı, halihazırda 50 ülkede, 61 merkezde, 84 kişiyle bu görevleri yürütmeye çalışmaktadır. Bu kadronun yetersiz olduğunu ve gerçek sayısı olan 115'e bir an önce çıkarılmasının gerektiğini ifade etmek isterim.

Diğer taraftan, uzun süredir gerçekleştirilemeyen dış tayinin, çok kısa sürede ele alınıp gerçekleştirilmesi de takdire şayandır.

Ülkemizin ticarî ve ekonomik çıkarlarının, bu konunun uzmanlarınca yine etkin bir şekilde korunabilmesi bakımından, başta Dünya Ticaret Örgütü olmak üzere, ekonomik nitelikli uluslararası kuruluşlarda temsile özel bir önem verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bu kapsamda, Avrupa Birliği ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) nezdindeki daimî temsilciliklerin yanı sıra, özellikle az önce belirttiğim şekilde, önemi ve işlevleri gittikçe artan Dünya Ticaret Örgütü nezdindeki daimî temsilcilikte, Dış Ticaret Müsteşarlığı daha etkin bir rol üstlenmek zorundadır. Özellikle, tamamiyle ticarî ve ekonomik nitelikte uluslararası, hatta uluslarüstü olarak isimlendirilebilecek bir kuruluş olan Dünya Ticaret Örgütüne ilişkin politikaların yeni ve çok taraflı ticaret müzakerelerinin arifesinde olduğumuz şu ortamda, Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından tespit edilmesi ve hatta bu temsilciliğimizin Dış Ticaret Müsteşarlığına bağlanması yerinde olacaktır. Esasen, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, birçok gelişmiş ülkenin örgütlenmesi de bu yöndedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime son verirken, bütçenin ülkemize hayırlı olmasını temenni ederim.

Saygılarımla. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gülener.

İkinci söz, Çanakkale Milletvekili Sayın Sadık Kırbaş'a ait; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA SADIK KIRBAŞ (Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Devlet Planlama Teşkilatı, hukuksal dayanağını Anayasanın 166 ncı maddesinden alan önemli kurumlarımızdan biridir. Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayiin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini sağlamak temel görevleri arasında yer almaktadır. Ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesinin yapılarak verimli bir biçimde kullanılmasının planlanması bu Kurumca gerçekleştirilmektedir.

Devlet Planlama Teşkilatı, planları yaparken yatırımlarda toplumsal yararları ve gerekleri gözetecek, ulusal tasarrufu ve üretimi artırıcı, fiyatlarda istikrarı ve dış ödemelerde dengeyi sağlayıcı yatırım ve istihdamı geliştirici önlemler öngörecektir.

Türkiye, 1963 yılında planlı döneme girmiş, şu günlerde 2001 - 2005 yıllarını kapsayacak sekizinci beş yıllık kalkınma planı hazırlık çalışmalarını başlatmış bulunmaktadır. Türkiye'yi 21 inci Yüzyıla hazırlayacak olan bu plan, Türkiye Cumhuriyetinin 100 üncü yıldönümü olan 2023 yılını hedeflemektedir. Türkiye ekonomisi 1923'den bu yana 76 yıllık bir dönemde, tüm zor koşullara karşın ortalama yüzde 4,8'lik bir büyümeyi gerçekleştirebilmiştir.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz yeni bir yüzyıla, yeni bir milenyuma girmeye hazırlanmaktadır. 2000'li yıllarda nasıl bir Türkiye hedefliyoruz? Bu hedefe ulaşmak için Devlet Planlama Teşkilâtının işlevi ne olmalıdır, öncelikle neler yapılmalıdır? Bu sorulara kısa yanıtlar vermeye çalışacağım.

Çok sayıda gözlemcinin üzerinde birleştiği bir saptamaya göre, Batıyla bütünleşen, Avrupa Birliği üyesi ve G-20'ler arasında yer alan Türkiye, 21 inci Yüzyılın yıldız ülkesi olacaktır. Bu gözlemcilerden birisi de, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Clinton'dır; bu kürsüden konuşurken, buna birlikte tanık olduk.

Türkiye, önümüzdeki yüzyılın en önemli bölgesini oluşturacak, Avrasya'nın merkezi, refah ve istikrar unsuru, öncü bir aktör olacaktır; enerji kaynakları açısından bir terminal, Müslüman, Hıristiyan ve Musevî dünyaları arasında bir kültür köprüsü, ekonomik açıdan da üretim, tüketim ve dağıtım merkezi olacaktır. Laik ve demokratik sistemi, tarihî geçmişi, kültürel zenginliği, ekonomisi, hümanizmi ve tüm modern değerleriyle, bu hedefe uygun bir konumdadır.

Türkiye "yarının devleri" olarak tanımlanan, dünyanın yükselen 10 büyük pazarından biri olarak kabul edilmektedir. Türkiye, dünya hizmetler ihracatı en yüksek 10 ülkeden biridir. Dünyanın hemen her bölgesinde, 35 milyar dolarlık iş alan Türk müteahhitlerinin performansı örnek olarak gösterilmektedir. Türkiye, dünyanın en genç milletlerinden biri olarak 21 inci Yüzyıla girmektedir.

OECD'nin "2020'de Dünya" adlı raporu ve Devlet Planlama Teşkilatının benzer incelemesi çerçevesinde geliştirilen iki senaryodan birincisi olan yavaş büyüme senaryosuna göre, 2020'de, Türkiye, OECD içinde elle tutulur bir başarı gerçekleştirecek ve üretim payını yüzde 2'den yüzde 5'e çıkaracaktır. Dünya üretimindeki payını da 1995'te yüzde 1'den 2001'de yüzde 5'e yükseltecektir. Bu senaryoda, herhangi bir önemli reform öngörülmemektedir.

Toplam faktör verimliliğini etkileyen yapısal reformların gerçekleştiği hızlı büyüme senaryosunda ise, 2020'de, Türkiye'de, kişi başına düşen satın alma gücünün reel olarak 31 000 dolara çıkacağı ve böylelikle OECD ortalamalarını yakalayacağı, hatta biraz aşacağı tahmin edilmektedir. Üretimdeki payı da, 1995'te yüzde 2'den, 2020'de yüzde 7'ye yükselecektir.

İlk bakışta, çok iddialı, gerçekleşmesi çok güç görünen bu hızlı büyüme senaryosunun verilerine ulaşmanın yolu, öncelikle, Türkiye'nin geniş potansiyeline inanmaktan geçmektedir. Bunun yanında, Türkiye'nin başlamış olduğu yapısal refromları sürdürmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu iddialı hedefler karşısında, Devlet Planlama Teşkilatının işlevi ne olmalıdır? 21 inci Yüzyılda, Türkiye'nin, dünyanın en etkin ülkeleri arasında yer almasına yönelik stratejilerin belirlenmesinde ve uygulamaya geçirilmesinde, Devlet Planlama Teşkilatına önemli görevler düşmektedir. Bu çerçevede, Devlet Planlama Teşkilatı, ülkemizin önceliklerinin belirlenmesinde, kurumlararası koordinasyonun sağlanmasında, uygulama stratejilerinin saptanmasında ve bunların gerçekleştirilmesinin izlenmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Kamu, özel kesim ve sivil toplum kuruluşlarının faaliyet alanlarında etkin bir eşgüdüm sağlayarak beyin işlevi görecek, karar ve uygulama stratejileri oluşturarak bireysel düzeye kadar uygulamaları izleyecektir. Bunun gerçekleştirilmesi için de, dünyayla yakın etkileşim halinde uluslararası kurumlarla tüm kanalların açık tutulması ve ülke içinde de kamu kurum ve kuruluşlarının yanı sıra, iş dünyası, üniversiteler, araştırma kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve basınla etkin bir koordinasyon ve işbirliğinin kurulması gerekmektedir. Her şeyden önemlisi, 21 inci Yüzyılda Türkiye'nin bir yıldız ülke olma hedefinin, 65 milyon insanımız tarafından paylaşılması ve bu hedefe ulaşma çabalarına tüm insanların katılması sağlanmalıdır.

Türkiye, 21 inci Yüzyılda, Büyük Atatürk'ün gösterdiği uygarlık ufkuna doğru daha hızlı adımlarla yürüyecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı bütçesinin hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım.

Teşekkür ederim. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kırbaş.

Üçüncü konuşmacı, Antalya Milletvekili Sayın Mustafa Vural; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA MUSTAFA VURAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün 2000 yılı bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz aldım; konuşmama başlarken, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Tapu ve kadastro, teknik, ekonomik, sosyal ve hukuksal özellikleri olan bir kavramdır. Taşınmaz mala ilgi ve edinme duygusu toplumumuzda oldukça güçlüdür. Mülkiyet hakkına sahip olmak arzusu, insanlarımızın önemli bir özelliğidir. Medenî Kanunumuz, sosyal yapımız gereği, devletin güvencesi ile sorumluluğunu içeren bir tapu sicili düzeni öngörmüştür. Düzenli tapu sicilinin kurulması ise, kadastroyla mümkündür.

Ülkemizde kadastral çalışmalar, 65 yıldan beri yapılagelmektedir. 417 000 kilometrekare olarak belirlenen kadastrosu yapılacak alanın, günümüze kadar 349 000 kilometrekaresinin kadastrosu tamamlanabilmiştir. Buna göre, gerçekleşme oranı yaklaşık yüzde 85'tir.

Ülkemizde kadastrosu yapılamayan köy sayısı yaklaşık 12 000'dir. Bu köylerin 8 100 kadarı orman köyüdür ve öncelikle orman kadastrosunun yapılması gerekir. Bazı bölgelerde ise, orman ve hazine taşınmazları işgal altındadır. Bu nedenle, bu yörelerde, vatandaşların, kadastro yapılmasına sıcak ve gönüllü bakmadığı ve istemediği de bilinmektedir. Bunun yanı sıra, arazi şartlarının zor olduğu yörelerde, uygun araç ve gereç yetersizliği, hizmette verimi ve duyarlılığı düşürmektedir. Ayrıca, arazide çalışan teknik elemanların arazi tazminatları yeterli değildir. Bu da hizmetin hızlı yapılmasını engellemektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemiz, ilk tesis kadastrosunu bir an evvel tamamlamalıdır. Mevcut kadastro haritalarının güncelleştirilmesi için acil önlemler alınmalı ve bu çalışmalara gerekli destek sağlanmalıdır. Daha da önemlisi, tabu kadastro otomasyonu süratle tamamlanmalı; ikinci aşama olarak planlanan tapu kadastro bilgi sistemine geçiş için gerekli adım atılmalıdır. Bu adımların atılabilmesi için yeterli olmayan mevcut yasalarımız, Türkiye Büyük Millet Meclisince güncelleştirilmelidir.

Yüzde 85'i tamamlanabilmiş ülke kadastrosunun bitirilmesi için, Genel Müdürlükçe yapılan araştırmalara göre, yaklaşık 125 milyon dolara gereksinme vardır; on yılda bitirilmesi planlanırsa, her yıl için 12,5 milyon dolara, yani 6 - 7 trilyon Türk Lirası yatırım ödeneğine gereksinme vardır.

Aslında, tapu ve kadastro çalışmaları, gelir getiren bir hizmettir. Örneğin, 1998 yılında 21 trilyon liralık toplam bütçeye karşılık, sadece harç geliri olarak, genel bütçeye 153 trilyon lira girdi sağlanmıştır; bu yıl ise, 35 trilyon liralık bütçeye karşın, 255 trilyon lira gelir beklenmektedir. Hizmetin, gelir getiren bu özelliği de dikkate alınarak, ülke kadastrosunun kısa sürede tamamlanması sağlanmalıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yeni bir yüzyıla girerken yaşadığımız deprem, birçok kurum ve sektörde olduğu gibi, harita ve tapu - kadastro sektöründe de bir özeleştiri gereği ortaya çıkarmıştır. Sevindirici olan da, özeleştiri ve yeniden yapılanma isteğinin hem Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce hem de Harita ve Kadastro Mühendisleri Odasınca benimsenmiş olmasıdır. Şüphesiz, yeniden yapılanmada en önemli adım, sektörün lokomotif kurumu olan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü bünyesinde atılacak adımdır. Artık bu kurum, daha çok yaptıran, kuralları koyan, denetleyen, idarî ve malî özerkliği olan bir kurum olmalıdır; özel sektörün gücü ve olanaklarından daha çok yararlanmalıdır. Bu amaçla, öncelikle, lisanslı ölçme bürolarının oluşturulması gerekmektedir. Bu konuda hazırlanmış bir yasa değişikliği önerisi, Adalet Komisyonunda sırasını beklemektedir. Dileğim, bu yasa önerisinin, bir an evvel Meclis gündemine alınmasıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; harita, tapu ve kadastro sektörü, özeleştirisini tamamlayıp yeni bir vizyonla yeni yüzyıla girmelidir.

Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisinin üzerine düşeni yapacağına inancımı belirterek, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün 2000 yılı bütçesinin Genel Müdürlüğe, sektöre ve ulusumuza hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Vural.

Dördüncü konuşmacı, İçel Milletvekili Sayın Akif Serin.

Buyurun Sayın Serin. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA AKİF SERİN (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Son yıllara damgasını vuran bilgi ve iletişim teknolojisindeki gelişmenin, bilginin kalkınma ve özellikle sürdürülebilir kalkınma için önemi, Devlet İstatistik Enstitüsünün konumunu daha da öne çıkarmıştır. Devlet İstatistik Enstitüsü, gerek devlet yönetimi gerek hükümetlerce ve gerekse bilimsel kurumlar ile özel sektörün ihtiyaç duyduğu verileri ulusal düzeyde derlemek ve değerlendirmek gibi, ülkemizin bugününü ve geleceğini ilgilendiren hayatî önemdeki görevi üstlenmiş bir kuruluştur. Bu sebeple, 1926 yılında, Atatürk'ün erişilmez dehalarından biri olarak, cumhuriyetin ilanından sonra temelleri atılan Enstitümüz, ulusal ve uluslararası ihtiyaçlara cevap verecek şekilde çalışmalarını sürdürmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye için istatistiklerin yaklaşık yüzde 90'ını üreten Devlet İstatistik Enstitüsü, bir yandan ürettiği istatistik alanlarının çeşidini ve kalitesini artırma gayretlerine hız verip, çağdaş bir istatistik sistemi oluşturma yönünde çalışmalarını sürdürmektedir; aynı zamanda, gelişme çabaları kapsamında rekabet edeceği kurumları da, teknolojide gelişmiş diğer ülkelerin istatistik enstitüleri olarak görmektedir.

Devlet İstatistik Enstitüsünün temel stratejilerinden biri de, uluslararası karşılaştırılabilir ve ulusal veri seti ihtiyacına cevap vermektir; bu çeşitte istatistikî bilgiler üretmek, bilgi sunumunda hız ve veri kalitesini artırmaktır. Bu strateji doğrultusunda, Devlet İstatistik Enstitüsü, adres çerçevesi, veri tabanları, coğrafî bilgi sistemi, uzaktan algılama gibi istatistik altyapısının güçlendirilmesine yönelik çalışmalara başlamış bulunmaktadır. Yasa gereği yapması gereken hane halkı ve işyerlerine yönelik çalışmalara, kısa dönemli göstergelere ve yerel çalışmalara ağırlık vererek, çalışma kapsamını genişletmiştir.

Bu doğrultuda gerçekleştirilen ve devam eden en güncel ve en önemli çalışmalar şunlardır: Tarımsal işletmelerin yapısal analizi araştırma projesi, tarım istatistikleri veri tabanı, konut araştırması, işgücü piyasası bilgi sistemleri veri tabanı, çevresel istihdam ve harcamalar envanter tabanı, 2000 yılı eylem plan anketi, konutlarda ve ulaştırma sektöründe enerji tüketim anketleridir.

Devlet İstatistik Enstitüsü, ülkenin makro düzeyde bilgi sistemi altyapısını oluşturmaya çalışırken, iller düzeyinde gelişmeleri çeşitli boyutlar kapsamında incelemenin yararlarını göz önüne alarak, Türkiye genelindeki bilgi sistemine iller ve bölgeler düzeyini dahil etmiştir.

Uluslararası faaliyetlere de çok önem veren Devlet İstatistik Enstitüsü, Orta Asya ve Kafkasya cumhuriyetleri, Balkan ülkeleri ve çevresindeki diğer bölgelere istatistik altyapısını ve gelişmeleri için istatistikî yöntemler götürerek, uluslararası platformda kendisinden yardım beklenen bir kurum halini almıştır. OECD, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği İstatistik Örgütü EUROSTAT'ın önemli bir ortağı ve danışılan kurumu durumunda olan Devlet İstatistik Enstitüsü, pek çok uluslararası işbirliği programında söz sahibidir.

Değerli arkadaşlarım, 2000 yılı ve sonrası, enstitümüz için büyük önem arz etmektedir. 2000 yılında uygulanacak genel nüfus sayımı, yeni tüketici fiyat indekslerinin hazırlanmasına baz teşkil edecek hane halkı dağılım araştırması, 2001 yılında tarımsal yapının köy, il ve işletmeler bazında analizine yönelik uygulanacak genel tarım sayımı, 2003 yılında uygulanacak ana ve alt sektörler itibariyle sektörel yapıyı ortaya koyacak olan genel sanayi işyerleri sayımı, yurt çapında yasal olarak yürütülmesi gereken önemli çalışmalarıdır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; yukarıda saydığımız çok önemli çalışmaların başarıya ulaşabilmesi için, istatistikî bilgileri üreten bir kurum olan Devlet İstatistik Enstitüsünün tarafsız ve güvenilir biçimde çalışabilecek bir yapıya sahip olması gerekir. Önceki yıllarda yaşanan olumsuzlukların yaşanmaması için, siyasî otoritenin asla müdahaleci olmaması gerekmektedir. Teknolojik altyapısını hemen hemen tamamlamış olan bu kurumumuz, 2000 yılında, Avrupa Birliğine girmenin önşartı olan 30 000 sayfalık standartla karşı karşıya kalacaktır. Bunun yanında, 2000 yılında bu çalışmaların başarıyla sürdürülebilmesi için, nitelikli eleman altyapısını süratle tamamlaması gerekmektedir.

Devlet İstatistik Enstitüsünün makro çalışmaları yanında, iller düzeyindeki çeşitli çalışmalarının sağlıklı yapılabilmesi için, bölge müdürlüklerinin teknik ve personel altyapısı tamamlanmalıdır. Bu bağlamda, Devlet İstatistik Enstitüsü, üniversiteler ve konunun uzmanlarıyla işbirliği çerçevesinde, sosyal, ekonomik, kültürel, fen bilimleri ve bilişim, bilgi sistemleri gibi konularda metodolojinin gelişmesine yönelik çalışmalarla birlikte, istatistiğin Türkiye için hedefi ve bunu sağlayan stratejilerin gelişmesine yönelik çalışmaları da yapmak durumundadır. Küreselleşme süreciyle her zamankinden daha çok birbirine yakın hale gelen ülkelerin ve toplumların bulunduğu günümüzde en temel insan haklarından birisi, bireyin, yani vatandaşın bilgiye erişebilme hakkıdır. Adına, demokraside açıklık veya şeffaflık ilkesi dediğimiz bu ilkeye göre, bireyler, devlete veya başka bireylere zarar verebilme olasılığı dışındaki tüm verilere ve bilgilere en kısa, en ucuz, en etkili yolla erişebilmelidir. Bilgi çağına girişle insan haklarının neredeyse en temel koşulu bu olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2000'li yıllara girerken, dünyada bilgi teknolojisinin yarıştığı günümüzde, tüm bu belirtilen hususlar, Devlet İstatistik Enstitüsünün sorunlarına eğilmemiz, çözümleyici desteğimizle mümkün olacaktır. Bu bilinçle, enstitümüzün çalışmalarını yürütebilmesi için yeterli bütçenin sağlanması gerektiği inancıyla, 2000 malî yılı bütçesinin hayırlı olmasını diler; Grubum ve şahsım adına, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Serin.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Ayfer Yılmaz.

Sayın Güven, konuşmacılarınızın süresi ne kadar efendim?

TURHAN GÜVEN (İçel) – Eşit.

Zaten, kendi aralarından hallederler Sayın Başkan.

BAŞKAN – Ben 30 dakikalık süreyi veririm, gerisini kendilerine izah ederim.

Buyurun Sayın Yılmaz.

DYP GRUBU ADINA AYFER YILMAZ (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Devlet Planlama Teşkilatı ve Dış Ticaret Müsteşarlıkları bütçeleri hakkında Doğru Yol Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

21 inci Yüzyıla tüm dünya ülkeleriyle birlikte büyük ümitlerle girmeye hazırlandığımız bugünlerde, Parlamentomuzda, ülkemizin, bölgesinde ve dünyada, yönlendiren bir ülke konumuna gelebilmesi amacıyla, demokratikleşmede, insan haklarında, sosyal ve ekonomik göstergede gelişmiş ülke standartlarını yakalaması amacıyla, düzenlemeleri bir an önce gündeme getirmesini dileyerek sözlerime başlamak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün, özellikle aday ülke konumunda olduğumuz Avrupa Birliğinin ekonomik standartlarını yakalayabilmek için, ekonomimizin içinde bulunduğu koşulları ve nedenleri doğru olarak tespit etmek, hedefe yönelik doğru reçeteleri uygulamaya koymak zorundayız. Bu açıdan bütçe hedefleri ve uygulamaları çok önem arz etmektedir. Hemen belirtmeliyim ki, hepimizin dileği, yeni yüzyılın ilk bütçesinin, enflasyonla mücadelede kalıcı çözümler getirecek, istikrarlı bir büyümeyi sağlayacak, ekonomiye üretim ve yatırım hedeflerini verecek bir bütçe olabilmesiydi; ancak, görüyoruz ki, 2000 yılı bütçesi bu hedeflerden çok uzaktır.

Değerli milletvekilleri, bu oturumda, ekonominin iç ve dış dengeleri açısından son derece önemli iki kuruluşun bütçelerini görüşüyoruz. Bu bütçeleri gündeme almak demek, ekonominin genel dengelerini gözden geçirmek demektir. Ben, bütçelere bu açıdan bakmak ve ülkemizin hangi koşullarda 2000 yılına hazırlandığını ve bu bütçenin bu sorunlara çözüm olup olmadığını ortaya koyarak, nelerin çözüm olacağını da ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, sizleri, kısaca, iki yıl öncesine götürerek, 1998 yılı bütçesinin Meclisimize sunuluşunda Sayın Maliye Bakanımızın bir cümlesine dikkatinizi çekmek istiyorum. "1998 yılı bütçesi, bu orta vadeli programın ilk adımıdır. Hedefimize ulaşabilmek ve ekonomide kalıcı bir iyileşme sağlayabilmek için, önce, bütçe disiplinin sağlanması şarttır. Bu çerçevede, hatırlarsınız, IMF ile onsekiz aylık bir yakından izleme anlaşması yaptık ve süresini bu yılın sonuna kadar da uzattık. Peki, sonuç ne oldu? Enflasyon mu düştü? Kamu açıkları mı azaldı? Yoksa, bütçede bir istikrar mı sağlandı? İşçi, memur, çiftçi mi refah içinde?

Bugün 2000 yılı bütçesini, ne yazık ki, enflasyonun yükseldiği; kamu kesimi açıklarının arttığı; iç ve dışborç stoklarının rekor düzeye ulaştığı; memur, işçi, çiftçi ve emeklinin reel gelir kayıplarına uğradığı; esnafın kepenk kapattığı; içtalep bu nedenle daralırken, dış piyasalardaki gelişmelerin yeterince değerlendirilmemesinden ihracatın da daralmasıyla ekonominin daraldığı; işsizliğin arttığı; devlete borç vererek, faiz gelirleriyle faaliyetlerini sürdürebilen bir kesim ile kapanan KOBİ'ler; fakirleşen geniş halk kitleleri... İşte bu ortamda, biz, 2000 yılı bütçesini konuşuyoruz.

Yine, dediğim gibi, 1998 yılından sonra iki yıl ve 2000 yılı bütçesinde Maliye Bakanımızın sunuş cümlesi: "Hükümet, kamu maliyesini sağlıklı hale dönüştürmeye, bütçe açıklarını küçültmeye, enflasyonu makul bir düzeye indirmeye kararlıdır." Bu sefer, IMF ile üç yıllık bir stand-by anlaşması gündeme geliyor. Anlayış, yine aynı anlayış; gemiyi karaya oturtan kaptanlar, yine aynı ve biz, yine, iki yıl öncesinde olduğu gibi, büyük manşetlerle, faizlerin nasıl düştüğünü, borsanın nasıl patladığını konuşuyoruz. Artık, sizce de, bu manşetlerin gerisinde yer alan fakirleşen halk kesimlerinin, hani şu seçimden seçime hatırladığımız kesimlerin sorunlarını bu kürsüden ifade etmenin zamanı gelmedi mi, çare bulmanın zamanı gelmedi mi?!

O zaman, öncelikle, hep birlikte, gelin, bir özeleştiri yapalım bütün olarak ve bu iki yılda bu noktaya niye geldiğimizi hep birlikte ele alalım.

Öncelikle, üst üste üç yıl -1995, 1996, 1997- yüzde 8 büyüyorsunuz bir ekonomide ve diyorsunuz ki, enflasyonla mücadele edeceğim ve bu nedenle de, enflasyonu durdurmak için içtalebi kısacağım ve Türkiye yüzde 3 büyüyecek; yani, daralmayı programlıyoruz. Her seferinde bunu dış konjonktürlere bağladık; ama, bunu programladığımızı unuttuk biz ve 3,8 olarak da büyüdük; yani, daralma başladı ekonomide. Enflasyon hedefini tutabilmek için ne yaptık; KİT ürünlerinin fiyatlarını dondurduk. Dondurduk demeyelim; çünkü, yıl içindeki fiyat gelişmelerine baktığımız zaman, kamu, 1998 yılında yüzde 35,6 fiyat artışı gösterirken, özel sektör yüzde 60, ortalaması yüzde 54. 1999 yılında ne oldu; Kasım ayı sonu itibariyle baktığımız zaman, işte o geciken zamlar geldi ve kamudaki fiyat artışları yüzde 93, özel sektör yüzde 46, ortalaması yüzde 56; işte geciken ekonomi kendisini bu şekle getirdi. Çünkü, biz, kamu açıklarının azaltılması için iki kez değiştirdiğimiz vergi reformu, altı aya kalmadan değiştirdiğimiz bankacılık reformu, toplumsal barışı bozduğumuz bir sosyal güvenlik yasasının dışında, bu Parlamentoda bir harcama reformu görüştük mü? Devleti yeniden nasıl yapılandırırızı masaya yatırdık mı? Bir özelleştirme programı ortaya koyduk mu? Özelleştirme programının bırakın başarılı bir halde olmasını, bu yüzden Türkiye Cumhuriyetinde bir hükümet, güvensizlik önergesiyle düşürülmedi mi? Bu nedenle, halkın ve yatırımcıların, özelleştirmeye eski güveninin kaldığına inanıyor musunuz hâlâ?

Bu süreç gelişirken KİT açıkları arttı; ama, bunun yanı sıra, kamu bankalarının görev zararı olarak Hazineden alacakları, bugün itibariyle tam 10 katrilyona ulaştı. İşte, hem Hazine hem KİT'ler hem kamu bankaları bu sığ piyasada borçlanmaya başlayınca, reel faizler arttı ve ekonomideki o bizim tasarruflar kamu tarafından alındı. Bir başka deyişle, şöyle diyebiliriz değerli arkadaşlarım: Aktif fonları, pasif fon olarak kamu harcamalarının finansmanına verdik. Bu dönemde uygulanan hiçbir politika, çiftçiyi, memuru, işçiyi, emekliyi, KOBİ'yi ve esnafı hedef almadı; âdeta, bu kesimler yok sayılarak, giderek, devletten umut kesen insanlar yaratıldı. Reel sektör unutularak, sadece para politikalarıyla, ekonomimizdeki sorunlara çözüm getiremeyeceğimizi hâlâ anlayamadık.

Ülkemiz gerçeklerinden hareketle, enflasyonun kontrol altına alınmasının, istikrarlı bir büyüme politikasıyla uyumlu, iç ve dış talebe dayalı arzı geliştirici önlemlerle geliştirilebileceğine ilişkin tespitlerimizi ve ortaya koyduğumuz çözümleri ise değerlendirmeye dahi almadınız.

Değerli milletvekilleri, hükümet yetkililerinin ekonomideki daralmayı dış konjonktüre bağlaması nedeniyle de bu konudaki görüşlerimi kısaca ifade etmek istiyorum. Evet, 1997 yılında Asya'da bir kriz oldu ve bu kriz sonrasında, bu bölgedeki ekonomik faaliyetler son derece azaldı. Bunu takiben, Rusya krizi, finans kesimindeki yatırımcıları yükselen piyasa ekonomilerine yatırım yapmaktan uzaklaştırdı. Japonya'da durgunluk devam ediyordu. Yine, 1998 yılında petrol fiyatlarının düşmesi, petrol üreticisi ülkelerin ithalatlarını da azalttı. Bunların hepsi bir veri de, bizim ihracatımızı yaptığımız Avrupa Birliği ve Amerika'daki büyüme oranlarının sabit kaldığı ve bunların ithalatının arttığını da gözden kaçırdık. Böylesi bir ortamda, doğaldır ki, ülkemize gelmesini beklediğimiz fonlar gelmeyecektir. Rusya'yla olan bavul ticareti, tedbirlerini koymadığımız için, bir yara alacaktır; ama, şu toptan ve tüketici eşya fiyatları arasındaki makas artarken uyguladığımız kur doğru muydu? Eximbank kredilerinin çalışmaması nedeniyle yüksek fon maliyetleriyle kalan ihracatçılarımızın, böylesi bir ortamda nasıl rekabet etmesini bekleyebilirdik? 1999 yılında dünya ekonomilerinde büyük bir gelişme yaşandı, bütün göstergeler olumluya geldi; ama, bizim ihracatımız yüzde 6 küçüldü, ithalatımız yüzde 18. Buradaki ihracatın ithalatı karşılama oranına, lütfen, son derece olumlu gelişme diye bakmayalım; çünkü, bir ülkenin yatırımdan ve üretimden vazgeçmesinin olumlu bir yanı olduğu kanaatinde değilim.

Aslında, biz, ekonomimizde, 1980'lerden itibaren ihracata dayalı kalkınma stratejisiyle dünya ülkeleriyle bütünleşmeyi hedefledik. Bu hedefin arkasındaki neydi; ihracatın üretime bağlı olması, üretimin de yatırıma ve kapasite artışına bağlı olmasıydı. Küreselleşmenin getirdiği rekabet ortamında enflasyonla yapılacak mücadelede, özellikle KOBİ'lerin desteklenerek ihracat artışının sağlanmasıyla yakalanacak istikrarlı büyüme ortamı, ülkenin üretim ve sosyal yapısında önemli değişiklikler yaratarak istihdam artışı sağlanmasına ve bunun sonucu, gelir dağılımının daha adil bir yapıya ulaştırılmasına ve genel refah seviyesinin yükselmesine neden olacaktı. Şimdi, Sayın Bakana sormak istiyorum, biz, bu politikadan niye vazgeçtik ve verimsiz, küçülen, hareket sahası dar bir ekonomi yarattık?

Değerli milletvekilleri, 2000 yılının bütçesi, IMF'yle yapılan üç yıllık bir stand-by anlaşmasının ilk, yıllık uygulaması olarak ortaya çıkacaktır. Bugün olarak elimizde Merkez Bankamızca açıklanmış bir para politikası, daha doğrusu, kurların ilanına ilişkin bir program bulunmaktadır; ama, hepimiz biliyoruz ki, buna bağlı olarak bir aylık bütçe, Hazinenin nakit akışı, dışarıdan gelecek kaynaklar ve özelleştirme gelirleri, aylık olarak buna paralel konulmazsa, tek başına bu program yine yetersiz kalacaktır.

O zaman, hep birlikte bakalım 2000 yılı bütçesinin hedefleri gerçekletirilebilir mi? Büyüme açısından bakalım: Şu anda, ilk dokuz ay sonucunda yüzde 6,1 küçüldük, yani daraldık. Bunun üzerine, yüzde 5'ler, daralmada, olumlu bir gelişme sayılırken, bizim hareket noktamız planımızda yüzde 2'lik bir daralma; bunun üzerine yüzde 5,5 büyümeyi koyuyoruz; aradaki farklılığa dikkatinizi çekerim.

Şimdi, o zaman tarım kesimine bakalım: Bu yılın ilk dokuz ayında 5,1 daralan bir sektör, yüzde 100'lere varan girdi artışları, bir önceki dönemden hâlâ tahsil edilemeyen alacaklar; satsa da ederi bulmayan ürün ve bu nedenle kredi borcunu ödeyemediği için tarlasına, traktörüne haciz gelen çiftçi, bunlar, şimdi üretime gidecekler, üretim yapıp pazara geldikleri zaman alacakları fiyat yüzde 25 fazla olacak. Şimdi, bu durumdaki çiftçinin, bu tarladan kaldıracağı ürünle nasıl geçineceğini düşünmemiz gereken bir soruyu sormamız gerekirken, biz, büyümelere katkıda bulunacağını söylüyoruz.

Tüketici fiyatlarını "yıl sonu yüzde 25" diyoruz; ama, yıl ortalaması yüzde 44. İşçiye, memura vereceğimiz yüzde 25; Burada yaratılacak hangi talep bizim sanayimizin ek bir kapasiteyle üretime dönmesine neden olacaktır? Ayrıca, ihracata da baktığımız zaman, yüzde 20'lik kurlar var. Eğer, Eximbank'ı ve diğer KOBİ desteklerini vaktinde getirmezsek, bu ihracat performansı nasıl yakalanacak ve nasıl büyümeye katkıda bulunacağız?

İkinci bir konu; enflasyonun kaynağı kamu açıklarıdır dedik. O halde, kamu açıklarına da bakalım; çünkü, bir onsekiz aydır, işte, yakından izleme anlaşmasında da hedefler vardı; ama, biz, 1997'de bıraktığımız yüzde 7,6'lık kamu borçlanma gereğini, şu anda yüzde 14,3 olarak ortada gördük. Programımız nedir; yüzde 12'ler seviyesine indirilmesi. Bakın, buradaki boşluğu söyleyeyim: Burada, kamu bankalarının 10 katrilyona ulaşan açıkları yok. Açığın üzerine bunu da ilave edin. Bütçe açığına bakıyoruz, 1997'de, gayri safî millî hâsılanın yüzde 7,6'sından 1999'da geldiği nokta yüzde 11,8. Buradaki boşluğu da söyleyeyim, şu ana bakarsanız, kasım ayı bütçe gerçekleşmelerine, faiz ödeneklerinin, sosyal güvenlik kuruluşlarına olan transfer ödeneklerinin bittiğini göreceksiniz. İşte, burada, dikkati çekilmesi gereken nokta bu. Bütçe açığı belki 9,8 katrilyon görünecek ama, lütfen, onun nakit açığına bakın, o 11 katrilyonlar civarında olacak.

Değerli milletvekilleri, 2000 yılı bütçesinin gerçekleşmesi vergi gelirlerinin toplanmasıyla çok yakından ilgilidir. İkinci önemli kalem ise, yüzde 300'lere varan artışlarda en büyük kesimini özelleştirme gelirlerinin aldığı vergidışı gelirlerdir. Buradaki gelirlerden herhangi bir sapma, Hazinenin yıl içindeki borçlanma programını etkileyerek, faiz ödemelerini artıracaktır. O nedenle, şu anda vergi gelirlerinin yüzde 91'ini ayırdığımız bu faiz harcamalarında bu bütçenin ne kadar hassas bir dengede olduğunu ortaya koymak istiyorum. Çünkü, sadece vergi reformuyla, özellikle durgunluk içinde olan bir ekonomide yeni vergi ihdaslarıyla, vergi oranlarını artırarak kamu borçlanma gereğini aşağı çekmek mümkün değildir. Burada, harcama reformu çok önemlidir. Bunu niye söylüyorum; çünkü, Devlet İstatistik Enstitümüz, yeni, millî gelire ilişkin dokuz aylık harcama türlerini açıkladı. Orası çok vahim arkadaşlar. Burada, yatırım harcamaları yüzde 13,9, mal hizmet ihracatı yüzde 11,1, ithalat 7,3 küçülürken, devletin nihaî harcamalarının yüzde 6 büyüdüğünü görüyoruz.

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, sürenin yarısına geldiniz, durumu ben açıklayayım.

Siz, devam edin efendim.

AYFER YILMAZ (Devamla) – Teşekkürler.

Bu büyüme, deprem nedeniyle diyebiliriz; ama, yılın ilk üç ayında yüzde 10 olarak gerçekleşiyor; deprem, ikinci üç aylık dönemde.

Bu nedenle, bugün, ortaya konulan programın hassas çizgilerini bir kez daha size ifade etmek istiyorum. Nasıl bir program yapıyoruz? Bütçede faiz dışı fazla artacak; böylece, Hazinenin, faiz üzerindeki, fonlar üzerindeki baskısını azaltacak, faiz baskısı düşecek. Dövizin fiyatı belli olduğu için, döviz yerine TL'nin talebi artacak. İşte, bu dönemde borsaya sıcak para gelecek. Mevduat munzam karşılıkları 8'den 6'ya düşürüldüğü için likidite bollaşacak ve faizler gerileyecek. Çok iyi de, diğer yapısal programlar gelmezse, o reel faizlerin düştüğü noktada, o dışarıdan gelen sıcak para bir süre sonra burayı terk ettiği zaman, durum, yine başa dönmüş olmayacak mı? İşte, bu bütçede, biraz önce söylediğim reformları hep birlikte yapmamızda gerek var.

Bir başka noktası da şu: Vergi gelirleri tahsilatı gerçekleşmeyecek olursa, Hazine, borçlanmasını, bu fonlardan daha fazla yaparsa, kamu bankalarının fon açıkları 10 katrilyon lira, herhangi bir çözüm görünmüyor, bunlar fon baskısına bu piyasada devam ederse, o zaman, üretime ve yatırıma ayrılmasını düşündüğünüz kaynaklar yine aktarılmayacak, yani, yine faizler düşmeyecektir.

Bir de, biliyorsunuz, malî bünyeleri zayıf olan bankalarımız var. Bunlar, yüzde 100 devlet güvencesinden, mevduattaki devlet güvencesinden yararlanarak, yüksek faizle borçlanmaya, mevduat toplamaya devam edeceklerdir. Bu konudaki çözüm önerilerinizi de henüz görmüş değiliz.

Bu tablo içinde, KOBİ'lerimizi üretime yönlendiremezsek, ihracatcımıza rekabet etmeleri için gerekli desteği sağlamazsak ve bu reel sektörde sağlanacak iyileşmeyle, biz, sorunlarımıza çözüm bulmazsak, işsizlik kapımızdadır, daha büyük durgunluk kapımızdadır.

Değerli milletvekilleri, bu değerlendirmeleri salt bir muhalefet milletvekili anlayışıyla yapmıyorum; çünkü, önümüzde zor bir dönemeç var ve fedakârlık istediğimiz halkımıza ve bugüne kadar fakirleşmekten başka bir çözüm görmeyen, bir sonuç alamayan geniş halk kesimlerine karşı olan sorumluluğumuz ve hep birlikte, yeniden, ülkemizde toplumsal barışı sağlamak için ortaya koymamız gereken devletin yeniden yapılandırılması; yönetim şeklindeki düzeltmelerin yapılması, mahallî idareler, sosyal güvenlik, sağlık, eğitim reformlarını bir an önce burada gündeme getirmemiz gerekliliğiyle, bir pozitif siyasetçi anlayışıyla ortaya koymaya çalıştım.

Bütçelerin hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yılmaz.

İkinci konuşmacı, Bitlis Milletvekili Sayın Yahya Çevik.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Çevik, 11 dakika 42 saniye süreniz var.

DYP GRUBU ADINA YAHYA ÇEVİK (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ile Devlet İstatistik Enstitüsü bütçeleri üzerinde, DYP Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinize saygılar sunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk toplumunun sosyal yapısı özel mülkiyet esası üzerine kurulmuştur. Halkımızın taşınmaz mala ilgisi ve sahiplenme duygusu çok güçlüdür. Mal canın yongasıdır özdeyişi bu duygunun en güzel ifadesidir. Yoğun ilgi vatandaşın birbirleriyle anlaşmazlıklara düşmelerine neden olmaktadır. Bazen, anlaşmazlıkların boyutları çok büyümekte ve kan davalarına dönüşen toplumsal huzursuzlukların temelini oluşturmaktadır.

Son yıllarda, toprağın ekonomik olarak değerinin artması, anlaşmazlıkların çözümünü güçleştirmektedir. Bu nedenle, taşınmazlarda gerçek hak sahiplerinin belirlenmesi, bu hakların kapsamını gösteren mülkiyet haritalarının yapılması ve devlet güvencesinde sicile bağlanması toplum düzeni açısından büyük önem taşımaktadır.

Ülkemizde, bu amaçla kadastro yapılmaktadır. Kadastro çalışmaları sonucunda elde edilen bilgiler, toprağa yönelik her türlü projenin tasarımı ve gerçekleştirilmesinde esas alınmaktadır.

Diğer taraftan, adil bir vergilendirme ve kentsel rantların kamuya kazandırılmasında da tapu ve kadastro bilgilerine ihtiyaç vardır. Ülkemizde elli yılı aşkın bir süredir kadastro yapılmasına rağmen, tesis kadastronun henüz tamamlanmadığı gözlenmektedir. Diğer taraftan, geçmiş yıllarda yapılan kadastronun, günümüz ihtiyaçlarına cevap vermediği de bilinmektedir.

Ülkemizde kadastronun tamamlanması ve gerekli görülen yerlerde de yenilenmesi için her türlü tedbir alınmalı ve gerekli finans sağlanmalıdır; kısaca, kaz gelecek yerden tavuk esirgenmemelidir. Şu anda baktığımızda, Tapu ve Kadastro, genel bütçeden aldığı payın 6-7 katı gelir getiren bir kurumdur.

Çok zor şartlarla arazide görev yapan kadastro teknisyenlerine ve köylerde bilirkişilere, yeterli arazi tazminatı ve yaptığı işle orantılı bir ücret verilmezse, tabiî ki, kadastro üretimi yapmak çok zorlaşır; herkes, sosyal yönden daha güçlü, iş hacmi az olan bölgelere gitmek için uğraşır. Bu uğraş da, en çok kurumu ve sayın bakanları rahatsız eder. Kadastronun ilk yapıldığı yıllarda, çalışan elemanlar, neredeyse, maaşlarından çok kadastro tazminatı aldıklarını anlatırlardı. Tabiî ki, en çok üretim de o yıllarda yapıldı.

Tapu sicilde çalışan elemanların da durumu aynı; kamu kesiminde en düşük ücret alan kurumlar arasında sayılıyorlar. Bu sistem daha adaletli hale getirilmelidir. Siyasî mülahazalardan uzak tutulması gereken bir kurum olan Tapu ve Kadastro, gereken destek ve ilgi gösterilirse, çok daha nitelikli hizmet verebilecek bir kurumdur.

Tapu kadastro bir uzmanlık mesleğidir. Bugün başlayan birisi, usta-çırak ilişkisiyle, on yıl, onbeş yıl sonra mesleğe intibak edebilir.

Bu mütevazı şartlarda dahi, bu kurumun, kendinden bekleneni verebildiğine inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Devlet İstatistik Enstitüsü 1926 yılında kurulmuş, yetmişüç yıldan beri ülkemize hizmet vermekte olan önemli bir müessesemizdir. Kamuoyuna sağlıklı bilgiler vermek, gerçekçi tespitler yapmak, önemli veriler sunmak, DİE’nin başta gelen görevleridir. Ancak, son yıllarda enstitünün sağlıklı enflasyon tespiti yaptığını göremiyoruz. İsteğe göre tespit olmamalı.

DİE tarafından baz alınan fiyatlar yanıltıcı olmuştur. Bu yanıltıcı bilgiler memur maaşlarında, tarımsal taban fiyatlarında kendini açıkça göstermiştir; enflasyon hesaplama yöntemlerinde yanılgıları ve gerçekleri yansıtmadığı herkesçe bilinmektedir. Biz, hükümetlere göre enflasyon hesaplamaları değil, gerçek enflasyon rakamlarının açıklanmasını istiyoruz. Çağdaş, gelişmiş Batı ülkelerinde uygulanan yöntemde de budur.

Enflasyonda baz alınacak değerlerden birisi, mazot ve benzindeki artıştır; ama, bu uygulamayı maalesef göremiyoruz. Domates, soğan, patates baz alındığında, bunların fiyatları iki, üç yıldır aynı seviyede seyrediyor. DİE’den gerçekçi değerlerin sunulması yönünde politikalar geliştirilmesini bekliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2000 yılı enflasyonu, hükümetçe yüzde 25 olarak belirlendi. Bu tespit, baştan yanlıştır ve hayal mahsulüdür. En büyük dileğimiz, inanması zor da olsa, ülkemizde yaşanan ve dar gelirliği hayatından bezdiren enflasyon canavarının hızını kaybetmesidir. Ayrıca, 2000 yılında nüfus sayımı yapılacak olması nedeniyle, ilgili kuruluşumuz olan DİE’nin, ciddî hazırlıklar yapması, insanlarımızı evlerine hapsederek, geri kalmış ülkelerde bile görülmeyen bir şekilde sayıma zorlamamalıdır. Türkiye’nin, artık, doğan insanını, ölen vatandaşını devamlı izler hale gelmesi tespit etmesi gerekmektedir. Enformasyon çağını yaşadığımız bir ortamda, Türkiye’de kaç kişinin yaşadığını, nasıl yaşadığını, böyle büyük sayımlara gerek kalmadan, daima takip edecek altyapı ağını oluşturması gerekmektedir.

Türkiye, kimin nerede oturduğunu bilemez durumdadır. Daha, şehirlerin numaralanmasının yapılmadığı bir ortamda, bununla ilgili olarak, Sayın Bakanın bir ödenek talebi varsa, biz bunu destekleriz.

Sayın milletvekilleri, siyasî nedenlerle, bazı ilçelerin ve beldelerin nüfus sayımında büyük şişirmeler olduğu gibi, bazı köy, belde ve ilçelerin genel sayımında büyük eksiklikler olduğu görülmektedir. Ülkenin gerçek nüfusunu öğrenmek, bilmek istiyoruz; Devlet İstatistik Enstitüsünün ise, bilgilerini sağlıklı tespit etmesini özellikle beklemekteyiz. DİE'nin, TÜFE ve TEFE (Tüketici Fiyat Endeksi ve Toptan Eşya Fiyat Endeksi) hesaplama yöntemlerinde neleri baz olarak aldığını ilgili birimlere gerçek rakamlarla ulaştırmasını beklemekteyiz. Devletin açıkladığı rakamlarla, vatandaşımızın, sokakta ve çarşıda yaşadığı enflasyon rakamları arasında büyük sapmalar var. Bu durum, herhalde, Avrupa'da sadece bizim ülkemizde mevcut bulunuyor.

DİE'nin 2000 yılı bütçesinin, ülkemize yararlar getirmesini diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Çevik.

Fazilet Partisi Grubu adına, Sivas Milletvekili Temel Karamollaoğlu; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreyi eşit mi paylaşacaksınız efendim?

FP GRUBU ADINA TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sivas) – İlk 15 dakikayı ben kullanacağım. Yalnız, Sayın Başkan, oradan yürümeye başlayınca dakikaları çalıştırmaya başlıyorsunuz; dikkatimi çekti.

BAŞKAN – Sayın Grup Başkanvekili, süreyi eşit mi paylaşacak arkadaşlarımız?

BÜLENT ARINÇ (İzmir) – Evet efendim.

BAŞKAN – Tamam.

Buyurun.

FP GRUBU ADINA TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Devlet Planlama Teşkilatı ve Dış Ticaret Müsteşarlığı bütçeleri üzerinde Fazilet Partisinin görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunmaktayım; öncelikle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Kuruluşundan bugüne kadar, Anayasanın öngördüğü beş yıllık kalkınma planları Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuş, devlet kurumlarının yapacağı yatırımlar, Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan yıllık programlarla düzenlenmiştir.

Son kırk yılda, hükümetlerin almış olduğu kararlar ve uygulayacağı politikaların üretilmesinde, DPT, çok ehemmiyetli hizmetler görmüş ve hükümetlere, politika belirlemesinde yardımcı olmuştur; ancak, değişen dünya şartları ve ülkemizde meydana gelen son gelişmeler, bu kurumun yeniden yapılandırılmasını zorunlu hale getirmiştir.

Bilindiği gibi, Devlet Planlama Teşkilatı, 1961 yılında, o günkü kalkınma, ekonomi yönetimi ve devlet idaresi anlayışı içerisinde önemli bir teşkilat olarak kurulmuştur. DPT tarafından hazırlanan kalkınma plan ve programları çerçevesinde, ülkemizin iktisadî ve sosyal hayatı şekillendirilmeye çalışılmış, resmî yatırımlar tamamen bu kurumun onayıyla yapılmıştır. Devlet Planlama Teşkilatı, bu çalışmalar ve bünyesinde barındırdığı yetişkin, uzman ve gayretli personeliyle her zaman takdir toplamıştır.

Ne var ki, 1980'lerden itibaren Türkiye'nin uyguladığı yeni ekonomik modelin özel sektöre ağırlık vermesi neticesinde, kamu yatırımları azalmış, neticede bu gelişmeler, Devlet Planlama Teşkilatı tarafından tahsil edilen kaynakların azalmasına ve DPT'nin atıl kalmasına sebep olmuştur. Şu sıralarda, Devlet Planlama Teşkilatı, 21 inci Yüzyılın ilk çeyreğine yön vermesi beklenen sekizinci beş yıllık kalkınma planını hazırlamaktadır. Bu hazırlık çalışmalarına geç başlanıldığı için, özel ihtisas komisyonları çalışmalarına geniş katılımın sağlanamadığı gözlenmektedir. Bu durum, yapılan çalışmaların kalitesinin düşmesine ve dolayısıyla, kurumun itibarının zedelenmesine sebep olacak mahiyettedir.

Son birkaç hükümet döneminde teşkilatta yapılan atamalarda, liyakat ve uzmanlıktan ziyade, siyasî yakınlığın önplana çıkarıldığı iddia edilmektedir. Bu ise, Teşkilat verimliliğini ve yapılan çalışmaların kalitesini menfi yönde etkileyecektir. Böylece, ülke kalkınmasında bir zamanlar en ciddî rolü oynayan ve en gözde kurum olarak ortaya çıkan DPT, bugünkü şartlarda, amacını yitirmiş, fonksiyonunu kaybetmiş ve moral çöküntüsü içine girmiş bir kurum hüviyetine bürünmüştür; ancak, yine de, ülkemizin yetiştirdiği güçlü bir uzman kadrosuna sahip olan bu güzide kurum, son Müsteşar Sayın Orhan Güvenen'in, bir bürokratın feryadı olarak basına yansıyan açıklamalarından da anlaşıldığı gibi, kendi içine düşmüş olduğu handikapın farkındadır. Sayın Müsteşar, kendi döneminde, bir yeniden yapılanma çalışması başlatmıştır. Kamuoyuna kısmen yansıyan bu çalışmanın, söz konusu bürokratın sonuna sebep olduğunu biliyoruz; fakat, yapılan çalışmaların akıbetinin ne olduğunu ise henüz bilmiyoruz. Hükümet, bu konuda da, maalesef, kamuoyunu tatmin edici bir açıklama yapmamıştır bugüne kadar.

Sayın milletvekilleri, devlet kurumları kamu hizmeti üretirler; diğer birçok kurumlar gibi, bunlar da canlı kurumlardır ve canlı olmak zorundadırlar. Değişen şartlara göre, bu kurumlar, ya kendilerini yenileyebilmeli veya hükümetler tarafından yeni fonksiyonlar için görevlendirilmeli ve görevleriyle mütenasip yeni bir teşkilat yapısına kavuşturulmalıdır.

Fazilet Partisi olarak, eleştirdiğimiz her konu hakkındaki görüşlerimizi ve tenkitlerimizi takdim ederken, çözüm önerilerimizi sunmayı da bir vazife bildiğimiz için, bu konuda birkaç hususa dikkatinizi çekmek istiyorum.

Gerçekten, değişen ekonomik anlayış ve kurumsal yapı çerçevesinde, geçmişte benim de içinde çalıştığım Devlet Planlama Teşkilatı, bu yapısıyla devam edemez ve etmemelidir. Ülkemizde, üst seviyede yetişmiş uzman kadrolarına sahip böyle güçlü bir kurumdan çok daha aktif olarak istifade edebilmek için, onu, mevcut ihtiyaçlar çerçevesinde yeniden yapılandırmak gerekir. Bu yeniden yapılandırma, üç temel eksen üzerinde gerçekleştirilmelidir. Öncelikle, Teşkilatın kuruluş kanununda belirtilen hedefler, yetki ve sorumluluklar tekrar belirlenmelidir.

nümüzde, Türkiye, serbest piyasa ekonomisini bütünüyle benimseme istikametinde yol almaktadır. Yatırımlar, hemen, tümüyle, özel sektör tarafından gerçekleştirilmekte ve devlet, giderek, iktisadî hayatın dışına çekilmektedir; yani, devlet, küçülme ihtiyacını duymaktadır. Her ne kadar, bugünkü hükümet, bu politikayı benimsemiş gözükse de, bu konuda hiçbir ciddî adım atmamıştır; fakat, önünde sonunda, bu husus, mutlaka gerçekleştirilecektir.

Avrupa Birliğine adaylığımızın söz konusu olduğu şu sıralarda, ekonomik ve sosyal hizmetler, merkezî bir planlamayla değil, serbest piyasanın rekabet koşulları içerisinde gerçekleştirilmektedir. Bu açıdan, mevcut yapısıyla, DPT gibi bir kuruma ihtiyaç, giderek ortadan kalkacaktır; ancak, içinde bulunduğumuz globalleşme sürecinde, ülkemizde, bölgemizde ve dünyada meydana gelen gelişmeleri takip edip, Türkiye'nin menfaatlarını koruyacak ve bunun için stratejik çalışmalar yapacak bir kuruma ihtiyaç vardır. Böyle bir kurum, hükümetlere danışmanlık hizmeti vermeli, ayırım yapmaksızın, alternatif stratejiler önerebilmelidir; geniş katılımlı çalışmalarla, hükümetlere, Türkiye'nin orta ve uzun vadeli stratejik hedefleri hakkında alternatif öneriler sunabilmelidir; akabinde, bu hedefler doğrultusunda, her yıl, ülkenin gidişatı hakkında değerlendirmeler yapmalı ve tavsiyelerde bulunmalıdır. Buradaki uzman personelin, yapılan çalışmalar hakkında özgür yorum yapabilme serbestisi de mutlaka bulunmalıdır.

İkinci husus, teşkilatın ismi dahil olmak üzere, mezkûr düzenlemeler çerçevesinde, idarî yapısı değiştirilmelidir. Hatta, böyle bir kurum, gelişen şartlara göre, kısmen de olsa, kendi bünyesini değiştirip yenileyebilme özgürlüğüne de sahip olmalıdır.

Bir bakıma, Batı'da yaygın olarak faaliyet gösteren "think tank" gruplarına benzer bir yapıya kavuşturulmalıdır. Bugünkü özel ihtisas kurumları gibi, çeşitli konularda, kurum bünyesi dışındaki insanların da katılımıyla, fikir üretebilecek çalışmalara ağırlık verilmelidir.

Sonuncu eksen olarak, böyle bir kurum, toplam kalite yönetimi anlayışı içerisinde, şu anda çok ihtiyaç duyduğumuz, devletin yeniden yapılandırılması çalışmalarında aslî danışman kuruluş olarak vazife görmelidir.

Sayın milletvekilleri, Dış Ticaret Müsteşarlığına gelince:

1984 yılında, Maliye Bakanlığı ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bünyesindeki bazı birimlerin bir araya getirilmesiyle Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı kurulmuştur. 1991 yılında, bu kuruluşa, Devlet Planlama Teşkilatından, Teşvik ve Uygulama, Yabancı Sermaye ve Serbest Bölgeler Genel Müdürlükleri bağlanmış ve 1995 yılında da Hazine Müsteşarlığı ve Dış Ticaret Müsteşarlığı olmak üzere iki ayrı kurum oluşturulmuştur.

Dış Ticaret Müsteşarlığı, ithalat, ihracat, Avrupa Birliği, anlaşmalar, dış ticarette standardizasyon ve serbest bölgelerle ilgilenmektedir.

Bu bölünmede, yatırımların ve döviz kazandırıcı faaliyetlerin teşvikiyle görevli Teşvik ve Uygulama ve Yabancı Sermaye Genel Müdürlükleri Hazine Müsteşarlığı içerisinde yer alırkan, bu faaliyetleri tamamlayan, ihracatı teşvik ve serbest bölge uygulamaları Dış Ticaret Müsteşarlığı bünyesinde bırakılmıştır. Bu durum, hizmetlerin bütünlüğü ve çalışmaların koordinasyonu açısından aksamalara ve kopukluklara yol açmaktadır. Görüldüğü gibi, yeniden yapılandırma gereği burada da ortaya çıkmaktadır.

Devletin kurumları, özellikle de burada bahsettiğim kurumları, farklı uygulamalar yapabilmekte; bu husus, hem kaynak israfına hem de keyfiliğe ve maalesef, şaibelere yol açmaktadır. Bu durumun süratle çözüme kavuşturulması gerekmektedir.

Değerli arkadaşlar, mevcut ekonomik göstergelere göz attığımızda, 100 milyar dolar civarında dış borcumuzun, 50 milyar dolara yakın iç borcumuzun, 30 milyar dolar civarında da döviz stoğumuzun olduğu görülmektedir. Ekonomimiz günbegün daha da dışa bağımlı hale geliyor maalesef. Özkaynaklarımız ve hammaddelerimiz atıl olarak dururken, âdeta, uluslararası dev şirketlerin birer vagonu olacak şekilde bir ekonomik genişleme yaşıyoruz. Bu yapılanma içerisinde, üzerinde durulacak ve eleştirilecek birçok konu olmakla beraber, özellikle ve öncelikle bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum; ki, o da döviz getirici faaliyetleri doğrudan etkileyen para ve kur politikalarıdır.

Bilindiği gibi, 9 Aralık tarihinde, Merkez Bankası, hükümetin bütçe hedefleri doğrultusunda ve onları tamamlar şekilde yeni bir para ve kur politikası açıklamıştır. Açıklanan politikanın ne getirip ne götüreceği hem Merkez Bankası yetkilileri tarafından hem de çeşitli ekonomistler tarafından değişik zaman ve zeminlerde tartışılmış ve hâlâ da tartışılmaktadır.

Bu politika neticesinde, ihracatın menfi yönde etkileneceği de açıktır. Mevcut ekonomik şartlar içerisinde ihracatın artması veya azalması, ülke ekonomisini çok yönlü bir şekilde etkileyecektir. Kısaca söylemek gerekirse, dış ödemeler dengesi, millî gelir, vergi gelirleri, üretim, istihdam, iç fiyatlar vesaire hep ihracatın olumlu veya olumsuz etkisi altındadır.

İhracatı menfi olarak etkileyecek bu politika neticesinde, ülkemize döviz girişi azalacaktır. Merkez Bankasında var olan ve şimdilik yeterli gibi gözüken döviz rezervleri, eğer ihracat yeterince teşvik edilmez ise, hızla eriyecek ve kısa zamanda Türkiye yeniden döviz darboğazına girecektir.

Yine bu politikayla, Türk Lirasının sunî olarak değer kazanır gözükmesi sonucu, tüketim malları ithalatı özendirilmiş olacaktır. Bunun neticesinde, yerli mallarına olan talep azalacak ve akabinde, KOBİ'ler başta olmak üzere, birçok işyeri kepenk kapatmak zorunda kalacaktır. Bu da kronik hale gelmiş olan işsizliğin daha da artmasıdır.

Önümüzdeki yıllarda Avrupa'da ortalama yüzde 3, Rusya Federasyonunda ise yüzde 2 veya 3 oranında büyüme beklenirken, ortaya konulan bu politikayla ihracata vurulan darbe neticesinde, bu büyümeden Türk ihracatçıları pay alamayacaklardır. Bu çerçevede belki de en önemli husus, ortaya konulan bu politikanın başarısızlığı sonucunda ortaya çıkacak tablodur. Diyelim ki bu politika yürümedi; o zaman, hükümet, yüksek oranda bir devalüasyon yapmak zorunda kalacak, piyasa altüst olacak, birçok iflas yaşanacak; ama, yine, birtakım çıkar çevreleri, bu dönüşten yüksek haksız kazançlar sağlayacaktır; tıpkı bu kararın alınmasından önce, Hazinenin, yüzde 105 faiz ile yaklaşık 6 katrilyon lira borçlanması gibi. Neticede, ne yaparsanız rantiyenin yararına yapıyorsunuz, halkın menfaatına yapılan bir şey yok.

Yine, bu çerçevede, son yıllarda alınan isabetsiz kararlar neticesinde bavul ticareti tamamen durmuştur. Halbuki, bu ticaretten ülkemize çok yüksek miktarda döviz girişi olmaktaydı. Şimdi, bu alanlarda iyileştirme yapılması beklenirken, süreci tam tersine çevirecek basiretsiz politikalarla karşı karşıyayız.

Aynı şekilde, sınır ticaretinde de alınan isabetsiz kararlar sebebiyle, binlerce araç atıl beklemekte ve insanlar perişan edilmektedir. Hükümet, aldığı kararlarla, âdeta, sınır ticaret ağaları üretmektedir. Habur kapısından yapılan petrol ithalatının bir kişinin tekelinde olduğu iddia edilmektedir.

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, canlı hayvan ve et ithalatıyla üreticilerimiz mağdur edilmekte, tüketici durumundaki insanımıza ise hiçbir manfaat sağlanmamaktadır. Halbuki, hükümetin bunun tam tersini yapıp, hayvancılığı desteklemesi gerekirdi.

Sayın milletvekilleri, ekonomilerin motoru girişimcilik ruhudur. Büyük olsun, küçük olsun, bütün işletmeler, girişimcilik ruhunun birer tezahürüdür. Devlet, serbest piyasa ekonomisinin hangi rengine meylederse etsin, ferdî veya kolektif olarak, girişimciliğin enerjisini açığa çıkarmakla görevlidir. Devlet teşviki bunun için vardır ve var olmalıdır.

Bu çerçevede, devlet desteğiyle ilgili kurumlar tek çatı altında toplanmalı, “yatırım, üretim, ihracat, teşvik” omurgası sağlıklı bir şekilde yerleştirilmelidir.

Teşviklerde ayırımcılık yapılmamalıdır; ama, maalesef, biliyoruz ki, teşviklerde, özellikle, Anadolu sermayesi ve çokortaklı şirketlere karşı, son birkaç yıldır hasmane bir tutum sergilenmektedir. Hükümetin, bunları daha çok desteklemesi gerekirken, âdeta, adı konulmamış bir yıldırma ve baskı politikası izleyerek, bu müteşebbislere engel olunmak istenmektedir. Sermayenin yeşilini tarif etmeye çalışan hükümet, karaparanın ve çetelerin üzerine gitmemekte, haksız kazançlara göz yummaktadır. Burada cezalandırılan kimdir; cezalandırılan, ticarî ve döviz getiren faaliyetler; yani, millî ekonomi, yani, 65 milyonluk halktır ki, bunun faturasını, neticede hükümetin kendisi ödeyecektir.

BAŞKAN – Sayın Karamollaoğlu, sürenin yarısını aştınız.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) – Tamamlıyorum.

Hükümetin, bu hasmane davranışlara bir an önce son vermesi herkesin menfaatına olacaktır.

Bu bağlamda son olarak, serbest bölgelere dikkatinizi çekmek istiyorum. Yine, dışticaretin temel konularından biri olan serbest bölgelerin düzenli olarak çalışmasının ne kadar önemli olduğu gayet açıktır. Son iki üç yıldır bu konuda yapılan yatırım ve gelişmeler, âdeta, durmuş gibi gözükmektedir.

Değerli arkadaşlar, görüldüğü gibi, tüm bu çerçevede, netice itibariyle yapılacak işler çoktur. Hükümetin ise, halkın ihtiyaç ve tercihlerini ikinci plana iten tavır ve davranışları ülkeyi büyük bir krizin içine sokmuştur. Hükümetin, ne ciddî bir ekonomik politikası ve ne de iş yapacak mecali kalmıştır. Malî kanunlar yaz-boz tahtasına dönmüştür. Muhalefetin yapıcı yaklaşımı dışlanmaktadır. Bunun neticesi olarak, bugün çıkarılan bir kanun, iki ay sonra değiştirilmek mecburiyetiyle Meclis gündemine yeniden getirilmektedir. Hükümet, şaşkınlık içerisinde sele kapılan sal gibi, Türkiyemizde ve dünyada gelişen olaylar karşısında âdeta konu mankenliği yapmaktadır.

Bütün bunlara rağmen, sözlerime son verirken, bu bütçenin memleketimize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karamollaoğlu.

İkinci söz, Tokat Milletvekili Sayın Bekir Sobacı'nın.

Buyurun Sayın Sobacı. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ve Devlet İstatistik Enstitüsünün 2000 yılı bütçesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına görüşlerimizi arz etmek üzere huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, ulusal taşınmazlarımızın "kimin ve nasıl, nerede ve ne kadar" sorularına cevap olarak hukukî durumlarını ve teknik konularını ve teknik durumlarını belirten belgeleri düzenleyen bir kurumumumuzdur ve düzenlediği belgeler, hukukî sonuçlar doğuran, hukukî belge niteliğindedir. Bu bakımdan, ulusal sınırlarımızın kutsallığı kadar, bireyin, kurumların ve kamunun taşınmazlarının da korunması aynı derecede kutsaldır diye düşünüyorum ve bunu, özellikle ifade etmek istiyorum. Devletimizin 75 yıllık cumhuriyet dönemindeki uygulamalarına baktığımızda, kişilerin, kurumların korunması gereken taşınmaz hudutlarının nasıl çiğnendiğine bir örnek olarak, İstanbul'un üçte ikisi vakıftır, Türkiye'nin birçoğu vakıftır; ama, 1940'lı yıllarda, ideolojik saplantılarla, o vakıfların, bütün bu belgelere rağmen, nasıl peşkeş çekildiği ve yağmalandığı da ortada bir gerçektir.

İşte, sanki, bunun bir teamül haline gelmiş şekli olarak, SİT alanı ilan edilmiş Boğaziçi'nde, Boğaz sırtlarında, bir holdingimizin, üniversite yapma bahanesiyle orman kesmesine ve arazi talanına Cumhurbaşkanlığı seviyesinde verilen destek, düşündürücüdür ve bir parti genel başkanımızın, hükümet üyesi bir parti genel başkanımızın "Avrupa Birliği ve demokratikleşme Diyarbakır'dan geçer" sözüne itiraz ettiler... Polemik konusu yapmak istemiyorum; o, yanlış bir uygulamanın yoğunlaştığı bir noktaya işaretti; ama, aynı o kadar önemli olduğuna inandığım Avrupa Birliği üyeliğinin ve demokratikleşmenin Çankaya'dan geçtiğini de ifade etmek istiyorum. (FP sıralarından alkışlar)

Burada, erken karar açıklamalarında bulunan siyasî partilerimizin de bir noktaya dikkatlerini çekiyorum; bu konu çok önemlidir: Parti şablonlarını bir tarafa bırakarak, önümüzdeki 21 inci Yüzyılda ve Avrupa Birliği üyeliği arifesinde, Çankaya'ya, demokrat, insan haklarına saygılı ve hukukun üstünlüğüne saygılı bir cumhurbaşkanını seçmek de bu Meclisin bir görevidir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, Tapu ve Kadastro’nun verdiği bu hukukî belgelere uymak, bunları korumak, aslında, hukukun üstünlüğüne de bir inanma ve saygıdır. Şimdi, bu konuda, Peygamber Efendimiz diyor ki: "Sizden önceki kavimlerin ve medeniyetlerin yok olmasına sebep, onlar, yaptıkları kanunları, hatırlı ve ekonomik gücü yerinde olan insanlara uygulamadılar, zayıflara uyguladılar ve yok oldular." İşte, bugün, Türkiye'de, bu, acı, ama, gerçek olan uygulamalarla karşı karşıyayız; bu da, beni, şahsen çok düşündürüyor ve ülkeyi de düşündürüyor diye düşünüyorum.

Şimdi, Tapu ve Kadastro, elbette, teknik bir çalışma yapan kurumumuz ve şimdiye kadar yaptığı, klasik yöntemlerle, yatay ve düşey jeodezi çalışmalarıyla, desimetre hassasiyetinde ölçümler yapıldı; ama, bugün, teknoloji gelişti ve uydu jeodezisi uygulamalarıyla -inşallah, bundan sonra, programlarında da var, projelerinde de var- sıfır hatalı, sıfır yanılmalı bir ölçümlemeyi ve kadastro çalışmasını başlatmasında büyük önem var.

Bunu niye arz ediyorum... Şimdi, ülkemizde yaşadığımız 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinden sonra gördük ki, fay hareketleri sürekli devam etmektedir ve nirengi noktalarında yapılan ölçümlemelerde, aslında, bu, devam eden fay hareketlerinin izlenmesinin ne kadar önemli olduğunu, bu deprem vesilesiyle öğrendik. İşte, inşallah, Tapu ve Kadastro, çalışmalarında sıfır hatayı yakaladığı an, ülkemizde, fay hatlarındaki hareketlenmeler, bence, sürekli olarak izlenecek, belki, olası tedbirler de alınacaktır diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, yine bu manada, bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Bugün, ülkemizin üçte ikisinden fazlası deprem bölgesidir, fay hattındadır. Benim kendi ilim ve özellikle ilçem, Kuzey Anadolu Fay Hattındadır ve yapılan ölçümlemelerde, her birimde, aşağı yukarı -otuz yıllık, 1943'ten bu tarafa, o depremlerden sonra- 50-60 santimlik ötelemeler ve fay kaymaları tespit edilmiştir.

Şimdi, orman kadastrosu diye bir bela var başımızda. Üç tane çam ağacını kesti diye, insanları, biz, af kapsamına bile almıyoruz, orman arazisinden tarla açtı diye af kapsamına almıyoruz o insanları; ama, Boğaziçi'nde SİT alanında yağmalananlara da madalya veriyoruz, berat ve sertifikalar veriyoruz. Şimdi, bu manada, o fay hattındaki bütün yerleşim yerlerinde benim dikkatimi çeken bir husus var; orman kadastrosu sebebiyle orman alanına girilemediği için -sağlam zeminli alanlardır genelde de- mecburen, tarım arazisine, ovalara doğru bir yerleşim başladı, sonuçta, işte çürük zeminli yapılaşmalar ve şehirleşme ortaya çıktı.

Uydu jeodezi çalışmasında, inşallah, şunu temenni ediyorum ben; yok olan orman alanları ya da orman vasfını kaybetmiş alanların tespit edilerek... İşte, Adapazarı'nda, aylar geçtiği halde, bakın, imara ve yerleşime alan açamadık. Niye; envanter yok. Yani, bu envanterin olmadığı ortaya çıktı. Bu suç belediyelerin değil, idarenindir ve merkezî idarenindir. İşte, bu çalışmayla, inşallah, orman vasfını kaybetmiş alanların tespitiyle, imara açılacak bu sağlam zeminli yerler, hem tarım arazilerini kurtaracak hem de olası depremlerde can ve mal zayiatını azaltacaktır diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, bir diğer konu; ülkemizde, tarımda verimliliğin ve Avrupa Birliğine üyeliğin arifesinde, tarım verimliliğinde bir handikap olan arazi parçalanması ve küçülmesi var.

Şimdi, geçen gün, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü Fonunu KİT Komisyonunda görüştük. Değerli arkadaşlar, bu Fon, çok gülünç rakamlarla, GAP'ta, sadece Şanlıurfa'da 2 milyon 200 bin dekarda toplulaştırma yapıyor. Türkiye'de, sulaması bitmiş, projeleri bitmiş, uygulanan yerlerde arazi toplulaştırmasıyla ilgili çok büyük bir envanter var. Konuştuğumuzda, bu Fonun ve Genel Müdürlüğün yetkilileri "bizim bütçemiz, donanımımız ve elemanlarımız bunu yapacak güçte değildir" diyor.

İşte, burada hükümetlerimize bir görev düşüyor; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün güçlendirilmesiyle, en kısa sürede bunun da tamamlanması lazım. Ben, Tarım Reformu Fonuyla, bu arazi toplulaştırmalarının, yeniden dağıtımının, tescilinin ve tapu çalışmalarının bitirileceğini düşünemiyorum.

Onun için, buraya da dikkatlerinizi çektikten sonra, bir diğer konuya geçiyorum değerli arkadaşlar: Yayla ve otlak kavgaları, dededen kalma, nesilleri aşındıran, karikatürize edilir bir hale gelmiştir. Bu noktada, inşallah, bundan sonra, daha kalıcı ve sonuç alıcı çalışmalar başlar diye düşünüyorum.

Bu noktada, en önemli konulardan biri, kısa adı GİS olan Kent Bilgi Sistemleri konusudur. Bu sonuçları, biz, depremde acımasız şekliyle yaşadık arkadaşlar; hangi evde kaç insanın yaşadığını bilemedik, kaç katlı binaların olduğunu bilemedik. Belediye arşivinde, imarında üç katlı görünen binaların beş katlı olduğu, bu acımasız sonuçlarıyla depremde karşımıza çıktı.

İşte, bu sistemi çok başarıyla uygulayan özel sektör kuruluşları vardır. Eğer, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, iş yükü sebebiyle bunu yapamayacaksa, bu bilgi birikimine ulaşmış özel sektör kuruluşlarına, ben, bu noktada görev verilmesinde fayda mülahaza ediyorum. Bundan sonraki olası birtakım çalışmada, hem Devlet İstatistik Enstitüsünün hem de Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün, Kent Bilgi Sisteminin oluşmasında yerel idarelerle beraber yapacağı detaylı bir çalışma, ülkemizde envanter veri tabanının çok sağlam temellere oturmasına imkân sağlayacaktır diye düşünüyorum.

Bir nebze de Devlet İstatistik Enstitüsü faaliyetlerinden bahsetmek istiyorum: Fiyat endeksleri, imalat sanayii anketi, dışticaret istatistikleri, hane halkı gelir ve tüketim anketleri, hane halkı işgücü anketleri, millî gelir istatistikleri ve tarımsal istatistikler... Ben, tutanaklardan, geçmiş dönemde burada yapılan konuşmalara baktım, milletvekillerimiz, tarımsal istatistikler hakkında endişelerini belirtmiş; doğrudur. Biz, ziraat teknisyeni ve ziraat mühendislerini, ilçe müdürlüklerinde, il müdürlüklerinde masa başında oturttuğumuz müddetçe, sağlam bir tarımsal istatistik elde edemeyiz. Bu insanları tarlaya sokacağız arkadaşlar. O manada da, işte, önümüzdeki dönemde tarımsal stratejilerin geliştirilmesinde, Devlet İstatistik Enstitüsüne çok büyük sorumluluklar düşmektedir.

Yine, Sayın Bakanımızın Plan ve Bütçe Komisyonundaki konuşmalarına bir göz attım. 2000 yılında bir nüfus sayımı var. 6 trilyon lira kaynak ve 250 000 kişinin istihdamından bahsetmiş Sayın Bakanımız. Demek ki, biz, 2000 yılı sayımında da, yanlış anlamıyorsam, yine, eve hapsolacağız. Acaba diyorum; yani, bu 6 trilyona biraz daha para ilave etseydik, MERNİS Projesini bitiremez miydik diye düşünüyorum; yani, bu manada, 21 inci Yüzyılda nüfusumuzu sayarken, evde hapsolma gibi bir üzüntüyü, inşallah, bundan sonra yaşamayız diye düşünüyorum.

Ayrıca, Devlet İstatistik Enstitüsünün, icra, yürütme ve hükümete bağımlı bir kuruluş olmaktan çıkarılmasında zaruret vardır değerli arkadaşlar. Niye?.. Akreditasyon Kanununu çıkardık. Evet, bugün, Devlet İstatistik Enstitüsünün, belki, uluslararası camiada belli bir yeri var, saygınlığı var; ama, veri tabanı ve uluslararası camiaya ve ulusal bilgi hayatına sunduğu veri tabanının güvenirliliğini sağlamak noktasında, bence, Devlet İstatistik Enstitüsünü özerk bir yönetim konumuna getirmekte çok büyük fayda var. Ben, Devlet İstatistik Enstitüsünün, o manada saygınlığının daha da artacağına inanıyorum ve bu manada da, gerekli bütün finansman ve malî gücü de verdiğimizde, ümit ediyorum ki, Devlet İstatistik Enstitüsü çok verimli bir veri tabanını, isteyenlere sunacaktır.

Ayrıca, seçim sonuçlarını açıklıyor, düzenliyor Devlet İstatistik Enstitüsü; ama, bence, burada, seçmen eğilimlerini de göz önüne alan bir seçmen çalışması, siyasî yelpaze çalışmasında bulunmasında, objektif olarak, Devlet İstatistik Enstitüsünün; önümüzdeki Avrupa Birliği sürecinde, siyasal yapılanmanın da düzenlenmesinde önümüze bir ışık tutacağını ve bize, sağlam bir veri tabanıyla faydalı kararlara ve isabetli projeksiyonlara ulaşmakta yardımcı olacağına inanıyorum.

Yine, bu arada, şunu da ifade etmek istiyorum, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüyle ilgili: Bu kuruluşumuzun donanımı ve tecrübesi, gerçekten çok fazla; ama, maddî imkânlarının yeterli olmadığını biliyoruz. İşte, bu manada, tarım reformuyla ilgili olarak, kadastrosunu çok büyük oranda tamamlamış bölgelerdeki personelin ve donanımın, başta GAP olmak üzere, arazi çalışmaları yapılacak, toplulaştırması yapılacak bölgelerde istihdamına imkân sağlamalıyız, bu manada fonlar oluşturmalıyız ve maddî finansmanı da sağlamalıyız diye düşünüyorum.

Ayrıca, ben şuna inanıyorum: Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü bugünkü geldiği noktada, hem Türkî cumhuriyetlerde hem diğer bölgelerde ülkemize döviz kazandırıcı bir konuma gelebilir; ama, önce buna niyet etmek lazım, karar vermek lazım, kararlı olmak lazım. Şimdi, bu manada, elbette, uydu teknolojisinin geliştiği günümüzde uyduların çok büyük faydası var; ama, şu anda, Tapu ve Kadastro’nun elinde, hava fotoğraflarının alınmasında kullanacağı bir uçağı var mı, yok mu; merak ediyorum. Yani, bu manada da bilgilendirilirsek, memnun olurum. Tapu ve Kadastro -Türkî cumhuriyetler başta olmak üzere, diğer ülkelerden, Kuzey Afrika ülkelerinden gelecek; çünkü, bugün, bu manada, özel sektör firması Sudan'da çalışma yapıyor- ülkemize döviz kazandırıyor değerli arkadaşlar. İşte, bu manada, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün yetkilerini ve malî tablosunu, parasal kaynaklarını güçlendirirsek, döviz tüketen değil, ülke döviz pozisyonuna artı, pozitif katkısı olan, döviz kazandıran bir kurum haline getirebileceğimize inanıyorum.

Bütçelerin hayırlı olması temennisiyle hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Sobacı.

Anavatan Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Işın Çelebi.

Süreyi nasıl kullanacaksınız efendim?

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sayın Başkan, birinci konuşmacı 17 dakika, ikinci konuşmacı 13 dakika konuşacak.

BAŞKAN – Ben, 17 nci dakikada uyarırım efendim.

Buyurun Sayın Çelebi.

ANAP GRUBU ADINA IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Dış Ticaret Müsteşarlığının, Devlet Planlama Teşkilatının ve Devlet İstatistik Enstitüsünün, Avrupa Birliğine katılım öncesi strateji hazırlanmasında ve katılım ortaklığı belgesinin Türkiye açısından yararlı biçimde hazırlanmasında çok önemli yeri vardır. Özellikle, teknik kadrolarının gücü ve birikimi, Planlamada ve Dış Ticarette ehliyetli arkadaşlarımızın birikimleri, ulusal bir planın hazırlanması, katılım öncesi stratejisinin belirlenmesi, müzakere pozisyonlarının oluşturulması açısından önem taşımaktadır.

Özellikle, gümrük birliği sürecinde çok başarılı çalışmalar yapan ve 12 ülkeyle Serbest Ticaret Anlaşmasını yapan Dış Ticaret Müsteşarlığının teknik kadrosu, bugün, bu ülkelere yüzde 14 ihracat artışının gerçekleşmesinde de büyük katkıları olmuş arkadaşlarımızdır. Bu, ehliyetli ve bilgili kadroların değerlendirilmesinde dikkatli olunmasının, gelecek açısından çok önemli olduğunu ve bu kadroların bir zenginlik olduğunu belirtmek isterim.

Özellikle, Avrupa Birliği tam üyeliği sürecinde, Türkiye'nin, toplumun derinlerinden gelen değişim beklentisi, bu değişim taleplerinin ve değişimin niteliğinin, demokrasi, insan hakları, vatandaşlık bilincinin iyice yerleşmesi, yaşam kalitesinin yükselmesi konularında odaklaşmış olması, bütün yaptığımız araştırmalarda, Türkiye'nin her tarafındaki genel bir özlem olarak ortaya çıkmaktadır.

Bu nedenle, yapacağımız bütün çalışmaların birbiriyle uyumlu ve entegre olması, uygulanabilir olması çok önem taşımaktadır. Ayrıca, Avrupa Birliğinin hem Kopenhag kriterlerinin ekonomide ve siyasette hem de Maastricht Zirvesinin sonuçlarının ekonomide getirdiği önemli hedefleri realize etmek, Türkiye açısından çok önemli bir stratejinin amaçları haline gelmiştir ve gelecektir.

Devleti hukukun içine çekmek, hukuku okunabilir ve uygulanabilir hale getirmek ve bütün kararları şeffaf ve herkesin takip edebilir hale getirdiği açık toplum anlayışını Türkiye'de artık geçerli kılmamız kaçınılmazdır. Diğer, yükselen bir değer, özellikle, Türkiye'de daha iyi bir yaşam özlemi ve hizmetlerin kalitesinin artması talebi, teknik bilgiyi ve modern, çağdaş eğitimi zorunlu hale getirmektedir.

Bu nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Anayasa Komisyonu gibi, Plan ve Bütçe Komisyonu gibi bir Avrupa Birliği Komisyonunun kurulması, bu çalışmalar için önem taşımaktadır. Bunu, bir teklif olarak gündeme getireceğiz.

Ayrıca, Yüksek Öğrenim Kurumunun, üniversitelere, Avrupa Birliği ve girişim konusunda ders koyması da önem taşımaktadır.

Özellikle, Avrupa Birliği tam üyelik sürecinde ve entegrasyon sürecinde, 31 konuda, ulusal bir stratejinin ve Avrupa Birliği perspektifinin belirlenmesi gerekmektedir. Katılım ortaklığı belgesinde, eğer, makro ölçekte ve mikro ölçekte, Türkiye, müzakere pozisyonlarını iyi belirlemezse, Gümrük Birliği sürecinde karşılaştığımız birtakım darboğazların daha zorunu yaşarız.

Bu nedenle, tekrar, altını çizerek belirtiyorum, hem Planlama Teşkilatındaki hem de Dış Ticaret Müsteşarlığındaki kadroların, teknik elemanların değerlendirilmesi ve iyi bir yöne doğru yönlendirilerek çalıştırılması, Türkiye'nin geleceği açısından önemlidir.

Ben, bu konuda başarılı olmuş arkadaşlarımızın da, çok daha etkin biçimde, Türkiye'nin bu konudaki çalışmalarına olumlu katkıda bulunacaklarına inanıyorum. Şimdiden, burada, görevde olan veya olmayan arkadaşlara, başarılı çalışmalarından dolayı da huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Bugün, hazırladığımız, Türkiye açısından önemi olan 2000 yılı bütçesini konuşurken, Türkiye için önemli bir nokta, enflasyon kriteridir. Türkiye, Maastricht Zirvesinde de... EURO'ya üye 11 ülkenin ortalama enflasyonunun 1,5 puan üzerinde bir enflasyon hedefini 2004, 2005 yılına kadar gerçekleştirmek zorundadır. EURO'ya üye 11 ülkenin ortalaması, maalesef, yüzde 1,5'tir, yüzde 1'e düşmüştür ve Türkiye yüzde 3 gibi, 1,5 puan üstünde olacağı için, bir hedefi 2004-2005’te gerçekleştirmek zorundadır. Bu nedenle, enflasyonla mücadele programı önem taşımaktadır. Hükümetin bu anlamda hazırladığı programa destek verirken, bu programın eksik ayaklarını da biraz sonra belirteceğim, bu konuda alınması gereken tedbirleri Sayın Bakandan ve hükümetten rica edeceğiz.

Burada bir başka önemli kriter -yine Maastricht'te- bütçe açığı meselesidir. Bütçe açığının, gayri safî millî hâsılaya oranının yüzde 3 olması gerekir. Ne yazık ki -1997 ve 1998 yıllarında yüzde 7 düzeyinde idi- 1999 yılında bütçe açığının gerçekleşmesi yüzde 11, hatta yüzde 12 düzeyindedir; bunu, 1999 yılında iç ve dışborçların artışıyla da dikkate aldığımızda, ekonomi yönetiminde daha dikkatli ve duyarlı olunması gerektiği konusunda bize bir alarm çalmaktadır ve bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranını yüzde 3'e düşürecek şekilde bir bütçe disiplini önem taşımaktadır. Harcama reformu önem taşımaktadır ve kamu kesimi borçlanma gereği düşürülmediği sürece, Türkiye'de enflasyonla mücadelede, kuru dondurarak, sabitleştirerek bir noktaya gitmekte çok başarılı olma şansı yoktur.

Kamu kesimi borçlanma gereği 1996, 1997 ve 1998'de yüzde 7, yüzde 8 düzeyinde iken, 1999'da yüzde 14'e fırlamıştır. 2000 yılı hedefi yüzde 12'dir. Bu hedefin mutlaka yüzde 3'lere, yüzde 2'lere indirilmesi şarttır. O anlamda parasal tedbirler yanında, malî tedbirleri, bütçe tedbirlerini almadan bu işi götürmek mümkün değildir. Reel sektörden kopuk bir ekonomik programın başarılı olma şansı zordur.

Bunu, tamamen Hükümete yardımcı olma anlamında söylüyorum. Çünkü, sivil toplum örgütleri, ne yazık ki, kendi işleri nedeniyle hükümetle iyi geçinmek için doğruları söylemekten kaçıyorlar, doğruları söylemediğimiz zaman da hükümetin başarı şansını azaltıyoruz. Oysa, bu programda, özeleştiri yapmalıyız; ama, bir bütün içinde de, disiplinimizi koruyarak, doğruları da söyleyerek hedefimize yürümeliyiz; çünkü, bu hükümetin başarısı hepimiz için önemlidir. Lütfen, bu başarı temennisi içinde bu düşüncelerimi söylediğimi kabul edin; çünkü, bazı sivil toplum örgütleri -kendilerine de ifade ettim- doğruları söylemek yerine, bazı bakanlıklarda takip ettikleri projelerin gerçekleşmesine daha büyük önem ve öncelik vermektedirler. Bu da, beni, şahsen son derece rahatsız etmektedir. O zaman, bu görevi bizler üstlenmek zorundayız ülkenin geleceği açısından, Türkiye için bu görevi üstlenmek zorundayız.

Özellikle dış ve içborç toplamının gayri safî yurtiçi hâsılaya oranı, Maastricht'te kriter olarak yüzde 60 alınmıştır, Türkiye bu oranda yüzde 55'ti; ama, 1999 yılı sonunda bu yüzde 60'a yaklaşmıştır. Bu konuda da dikkat etmek lazım. Ancak, burada belirtiyorum, kuru sabitleştirmeye dönük politikalar dışborçları artırır ve döviz rezervini aşağıya çeker. Kore'de, Meksika'da, Arjantin'de, Brezilya'da kriz, kuru dondurduktan ve çıpa olarak kullandıktan sonra, bu nedenle patlamıştır. Reel sektör bu yüzden önemlidir. Biraz sonra onun da detayına geleceğim, fazla uzatmak istemiyorum, biraz sonra bu konuyu daha detaylı, teknik olarak açacağım. Tek başına kuru dondurup, para politikası yeterli değildir, mutlaka, bütçe disiplini, malî disiplin önemlidir. Bütçe harcamalarında, biz, son beş altı yıldır, kolay bir alışkanlıkla yatırımları kısarak geldik. Örneğin, enerji yatırımlarının yatırım içindeki payı hızla aşağıya indi; bu yatırımlardan kısabilecek payımız kalmadı. Türkiye, mutlaka, harcamalarını, bu anlamda bir harcama disiplinine bağlayacak şekilde hareket etmek zorundadır.

İkincisi, bir başka nokta, istatistiklerde, bu Avrupa Birliği normları içinde uyum sağlamak zorundayız. Devlet İstatistik Enstitüsünün üstüne, bu çerçevede çok önemli görevler düşmektedir.

Değerli arkadaşlarım, bizim toplam ihracatımızın yüzde 50'si Avrupa Birliğine yapılmaktadır. Bizim ihracatımız, 1999 yılında yüzde 6 düşerken, ithalatımız yüzde 20 gerilemiştir; ama, Avrupa Birliğine ihracatımız yüzde 2 artmıştır. Bu artış temposunu devam ettirmemiz lazım. Bunun da yolu, teknoloji düzeyini artırmaktan geçmektedir.

Şimdi, burada, enflasyonla mücadele programını sonuna kadar destekliyorum ve Türkiye, enflasyonu, mutlaka -Maastricht Zirvesi sonuçlarında da belirttiğim gibi- dört beş yıl içerisinde, yüzde 3'lere, 4'lere indirmek zorundadır; ama, bizim bütçe fazlası, faiz dışı fazlası vermemiz bu politika kadar önemlidir. Bu bütçede belirtilen yüzde 5 hedefi, mutlaka tutturulmalıdır. Dışkaynak girişleri önemlidir. Enflasyonla mücadelede beklentilerin etkilenmesi, ileriye doğru endekslem önemlidir. O yüzden, bütün kurumlarıyla ve sivil toplum örgütleriyle, Ekonomik ve Sosyal Konseyi toplayıp, belli uzlaşmalar sağlamak çok büyük önem taşımaktadır.

Bütçe ve maliye politikalarının ötesinde, paraya güven sağlamak için, para ve kur politikasında, dünyadaki örnekleri ve uygulamaları dikkate alarak tedbirli olmak zorundayız. Bakın, Sayın Bakanımız ve hükümet bunu çok iyi biliyor, benim burada söylememe gerek yok; ama, ihracat için özel tedbirler almak zorundayız. Parlamento olarak, bunun üzerinde hassasiyetle durmak zorundayız.

Bu yıl ihracat 26 milyar dolar; gelecek sene de 26, 27, 28 milyar dolarlar civarında olduğunda... İthalatın hızla teşvik edildiği bir sürece giriyoruz. İthalatın 50 milyar dolar olması, dışticaret açığının 25 milyar dolar gibi bir noktalara gelmesi, Türkiye'nin döviz rezervinin 21 milyar dolar olduğu bir süreçte, Türkiye'nin 100 milyar dolar dış borcu var. İstediğiniz kadar dışkaynak bulun... 10 milyar dolar dışkaynak bulmak zorunda olan bir programdan söz ediyoruz. Reel sektörün sorunlarını mutlaka çözmemiz lazım. Bu nedenle, ithalatı, kontrollü, GATT'a ve uluslararası normlara uygun biçimde, belli biçimde düzenlememiz ve ihracatı, Eximbank kanalıyla fonlamamız gerekiyor. Eximbankın 1999 yılında sermayesi 300 trilyona çıkacaktı, 160 trilyon civarında. Bütçeden 150 trilyon kaynak ayrıldı. Ocak ve şubat aylarında, bütçede ayrılan bu ödeneğin hemen ödenmesi lazım; ödenmezse, çok büyük yanlış yapılır. Burada, Maliyeden, Hazineden kimse yok; ama, onlara, buradan, bu sabah, bu mesajı veriyorum: Eğer, ocakta, derhal bu parayı ödemezlerse, Türkiye'ye büyük bir ihanet ederler.

İkincisi, IMF'den temin edilen yıllık 1 milyar-1,5 milyar dolar civarında bir para var. Bunun yarısı, Eximbankın sermaye artırımında kullanılacak. Eximbankın sermayesinin, derhal, 1 milyar dolar (600 trilyon lira) düzeyine çıkarılması gerekir; çünkü, Eximbanktan başka, hiçbir şekilde, ihracatı finanse edecek, destekleyecek bir aracımız kalmamıştır. Artı, Eximbankın dışarıya tahvil ve hisse senedi ihracatında hazine desteği şarttır.

KOBİ'leri, bu ithalattan dolayı doğacak haksız rekabete karşı korumak zorundayız. Geçen hafta, OSTİM'e gittim. OSTİM'de birçok sanayici işadamıyla konuştum. Hepsi, 20-25 işçi çalıştıran küçük ve orta ölçekli sanayici. Çalışan işçilerle konuştum. Birçok insanla konuştum. Organize sanayi bölgelerinde, mutlaka, yatırımları, üretimi ve ihracatı desteklemek zorundayız. Organize sanayi bölgelerinde, altyapı payı ödetmemeliyiz bu insanlara. Bütün Türkiye geneli için söylüyorum.

Enerji fiyatlarında, burada -arkadaşlarımız biliyor- belli haksızlıklar oldu. Organize sanayi bölgelerinde enerjinin uluslararası fiyatlar düzeyinden verilmesini temin etmek zorundayız. Eğer, bu insanlara "git kardeşim, rekabet et dünyada, artık, ben senin kurunu da dondurdum" dersek, bu insanlar, biyonik adam değil ki, rekabet etsinler; şartları aynı noktaya getirmezseniz, bu adamlar rekabet edemez ki... Hiçbir imkânları kalmamış.

Geçen gün, televizyonda, maalesef, bir üniversite hocamız "Bu ihracatçılar, bu küçük ve orta ölçekli girişimciler şımarık insanlar" diyor. "Şımarık" dediği insanlar, bu Türkiye'yi ayakta tutan, omuzlayan insanlar, üretimini, rekabet gücünü artıran insanlar, bizim için çok önemli insanlar; yani, bu lafı duyduğumda çok büyük şaşkınlık geçirdim. Huzurunuzda, bütün ihracatçılara, küçük ve orta ölçekli girişimcilere sesleniyorum. Türkiye'ye sahip çıkan bu insanları, Türkiye'nin gelenek, örf ve âdetlerine sahip çıkan bu insanları, bu şekilde suçlayan o üniversite öğretim üyesini, faksla, telefonla uyarsınlar. Bu insanlar, bu ülkenin, bu üretimin kahrını çekiyorlar. Bu insanlar alınterlerini akıtıyorlar. Bu ülkenin üretiminde, her taşında alınteri, göz nuru var bu insanların. Öyle güzel odalarda, İstanbul'da bilmem ne üniversitesinde hocalık yapacaksın, sonra da bu insanları şımarıklıkla suçlayacaksın. Gelsin, ben, Türkiye'nin bütün organize sanayi bölgelerini dolaştırayım o hocaya. Bu insanları yolun ortasında bırakamayız. Bu insanlara sahip çıkmak zorundayız.

BAŞKAN – Sayın Çelebi, size ayrılan süre tamamlandı; takdir sizin.

IŞIN ÇELEBİ (Devamla) – Ben, sözümü burada bitiriyorum.

Bu konuda, biz, Sayın Bakanımıza her türlü desteği vereceğiz; hem Dış Ticaret Müsteşarlığına hem Devlet Planlama Teşkilatına her türlü desteği vereceğiz. Kendisine başarılar diliyorum.

Saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

ANAP Grubu adına ikinci konuşmacı, Ordu Milletvekili Sayın Sefer Koçak; buyurun efendim.

Sayın milletvekilim, 1 dakika...

İlk defa görüp görmemek önemli değil. Arkadaşımız, Anavatan Partisi Grubu adına konuşma yapacak. Sizin görüp görmemeniz, arkadaşımızı ilgilendirmez. Lütfen, hatibin ve Genel Kurulun mehabetine uygun ifadeler kullanalım.

Buyurun sayın hatip.

ANAP GRUBU ADINA SEFER KOÇAK (Ordu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve bizleri televizyonları başında izleyen muhterem vatandaşlarımız; şahsım ve Anavatan Partisi Grubu adına saygılarımı sunarak sözlerime başlamak istiyorum.

İnsanların toprakla ilişkileri uygarlık tarihiyle başlar. Toprak mülkiyetine ve mülkiyete ilişkin bazı hakların kurulmasıyla, bunların kayıtlarına, en ilkel durumlarıyla ilk uygarlıklardan beri rastlanmaktadır.

Kadastro, başlangıçta, toplumların ortak giderlerini karşılamak amacıyla, zamanın önemli üretim kaynağı olan tarım topraklarında, adil ve düzenli bir biçimde vergi alınabilmesi için düzenlenmiş bir kamu hizmetidir. Zamanla, taşınmaz mallara ilişkin mülkiyet ve sınır anlaşmazlıklarının çözümünde de kullanılabilecek güvenilir bir araç olduğu tespit edilmiş ve bu özelliğinden yararlanılmıştır. Giderek, kadastronun gücü ve yararı artmış ve bugün, artık, araziye yönelik her türlü araştırma, planlama ve projelendirme çalışmalarında temel altlık ve hazırlanan plan ve projelerin araziye uygulanmasında vazgeçilmez bir araç özelliği kazanmıştır.

Özgürlük, eşitlik, güvenlik ve mülkiyet, toplumsal hayatta bireyin mutlak ve vazgeçilmez haklarıdır. Bunlardan, mülkiyet hakkıyla toprak mülkiyeti ve kamulaştırmayı da kapsamına alan sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler, Anayasamızın üçüncü bölümünü oluşturmakta ve onun güvencesi altında bulunmaktadır. Anayasanın 36 ncı maddesi, herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğuna, bu hakların ancak kamu yararına sınırlandırılabileceğine ilişkindir. Birey, sahip olduğu malı, başkalarına zarar vermemek şartıyla dilediğince kullanabilir. Oysa, yargı organlarındaki davaların çok büyük bir kısmının taşınmaz mal mülkiyetine ya da bu hakların kullanılmasına ilişkin olduğu belirlenmiştir.

Öte yandan, ülkemizin, tarım ürünleri yönünden büyük toprak potansiyeline sahip olduğu bilinmektedir. Fakat, toprak verimli işletilmediği durumlarda, çeşitli ekonomik ve toplumsal sorunlar oluşmaktadır.

Bütün bunlar göz önüne alınarak, taşınmaz mal sınırlarının tespit edilip işaretlenmesi, sahiplerinin belirlenmesi ve kayıtlarının tutulması, kısacası kadastronun yapılması gerekir. Böylelikle, anlaşmazlıklardan doğan kavga, sürekli kin ve toplumsal gerilimin büyük oranda önüne geçilmiş olur. Ayrıca, altyapı projeleri, toprak ve tarım reformu ile imar konularına akılcı uygulama imkânları sağlanmış olur.

Tapu kadastro hizmetleri, devletin en çok önem vermesi gereken işlerin başında yer almaktadır; tarihin her döneminde de böyle olmuştur. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün, ülke kadastro çalışmalarının yürütülmesi, tapu sicillerinin düzenli bir şekilde tutulması gibi çok önemli görevleri vardır. Merkez ve taşra teşkilatıyla birlikte 13 500 personeliyle, yılda yaklaşık 10-12 milyon vatandaşımıza hizmet veren, 153 yıllık tarihî geçmişi olan, uzmanlık hizmeti yürüten bir kurumdur.

Ülke kalkınmasında özkaynaklarımızın rasyonel kullanımı ve ekonomiye kazandırılması ilke ve hedefleri çerçevesinde, tapu ve kadastro bilgilerinin temel altlığı oluşturduğunun bilinciyle, günümüz ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte, tapu ve kadastro bilgilerinin yenilenmesi, otomasyonu, güncel tutulması ve kullanıma sunulması büyük önem taşımaktadır.

Toprağın parçalandığı her yerde problem ortaya çıkmaktadır; kardeşler kardeşlere küsmektedir. Bütün bu işleri çözmenin yolu "hangi toprak parçası kime aittir" sorusuna sağlıklı bir cevap vermekten geçer. Tapunun, kadastronun, haritanın yapılması demek, ülkeyi bilmek demektir. Tapu kadastro hizmeti, yaşayan bir hizmettir. Kadastronun, toplumun dinamik yapısına paralel özellikte olması gerekmektedir. Hızlı kentleşme ve buna bağlı olarak artan toplumsal ihtiyaçlar, tapu ve kadastro bilgilerinin güncel tutulması ihtiyacını önplana çıkarmıştır. Kadastronun yapılması kadar, yaşatılıp güncel tutulması da önem arz etmektedir.

Özellikle emlak vergileri, su ücretleri, çevre temizlik vergisi gibi ödemelerin düzenli toplanabilmesi ve kaçakların önlenebilmesi açısından, kent bilgi sistemlerinin önemi büyüktür.

Ben, harita mühendisiyim; özel sektörde uzun yıllar çalıştım. Halen, ülkenin, yaklaşık 7 500 harita mühendisi bulunmaktadır; 1 300 civarında özel büro mevcuttur. İster kamu kesiminde ister özel sektörde olsun harita, tapu ve kadastro sektörünün lokomotif kurumu olarak bilinmektedir.

Bu meslekten biri olarak, sorunları ve çözüm önerilerini sizlere sunmaya çalışacağım. Meslektaşlarımız, yıllardır, Parlamentoda sorunlarının yeterince dile getirilmediğini, meslekten bir Parlamenter olmaması nedeniyle konuların çok yüzeysel ele alındığını, bütçe görüşmeleri dışında fazla dikkate alınmadıkları gibi bir izlenimlerini dile getirmekteydiler. Bu dönem, ilk defa, üç arkadaşımız Parlamentoda yer aldı. Sayın Bakanın akademik kişiliklerini de katarak gündeme getirecekleri yasa tekliflerine ve projelere bu dönem gereken önem ve destek verilecektir.

Tapu Kadastro Teşkilatında 800'den fazla meslektaşımız görev yapmaktadır. Bir uzmanlık mesleği olan harita, tapu ve kadastro sektörü ve teşkilatında bu projeleri yapacak bilgi birikimine sahip elemanlar mevcuttur, bulunmaktadır; yeter ki, destek verilsin, bu yönüyle önemsensin ve kamuoyunun gündemine getirilsin. Bu dönemde, gerekli desteği bulacak ve çözüme kavuşacaktır.

En başta, mülkiyeti teminat altında tutan bu kurum, belge ve bilgilerin korunması ve yaşatılması için gereken bina ve mekâna kavuşturulmalıdır. Bütün ilçelerde örgütlenmiş olan bu birim, kaymakamlık binalarının en itilmiş köşelerinden kurtarılmalıdır. Hürriyetin ve rejimin teminatı olan bu hizmetin Medenî Kanunda öngörülen şekilde özel statüye kavuşturulması gerekmektedir; yani, yeniden yapılandırılması gerekmektedir. İdarî ve malî özerkliğe sahip bir statüye kavuşturulmasıyla hizmetin kalitesi yükselecektir. Ülkenin nasıl yönetildiğini en belirgin olarak ortaya çıkaran bu kurum ve çalışanlarının sosyal statüleri yükseltilmelidir.

Bu kadar yaygın hizmet birimine gerek olmadığı kanısındayım. Halen, 323 kadastro müdürlüğü, 1 001 tapu sicil müdürlüğü mevcuttur; bunların sayıları azaltılmalıdır, iri ve diri müdürlükler oluşturulmalıdır. Kaynaklar, bu şeklide daha etkin kullanılabilecektir. 100-125 kadar kadastro müdürlüğü, 500 civarında tapu sicil müdürlüğüyle bugünkünden çok daha etkin hizmetler verilebilecektir.

Hızlı bir nüfus artışımız var. Buna karşılık, tarımsal alanlar gittikçe azalıyor. Göç ve çarpık kentleşme, geleceğimizi tehdit etmeye başlamıştır. Bu nedenle, kısa ve uzun vadeli planlar yapmak ve bunları uygulamak zorundayız. Bu tür planlamaları yapmak için ise, tapu kadastro bilgi sistemine ihtiyaç vardır. Artık, bunları gerçekleştirmeliyiz. Bu yönde, ciddî ve sonuç alıcı adımlar atmalıyız.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, genel bütçeden kendisine verilen ödeneğin 7-8 kat üzerinde gelir getiren bir kurumdur. Bütçeden gerekli kaynak ayrılarak bu tür sistemler gerçekleştiğinde elde edilecek yararlar, hesaplanması güç boyutlarda olacaktır.

Matematik, en geniş uygulama alanını harita kadastro hizmetlerinde bulmuştur. Bu nedenle, bilgisayar uygulamaları çok yaygındır. Artık, özel sektörün yoğun olarak kullandığı elektronik alet, GPS, bilgisayar gibi donanımlar, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünde yoğun olarak kullanılmalıdır. Bunun için gerekli eleman altyapısı ve eğitim sağlanmalıdır.

Yıllardır konuşulan, fakat bir türlü gerçekleşmeyen, kamu sorumluluğu taşıyan lisanslı ölçme bürolarının oluşturulması, bu dönemde mutlaka sağlanmalıdır. Tekrar ediyorum: Kamu sorumluluğu taşıyan lisanslı ölçme bürolarının oluşturulması, bu dönemde muhakkak hayata geçirilmelidir. Bu düşünce, kadastronun, özel sektörün gücünden yararlanmasını ve ülkemizin kaynaklarının verimli kullanılmasını sağlayacak en önemli adımdır.

3402 sayılı Kadastro Kanununda yapılması öngörülen değişiklikler bir an önce yapılmalı ve daha sonra kanun uygulamaya geçirilmelidir. Komisyonlarda bu yasa tasarısının gerçekleşmesine önem verilmelidir. Birçok konuda daha, meslektaşlarımızın somut çözüm önerileri olacaktır.

BAŞKAN – Sayın Koçak, bir dakikanızı rica edeceğim.

Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin sonuna geldik.

Sayın Koçak'ın konuşmasının ve gruplar adına konuşmaların tamamlanmasına kadar sürenin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Buyurun Sayın Koçak.

SEFER KOÇAK (Devamla) – Birçok konuda daha meslektaşlarımızın somut çözüm önerileri olacaktır. Sayın Bakanım bu konuda fırsat verirlerse, bunlar bir proje anlayışıyla kendilerine arz edilecektir.

2000 yılı bütçesinin, milletimize, ülkemize hayırlı olmasını diliyor; 2000'li yıllarda bütün dünyada ve ülkemizde sevginin, hoşgörünün, barışın ve kardeşliğin hâkim olmasını Allah'tan niyaz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Koçak.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel...

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşımız konuşmaya başlamadan bir konuyu sormak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Aldığımız karar, MHP Grubunun da konuşmalarını yaptıktan sonra...

BAŞKAN – Evet efendim. MHP Grubunun konuşması tamamlanınca, yarım saat ara vereceğim; 14.00'te başlayacağız.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Bu bir saatlik arayı kullanmıyorsunuz; dün bir şekilde kullanılmadı, bugün de kullanılmıyor.

BAŞKAN – Yarım saatlik arayı kullanacağız efendim. Yarım saatlik uzatma yaptık.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Danışma Kurulunun kararı 13.00-14.00 arasıdır.

BAŞKAN – Sayın Arınç, bakınız, burada, çalışmaların düzenli yürümesini istiyoruz. Siz de Grup Başkanvekilisiniz. Saat 16.00'dan 18.00'e kadar ara vermenin hangi mantıklı izahı vardır bana söyler misiniz?

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Vardır...

BAŞKAN – Ne?..

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – O zaman, usul hakkında söz istiyorum; ama, arkadaşım kürsüye geldi. İçtüzüğün 63 üncü maddesine göre söz istiyorum.

BAŞKAN – İsteyebilirsiniz... Tamam...

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – İzah edeceğim size.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bozyel. (MHP sıralarından alkışlar)

7,5 dakika süreniz var efendim.

MHP GRUBU ADINA ABBAS BOZYEL (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Osmanlı Türk erkânından birisinin "telaş’a durmadan "talaş" dediğini gören vezirlerinden birisi, bir gün onu uyarmak ister ve bir senaryo uygular; gelir yanına, başlar üzüntülü vaziyette ve sorar ulu hakan: "Neyiniz var vezirim" der "Sormayın Ulu Hünkâr, bugün, evin alt katında talaşlar vardı biliyorsunuz, çocuk bilmeden tutuşturdu talaşı; tutuştukça talaş, aldı bizimkileri bir telaş. Telaştan hiçbir şey yapamayınca bizimkiler, talaşlar tutuştu ve bu telaşların bir sonuç vermemesiyle, talaşların da tutuşmasıyla evimiz yandı" der.

Sayın milletvekilleri, ekranı başındaki yüce milletimiz; bu ülkenin kalkınmasıyla ilgili, 21 inci Yüzyılda, yeniden, Anadolu'yu Türk-İslam ocağında pişirerek vatanlaştıran ve onu devlet yapan bir ruhun temsilcilerinin burada hangi gayret içerisinde telaş gösterirken kendilerinden uydurdukları oyunlarla, senaryolarla, talaşlarla, talaşları tutuşturup ülkede felaket tellallığı yapanlara karşı, inanıyorum ki, 57 nci hükümet yaptığı başarılı çalışmalarla ve şu anda bütçelerini görüştüğümüz başta Dış Ticaret Müsteşarlığı olmak üzere, her biri gerekli cevabı verecektir. Böyle bir girişle sözlerime başlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dünya Ticaret Örgütü kararları doğrultusunda ülkemiz ekonomisinin dünya ekonomisiyle entegrasyonuna yönelik çalışmalara ilaveten, Helsinki zirvesinde ülkemizin Avrupa Birliği üyeliğine adaylığının kabul edilmesiyle birlikte, Avrupa Birliğinin ticarî ve ekonomik mevzuatına da uyum sağlanması gündeme gelmiş bulunmaktadır. Bu noktada, özellikle, Avrupa Birliğiyle Gümrük Birliği Antlaşmasının yapılması ve alınan kararların uygulanması sürecinde yapmış olduğu başarılı çalışmalar ve bu suretle edinmiş olduğu tecrübeler doğrultusunda, önümüzdeki dönemde de Dış Ticaret Müsteşarlığına büyük görevler düştüğü gözlenmektedir.

Sayın milletvekilleri, ülkemizin, ihracata dayalı kalkınma modelinden vazgeçmesi düşünülemez. Özetle, ekonomimizin içinde bulunduğu darboğazdan çıkarılabilmesi, ihracatımızın artırılabilmesine bağlı olup, Türkiye ihracatçı ülke olmak zorundadır. Bunu gerçekleştirmek için tüm imkânların da seferber edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, halihazırda oldukça yetersiz olan ve son iki yıl içinde tasarruf amacıyla daha da yetersiz hale getirilen Dış Ticaret Müsteşarlığı yurtdışı teşkilatının, yani ticaret müşavirliklerinin güçlendirilmesi, ülkemiz dışticaretine, özellikle ihracatçılarımıza layıkıyla hizmet verebilecek bir yapıya kavuşturulması büyük bir zaruret arz etmektedir. Bunun için, Müsteşarlığın bu potansiyelini harekete geçirecek, günün koşullarına uygun dinamik bir yapıya kavuşturulması da zaruridir. Daha iyi bir teşkilatlanmanın tesisi için ise, yasal bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Her şeyden önce, müstakil bir teşkilat kanununa sahip olunması gerekmektedir.

Bakınız, 1994 yılı sonunda iki ayrı müsteşarlık haline getirilen Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlıkları, dünyada eşine ender rastlanır bir yasal düzenlemeyle müşterek bir teşkilat yasasına sahiptirler; 4059 sayılı bu Yasaya... Uygulamada ciddî sıkıntılar yaratan ve her iki Müşteşarlığı da birbirine bağımlı kılan bu ortak yasanın mutlaka ayrılması ve bu Müsteşarlıkların müstakil yasalarının yapılması şartı vardır. Ayrıca, Dış Ticaret Müsteşarlığı, kendine müstakil bir bina gibi fizikî koşulların olmaması ve yeterli maddî imkânların bulunmaması nedeniyle de ihtiyaç duyulan dinamik yapıyı oluşturmakta zorlanmaktadır.

Yapılacak yasal düzenlemelerde, Müsteşarlığın yurtdışı teşkilatına da gereken önem verilmeli ve ihracatımızın artırılmasına hizmet etmek üzere kurulacak ticaret müşavirliklerinin, bulundukları ülkelerde etkin çalışmalar yapabilecek, pazarı yakinen izleyebilecek, rakip ülke ve firmaların etkinliklerini takip edebilecek ve pazardaki payımızın artırılmasına yönelik tespitleri yaparak ihracatçılarımızı tüm gelişmelerden zamanında haberdar edebilecek, onları yönlendirebilecek imkânlara sahip bir yapıya kavuşturulmasına da ihtiyaç duyulmaktadır.

Oysa, 1998 yılı Bütçe Kanununun 64 üncü maddesi çerçevesinde, tasarruf gerekçesiyle, kamu kuruluşlarının yurtdışı teşkilatlarından bazıları kapatılmış ve buna bağlı olarak, yurt dışındaki Dış Ticaret Müşavirlikleri de kapatılmıştır. Bakınız, bu ticaret müşavirliklerinin kapatılmasından ülkenin ettiği tasarruf, yalnız 1 milyon doladır. Ülkenin tanıtımı için milyonlarca dolarlık para harcanırken ve artık, ihracatı 30 milyar sınırına dayanmış Dış Ticaret Müsteşarlığının, böyle bir kararın alınmasını çok şiddetli bir şekilde tersyüz ederek yani, yeniden oralara kadro göndererek ve müşavirliklerini oluşturarak önüne geçmesini talep ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin, lüzumsuz tartışmalara, sunî gündemlere ve hayalî senaryolara ayıracak zamanı yoktur; lakin, yetmiş yılı aşkın bir tecrübeye sahip olan bu Dış Ticaret Müsteşarlığının yapısının güçlendirilmesi ve geliştirilmesi için çaba gösterilmesi, hükümetlerin temel görevi olmalıdır.

Bakınız, bildiğiniz gibi, önce Uzakdoğu krizi, daha sonra Brezilya ve Rusya kriziyle ortaya çıkan olumsuz gelişmelerin ve nihayet, peşpeşe gelen deprem felaketleriyle ekonomimizde meydana gelen ağır sorunların aşılması ve ihracatımızın da yeniden artan bir trende sokulması için ,57 nci hükümet tarafından alınan kararların uygulanmasında, Dış Ticaret Müsteşarlığının çok hızlı ve etkin bir şekilde çalıştırılması gerekmektedir.

Bakınız, yine, halihazırda, Dış Ticaret Müsteşarlığının, Tiran, Minsk, Rabat, Oslo, Bişkek, Vilnius, Üsküp, Karaçi, Belgrad, Duşanbe, Abu Dabi ve Bonn ticaret müşavirlikleri kapatılmış, 2000 yılında, Münih, Lizbon, Trablus, Zagreb ticaret müşavirlikleri de kapatılacaktır.

Özellikle, Türkiye'nin tarihinden gelen sorumlulukları ve nüfuz alanları olan Kuzey Afrika'da, Balkanlarda, Ortaasya ve Kafkaslardaki etkinliklerini sağlayacak olan dışticaret müşavirliklerinin kapatılmasıyla ilgili olarak, hükümetimizden, süratli bir şekilde, bu müşavirliklerin yeniden açılmasını talep ediyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elbette ki, buralardan çekilmemiz, acaba Türkiye bu pazarlardan çekiliyor mu imajını yaratmıştır.

BAŞKAN – Sayın Bozyel, sürenizin sonu...

ABBAS BOZYEL (Devamla) – Çünkü, eğer, Tiran'da, Yugoslavya'da, Libya'da, Bişkek'te Yunanlıların ticaret müşavirlikleri var da Türkiye'nin yoksa, o zaman, bizim, bu Meclis kürsüsünden, hükümete yardımcı olmak gayesiyle bunları hatırlatma mecburiyetimiz vardır.

Bu vesileyle, bugüne kadar -ki, başta Müsteşarı ve seçkin bürokratları ve Bakanıyla beraber, ülkemizin kalkınmasında büyük anlaşmalara imza koyan -15 ülkeyle anlaşmalara imza koyan- Dış Ticaret Müsteşarlığımızın bütün yetkililerini burada tebrik ediyor, hükümetimize, ülkemize ve milletimize bu bütçenin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

İkinci konuşmacı, Niğde Milletvekili Sayın Mükerrem Levent; buyurun.

MHP GRUBU ADINA MÜKERREM LEVENT (Niğde) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığının bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Partimizin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi, son yıllarda dünyada hızlı gelişmeler yaşanmaktadır. Önceki yıllarda yaşanan siyasî ve ideolojik dengelerin yerini, hızla, teknolojik, ekonomik ve bölgesel güce dayalı dengeler almaktadır. Ülkemizin dünya ülkeleri arasındaki iktisadî gücü, jeopolitik konumumuz, kardeş Türk cumhuriyetleriyle yakın ilişkilerimiz, komşu ülkelerle olan ekonomik işbirliği ve sahip olduğumuz ekonomik kaynaklarımız nedeniyle her geçen gün artmaktadır. Anlaşılan odur ki, yeni dünya düzeni içerisinde ekonomik güç oldukça öne çıkmaktadır. Bu nedenle, sahip olduğumuz konum ve ekonomik kaynaklarımızı iyi değerlendirerek, sınır tanımayan ve "küreselleşme" adı verilen yeni dünya iktisadî düzeni içerisinde yerimizi almalıyız.

Değerli arkadaşlar, aslî görevi beş yıllık kalkınma planları ve yıllık programların hazırlanması olan Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığının, ekonomik konjonktür, ödemeler dengesi ve malî konuları iyi takip etmesi, makro dengeleri oluşturması, ulusal ve uluslararası ekonomik stratejiler konusunda araştırmalar yapması, dünya ekonomisi ve bölgesel entegrasyonlara ilişkin gelişmeler ile stratejileri izleyerek, bunlara yönelik alternatifleri oluşturması gerekmektedir.

Ülkemizde planlamayla ilgili çalışmalar, Birinci Beş Yıllık Sanayi Planının hazırlanmasıyla başlatılmıştır. 1932-1937 yılları arasında uygulama alanı bulan bu plan döneminde, cumhuriyetimizin ilk sanayi kuruluşları olan cam, çimento, şeker ve tekstil gibi temel sektörlerde kamu yatırımları gerçekleştirilmiştir.

Bu planın uygulanmasından sonra, 1938 ve 1947 yıllarında iki plan çalışması daha yapılmış; ancak, İkinci Dünya Savaşı ve takip eden dönemlerde yaşanan olumsuzluklar nedeniyle uygulama alanı bulunmamıştır.

Değerli milletvekilleri, esas planlı döneme 1960'lı yılların başında geçilmiş ve Devlet Planlama Teşkilatının Kurulması Hakkında 91 sayılı Kanun, 30 Eylül 1960 tarihinde rahmetli Başbuğumuzun Sayın Alparslan Türkeş'in de yer aldığı Millî Birlik Komitesi tarafından kabul edilerek 5 Ekim 1960 tarihinde yürürlüğe konulmuş ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, kamu yönetimi içerisinde yerini almıştır.

Devlet Planlama Teşkilatının kuruluşundan bu yana ülkemizin gelişen ve değişen sosyal ve ekonomik şartları da dikkate alınarak, teşkilatın kuruluş ve görevlerini belirleyen yasalarda zaman zaman değişiklikler yapılmıştır. Müsteşarlığın kuruluş ve görevleri, 24 Haziran 1994 tarih ve 540 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle düzenlenmiştir. 1994 yılından bu yana kanun hükmünde kararneme ile yürütülen Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığının kuruluş ve görevleri hakkındaki teşkilat yasasının öncelikle çıkarılmasında fayda vardır.

Devlet Planlama Teşkilatının görev ve fonksiyonları, kısaca, hükümet tarafından belirlenen amaçlar doğrultusunda kalkınma planlarını ve yıllık programları hazırlamak; ülkenin, ekonomik, sosyal ve kültürel konularda politika ve hedeflerini belirlemek, bu konularla ilgili kurumlarar asındaki koordinasyonu sağlamak; uygulamayı etkin bir şekilde yönlendirmek ve bu konularda hükümetlere müşavirlik yapmak; maliye, para, dışticaret ve kambiyo politikalarının kalkınma planıyla ve yıllık programların hedefleriyle uyum içerisinde uygulanması konusunda hükümetlere müşavirlik yapmak; özel sektör ve yabancı sermaye faaliyetlerinde, plan hedef ve amaçlarına uygun teşvik ve yönlendirme politikalarının genel çerçevesini hazırlamak; plan ve program hedeflerine uygun olarak uluslararası ekonomik kuruluşlarla ilişkilerin geliştirilmesinde, müzakerelerin yürütülmesinde gerekli görüş ve tekliflerde bulunmak; bölgesel ve sektörel bazda gelişme programları hazırlamak olarak sıralamak mümkündür.

Teşkilatın 2000 yılında, 13 trilyon 845 milyar liralık bütçesi içerisinde personel harcamaları için 6 trilyon 100 milyar, cari harcamalar için 800 milyar, yatırım harcamaları için 5 trilyon 915 milyar, transfer harcamaları için 1 trilyon 30 milyar olarak ödenek öngörülmüştür.

Değerli arkadaşlar, görüldüğü üzere, diğer cari harcamalar kalemi son derece sınırlı tutulmuştur. Teşkilat, 2000 yılı içerisinde İzmir'de yapılması planlanan 4 üncü İktisat Kongresinin organizasyonuyla birlikte, İSEDAK Projesi, Avrupa Topluluğuyla İlişkileri Geliştirme ve Güçlendirme Projesi, Doğu Anadolu Projesi, Doğu Karadeniz Girişimciliğinin Geliştirilmesi Projesi ve bunun gibi önemli projeleri yürütmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde gelişmenin ileriye yönelik çağdaş yapılanma ve kalkınmanın vazgeçilmez kurumu olan Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Türk ekonomisinin yönlendirilmesinde her zaman önemli görevler üstlenmiştir. Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, bu önemli görevleri daha titiz bir şekilde yürütecektir.

Devlet Planlama Teşkilatı 2000 yılı bütçesinin, milletimize ve devletimize hayırlara vesile olmasını diliyor; hepinize saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Levent.

Üçüncü söz, Hatay Milletvekili Sayın Nuri Tarhan'ın.

Buyurun Sayın Tarhan. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET NURİ TARHAN (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün 2000 malî yılı bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, tarihin her döneminde toprak, insanların en önemli üretim kaynağı olma özelliğini korumuştur. İnsanlar, toprağını koruma uğruna canlarını feda etmişlerdir. Bu durum karşısında toprağın yönetimini devletler kendileri üstlenmişler ve toprak-insan ilişkilerini kanunlarla disiplin altına almışlardır. Ülkemizde de, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, bünyesinde önemli bir görevi üstlenmiş bir kuruluşumuzdur. Dünyada ve ülkemizde tapu kadastronun tarihsel gelişim perspektifine bakıldığında, ilk uygulamalarda temel amaç olarak, devletin başlıca üretim aracı olan topraktan adil vergi alınması hedeflenmiştir. Zamanla, özel mülkiyet fikrinin yaygınlaşması, giderek sanayi toplumuna geçiş ve beraberinde getirdiği hızlı kentleşme, taşınmazların üzerindeki haklarla birlikte devlet güvencesi altına alınması zorunluluğunu getirmiştir. Bu zorunluluk, taşınmaz malların konumlarının tespit edilip haritaya aktarılması ve üzerindeki hak ve mükellefiyetlerin düzenli bir tapu sicilinde gösterilmesini kapsayan hukuksal kadastro fikrini geliştirmiştir.

Tapu ve kadastro, tarımsal ve endüstriyel kalkınma planlarıyla ilgili çeşitli mühendislik projelerinin hazırlanması ve uygulanması, adaletli bir vergi sisteminin oluşturulmasında en önemli altyapıyı oluşturmaktadır.

Temeli 153 yıl önceye dayanan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, hizmetlerini, ülke çapında yaklaşık 15 000 personeliyle yürütmektedir. Birçok il ve ilçede, tapu ve kadastro müdürlüklerinin çok mütevazı ortamlarda çalıştıkları bilinmektedir.

Bugün kırsalda tüm tapulama işlemlerinin yüzde 88'i, şehir merkezlerinde ise yüzde 99'u bitirilmiştir. Bu kurumumuz, 21 inci Yüzyıla girerken tapusuz bir arazi kalmaması için var gücüyle çalışmaktadır. Bu manada yapılan ve Devlet Planlama Teşkilatına sunulan projeler vardır.

Tesis kadastrosu çalışmalarını çok kısa zamanda bitirmeyi hedefleyen, bunun için de proje hazırlayan bu kurumun her alanda desteklenmesi gerektiğine inanmaktayım. Yukarıda ifade edildiği gibi, tesis kadastrosu çalışmalarının artık sonuna yaklaşılmaktadır.

Ancak, kadastrosu tamamlanmış yerlerde yenilenme ve güncelleştirme, sayısallaştırma, otomasyon ve nihayet bilgi sistemi zorunlulukları ortaya çıkmaktadır. Buradan çıkan fikir, kadastronun yaşatılmasının, yapılması kadar önemli olduğudur.

Bilgi toplumuna geçiş, her alanda olduğu gibi, tapu ve kadastro hizmetlerinde de yeni bir ihtiyacı ortaya koymaktadır.

Toprağa ait bilgilere hızlı ulaşım, bu alanda bilgisayar teknolojisinin yaygın bir şekilde kullanımıyla mümkün olacaktır. Bir sistem altında yürütülecek bu çalışmalar, yargının, kamunun, ekonominin ve istatistiğin ihtiyaçlarına cevap verebilecektir.

Artık kurumlar sürekli projeler geliştirmek zorundadır. Ancak, yapılan projelerin süratle hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bunun da, sağlanacak ödeneğe bağlı olduğu unutulmamalıdır. Proje demek fayda, zaman, maliyet ve nitelikli eleman demektir. Bunların sağlanmasıyla, projelerden beklenen sonuç ancak elde edilebilir.

Harita yapan kurum ve kuruluşların koordinasyonunun sağlanması çok önemli bir konudur. Bu sayede ülkemizde henüz kadastrosu yapılmamış, haritası çıkarılmamış alanlardaki çalışmalar süratle tamamlanacak; diğer taraftan, şu ana kadar tapu ve kadastro hizmetlerinden mahrum kalmış vatandaşlarımızın mülkiyet hakkı tapuda tescil edilerek devlet güvencesi altına alınmış olacaktır. Bunun için de, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de, bu sektörün öncüsü olan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne gerekli kaynak ve yetki verilmelidir.

Önemli bir başka konu da, kadastro harici kalmış, bugün, ekonomik değeri büyük rakamlara ulaşmış ve birçok ihtiyaca cevap verebilecek tescil ve tespit dışı kalmış alanların süratle tescillerinin sağlanmasıdır.

Değerli milletvekilleri, çok önemli bir konu da, orman köylüsünün durumudur. Orman vasfını yitirerek orman dışına çıkarılan alanların kadastroları bir an önce bitirilerek, orman köylüsü tapularına kavuşturulmalıdır; ancak, bu konuyla ilgili çeşitli sorunlar vardır. Bir kere, orman alanları Orman Bakanlığının uhdesindedir ve orman kadastrosunun yetki alanlarındadır. Buralarda kadastro çalışmaları yapabilmek için, Orman Bakanlığının teklifleri ve ortaklaşa çalışmaları gerekmektedir. Diğer taraftan, orman arazisini işgal eden köylü de, bu tür çalışmaları istememektedir; kullandığı orman arazisinin bu yolla elinden alınacağı endişesi vardır. Durum böyle olunca, köy muhtarları da böyle bir çalışmayı talep etmiyor. Muhtar talep etmeyince de, mevcut düzenlemeler gereği, kadastro çalışmaları yapılamıyor. Sayın Bakanın bu konuyla ilgili çalışmalarını destekliyor, bundan sonra da hız kazandıracağına inanıyorum.

Bu arada, kadastro birimlerinde yeni teknolojilerin en iyi şekilde kullanımı, tapu sicil müdürlüklerine modern bir anlayış ve görünüm getirilmesi oldukça sevindiricidir.

Tapu kadastro hizmetlerinde hızla artan bilgisayar kullanımı, otomasyon çalışmalarında elde edilen olumlu sonuçlar ve kadastro çalışmalarında teknolojinin en son ürünlerinin normal ekipman olarak yerini alması ve artık, sayısal kadastro uygulamasına geçilmiş olması çok olumlu gelişmelerdir.

Yılda 12 milyon vatandaşa hizmet veren bu kurumumuz, maalesef, bazen haksız eleştirilere maruz kalmaktadır. Çok az da olsa, sorun yaratan, hizmetlerin sunulmasında aksaklık yaratan kişilere fırsat verilmediğini, bir aile birliği içerisinde hizmetlerin yürütüldüğünü hepimiz bilmekteyiz.

Hizmetler, yoğun olarak insan emeğine ihtiyaç göstermektedir. Tapu kadastro hizmetleri, hem teknik bakımdan hem hukukî bakımdan nitelikli ve deneyimli uzmanlara ihtiyaç göstermektedir. Yetişmiş elemanların nitelikli olanları daha iyi ücret alabilecekleri kurumlara ve özel sektöre kaymaktadır.

1 400 birimi, 15 000 civarında personeliyle, yılda yaklaşık 12 milyon vatandaşa hizmet sunan ve sunduğu hizmetler açısından "devlete güven" ilkesini temsil eden Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü çalışanları, Başbakanlıkta çalışan personelin yararlandığı haklardan, Başbakanlığa bağlı bir kurum olarak, hem merkezde hem de taşrada aynen yararlandırılmalıdır.

Diğer taraftan, hazırlanan otomasyon projelerinin yaygınlaştırılması, yeniden yapılanmasının sağlanmasıyla, bu alanda çok memnuniyet verici sonuçlar elde edilebilecektir. Sayın Bakanımın bu konudaki engin tecrübesi ve akademik kişiliğiyle, bu sorunları çözeceğine inanıyorum; yapacağı yasal ve idarî her türlü değişikliğe gerekli desteği vereceğimizi belirtmek istiyorum.

Değerli çalışma arkadaşlarım, bugün, asrın felaketi olarak ifade edilen 17 Ağustos 1999 Marmara depremi ile akabinde meydana gelen 12 Kasım 1999 Bolu-Düzce depreminin kapsadığı hinterland ve genişliği, oluşan can ve mal kaybı unutulacak bir felaket değildir.

Bu felakette, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, üzerine düşeni fazlasıyla, en kısa zamanda yapmıştır ve yapmaya da devam etmektedir. Hasarlı binaların ve mülk sahiplerinin tespiti ile kalıcı ve geçici konutlar için yer tespiti hususunda titizlikle çok önemli çalışmalar yapmış ve bunların sonucunu ilgili bakanlığa sunmuştur. Bununla da kalmayıp, bu işin sorumluluğunu ve yetkisini üzerinde taşıyan Bayındırlık ve İskân Bakanlığına, altyapısını oluşturacağı belge, bilgi ve teknik yardıma devam etmektedir.

Depreme dayanıklı yapıların yapılabileceği arsalar için, Arsa Ofisiyle birlikte Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arsa üretmektedir.

Bu çalışmalardan dolayı, Sayın Bakan ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü çalışanların, bu kürsüden, Yüce Türk Milleti adına sonsuz şükranlarımı arz ediyorum.

Sayın milletvekilleri, sözlerime son verirken, başta Sayın Bakanımıza, olmak üzere bütün Tapu ve Kadastro personeline çalışmalarında başarılar diliyor; kendilerini bütün projelerinde destekliyor; bütçesinin devletimize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ederek, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Tarhan.

Dördüncü konuşmacı, Osmaniye Milletvekili Birol Büyüköztürk; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA BİROL BÜYÜKÖZTÜRK (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli üyeler; 2000 yılı Devlet İstatistik Enstitüsünün bütçesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum. Yüksek Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Sayın Başkan, değerli üyeler; gelişen ve kalkınan ülkelerde devleti yönetenler, karar alıcılar, araştırmacılar ve çağdaş toplumun her kesimi için, güncel istatistik bilgi, vazgeçilmez bir unsurdur.

Devlet İstatistik Enstitüsü, uluslararası istatistikî kuruluşlar ve gelişmiş ülkelerin istatistik teşkilatları ve aynı zamanda uluslararası iş ve çalışma dünyası, üniversiteler, araştırma kurumları ve diğer kamu kuruluşlarıyla işbirliği içinde çalışarak, pek çok araştırma projesi üreten, yöneten, neticelendiren ve yayımlayan bir kuruluş olma vasfını da kazanmış olması gerekmektedir.

Devlet İstatistik Enstitüsü, ülkemizin ihtiyacına yönelik istatistik verileri minimum hatayla üretip, karar vericiler ve kullanıcılar için istatistiksel veriden çok istatistiksel bilgi sağlayıp, Enstitünün sadece rakam fabrikası olmadığı gerçeğinden hareketle, istatistiksel veriler üzerinde yorum ve analizler yapmalıdır.

Devlet İstatistik Enstitüsü, istatistik altyapısını ve dolayısıyla, Türkiye bilgi sistemini ne kadar nitelikli bir boyuta çekebilirse, ülkemizde insanların olaylara bakışı, olayları değerlendirişi ve dolayısıyla, beklentileri ve hedefleri o ölçüde bilinçli olacak ve netice alınacaktır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; 21 inci Yüzyıla girerken, dünyada ve bütün toplumlar için en önemli şeyin bilgi olduğu konusunda hemfikiriz. Bilginin üretilmesi, derlenmesi, işlenmesi ve tekrar kullanıcılara sunulması büyük bir önem arz ediyor. Bu çerçevede baktığımız zaman, Devlet İstatistik Enstitüsü, Türkiyemizin geleceğe dönük hayatı için en önemli kamu kurumlarından birisidir.

Klasik anlamda bilgilerin toplanması, işlenmesi, derlenmesinin dışında, artık, elektronik bir veri tabanının Türkiye'de oluşturulması hayatî önem kazanmıştır. Bu elektronik veri tabanının oluşturulmasında Devlet İstatistik Enstitüsüne büyük görev düşmektedir ve Devlet İstatistik Enstitüsü bu görevi layıkı veçhile yerine getirse dahi, toplanan bu veriler, ekonomik sınırlar içerisinde, verimli şekilde, kurum, kuruluş ve kişilerin yararlanmasına yetmemektedir. Onun için, bu veri tabanına -yani, elektronik veri tabanına- ulaşmayı kolaylaştıracak ciddî bir altyapının da birlikte düşünülmesi, Türkiye açısından hayatî önem taşımaktadır.

21 inci Yüzyılda, bütün ekonomik faaliyetleride bilginin derlenip işlenerek elektronik veri tabanının oluşturulmasına ve bu veri tabanına, fertler dahil, bütün kamu kurum ve kuruluşlarının, özel sektör kuruluşlarının ulaşmasının kolaylaştırılmasına özel önem atfedilmesi gerektiği hakkındaki düşüncenin sizler tarafından da kabul göreceğine inanıyorum.

Yeni bin yıla girmekte olduğumuz şu günlerde önemi çok daha artan temel kavramlardan biri, güçlü bir bilgi üretim ve tüketim alt sistemlerini de kapsayan bilgi toplumu kavramıdır. Bilgi toplumunun ihtiyaç duyacağı ham veriler ile bu verilerin analizi ve yorumlanmasıyla elde edilecek geçerli ve güvenli bilgilerden oluşan güçlü bir bilgi bankası oluşturmada ve bu bilgi kümesinin, özgür ve etkin bir biçimde toplumun tüm birim ve kuruluşlarınca paylaşılmasını, tüketilmesini sağlamada Devlet İstatistik Enstitüsüne önemli görevler düştüğü kanısındayım. Devlet İstatistik Enstitüsü, bu görevini gerçekleştirebilmek için, dünyada ve Türkiye'de, üniversiteler ve ilgili kuruluşlarla işbirliği yapmalı, buna yönelik birkaç değil, onlarca, binlerce araştırma projeleri üretip uygulamalı, sonuçlarını paylaşmalıdır. Devlet İstatistik Enstitüsünü ancak bu şekilde, alanında, dünyanın lider kuruluşlarından biri yapabiliriz.

Sayın Başkan, değerli üyeler; yukarıda saydığım gerçekleri göz önünde bulundurursak; yani, Devlet İstatistik Enstitüsünün görevleri ve ne yapması konusundaki işlemleri düşünürsek, Devlet İstatistik Enstitüsüne, bir anlamda, Türkiye'nin bilgisayarı yakıştırmasını hepinizin yerinde bulacağı kanısındayım. Dünyanın bilgi çağına girdiği bir dönemde, her kurum ve kuruluş için vazgeçilmez bir iletişim aracı olan bilgisayarın önemini anlatmama gerek olmadığı kanısındayım. Görevi, verileri toplayıp bunlardan istatistiksel bilgi sağlayıp, ayrıca, yorum ve analiz yaparak kullanıma sunan Devlet İstatistik Enstitüsünün bilgisayar görevini ne kadar yaptığı veya yaptırıldığını bir düşünmenizi istiyorum.

Sayın Başkan, değerli üyeler; gerek kuruluşlar gerekse ülkeler için, geçmişinde neleri eksik veya yanlış yaptığı ve geleceğinde neleri yapmasının daha faydalı olacağı, o ülke ve kuruluş için, âdeta, vazgeçilmez bilgi kaynağıdır.

Peki, bunu sağlayarak, yeni verileri toplayıp, bunları analiz edip yorumlayarak, geleceğe ışık tutacak bir bilgi kaynağından ne derece yararlanıyoruz? Düşünün, bir arabanın dikiz aynası yok, arkasını göremiyor, farları kapalı, karanlıkta önünü göremiyor. Bu araba nasıl yolunu bulursa, biz de o derecede yararlanıyoruz demektir.

Eğer, ülkemizin yönetiminde yanlışlar yapılmasaydı, biz burada olur muyduk, vatandaş bu sıkıntıda olur muydu? Demek ki, birtakım yanlışlıklar yaptık. İşte, bu yanlışlıkları görüp bunlardan ders alarak geleceğimizi de ona göre planlamak istiyorsak, geçmişimizdeki bu yanlışlık ve günümüze ilişkin ihtiyaç duyulan tüm verilerin toplanması, analiz edilmesi, yorumlanması ve böylece kullanıcılara işlenmiş bilginin sunulması, o araştırma projelerinin hazırlanmasına ve uygulanmasına bağlıdır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; tüm bu bilgilerin ışığında, diyorum ki, Devlet İstatistik Enstitüsünden -yani, Türkiye'nin bilgisayarından- yeterince yararlanmanın, faydalanmanın yoluna bakalım. Ülkemiz açısından büyük önem taşıyan görevlerini yerine getirebilmesi için, çağımızın gereklerine ve ülkemizin ihtiyaçlarına uygun güçlü bir yapıya, bilgi teknolojisine kavuşturulması, çalışmalarının malî ve teknik açıdan desteklenmesiyle mümkündür. Bilgi çağında bilgiden yoksun bir insan nasıl bir yere varamazsa, ülkeler de bir yere varamaz.

Onun için, bir daha ve defaten tekrarlıyorum. Böylesine önemli bir kuruma, Türkiye'nin bilgisayarına gerekli önemi göstererek hak ettiği konuma koyup, ondan yararlanamamak gibi bir lüks içerisine düşmeyerek ülkemize yeni ufuklar kazandırıp, bilgi çağına bilgiyle varılacağı inancıyla, Devlet İstatistik Enstitüsü bütçesinin hayırlara vesile olmasını diler; Yüksek Heyetinizi saygılarımla selamlarım. (MHP, DSP, ANAP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Büyüköztürk, teşekkür ediyoruz.

Sayın milletvekilleri, çalışmalarımızı tamamladık.

Saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati : 13.30

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER : Hüseyin ÇELİK (Van), Burhan ORHAN (Bursa)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 39 uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V.—KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

I. — 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S.Sayıları: 211, 212, 209, 210) (Devam)

A) DIŞ TİCARET MÜSTEŞARLIĞI (Devam)

1. — Dış Ticaret Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. —Dış Ticaret Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

B) DEVLET PLANLAMA TEŞKİLÂTI MÜSTEŞARLIĞI (Devam)

1. —Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. —Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

C) TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1.— Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. —Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

D) DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI (Devam)

1. —Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. —Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerinde.

Üçüncü tur görüşmeler için, gruplar adına konuşmalar tamamlanmış; şahısları adına, lehinde olmak üzere, Manisa Milletvekili Sayın İsmail Bozdağ ve aleyhinde olmak üzere, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat söz almışlardır.

Şimdi, lehinde olmak üzere, Manisa Milletvekili Sayın İsmail Bozdağ; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

İSMAİL BOZDAĞ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dış Ticaret Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerinde, şahsım adına lehte olmak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi, saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dış Ticaret Müsteşarlığı, dışticaret politikalarının tespitinde hükümete yardımcı olmak; ihracat, ihracatı teşvik, ithalat, yurtdışı müteahhitlik hizmetleri ile ikili ve çok taraflı ticarî ve ekonomik ilişkileri düzenlemek, uygulamak ve bunları geliştirmek görevlerini üstlenmiştir.

Dış Ticaret Müsteşarlığı, 1994 yılı sonunda kurulmuş olmakla beraber, bu kurumun cumhuriyetle birlikte ortaya çıktığını ve geliştiğini söylemek mümkündür. 1970'lerde "Dış Ekonomik İlişkiler" adı altında bağımsız bir bakanlık olarak da kısa bir örgütlenme deneyimi bulunan bu kurumun, gittikçe daha fazla önem kazandığını, ülkemizin kalkınmasında ve dışa açık ekonomik büyüme modelinde en önemli rollerden birini üstlendiğini görüyoruz.

Ayrıca, Helsinki zirvesinde Türkiye'nin önkoşulsuz olarak aday ülke olduğunun açık bir şekilde kabul edilmesinin önemini vurgulamak istiyorum. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkisinde açılan bu yeni sayfayla, ülkemizin, Avrupa Birliğiyle özellikle ekonomik ilişkilerinde Dış Ticaret Müsteşarlığına daha da büyük görevler yüklenmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyada yaşanan tüm olumsuz ekonomik koşullardan dışticaretimizin asgarî ölçüde etkilenmesi yönünde, Dış Ticaret Müsteşarlığı, zamanında ve yerinde önemli çalışmalar gerçekleştirmiştir. Bunların başında, ihracata destek programları gelmektedir. Uluslararası anlaşmalar çerçevesinde, Dış Ticaret Müsteşarlığı çeşitli devlet yardımları uygulamış, bunlara eğitim ve istihdam yardımları programları ilave edilmiş ve bu yardımlar kapsamında KOBİ'lere ve 32 sektörel dışticaret şirketine önemli destekler sağlanmıştır.

İhracatın geliştirilmesinde ve mevcut olumsuz ekonomik koşullardan mümkün olduğunca az etkilenmesinde destekler kadar önemli olan diğer bir konu da Eximbank kredileridir. İhracatçının, uygun faiz koşullarıyla yeterli miktarda kredi bulabilmesi çok önemlidir. Bu bağlamda, Eximbankın ödenmiş sermayesi, 1999 yılı kasım ayı itibariyle 167,5 trilyon Türk Lirasına ulaşmıştır. 2000 yılı içinde, belli bir program dahilinde, bankanın ödenmiş sermayesinin artırılması, ihracatın performansı açısından çok önemlidir. Ayrıca, Eximbankın kamudan olan sermaye dışındaki bütün alacaklarının da ödenmesi durumunda, ihracatçımızın daha fazla desteklenmesi mümkün olabilecektir.

Bu arada, Dünya Bankasından sağlanan 250 milyon dolarlık kredinin yanında, Japonya'dan sağlanan 200 milyon dolar da Eximbankın girişimcilerimize sunacağı olanakları güçlendirmiştir.

İhracatın desteklenmesi programlarının geliştirilmesi ve Dış Ticaret Müsteşarlığının ve Eximbankın programlarına yereterli kaynağın aktarılması, hükümetimizin açıkladığı para programından sonra daha da önemli hale gelmiştir. Hükümetimizin enflasyonu düşürme politikası çerçevesinde uygulamaya konulan para programı, faizlerin düşmesini sağlayarak, diğer kesimlerin yanı sıra, ihracatçıların da finansman maliyetini düşürecek ve böylece, rekabet güçlerinin artmasına da katkı sağlayacaktır. Bununla birlikte, para ve kur politikası neticesinde, 2000 yılında Türk Lirasının biraz değerleneceği dönemler olabileceği göz önüne alınarak, ihracatçıların olabilecek kayıplarının telafi edilmesinin daha da önem kazanabileceği gözden uzak tutulmamalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dış Ticaret Müsteşarlığının çok önemsediğim diğer önemli bir görevine daha değinmek istiyorum; bu da, Dış Ticaret Müsterşarlığının yurtdışı teşkilatını oluşturan ticaret maşavirliklerinin işlevleridir. Bilindiği üzere, Türkiye, ihracat açısından, Avrupa, Kuzey Amerika, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Rusya pazarlarında yoğunlaşmış bulunmaktadır. ihracat artışının hızlandırılabilmesi, bu pazarlardaki payımızı daha da geliştirirken, yeni pazarlarda da başarılı olunmasına bağlıdır.

Ticarî hayatın gereği olarak, firmalarımız, dünyanın başka köşelerinde yeni pazar arayışlarını hızlandırmak zorundadır; devletin de, firmaların ve özellikle de KOBİ'lerin bu arayışlarına destek olması gerekmektedir. Bu gereklilik, esasen uluslararası ilişkiler açısından ticarî faaliyetlerin son derece önem kazandığı günümüzde, ticaret müşavirliklerinin önemini artırmıştır. Ticaret müşavirlikleri, temel olarak, bulundukları ülke ile Türkiye arasındaki ticarî ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi, ülkemizin ticarî ve ekonomik çıkarının korunması, ihraç ürünlerinin uygun fiyatlarla pazarlanması, piyasa hareketlerinin takibi ve benzeri konularda ihracatçılarımıza gerekli istihbaratın sağlanması ve yardımcı olunması gibi önemli görevleri yürütmektedir.

Bu aslî görevlerinin yanında, ticaret müşavirlerinin, ihracatçının her türlü derdine çare aramak ve ona yardımcı olmak gibi, fiilî bir görevi bulunmaktadır. Dış Ticaret Müsteşarlığı, halihazırda, 50 ülkedeki 61 merkezde 84 kişiyle bu görevleri yürütmeye çalışmaktadır. Bu kadronun yetersiz olduğunu ve gerçek sayısı olan 115'e bir an önce çıkarılmasının gerektiğini ifade etmek gerekmektedir. Diğer taraftan, uzun süredir gerçekleştirilemeyen dış tayinin, çok kısa sürede ele alınıp gerçekleştirilmesi de takdire şayandır.

Ticaret müşavirliklerinin, gerek personel sayısı gerek ofis ve teknik imkânlar açısından, yukarıda da belirttiğim gibi, yeterli olduklarını söylemek zordur; teknolojik yenilikleri ve ofis hizmetlerini temin etmeleri açısından, merkez teşkilatına sıkıca bağımlıdırlar; esnek bir harcama yetkileri ve yeterli kaynakları yoktur. İşadamlarımıza etkin bir şekilde yardımcı olunabilmesi açısından, diğer ülkelerin örgütlenmesinde oldugu gibi, bunların, her türlü teknolojik imkânlara sahip ofislerde çalışacak, gerekli ölçüde iktisat ve hukuk nosyonuna sahip, en az 2 ticaret şaviri ile yeterli sayıda mahallî elemanlardan oluşması sağlanmalıdır.

Ayrıca, ülkemizin ticarî ve ekonomik çıkarlarının, bu konunun uzmanlarınca, yine etkin bir şekilde korunabilmesi bakımından, başta Dünya Ticaret Örgütü olmak üzere, ekonomik nitelikli uluslararası kuruluşlarda temsile özel bir önem verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu kapsamda, Avrupa Birliği ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı nezdindeki daimî temsilciliklerin yanı sıra, özellikle az önce belirttiğim şekilde önemi ve işlevleri gittikçe artan Dünya Ticaret Örgütü nezdindeki daimi temsilcilikte, Dış Ticaret Müsteşarlığı daha etkin bir rol üstlenmek zorundadır. Özellikle, tamamıyla ticarî ve ekonomik nitelikte uluslararası, hatta uluslarüstü olarak isimlendirilebilecek bir kuruluş olan Dünya Ticaret Örgütüne ilişkin politikalarda, yeni birçok taraflı ticaret müzakerelerinin arifesinde olduğumuz şu ortamda çok etkin ve verimli hazırlık yapmamız gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son olarak, bu kadar önemli görevler üstlenen Dış Ticaret Müsteşarlığının bütçesine değinmek istiyorum:

2000 yılı bütçesinde Dış Ticaret Müsteşarlığına ayrılan pay 24,7 trilyon liradır. Bu meblağ, toplam bütçenin yalnızca onbinde 5'ini oluşturmaktadır. Bu oranı, ne bu kurumun üstlendiği önemli görevler açısından ne de diğer ülkelerdeki benzer kurumların bütçelerinin büyüklüğü açısından makul saymak mümkün değildir.

Önümüzdeki dönemde hükümetimizden beklentimiz, Dış Ticaret Müsteşarlığının dış ekonomik ilişkilerimizin geliştirilmesinde daha etkin çalışmasını sağlayacak şekilde yapılandırılması yönünde adımlar atmasıdır. Bu doğrultuda, Dış Ticaret Müsteşarlığına ait bir hizmet binasının temin edilmesi, çağdaş altyapı olanaklarının sağlanması ve biraz önce değindiğim yurtdışı teşkilatının daha iyi hizmet verecek imkânlara kavuşturulmasının önemli olduğunu belirtmek istiyorum.

Sözlerimi tamamlarken, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bütçelerinin hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bozdağ.

Devlet Bakanımız Sayın Şuayip Üşenmez; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI ŞUAYİP ÜŞENMEZ (Yozgat) – Sayın Bakanım, değerli Başkan, değerli milletvekillerim; sözlerime başlamadan evvel hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bakanlığıma bağlı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü üzerinde görüşlerini bildiren tüm arkadaşlarıma huzurunuzda teşekkür etmeyi bir görev biliyorum. Değerli arkadaşlarım konuları enine boyuna, en ince teferruatıyla takdim ettiler, görüşlerini ve eleştirilerini bildirdiler; bunlar, benim için çok kıymetli bilgilerdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün iki ana görevi vardır; birincisi tapu alanında hizmet vermek, ikincisi de kadastro alanında görev vermek. Bu görevleri yürütürken hiçbir fedakârlığı gözardı etmeyen ve geceyi gündüze katmak suretiyle hiçbir mesai mefhumu gözetmeyen tüm Tapu ve Kadastro mensuplarına huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Bu önemli hizmeti verip gelen, tecrübesiyle ve bilgi birikimiyle vatandaşlarımızın ihtiyacına cevap verebilecek bir konumda olan Tapu ve Kdastro Genel Müdürlüğü ve mensupları, gerek merkezde gerek taşrada, 16 bölge müdürlüğü, 317 kadastro müdürlüğü ve 1 001 tapu sicil müdürlüğü ve buna bağlı olarak da 15 000 personeliyle hizmet vermektedir. Bu hizmeti, yalnız yurt içinde değil, yurt dışında da seve seve vermekte; Türk cumhuriyetlerinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, Arnavutluk'ta, Çin'de, Rusya Federasyonu ve Gürcistan'da değerli hizmetler vermekte, protokoller imzalamakta ve hâlâ da bazılarıyla bu görüşmeler sürdürülmektedir.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü merkez ve bölge yürütme kurulları ile diğer değerli hizmet verenleri, Devlet Planlama Teşkilatımızın kadastro üretimi hususunda öngördüğü ve planladığının üzerinde bir hizmeti gerçekleştirmiştir.

1999 yılı itibariyle 5 000 kilometrekarelik bir kadastro üretimi öngörülmesine rağmen, eylül ayı itibariyle 5 120 kilometrekarelik bir gerçekleşme olup, yıl sonu itibariyle de bu rakamın 7 000 kilometrekareyi bulacağını ümit ediyoruz. Ayrıca, tesis kadastrosu üzerinde de değerli çalışmalar var; kırsalda yüzde 83,6'sı gerçekleştirilmiş durumda ve şehir merkezlerinde ise bu oran yüzde 99'a ulaşmıştır.

Değerli milletvekilleri, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün hizmetleri bununla da kalmamış, aynı zamanda, Mera Kanununda iyileştirmeler yapmak üzere Tarım Üretimi Geliştirme Genel Müdürlüğü ile birtakım protokoller imzalanmış ve bu alanda meraların haritaları ve tescilli alanların aplikasyonları yapılmak üzere sözleşmeler imzalanmıştır.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü bununla da kalmamış, deprem bölgesinde büyük hizmetler vermiş, özellikle 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinde sorumluluğu üzerinde bulunduran Bayındırlık ve İskân Bakanlığına altyapı çalışmalarını sağlamak maksadıyla orada enine boyuna çalışmalar yapmıştır. Tamamıyla hasar görmüş ve enkaz durumuna gelmiş binaların dışında, ağır hasar görmüş binaları da tespit etmek suretiyle, gerçek malikleri ayrı ayrı tespit edilmiş ve onun yanında, yeni yapılacak olan geçici ve yerleşik konutların yapımı hususunda arazi tespitinde büyük gayretleri olmuş, büyük tespitleri olmuş ve bu altyapı hizmetini Bayındırlık ve iskân Bakanlığımıza sunmuştur.

Ayrıca, afet kadastrosu hususunda yenileme çalışmaları halen sürmekte ve bu çalışmalara ilaveten, ülkemize kazandırılan doğalgaz ve petrol boru hatları çevresinde yenileme ve kadastro çalışmaları sürdürülmektedir. Bunun küçümsenmeyecek bir rakama ulaşacağını zannediyoruz; bana verilen bilgiye ve bilgim dahilinde yapılan hizmetlere göre, 10 000 kilometrekarelik bir alanı ihtiva etmektedir.

Toprağa ilişkin yine birtakım çalışmalar var. Haritalar yapılmakta ve toprağımızın bölünüp parçalanması yerine, bütünleştirilmesi konusunda büyük gayretler vardır. Bununla ilgili olarak Tarım ve Köyişleri Bakanlığımızla koordineli bir şekilde çalışmalarımız sürdürülmektedir.

Ayrıca, yerel yönetimlerle ilgili de bizim birtakım çalışmalarımız var; bu yerel yönetimlerin altyapısını oluşturacak olan tapu kadastro ve tapu sicil işlerinin yürütülmesinde büyük gayretler, temel veriler oluşturacak olan ve değerli konuşmacılarımızın da ifade ettikleri kent bilgi sistemlerinin altyapısını oluşturacak bilgileri kendilerine ulaştırmak için gayretlerimiz vardır.

Bir diğeri de, bugün kanunlaştırılması arzu edilen emlak müşavirliği konusudur. Kanunlaştırmak için emlak müşavirliği konusunda çalışmalarımız var. Taslak kanun, reform niteliği taşıyacaktır ve gerçekten, ilgililere büyük bir yardım sağlayacağını umuyoruz.

Tabiîdir ki, Tapu ve Kadastronun elinde 2 tane uçağı vardır ve bu uçaklar hava fotoğrafları çekmekte ve detay haritaların yapımında bu fotoğraflardan istifade edilmektedir.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü bu gayeyle çalışmalarını sürdürmekte ve otomasyona geçiş projelerini uygulamaya koymaktakdır. Bu çalışmalara, Bakanlığım döneminde gerekli önem ve destek verilmeye devam edilecektir.

Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Devlet Bakanımız Sayın Tunca Toskay da açıklamalarda bulunacak.

Buyurun Sayın Bakan. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI TUNCA TOSKAY (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan evvel hepinize saygılar sunuyorum.

Devlet Planlama Teşkilatı, Dışticaret Müsteşarlığı ve Devlet İstatistik Enstitüsü bütçelerinin müzakeresi esnasında söz alarak çok değerli katkılarda bulunan bütün milletvekillerine de özellikle teşekkür etmek istiyorum. Burada ileri sürülen değerli fikirlerden ve katkılardan azamî ölçüde faydalanmak için elimizden geleni yapacağımızdan bütün milletvekillerimizin emin olmalarını istirham ediyorum.

İzin verirseniz, genelikle, gerek iktidar milletvekilleri gerekse muhalefet milletvekilleri ekonomik programla ilgili değerli görüşlerini ifade ettiler, bu konuda da hükümetin yaklaşım biçimi hakkında sizlere bilgi arz etmek istiyorum.

Şimdi, şu noktayı tespit etmek lazım. Herhangi bir şeyi tenkit etmek, geriye dönük olarak bir eleştride bulunmak için değil, bugünkü bulunduğumuz durumu doğru teşhis etmek, doğru tespit etmek bakımından, ekonominin bu hale gelmesini, hangi dönemden itibaren geldik bu noktaya ve ondan sonra ne yapıyoruzu düşünmemiz lazım.

1983'lerde enflasyon yüzde 30'larda idi; seyrini hep beraber yıllar itibariyle biliyoruz. 1987 yılından itibaren bir içborçlanma problemi yavaş yavaş bütçede kendisini göstermeye başladı ve kamu kesiminin borçlanma gereği arttıkça, borçlanmanın maliyeti, yani faizler de şiddetli ve kümülatif bir şekilde yükselerek sürdü. 1999 yılına geldiğimiz zaman, şöyle bir manzarayla karşı karşıyayız: 2000 bütçesinde şu anda toplam vergi gelirlerinin yüzde 88'i, iç ve dışborç faizilerini karşılamak için kullanılacak. İçborçlardaki faiz artışı, yani faiz yükümüzdeki artış, bir evvelki yıla göre yaklaşık olarak 12 milyar dolar. Eğer bu politikada ısrar edip götürmeyi denersek zorlayarak, önümüzdeki yıl faiz artışı, bunun da çok daha üstünde olacak; korkarım ki, o zaman, bu faizlerin ödenmesi dahi imkânsız hale gelebilecek.

Şimdi, yapılan şey şu: Bu noktada, bu gidişe dur demek için, radikal bir antienflasyonist ekonomik politikanın uygulanması kararını bu hükümet verdi. Ne zaman verdi; bunu bugün vermedi; bunu, koalisyon protokolü müzakerelerini yaptığımız zaman, o koalisyonu kurmaya karar verdikten sonra da hükümet programını oluşturduğumuz zaman verdi; bugünkü programın bütün yapı taşları, hükümet programının içinde bulunabilir, orada bunu çok açık şekilde söylemişiz.

Şunu söylemekte yarar var: “Efendim, IMF geldi, size şunları şunları şunları yapacağınızı söyledi, siz de bunları yapıyorsunuz, sizin sınıf amiriniz Cottarelli..." Böyle bir şey söz konusu değil. Bu partilerin seçim programlarına baktığımız zaman, koalisyon protokolüne baktığımız zaman, hükümet programına baktığımız zaman, bu siyasî partiler, hemen hemen genellikle bu programın yapı taşlarını zaten ifade etmişler ve bu programın ana ilkelerini kendi programlarına da koymuşlar, daha sonra da uzlaşarak, bu programı, bir bütün haline getirmişler. Şimdi, bu program tutar mı tutmaz mı? “Efendim, harcama reformu yapmadınız, gelirleriniz tutmazsa, harcamaları disiplin altına alamazsanız, reel kesimi destekleyemezseniz, ihracatı artıramazsanız bu program tutmaz...” Bunların hiçbirini yapamazsak, zaten, bu program tutmaz. O çok kolay... Yani, bunların hiçbiri müspet anlamda bir sonuç vermeyecek ve bu program tutacak!.. Biz diyoruz ki, harcamaları disiplin altına alacağız, gelirleri koyduğumuz hedeflere uygun olarak tahsil edeceğiz, kaynakları verimli kullanacağız, kur politikasını da açıkladık, ikinci bir döviz piyasasının oluşmasına engel olacağız ve bu hedeflere vararak bu programı başarıya ulaştıracağız; ama, tersinden giderseniz “bu değişkenlerin hiçbirisi sizin söylediğiniz tarzda, nitelikle gerçekleşmeyecek” derseniz, o zaman, zaten program tutmaz; ama, biz, bunun tam tersini, inanmış olarak ifade ediyoruz.

Bu programın çok önemli noktalarından bir tanesi de, kamuoyunda 1983'ten bu tarafa -tabiî ki, 1983, çok geriye gitmemek için ifade ettiğim bir tarih; aslında çok uzun süreden beri- enflasyonist politikayla kalkınmayı, âdeta bir ekonomik politika alışkanlığı haline getirmiş, toplumda da buna yönelik olarak birtakım gelenekler ve refleksler oluşturmuş bir yapımız var. Ne söylerseniz söyleyin, bütün siyasî iktidarlar bunu söyler; siyasî partiler zaten gelirken, enflasyonla mücadele edeceklerini ve enflasyonu iki haneli rakama, tek haneli rakama indireceklerini söyleyerek gelmişlerdir; ama, hiçbir zaman da bu olmamıştır. “Ben, hesabımı, daha evvel, klasik olarak geriye dönük enflasyonu dikkate alarak yapayım” alışkanlığını kırmak; birinci madde bu.

Şimdi, öyle görülüyor ki, şu anda toplumda yavaş yavaş, ekonominin bütün aktörleri, psikolojik olarak, bu hükümetin, 57 nci hükümetin, bu antienflasyonist programı ciddî ve kararlılıkla uygulayacağı hususunda bir kanaat sahibi olmaya başladılar. Bunu nereden anlıyoruz; Türkiye ekonomisinin en önemli aktörleri olan sivil toplum örgütleri bunu ciddî olarak söylüyorlar ve buna inandıklarını söylüyorlar, hesaplarını da revize etmeye başladılar; ama, ben, Sayın Işın Çelebi'nin, onların çok samimî ifadede bulunmadıkları konusundaki kanaatine katılmıyorum. Onlarla çok sık bir araya geliyoruz, yalnız basına açık değil, basına kapalı toplantılarda da bir arada oluyoruz TOBB ile, TÜSİAD ile, Türkiye İhracatçılar Meclisinin üyeleri ve ihracatçı birlikleri başkanlarıyla; bu programın arkasında ciddî, kararlı bir siyasî irade olduğu hususunda kanaat sahibiler ve buna güveniyorlar.

Şu anda yapmak istediğimiz şey şu: Popülist politikalarla siyasî iktidarların ekonomi politikalarını uygulama hususundaki samimiyetlerine kamuoyunda kalmamış olan güveni tekrar tesis etmeye çalışıyoruz. Burada, birlik beraberliğe ve dayanışmaya çok büyük ihtiyacımız var. Bu dayanışmayı da şöyle ifade etmek istiyorum: Ekonomide tabiî ki, toplumun değişik kesimleri var; işçiler var, memurlar var, çiftçiler var, esnaf ve sanatkârlar var, işverenler var, toplumun bir kesimi olarak biz siyasetçiler varız. Burada, bütün bu kesimlerin bu programın başarısında menfaatı var. Yüksek enflasyonun bu kadar uzun süre devam ettiği bir ekonomide işçinin kazanması mümkün değil, çiftçinin kazanması mümkün değil, işverenin verimli yatırımlar yaparak işlerini genişletmesi mümkün değil, ülkenin kalkınması, büyümesi mümkün değil. O zaman nedir; bu programın başarısında bu söylediğim kesimlerin tamamının menfaat birliği var.

Ayrıca, şu hususun altını izninizle çizmek istiyorum: Bu toplum kesimleri ayrı ayrı cephede değiller. Bu söylediğimiz programın başarısı açısından hepimiz aynı cephedeyiz; karşı karşıya filan değiliz, yan yanayız, omuz omuzayız, gönül gönüle olmak zorundayız. Buna inanırsak, Türkiye ekonomisini bu darboğazdan hep birlikte çıkarmayı başaracağımıza ben inanıyorum; bunu arz etmek istedim özellikle.

Şimdi, bu program uygulandığı taktirde, ihracatta sıkıntı olur mu; başlangıçta olabilir, bunu açıkça söyleyelim; ama, ne yapmamız lazım; ihracatçıya ihtimam göstermemiz lazım; elimizdeki bütün imkânlarla, bu kısa sürede de olsa, onu desteklememiz lazım. Bu arada, en önemli enstrüman olarak, araç olarak, elimizde Eximbank var.

Eximbank ile ilgili, izin verirseniz, sizlere çok kısa bilgi arz etmek istiyorum: Geçen sene çok namüsait şartlara rağmen, uygun olmayan şartlara rağmen, reel anlamda kredi finansmanlarını yüzde 5 artırdı Eximbank. Çok açık söylüyorum; Hazineden Eximbanka aktarılması gereken 210 trilyon liranın, yıl sonu itibariyle aktarılmış olan kısmı 100 trilyon lirada kaldı; yani, 210 trilyon liranın 100 trilyon lirasını alabilmiş olmasına rağmen, Eximbank, reel anlamda, gerçek anlamda, enflasyondan arındırılmış şekilde, kredi plasmanlarını yüzde 5 artırdı. Önümüzdeki yıl kredi finansmanı olarak 4,4 milyar dolar, sigorta desteği olarak da 3,5 milyar dolar olmak üzere, yaklaşık 7,9 milyar dolarlık ihracata bir finansman sağlamayı düşünüyoruz, planlamamız bu; buna da ulaşmak mecburiyetindeyiz.

Bu sene, Hazineden aktarılacağı ifade edilen, bütçeye konulan 150 trilyon liranın -gerçekten ilk altı aylık dönem, ihracatçı açısından bu program uygulanırken fevkalade önemli- ilk bir iki ay içinde Eximbank'a aktarılması ve hemen finansman itibariyle, destek itibariyle ihracatçının emrine sunulması büyük önem arz ediyor. O konuda biz bu bankayı destekliyoruz; zannediyorum ki, burada bulunan bütün değerli milletvekillerimiz de Eximbank'ın, ihracatçıya destek sağlaması bakımından, desteklenmesi konusunda aynı fikirde olacaklardır.

Bu arada, bir noktayı daha ifade edeyim: Bu zor şartlara rağmen, Türk Lirası cinsinden KOBİ'lere -küçük ve orta boy işletmelere- sağladığımız finansmanı Eximbank olarak, 1999 yılında, enflasyonun çok üstünde, TL olarak yüzde 95 artırdık. Bunun, zannediyorum ki, Türkiye'nin ihracatının çeşitlenmesinde, bağımlılığının azalmasında büyük rolü olacaktır. Bu politikayı, önümüzdeki yıl da aynı şekilde sürdürme kararındayız.

Şimdi, bazı kurumlarımızla ilgili, bazı milletvekillerimizin değindiği noktalar var, onları da açıklığa kavuşturmak için çok kısa bazı bilgiler arz edeyim müsaadenizle.

Devlet Planlama Teşkilatı, Türkiye'nin çok güzide bir kuruluşu, çok büyük ve yararlı hizmetler yapmış olan bir kuruluş; gerçekten, çok değerli uzman kadrolara sahip. Bizim şu andaki tavrımız, yaklaşımımız ve politikamız, Devlet Planlama Teşkilâtının bu birikiminden gittikçe artan miktarda istifade etmek, onu devreye sokmak istikametinde olacaktır.

Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının hazırlıklarına başlanması gerçekten biraz gecikmiştir. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planının hazırlıkları tam 32 ay evvel başlamıştır. Bundan evvelki Sayın Müsteşarımız, bu konuda biraz ihmal göstermiştir ve geç başlamıştır; ancak, arayı kapatmak bakımından çok yoğun bir çalışma sürdürülmektedir. 98 komisyona -dışarıdan, özel ihtisas komisyonlarına- 5 400 kişilik bir uzman katılımı sağlanmıştır ki, şu ana kadar yapılmış olan planlarla ilgili olarak özel ihtisas komisyonlarına katılımın en yüksek olduğu rakamdır.

Bundan evvelki Sayın Müsteşarın şikâyetleriyle ilgili bazı ifadeler oldu, o konulara girmek istemiyorum. Sayın Müsteşar hakkında, beyanlarıyla ilgili bir soruşturma sürüyor. 56 ncı hükümet döneminde başlatılmış, yaptığı bazı işlemlerle ilgili bir soruşturma da, bu soruşturmaya ilaveten sürüyor. Bu konuda daha fazla -soruşturmaların sonucu alınmadan- konuşmak istemiyorum.

Dış Ticaret Müsteşarlığı çok güçlü bir teşkilat, çok iyi yetişmiş kadrosu olan bir teşkilat. Biz, hem üniversitede hem Türk bürokrasisinde hem de şu anda siyasette belli bir tecrübeyi edinmiş kişi olarak, bu kadroyu en iyi şekilde, en uygun olduğu ve en iyi sonuç alınacak yerlerde kullanacağımız konusunda herkes müsterih olsun. Şu anda, Dış Ticaret Müsteşarlığı yoğun bir gayret içerisindedir ve üstüne düşen görevi layıkıyla yapma gayreti içerisindedir.

Sayın milletvekillerimizden birisinin, sınır ticareti ve et ithalatıyla ilgili ifadesi oldu. Sınır ticareti, ben Bakan olduktan sonra, hemen hemen çalışma süremi en fazla tahsis ettiğim konulardan bir tanesini teşkil etmektedir. Türkiye'de sınır ticaretiyle ilgili olan bütün kurum ve kuruluşların bir araya gelerek, yeni bir düzenleme yapma çalışması son aşamasına gelmiştir; yılbaşından itibaren yürürlüğe girecektir. Bir Bakanlar Kurulu toplantısı yapılarak, sınır ticaretinde görülen aksaklıklar düzeltilecektir. Sınır ticaretinin Türkiye ekonomisinin yararına işlemesi istikametinde yeni bir düzenleme hazırlanmıştır, nihaî aşamaya gelmiştir.

Et ithali ve hayvan ithaliyle ilgili şunu belirteyim; Türkiye, Avrupa Birliğiyle, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi kararıyla bir gümrük birliği tesis etmiştir, Dünya Ticaret Örgütünün üyesidir; bu kurallar çerçevesinde dış ticaretini yürütmektedir. Bu kurallar, bize, bazı imkânlar, imtiyazlar sağlarken, aynı zamanda, bazı yükümlülükler de getirmektedir. Bunları hiç görmezlikten gelerek şunu yapamayız, bunu yapamayız demenin imkânı yoktur.

O bakımdan, Türkiye, Gümrük Birliği anlaşmasıyla ilgili, Gümrük Birliğiyle yapılmış olan ortaklık anlaşmasıyla ilgili bir et ithalatı yükümlülüğü, canlı hayvan ithalatı yükümlülüğü altındadır; ama, 1996 yılından bu tarafa, Türkiye'ye, daha henüz et ithal edilmemiştir. Bu arada, yükümlülüklerimizi yerine getirmemiş bulunuyoruz; ancak, biz, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Tarım Bakanlığı olarak, besicilerimizi, kesinlikle zarara uğratmayacak; ama, uluslararası yükümlülüklerimizi de, bize, herhangi bir risk teşkil edecek şekilde ihlal etmeyecek bir çözümü bulmak mecburiyetindeyiz.

BAŞKAN - Sayın Bakan, toparlar mısınız efendim.

DEVLET BAKANI TUNCA TOSKAY (Devamla) – Hayhay Sayın Başkan.

Bunu çözeceğiz, yani besicilerimizi mağdur etmeyecek; ama, yükümlülüklerimizi de yerine getirebileceğimiz bir formülü araştırıyoruz.

Devlet İstatistik Enstitüsünün çalışmaları yoğun bir şekilde sürmektedir. Devlet İstatistik Enstitüsü, depremde, çok kısa bir sürede, çok güzel üç büyük araştırmayı gerçekleştirmiş ve karar alıcıların eline çok doğru, gerçekçi bilgileri sunmuştur.

Fiyat istatistikleri konusunda şunu ifade etmek istiyorum: Tüketici fiyat istatistikleri 410 madde, 6 380 işyeri ve 87 400 fiyat bir arada mütalaa edilerek hazırlanmaktadır. Toptan eşya fiyatları endeksi ise 1 287 firmadan 5 176 fiyat alınarak, 678 maddeyi ihtiva ederek, bütün gelişmiş ülkelerde en son uygulanan metotlarla sağlanmaktadır.

2000 yılında, maalesef, genel nüfus sayımını yaparken, evlerimizde kalacağız; çünkü, MERNİS projesi bitirilemediğinden -elimizde- evlere kapanmadan, sağlıklı sayım yapmak için yeterli bir veri tabanı bulunmamaktadır. Konutları sayacağız, ondan sonra da insanlarımızı sayacağız.

Değerli milletvekilleri; yine, bu Diyarbakır-Ankara meselesiyle ilgili çok küçük bir şeyi daha arz ederek sözlerimi tamamlamak istiyorum

Bakınız, Türkiye, Avrupa Birliği Anlaşmasına, 1963 yılında imzaladığı Ankara Anlaşmasıyla girmeye karar verdi, iradesini o istikamette ifade etti. Bu anlaşma 1964 yılında yürürlüğe girdi. Bu anlaşma, o zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan sayın milletvekillerinin hür iradesiyle onaylanarak yürürlüğe girdi; uluslararası hukuk manzumesi arasına katıldı. Demek ki, Türkiye, bu tip stratejik bütün kararları, bu Yüce Meclisin iradesine tabi olarak vermektedir.

Yaptığınız değerli katkılar için hepinize çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum efendim. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bakanım.

Şahsı adına, aleyhte, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı bütçesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Türkiye'de uygulanan planların iktisadî felsefeleri ve yaklaşımları kapsamında, 1980 ve 1960 öncesine, kısmî olarak değinmek gerekiyor. Özellikle 1960-1980 planları, karma ekonomi, bütüncül; 1980-2000 planları ise liberal strateji olarak nitelenebilir. 1980 öncesinde sanayileşmede ithal ikamesi politikaları, 1980 sonrasında da ihracata dönük sanayileşme politikaları uygulanmıştır. 1980 öncesi kapalı ekonomi, 1980 sonrası açık ekonomiye geçiş yönlendirici olmuştur. Bu meyanda, 2001-2005 yıllarını kapsayacak planın, küresel ve ülke düzeyinde, orta ve uzun dönem stratejilerini kapsayan, dinamik ve sürekli yenilenen bir yapıya sahip olması gerektiği de ifade edilmektedir.

Yalnız, ülkemizde, her ne kadar, DPT, stratejileri tespit edip, uygulanmak üzere hükümetlere sunuyor ise de, ülkemizde, bilhassa 28 Şubat sonrası kurulan hükümetlerde, DPT planları değil, MGK kararları üstünlük kazandığından, mesela Devlet Planlama Teşkilatınca sekiz yıllık eğitimin, ülkemiz gerçekleri ve dünya gidişatına paralel olarak, 5+3 şeklinde kesintili olması yönünde karar alınmış iken, 55 inci hükümet, tam bir şark zihniyetiyle DPT kararlarını rafta bırakıp, MGK kararlarına tartışmasız öncesiz tanıyarak, sekiz yıllık eğitimi ülkeye ve dünya şartlarına ters bir istikamette, tamamen DPT kararları hilafına sekiz yıllık kesintisiz olarak çıkarmıştır.

Devlet Planlama Teşkilatı, 20 nci Yüzyıl ulus devletleri çağında, ülkenin, toplumsal, ekonomik ve kültürel varlığını geliştirerek ileriye götürmek görevini üstlenmişti. 21 inci Yüzyıl ise, glabolleşen dünyaya uygun olarak, kamu, üniversite, iş dünyası, devletten bağımsız sivil toplum kuruluşları ve halkımızla beraber dünya insanlarından kopmadan üstünlüğün hukukuna değil, hukukun üstünlüğüne inanan, demokratik, laik, mazisinden kopmamış, anane ve geleneklerinden utanmayan, aksine gurur duyan, bilime ve tekniği önem veren devlet anlayışı ile teknoloji sürecinde, ülkemize yön gösteren bir strateji sunmak mecburiyetindedir.

Unutmayalım ki, ekonomi, kısa dönem uygulamalarla, ince ayarlarla yürütülebilir; ancak, ekonominin üzerine oturduğu temel, uzun ve orta dönem strateji, plan, program ve uygulamaların ürünüdür.

Birleşmiş Milletler üyesi 190 ülke arasında çoğulcu ve katılımcı demokrasi, hukuk ve teknik devlet kurallarında, insanına düşen katmadeğeri maksimum kılmanın yolunu oluşturmak, Devlet Planlama teşkilatımızın görevleridir.

DPT'nin ana görevleri 3 noktada sıralanabilir:

1. Orta ve uzun dönem strateji belirlemek; dinamik, sürekli güncelleşen planlar, yıllık programlar, karar ve uygulama stratejileri oluşturmak

2. Türkiye ve küresel kapsamda teknik koordinasyon

3. Kaynak tahsisi.

Bu noktada DPT'yi eleştirmek isterim:

Birincisi, 2000 yılı için Meclise sunulan bütçe rakamlarının tutarsızlığıyla ilgilidir. Kısaca, sadece şunu söylemek isterim ki, sizin, hükümetle beraber çalışarak Meclise sunduğunuz rakamlarda, 1999 yılı küçülmesi kesinlikle eksi 2'nin altında eksi 3 ilâ eksi 4 aralığında olacaktır.

İkincisi, 2000 yılı büyümesi, ancak bu eksi 3 ilâ eksi 4 küçülme olursa, sizin tahminleriniz gibi yüzde 5,5 değil; ancak yüzde 2 ile yüzde 3 arasında olabilecektir.

Üçüncüsü, TEFE'yi, 2000 yılı sonunda yüzde 20 değil, ne yaparsanız yapın, istediğiniz baskıları uygulayın, yüzde 35-yüzde 40 rakamının altına düşürmenizin mümkün olamayacağı, kamuoyunda, iktisatçılar arasında ortak kanaat olduğu gibi bizlerin de tahmini bu yöndedir.

O zaman, DPT'den sorumlu Devlet Bakanına net olarak sormak istediğim şudur: Komisyona sunduğunuz bu hayali görülen rakamlar, DPT'nin samimi hesap neticesi midir; yoksa, siyasî sorumluluğu üzerine alan hükümetinizin DPT'nin görüşlerine mukabil kanaatleri midir? Eğer, DPT'nin görüşleri de bu yöndeyse, o zaman da bir yıl öncesini göremeyen planlarla, ülkemizi 21 inci Yüzyıla nasıl taşıyacağınızı merak ediyoruz.

Dördüncüsü, Devlet Planlama Teşkilatının üzerinde en çok duracağım kararı, deprem felaketini gerekçe göstererek, 2000 yılında, deprem bölgesi dışında, ilkokul ihaleleri ve enerji yatırımları hariç, yeni yatırımlara müsaade edilmeyeceğini belirtmeleridir.

O vakit sorarım: Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yolu olmayan, içmesuyu olmayan köylerin durumu, deprem felaketinden daha mı az kötüdür ki, bu yörelere, insanca yaşamayı gerektirecek yatırımlara başlamayı onaylamıyorsunuz, bunu hangi insancıl açıdan izah etmektesiniz; cevabını merakla beklemekteyiz.

Beşincisi, DPT ile Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı arasındaki, başta doğalgaz ihtiyaçları olmak üzere, görüş farklılıklarının açık seçik olarak ortaya konulması gerekmektedir. Bu konuda, Devlet Planlama Teşkilatının Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına yazdığı 30.6.1999 tarihli yazıda "Müsteşarlığımızca yapılan çalışmada, 2005 yılı itibariyle, elektrik enerjisi sektöründe yaklaşık 15 milyar metreküp doğalgaz ihtiyacı gözükmesine karşılık, BOTAŞ Genel Müdürlüğü tarafından, 2005 yılı için, aynı amaçla 30 milyar metreküp gazın tüketilmesinin planlandığı ve buna göre gaz bağlantılarına gidildiği görülmektedir. Bu durumda, 2005 yılında, yine yaklaşık 15 milyar metreküp gazın, ihtiyaç olmaması nedeniyle tüketilemeyeceği ve bedelinin take-or-pay şeklindeki anlaşmalar gereğince ödenmek durumunda kalınacağı, gazın tüketilmek istenmesi halinde de, gereksiz santral yatırımlarına gidileceği anlaşılmaktadır" denilmektedir.

Yine, Devlet Planlama Teşkilatınca çeşitli vesilelerle dile getirilen görüşlere göre, enerji anlaşmalarında, gerek alınacak doğalgaza gerekse üretilen elektriğe alım garantisi verildiğinden, hesap dengesinin çok iyi planlanması gerektiği, sistemimizde yüzde 10'lar düzeyinde olması gereken yedek kapasite oranı, 1999 yılında yüzde 20 olarak kabul edilmiştir. “Bu oranın, zaman içerisinde, termik payının artışına paralel olarak azalacağı ve 2005 yılında yüzde 15'e, 2010 yılında yüzde 12'e gerileyeceği öngörülmüştür" denilmektedir. Fakat, aynı raporun ileriki kısmında da, mevcut proje stoku, yakıtı temin edilmiş, anlaşması imzalanmış ve bu gibi nedenlerle iptali ya da ertelenmesi mümkün olmayan kesinleşmiş projelerin gelişimi dikkate alındığında, ülkemizin, 1999, 2000, 2001, 2002 yıllarında yedekli sistem ihtiyacını karşılayamadığı ve açıkla karşı karşıya kalabileceğimiz belirtilmektedir.

Şimdi, Devlet Planlama Teşkilatından sorumlu Sayın Bakana sormak isteriz, nasıl oluyor da, raporun bir yerinde, 1999 yılında olması gereken yüzde 10 yedek kapasitenin 2 katı kadar yedek kapasite oranı hesap edilmesine rağmen, yine aynı raporda, 1999, 2000, 2001 ve 2002 yıllarında yedekli sistemin ihtiyacı karşılayamayacağından bahsediyorsunuz? İki ifade de sizin. Yine, 1999 yılında elektrik kesintileri yaşandığına göre, hata kimde; siz mi hesap hatası yapıyorsunuz, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı mı? Bunu, halkımız adına, sizden öğrenmek isteriz.

DPT'nin, bilhassa doğalgaz elektrik santralları mevzuundaki bir önemli iddiası da şudur: Enerji santrallarında yap - işlet - devret kapsamında yapılan sözleşmelerde, elektrik enerjisi alım garantisi verilerek alım yapılırken, ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri tüketici enflasyon oranına göre, yıllara sari eskalasyon uygulaması yapılmaktadır. Bunun için, 1990'lı yıllarda ön anlaşma yapılan, fakat fiilen yapımına başlanmayan 650 megavat kurulu gücündeki Aliağa fuel oil ve 700 megavat kurulu gücündeki Aliağa LPG santral projelerinin başlangıç anlaşması 4,6 sent olmasına rağmen, eskalasyonla şu anki değeri 8,5 sente yaklaşmıştır. Fakat, aynı santrallarla bugün tahkimde olduğu için, 4 sent civarında çok rahat anlaşma yapılabilecek durumdadır.

Bu eskalasyon uygulaması, son derece hatalı bir uygulama olup, kesinlikle ülkemizin aleyhinedir; çünkü, firmalar, işe başlamadan, durdukları yerde fiyat yükseltmektedirler.

Şimdi, bu kadar önemli ve milyarlarca dolar mertebesinde olan bu konularda, halkımızın aydınlatılması gerekmektedir. Hangi kuruluşumuzda hata vardır? Gerçekleri öğrenmek zorundayız. 1 - 2 milyar dolar için, dünyada çalmadığımız kapı kalmamışken, enerji konusunda bu kadar birbiriyle çelişen projeler peşinde kimsenin ülkemizi sürüklemeye hakkı yoktur. Bu konuda net ve düzgün hesaplarla, konunun hem Yüce Meclisimize hem de kamuoyuna açıklanması en büyük arzumuzdur.

Sayın Başkan, konuşmamın bu bölümünde, DPT tarafından hazırlanan, Türkiye'nin orta ve uzun dönem strateji hedefleri hakkında görüş belirtmek isterim. Talep çıkışlı olan bu sistemde, iki stratejik hedef veya model vardır. Bir toplum projesi olarak da nitelendirilebilecek olan bu modellerden birincisi TC-2007/15 projesidir. Bununla hedeflenen, Türkiye'nin, 2007 yılı sonunda dünya sistemine en çok etki yapan ilk 15 ülke arasında yer almasını sağlamaktır. Buradaki etki yalnız askerî güç değil, ekonomi, bilim ve teknoloji, kültür, dil gibi tüm alanlar da toplam etki alanlarında kullanılmaktadır. İkinci olarak, TC-2017/9 modelinin hedefleri ise, 2017 yılından sonra Türkiye'yi, dünya sistemine en çok etki yapan ilk 9 ülke arasında almaktır.

Şimdi, bu hedefler, esasında, Başkan Clinton'ın da Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşmada ülkemizi görmek istediği hedeflerle çakışmaktadır; fakat, bu hedeflere ulaşmanın yolu, hem DPT'ce hem de dış dünya stratejistlerince, mazisinden kopuk olmayan, geleneklerine, örf ve ananelerine bağlı olan, onlardan utanmayıp gurur duyan...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Polat, 1 dakika eksüre veriyorum; lütfen toparlayınız.

ASLAN POLAT (Devamla) – Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

...laiklik ile Müslüman kimliğini kaynaştırmış, hukukun üstünlüğüne inanan, demokratik, katılımcı bir yöntemle tüm halkını kucaklayan, onları düşman değil dost gören bir anlayış olacaktır.

İşte, gerçekçi bir yaklaşımla görüyoruz ki, ülkemiz ya aklın, mantığın dediğini yapacak, dünyayla bütünleşip, bireysel özgürlükleri öne çıkarıp, bu insanca yaşama şartlarını elde edecek ya da 28 Şubat süreci içerisinde gerçekleştirilen "içeride düşman - dışarıda düşman" tezleriyle ülkemizi çağdaş dünyanın gidişinden koparıp, tek tip insan yetiştirme uğruna çocuklarımızın da istikbalini karartacaktır. Bu noktada DPT'nin yol göstericiliği çok önem taşıyacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, Devlet Planlama Teşkilatı bütçesinin hayırlı olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Polat.

Sayın milletvekilleri, üçüncü turla ilgili görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, soru bölümüne geçiyoruz.

Soru için 20 dakikalık süre vereceğim.

Şu ana kadar ekrana yansıyan ve söz isteyen, soru sormak isteyen arkadaşların isimlerini okuyorum: Sayın Pamukçu, Sayın Sobacı, Sayın Arınç, Sayın Aydın, Sayın Polat, Sayın Güven ve Sayın Öksüz.

Sayın Pamukçu, buyurun.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Teşekkür ederim Sayın Başkan; delaletinizle iki tane sualim olacak Sayın Bakanlarımıza.

İlk sualim Dış Ticaret Müsteşarlığıyla alakalı. Geçtiğimiz günlerde, Merkez Bankası Başkanı, önümüzdeki yılla ilgili olarak bir kur programı açıkladılar. Tabiî, bu program gerçekleşecek mi gerçekleşmeyecek mi ayrı bir konu; ama, gerçekleşeceğini kabul edersek, Türkiye, önemli bir ihracat sıkıntısıyla karşı karşıya kalacak demektir. Bu durumda, ihracatın değişik yönlerden, başka yönlerden teşviki düşünülüyor mu? Hangi yönden teşvik edilecektir? Yoksa, ihracatımız ihmal mi edilecektir? Bu konuda bilgi istiyorum; çünkü, geçmiş uygulamalarda vergi iadesi şeklinde birtakım teşvikler yaşanmıştı. Böyle bir teşvik düşünülüyor mu düşünülmüyor mu? Bu konuda bilgi rica ediyorum.

İkinci sorum da, planlamayla ilgili. Geçen akşam -cuma günü akşamı- Meclis Genel Kurulunda bir konu görüşülürken değerli grup sözcülerimiz dile getirdiler, biraz önce konuşan değerli Erzurum milletvekilimiz de aynı konuya temas ettiler. 2005 yılıyla ilgili olarak doğalgazda bir rakam anlaşmazlığı var Enerji Bakanlığı ile Planlama Teşkilatı arasında. Bir tarafta 30 milyar metreküpten bahsediliyor, öbür tarafta 15 milyar metreküpten... Öyle anlaşılıyor ki, bu konuda Enerji Bakanlığı ağır basıyor. Neticede, bu gaz alınacak; alınacak da, burada, Planlama Teşkilatına bir görev düşüyor bana göre. O enerjinin...

BAŞKAN – Sayın Pamukçu...

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Onu soruyorum...

Planlama Teşkilatı bir planlama yapmak zorunda; ama, hangisini yapacak onu öğrenmek istiyorum. Gazı alıp denize mi verecek, yoksa, elektriğe çevirip toprağa mı verecek? O konuda bilgi rica ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Pamukçu.

Değerli arkadaşlar, soru sormak isteyen arkadaşlarımızın, kısa ve öz soru sorması halinde, çok sayıda milletvekili arkadaşımızın soru sorma olanağına kavuşacağını bilmenizi isterim.

Teşekkür ediyoruz.

Buyurun Sayın Sobacı.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkanım, aşağıdaki sorularımın bakanlarımız tarafından, aracılığınızla cevaplandırılmasını arz ederim.

Yeni bir kalkınma planının hazırlık arifesinde, uluslararası rekabete açılma sadedinde, öncelikli sektör seçiminde ve teşvik edilmesinde hangi hazırlıklar yapılmaktadır, yapılmıştır?

Yine, Enerji Bakanlığı ile Devlet Planlama arasındaki enerji talep artışı projeksiyonundaki ihtilaf sebebiyle sormak istiyorum: Önümüzdeki kalkınma planı döneminde yıllık birincil enerji ve elektrik enerjisi talep artışlarında bir projeksiyonu, bir grafiği bize verebilirler mi?

Üçüncü sorum: 2000 yılı programında yüzde 20 devalüasyon hedefi açıklandı. Bastırılmış kur uygulaması ile ihracattaki gerileme gerçeği de karşımızdayken, ithalatın cazip hale geleceği böyle bir programda ihracat artışıyla ilgili teşvikler düşünülüyor mu?

Dördüncü sorum: İllerdeki yatırımların teşviki amacıyla çıkarılan 4325 sayılı Kanun dolayısıyla, OHAL kapsamına alınan illerdeki kaos sebebiyle, biliyoruz ki, fert başına düşen millî gelirde birtakım itirazlar vardı. Orada üretim yapan kuruluşların gelirleri o ilde görünüyor; ama, katmadeğerleri genel bütçe içerisinde görünüyordu. Bu noktada, gerçek fert başına millî geliri gösteren iller bazında yeni bir istatistik çalışması düşünülüyor mu?

Son sorum; Sayın Bakanımız -aslında, Hazineyle ilgili, diğer turla- 2000 yılı programındaki hedeflere ulaşacağını anlatırken, bu programın, öngörmelerin gerçekleşmesi halinde gerçekleşeceğini ifade ettiler; fakat, bu program açıklanmadan önce yüzde 105 faizle niçin borçlanılmıştır? Eğer, Merkez Bankası avansları kullanılarak bir esneklik sağlansaydı, bu program açıklandıktan sonra, faizlerin düşmesinden sonra böyle bir borçlanma yapılsaydı, uygun olmaz mıydı? Çünkü, ocak ayı sonuna kadar, bildiğimiz kadarıyla, Hazinenin bir ödemesi yoktur.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Sobacı.

Buyurun Sayın Arınç.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Devlet Bakanımıza sorular soruyorum.

1997 yılında nüfus tespiti yapılmıştı. 2000 yılında da genel nüfus sayımının yapılacağı söyleniyor. 1997 tecrübesine dayanarak 2000 için neler planlandığı noktasında birkaç sorum olacak.

1997 yılında yapılan nüfus tespitinin sonuçları, söylenenin aksine çok geç açıklandı. Bunun sebepleri nedir?

Nüfus sayımında pek çok yerde tam sayım yapılamadığı, kendilerine görevli gelmediği yolunda halkın şikâyetleri olmuştu. Bu konuda tespit edilen aksaklıklar nelerdir? Sorumluları hakkında herhangi bir işlem yapılmış mıdır?

Nüfus tespitinin toplam maliyeti ne olmuştu; 2000 yılında yapılacak genel nüfus sayımının maliyeti ne olabilir?

Açıklanan kesin sonuçlar içerisinde hâlâ ihtilaflı olan sayım yerleri var mıdır?

Müsaadenizle, bir de DPT ile ilgili soru sormak istiyorum. Devlet Planlama Teşkilatı, kurulduğu günden bu yana çok önemli görevler ifa etmiş ve planlı kalkınma döneminde gerçekten çok önemli projelere imza atmıştır. Şu anda, ülkede, yüksek enflasyon, yüksek faiz, işsizlik ve hatta büyüme hızında eksilerde düşüş var. Bunun sebebi nedir?

Bir; Devlet Planlama Teşkilatı 1960'lı yıllardan bu yana görevini yaparken fonksiyonlarını mı yitirdi; görevini tam yapmıyor mu?

İki; Devlet Planlama Teşkilatı görevini bihakkın yapıyor da, iktidarlar mı, yönetimler mi, siyasetçiler mi dikkate almıyor?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Arınç.

Sayın Aydın, buyurun.

ALAATTİN SEVER AYDIN (Batman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Delaletinizle, Sayın Bakanımıza aşağıdaki soruları arz etmek istiyorum.

Sayın Bakanın dedikleri gibi, sınır kapılarında, özellikle, yapılan sınır ticaretinin bölge halkına çok çok faydası olduğu bilinmektedir. Aşağı yukarı bütün sınır kapılarında, doğu ve güneydoğudaki kapılarda motorin ithalatına müsaade verilmektedir. Bunun tabiî detayına girmiyorum, yalnız soruyu soruyorum. Nusaybin sınır kapısında motorin ithalatına müsaade verilmemektedir. Bunun sebebi nedir? Bunu öğrenmek istiyorum. Bu bir.

İkinci sorum, yine, Nusaybin sınır kapısıyla ilgilidir. Buranın mesaii genelde saat 15.00'e kadardır. 15.00'ten sonra hiç kimseyi görmemektesiniz. Acaba, bu sınır kapısını çok daha yeterli bir hale getirmek mümkün değil midir?

Teşekkür eder, arz ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum.

Sayın Polat, buyurun.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkanım, delaletinizle, Sayın Bakanıma şu soruyu sormak istiyorum: Biraz önce konuşma yaparken, Devlet Planlama Teşkilatı eski müsteşarı hakkında konuşmalarından dolayı soruşturma açıldığını belirttiler. O Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarının konuşmalarının özeti şuydu: BOTAŞ Genel Müdürlüğü ve Enerji Bakanlığının enerji planlarıyla ülke gerçekleri tutuşmuyor" demişti. 2005 yılı için de hedef göstermişti. BOTAŞ'ın istediği 30 milyar metreküp gaza mukabil Türkiye'nin ihtiyacı 15 milyar metreküp diye söylemişti. Bu görüş, sadece Başkanın değil, Devlet Planlama Teşkilatının ve benim şahsen görüştüğüm İTÜ'lü birçok arkadaşımın da görüşüdür.

Şimdi, Sayın Bakanıma sormak istediğim soru şu: Bir müsteşar veya bir planlayıcı, bir devletin haksızlığını dile getirdiği için mi hakkında soruşturma açılıyor? Bir misal veriyorum -yine, Devlet Planlamanın bir görüşüdür bu- Bursa'da yapılan bir doğalgaz santralı 1 450 megavat olmasına rağmen -TEAŞ tarafından yapılan- 550 milyon dolara mal olmuşken, Marmara Ereğlisinde 2 tane 487 megavatlık bu santralların ikisinin toplamı dahi Bursa'dakinin yüzde 60 ve 70'i olmayan bir kapasite için her biri 650 milyon dolara santral yapılıp, 6,5 sente, yani, TEAŞ'ın ürettiğinin 2 sent daha pahalısına devlete elektrik satıldığı belirtilmekte ve sırf bu iki santralın yirmi yıl müddetçe devlete zararının 2,5 milyar dolar olacağı belirtilmektedir. Bu haksızlıkları, bu yanlışlıkları dile getirdiği için mi o müsteşar görevden alınmıştır? Unutmasınlar ki, her Erzurumlu müsteşar da onu gelir yapar.

Saygılar sunarım.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Polat.

Sayın Güven, buyurun efendim.

Son soru sanıyorum Sayın Güven'in olacak; çünkü, süre yeterli olmayabilir.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Devlet Bakanından tapu kadastroyla ilgili bir soru sormak istiyorum.

1940'lardan başlayarak Türkiye kadastrosu yapılmaya başlanmıştır, gerek şehir gerek köy kadastroları; ama, biraz evvel Sayın Bakan beyanında yüzde 46 oranında bir gerçekleşme olduğunu ifade buyurdular. Oysa, Türkiye'de bir sistem oluşturulmadığı için herhalde bu gecikiyor. Evvela şeritle başlayan ölçüm takometreye, takometreden tekrar bilgisayar dönemine kadar geçen bir süreç içinde neden bir süre verilerek Türkiye kadastrosu tamamlanmamıştır ve hangi süre içinde tamamlanacağını, gerçekleşeceğini bilmek istiyorum; çünkü, özellikle orman köylerinin kadastrosu yapılmadığı sürece, oradaki gecikme, Türkiye'de belirli kesime de sirayet etmektedir. Bu nedenle, Türkiye'de 1980'li yıllarda otomasyona geçmişlerdi; fakat, ben, Adalet Bakanlığında adlî sicili otomasyona geçirirken, oraları da gezmiştim, gördüğüm şuydu: Maaş bordroları hazırlanıyordu bu otomasyonda, onun dışında bir işlem yapılmaz hale gelmişti. Peki bugüne kadar geçen ondokuz yıl içinde veya yirmi yıl içinde otomasyona geçirmede neden gecikilmiştir veya gerçekleşme oranı nedir; onu sormak istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sanıyorum, sizin gibi deneyimli bir genel müdüre sahip olamadılar Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, soruları cevaplandırmak üzere, buyurun.

DEVLET BAKANI TUNCA TOSKAY (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, sorulmuş olan soruların bazıları aynı konuda. Özellikle iki konu, zannediyorum ki, birçok milletvekilimizin aydınlatılmasını istediği konu olarak bir müştereklik arz ediyor; bir tanesi, enerjiyle ilgili, bir tanesi de, bu kur politikasıyla ihracatımızın nasıl etkileneceği istikametindeki soru; birbirleriyle çakışan sorular.

İzin verirseniz, ilkönce, kur politikası ve ihracattan başlamak istiyorum. Bu programın uygulandığı ilk birkaç ayda Türk Lirasının değerlenme ihtimali vardır; ancak, biraz evvel de ifade ettiğim gibi, elimizdeki bütün imkânlarla, bu kısa süre için, ihracatçının yanında olmak mecburiyetimiz var. Bu enstrümanların başında, Eximbanktan uygun şartlarla finansman sağlanması var; ayrıca, Dış Ticaret Müsteşarlığının elindeki bazı araçlarla, şu ana kadar uyguladığımız ihracatı teşvik eden araçların etkin olarak kullanılması mutlaka müspet etki yapacaktır bu dönemde. Ondan sonra, ekonomideki gelişmeler, bu söylediğimiz sıkıntının çok hızlı bir şekilde ortadan kalkmasına sebep olacaktır. Sebebi de şu: Bu ekonomi, 2000 yılında, yüzde 5,5 civarında büyeyeceği öngörülen bir ekonomidir. Şu anda, hepinizin daha evvel de ifade ettiği gibi, ekonomide bir daralma, küçülme var; bu, büyümeye dönüştüğü zaman, kapasite kullanım oranları artacaktır. Kapasite kullanım oranları arttığı takdirde maliyetlerdeki düşüş başlayacaktır. Bu ekonomik ortamda, daha uygun finansman, daha ucuz finansman sağlanacaktır ve kur, son yılın son bir ayında hızlı bir şekilde değerlendirilmiştir. Bunların hepsi, ihracat üzerinde müspet etki yaratacak olan unsurlardır.

İhracatla ilgili stratejimiz nedir, öncelikli sektörlerimiz var mı diye Sayın Sobacı'nın -tahmin ediyorum- bir sorusu vardı. 2005 yılına kadar, Dış Ticaret Müsteşarlığı bir ihracat stratejisi belirlemiştir. Bu ihracat stratejisinin ana noktaları şunlardır: Bir, Türkiye ihracatı, bugün, coğrafî olarak bir bölgesel bağımlılık içermektedir. Bu coğrafî bölgesel bağımlılığın azaltılması; yani, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ihracatının çok daha değişik ülkelere yapılarak belli bölgelere bağımlılığımızın azaltılması. iki, oldukça, nüfusu genç, büyüme oranı yüksek, dinamik pazarlara yönelinmesi. Üç, katmadeğeri mümkün olduğu kadar yüksek olan ürünlerin ihracatına öncelik verilmesi ve bu istikametteki politikalar uygulanarak ihracatın bu şekilde yönlendirilmesi. Bunlar, ihracat konusundaki tespit edilmiş stratejinin belli başlı noktalarını teşkil etmektedir.

Enerji sorununa gelince, ben, bunu, Plan ve Bütçe Komisyonunda bulunan değerli üyelerimizin de bilgilerine, bu konudaki soruları söz konusu olduğunda arz etmiştim. Türkiye'nin elektrik enerjisi talebi konusunda Devlet Planlama Teşkilatı ile Enerji Bakanlığının projeksiyonları arasında herhangi bir farklılık yoktur. Yani, önümüzdeki yıllar itibariyle, Türkiye'nin elektrik enerjisi talebi konusunda, devletin iki kurumu da aynı rakamlarda mutabıktır. Birbirinden farklı görüşler, yıllar itibariyle üretilecek elektrik enerjisinin miktarıyla, yani, arzla ilgilidir. Bunu, Plan ve Bütçe Komisyonunda da çok net bir şekilde ifade etmiştim ve hatta, şu dileğimi dile getirmiştim; devletin kurumları, bir araya gelirler, bu konudaki fikir ayrılıklarını, görüş ayrılıklarını giderirler.

Bu istikamette ciddî bir adım atılmıştır. Devlet Planlama Teşkilatının koordinatörlüğünde, Enerji Bakanlığı yetkilileri, uzmanları ve Hazine sorumluları bir araya geliyorlar. Bu müzakereler başladı, bu konudaki fikir ayrılıkları giderilecek; yani, enerji talebiyle enerji arzının birbirine -risk de taşımaksızın, yedekler dahil- nasıl uydurulabileceği, hangi projelere, hangi yıllarda ne biçim onay verileceği konularında, devletin bu söylediğimiz -DPT, Hazine ve Enerji Bakanlığının- yetkilileri bir araya gelip, bu çalışmayı, şu anda sürdürüyorlar.

2000 yılı için, faizler düşmeden neden ihaleye çıkıldı, yüksek faizle para alındı tarzında bir soru var. Tahmin ediyorum ki, Hazinenin o andaki ihtiyacı, belirli bir faktördür; ama, bizim bütçemizden sonra, Hazinenin bütçesi de burada görüşülecek, Hazineden sorumlu Devlet Bakanımız da burada, tahmin ediyorum ki, bu konuda, size, rakamlara ve tarihlere dayanan daha tatmin edici cevabı, kendileri, mutlaka vereceklerdir.

Sayın Arınç'ın 1997 nüfus tespiti ve 2000 yılı genel nüfus sayımına ilişkin sorularına, izin verirseniz cevaplarımı arz edeyim. Gerçekten, 1997 yılı genel nüfus tespiti, Devlet İstatistik Enstitüsünün çok başarılı, gerçekten iyi hizmetler verdiği tarihte, sıkıntılı bir dönemi noktalamaktadır Sayın Arınç. Sebebi de şudur: Bu nüfus sayımının yapılması, bazı ihtiyaçlar sebebiyle, siyasî otorite tarafından çok aceleye getirilmiştir ve nüfus sayımından, genel nüfus tespitinden evvel, teknik olarak yapılması gereken hazırlıkların tamamı, tahmin ediyorum ki, yetiştirilememiştir; ama, ben Bakanlığa geldikten sonra, bu durumun aydınlatılması açısından bir inceleme başlattım; bu inceleme sürmektedir. Bunun maliyeti ne olmuştur; neden aksamıştır; neden sonuçlar zamanında açıklanamamıştır veya açıklanan sonuçlarda eksiklikler var mıdır? Bu soruşturmanın sonunda, zannediyorum ki, bunlar, bütün açıklığıyla ortaya çıkacak ve bu hataların bir daha tekrarlanmaması için gerekli dersleri de bu soruşturmanın sonuçlarından çıkaracağız.

2000 yılı nüfus sayımı konusunda da hazırlıklar hızla sürdürülmektedir. Burada en önemli konu, konutların sayımıyla, bir konut envanterinin çıkarılmasıyla ilgilidir. Bu çalışma, belediyelerle, yerel yönetimlerle bir koordinasyon içerisinde yapılmak zorundadır ve bu çalışmalar da sürmektedir Sayın Arınç. Tahmin ediyorum ki, 2000 yılındaki sayım, belki de, inşallah, evimize kapanarak yaptığımız en son sayım olacaktır; böyle olmasını temenni ediyoruz. Bu arada, MERNİS Projesini de yürürlüğe koyarsak, böyle, eve kapanmadan Türkiye nüfusunu saymak ve her türlü veriyi elde etmek imkânına kavuşuruz diye düşünüyoruz.

Sınır ticaretiyle ilgili olarak, konuşmamda bilgi arz etmiştim. Türkiye ekonomisi verimlilik üzerine kurulmak zorunda. Yani, bir noktada, bazı faydalar elde ederken katlandığımız maliyetin ne olduğunu çok ince hesap yaparak çıkarmak mecburiyetimiz var. Bugün, sınır ticaretiyle ilgili olarak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yıllık vergi kaybının 2 milyar doların üzerinde olduğu hesap edilmektedir. Acaba, biz, bu kadar büyük bir vergi kaybına katlandığımız zaman aldığımız sonuç, o bölgelerde, gerçekten bu maliyeti mazur gösterecek derecede olumlu mudur; bunun hesabını iyi yapmak zorundayız. Bunun hesabını, devletin bütün kurumları bir araya gelerek, geçtiğimiz dört, beş aydır yapıyorlar ve buna uygun bir sınır ticareti kararnamesi yakında çıkacak.

BAŞKAN – Sayın Bakan, son dakikanız; toparlar mısınız efendim.

DEVLET BAKANI TUNCA TOSKAY (Devamla) – Toparlıyorum.

Son olarak, Sayın Müsteşarla ilgili olarak, Müsteşar hakkında yeni açılmış olan soruşturmanın enerjiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bizden evvelki; yani, 56 ncı hükümet zamanında açılmış olan soruşturmalar da, kurum içindeki işlemlerle ilgilidir. Sayın Müsteşarın, enerji konusunda 30 Haziranda yazdığı yazıya benzer görüşleri halihazırdaki Müsteşarımız da birçok platformda ifade etmiştir. Onun hakkında enerji sorunu sebebiyle soruşturma açmamız gerekiyorsa, bu Müsteşarımız hakkında da açmamız gerekir, böyle bir şey söz konusu değildir.

Bunları arz etmek istedim; teşekkür ederim efendim.

BAŞKAN – Biz teşekkür ediyoruz Sayın Bakanım.

Böylece, soru sorma işlemi de tamamlanmıştır.

Şimdi, sırasıyla, üçüncü turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım...

BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Bakana bir sorumuz vardı...

BAŞKAN – Efendim, soru sorma işlemi 20 dakikayla sınırlıdır.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Devlet Bakanımız, cevap verme isteğini izhar etmiştir.

BAŞKAN – Sayın Bakanım, soru soran arkadaşlarımıza yazılı olarak yanıt verebilirsiniz.

Teşekkür ederiz.

Dış Ticaret Müsteşarlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

A) DIŞ TİCARET MÜSTEŞARLIĞI

1. – Dış Ticaret Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

A — C E T V E L İ

Program

Kodu Açıklama Lira

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 4 303 450 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

111 Dış Ticaret Politikalarının Düzenlenmesi ve

Uygulanması 13 651 550 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan

Transferler 6 725 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

TOPLAM 24 680 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Dış Ticaret Müsteşarlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2. – Dış Ticaret Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN– Dış Ticaret Müsteşarlığı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Dış Ticaret Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

A – C E T V E L İ

Lira

— Genel Ödenek Toplamı : 10 265 000 000 000

— Toplam Harcama : 9 958 917 358 000

— İptal Edilen Ödenek : 309 674 833 000

— Ödenek Dışı Harcama : 3 592 191 000

BAŞKAN– (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Dış Ticaret Müsteşarlığı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Devlet Planlama Teşkilatı 2000 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum :

B) DEVLET PLANLAMA TEŞKİLATI MÜSTEŞARLIĞI

1. – Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

A — C E T V E L İ

Program

Kodu Açıklama Lira

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 4 194 450 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

111 Planlama Hizmetleri 9 620 550 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan

Transferler 30 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

TOPLAM 13 845 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2. – Devlet Planlama Teşkilâtı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN– Devlet Planlama Teşkilâtı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Devlet Planlama Teşkilâtı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

A – C E T V E L İ

L i r a

— Genel Ödenek Toplamı : 4 650 054 000 000

— Toplam Harcama : 4 265 065 819 000

— İptal Edilen Ödenek : 384 988 181 000

BAŞKAN– (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Devlet Planlama Teşkilâtı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

C) TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. – Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

A — C E T V E L İ

Program

Kodu Açıklama Lira

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 11 606 190 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

111 Tapu-Kadastro ve Fotoğrametri Çalışmala-

rının Yürütülmesi 44 693 810 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan

Transferler 377 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

TOPLAM 56 677 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2. – Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

A – C E T V E L İ

L i r a

— Genel Ödenek Toplamı : 25 357 517 000 000

— Toplam Harcama : 24 896 530 229 000

— İptal Edilen Ödenek : 662 510 399 000

— Ödenek Dışı Harcama : 201 523 628 000

BAŞKAN– (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

BAŞKAN – Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

D) DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI

1. – Devlet İstatistik Enstitüsü 2000 Malî Yılı Bütçesi

A — C E T V E L İ

Program

Kodu Açıklama Lira

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 8 481 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

111 İstatistik Verilerin Derlenmesi ve Değerlen-

dirilmesi Hizmetleri 30 072 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan

Transferler 59 550 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 2 025 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

TOPLAM 40 637 550 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Hayırlı olmasını temenni ediyoruz.

2. – Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN– Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

A – C E T V E L İ

L i r a

— Genel Ödenek Toplamı : 6 546 759 510 000

— Toplam Harcama : 5 637 094 315 000

— İptal Edilen Ödenek : 968 278 529 000

— Ödenek Dışı Harcama : 58 613 334 000

— 1050 S.K.83 üncü Mad.ve Dış

Proje Kredilerinden Ertesi Yıla

Devreden : 4 825 510 000

BAŞKAN– (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, böylece, üçüncü turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi ve oylanması işlemi tamamlanmıştır. Kabul edilen bütçelerin hayırlı olmasını temenni ediyoruz.

Dördüncü tur görüşmelerine başlıyoruz.

Dördüncü turda, Denizcilik Müsteşarlığı, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, Hazine Müsteşarlığı, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü bütçeleri yer almaktadır.

E) DENİZCİLİK MÜSTEŞARLIĞI

1. —Denizcilik Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2.—Denizcilik Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

F) DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.—Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2.—Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

G) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI

1.—Hazine Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2.—Hazine Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

H) KÖY HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. — Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Komisyon?.. Hazır.

Hükümet?.. Hazır.

Dördüncü turda gruplar ve şahıslar adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Doğru Yol Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Ufuk Söylemez, Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırım; Fazilet Partisi Grubu adına, Tokat Milletvekili Ergün Dağcıoğlu, İstanbul Milletvekili Ali Coşkun, Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz; Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Şamil Ayrım, İstanbul Milletvekili Nesrin Nas, Siirt Milletvekili Nizamettin Sevgili; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Tokat Milletvekili Reşat Doğru, Çorum Milletvekili Melek Denli Karaca, Samsun Milletvekili Ahmet Aydın, Erzincan Milletvekili Mihrali Aksu; Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Cahit Savaş Yazıcı, İstanbul Milletvekili Osman Kılıç, Eskişehir Milletvekili Mahmut Erdir, Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli.

Şahısları adına; lehinde, Ankara Milletvekili Zeki Çelik; aleyhinde, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Ufuk Söylemez.

Sayın Güven, arkadaşlar süreleri eşit mi paylaşıyorlar?

TURHAN GÜVEN (İçel) – Kendi aralarında anlaşıyorlar efendim.

BAŞKAN – Biz süreyi 30 dakikayla başlatıyoruz efendim.

Buyurun Sayın Söylemez.

DYP GRUBU ADINA H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; görüşülmekte olan 2000 yılı bütçe kanun tasarısında, Hazine Müsteşarlığı ve Denizcilik Müsteşarlığına ilişkin Doğru Yol Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi, konuşmama başlamadan önce, şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum efendim.

Değerli milletvekilleri, bütçeler, hükümetlerin de milletlerin de en önemli harcama ve gelir belgeleri olması hasabiyle, bütçe tartışmalarının özel ve ayrıcalıklı bir önemi vardır. Burada geçen bir yılın muhasebesi yapılır; gelecek bir yıla da program ve vizyon konulur. Elbette, iktidar, yaptıklarıyla, muhalefet de, yapılamayan, eksik, ya da yanlış gördükleriyle milletin huzuruna çıkar ve taleplerini, düşüncelerini dile getirir. Bu da, demokrasilerin en doğal, en kaçınılmaz bir gerçeğidir. Ne mutlu ki, demokrasi muhalefete de söz veriyor.

Ben, geçen gün bütçe görüşmelerinde, Sayın Maliye Bakanının, konuşmalar akabinde, söz alarak, kürsüde teşekkür mahiyetinde yaptığı konuşma sırasında, muhalefeti eleştiren tutumunu yadırgadım. Yani, özetle "biz, hiç iyi bir şey yapmıyor muyuz da muhalefet hep bizi eleştiriyor" anlamında bir şeyler söyledi. Tabiî, bunu, çok nazik ve kibar bir üslupla söyledi; ama, Sayın Bakan bunları söyledi; az önce, Dış Ticaret Müsteşarlığının bütçesi görüşülürken de bazı milletvekili arkadaşlarımız "niye telaş ediyorsunuz, iyi şeyler yapılıyor, bu telaşınız neden" gibilerden birtakım açıklamalarda bulundular.

Bir kere, demokrasilerde birinci dersimiz; hep beraber, birbirimize karşı hoşgörülü ve sabırlı olmak diye düşünüyorum ve muhalefetin olmadığı, muhalefetin sesinin kısıldığı, kısılmak istendiği bir yönetim tarzına da demokrasi denmez. O zaman, halkın ve milletin taleplerini burada dile getirmeyeceksek, uygulanan hatalı, eksik, yanlış gördüğümüz politikaları eleştirmeyeceksek, anlamı ne burada bizim çıkıp konuşmamızın?! Ama, elbette, kapkara bir tablo çizmek -az önce bir MHP'li arkadaşımız konuşma yaptı- işte, felaket tellallığı diye adlandırılan tablolar çizmek de doğru değil. Bardağın dolu yarısını da boş yarısını da görmek lazım. Biz, Doğru Yol Partisi olarak bunu yaptığımızı zannediyoruz. Doğru ve millet yararına olan hadiselerde hep destek verdik. Özelleştirmeyle ilgili yasal değişiklikler çıkarken, tahkimle ilgili yasa değişiklikleri çıkarken, Türkiye'yi gümrük birliğine soktuğumuz misyon olarak, onun devamı kanunlar çıkarken, örneğin Gümrük Kanunu çıkarken Doğru Yol Partisi olarak, yapıcı, olumlu katkılarımızı ve olumlu oylarımızı esirgemedik. Milletin, ülkenin, ekonominin yararına doğru hadiselerde hep doğru tavır aldık. Ama, şimdi, bu bütçenin gerçekçi olmadığını, hedeflerinin IMF programıyla dahi çeliştiğini, bu bütçeyle beraber uygulamaya konulan paralel IMF programı adı altında uygulanan programın Sayın Merkez Bankası Başkanının açıkladığı kur ve para programının gelecekteki risk ve sakıncalarını, geçmişteki bazı ülkelerdeki uygulama sonuçlarının negatif olduğunu söylemek karamsarlık veya felaket tellallığı değildir. Aksine, yanlışları bugünden söylemek, alınabilecekse, hükümete, önlem almak için zaman tanımak, varsa düzeltmeleri, bu Meclisin demokratik platformunda sağlamak içindir. O bakımdan, herkesin biraz tahammüllü olmasında, söylenenlere, özellikle muhalefetin söylediklerine iktidar döneminde kulak verilmesinde büyük yararlar var diye düşünüyorum.

Hazine Müsteşarlığı, maalesef, kendisi sebep olmadığı çok büyük bütçe açıklarını finanse etmekten başka, ciddî bir fonksiyona sahip olmayan bir müsteşarlık haline getirilmiştir. Gerçekten, kısıtlı bir kadroyla, yetişmiş değerli elemanlarıyla yaptığı, kendisine fatura edilen bütçe açıklarını, iç ve dış açıkları finanse etmeye çalışmaktır. Hazine Müsteşarlığının işi oldukça zordur; iyi niyetli olduğuna eminiz; ama, borç yönetimi bile, maalesef, iyi idare edilemiyor. Bugün, kasım sonu itibariyle içborçların vardığı 22.6 katrilyonluk içborç stoku hepimizi dehşete düşürüyor. Bu, daha geçen sene 11 katrilyon liraydı. Yani, içborç stokunda, neredeyse, yüzde 100'lük bir artış var. İçborç stoku yüzde 100 artan bir ülkede, enflasyonun 2000 yılında yüzde 20'lere ineceğine kimi inandırabiliriz arkadaşlar. Bu açıklanan programın, Arjantin'de, Uruguay'da, Şili'de -Merkez Bankası Başkanımız tarafından açıklanan bu programın- Tablita ismi verilen bu tablo programlarının akıbetlerini hiç kimse araştırdı mı? Bu ülkelerde hüsranla sonuçlanan, büyük devalüasyonlarla sonuçlanan, döviz kredisine büyük yönelme gösteren, müthiş bir ithalat patlaması yapan, ihracatı perişan eden sonuçları bu programların, bu Mecliste hiç tartışıldı mı? Tartışılmadı, ama, tartışılması da âdeta istenmiyor.

Açıklanan kur ve para programının demokratik ülkelerde başarıyla uygulanmış tek bir örneği yoktur. Yarı demokratik, otoriter rejimlerde, Güneydoğu Asya ülkelerinde ve Güney Amerika ülkelerinde, az önce ismini verdiğim ülkeler başta olmak üzere, uygulanmıştır bu programlar. Bir süre götürülmüş, hemen hemen tamamı, sonunda, başarısızlıkla sonuçlanmıştır; devalüasyon gelmiştir; çünkü, siz, kura baskı yaparsanız, siz bugünden onsekiz aylık kuru ilan ederseniz, eğer enflasyonu da o paralele indiremezseniz -ki, enflasyon sadece parasal tedbirlerle inmez, inemez, inmemiştir- oluşacak fark, kurun birikmesi, Türk Lirasının aşırı değerlenmesi sonucunda dış krediler Türkiye'ye gelecek, bir kısmı tüketime gidecek, bir kısmı sıcak para olarak Hazine borçlanmasına gidecektir. Yarın öbür gün, onsekiz ay sonra bu banttan çıkıldığı zaman, bu, kaçınılmaz devalüasyonla sonuçlanacaktır. Dünyada, hemen hemen bütün ülkelerde, bu, böyle sonuçlanmıştır. Tabiî, ihracatın yediği darbe ve ihracatın etkilendiği sektörlerin sıkıntısını saymama gerek yok sanırım.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, gerçekten, kapsamlı, enflasyonu kalıcı biçimde düşürecek, sürdürülebilir bir büyümeyi de ortaya koyacak bir stabilizasyon programı ortaya koymalıdır. Böyle yapıldığı takdirde, aynı özelleşmedeki tavrımızı, aynı tahkimdeki tavrımızı, aynı Gümrük Kanunundaki tavrımızı yapıcı biçimde koyarız; ama, değerli bürokrat olan; ama, bence böyle bir yükü taşıması mümkün olmayan Sayın Gazi Erçel'in açıkladığı bir program bu Mecliste hiç tartışılmadan, toplumu, kamuoyunu ikna edemezsiniz. Enflasyonla mücadele etmeye, önce, Mecliste bizleri ikna ederek başlamalısınız. Milletin seçilmiş temsilcileri ikna olmuyorsa, işçi sendikaları nasıl ikna olacak, ihracatçı birlikleri nasıl ikna olacak, dernekler nasıl ikna olacak, memur sendikaları nasıl ikna olacak; yüzde 70 enflasyon altında, tüketici enflasyonu altında ezilmiş halk kitlelerini, çiftçileri, esnafı nasıl ikna edeceksiniz? İkna buradan başlar. Biz buraya getirmemiş olsak bu konu gündeme dahi gelmeyecek. Bu konuda eleştiri yaptığımız zaman "muhalefet olarak çok kara gözle bakmayın" diyorsunuz. Elbette, gelin, kalıcı bir yapısal programa imza atalım; ama, muhalefetle uzlaşamayan, muhalefete konuyu getiremeyen, bir bürokratın açıkladığı, Meclis olarak, gazete ve televizyonlardan öğrendiğimiz programa biz niye destek verelim, niye arkasından gidelim. Eksik, bölük pörçük programların arkasına kim kredibilitesini ve itibarını koysun. Bu konular son derece önemlidir.

Bakınız, The Economist Dergisinde Prıce-Waterhouse-Coopers tarafından yayımlanan bir araştırma var. Türkiye, burada, ekonomik gelişmişlik faktörleri açısından -15 Avrupa Birliği ülkesi, 13 de aday ülke olarak 28 ülke sıralanıyor- bu 28 ülke arasında, bir tek Bulgaristan'ın önüne geçmiş. Şöyle, kabaca göstereyim, isteyen arkadaşlara verebilirim. Nedir bu göstergeler; sadece enflasyon rakamı da değil, o ülkedeki eğitim düzeyinden, o ülkedeki telefon sayısından, o ülkedeki tarım hâsılasından tutun da, çok değişik 20 çeşit gösterge almış. Hesaplama yöntemi tartışılabilir, bilimselliği tartışılabilir; ama, dünyaca tanınmış bir kuruluş olduğu için, bu...

Şimdi, Türkiye bunları nasıl yapacak? Kimi nasıl ikna edeceksiniz? Şimdi, enflasyonist beklentileri nasıl kıracaksınız ve bu konularda, para programının gerçekçi olduğunu nasıl ikna edeceksiniz? Efendim, biz bu programı uygularsak Türkiye'de enflasyon düşer... Kalıcı olarak düşer mi? Bu soruya cevap aramak lazım. Bugün, ikibuçuk yıldan beri, ağırlığını Anasol Hükümetinin temsil ettiği, önce Anasol-D, daha sonra Anasol-M'ye dönüşen bir malî makro ekonomik politika uygulanıyor; birbirinin devamıdır, birbirini de eleştirmiyor. Hükümet çıkıp, biz şurada yanlış da yaptık demiyor. Yani, ikibuçuk yılın sonunda yüzde 70 enflasyonla, böyle bir resesyon, böyle bir durgunluğun faturasını kimse üstlenmiyor. Diyorlar ki; ikibuçuk yıl böyle boşa geçti, haydi, biz, birbuçuk iki yıl daha bir kemer sıkalım, tekrar birtakım programlar yapalım; ama, bu programlardan, Meclise dahi bilgi vermeyelim, kamuoyunda konsensüs sağlamayalım, toplumsal uzlaşma sağlamayalım, sendikaları, dernekleri, memur federasyonlarını yok sayalım, ondan sonra da enflasyon düşsün. Bu enflasyon, parasal tedbirlerle, kâğıt üzerinde geçici olarak düşse bile -ki, program kağıt üzerinde doğrudur; ama, uygulanma olanağı demokratik bir ülkede çok zordur- kalıcı olmaz. Enflasyonu kalıcı düşüreceksiniz, büyümeyi de sağlayacaksınız.

Değerli arkadaşlar, bakın, son yirmi yılda, ortalama yılda yüzde 4 büyüyen bir Türkiye, ilk kez, geçen yıl, bu ortalama büyümenin altına düştü. 1995, 1996, 1997’de yüzde 7-8 büyüyen bir Türkiye, ilk kez, geçen sene yüzde 3’lere düştü, bu yılki büyüme de rekor düzeyde, zannederim son beş yılın en kötüsü olacak, yüzde 5,5-6 düzeyine çıkacaktır. Yüzde 5,5-6 küçülen bir ekonomiden, siz 2000 yılında vergi filan alamazsınız, yani gelecek sene bütçesinde, gelirlerde; vergi gelirleri yüzde 57 artacak gözüküyor. Eksilen bir ekonomide, fakirleşen bir ülke, satamayan bir ekonomi, üretemeyen bir ekonomi, yapılamayan ihracat, nasıl size vergi ödeyecek; hele bir de, bu seneden ilave vergiler vermişseniz?! Bu ekonomik denge, bu hesap tutmaz diye düşünüyoruz.

Bakın, size, bazı örneklerle, sadece kağıt üzerinde enflasyon düşürmenin sağlıklı olmadığını göstereceğim. Batı ülkelerinde, gelişmiş Avrupa Birliği ülkelerinde enflasyon da yüzde 3’ün altındadır, büyüme de yüzde 3 civarındadır; yani, ortalama yüzde 2-3 civarındaki enflasyona karşılık, yüzde 2-3 civarında, hatta enflasyon üzerinde bir büyüme; ama, az gelişmiş bazı ülkelerde ise, daha önce size verdiğim bazı örneklerden tekrar edeyim.

Değerli arkadaşlar, son on yıllık ortalama enflasyon oranlarını okuyorum: Bangladeş’in son on yılda ortalama enflasyonu yüzde 6,4, son derece düşük bir enflasyon; Nijerya’nın yüzde 33; Kenya’nın yüzde 13; Pakistan’ın yüzde 9; Zimbabwe’nin yüzde 20’dir; yani, bunlar, Türkiye’den, Türkiye enflasyonunun yüzde 50’sinden daha az; yani, üçte 1’i kadar enflasyona sahip ülkeler; ama, bu ülkeler, Türkiye’ye göre son derece fakir, imkânları, dinamikleri karşılaştırılmayacak kadar kısıtlı. Belki, o ülkelerin insanları sokaklarda açlıktan ölüyorlar. Burada fark nedir? Buradaki fark, enflasyona rağmen, Türkiye’nin büyüyebilmiş olmasıdır. Şimdi, enflasyonu düşüreceksiniz; ama, kalıcı bir büyümeyi de sağlayacaksınız. Siz, kura baskı yaparsınız, sıcak parayı Türkiye’ye getirirsiniz, tüketimi kamçılarsınız, ithalatı patlatırsınız, hatta, ithal malı stoklanır; ama, sonunda, bu biriken döviz, 17-18 ay sonra devalüasyon diye, korkarım, karşınıza çıkar; bu arada da, ölmüş bir ihracat sektörünüz olur! Biz, bunu uyarıyoruz. Bunları yapan ülkelerin deneyimlerinde, toplumsal uzlaşma, sosyal kontrat olmadan, bir mutabakat sağlanmadan, hepsi başarısız olmuştur diyoruz. Uruguay'da, Şili'de, Arjantin'de, hepsinde başarısız olmuş tablita programları. Tarihi de veriyoruz biz size; 1974'te, 1978'te Arjantin'de, 1972'de... Hepsi benzeri uygulamış; kuru, önceden hedeflemiş ve sonunda, devalüasyonla sonuçlanan, ekonomik ve siyasî kaosla sonuçlanan krizlere girmişlerdir.

Efendim, enflasyonla mücadele etmeyelim mi!.. Edin, ama, büyüme yönünü ihmal etmeyin; edin, ama, harcama reformu yapmayı ihmal etmeyin; edin, ama, gelirler politikasını doğru koyun; edin, ama, toplumsal kontrat yapın; edin, ama, hiç olmazsa, şurada muhalefete bilgi verin. Muhalefeti ikna edemediğiniz bir konuda, Türk Milletini nasıl ikna edeceksiniz? Dolayısıyla, bu program, enflasyonu kalıcı bir biçimde düşüremez. Bu bütçe, maalesef, daha şimdiden 14 katrilyon açık veriyor. Bu açığın daha da büyüyeceğinden endişe ediyoruz. Nitekim, 1999 başında 5 katrilyon öngörülen bütçe açığı, bu yıl karşımıza 9,5-10 katrilyon olarak geldi.

Özelleştirme; 1999 yılında, sağlıklı olarak, bir tek ciddî, büyük özelleştirme yapılamadı. Dolayısıyla, gelirler politikasının ayağı eksik, harcama reformu eksik, kayıtdışı ekonomiyi kayda alan ayağı eksik... İhracata kuru baskı yaparak biriktiren, TL'yi aşırı değerlendirip devalüasyon riski taşıyan böyle bir politikaya, hele, toplumun sosyal kesimleriyle de mutabakat sağlanmamışsa, bizim, muhalefet olarak destek vermemiz mümkün değildir; eksik ve yanlışlarını da buradan söylememize kimse engel olmamalı, kimse bundan alınmamalı, gocunmamalıdır.

Ben, diğer konuşmacı arkadaşımıza da süre vermek üzere konuşmamı burada noktalıyorum. Hazine Müsteşarlığının değerli elemanlarına, bu çok zor görevlerinde, 22 katrilyon içborç stoku ve 100 milyar doları aşan dışborçla birlikte Türkiye'de idaresi zor bir borç yönetimi devraldıkları için başarılar diliyorum. Doğru programları, doğru yerlerde, doğru kişilerle tartışarak yapalım, Türkiye'de enflasyonu kalıcı biçimde düşürelim diyorum.

Hepinize, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Sağ olun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Söylemez.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, ikinci konuşmacı, Eskişehir Milletvekili Sayın Sadri Yıldırım.

Buyurun Sayın Yıldırım. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün 2000 yılı bütçesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi, vatanı ve memleketi için her fedakârlığa katlanan aziz milletimi, Partim ve şahsım adına saygılarımla selamlıyorum; 2000 yılının, 21 inci Asrın, yüce Türk Milletine, iyilikler, güzellikler ve hayırlar getirmesini diliyorum.

"Bu memleketin efendisi köylüdür" diyen ulusumuzun kurucusu Yüce Atatürk'ün köylüye değer verdiği veciz sözünden yola çıkarak, medeniyetin ve kalkınmanın temel unsuru ve başlangıcı olan köylerimize ve köylümüze kıymet veren ve kalkınmayı köyden ve köylüden başlatan "şehirde ne varsa köyde de o olacaktır" ilkesini benimseyen Doğru Yol Partisi, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonrada da köylüyü savunacak, her zaman köylünün yanında olmaya devam edecek, eserlerine eser katarak, insanca yaşamalarını ve kalkınmalarını sağlayacaktır.

Değerli milletvekilleri, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 2000 yılı yatırım projelerine ve bütçesine baktığımızda, yeni projelere hiç ödenek ayrılmadığı görülmektedir. Daha şimdiden, 1999 yılında olduğu gibi, 2000 yılında da, hükümetin, memleketin ve milletin her meselesinde olduğu gibi, köy hizmetlerinde de başarısız olacağı ve köylere hiçbir yeni hizmet gitmeyeceği ve götürülemeyeceği açıkça görülmektedir.

Sayın Başkan ve Değerli milletvekilleri; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, nüfusumuzun yaklaşık yüzde 40'ının yaşadığı kırsal alana, sosyal ve tarımsal hizmetleri götüren bir kuruluştur. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, kırsal alanda bulunan 74 600 üniteye ulaştırma hizmeti, 74 939 üniteye içmesuyu hizmeti, 2 milyon 900 bin hektar alana sulama hizmeti, ayrıca 4 milyon hektar alana tarla içi geliştirme hizmetleri, yerleri kamulaştırılanlara, göçebelere ve göçmenlere iskân hizmeti, köylerin sosyal ve ekonomik tesislerinin yapımıyla ilgili hizmetler, detaylı toprak etütlerinin yapılması, toprakla ilgili veri tabanı oluşturulması, toprakların muhafazasıyla ilgili hizmetleri yapmakla görevli bulunmaktadır. Bu kadar geniş yelpaze ve çok sektörde hizmet veren Genel Müdürlük, yaklaşık 60 000 personel ve 22 000 adet iş makinesine sahip bulunmaktadır.

Bugün, Türkiyemizde, ulaşılmayan ünite bulunmamaktadır. 319 218 kilometre yol ağıyla 75 000 ünitenin ulaşımı sağlanmaktadır; ancak, ulaşım sağlandığına göre, ulaştırma hizmetinin bittiği söylenemez.

1965 yılında, 162 000 kilometre olan yol ağının içinde, sadece 22 kilometre stabilize yol bulunmaktaydı, 9 kilometre de tesviyeli yol olup, toplam 31 kilometre yol bulunmaktaydı. Bugün ise, 319 000 kilometre yol ağı bulunmaktadır; yani, yaklaşık 300 kilometrelik yol, ilk ulaşım sağlamak üzere, 34 yıl içinde gerçekleştirilmiştir ve bütün ünitelere ulaşım sağlanmıştır.

Mevcut yol ağının 61 920 kilometresi asfalt, 1 236 kilometresi beton, 143 455 kilometresi stabilize, 69 277 kilometresi tesviyeli, 43 300 kilometresi de hamyol şeklindedir. Bundan sonra, mevcut yol ağının standardının yükseltilmesi gerekmektedir.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, toplam 74 939 üniteye içmesuyu hizmeti verme durumundadır. Üretilirin durumuna baktığımızda, 54 662 ünitenin sulu, 8 942 ünitenin yetersiz sulu, 11 337 ünitenin, devlet eliyle, sağlıklı ve yeterli suya kavuşturulmadığını görmekteyiz. Bu, susuz 11 337 ünitenin, 1 406 adedi köy merkezi, diğerleri ise bağlılarıdır.

Öncelikle, yetersiz ve susuz ünitelerin toplamı olan 20 000 ünitenin, acilen, yeterli içmesuyuna kavuşturulması gerekmektedir. Ayrıca, içmesuyu götürülmüş görünen toplam 64 000 ünitenin 29 adedi çeşmeli sistem içmesuyu tesisine sahiptir.

Artık, günümüzde, kapalı sistem içmesuyuna sahip olmayan bir üniteye, “içmesuyu vardır” demek yanlış olur. Onun için, 29 000 ünitenin mevcut içmesuyu tesisinin de rehabilite edilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, 20 000 ünite acil olmak üzere, toplam 49 000 ünitenin içmesuyunun tekrar ele alınması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, ilgili genel müdürlük, tarım sektöründe 2,9 milyon hektarın sulamaya kavuşturulmasıyla görevli bulunmaktadır. Bugüne kadar 1,2 milyon hektar sulamaya kavuşturulmuştur; 1,7 milyon hektarın daha, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünce sulamaya açılması gerekmektedir.

İşlenmekte olan 16 milyon hektar arazide, orta ve şiddetli derecede toprak erozyonu vardır. Bugüne kadar, sadece, 366 000 hektar alanda toprak muhafaza tedbiri alınmıştır. Türkiye'de işlenen alanlardan, 16 milyon hektarda, işlenmeyen alanlardan, yani, tarım alanı dışındaki sahalarda 41 milyon hektarda olmak üzere toplam 57 milyon hektar alanda, orta şiddetli ve çok şiddetli derecede erozyon bulunmaktadır. Yani, 77 milyon hektarlık yüzölçümümüzün 57 milyon hektarında orta, çok ve şiddetli derecede erozyon bulunmaktadır. Bu durum, uzmanlarca "Türkiye'de, yılda, 500 milyon ton toprak, akarsularla taşınmaktadır" şeklinde ifade edilmektedir.

Türkiye'de, yerleri kamulaştırılanların ve göçerlerin iskânı büyük önem arz etmektedir. Türkiye, gelişmekte olan bir ülkedir. Özellikle, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yapılan barajlardan dolayı, birçok ailemizin iskân edilmesi gerekmektedir. Bugüne kadar 9 571 adet ailenin iskânı sağlanmıştır.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 2000 yılı bütçesi rakamlarına baktığımızda, toplam bütçenin 575 trilyon Türk Lirası, bütçe içindeki toplam yatırım rakamının da 145 trilyon Türk Lirası olduğunu görmekteyiz.

Toplam bütçemizde, ancak yüzde 25'i kadar yatırım ödeneği bulunmaktadır. Devam etmekte olan yatırım projelerinin 2000 yılı sözleşme ödeneklerinin toplamı, 1999 yılı fiyatlarına göre 267 trilyon Türk Lirası olmasına rağmen, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 2000 yılı toplam yatırım bütçesi 145 trilyon Türk Lirasıdır. Bu ödenekle, ihaleli işlerin ancak eskalasyonu farkları karşılanacaktır. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü yatırım bütçesine, 2000 yılı içinde eködenek sağlanamaması halinde, sosyal ve tarımsal altyapı hizmetleri önemli ölçüde aksayacak, hizmet bekleyen vatandaşlarımız mağdur olacak; akaryakıt ve makine yedek parça yokluğundan, 1999 yılında olduğu gibi, makine parkı çalışmayacak, dolayısıyla, makine personeli, çalışmadan ücret alacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; buraya kadar, sizlere, kırsal altyapının öneminden, büyüklüğünden ve bütçe yetersizliğinden söz ettim. Şimdi de, böyle büyük ve mukaddes görevi yüklenmiş olan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün kurumsal yapısından bahsetmek istiyorum.

1963 yılındaki yol ve içmesuyu durumuna baktığımızda, 150 000 kilometrelik yol ağının 12 500 kilometresinin stabilize olduğunu, 36 000 kilometre yolun ham yol şeklinde olduğunu, 101 500 kilometrenin ise sadece iz şeklinde olduğunu görmekteyiz.

İçmesularında ise, 47 000 köy ve mahalleden 18 183 adedinin suyu olduğu, 20 161 adedinin ise yetersiz sulu, 27 033 adedinin de susuz olduğunu görmekteyiz.

Köy Hizmetlerinin şu anda yürütmekte olduğu görevler 1984 yılına kadar Köyişleri Bakanlığı tarafından yürütülmekteydi. Köyişleri Bakanlığı, 1963 yılında, çok ciddî etüt ve çalışmalar sonucunda, gerekli görüldüğü için kurulmuştu; ama, 1984 yılına baktığımızda, 251 209 kilometre yol ağının 12 310 kilometresini asfalt, 129 706 kilometresini stabilize, 60 294 kilometresinin de tesfiye olduğunu görürüz.

Tarım sektöründe, Türkiye tarım toprak etütlerinin yapıldığını, Türkiye geliştirilmiş toprak haritalarının tamamlandığını, 868 000 hektar alanın suya kavuşturulduğunu, 508 000 hektarda tarla içi geliştirme hizmetleri yapıldığını, 250 000 hektarda toprak muhafaza, 244 000 hektarda da drenaj ve toprak ıslahı yapıldığını görmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, nüfusumuzun yüzde 40'ının yaşadığı kırsal alana tarımsal ve sosyal altyapı hizmetleri götüren, 60 000 personeli, 22 000 adet iş makinesi bulunan icracı bir kuruluşu Başbakanlığa bağlı bir kuruluş olarak bulundurmanın izahı mümkün değildir.

Köy Hizmetlerinin, kanununda üstlenmiş olduğu görevlerini siyasî durumdan etkilenmeden, plan-program ilkeleri doğrultusunda eskiden olduğu gibi başarılı ve etkili bir şekilde yapabilmesi için Köyişleri Bakanlığı çatısına kavuşturulması gerekmektedir. Bu konudaki kurumsal ve yasal düzenlemelerin zaman kaybedilmeden yapılması gerekir.

Sayın milletvekilleri, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, ülkemizin kurtarıcısı Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1937 yılında kurulmuş, teşkilat kanunu ise 1986 yılında kabul edilmiştir. Bu maddeye ve bu amaca göre, meteoroloji istasyonları açmak ve çalıştırmak, hizmetlerin gerektirdiği rasatları yapmak ve değerlendirmek, çeşitli sektörler için, hava tahminleri yapmak ve meteorolojik bilgi desteği sağlamak için, Başbakanlığa bağlı Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün kurulmasına, teşkilat ve görevlerine ait esaslar düzenlenmiştir.

Değerli milletvekilleri, 2000 yılına, yeni bir asra ve Avrupa Birliğine girerken, kâğıt üzerinde demokrasi ve Batılılaşma değil, gönülden, kanımızla canımızla, tüm benliğimizle düşüncelerimizi değiştirerek, insan haklarına saygı göstererek, memleketi ve milleti düşünerek çalışmak mecburiyetindeyiz.

Yine, gece gündüz demeden çalışan, üreten, ülkenin kalkınmasına katkıda bulunan köylüye, el emeği alın teri döken işçiye ve ülkenin sanayileşmesi için varını yoğunu harcayan sanayiciye, üreticiye, tüm topluma sahip çıkalım; çünkü, üretim olmazsa, ülke kalkınmaz.

Değerli milletvekilleri, artık, 21 inci Asra girerken Türk Milletinin düşüncesi ve görüşü değişmeli, toplum, kendi davasına sahip çıkmalıdır, teknik çağa uymalıdır.

Sayın hükümet, 2000 yılına girerken, üç yıldır hükümet ediyorsunuz; acaba, ülkemizin hangi sorununu çözdünüz? Sadece ülkeyi fakirleştirdiniz, milleti yoksulluğa düşürdünüz. Milletimizin hangi derdine çare oldunuz; milletin lehine hangi kanunu çıkardınız; millete ne verdiniz?

Hükümet, bu soruların hiçbirine cevap veremez hale gelmiştir. İşin daha da kötüsü, ülkemizde gayri safî millî hâsılanın yükselmesini sağlayan üreticiyi, çiftçiyi ve sanayiciyi yok ettiniz.

Yine, bu memleketin imarında, kalkınmasında elemeği, alınteri olan devleti ve milleti için haline şükreden fedakâr işçiyi ve memuru bir dilim ekmeğe muhtaç ettiniz; insanca yaşama hakkını elinden aldınız; Sosyal Güvenlik Yasasıyla kazanılmış hakları gaspettiniz. Ömrünü bu memlekete adamış, taşında ve toprağında izi bulunan, geçimini kıt kanaat sağlayan ve yokluk çeken, yüzde 15 zamdan dahi istifade edemeyen, kuyruklarda çile çeken, üvey evlat kabul ederek işçi emeklilerini bitirdiniz ve öldürdünüz. Emeklileri insan yerine koymadınız. Her gün zamla, vergilerle, hele hele, ek vergilerle milleti inim inim inleterek, tüm halkı ezdiniz. Ülkeyi geriye götürdünüz; hep, milletten aldınız, millete bir şey vermediniz. Depremzedeleri perişanlıktan kurtaramadınız; enkazlar ve cesetler çıkarılmadan, af kanunu getirerek, depremzedenin derdine çare olmadınız. Bu insanlara değer vermediniz. Kısacası, sayın hükümet, siz, bu işi beceremediniz; yani, sınıfta kaldınız.

Sayın milletvekilleri, bu bütçe faiz ve borç ödeme bütçesidir, yatırım ve hizmet bütçesi değildir. Köyişleri Bakanlığının yeniden kurulması ve 2000 yılı bütçesinin memleketimize ve milletimize hayırlı ve uğurlu oması dileğiyle, Yüce Heyetinize, Doğru Yol Partisi ve şahsım adına saygılarımı sunarım. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yıldırım.

Fazilet Partisi Grubu adına, Tokat Milletvekili Ergün Dağcıoğlu...(FP sıralarından alkışlar)

Sayın Arınç, konuşmacı arkadaşlarınız süreyi eşit mi paylaşacaklar?

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Ergün Dağcıoğlu, 10 dakikasını kullanacak.

BAŞKAN – Yani, ben uyarırım 10 dakikalık süreyi; ama, takdir kendilerinin.

Buyurun efendim.

FP GRUBU ADINA MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum ve Denizcilik Müsteşarlığıyla ilgili bütçe üzerinde şahsım ve Partim adına hepinize muhabbetlerimi sunuyorum.

Sayın milletvekilleri, en ucuz ve güvenilir taşımacılık, denizyoluyla yapılan taşıma sistemidir. Taşıma maliyetleri açısından, diğer taşıma sistemlerine oranla, denizyolu taşıma sisteminin bariz bir üstünülğü bulunmaktadır. Rakamsal büyüklükleri vermiyorum; çünkü, bu değerlerde, maalesef, ciddî farklılıklar bulunmaktadır. Bu nedenle, sektörle ilgili, gerek medyada gerek Büyük Millet Meclisindeki çalışmalar esnasında gerekse sektörle ilgili istatistikî verilerin değerlendiği yayınlarda ve verilen beyanatlarda, birliğin sağlanması zarureti vardır. Bu bakımdan, ilgili bütün kurumların ortak mutabakatı ve bilgi akışının bir merkezde toplandığı bir kurumun tespitinin yerinde olacağı hususunu sayın bakanın takdirlerine arz ediyorum.

Öte yandan, dünya deniz ticaret filosunun yaş ortalaması 18 civarında iken, ülkemizde bu rakam, tonaj cinsinden 19,5 ve sayılarına göre ise 22,5'tur. Buradan da görüleceği üzere, filomuzun yaş ortalamasının dünya ortalamasının üzerinde olduğu gerçeği hususunu Yüce Meclisin dikkatlerine sunuyorum.

İşte, bu gerçekten hareketle, uluslararası güvenlik kodunun yani, “International Safety Management Code” denilen kodun, yürürlüğe girmesiyle, bütün dünyada yoğunlaşan kalite kontrollarının ülkemizde de ağırlık kazanması, normal olarak beklenmektedir. Ayrıca, Avrupa Komisyonunun kabul ettiği Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı OECD Deniz Taşımacılık Komitesinin de benzer hedefleri esas aldığı bilinmektedir.

Bu şartlarda ortaya çıkan, denizcilikte kalite kampanyasıyla, ister istemez, dünyada ortak bir güvenlik bilincinin yerleşesi söz konusu olacaktır. Daha da önemlisi, mevcut teknik ilkelerin, hatta, ISM kod uygulamalarının ötesinde, standart altı gemilere kesin tedbirler alınması temeline dayalı uygulamalarla karşı karşıya kalınacaktır. Bu da, esas itibariyle zaten genç ve üstün teknik donanımlara sahip bir filoyu zorunlu kılacaktır.

Sayın milletvekilleri, denizcilik sektörü içerisinde önemli bir yer tutan gemi inşa sanayii kapsamında, Tuzla Aydınlık Koyu Tersaneler Bölgesinde 29 adet olmak üzere toplam 32 adet özel ve 4 adet de kamuya ait tersane bulunmaktadır. Ülkemizi derin acılara gark eden depremde, Gölcük Donanma Komutanlığının yerine ikame olmak üzere, özelleştirme kapsamında yer alan Türkiye Gemi Sanayi bünyesindeki Pendik ve Alaybey Tersanelerinin Deniz Kuvvetleri Komutanlığına devrine karar verilmesiyle, bu sayı, toplam 34 adede yükselecektir; fakat, tersanelerimizin hemen tamamına yakını, deprem riskinin yoğun olduğu kuzey Anadolu fay hattında yer almaktadır.

Gemi inşa sanayimizin kapasite kullanım oranının yüzde 10'lar seviyesinde olduğu ve 1999 yılında gemi inşaına başlanmak üzere yalnızca 1 adet geminin sipariş alındığı, 2000 yılı içinse hiçbir siparişin alınamadığı düşünülürse, tersanelerimizi, yakın bir gelecekte, maalesef, çok zor günlerin beklediği görülmektedir. Bu nedenle, gerek millî güvenliğimiz açısından gerekse 500 000 dwt'lik gemi inşa kapasitesinin, Sayın Bakanın da ifadesiyle, yüzde 44 azalacağı gözönünde bulundurularak, Ege, Akdeniz ve Karadeniz sahil şeridinde mevzi imar planlarında yeni tersane yerlerinin tespitiyle, plan tasdiklerinin müsteşarlık tarafından yapılacağı bir düzenlemeye geçilerek, yeni tersanelerin süratle hayata geçirilmesi, ülkemiz için son derece önem arz etmektedir.

Değerli milletvekilleri, 25 Haziran 1999 tarihinde Denizcilik Müsteşarlığı bütçesinde yaptığım konuşmada da, İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazından oluşan su yolu, Türk boğazlar bölgesinin özellikleri ve önemi üzerinde bir hayli ayrıntılı sayılabilecek şekilde durmuş ve gemi trafiğinin seyir güvenliğini artırmayı amaçlayan gemi trafik ve yönetim bilgi sisteminin gerçekleşmesine yönelik açıklamalarda bulunmuştum. Bu konu buraya kadar gelmişken, bu proje kapsamında bir öneride daha bulunmak istiyorum: Bakın, Montrö Antlaşmasına göre, boğazlardan transit geçen yabancı bayraklı gemilere sunulan fener, tahlisiye ve sağlık hizmetlerinin karşılığı olarak tahsil edilmesi gereken resim ve harçların hesaplanmasında, altın frankın yerine ABD Doları karşılığı üzerinden bir hesaplamayla tahsil yoluna gidilmektedir. Bu uygulamanın yeterli olmadığı görülmüştür. Bugün için, resim ve harçların artırılması düşünülmelidir diye ifade ediyorum.1936 yılındaki teknik imkânlar çerçevesinde, yararlananın gidere büyüklüğüyle orantılı olarak katılması ilkesi, bugün, yeni, faydalı, pahalı bir tesis için de kabul edilmelidir; çünkü, alınması gereken resim ve harçlar ile giderler arasında bir denge kurulmalıdır.

Bugün için, Avrupa Birliğine üye ülke limanlarının bağlantı yollarının altyapı maliyetlerinin kullanıcılar tarafından finanse edilmesi örneği de ayrıca dikkate alınarak, bu hukukî ve mantıkî dayanaklar temellendirilmek suretiyle, Müsteşarlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı tarafından müştereken oluşturulacak kararlarla, projeye ekonomik katkı sağlanabileceği hususunun en ince ayrıntılarına kadar araştırılması yararlı olacaktır diye düşünüyorum.

Sayın milletvekilleri, Birinci Ulusal Denizcilik Şûrası sonuç bildirgesinde yer alan hususların ve eylem planının hayata geçirilmesi önemlilik arz etmektedir. Şûra daimî sekreteryası ve 6 adet sürekli danışma kurulunun oluşturulması; Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığında döner sermaye işletmesinin oluşturulması; Başbakanlık merkez teşkilatında çalışanlara ödenen fazla mesai ücretinin aynen yansıtılması ve kadro karşılığı personel istihdamının Resmî Gazetede yayımlanıp yürürlüğe girmesiyle, umuyorum ki, Maliye Bakanlığının uygun görüşü, Bakanlar Kurulu kararıyla gerçekleşebilecektir.

Bakınız, bu noktada, geçmişte, Sayın Erbakan'ın Başbakanlığındaki Refahyol döneminde, inanılmaz imkânsızlıklar içerisinde son derece önemli, başarılı çalışmalar yapılmıştır. Mesela, o gün için 65 liman başkanlığından, liman talimatı bulunmayan 28 adedinin talimatları hazırlanmış ve yayımlanmıştır ve bunun gibi niceleri... Limanlar Kanununun 1925 yılında kabul edildiği düşünülürse, bir hukuk devletinde tamamen şahsî yorumlara açık, iyi niyete dayalı bir liman başkanlığı yönetiminin subjektiflik paritesi hakkında hiçbir yoruma girmiyor ve takdirlerinize bırakıyorum.

Buradan hareketle, Avrupa Birliği mevzuatı ve denizci üye ülkelerin uygulamaya yönelik hukukî düzenlemelerini dikkate alan bir anlayışla, bugünden, liman talimatlarının yönetmeliğe dönüştürülmesi, tüm liman yönetmeliklerinin 21 inci Yüzyılın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenlenmesi önemli bir husus olarak gözükmektedir.

Vurgulamak istediğim bir başka husus da şudur: 54 üncü hükümet döneminde, denizcilik sektörünün önünü açıcı uygumaların tabiî bir sonucu olarak, deniz ticaret filomuz ciddî bir sıçrama yaparak -altını çiziyorum- çok ciddî bir sıçrama yaparak, cumhuriyet tarihimizin en yüksek seviyesi olan 10,8 milyon dwt'ye ulaşmıştı. Bugün, burada, müsaadenizle, bu büyük gerçeği hatırlatmak istiyorum.

Sırası gelmişken, Denizcilik Müsteşarlığıyla ilgili 491 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin kanun haline dönüştürülmesi kapsamında öncelikle, ulaştırma, çevre, turizm ve tarım bakanlıklarındaki ilgili birimlerin müsteşarlık bünyesine alınması ve Sahil Güvenlik Komutanlığının Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığı ile irtibatlandırılmasının düşünülmesi, güçlü bir Denizcilik Müsteşarlığının teşkili açısından çok büyük önemi haizdir. Bilahara, denizcilik bakanlığının kurulması gündeme gelebilir.

Bu bağlamda, Avrupa Birliğine üye ülkelerde, özellikle denizcilik sektöründe ileri gitmiş ülkelerdeki idarî yapılanma örnek alınabilir diye düşünüyorum.

Sayın milletvekilleri, Haziran 1999 tarihinde Denizcilik Müsteşarlığının bütçe görüşmeleri esnasında yaptığım bir konuşmada, aynen -kısa tutuyorum- "sözleşmeli statüde veya başka bir statüde, ücret veya sosyal haklar yönüyle de çekim alanı olacak bir anlayışla..." diye devam ettiğim bir konuşmada bir öneride bulunmuştum; bugün, onun hayata geçirilmesinden büyük bir mutluluk duyuyorum.

BAŞKAN – Sayın Dağcıoğlu, size belirlenen süre tamamlandı; takdiri sizin.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) – Benim sürem 15 dakika olarak bildirilmişti efendim.

Denizcilik Müsteşarlığı personeli için, yasanın, Resmî Gazetede yayımlanıp, yürürlüğe girmesini müteakip, süratle, özlük haklarına kavuşturulmasına ilişkin sürecin işletilmesi, gecikmiş bir hakkın bir an evvel verilmesi bakımından son derece önemlidir; çünkü, bugünden sonra, yani, AB'ye aday olmamızdan sonra, insan kaynakları konusu, gerçekten, birincil öneme sahip bir husus haline gelmiştir. Bu anlamda, mevcut personelin, üniversitelerimizin de katkılarıyla, hizmetiçi eğitime, düzenli ve yaygın olarak tabi tutulması ve ehliyet ve liyakatın öne çıkarılmasının teşvik edilmesi önemlidir.

Saadet Peygamberi, saadet asrından karanlıkları delen çağlarüstü mesajında "işi ehline veriniz, ehline vermediğinizde kıyamet gününü bekleyeniz" buyurmaktadır.

Seküler, çağcıl bir yaklaşımla, kamu idare hukukumuzun, gerçekten, kamu yararı, hizmetin gerekleri, kariyer ve liyakat esası temeline oturtularak değerlendirilmesi, ülkemizin AB'ye tam üyelik sürecini kısaltacaktır diye düşünüyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülke kalkınmasında denizcilik sektöründen beklenilen katkının sağlanabilmesi bakımından, taşımacılıktan gemi inşaı ve yat sanayiine, balıkçılıktan kumculuğa, uluslararası ilişkiler ve çevreden deniz turizmi ve eğitimine kadar her kesimi ilgilendiren, tespit edilebilmiş 60 civarındaki konudan, sorunların çözümüne ilişkin olarak öncelik sıralaması yapılacak olursa, sektörün içinde bulunduğu dağınıklıktan, çok başlılıktan kaynaklanan otorite noksanlığı ile finansman temininde çekilen güçlüklerin aşılmasının ilk sıralarda yer aldığı görülecektir. Türk Uluslararası Gemi Sicili Tasarısının yasalaşmasıyla finansman sıkıntısının aşılmasında ilave kaynak artışı sağlanacak; bu, ayrıca, kredi ve teminat mektubu temininde de önemli bir rol oynayacaktır.

Bir başka husus da, deniz kazaları ve yangınlarında arama, kurtarma faaliyetlerinde kullanılmak üzere, çok amaçlı römorkör ve helikopter alımına ilişkin örneklerin 2000 yılı bütçesinde bulunmamasının eksikliği, umarım, milletçe bizi pişman etmez diye düşüyorum.

Deniz İtfaiyesinin En İdeal Anlamda Teşkili ve Koordinasyonunun Sağlanması ile Kılavuzluk ve Römorkaj Hizmetleri Teşkilatları Hakkında Yönetmelikle, kamu tekellerinin yerini özel sektör tekellerinin almasını önleyici tedbirlerin alınması ve liman değişikliklerinde yapılacak düzenlemelerle, rekabete açık hale dönüştürülmesi ve uyumlaştırılması hususlarının önemine dikkat çekmiştim.

Tersanelerde ihtiyaca tam cevap verebilecek şekilde, yangın söndürme araç ve gereçlerinin bulundurulması yönünde alınacak tedbirlerle -ki, geçmişteki facialar hâlâ hafızalarımızdadır- liman ve kıyı devleti olarak, uluslararası sorumlulukların yerine getirilmesi ve ulusal anlamda mevzuatlara uygun olarak denetimlerin yapılması; bina, araç, gereç donanımla birlikte, Uluslararası Denizcilik Teşkilatı (IMO) ölçütlerine uygun liman devleti kontrol memurlarının istihdamı; özellikle, gemilerden kaynaklanan kirliliğin önlenmesi amacıyla, liman atık kabul tesislerinin realize edilmesi; deniz ihtisas mahkemelerinin ve gemi ipotek bankası özelliği temeline dayalı denizcilik ihtisas bankasının kurulması üzerinde durmuş; Tuzla tersaneler bölgesinin serbest bölge yapılmasının önemine işaret etmiştim.

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Ben, Sayın Grup Başkanvekiline durumu söyledim; "arkadaşlar kendi aralarında tevzi yapacaklar" dedi. Sayın Dağcıoğlu sürenin tamamını da kullanabilir; bir şey diyemem.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) – Peki.

Bu konuların süratle çözümü için, konuyu Sayın Bakanımızın bilgilerine arz ediyor, bu bütçemizin hayırlı olması niyazıyla hepinize saygılar sunuyorum efendim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dağcıoğlu.

Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Ali Coşkun?.. Yok.

Sayın Mustafa Niyazi Yanmaz, buyurun efendim.

Süreniz devam ediyor, lütfen...

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Sayın Başkan, lütfen, arkadaşlar kürsüye gelirken ve yerlerine giderken saati durdurun. Yürümemizi bile süreye dahil ediyorsunuz.

BAŞKAN – İki sefer söyledim.

FP GRUBU ADINA MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü teşkilat ve görevlerinin düzenlenmesi, 22.5.1985 gün ve 18761 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 3202 sayılı Kanunla belirlenmiştir. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün, köylerin ve diğer kırsal yerleşim birimlerinin önemli altyapı hizmetlerinden olan köy yolları, köy içme suları, kırsal alan planlaması, köysel alanda iç iskânın düzenlenmesi hizmetleri, sosyal ve ekonomik tesis yapımı, toprak ve su kaynaklarının geliştirilmesi gibi konular faaliyet alanındadır.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 4 genel müdür yardımcısı, 19 bölge müdürlüğü ve bağlı il müdürlükleriyle, 54 bin personel ve 23 bin makine parkına sahip devasa bir kuruluştur.

Böyle büyük bir kuruluşun sevk ve idaresinin iyi yapılması gerekir. Aksi takdirde, büyük bir kaynak israfı olur.

Değerli milletvekilleri, kaynak israfı derken bugün, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde konuşma yapacağımı vatandaş duymuş, bana, odama geldi. Elimde, 2 tane, noterden tasdikli belge var. Bunları, Sayın Bakana, buradan arz ediyorum: Vatandaş, 3 Aralıkta gitmiş, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünde 8 Aralıkta ihale yapılacağını, ihaleyi (X) firmasının alacağını ve kırımını da ifade etmiş. Adana'da, drenaj ve rehabilitasyon projesi...

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) – Yüzde 10,20.

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Devamla) – 3 Aralıkta, bu ihalenin yüzde 10,20 kırımla yapılacağını ve bu ihaleyi, bu firmanın kazanacağını söylemiş.

Yine, noter tasdikli bir diğer belge, Denizli'deki Baklalı Ovası Projesiyle ilgilidir. Bu da 1,6 trilyonluk bir ihale. Bunu da, bir (X) firmasının yüzde 21,60 tenzilatla alacağını noterde tasdik ettirmiş; 7-8 Aralıkta ihale olmuş, aynı şeyler tamamen vuku bulmuş.

Şimdi, bu vatandaş ne müneccim ne de kehanette bulunmuş. Mutlaka, bu iddianın, bir doğruluk payının olması lazım. Milletvekili olmadan önce, Sayın Bakan da bizim bölgeden, Gaziantep bölgesinden olduğu için, kendisi, hakikaten, kamuoyunda çok sevilen, sayılan ve dürüstlüğüyle bildiğim bir bakandır; ben, inanıyorum ki, bu iddianın üzerine Sayın Bakanımız gidecektir.

Bana gelen vatandaşlar şunu da ifade etti: "Ben, Sayın Bakanla telefonda konuştum" dedi. Şimdi, Sayın Bakanımdan istirhamım şu: Böyle bir şaibe; yani, bu, bir iddiadır, doğruluk payı vardır, yoktur, bunu araştırmak kendilerine ait; fakat, eğer, vatandaş böyle bir şey yapıyorsa, kehanet içerisinde olmadığına göre, müneccim de olmadığına göre, bir doğruluk payı vardır; en azından, Sayın Bakanımız, Genel Müdürümüz, bu müesseseyi şaibe altından kurtarabilir ve bu ihaleyi iptal edebilir. Sayın Bakana, eğer elinde yoksa, bu belgeyi arz edebilirim...

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) – Var, var...

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 2000 yılı bütçesi 575 trilyon liradır. Bu bütçenin 426 trilyon lirası cari harcamalara, 145 trilyon lirası yatırım harcamalarına gitmektedir. Genel bütçenin yüzde 1,2'sine tekabül eden Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü bütçesinin, yıllar itibariyle, 1998'de yüzde 58'i, 1999'da yüzde 68'i ve 2000 yılında da yüzde 73'ü cari harcamalara gitmektedir.

Köy Hizmetleri, her yıl, kendi kendine hizmet eden bir kuruluş haline gelmekte; hizmet, köyden kesilerek, çalışan kesime aktarılmaktadır. Bu bütçe, bir yatırım ve hizmet bütçesi değildir; ne devam eden işler bitirilebilecek ne de programa yeni işler alınabilecektir. Halen devam eden programları bitirebilmek için 267 trilyon lira gerekmektedir. Bu bütçe gülünçtür, köyü ve köylüyü hiçe saymaktır. Nüfusumuzun yüzde 40'ı köylerde yaşamaktadır. Bu kesime hizmet için, bütçeden, ancak yüzde 1 civarında bir pay ayrılmıştır. Köy mütevazılığı içinde bir bütçe...

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, üç yıldır bu birimden sorumludur. Plan ve Bütçe Komisyonundaki konuşmalarında, sızlanmakta ve çaresizliğini ifade etmektedir; meseleri bir türlü çözememekte, en önemlisi hizmet için bir hedef koyamamaktadır.

Değerli milletvekilleri, görünen köy kılavuz istemez; ama, yol ister, su ister, elektrik ister, telefon ister. Ülkemizde, 35 000 köy vardır; bu, mezralarıyla birlikte 75 000 ünitedir. Ülke nüfusunun yüzde 40'ı, yani 25 milyon insan, kırsal kesimde yaşamaktadır. Türkiye'de, köyde yaşayan nüfus ile köye verilen hizmetler arasında büyük bir adaletsitlik vardır. Köyden kente göçün en önemli sebebi, köye ve köylüye hizmet götürememekte yatmaktadır.

Köylü üreticidir; hayvancılık yapıyor, arıcılık yapıyor, ziraatçılık yapıyor; odun parasız, su parasız. Meseleler, iyi bir organizasyonla mahallinde çözülürse, bu insanlar metropollerde, varoşlarda zor duruma düşmezler; onurları çiğnenmez ve dolayısıyla problemli bir tüketici haline gelmezler.

Köyün ve köylünün çağdaş yapıya kavuşturulması için, şehirde ne varsa, köyde de onun olması gerekir.

Değerli milletvekilleri, "orada bir köy var uzakta, gitmesek de gelmesek de o köy bizim köyümüzdür" ama, bu şiiri köylü artık yutmuyor; "köyümüze gelin, içler acısı halimizi görün" diyor.

Türkiye'de 320 000 kilometre köy yolu ağı vardır. Bu yıl bütçeden, köy yolları için 34 trilyon 500 milyar lira ödenek ayrılmıştır. Köy yollarımızın ancak yüzde 19'u asfaltlanabilmiştir; yüzde 80'lik kısmı standartlara uygun olmayan stabilize, ham yol ve tesviye köy yoludur.

Bu yıl, akaryakıt yokluğundan, yaz ortasında, yani tam çalışma sezonunda Köy Hizmetleri yatmıştır. 1998 yılında akaryakıta 16 trilyon lira, oysa 1999'da 8 trilyon lira ayrılmıştır. Enflasyonu da hesaba katarsanız, durumun ne kadar vahim olduğu anlaşılır.

Yedek parça yokluğundan, kuşlar, makinelerde yuva yapmaktadır. Bu yıl 2 000 kilometre köy yolu asfaltlanması amaçlanmıştır. Bu hızla Türkiye'nin köy yollarının tamamı, ancak yüz yılda asfaltlanabilir. Asfaltlanan köy yolları karayolları ayarında olmayıp, yeni yapılan yolun üzerinden bir kış geçtiğinde, yollarda köstebek çukurları oluşmaktadır.

Ülkemizde mevcut 75 000 ünitenin 65 000'inde içme suyu bulunmaktadır. 11 000 ünitenin ise, sağlıklı ve yeterli içme suyu yoktur. Çeşmeli sistem içme suyu tesisleri, şebekeli sisteme dönüştürülmelidir; çünkü, artık köylere çamaşır ve bulaşık makinesi girmektedir. Bu durum, taşımayla değil, şebeke sistemiyle suyu gerektirmektedir.

Bir yıl içinde 700 köye ve üniteye su götürülmüştür. Bu hızla devam edilirse, ancak onyedi yıl sonra -yani, 2017 yılında- susuz köyümüz kalmayacaktır.

Değerli milletvekilleri, köylerde, gençlerimizi, köy kahvelerinden ve edinebilecekleri kötü alışkanlıklardan kurtarmanın bir yolu da hızla köy konakları yapmaktır. Ümit ederim ki, buradaki kültür aktiviteleriyle hayırlı işlere vesile olunur.

Ülkemizde tarım yapılabilir arazi 27 milyon hektardır. Bunun, ancak 5 milyon hektarı birinci sınıf arazidir. Bunun dışındaki arazilerin, drenaj, erozyon, çoraklık, taşlık ve benzeri sorunları vardır. Ekilebilir alanların üretime kazandırılması için yapılan çalışmalar yetersizdir. Köy Hizmetleri ile il özel idarelerinin bir eşgüdüm çerçevesinde faaliyet ve hizmetlerini planlamaları gerekmektedir. Köy Hizmetlerinde, illerde il müdürleri ve şube müdürleri ile il başkanı, ilçe başkanı, muhtar, köylü, her gün, yol yapımı ve su getirilmesi gibi konularda karşı karşıya gelmektedir. Ayrıca, Köy Hizmetleri programları yapılırken, hizmet programında partizanlık yapılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en büyük projelerinden biri olan GAP'ın merkezi Şanlıurfa'nın köyleri perişan haldedir. Dünyanın tahıl ambarı olan bölgede, köyler, âdeta, toz, toprak ve çamurla boğuşmaktadır. Bu, ürünün pazarlara ulaşmasında büyük bir problem teşkil etmektedir.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, bu bütçeyle hizmet yapamaz durumdadır; ama, biz, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü bütçesini artıralım desek, hemen cevap hazır "kaynak yok" diyeceksiniz. Evet, köylüye, işçiye, memura, emekliye gelince kaynak yok; ancak, rantçıya kaynak çok.

Bu, bir siyasî tercih meselesidir. Tercihinizi kimden yana kullandığınız belli oluyor. Bu bütçe iflasın ilanıdır ve de sanal bir bütçedir. "Köylü milletin efendisidir" veciz sözüne sadık kalmayarak, köylüyü köle haline getirdiniz.

Değerli milletvekilleri, biraz önce belgeleriyle arz ettiğim konuda, eğer Sayın Bakanımız belgeleri isterse, kendisine arz edebilirim.

Buradan Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyoruz.

Sayın Arınç, 3 dakikalık süreniz var; diğer arkadaş veya isterseniz Sayın Ali Coşkun konuşabilir...

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – 3 dakikada bir şey söylenmez; Sayın Dağcıoğlu konuşmasını tamamlasın efendim.

BAŞKAN – Tamam efendim, devam etsin.

Buyurun Sayın Dağcıoğlu.

FP GRUBU ADINA MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Ali Beyin olmamasından dolayı, onun hakkından istifade etme durumundayım.

Sayın Bakanımızın, Plan ve Bütçe Komisyonunda, Denizcilik Müsteşarlığı 2000 malî yılı bütçesini takdim konuşmasında, liman devleti kontrolüne yönelik uygulamalar, deniz ve kıyı tesislerindeki yangınlara müdahale esasları ve deniz itfaiye teşkilatının kurulması hakkında kanun tasarısı çalışmalarının devam ettiğini ve en kısa sürede sonuçlandırılacağı beyanlarını memnuniyetle öğrenmiş bulunuyoruz.

Konuşmamın sonuna geldiğim şu noktada, izninizle, bazı önerilerde bulunmak istiyorum:

Radar ihalesi yapılan gemi trafik yönetim ve bilgi sistemi projesi kapsamında; sistemin önceden tanınması ve bu sistemde görev yapacak personelin bugünden eğitilmesi. Bu amaca yönelik olarak, temel ekipman özelliğini taşıyan Gemi Trafiğini Yönetim Bilgi Sistemi (GTYBS) simülatörünün teminiyle devreye sokulması, önemlilik arz etmektedir.

Müsteşarlık bünyesinde süreli bir yayın gerekmektedir, yani, sektöre ilişkin verilerin değerlendirildiği, bilgisayar ortamında değerlendirildiği, analiz ve yorumlarla zenginleştirilmiş bir süreli yayın. Müsteşarlık merkez ve taşra teşkilatına ilişkin haber ve gelişmelerin, bilimsel ve akademik makalelerin yer aldığı, eğitim ve bilgi özelliği yoğunluklu bir derginin çıkarılmasının çok faydalı olacağı düşüncesindeyim.

Merkez ve taşra teşkilatındaki personelin, olabildiğince yabancı dil kursuna iştirakinin sağlanması; bilişim teknolojisinden en ideal anlamda yararlanma amacına yönelik olarak merkez ile taşra teşkilatında, denizcilikle ilgili ulusal ve uluslararası kuruluşlarla bağlantılı bilgisiyar projesinin gerçekleştirilmesi ve genelde denizcilik sektörü özelde Müsteşarlık eksenli, internette web sayfasının oluşturulması, milenyumun kaçınılmaz gereğidir ve Avrupa Birliğine tam üyelik perspektifinin de sonucudur diye düşünüyorum.

AB'yle bütünleşmiş ve bir eli Balkanlarda, bir eli Ortaasya'da ve Kafkaslarda, yönü, rotası kıbleye dönük olan, umudun istikbalde, istikbalin ise köklerinde olduğunu gören ve kendi tarihî medeniyet havzasında yer alan kültür dinamiklerini milenyuma taşırken, bilgi toplumunun gereklerini özümseyen, büyük, güçlü bir Türkiye, bir sevda özlemini ifade ediyor, bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

Sayın milletvekilleri, görüşmelere kaldığımız yerden devam etmek ve saat 18.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati : 16.19

 

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 18.00

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Burhan ORHAN (Bursa), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 39 uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Dördüncü turdaki görüşmelere devam edeceğiz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)

l. – 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S. Sayıları : 211, 212, 209, 210) (Devam)

E) DENİZCİLİK MÜSTEŞARLIĞI (Devam)

1. —Denizcilik Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2.—Denizcilik Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

F) DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1.—Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2.—Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

G) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI (Devam)

1.—Hazine Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2.—Hazine Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

H) KÖY HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1. — Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerinde.

Söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Emre Kocaoğlu'nun.

Buyurun Sayın Kocaoğlu. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA A. EMRE KOCAOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 2000 yılı Denizcilik Müsteşarlığı ve Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuza geldim; şahsım ve mensubu olmakla gurur duyduğum Anavatan Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hiç şüphesiz Türkiye bir deniz ülkesidir. Ülkemizin 8 333 kilometrelik sahil şeridinde, 300 kadar kıyı tesisimiz ve binlerce özel ve ticarî teknemiz vardır. Tarihimizde de denizcilik çok önemli bir yer tutar. Unutmayalım ki, 16 ncı Yüzyılda Akdenizi bir Türk denizi yapanlar, bizim atalarımızdı. Akdenizdeki bu Türk hâkimiyeti sonucunda, İngiltere ve Portekiz gibi ülkelerin deniz ticaret yolları kapanmıştı ve onlar da kıtalararası denizciliğe başlamak zorunda kalmışlardı. Bunun sonucunda dünya yeni dönemlere girmiştir; yani, atalarımızın denizlerdeki hâkimiyeti, dünya tarihini değişmeye zorlayacak kadar etkili ve güçlü olmuştur.

Değerli milletvekilleri, şimdi, bizlere düşen, denizciliğimizi tekrar eski tarihî gücüne kavuşturmak ve Türkiyemizin dünya deniz ticaretindeki payını, hak ettiği yüksek rakamlara ulaştır-
maktır.

Dünya deniz ticareti, bugün, dünden de daha önemlidir. Maliyet incelemeleri, denizin en ekonomik taşıma ortamı olduğunu gösteriyor. Ortalama olarak, denizyoluyla yapılan taşıma maliyetine oranla demiryolu 2,5 kat, karayolu 4 kat, havayolu 12 kat daha pahalıdır. Hesap tarzına göre bu oranlar değişebilir; ama, denizin en rasyonel yol olduğu gerçeği değişmemektedir. Bu sebeple, hızın önemli olmadığı dökme yüklerin taşınmasında denizyolu açık şekilde tercih sebebidir. Dünyada bu pazarın genel değeri yılda 300 milyar doların üzerindedir; yani, Türkiye'nin toplam millî gelirinin yaklaşık yüzde 50 daha fazlasıdır. Bu büyük pastanın aslan payını Yunanistan alıyor değerli milletvekilleri. Yunan deniz sektörünün kayıtiçi ve kayıtdışı paylarının toplamı 80-90 milyar dolar civarında. Türkiyemizin payı ise, sadece 4-5 milyar dolar.

Şimdi, önümüzde büyük bir fırsat var. Türkiye gibi denizci bir ülke, dünya deniz ticaretinde aslan payını Yunanistan'a bırakıp küçücük bir payla mı yetinecektir, yoksa bu payı artırıp hak ettiği yüksek faydaları mı alacaktır? 55 inci hükümetten bu yana izlenen ve 57 nci hükümette istikrar kazanan ciddî ve basiretli politikalar sayesinde, Türkiye'nin ikinci yolu seçtiğini ve dünya deniz ticaretindeki payını artırmak için çözümler aradığını memnuniyetle görüyoruz. Bunun en önemli göstergesi, Türk denizciliğinin hasreti olan uluslararası sicil meselesinin bu dönem halledilmiş olmasıdır.

Geçenlerde kabul ettiğimiz bir kanunla, Türk Uluslararası Deniz Sicilini gerçekleştirdik. Şimdi, armatörümüzün içi kan ağlasa da, Malta, Liberya, Panama gibi kolay bayraklara kaçmak zorunda kalan gemilerimiz, tekrar Türk bayrağına dönecekler ve şanlı bayrağımızı dünya denizlerinde şerefle dalgalandıracaklar.

Konuşma dilinde "ikinci sicil" denilen bu sistemi iyi işletebilirsek, sadece mevcut gemilerimiz Türk Bayrağına dönmekle kalmayacak, Türk armatörlerin alacakları yeni gemilerle ve yabancı armatörlerin bizim ikinci sicilimize kaydettirecekleri başka gemilerle ticaret filomuz da büyüyecektir.

Uluslararası sicilin bütün bu faydalarına ve hemen herkes tarafından istenmesine rağmen bunca yıldır gerçekleşmemesi, bilinen teknik itirazlardan ziyade, pek bilinmeyen bir sendikal itiraz yüzündendi.

Değerli milletvekilleri, malumunuz, denizcilik mesleği uluslararası bir faaliyettir ve uluslararası kurallara uymayan bir ülkenin denizcilikte başarılı olması mümkün değildir. Bir ülkenin sadece kendi sularında ve limanlarında geçerli olacak millî kurallarla yetinmesi, denizciliğin gelişmesine imkân vermez. Mutlaka uyulması gereken uluslararası denizcilik kuralları, gemilerin teknik spesifikasyonları kadar, gemicilerin yaşama ve çalışma şartlarının da standart altı olmamasını gerektirir. Bunun için millî otoritenin veya IMO'nun onayı yetmez; gemi adamlarının, yani, deniz işçilerinin uluslarası sendikası olan ITF'nin desteği ve ITF enspektörlerinin de limanlarda onayı gerekir. Bunun için de, ITF, mutlak surette, o ülkedeki millî denizciler sendikasının mutabakatını arar.

Bu uzlaşmalar olmazsa, istediğimiz kadar yasalar çıkaralım, yönetmelikler hazırlayalım, ikinci sicile kayıtlı gemilerimiz, kendi limanlarımız dışında hayat imkânı bulamaz. ITF enspektörlerinin zulmünden bunalan armatörlerimiz de, Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmanın pişmanlığıyla, içleri sızlaya sızlaya, Türk Bayrağı yerine yine Malta veya Panama bayrağına geçer.

Şimdiye kadar bizim ikinci sicil maceramızda, istihdam edilecek gemi adamlarının hangi milletten olacağı ve hangi sendikal düzenin geçerli olacağı gibi sendikal meseleler halledilmediği için, yabancı limanlarda son derece güçlü bir enspektör ağına sahip olan ITF de, şimdiye kadar onay vermiyordu. Bu da, biz istediğimiz kadar ikinci sicili kabul edelim, dünya denizlerinde veya önemli yabancı limanlarda bizim ikinci sicil gemilerimizin hiçbir şansı olmayacak demekti; ama, nihayet, ITF'nin Türkiye'deki üyesi olan Türkiye Denizciler Sendikası ile Türk Deniz Ticaret Odasının vardığı yazılı uzlaşma sayesinde, ITF'nin de onayı sağlanmış ve ikinci sicil gemilerimizin dünya denizlerinde rahatça dolaşması mümkün kılınmıştır. Bu uzlaşmaya göre geçenlerde kabul ettiğimiz İkinci Sicil Yasasının 9 uncu maddesi uyarınca, gemi adamlarının asgarî yüzde 51'i Türk olacak ve tabiatıyla, çalışanlar, Türk sendikal sistemine gireceklerdir. İşçi sendikası TDS ile işveren DTO'nun (Deniz Ticaret Odasının) vardığı bu uzlaşma sayesinde, hem armatörler gemilerini ikinci sicile kaydedecekler hem de sendika yeni üyeler kazanarak, bunları toplusözleşme korumasına alacaktır; yani, her iki taraf da bu işten kazançlı çıkacaktır.

İkinci sicilin gerçekleşmesi, denizcilikteki işçi ve işveren kuruluşlarımızın bu şekildeki uzlaşmasıyla mümkün olmuştur. Bu uzlaşmanın zeminini sağlayanlar, öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisi Çalışma Komisyonu Başkanı Aydın Milletvekili Sayın Ertuğrul Kumcuoğlu ile Denizcilik Müsteşarı Sayın Mustafa Kolçak'tır. Şüphesiz ki, bu uzlaşmaya vararak ikinci sicili mümkün kılan asıl taraflar ise, Deniz Ticaret Odası Başkanı Sayın Cengiz Kaptanoğlu ve Türkiye Denizciler Sendikası Başkanı Sayın Turhan Uzun'dur. Bu vesileyle, adı geçenlerin hepsini, bu yararlı katkılarından dolayı kutluyorum ve kendilerine teşekkür ediyorum.

Şimdi, görev, Türk armatörlerinindir. Yıllardır bekledikleri İkinci Sicil Yasası çıkmıştır. Şimdiden harekete geçtiklerini, yeni gemiler almak için dış piyasaya açıldıklarını, başka bayraklı gemileri Türk Bayrağına kavuşturmak için çalışmaya başladıklarını biliyorum. Ticaret filomuzun kazanacağı yeni gemilerle, dünya denizciliğinden aldığımız payın yükseldiğini göreceğimiz günler yakındır. Dünya deniz ticaretinin 300 milyar dolarlık muazzam pastasından aldığımız yüzde 4-5'lik küçük payın, kısa zamanda, yüzde 6'ya, 8'e, 10'a çıkmasını bekliyoruz. Bu konuda Türk armatörlerine ve Türk gemi adamlarına güveniyoruz. Bu yararlı hedef için, Anavatan Partisi olarak, armatörlerimize ve gemi adamlarımıza destek olmaya devam edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, hükümetimiz, uluslararası gemi sicilini gerçekleştirmekle kendi sicilini de sağlama almıştır. Şimdi yapılması gereken, yine yılların hasreti olan denizcilik bakanlığının kurulmasıdır. 57 nci hükümeti oluşturan koalisyon partilerinin değerli liderlerinin bu konuda müştereken kararlı olduklarını ve ilgili yasanın en kısa zamanda Yüce Meclise getirileceğini öğrenmekle mutlu oluyoruz. İkinci Sicil Yasasında olduğu gibi, denizcilik bakanlığının gerçekleşmesinde de iktidarıyla, muhalefetiyle bütün partilerimizin ortak hareket edeceğini ve bu bakanlığın, Yüce Meclisin ittifakıyla kurulacağını umuyorum. Biz, Anavatan Partisi olarak, ikinci sicil konusunda olduğu gibi, denizcilik bakanlığı konusunda da tam destek vereceğiz.

Bu bütçenin Denizcilik Müsteşarlığının son bütçesi olduğunu biliyorum ve önümüzdeki yıl denizcilik bakanlığı bütçesini görüşeceğimizi umuyorum.

Denizcilik Müsteşarlığının eski ve yeni bütün müsteşarlarını ve onların şahsında değerli bürokratlarını kutluyorum. Müsteşarlığın bu son bütçesi, Türk denizciliğine ve Türk Milletine hayırlı olsun.

Şimdi, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün bütçesine ilişkin görüşlerimizi arz edeceğim.

Bu yaz yaşadığımız korkunç deprem felaketinde, bazı devlet kurumlarımız ilk sınavlarını doğru veremediler ve eleştirilere maruz kaldılar. Bazıları ise, isabetli çalışmalarıyla takdir topladılar. Bu şekilde sınavı geçen başarılı kurumlarımızdan birisi de Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğüdür.

17 Ağustos günü Marmara Bölgesinde meydana gelen depremde, Meteoroloji Genel Müdürlüğü kendi kriz masasını yarım saat içinde kurarak hemen göreve başlamış ve daha sonraki zor zamanlarda da görevini başarıyla sürdürmüştür. Depremi izleyen acı günlerde bölgede havanın nasıl olacağı konusundaki tahminler, zamanında ve isabetli yapılmıştır. Bu şekilde, felakete uğrayan insanlarımızın acıları dindirilmiş olmasa bile, kötü sürprizlerle karşılaşarak daha fazla acı çekmeleri de önlenmiştir.

BAŞKAN – Sayın Kocaoğlu, sürenizin bitmesine çok az zaman kaldı; toparlar mısınız.

A. EMRE KOCAOĞLU (Devamla) – Toparlıyorum efendim.

Meteoroloji Genel Müdürlüğümüzün bu başarısı tesadüfî değildir. Yapılan yerinde yatırımlarla en gelişmiş makine ve ekipman kullanılmaktadır; ama, bu kurumun çok daha önemli bir serveti, kaliteli insan varlığıdır. Başta Sayın Genel Müdür olmak üzere, kurumda çalışan 3 127 personelin 1 740'ı çok iyi eğitimli, yüksek vasıflı ve teknik kariyerdedir. Başka bir kurumda bu derece yüksek oranda teknik kariyer sahibi personele rastlamak zordur. Ancak, kurumdaki nitelikli ve kaliteli elemanların istihdamını ve kurumda tutulmasını bundan sonra da sağlamak için, kurumun ihtiyacı olan personel düzenlemelerini bir an önce yapmak gerektiğini de huzurunuzda tekrarlıyorum.

Dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum Sayın Kocaoğlu.

Şimdi, söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Nesrin Nas'ın.

Buyurun.

Konuşma süreniz 10 dakika.

ANAP GRUBU ADINA NESRİN NAS (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hazine Müsteşarlığı bütçesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, partim ve şahsım adına, Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, üzerinde konuştuğumuz bütçe, Türkiye'yi yeni bin yıla taşıyacak olan bütçedir; bu nedenle de, tarihî bir önem arz etmektedir. Bu bütçenin önemi, yeni yüzyılın ilk bütçesi olmasının yanı sıra, ekonomiyi belirli bir yöne doğru zorlamasından, uyulması gereken ilkeler koymasından da ileri gelmektedir.

Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi, Türkiye piyasaları, şimdiye kadar kendi kurallarını kendisi koymaktaydı; yani, herhangi bir disiplin, uyulması gereken herhangi bir ilke yoktu. Kurlar enflasyonla birlikte hareket ediyor, enflasyonu aşağı ya da yukarı, kısaca belirli bir yöne doğru zorlamıyordu. Bütçe disiplini yoktu; ama, şimdi, öncelikle bu bütçe hedefleri, ikinci olarak ekvergi, üçüncü olarak 9 Aralık kararları ve ardında 10-11 Aralıkta Helsinki'den gelen karar ve bugün IMF'yle imzalanacağını umduğumuz stand-by anlaşması, biraz önce özetlediğimiz durumu tersine çeviriyor.

Artık, Tablita Rejiminin karasularına giriyoruz; yani, her yere kısıtlama geliyor, her disiplinsiz davranışın önüne set çekiliyor. Dolayısıyla, bu rejimin kazasız belasız yürütülmesi için, birçok kritik olayın doğru gelişmesi gerekiyor; çünkü, bir yerde yapılacak bir yanlış, piyasaları çökertir ve ondan sonra da, bu durumdan kolay kolay çıkılamaz.

Sayın milletvekilleri, 1999 yılı, acının ve sevincin birbiri ardına geldiği bir yıl oldu. Acıydı; çünkü, iki büyük deprem yaşadık, binlerce vatandaşımızı kaybettik, binlerce yaralı verdik. Bu depremler, evsiz ve işsizler arasına onbinlerce yenisini ekledi. Bu iki deprem, aynı zamanda ekonomimize de büyük bir darbe vurdu; Devlet Planlama Teşkilatının hesaplarına göre, depremin, ekonomiye maliyeti 9 milyar dolar, gayri safî millî hâsıla üzerindeki daraltıcı etkisi de 13 milyar dolar oldu. Dolayısıyla, deprem, henüz 1997 global malî krizinin olumsuz etkilerini üzerinden atamayan ekonomimizi derinden etkilemiştir.

Sayın milletvekillleri, 1999 yılı, aynı zamanda, tam "kaybettik" dediğimiz anda, umutlarımızın da tekrar yeşerdiği bir yıl oldu. Avrupa Birliğinin Türkiye'yi aday ülke ilan etmesi ve bunu Türkiye'nin kabulü, Türkiye'nin kendi 21 inci Yüzyıl tercihiyle imzaladığı bir sözleşme anlamını taşımaktadır. Türkiye, bu sözleşmeyle ve Gelişmiş 20'lerin bir parçası olmakla, 21 inci Yüzyılı biçimlendirecek ülkelerden biri olma yükümlülüğü altına girmiştir ve bu rolünü, ancak evinin içine çekidüzen vererek başarabilir. Bu nedenle de, ekonomik dengelerin yerli yerine oturtulması ve enflasyonsuz bir ekonomi gereklidir. Artık, Türkiye'de, hepimiz, böylesine yüksek bir enflasyonla devam edemeyeceğimizi kabul ediyoruz. Bütçede de bu hedef öncelikli olarak ortaya konulmuş, enflasyonu yıl sonu itibariyle tüketicide yüzde 25, toptanda yüzde 20 seviyesine çekmek hedefi kamuoyuna açıklanmıştır.

Sayın milletvekilleri, Avrupa Birliğine tam üyeliği hedefleyen ve Gelişmiş 20'lerin bir parçası olan Türkiye, yeni binyılın bu ilk bütçesini bu çerçevede ele almak ve global hedefler öncelikleriyle değerlendirmek durumundadır. Bu öncelikli hedefler, enflasyon oranını yüzde 3'lerin altına indirerek, cari bütçe açığını gayri safî yurtiçi hâsılanın yüzde 3'üne çekerek ve toplam kamu borcunun gayri safî millî hâsılaya oranını yüzde 60 düzeyine düşürerek, uluslararası rekabet gücüne sahip bir ekonomi yaratmak, dünyadaki verimlilik ve refah artışından daha fazla pay almak ve bugün, dünyada 1,8 trilyon doları bulan uluslararası fonlardan daha çok yararlanmaktır.

1999 yılı, ekonominin küçüldüğü bir yıl olmuştur. Tahminlerimize göre, ekonomi, dış talepteki ciddî gerileme ve turizm gelirlerindeki düşüşün etkisiyle, gayri safî yurtiçi hâsıla bazında yüzde 4,8; gayri safî millî hâsıla bazında da yüzde 5,7 oranında daralacaktır. 2000 yılına böylesine bir ekonomik daralmayla ve yüksek enflasyon oranıyla ve aşırı borçlu giren Türkiye ekonomisinin, 21 inci Yüzyıl hedeflerine ulaşabilmesi, ancak bu dönemeçte radikal kararlar alabilmesine ve bunları uygulamasına bağlıdır. Nitekim, bu kararlar, birbiri ardına alınmış ve Yüce Meclisin kararlı desteğiyle uygulamaya konulmaya başlanmıştır. Bu açıdan, bu bütçenin önümüze koyduğu hedeflerin mutlaka ama mutlaka tutturulması hayatî bir önem arz etmektedir.

Kısaca, bundan böyle oyunu uluslararası kurallara göre oynamak zorundayız. El yordamıyla ekonomi politikaları dönemi bitmiştir, aynı zamanda, 9 Aralık kararlarıyla da bir risk alınmıştır. Bütçe hedefleriyle, 9 Aralık kararlarıyla ve IMF'yle imzalanacak stand-by anlaşmasıyla ekonomideki belirsizlik azaltılmış, ekonomik dengelerin beklentilere göre hareket etmesinin önüne geçilmiştir. Ancak, bu program, her yönüyle dikkatli uygulanması ve izlenmesi gereken bir programdır.

Sayın milletvekilleri, 1999'da ekonomideki daralmanın boyutları dikkate alındığında, 2000 yılında yüzde 5,5 olarak hedeflenen büyüme oranının tutturulması, ancak öngörülen tüm hedeflerin birbiriyle uyumlu olarak gerçekleşmesine bağlıdır. Bu açıdan, öncelikle kamu finansmanının süratle sağlıklı bir yapıya kavuşturulması ve kamu borçlanmasının, bugün, ekonomideki "crowding out" etkisi dediğimiz daraltıcı etkinin yüzde 87'nin altına çekilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, öncelikle, kamu harcamalarına çekidüzen verilmeli ve hedeflenen özelleştirme programı harfiyen gerçekleştirilmelidir. Bu yapılmadan, Türkiye, bir imkânsızı gerçekleştirmeye çalışmış olur; yani, kamu harcamalarını kısmadan vergileri artırarak bütçe dengesini sağlamaya ve 9 Aralık kararlarıyla da dövize ve dolayısıyla, diğer enstrümanlara hedef koyarak, enflasyonla mücadele etmeye çalışmış olur ki, böyle tutturulan dengelerin kalıcı olduğu şimdiye kadar görülmemiştir.

Değerli milletvekilleri, 2000 yılı kolay bir yıl olmayacaktır. Özellikle, yılın ilk altı ayı oldukça sıkıntılı geçecektir. Malî sektörün küçüklüğü ve yıllardır sıcak para politikası üzerine kurulan dengeler ve sektörün özellikle Ekvergi Yasasıyla ağırlaşan likidite sorunu, 2000 yılı istikrar programının yumuşak karnını oluşturmaktadır. Çünkü, bankalar, 2000 yılında 3 milyar doları faiz vergisi ve 1 milyar doları da diğer vergiler olmak üzere, toplam 4 milyar dolar vergi ödeyeceklerdir. 1999'un ilk altı ayında ise, sadece 1,5 milyar dolar kâr etmişlerdir. Bu durumda, bankalar vergilerini borçlanacakları paralarla ödemek durumundadırlar. Geri dönmeyen kredileri de düşündüğümüzde, ekonomik daralmayla birlikte, likidite sorununu bu durum daha da ağırlaştıracaktır. Dolayısıyla, istikrar programının en zayıf noktasını oluşturan, kamu bankaları başta olmak üzere, sektörün rehabilitasyonu özel bir önem arz etmektedir.

İlaveten, Türk ekonomisinde, yıllardır, büyümenin her zaman istikrara tercih edilmiş olması da, bu programın uygulanmasında püf noktası olan güvenin sağlanmasında bazı zorlukları beraberinde getirmektedir. Beklentiler, ocak ayı enflasyonuna kilitlenmiştir. Şayet, ocak ayı enflasyonu yüzde 4'ü aşarsa, 2000 yılında yüzde 25'e inmesi hedeflenen enflasyon hedefi konusunda kuşku uyanacaktır. Dolayısıyla, başta ocak ayı olmak üzere, ilk altı ay, programın güven sağlaması açısından son derece kritiktir.

Bu istikrar programının dayandığı temellerden birisi, faizlerin düşmesi ve Hazinenin yüksek faizli, kısa vadeli borç yapısını değiştirmesi imkânına kavuşmasıdır. Ne var ki, faizlerdeki düşüş, ancak, enflasyon hedefinin tutturulmasıyla ve dış kaynak girişinin artmasıyla mümkündür. Enflasyonun düşmesi nominal faizleri aşağıya çekecek, fiyat istikrarının sağlanması da reel faizleri aşağıya çekecektir. Bu durum realize olduğunda, döviz fiyatındaki belirsizliğin de 9 Aralık kararlarıyla ortadan kalkmasıyla birlikte, para üretime gidecek, artan üretim ihracatı artıracak ve ekonomide yalnızca iç dengeler değil, dış denge de sağlanmış olacaktır.

Bu modelde, daha önce de vurguladığımız gibi, ekonomideki her kritik olayın doğru gerçekleşmesi gerekiyor; bu nedenle, hedeflerin tutturulması önemlidir. Aksi halde, enflasyonla beraber nominal faizlerdeki düşme ve fiyat istikrarına bağlı reel faizlerin gerilemesi beklentisi gerçekleşmez; bu da, kur çıpası nedeniyle ihracatı olumsuz etkileyebilir.

Ayrıca, ihracat rakamlarının gecikmeli alınması, alınacak önlemlerde geç kalınmasına yol açar ki, böyle bir gelişme, ekonominin...

BAŞKAN – Sayın Nas, süreniz bitmek üzere efendim; toparlar mısınız.

NESRİN NAS (Devamla) – ... yeni ve hızlı bir büyüme sürecine girmesini her gün biraz daha zorlaştırır. Reel bir krize girip bunu uzun zaman önemsemezseniz, bir süre sonra, reel kriz kronik hale dönüşür, tıpkı enflasyonda olduğu gibi.

Sayın milletvekilleri, bu programın püf noktası, kısaca, güven sözcüğü ve kararlılıkla özetlenebilir. Program gerektiği gibi tamamlanır ve bazı manevralarda geç kalınmazsa, bu programda başarı sağlanır. Biz inanmazsak, hükümet kararlı durmazsa, piyasalar ve toplumun tüm kesimleri güvenmezse, bu program sapar ve Türkiye global dünyanın güçlü ve saygın bir üyesi olma şansını kaybeder.

Bu programla Türkiye, yeni bin yılın iddialı ekonomileri arasında yer alma kararlılığını ortaya koymuştur. Sorun, bunu ne zaman ve ne şekilde gerçekleştireceğidir. Bu zamanın en kısa zaman olması hususunda Meclisin üzerine düşeni fazlasıyla yaptığına ve yapacağına olan inancımı belirterek, bütçenin hayırlı olmasını diler, Yüce Meclise saygılarımı sunarım. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisi adına teşekkür ederiz.

Şimdi söz sırası, Siirt Milletvekili Sayın Nizamettin Sevgili'de.

Buyurun Sayın Sevgili.

ANAP GRUBU ADINA NİZAMETTİN SEVGİLİ (Siirt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım ve Anavatan Partisi Grubu adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde Grubumuzun görüşlerini arz etmeye çalışacağım.

Bilindiği gibi, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, ülkemiz nüfusunun yarısının yaşadığı kırsal kesimdeki insanlarımızın hayat standartlarını yükseltme; yol, köprü, gölet, içme suyu, tarımsal hizmetler, sosyal tesisler, altyapı tesisleri, iskân hizmetleriyle tarımsal alanların belirlenen amaçlara uygun ve verimli kullanımını sağlamakla görevli büyük bir kuruluştur.

Genel Müdürlük kendisine yasalarla verilmiş görevlerin dışında, kırsal kesimde ihtiyaç duyulan her konuda vatandaşlara yardımcı olur. Hiç arzu edilmemekle beraber, ülkemizde meydana gelebilecek çığ, sel, deprem gibi doğal afetlerde Genel Müdürlük bütün gücüyle olaya anında müdahale etmekte ve yaraların sarılması için yoğun gayret göstermektedir.

Sayın milletvekilleri, 2000 yılı bütçesini görüştüğümüz bugünde, hâlâ, içme ve kullanma suyu önemli bir sorundur maalesef. 1 500 yakın köyümüz ve bağlı mezralarıyla beraber 20 000 yerleşim biriminde içme ve kullanma suyu, maalesef, yetersizdir. Hatta, bir kısmının sağlık koşullarına uygun olmadığını üzülerek ifade etmek isterim.

Köy yollarına baktığımızda ise, ulaşımı sağlayan yolların önemli bir kısmının onarılması, yeniden yapılması veya asfaltlanması gerektiği görülmektedir.

Kırsal kesimde yaşayan vatandaşlarımızın, genelde, geçimlerini ziraatla sağladıkları bilinmektedir. Bu bölgelerde yaşayan vatandaşlarımızın hayat standartlarını yükseltmek, tarımsal üründe birim alandan daha fazla ürün almaya bağlıdır. Birim alandan daha fazla ürün alma, önemli ölçüde tarım sulamasıyla mümkündür. Sulu tarıma geçilen kırsal kesimde, bölgenin sosyoekonomik yapısı olumlu yönde gelişmektedir. Bölgeye bolluk, bereket ve zenginlik gelmektedir. Tarımsal sulama için yeni göletler ve yeni sulama kanalları inşa etmek gerekmektedir. Bugün, hâlâ, ülke topraklarımızın, maalesef -yine diyorum- yüzde 55'i su beklemektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kışı yaşadığımız şu günlerde, doğu bölgemizde yavaş yavaş kar yağışları başladı. Köy yollarımızın yoğun kar yağışı altında devamlı açık kalabilmesi için, Genel Müdürlük personelinin, gece-gündüz demeden, büyük bir fedakârlıkla, vefakâr ve cefakâr işçi kardeşlerimizle beraber, yolları açacaklarına inanmaktayız.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün, yurdumuzun bütün bölgelerini kapsayacak şekilde, çok yönlü ve geniş bir hizmet sunan ve köylerimizi şehirlerimizle aynı düzeyde yaşanabilir yerler haline getirmekle görevli bir kuruluş olması sebebiyle, oldukça büyük yatırımlar yapması gerekmektedir. Vatandaşlarımız ise, her geçen gün, Genel Müdürlükten, haklı olarak, daha çok ve daha yönlü hizmetler beklemektedirler.

Genel Müdürlük, 428 trilyonu cari harcamalara, 144 trilyonu yatırım ödeneklerine ayrılan bütçesiyle, yukarıda arz etmeye çalıştığım köy yollarının yapımı, içme ve kullanma suyu temini ile, diğer hizmetleri yapması, maalesef, mümkün değildir diye düşünüyorum. 2000 yılı bütçesinde yatırım ödeneklerinin artırılması, genel müdürlüğümüzün insan, makine verimliliğinin rasyonel kullanımına imkân tanıyacaktır. Makine parkının eskimiş olması, ödeneklerin büyük bir bölümünün cari harcamalara gitmesi nedeniyle beklenen hizmetler yerine getirilememektedir.

Ayrıca, merak ettiğim bir konu vardır. Sayın Bakanımızı çok takdir ediyorum, her zaman takdir etmişimdir; ancak, 1998 ve 1999 yıllarında ihaleleri yapılmış bulunan 3 045 adet makinenin halen neden Türkiye'ye getirilmemesini merak ediyorum. Makinelerin teslim alınmaması, önemli ölçüde hizmetleri aksatmıştır kanısındayım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü bütçesinde yatırım ödeneklerinin ne kadar az olduğu görülmektedir. Bütün bu hizmetlerin yerine getirilmesi, yatırım ödeneklerinin artırılmasının yanında, yönetimle ilgili bazı kararların alınması gerekmektedir. Örneğin, masrafları artıran, eski, yıpranmış ve ekonomik ömrünü tamamlamış makinelerin elden çıkarılması, cari harcamaları artıran hür emanet uygulamaların kaldırılarak hizmetlerin ihaleyle yapılmasına ağırlık verilmesiyle yatırıma daha fazla ödenek ayrılabilir kanısındayım.

Genel müdürlük hizmetleri, doğu ve güneydoğu bölgelerimizde bazı aksaklıklar göstermektedir. Müsaade buyurursanız muhterem milletvekili arkadaşlarım, örneğini, kendi seçim bölgem olan Siirt İlinden vermek istiyorum.

Siirt İlinde, toplam yol ağımız 1 893 kilometredir. 1 893 kilometreden, asfaltlı yolumuz -maalesef, teessürle arz etmek istiyorum- 150 kilometre bulunmaktadır; stabilize yolumuz 925 kilometre, tesviye yolumuz 659 kilometre ve 21 inci yüzyıla gireceğimiz bugünlerde, 160 kilometre de halen ham yolumuz bulunmaktadır. Bu da, çok acı bir gerçektir. Ben Sayın Bakanımın ve Genel Müdürlüğümüzün dikkatlerine arz etmek istiyorum. Görüldüğü gibi, ulaşım bakımından Siirt İlimiz, diğer illere nazaran asfaltta biraz geri kalmıştır kanısındayım.

Yine, yüksek müsaadenizle, içmesuyu konusunda da bir nebzecik kendi ilimden arz etmek istiyorum: Suyu yeterli köy sayımız 217, yetersiz köy sayımız hâlâ 40, 21 inci asrın son günlerini yaşadığımız şu günlerde de 30'a yakın hiç suyu olmayan köyümüz mevcuttur. Bu da, çok acıdır diye düşünüyorum.

Yani, netice olarak, toplam 501 yerleşim biriminden, 2000 yılının bütçesini görüştüğümüz bugünlerde, şu saatte, teessürle arz etmek istiyorum, Siirt İlinde 180 köyümüzde ya susuzluk çekilmekte ya suları kâfi gelmemektedir. Bunu da, Genel Müdürlüğümüz ve Sayın Bakanımızın dikkatlerine arz etmek istiyorum. İnşallah, 2000 yılında, ciddî bir şekilde Siirt İlimize el atacaklardır. Ben de, bunların, Siirt Milletvekili olarak, ciddî bir şekilde takipçisi olacağımı buradan arz etmek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, bu bölgemizde tesviyeli ve stabilize yollara mayın döşendiği bilinmektedir. Bu nedenle, birçok vatandaşımız yaralanmakta veya şehit olmaktadır. Bugüne kadar bu yolların asfaltlanmamış olması, büyük bir eksikliktir. Bu bölgede yaşayan insanlarımız için, yolların asfaltlanması hizmetinin yanında, hayatî bir önem taşıması açısından dolayı bu yolların hızla onarılması ve asfaltlanması zorunlu hale gelmiştir.

2000 yılında, doğu ve güneydoğu bölgelerinde asfaltsız köy ile sağlıklı içme ve kullanma suyu olmayan köy bırakmamak hedefimiz olmalıdır diye düşünüyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Avrupa Birliğine aday olmamız, Türkiye için, gerçekten, çok önemli bir gelişmedir; ancak, hâlâ, yolu ve sağlıklı içme ve kullanma suyu olmayan köylerimizin olması, bizim için son derece üzücü bir durumdur. 2000 yılı, önemli değişimlerin ve gelişmelerin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Devamla) – Aziz Başkanım...

BAŞKAN – Efendim, size 3 dakika fazla süre veriyorum. Köy Hizmetleri çok önemli.

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum. Çok sağ olun.

BAŞKAN – Istırabınızı da anlıyorum efendim.

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Devamla) – Çok teşekkür ederim Değerli Başkanım.

BAŞKAN – Rica ederim.

Buyurun.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Şikâyet ediyor; ama, kendileri hükümet.

BAŞKAN – Efendim?..

NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – 10 dakika daha konuşması lazım.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – 5 dakika daha verin efendim.

BAŞKAN – Efendim, vatandaşın ıstırabını dile getiriyor; hükümet olmak başka, o başka.

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Devamla) – 2000 yılı, önemli değişimlerin ve gelişmelerin olacağı bir yıl olmalıdır. Bir yanda gelişmesini tamamlama arzusunda olan bir irade, diğer yanda demokrasisini, insan haklarını Avrupa standartlarına çıkarmış, içbarışı ve içhuzuru sağlamış bir ülke, dünyada ve bölgesinde caydırıcı, alınan kararlarda etkili, büyük bir ülke olacaktır. Bütün bu kıt imkânlar ve tasarruf tedbirlerine rağmen, Genel Müdürlüğümüz, imkânlarını en iyi şekilde kullanarak, köylülerimizle sağladığı yakın işbirliği sayesinde, hizmetlerini gerçekleştirme çabası içerisinde olmuştur. Onun için, şahsım ve Grubum adına, Genel Müdürümüze teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, malumuâliniz olmak üzere, çok mübarek bir aydayız. Mübarek ramazan ayının, başta Yüce Meclisimize, büyük Türkiyemize, doğu ve güneydoğunun kardeşliğine, dostluğuna, barışa, huzura, bolluğa, berekete vesile olmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. İnşallah, bu dostluk, bu barış, bu kardeşlik, bu huzur, bu Yüce Meclisizimin sayesinde teessüs ettirilecektir. (Alkışlar)

Ülkemizde yaşayan insanların yaklaşık yarısına çok yönlü hizmet götürmekte olan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün yaptığı hizmetlerin ne kadar önemli olduğunun bilincindeyiz. Siirt Milletvekili olarak, başta Bakanımız Sayın Mustafa Yılmaz olmak üzere, tüm çalışanlarına, vefakâr ve cefakâr işçi kardeşlerimize teşekkürlerimi ve şükranlarımı arz ederken, 2000 malî yılı bütçesinin memleketimize, Köy Hizmetleri camiasına hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimden niyaz eder, Yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlarım.

Teşekkür ediyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sevgili.

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Siirt) – Ben teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Rica ederim efendim... Sizin derdiniz, bizim derdimiz.

Şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Tokat Milletvekili Sayın Reşat Doğru'da.

Sayın Doğru, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; 2000 malî yılı bütçesinin Denizcilik Müsteşarlığı bölümünün görüşülmesi vesilesiyle sözlerime başlamadan evvel, şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

İnsanlık tarihine kısaca baktığımızda, denizlere ve denizciliğe önem veren ülkelerin, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal faaliyetler açısından diğer toplum ve ülkelere göre çok daha gelişmiş olduklarını görmekteyiz. Denizcilik, makro ulusal politikalar ve uygulamaların etkin olduğu, ulusal bazda diğer sektörlerle yakından ilişkili ve aynı zamanda, tamamıyla uluslararası entegre bir faaliyettir.

Bilindiği üzere, dünya deniz ticaretinde son derece büyük gelişmeler yaşanmaktadır. Ülkemizde, 1980 yılından itibaren uygulanan yeni ekonomi politikası, dışticareti teşvik mahiyetindedir. İhracat önemli ölçüde teşvik edilmiştir. 1983 yılından itibaren, yıllık planlara dayalı olarak yeniden kalkınma hamlesi başlamış durumdadır. Ülkemizde uygulanan dışa açık liberal politikalar sonucu dışticaret hacminin büyük ölçüde artması, denizyolu taşımacılığının önemini daha da artırmış bulunmaktadır. Dışticaret mallarımızın yüzde 85'inin denizyoluyla taşındığı ve bunun ancak, yüzde 34'ünün Türk bayraklı gemilerle gerçekleştirildiği göz önüne alınırsa, Türkiye'nin makro seviyede ortaya konulacak denizcilik politikalarının temellerinde daha güçlü bir deniz ticaret filosuna sahip bulunması, limanların konumlarının daha iyi seçilmesi, denizcilik eğitim sisteminin çağdaşlaştırılması, finans ve teşviklerde daha etkin uygulamaların olması zorunluluğu ve bu yapının devamı için mevzuat değişikliklerinin bir an önce yapılması gerekmektedir. Deniz ticaret filomuzun dünya pazarlarına daha etkin bir şekilde girebilmesi, deniz ticaret filomuzun kendi imkânlarının geliştirilmesi ve güçlü bir filo kapasitesine ulaşılmasının sağlanması; gemilerimizin özenle yetiştirilmiş nitelikli gemi adamlarıyla donatılması ve dünya limanlarında karşılaşılabilecek zorlukları göğüsleyebilmek için, çağdaş denizcilik eğitiminin oluşturulması; uluslararası ilişkilerimiz açısından, diğer sektörler arasında makro seviyede gerçekçi, etkin ve dinamik bir Türk denizcilik politikasının saptanması ve yeni koşullara uygun düzenlemelere imkân sağlayan bir yapıda olmasının sağlanması; bu çerçevede, gelişmenin temelleri olacak ulusal mevzuatın yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, denizcilikten sorumlu idarenin temel görevleri, liman devleti, bayrak devleti, kıyı devleti, kıyı tesislerinin düzenlenmesi, gemi adamlarının standartlarının sağlanması ve eğitimi, ticaret filosunun, limanların ve gemi inşa sanayiinin geliştirilmesi olarak sıralanabilir.

1993 yılında 491 sayılı kanun hükmünde kararnameyle kurulan Denizcilik Müsteşarlığımız, 1999'un sonlarına yaklaştığımız şu günlerde birçok kuruluşun bünyesinde bulunan denizcilikle ilgili faaliyetlerde karar mercii olamama nedeniyle, gerçek bir idare niteliği kazanamamıştır. Türk ekonomisi için büyük önem arz eden denizcilik sektörünün bir bütün olarak düzenlenip yönlendirilmesi açısından hayatî önem taşıyan denizcilik bakanlığı kanun tasarısı, Mecliste grubu bulunan tüm partilerin desteğine karşın, bugüne kadar çıkarılamamıştır.

Ayrıca, yıllardır tesisi plananan, ancak, yoğun bir deniz trafiğinin yaşandığı ve ülkemiz açısından önemi büyük, riski fazla olan İstanbul ve Çanakkale Boğazlarındaki gemi trafiğini düzene sokacak yönetim ve bilgi sistemi projesinin, teknik mal ve hizmet alımlarına yönelik ihalesi yapılmıştır. Bu yönde önemli mesafeler alındığını memnuniyetle görmekteyiz.

Ayrıca, sektör açısından önem arz eden ve ülkemiz deniz ticaret filosunun dünya ticaret filosu karşısında rekabet gücünü artıracak olan Türk Gemi Sicil Kanununun çıkarılmış olmasını önemli bir gelişme olarak kabul ediyoruz.

Türk ekonomisinde son derece önemli bir girdiye sahip olan bir kurum olarak bugüne kadar bir teftiş kurulu olmamasını da, bir eksiklik olarak görüyoruz. Bu eksikliği hissedip, teftiş kurulunun kurulmasına yönelik olarak hazırlanan kanun tasarısının Plan ve Bütçe Komisyonuna getirildiğini de müşahede etmekteyiz. Komisyonlarımızın ve Yüce Meclisimizin bu tasarının ivedilikle kanunlaşması yolunda gereğini yapacağına inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; denizcilikte, Türkiye'yi hak ettiği konuma getirmemiz gerekmektedir. Kanun hükmünde kararnamede belirtilen görevleri en iyi şekilde yapmaya çalışan Müsteşarlığın, sektörü geleceğe hazırlayabilmek için, bizler de üzerimize düşen görevi fazlasıyla yapmak zorundayız. Denizciliğimizi, eğitimden gemi inşaına, limanlarından yasal düzenlemelerine kadar her yönüyle bir seferberlik içinde yürütmek üzere, denizcilik bakanlığının kurulması için gereken ilgi ve desteğin gösterileceğine inanmaktayım.

Denizcilik konusunda gelişebilmek ve ülkemizi dünyada hak ettiği noktaya getirebilmek maksadıyla, önerilerimizin Sayın Bakanımız tarafından dikkate alınacağına inanıyorum.

Gemi imalat kapasitesinin 10 milyon dwt'den 20 milyon dwt'ye yükseltilmesi için gerekli tedbirlerin alınması; deniz ticaret filosunun genişlemesi için gerekli tedbirlerin alınması; ülke kıyılarıyla ilgili, İskenderun'dan Hopa'ya kadar ekolojik yapının envanterinin çıkarılması için gerekli çalışmaların başlatılması; fizibl deniz taşımacılığı yapılabilecek hatların belirlenmesi, yük ve yolcu hatları gibi, geliştirilebilecek pek çok önemli alanlar olabileceği.

Modern deniz kurtarma gemileri ve deniz ambulansları, bütün gelişmiş ülkelerde bulunmaktadır. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde de, zaman kaybedilmeden bu modern deniz kurtarma gemileri ve deniz ambulanslarının temin edilmesinin, yaygınlaştırılmasının ülkemize faydası olacağı kanaatindeyim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz, yapıcı katılımlarınız, etkin çalışmalarınız sayesinde, yıllardır ihmal ettiği denizleri etkili ve verimli olarak kullanabilecek ve çağı yakalayabilecektir.

2000 yılı bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlı olması dileklerimle Yüce Meclise saygılar sunarak sözlerime son vermek istiyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğru.

Şimdi, söz sırası, Çorum Milletvekili Melek Karaca'da.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MELEK KARACA (Çorum) – Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri; Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün 2000 yılı bütçesi hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuzun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, partim ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime, kısa süre önce rahmeti rahmana kavuşan arkadaşımız Sıtkı Turan Beye Cenabı Hak'tan sınrısız rahmet dileyerek başlamak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; meteoroloji, "meteor" ve "loji" kelimelerinden oluşan Yunan kökenli bir bilim dalının ismidir. Meteoroloji, atmosferin fiziksel özelliklerini, atmosferde meydana gelen yel, yıldırım, yağmur vesaire gibi tabiat hadiselerindeki fiziksel değişimleri ve bunların insan yaşamındaki etkilerini inceleyen bir bilim dalıdır.

İnsanoğlu, yaradılışından bu yana, yaşamını sürdürebilmek için yaptığı faaliyetlerde, daima, tabiatla temel ilişkiler içerisinde olmuştur. Yaşam faaliyetlerinin planlanması ve uygulanmasında insanlar, daima hava ve iklim bilgilerine ihtiyaç duymuşlar, günlük yaşamlarını, doğal değişikliklere göre düzenlemeye çalışmışlar ve dolayısıyla, meteoroloji ilminin teessüsüne sebebiyet vermişlerdir.

Kendine has metot, araç gereçleri ve ölçüm teknikleri olan bu ilimden, Türkiye, ancak, 19 uncu Yüzyılın sonlarına doğru faydalanmaya başlayabilmiştir. Nihayet, 10 Şubat 1937 tarihinde 3127 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Devleti Meteoroloji Umum Müdürlüğü Teşkilât ve Vazifelerine Dair Kanunla Genel Müdürlük kurulmuş ve 8 Ocak 1986 tarih ve 3254 sayılı Kanunla da teşkilat ve görevleri yeniden düzenlenerek, bugünkü yapısına kavuşmuştur.

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, savaşta ve barışta, başta Silahlı Kuvvetlerimiz olmak üzere ulaştırma, tarım, bayındırlık, sağlık, çevre ve adalet gibi sektörlere hizmet götürmek suretiyle, gerek yurt savunmasına ve gerekse yurt ekonomisine büyük katkılar sağlamaktadır.

Ayrıca, enerji türlerinin belirlenmesinde, çevre ve şehircilikle ilgili planların hazırlanmasında, yerleşim merkezleri, fabrikalar, termik ve nükleer enerji santrallarına yer seçiminde de meteorolojinin katkısı çok büyüktür.

Meteorolojik faktörlerin gözardı edilmesi sonucu, yanlış yer seçimi yapılarak kurulan fabrikaların ve yerleşim yerlerinin, havaalanlarının neden olduğu sorunların büyüklüğü hakkında, ülkemizde, çok sayıda örnek görmek mümkündür. Teknolojinin hızla ilerlediği ve dünyamızın globalleşmeye doğru gittiği bir devrede, bu kurumumuzun da, gelecek yıllara uyum sağlayabilmesi için, yeni atılımlara ve yeni projelere ihtiyacı vardır. Meteoroloji Genel Müdürlüğünün on yıl, yirmi yıl sonrasına hazırlanması söz konusu olmalıdır. Bu itibarla, vatanımıza ve milletimize layık hizmetler sunmak, devletimizi 21 inci Yüzyılın lider devleti, parlayan yıldızı yapabilmek, her alanda olduğu gibi meteoroloji alanında da modern, hızlı, teknik ve doğru çalışmayla mümkün olacaktır.

Özellikle, 2000'li yıllara girmek üzere olduğumuz şu günlerde, zaman, enerji ve içgücü israfının önlenmesi için, en başta da sağlığın korunması için, güne başlarken, meteoroloji bilgilerinin alınması, yani meteoroloji bilgilerinin günlük hayata taşınması da büyük önem arz etmektedir. Neticede, meteorolojinin sadece günlük hava raporlarıyla kısıtlı olmadığı gözler önüne serilmektedir. Meteorolojinin, toplumsal ve bireysel hayatın her kesiminde süreklilik ve çeşitlilik gösteren hizmetleri vardır. Teknoloji değiştikçe ve geliştikçe, meteorolojinin hizmet alanları da artmaktadır. Son yıllardaki teknolojik ve bilimsel gelişmeler, özellikle modern komünikasyon ve elektronik cihazlarla uyduların ve bilgisayarların kullanılması, meteorolojiyi, yepyeni ve geniş kapsamlı bir hizmet düzeyine getirmiştir. Hatta, küresel ısınma için, hava kirliliği için, tektonik olaylar neticesi ihtimalî doğal afetlere karşı tedbir almak için, toplumu, meteoroloji yönlendirecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, nüfusumuzun 15-64 yaş grubu, toplam nüfusun içerisinde yüzde 59'lardadır. Bu oran, 2020-2030'larda yüzde 67-68'lere ulaşacaktır. Genç nüfusumuzun, yirmi, otuz yıl sonrasının teknoloji ve bilimine ulaşabilmesi için, şimdiden bir dizi tedbir alınmalıdır. Bunun içindir ki, 21 inci Yüzyılda Meteoroloji Genel Müdürlüğü yerine, bilim ve teknoloji bakanlığı kurulmalıdır diye düşünüyorum. Meteoroloji, Maden Tetkik Arama, TÜBİTAK gibi faaliyet alanları, bu bakanlık çatısı altında toplanmalıdır. Hatta, modern bilgi kentleri, araştırma kentleri kurulması için gerekli yatırımlar planlanmalıdır. Nasıl ki, atalarımız, dünyanın hiçbir yerinde yokken -1073 yılında- Anadolu'nun çeşitli yerlerinde rasathane yerine geçen gözlemevleri kurarak bilime hizmet etmişlerdir, bugün de, modern çağın en gelişmiş, en üstün teknolojisine sahip bilim merkezleri, gözlem ve bilim kentleri kurularak, hizmetin devamı sağlanmalıdır. Milletimiz, hizmetin en iyisine ve en güzeline layıktır.

Milletimizin geleceği, bugünün meteoroloji ve bilim alanında yapacağı yatırım ve hizmetlerle de ilişkilidir. Bu itibarla, birçok ihmal edilmiş alanda atılım yapan 57 nci hükümetimizin, bilim ve teknoloji bakanlığının kurulmasında, bilim kentlerinin, araştırma kentlerinin tesisinde de atılım yapacağına ve partimizin de bu doğrultuda destek vereceğine inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizler, Türkiye Cumhuriyetinin vekilleri olarak, tüm memleketimize; ama, evvela kendi yöremize hizmetle mükellefiz, evvela kendi kapımızın önünü süpürmek mecburiyetindeyiz. Bu itibarla, temsil ettiğim Çorum İlinin de bu meyandaki ihtiyaç ve eksikliklerini dile getirmek istiyorum.

1. Çorum'da 1929 yılından beri çalışmalarını sürdürmekte olan Meteoroloji İstasyon Müdürlüğünün bölge müdürlüğü haline getirilerek, Yozgat, Amasya, Tokat İllerinin bağlanması ve dolayısıyla, daha geniş kapsamlı hizmet imkânının sağlanması,

2. Osmancık İlçesi Meteoroloji İstasyon Müdürlüğü binasının, kısa sürede tamamlanarak hizmete açılması,

3. Personel yokluğundan kapalı bulunan Sungurlu, İskilip ve Mecitözü İlçeleri Meteoroloji İstasyon Memurluklarının, büyük klima istasyon müdürlüğü olarak tekrar hizmete başlamalarının temini ve yine, emeklilik, istifa, tayin, ölüm gibi nedenlerle halen kadroları boş duran Laçin, Kargı, Uğurludağ, Bayat İstasyon Memurluklarına tayin yapılarak hizmet imkânının sağlanması,

Son olarak, bilim ve teknolojinin süratle ilerlemeye devam ettiği bir devirde, Çorum İstasyon Müdürlüğünün, yeni bilgisayar ve resmî araçtan mahrum bırakılmamasını da Sayın Bakanımızdan arz ve talep ediyoruz.

Bölgemizin bu meyandaki ihtiyaçlarının da kısa sürede giderileceği inancı içerisinde sözlerime son verirken, 2000 yılı bütçesinin memleketimize ve milletimize hayırlar getirmesi dileğiyle tekrar saygılarımı sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Şimdi, söz sırası, Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Aydın'da; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA AHMET AYDIN (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hazine Müsteşarlığı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Aziz Milletimizi ve Değerli Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Hazine Müsteşarlığımızın sorumluluğunda olan 4 konudan bahsetmek istiyorum. Bunlar, sırasıyla, dışborçlar, içborçlar, kamu bankalarının görev zararları ve borsadır.

Son onbeş yılda Hazine, 73 milyar 150 milyon dolar orta ve uzun vadeli, 25 milyar 675 milyon dolar da tahvil olmak üzere, toplam 98 milyar 825 milyon dolar dışkredi almış; buna 52 milyar 180 milyon dolar faiz ödemiştir.

Dışborçlarda dünya piyasalarına baktığımız zaman, anormal bir şey yok; biz de, diğer borç alan ülkelerle aşağı yukarı aynı faizi ödemişiz. İçborçlara sıra gelince, hemen hemen dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen çok yüksek reel faizler ödenmiştir. Hazine Müsteşarlığı içborçlar bölümünden almış olduğum, beş yıllık iç borçlanmayla ilgili doküman üzerinde yapmış olduğum kısa bir çalışmayla ortaya çıkan durum şöyledir: 1994 yılında, 799 trilyon 309 milyar lira karşılığı 27 milyar 169 milyon dolar olan içborçlar, 1998 yılı sonunda 11 katrilyon 632 trilyon karşılığı 43 milyar 563 milyon dolara çıkmıştır. Bu beş yılda, içborçlara, toplam 9 katrilyon 633 trilyon karşılığı
70 milyar 320 milyon dolar faiz ödenmiştir. Beş yılın ortalama dolar kuru ile faizi yüzde 37,16'dır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün, dünyada geçerli libor 5,75'tir. Daha bundan bir ay önce, Akbank, libor artı yüzde 3 faizle, Alman bankalarından, beş yıl vadeli, 400 milyon dolar kredi aldı. Yine, Koçbank, libor artı yüzde 1,45 faizle 370 gün vadeli kredi aldı. Bu bankalarımızın almış oldukları kredilerin faizi, liborla beraber, toplam 7,20 ile 8,75 arasındadır. Türk Hazinesi, geçtiğimiz beş yıl içerisinde, iç borçlanmaya, 37,16 yerine dünyada geçerli olan faiz oranlarıyla gitmiş olsaydı, yani, Türk bankalarının ortalama yüzde 8 faiz ödediği yerde yüzde 10 faiz vermiş olsaydı, beş yılda, iç borçlarına 18 milyar 524 milyon dolar faiz vermiş olacaktı ki, yüzde 37,16 ile yüzde 10 arasındaki fark 51 milyar 796 milyon dolardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Hazinesi, sadece iç borçlanma maliyetlerini, dünyadaki, hatta biraz üzerindeki reel faiz oranlarına çekmiş olsa, Türkiye'nin hiçbir ekonomik sıkıntısı kalmaz. Bakınız, her yıl normalin üzerinde 10 milyar dolar faiz ödüyoruz. 10 milyar dolar, IMF'nin, üç yıl içerisinde Türkiye'ye vereceği 4 milyar doların 2,5 katıdır; Marmara Bölgesi depreminin maddî zararlarının 2 katıdır. Yani, Türk Hazinesi, yılda iki deprem zararını karşılayacak faizi fazladan ödüyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu bankaları görev zararlarına sıra gelince: 1997 yılında 4,7 milyar dolar olan iki kamu bankamızın -Ziraat Bankası ve Halk Bankasının- görev zararı, 1998'de 11,9 milyar dolar olmuş; 1999'da ise 15,6 milyar dolar olarak hesap edilmektedir. Ziraat Bankasının görev zararlarıyla ilgili yapmış olduğum incelemede ise, bankanın, 5 katrilyon 510 trilyon lira görev zararından doğan alacağının, 5 katrilyon 319 trilyonu kütlü pamuk destekleme alımlarından meydana gelmektedir.

1993 yılında 4,5 trilyon karşılığı 450 milyon dolar olan bu görev zararından doğan borca, Hazine, 1997 ve 1999 yıllarında 445 trilyon karşılığı 1 milyar 525 milyon dolar ödediği halde, bugün, Hazine 10 milyar dolar borçlu görünüyor ki, böyle bir şeyin olması mümkün değil. Hazinenin bu borcunun tarıma destek gibi gösterilmesi çok yanlış bir şeydir, derhal düzeltilmesi lazımdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dördüncü olarak da, İstanbul Menkul Kıymetler Borsasından bahsetmek istiyorum. İstanbul Borsasının değeri, endeks 60 sent olduğu zaman 25 milyar dolardır, endeks 2,4 dolara çıktığı zaman 100 milyar dolardır. Yurt dışından gelerek, endeks 60 sent iken 10 milyar dolarlık hisse senedi almış ve endeks 2,4 dolara çıktığı zaman bu hisseleri satmış olsanız, İstanbul Borsasından 30 milyar dolar kazanmış olursunuz. İstanbul Borsası, dokuz yılda, bu şekilde dört kez inip çıkmıştır. Dört kez aynı işlemi yapmış olsanız, böylece, Türkiye'den, borsa kanalıyla dokuz yılda 130 milyar dolar çıkarmış olursunuz.

Sayın milletvekilleri, incelemiş olduğumuz bu dört konudan üçünü sıkı kontrol altına alabilirsek, son vergi kanunundan sonra yükselen borsayı yerinde tutabilirsek, yüzde 45'lere düşen bono faizlerini iç borçlanma faizlerinde de yakalayabilirsek, kamu bankalarının görev zararlarını hesap oyunlarıyla değil de, gerçekten tarıma ve KOBİ'lere kaynak ve kredi olarak aktarabilirsek; enflasyonu yüzde 25'te, dolar kuru ortalamasını yüzde 20'de tutabilirsek, işte o zaman, Avrupa Birliği yolu da açıktır, Çeçenistan'ın kurtuluşu da yakındır, Türk dünyasıyla ilişkiler sıcaktır, İslam ülkeleriyle ilişkiler de olumludur, G-20'ler yerine, G-7'lerin yanında G-8 olarak yerimiz hazırdır.

Bütün bu düşüncelerle, hepinizi hürmetle selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Şimdi söz sırası, Erzincan Milletvekili Sayın Mihrali Aksu'da.

Buyurun Sayın Aksu. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MİHRALİ AKSU (Erzincan) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde görüşlerimi arz etmek üzere huzurlarınızdayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye'de nüfusun yüzde 40'ı kırsal kesimde yaşamaktadır. Kırsal alandaki nüfus Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 3, Avrupa Birliğinde yüzde 10, Japonya'da ise yüzde 15'tir. Bu rakamlara bakıldığında, Türkiye'de kırsal alandaki hareketlilik daha uzun zaman devam edecek demektir. Bu hareketten dolayı kentlerdeki sorunun büyümemesi için, kırsal alandaki planlamaların eksiksiz yapılması, kırsal cazibe ve sanayi merkezlerinin oluşturulması gerekmektedir.

Kırsal alanda sosyal ve tarımsal altyapı hizmetleri dediğimiz içmesuyu, köy kanalizasyonları, tarımsal sulamalar, tarlaiçi geliştirme hizmetleri, toprak ve su kaynaklarının geliştirilmesiyle ilgili her türlü araştırma, uygulama ve etüt hizmetleri, tarım topraklarının kabiliyetlerine göre kullanımıyla ilgili her türlü hizmetler, göçmen, göçebe ve yerleri kamulaştırılanların iskân hizmetleri gibi büyük hizmetleri üstlenmiş olan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 19 bölge, 80 il, 12 araştırma enstitüsü, 5 makine ikmal, 3 proje ve 2 eğitim merkezi müdürlükleri vasıtasıyla bu hizmetleri götürmeye çalışmaktadır.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 319 000 kilometrelik karayolu ağıyla, bütün köylere -ham yol, stabilize ve asfalt olarak- ulaşımı sağlamıştır. Ancak, bunun geneli içerisindeki asfalt yola baktığımızda, henüz, bunun yüzde 22'si asfalta kavuşturulmuştur; yani, mevcut ünitelerin sadece yüzde 22'sinde asfalt yol vardır.

İçmesuyu hizmetlerine bakıldığında, bugüne kadar 64 000 üniteye içmesuyu götürüldüğü ifade edilmektedir. Bu ünitelerin yaklaşık 9 000 adedi, yine, susuz duruma düşmüş olup, geri kalanın yüzde 45'i ise çeşmeli sisteme sahiptir. Teknolojinin imkânlarından istifade etme açısından bakıldığında, bunun da yeterlilik arz etmediğini görmekteyiz. Böylece, yüzde 53'lük bir birimin içmesuyuna ihtiyacı var demektir.

Sulama hizmetlerine bakıldığında, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, sulama suyu temin etmesi gereken 2,9 milyon hektarlık alanın 1,3 milyon hektar gibi bir kısmına sulama suyu hizmeti götürebilmiştir. Bu hizmetler, geçmişte, yıllık 40 000 hektar civarında bir alanda gerçekleştirilirken, son yıllarda yıllık 10 000-15 000 hektarlık bir alanda gerçekleştirilme durumuna düşmüştür. Bunun nedeniyse, Köy Hizmetleri bünyesinde, geçmişte "Toprak-Su Genel Müdürlüğü" olarak adlandırdığımız genel müdürlük bünyesindeki bu sahada çalışan elemanlarda ciddî bir erozyon meydana geldiğini ve bunların bu bünyeye iyi adapte olamadığını görmekteyiz. Aynı şeyi, toprak muhafaza ve toprak etüt çalışmalarındaki gelişme hızında da görmek mümkündür.

1962 yılında, Konya-Karapınar'da rüzgâr erozyonuna karşı çok ciddî bir çalışma yapan ve dünyanın bu sahada yapılmış 10 büyük projesinden biri olarak literatüre geçen Karapınar Projesini 1970'lerden sonra yapamamışsak, bu alanda ciddî olarak düşünmemiz gerekiyor. Bu proje ki, dünya literatürüne girmiştir, üniversitelerimizde ve Avrupa üniversitelerinde ders olarak okutturulmuştur. İşte bu açıdan, bu alandaki çalışmaları yeniden bir gözden geçirmenin gereği vardır.

Köylerimizin halen yüzde 7'sinde kanalizasyon vardır. Çevreyi korumanın en önemli şartı olan kanalizasyon tesislerinin yapımına kesinlikle hız verilmelidir.

Yine, köy imar planlarının yapımı, 3202 sayılı Yasayla, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğüne verilmiştir. Sürdürülebilir bir çevre anlayışıyla, kırsal kesimdeki imar planları, kırsal kentleşmenin, sosyal yapının mantığı içerisinde mutlaka hızlandırılmalı; yeni bir bin yılın eşiğinde, Avrupa kapısındaki bir Türkiye'de, bu çalışmalara mutlaka hız verilmelidir.

Genelde baktığımızda, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, kırsal kesimin sosyal altyapısı ve tarımsal altyapısıyla ilgili iki önemli hizmeti ifa etmektedir. Sosyal altyapıyla ilgili olan hizmetler noktasında, şu yukarıdaki tabloyu irdelediğimizde -şu veya bu dönem demiyorum ama- Avrupa Birliğinin kapısında bulunan bir Türkiye için yeterli olmadığını ifade etmemiz gerekiyor. Bunun için diyoruz ki, sosyal altyapıyla ilgili olarak, ilgili genel müdürlük, bölgelerin coğrafî konumu, sosyal gelişmişliği ve kültürel yapısına göre mutlaka bir master plan ortaya koymalıdır. Bu master plan çerçevesinde, kısa, orta ve uzun vadeli programlarıyla, kırsal alandaki kentleşmeyi, bugün bozuk ve çarpık hale gelen kentleşmeyi daha da bozmamak için, bu tedbirleri mutlaka almalıdır.

Yine, tarımsal altyapıyla ilgili olarak, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı tavsiyeleri doğrultusunda, geçmişte Toprak-Su Genel Müdürlüğü olarak oluşmuş ve ciddî hizmetler ifa etmiş bu genel müdürlüğün, Tarım Reformu Genel Müdürlüğüyle birleştirilerek Tarım Bakanlığına bağlanması gerekmektedir; çünkü, bugün, stratejik ehemmiyeti haiz olan toprak gibi, su gibi iki önemli konu, bu genel müdürlük bünyesinde, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü içerisinde bulunmaktadır. Bitkiye baktığımızda, o ise, Tarım Bakanlığı bünyesindedir. Toprak-su-bitki ilişkisini sıhhatli bir şekilde kurabilmek, bunu çağın teknolojisiyle bütünleştirebilmek için, bunu elzem görüyoruz. Bugün, toprak yasası gibi, su yasası gibi, su birlikleri yasası gibi önemli yasaların da, yeni bir bin yılın eşiğinde, bu Meclis tarafından mutlaka çıkarılması gerekmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, geçmişte hatırı sayılır insanların istihdam edildiği bir KİT'leşme mantığına dönüştürülmüştü. Sayın Bakan ciddî bir iradeyle bunu çözdü. Ben, bu noktada Sayın Bakana teşekkür ediyorum; ama, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde bulunan işçilerin sorunlarını da kalıcı olarak çözmek gerekiyor.

Yine, bu Genel Müdürlük bünyesinde bulunan şantiye ve bakımevi anlayışındaki disiplinsizliğe de, bu KİT mantığındaki ciddiyetsizliğe de son veren Sayın Bakanın buna da son vereceğine inanıyor, araeleman noktasındaki, teknisyen, tekniker noktasındaki sıkıntıları gidermesi gerektiğini burada ifade ediyor; bu duygu ve düşüncelerle, bütçenin, milletimize, kırsal kesime ve Köy Hizmetleri camiasına hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Şimdi söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Cahit Savaş Yazıcı'da.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA CAHİT SAVAŞ YAZICI (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Denizcilik Müsteşarlığı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, dünyanın yüzde 71'i, yani karaların yaklaşık 2,5 katı suyla kaplıdır. Dünya yük taşımacılığının yüzde 85'i, petrol taşımacılığının ise yüzde 99'u denizyoluyla yapılmaktadır. Dünya nüfusunun yüzde 75'i, sahillerden 150 kilometre mesafe içerisinde hayatını sürdürmektedir. İnsanlığın ortak kaynak alanı denizler, aynı zamanda toprakaltı zenginlikleri, sağladıkları sayısız besin kaynakları ve geniş kapasiteli ulaştırma imkânlarıyla önemli bir ekonomik mücadele zemini de oluşturmaktadır.

Türkiye coğrafyasının üzerimize yüklediği en büyük sorumluluk, bu yarımadayı çevreleyen deniz alanlarını etkinlikle kullanmak ve Avrasya suyollarının kesişiminde böyle bir konumun hakkını vermektir; ancak, coğrafyanın ülkemize sağladığı bu olanaklardan yeterince yararlandığımızı söyleyemeyiz. Oysaki, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin kalkınmalarında denizcilik sektörü lokomotif görevini üstlenebilir. Özellikle dışticaret dengesinde dönem dönem darboğazlar yaşanan ülkemiz açısından, bu sektörün desteklenmesi durumunda, kalkınmayı sırtlayacak bir açılımın yakalanması sağlanabilir.

Türkiye, çağdaş bir dünya devleti olmak, artan güvenlik ve ekonomik ihtiyaçlarını karşılamak üzere, denizlere ve denizciliğe uygun bir devlet stratejisi uygulamak ve buna ilişkin denizcilik bilincini oluşturmak zorundadır.

Değerli milletvekilleri, konumuz, Denizcilik Müsteşarlığı; ancak, konuşmamda değineceğim noktaların birçoğu, Müsteşarlığın yetki alanı dışına taşan konulardan oluşmaktadır. Bunun nedeni ise, ülkemizde denizcilik sektörüne ilişkin yetkilerin bir elde toplanmamasıdır. Ülkemizde denizciliğe ilişkin mevzuatın çokluğu göze çarpmaktadır. Denizcilikle ilgili şu anda 57 kanun, 1 kanun hükmünde kararname, 29 tüzük, 41 yönetmelik, 18 kararname mevcuttur. Bu yoğun mevzuatın yürütülmesine ilişkin görev ve fonksiyonlar ise, tam 10 değişik bakanlığa ve 30'dan fazla kuruluşa dağılmıştır. Uluslararası ilgi ve çıkarların alabildiğine çatıştığı bir alan olan ve ülkemiz ekonomisinin can damarı, bir anlamda da çıkış noktası haline gelen denizcilik, çok sayıda kurum ve kuruluşların yetki alanında, yaygın bir mevzuat çeşitliliği içinde idare edilmektedir. Her kuruluş tarafından sahiplenilen denizciliğimiz, sorunların çözümünde sahipsiz kalmaktadır.

Bu nedenlerle ve ülkemiz ekonomisine katkısıyla millî güvenliğimiz açısından da özel bir öneme sahip olan denizciliğimizin güçlenmesi ve geliştirilmesi için, denizcilik bakanlığının kurulması zorunluluk haline gelmiştir. Bu konuda bütün siyasî parti gruplarının da aynı paralelde düşüncelerini ortaya koymaları memnuniyet vericidir; ancak, bunu yaparken, adı denizcilik bakanlığı olan içi boş bir örgüt değil, siyasî mülahazalardan uzak kalarak, tam yetkili ve denizciliğe ilişkin tüm kurumları bünyesinde toplayabilen bir oluşum sağlanmalıdır.

Değerli milletvekilleri, denizcilik sektörüne ilişkin yıllardır süregelen sorunlar, hükümetimizce ülke gündemine taşınmış ve bunların çözümleri noktasında önemli mesafeler alınmıştır. 20 nci Yasama Döneminde ele alınan, ancak kadük olan Türk Uluslararası Gemi Sicil Yasa Tasarısının bu dönemde ivedilikle yasalaştırılması ve Dünya Denizcilik Örgütü bünyesinde sağlanan gelişmeler, bunun en somut örneklerindendir.

İkinci gemi sicilinin oluşturulmasıyla, ikinci sicil uygulayan ülkelerin sağladığı avantajlardan deniz taşımacılarımız da yararlanabilir konuma gelmiş, gemilerimizin bayraktan kaçması ve filomuzun küçülmesi engellenmiştir. Yasayla, armatörler, kurum ve gelir vergilerinden muaf tutulmuş; ancak, ilk kayıt ve yıllık tonaj harçlarıyla, devletin kazancı da gözetilmiştir. Bu düzenlemeyle, armatörlerimizin uluslararası rekabette güç kazanmaları sağlanmış ve denizciliğimizin dünya denizciliğiyle bütünleşmesi açısından da önemli bir adım atılmıştır.

Türkiye, Uluslararası Denizcilik Örgütünün kurucu üyelerinden biri olup, 1958 yılından bu yana örgüt faaliyetlerine etkin bir şekilde katılmaktadır. Uluslararası Denizcilik Örgütünün (IMO) 15 Kasım 1999 günü Londra'da gerçekleştirilen 21 inci Genel Kurul toplantısında Türkiye, geçerli 124 oydan 76'sını alarak, ilk kez konsey üyeliğine seçilmiştir. Konsey üyeliğimiz, denizcilik alanında, denizlerde seyir ve çevre güvenliğinin sağlanması başta olmak üzere, Türkiye'yi yakından ilgilendiren birçok önemli konunun görüşüldüğü IMO'daki konumumuzu ve katkılarımızı daha güçlendirecektir.

Değerli milletvekilleri, 1994 yılından itibaren Denizcilik Müsteşarlığı bütçesinin konsolide bütçeden aldığı payları inceleyecek olursak, 2000 yılı bütçesinin, binde 24'le, 1995 yılından beri konsolide bütçeden en fazla payı alan bütçe olduğu görülecektir. Yine, 1994 yılından itibaren Müsteşarlık bütçe büyüklüklerinden yatırıma ayrılan paylar incelenirse, 2000 yılı bütçesinde -ki, bütçenin yüzde 57'si yatırıma ayrılmıştır- 1994'ten itibaren en yüksek yatırım seviyesine ulaştığı görülecektir. Bu rakamların yeterli olduğunu söylemek elbette mümkün değildir; ancak, ülke gerçekleri göz önünde tutulduğunda, hükümetin iyi niyetini de ortaya koymaktadır.

Bunun yanı sıra, geçen hafta içerisinde yasalaşan Türk Uluslararası Gemi Sicili Yasasıyla, ikinci sicile kayıt yaptıracak gemilerden alınacak olan kayıt harcı ve yıllık tonaj harçlarının yüzde 50'sinin Denizcilik Müsteşarlığı bünyesinde oluşturulacak döner sermaye işletmesine aktarılması hükmü getirilmiştir. Bu, Müsteşarlık için son derece ciddî bir kaynaktır ve hükümetin denizciliğe ilişkin sorunların çözümüne yaklaşımının da somut bir göstergesidir. Yalnız, bu kaynağın, sektörde büyüme sağlayacak yatırımlara kanalize edilerek, sektöre doğrudan katkısı azamî kılınmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Türk Uluslararası Gemi Sicili Yasa Tasarısı görüşülürken, deniz taşımacılığı ve gemi inşa sanayimizin sorunları, Genel Kurulumuzca etraflıca ele alındığından, zaman sorununu da düşünerek, burada bu konulara tekrar değinmeyeceğim.

Ülkemiz, zengin tarihî ve doğal değerleriyle, hem dünya turizm pazarında hem de Akdeniz Bölgesinde rakipsiz bir konuma sahip bulunmaktadır. Bu önemli konumu, yat turizmi açısından ciddî bir potansiyel oluşturmaktadır.

Ülkemizde yat turizmi 1970'li yılların sonunda gelişmeye başlamıştır. "Halikarnas Balıkçısı" olarak tanıdığımız Cevat Şakir Kabaağaç ve arkadaşları, daha sonra "mavi yolculuk" adıyla sembolleşen yat turizmini, aslında sünger avcılarının her türlü konfordan yoksun tekneleriyle başlatmışlardır.

Halen ülkemizde, kamu ve özel sektöre ait, işletmeye açık 30 adet yat limanı bulunmakta olup, bunların toplam kapasitesi 10 500 yattır. Türkiye, Akdenizde seyreden yatların ancak binde 2'sine hizmet verebilmektedir. Buna rağmen, yatçılık ve marinacılık, ülkemize kazandırdığı döviz ve olumlu propaganda açısından önemli yararlar sağlamaktadır. Bu bakımdan, planlı bir şekilde ve süratle yeni marinalar ve çekek yerleri hizmete sokulup, pazar payı artırılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, özetle vermeye çalıştığım bu tespitlerden de görüleceği gibi, denizcilik sektörü, Türkiye ekonomisini canlandıracak bir potansiyele sahiptir. Türkiye'nin, denizcilik potansiyelinin bilincinde olması ve ona uygun politikalar üretmesi gereği vardır. Hükümetimiz de, şu sekiz ay gibi kısa sürede, denizcilik sektörüne katkı sağlayacak bu temel adımlarla, konuya olan tutarlılığını da kanıtlamıştır.

Geleceğin, denizciliğimize başarılar getireceği inancıyla, bütçenin ülkemize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Meclisimize saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yazıcı.

Şimdi söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Osman Kılıç'ta.

Buyurun Sayın Kılıç. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA OSMAN KILIÇ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün 2000 yılı bütçesi üzerine, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; sözlerime başlarken, sizleri saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, genel olarak meteorolojiye ve ülkemizdeki durumuna değinmek istiyorum. Meteoroloji, atmosferde meydana gelen olayların oluşumunu ve değişimini, nedenleriyle ele alarak, bunların canlılar ve çevre açısından doğuracağı sonuçları inceleyen bir bilim dalıdır.

Kırım Savaşı sırasında İngiliz-Fransız müttefik donanması, 14 Kasım 1854 tarihinde, Sivastapol Limanı önlerinde yakalandığı şiddetli bir fırtınada çok büyük kayıplar verdi. Fransız astronom Le Verrier, bu fırtınanın Avrupa üzerinde izlediği yolun saptanabileceğini, dolayısıyla, fırtınanın önceden tahmin edilebileceğini fark etti. İki yıl sonra, Fransa'da ilk meteoroloji servisi, 1873 yılında da Viyana'da Uluslararası Meteoroloji Örgütü kuruldu.

Ülkemizde ise, 1937 yılında 3127 sayılı Kanunla, Başbakanlığa bağlı Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü kurulmuştur.

Günümüzde, Genel Müdürlüğümüz, 20 meteoroloji bölge müdürlüğü ile bunlara bağlı meydan, radiosonde, sinoptik, deniz, klimatoloji ve yağış olmak üzere çeşitli tipte ve amaçta 600 civarındaki meteoroloji istasyonunda faaliyet göstermektedir. 800 civarında merkez teşkilâtında, 2 400 civarında taşra teşkilatında olmak üzere, 3 200'e yakın personeliyle, askerî ve sivil sektörün meteorolojik desteğini sağlamak üzere ulusal ve uluslararası standartta, kesintisiz 24 saat süreyle hizmet vermektedir.

Sayın milletvekilleri, günlük yaşamın planlanması için Meteorolojinin verdiği başlıca hizmet, atmosfer değişiklikleriyle ilgili verileri tespit etmek ve kamuoyuna ulaştırmaktır. Devlet Meteoroloji İşleri bu görevini kısa, orta ve uzun vadeli hava tahminleri olarak, dünya ortalamalarına yakın bir isabetlilikle yerine getirmektedir.

Devlet Meteoroloji İşlerinin bir diğer önemli göreviyse, meteorolojik karakterli afetlere karşı erken uyarı görevidir. Yurdumuzda bu tür afetler sıkça görülmekte, can ve mal kayıplarına neden olmaktadır. Erken uyarı alanındaki hizmetlerin yeterli olduğu söylenemez, gerek bu yetersizlikten gerekse çarpık kentleşme ve düzensiz yapılaşma nedenleriyle zararlar büyük olmaktadır. Devlet Meteoroloji İşleri, erken uyarı görevini yeterince yapabilecek teknolojik altyapıya ve kadroya kavuşturulmalıdır. Bu yönde yapılan tüm planlamalar, maalesef, kaynak yetersizliğinden gerçekleştirilememektedir. Ancak, kıt olanaklara rağmen, erken uyarı için gerekli olan meteorolojik hava radarlarının ilki Ankara-Elmadağ'da kurulmuştur. Başta Karadeniz Bölgesi olmak üzere, afet riski olan bölgelerde süratle meteorolojik radarların kurulması gereklidir.

Sayın milletvekilleri, gelecekle ilgili kişisel ve toplumsal planlamaların, özellikle kamu amaçlı planlamaların meteorolojik veriler kullanılarak yapılması, bilimin gereğidir; maalesef, ülkemizde bu hususa gereken önem verilmemektedir. Örneğin, imar planlamaları öncesi, onaylı halihazır harita, jeolojik rapor, DSİ rapor ve projeleri, eski eserler ve sit bölgeleri, yüksek gerilimli enerji nakil hatları, devlet karayolu geçişi, kıyı kenarı, orman sınırı gibi verilerin ilgili kurumlardan elde edilmesi öngörülürken, meteorolojik verilerin Devlet Meteoroloji İşlerinden alınması ve planlamada kullanılması öngörülmemiştir; bu, büyük bir eksikliktir. Artık, ülkemizde, şehir planlamalarında, sanayi ve yerleşim bölgelerinin seçiminde, gerekli meteorolojik etütler zorunlu tutulmalı; meteorolojik, klimatolojik parametrelerin dikkate alınması hususu, Devlet Meteoroloji İşleri mevzuatında ve imar mevzuatında yer almalı; bu hususa uyulması, etkin denetim ve yaptırımlara bağlanmalıdır. Özellikle ksek katlı bina, gökdelen, sınaî ve askerî tesisler, hava ve deniz limanları, yol, köprü, tüpgeçit, baraj, santral ve kulelerin tasarımında ve yer seçiminde meteorolojik verilerin dikkate alınması zorunlu olmalıdır.

Sayın milletvekilleri, biraz da bütçelerin malî yapısı ve uygulama üzerinde durmak istiyorum. Sayıştay genel uygunluk bildirimine göre, Devlet Meteoroloji İşlerinin 1998 malî yılı bütçesi, bütçe disiplini ilkelerine özen gösterilerek uygulanmıştır. Her ne kadar 38 milyar lira civarında ödenekdışı gider yapılmışsa da, bunun 33 milyar lirasının ödenek aranmaksızın yapılabilecek yasal gider olduğu, 5 milyar lirasının personel giderlerinden oluştuğu ve bu giderler için tamamlayıcı ödenek verilmesinin uygun olacağı bildirilmiştir. 1998 yılı bütçe uygulamasında, sorumluluk gerektiren gider yapılmamıştır.

1999 bütçesine göre yüzde 64,4 artışla, 20 trilyon 420 milyar Türk Lirası olarak öngörülen 2000 yılı bütçesi ise, Devlet Meteoroloji İşlerinin karşı karşıya olduğu teknolojik modernizasyon gereksinimine göre son derece yetersizdir; zira, toplam bütçenin ancak 3,2 trilyon lirası yatırıma ayrılabilmiştir. Oysa, sadece bir meteorolojik radarın bedeli yaklaşık 1,5 trilyon liradır. DMİ'nin radar ağını tüm ülkeye süratle yayması bir gerekliliktir.

Devlet Meteoroloji İşleri çalışanlarının da önemli malî sorunları bulunmaktadır. Kabul edilmelidir ki, hizmetin verimliliği, büyük ölçüde, çalışanların verimliliğine bağlıdır.

Bütçe olanaklarının bu kadarına elverdiği hepimizin malumudur. Ancak, Devlet Meteoroloji İşlerinin, özellikle erken uyarı hizmetini yeterince yerine getirmesi için yatırıma, yatırım için de daha fazla kaynağa gereksinim vardır. Bu nedenle, döner sermaye işletmesi gelirlerinin, yıl sonunda genel bütçeye aktırılmaksızın, yatırımlarda ve kadro hrcamalarında kullanılmasına olanak tanıyıcı bir yönetmelik değişikliği yapılması yararlı olacaktır.

Sayın milletvekilleri, ayrıca, meteorolojik ve hidrolojik çalışmaların daha etkin hale getirilebilmesi için ilgili kurumlar arasında işbirliği ve koordinasyonun sağlanması ve örneğin, kurulacak bir hidrometeoroloji enstitisü çatısı altında ve tek bakanlıkta toplanması yararlı olacaktır.

Devlet Meteoroloji İşlerinin, meslek odalarıyla, üniversitelerle yakın işbirliği içinde olması, her alanda verimi artıracaktır.

Bu arada, ozon tabakası incelmesi nedeniyle oluşan iklim değişikliklerinin ve incelmeye neden olan maddelerin kullanılmasının ilgili diğer kurumlarla birlikte izlenmesi ve gereken önlemlerin alınması sağlanmalıdır.

İlk kez 1998 yılında imzalanan, Devlet Meteorolji İşleri ile Orman Bakanlığı arasında orman yangınlarına karşı alınacak önlemleri ve işbirliğini kapsayan protokolün titizlikle uygulanması sağlanmalıdır.

Genel Müdürlüğümüzle ilgili iki hususa daha kısaca değinmek istiyorum.

Devlet Meteoroloji İşleri, 1962 yılından bu yana, kısa dalgadan yayın yapan Meteorolojinin Sesi Radyosuyla, meteorolojik raporları ve diğer bilgileri kamuoyuna duyurmaktadır. Dünyadaki uygulamalar da dikkate alınarak Devlet Meteoroloji İşlerinin kısa dalga radyo yayını yanında uzun, orta ve FM kanallarından radyo ve televizyon yayını yapabilmesi olanağı sağlanmalıdır.

Devlet Meteoroloji İşlerine bağlı Anadolu Meteoroloji Meslek Lisesinin parasız yatılı statüde faaliyetlerini sürdürmesi, eğitimin devamı için ise dört yıllık meslek yüksekokulu açılması uygun olacaktır.

Sözlerime Yüce Atatürk'ün meteorolojiyle ilgili sözleriyle son vermek istiyorum: "Hayatı, millî hayatı seven, onu korumak isteyen, yurdunun topraklarına, denizlerine olduğu gibi, havasına da alakasını her gün biraz daha çoğaltmalıdır."

Bu duygu ve düşüncelerle, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçesinin, Devlet Meteoroloji İşleri mensuplarına ve ülkemize hayırlı, uğurlu olmasını temenni eder, tüm insanlığa aydınlık ve güzel günler dilerim.

Saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Söz sırası, Eskişehir Milletvekili Sayın Mahmut Erdir'de. (DSP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Erdir.

DSP GRUBU ADINA MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; DSP Grubu adına, Hazine Müsteşarlığı bütçesi üzerindeki görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Hazine Müsteşarlığımız, ekonomi politikalarının tespitine yardımcı olmak, Hazine işlemleri yapmak ve kamu finansmanı dengesini sağlamak, kamu iktisadî teşebbüsleri ve devlet iştiraklerini dengelemek, ikili ve çoktaraflı ekonomik ilişkilere girmek, yabancı ülke ve kuruluşlardan borç ve hibe alınması ve verilmesini gerçekleştirmek, bankacılık ve sermaye piyasasını düzenlemek, yurtdışı müteahhitlik, sigorta sektörü, kambiyo rejimine ilişkin faaliyetler ile yatırım ve yatırım teşvik faaliyetlerini düzenlemek, uygulamak ve uygulanmasına ilişkin esasları tespit etmek gibi çok büyük sorumluluklar üstlenmiş bir kuruluşumuzdur.

Bu Müsteşarlığımız, genel ekonomik konjonktür içinde ekonomimizdeki tüm dengeleri sağlamak durumundadır. Gerek iç ve gerekse dış piyasalarda büyük bir borç ödeme sorumluluğunu üstlenmiş olan Hazine Müsteşarlığı, ekonomimizdeki tüm olumsuzlukları taşıma durumundadır. Bu nedenle, 26,1 katrilyonluk 2000 yılı Hazine Müsteşarlığı bütçesinin 21,1 katrilyon lirasının borç ödemelerine ayrıldığı görülmektedir. Yalnız, burada şunu ifade etmeliyim ki, bu borçlardan sadece bir hükümet sorumlu tutulamaz. Bu durum, uzun yıllar devam eden yanlış ekonomik politikaların ve dolayısıyla yanlış borçlanmaların, borcu borçla ödeme politikası sonucu alınan yüksek faizli paranın oluşturduğu bir olgunun sonucudur.

Son bir yıldır canlanma sürecine giren ekonomimiz, 17 Ağustos ve 12 Kasım tarihlerinde meydana gelen depremlerden olumsuz yönde etkilenmiştir. Yatırımlarımızın ve ağır sanayimizin büyük bir bölümünü kapsayan bu yörelerimizden tahsil edilecek vergi gelirleri ertelenmiş ve azalmış bulunmaktadır.

Ayrıca, olağanüstü bu durum, acil olarak, ek finansman ihtiyacını da ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Bu amaçla, Dünya Bankasından toplam, 757,5 milyon dolar tutarında acil deprem kredisiyle, Avrupa Komisyonundan da Marmara depremi için 4 milyon EURO hibe sağlanmıştır. Diğer taraftan, Avrupa Konseyi Kalkınma Bankasınca ülkemizin altyapı ve konut sektöründe kullanılmak üzere 300 milyonluk EURO'luk kredinin verilmesi adı geçen banka tarafından onaylanmış bulunmaktadır.

Ülkemizin yaşamış olduğu bu depremlerden sonra, devletin karşılamak zorunda kaldığı ağır malî yükü azaltmak bakımından, bundan böyle, ruhsatlı konutları belli bir prim karşılığında sigorta güvencesine kavuşturmak kaçınılmaz olmaktadır. Sağlam konut üretiminde de etkili olacak Zorunlu Deprem Sigortasının, vakit geçirilmeden uygulanmasına geçilmelidir.

Ülkemiz, borçlanma gereğini azaltmak, kamuda verimliliği artırmak için hızla özelleştirmeye devam etmelidir. Ancak, yeteri düzeyde özelleştirme yapılamaması ve özelleştirmeden elde edilen gelirlerin yanında, oluşan yükleri de, Hazine karşılamak durumundadır. Ekonomimizin dünyayla rekabet edebilmesi, işsizlerimize istihdam yaratılması açısından bilhassa, enerji ve sanayi yatırımları ihmal edilmemeli, devlet, öncelikle büyük ve altyapı yatırımlarına yönelmelidir. Diğer yatırımlara özel sektör yönlendirilmeli ve bu kesimin dışborçlanmaları akılcı bir platforma oturtulmalı ve yerinde kullanılmalıdır.

Mahallî idarelerimizin oluşturmuş olduğu dışkredi ilişkilerinde teminat olan Hazine Müsteşarlığı, bu kefaleti yüzünden büyük malî yükler altına girmektedir. Malî disiplin ve denetimden uzak olan mahallî idarelerin sorumsuz harcamaları, Hazinemizi zor durumda bırakmaktadır. Mahallî İdareler Yasası bir an önce çıkarılarak bu konuda Hazine Müsteşarlığının yükü hafifletilmelidir. Mahallî İdarelerin yetki ve sorumlulukları da ortaya konulmalıdır. KİT'lerle ilgili olarak 2000 yılında, bilhassa, istihdam politikaları kontrol altında tutulmalı ve tasarruf uygulamalarına devam edilmelidir.

2000 yılında tarımsal desteklemeler de önem taşımaktadır. Tarımda ürün stoklarına neden olan sübvansiyon yerine, doğrudan üreticiye desteği esas alan tarım politikalarına geçilmelidir. Bu amaçla gerek duyulan finansmanın karşılanması bakımından destekleme finans bütçesi, ürün alım politikalarına göre oluşturulmalıdır. Aksi halde, tarımımızın darboğaza girmesi ve ithal zorunluluklarının ortaya çıkması, tarımımızın, dünya tarımıyla, fiyat farklılıklarından dolayı rekabet edememesi kaçınılmaz olacaktır.

IMF ile yapılmış olan anlaşma sonucu alınacak teşvik kredisinin de, dünya malî piyasaları açısından büyük önem taşıyacağı muhakkaktır. Bu durum, dünya finans çevrelerini de harekete geçirecek, kredi ve borç yenilemeleri sağlanacaktır.

Kamu finansman açıkları, mümkün olduğunca kontrol altına alınmalı, vergi oranları azaltılarak kayıtdışı ekonomi de kapsam altına alınarak, vergi tabanı genişletilmelidir. Vergi reformu kanununun layıkıyla uygulanması ve vergi kontrol denetiminin etkinleştirilmesiyle bu husus sağlanabilir.

Bunun yanında, kamu harcamaları da belli bir disiplin altına alınmalıdır. Bu tasarrufun sağlanabilmesi için, benzer işleri yapan kamu kurum ve kuruluşları bir çatı altında toplanmalı ve savurganlığı önleyici tedbirler vakit geçirilmeden alınmalıdır.

Harcamalarda denetim mekanizmesi işletilmeli, yatırım ve harcama özellikleri mutlak surette tespit edilmelidir. Ülkemizde, özellikle kamu kesimi ücret sisteminde büyük adaletsizlikler ve mahiyeti anlaşılamayan farklılıklar mevcuttur. Büyük bir çıkmaz içerisinde olan bu farklı ücret sistemleri yeniden ele alınarak, buna çekidüzen verilmelidir. Mevcut ücret sistemi, her kurumun kendine özgü ücret sistemine doğru tehlikeli bir istikamete yönelmiş bulunmaktadır. Bunun yanında büyük bir kesim de mağdur olmaktadır.

Ülkemizin, dışarıdan kaynak akışını güvence altına alacak, Türkiye'de yatırılabilir ve kullanılabilir şekilde yabancı sermayenin, Türkiye'yi güvenilir boyutta görmesi de büyük önem taşımaktadır. Bu yatırımların doğru ve akılcı kullanılması; ancak, sürdürülebilir bir büyümenin yanında, enflasyonun düştüğü bir ortamda oluşturulabilir.

Ayrıca, yatırımlarda yabancı sermayeyi ülkemize çekebilmek için, uluslararası tahkime olanak sağlayan anayasa değişikliği, Yüce Meclisimiz tarafından kabul edilmiştir.

Uygulanmakta olan akılcı ekonomik politikalar ve 22 Temmuz 1999 tarihli ekonomik önlemler paketiyle, faizlerde, gözle görülür düşüşler yaşanmakta, sermaye piyasası güçlenmekte, kredi maliyetleri azalmaktadır.

Tüm bu oluşumlar sonucunda, enflasyonun makul ölçülere indirilmesi sağlanarak, yatırımdan kaçan tasarruflar ve sermaye, tekrar yatırıma yönelecek ve uzun yıllar süregelen rant ekonomisinden üretim ekonomisine geçilecektir.

Hazine Müsteşarlığı, ne şekilde meydana gelirse gelsin tüm açıkları ve borçları ödemek statüsünden kurtarılarak, yeni ve rasyonel bir yaklaşımla, bu oluşumu doğuran sistemlere müdahale ederek, sadece sonuçlar ve açıklarla ilgilenen bir yapıdan, bu açıkları engelleyici bir yapılanmaya yönelmelidir.

Uzakdoğu krizi, Rusya krizi, bütçe açıkları ve elde olmayan nedenlerle oluşan depremlerin meydana getirdiği milyarlarca dolarlık zararlara rağmen, ülkemizin kaynaklarının harekete geçirilmesi, bunların akılcı bir şekilde kullanılması ve yeni kaynaklar sağlayarak yatırımlara yönelinmesiyle, enflasyonun düşürüleceği ve ekonomimize dinamizm sağlanacağı inancıyla sözlerime son verirken, 2000 yılı bütçesinin, tüm ulusumuza hayırlı olmasını diliyor ve bu saygın Müsteşarlığımıza çalışmalarında başarılar temenni ederek, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Yüce Meclisimizi en derin içtenlikle, saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erdir.

Şimdi, söz sırası, DSP Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Ali Rahmi Beyreli'de.

Buyurun Sayın Beyreli. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA ALİ RAHMİ BEYRELİ (Bursa) – Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin saygıdeğer üyeleri; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 2000 yılı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına görüşlerimi açıklamadan önce, bizleri televizyonları başında izleyen Türk halkına ve Yüce Heyetinize sevgi ve saygılarımı sunarım.

19 uncu Yüzyıl ortalarına gelinceye kadar, ülkemizde, köy tartışması, dolayısıyla, köylere yönelik herhangi bir düzenleme olmamıştır. Tanzimatla başlayan Batılılaşma süreci içerisinde, o devrin yöneticileri, köy ve köylüyle ilişkilerini değiştirmeye yönelmişler ve 1858 tarihli Arazi Kanunuyla, bu alanda ilk ve en önemli düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemeyle, var olan devlet-toprak ilişkisi, yerini köylü-toprak ilişkisine bırakmıştır.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurdukları cumhuriyetimizle birlikte, Batıyla ilişkilerimizi farklı bir çizgiye oturtma gereği hissedilerek, Batının geliştirdiği yeni kuram ve ilişkilere uyum sağlamak, çağdaş uygarlığa geçmek, kendi koşullarımızı da dikkate alarak Batıyla işbirliği yapabilir hale gelmek esasları üzerinde durulmuştur. Bu da, o devirde, tarım ülkesi olmakla mümkündü. Bunun sonucu olarak, cumhuriyetimizin kuruluşunda, köy ve köylümüz zenginlik kaynağımız olarak algılanmış, kimliğini, temelini, tarihini köyle ifade eden cumhuriyetimizin varlığını sürdürebilmesi de, köyün zenginliğiyle olanaklı görülmüştü. O dönemde köy, maddî zenginlik olduğu kadar, insan kaynağı bakımından da yeni devletin niteliği gereği önem kazanmıştır. Köy, nüfusumuzun yüzde 70'ini içerisinde yaşatan en tabiî ve en esaslı müessese, bütün gıda ve hammaddelerin kaynağı, en büyük ihracatçı, en büyük ve sağlam müşteri, ordumuzun temeli; köy, kısaca, Türkiye'dir anlayışı egemen olmuştur. Dolayısıyla, öncelikle, köylüye hakettiği sıfat ve olanaklar tanınmalıydı. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün "Türkiye'nin efendisi, hakiki müstahsili olan köylüdür" sözü bunun açık bir ifadesiydi. Köylüye verilen değer, aynı zamanda, millî iradeye verilen değeri de yansıtmaktaydı.

Bu görüş doğrultusunda, o dönemde, kalkınma hamlesi köyden başlatılmış, köylüye teknoloji götürülmüş, öncelikle, köylümüzün eğitilmesi üzerinde durulmuş, köylümüzün ekonomik, sosyal ve kültürel yönde gelişmesine öncelik verilmiş ve köy enstitüleri kurulmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ancak, köy ve köylüye yönelik politikalar ve tartışmalar, daha sonraki yıllarda değişen dünya koşulları sonucu daha farklı nitelik kazanmıştır. Ülkemizde başlayan sanayileşme tartışmaları nedeniyle, bazı çevrelerce, köyün geri bir toplum birimi olarak görülmesiyle, köy sorununun çözümünün köyden kurtulmakla olacağı savunulmuş ve İkinci Dünya Savaşı sonrası koşullarında, köy, varlığımızın tek dayanağı ve gelişmemizin kaynağı olmaktan çıkarılmış ve yeni gelişmelere katılmamızı engelleyen toplum birimi olarak algılanmıştır. Batı da oluşan yeni ilişkiler nedeniyle Türk toplumuna verilen değer ve görev değiştiği için de, o tarihlerde, köylülükle ve her alanda üreticilikle taban tabana zıt bir görev üstlenmekte sakınca görülmemiştir. 1950'li yıllardan itibaren, Batıdan bize biçilen rol nedeniyle, Türk toplumunun köylülüğü değil, asker millet olduğu hatırlanmıştır. Köy tartışmaları ise, bir başka nitelik kazanmıştır. Köy enstitüleri kapatılmış ve köyün toplumsal gelişiminin önü tıkanmıştır. Kalkınmada köy ve köylü unsuru gözardı edildiği için de, bugünlere gelinmiştir. Bugün, sadece, Demokratik Sol Parti, programına, köy ve köylünün kalkınması hususunu, birinci öncelik olarak koymuş ve ülkemizin bütün sorunlarının çözümünde temel unsur olarak belirlemiştir. O yıllarda yüzde 70 olan köy nüfusu, bugün de yüzde 45'tir. Dolayısıyla, o zaman ortaya konan doğru tespitlerin birçoğu bugün için de geçerlidir.

Değerli milletvekilleri, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, köye ve köylüye götürdüğü hizmetleri bu açıdan değerlendirmek zorundadır. Son üç yıldır kurum bu yönde başarılı hizmetler vermektedir. Köylerin yol, içmesuyu, kanalizasyon gibi altyapı çalışmalarının, üretimin artırılmasına yönelik sulama hizmetlerinin yanı sıra, tarım alanlarının korunması yönünde de, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğüne önemli görev ve sorumluluklar düşmektedir; ancak, Genel Müdürlüğün bugün için, bu konudaki tavrının iyi olduğunu, gelecekte de daha iyi olması için bir çaba içerisinde olduğunu söylemek mümkün değildir. Başlıca görevlerinden olan ve koruması, geliştirmesi gereken tarım alanlarının, Bursa'da Cargill örneğinde olduğu gibi, sanayi alanlarına çevrilmesi yönündeki çalışmaları, kurumun, diğer tüm başarılı hizmetlerini gölgelemiştir; üstelik bir de yapılan yanlışı kalıcı kılmak için yönetmelik değişikliğine gitmek, geri dönülmez hale getirmek, tüm yurt genelinde tarım alanlarının geleceğini tehlikeye sokmuştur. Bu konudaki mahkeme kararları da, maalesef, uygulanmamaktadır; fiilî durum yaratılmaya çalışılmaktadır.

Yeni dönemde, bu yönde yapılan hataları giderici tedbirler alınacağı umut ve dileğiyle, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 2000 yılı bütçesinin ulusumuza güzellikler getirmesini diler, Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Beyreli.

Şahsı adına, lehinde, İstanbul Milletvekili Sayın Ali Coşkun; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

ALİ COŞKUN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hazine bütçesi hakkında söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hazine, halk arasında devlet anlayışıyla özdeşleşmiş bir kurumdur. Ne yazık ki, Hazine açıklarıyla, devlet hem yeniden yapılanmanın hem israf batağının içine sürüklenerek, âdeta iflasın eşiğine gelmiştir. Ekonomimiz, başına bela olan içborç, faiz, sıcak para sarmalından kurtulamamaktadır. Malî piyasalar sağlıklı yapıya kavuşturulamamış, devlet ekonomiye müdahaleden vazgeçmemiş, bu sebeple serbest piyasa kurallarına göre ekonomi kendi dinamiklerini oluşturamamıştır.

Bugüne kadar bütçe açıkları ve enflasyon, sadece moniter politikalarla kronik hale getirilmiştir; ya para basılmış ya da içeride ve dışarıda aşırı ölçüde borçlanmaya gidilmiştir. Oysaki, israf önlenebilseydi ve sağlıklı bir kamu maliyesi bünyesi oluşturulsaydı ekonomi bu hale düşmezdi.

Kayıtdışı ekonomi artarak devam etmektedir. Tahsil edilemeyen vergi toplamı 5 katrilyon lirayı geçmiştir. Vergi kaçakları önlenememiştir. Bütçede toplanan vergi gelirlerinin yüzde 88'i faize gitmektedir. Hazine, sıcak parayı, tasarrufları emiyor ve yüksek faizle tefeciliği teşvik ediyor; âdeta devlet, kendi kapısında dilenir hale gelmiştir. Yatırımlar durmakta, üretim ekonomisi ve piyasa kan ağlıyor. Yıllardır ihmal edilen konularda, özellikle piyasa düzeninin düzelmesi için Sermaye Piyasası Kurulu Yasası çıkardık, yabancı sermaye gelsin diye, tahkime bağlı Yap-İşlet-Devret Yasası çıktı ve soygun, vurgun önlensin diye Bankalar Kanunu çıktı. Gönül isterdi ki, bütün bunları, tüm malî piyasaları bir denetim şemsiyesi altında toplayabilelim; ama, şimdilik olmadı.

Sayın milletvekilleri, bu yapılanmada en dikkat çekici husus, oluşacak kurullara, Bakanlar Kurulu yetkilerinin tamamen devredilmiş olmasıdır. 31 Ağustosa kadar ise, Hazine ve Bakanlar Kurulu, tüm sektörü rehabilite edecek, sonra, bir sabah Başbakan ve sayın bakanımız, gazetelerden ya da haber bültenlerinden kapatılan, tasfiye edilen, Tasarruf Mevduat Fonuna devredilen, Merkez Bankasından kredi ve sermaye desteği verilen bankaları ve sahiplerinin kimler olduğunu öğrenecekler, bizler de öğreneceğiz. Son günlerde, bankacılık sektöründe, nefesler tutulmuş bekleniyor. Şimdi, Hazineye, "bugüne kadar neredeydiniz" diye sormayalım mı.

Sayın Bakan, işiniz çok zor; ama, gücünüze inanıyoruz. İçi boşaltılmış, sermayesi yetersiz bankaları, Dünya Bankası kredisi, Tasarruf Mevduat Fonu ve Merkez Bankası kaynaklarıyla rehabilite edebilecek misiniz, bu depreme ekonomi dayanacak mı, 14 üncü maddeye göre kaç banka zor durumda?

Aralık ayı itibariyle banka sayısı 81'e yükselmiş. Tümünün özsermayesinin, bir İspanyol bankası kadar olduğu malumlarınızdır. Aktif artışları yüzde 85, değer olarak ise gayri safî millî hâsılanın yüzde 80'i nispetine ulaşmış; ancak, ilk 5 bankanın sektördeki aktif payları yüzde 45, ilk 10 bankanın ise yüzde 67. Görülüyor ki, sayısal olarak geriye kalan 71 banka, zayıf bankalardır.

Takipteki alacaklar yüzde 384 artarak 967 trilyon liraya ulaşmış. Büyük çöküş ise katrilyonlarca liralık görev zararlarıyla kamu bankalarında. Fona devredilenler ise soyulmuş.

1994 kriziyle, bankalardan, Türk Lirası mevduatın kaçmaması için getirilen yüzde 100 devlet garantisi, müteahhit ve holdinglerin sahip olduğu gecekondu bankacılığını doğurmuş. Bu hataya ısrarla hükümetler göz yummuşlar. Hiçbir gücü yokken, sırtını devlete dayayıp, inanılmaz yüksek faiz reklamlarıyla, hatta 50 dolarlara, 250 dolarlara inerek, günlük hesaplar açılarak toplanan tasarruflar ve özsermaye, halk tabiriyle, hortumlanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, üretim ekonomisi çökmekte, rant ekonomisi ülkeyi açıkça soymaktadır; mevduatlar, krediye dönüşemez hale gelmiştir. En büyük bankamız olan Ziraat Bankasında, bu oran, yüzde 28 civarındadır.

Sayın Bakanım, hızla, özsermayelerini artıramayanları ve güçsüz bankaları, lütfen, evlendirin, birleştirin, satın; zira, son üç bankanın, Mevduat Sigorta Fonuna devredildiği halde bugüne kadar satılamaması, fevkalade sakıncalıdır. Lütfen, bu çarpıklığa son verelim.

Merkez Bankası Başkanımız, bir taraftan, para-döviz politikalarını açıkladı; reel ekonomi, endişe içerisinde. Bu program, serbest piyasa ekonomisine ne derece uymaktadır; güdümlü bir liberal ekonomi dönemine mi geçiyoruz? Bu program, Brezilya'da, Arjantin'de, İsrail'de, Endonezya'da uygulandı; sonuçlarını gördük; ancak, şartlar çok farklıydı. Merkez Bankası, anlaşılıyor ki, dışkaynağa, döviz rezervlerimize, sıkı maliye politikalarına güveniyor; bunun sağlanabilmesi de oldukça zor. Bu program, sosyal maliyeti ağır bir programdır. Sadece, moniter politikalarla enflasyonu düzeltmek, faizleri indirmek mümkün değildir; zira, para politikalarının, üretim politikalarıyla desteklenmesi, kamu maliyesi politikalarıyla bütünleşmesi gerekmektedir.

Şimdi, bir de, Avrupa Birliği ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsası sarhoşluğu başladı. Borsa azdı diye bayram yapıyoruz; sanki, ekonomi düzeldi, her şey yoluna girdi. Bu iş, birleşik kaplar prensibi gibidir; siz, faiz ve dövizle oynarsanız, borsa patlar; gelişmeler sağlıklı değildir. Paranın kaynağına bakınız; kimler bu parayı getirdiler ve nereden geliyor?

Değerli milletvekilleri, döviz endeksine baktığımızda ise, borsanın 2,5 sent değerine ulaştığını görürüz. Bu değer, 2 Ağustos 1990 tarihinde de 2,15 seviyelerindeydi. Ekonomi yönetimi, devlet ciddiyeti gerektirir.

Sayın Bakan, size güveniyoruz; ancak, kamuoyu desteği olmadan sonuç alamazsınız. Şimdi, 55 inci ve 56 ncı hükümetlere destek veren beşli inisiyatif nerede, onlar da, tabanlarının tepkisiyle hizaya geldiler; şimdi, onlar yediler oldu ve Ekonomik Sosyal Konsey Toplantısına bile katılmayacaklarına dair Başbakanımıza muhtıra verdiler. İşçi, memur, sanayici, tüccar, esnaf, ziraatçı örgütleri tabanlarıyla bütünleşerek, bu programa, bugünkü ekonomik durum karşısında nasıl destek verecekler?

Burada yetkililere bir kez daha seslenmek istiyorum. Yurt dışındaki gurbetçilerin güvenini kazanın ve o tasarrufların yurda gelmesini ve getirenleri teşvik edin, en azından dışlamayın. KOBİ'ler başta olmak üzere, Anadolunun bağrından çıkan müteşebbisleri teşvik edip, ayrımcılık yapmayın. Topladığı tasarrufları doğrudan reel ekonomiye fonlayan özel finans kurumlarını yeni mevzuat çerçevesinde destekleyin. Zorunlu tasarrufu durdurun, anaparayı nemasıyla birlikte ödeyin; zira, memurdan aldığınız borca karşı haksızlık yapıyorsunuz. İstihdam bazında vergi indirimlerini teşvik edin.

Hele hele deprem yardımlarına ve ekvergilere sakın göz dikmeyin. Bu yardımlar depremzedelere harcanmazsa millet ve milletin temsilcisi olan bizler hem dünyada, hem de ahirette yakalarınızı bırakmayacağız.

Başarılar diliyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Coşkun.

Söz sırası, Sayın Eyüp Fatsa'da; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

EYÜP FATSA (Ordu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün bütçesi üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Türkiye'deki 34 836 adedi köy, 41 621 adedi mahalle olmak üzere, toplam 76 457 yerleşim birimine yol ve içmesuyu götürmesi, toprak ve su kaynaklarını çiftçinin hizmetine sunması gereken bir kurumdur.

Toplumun yüzde 50'sine altyapı hizmetleri sunan böyle devasa bir kurumun bütçesinin, her ne kadar, bir önceki yıla göre, yaklaşık yüzde 110'luk bir artış göstermesine rağmen, 575 trilyonla sınırlı olması, yukarıda ifade ettiğimiz büyüklükteki, çaptaki hizmetleri yapmak için yeterli
değildir.

Sayın milletvekilleri, siyasî istismara en açık kurumlardan biri olan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, cumhuriyet döneminde, özellikle koalisyon hükümetlerinde, paylaşılamayan bir kurum olmuştur.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, bir plan program dahilinde, ihtiyaçları esas alarak, öncelik sırasına göre hizmet sunması gerekirken, ne yazık ki, iktidar partilerinin il başkanları ve teşkilat mensuplarının çiftliği haline getirilmiştir.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, özellikle kırsal kesimdeki ulaşım hizmetlerini, ulaşım için gerekli altyapıyı sağlamak bakımından, üretici, çiftçi ve köylü açısından özellik ve önem arz etmektedir.

Cumhuriyetimizin 76 ncı yılını kutladığımız şu günlerde, milletin efendisi olduğu iddia edilen Türk köylüsünün içerisinde bulunduğu durum içler acısıdır. Cumhuriyetimizin 76 ncı yılında, hâlâ, yolu, suyu, telefonu, okulu, sağlık ocağı olmayan binlerce köyümüz mevcutken, siyasîlerin, benim köylüm diye başlayan hamasi nutukları, köylünün derdine deva olmamaktadır.

Devletin hantal yapısı, yaklaşık 80 000 köy ve mahalleye hizmet veren Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğüne yansımış olup, yetkililerin, bu hizmetlerin merkeziyetçi bir anlayışla, Ankara'dan yürütülemeyeceğini görmeleri ve hizmetlerin yerelselleşmesi konusunda gerekli yasal düzenlemeleri ve tedbirleri bir an önce almaları gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu genel tespitlerden sonra, seçim bölgem Ordu İlimizin Köy Hizmetlerinden almış olduğu hizmetlere baktığımızda: 1999 yılında yapılması planlanan 330 proje için gerekli, yaklaşık 3 trilyon Türk Lirasından, yalnız 1 trilyon 900 milyar para, Ordu İli Köy Hizmetleri İl Müdürlüğüne, 1999 ödeneği olarak aktarılmıştır. 1999 yılı ilk yarısında, bu ödeneğin, yalnızca 322 milyar Türk Lirası kullanılabilmiştir. Örneğin, yatırım programı gereği tesviye edilecek 71 kilometre yolun 25 kilometresini, stabilize yapılacak 148 kilometre yolun 9 kilometresini, asfaltlanacak 35 kilometre yolun hiçbirini gerçekleştirememiştir.

Yılın, birinci ve ikinci yarısı dahil, 1999 yılındaki toplam gerçekleşme oranı ise şöyle olmuştur: Tesviye edilecek 165 kilometre yolun 108 kilometresi, stabilize yapılacak 414 kilometre yolun 300 kilometresi, asfaltlanacak 35 kilometre yolun 13 kilometresi, onarılacak 156 kilometre yolun sadece 67 kilometresi tamamlanabilmiştir.

Proje uygulamalarının gerçekleşme oranı ise, yaklaşık yüzde 45 civarında tahakkuk etmiştir.

Karadeniz ve özellikle Ordu İlinin ulaşımla çok ciddî sorunları ortada dururken, binbir güçlükle programa alınan işlerin yüzde 45'ler seviyesinde gerçekleşmiş olması, elbette ki düşündürü-
cüdür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ordu, 80 il arasında, nüfus bakımından, 1997 nüfus sayımına göre, 860 000 olan nüfusuyla 21 inci sırada yer almaktadır. 1999 yılında Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü bütçesinin yüzde 1'i dahi ilimize ayrılamamıştır. Şayet, Ordu İli, 80 inci sırada bir il olmuş olsa bile, Köy Hizmetleri bütçesinden en az yüzde 2,5 pay almış olması gerekirdi. Bu adaletsiz taksimi ve uygulamayı, Ordulu hemşerilerim adına, Sayın Bakanımın ilgilerine arz ediyorum.

Değerli arkadaşlar, bu imkânsızlıklarla hizmet edilmesinin güçlükleri ortadayken, politik mülahazalarla, planlanan hizmetlerin yerli yerinde ve zamanında yapılmıyor olması, insanımızı büyük bir hayal kırıklığına sevk etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni bir bin yıla girerken, ilimizin sahil şeridinin dışında kalan iç ve yüksek kesimleri asrın sonunu değil de, asrın başını yaşamaktadır. Kumru, Korgan, Aybastı, Akkuş, Çamaş, Çatalpınar, Gürgentepe, Mesudiye, Gölköy, Ulubey, İkizce, Kabataş ve diğer ilçelerimizin köy ve mahalleleriyle ulaşımı sağlamak mümkün olmadığı gibi, büyük bir ekseriyetinin köylerinde, ulaşımın dışında içmesuyu, telefon, okul ve sağlık ocağı gibi hizmetler de bulunmamakta ve verilmemektedir.

Değerli arkadaşlar, her birimiz için kendi yöresi mutlaka önemlidir; fakat, yurdumuzun tamamından sorumlu kişiler olarak, dengeli ve adaletli bir hizmet ortaya koymak zorundayız. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, insanımıza hizmet ederken, bölgesel kalkınmışlık durumlarına göre illere ödenek ayırmalıdır.

Karadeniz Bölgesinde, coğrafî açıdan, ulaşım imkânları çok zor şartlarda sağlanabilmektedir. Arazisi tarıma elverişli değildir. Bölgemiz köylüleri kendi imkânlarıyla yaylalara giderek hayvancılık yapmaya çalışmaktadır; ancak, elde ettiği hayvansal ürünleri tüketiciye; yani, il ve ilçe merkezlerine ulaştıramamaktadır. Köy Hizmetleri, bu bölgelere hizmet ederken, geçim sıkıntısının çok yoğun biçimde yaşandığını, göçü ve istihdam sıkıntısını da göz önünde bulundurmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri "köylü milletin efendisidir" vecizesini sadece levhalara değil, idareci ve yöneticilerin kalplerine ve vicdanlarına da kazımak gerekmektedir.

Bu duygu ve düşüncelerle, Genel Müdürlüğümüzün 2000 yılı bütçesinin hayırlı olmasını temenni eder, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Fatsa.

Şimdi, söz sırası Sayın Hükümetin.

Üç sayın bakanın 30 dakika süresi var.

Buyurun efendim.

Sayın Genç, iki milletvekilinden sonra Sayın Bakan konuşunca, son söz milletvekilinin oluyor; sizi, onun için çağırdım.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Söz mü isteyeyim Sayın Başkan?

BAŞKAN – Efendim, müracaatınız var.

M. ZEKİ ÇELİK (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Genç konuşmazlarsa, ben söz istiyorum.

BAŞKAN – Hayır efendim... Sayın Genç'in müracaatı var; eğer, sayın bakanlar iki milletvekilinden sonra konuşursa diye, onun için çağırdım. Söz hakkını kullanmazsa, kendi bilir.

Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, televizyonları başında bizleri izleyen değerli yurttaşlarım; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Köy hizmetleriyle ilgili konuşan -muhalefet olsun, iktidar olsun- tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum; gerçekten, yapıcı, olumlu, destekleyici konuşmalar yaptılar. İki dönemden beri bu böyle oluyor. Buradan, Meclisimizin tümünden aldığımız güçle, inşallah, köylümüze verdiğimiz hizmete, artırarak devam edeceğiz.

Burada, cevap vermem gereken önemli bir konu, Fazilet Partisi Grubu sözcümüz tarafından gündeme getirilen, bir ihale meselesiyle ilgili konudur. İki üç günden beri de, bazı televizyonlarımız vasıtasıyla kamuoyunu işgal ediyor. Aslında, on günden beri, bu zat, elinde kâğıtla kapı kapı dolaşıyor, herkesi rahatsız ediyor veya memnun ediyor, bilemiyorum; ama, biz, altı yedi günden beri bu işin farkındayız. Ordu Milletvekili arkadaşımız konuştu, Ordu'ya verilen hizmetlerden bahsetti haklı olarak. Tabiî, Ordu'ya hizmet az gidebilir. Ben, sürtüşmeye girmek, çekişmeye girmek istemiyorum. Sayın milletvekilim lütfen, kendilerinin iktidarı döneminde Ordu'ya ne kadar para ayrıldığını o günün koşullarında, dolar bazında –hangi bazda isterse– hesap ederse- bir de bu sene veya geçen sene ne kadar para ayrıldığını hesap ederse, zannederim, bundan sonraki sene, konuşmasını biraz düzelterek yapacağına inanıyorum.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sayın milletvekili hükümet olmadı ki, Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Devamla) – Oldu... Hükümet döneminde diyorum, Fazilet Partisinin... Milletvekili iktidar olmaz.

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın efendim. Sayın Bakan, Genel Kurula hitap edin.

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Devamla) – Şimdi, ihaleyle ilgili konuyu açıklamak istiyorum; biraz zamanınızı alacağım. Önce bir kere tespit edelim; bu şahıs, bir firmanın ilgilisi, hem de ihaleye giren bir firmanın ilgilisi; ihaleye giren, zarf atan bir firmanın... Zarfı eline alıp, gelip, Köy Hizmetlerinde ihaleye zarf kullanan bir zat. İhalede kırımını yapan, kırımı yaptıktan sonra, ihale başka arkadaşta kaldıktan sonra, bu işi niye ben alamadım diye mücadeleye başlayan bir arkadaşımız. Bir kere, bunu başta bir tespit edelim.

Ne yapmış?.. Bundan beş on yıl önce, bu noter tespitleri beni de hakikaten rahatsız ederdi; bu noter tespitlerinde ben bir şey var zannederdim. Hatta, Bayındırlık Bakanıyken –kısa bir dönem, üç ay Bayındırlık Bakanlığı yaptım– dört beş tane ihaleyi de bunun yüzünden iptal ettim; sonradan pişman oldum. Noter tespiti dediği şu: Şimdi, bir iş ihaleye çıkarıyorsunuz hükümet olarak veya bakan olarak; bu işe on tane firma müracaat ediyor. Uyanık bir arkadaşımız, Çankaya'daki notere gidiyor, diyor ki, bu iş Hasan'da kalacak; oradan Keçiören Noterine gidiyor, Mehmet'te kalacak; İstanbul'da Kadıköy Noterine gidiyor, Hüseyin'de kalacak... On kişiyle ilgili bir tespit yapıyor. Eğer bu ihale Hasan'da kalmışsa, Hasan'ı hangi noterden almıştım; Çankaya Noterinden... Çıkar Bakayım Çankaya Noterinin şeyini; aha, ben bildim... Ben bildim...

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Ama, Sayın Bakan...

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Devamla) – Bir saniye, ona geleceğim... Acele etmezseniz, siz de ikna olacaksınız.

BAŞKAN – Bakanı sıkıştırmayın efendim. Karşılıklı konuşmayın; Sayın Bakan hepsinin cevabını verecek.

Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Devamla) – Hepsini birden anlatma imkânım yok; sırasıyla, yavaş yavaş...

Şimdi, farz edelim ki, ihale Hüseyin'de kaldı, Hüseyin'in noterini çıkarıyor. Baktık ki, bu işlerin sonu kötüye gidiyor, bu noter işinden sonra ben araştırdım, buldum; bu işin bir hukukî değeri kalmadığını anladık. Bu sefer yeni bir icat çıktı. Notere giden arkadaşımız kimin alacağını bilmiş, bir de, kıracağı rakamı bilmiş. Şu işe bakın! Yani, hem diyor ki "Hasan alacak" bir de "Hasan 15 kıracak bu işte" diyor; bunu da tespit etmiş. Bu, yeni bir icat, benim gördüğüm yeni bir icat. Burada, bunu görünce, insan aklı, tabiî, düşünüyorsun. Bu rakamı üç gün önce notere gidip, tespit ettiğini iddia eden arkadaşımız -önce onu bir daha tekrar edeyim, o firma, o arkadaşımızın ilgili firması ihaleye girmiştir; şimdi onu da açıklayacağım- üç gün önce notere gidip, bu firmanın kaça alacağını tespit ediyor hem de arkasından diyor ki: "Bu, öyle kârlı bir iş ki, buradan şu kadar milyar kâr edilecek." Üç gün önce tespit etmiş arkadaşımız, kendisi 9,70 kırarken; 10,20 kıran bir arkadaşımıza işi bırakıyor da, hiç mi akıl edemiyor, notere giderken "şunu kıracak; 10,20 alacak" diyen adama, kendi zarf atarken niye 11,21 atıp da işi almamış; bir. Cumhuriyet Savcılığının soracağı sorulardan inşallah; çünkü, iş mahkemelik oldu. Adama soruyorum; ben sordum telefonda. Bana dedi Fazilet Partili Milletvekili arkadaşımız, Bakanı telefonla aramış. Ben, aradım, sordum kendisine: "Niye akıl edemedin 11,21 kırarak bu işi almayı arkadaşım?" Ses yok, pıss!.. Ses yok; çünkü, inanılacak bir şey değil. Bundan geçtik; hadi, onu unuttu; orada, bir anda, sabahleyin bir haller oldu, kafası, beyni dolandı, bilmedi; yani, notere gitti, ama, üç gün sonra kapıda bunu bir fazla kırarak almasını bilmedi.

Şimdi, akla şu geliyor: Acaba, bu ihale alındıktan sonra, noterden o kâğıt çıkarılarak dışarıda altına bir yazı mı yazıldı? Noterleri suçlamak istemiyorum. Bunlar hep soru; çünkü, bunlar, Bakanlığımın dışında, Genel Müdürlüğümün dışında olan olaylar. Genel Müdürlüğün daha kapısından içeri girmedik biz. Bunlar dışarıda konuşulan meseleler. Notere bu kâğıdı, daha önce yazdırdı bir kısmını, yarısından çoğunu da, ondan sonra, ihale bittikten sonra, rakamlar belli olduktan sonra, değerli kardeşimiz, bu işi mensubu olduğu ilgili firma alamayınca, acaba, gitti, oradaki bir memur arkadaşını -noteri suçlamak istemiyorum, belki şahsımdan temiz adamdır; çünkü, noteri incelettiriyorum, o kâğıdı notere götürdüm- dışarı çıkardığı bir kâtip vasıtasıyla altına farklı bir -ben de yazıya şöyle bir baktığım zaman, yarısı farklı daktiloyla yazılmış gibi gördüm; ben adli tıpçı değilim; bu işten fazla anlamam- daktiloyla, o üstte yazdığı yazıya tekrar bu kırımları mı ilave etti? Bunlar soru.

Ondan sonra, başka bir şey var. Bu insanlar bu kırım yapacak müteahhitlerin evini filan mı dinledi? Yani, bir insanın bir rakamı bilmesi çok zor. Müteahhidin evine bir dinleyici koydu, telekulakçılık mı yaptı? Şimdi, bunlar soru. Nasıl?.. Çünkü, diyorum ki, bu rakamı nasıl bildiler? Cevap yok ve kaçıyor; ben aradıkça, kaçıyor. Benim de merak ettiğim konu, bu rakamları nasıl bildin? Şimdi, telekulak koyduysan, bürosuna dinlemek için alet koydun, dinlediysen, ayıp ettin...

Şimdi, müteahhidin başka şekilde sabah yazıp atacağı bir rakamı, üç gün sonra bir müteahhidin kaç yazacağını, atacağını bir insanın bilmesi çok önemli bir olay. Gerçekten, bu insan, eğer kâhinse, yani, böyle olayları üç dört gün önceden biliyorsa -bunların hepsini söylüyorum- bu insan çok kıymetli bir insan; bunu, devlet, derhal koruma altına almalı, derhal... Devlet, bunu, Cumhurbaşkanını koruduğu kadar polisle hemen koruma altına almalı ve bu arkadaşımıza tahminler yaptırmalı. Bu kadar deprem oluyor. Bırakın Türkiye'yi, dünyada, Japonya'da, Amerika'da... Bu arkadaşımız Türkiye'yi zengin etmeli; demeli ki, Japonya, sende üç gün sonra deprem olacak. Eğer, Cenabı Hak tarafından kendine verilen böyle bir özellik varsa, şu saydığım sıralar hiçbiri yoksa, başka ne kalıyor. Adamda Allah tarafından verilen bir vergi olması lazım.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Evliya olması lazım...

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Devamla) – Evliya olması lazım.

Yani, kimin üç gün sonra kaleminin ne yazacağını bilen adam. Bu arkadaşımızı ben görmedim şimdiye kadar; ama, eğer, bu son dediğim doğruysa, dediğim gibi, devletimiz bu arkadaşımıza derhal sahip çıkmalı; bunu almalı, Türkiye'nin geleceğiyle ilgili, insanlarımızın geleceğiyle ilgili, bu arkadaşımıza tahminler yaptırmalı. Ve bu arkadaşı en üst kurumlarda değerlendirmeli.

BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz bitmek üzere.

O arkadaşın gönül gözü açık olduğu belli!..

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, notere niye gidiyorsun üç gün önce; devletin bakanı var; güvenmiyorsun. Peki, televizyona gidiyorsun üç gün önce; devletin televizyonu var, niye gitmiyorsun?! Bunu bırak; bana güvenmiyorsun, televizyonlara güvenmiyorsun, milletvekiline güvenmiyorsun, değerli dostum, savcıya niye üç gün önce gitmiyorsun?! İhale bitiyor, ihaleye giriyorsun, kırımını yapıyorsun, ondan sonra sende kalmıyor ve yedi gün sonra bu insanları telefonla rahatsız ederek "bakın gideceğim ha, sizi milletvekiline de şikâyet edeceğim; televizyona gideceğim; hakkımı verin, hakkımı" diyerek... Ve bu ses teybe alınmıştır. "Hakkımı verin" sesi teybe alınmıştır. Yedi gün içinde hakkı verilmediği için, değerli dostumuz, hakkını, televizyonlarda ve milletvekillerinin odalarında aramaya başlamıştır. İşte, bu arkadaşın, benim araştırmam sonucunda böyle bir arkadaş olduğunu iddia ediyorum. Ben, şimdi, olayı yargıya götürdüm. Kendisi de beni mahkemeye vermeli. Ben ispata, kendisinin nasıl bir adam olduğunu ispat etmeye hazırım. Ama, bunun, şu Yüce Türkiye Büyük Millet Meclisinin 20 dakikasını aldığı için ben üzülüyorum. Aslında, ona değecek bir olay değil; fakat, tabiî ki, sayın parlamenterimizin görevidir; bir olayı duymuştur, bir olay kendisine anlatılmıştır, belgeyle gelmiştir, buraya getirecek. Ben teşekkür ediyorum; bir kere bana bu konuşma hakkını verdiği için, Fazilet Partisi Değerli Urfa Milletvekilimize gerçekten teşekkür ediyorum; çünkü, bu konuşmayı ben nasıl yaparım diye kendi kendime düşünüp duruyordum. Adam dolaşıyor, kime anlatayım. Onun için kendisine teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan, toparlar mısınız; 12 dakika oldu.

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Devamla) – İçme sularıyla ilgili çalışmalarımız sürüyor.

Köy yollarımızla ilgili çalışmalar devam ediyor. Bunlar içerisinde iki yıldan beri zamanımızı en fazla alan olay, güvenlik yollarımız tabiî süratle yapılıyor. Güvenlik yolları derken, güvenlik yolları, gerçekten, silahlı kuvvetlerimizin çok haklı olarak istediği yollarımız. Teröristler tarafından yollara mayın gömülüyor ve bu giden güvenlik güçlerimiz, ülkemizi, yurdumuzu korumak için giden güvenlik güçlerimiz, bu yollarda asfalt olmadığı için, mayına teker basarak çok sayıda şehit veriyoruz. Onlar için, bunlara, kendi ilim de olsa, başka il de olsa, öncelik veriyorum; çünkü, başka şehitlerimizin olmamasını sağlamak ve bu güvenlik güçlerimize yardımcı olmak için yol konusunda büyük çalışmalarımız var, Türkiye'nin her tarafında olduğu gibi.

İçmesuyu konusunda, sulama suyu konusunda, göletler konusunda çalışmalarımız sürecektir. Köy Hizmetleri, deprem bölgesinde çok başarılı çalışmalar yapmıştır; ama, Köy Hizmetlerinin sorunu yok mu; var. Köy Hizmetlerinin akaryakıt sorunu her zaman olmuştur, yedek parça sorunu olmuştur; haklıdır milletvekili arkadaşlarımız. İnşallah, bunları hep birlikte gidereceğiz. Hep birlikte çalışarak, ülkemize hizmet etmeye devam edeceğiz.

Plan ve Bütçe Komisyonunda çalışan üyelerimizden, muhalefet ve iktidar olarak tümünden büyük destek gördüm. Arkadaşlarımız, gerçekten, gayret göstererek, Köy Hizmetlerine biraz daha ödeneğin nasıl verilmesi konusunda hepsi çaba gösterdiler. Türkiye Büyük Millet Meclisindeki üyeleri zaten gördü Türk Halkı, dinliyor; iki üç saatten beri çıkan "aman köylümüz, aman köy hizmetlerimiz" diyor. Böyle bir Bakanlığın başında olmak, benim için mutluluk. Bütün milletvekillerimizin arzusu, biraz daha para verir de, acaba, 1 kilometre yol yapar mıyız, su verir miyiz diye.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Makinelerimiz...

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Devamla) – Makinelerimizin ucu göründü -Sayın İsmail Köse'ye çok teşekkür ederim. Konuşurken birini söyleyip, birin unutuyoruz- makinelerimiz, Sayın Hazineden sorumlu Bakanımızın gayretleri ve Hazinedeki çalışan bürokratların gayretleri sayesinde, artık Bakanlar Kurulumuza teker teker geldi ve imzaları bitiyor; bir ucu Japonya'dan, bir ucu Türkiye'den göründü.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Erzurum'a da istiyoruz...

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Devamla) – Baharda başlayacağız. Dozerlerimizi büyük ölçüde doğu ve Karadenize, dağ olan bölgelerimize düşünüyorum, kusura bakmasınlar; yani, yollarının dozere ihtiyacı olan bölgelerimize. Greyder olursa, batıdaki yerlerimize; yani, makinelerimizi dağıtmayı, adaletli şekilde -kimsenin şeyini bozmadan, kendi ilimde bile, kendi ilim eğer makineye muhtaç değilse vermeyeceğim- dağıtarak, bu yıl içerisinde makinelerimizin Türk köylüsünün emrine ulaşacağını zannediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan, 15 dakika oldu; biliyorsunuz, 3'e bölüyoruz 30 dakikayı.

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Devamla) – Başkanım çok teşekkür ederim.

Beni sabırla dinlediğiniz için, hepinize teşekkür ediyorum. Milletvekillerimize, Başkanımıza ve tüm arkadaşlarıma saygılar sunuyorum. Sağ olun, var olun. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Şimdi söz sırası, Devlet Bakanı Sayın Mirzaoğlu'nda.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Bakanım, sizin de 7,5 dakikanız var; bilemiyorum. Koca Hazineye de 7,5 dakika kalıyor...

DEVLET BAKANI RAMAZAN MİRZAOĞLU (Kırşehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bakanlığımıza bağlı Meteoroloji Genel Müdürlüğü ve Denizcilik Müsteşarlığı bütçeleri üzerinde değerli milletvekillerimizin grup temsilcileri olarak çok olumlu, bize yol gösterici konuşmaları oldu. Bütün bu konuşmacılara ayrı ayrı teşekkür ediyorum, bu konuşmalardan istifade edeceğimizi belirtiyorum; ancak, bazı milletvekillerimizin soru sorma veya bilgi alma kabilinden belirttikleri hususlara da cevap vermek istiyorum.

MHP Grubu adına meteoroloji üzerinde konuşmasını yapan Sayın Melek Denli Karaca Hanımefendi, "bilim ve teknoloji bakanlığı kurulmalı, meteoroloji de ona bağlanmalı" şeklinde bir fikir ileri sürdüler. Buna katılıyoruz; inşallah kurulur. Yine, "Çorum, Yozgat, Amasya, Tokat'a yönelik bölge müdürlüğü kurulmalı" fikrini ortaya attılar. Meteoroloji Genel Müdürlüğümüzün hazırladığı, şu anda ilgili kurumlardan görüş alma safhasında bulunduğumuz tasarıya göre, Tokat'ta bölge müdürlüğü kurulması için teklif verilmiştir; belirtiyorum. Yine "Çorum İlimizde kapatılmış istasyonlar açılmalı" dediler. Bu kapalı istasyonların açılması programa alındı, kapalı olanlar açılacak; yine belirtiyorum. Çorum İstasyon Müdürlüğü yeni baştan reorganize edilecek.

Yine, DSP Grubu adına konuşan Sayın Osman Kılıç, meteorolojiyle ilgili radar ağı konusunda fikir ileri sürdü; radar ağı kurulması planlandı, Ankara-Elmadağ'da kurulmuş durumda ve buraya bağlı olarak network ağı da oluşturulacak.

Planlamalarda meteorolojik veri kullanımı, mevzuatta zorunlu hale getirilecek.

Yatırım bütçesinin yetirsizliği dile getirildi; gerçekten yetersiz; inşallah, devletimizin imkânları daha elverdiği zaman, Yüce Meclisimiz, daha çok imkân verir kanısındayız.

Yine, Meteoroloji Genel Müdürlüğümüzün döner sermaye yönetmeliği, maalesef, yetersiz kalmaktadır; değiştirilecek.

Meteoroloji radyosu, FM ve diğer bantlardan yayın yapmalı önerisi var. Bu konuda kanun taslağı hazırlanmıştır, Yüce Meclisin huzuruna getireceğiz.

Sayın milletvekilleri, Denizcilik Müsteşarlığımızın bütçesi üzerinde söz alan Tokat Milletvekili Doktor Reşat Doğru, Tokat Milletvekilimiz Ergün Dağcıoğlu, İstanbul Milletvekilimiz Emre Kocaoğlu, İstanbul Milletvekilimiz Cahit Savaş Yazıcı Bey çok güzel konuşmalar yaptılar, gerçekten, bizlere yol gösterdiler. Kendilerine ayrı ayrı teşekkür ediyorum, kendilerinin konuşmalarından yararlandığımı ve Bakanlık olarak yararlanacağımızı da belirtmek istiyorum.

Ben, bu sayın konuşmacıların, konuşmalarında üzerinde önemle durdukları bir iki hususa, müsaadenizle temas etmek istiyorum. Yurtdışında bulunduğumuz sırada, Yüce Meclisimizin tasvibiyle, hemen hemen oybirliğine yakın bir oy çokluğuyla geçen Türk Uluslararası Gemi Sicili Tasarımız kanunlaşmıştır. Ben, Yüce Meclisimizin takdirine mazhar olan bu yasanın, burada kanunlaşmasında emekleri olan herkese ve Yüce Meclise teşekkür ediyorum.

Bu yasayla, Türk denizcilik sektörü büyük ivme kazanacaktır. Kolay bayrak ülkelerine kaçan gemilerimiz, yeniden ulusal bayrağımızı taşıyacaktır. Ayrıca, vergi muafiyetleriyle, tanınan birkısım kolaylıklarla, ticaret filomuz büyük güç kazanacaktır. Şu anda, 10 milyon dwt gücünde olan ticaret filomuz, kısa zamanda gücünü artırarak, bizim hesaplarımıza göre, 20 milyon dwt'a çıka-
caktır.

Sayın milletvekilleri, bu, bizim açımızdan, Türkiyemiz açısından çok önemlidir. Türkiyemiz, her yıl, kendi yükümüzün, yani ithalat ve ihracatımızın yükünün ancak yüzde 40'ını taşıyabilmektedir, yüzde 60'ı yabancı gemilerle taşınmaktadır; bunun da en çoğu Yunan bandıralı gemilerle olmaktadır. Türkiye'nin bu yolla döviz kaybı yılda 2,5-3 milyar doları bulmaktadır. Ticaret filomuzun güçlendirilmesi, bu döviz kaybımızı kâra çevirecektir.

Gerçekten, Türkiyemiz, denizcilik bakımından çok önemli bir ülke durumundadır. Üç tarafımız denizlerle çevrilidir; bu, Cenabı Allah'ın bize verdiği en büyük nimettir. Denizin kıymetini, denize sahip olmayan, kıyısı olmayan devletler daha iyi bilmektedir. Biz, deniz ülkesiyiz; ama, henüz denizcilik ülkesi haline gelemedik. Yüce Atatürk'ün "denizciliği Türk'ün millî ülküsü olarak benimsemeli, bunu kısa zamanda başarmalıyız" sözüne layık olmak için, denizcilik sektörümüze önem vermeliyiz.

BAŞKAN – Sayın Bakanım, süreniz bitmek üzere, toparlar mısınız lütfen.

DEVLET BAKANI RAMAZAN MİRZAOĞLU (Devamla) – 1 dakika müsaade ederseniz, bu arada şunu belirtmek istiyorum:

BAŞKAN – Tabiî... Toparlarsanız memnun olurum.

DEVLET BAKANI RAMAZAN MİRZAOĞLU (Devamla) – Sayın milletvekilleri, Türk denizciliği, maalesef çok dağınıktır. Bu konuda, sayın konuşmacılar da belirttiler, 57 kanun, 1 kanun hükmünde kararname, 29 tüzük, 41 yönetmelik, 18 kararname vardır ve denizcilikle ilgili birimler 10 değişik bakanlığa, 30 ayrı kuruluşa ayrılmıştır. Bu dağınıklık ve mevzuat perişanlığı, denizcilik sektörümüzü olumsuz yönde etkilemektedir. Bunu olumlu yöne çevirmek için mutlaka mevzuatta birlik ve kurumda birlik şarttır. Bunun için de, yine, sayın sözcülerimizin, sayın hatiplerimizin de belirttikleri gibi denizcilik bakanlığının kurulması gerekmektedir. Bu konuda, Kasım ayında toplanan koalisyonu oluşturan partilerin genel başkanlarının önerisine uyarak, onların direktifleri doğrultusunda, Denizcilik Müsteşarlığımızı da denizcilik bakanlığının kurulması için çalışmaya başlattık; inşallah kısa zamanda, Türk Milletinin özlemi olan denizcilik bakanlığını yüce huzurunuza getireceğiz, sizden de destek bekleyeceğiz.

Hepinize saygılar sunuyorum, bütçemizin milletimize ve denizcilik camiasına, Bakanlığımıza hayırlı olmasını diliyorum. Sağ olun. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Şimdi, söz sırası, Hazineden sorumlu Devlet Bakanında.

KAMER GENÇ (Tunceli) – 6 dakikaya Hazine sığar mı?!

BAŞKAN – Efendim, Hazineye 6 dakika olur mu... Diğer üyeler Hazinenin avansını yediler, ben avans vereceğim Hazineye.

Buyurun Sayın Bakan, 4 dakika size avans veriyorum.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Hazine bütçesi dolayısıyla hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bana çok az zaman kaldı; fakat, Sayın Başkan tolerans göstereceğini söyledi, teşekkür ediyorum.

Aslında, ayrı bir oturum yapılsa keşke de, size, arkadaşlarımızın üzerinde fikir beyan ettiği, bizim 2000 yılı başından itibaren uygulamaya başlayacağımız ekonomik programı daha ayrıntılı olarak sizlere sunup, görüşlerinizi alma fırsatımız olsaydı. Bununla ilgili, yarın IMF bordunda (board) görüşmelerden sonra, muhtemelen bir açıklama yapacağız; ama, Meclisimizde, bununla ilgili bir talep geldiğinde, bunun ayrıntılarını da tartışma imkânımız olacak.

Ben, uygun görürseniz, çok kısa bir süre içinde, size bu programın temel bir iki noktasını söyleyeyim. Bizim uygulamaya çalıştığımız, uygulamayı düşündüğümüz program, enflasyonu yok etme, yani, yabancıların "desinflation" dediği bir program. Bu programda istikrar programından farklı bir yapı var, kalkınma da bunun içinde; yani, kalkınmayı istikrar uğruna yok eden bir program değil.

Programın temel iki noktası var; birisi, şeffaflık, ikincisi kredibilite. Şeffaflık, aleniyet dediğimiz konunun içinde neler var; görüyorsunuz yaptıklarımızı. Biz, IMF'nin bordundan geçmesini falan beklemiyoruz bunlar için, yapıyoruz. IMF bordundan beklediğimiz nedir; bizim programımıza destek verip vermeyeceğini ortaya koymasıdır, bu desteğin parasal rakamını açıklamasıdır. Yoksa, programı tümüyle, bizim insanımız, bizim teknisyenimiz, bizim arkadaşlarımız yapmıştır ve bu program tasvip gördüğünde de, hem parasal destek hem manevî destek görecektir.

Bu programın aleniyetiyle ilgili düşündüğümüz, birincisi, belirsizlik en kötü şeydir; belirsizliği riske dönüştürdüğümüz zaman, risk, hesaplanabilir, ölçülebilir, yönetilebilir; dolayısıyla, işadamımızın, insanımızın önü açılacak, aydınlık olacaktır. Bunun ilk örneğini döviz kurlarında gösterdik. İşte, Merkez Bankamız döviz kurlarını açıkladı. Biz, zaten, Hazine olarak, çoktan beri borçlanma programımızı açıklamaktayız. Enflasyon hedefimizi açıkladık hükümet kurulduğundan bu yana, dedik ki: "Enflasyon hedefi 2000 yılı sonunda yüzde 25'tir ve ondan sonra yüzde 10'dur, daha sonraki yıl da yüzde 5'ler düzeyindedir."

Demek ki, enflasyon hedefimiz açıklandı. Stand-by programını yarın açıklayacağız ve tümünü göreceksiniz. Bundan sonra, gizli kapaklı değil, IMF'ye gönderdiğimiz niyet mektubu; İngilizcesini de Türkçesini de internette, basınımızda tümüyle görebileceksiniz.

Kredibilitesi programın, kararlılık, ekip çalışması ve IMF desteği olarak söylenebilir. Kararlılığımızı programda şununla gösteriyoruz: Bir defa bütçe disiplini. İşte tartışmaya başladığımız, yarısına geldiğimiz bütçe, gerçekten bu programa uygun yapılmıştır, sağlam gelirlere dayanmaktadır. Bu bütçede israf yoktur. Bu bütçe sonunda hedefimiz, devlet borçlarının gayri safî millî hâsılaya oranı bu yıl için sabit kalacak, ondan sonra azalmaya başlayacaktır.

Bu programda -uygulamayı başardığmız takdirde- kamu açıklarını kapatmak için gayri safî millî hâsılaya göre yüzde 5,6 civarında bütçedışı belirli bir fazla yaratmayı hedefliyoruz. Bunu kamu borçlanmasını azaltmak için kullanacağız.

Döviz kurları iki sağlam destekle önünüze gelmektedir; birincisi, devletin özgeliri olan vergilerle desteklenmektedir. Artık Merkez Bankasından para basarak veya kamu bankalarından borçlanarak popülist politikalar uygulanma dönemi geçmiştir. İşte, vergi yasalarını sizler kabul ettiniz, uygulanmasına başlandı ve sağlam bir gelir kaynağı elde edilmektedir.

İkincisi; özelleştirme gerçekleştirilecektir ve özelleştirme gelirleriyle bu bizim programımız büyük destek alacaktır. Telekom, enerji ve diğerlerini peşpeşe özelleştirmek için önünüze getireceğiz.

Bu programın temel yapısal özelliği, Hükümetin güvenoyu aldığı günden bu yana başlattığı ve Meclisimizin gece-gündüz çalışarak yasal altyapısını oluşturduğu yapısal reformlardır. Yapısal reformlar, bu "karadelik" dediğimiz belirli noktaları, enflasyonu yaratan, körükleyen, yığılmış birtakım sorunları ortadan kaldırmaya yönelik uzun vadeli önlemlerdir.

Burada kısaca söylersek, sosyal güvenlik reformu, uluslararası tahkim, finans kesimi reformu -işte son günlerde geçti, önce Sermaye Piyasası Kanunu, arkadan Bankalar Kanunu- Yabancı Sermaye Kanunu ve tarım kesimi reformu gelecek.

Tarım kesimi reformu deyince, bazı arkadaşlarımız "tarımsal destekleme kalkacak mı" diye soruyor. Hayır, bütün dünyada, bütün medenî ülkelerde, en ileri ülkelerde bile tarımsal destek sürmektedir. Bu destek, devletin gücüyle sürmektedir; ama oralarda, Avrupa Birliğinde, Avrupa Birliği fonlarından destek görerek sürmektedir.

Biz tarımsal destekte şunu diyoruz: Bundan sonra destekleyeceğimiz rakamlar, bütçemizde görünecek, gizli kapaklı yerlerde olmayacak, sorun çıkmayacaktır. Dolayısıyla, tarımsal desteklerde en ufak bir azalma olmayacak, yalnız, destek, gerçek sahibine, yani, köylüye, çiftçiye gidecek, aracıya, tüccara destek yapılmayacaktır.

Stoka üretim yapılmayacaktır; ürün planlaması gelecektir. Tarım Bakanlığımız çalışmaktadır. Tarımsal KİT'lerle ve tarımsal birliklerle ilgili Sanayi Bakanlığımız çalışmaktadır ve bu reformlar peşi peşine önünüze gelecektir.

Devletin küçültülmesi politikası da bunun içinde vardır. Yerel yönetimler reformu; işte, üzerinde çalışılıyor ve devlet, ana fonksiyonlarına dönecektir ve enerji kesimi özelleştirmesi de... Enerji kesiminden devlet çıkacaktır, iletişim kesiminden devlet çıkacaktır. Devlet, sadece iç ve dış güvenlikte, eğitimde, sağlıkta, kamu desteğinde altyapıda kalacaktır.

Programımızın temel çatısı bu. Bunun yanında, ben, bize sorulan sorularla ilgili cevapları da ortaya koymak istiyorum; bilmiyorum, Sayın Başkan tolerans gösterebilirse, özellikle, birçok arkadaşımızın...

BAŞKAN – Avansınız sürüyor; şeyi bekliyor kamuoyu da, biz de, bankalar meselesinde...

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla) – Onu da söyleyeceğim efendim.

BAŞKAN – Bekliyoruz.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla) – Şimdi, bir arkadaşımız, Sayın Toskay'a sordu -ben buraya tesadüfen gelmiştim- "işte, bu kur sabit tutulduğunda, yüzde 20 enflasyonu nasıl gerçekleştireceksiniz" diye; Sayın Toskay da "buraya arkadaşımız geldi; biraz sonra size bunu anlatacak" dedi. Ben, hızla söyleyeyim: 2000 yılında, döviz kurlarında öngörülen yüzde 20 enflasyon hedefine paralel olarak artacaktır. Programda, döviz kurlarında sağlanan belirginlik, ekonomide belirsizlik ve riskleri ortadan kaldıracak, nominal ve reel faizlerin makul seviyelere düşmesini sağlayacaktır. Faiz oranlarındaki düşüş, ihracatçının finansman maliyetlerini aşağıya çekecek, yani, finansman kaldıracı dediğimiz bir olay var; o işleyecek ve rekabet imkânları iyileşecektir; çünkü, maliyetleri düşecektir ihracatçının. İhracatçıya yönelik Eximbank kaynaklarının artırılmasıyla da, ihracatçı ayrıca desteklenecektir. Eximbank aracılığıyla sağlanan destek, 1999 yılında 100 trilyondur. Ben, göreve başladığım 22 Temmuzda hükümetimizin ilan etmiş olduğu programda, Eximbanka Merkez Bankasından 500 milyon dolar ve kamu hazinesinden, devlet bütçesinden de 200 trilyon lira öngörülmüştü, deprem dolayısıyla aksadı; 100'ünü verebildik, 100'ünü veremedik. Bu sene Eximbanka devletten 160 trilyon vereceğiz; Eximbankın yurtdışından kredi sağlaması için de her türlü desteği veriyoruz; arkadaşlarımız, Eximbanka ilave yurtdışı kredi sağlamak için büyük çaba içinde. Eximbankla ve ihracatçıyla ilgili destekler bunlar.

Bir arkadaşımız, MHP Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Aydın, Ziraat Bankası kütlü pamuk görev zararı hesabından bahsediyor. Bu isim kullanılıyor maalesef; ama, görev zararıdır. Görev zararı nedir; işte, demin söylediğim, tarımsal desteği bütçede göstermemişler, götürmüşler, Merkez Bankasının para basarak ya Merkez Bankasından almışlar veya Ziraat Bankasındaki kütlü hesabına yazmışlar.

Biz bunları tek tek temizlemeyi hedefliyoruz; biz, bunları temizleyeceğiz. İşte, bu sene, kamu bankalarına vereceğimiz görevler nedeniyle doğacak zarar için 730 trilyon lira ödenek konuldu. Bunlar, görev dolaylısıyla zarar edildiğinde, hemen anında, bu bankalarımıza ödenecektir.

Bunların birikmiş görev zararları var, bunlar ne olacak; bunlar da, peyderpey zaman içinde -mesela, bu sene, hedefimiz, bu görev zararlarının yüzde 15'ini karşılamaktır- bu bankalarımızın bünyesinde donuk görev zararlarından bir birikme, bir şey kalmayacak.

Yine, başka konular var; muhalefetten iki sayın genel başkanımız "üreticilere olan borçlar ne oldu?" diye sordu. Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri tarafından alımı yapılan ürün bedellerinin ödenmesi için destekleme...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, 1 dakika; buyurun, toparlayın.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla) – Efendim, bu hususları daha sonra fırsat tanırsanız söyleyeyim. Ben, asıl...

BAŞKAN – Hayır efendim, açıklayın.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla) – Açıklayayım mı?

BAŞKAN – Açıklayın efendim, çok önemli.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli)– Pamuğu açıklasın.

BAŞKAN – Zaten, affederseniz, bana sorarsanız, bizim Meclisin yöntemi yanlış; milletvekiline 150 dakika konuşma hakkı tanıyor, üç sayın bakana da 30 dakika! Çok az efendim.

Buyurun lütfen.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – 10 dakika daha süre verin efendim.

BAŞKAN – Efendim, ben verdim, Sayın Bakan zamanını iyi kullanır Hazineden sorumlu Bakan olduğu için; hiç merak etmeyin.

Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla) – Efendim, müjde vereceğim hepinize, ondan sonra...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Devamla) – Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri tarafından alımı yapılan ürün bedellerinin ödenmesi için, Destekleme Fiyat İstikrar Fonundan, düşük faizli kredi kullandırılmaktadır. Nitekim, 1999 yılı ürün alımlarının finansmanı için, fondan 122 trilyon lira tutarında kredi kullandırılmıştır; bakiye borç 2000 yılı bütçesinden ödenecektir.

Pamuk ve zeytinyağı ürününde, 1999 yılında prim uygulamasına geçilmiş ve bu amaçla, üreticiye 98 trilyon lira ödeme yapılmıştır. Deprem bölgesinde, ayçiçeği ve mısır ürünlerine ilişkin olarak, ürün bedellerinin tümü ödenmiştir.

Fındıkta 57 trilyon liralık alım yapılmış, üreticiye 33 trilyon lira ödenmiştir. Şekerpancarında, 1999 yılı içerisinde ödenmesi gereken avans borcu bulunmamaktadır.

Ürün bedellerinden, Toprak Mahsulleri Ofisi... Toprak Mahsulleri Ofisine yurt dışından kaynak sağlayıp transfer ettik. Toprak Mahsulleri Ofisi, üreticiden 5,6 milyon ton hububat almıştır; karşılığında, Hazinece sağlanan imkânlarla 383,5 trilyon lira ödenmiştir. Halen, üreticiye olan 5,9 trilyon liralık borcu, kuruluş, kendi imkânlarıyla ödeyecek haldedir, ödenecektir.

Şekerpancarı alım fiyatları, 1999 yılında yüzde 64'lük -hiçbir ürüne bu verilmedi- bir artışla, 27 bin lira olarak açıklanmıştır. Pancar alım fiyatlarında, 1997 yılında yüzde 150 oranında bir artış yapılmasını müteakiben, ciddî boyutlarda finansman darboğazına giren Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketine 1998 ve 1999 alım bedellerinin ödenmesi için, 1999 yılı bütçesinden toplam 186,5 trilyon lira kaynak aktarılmıştır. Üreticiyle yapılan sözleşme gereği, alım bedelinin yüzde 40'ının bu yıl, kalanının yüzde 60'ının bir sonraki yıl ödenmesi gerekmektedir. Bu yıl içinde ödeme yükümlülüğü bulunan miktar 64 trilyon lira üretici borcu, kuruluşa, 2000 yılı bütçesinden kaynak aktarılmak suretiyle ödenecektir ve bu yüzde 40 avansı almamış pancar üreticisi kalmaya-
caktır.

Çiftçiye kullandırılan düşük faizli kredilerle ilgili sorular: Ziraat Bankası yüzde 110 ilâ yüzde 120 düzeylerinde kaynak maliyetiyle para topluyordu ve şimdi bir hayli düştü tabiî bu rakamlar. Yüzde 54-75 aralığında faiz oranlarıyla çiftçimize destek vermektedir. Bu kredilerin büyük bölümü, yüzde 54 faiz oranıyla kullandırılan hayvancılık kredileri ile yüzde 65 faizli bitkisel üretim kredilerinden oluşmaktadır.

Halk Bankası, 1999 yılı içerisinde esnafa, yüzde 40-55 aralığında faiz oranlarıyla, toplam 110 trilyon lira tutarında kredi kullandırmıştır, bugüne kadar kullandırılmış toplam kredi tutarı 330 trilyon liradır.

Şimdi, efendim, şunu söylemek istiyorum: Dün akşam ben, finans kulüp; yani, Türkiye'deki finans kesimi, bankaların yöneticileri, genel müdürleri, genel müdür muavinlerinden oluşan bir finans kulübün toplantısı için -daha evvel söz verdiğim için- İstanbul'a gittim ve onlarla bir toplantıya katıldım. Orada kendilerine, daha evvel Bankalar Kanununun kabulü sırasında huzurunuzda tekrar ettiğim, Türkiye'de bankacılık üzerine fazla konuşulmaması gerektiğini, bankacılarımızın, kısa vadeli amaçlar peşinde koşmamaları gerektiği ve konuyu, bankacıların etik değerlere saygısıyla ilgili gördüğümü söyledim. Olay şudur; son günlerde belirli söylentiler çıkarılarak, bankadan bankaya fon transferine yol açılmaktadır. Bankalar Birliğini de uyardım ve Bankalar Birliği, yazdığı bir yazıyla, bütün bankalarımızı uyardı. Bu, tabiî, üst yönetimler tarafından değil, daha çok küçük yörelerde, belirli etkisi olan şube yetkililerinin yaptığı bir olaydır. Bankadan bankaya fon transferi için, vatandaşımızın, hiçbir endişe içinde olmaması gerekmektedir. Türkiye'de bütün mevduat, tasarruf mevduatı devletin yüzde yüz güvencesindedir. Bütün bankalarımız, kamunun gözetim ve denetimi altındadır. Hem Merkez Bankasındaki erken uyarı sistemleri işlemektedir hem de Hazinenin, fiilen, yerinde denetim mekanizması işlemektedir. Ayrıca, bildirimler üzerinden bütün bankalarımız izlenmektedir. Onun için, vatandaşımızı tedirgin edecek, bankadan bankaya fon transferine yol açacak hiçbir olaya gidilmesine gerek yoktur. Özellikle tasarruf sahibinin tedirgin edilmemesi gerekmektedir. Buradan, bütün bankacılarımıza ve vatandaşlarımıza sesleniyorum; tasarruf mevduatı yüzde yüz devlet güvencesindedir; bu, hangi bankada olursa olsun fark etmemektedir; özel bir banka ile kamu bankası arasında güvence bakımından bir fark yoktur. Bu devlet güvencesi, kurum oluşuncaya kadar devam edecektir; çünkü, kurum, mevduat sigortasını getirecektir. Bu, ayrıntılı bir çalışmadır.

Hepinize saygılar sunuyorum, sabrınız için teşekkür ediyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bakanım, ben teşekkür ederim, kamuoyu da size teşekkür ediyor.

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) – Pamuk prim paraları?!.

BAŞKAN – Efendim?..

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) – Pamuk prim paraları?!.

BAŞKAN – Efendim, pamuk prim paralarını vereceğini ifade etti; bütün prim paralarını...

Evvela bankaları kurtardık, sonra... Bakın, evvela, paranın anasını kurtardık, şimdi pamuk parasını da kurtaracağız!

Sayın milletvekilleri, son söz...

Sayın Genç?..

KAMER GENÇ (Tunceli) – Söz hakkımı Sayın Çelik'e veriyorum efendim.

BAŞKAN – Sayın Çelik'e veriyorsunuz.

Sayın Çelik, sizden sonra ara vereceğim...

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Soru da soralım, bitsin bu iş.

BAŞKAN – Soruyu da sorarsınız efendim... Siz, oruç değil miydiniz?! Allah Allah!.. İnsaf yani!..

Buyurun Sayın Çelik.

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bu turdaki bütçeler üzerinde görüşlerimi ifade etmek için söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, Türkiye, bütün sanayileşme çabalarına rağmen tarım ve köy ağırlıklı bir ülkedir ve maalesef, Türkiye nüfusunun halen yüzde 45'i köylerde yaşamakta ve pek çok ilçe ve beldelerimizin de köy statüsünde olduğu düşünüldüğünde, köy karakterinde olan nüfus ve potansiyelin daha büyük olduğu ortaya çıkmaktadır.

2000'li yıllara girdiğimiz şu günlerde, üstüne üstlük "Avrupa Topluluğuna aday olduk, çağdaş uygarlık seviyesine yükseldik" dediğimiz şu günlerde, çok uzaklara gitmeye gerek yok, Ankara'nın en yakınında olan köylerimizde, maalesef, hâlâ, merkeplerle su taşınıyor ve köylerimizin, maalesef, toprak ve çamur yollarla içiçe olması da acı bir gerçektir.

Türkiye'de yaşanan mevcut gelişmeler de, tabiî inkar edilemez; ama, bilhassa, köylerimizin gelişmesi konusunda çok fazla bir gayret göstermediğimiz de ortadadır.

Sayın milletvekilleri, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, milletin efendisi olduğu söylenilen köylümüzün daha rahat hayat sürebilmesi ve üretime daha fazla katkı sağlayabilmesi için, köylerimizin yol, içmesuyu, sulama, tarla içi geliştirme hizmetleri ve iskân hizmetlerini sağlamakla yükümlü bir kuruluşumuzdur. Tabiî, burada, Köy Hizmetleri bütçesinden yatırımlara ayrılan paya baktığımız zaman, 1992 yılında, bunun yüzde 15 olduğunu, 1995'te yüzde 24'e çıktığını, 54 üncü hükümetin bulunduğu dönemlerde, 1996'da yüzde 32'ye, 1997'de de, bu payın, yüzde 47 gibi bir rakama ulaştığını görüyoruz; ama, maalesef, bugün, bu rakamlara baktığımızda, bir gerileme olduğunu müşahede ediyoruz ve bu paylar gerileyerek, bugün, yatırıma ayrılan pay, maalesef, yüzde 26 olmuştur.

Eskiden, köylü milletin efendisiydi; ama, şimdi, medya ve holding patronları, maalesef, milletin efendisi olmuştur.

Hükümet, iç borç faizlerinin yüzde 88'ini medya ve holding patronlarına, bunların uzantıları olan özel bankalara ödüyor ve 1970'lerde bütçeden yatırımlara yüzde 30 pay ayıran Türkiye, bugün, bütçesinin yüzde 45'ini bir avuç mutlu azınlığa iç borç faizi olarak hortumlarken, yatırımlara, ancak, yüzde 5 pay ayırabilmektedir; tabiî, bu, çok vahim bir tablodur.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 2000 yılı yatırım bütçesine baktığımız zaman, burada yatırıma ayrılan payın da, 144 trilyon olduğunu görüyoruz; halbuki, geçmiş yıllarda başlayan ve devam eden, 2000 yılında bitirilmesi gereken yatırımların tutarının da 390 trilyon lira olduğunu görüyoruz. 144 trilyon gibi, bugün ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak çok kısıtlı bir yatırım bütçesiyle, binlerce köyün altyapı ihtiyaçlarını karşılamak da mümkün değildir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Devlet Bakanı Sayın Mustafa Yılmaz feryat ediyor. Plan ve Bütçe Komisyonunda "bütçemiz, ancak, altı aylık mazot ve yedekparça masrafımızı karşılıyor; nasıl hizmet verelim, paramız yok" diyor. Köy Hizmetleri, Petrol Ofisine olan borçlarını da ödemediğinden, 1 Kasımdan bu yana mazot alamıyor; çünkü, Petrol Ofisine 7 trilyon borcu olduğu ifade ediliyor. Yine, Sayın Bakan "Köy Hizmetlerinin bütçesi bu yıl 18 trilyon açık vermiştir" diyor.

Manzara ortada, bu rakamlarla, bu bütçeyle Köy Hizmetlerinden bir hizmet beklenemeyeceği de, maalesef, gözler önünde. Zaten, Köy Hizmetleri politikacıların elinde, maalesef, bu hale gelmiştir.

Konuşmamın bu bölümünde, Köy Hizmetlerinin, iyi niyeti çalışmalarına rağmen, kısıtlı imkânlarla neler yapabildiğini, ne durumda olduğunu kendi seçim bölgem olan Ankara'dan da birkaç örnekle açıklamak istiyorum:

Ankara'nın 7 500 kilometre köy yolu var, bunun 2 700 kilometresi, yani, yüzde 35'i asfalt; ancak, bu asfalt yolların da ne durumda olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu asfalt yolların tamamında bakım, onarım ve yamaya ihtiyaç var; ama, maalesef, bakımevlerinde asfalt yama ve tamir ekibi yok. Ankara'daki toplam köy yolunun 4 000 kilometresi, yani, yüzde 48'i stabilize yol olmasına karşılık, yaklaşık 1 000 kilometresi, yani, yüzde 16'sı da hamyoldur. Peki, bütün bu yolların bakımını Köy Hizmetleri Ankara Müdürlüğü acaba nasıl yapabiliyor? Bana gönderilen listeye baktım, sadece 3 adet bakım greyderi var; böyle bir şeyin mümkün olması tabiî ki çok zor. Hem, elimizde araç olsa ne yazar; aracı yürütecek mazotunuz yok, yedek parçanız yok! Çok fazla uzağa da gitmeye gerek yok, şurada, Çankaya Köşkünün arkasında, Çankaya İlçemize bağlı Karataş diye bir köyümüz var; bu köyün doğru düzgün yolu yoktur; yazın tozdan, kışın çamurdan geçilmez ve telefonları bir çalışır bir çalışmaz, suyu da kırk yılda bir, isterse akar. Bu halde olduğumuzu görmek, tabiî ki, bizleri üzmektedir.

Hükümetin uyguladığı ekonomik politikaların da köylümüzü memnun etmediği ortadadır. Buğday paralarını daha yeni ödeme noktasına gelebildiler.

Geçen sene soğanın fiyatı 55 000 lira, patatesin fiyatı ise 100 000 lira idi; mazotun litresi ise, aralık ayı itibariyle 132 000 lira idi. Bu yılın aralık ayı itibariyle soğanın fiyatı 20 000 liraya, patatesin fiyatı 50 000 liraya düşmüş; mazotun fiyatı ise 377 000 liraya yükselmiştir. Bu kadar yüksek maliyet artışları karşısında, tabiî ki, çiftçimizin de yapabileceği bir şey yok.

Burada, başka bir konuya dokunmak istiyorum; Türkiye, merkezîyetçi ve antidemokratik niteliklere sahip yönetim yapısının yıllardır biriktirdiği sorunların ağırlığını gün geçtikçe daha fazla hisseden bir ülke görünümündedir. Yerel yönetim birimlerinin yükümlü oldukları kamusal hizmetleri yerine getirmede karşılaştıkları en büyük sorun, maalesef, malî güçlüklerdir.

Tabiî, bunların önlenmesi için, yetkilerin, merkezî hükümetlerden mahalline verilmesi gerekmektedir. Büyük Millet Meclisine her gün 10 000-15 000 kişinin gelip ziyaret etmesi de bunu göstermektedir. Yasama görevi olan Meclisin bunlarla uğraşmayıp, başka işler yaptığını görüyoruz.

O halde, yerel nitelikli işlerin halledilmesi maksadıyla, il özel idarelerine, mahallî idare birimi olarak yeniden düzenleme yetkisi verilmelidir. Köy Hizmetleri de, aynen Anayasada teminat altına alınan mahallî idarelerin güçlendirilmesi gibi bir görevle yükümlü kılınabilir.

Kamu kuruluşlarının özel sektöre oranla çok daha pahalı hizmet verdikleri su götürmez bir gerçektir. Burada, bir şoföre ödenen ücretle, kullandığı aracın kirasını kıyaslarsanız; eğer araç kiralarsanız 2 kat daha fazla tasarruf sağlarsınız. Bir sondaj makinesinin açtığı kuyu bedeliyle, özel sektör, 3 kuyu açabilmektedir.

BAŞKAN – Sayın Çelik, süreniz bitmek üzere; toparlayın efendim.

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Devamla) – Toparlıyorum efendim.

Yerel yönetimlerin ve yerinden yönetimlerin mutlaka kat kat kâr getireceği ve sorunları daha çabuk çözeceğini de gözardı edemeyiz.

Burada, Köy Hizmetleri Bölge Müdürlüğünün lağvedilmesini düşünüyorum. Bu arada, merkezîleşme kapsamında, il özel idaresine yetkiler verilmeli ve şu anda bütçe içerisinde yüzde 1,7 olan payının artırılması gerekmektedir. Bu, diğer ülkelerde yüzde 25 seviyesindedir.

Ayrıca, değinmek istediğim diğer bir konu da, mahallî parlamento olarak bilinen ve o ilin kamu yatırımlarına karar veren il genel meclisi üyelerinin durumlarının yeniden gözden geçirilmesidir. Bu üyelerin yetkisi, sorumluluğu, statüleri, hâlâ, seçilmiş bölge insanları olarak belli değildir. Bununla ilgili bazı tekliflerim var. Buna göre, il genel meclisi üyelerinin çalışma süresi, Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışma süresi gibi olmalı...

BAŞKAN - Sayın Çelik, siz, onu, İçişleri Bakanlığı bütçesinde bir kere daha söyleyeceksiniz değil mi efendim?

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Devamla) – Evet efendim.

Bunların, çok düşük maaş almalarına ve birçok büyük istihkaka imza atmalarına rağmen, hiçbir sosyal hak sahibi olmadıkları da ortadadır.

Evet, bu arada, İller İdaresi Kanunuyla, köye yönelik hizmetlerde -tüm bayındırlık hizmetleri için- mühendislerden oluşan kadroların, vali muavinliği ve vali kadrolarına atanması da büyük bir uygunluk olabilir diye düşünüyorum. Burada, deneyim kazandıktan sonra, mutlaka, bu hizmetleri çok daha iyi ifa edebileceklerdir.

BAŞKAN - Sayın Çelik, toparlar mısınız efendim.

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Devamla) – Burada, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünde, teknik eleman ihtiyacı da had safhadadır. Görev yapan teknik elemanların, ücretlerinde ve çalışma şartlarında iyileştirme sağlanması gerekmektedir. Mühendislerin aldıkları ücretler, gerçekten çok yetersizdir. Ayrıca, haysiyet ve itibarları itham edilme riski altında görev yapmaktadırlar.

Bu bölümde, hem Hazine hem de Denizcilik Müsteşarlığı, Meteoroloji Genel Müdürlüğü ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü bütçelerinin gerekli ve yeterli şartlar ihtiva etmediğini düşünüyor, reyimin ret olacağını ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

Sayın milletvekilleri, saat 21.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati : 20.52

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 21.10

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Burhan ORHAN (Bursa), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 39 uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. – 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S. Sayıları : 211, 212, 209, 210) (Devam)

E) DENİZCİLİK MÜSTEŞARLIĞI (Devam)

1. —Denizcilik Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2.—Denizcilik Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

F) DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1.—Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2.—Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

G) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI (Devam)

1.—Hazine Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2.—Hazine Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

H) KÖY HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1. — Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerinde.

Sayın milletvekilleri, dördüncü turdaki görüşmeler tamamlanmıştır; şimdi, sorulara geçiyoruz.

İlk önce, Sayın Cevat Ayhan'a söz vereceğim; çünkü, kendileri Plan ve Bütçe Komisyonunda görevli.

Sayın Ayhan, buyurun efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Teşekkür ederim Muhterem Başkan.

Delaletinizle, sorularımı arz ediyorum:

Sorum, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünden sorumlu Devlet Bakanı arkadaşımızadır. Bana gelen belgeye göre -kendileri de kürsüde ifade ettiler- Adana İkinci Altyapı Projesi Üçüncü Kısım Kapalı Drenaj Rehabilitasyon Projesi İnşaatı 7.12.1999'da ve Denizli Baklan Ovası İkinci Kısım Sulaması Projesi İnşaatı da 8.12.1999'da ihale edilmiş; Adana Projesi 2,7 trilyon, Denizli Projesi 1,6 trilyon; ancak, her iki ihaleden önce, 3 Aralıkta noter tespiti yaptırılarak bu ihalelerin kime verileceği ve yüzde kaç tenzilatla verileceği tespit edilmiş.

Sayın Bakan kürsüde bilgi verdiler "keramet sahibi bu arkadaş... Nasıl bilebilir..." dediler. Kendileri uzun süredir bakanlık yapıyor, kendilerine de intikal etmiştir; ama, ben arz edeyim; bu iş şöyle yapılmaktadır; kendileri değerlendirir diye söylüyorum ve sorumu da soracağım:

Bu ihbarı yapan keramet sahibi değildir, keramet sahibi olan, bu işi tertipleyen müteahhitler ve idarenin içinde bazı kişilerdir. Bunlar, davetli teklif olduğu için, bu ihalenin kime verileceği, önceden, idarenin belirli kademelerinde tespit edilmiştir, kararlaştırılmıştır.

Ben, arz edeyim... Müteahhitler kendi aralarında toplanırlar -ben, birkaç defa ihale iptal ettim böyle de, onun için söylüyorum- idarenin bünyesinde buna dahli olan olur da olmayabilir de; ama, mekanizma şöyle olmakta: Müteahhitler, bir otelde, bir salonda toplanırlar, 12 kişi, 20 kişi, kaç kişi teklif verecekse, kapıya da silahlı adamlarını koyarlar. Orada, davet edilmiş olan, teklif verme hakkı olanlara çek dağıtırlar, şu kadar, şu kadar, şu kadar, sen şu tenzilatı yazacaksın, sen şu tenzilatı yazacaksın, sen şu tenzilatı yazacaksın diye veya onların teklif mektuplarını toplar, o ihaleyi alacak olan bizzat onları doldurtur, ellerine verir ve teklif olarak zarfı attırır. Ben, bu tip olaylarda, bakanlığım sırasında, içeriden istihbarat yaparak, toplantı yaptıkları yerden istihbarat yaparak, birkaç ihaleyi iptal ettim, oradan biliyorum.

Şimdi, Sayın Bakana sorum şudur: Bu iki ihaleyi iptal ettiniz mi? Zira, bu ihalelerde, ihaleye fesat karıştırılmıştır.

İkinci sorum: 1999 yılında yapılan ihalelerin kaçı ilanla, kaçı ilan artı önseçimle, kaçı davetli olarak, kaçı da pazarlıkla verilmiştir? Her ihale şekliyle verilen işlerin toplam keşif bedelleri nedir?

İhaleye fesat karıştırmayı önlemek için tedbirleriniz nedir Bakanlıkta? Kendilerinin iyiniyetli olduğuna inanıyorum; ama, altta, bu fesat şebekeleri de vardır, çok yönlüdür bu şebekeler, onu ifade edeyim.

Hazineden sorumlu Bakanımıza sorum da şudur: Fındık çiftçisine borcunuz ne kadardır, bunu ne zaman ödeyeceksiniz?

Son sorum: Bedelli askerlikle ilgili kanun çıkardık. Bu bedeller de, afet hizmetleri için, afet bölgesinin inşaı için kullanılacaktı. Bugüne kadar, taahhüt olarak, tahsilat olarak ne kadar para gelmiştir, ne kadar taahhütte bulunulmuştur?

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Çelik, buyurun efendim.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, Köy Hizmetlerinden sorumlu Devlet Bakanımıza şu sorumu yöneltmek istiyorum: On onbeş gün kadar önce, TEMA Vakfının bir toplantısı esnasında, Sayın Cumhurbaşkanımız, kendisinin birkaç gün arayla Artvin'e ve Edirne'ye gittiğini, bu vilayetlerimizdeki bütün köy yollarının düzgün olduğunu, elektrik, su, okul, telefon gibi bütün medenî imkânların buralarda mevcut bulunduğunu iftiharla söyledi; ancak, milletvekili bulunduğum Van Vilayetinde, şu anda 88 köyümüzde içmesuyu yoktur, 200 köyümüzde de yeteri kadar içmesuyu yoktur. Avrupa Birliğine gireceğimizi söylediğimiz bu süreçte, insanlar, hâlâ merkep sırtında su taşıyabiliyorlar... Sayın Bakanımızın, özellikle doğu ve güneydoğunun geri kalmış yörelerine özel bir programı var mıdır? Bu konuda özel bir ödenek ayrılacak mıdır? Bu problemler giderilecek midir?

Van'da, 5 200 kilometrelik köy yolunun sadece 190 kilometresi asfalttır. Bazı vilayetlerimizde bu oran yüzde 100'e varmıştır. Bu sorunun cevaplandırılmasını istirham ediyorum.

Son sorum, Hazineden sorumlu Sayın Devlet Bakanımıza: Efendim, kulislerde, bu gece üç bankanın Mevduat Sigorta Fonu kapsamına alınacağı söyleniyor. Bu, doğru mudur? Bu doğru ise, bu bankalar hangileridir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Dayanıklı, buyurun efendim.

BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Tekirdağ) – Sayın Başkan, üç bakan arkadaşıma da bazı sorular yöneltmek istiyorum.

Köy Hizmetleri ile ilgili Bakan arkadaşımıza sorularım şunlar:

Öncelikle, 574,8 trilyon liralık bütçesinin 399,7 trilyon lirası; yani, yüzde 70'ine yakını genel yönetim ve destek hizmetlerine ayrılmış. Yani, gerçek hizmeti yapabilmek için kaynağı gerçekten sınırlı. Örneğin, Köy Hizmetlerinin 2000 yılı programında, Tekirdağ İlimizde ancak 10 kilometre yol yapabilecek; hatta, uzun zamandan beri üzerinde ısrarcı olduğum Çorlu'nun Sarılar Köyünün köprüsünü yapacak parası yok.

Sayın Bakanımdan şunu öğrenmek istiyorum: Sayın Bakan, sizce mahallî idareler reformunun çıkarılacak olması, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün tasfiyesi mi olacak?

İkinci sorum: Köy Hizmetlerinde otomasyon; yani, hangi işin, nerede, ne zaman yapılacağını gösteren bir sistem gerçekleştirecek misiniz? Milletvekilleri veya vatandaş, istediği zaman, hangi köyün yolu, suyu, içmesuyu yapılacağını, herhangi bir şekilde, mesela internetten öğrenebile-
cek mi?

Denizcilik Müsteşarlığıyla ilgili sorum şu: Sayın Bakan, sizin de bildiğiniz gibi, bütçelerin ne derece sağlıklı hazırlandığının tespitinde birinci gösterge, başlangıç ödeneği ile yıl sonu ödenekleri arasında sapma oranının minimum olması. Şimdi, biz, önümüzde, 1998 Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısını görüşeceğiz. Oysa, 1998'de, bu sapma oranlarının en yüksek olduğu kurumlardan birisi, Denizcilik Müsteşarlığı. Planlanan harcama miktarı yüzde 85 oranında artmış. Hizmet alımlarında yüzde 951, makine-teçhizat vesairede yüzde 872 artmış. Bu sapmaların nedeni nedir? Niçin bütçe ödeneklerinde bu kadar sapmalar meydana gelmiştir?

Hazineden sorumlu Bakanımıza da şu soruyu yöneltmek istiyorum: Sayın Bakan, Bütçe Kanununun verdiği yetkiye dayalı olarak, 24 Haziran 1998 tarihinde çıkarılan Bakanlar Kurulu kararı uyarınca, Hazinenin garanti verebileceği dış finansman tutarı yüzde 50 oranında artırılmış ve 1 milyar 50 milyon dolara çıkarılmış; ancak, yine 1998 Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısından öğreniyoruz ki, bu limit 120 milyon dolar aşılmış.

Bunun ötesinde, 1996 yılından itibaren, borçlanma işlemlerini konu olan 5 adet Sayıştay raporu da Meclise gönderilmiş... (FP sıralarından "soru sor" sesleri)

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, arkadaşımız yorum yapıyor... Soru sorsun...

BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Tekirdağ) – Ben, diğer arkadaşlarıma nasıl saygı gösteriyorsam, onların da bana saygı göstermesini bekliyorum. (FP sıralarından "yorum yapma" sesleri)

BAŞKAN – Efendim, sayın milletvekili yorum yapmadan soru soruyor. Bazı arkadaşlarımız yorum yapıyor, müsamaha ediyoruz, değil mi?.. Siz de müsamaha edeceksiniz... Sabır...

O saat bana ait efendim, hiç göstermeyin. Sizi de tatmin edeceğiz; müsaade edin efendim.

Buyurun efendim, devam edin.

BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Tekirdağ) – Sayın Bakan, bu Sayıştay raporlarından; bir, kamu kesiminin dış borçlarının takip edildiği 1995, 1996 ve 1997 dış borçlar hesabı; iki, Hazine alacaklarının takip edildiği 1997 yılı genel bütçe dışı daire ve kurum borçlarının hesabı; üç, KİT sermayelerinin takip edildiği 1997 yılı genel bütçe dışı kurumlara yatırılan sermayeler hesabı, Sayıştay tarafından reddedilmiş. Ayrıca, 1998 yılı dışborç stoğu reddedilmiş.

Sayın Bakan, bütçeleri yapıyoruz, uyguluyorsunuz; ama, aradan geçen zaman zarfında aksaklıklar, eksiklikler bulunuyor. Sizden ricam, madem bütçe disiplinli bu kadar önemli; neden, bu hesaplar bir disiplin altına alınamıyor; neden, Sayıştay denetiminde Hazine sınıfta kalıyor?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Özgün...

EVLİYA PARLAK (Hakkâri) – Sayın Başkan, biraz önce teknik elemandan bilgi alırken, üçüncü sırada olduğum söylendi. Dördüncü kişi soru soruyor; bana söz verilmedi!

BAŞKAN – Bundan sonra efendim... Teknik eleman mı bilir, Başkan mı bilir?! Rica ederim!.. İtimat buyurun; hiç kimsenin hakkını yemeyeceğiz.

Buyurun Sayın Özgün.

İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) – Sayın Başkan, aşağıdaki sorularımın, aracılığınızla, sayın bakanlar tarafından cevaplandırılmasını saygılarımla arz ve talep ediyorum.

Sorular:

1. Merkez Bankasının yeni para politikalarının açıklanmasından önceki bir ay içerisinde, Hazine, kimden, hangi faiz oranıyla, ne kadar borçlanmıştır?

2. Sayın Bakan, biraz önceki konuşmasında, zeytin ve pamuk için 98 trilyon lira ödeme yapıldığını söyledi, yanlış hatırlamıyorsam. Bunun, ne kadarı pamuk için, ne kadarı zeytinyağı için ödenmiştir.

Zeytinyağı için prim borcumuz ne kadardır şu anda?

3. Balıkesir Organize Sanayi Bölgesi Müteşebbis Teşekkül Başkanlığının, Avrupa Konseyi Sosyal Kalkınma Fonundan, vadesi geçen anapara ve faiz ödemelerinin 2001 yılı sonuna kadar ertelenmesi talebi vardır. Bu konuda Sayın Bakanımız ne düşünüyor? Bu erteleme yapılacak mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Parlak, buyurun.

EVLİYA PARLAK (Hakkâri) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, izninizle, Köy Hizmetlerinden sorumlu Sayın Bakanımdan üç sorum olacak.

Birinci sorum: İki yıldır satın alınması düşünülen iş makinelerini, en son ne zaman alıp dağıtmayı düşünmektesiniz?

İkinci sorum: Sayın Bakanımızın malumları olduğu üzere, Hakkâri İli Şemdinli-Derecik ve Hakkâri İli Durankaya-Geçitli grup köy yollarının iki yıldır programda olduğu söylenir. Defalarca Sayın Bakanımızı rahatsız ettik; özellikle, Şemdinli-Derecik yolu, 90 kilometrelik bu yol, hem askerî amaçlı hem de 25-30 bin nüfusun yoğun bir şekilde yararlandığı bir grup köy yoludur. Sayın Bakanımızın bize verdiği bilgiler doğrultusunda, bu grup köy yolunun ihale edilebilmesi için, 1999 bütçesinde 12 trilyona ihtiyaç bulunduğu, bu temin edilmediği için de hiçbir işlem yapılmadığı yazılı cevabında belirtiliyor. Ayrıca, Sayın Cumhurbaşkanının da bu yol üzerinde titizlikle durduğu vurgulanmış. Şimdi, Sayın Bakanım, bu 12 trilyon, herhalde 2000 yılında 20 trilyon olarak ihtiyaç gösterecektir; bu parayı bulabilecek miyiz? Yoksa, yeni alacağımız iş makineleriyle ve İl Köy Hizmetleri Müdürlüğünün personeliyle, takviye ederek, bir ekiple bu yolların yapımına başlayabilecek miyiz?

Son sorum: Sayın Bakanım, iki ay önce, İl Müdürümüz, soruşturma nedeniyle alındı. Yerine, zannedersem Kütahya'dan, görevden almak istediğiniz bir kişiyi, bir müdürü, tabiri caizse sürgün olarak Hakkâri'ye verdiniz; fakat, bu arkadaşımız, bugüne kadar gidip göreve başlamamış ve çok genç bir mühendis vekâleten yürütmeye çalışıyor; yani, müessese başsız kalmış durumda. Zatıâliniz, yıllardan beri bakansınız. Gerçekten, çalışkanlığınız, dürüstlüğünüz ve her yönünüzle takdir gören bir bakan olarak...

BAŞKAN – Affedersiniz... Hiç olmazsa Bakan üzerinde yorum yapmadan suale gelin. Rica ediyorum...

EVLİYA PARLAK (Hakkâri) – Sayın Başkanım, daha öncekiler de aynı yorumları yaptı; keşke, ikazları onlara da yapsaydınız...

BAŞKAN – Bundan sonra yapacağım efendim!

EVLİYA PARLAK (Hakkâri) – Bitiriyorum... Sorumu soruyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Buyurun efendim, sual...

EVLİYA PARLAK (Hakkâri) – Ama, farklı muamele yaptığınızı da vurgulamak istiyorum.

BAŞKAN – Aşkolsun Sayın Parlak!

EVLİYA PARLAK (Hakkâri) – Onu arkadaşlar takdir eder.

Sayın Bakanım, şimdi, özellikle geri kalmış yörelere hizmet götürmekle herkesin umut bağladığı bir Bakan olarak, halen, zatıâliniz de, Hakkâri gibi illeri sürgün yeri olarak mı görüyorsunuz?

Bilgilerinize arz ederim; teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Ben, peşin ikaz edeyim de efendim, arkadaşlarımız alınıyor; lütfen, yorumsuz, kısa ve öz sorabilirseniz, ben uzatacağım, 22 arkadaşımıza da söz hakkı tanımış olacağım. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Canbay, buyurun.

YAŞAR CANBAY (Malatya) – Sayın Başkan, aracılığınızla, aşağıdaki sorumu Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünden sorumlu Devlet Bakanına yöneltmek istiyorum.

Sayın Bakanım, bundan önceki bütçe görüşmelerinde, mevsimlik işçileri, artık, oniki ay çalıştıracak şekilde sürekli mevsimlik hale getirdiğinizi belirtmiştiniz. Aralık 1999 itibariyle mevsimlik işçilerin çalışmalarına ara verilmiştir; tekrar ne zaman işbaşı yapacakları bilinmemektedir. Mevsimlik işçiler ne zaman iş başı yapabileceklerdir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim Sayın Canbay.

Sayın Öksüz, buyurun.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Muhterem Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma soracağım sorular şunlardır:

İhracatta uygulanan desteklemeler, genellikle, Eximbank kanalıyla yapılmaktadır. Halbuki, Türkiye'de binlerce insan ihracatla uğraşmaktadır. Eximbank kanalından yararlanan ancak yüzlerce şirket var. KOBİ'ler için yerinden desteklemeyi düşünüyor musunuz? Mesela, SSK primleri ve ve muhtasarın bir kısmının devlet tarafından ödenmesi veya daha önce uygulanan navlun desteği gibi.

İkinci sorum: Daha önce ülkeye giriş yapan sıcakparalar, uygulanan kur politikasıyla ülkeden bir kaçış olacaktır. Bu paranın kaçışına, nasıl ve hangi tedbirlerle mâni olacaksınız?

Son sorum: "Enflasyon yüzde 20'ye endeksli" diyorsunuz 2000 yılında. Her hafta benzine ve mazota gelen zamlar, 2000 yılında acaba önlenecek mi? Türk Hava Yolları gibi, elektrik zamları gibi otomatiğe bağlanan zamlar önlenecek mi? Son olarak, bugün, insafsızca yüzde 35'lere varan çay zamlarını önleyecek misiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Yılmazyıldız, buyurun efendim.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Başkan, aracılığınızla, Köy Hizmetlerinden sorumlu Sayın Bakana aşağıdaki soruları sormak istiyorum:

1998 yılında, Köy Hizmetleri bütçesinden, Balıkesir İline 90 milyar, Trabzon'a 2,5 trilyon; 1999 yılı bütçesinde, Balıkesir İline 123 milyar, Trabzon İline 2 trilyon para aktarılmıştır. Tabiî, bizim Trabzon'a aktarılan parada gözümüz yok; ama, Balıkesir İli, Türkiye'nin altıncı büyük ilidir, coğrafî açıdan; bu adaletsizlik sürecek midir?

Balıkesir'de 1 000'e yakın köy vardır. Sayın Bakan, konuşmasında "aldığımız araçları Karadeniz'den başlamak üzere dağıtacağız" diyor. Sayın Bakanı, özellikle Balıkesir'e davet ediyoruz; Dursunbey, Bigadiç, Kepsut, Savaştepe, İvrindi, Balya gibi, Doğu Karadeniz'i aratmayan dağlık bölgeler vardır. Bu, araç dağıtımında dikkate alınacak mıdır? Yani, 2000 yılı bütçesinde de Balıkesir'in üvey evlat olmasını istemiyoruz.

Balıkesir'de son üç yıldır doğru dürüst yol asfaltlanmamıştır. Bırakın yol asfaltlanmasını, asfalt yollar tamir bile edilememiştir. Bunun dışında...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Yalan söylüyorsun! 700 kilometre...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Yalancı sensin! Terbiyeni takın!..

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Sensin yalancı!..

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sarhoş sarhoş gelme buraya... Burası Türkiye Büyük Millet Meclisi.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Sensin sarhoş! Terbiyesiz!

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Yalancı sensin!.. Doğru düzgün konuş! Burası sarhoş insanların yeri değil. Dinlemesini öğren!..

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Saygılı ol!

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Önce saygılı kendin ol.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Oruç tutmuyorsun; oruç tuttuğunu söylüyorsun.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Gel göstereyim o zaman!

BAŞKAN – Sayın milletvekili, rica ediyorum efendim...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, bir müdahale eder misiniz lütfen.

BAŞKAN – Ettim efendim. Rica ederim...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Başkan, burası sarhoş insanların yeri değil. Bir milletvekilini yalancılıkla kimse suçlayamaz. Olsa olsa kendisi yalancıdır. Sözünü geri alsın.

BAŞKAN – Efendim, böyle karşılıklı suçlamayla nasıl idare edeceğiz işi!.. Olur mu efendim?!

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Dinlemesini öğrensin.

Balıkesir'de pek çok yerde asfalt yollar onarılmamaktadır. 123 milyar liralık bütçeyle onarılması da mümkün değildir. Balıkesir'de pek çok köyün suyu yoktur. Sondaj yapılması için bunlar programa alınacak mıdır? Bunun dışında, bu sondajı yapılan sular, köye borularla taşınacak mıdır?

İkincisi: İki yıl önce sel felaketlerinde pek çok köprü yıkılmıştır. Bu köprüler 2000 yılında tamamlanacak mıdır? Hotaşlar Köprüsü gibi, örneğin Kepsut... Köylerin arazilere giden menfezleri de yıkılmıştır. Bunlar yapılacak mıdır?

Üçüncüsü: Köy hizmetlerinde çalışan işçiler tekrar ne zaman göreve alınacaktır? Kadroya alınacağına dair söz verilmişti; kadroya ne zaman alınması düşünülmektedir?

Hazineden sorumlu Sayın Bakandan da şunu sormak istiyorum: Sayın Bakan, enflasyon hedefini, işte bu tür konuları açıkladılar. Acaba, bu enflasyon hedefine uygun tarım kredi faizlerini ve esnaf kredi faizi hedeflerini ne zaman açıklayacaklardır?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Bakan, yüzde 40'la esnafa, yüzde 65'le çiftçiye kredi verildiğini söylüyor. Bu krediyi hangi bankadan alıyorlarsa buradan lütfen açıklasınlar; çiftçiler de o bankalardan, esnaflar da o bankalardan kredi alsın. Bugün, esnafın kullandığı kredi en az yüzde 70, çiftçinin kullandığı kredi de yüzde 80'dir.

Bir de, Balıkesir Organize Sanayiinin 3 milyon dolar civarında Dünya Bankasından kullandığı kredinin ertelenmesi ihtiyacı vardır. Bu konuda Sanayi Bakanlığının yazdığı talep vardır. Bu konudaki ertelemeyi düşünmekte midirler?

Pamuk prim paralarını, pancar avanslarını -üçüncü avansları ödenmemiştir- ne zaman ödemeyi düşünüyorlar?

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Bir dakika sayın milletvekilleri...

Sayın Güven, 63'e göre söz istediniz. Benim tutumumu tenkit edeceksiniz; ama, sizin üyeleriniz... İstiyorsanız, keserim efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkanım, ben tenkit etmeyeceğim; tersine, teşekkür edeceğim zatıâlinize. Onun için, müsaade ederseniz söz alayım.

BAŞKAN – Siz müsaade ederseniz, bitirelim bu işi efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Ondan sonra bana söz verin. Hayhay...

BAŞKAN – Sayın Göksu, buyurun efendim.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, kâtip üye oradan ne karışıyor!

KÂTİP ÜYE CAHİT SAVAŞ YAZICI (İstanbul) – Karışırım; ben Divanım!

BAŞKAN – Efendim, bir dakika... Karşılıklı bağırıp çağırmayalım. İstirham ederim...

Sayın Göksu, buyurun.

Sayın Sobacı, sizi atladım; ama, size söz vereceğim.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Sayın Başkan, delaletinizle, aşağıdaki suallerin Sayın Bakan tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

Adıyaman Köy Hizmetleri parkı, makine ve teçhizat bakımından oldukça fakirdir. Sayın Bakanım, önümde uzunca bir liste var. Japonya'dan gelecek olan makinelerden Adıyaman'a hangisini vermeyi düşünüyorsunuz?

Ayrıca, geçen yıl Köy Hizmetleri bütçesi üzerinde konuşma yaparken, hiç sondaj makinesi yoktur demiştim. Daha sonra araştırma yaptım; Gaziantep'te 10 tane sondaj makinesi var, Adıyaman'da bir tane yoktur. Hiç olmazsa, 2 tane Gaziantep'ten gönderme lütfunda bulunursanız Sayın Bakana teşekkür edeceğim. Birinci isteğim bu.

İkinci sual, yine, Köy Hizmetleri tarafından sürdürülmekte olan Adıyaman Ziyaret Çayı ve Değirmendere mikro havzaları dışında, Gölbaşı göller bölgesinde Balkar, Karaburun, Çelik, Örenli ve Yarbaşı Köylerini kapsayan, ihalesi yapılmış olan bir mikro havza vardır. Buna, bu sene ne kadar para göndereceksiniz? Bitirmeyi düşünüyor musunuz?

Yine, Harmanlı-Gölbaşı mikro havzası var; Harmanlı, Akçabel, Ozan, Meryemuşağı, Çiftlik ve Yaylacık Köylerini kapsamakta. Bu da planlama safhasındadır, Ankara'dadır. Bunu ne zaman projelendireceksiniz?

Sayın Bakanım, yine, Köy Hizmetleri akaryakıt bakımından oldukça sıkıntılı. Köy Hizmetlerine gittiğimiz zaman "akaryakıtımız yok" deniyor. Acaba köylü vatandaş akaryakıtını vererek, kendi köylerine hizmet gitmesi için, Köy Hizmetlerinin makinelerini kullanabilir mi? Böyle bir çare düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın milletvekilleri, 20 dakikayı da geçti, 25 dakika oldu. Önümdeki listede daha 17 milletvekili var. Aldığımız karar gereğince, 20 dakika sual ve cevap süresi var. Onun için, müsaade eder misiniz, burada keseceğim.

Son defa, Sayın Sobacı'ya söz veriyorum efendim.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkan...

HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, önemli ama...

BAŞKAN – Efendim... Anlamadın efendim... Duymuyorum efendim...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Çok önemli sorular var.

HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Soru çok önemli, sorsunlar.

BAŞKAN – Efendim, 20 dakika karar alınmış gruplarca. O, 20 dakika içinde karşılıklı sual...

MÜKERREM LEVENT (Niğde) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Veremem efendim...

HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Ama istediğiniz zaman değiştiriyorsunuz.

BAŞKAN – Böyle bir usul yok; var mı?..

Sayın Sobacı, son söz sizin; buyurun efendim.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sorularımı ilgili bakanlarımıza arz ediyorum.

2000 yılı programı açıklandı. Bu programda bastırılmış döviz kuru var ve bu program açıklanmadan bir ay önce de, Hazinemiz, yüzde 105'e varan faizlerle ihale yaptı ve borçlandı. Basında çıkan haberlere göre, ocak sonuna kadar da, Hazinenin ödemesi yoktur. Acaba Merkez Bankası avansları kullanılarak sağlanacak bir esneklikle, bu program açıklandıktan ve faizlerdeki düşmeden sonra böyle bir ihale yapılsaydı, Hazinemizin kazancı, 2000 yılının özelleştirme gelirlerini geçecekti diye düşünüyorum. Bunun devamı olarak da, özellikle küçük bankalarımız, bugün, ısrarla, küçük döviz miktarlarına faiz reklamı vererek, döviz toplamaktadırlar. Acaba zorda olduğu söylenen bu küçük bankalara, 2000 yılı programında bastırılmış döviz kuru, döviz sepetinin düşük tutulacağı bilgisi verilerek ve sonunda da, bu yüksek faizli ihale yapılarak bir örtülü fonlama ve kurtarma operasyonu mu yapılmıştır; bunu arz ediyorum.

Yine, Türkiye'de bankaların içinin boşaltılmamasının yolunun, mevduatta devlet garantisinin kaldırılmasında görüyorum. Acaba ilgili bakanlığımız, Hazine, önümüzdeki dönemlerde mevduatta devlet garantisini...

BAŞKAN – Sayın Sobacı, suali sorulmamış kabul ediyorum; çünkü, geçen gün, Sayın Bakan, bütçede, burada açıkladı efendim. Garantinin kalkacağını ve programı da söyledi. İstirham ediyorum...

BEKİR SOBACI (Devamla) – Geçiyorum Sayın Başkanım. Hazine Müsteşarlığının bürokratları KİT Komisyonumuzda, önümüzdeki yıllarda yatırım teşvik sisteminin değişeceğinden bahsettiler. Bu manada, şu anda Teşvik Uygulama Genel Müdürlüğünün, Hazine bünyesinde, önümüzdeki dönem yatırım teşvik profilinin ana unsurları ortaya çıktı mı; bu bilgiyi verebilirler mi?

Yine, 1999 yılı tarım ürünlerinin bazılarında -patates ve soğanda- ihracat teşvik primleri uygulandı; ama, geç kalındı. Tarım istatistiklerinden faydalanılarak, 2000 yılı ürünleri için, şu anda ihracat teşvik primi uygulaması düşünülüyor mu; hangi ürünlerde düşünülüyor?

Yine, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğüyle ilgili olarak, Özel İskân Fonunun, Köy Hizmetleri İskân Fonunun kuvvetlendirilmesi ve güçlendirilmesi konusunda bir çalışmaları var mı?

Ayrıca, yapılan iş makinesi ihalesinde kredili ihale yapıldığı için, genelde kredi teminli ihaleler yüksek maliyetlidir; acaba, kredili değil de, normal ihale yapılsaydı, bu makineler daha ucuza mal olmaz mıydı?

Ayrıca, 2000 yılı geçici işçi çalıştırma takvimi konusunda gerçekleşmiş bir bilgi var mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim, sual sorma işlemi bitmiştir.

Sayın Bakanlar yazılı mı cevap vereceksiniz?

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan_

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan_

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan, bütün milletvekillerini ilgilendiren bir sorum var. Maliyece belediyelere verilen, tahsis edilen paralar, Hazinece henüz dağıtılmaya başlanmamıştır. Ne zaman dağıtılacaktır?

Bir de, şu pamukçulara vaat edilen, 20 sent prim ne zaman verilecektir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Efendim, Sayın Bakan söz istedi, 13 dakika ona söz verdim.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Ama açıklamadılar.

BAŞKAN – Açıkladı efendim. Tek tek açıklamadı; ama, 2000 yılından sonra borçları ödeyeceğini söyledi.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Prim borcu var Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Bir dakika efendim. Bitmedi ki, vereceğim_

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, müsaade buyurur musunuz.

Efendim, zatıâlinizin biraz evvel bir beyanı var; sual sormak isteyen arkadaşlarımızın sayısını ifade etmiştiniz. Bugünkü müzakerelerimiz 24.00'e kadar devam ediyor malumuâliniz ve şu anda da, bugüne ait programın son noktasındayız. Eğer, mümkünse_

BAŞKAN – Benim gönlüm ister; ama, İçtüzük 63'e göre Sayın Güven, beni tenkit etmek üzere söz istiyor. Yaptığım usulsüz... 63'ün ne olduğunu biliyorum.

Sayın Güven, onun için, size söz vermiyorum, ikazınıza da teşekkür ediyorum...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Hayır efendim... Bir dakika...

BAŞKAN – Efendim, affedersiniz... Eğer ki, gruplarca, 5 grubun başkanvekili anlaşırsanız, böyle bir usulü yaparım ben...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Evet...

BAŞKAN – Benim gönlüm de bundan yana. Her ne kadar, idare "efendim, veremezsiniz" diyor, Sayın Güven de "veremezsiniz" diyorsa da...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Ben "Veremezsiniz" demedim, nereden çıkardınız...

BAŞKAN – Böylesine önemli 3 bakanlığa 20 dakika sual ve cevap için süre ayrılmasını tenkit ediyorum şahsen...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Bir dakika...

HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, nereden çıkarıyorsunuz o lafı...

BAŞKAN – Eğer, anlaşırsanız, veririm...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, benim ne diyeceğimi biliyor musunuz?

BAŞKAN – Aşağı yukarı biliyorum...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Hayır bilmiyorsunuz...

BAŞKAN – Çünkü, haddimi aştığımı da biliyorum Sayın Güven...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Estağfurullah...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, çok önemli sorular...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Müsaade edin efendim...

BAŞKAN – Size vereceğim...Yalnız, bir dakika efendim... Sataşma var...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, size teşekkür ediyoruz. Gerçekten, büyük bir anlayış gösteriyorsunuz...

BAŞKAN – Estağfurullah...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Fevkalade önemli 3 bakanlığımızı ilgilendiren bütün milletvekillerinin soruları var; dolayısıyla, bunlara cevap verilmesi söz konusu. O bakımdan, uygun görürseniz, tamamını sorabilirsek iyi olur.

BAŞKAN – Efendim, ben uygun görüyorum; ama, anlattım efendim... Almış olduğunuz karar var... Sayın Güven'e de söz vereceğim. Sayın Güven de, bu arada, diğer grup başkanvekillerine söylesin.

Oturur musunuz efendim...

Şimdi, Sayın Yılmazyıldız...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Bir dakika Sayın Başkanım, oraya gelmeden evvel, önemli bir hadise var.

Sayın Yılmazyıldız, Sayın Milletvekilim, deminki ifadenizde, bir milletvekili arkadaşınıza, hiç hoş olmayan bir hitapta bulundunuz. Benim anlayışıma göre, sürçülisan ettiğiniz kanaatindeyim. Eğer, yanlış anlamadıysam, bunu zabıtlardan çıkarmak istiyorum; mümkün mü efendim? (DSP sıralarından "özür dilesin" sesleri)

Bir dakika efendim...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Hayır efendim...

BAŞKAN – Bir dakika efendim... Rica ederim... İstirham ederim... Niye tansiyonu artırıyorsunuz?..

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Ben konuşurken, o arkadaşımızın sataşması var; eğer, o sözünü geri alıyorsa...

BAŞKAN – Efendim, affedersiniz... Bakın, o sataşmanın dışında, ben yanlış anlamadıysam, bir sürçülisan ettiniz. Mübarek ramazan akşamı...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Söylüyorum... Arkadaşımız sözünü geri alsın, ben de geri alayım...

BAŞKAN – Hayır, siz almıyorsunuz... Sizin, benim anladığım gibi ifade ettiğinizi zannediyorum değil mi efendim? (DSP sıralarından "özür dilesin" sesleri)

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Anladınız efendim...

BAŞKAN – Siz, öyle "sarhoş" lafını etmediniz...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Hayır... Yalan kelimesini de kaldırsın efendim...

BAŞKAN – Efendim, sataşmadan dolayı söz istiyor; vereyim o zaman, karşılıklı konuşun...

Buyurun Sayın Karahan. (DSP sıralarından alkışlar)

VI. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan'ın, Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız'ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; şimdi, değerli Balıkesir Milletvekili arkadaşımız, sürekli, muhalefete düşeli beri mevcut iktidarları yalan bilgilerle suçlamayı alışkanlık haline getirmiş.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Başkan, böyle şey olmaz!

AHMET GÜZEL (İstanbul) – Otur yerine!

BAŞKAN – Sayın Karahan, yeniden bir sataşmaya sebep vermeyin efendim.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Bu milletvekili ayakta duramıyor, alkol kontrolü yapılsın.

CAHİT SAVAŞ YAZICI (İstanbul) –Ayıp bir şey!.. 

BAŞKAN – Bir sayın milletvekiline yalancı demek yanlış değil mi Sayın Bakan. Siz, bakanlıkta bulunmuş bir kişisiniz, aydın bir kişisiniz, bir milletvekilinin ifadesini yalancılıkla suçlamanın yanlış olduğu kanaatindeyim. (DYP sıralarından gürültüler)

Bir dakika efendim, sinirlenmeyin.

Düzeltin efendim sözünüzü, yanlış söyleyebilir, yanlış bilgisi olabilir; ama, yalancılıkla bir milletvekilini itham edemezsiniz. (DSP sıralarından gürültüler)

Bir dakika efendim. Niye kavga çıkarmaya çalışıyorsunuz?!.

NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Bakan cevap verir buna.

BAŞKAN – Müsaade edin efendim, istirham ederim.

Değil mi efendim... Gerçek dışı ifadedir.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Devamla) – Sayın Başkanım, sayın milletvekili, sürekli yanlış bilgileri kamuoyuna aktarmaktadır, bunu alışkanlık haline getirmiştir. (DSP sıralarından alkışlar) 55 inci hükümetten beri, Balıkesir İlinde, Köy Hizmetlerince en az 600 kilometre köy yolu asfaltlanmış, bunun dışında çok sayıda -kilometresini şimdi tam olarak söyleyemeyeceğim- ikinci kat asfalt da yapılmıştır. Önemli olan, Köy Hizmetlerince geçmiş dönemlerden çok daha fazla hizmetin yerine getirilmesidir.

Benim şahsım açısından, kendileri oruçlu olduğunda burada su içtikleri zaman özür dilemesini bilen kişi, benim de oruçlu olduğumu bilir yahut bilmez; ama, o şekilde ağır bir suçlamayı burada, herkesin önünde, bütün Türkiye önünde, kamuoyu önünde yapamaz, buna hakkı yoktur. (DSP sıralarından alkışlar) Ben, Sayın Başkanımdan acilen mevcut hekimliğe sevkimi ve alkol alıp almadığımın belirlenmesini istiyorum.

Saygılarımla efendim. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Karahan, esas olan, bir sayın milletvekilinin beyanıdır efendim, öbür şeye lüzum yok.

Sayın Yılmazyıldız, tekrar ediyorum efendim, ben sizin ifadenizden onu anlamadım; doğru mu anlamışım efendim? Nasıl anladığımı ifade eder misiniz yerinizden.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Doğru anladınız .

BAŞKAN – Ben doğru anladım değil mi efendim?

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Evet efendim.

BAŞKAN – Tamam, teşekkür ederim efendim.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Bitti.. Rica ederim... İstirham ederim...

Sayın Güven, buyurun; 63'e göre söz veriyorum size.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Başkan, bir dakika...

BAŞKAN – Hayır efendim... Bitti... Allahaşkına...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Ama, sataşma var.

BAŞKAN – Hayır efendim, bitti sataşma.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Yılmazyıldız, bitti efendim... Tamam...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Başkan, yanlış bilgi verdiğimiz yok.

BAŞKAN – Sayın Yılmazyıldız...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Kamuoyu gayet iyi biliyor ki, Balıkesir'e gelen hizmet ortada...

BAŞKAN – Sayın Yılmazyıldız...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Balıkesir'e, 1999 yılında 123 milyar, Trabzon'a 2,5 trilyon... Balıkesir, Trabzon İlinin 3 katı büyüklüğündedir, verilen hizmet azdır. Bu, Sayın Bakanın bana verdiği yazılı cevaptır.

BAŞKAN – Bölgelerarası yarışı takdir ediyoruz efendim.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Yapılan hizmet yetersizdir.

BAŞKAN – Sayın Bakan hizmetlerinde çok müsavi.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Kendisi Kastamonulu olduğu için, Balıkesir'le çok ilgili değildir.

BAŞKAN – Hazreti Ömer'in adaleti var Sayın Bakanda, ben inanıyorum.

Buyurun efendim, oturun yerinize.

Sayın Güven, buyurun.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Yaptığı iş yanlıştır. Balıkesir'e hizmet götürülme-
miştir.

BAŞKAN – Efendim, tamam... Teşekkür ederim... Bitti...

NAİL ÇELEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, Trabzon'a sataşma var.

BAŞKAN – Kime efendim?

NAİL ÇELEBİ (Trabzon) – Efendim, Trabzon'a sataşma var, söz istiyorum. (Gülüşmeler)

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)

1. – 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/550; 1/551; 1/509, 3/362; 1/510, 3/363) (S. Sayıları : 211, 212, 209, 210) (Devam)

E) DENİZCİLİK MÜSTEŞARLIĞI (Devam)

1. —Denizcilik Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2.—Denizcilik Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

F) DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1.—Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2.—Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

G) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI (Devam)

1.—Hazine Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

2.—Hazine Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

H) KÖY HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1. — Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

2. — Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Sayın Güven, buyurun efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, tabiî, bütçe görüşmelerinin süresi uzadıkça, pek de hoş olmayan birtakım söylemler, deyimler ortaya çıkıyor. Aslında, bütçe müzakereleri içinde birtakım söylemler olabilir; ama, bunların kırıcı olmaması, burada, özellikle milletvekillerinin karşılıklı sevgi ve saygı çerçevesi içinde hareket etmeleri bizce çok önem arz eder.

Ben, 63 üncü maddeye göre söz istedim; ama, Sayın Başkanı tenkit için söz istemedim; tersine, Sayın Başkanın fevkalade uyumlu, hoşgörülü davranmasının, anlayışının ve müsamahasının, bu şekilde diğer başkanvekilleri tarafından da uygulanması söylemek için, teşekkür için söz almış bulunmaktayım. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim; ama maddeyi okuyunca birden huylanıverdim.

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Evet, anlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, olay şu: İki günden beri bütçe müzakeresi yapıyoruz. Aslında Başkanlık Divanının, çok önceden, bütçe müzakeresi için oturup bir karar vermesi söz konusu olmalıydı; yani bütün başkanvekillerinin aynı biçimde davranmasını temin etmek söz konusuydu.

Sayın Başkanın gösterdiği müsamahayı bir başka Başkanvekili göstermiyor. Daha biz yerimizden kalkıp da konuşmak için kürsüye gidinceye kadar -bütün milletvekilleri için geçerli, bu, iktidar-muhalefet olayı değil- o süreye sayılıyor. Soru sormak kurumunda 10 dakika bittiği zaman -ki, bazen sorular da elbette çerçevesini aşıyor; kısa olması, soru şeklinde olması lazım gelirken, bilgi sunma şeklinde tecelli ediyor, onlarla beraber- 10 dakikanın sonunda bir saniye bile müsamaha etmeden, hoşgörü gösterilmeden kesildiği görülüyor.

Değerli milletvekilleri, bir başka husus; siz oy veriyorsunuz, bir karar alıyorsunuz. Bu karar Danışma Kurulundan geçmeden değiştirilemez. Olay bu. Ben Başkanlık Divanından hassaten rica ediyorum. Yüce Genel Kurulun vermiş olduğu kararları, Başkanvekilleri kendi anlayış ve kendi şekillendirmelerine göre götüremezler. Dün bunu yaşadık; yani saat 13.00'ten 14.00'e kadar ara vermek gerekirken... Bu kararı kim verdi; Yüce Kurulunuz verdi, ben de iştirak ettim. Yüce Kurulunuzun verdiği bu kararı, bir Başkanvekili gelip kaldırdı. Elbette Genel Kurul gündemine hâkimdir; ama, o zaman şu İçtüzük ve Danışma Kurul ne olacak? Onu, müsaade ederseniz, İçtüzükten kaldıralım, o zaman Başkanvekilleri gelsin, kendi istedikleri tarzda İçtüzük uygulaması yapsınlar.

Benim arzım şudur: Değerli Başkanımızın bugün gösterdiği müsamahanın, anlayışın, hoşgörünün bütün Başkanlık Divanı üyeleri tarafından aynı biçimde uygulanmasını istemektir. Ben bunun için söz aldım; çünkü, süreyi kesmek... Bu önemli bir konu. Bakınız, daha şu anda 17 arkadaşımız söz istemiş. Demek ki süre yeterli değil. Ama, tabiî, arkadaşlarımızın da kendilerine çekidüzen vermeleri lazım. Bir arkadaş 10 dakikalık sürenin 5 dakikasını kullanmamalı.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (TOKAT) – Hele iktidardaki...

TURHAN GÜVEN (Devamla) – O da doğru... O da doğru...

Yani, bir başkasının süresini alma durumunun olmaması lazım...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – İktidardan soru soran hiç yok!..

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Ben, efendim, bunu muhalefet-iktidar diye de ayırmıyorum Nidai... Bir dakika, bunu falan yaptı demiyorum ben.

BAŞKAN – Sayın Seven, bir dakika efendim.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Efendim, bizim, burada soru sorma hakkımız yok mu?!.

BAŞKAN – Sayın Seven, bir dakika efendim.

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Buna bütün arkadaşların uymasının lazım geldiği hususunu söylemeye çalışıyorum. Bu itibarla, değerli Başkanımın bugün gösterdiği anlayış ve müsamahanın, bu bütçe müzakereleri bitinceye kadar, hatta, diğer kanunlar görüşülürken, aynı biçimde uygulanmasının bu Meclise daha rahatlık, fikirlerimizi daha uygun hale getirerek, buraya sunma ve millete iletme imkânını sağlayacağına inanıyor, hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Efendim, teveccühünüze teşekkür ederim Sayın Güven.

Buyurun efendim; ne istiyorsunuz?

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkan, bakın, burada, her milletvekili hem Köy Hizmetleriyle ilgili, hem Hazineyle ilgili çok önemli sorular soracaktır ve bu soru soran arkadaşlarımız, bunu suiistimal etmesinler...

BAŞKAN – Siz bana söylemeyin bunu... Bir dakika Sayın Seven, bana söylemeyin, Grup Başkanvekilinize söyleyin. 5 grup başkanvekili suallerin devamında fayda görüyorsa...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Efendim, grup başkanvekillerinin şeyi değil. Bu arkadaşlarımız soru sorarken, hakkımızı gasp etmesinler...

BAŞKAN – Ne demek başkanvekillerinin işi değil canım!... Siz, grubun adamı değil misiniz!.. İstirham ederim.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Hakkımızı gasp etmesinler; ben bunu söylemek istiyorum. Soru sorma hakkımızı gasp ediyorlar; ben, bunu kınıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Mecliste gasp olur mu?!.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, usulle ilgili...

BAŞKAN - Efendim, usul tartışması açmayalım. Müsaade ederseniz, demin ifade ettiğim gibi, benim gönlüm de... Bu kadar kısa sürenin 3 önemli bakanlığın bütçeleriyle ilgili sual sormak için yetmediği kanaatindeyim. Lütfen, eğer, siz, 5 grup başkanvekili aynı kanaatteyseniz... Sayın Köse?..

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Bitti efendim, tamamlandı görüşmeler.

BAŞKAN – Hah. Buyurun efendim.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, buradan mı ifade edeyim.

BAŞKAN – Buyurun efendim, lütfen, yerinizden.

Efendim, burayı teşrif ederseniz, usul tartışması açacağız; olmuyor; onun için... Bu mikrofonlar niçin yapılmış; milletin parasıyla yapılmış, bari kullanalım.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Soru bile soramıyoruz; ben de anlayamadım zaten niye yapıldığını.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, öncelikle, 63'e göre bir müzakere olmadığı ortaya çıktı. Zira, Sayın Güven, meramının, sizin tutumunuzun aksi istikametinde bir talepte bulunmak olmadığını ifade etti.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Dolaylısıyla, orada konuşmak için iki konuşma hadisesi vardı, lüzum kalmadı; ben, meramımı arz etmek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Demin de ifade buyurduğunuz gibi, üç bakanlığa ait bir görüşmeyi sürdürüyoruz. Malumuâliniz, daha önce, sualler yazılı halde verilirdi, onlar biriktirilirdi ve o suallere cevap vermek için yeterli müddet olmazsa, onlar ilgili bakanlara verilir, bilahara, sayın bakanlar da bunlara cevaplarını verirlerdi.

Bu usulde, yazılı bir sual alınmadığı için milletvekillerimiz, kendi bölgelerine veya topyekûn ülkemize ait meselelerdeki suallerini soramamış oluyorlar. O yüzden, Danışma Kurulunda böyle bir tablonun oluşacağı herhalde hesaba katılmadı ki, bir atlama oldu.

Bunu düzeltmek şu anda elimizde. Demin, biraz evvel, zatıâlinizin yaptığı daveti ben yineliyorum; bu, mümkün. Bunun dışında, sual soran arkadaşlarımızın öncelikle giriş kısmıyla kendi görüşlerini ifade etmesi, gerekçe ortaya koyması çok zaman alıyor, diğer arkadaşlarımızın önünü kesiyor; bu, bu noktadan elbetteki yanlış oluyor. Doğrudan doğruya suale geçilmesi çok elzem. Eğer, imkân verirseniz ve diğer grup başkanvekili arkadaşlarım bu noktada müsamaha gösterirse, 2 dakikayla tahdit edelim; bir sual için 2 dakikalık müddet kâfidir.

BAŞKAN – O zaman, 40 dakika lazım efendim.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Kaç kişi kaldı efendim? 21 demiştiniz; 17 kişi...

BAŞKAN – 17 kaldı efendim; 2 dakikadan 34 yapar.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Ben şunu arz edeyim efendim...

BAŞKAN – Estağfurullah.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Bugün 24.00'e kadar çalışma müddetimiz var ve şu anda da bu turla beraber bugünkü çalışma bitiyor.

BAŞKAN – Evet efendim.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul)– Şu anda 2 saatten fazla da vaktimiz var. Eğer, bunu değerli arkadaşlarım kabul buyurursa, zannediyorum çok iyi olur.

Hatta, şöyle de yapabiliriz; söz isteyenler sizde kayıtlıdır...

BAŞKAN – Var efendim.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Her gruba eşit şekilde bir imkân da tanıyabilirsiniz; diğerlerinin yazılı suallerini sayın bakanlara iletirsiniz ve bir de kimler...

BAŞKAN – Grup başkanvekilleri ne diyor efendim?

Sayın Halıcı, buyurun efendim.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Sayın Başkan, hoşgörülü yönetiminizi biz de saygıyla karşılıyoruz.

BAŞKAN – Estağfurullah...

Buyurun.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) –  Ancak, kararlar çok önemli. Danışma Kurulunda almış olduğumuz kararlar var. Grup başkanvekilleri, eğer, ihtiyaç olur ise, tekrar bir Danışma Kurulu toplayarak, buradaki istekleri göz önüne alabilir; ama, şu an, soru bölümü bittiğine göre, normal olarak programı uygulamanızı uygun buluyorum.

Sayın Başkan, çok affedersiniz...

BAŞKAN – Tamam efendim, teşekkür ederim; anlaşılmıştır.

Sayın milletvekilleri, bir dakika efendim...

Şimdi, tek tek, milletvekillerinin adlarını okuyorum.

O sayın milletvekilleri, lüften, yazılı şekilde, sayın bakanlara suallerini tevcih etsinler. İktidar bu, canı isterse böyle yapıyor Sayın Kahraman, ne yapalım...

Sayın Dağcıoğlu, Sayın Özkan, Sayın Yıldırım, Sayın Güler, Sayın Yaşar, Sayın Bedük, Sayın Seven, Sayın Ongun, Sayın Gözlükaya, Sayın Levent, Sayın Özkan...

HİDAYET KILINÇ (İçel) – İsimleri de okusanız...

BAŞKAN – Burada isim yazmıyor efendim; o kadarını da ezberimde tutamam, o kadar akıllı değilim.

Sayın Aydın...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Hangi "Aydın" Sayın Başkan?

BAŞKAN – "Ayaydın" herhalde... Yok muydu efendim?

Valla, Sayın Aydın'ın yanında bir "A" var; ama, hangi A. Aydın bilmiyorum. Ahmet Aydın, tamam, pardon...

Sayın Özdemir, Sayın Enginyurt, Sayın Baş, Sayın Çelik...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Kaç tane "Çelik" var...

BAŞKAN – Zeki Çelik olsa gerek, M. Çelik de var, Zeki Çelik de var; çünkü, demin silmiştim; Sayın Zeki Çelik, sizin isminizi okuyorum.

Sayın Derin, Sayın Aksu, Sayın Güler, Sayın Kaya; o kadar efendim.

ALİ COŞKUN (İstanbul) – Sayın Başkan, arka sıralar geçmiyor mu oraya?

BAŞKAN – Burada isminiz yok efendim...

Sayın Coşkun, şimdi çıktı efendim... Bu, makine... Ne yapayım...

Sayın Coşkun, evet efendim...

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Sayın Başkan, zatıâliniz dediniz ki; bütün arkadaşların, ışığı yanan...

BAŞKAN – Kabul etmedi efendim arkadaşlar...

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – O manada, iktidar partili arkadaşlar, bir soruyu 10 dakikada sordular; biz de sizin...

BAŞKAN – Yok efendim yok, rica ederim... Yani, elinsaf edin efendim!

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Ama, şimdi...

BAŞKAN – Şimdi, sayın bir üyeniz, ismi lazım değil efendim...

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Muhalefet konuşmazsa, soru sormazsa, ne yapalım o zaman?!

BAŞKAN – İstirham ederim, müsaade buyurun efendim.

İlk sualleri, iki muhalefet milletvekiline verdim; o, iki sayın muhalefet milletvekili, 4,5 dakika tuttu.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Müdahale etseydiniz, 10 dakika soru sorulmaz diye.

BAŞKAN – Yapma beyefendi, yazıyor burada, siz de biliyorsunuz. Yani, ille kavga mı çıkaracaksınız!

Sayın Karahan, Sayın Aslan, Sayın Topaloğlu, Sayın Güler tekrar, Sayın Çevik, Sayın Çelebi, Sayın Çulhaoğlu, Sayın Korkmaz da çıktı şimdi, başka da yok; var mı?..Yok, bitti, makinede de bitti.

Evet, sayın bakanlar, cevaplarınızı yazılı mı vereceksiniz, sözlü mü vereceksiniz efendim? Verecek misiniz cevap?

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) – Evet efendim, kısa kısa...

BAŞKAN – Tabiî efendim, ben kendi inisiyatifimi kullanıyorum, tabiî ki vereceksiniz cevap.

Buyurun; yerinizden...

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) – Elimden geldiği kadar kısa konuşacağım Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Bu kadar çok kavga edeceğimize, 10 milletvekili sual sorardı.

Buyurun efendim.

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) – Sayın Cevat Ayhan beyin sorusuna cevap vermek istiyorum: Biz, bu zamana kadar, o işle ilgili, Köy Hizmetlerinde iş yapmış müteahhitlerin tamamını çağırıyoruz bu işe. Tamamını, adam ayırımı yapmadan... Yani, il ayırımı yapmadan, düşünce ayırımı yapmadan, tamamını çağırıyoruz ve bu arkadaşlar, getirip teklif veriyorlar. Kapıda polis tedbirleri alınıyor; ama, otelde, lokantada müteahhit arkadaşlar ne konuşuyor diye, tabiî, siz, önemli bir tespit yapmışsınız, geçmiş Bayındırlık Bakanlığı döneminizde. Ben, öyle bir istihbarat yapacak bir ekip şu ana kadar kuramadım. Eğer, o ekibin ismini bana gizli olarak verebilirseniz, müteahhitlerin otel ve lokantalarda ne konuştuğunu, ne anlaşma yaptıklarını da tespit etmeye çalışırım, o konuda da, size teşekkür ederim. Biz, normal olarak zarflarımızı açıyoruz, en çok kırana veriyoruz, devletin zarar etmemesini düşünüyoruz tabiî. Bir de, bu işi yapabilecek insanlar bizim için önemlidir. Yani, çağırdığımız sayı, bize verilen hak 3 değil... En az 3 müteahhit çağırılır deniliyor; ama, biz tamamını çağırıyoruz. Sayı çok yüksek; onun için, anlaşma olanağını zorlaştırıyoruz. O şekilde yapılıyor.

Hakkâri'deki güvenlik yollarıyla ilgili olarak... Arkadaşımız, zaten, kendisi açıkladı. Dediği yer güvenlik yoludur, hem de halkımızın kullanacağı bir yoldur. İnşallah, para durumumuzu halledersek, oradaki yolumuza başlamamız gerekiyor; doğrudur.

Van'daki durumda bir terslik var. Van'daki susuz köy sayısı 16 -bizde görülen dokümanlarda- suyu yetersiz köy sayısı 120. 88 köyümüzün... 200 köy demişti sayın milletvekilimiz. Burada bir yanlış bilgilendirme var. Gerekirse kendisine daha bilgi verebiliriz.

Tartışmalı olan Balıkesir konusunda... Balıkesir'de toplam yol ağı 5 637 kilometredir, Balıkesir'e yapılan asfalt yol 1 830 kilometredir; asfalt oranı yüzde 33'tür. Trabzon'un toplam yol ağı 12 886 kilometre, yani, Balıkesir'in 2,5 mislidir ve asfalt yol ise 132 kilometre, oranı yüzde 1'dir. Onun için, Trabzon, Türkiye ortalamasında 19 uncu sırada, Balıkesir ise 7 nci sıradadır.

Bu verdiğimiz para -o söylediği toplam para- tamamen Trabzon için değil, Giresun, Gümüşhane, Trabzon, Ordu ve diğer Karadeniz illeri içindir. Orada bir yanlışlık var, onu da düzeltmek istiyorum.

Köy yollarıyla ilgili internet web sayfası vardır; ama, internet çalışmaları devam etmektedir.

Arkadaşımızın birisi, Köy Hizmetlerinin Gaziantep'te 10 tane sondaj makinesi olduğunu söyledi. Ben, dün Gaziantep'e gittim ve düne kadar yoktu. Eğer bugün yeni ilave gittiyse, onu bilmek isterim. Bizde 2 tane sondaj makinesi vardır; başka illerde de var.

Bunlar, benim dönemimde gitmemiştir. Burada hakkını da vermek lazım. Doğru Yol Partisinden bakan arkadaşımız -Sayın Çiloğlu zamanı- döneminde Gaziantep'e gönderilmiştir. Kendisine teşekkür ediyorum. Yani, bu sondaj makineleri, Doğru Yolun hükümet olduğu zamanda alınmış ve Gaziantep'e gönderilmiştir. Ben, Gaziantep'e bir sondaj makinesi parçası bile gönderemedim; olsa da, keşke gönderseydim. Onu da, bu şekilde cevaplandırmak istiyorum.

Cevap veremediğim diğer arkadaşların sorularına yazılı olarak cevap vereceğim.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Başkanım, Sayın Bakan bana verdiği yazılı cevapta, Trabzon İline 2 trilyon lira, Rize İline 1 trilyon lira...

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) - Karadeniz... Karadeniz...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Hayır, hayır, efendim, ilin. Yazılı... Size göstereyim.

BAŞKAN – Efendim, bir gösterin. Bakın, bir yanlış anlaşılma var.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – İsterseniz, şimdi odama gidip, getireyim.

BAŞKAN – Sayın Önal, buyurun efendim.

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) - Ucu Karadeniz'den başlıyor, Trabzon'dan başlıyor.

BAŞKAN – Sayın Bakanım, karşılıklı konuşmayın.

Sayın Bıçakçoğlu, Sayın Bakanı serbest bırakır mısınız...

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) - Efendim, o yol Trobzon'dan geçiyor. Doğru, geçiyor; ama, Giresun'dan da geçiyor.

BAŞKAN – Sayın Bakan, lüften... Teşekkür ederim.

Sayın Önal, buyurun; sıra sizde.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, çok hızlı olarak sorduğunuz soruların cevabını vermeye çalışıyorum.

Deprem felaketi sonrası finansman sağlama konusundaki çalışmalarımızı söylüyorum...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Bakan...

BAŞKAN – Efendim, karşılıklı konuşursanız nasıl idare edeceğiz bu işi?

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Şimdi, odama gidip, yazıyı getireceğim.

BAŞKAN – Allah, Allah, fesuphanallah... Getir kardeşim, o yazıyı; bakarız.

Sayın Önal, buyurun efendim.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Bakın, deprem için sağladığımız fonları söylüyorum; bunlar taahhüt edilmiştir genellikle: IMF'den 500 milyon dolar; Dünya Bankasından 267 milyon dolar geçen dönemden kalan, 757,5 milyon dolar bu dönem için proje kredisi; Avrupa Konseyi Kalkınma Bankasından 320 milyon dolar; Avrupa Topluluğundan 634 milyon dolar kredi, 37 milyon dolar hibe; İslam Kalkınma Bankasından 50 milyon dolar, 150 milyon dolar, 100 milyon dolar, yani, 300 milyon dolar; Japonya'dan 400 milyon dolar, Almanya'dan 12 milyon dolar hibe, İspanya'dan 60 milyon dolar, Kore'den 30 milyon dolar, Belçika'dan 5 milyon dolar, İtalya'dan 18 milyon dolar. Toplam taahhüt edilmiş fon tutarı, depremle ilgili, 3 milyar 740 milyon dolar. Bunun 49 milyon doları hibe şeklinde, kalanı uzun vadeli kredi şeklinde. Depremle ilgili söyleyeceklerim, kısaca bunlar.

Avrupa Konseyi Kalkınma Bankasından sağlanan kredilerle ilgili herhangi bir borç ertelemesi söz konusu değildir.

Bedelli askerlikle ilgili olarak, 17.12.1999 Cuma günü itibariyle, 60 milyon Mark giriş olmuştur; buradan henüz bir harcama yapılmamıştır.

1999 yılında zeytinyağı için ödenen prim tutarı 9,5 trilyon lira, pamuk için ödenen prim tutarı 88,5 trilyon liradır.

Fındık üreticisinin Fiskobirlik'ten alacağı ürün bedeli 94,9 trilyon liradır. Bu tutar, Hazinenin borcu değildir; ancak, ödemeler için Fiskobirlik'e Hazinece ucuz kredi sağlanmaktadır. Bu kredinin bir kısmının aralık sonuna kadar kullanımı için çalışılmaktadır, kalanı 2000 yılında ödenecektir, Maliyeyle görüşmelerimiz devam ediyor.

Pancar bedellerine ilişkin üçüncü ve dördüncü avans borcu 62,1 trilyon lira olup, bu tutarın bir kısmının bu ay sonuna kadar ödenmesine çalışılacaktır, kalanı 2000 yılında ödenecektir.

1999-2000 yılı pamuk ürünü prim ödemesi amacıyla bütçeye ödenek tahsis edilmiş olup, bu yöndeki kararname Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından sevk edilecektir.

Patates, soğan, turunçgiller, domates, elma ve diğer tarımsal ürünlerde ihracat iadeleri DFİF'ten ödenmektedir. 21.12.1999 tarihi itibariyle bekleyen taleplerin hepsi ödenmiştir. 2000 yılında da bu uygulamaya devam edilecektir.

Benzin ve mazot gibi petrol ürünlerinin fiyatları otomatik fiyatlandırma sistemine göre belirlenmektedir. Bu sistemde, Akdeniz borsasında belirlenen CIF fiyat belirleyici olmaktadır.

Bu konuların birçoğu bizim Bakanlığımızla ilgili değildir, bunlar diğer bakanlıkları ilgilendirmektedir. Biz, konuya, görüş veren olarak katılmaktayız; ama, cevabını veriyorum.

Merkez Bankası para programı açıklanmadan önce, Hazine, kime ne kadar borçlanmıştır? Para programı açıklanmadan önce Hazine Müsteşarlığınca en son 17.11.1999 tarihinde piyasalardan ihale yoluyla borçlanılmıştır. Bu tarihten sonra herhangi bir borçlanma yapılmamıştır. Merkez Bankası para programı 9 Aralıkta açıklanmıştır.

Ziraat Bankasınca üreticilere sağlanan kredilerin faiz oranlarının indirilmesi öngörülmemektedir; ancak, uygulanacak olan istikrar programı çerçevesinde faiz oranlarındaki düşüşe bağlı olarak 2000 yılı için de bir mekanizma oluşturulmuş olup, buna ilişkin kararname Resmî Gazetede bu akşam yayımlanmıştır. Buna göre, çiftçiye alternatif borcu ödenecektir. Halk Bankası KOBİ kredileri için aynı kararnamede düzenleme vardır.

İhracatçılarımız, sadece Eximbank kanalıyla desteklenmemektedir; ayrıca, Destekleme Fiyat İstikrar Fonundan ihracatçılara prim ödemesi yapılmaktadır. Bu amaçla, 1999 yılı bütçesinden 75 trilyon lira ödenmiştir; 2000 yılı bütçesinden ise, 150 trilyon lira ihracat primleri için ödeme öngörülmektedir.

KOBİ'lere ucuz kredi desteği devam ettirilecektir. 1999 yılında 40,2 trilyon lira kredi verilmiş olup, 2000 yılında 50 trilyon lira üzerinde bir kredi imkânı sağlanmaktadır. Ayrıca, KOBİ'lere kredi dışında, yatırım indirimi, gümrük vergisi ve Toplu Konut Fon istisnası, vergi, resim, harç istisnası, makine, techizat, KDV istisnası sağlanmaktadır.

Sayıştay raporunda önerildiği şekilde, KİT sermaye hesaplarıyla Hazine kayıtları arasındaki farklılıklar düzeltilmektedir. Ayrıca, Sayıştay raporuyla ilgili olarak, konu, Plan ve Bütçe Komisyonunda tartışılmıştır. Buradaki sorun Hazineden kaynaklanmamaktadır. Buradaki sorun, borç alan özel kuruluşların -bunlar içerisinde üniversiteler, fonlar, belediyeler, KİT'ler, kalkınma ve yatırım bankaları sayılabilir- Hazineye ve Maliyeye gerekli bildirimleri yapmamasından kaynaklanmaktadır. Bunun için, Devlet Planlama Teşkilatı, Merkez Bankası, Sayıştay ve Hazine, Dışborç Kullanım İzleme Komitesi oluşturarak, bu sorunun çözümü için çalışmaktadır.

Borç muhasebesinin modernizasyonu projesi -bilgiişlemle ilgili olarak- Hazinece yürütülmektedir.

Bir arkadaşımız "2000 yılı genel teşvik profili hakkında bilgi verebilir misiniz" diyor. Teşvik sisteminin yeniden düzenlenmesi için, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet İstatistik Enstitüsü, Odalar Birliği, TESK, KOSGEB, ilgili bankalar ve özel sektör temsilcileriyle, 1999 yılı Mart ve Temmuz aylarında iki seri toplantı ve konferans yapılmıştır. İlgili kuruluş temsilcileriyle üçüncü tur toplantılara başlanılmıştır. Bu toplantılarda, KOBİ teşvik sistemi, genel teşvik sistemi ve bölgesel teşvik sistemine ilişkin çalışmalar sürdürülmektedir. Bu çalışmalarda, teşvik sistemine yönelik eleştiriler de dikkate alınarak, çözüm önerileri üretilmektedir. Mart 2000 ayında yeni teşvik sistemi yürürlüğe konulacaktır.

Balıkesirli arkadaşlarım için özellikle söylemek istediğim olay şudur: Biz reklam yapmıyoruz, biz işi yapmaya çalışıyoruz. Onun için, Balıkesir'in talebi -özellikle küçük sanayi sitesiyle ilgili talebi- cumartesi günü valiliğe iletilmiştir. Bizden, kredinin 2001 yılı sonuna kadar ertelenmesi isteniyor ve oraya taze kaynak girişiyle ilgili, bildiğim kadarıyla, 437 milyar küsur bir para gönderiliyor. Oranın inşaatıyla ilgili bütün olay çözümlenmektedir.

İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) – 3 milyon dolar kredi kullanılacak mı efendim?

BAŞKAN - Teşekür ederim Sayın Bakan; herhalde bitti...

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Teşekkür ederim efendim, bitti.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, malî durumu iyi olmayan bankaların fona devriyle ilgili bir soru da vardı; onu unuttular galiba.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Efendim, onu da söyleyeyim. Burada şunu söyledim: Bildiğimiz gibi, burası, Türkiye Büyük Millet Meclisi. Hepimiz, Türkiye'deki kurumları sahiplenmek durumundayız. Gene, sizlerin oylarıyla yapılan kanunlarda, bizi bağlayan belli şeyler var.

Ben, şunu söylemek istiyorum: Türkiye'de, mevduat güvencededir, vatandaşın tedirgin edilmesine gerek yoktur. Bu tip bir açıklama, Bankalar Kanununun... Sır kapsamındadır; bununla ilgili, kimse, bir kamu görevlisi beyanatta bulunamaz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, yeter, bitti.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Bakın, elimde belge var.

BAŞKAN - Efendim, bitti. Sayın Bakanla hesaplaşın efendim.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Başkan, bakın, 12 Ağustosta verdiği bilgidir.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Böyle bir usul var mı efendim?

BAŞKAN - Efendim, buyurun, Sayın Bakan burada...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Dolayısıyla...

BAŞKAN - Verin efendim Sayın Bakana...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Bizim dediklerimiz, belgeye dayanmaktadır, doğrudan aldığımız bilgiye dayanmaktadır.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Yeter Başkan, böyle şey olmaz...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Geçen yıl, Balıkesir'de, asfaltlanan yol miktarı 15 kilometre. Bunu söylemek istiyorum.

Teşekkür ederim.

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) – O yanlış...O yanlış...

BAŞKAN - Sayın Bakan "yanlış" diyor, siz doğru diyorsunuz...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Buyurun, belgesi burada.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – O belgenin ne olduğu belli değil.

BAŞKAN - Ben, size, bir kolaylık göstereyim efendim. Yeniden bir sual sorun, Sayın Bakan düşünsün, cevap versin.

Teşekkür ederim efendim.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Pardon, 100 kilometre.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Mirzaoğlu.

DEVLET BAKANI RAMAZAN MİRZAOĞLU (Kırşehir)– Sayın Başkan, yazılı cevap vereceğim.

BAŞKAN - Tamam, teşekkür ederim efendim.

Şimdi, sırasıyla, dördüncü turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümleri, ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım.

Denizcilik Müsteşarlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

E) DENİZCİLİK MÜSTEŞARLIĞI

1. – Denizcilik Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

A – C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 7 635 100 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Denizciliğin Geliştirilmesi Hizmetleri 3 414 900 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 332 001 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

                                                        

                                     T O P L A M 11 382 001 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Denizcilik Müsteşarlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, kâtip üyenin yerinden oturarak okumasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. – Denizcilik Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN– Denizcilik Müsteşarlığı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamı okutuyorum:

Denizcilik Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

A – C E T V E L İ

                                         L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 3 814 388 217 000

- Toplam Harcama : 3 161 915 199 000

- İptal Edilen Ödenek : 117 949 184 000

- Ödenek Dışı Harcama : 14 299 199 000

-1050 S.K.55 inci Mad. ve

Özel Kanunlar Ger.Ertesi Yıla

Devreden Ödenek : 548 823 033 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Denizcilik Müsteşarlığı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

F) DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

A – C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 4 788 520 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Meteorolojik Rasat ve Analiz Hizmetlerinin Düzenlenmesi ve

Geliştirilmesi Hizmetleri 11 810 280 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 3 897 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

                                                        

                                     T O P L A M 20 495 800 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edil-
miştir.

Hayırlı olmasını temenni ediyorum.

2. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN– Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamını okutuyorum:

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

A – C E T V E L İ

                                         L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 9 010 398 000 000

- Toplam Harcama : 8 377 895 795 000

- İptal Edilen Ödenek : 670 641 979 000

- Ödenek Dışı Harcama : 38 139 774 000

-1050 S.K. 83 üncü Mad.

ve Dış Proje Kredilerinden

Ertesi Yıla Devreden : 15 150 825 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü1998 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Hazine Müsteşarlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

G) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI

1. – Hazine Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Bütçesi

A – C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 6 162 150 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

111 Hazine Politikalarının Düzenlenmesi ve Uygulanması 11 102 850 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

910 Kurumlara Katılma Payları ve Sermaye Teşkilleri 795 600 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

920 İktisadî Transferler ve Yardımlar 1 150 300 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

930 Malî Transferler 989 500 007 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

940 Sosyal Transferler 1 950 525 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

950 Borç Ödemeleri 21 133 072 993 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 490 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

                                                        

                                     T O P L A M 26 036 753 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hazine Müsteşarlığı 2000 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı olmasını diliyorum.

2. – Hazine Müsteşarlığı1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN– Hazine Müsteşarlığı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamı okutuyorum:

Hazine Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

A – C E T V E L İ

                                         L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 7 754 448 006 000 000

- Toplam Harcama : 7 749 397 001 087 000

- İptal Edilen Ödenek : 5 051 004 913 000

BAŞKAN – Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hazine Müsteşarlığı 1998 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

H) KÖY HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. – Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Bütçesi

A – C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 399 726 200 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Köy Hizmetleri 190 140 800 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 1 605 001 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 3 383 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

                                                        

                                     T O P L A M 594 855 001 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelini okutuyorum:

B – C E T V E L İ

Gelir

Türü A ç ı k l a m a L i r a

2 Vergi Dışı Normal Gelirler 3 234 000 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

3 Özel Gelirler, Hazine Yardımı ve Devlet Katkısı 571 621 001 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

                                          

T O P L A M 594 855 001 000 000

BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 2000 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2. – Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN– Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Kesinhesabı

A – C E T V E L İ

                                         L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 231 155 295 002 000

- Toplam Harcama : 226 708 781 102 000

- İptal edilen Ödenek : 3 590 058 997 000

- Ödenek Dışı Harcama : 30 711 418 000

- 1050 S.K.55 inci Mad.ve Özel

Kanunlar Gel.Ertesi Yıla

Devreden Ödenek : 887 166 321 000

- 1050 S.K.83 üncü Mad.ve

Dış Proje Kredilerinden Ertesi

Yıla Devreden : 198 642 132 000

BAŞKAN– (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

B – C E T V E L İ

                                         L i r a

- Bütçe tahmini : 173 832 401 000 000

- Yılı tahsilatı : 229 822 943 013 000

BAŞKAN– (B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Sayın Bakanlar, hayırlı olsun efendim.

Böylece, dördüncü turdaki bütçe müzakereleri sona ermiştir; hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına devam ediyoruz.

Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarı ve Plan ve Bütçe Komisyonunun raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

2. – Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/447) (S. Sayısı: 294) (1)

BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Raporun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Tasarının tümü üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Van Milletvekili Sayın Hüseyin Çelik; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; vakıf üniversitelerinin kurulması ve bu konuda standartların belirlenmesiyle ilgili görüşlerimizi, birkaç gün önce, iki vakıf üniversitesinin kurulmasıyla ilgili müzakereler esnasında ortaya koymuştuk.

Bildiğiniz gibi, vakıf, sahip olunan taşınır ve taşınmaz malların, kamu hizmetinde kullanılmak üzere, çeşitli şekillerde tahsis edilerek kalıcılaştırılması esasına dayanır. Zaten, kelimenin Arapçadaki anlamı da "durdurma, sabit kılma"dır.

Osmanlı vakıflarına baktığımız zaman, bu özelliği ve amacı görürüz; fakat, son yıllarda, üzülerek belirtmeliyim ki, bazı vakıflar, kamuya mal ve hizmet sunmaktan çok, kamudan mal ve hizmet koparmak amacıyla kurulmuşlardır. Hangi alanda olursa olsun, vakıflar, mutlaka amme menfaatı, varlıklıların varlığını yoksulların ve dar gelirlilerin kullanımına sunma amaçlarına yönelik olmalıdır.

Sayın milletvekilleri, ülkemizde sıkça karşılaştığımız garip bir durum vardır. Önce uygulama ve icraat yapılır; sonra, arkasından, emrivaki şeklinde kanun gelir. Özel televizyonlar, yıllarca bu ülkede yayın yaptıktan sonra bunlarla ilgili kanun çıkarıldı. Bugün, yine böyle bir durumla karşı karşıyayız.

Bilindiği üzere, 3.4.1991 gün ve 3708 sayılı Yasayla, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa ilave edilen ek 18 inci madde, vakıf üniversitelerine, Hazine ve kamu tüzelkişiliklerine ait arazilerin tahsis edilebileceği hükmünü getiriyordu.

Bakanlar Kurulu, bu kanuna dayanarak, 1992 yılında, Rumelifeneri Köyü içerisinde bulunan 160 hektarlık devlet orman arazisini Koç Üniversitesine bedelsiz olarak tahsis etti. Halbuki, Orman Kanununun 17 nci maddesine göre, ancak bedel alınarak bu tahsis yapılabilirdi.

Geçici 18 inci madde, Anayasa Mahkemesinin 29.6.1992 tarihli kararıyla iptal edildi. Buna dayalı olarak, Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu, 11.8.1998 tarihli kararıyla, Koç Üniversitesine, Sarıyer ormanları içerisinde tahsis edilen arazide inşaat yapılmamasına ve dolayısıyla yürütmenin durdurulmasına oybirliğiyle karar vermiştir. Ayrıca, YÖK, Koç Üniversitesi ve Orman Bakanlığının karar düzeltme talepleri de, aynı kurulca reddedilmiştir.

Garip olan şu ki: Davanın görüldüğü Danıştay 6. ve 8. Daireleri, nihai karar vermek için, konuyu, bir türlü gündemlerine alıp görüşmemektedirler. Kamuoyunda, mahkemenin, şu anda görüşmekte olduğumuz yasanın çıkmasını beklediği şeklinde bir kanaat oluşmuştur. Bu ve benzeri durumlar, mahkemelerimizin saygınlığına da gölge düşürmektedir. Hukuk, herkes ve her tüzelkişilik için aynı hızda ve aynı prensipler muvacehesinde işlemek durumundadır.

Sayın milletvekilleri, bugün, burada, fiilî bir durumla karşı karşıyayız. Sarıyer ormanları içerisindeki ağaç bulunmayan bir boşluğa, Koç üniversitesi inşa edilmesi için, devlet tarafından bir arazi tahsis edilmiştir. Meclisimiz, bir komisyon kurarak, buradaki durumu incelemiştir. Gidip gelen arkadaşlarla görüştüm, rivayetler muhteliftir. Bazıları, burada, 350 000 ağacın katledildiğinden söz ediyorlar, bazıları bunun doğru olmadığını söylüyorlar. Ben, 350 000 ağacın katledildiği şeklindeki rivayetin doğru olmamasını temenni ederim.

Anayasa Mahkemesi kararları ve buna bağlı yargı kararlarından sonra, bugün, burada, bu yasayı çıkararak, bu fiilî duruma meşruiyet kazandırmaya çalışacağız. Yapılmak istenilen budur.

Nedense, ülkemizde, bizim fakir fukara vatandaşımız, başını koymak için, başını sokmak için bir gecekondu yapar, yirmi otuz yıl orada yaşar; ama, biz, devlet gücüyle, kanun gücüyle, onun evini başına yıkarız; ama, diğer taraftan, biraz önce sözünü ettiğim şekilde uygulamalar da, ne yazık ki ülkemizde oluyor; bu, son derece garip bir durumdur.

Değerli arkadaşlar, İstanbul'u fetheden Fatih Sultan Mehmet "ormanımda bir dal kesenin başını vururum" diyordu. Biz, Meclis olarak, bu tür gayri hukukî uygulamalara alet olmayarak, Fatih'in hassasiyetini sürdürebiliriz. Bakınız, Orman Mühendisleri Odası, milletvekillerine gönderdiği 15.12.1999 tarih ve 1131 sayılı yazıda, 1950-1991 yılları arasında, 26 milyon dekar ormanlık alanın yüzde 56'sının yasal düzenlemelerle yitirildiği, yani, ormanların, Parlamentoda çıkarılan yasalarla talan edildiği ifade edilmektedir. Bu ithamları haklı çıkarmamak için, biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak üzerimize düşeni yapmak durumundayız.

Sayın milletvekilleri, bu fiilî durum neye benziyor biliyor musunuz; hani, Anadolu'da bir delikanlı kız kaçırır, aradan bir süre geçer, sonra aileler bir emrivakiyle karşı karşıya kaldıklarını görüp nikâha razı olurlar ya; işte bugün burada böyle bir emrivakiyle karşı karşıyayız.

Mahkemelerin aleyhteki kararlarına rağmen, Koç Üniversitesi faaliyetine devam etmiş, üstüne üstlük, Sayın Cumhurbaşkanımız bu üniversitenin resmî açılışını yapmıştır. Sayın Cumhurbaşkanımızın açılış yapması, vaki olan ihlale meşruiyet kazandırmaz.

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Alışkındır o...

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Bu üniversitenin kalitesinden, iyi eğitim yaptığından hiçbir şüphemiz yoktur. Değerli işadalarımızın eğitim sektörüne el atmış olmalarını, bu alanda çok faydalı yatırımlara girişmiş olmalarını ve Sayın Cumhurbaşkanımızın da bunlarla yakından ilgilenmesini takdire şayan buluyoruz. Ne var ki, faydalı olmak ile hukukî olmak farklı şeylerdir. Bu üniversitemizin ilk kuruluş çalışmalarından beri, özellikle arazi tahsisi meselesinde, Koç Üniversitesi prosedüre uymamış, her kademede prosedür, Koç Üniversitesinin özel durumuna uydurulmuştur. Söz konusu orman arazisini Sarıyer Belediyesinden ayırıp Bahçeköy Belde Belediyesine bağlamadan tutun da, işin içinde bulunan Millî Eğitim, Orman, Bayındırlık, İmar ve İskân Bakanlıklarının yürüttüğü işlemlere varıncaya kadar hemen her adımda, söz konusu yaklaşım hâkim olmuştur.

Sayın milletvekilleri, eski Osmanlı şehirlerine bakınız; orman arazilerinde, verimli tarım arazilerinde yapılaşma göremezsiniz, yerleşim alanları, kamu binaları, daha çok yamaçlarda, kıraç arazilerdedir; buralar daha sonra yeşillendirilir, şenlendirilir. İşte, Bursa, Manisa, Kütahya vesaire... Bir de, bizim bugünkü uygulamamıza bakalım; şehirlerimizin en verimli ve merkezî arazilerine askerî binalar, çeşitli amaçlara hizmet eden kampuslar inşa etmişiz ve hâlâ da inşa etmekteyiz. Bu uygulama, şehircilik açısından da, rasyonellik açısından da doğru değildir.

Efendim, başta Cambridge ve Oxford olmak üzere, İngiltere'deki, Amerika Birleşik Devletlerindeki birçok üniversite şehri, aynı ismi taşıyan üniversitelerin buralarda inşa edilmesinden sonra ortaya çıkmışlardır; yani, bu üniversiteler, kuruldukları mekânların şehirleşmesine, mamur hale gelmesine sebep olmuşlardır.

Ülkemizde, özellikle taşra şehirlerindeki üniversite kampuslarının hemen hemen hepsi, başlangıçta çorak bir araziye kurulmuş, zamanla bu alanlar, yeşil ve mamur hale getirilmişlerdir. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Hacettepe hep böyle kuruldular. Devlet, kendi üniversitelerinden esirgediği -ki, doğrusu da budur- ormanlarını, orman arazilerini, daha sonra kirasını ödemeye başlamış olsa bile, bir holdingimize rahatlıkla tahsis edebilmiştir.

Birkaç gün önce, burada, bir vakıf üniversitesi olan Başkent Üniversitesini örnek verdim. Ankara'da kayalık, hatta çöplük olan bir alan, üstelik devlete kirası ödenerek mamur bir üniversite kampusuna dönüştürülebilmiştir. Kendisinden bu derecede fedakârlık yapan bir üniversiteye devlet ne kadar destek verirse yeridir ve buna bir itirazımız olamaz. Keşke bu anlayışla, kaliteyi koruyarak, ülkemizde onlarca vakıf üniversitesi kurulsa.

Sabancı Üniversitesine de aynı prosedürle arazi tahsis edilmiştir. Yalnız, Sabancı Üniversitesinin kurulduğu alanda yoğun ormanlık alandan söz edemeyiz; mevcut ağaçlar da sökülerek başka yerlere dikilmiştir. Keşke, aynı hassasiyeti Koç Üniversitesi de gösterseydi. Haddizatında, Koç Holdingin kurucusu Vehbi Koç'un yeşillik, ağaç konusunda son derece hassas olduğunu biliyoruz sayın milletvekilleri.

Bakınız, 1994 yılında Gelibolu'daki Millî Park şehitlik alanı yanınca, Koç, o günkü parayla 12 milyar lirayı bu bölgenin yeniden ağaçlandırılması için tahsis etmiştir. Bu olaya, o zamanki Orman Bakanımız Sayın Hasan Ekinci Bey şahittir. Sayın baba Koç'un göstermiş olduğu bu hassasiyeti ve duyarlılığı, umarız ki, oğul ve torun Koçlar da aynen göstersinler.

Kendilerine orman arazisi tahsis edilmiş başka vakıf üniversiteleri de mevcuttur. Yalnız, hiçbirinde durum, Koç Üniversitesindeki gibi vahamet boyutunda değildir.

Sayın milletvekilleri, ülkemizde irili ufaklı birkaç Avrupa ülkesinin nüfusu kadar okul çağında çocuğumuz, gencimiz vardır. Devletin bugünkü bütçeyle, bugünkü bütçe kaynaklarıyla, gerçekten herkese çağdaş eğitim vermesi mümkün değildir. Sadece yükseköğretimde değil, ilk ve ortaöğretimde de özel ve vakıf okullarının teşvik edilmesi kaçınılmazdır; ama, yağmaya, bazılarına imtiyazlar sağlamaya sonuna kadar hayır. Ayrıca, hilei şeriyyeye de gerek yok. Bize özel üniversiteler gerekiyorsa, gerekli yasal düzenlemeleri yaparak buna imkân hazırlayabiliriz; bu yetki, Yüce Meclise aittir. Bunlara vakıf üniversitesi adı verip özel üniversite gibi çalıştırmak, bence hilei şeriyyedir. Vakıflar, başta da belirttiğimiz gibi, sosyal amaçlı olmalı ve öncelikle fakir fukaraya hizmet etmeli. Ama, nedense, bizim vakıf üniversitelerimizin büyük bir kısmı, büyük çapta zenginlere, hali vakti yerinde olanlara hizmet etmektedir.

Değerli arkadaşlar, devletin vakıf üniversitelerine arazi tahsis etmesine asla karşı değiliz. Eğitim sektörünün, tıpkı sanayi kuruluşları gibi devletten yardım görmesine sonuna kadar destek oluruz; ama, hukukî çerçeve içerisinde kalmak ve kişiye özel muamele yapmamak, yaptırmamak şartıyla.

Bu kanun tasarısında vakıf üniversitelerinin mütevelli heyetlerinin nasıl teşekkül ettirileceği ve diğer bazı teferruat, işin sadece kılıfıdır. Burada can alıcı nokta, ek 1 inci maddedir.

Yüce Meclis, kural olarak her alanda kanun çıkarabilir. Yine, prensip olarak, Meclis iradesini sınırlayacak bir engel yoktur; ancak, kanunlar, Anayasaya uygun olmak zorundadır. Türk mahkemelerinin ve Anayasa Mahkemesinin kararları, yasa denen metinlerle söndürülemez.

Şu anda iktidar çoğunluğu, örtülü gerekçelerle, Anayasa Mahkemesinin kararlarını ve buna bağlı yargı kararlarını etkisiz kılma girişimi içerisindedir. Gün ışığında yasama, perdenin arkasını milletten gizlemeyen yasamadır. Eğer bu kanun, belli bir şahsın veya grubun Anayasaya aykırı menfaatını meşrulaştırma amacını taşıyorsa, bunun için kalkacak parmaklar, millet menfaatının aleyhinde kalkmış parmaklar olacaktır.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 9, 138 ve 11 inci maddelerini bir kez daha okumanızı öneriyorum. Bu ülkede, bazı güç sahiplerine sağlanan kolaylıklar, hatta imtiyazlar, idealist insanlar söz konusu oldu mu, nedense, zorluklara, engellemelere dönüşür. Hepimiz bunun farkında değil miyiz.

Değerli milletvekilleri, daha önceki bir konuşmam esnasında da belirtmiştim; dünyada, Amerika Birleşik Devletlerinde üniversitelerin yüzde 70'i vakıf üniversiteleridir. Kore'de özel ve vakıf üniversitelerinin ülkedeki bütün üniversiteler içerisindeki oranı yüzde 78'dir. Bizde bu oran son derece düşüktür, özellikle öğrenci bazında son derece düşüktür; daha 1,9 mertebesindedir.

Biz, Doğru Yol Partisi olarak, Türkiye'deki sermaye sahiplerinin kaynaklarını eğitime ayırmalarını diliyoruz, istiyoruz ve destekliyoruz. Ancak, vakıf üniversitelerini de destekliyoruz. Yasal prosedür hazırlanmak kaydıyla, özel üniversitelerin kurulması gerektiğini de söylüyoruz ve böyle bir tasarı geldiği zaman, buna da sıcak bakıyoruz; ancak, başta da belirttiğimiz gibi, bu, kişiye özel muamele şeklinde asla olmamalıdır; önce fiilî durum yaratılıp, ardından, bunu meşrulaştıracak yasalar yapmak şeklinde olmamalıdır.

Bildiğiniz gibi, geçmiş yıllarda Bezmiâlem Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurmak için yapılan girişimlerin, her seferinde ne tür engellemelerle karşılaştığı hepinizin malumudur. Malumunuz, Bezmiâlem Valide Sultan, Sultan Abdülmecid'in annesi. Onun kurmuş olduğu vakıf. Prof. Dr. Şaban Karataş Hoca, uzun yıllar, âdeta kendini bu işe kilitledi, bunun için çok gayret gösterdi; ama, her seferinde bir engelle karşılaştı ve bu üniversiteyi bir türlü kuramadı. Ardından, yine bir isim değişikliğiyle, vakıf Gureba Üniversitesi kurulması teşebbüsü başladı; ama, bu da gerçekleşmedi. Bunların niçin gerçekleşmediğini hiç merak ettiniz mi?

Değerli arkadaşlarım, hukukun şahsîleşmesi, kişilerin özel durumlarına uyar hale getirilmesi, kendi başına bir hukuk katliamıdır. Bunu tekrar ediyorum, hukukun şahsîleşmesi, kişilerin özel durumlarına uyar hale getirilmesi, kendi başına bir hukuk katliamıdır.

Bu gerekçelerden dolayı, bugün Yüce Meclisin önüne getirilmiş olan bu tasarının çok ciddî bir revizyona ihtiyacı olduğunu bir kez daha hatırlatır; Yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlarım efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Çelik, teşekkür ederim efendim.

Şimdi söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Sait Gönen'de.

Sayın Gönen, buyurun.

Süreniz 20 dakika.

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA SAİT GÖNEN (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısıyla ilgili olarak, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Değerli üyeler, öncelikle, üniversitelerimizin ve yükseköğretim kurumunun tarihsel sürecine bir göz atalım:

Türkiye topraklarında ve bize ait olan yükseköğretimin başlangıcını, Selçuklulara kadar götürmede herhangi bir yanlışlık veya abartma yoktur diye düşünüyorum; çünkü, Selçukluların yükseköğretimi, o günün Avrupasındaki yükseköğretimle aynı nitelikteydi. Türk uygarlığı da, özellikle 9 uncu Yüzyıldan beri Akdeniz çevresi uygarlığının bir tipini oluşturuyordu. Selçuklu-İran-Arap dünyasında yükseköğretimde Calinos, Bukret, Eflatun, Aristo, İbni Sina, Razi'den söz edilirken, Batı dünyasında aynı isimler, Galenos, Hippokrat, Platon, Aristotales, Avicenna, Rhazes şeklinde anılıyordu. Henüz ayakta olan Endülüs medeniyeti, dört beş yüzyıldan beri Batı'nın aydınlanmasına katkılar yapıyordu. Osmanlılarda da yükseköğretim, aralıksız olarak 20 nci Yüzyıla kadar devam etti.

Bütün bu söylediklerimizden, bizde üniversitelerin tarihi Selçuklulardan başlar anlamı çıkmaz. Medreseler, ilk, orta ve yükseköğrenim düzeyleri olan kuruluşlardır; fakat, bugünkü üniversiteler medreselerin devamı olmadığına göre, tarihsel gelişimi şu şekilde özetleyebiliriz:

Bizde yükseköğrenim, kesintisiz olarak, Selçuklulardan beri süregelmiştir; fakat, üniversite görünümündeki kuruluşlar, 19 uncu Asrın ilk yarısında kurulan ve henüz fakülte sayılamayacak tıp mektebi -kuruluş tarihi 1827- ve yine, 19 uncu Yüzyılda kurulan diğer yüksekokullardır. Bu kuruluşlar bile, darülfünun, yani üniversite çatısı altında birleşmek için 1909 yılını beklemişlerdir; ancak 1909'da, fakültelerin oluşturduğu bir İstanbul darülfünunu ortaya çıkmıştır.

Darülfünun, 1924'te ve 1933 yıllarında olmak üzere iki rötuş görücek ve özellikle 1933 yılında Atatürk devri üniversite reformuyla yeniden kurulma derecesinde değişimler geçirerek üniversite adını alacaktır. Buna göre, yükseköğretimle ilgili sorunlar 1071'de başlamışken, üniversite sorunları 1827'de başlamıştır diyebiliriz.

1945'e kadar İstanbul Üniversitesinde merkeziyetçi yönetim uygulanmış, 1946 yılında bilimsel ve idarî özerklik tanınmıştır. 1960'tan sonra üniversite özerkliğinin alanı daha fazla genişletilmiştir. 1973'te tekrar bir merkezî kontrol sistemi gerekli görülerek, 1750 sayılı Kanunla, Yüksek Öğretim Kurulu adıyla devlet denetimi ve gözetimi getirilmiştir. 1973-1980 arasında geçen devrede, Yüksek Öğretim Kurulu, gerek öğretim üyeleri gerekse kamuoyu tarafından, günümüzdeki kadar eleştiri almamış ve bu denetim, tabiî karşılanmıştır. 1973-1980 arasında, Türkiye'de yaşanan huzursuzluklarda, 1750 sayılı Kanunun hiçbir rolü olmadığı o sırada da bilindiği halde, 1981'de kabul edilen günümüz kanununa gerekçe olarak dönemin huzursuzluğu gösterilmek istenmiştir.

1750 sayılı Kanunda yer alan Yüksek Öğretim Kurulu, faydalı ve olması gereken bir kuruluş olarak devam etmelidir. Üniversitelerin, özellikle malî ve idarî denetimi, Yüksek Öğretim Kurulu tarafından gerçekleştirilmeli; Yüksek Öğretim Kurulu, icradan çok, denetim makamı olmalıdır. Herhangi bir üniversite öğretim üyesinin istifaya zorlanması ve görevine son verilmesi, Yüksek Öğretim Kurulunun yetkileri arasında olmamalıdır. Üniversiteler, daha huzurlu, daha bilimsel ve daha özerk çalışma ortamlarına, acilen kavuşturulmalıdır.

1981'den sonra kaydedilen olumlu gelişmeler, 2547 sayılı Yasanın başarısı değil, Türkiye'nin gelişmesinin üniversitelere yansımasından ibarettir. Onun için, tekrar ifade ediyoruz ki, başta Yüksek Öğretim Kurulu olmak üzere, ilgili bütün kuruluşların yeniden yapılandırılması ve çok yönlü bir insan gücü planlamasının hayata geçirilmesi gerekmektedir.

Gençlerimizi üniversite kapılarında bekletmenin, asıl öğrenmek istedikleri alanın ya da yeteneklerinin dışında tercihlere zorlamanın yol açtığı sorunlar bellidir. Üniversite gibi bir kurumu tepeden yönetmeye kalkanlar, taban kaybetme korkusu içinde bir yandan parsa dağıtma endişesiyle keyfîliğe savrulurken, diğer yandan da kendilerine bazı siyasal ya da başka dayanaklar arama basiretsizliğine sürüklenirler.

Üniversite, adına yakışır şekilde üniversal işlerini görecekse, tüm dış ve iç baskılardan arınmış, sırtını hiçbir yere dayamayan, gücünü kendinden alan bir kurum olmalıdır. Bu nedenle, bilimsel özgürlük ve bunun vazgeçilmez şartı olan idarî özerklik, üniversitelerin koruması gereken temel ilkelerdir.

Devlet üniversitelerinin bugünkü sıkıntıları, bu söylediklerimizle de, maalesef bitmiyor; öğretim elemanlarının yaşam standardının giderek bozulması, sıkışık özlük hakları ve daha yığınla sorunu bunlara ilave etmek gerekir.

Sayın üyeler, şimdi, gelelim vakıf üniversitelerine: Yeni bir milenyuma girerken, Avrupa Birliğine aday ülke statüsündeki bir Türkiye, elbette eğitimde kaliteyi yakalamak zorundadır. Bugün, Batı'daki örnekleri incelersek, en az sayıda özel ve vakıf üniversitesi, bizim ülkemizde mevcuttur. Mesela, Amerika Birleşik Devletlerinde vakıf üniversitesinin toplam içerisindeki oranı yüzde 70, Avrupa ülkelerinde yüzde 20'nin üzerindeyken, Türkiye'de yüzde 2-3'tür.

Kaliteyi yakalamak zorundayız dedik; evet, kalite, bir çağdaşlaşma sorunudur; toplumun, tüm müesseseleriyle, siyasî, sosyal ve ekonomik yapılarıyla dönüşmesi sorunudur. Geleneksel kültür yapılarının pekala çağdaş mucizelere dönüştüğünü gösteren Japon örneğini, Türkiye, kendine özgü kültürel değerleriyle pekala bir Türk mucizesine dönüştürebilir.

Kaliteyi, sadece bir üretim ve yönetim modeli olarak değil, Türkiye'nin tüm kurumlarıyla çağdaşlaşması ve etkin küresel rekabete açılması açısından çok değerli bir altın anahtar olarak algılamak gerektiğini düşünüyorum. Bunun gerçekleşmesi için de, insanların eğitime daha fazla değer vermeleri gerekir. Bu değerin verildiğini bazı özel ve vakıf üniversitelerinde görmek, geleceğe yönelik ümitlerimizi artırıyor; ancak, burada gözardı etmememiz gereken bir gerçek, üniversitelerin ticarîleştirilmeleridir. Üniversitelerin ticarîleştirilmeleri ve bu arada, giderek yaygınlaşan vakıf üniversiteleri -sayıları şu anda 20'ye ulaştı- toplumda, gelir ya da devletin yeterli kaynağının bulunmaması gibi iddialarla geçiştirilemez ve savunulamaz. Burada, bilimsel çalışmaların, piyasa ve sermaye denetimine sokulması mantığının da olabileceği düşünülmelidir.

Herhangi bir eğitim vakfı, ancak devlet üniversitelerine yurt sağlıyorsa, burslu öğrenci gönderiyorsa, kitap ve laboratuvar malzemesi sağlıyorsa kamu yararına sayılmalıdır. Herhangi bir vakıf, kendi üniversitesini kurmuş ve öğrencilerden devlet üniversitelerinde alınan harç ücretinin çok üzerinde ücret alıyorsa, bu, bir vakıf değil, özel ve ticarî amaçlı kuruluştur.

Böyle kuruluşlara devlet yardımı yapılmasının mantıkî temeli de yoktur. Devletin, kendi kuruluşlarına yardım etmek yerine, daha düşük puanlı öğrencilerin malî güçlerine dayanarak girdiği ve bir kısmının kendisini elit saymaya hemen başladığı kuruluşlara yardım etmesi mantığı, anlaşılmayan bir davranıştır. Yapılan devlet desteği, bazı kesimlerin iştahını kabartmamalı ve belki, destek karşılığı, özel ve vakıf üniversitelerini ülkenin bilgi toplumuna geçişine katkı sağlayıcı şekilde yönlendirme ve özendirme özelliği taşımalıdır.

Bu bakımdan, ilgili kanundaki tapu tahsisinin kullanım hakkı tahsisine dönüştürülmesini olumlu buluyoruz. Amaçlara uygun olarak kullanılmaması veya öngörülen koşulların yerine getirilmemesi halinde, tahsis konusu taşınmaz malların müştemilatıyla birlikte Hazineye devrini de olumlu buluyoruz.

Ayrıca, Plan ve Bütçe Komisyonunda ilave edilen, bugüne kadar kendilerine arazi tahsisi yapılan vakıfların, Orman Bakanlığının göstereceği arazide tahsis edilen alan kadar bir bölümün tahsisten itibaren en geç beş yıl içinde ağaçlandırılması ve ilk beş yıl bakım giderlerinin üstlenilmesini de olumlu buluyoruz. Ayrıca, Yüce Meclisin değerli milletvekillerinin verdiği bir önergeden haberimiz oldu, bu alanın 2 katına çıkarılmasını -Meclisin kabul etmesi halinde- daha da olumlu buluyoruz.

Ve diyoruz ki, çok geniş imkânlara sahip özel ve vakıf üniversiteleri, kendilerine hedef olarak çok zor şartlar altında, büyük özverilerle bilimsel çalışma yapan devlet üniversitelerini değil, belki Avrupa ve Amerika Birleşik Devletlerindeki benzer üniversitelerle yarışmayı seçmelidirler. Bizleri de yetiştiren ve topluma kazandıran devlet üniversitelerimizin ise, en kısa zamanda, toplumun gelişmesine, çağdaşlaşmasına ve bilgi toplumu aşamasına ulaşmasına yön ve güç katacak şekilde yeniden yapılanması gerektiği kanaatimi bir kez daha belirtirim.

Evet, 2000 yılına doğru dönüşürken, toplumun, bir rönesans gibi, yeniden uyanışına tanıklık etmeye başladığımız bu günlerde, bu toplumun hayat standardı kaliteli olmalıdır, bu toplum çağdaş olmalıdır, bu toplum yapısal reformlarını gerçekleştirerek kendini çağa hazırlamalıdır ve toplumun tüm dinamikleri, bir atakla, yeni milenyuma, çocuklarına bulanık dere suyu değil, portakal suyu içiren çağdaş bir toplum olarak girmelidir. Bunun da yolu, bizi biz yapan sosyal ve kültürel dokumuzu muhafaza ederken, aynı zamanda, çağın değerleri olan eğitim, esneklik, hızlı kalkınma, sosyal standartların yükseltilmesi ve nihayet, siyasî yapıların çağdaşlaştırılması gibi temel verilerdir diyor ve bunların yolunun bilgi toplumu olmaktan geçtiğini hatırlatıyor, Yüksek Heyetinize saygılar sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gönen.

Şimdi söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Nazlı Ilıcak'ta.

Sayın Nazlı Ilıcak, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 294 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının geneli üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Peşinen şunu söylemeyi arzu ediyoruz: Biz, vakıf üniversitelerine yardım edilmesine karşı değiliz. Hür teşebbüse inanıyoruz; ama, hukukun üstünlüğüne de inanıyoruz. Her olay, kanunlara uygun ve şeffaf bir biçimde gerçekleşmeli, cereyan etmeli.

Maalesef, bütün bu tartışma, aslında, Koç Üniversitesine tahsis edilen Mavramoloz ormanı yüzünden çıkmıştır ve şimdi şunu sormak istiyorum: Acaba neden alelacele bu tasarı önümüze geldi?

Hukukî prosedürü hatırlatmakta yarar görüyorum: Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu, 18 Aralık 1998'de, Koç Üniversitesine arazi tahsisinin iki sebepten dolayı iptal edilmesi gerektiğini söylemişti. Bir tanesi "bu bir orman arazisidir, dolayısıyla, bedeli karşılığı tahsis yapılması gerekir; çünkü Orman Kanununun 17 nci maddesine göre, orman arazileri ancak bedeli karşılığı tahsis edilebilir." Fakat, maalesef, 1992'de Bakanlar Kurulu, orman arazisi olmasına rağmen bu tahsisi bedelsiz olarak gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla, Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulunun itirazının 1 inci maddesi, bedelsiz tahsise idi.

Hemen şunu söyleyeyim: Koç Üniversitesi buna uyum sağladı ve Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulunun kararına uymak için bir yıllık bedel olarak 354 milyar lira ödedi.

Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulunun ikinci itirazı şuydu; bu çok önemli bir itirazdı: "Tahsisin dayanağı kalmadı; çünkü, Anayasa Mahkemesi, tahsise imkân veren Yükseköğretim Kanununun 18 inci ek maddesini iptal etti."

Bunun üzerine konu, Danıştay 6. ve 8. Daireleri Ortak Kurulunun önüne geldi. Bu ortak kurul, Anayasa Mahkemesinin kanunu iptal ettiği gerekçesiyle Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulunun kararına uyma eğilimi gösteriyor. İşte, şimdi biz bu kanunu çıkaramazsak, bu tahsis iptal edilecek; o yüzden alelacele 294 sıra sayılı kanun tasarısı önümüze gelmiştir. O yüzden, biz aramızda konuşurken, burada başka milletvekilleri de "Koç kanunu" diye bahsediyor bu kanun tasarısından. Şimdi, üstelik, bu kanun tasarısı, doğrudan doğruya Plan ve Bütçe Komisyonuna geldi; oysa, buna benzer bir maddeyi Anayasa Mahkemesi iptal etmişti. Dolayısıyla, bu kanun tasarısının daha önce Anayasa Komisyonunun görüşü alındıktan sonra, Plan-Bütçe'ye gelmesi gerekirdi; fakat, aceleden bu da yapılmadı.

Bir başka hususun üzerine dikkatlerinize çekmek istiyorum: Plan ve Bütçe Komisyonunda altkomisyon oluşturulmadan önce, hükümetin bize getirdiği şekliyle, tasarıda "orman arazisinin bedelsiz tahsis edilmesi" hususu vardı; ama, altkomisyon bu bedelsiz tahsisi "bedelli tahsis" haline getirdi.

Değerli arkadaşlar, bu, işin sadece bir cephesi. Yani "Altıncı ve Sekizinci Daireler Ortak Kurulunun önünde bekleyen bir mesele var; aman, bu kanunu ona yetiştirelim ki, tahsis iptal edilmesin" ama, birçok hukuksuzluk yapılarak buraya gelinmiştir. Şimdi, ben, tekrar etmek istiyorum: Biz, vakıf üniversitelerine yardım edilmesinin karşısında değiliz; ama, hukuksuzluk yapanların yanında kâr bırakılmasına karşıyız. Mavramoloz Ormanını çalan kılıfını hazırlamakta.

İlk günden beri hukuka aykırılık var; bunu şimdi sizlere arz etmeye çalışacağım: Koç Üniversitesine tahsis edilen Mavramolos Ormanı 1/50 000 ölçekli İstanbul Metropoliten Alan Nâzım Planında orman alanıydı; 1/25 000 ölçekli Sarıyer İlçesi Çevre Düzeni Nâzım Planında orman alanıydı, devlet ormanıydı; 24.3.1994 onay tarihli 1/50 000 ölçekli İstanbul Büyükşehir Belediyesi Nâzım Planında da orman alanıydı ve 1992'de Bakanlar Kurulu, bu ormanı Koç Üniversitesine tahsis ederken, burada imar izni yoktu. Koç Üniversitesi imar izni almaya çalıştı; nâzım plan değişikliği için Büyükşehir Belediyesine müracaat etti; amacına ulaşamayınca, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına müracaat etti ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, Kanununun 9 uncu maddesine dayanarak, bakanlık tarafından bu plan tadilini, 1996 yılında resen onadı. Yalnız, bu Bayındırlık ve İskân Bakanlığının değişik tarihlerde değişik kararlar verdiğini birazdan sizlere anlatacağım efendim.

Demek, birinci hukuksuzluk, orman arazisinin bedelsiz tahsis edilmesiydi; bu hukuksuzluk, kısmen, Koç Üniversitesinin bedel ödemesiyle giderildi ama, asıl önemli hukuksuzluk, Bayındırlık Bakanlığının devreye girmesiyle başgösterdi. 1994 yılında ilk müracaat yapılınca Koç tarafından, o dönem Cumhuriyet Halk Partili bir bakan vardı bu görevde ve bu talebi reddetti; "benim bu planı resen onama hakkım yok. Neden yok; çünkü, bir kamu hizmeti olması yeterli değildir; ancak, bir resmî tesis söz konusuysa, ben, plan tadilini resen onayabilirim" dedi ve 1994 yılında Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bu planı resen onamayı reddetti. 1996 yılında Anayol Hükümeti kuruldu; ANAP'lı bakan, bu orman arazisini imara açtı, resen onadı. 1997 yılında Fazilet Partili Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Cevat Ayhan göreve geldi, resen plan tadilini iptal etti. Sonra, Refahyol Hükümeti yıkıldı ve bakın, hemen iki şey yapıldı; biz "kimi, olaydan vazife çıkarıyor, kimi de, yolsuzluk çıkarıyor"diyoruz ya; iki şey yapıldı Refah Yol Hükümeti yıkılır yıkılmaz değerli arkadaşlar; Koç Üniversitesinin içerisinde bulunduğu bölge, büyükşehir belediyesinin denetimine son vermek amacıyla, Sarıyer Belediyesi mücavir alanından çıkarıldı ve Bahçeköy Belde Belediyesine bağlandı. Aynı tarihte Bahçeköy Belde Belediyesinin Doğru Yollu Başkanı, Anavatan Partisine transfer edildi; bu bir. İkincisi; Anasol-D'nin ANAP'lı Bayındırlık Bakanı, Fazilet Partili Cevat Ayhan tarafından iptal edilen plan değişikliğini, yeniden resen onadı, tarih 22.8.1997. Yani, görüldüğü gibi, irtica gerekçesiyle, Refahyol alelacele yıkılmıştır; ama, bundan kimlerin, hangi grupların fayda sağladığı, Mavramoloz Ormanının tahsisiyle ve orada yapılan resen plan tadiliyle ortadadır.

Peki, aynı Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, aynı kanun orta yerde dururken, nasıl oluyor ki, farklı farklı, dört kere karar değiştiriliyor?! 1994'te CHP'li Bakan "hayır" diyor, 1996'da ANAP'lı Bakan "evet" diyor, 1997'de Faziletli Bakan "hayır" diyor, yine, 1997'de ANAP'lı Bakan "evet" diyor.

Değerli milletvekilleri, burada, ben, Koç Üniversitesi ile Sabancı Üniversitesi arasındaki bir temel farka temas etmek istiyorum. Sabancı Üniversitesi de bir orman arazisinde yapılmış gibi görünmekle birlikte, gerçekten orman vasfını kaybetmiş bir arazi üzerinde inşa edilmiştir. Oysa, Koç Üniversitesi, Boğaz manzaralı, fevkalade muhteşem bir ormanın içerisinde, birkısım ağaçlar kesilerek inşa edilmiştir maalesef. Burada, bir irade dayatması olmuştur; ben yaptım oldu meselesi ortaya çıkmıştır.

Şimdi, ben, şunu sormak istiyorum; yine, basına birazcık lafı gönderme yapmak istiyorum. Milletvekilleri, bir daha seçilmedikleri takdirde ve iş bulamadıkları takdirde, 360 milyon liralık temsil tazminatı alacaklar; bundan dolayı basında kıyamet kopuyor; ama, aynı basın, bu orman yağması karşısında sessiz kalıyor. (FP ve MHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, Koç Üniversitesine, sadece orman tahsisiyle yetinilmedi; aynı zamanda, Avrupa Konseyi Sosyal Fonundan alınan milyonlarca dolar, Türk Lirasına çevrilmek suretiyle ve sadece yüzde 7,5 faizle vakıf üniversitelerine -3 vakıf üniversitesine- bu arada Koç Üniversitesine de verildi. Evet, bu 360 milyon lira için kıyameti koparan basın, bu konuda da suskun kalmaktadır.

Şimdi, bir başka hukuksuzluğa daha temas etmek istiyorum: 1995 yılında, Mavramoloz Ormanının bulunduğu alan, 3 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından doğal SİT alanı ilan edilmişti. Sonra, Koruma Kurulu, 1996'da "üzerinde yeşil doku bulunmayan ve orman bölge müdürlüğünce ağaçlandırılması öngörülmeyen açıklık alan, üçüncü derecede doğal SİT alanına dönüştürülmüştür" kararını verdi. Yani, buraya inşaat izni verdi, burada bir çıplak alan var dedi.

Şimdi, ben, bu çıplak alanı göstermek ve bu çıplak alanın ne manaya geldiğini izah etmek istiyorum: Ormanın ortası, acaba neden açık?

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Kafası kel...

AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) – Hayır, bunun sebebini bilirkişi raporundan öğreniyoruz.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – İlaç dökmüşler...

AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) – Ormanda yangın çıkma ihtimali üzerinde duran bilirkişi raporundan önce imzaları okuyacağım; çok önemli kişiler, profesörler, ormanda yangın tehlikesine işaret etmişlerdir: Prof. Dr. Cemal Ata, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Orman Fakültesi; Prof. Dr. Sevgi Aktüre, ODTÜ Mimarlık Fakültesi; Prof. Dr. Rahim Arşin, Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fakültesi üyelerinden.

Şimdi, şöyle diyorlar raporlarında bu değerli bilimadamları: "Koç Üniversitesinin eğitim ve kampus tesisleri, yangın emniyet şeritlerinin genişletilmesiyle elde edilen alana oturmaktadır."

Yani, bu gördüğümüz çıplak alan neden ormanın içerisinde çıplak diye düşündüğümüzde; bu, yangın önleme şeritleridir. Bunu, değerli bilimadamları belirtmektedir. "Bu da, yangın tehlikesini artırır mahiyettedir" diyor bilimadamları. "Koç Üniversitesi, bu şeritler genişletilmek suretiyle elde edilen alana inşa edilmiştir." Bilirkişi bu tespiti yaptıktan sonra, raporuna şunları ilave ediyor: "Her tarafı ormanlarla çevrili bir yerde üniversite kurulmamalıdır. Sadece, binalar yanmakla kalmaz, aynı zamanda, öğrenciler de yanar."

Bakın, bir zamanlar, depremle ilgili burada uyarılar yapıldığı vakit, buradaki bazı milletvekilleri veyahut komisyondaki bazı üyeler buna sessiz kaldılar, yan kulakla bu uyarıları dinlediler; ama, sonra, Türkiye'de ne oldu?!. Tekrar ediyorum "sadece, binalar yanmakla kalmaz, aynı zamanda, öğrenciler de yanar." Ormanın bitki örtüsünü oluşturan monteri çamı, fıstık ve karaçam, yangına birinci derecede hassastır. Zaten, yangın şeritleri bu yüzden tesis edilmiştir. Koç Üniversitesinin yangın emniyet şeritlerinin genişletilmesiyle elde edilen alana oturması, yangın tehlikesini daha da artırmaktadır.

Değerli arkadaşlar, biz, burada ne sermaye düşmanlığı yapıyoruz ne de vakıf üniversitelerine karşıyız. Sadece, hukuk devletini savunuyoruz, sadece hukukun üstünlüğünü savunuyoruz. Ortaya çok güzel bir eser çıkmış olabilir; ama, o dönemde, Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan, Koç'a orman olmayan herhangi bir araziyi tahsis edebileceğini söylemişti, Mavramoloz Ormanının imara kapalı olduğunu belirtmişti; ama, maalesef, Koç'u ikna etmek mümkün olmadı. Koç Üniversitesi, Mavramolos'da diretti; çünkü, onlar da şunu biliyorlardı ki, Türkiye'de hukukun üstünlüğü değil, maalesef, üstünün hukuku geçerlidir. Bizim itirazımız bunadır.

Şimdi, elbette, güzel bir eser meydana çıktı. Arkadaşlarımız gitti, bu güzel eseri gördüler, memnuniyetlerini dile getirdiler; ama, güzel bir esere, hukuka uygun bir yol takip edilerek ulaşılsaydı, daha iyi olmaz mıydı? Güzel diye, yani, sonuç güzel diye yapılan hukuksuzluğa göz mü yumacağız? Mesela, ben hep şu örneği veriyorum: Birisi Sayın Cumhurbaşkanımıza, Allah korusun, bir suikast tertip etse ve onun yerine Clinton gibi çok yakışıklı bir Cumhurbaşkanımız olsa, üstelik dürüst bir Cumhurbaşkanımız olsa, şaibe taşımayan bir Cumhurbaşkanımız olsa, netice güzel, eser güzel diye sevinecek miyiz, yoksa, bu cinayetin takipçisi mi olacağız? Yani, Mavramolos hırsızlığına kılıf girdirmeye yardımcı olmamalıyız. Parlamento itibar mücadelesi verirken, büyük sermayeye de karşı çıkmalı.

Bakın değerli arkadaşlar, belki, kanun tasarısı metninden orman tahsisini çıkarabilirsek, diğer arazilerin tahsisi söz konusu olursa, o zaman sakıncalar ortadan kalkabilecektir.

Biz, orman köylüsü birkaç ağaç keserse, onları hapse atıyoruz, affedilmelerine izin vermiyoruz. Şu hale bakın, o yangın önleme şeritleri genişletilmek suretiyle buraya üniversite inşa edilmiştir; size de göstereyim.

Yani, orman köylüsünün kestiği iki çalının takibini yapanlar, Koç Üniversitesini, acaba bu ayrıcalıktan yararlandıracaklar mı değerli arkadaşlar?

Ben, bir şiirle sözümü tamamlamak istiyorum:

"Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efraz

Birkaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir"

İşte, üzüntüyle bunu ifade ettikten sonra, huzurlarınızdan ayrılıyorum. İnşallah, bu tasarı ormanla ilgili maddesi çıkarılarak kanunlaşır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ilıcak.

Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.

Şahsı adına, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan.

NECDET TEKİN (Kırklareli) – Gruplar adına var.

BAŞKAN – Var mı efendim?.. Göndermediniz efendim.

NECDET TEKİN (Kırklareli) – DSP Grubu adına... Gönderdik...

BAŞKAN – Pardon efendim.

Geçtik; ama, buyurun hocam.

HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Geçti, geçti...

BAŞKAN – Yok efendim, "geçti, geçti" olmaz. Grup Başkanvekilleri göndermemiş de ondan...

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA NECDET TEKİN (Kırklareli) – Sayın Başkan, çok teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Komisyonun Başkanı olarak ve diğer partilerden -5 partiden- arkadaşlarımızla beraber bu üniversiteleri görmeye gittik. Görmüş olduğumuz üniversitelerden -çok kısa olarak, zamanı çok az kullanmak için söylüyorum- önce Koç Üniversitesinden başlamak istiyorum: Orman alanı olarak 2 500 dönüm tahsis edilmiş; fakat, Koç Üniversitesi 250 dönüm kullanmış. Orman talanı diye üzerinde durmuş oldukları şey, sadece 24 dönümdür ve son derece çağdaş bir üniversite yaratılmaya çalışılmıştır.

Sayın Ilıcak, bu vakıf üniversitesinin son derece çağdaş olduğunu söyledi; doğru. Gerek Koç gerekse Sabancı Üniversiteleri, Harvard gibi, Yale gibi son derece çağdaş üniversiteler yaratmak için -bizim görebildiğimiz- birbirleriyle yarışır haldedir. Sayın Ilıcak şunu söylemedi: Bu üniversiteye giderken, bir Uyum Sitesi var, o da Mavramolos Ormanlarını tahrip etmiş durumda, şu anda harabe ve hemen onun sağ tarafında da, çeşitli isimlerde belediye konutları var; onları söylemedi.

Biz, herkesi tatmin edecek şekilde, birtakım reel kuralları getirmek zorundaydık ve reel kuralları da getirdiğimize inanıyoruz. Parasız; yani, bilâbedel devredilen orman arazilerini, Bakanlar Kurulunun kararına bıraktık. Orada, kestikleri her bir ağaç için biz, Plan ve Bütçe Komisyonu olarak bir katını uygun görmüştük; ama, arkadaşlarımız önerge vermişler, kim verdiyse çok teşekkür ederiz, aynı yerde veya başka bir yerde iki kat ağaçlandırmayı uygun gördük.

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Başka yerde niye yapmamış da Sarıyer Ormanında yapmış?

NECDET TEKİN (Devamla) – Sabancı Üniversitesine gelince: Türkiye'nin yüzakı -Koç da Sabancı da- olacak şekilde donatılmış, son derece çağdaş bir üniversite oluşturulmuş. Bu üniversitenin üç tarafı gecekondularla çevrili vaziyette. Bir tarafı da deri sitesiyle çevrili durumda. Eğer, bir yıl daha verilmemiş olsaydı, korkarım ki burası, tamamen gecekondulaşmış olacaktı...

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Gecekondu olsun, daha iyi; vatandaş oturuyor.

NECDET TEKİN (Devamla) – Sevgili arkadaşım, "daha iyi" diyen arkadaşım, Sayın Sait Açba'ya sorunuz... Sayın Sait Açba, hep beraber bizimle geldi ve...

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayın efendim...

NECDET TEKİN (Devamla) – Karşılıklı konuşmamaya çalışıyorum...

BAŞKAN - Size demiyorum efendim, size laf atanlara diyorum.

NECDET TEKİN (Devamla) – Şimdi, bu parsellerde, bir kere, mutlaka ve mutlaka Bakanlar Kurulunun kararı gerekli ve Bakanlar Kurulunun parafı gerekli.

Orman talanı, burada olmamış bir olay; 24,5 dönüm, 250 dönümden. 2 500 dönüm tahsis edilmiş, 250 dönüme karar verilmiş, 24,5 dönüm taşlaştırılmış. Bunun dışında, arazide, bu tür orman arazilerinde en büyük problem, başkalarına konut tahsisidir. Eğer, yasayı okursanız, lojman tahsisini sınırladık, konuta açılmayı yasakladık. Onun dışında, arazide kurulacak olan lojmanlarda, başkalarının, başka üniversitelerin öğrencilerinin kalmasını önledik. Genel müdürlere veya bunun benzeri kişilere yapılacak olan konutları önledik ve sonuçta, şunu söyledik: Eğer, bunlara uymazsanız, biz, sizden bunları aynen geri alırız.

Onun için, bu konuda, her partiden katılanlarla giden Komisyonun negatif görüşü, dönüşte pozitif oldu; tasarı, ilk defa, hiçbir muhalefet şerhi konulmadan huzurunuza getirilmiştir.

Hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Sühan Özkan; buyurun.

Sayın Özkan da, herhalde iktidar grubuna mensup olduğu için, az konuşacaklardır.

ANAP GRUBU ADINA İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Yükseköğretim Kanununa Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Bütçe ve Plan Komisyonu raporu üzerinde, Anavatan Partisinin görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzda bulunuyorum; Yüce Heyeti, en derin saygılarımla selamlıyorum.

Yüksek malumları olduğu üzere, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa 3708 sayılı Kanunla eklenen ve vakıflar tarafından kurulmuş yükseköğretim kurumlarına, Bakanlar Kurulu kararıyla, Hazine ve kamu tüzelkişilerine ait arazi ve tesislerin tahsis edileceğini öngören ek 18 inci maddenin birinci fıkrası, Anayasanın 130 uncu maddesi gereğince, üniversitelere yapılacak taşınmaz tahsislerin koşullarının ve sınırlarının kanunla belirlenmesi gerektiği düşüncesiyle, Anayasa Mahkemesinin ilgili kararıyla, 1993 yılında iptal edilmiştir. Anılan madde, bu kere, Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçesine uygun olarak yeniden düzenlenmiş ve bu madde çerçevesinde daha önce yapılmış tahsislerin değerlendirilmesine imkân sağlanmıştır.

Anayasanın 130 uncu maddesi "Yükseköğretim kurumları" kenar başlığıyla, birinci paragrafında, milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insangücü yetiştirmek üzere, eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek amacıyla, kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversitelerin devlet tarafından kanunla kurulacağını; ikinci paragrafında, kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla, vakıflar tarafından, devletin denetim ve gözetimi altında yükseköğretim kurumlarının kurulacağını amir bulunmaktadır.

Ülkemizde, 1998-1999 yıllarında vakıf üniversitelerine kayıtlı öğrenci sayısı 27 336'dır. Bu yıl, bu üniversitelere 18 964 öğrenci daha alınmıştır. Bu durumda, bu yıl, vakıf üniversitelerinde kayıtlı öğrenci sayısının 40 000'i geçeceği tahmin edilmektedir. Buna rağmen, yükseköğretimde kayıtlı öğrenciler arasındaki payları, ancak yüzde 3'e yaklaşabilecektir. Bu oran, Ürdün'de yüzde 35, İskoçya'da yüzde 11, Belçika'da yüzde 64, Hollanda'da yüzde 53, Kore'de yüzde 78, Filipinlerde yüzde 84, Amerika Birleşik Devletlerinde de yüzde 24 dolaylarındadır.

Özel kurum ve kuruluşların özendirilip, desteklenmesiyle yükseköğretimde nitelik ve nicelik olarak çok önemli katkılar sağlanacaktır. Üniversiteler günümüzde vakıf üniversiteleri biçiminde örgütlenmekte ve kendi geleneklerini oluşturmaktadırlar. Bu gelenek, bilimsel seviyesi bakımından günü aşmanın mücadelesi yanında, toplumsal barışa da hizmet edecek şekilde, toplumun özünü, bilimin dinamiğiyle bir arada muhafaza edip zenginleştirerek geliştirmektedir.

Vakıf üniversitelerimizin yarattığı katmadeğere bir göz atacak olursak. Yurtdışında, Amerika Birleşik Devletleri veya İngiltere'de bir öğrencinin yıllık harcaması yaklaşık 25 000 dolar civarındadır. Vakıf üniversitelerimizde yaklaşık 40 000 öğrencinin öğrenim gördüğü düşünülürse, yurtiçi yaratılan katmadeğer yaklaşık 1 milyar dolar dolayında olacaktır. Vakıf üniversitelerinin gelişmesi, devlet üniversiteleri üzerindeki baskıyı azaltacak ve yurtdışında olup, diploma denkliği sorunu olan üniversitelere gidişi de azaltacaktır. Bilindiği gibi, yükseköğretim toplam getirisinin birkısmı toplumsal, kalan kısmı ise kişisel olan, yarı kamusal bir hizmettir. Bu itibarla vakıf üniversitelerinin yarattıkları toplumsal getiri oranında, kamu kaynaklarından yatırım yapılması, kamu maliyesi teorisine de uygun düşmektedir.

Vakıf üniversitelerinin kendi akademik gelenekleri sürecinde, özerkliğe büyük katkılar sağladığı işaret edilmesi gereken önemli bir husustur. Akademik özerklik, bilim toplumu aşamasına giden yolda en önemli merhaledir. Bu noktada vakıf üniversitelerinin düşük maliyetle planlanıp, ülke ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak, fakültelere yönlendirilmesinin önlenmesi zorunluluğu da bulunmaktadır.

Akademik eğitim, sadece unvan verme düşüncesinin çok üstünde ülkenin beşerî ihtiyacını karşılamaya yönelik bilimsel eğitime dönük olmalıdır. Tahsis edilen arazilerin kullanımında meydana getirilecek suiistimallerin mutlaka önlenmesi gerekmekte, objektif kriterlerle düzenleme yapılması zorunluluğu bulunmaktadır.

Sanayi ve turizm sektörleri için, teşvik kamu arazisi tahsisi söz konusu olurken, geleceğe en önemli toplumsal yatırımı yapan eğitim sahasında, bu teşviklerin yapılması, tartışılmaması gereken bir gerçektir.

Bir ölçüde akademik özgürlük ve üniversite özerkliği konusunda da birkaç söz söylemek istiyorum. Akademik özgürlük, üniversite öğretim üye ve yardımcılarının serbestçe, her türlü bilimsel araştırma ve yayında bulunabilmelerinin yasal güvence altına alınmasını kapsar.

Bu bakımdan, akademik özgürlük, üniversite öğretim elemanı sıfatını taşıyan gerçek kişilere özgü bir özgürlüktür. Akademik özgürlük, hiçbir ülkede sınırsız bir uygulama içerisinde değildir. İngiltere'de, 1988 yılında kabul edilen Eğitim Reformu Kanunu, 202 nci maddesinde, akademik özgürlüğü "yürürlükteki kanunlar içerisinde kalmak kaydıyla, işini kaybetme tehlikesine maruz kalmaksızın, genel olarak kabul edilmiş hususları sorgulamak ve ortaya yeni fikirler koymak ve popüler olmayan ihtilafları, görüşleri açıklayabilme özgürlüğü" olarak tanımlamaktadır. Anayasamızın 130 uncu maddesinde de aynı konular düzenlenmekte olup, serbestçe, her türlü bilimsel araştırma ve yayın yapma yetkisi üzerine getirilen tek kısıtlama, bu yetkinin devletin varlığı ve bağımsızlığı ve ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği aleyhine kullanılmamasıdır. Akademik özgürlük bakımından ülkemizin, Kıta Avrupası ülkeleri düzeyinde olduğunu ileri sürmek mümkündür.

Üniversite özerkliği kavramında kısaca bir değerlendirme yapacak olursak, üniversite özerkliğinin, Uluslararası Rektörler Derneğince, 1968 yılında yapılmış çerçeve tanımına göre, özerklik, bir kurum olarak üniversitenin, kimlerin öğrenim göreceği, kimlerin öğreteceği, nelerin öğretileceği, kimlerin diploma almaya hak kazanacağı, nelerin araştırılacağı konularında karar almalarıyla ilgili bir mefhum olup, açıkça görüldüğü gibi, üniversitelerin tüzelkişiliğiyle ilgilidir. Dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir üniversite, yukarıda sözü edilen kurullar üzerinde başkaca bir kurulun veya makamın onayı olmaksızın tek başına karar alma yetkisine sahip değildir.

Sayın Başkan, değerli üyeler; zamanın ilerlemesi nedeniyle, çok kısaca, üniversitelerin yönetimiyle ilgili, literatürde, gerçek anlamda eğitim ve araştırmaya ve diğer aslî görevlerinin yanında, mutlaka, kendi geleneklerini, kendi toplumsal dokularına uygun olarak bilimin ışığında oluşturmaları ve toplumsal amacı ağır basan, topluma sorumlu olan ve toplum tarafından denetlenen, yönlendirilen kurumlar olarak topluma hizmet etmelidirler. Literatürde bu tarife uyan üniversitelere "müteşebbis üniversite" denilmektedir.

Üniversitelerin yönetiminde, akademik hürriyetin, karşılıklı saygının, geleneklerin hâkimiyetinin geçerli olduğu kolektial modelin politik mülazahalara açık, düzenli anarşi yaratmaya giden, çeşitli grupların temsil edileceği kurulların yönettiği modelden, amaca daha uygun olduğu kabul edilmek zorundadır. Türk yükseköğretimi, kronolojik olarak, 1067 Bağdat Nizamiye Medresesi, 1205 Kayseri Çifte Medresesi, 1252 Konya-Karatay Medresesi, 1253 Erzurum Çifte Minareli Medrese ile başlayan ve Selçuklulardan sonra Osmanlıda, Orhan Beyin Bursa'yı alışından sonra İznik'te Manastır Medreseleri olarak kurulan kurumlar, bugün, Bilkent, Koç, Sabancı ve diğer bir sürü vakıf üniversitelerine kadar gelişim gösteren kurumlar halinde kendi geleneklerini yaratmaktadırlar.

Çok gelişmiş insan gücüyle, nüfusunun yaklaşık yüzde 50'si, üniversite çağında ve onun altında genç yaşta bulunan bir Türkiye olarak, bundan sonra, eğitim programlarımızda kendi geleneğini geliştiren, topluma büyük faydalar sağlayan ve devletin sırtından eğitimdeki önemli problemleri alan vakıf üniversitelerinin, çok yararlı hizmetler yapacağını düşünüyor; bu mülahazalarla tasarıya olumlu oy vereceğimizi belirtiyor, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (ANAP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özkan.

Gruplar adına görüşmeler bitmiştir.

Şimdi, şahsı adına, Sayın Cevat Ayhan; buyurun...

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Söz hakkımı Sayın Polat'a veriyorum efendim.

BAŞKAN – Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.

Şimdi, bugün, burada, getirilen tasarının adı: Yükseköğretim Kanununda değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısı. Kısacası, vakıf üniversiteleri kurulacak, bu vakıf üniversiteleri için de çeşitli arazi tahsisleri yapılacak. Gerekçelerinde, işte "turizm için arazi tahsisi yapıyoruz da, orman tahsisi yapıyoruz da, okul için niye yapmayalım, üniversite için niye yapmayalım" deniliyor; fakat, bu gerekçelerin her birisi birer kamuflaj. Bu işin aslı ne; geçici madde. Dikkat edin sayın milletvekilleri -bizi, şu anda birçok sayın vatandaşımız da dinliyor- birkaç günden beri, buraya gelen tasarıların bir ortak özelliği var. İlk geliş nedenleri gayet makul "efendim, bize elektrik enerjisi lazım, bunları da yap-işlet-devret modeliyle yaptıracağız" deniliyor; tamam, güzel, onlar doğru; ama, bir geçici maddeyle asıl amaç ortaya çıkıyor: Maziye dönük birtakım kanunsuz veya halkı rahatsız eden uygulamaları kamufle etmek.

Şimdi, bugün yine, vakıf üniversiteleriyle ilgili bir kanun tasarısı gelmiş. Bu kanun tasarısının ilk başında, vatandaş vakıf üniversitesi yapmak istiyorsa arazi tahsis edelim, vatandaş üniversite yapsın, halkımız okusun... Tamam, hepsi doğru; ama, bir geçici maddesi var, bütün ruhu buraya geliyor, geriye dönük olarak, yine, Koç ve birtakım üniversiteler var, bunların, şu anda Danıştayda ve Anayasa Mahkemesinde iptal edilen kanunlarının yerine madde doldurmak...

İşte, bu noktada -açık ve net konuşuyorum- Türkiye'de, şu Parlamentonun bir onurluluk göstermesini istiyorum.

Sayın milletvekilleri, bakın, detayına girmek istemiyorum. Burada, detaya girildi, işte, 250 dönüm arazi verildi, 25 dönüm yapıldı... Ya, 25 dönümü bırakın, siz, Anadolu'da, bir tane ağacı kesen insanın traktörü varsa traktörüne, kamyonu varsa kamyonuna el koymuyor musunuz?! (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Şimdi, burada 25 dönüm araziyi katlettiğinde, bu adam Koç olduğu zaman kurtaracak Anadolu'da bir vatandaş olduğu zaman kurtaramayacak. Böyle şey olmaz. Ben, bu kanunsuzluğa kızıyorum.

Siz, şimdi, bu memlekette, Türkiye'nin belki de siyasî istikbali olan insanlarını, bir güzel insanını, bugün hapse yolladınız. Niye yolladınız; kanunlarda yazılana göre, bir yerde yanlış konuştu diye yolladınız. Siz, bu memlekette, Türkiye'nin en büyük metropol kentinin belediye başkanına, bir şiir okudu, kanunları uygulamıyor diye, ebediyen siyasî yasak getiriyorsunuz; ama, işinize geldiği zaman, birisinin adı Koç olduğu zaman, güçlü olduğu zaman, hiçbir şey dinlemeden kanun yapılıyor. (FP sıralarından alkışlar)

Bakın, şimdi, bir şey söyleyeceğim: 1992 yılından beri... (DSP sıralarından "Bağırma" ses-
leri)

Ama, insan bağırmadan da duramıyor, canı sıkılıyor.

1992'den beri, bir kanun çıkmış ortaya. Bu kanun gelmiş, bunu Anayasa Mahkemesi iptal etmiş, Danıştay yasaklamış; ama, o üniversite, hiç durmadan devam etmiş. Niye; kendinden emin "benim" diyor "kanun da durdursa, Danıştay da durdursa ben bunu alacağım, yapacağım" diyor.

İşte, ben de demek istiyorum ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi, sadece mazlumları cezalandıran bir yer olmamalı. Herkes, suçu varsa durmalı. Şimdi, Danıştay bir karar vermiş, ilan etmiş "ben, bu Koç Üniversitesinin yapılmasına karşıyım" demiş. Şimdi, Danıştayın bu kararı, burada, getirilen bu kanun tasarısıyla by-pass edilecek. Ama, o Danıştayın Sayın Başkanı çıkıyor, Türkiye Cumhuriyetinin bütün televizyonlarına, gazetelerine, bir yoruma dayanarak, üniversiteye giden, okumak isteyen kızların başörtüsünden dolayı üniversiteye gitmelerini bir yorumla yasaklıyor ve ondan dolayı, bütün kızlar okula gidemiyorlar. (FP sıralarından alkışlar)

İşte, ben, burada, Milliyetçi Hareket Partisine sesleniyorum. O kızlara karşı Danıştay kararı nasıl uygulanıyorsa, bugün, Koç'a karşı da bu kararı uygulamakta, yap-işlette gösterdiğiniz mertliği buna göstermenizi istiyorum. (FP sıralarından alkışlar)

ÖMER İZGİ (Konya) – Doğru olan her şeyde gösteririz!..

ASLAN POLAT (Devamla) – Hayır, burada, bu şarttır. Şarttır bu!.. (DSP sıralarından "çok sinirlendin" sesleri)

Arkadaşlar, haksızlık olduğu zaman ben sinirlenirim. İşte sinirlendim... Neden sinirlendim; bakın, bunu, şunun için söylüyorum...

BAŞKAN – Sinirlenmeyin efendim... Mübarek aylarda sinirlenmek yanlış...

ASLAN POLAT (Devamla) – Şu memlekette sosyaldemokratlara bir şey diyorum. Nurettin Sözen'i ister beğenin ister beğenmeyin, Park Otelde yaptığı mertliği siz de burada Koç'a göstermek zorundasınız; ama, şunu söylüyorum: O üniversite çok güzel olmuş olabilir, ben, zaten kötü olacağını söylemiyorum.

Bir konu daha var, onun da üzerinde durmak istiyorum. Şimdi, İstanbul ormanlarının bir özelliği var. İstanbul, artık nefes alınamaz bir yer haline geldi. 10 milyon, 12 milyon insan orada yaşamak durumuna geldi. Bu insanların, bu metropol şehirde nefes alabilmesi için, Sarıyer ormanları bunların ciğerleri. Eğer Sarıyer ormanlarına, bugün, Koç ile Sabancı üniversite yapmaya başlarsa, orada daha bir tane yer kalmaz.

Bugün, ben, size bir şey söyleyeceğim. Anayasa Mahkemesi kanunu iptal ettiği halde, Danıştay aleyhinde karar verdiği halde, hiç çekinmeden üniversite yapan ve Sayın Cumhurbaşkanımıza üniversitesini açtıran Koç'a, siz, şu kanunla müsaade ettiğiniz zaman, yarın, o arazinin yüzde 10'unda kalacağını nasıl garanti edeceksiniz? (FP sıralarından alkışlar) Nasıl garanti edeceksiniz?..

Bunu niye söylüyorum, şunun için söylüyorum; burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir şey yapması gerekiyor; geriye dönüşlü kanunlardan vazgeçmeli. Hayır, olabilir, çok özel bir şey olur, o başka; ama, birkaç günden beri dikkat ediyorum; saat 23.30 oldu mu, buraya birtakım kanunlar geliyor; herkes uykuda. O kanunlar da nedir; geriye dönük uygulamalar; ama, bu geriye dönük uygulamaları, Türkiye Büyük Millet Meclisi, artık yaptığı uygulamalarla reddedip, bir daha getirilmesine mani olmalıdır. Bir daha da kimse, öyle 1992'den beri mahkemelik olan konularda, ben nasıl olsa bunu yaparım, ben nasıl olsa bunu uygularım, yarın bunun kanununu da çıkarttırıp, kimse, beni burada yıkamaz, geri atamaz diyememeli.

Yoksa, öbürlerine gelince, vakıf üniversitelerine kim karşı olabilir, ben niye karşı olayım Anadolu'da, bugün, milyonlarca genç üniversiteye giremiyorsa, girsin denilmesine kim mani olabilir; ama, arkadaşlar, istiyorlarsa, gelsinler, Türkiye'de, başka sayısız araziler var, orada üniversite kursunlar. Hem de kampus olarak kursunlar, oraların nüfusunu artırsınlar, oralara ekonomik katkı sağlasınlar. Ona kimse karşı çıkmaz.

Benim karşı çıktığım, bütün orman fakülteleri öğretim üyelerinin karşı çıktığı, İstanbul'un can damarı, nefes boruları olan yerlerin iskâna açılmasıdır ve ben, bunun için, sizin de bizim kadar buna karşı çıkmanızı istiyorum. İşin esprisi budur. Yoksa, burada, bazı maddeler var işte, "yüzde 15'ten fazla vereceğimiz yardım olmasın, kendi katkısı da olsun", "arsası bedava olmasın, parayla olsun" diye; ben, bunlara hiçbir şey söylemiyorum. Bunları, bundan sonra uygulayalım. Tasarının ilk metnine göre, alt komisyonun yaptığı iyileştirmelerin çoğu doğrudur; ben, onlara itiraz etmiyorum. Benim itiraz ettiğim bütün mesele, bir madde geliyor, öndeki iyi maddelerle kamufle ediliyor, sonunda bir geçici madde ilave ediliyor, geçici maddeyle... Şu ana kadar, bütün milletin rahatsız olduğu konuları kamufle etmelerine karşı çıkıyorum.

Şöyle, mertçe bir dönüp, maziye bakalım; bu gelmiş, Büyükşehir mani olmuş, almışız bunu beldeye vermişiz. Şimdi, bir şey söylüyorum arkadaşlar; hepimiz bu devlete güvenmek zorundayız bir yerde. İstanbul Büyükşehir Belediyesini ele alalım; bunun, fen işleri dairesi var, mühendisi var, bir mazisi var; bütün bunlar, bir konuda, bir şeye "hayır, olmaz" diyorlar; onu, hemen oradan alıyorsunuz, 8 - 10 tane belediye meclisi üyesi olan bir yere veriyorsunuz! Verir vermez, zaten, sen, burada usulsüzlüğe yeşil ışık yakıyorsun demektir. Ondan sonra da "efendim orada yapıldı, birtakım dedikodular kulağa geldi" diye laflar... O zaman, bunları söylemeye hakkımız olmaz bizim. Hatayı biz yapmış oluruz.

Onun için, lafı uzatmadan, bütün Türkiye Büyük Millet Meclisinin, bütün arkadaşlarımızın, bilhassa bu geçici maddeyi çıkararak, bu tasarıyı onaylamalarını veya "orman" lafını çıkararak onaylamalarını... Yoksa, açık konuşuyorum -bugün orada siz olursunuz, yarın biz oluruz; bu başka- bundan sonra bir vatandaşın gecekondusunu yıkmak için üzerine gidemezsiniz, giderseniz haksız olursunuz. O zaman, o gecekondu sahipleri "gidin, gücünüzü önce Koç'a gösterin" derler. O zaman da, biz, susmak zorunda kalırız.

Onun için, Türkiye'de, devlet otoritesi, Koç'a da, sade vatandaşa da eşit uygulanmak zorun-
dadır.

Bugün, bu Meclisin, bu duyarlılığı göstereceğine inanıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Polat.

Söz sırası, Erzurum Milletvekili Sayın Fahrettin Kukaracı'da.

Buyurun Sayın Kukaracı. (FP sıralarından alkışlar)

FAHRETTİN KUKARACI (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüksek Öğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının tümü üzerinde şahsî görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tasarının Meclise sevk ediliş nedeni, Anayasa Mahkemesinin 29.6.1992 tarih ve 91/121 esas, 92/42 sayılı Kararıyla, YÖK Kanununun ek 18 inci maddesinin iptal edilmiş olmasıdır; ancak, Hükümetin tasarıyı Meclise getirirken belirtmediği bir başka gerekçesi daha vardır. Danıştay İdarî Dava Daireleri Genel Kurulunun, Anayasa Mahkemesinin bu kararına dayanarak, Koç Üniversitesine İstanbul Rumeli Fenerindeki Mavramolos Devlet Ormanlarından tahsis edilen araziyle ilgili işlemleri bozmuş olmasıdır. Anayasa Mahkemesinin, YÖK Kanununun ek 18 inci maddesini iptal eden kararının tarihi 29.6.1992'dir. Bu tarihe dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Mavramolos Ormanlarını gözü kapalı olarak Koç Üniversitesine tahsis eden, bunu yaparken de hukuku esnetmeye çalışan veya hukukta boşluk arayan, hatta, İstanbul'daki ilçelerin haritasını değiştirmekten bile geri kalmayan hükümetler, bugüne kadar, neden Anayasa Mahkemesi kararlarının gereklerini yerine getirmemişlerdir, bunu sormak lazım. Basın ve medyada, kanuna, YÖK Kanunu yerine "Koç Kanunu" diyorlar. Hukuka bağlı hükümetlerin, haksız tahsis ve peşkeşe yasal kılıf aramak yerine, yargı kararlarının gereklerini yerine getirmeleri gerekir. Görülen odur ki, Hükümet, Koç Üniversitesine yasal kılıf hazırlamaktan, Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararını incelemeye fırsat bulamamıştır.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa Mahkemesi, gerekçeli kararında, söz konusu YÖK Kanununun ek 18 inci maddesi gereğince yapılan tahsisleri, öncelikle, devlet varlığının azaltılması olarak yorumlamıştır. Bu tasarıyı hazırlayanlar, bize, Anayasa Mahkemesinin devlet varlığının azaltılması olarak açıkladığı kaygılarının nasıl giderildiğini izah etmelidirler. Hükümetin, Anayasa Mahkemesinin gerekçelerini hiç dikkate almadığı o kadar açıktır ki, Meclise sevk ettikleri tasarıda, bu tahsisin, hâlâ, bedelsiz yapılmasından bahsedilmektedir; ancak, Plan ve Bütçe Komisyonu, bedel şartını koyarak bekleneni yapmıştır; kendilerine buradan teşekkür ediyorum.

İptal edilen yasa ile onun yerine geçsin diye getirilen tasarı arasında mahiyet itibariyle büyük bir fark bulunmamaktadır. İptal edilen yasada, tahsisi Bakanlar Kurulu yaparken, bu tasarıda, Maliye Bakanlığı tarafından yapılması öngörülmektedir. Bu şeklî değişiklik, meselenin özünde hiçbir şeyi değiştirmediği gibi, tahsis işlemlerini daha da karmaşık hale getirmiştir.

Muhterem milletvekilleri, Anayasa Mahkemesinin, tahsise ilişkin kararların özel bir kanunla düzenlenmesi gerektiği şeklindeki yol gösteren kararı da dikkate alınmış değildir. Yüksek Mahkeme diyor ki: "Tahsisin, gerekleri, koşulları, sınırları bir yasayla belirlenerek yapılması asıldır. Devrin Bakanlar Kuruluna bırakılması, bu bırakışın bir yasayla öngörülmesi, tahsisin yasadan kaynaklandığı anlamına gelemez. Tahsise ilişkin ayrıntıların yasayla düzenlenmesi gerekir." Şimdi, Bakanlar kurulu yerine Maliye Bakanlığı yetkili kılınıyor. Sanki, Yüksek Mahkemenin itirazı Bakanlar Kuruluna; elbette ki, böyle bir sonuç çıkarmak mümkün değildir.

Yine, Yüksek Mahkemenin "bu bırakışın bir kanunla öngörülmüş olması, tahsisin yasadan kaynaklandığı anlamına gelemez" çekincesini nasıl ortadan kaldırıyoruz? Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir; her kurum ve kuruluşu bağlar. Hükümet, bu tasarıyla mahkeme kararını hiçe saymaktadır. Bu konuda ayrı bir kanun çıkarılması gerekirken, iptal edilen kanunun benzerini getirerek, Meclisimizi, kanuna ve Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı hileye alet etmektedir.

Muhterem milletvekilleri, bir başka husus daha var; o da şudur: Bu tasarının, yasalaşması halinde Yüksek Mahkemeden dönmesi kuvvetle muhtemeldir. Hükümetimiz bunu bilmemiş olamaz. Yukarıda arz ettiğim gibi, iptal edilen kanundaki iptal nedenlerinin hiçbirisi bu tasarıyla ortadan kaldırılmamıştır. Tasarı kanunlaştıktan sonra, eskiden yapılmış ve mahkeme kararlarıyla iptali söz konusu olan işlemler, bu kanunun geçici maddesi gereğince yeniden düzenlenecek, kanunî hale getirilecektir. Yani, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından açılışı yapılmış olan ve tümüyle gayri kanunî olarak kurulmuş bulunan Koç Üniversitesi yasal hale getirilmiş olacaktır. Anayasa Mahkemesi, kanunu tekrar iptal edecek olsa dahi, kararları geriye yürüyemeyeceğine göre, yapılan işlemler geçerlilik kazanmış olacaktır. Yapılmak istenen budur; bu da, milletimiz tarafından hoş karşılanmamaktadır.

İktidarı elinde bulunduranlar, hukuka uygun işlemler yapmak yerine, maalesef, hukuku icraatlarına uydurmayı yeğliyorlar; ancak, unutulmaması gereken bir husus var; o da, devlet erkini elinde bulunduranların ilk ve en önemli görevlerinin hukuku korumak olduğudur.

BAŞKAN – Sayın Kukaracı, toparlar mısınız efendim.

FAHRETTİN KUKARACI (Devamla) – "Verdimse, ben verdim; açtımsa, ben açtım" tavrı, hukukun üstünlüğünü ortadan kaldırarak, üstünün hukukunu dayatmaya neden olur; başka hukuksuzluklara da yol açar.

Değerli milletvekilleri, Anayasamızın 169 uncu maddesinde "ormanlar, kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz" hükmü yer almaktadır. Orman arazilerinin tahsisi şu üç şarta bağlanmıştır; birincisi, tahsiste kamu yararı olması lazım gelir; ikincisi, bu yararın, ormancılık hizmetlerindeki yarardan daha önemli ve öncelikli olması gerekir; üçüncü şart ise, bu hizmetin ormanlar dışında başka bir taşınmazda yapılmasının mümkün olmaması lazım gelir. Koç Üniversitesinin kuruluşunda bu üç şartın da olduğu söylenemez. Koç Üniversitesinin mutlaka ormana kurulması için bir zorunluluk var mıdır? Böyle bir zorunluluk olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Kıraç arazilere kurularak çevresini çok iyi bir biçimde ağaçlandıran Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Ankara Kara Harp Okulu, bu kıraç arazilerde üniversiteleri yeşerten, ağaçlandıran müesseselerdir. Her ne şekilde bakarsanız bakın, Koç'a yapılan bu tahsis, her yönüyle ayrıcalık taşıyan bir uygulamadır.

Değerli milletvekilleri, sormak istiyorum; yarın başka bir vakıf ortaya çıkarak, Mavramolos Ormanları içerisinde Koç'tan geriye bir şey kalmışsa "ben de üniversite kuracağım, bana da tahsis yapın" dese, aynı muameleyi ona da yapabilecek miyiz? Yapabileceksek, hemen bu kürsüden ilan edelim ve Türkiye'de kişilerin, vakıfların, şirketlerin eşit olduklarını herkes bilsin, görsün.

Muhterem milletvekilleri, iki şeyi birbirinden ayırmak lazım.

BAŞKAN – Toparlayın efendim, süreniz bitti.

FAHRETTİN KUKARACI (Devamla) – Toparlıyorum efendim.

İnanın, biz, Koç Üniversitesine arazi tahsis edilmesine karşı değiliz. Bu Koç da olsa, neticede bir eğitim kurumu meydana getiriyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FAHRETTİN KUKARACI (Devamla) – 1 dakika rica ediyorum.

BAŞKAN – 1 dakika vermeyeceğim; ama, sizin toparlayacağınıza inanıyorum.

FAHRETTİN KUKARACI (Devamla) – Elbette, bu, övgüye, hürmete layıktır, teşvik edilmeye değer bir davranıştır; ancak, Sabancı Üniversitesi, bir gecekondu alanında kampus alanı seçip yerleşiyor, yerleştiği yeri ağaçlandırıyor da, Koç neden istanbul'un en güzel yerine göz koyuyor? imar planları değişiyor, sınırlar değişiyor, kanunlar değişiyor; bu ayrıcalık nedendir? Biz, bu orman arazisinin yeni kanunlar çıkarılarak dahi verilmesine taraftar değiliz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toplayın, bitirin efendim. Neden biri ormanı seçiyor, neden biri ormanı yapıyor; onun cevabını onlar verecek.

FAHRETTİN KUKARACI (Devamla) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Tamam efendim, rica edeyim, teşekkür edin, bitsin; daha yoklama yapacağız.

FAHRETTİN KUKARACI (Devamla) – Netice olarak, bu kanun tasarısı, Anayasa Mahkemesinin iptal nedenlerini ortadan kaldırmamaktadır. (FP sıralarından "süre ver" sesleri)

BAŞKAN – Efendim, verdim, yapmayın lütfen...

FAHRETTİN KUKARACI (Devamla) – Milletimiz tarafından adil ve eşitlikçi bulunmamaktadır. Bu nedenle, tasvibimize mazhar olmayacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kukaracı.

Sayın Ilıcak, sual, efendim...

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Erzurumlu'nun bir hakkı vardı Sayın Başkan.

BAŞKAN – Erzurum'a bir şey demedik efendim. Erzurum'un hakkını verdik. istirham ederim... 1,5 dakika fazla... Ben, yolda da kesmiyorum.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Koç'a bu kadar arazi veriyoruz, ona da 1 dakika fazla verin; ne olacak yani.

BAŞKAN – Onu verenlere sorun efendim, bana değil.

İSMET VURSAVUŞ (Adana) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Efendim, sizden evvel Sayın Ilıcak var. Sayın Ilıcak soracak inşallah.

Buyurun efendim.

İSMET VURSAVUŞ (Adana) – Sayın Başkan, şahsım adına söz istemitim efendim.

BAŞKAN – İki kişiye söz verebiliyorum efendim.

İSMET VURSAVUŞ (Adana) – Bana da verecektiniz, söz verdiniz.

BAŞKAN – Hayır, ama, konuşmazsa dedim efendim; konuştu.

Sual sorun efendim.

Sayın Ilıcak, buyurun.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakana bir soru sormak istiyorum.

Acaba, Hazine Müsteşarlığı, uluslararası kredi piyasasından temin ettiği kredileri, dört yıl ödemesiz, on yıl vadeli Türk Lirasına çevrildikten sonra, sadece yüzde 7,5 faizle bazı vakıf üniversitelerine vermiş midir? Bu miktar ne kadar bir miktardır? Yani, bu, sizin zamanınızdan önce verilmiş bir kredi; fakat, bunun rakamını öğrenmeyi arzu ediyorduk. Kimlere verilmiş; bunu da ilave ediyorum.

İkincisi, acaba orman arazisinden; yani, Mavramolos Ormanından kaç adet ağaç kesilmiştir; bunun tespiti yapılabilir mi; bunun bir cezası var mıdır; yoksa, mesela, sade bir vatandaş ormandan bir ağaç kesse, iki ağaç kesse, üç ağaç kesse, cezaevine konulduğu vakit, yerine üç ağaç diktiği takdirde kendisi serbest mi bırakılmaktadır?

Ayrıca, orada bulunan Uyum Sitesi hakkında yıkım kararı alındığı bilinmekte midir? Uyum Konutları da, maalesef Anavatan zamanında yapılmıştır; bunu da Yüce Heyetin bilgilerine arz etmek istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, sual sorarken yeni bir sataşmaya mahal vermeyelim, lütfen.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Yok, efendim; Uyum Sitesine sataştık sadece.

BAŞKAN – Hayır; yani, ne zaman yapıldığını herkes biliyor.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Evet, çok teşekkürler.

BAŞKAN – Sayın Genç, buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, saat 11.00'den beri onüç saattir bu Meclis çalışıyor. Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu, çalışma temposu Meclisin çalışma verimini düşürmektedir. Yani, hergün böyle onüç saat, onbeş saat çalışarak bizim burada ülkeye faydalı kanun çıkarmayacağımızı herkesin bilmesi lazım. Bu geçen kanunları da, şurada oy veren arkadaşlarımızın yüzde 5'i bile okumuyor; onu da rica ediyorum...Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, burada...

SEDAT ÇEVİK (Ankara) – Teessüf ederiz Sayın Genç; hepimiz okuyoruz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakın, bir dakika arkadaşlar...

BAŞKAN – Sayın Genç, bu sual değil.

Zatıâlilerinizle beraber, Danışma Kurulundan beri buradayız, değil mi?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet; ama, Sayın Başkan...

BAŞKAN – 1983'te Sayın Özal bizi sahura kadar çalıştırıyordu; biz de muhalefet olarak...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bakın, şurada bir verimli çalışma isteniyorsa, Türk Halkının menfaatına uygun kanun çıkarılmak isteniyorsa, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin bunun üzerinde inceleme yapma hakkı olmalı; bunu, artı bir fikir olarak söylüyorum.

Şimdi, biraz önce, aslında bu imtiyazlı kişiler hakkında özel kanun çıkaracağımıza, acaba, bir kanun çıkarsak, desek ki, Koç, Sabancı gibi, Cumhurbaşkanı gibi birtakım insanlar, Türkiye Cumhuriyetinin çıkardığı hiçbir kanuna riayet etmezler. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Onlar istedikleri gibi hareket ederler ve hiçbir hareketleri de cezaya tabi değil desek uygun olur mu; bence daha uygun olur.

BAŞKAN – Yok...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Bir dakika.

İkincisi, Sayın Başkan, Sayın Ilıcak sordu, kaç ağaç kesildi diye. Benim edindiğim fikre göre, bu 24 dönüm yerde kesilen ağaçtan elde edilen kerestenin fiyatının 500 milyar civarında olduğu söylenmektedir. Halbuki, Koç, buraya 354 milyar para vermiş; yani, görülüyor ki, buradan kesilen keresteden elde edilen mahsul, bedeli, arsaya ödenen fiyatı geçmektedir.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Kira...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Kira, tamam canım, işte diyorum. Yani, alınan hâsılat... Biraz önce, Alt Komisyon Başkanı arkadaşımızın "24 dönüm orman kesilmiştir" demekle bu işi küçümsemesini de gerçekten, kınamak da istiyorum.

Sayın Başkan, ayrıca, kanunda, arazi tahsisi emsal bedeline göre yapılır denmektedir. Bu, Koç'a tahsis edilen arazi, 250 dönümdür. 250 dönüm için 354 milyar para alınmıştır; 1,5 milyon dahi etmiyor metrekaresi, halbuki, bizim edindiğimiz fikre göre, buradaki arazinin metrekaresi 100 milyonun üzerindedir. Bu 1 metrekaresi... Yani, orada satılsa alıcılar var. (MHP sıralarından "bu nasıl soru" sesleri) Şimdi, nasıl oluyor da bu kadar düşük fiyatla bu arazi bu kişiye tahsis ediliyor?

Ayrıca, Sayın Başkan, yine bir madde getirilmiş, deniliyor ki: "Bu araziler beş sene içinde ormanlaştırılır." Bu ne kadar mantıksızlıktır. Yani, bir kişi ormanı kesecek, ondan sonra gidip diyeceksiniz ki, gel bunun yerine orman dik. Bu, yani, en ilkel toplumlarda dahi düşünülmeyen bir düşünce tarzı değil midir? Sayın Bakan, bu düşünceye katılıyor mu? Bu kişi buraya orman dikmediği zaman müeyyidesi ne olacaktır? Kanunda bu gösterilmemiş.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır bir dakika...

BAŞKAN – Var mı daha?..

KAMER GENÇ (Tunceli) – Daha var tabiî, daha var.

BAŞKAN – Peki, buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Şimdi, aslında, Anayasada yükseköğretim kurumlarının bölgeye ve ülkeye dengeli bir şekilde yayılması öngörülmüş bir temel ilkeyken, bütün bu vakıf üniversitelerine, niye hep İstanbul'da yer veriyoruz, bir kaç tanesine Ankara'da yer veriyoruz; acaba, bu ülkenin doğusu ve batısı da yok mu?

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) – Tunceli'ye de verelim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Verelim tabiî, Tunceli'ye de bir tane verelim. Tuncelili de Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı. Gelsinler, biz orada, orman sahası olmamakla beraber arazi tahsis edebiliriz.

ALİ KEMAL BAŞARAN (Trabzon) – Sayın Başkan, bu nasıl soru!

KAMER GENÇ (Tunceli) – Şimdi, Sayın Başkan, biraz önce arkadaşlarımız söyledi. Orman, bir ülkenin, gözbebeği kadar kıymetli bir varlığıdır; Anayasanın 169 uncu maddesinde ayrıntılı olarak korunması belirtilmiştir ve korumamak suçtur, bunların suçları af da edilmiyor; ama, bu üniversiteyi yapan kişilerin kestiği bu ağaçlardan dolayı, Hükümet, bunlar hakkında niye soruşturma açmamıştır, niye mahkemeye vermemiştir.

Cumhuriyet savcılarına da soruyorum, siz yalnız, köyde -affedersiniz- merkep sırtına odun kesen köylüler için mi yalnız cumhuriyet savcısısınız; yoksa, böyle büyük şeyler_

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç, soru anlaşıldı.

KAMER GENÇ (Tunceli) – 24 dönüm arazide orman kesen insanları, suç işleyen kişileri, cumhuriyet savcıları niye cezalandırmıyor; niye hakkında soruşturma açmıyor?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Şimdi, Sayın Bakan ona cevap vermeyecek, cumhuriyet savcıları duyuyorsa, size cevap verecekler. Teşekkür ederim efendim.

Sayın Erdener, buyurun.

YÜCEL ERDENER (İstanbul) – Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakanımızdan aşağıdaki sorulara açıklık getirmesini istiyorum.

Arz ederim.

1. Yüksek Öğretim Kanununda değişiklik yapılmasına ait 294 sıra sayılı kanun tasarısı, bazı üniversiteleri yasal dayanağa kavuştururken, gelecekte benzer tahsislere de kapı açmış olmaz mı?

2. Anayasanın 169 uncu maddesi, orman sınırları daraltılamaz, ormana zarar verecek hiçbir etkinliğe izin verilemez diyor. Bu yasal madde dikkate alınmadan yapılan tahsiste, Anayasadaki koşul ihmal edilebilir mi; bu tahsisler, mevcut orman alanlarının daraltılması değil midir?

3. Üstün kamu yararlarında, hangi seçenekler baz alınmıştır?

Teşekkür ederim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim Sayın Erdener.

Sayın milletvekilleri, çalışma saatimizin bitmesine çok az bir zaman kalmıştır.

Maddenin bitimine kadar süre uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Madde değil; tümü efendim...

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Sayın Başkan, yoklama istemi var; oylama yapamazsınız...

BAŞKAN – Efendim, oylamaya geçerken var yoklama isteminiz... Burada...

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Oylama yapıyorsunuz efendim...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, şu anda, oylama yapıyorsunuz...

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Oylama efendim... Yoklama istemi var...

BAŞKAN – Gayet basit: Yoklama istemeniz, maddelere geçileceğinin oylanacağı zamandı efendim.

Hem sual soruyorsunuz hem böyle yapıyorsunuz... O zaman, istismar ediyorsunuz yani... İstirham ederim...

Buyurun Sayın Vursavuş.

İSMET VURSAVUŞ (Adana) – Sayın Başkan, değerli üyeler; bu saatte vaktinizi aldığım için özür diliyorum.

Konu hakkında, muhalefet ve iktidar üyeleri, çok hassas görüşlerini arz ettiler. Ben söz istemiştim; fırsat olmadığı için, ancak soru sorma imkânı oldu; Başkanıma teşekkür ediyorum.

Sayın Başkanım, aracılığınızla, Bakanımdan aşağıdaki konulara açıklık getirmesini istiyorum.

Arz ederim.

1. Anayasamızın 169 uncu maddesindeki "Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar, zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz" hükmü hiçe sayılarak, daha önce, kamu yararına faaliyet gösterdiği şüpheli bu iki vakıf üniversitesine orman alanlarının irtifak hakkını veren geçmişteki sayın siyasî yetkililer ve kamu görevlileri hakkında herhangi bir yasal işlem yapılıp yapılmadığı.

2. Koç Üniversitesine tahsis olunan orman alanlarından ne kadar kullanma bedeli alındı; bunu öğrendik. Yalnız, bunun azlığını, artırılmasına rağmen azlığını arz ediyorum. Açıklandı...

Bunun yıllık artışı neye göre tespit edilmiştir? Bu, her yıl değişecek... Yıllık artışın belirlenmesi, kira bedeli olarak...

3. Yine, aynı vakıf üniversiteleri, aldıkları tahsisli aldıkları tahsisli orman arazileri için, Orman Mühendisleri Odasının kamu adına Danıştaydan almış oldukları men kararına rağmen, bu üniversite yöneticilerinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti anayasal kurumlarına meydan okurcasına inşaatlarına başlayıp bitiren ve eğitime de başlayan bu kuruluşlara neden müdahale edilmedi? Hiç olmazsa, dava sonuçlanıncaya kadar faaliyetleri durdurulamaz mıydı? Bu konuda görüşlerinizi rica ediyor, saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Vursavuş.

Sayın Yalman; buyurun efendim.

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Sayın Başkan, delâletinizle, Sayın Bakanımdan şu soruların cevaplandırılmasını istiyorum:

Birincisi, Koç Üniversitesine Sarıyer Ormanlarının tahsisi yargı tarafından durdurulmasına rağmen, hâlâ ısrarla buraya üniversite kurma çabaları nedendir; ki, artı, buna karşılık, İstanbul Büyükşehir Belediyesi kendilerine üniversite kuracak bir orman dışı arazi tahsis ettiği halde, bu ısrarın sebebi nedir?

İkincisi, acaba, Koç Üniversitesine Sarıyer ormanlarından yer tahsisi yapıldığı zaman -ki, ilk kanun teklifinde, bedelsiz olarak tahsisi yapılıyor; ama, bilahara Plan ve Bütçe Komisyonunun alt komisyonunda bedelli olarak tahsise dönüştürüldü- bu bedelin miktarı ne kadardır? Acaba, tahsis edilen 250 dönümlük Sarıyer ormanı arazisinin karşılığı mıdır?

Bunların cevabını istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yalman.

Sayın Al; buyurun efendim.

EROL AL (İstanbul) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakandan şu sorumun yanıtlanmasını istiyorum: Sözü edilen orman alanı, Koç Üniversitesine, hangi partinin iktidarında ve hangi sayın bakan tarafından tahsis edilmiştir? O sayın bakan, şu anda ne iş yapmaktadır? Sayın Kamer Genç'in belirttiği kerestelerle ilgili olarak, o sayın bakan ne gibi bir tasarrufta bulunmuştur?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Al.

Sayın Güven, buyurun efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Bakandan öğrenmek istediğim soru şudur: Halen yargıda devam eden bir dosya varken, Anayasa hükümlerine göre, burada, aynı konuyla ilgili bir kanun tasarısını görüşmek uygun mudur, mümkün müdür?

Bir de, vakıf üniversiteleri hakkında Anayasanın 130 uncu maddesinde çok açık hüküm olduğuna göre, yani "kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla vakıflar tarafından, devletin gözetim ve denetimine tâbi yükseköğretim kurumları kurulabilir" maddesinden hareketle, bugün, bu üniversitede, giren öğrenciden yıllık olarak ne kadar ücret alınmaktadır ve bundan bir kazanç var mıdır, yok mudur? Önemli olan budur; yani, vakıf üniversitelerinde bir kazanç söz konusu olmamalıdır.

Sayın Bakanın düşünceleri nedir? Onu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekür ederim Sayın Güven.

Sayın Aksu, buyurun.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Ben, onun yerine sorabilir miyim?

BAŞKAN – Sizin mikrofonunuz açık efendim!

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Evet.

BAŞKAN – Sayın Aksu nerede?

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Ben sorabilir miyim efendim?

BAŞKAN – Sorun efendim.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sayın Bakandan, delâletinizle şu soruyu...

BAŞKAN – Sayın Aksu'yla parmak iziniz nasıl tuttu da, açıldı o?! Önemli olan o. Teknisyenlere buradan sesleniyorum efendim, şifrede bir bozukluk olması lazım.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Hayır efendim.

BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir diğer sayın milletvekilinin parmak iziyle açılmaması gerekiyor.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Ben izah edeyim efendim.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sayın Aksu şifresini basmıştı, bırakmıştı. Ben de, söz istemek için, söz istiyorum...

BAŞKAN – İlave ettiniz?

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – İlave ettim.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sayın Bakandan, delâletinizle şu sorumun cevabını istirham ediyorum: Koç Üniversitesinin inşaatları, imar yasalarına aykırı olarak yapılmasına ve yargı kararlarıyla durdurulmuş olmasına rağmen, devam etmiştir ve bitirilmiştir. Bu süre esnasında, bu kaçak inşaatlara göz yuman yetkililer hakkında bir işlem yapılmış mıdır; yıkım kararı alınmış mıdır, para cezası verilmiş midir? Bunların cevaplarını rica ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baş.

Sayın Bakan, buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Başkan, sayın üyeler; sorulara cevap vermeden önce, 29.6.1992 tarihli Anayasa Mahkemesi kararının bozma bölümünü bir defa bilgilerinize sunmak istiyorum:

Kamusal nitelik taşıyan, kimi hizmetlerini doyurucu biçimde yerine getirebilmesi için arazi ve yapıların, başka gerçek ya da tüzelkişilere devredilmeme koşuluyla üniversite kuracak olan vakıflara devredilmesi, devlet varlığının azaltılmasıdır.

Vakıf üniversitesi, devlet üniversitesiyle eştüzel sayılsa da bu özgülemenin (tahsisin) gerekleri, koşulları, sınırları bir yasayla belirlenerek yapılması asıldır.

Devir kararının, devrin, Bakanlar Kuruluna bırakılması, bu bırakışın bir yasayla öngörülmesi, özgülemenin yasadan kaynaklandığı anlamına gelmez. Özgülemeye, yani...

ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) – "Özgüleme" ne demek Sayın Bakan?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Efendim, parantez içerisinde "tahsis" diye söyledim; dinlememişsiniz Zeki Bey, dinlerseniz... Bakın, ben herkesi dinledim.

Özgülemeye, yani tahsise ilişkin ayrıntıların yasayla düzenlenmesi şeklindedir.

İşte, Anayasa Mahkemesi kararının bozma nedeni budur. Bu tasarı getirilirken, işte bu eksiklikler giderilmek istenmiştir. Şartlar belirlenmiş ve bedel esası getirilmiştir.

Şimdi, Sayın Nazlı Ilıcak "dışarıdan alınan kredi yüzde 7,5 faizle verilmiştir; kimlere verilmiştir, ormandan kaç adet ağaç kesilmiştir; bunun cezası var mıdır?.." diye sordular Bunun cezası, ceza hukukuyla ilgilidir; Millî Eğitim Bakanı olarak izin verin ben cevap vermeyeyim. "Kesenler serbest mi bırakıldı" sorusuna, Bakanlığım döneminden önceki bir devreye rastgeldiğinden, ben bu konuları inceleyip, zatıâlinize yazılı olarak cevap vereceğim.

Sayın Kamer Genç'in uzun -kendileri gittiler- konuşmalarından, soruları anlamak, pek kolay olmadı! Ancak "kanuna riayet etmiyorlar dersek uygun olur mu?" diye sormuştu. Herkes, kanunlara uymak zorundadır. Sıfatı ne olursa olsun, kişiliği ne olursa olsun, Türkiye'de, herkes, kanunlar karşısında eşit hak ve sorumluluklarla donatılmıştır. (FP sıralarından gürültüler)

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Kâğıt üzerinde öyle; ama, gerçekte öyle değil.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – "Kereste 500 milyar; 250 dönüm, 1,5 milyar alınmıştır" deniliyor. Bu da, Bayındırlık Bakanlığının o yıla ait birim fiyatları esas alınmak suretiyle tespit edilmiştir.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Hayır, tam tersi... Boğaz manzaralı, orman içinde!..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – "Orman dikmekle ne olacak" sorusu... Bu teklifi kınamıştır; bu bölümü kınamıştır. Oysaki, bu bölüm, Plan ve Bütçe Komisyonunda konuşma yapan ve bu bölümün ilave edilmesini isteyen Amasya Milletvekili Kıymetli Ahmet İyimaya'nın teklifidir; bu teklif, Plan ve Bütçe Komisyonunda benimsenerek, getirilmiştir.

Kesilen ağaçlar için savcılığa başvurulmuş mudur diye soruldu; onu bilmiyorum. Bu, savcılığın ve mevzuata uygun işlem yapılıp yapılmaması ise, imarla ilgili olarak, o da, belediyenin görev ve sorumlulukları içerisindedir.

Kıymetli Yücel Erdener ve İsmet Vursavuş'un sorularına yazılı olarak cevap vereceğim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Turhan Güven'in sorusunun cevabı ise; vakıflar, kâr amacı gütmeyen ve kâr amacı gütmeden bir gayeye tahsis edilen mal rejimidir.

TURHAN GÜVEN (İçel) – 10 000 dolar...

BEKİR SOBACI (Tokat) – 10 000 dolar...

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – 10 000 dolar veya 6 000 dolar veya 1 500 dolar hizmetin karşılığında talep edilen ve karşılığı verilen bir ücret olsa gerek; çünkü, bu, satıcıyla alıcı arasındaki işlem.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Tamam mı efendim?

TURHAN GÜVEN (İçel) –Sayın Başkan, bir sualim daha vardı.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Efendim, Sayın Yalman "Koç inşaatları imar yasalarına aykırı olmasına rağmen, kaçak inşaatlara göz yuman..."

BAŞKAN – Sayın Bakan, Sayın Güven'in ikinci suali vardı, cevabını yazılı mı vereceksiniz?

TURHAN GÜVEN (İçel) – Efendim, diyorum ki, halen yargıda devam etmekte olan bir olay için, örnek, Türkiye'de yüksek yargı, mesela, bir idam kararı verdi... Şimdi, herkes "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararını bekleyelim" diyor...

BAŞKAN – Sizin sualinizi Sayın Bakan anlamış herhalde.

Sayın Bakan, cevabını yazılı mı vereceksiniz?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Evet efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Yani, onun gibi devam eden bir şeyde, acaba, bu kanun tasarısında onun sonucunu beklesek daha uygun olmaz mı diye soruyorum.

BAŞKAN – Efendim, yazılı cevap verecekmiş.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Evet efendim; yazılı cevap vereceğim.

BAŞKAN - Öyle diyor.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – İnşaatların imar mevzuatına aykırı olması ise, imar mevzuatını denetlemekle görevli ve yetkili olan belediyelerin sorumluluğu alanındadır. İstanbul Belediyesinden, ilçe belediyelerinden de sorduracağım, açıklayacağım, bilgiler sunacağım.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Kendi grubunuzdakilerin sorularına da cevap
verin.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Efendim, ben, onlara cevap veririm.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Yazılı cevap vereceklerini söylüyorlar; Sayın Bakanın takdiridir.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Biz de öğrenmek istiyoruz!

BAŞKAN – Takdir kendisinindir, vermez vermez, Allah Allah!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Verdiğim yazılı cevabı size de gönderirim kıymetli milletvekili arkadaşım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim sağ olun.

III. – YOKLAMA

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, tasarının maddelerine geçilmesinin oylanmasından önce, yetersayıda üye yoklama talebinde bulunmuştur.

Şimdi, talep sahiplerinin salonda bulunup bulunmadıklarını arayacağım ve yoklama yapacağım.

Sayın Lütfi Yalman?..Burada.

Sayın Yahya Akman?..Burada.

Sayın Altan Karapaşaoğlu?.. Burada.

Sayın Özkan Öksüz?.. Burada.

Sayın Yaşar Canbay?.. Burada.

Sayın Latif Öztek?.. Burada.

Sayın Tevhit Karakaya?.. Burada.

Sayın Mustafa Geçer?.. Burada.

Sayın Eyüp Fatsa?.. Burada.

Sayın Nurettin Aktaş?.. Burada.

Sayın Ali Sezal?.. Burada.

Sayın Bekir Sobacı?.. Burada

Sayın Fuat Fırat?.. Burada.

Sayın Ahmet Karavar?.. Burada.

Sayın Hüseyin Arı?.. Burada.

Sayın Mahfuz Güler?.. Burada.

Sayın Albayrak?.. Burada.

Sayın Fahrettin Kukaracı?.. Burada.

Sayın Açba?... Burada.

Sayın Batuk?.. Burada.

Sayın Çelik?.. Burada.

Sayın Dağcıoğlu?.. Burada.

22 arkadaşımız burada efendim.

Sayın milletvekilleri, şimdi, yoklama için 3 dakika süre veriyorum. (Gürültüler, "çok" ses-
leri)

Çok mu?!. Kim dedi "çok" diye onu; boyacı küpü değil efendim yani...

Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine basarak, salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyenlerin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, yine olmazsa, bu süre içerisinde Başkanlığımıza, ad ve soyadlarını yazdıkları pusulaları göndermelerini, rica ediyorum efendim.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, çoğunluğumuz vardır.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının maddelerine geçilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, programa göre, kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarıyla, bütçe günlük programı üzerindeki görüşmeler saat 24.00'ten önce bittiği takdirde, diğer kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 22 Aralık 1999 Çarşamba günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Hayırlı geceler, hayırlı akşamlar.

Kapanma Saati : 00.18

VII. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal’ın, Osmaniye İlinin SSK Hastanesi ihtiyacına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’ın cevabı (7/967)

Türkiye BüyükMilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanı Sayın Yaşar Okuyan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize arz ederim.

Şükrü Ünal

Osmaniye

Sorular

1. Osmaniye İlinde Sosyal Sigortalar Kurumundan sağlık hizmeti alan kaç kişi vardır?

2. Osmaniye’de hayırsever bir vatandaşımız tarafından SSK Hastanesi yapılmak üzere arsa bağışı yapılmıştır.

Osmaniye SSK Hastanesinin temeli ne zaman atılacaktır?

T.C.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 21.12.1999

Sosyal GüvenlikKuruluşları

GenelMüdürlüğü

Sayı : B.13.0.SGK.0.13.00.01/8009-030845

Konu : Yazılı Soru Önergesi

Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 9.12.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/967-2944/7440 sayılı yazınız.

Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal tarafından hazırlanan “Osmaniye İlinin Sosyal SigortalarKurumu Hastanesi ihtiyacına ilişkin” 7/967 Esas No.lu yazılı soru önergesinde yer alan konular Bakanlığımca incelenmiştir.

SosyalSigortalar Kurumunca Ülkemiz genelinde 30 000 yatak kapasiteli 122 hastane, 181 dispanser ve 227 sağlık istasyonu olmak üzere toplam 530 sağlık tesisi ile, nüfusumuzun yaklaşık yarısına sağlık hizmeti verilmektedir.

Osmaniye İlinde de 12 939 sigortalı, 8 546 emekli, dul ve yetim ile bunların aile bireylerinden oluşan 73 143 kişiye 1 dispanser ve 2 sağlık istasyonu ile sağlık hizmeti sunulmaktadır.

Diğer taraftan, Sosyal SigortalarKurumunun yatırım programında yer alan 100 yataklı Osmaniye Hastane inşaatına Başbakanlık tasarruf tedbirleri genelgeleri nedeniyle henüz ihale edilememiştir.

Bilgilerinize arz ederim.

Yaşar Okuyan

Çalışma ve Sosyal Güvenlik

Bakanı

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.