Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21 CİLT : 20 YASAMA YILI : 2

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

37 nci Birleşim

19 . 12 . 1999 Pazar

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. – 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/550) (S. Sayısı:211)

2. – 1998 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1998 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/509, 3/362) (S. Sayısı: 209)

3. – Katma Bütçeli İdareler 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/551) (S. Sayısı: 212)

4. – 1998 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1998 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/510, 3/363) (S. Sayısı: 210)

III. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, Susurluk olayları konusundaki Meclis araştırması komisyonu raporunda yeralan önerilerin değerlendirilmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/813)

2. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, İzmir Tabip Odası üyesi bir doktorun gözaltında kötü muamele gördüğü iddiasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/839)

3. – Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu’nun, afet bölgesinde irticaî faaliyette bulundukları iddia edilen firma, şahıs, dernek ve vakıflara ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/857)

4. – Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın, uyuşturucu ile mücadele için alınacak tedbirlere ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/885)

5. – Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik’in, Yay-Sat A.Ş. ve Birleşik Basın Dağıtım A.Ş.’nin dağıtım tekeli oluşturdukları iddiasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/948)

 

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 13.00’te açılarak altı oturum yaptı.

Birinci ve İkinci Oturum

Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Kaya, Türkiye’de nükleer enerji santralı kurulmasına,

Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün, Balıkesir’in yapımı sürdürülen organize sanayi bölgesi ile ulaşım sorunlarına,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Hakkâri Milletvekili Hakkı Töre’nin, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının canlı hayvan sevkiyatına koyduğu yasak ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşmasına, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp cevap verdi.

Hatay Milletvekili Süleyman Metin Kalkan ve,

20 arkadaşının, muhtarların 2000’li yıllardaki işlevlerinin incelenip sorunlarının araştırılarak,

21 arkadaşının, demiryolu ulaşımındaki sorunların araştırılarak,

19 arkadaşının, Hatay İlinin sorunlarının araştırılarak,

Alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri (10/106, 10/107, 10/108) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırasında yapılacağı açıklandı.

Hakkâri Milletvekili Hakkı Töre’nin (6/295) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği bildirildi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 1 inci sırasında bulunan, Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/584) (S. Sayısı: 293) geçici madde 3’e kadar kabul edildi.

Mehmet Vecdi Gönül

Başkanvekili

Mehmet Ay Cahit Savaş Yazıcı

Gaziantep İstanbul

Kâtip Üye Kâtip Üye

Üçüncü, Dördüncü, Beşinci ve Altıncı Oturum

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/584) (S. Sayısı: 293),

2 nci sırasında bulunan, Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/577) (S. Sayısı: 292),

Yapılan görüşmelerden sonra kabul edildikleri ve kanunlaştıkları açıklandı.

17.12.1999 Cuma günü (bugün) gündemin 6 ncı sırasına kadar olan işlerin bitirilememesi halinde saat 24.00’ten sonra da çalışmalara devam edilerek 6 ncı sırasına kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına ve Cumartesi günü Genel Kurulun çalışmamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 3 üncü sırasında bulunan, Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/588) (S. Sayısı: 298) 3 üncü maddesine kadar kabul edildi; 3 üncü maddesi, Komisyon Başkanının talebi üzerine, İçtüzüğün 88 inci maddesine göre, önergeleriyle birlikte geri çekildi.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mustafa Cumhur Ersümer ve Aydın Milletvekili Cengiz Altınkaya, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, konuşmasında kendilerine sataştığı iddiasıyla birer konuşma yaptılar.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 4 üncü sırasında bulunan, Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/447) (S. Sayısı: 294) görüşmelerine başlandı; Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunun oylanması sırasında istem üzerine yapılan yoklamalarda toplantı yetersayısının bulunmadığı anlaşıldığından,

Alınan karar gereğince 19 Aralık 1999 Pazar günü saat 11.00’de toplanmak üzere birleşime 05.00’te son verildi.

Murat Sökmenoğlu

Başkanvekili

Mehmet Ay Cahit Savaş Yazıcı

Gaziantep İstanbul

Kâtip Üye Kâtip Üye

Vedat Çınaroğlu

Samsun

Kâtip Üye

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 11.00

19 Aralık 1999 Pazar

BAŞKAN : Yıldırım AKBULUT

KÂTİP ÜYELER : Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 37 nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlayacağız.

Görüşmelere başlamadan önce, bir hususu Genel Kurulun bilgilerine sunmak istiyorum: Dışişleri Bakanı ile Adalet Bakanı, Başkanlığımıza yaptıkları müracaatta, bütçelerinin görüşme günlerinin değiştirilmesini istemişlerdir. Buna göre, Adalet Bakanlığı bütçesi, 24.12.1999 Cuma günü, 10 uncu turda, Orman Bakanlığı bütçesiyle birlikte; Dışişleri Bakanlığı bütçesi ise, 22.12.1999 Çarşamba günü, 6 ncı turda, Yargıtay Başkanlığı ve Çevre Bakanlığı bütçeleriyle birlikte görüşülecektir.

Bilgilerinize sunulmuştur.

Gündemimize göre, 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine başlıyoruz.

II. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- 2000 Mali Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/550) (S. Sayısı: 211)

2.- 1998 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1998 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/509, 3/362) (S. Sayısı: 209)

3.- Katma Bütçeli İdareler 2000 Mali Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/551) (S. Sayısı: 212)

4.- 1998 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1998 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/510, 3/363) (S. Sayısı: 210) (1)

BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, kanun tasarıları ve komisyon raporları bastırılıp dağıtılmıştır.

Komisyon raporlarının okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım:

Raporların okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Bütçe kanunu tasarılarının sunuş konuşmasını yapmak üzere Hükümete söz vereceğim.

Buyurun. (Alkışlar)

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

2000 yılı bütçesi ile 1998 yılı kesinhesap kanunu tasarıları, Plan ve Bütçe Komisyonunda yaklaşık bir ay süreyle enine boyuna tartışılmış ve son şeklini alarak bugünden itibaren de sizlerin takdir ve tensiplerine sunulmuş bulunmaktadır. Öncelikle, Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli başkan ve üyelerine, yaptıkları çalışmalar ve değerli katkıları için teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, vatandaşlarının oyuyla seçilerek oluşan millet meclislerinin temelinde bütçe hakkı vardır. Ekonomik, sosyal, malî ve siyasî açıdan büyük önemi olan, ülkenin ve insanlarının geleceğine yön veren bütçelerin parlamentolardaki tartışmaları da, elbette, diğer belgelere göre farklı olacaktır; çünkü, bütçeler, devletin izlemeyi amaçladığı sosyoekonomik politikaların bir göstergesidir; devletin en önemli belgelerinden biridir. Bu nedenle de, bütçe tartışmalarında, hükümetlerin önceki ve gelecekteki icraatı yanında, ülkenin bütün meseleleri gündeme getirilir ve tartışılır. Daha beşbuçuk ay önce, burada, 1999 yılı bütçesi görüşülmüş, ekonominin ve ülkenin sorunları enine boyuna tartışılmıştır. Halen güncelliğini koruyan bu tartışmalar, 2000 yılı bütçe hazırlıklarına ışık tutmuştur; daha titiz, daha dikkatli bir bütçe yapmamıza imkân sağlamıştır.

2000 yılı bütçesi, yeni bir bin yılın, yeni bir asrın ilk bütçesi olacaktır. Böylece, 1999 senesinde, hem biten bir çağın son bütçesi hem yeni çağın ilk bütçesi hazırlanmıştır. Bu, meclislerin yüz yılda bir yaşayabilecekleri bir durumdur; bu da, bu Meclisin üyelerine nasip olmuştur.

Aynı zamanda, 57 nci hükümetin kendi hazırlayıp sunduğu ilk bütçe olan 2000 yılı bütçesi, kamu maliyesini uzun yıllar özlemi çekilen sağlıklı bir yapıya kavuşturmayı, enflasyonun hızını düşürmeyi, ekonomide yatırım şevk ve iklimini yeniden yaratmayı ve istikrarı hedefleyen bir iktisadî programın aracı olarak ele alınmıştır, ekonominin koşulları göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır.

2000 yılı bütçe tasarısı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda benimsenerek kabul edilmiştir. Tasarı, artık Meclisin tasarısı haline gelmiştir.

Bu bütçe ve tabiî ki, Hükümetin icraatı, burada, yaklaşık 10 günlük bir sürede uzun uzadıya tartışılacaktır. Ülkenin kaynakları ile ihtiyaçları, değerli katkılarınızla en iyi şekilde bağdaştırılarak, ülkemizin ve insanlarının ihtiyacına en üst seviyede cevap veren bir bütçe oluşacak, tenkitleriniz de bize ışık tutacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dünya, 12 gün sonra yeni bir yüzyıla, yeni bir bin yıla girecektir. 21 inci Yüzyılın eşiğinde dünya, geleneksel politik blokların ortadan kalktığı, her alanda liberal eğilimlerin güçlendiği, teknolojik gelişmelerin sınır tanımaz bir şekilde önemli değişimlere yol açtığı bir döneme girmiştir. Haberleşme ve ulaşım teknolojilerindeki gelişmeler, bu sürecin bir motoru olarak, dünyayı, ekonomik, siyasî ve kültürel bir küreselleşmeye doğru itmekte, küresel toplum fikri somut bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır. Hızla devam etmekte olan bu süreç, gelecek yılların belirleyicisi olacaktır.

Küreselleşme, ekonomik yapıları da değiştirmiştir. Ulaşım ve iletişim alanındaki gelişmelerin de katkısıyla, ekonomik anlamda sınırlar ortadan kalkmış ve dünya, giderek büyük ve rekabete açık bir piyasaya dönüşmüştür.

Mal ve finans piyasaları, ülke sınırlarını sürekli zorlamakta ve ülkelerin boyutlarını aşmaktadır. Artık, üretimin farklı aşamaları, çok daha az maliyetle değişik ülkelerde gerçekleşmekte, çokuluslu ortaklıkların sayısı her geçen gün artmaktadır. Üretim faktörlerinin dolaşımının ve ticaretin serbestleşmesinin giderek artması, ülkeleri birbirine daha bağımlı hale getirmektedir.

Çağdaş uygarlık, birlikte çalışma, birlikte yaşama anlayışına erişmiştir. Ekonomik refah paylaşılmadıkça ve dünya ölçeğinde yaygınlaşmadıkça, yeryüzünde demokrasinin ve barışın egemen olmasının imkânsızlığı görülmüştür. Bu durum, demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, insan hakları, liberalizm gibi değerleri, yeni çağın temel belirleyici unsurları olarak öne çıkarmaktadır.

İletişim teknolojisinde meydana gelen ve karşılıklı etkileşimi sağlayan gelişmeler, dünyanın her yerinde evrensel standartta bir tüketim özlemi yaratmakta, bu durum da millî gelirin ve toplum refahının adil bir dağılımla hızla artırılmasını ve bunun çevreye özen gösterilerek, uluslararası piyasalarda rekabet edecek kalite ve fiyatla mal ve hizmet üretilerek yapılmasını zorunlu kılmaktadır.

Ülkelerin ihtiyaçları olan dışkaynağın ve beraberinde yeni ve son teknolojinin gelişmesi için yabancı sermayenin giriş ve çıkışındaki sınırlamalar en aza inmekte, bu da sermayenin uluslararası dolaşımını hızlandırmaktadır.

Teknolojik gelişme, bir yandan ulaştırma ve haberleşme maliyetlerini azaltırken, bir yandan da yeni imkânlar sunmakta ve ulusal pazarların dünya pazarlarıyla bütünleşmesini kolaylaştırmakta, dünya, tek bir pazar haline gelmektedir.

Dünyanın çok geniş bir kısmı, çok daha fazla ülke, bu küreselleşme sürecine katılmıştır. Serbest piyasa ekonomisi, tüm dünyada kabul edilen ve çok sayıda ülkenin uygulamaya koyduğu bir model olmuştur.

Ancak, teknolojik gelişme sağlayamayan ülkeler, rekabet güçlerini kaybetmektedirler. Rekabet gücü için, verimlilik ve bilgi-yoğun hizmet üretimi en önemli göstergeler olmaktadır. İstihdam da daha çok ileri teknoloji üreten endüstrilerde yaratılabilmektedir.

Bu yeni dönemde birçok iş için daha çok bilgi ve beceri gerekmekte; bu da eğitimi öne çıkarmaktadır. Eğitilmiş işgücü en çok aranan unsur olmuştur. Bu nedenle, gelecek çağda en verimli yatırım, insana yapılan yatırım olacaktır.

Günümüzde ülkelerin, dar veya doymuş olan içpazarları karşısında ekonomik büyümelerini ve kalkınmalarını devam ettirebilmeleri, diğer ülke pazarlarına yönelmelerini gerektirmektedir. Üretimin hitap ettiği pazarın büyümesi için, ülkeler, bölgesel ekonomik birlikler kurmakta, birlik içinde gümrük duvarlarını indirirken, üçüncü ülkelere karşı ortak bir dışticaret politikası uygulamaktadırlar. Bu bakımdan, bölgesel birlik içinde yer almak önem kazanmaktadır.

Daima hızlı ve hazır olmak, sınırlarötesi hareket etmek, bilgiye dayalı çalışmak, uluslararası hiper rekabet ortamına uyum sağlamak, yeni dünya ekonomisinin temel kuralları olacak. Türkiye, 21 inci Yüzyılda bu kurallara göre yarışacaktır.

Küreselleşme sürecinde çözüm, korumacılık değildir. Doğru ve gerçekçi çözüm, liberalleşme ve dışa açılma politikasını, bundan zarar görebilecek sosyal grupları sosyal güvenlik tedbirleriyle destekleyecek, sosyal dayanışmayı artırırken, bireyleri, küresel değişimi ve serbestleşmeyi kucaklamaya ve işgücü piyasalarında şanslarını artırmaya muktedir kılacak yeni beceriler kazanmaları için eğitecek içpolitikalarla tamamlamaktır.

Küreselleşmenin nimetlerinden en çok fayda sağlayanlar, dünya ekonomisiyle entegre olan ve dünya ekonomisini yönlendirebilen gelişmiş ülkelerdir. Gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda yaşam standartları yükselmiş, kişi başına gelir artmış ise de, gelişmiş ülkelerdeki artışın daha çok olması nedeniyle aradaki fark açılmakta, ülkelerarası gelir dağılımı düzeleceğine giderek bozulmaktadır. Bu nedenle, bir taraftan küreselleşmenin yarattığı fırsatları yakalamaya çalışırken, diğer taraftan da yaratacağı dengesizlikler ve tehlikeler için gereken tedbirler zamanında alınmalıdır. Küreselleşmenin hukuk yönü de evrensel boyutta tamamlanmakta, geliştirilmektedir.

Yıllarca süren toplantılardan sonra, 1994 yılının nisan ayında Uruguay Round görüşmelerinin tamamlanmasıyla, artık, yaptırım gücüne de sahip olan ve GATT'ın yerini alan Dünya Ticaret Örgütü kurulmuş ve 1 Ocak 1995 tarihinden itibaren göreve başlamıştır.

Üyesi olduğumuz bu örgüt, tarımsal ürün ticaretinin serbestleştirilmesi ve tarım destekleme politikalarında düzenlemeler yapılması, hizmetler ticaretinin ve fikrî mülkiyet haklarının ticaretle bağlantılı yönlerinin uluslararası ticaret sistemine dahil edilmesi, tarifedışı bazı ticaret engellerinin kurallara bağlanması ve eskisinden daha etkili ve bağlayıcı bir Anlaşmazlıkların Halli Organının oluşturulması ile uluslararası ticaretin ve yatırımların artırılması, ekonomik büyüme, istihdam ve sosyal gelişmenin sağlanmasında önemli rol üstlenmiştir.

Yeni çağın imkânları yanında ağır ve çetin şartları, hiç kuşkusuz ülkeler için bazı sorumlulukları da beraberinde getirmektedir. Teknolojideki yeni gelişmelerin, özellikle, bilgi iletişim teknolojisinin öne çıkacağı bu asırda, ülkeler, ekonomik güçleri ölçüsünde bir ağırlığa sahip olacaklardır. Ekonomik gücün temelinde ise, sağlıklı bir kamu maliyesinin bulunduğunda kuşku yoktur.

Dengeleri kalıcı bir biçimde kurulmuş sağlam bir kamu finansman yapısı, dışkaynak girişinin, yatırımın, istihdamın, üretimin, ihracatın, büyümenin ve sağlıklı bir gelir dağılımının kapısıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dünya ekonomisi, 1997 yılında başlayan ve 1998 yılında da bütün dünyayı saran kırizlerin etkisiyle, 1998 yılında son çeyrek yüzyılın dördüncü ekonomik yavaşlamasını kaydederek sadece yüzde 2,5 oranında bir büyüme gösterebilmiştir.

1999 yılında, krizlerin aşılmasında önemli aşamalar kaydedilmiş, tekrar iyileşme başlamış ve bu gelişmeler çerçevesinde, gelecek yıla ait tahminler, biraz daha olumlu yönde değişmiştir.

Dünya ekonomisinin 1999 yılı ortalama büyüme hızının yüzde 3 olacağı; gelişmiş ekonomilerin yüzde 2,8; gelişmekte olan ülkelerin yüzde 3,5 ve geçiş sürecindeki ülkelerin de binde 8 oranlarında büyüme gösterecekleri tahmin edilmektedir.

2000 yılı için yapılan değerlendirmeler, büyüme hızının dünya ekonomisi ortalaması için yüzde 3,5'e yükseleceğini, gelişmiş ekonomilerde, 1999 yılı düzeyinde olacağını, gelişmekte olan ülkelerde yüzde 4,8'e ve geçiş sürecindeki ülkelerde yüzde 2,8'e yükseleceğini ortaya koymaktadır.

1999 yılında yüzde 3,7'yle uzun vadeli büyüme trendinin altında kalacak olan dünya ticaret hacmindeki artışın ise, 2000 yılında yüzde 6'nın üzerinde olacağı hesaplanmaktadır.

Yaşanan krizler, uluslararası malî sistemin yeniden yapılandırılması gibi öncelikli yeni konuları gündeme getirmiş; küreselleşmeyle birlikte, şeffaflığın, kamu kaynaklarının daha etkin kullanılmasının ve kurumsal altyapıların tamamlanmasının önemi ortaya çıkmış; uluslararası kurumların yeniden yapılanması, küresel malî düzenin yeniden mimarîsi için de çalışmalar başlamıştır.

Sermaye ihraç eden ülkeler, riski en aza indirmek için, sermaye yatırdıkları stratejik ülkelerle işbirliği yapılması gerektiğini görmüşlerdir.

Bu çerçevede dünyanın en gelişmiş 7 ülkesi ile büyüklüğü ve stratejik önemi itibariyle global ekonomide hayatî bir rol oynayan ve aralarında ülkemizin de bulunduğu 11 ülke yanında, Avrupa Birliği ve Bretton Woods Kurumları -yani, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu- temsilcilerinden oluşan G-20 zemini kurulmuştur. Böylece, globalleşmenin beraberinde getirdiği sorunları aşmak için, yeni ve geniş bir evrensel ekonomik aile doğmuştur.

Grubun maliye bakanları ilk toplantısı 15-16 Aralık 1999 tarihinde Berlin'de yapılmış ve Türkiye, bu çalışmalara etkin bir şekilde katılmıştır.

G-20'nin iki tane temel amacı vardır; biri, sürdürülebilir ve istikrarlı bir büyümeyi hedef almasıdır; diğeri ise, finansal krizlere karşı ve ülkelerin krizlerden etkilenmesini önleyecek yeni bir malî mimarîyi oluşturmaktır.

G-20'ler, dünya nüfusunun üçte 2'sini kapsamakta, dünya gayri safî hâsılasının yüzde 85'ini oluşturmaktadır. Böylesine derin bir ekonomik oluşumda Türkiye'nin söz sahibi olması fevkalade önemlidir.

Türkiye, Balkanlardan Çin Seddine kadar uzanan geniş coğrafyada, yeni bir işbirliği anlayışının doğmasında yapıcı bir rol oynamıştır. Bu vasfı, Türkiye'nin yeni bin yıla taşıdığı en önemli avantajlarının başında gelmektedir. Avrasya'daki önceliklerimiz, bu coğrafyanın dünyayla bütünleşmesini mümkün kılacak fizikî ve ekonomik altyapıların inşaı, ekonomik, ticarî ve güvenlik işbirliğinin geliştirilmesi ve kültürel bağların yeniden kurulmasıdır.

Ülkemiz, bulunduğu coğrafya itibariyle, doğudan batıya, kuzeyden güneye bir köprü, bir merkez konumundadır ve küreselleşme sürecinde, yükselen 10 pazar ülkesinden biri olarak, stratejik bir öneme sahiptir.

Türkiye, bir taraftan depremlerin acılarını sarmaya çalışırken, diğer taraftan da asrın son büyük zirvesi olan ve yeni çağın önde gelen değerleri, insan hakları, liberalleşme ve demokratikleşme gibi unsurların savunulduğu Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) toplantısında, her ülkeyi gıpta ettirecek bir başarıyla ev sahipliği yapmıştır.

AGİT Zirvesi sırasında gerçekleşen tarihî bir olay da, Avrasya'daki petrol ve doğalgaz kaynaklarının, Türkiye üzerinden geçecek enerji nakil hatlarıyla dünya pazarlarına ulaşmasına ve Avrasya'nın dünya ekonomisiyle bütünleşmesine imkân veren Hazar Geçişli Türkmenistan-Türkiye-Avrupa Doğalgaz Boru Hattı Projesi Hükümetlerarası Deklarasyonu ile Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı Projesine ait hükümetlerarası anlaşmanın, 18 Kasım 1999 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri Başkanının şahitliğinde imzalanmış olmalarıdır.

Bu projelerin hayata geçirilmesiyle, Türkiye, 21 inci Yüzyılın küresel enerji hattının tam ortasında yer alacak ve stratejik açıdan önemli bir konuma sahip olacaktır.

Diğer taraftan, 1963 yılında Ankara Anlaşmasını imzalayarak Avrupa Topluluğuyla ilişkilerini başlatmış olan Türkiye için Avrupa Birliğine tam üye olmak siyasî bir hedefti. 1963 Ankara Anlaşmasına göre, Türkiye, zaten bir aday ülkedir; 1987 yılında da tam üyelik başvurusu yapılmıştır.

Avrupa Birliği sürecinde zaman zaman iniş ve çıkışlar olmuştur. Birliğin Türkiye'ye karşı üzerine düşen malî yükümlülükleri yerine getirmemesine rağmen, ülkemiz, kendi dinamizmi sayesinde ekonomik gücünü artırmış, ihracatçıları ve yatırımcılarıyla dünya pazarlarında söz sahibi olmayı başarmıştır.

10-11 Aralıktaki Helsinki Zirvesinde anlaşmalardan doğan hakkımız teslim edilmiş ve Türkiye'ye diğer adaylarla eşit hak ve yükümlülüklere sahip adaylık statüsü resmen tanınmıştır.

1987 yılında yaptığı resmî başvuruyla tam üyeliği hedefleyen Türkiye'nin ekonomik büyüklüklerini de Maastricht kriterlerine uygun hale getirmesi gerekmektedir.

Bu kriterlerin neler olduğunu, önemi ve hükümetin ekonomik hedeflerinin anlaşılabilmesi bakımından sizlere hatırlatmak istiyorum:

Kriterlere göre, üye ülkenin;

Cari bütçe açığı, gayri safî yurtiçi hâsılasının yüzde 3'ünden fazla olmamalı,

Toplam kamu borcu, gayri safî yurtiçi hâsılanın yüzde 60'ını geçmemeli,

Enflasyonu, en düşük enflasyonlu üç üye ülke ortalamasını 1,5 puandan fazla aşmamalı,

Uzun vadeli faiz oranları, en iyi üç ülke ortalamasını 2 puandan çok geçmemeli,

Parası, iki yıl süreyle, Birlik döviz kuru mekanizması içinde istikrarlı olarak yer almalıdır.

Yüksek enflasyonu sürdüren dünyadaki ülkelerin sayısı, bugün, bir elin parmakları kadar azalmıştır. Avrupa Birliği tam üyelik adaylığıyla yaşayacağımız yeni süreçte görmemiz gereken bir gerçek vardır. Türkiye, mevcut bir yana, bir yıl için öngördüğümüz yeni hedefle dahi yetinmeden, enflasyonu yüzde 3'lere kadar indirmek sorumluluğuyla karşı karşıyadır.

Türkiye, tam üyelik için gereken ekonomik ve hukukî eksikliklerini, elbette ve en kısa sürede tamamlayacaktır. Bunun yapılması, küresel dünyaya uyum sağlamak için de gerekmektedir. Hükümetin hedefi de, esasen, bu yöndedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; küreselleşen dünya konjonktürü içinde Türkiye ekonomisindeki gelişmeler nasıl olmuştur; şimdi, bunun üzerinde durmak istiyorum.

Türkiye'de, 1980 yılından itibaren, rakebete ve dışa açık ekonominin ilke ve esaslarının yerleştirilmesi, dışticaretin libarelleştirilmesi, fiyat belirlemelerinde idarî kararlar yerine piyasa güçlerinin ikame edilmesi ve yurtiçi malî piyasaların yeniden yapılandırılması ve geliştirilmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır.

Bu çerçevede, para piyasalarının temel kurumları olan bankalar için, 1986 yılında, bankalararası para piyasası kurulmuş, 1987 yılında da açık piyasa işlemleri uygulamaya konmuştur. Ayrıca, döviz ve kıymetli madenlere ilişkin hükümler yeniden düzenlenerek, konvertibiliteye, döviz kullanımına, kambiyo rejimine ve sermaye transferlerine ilişkin önemli adımlar atılmıştır. Bu kapsamda, 1988 yılında döviz ve efektif piyasaları, 1989 yılında da döviz karşılığı altın piyasası kurulmuştur.

Öte yandan, 1982 yılında yürürlüğe konulan Sermaye Piyasası Kanunu ile de küçük tasarrufların ekonomiye kazandırılması suretiyle yatırımcıların fon ihtiyacı için yeni imkânlar yaratılmış, yapılan ilavelerle yeni kurumlar ve sermaye piyasalarında etkinliği artırıcı yeni araçlar uygulamaya konmuştur.

1985 yılında gerekli yasal düzenlemeler yapılarak, ihracatı geliştirmek, reeksport ve transit ticaretten daha çok faydalanabilmek amacıyla serbest bölgeler faaliyete geçirilmiştir.

1986 yılında İstanbul Menkul Kıymetler Borsası açılmış, menkul kıymetlerin yurda giriş ve çıkışı serbest bırakılmış, yatırım danışmanlığı, portföy yöneticiliği ve aracılık faaliyetleri gibi gelişmiş borsa işlemleri yurdumuzda da yapılır hale gelmiştir.

Bu süreci tamamlamak üzere 1989 yılında konvertibiliteye geçilmiş, döviz kullanımı ve uluslararası sermaye hareketleri tamamen serbest bırakılmıştır.

Yapılan tüm bu yasal ve kurumsal düzenlemeler, dışa açık serbest piyasa ekonomisinin altyapısının oluşup gelişmesine önemli katkıda bulunmuştur.

Gerçekleştirilen bu düzenlemeler sonucu, 1980 sonrasında büyümede, imalat sanayii kapasite kullanımında, ihracat hacminde, imalat sanayiinin ihracat içindeki payında ve dışticaret hacminde önemli artışlar sağlanmıştır.

1996 yılında Avrupa Birliği ile gümrük birliğine girilmesi, sanayimizi uluslararası rekabetle karşı karşıya getirmiş ve sektörlerimizin dinamik yapıları ve üretimdeki esneklikleri sayesinde bu rekabet ortamına uyum sağlanabilmiştir. Ayrıca, rekabetin, tüketicinin ve fikrî ve sınaî hakların korunması konularında gerekli yasal düzenlemeler yapılmış, kurumlar oluşturulmuştur.

Bugün Türkiye, satınalma paritesine göre, 400 milyar doları aşan gayri safî millî hâsılasıyla dünyanın 16 ncı büyük ekonomisidir. Türkiye, son 30 yıl zarfında ortalama yüzde 5 kalkınma hızını gerçekleştirmiştir; son 10 yıl içindeki siyasî istikrarsızlıklara rağmen bunu başarabilmiştir. Türkiye'nin, dışticaret hacmi 80 milyar dolara yaklaşmıştır; ihracatının yüzde 90'ı sanayi ürünüdür.

Türk ekonomisi dünyanın yükselen 10 pazarından biridir. Türkiye, 135 ülkeye sanayi ürünleri ihraç etmektedir; Avrupa Birliğinin 6 ncı büyük ticaret ortağıdır.

Dört yıllık gümrük birliği tecrübesi, ekonomimizin Avrupa Birliği içindeki rekabete uyum sağlayabildiğini göstermiştir. Malî hizmetler sektörümüz, hisse senedi ve emtia borsalarımız ve sigorta kurumlarımız, küresel pazarlarla tam anlamıyla bütünleşmiş bulunmaktadır. Kuvvetle gelişen özel sektörümüz, Avrupa ülkeleri arasında en dinamik gelişen bir nüfus yapısına sahip olmamız, gelecek için en temel avantajlarımızdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütün bu olumlu gelişmelere rağmen, Türkiye ekonomisinin, bugün, mutlaka çözülmesi gereken bazı ciddî sorunları bulunmaktadır. Bunlar arasında kronik enflasyon ve devletin borç yükü, birinci öncelikli sorunlar olarak önümüze gelmektedir. Her iki sorunun da temel nedeni, kamu maliyesinin bugün içinde bulunduğu sağlıklı olmayan yapıdır.

Kamu kesimi finansman yapısını sağlıksız hale dönüştüren nedenlerin başında, kuşkusuz, iç borçlara ödenen faizlerin ağır yükü gelmektedir.

1985 yılında bütçede faiz ödemelerine vergi gelirlerinin sadece beşte 1'i kadar ödenek ayrılmış iken, bu yıl, bu oran, yüzde 75'lere yükselmiştir. Yalnız bu tablo, kamu maliyesinin ne kadar sağlıksız bir yapıya dönüştüğünü açıkça ortaya koymaktadır.

Gerek nüfus artışı gerek toplumun refah düzeyini artırma arzusu, ekonominin istihdam kapasitesindeki yetersizlikler ve bazı sektörlerin desteklenmesi ihtiyacı; güvenlik, adalet, eğitim, sağlık, çevre ve altyapı hizmetlerinin mutlaka karşılanması zorunluluğu gibi nedenlerle kamu harcamaları belli bir seviyenin altına çekilememekte, devletin finansman ihtiyacı büyümektedir.

Bildiğiniz üzere, kamunun 3 tane finansman kaynağı vardır; vergi, borçlanma ve Merkez Bankası.

Geçmişte, açık finansmanın acı tecrübeleri yaşandığı için, son yıllarda Merkez Bankası kaynaklarına başvurulmamıştır. Bu, övgüye değer bir gelişmedir. Ne var ki, vergi ve borçlanma arasında da optimum bir denge kurulamamış, borçlanma ağırlıklı bir finansman modeli, uygulamaya hâkim olmuştur. "Kamu malî yapısı sağlıklı değil" derken söylemek istediğim budur. Devletin borç yükü ekonominin taşıyamayacağı bir büyüklüğe tırmanmış, hem bütçeyi hem de özel sektörü kilitlemiştir.

Hükümet, kamu maliyesini sağlıklı hale dönüştürmeye, bütçe açıklarını küçültmeye, enflasyonu makul bir düzeye indirmeye kararlıdır. Uygulamaya konulan programın temel hedefi de budur. Bu programın bir ayağında bütçe, diğer ayağında yapısal reformlar vardır.

Huzurlarınızdaki bütçeye üç temel prensip hâkim olmuştur.

Birincisi, yapılacak köklü düzenlemelerle kamu harcamalarına çeki düzen verilmesidir. Devletin her kuruşu mutlaka yerli yerine harcanacak ve vatandaş bunu açık bir şekilde bilecek ve görecektir. Kamu harcamalarında saydamlığa özel bir önem gösterilecektir.

İkincisi, kamu finansmanı süratle sağlıklı bir yapıya kavuşturulacaktır. Vergi ve borçlanma arasında optimum denge kurulacaktır. Merkez Bankası kaynaklarına başvurmamayı öngören uygulamaya devam edilecektir. Vergi sisteminde yeni bir yapılaşma içine girilmiştir. Borçlanma yeni esaslara bağlanacaktır. Bunlar yapılırken, ekonominin ihtiyaçlarını özenle göz önünde tutacağız. Ne pahasına olursa olsun, fiskal amaçları gerçekleştireceğiz şeklinde bir düşüncemiz yoktur. Ekonomide yatırım, üretim, teşebbüs şevk ve ikliminin korunması, her zaman, öncelikli hedefimizdir.

Bütçedeki üçüncü temel prensip ise, faiz dışı bütçe dengemizin, hedef aldığımız makro ekonomik büyüklüklerle tutarlı olacak şekilde fazla vermesi prensibidir. İçinde bulunduğumuz enflasyon, borç, faiz sarmalından kurtulmak açısından bu noktanın altını önemle çiziyorum.

Programın ikinci ayağı yapısal reformlardır. Parlamentomuz, bu konuda üzerine düşeni yapmaktadır.

Sosyal güvenlik sistemi, bankacılık, sermaye piyasası ve gümrük gibi temel konulardaki düzenlemeler kanunlaşmış; Anayasa'da, özelleştirme ile yabancı yatırımın gelmesinde bir engel olan tahkim konularında gerekli değişiklik yapılmıştır. Buna uyum sağlamak üzere de, Danıştay Kanunu ile İdarî Yargılama Usulü Kanununda değişiklikler yapan tasarı Genel Kurulda kabul edilmiştir. Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkındaki Kanun değişikliği ise Meclis gündemindedir. Tahkimle ilgili usül düzenlemelerini içeren kanun tasarısı da son şeklini almıştır. Yapısal nitelikteki bu tür düzenlemeleri gerçekleştirmek, bilindiği gibi, yıllarca mümkün olamamıştı.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerine bu gayret ve fedakârlıkları için, Hükümet adına, bir kere daha teşekkür ediyorum.

Hiç kuşkusuz, yasaların çıkması tek başına sorunların çözümüne yetmemektedir. Önemli olan, bu yasalara, uygulamada işlerlik ve etkinlik kazandırılmasıdır. Programın başarısı, tavizsiz ve kararlı bir uygulamaya bağlıdır. Hükümet, bu noktada da tam bir kararlılık içindedir.

Özelleştirmede hızlı bir uygulama, hükümetin önceliklerinin başında gelmektedir. Özelleştirmeyi, ekonomiye rasyonellik kazandıracak ve kamu malî sistemini rahatlatacak temel unsurlardan biri olarak ele alıyoruz.

Devlet, kaynakların israfına ve yanlış kullanımına yol açan faaliyetlerden uzaklaştığı ölçüde, aslî fonksiyonlarını daha iyi bir şekilde yerine getirebilir.

Yabancı sermaye konusunda da yeterli seviyelere ulaşabilmiş değiliz. Dışkaynak akışını hızlandıracağız.

Yeniden ele almamız gereken önemli konulardan biri de, tarımsal desteklemedir. Bunun ortaya çıkardığı görev zararları, kamu kaynaklarının malî yapıları içinde orantısız büyüklüklere ulaşmıştır. Bu konuda da üretcilerimizi mağdur etmeyecek yeni uygulama modelleri üzerinde çalışıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ekonomisi, 2000 yılına, kamu açıklarının yüksek düzeyinin devam ettiği bir ortamda girmektedir. Hükümet, bu gidişatı durdurmak için, 2000 yılında, maliye politikalarını, gelir ve harcamalarda yapılacak uyumla, faiz dışı bütçe dengesinde önemli bir iyileşme sağlayacak şekilde uygulamayı, reel faizleri ve enflasyonu makul bir düzeye indirmeyi ve gereken yapısal düzenlemeleri gerçekleştirerek, ekonomiyi, yeniden, istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyüme ortamına kavuşturmayı temel hedef olarak tercih etmiştir.

Hükümet, içborç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranını, 2000 yılında sabitlemeyi, izleyen yıllarda da aşağıya çekmeyi ve enflasyonu düşürmeyi hedeflemiştir. Bu çerçevede, kamu kesiminin önemli ölçüde faiz dışı fazla vermesini sağlayacak, gelir artırıcı, gider azaltıcı bir programı devreye sokmaktadır. Para ve kur politikaları da program hedeflerine uygun olarak yürütülecektir.

2000 yılı bütçesinin arkasında, devletin gideri ile geliri arasındaki farkı kapatmaya kararlı, tavizsiz, programlı, ciddî bir siyasî irade mevcuttur.

Bu tercih, ekonomiye yeni bir atılım kazandırmak, yatırım ve üretim iklim ve şevkini oluşturmak, küreselleşmenin nimetlerinden daha fazla yararlanarak, ülkemiz ve insanlarının refahını artırmak, güçlü ve büyük Türkiye'yi yaratmak içindir.

Görüş ve değerlendirmelerinize sunulan 2000 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının büyüklükleri, dengeleri ve hedefleri de bu tercih çerçevesinde belirlenmiştir.

2000 yılı için hedef alınan temel büyüklükleri şöyle sıralamak mümkündür: Gayri safî millî hâsıla 124,9 katrilyon lira, büyüme oranı yüzde 5,5; gayri safî millî hâsıla deflatörü yüzde 42,5, toptan eşya fiyat endeksi yıllık ortalama yüzde 38,5, toptan eşya fiyat endeksi yıl sonu yüzde 20, ortalama dolar kuru 573 030 lira, ihracat 28 milyar 250 milyon dolar, ithalat 46 milyar dolardır.

Bu makroekonomik büyüklükler çerçevesinde hazırlanan ve Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan 255 trilyon liralık gider indirimiyle 2000 yılı bütçesi konsolide bütçe harcamaları 46,7 katrilyon lira, bütçe gelirleri de 32,6 katrilyon lira olarak huzurlarınıza gelmiş bulunmaktadır.

Bu rakamlara göre de; bütçe açığı 14,1 katrilyon lira, faiz dışı bütçe fazlası ise 7,5 katrilyon liradır. Bütçe giderlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 37,4, gelirlerin oranı yüzde 26,1, bütçedeki açığın oranı ise yüzde 11,3'tür.

Faiz ödemeleri hariç tutulduğunda, harcama büyüklüğünün gayri sâfi millî hâsılaya oranı yüzde 20,5 olmaktadır. Görüldüğü gibi, giderlerdeki büyüme, daha çok, faiz ödeneklerinden kaynaklanmaktadır.

2000 yılı bütçesi, faiz ödemeleri hariç, gayri sâfi millî hâsılanın yüzde 5,6'sı oranında fazla verecek şekilde bağlanmıştır. İzlenilen programın bir gereği olarak, bu dehefe ulaşılması, hatta aşılması, kamu maliyesinin ekonomi üzerindeki olumsuz baskısının azaltılması bakımından önem taşımaktadır.

Yaklaşık 46,7 katrilyon lira olan bütçe giderlerinin 9,9 katrilyon lirası personel giderlerine, 3,8 katrilyon lirası cari giderlere, 2 katrilyon 352 trilyon lirası yatırımlara, 30,6 katrilyon lirası da transfer harcamalarına ayrılmış bulunmaktadır.

Transfer ödeneklerinin 21,1 katrilyon lirası faiz giderlerine, 3,5 katrilyon lirası sosyal güvenlik kuruluşlarının finansman açıklarına, 595 trilyon lirası kamu iktisadî teşebbüslerine, 718 trilyon lirası program dışı görev zararlarına, 966 trilyon lirası vergi iadelerine, 337 trilyon lirası tarımsal desteklemeye, 1 katrilyon 377 trilyon lirası fonlara, 643 trilyon lirası kuruluşların transfer giderlerine, 1 katrilyon 383 trilyon lirası da diğer transfer giderlerine tahsis olunmuştur.

2000 yılında kamu yatırımlarında eğitim, sağlık, enerji ve imalat sektörlerinin paylarının artırılması öngörülmüş, turizm ve ihracat, önceliğe sahip sektörler olarak ele alınmıştır. Tarımsal desteklemeye de bütçede yeterli kaynak ayrılmıştır. Bütçenin çeşitli tertiplerinde yer alan bu kaynak 1 katrilyon lirayı aşmaktadır.

Yeni çağa, yeni bin yıla damgasını vuracak olan husus, insana, insanın eğitimine yapılan yatırımdır. Bu konuda, Türkiye, elinden geleni yapmaktadır; ancak, eğitime daha da fazla kaynak ayrılması gerektiğine inanıyoruz.

Bütçe tartışmalarında üzerinde en çok durulan konuların başında, kuşkusuz, memurlarımızın maaşlarına uygulanacak artış oranları gelmektedir. Memur maaşlarına yapılacak zam oranı, her zaman, gerek toplumumuzun çok geniş bir kesimini ilgilendirmesi gerek geleceğe dönük beklentilerin oluşumunda önemli bir etkiye sahip olması nedeniyle özel bir değer taşır.

2000 yılının ilk altı aylık dönemi için, ilk aşamada, ocak ayından geçerli olmak üzere, memur maaşlarında yüzde 15 oranında artış yapılması öngörülmüştür; ancak, bütçe kanununda yer alan bir hükümle de, bu artışın, enflasyonun altında kalmaması esası getirilmiştir. Böylece, maaş sistemimizde, ilk defa olarak, enflasyon öngörülerindeki sapmayı doğrudan doğruya maaş artışına dönüştürecek ve memurlarımıza enflasyon oranının üzerinde bir maaş artışına imkân verecek bir yeni yapı oluşturulmuştur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir çağı, bu çağın en büyük felaketiyle kapatıyoruz. Ağustos ve kasım aylarında arka arkaya yaşadığımız depremler, daha önce meydana gelen felaketlerle karşılaştırılamayacak ölçüde tahribat meydana getirmiştir. Felaketlerin, ekonominin tıkanıklıktan çıkma aşamasında olduğu bir döneme rastlaması, olayın gücünü ve güçlüğünü daha da artırmıştır.

Depremlerde, hiçbir şekilde telafi edemeyeceğimiz, 17 000'in üzerinde yurttaşımızı, maalesef, yitirmiş bulunmaktayız; 25 000’nin üzerinde yurttaşımız da yaralanmıştır. Kaybettiğimiz yurttaşlarımıza Cenabı Allah’tan rahmet diliyor, yaralılara acil şifalar temenni ediyor ve bütün milletimize sabırlar diliyorum.

Depremler ayrıca, konut, işyeri, altyapı tesisleri, ulaşım araçları, makine, teçhizat, mamul ve yarı mamul mal stoklarında telâfisi zor kayıplar da meydana getirmiş; bölgede, üretim ya durmuş ya da kapasite kullanımı düşmüştür. Bunun 1999 yılında büyüme üzerindeki 1 puanlık negatif etkisinin olacağı, devletin yetkili kurumlarınca tahmin edilmektedir.

Depremden en yoğun şekilde etkilenen Sakarya, Bolu, Yalova ve Kocaeli İllerimizin toplam nüfus içindeki payı yüzde 4,1’dir. Bölge, sanayileşme ve ülke ekonomisine katkı açısından da çok önemli bir konuma sahiptir, sanayimizin odağı sayılacak bir bölgedir. Bu iller, gayri safî millî hâsılamızın yüzde 7,2’sini, sanayi katma değerinin ise yüzde 13,8’ini sağlamaktadır. Bölge, doğal olarak, vergi gelirleri açısından da fevkalade önemli bir konuma sahiptir. Dört ilin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 15’i bulmaktadır.

Sanayimizin ve ekonomimizin doruk noktası olan bu bölgemizin, yeni çağın ilk yılında eski canlılığına kavuşması, tekrar, üretim ve istihdam yaratan bir yapıya dönüşmesi, hükümetin birinci önceliğe sahip hedefidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2000 yılı için öngörülen konsolide bütçe gelirlerinin 24 katrilyon lirası vergi, 5,6 katrilyon lirası vergi dışı normal gelirler, 2,8 katrilyon lirası fon ve diğer özel devlet gelirleri, 125 trilyon lirası da katma bütçeli idare gelirlerinden oluşmaktadır.

2000 yılı bütçe gelirlerinin 2,6 katrilyon lirası, Telekom hisse satışları, GSM satış gelirleri ve enerji dağıtım ve santrallarının devrinden elde edilecek özelleştirme gelirlerinden beklenmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2000 yılında, kamu harcamaları kontrol altında tutulacak, hedeflenen enflasyonla uyumlu gelir politikaları izlenecek ve özelleştirmeye hız verilecektir.

Devletin kendi parasına faiz ödemesini önleyen ve sağlıklı bir nakit idaresine yardımcı olan kamu haznedarlığı uygulaması 2000 yılında da sürdürülecektir.

Aynı şekilde, kamu harcamalarının üçer aylık harcama programlarına bağlanarak, bütçe ödeneklerinin buna göre serbest bırakılması, Hazinenin kefalet ve borçlanmalarına sınır getirilmesi uygulamalarına devam olunacaktır.

Yeterli ödeneği olmayan yatırım projelerinin başlatılmasına bu yıl da izin verilmeyecektir. Ayrıca, bütçede yatırımlara ayrılan kaynaklara ek olarak, bütçe dışı imkânların da kullanılmasına özen gösterilecektir.

2000 yılı bütçe uygulamalarında gelirler kadar giderlerin de üzerinde durulacak, kaynakların akılcı kullanımına önem verilecek, harcamaların etkinliği artırılacaktır.

Harcamaların günü gününe izlenmesine imkân verecek özel "SAY 2000" adı altında bir projeyle giderlerin anında kontrolü sağlanacak, israfa neden olan harcamalar süratle ayıklanacak, nakit ihtiyacı daha sağlıklı belirlenerek gereksiz borçlanma önlenecektir.

Devlet ihaleleri konusunda Bayındırlık ve İskân Bakanlığıyla birlikte yeni bir tasarı hazırlanmıştır. Bu tasarıyla, kamu ihalelerinde şeffaflık, rekabet ve kamuoyu denetimi gibi unsurlara özel önem verilmiştir. Yeni tasarıyla, yapım işlerinin uygulama projelerine dayandırılması sağlanırken "götürü bedel", "anahtar teslimi sözleşme" gibi müesseseler sisteme dahil edilmekte ve Avrupa Birliği ve uluslararası ihale standartlarına uyum sağlanmaktadır.

Kamuda personel sayısının artışını sınırlayacak bazı ilke ve tedbirlere ağırlık verilmiştir. Açıktan atama izinleri, bazı zorluklar arz eden ve zorunluluklar arz eden birim ve hizmetler hariç tutulmak üzere, emeklilik, vefat ve istifa nedenleriyle ayrılan personel sayısının belli bir yüzdesini geçemeyecektir. İhtiyaç fazlası personelin, ihtiyacı olan bölgelere ya da kurumlara nakledilmesine imkân sağlayacak önlemler alınacaktır.

Kamu taşıtlarının kullanımında, taşıt, akaryakıt, tamir giderlerinde ve şoför sayısında ciddî azalmalara imkân verecek bazı yeni uygulamalara gidilecektir.

Kamu kurum ve kuruluşlarında kullanılacak demirbaşlar için belirli standartlar oluşturulacak, kuruluşlar arasında eşya ve demirbaş devrini kolaylaştıracak önlemler alınacaktır.

Üniversitelere, tapuda kendi adlarına kayıtlı taşınmaz mallarını satarak elde edecekleri gelirleri yatırımlarda kullanma imkânı getirilmektedir.

Kamu binalarının yapım ve kiralanmasında, kaynakların akılcı kullanılmasına dikkat edilecektir.

Kamu harcamalarında etkinliğin yanında şeffaflığa da özen gösterilecektir.

Netice itibariyle, hükümet, vatandaşımızın ödediği verginin her kuruşunun, mutlaka, yerli yerinde harcanmasına özel bir önem vermektedir.

Diğer taraftan, 1999 yılında, Hazineye ait olup, herhangi bir kamu kuruluşuna tahsisli veya kamu hizmeti için gerekli olmayan taşınmaz malların satışına hız kazandırılmıştır. 2000 yılında da, atıl durumdaki taşınmaz malların süratle satılarak ekonomiye kazandırılmasına devam edilecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bilindiği gibi, vergi, devletin en sağlıklı ve aslî gelir unsurudur. Vergi sistemimizi etkin ve verimli bir yapıya dönüştürmeye yönelik çabalara 2000 yılında da büyük özen gösterilecektir.

Vergi, ekonomik faaliyetlerin bir nedeni değil, sonucudur. Ekonomik faaliyetler ne kadar artarsa, vergi de buna bağlı olarak artar. Tasurrufları, yatırımları ve teşebbüsü teşvik eden bir vergi sistemi, ülke ekonomisinin büyümesini artırır, işsizlik oranının düşmesine yardımcı olur. Vergi sistemi, temelde ekonomiye duyarlı olmak zorundadır.

Türkiye'nin uzunca bir süredir içinde bulunduğu yüksek enflasyon, büyüyen kamu açıkları, bunun doğal bir sonucu, kamunun borçlanmaya dayalı sağlıksız finansman yapısı, vergi gelirleri üzerinde de ciddîyetle durulması gereğini öne çıkarmaktadır.

Ülkelerin ekonomik gücünün temelinde sağlıklı bir kamu maliyesinin yattığını daha önce de ifade etmiştim. Gelir olmadan harcama yapmak mümkün değildir.

Verginin tabana yayılması ve vergi vermeyen grupların vergi sistemi kapsamına alınması, hükümetin temel hedefidir. Vergi tabanının genişletilmesine yönelik çalışmalara özel bir önem ve ağırlık verilecektir.

Vergi olayının fiskal boyutu yanında, hiç kuşkusuz, ekonomik ve sosyal boyutu da gözardı edilemez. Nitekim, 4369 sayılı Kanunla getirilen yeni düzenlemelere, mevcut ekonomik konjonktür ve koşullar göz önünde tutularak, 11 Ağustos 1999 tarihinde çıkarılan 4444 sayılı Kanunla ekonomik boyut kazandırılmıştır. Bu yapılırken, vergi yasalarının ekonomik koşullardan bağımsız olmadığından hareket edilmiş, ekonomik tıkanıklığın işletmeler üzerindeki olumsuz etkilerinli azaltmak, işletmelere taze kaynak sağlamak, malî bünyelerini güçlendirmek için önlemler alınmıştır.

Bu çerçevede, gelirin tanımı ve malî milat uygulaması ertelenmiş, geçici vergi oranı düşürülmüş ve vergilendirme dönemi altı aya çıkarılmış, işletmelerin bağlı değerlerinin satılması ve kârın sermayeye eklenmesi halinde vergi istisnası getirilmiş, tasarrufları artırmak amacıyla bazı menkul sermaye gelirlerinin kaynakta tevkif yoluyla vergilendirilmesi sağlanmış, milyonlarca aileyi haklı olarak tedirgin eden Emlak Vergisinde gerekli değişikliklere gidilmiştir.

Diğer taraftan, yaşadığımız deprem felaketleri, yarattığı can ve mal kayıpları yanında, hasar verdiği bölgenin ekonomik özelliği nedeniyle, ciddî vergi kayıplarına da yol açmıştır.

Deprem bölgesindeki mükelleflerle ilgili önlemler, Bakanlığımızca hemen alınmış ve vergilemeye dönük yükümlülükler, mücbir sebep sona erene kadar ertelenmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yeri gelmişken, geçtiğimiz günlerde kabul edilip yürürlüğe giren, esas itibariyle depremin yol açtığı tahribatı gidermeyi amaçlayan, kamuoyunda "ekvergi" ya da "deprem vergisi" olarak adlandırılan 4481 sayılı Kanuna da kısaca değinmek istiyorum.

Tabiî ki, yaşadığımız deprem felaketleri, Türkiye'de ve bütün dünyada büyük üzüntü yaratmıştır. Bu üzücü olay dolayısıyla, halkımız arasında ve uluslararası planda, övgüye değer, örnek bir dayanışma sergilenmiştir.

Devletin tüm kurumları ve halkımız, depremin yaralarını sarmak için var gücüyle çalışmaktadır. Yardım olarak gelen kaynaklar kuruşu kuruşuna değerlendirilmektedir. Mevcut bütçemizden de tasarrufa gidilmiş, bu acil ihtiyacın karşılanması için, olabildiğince kaynak sağlanmaya çalışılmıştır.

Deprem, hele bu şiddet ve kapsamda bir deprem, beklenmeyen bir durumdur, tahribatı büyüktür. Bütçemizde öngörülmemiş ihtiyaçlar yanında, vergi tahsilatında ortaya çıkan düşmelerden kaynaklanan gelir kayıpları da, felaketin malî boyutunu büyütmektedir. Yardımlar ve bütçe tasarruflarının kayıpları telafi etmede yeterli olmadığı açıktır. Yeni bütçe imkânlarının yaratılması kaçınılmaz olmuştur.

Meclisimizin onayladığı Vergi Kanunu, bu yükün, toplumun bütün kesimleri tarafından adil bir şekilde paylaşılmasını amaçlayan bir kanundur. Eşitliğe ve kamu vicdanına uygun bir düzenleme olarak ele alınmıştır. Dar ve orta gelirli kesimin korunmasına büyük özen gösterilmiştir. Böylece, Ek Vergi Kanunuyla depremin yaralarını milletçe sarma konusundaki toplumsal fedakârlık, bir kaynağa dönüşmüştür.

Bir yandan, deprem yaralarının en kısa sürede sarılarak, bölgedeki hayatın normale döndürülmesine çalışılırken, diğer yandan, bütçe açıklarını ve enflasyonu küçültmeyi amaçlayan programın da aksatılmadan yürütülmesi, ülke için hayatî önem taşımaktadır.

Vergi düzenlemeleri bu amaçla yapılmıştır.

Depremin, kaynak ve harcamaları, uygulamada, bir bütçe bütünlüğü içinde götürülecek, kamuoyu da bilgilendirilecektir.

Vergilerle toplanan paralar, mutlaka amacına uygun harcanacak ve vatandaşlarımıza "ödedik, ama boşa gitti" dedirtmeyeceğiz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; vergi sistemi, onu uygulayabilecek güçlü bir vergi idaresiyle başarıya ulaşabilir. Kanunlar çok mükemmel olsa bile, teknolojik olanaklarla güçlendirilmiş etkin bir vergi idaresi olmadıkça, sistemin başırılı olma şansı zayıftır. Bu bakımdan, Türk vergi idaresinin uygulama, hizmet ve denetim gücünü artırmak amacıyla yürütülmekte olan tam otomasyon projesine büyük önem veriyoruz. Proje, sürat kazandırılmış bir takvim içinde sürdürülmektedir.

Proje kapsamında; ayrıca, vergi idaresinin karar alma sürecini hızlandırmak ve daha analitik hale getirmek için, merkezde bir yönetim, bilgi ve karar destek sistemi oluşturulmaktadır.

Bu yıl, büyük illerdeki vergi dairelerinde, mükelleflerin vergileme işlemlerini rahatlıkla yapabilmeleri için halkla ilişkiler birimleri kurulmuştur. Bu uygulamayı diğer illere de yaygınlaştırmayı planlıyoruz.

Vergi dairelerinin, temel işlevlerinin yanında, idare-mükellef ilişkilerini daha sağlıklı bir düzeyde tutarak, ülkede, vergi bilincinin derinlik kazanmasına katkıda bulunacak çağdaş bir yapıya dönüştürülmesine özen gösterilecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bitmesine 12 gün kalan 20 nci Yüzyılda dünya çok hızlı gelişmeler yaşamış, değişimler geçirmiştir. Bu hızın, gelecek yüzyılda daha da artacağından kuşku yoktur. Bu yüzyıl, piyasaların, toplumların ihtiyaçlarını daha iyi karşıladıklarının anlaşıldığı bir yüzyıl olmuştur. Dünyaya en açık toplumlar, aynı zamanda en güçlü devletlerdir.

Bu küreselleşme sürecinde, toplumun refah düzeyini artırmak bakımından, hükümetin ve Parlamentonun görevi, engelleri kaldırmak, insanlarının, girişimcilerinin önünü açmaktır. Gittikçe küresel topluma dönüşen dünyada, Türkiye'nin hedefi, en gelişmiş on ülke arasına girmek olmalıdır.

Yeni çağda Türkiye'nin hedefi, sahip olduğumuz tarih, kültür ve coğrafyanın bize sağladığı stratejik konumdan en iyi şekilde yararlanarak, Türkiye'nin etkinliğini ve zenginliğini en üst düzeye çıkarmak, diğer milletlere örnek olan bir dünya devleti yaratmaktır. Bu vatanın her ferdi bunu istemektedir, buna layıktır, buna muktedirdir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Milletimizin ve Yüce Parlamentomuzun huzuruna, ülkenin geleceğinin sorumluluğuyla hazırlanmış, yeni yüzyılın ilk bütçe kanun tasarısıyla çıkıyoruz.

Türkiye ekonomisinin en temel sorunu olan kamu maliyesi, bugün, "böyle gelmiş böyle gitmez" kararlılığını ortaya koyarak, sorumluluğu tam ve açık şekilde üstlenmeyi gerektiren ve icap ettiren bir noktadadır. Türkiye'nin, yeni kamu maliyesi kimliğiyle, bütçe açığı azaldığı oranda, yeni çağın gereklerini yerine getirmede daha da güçlü olacağız.

Burada, bir defa daha belirtmek istiyorum; uyguladığımız, kamunun malî dengelerini sürdürebilir bir biçimde kurmaya dönük 2000 yılı programı üç ayağa dayanmaktadır: Vergi, özelleştirme ve yerli yerinde harcama. Bu üç ayak birbiriyle bütünleşmiş olarak programı taşıyacaktır. Her biri hayatî önemi haizdir. Bunlardan birisindeki başarısızlık diğerlerinin katkılarını da alıp götürecektir. Bu husus akıldan çıkarılmamalıdır. Özellikle, bugüne kadar bir türlü yeterli düzeye ulaşamayan özelleştirmeye özel bir önem verilecektir.

2000 yılı bütçesi sadece 2000 yılını değil, 2001 ve takip eden yıllar için de sağlam bir zemin oluşturma durumundadır. Çünkü, ekonomik ve malî dengeler kalıcı bir biçimde kurulacak, bütçe açığı sürdürülebilir bir düzeye çekilecektir. Sağlanacak iyileştirme geçici değil, sürekli olma niteliğine sahip olacaktır.

2000 yılı bütçesi, sadece bir yıllık bir bütçe hareketi olarak değil, bugünün şartlarının ağırlığıyla geleceğin hedeflerinin telifi dikkate alınarak hazırlanmış bir yol açıcı malî projenin ilk adımıdır. Bu adım, bir yıllık bütçe ölçeğinde küçük, önümüzdeki yıllar ölçeğinde ise büyük bir adımdır. Bu anlamda 2000 yılı bütçesi, yeni bir sayfadır.

Yeni bir yüzyılın bu ilk bütçesini hazırlamak ve yasalaştırmak, ona katkıda bulunan her kurum ve kişi için hem ayrıcalık hem de bir onur sayılmalıdır.

Ayrıcalık ve onur, kurumlar için de kişiler için de farklı bir duygudur. Ancak ayrıcalık ve onur, onu taşıyan omuzlara aynı zamanda yüksek bir sorumluluk da yükler.

Ekonomide ne kadar güçlü olursak, iç ve dış sorunlarımızın çözümünde de o kadar güçlü olacağız.

Size, Türk ekonomisinin ihtiyaçlarına en iyi şekilde kulak veren bütçeyi, doğru bütçeyi sunuyorum. Size, geleceği sunuyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; uygulamaya başladığımız maliye politikalarıyla, yapısal reformları gerçekleştirmedeki kararlılığımız yanında, Merkez Bankasınca, hükümetin programına uygun ve onun tamamlayıcısı olarak açıklanan para ve kur politikalarının olumlu etkileri şimdiden görülmeye başlamıştır.

Bu politikalar, hem Türkiye'de hem dünyada, ekonomik ve malî çevrelerde büyük bir güven artışı sağlamış, faiz oranları düşmeye, kredi notumuz yükselmeye başlamıştır. Artık, vatandaşlarımız tasarruflarını faize değil, yatırımlara yönlerdirmeyi tercih etmektedirler. Bu da bir yandan enflasyonun düşmesi, bir yandan da daha çok üretim, istihdam ve büyüme, kısaca, ekonomide canlanmanın işareti demektir.

Hükümetin programına ve hedeflerine inanan ve şimdiden destek veren herkese teşekkür ediyorum. Sizlerin ve toplumun her kesiminin bu bütçeye omuz vermesi, ülkenin yeni çağdaki konumu ve geleceği için çözümü daha da kolaylaştıracaktır. Hükümet, bu bütçeyi tam bir kararlılıkla uygulayacaktır; bütün vatandaşlarımızı da bunun takipçisi olmaya davet ediyorum.

Sayın Başkan, Helsinki'de Avrupa Birliğine tam adaylığı tescil edildikten birkaç gün sonra da G-20'ler toplantısına üye olarak katılan ülkemizin önünde yeni fırsatlar ve yeni imkânlar uzanmaktadır. İmkânlar ve fırsatlar, onu yönlendireceklere büyük sorumluluk getiren bir olgudur. Bu sorumluluğu açıkça ve dürüstçe üstlenmekten onur duyarız.

Sizlere, yapacağınız çalışmalar ve katkılar için teşekkürlerimi sunar, bütçenin devletimize ve milletimize hayırlı olmasını dilerim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 1.12.1999 tarihli 27 nci Birleşimde alınan karara uygun olarak basılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır.

Başlangıçta, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde, siyasî parti grupları ve hükümet adına yapılacak konuşmalar (hükümetin sunuş konuşması hariç olmak üzere) birer saat (bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir), kişisel konuşmalar 10'ar dakikadır.

Şimdi, bütçenin tümü üzerinde grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum:

Fazilet Partisi Grubu adına Sayın Recai Kutan; Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Yılmaz Karakoyunlu, Sayın Mesut Yılmaz; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın Devlet Bahçeli; Demokratik Sol Parti Grubu adına Sayın Ertuğrul Kumcuoğlu, Sayın Masum Türker. Doğru Yol Partisi Grubu adına henüz isim bildirmediler.

Şahısları adına; lehinde, Sayın Orhan Bıçakçıoğlu, Sayın Gaffar Yakın; aleyhinde, Sayın Evliya Parlak, Sayın Mustafa Baş.

Fazilet Partisi Grubu adına Sayın Recai Kutan; buyurun efendim. (FP sıralarında ayakta alkışlar)

FP GRUBU ADINA RECAİ KUTAN (Malatya) – Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; sizleri ve televizyonları başında bu müzakereleri takip eden aziz milletimizi, şahsım ve Fazilet Partisi adına saygıyla selamlıyorum; mübarek ramazanlarınızı da tebrik ediyorum.

Değerli milletvekilleri, 57 nci hükümetin hazırladığı, 2000 yılının bütçesini konuşacağız. Şüphesiz, bizim yarım yüzyıllık demokrasi tarihimizde ve Meclis çalışmalarımızda, bütçelerin ve bütçe müzakerelerinin özel bir yeri ve önemi vardır; çünkü, bu müzakereler vesilesiyle, yalnız bütçe rakamları ve hedefleri değil, Türkiye konuşulmaktadır, dünya konuşulmaktadır; hükümetlerin tüm icraatları, eğrisiyle doğrusuyla tartışılmaktadır; siyasetin muhasebesi yapılmaktadır.

Bütçe dönemleri, tabir yerindeyse, hükümetlerin karne dönemleridir. Bugünden itibaren, 10 gün süreyle, çok yönlü değerlendirmeler yapılacaktır. Yalnız, bu defaki bütçe müzakerelerinin bir özelliği vardır; o da, bu yüzyılın son bütçesi olmasıdır. 12 gün sonra, yeni bir yüzyıla, hatta, yeni bir binyıla giriyoruz. Bu sebeple, bu defa, sadece bütçe hesabının değil, devlet, siyaset, tarih, kültür, gelişme ve değişme açısından daha derin, daha köklü, daha kalıcı bir değerlendirme yapacağız ya da yapmalıyız.

Bize göre, Türkiye'nin en temel ihtiyaçlarından birisi, bu değerlendirmenin sağlıklı bir şekilde yapılmasıdır. Kompleksiz, soğukkanlı, gerçeklere sırt çevirerek değil, onlarla yüz yüze gelerek, ideolojinin dar kalıplarından sıyrılarak, aklın ve bilginin ışığında, bu muhasebe ve bilançolaşma işlemi yapılmazsa, korkarım ki, yeni yüzyıl, bize bir şey ifade etmeyecektir.

Biz siyasetçilerin, yalnız ufku görmesi yetmez, ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi gerekir; çünkü, gerçekler gecikmeyi sevmez; çünkü, gerçeklere sırt çevirenlerin, en kısa sürede, gölgesi, önüne düşer; çünkü, gerçekler, aranmadıkları zaman da önümüze çıkar, velev ki istemeseniz bile.

Değerli milletvekilleri, 10 Aralık Helsinki Zirvesiyle, Türkiye, yeni bir sürece girmiştir. 1839 Tanzimat Fermanıyla beraber başlayan Batılılaşma maceramız, yüzaltmış yıl sonra yeni bir noktaya gelmiştir. Biz, bu uğurda çok bedel ödedik, hâlâ da ödüyoruz. Yeri geldi, bu sevda uğruna tarihimizi inkâr ettik, geçmişimizle bağlarımızı kopardık; yeri geldi, kendi öz değerlerimizi, tertemiz kültürümüzü ve medeniyetimizi dışladık; yeri geldi, reddi miras ettik; yeri geldi, gelenin keyfi için, geçmişe, kalkıp sövdük; yeri geldi, bu milletin hayat kaynağı olan yüce dinini, onun müminlerine "Batılılaşmaya engel bunlardır, geri kalmışlığımızın sebebi bunlardır" diyerek, tarihin en büyük iftifarısı yaptık, yüzaltmış yıl karanlığa yumruk salladık; yeri geldi, bu, Batılılaşma uğruna ihtilaller yaptık, idamlar yaptık, dayatmalarda bulunduk. (FP sıralarından alkışlar)

Bunların hepsi geride kaldı. Bazı çevrelerin suçladığı kesimlerin hiçbiri bugün, Avrupa Birliğine karşı değil. Onlar, geçmişte de, medeniyete, bilime, evrensel değerlere değil, yozlaşmaya, yabancılaşmaya, kendini inkâra karşı oldular. Korkarım ki, bugün, Avrupa Birliğine girişe, suçlanan toplum kesimleri değil, bizatihi onları suçlayanlar karşı çıkmaktadırlar, onlar bu girişten rahatsızdırlar. Şimdi, herkes, en başta da Batıcılar ve Batılılar, bir sınavdan, karakter sınavından, muasır medeniyeti isteyip istememek sınavından geçiyor. Demokrasiden ne anlıyorlar, insan haklarından ne anlıyorlar, özgürlüklerden ne anlıyorlar; yaşayıp göreceğiz; çünkü, takke düşecek, kel görünecek! (FP sıralarından alkışlar) Ancak, hemen belirtmeliyim ki, Sayın Başbakanın televizyonlarda yaptığı açıklamalara baktığımızda, giriş sürecinin kısalmasında en büyük engelin kendileri olacağı anlaşılmaktadır. Biz, bu sürecin, milletimiz için hayırlı olmasını temenni ediyoruz.

Peşinen ifade edeyim ki, bu yeni dönemin, milletimiz lehine neticeler hâsıl etmesi için üzerimize düşen her türlü katkıyı yapmaya, Fazilet Partisi olarak hazırız. Milletçe, bu süreçten, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler açısından umutlarımız var, beklentilerimiz var; ama, çok ciddî endişelerimiz de var, özellikle, Ege ve Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak ciddî kaygılarımız var. Bunları, tarih önünde ifade etmeye mecburuz. Bu, bizim için, siyasî, ahlakî, tarihî ve vicdanî bir görevdir; bunu yapacağız.

Bir öndeğerlendirme yaptığımızda, biz, Türkiye olarak, Helsinki Zirvesinde bir nal elde ettik, geriye daha üç nal ile bir ata ihtiyaç var. Abartılı, şaşaalı, şaşırtıcı ve hatta yönlendirici bunca propagandaya rağmen, elde ettiğimiz netice budur.

Bu zirveyi, en fazla sorunumuz olan Yunanistan açısından değerlendirdiğimizde ise, Yunanlıların elde ettiği üç nal ile bir attır. Onların bir nala, bizim ise üç nal ile bir ata ihtiyacımız var. Bunu, iyi bilelim, iyi anlayalım.

Hükümetin içpolitikada bunaldığını, daraldığını biliyoruz; ciddî bir nefes darlığı çektiğini, solunum yetmezliğinin tüm işaretlerini her icraatında görüyoruz. Helsinki Zirvesi, azıcık da olsa, nefes açıcı bir fayda sağlayabilir; ama, zirvenin sonucunu değiştirmez; çünkü, hem Ege'deki ihtilaflarda hem de Kıbrıs'ta, Yunanistan ve Rum tarafı, Avrupa Birliğini arkasına almıştır. Yunan ve Rum tezi, Avrupa Birliği tezi haline gelmiştir. Bu gerçeği anlamak için, sadece 2004 yılını beklemek gerekecektir. Bekleyeceğiz ve göreceğiz. Bir Alman atasözünde ifade edildiği gibi "gerçekler, çıplak dolaşmayı sever." Biz de bu yalınlıkla, zirve sonuçlarını kabullenmeliyiz. Basın ve televizyonlardaki propaganda bombardımanı, bizi, doğruyu görmekten, doğruyu anlamaktan uzaklaştırmamalıdır. Tavuskuşunun kuyruğundaki renk cümbüşü ve olağanüstü renk armonisi, onun ayağının çirkinliğini gizlemeye yetmez; zira, gün olur, ortalık aydınlanır, 2004 yılı geldiğinde, ayrıntılar ortaya çıkar, hakikat kendini gösterince, sahtelik de ortadan kalkar.

Sanılmasın ki, Helsinki Zirvesiyle ilgili bu değerlendirmelerimiz sadece bize mahsustur, yalnız biz söylüyoruz... Hani, bir söz vardır ya "soğanın acısını yiyen bilmez, doğrayan bilir." Kıbrıs davasına bir ömür adamış Sayın Rauf Denktaş'ın ve yıllardır bu müzakerelere danışman olarak katılan Sayın Mümtaz Soysal'ın ve birçok aydının fikri de bu yöndedir. Anlaşılan o ki- hani bir halk tabiri vardır "cesedi, öldürene taşıtırlar"- Kıbrıs'ın ipini Sayın Ecevit'e çektirdiler. (FP sıralarından alkışlar) O da, bunu başarıyla yaptı. Ondan başka hiçbir başbakana bu tavizi verdiremezlerdi.

Değerli milletvekilleri, 2000 yılına girerken, Türkiye fotoğrafına iyi bakmalıyız. İyi bakmalıyız ki, gördüğünü koyup, işittiğine gidenlerden olmayalım. Hani bir söz vardır "hamaset, habaseti örtmez" diye. Kaç gündür, her türlü basın organında, televizyonlarda Avrupa Birliği üzerine hamaset yapılıyor; ama, Türkiye'nin bugün hangi noktada olduğu üzerinde durulmuyor, bu noktaya nasıl geldiğimiz üzerine kafa yorulmuyor; hatta, işin sorumluluları, neredeyse, kahraman ilan ediliyor. Hepimiz, arsızın güçlü, haklının suçlu olduğu bir ülkede yaşıyoruz. (FP sıralarından alkışlar)

Daha fazla demokrasi ve özgürlük talepleri, içtehdit, içdüşman olarak algılanıyor.

Akıl ve vicdan rafa kaldırılarak, her türlü çağdışılığı toptan kabule zorlanıyoruz.

Meselelerimizin çözümünde, akıl ve bilim yerine, bağnaz bir tutumla, devletçi ideolojinin katı kurallarından yola çıkmaya mecbur kalıyoruz.

Bilimi, giyime feda eden; şekilciliği öze tercih eden; kuvveti, hukukun emrine değil, hukuku kuvvetin emrine veren; sosyal güvenliğin kısmen tesis edildiği, ama, insan güvenliğinin hiç temin edilmediği, totaliter kültür temsilcilerinin, halka, demokrasiyi çok gördüğü, Ortodoks bir siyasî havayı teneffüs ediyoruz. Siyaseti, ticareti, ekonomiyi, eğitimi, hemen her şeyi, bu Ortodoks kafa ve zihniyet şekillendiriyor. Okullardan üniversitelere, birkısım devlet dairelerine varıncaya kadar, kem aletle kemalatı hedefliyoruz; pürüzleri, gürüzlerle aşmaya çalışıyoruz. (FP sıralarından alkışlar) Halbuki, böyle kemalin, bizatihi kendisi pürüzdür. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Onun için, demokrasimiz mevsimlik, onun için eşitsiz, adaletsiz, fırsatsız, yargısız, sorgusuz bir sürü uygulamalarla karşı karışya kalıyoruz.

Onun için, insanlarımız, gençlerimiz, genç kızlarımız, her gün kavram terörüne kurban ediliyor; okullardan, devlet dairelerinden atılıyor. İnsanların birbirini sevmesi ve el ele tutuşması bile, Ortodoks zihniyetten izin almaya bağlı. (FP sıralarından alkışlar)

Onun için, ülkeyi yönetenler, vehimleri, zanları, vesveseleri, kadim devlet politikası olarak sürdürmeye çalışıyorlar.

Bu ve benzeri sayısız sebeplerden dolayıdır ki, halka ve onun mukaddeslerine savaş açılıyor; okulları, kursları kapatılıyor.

Bu sebepten dolayıdır ki, IMF'ye sonuna kadar devleti açanlar, ona her türlü bilgiyi verenler, sizden ve halktan bilgi saklıyor, belge saklıyor; devleti size ve bize kapatıyor, halka kapatıyor. Sıradan bir bürokratın bildiğini, bazı bakanlar ve sizler bilmiyorsunuz. Devlet, bürokratına güvendiği kadar, halka ve onun temsilcilerine güvenmiyor. Hantal devlet bunun içindir. Devlet çarkının rüşvetle dönmesinin en önemli sebebi budur ama bu sebepler, Türkiye'yi yarıştan koparıyor; haktan, hukuktan, adaletten koparıyor; değişmeden, gelişmeden koparıyor.

Yine bu nedenledir ki, seçim öncesi "halkın sorunlarını ancak biz çözeriz" diye meydanlarda, kalabalıklarda, toplantılarda, merasimlerde efelenip, tafra satanlar, sorunları çözmek şöyle dursun, en evvel kendileri çözülüyor. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Onun için, bu Parlamento siyaset mezarlığına dönüyor.

Muhterem milletvekilleri, Türkiye, şimdi, siyasî bir illüzyon yaşıyor. Sanki Türkiye'yi borç batağına sürükleyenler bunlar değil.

Vergi reformu ve ek vergilerle halkı canından bezdiren, nefes alamaz hale getirenler bunlar değil.

SSK'yı, Bağ-Kur'u, sosyal güvenlik sistemini batırıp, insanları mezarda emekli olmaya mecbur bırakanlar bunlar değil.

Bankaları batıranlar, batıranları kollayan, onlarla hükümet kuranlar, gece yarıları ihale paylaşanlar bunlar değil. (FP sıralarından alkışlar)

Milletin hakkını rantiyecilere peşkeş çekenler bunlar değil.

Ekonomik özgürlük endeksinde, 27 ülke arasında 14 üncü sıraya; enflasyonda, 52 ülke arasında 2 nci sıraya; uluslararası rekabette, 47 ülke arasında 37 nci sıraya; gelir dağılımı adaletsizliğinde 5 inci sıraya, rüşvet ve yolsuzlukla ilgili olarak ilk 15'e sokmayı başaranlar bunlar değil. (FP sıralarından alkışlar)

14 milyon insanı açlık sınırında yaşatan, 2 milyon insanı uyuşturucu bağımlısı yapan, 17 milyon insanı alkol tüketir hale getiren bunlar değil.

Nüfusun, neredeyse, yüzde 25'ini pisikolojik tedaviye muhtaç hale getirenler bunlar değil.

Çetelerle, mafyalarla ahbap-çavuş ilişkisi içerisinde olanlar bunlar değil. (FP sıralarından " Bravo" sesleri, alkışlar)

İşçiyi, çiftçiyi, memuru, emekliyi, esnafı, dul ve yetimi, velhasıl milleti perişan edenler bunlar değil, sanki bunların anlayışları değil.

İşte, bu zihniyete göre, bütün bunların bir tek sorumlusu var; ircita! İşte yaşadığımız illüzyon bu.

Değerli milletvekilleri, merak ettiğim bir husus var. Özellikle, sosyaldemokrat ve demokratik sol görüş sahipleri, dilimize girmiş, halkımız tarafından sahiplenilmiş kelimeleri bile Arapça ve Farsça kökenlidir diye reddetmektedirler. Peki, nasıl oluyor da halkımızın çoğunlukla anlamadığı "irtica" kelimesini büyük bir zevle kullanıyorlar?.. (FP sıralarından alkışlar)

Bize göre sebebi gayet açık. Anlamı çok iyi bilinmeyen bu kelimeyi, karşı çıktıkları herkese karşı bir itham, bir karalama aracı olarak kullanıyorlar. Yalnız, bu metot çok eskidi, çok bayatladı. Serbest fırka kurucusu Fethi Okyar, daha sonra Adnan Menderes, Süleyman Demirel ve Turgut Özal da aynı ithamla, mürtecilik isnadıyla karşılaşmışlardı. Hatta, daha da geriye gidelim, bakın, Şair Eşref, 1908 yılında neler söylemiş:

"Dolanıp durma derunumda, yıkıl git yoksa,

Mürtecidir diye ey gam, seni ihbar ederim."

(FP sıralarından alkışlar)

Onun için, size, dostça tavsiyem, bu eskimiş, bu bayatlamış yöntemi artık terk ediniz.

Şimdi, hükümete iki soru soracağım; işin özü, verecekleri cevaba bağlı.

Bir: Ülkeyi yönetenler, teröristbaşını Kaf Dağının arkasından, telefon konuşmalarından yerini tespit ettiler ve bunu başarı kabul edip, övündüler; seçim propagandalarına malzeme yaptılar. Tamam, iyi, anladık; eğer, bu, sizin başarınızsa, Kaf Dağının arkasındakileri tespit ettiniz de, on ay burnunuzun dibindeki Erol Evcil'i niye tespit etmediniz ya da edemediniz? (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) İşin içinde kimler var; hamileri kimler, ağababaları kimler, anaları kim, babaları kim; bu işin ucu hangi partiye, hangi devlet yetkilisine dayanıyor? İçişleri Bakanı gürledi, esti, yağdı. Sonuç ne: İş, birinci kademede kaldı; ama, milletin parası da gitti. Aynı durum, Alaattin Çakıcı için de geçerli; ucu bazı partilere ve yetkililere dayandığı için, doğru dürüst sorgulanmadı bile.

İki: Yurt içinde, yurt dışında, devlet düşmanı olduğu iddia edilen insanları fişliyorsunuz. Yurt dışındaki doktora öğrencilerinin bile peşine hafiye takıyor, onları izliyorsunuz; hatta, burslarını iptal ediyorsunuz. İddianıza göre, farelerin bile ayak tıkırtılarını takibe alıyor, onları duyuyorsunuz da, bankalara dadanan, bankalarının içini boşaltan o kokarcaları neden takibe almadınız? (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Onların vurgunlarını neden duymadınız? Şimdi de, deprem vergisi altında, bu vurgunların acısını, bu garip milletin sırtından çıkarmaya çalışıyorsunuz. Gücünüz halka mı yetiyor, kuvvetiniz üniversite kapısındaki gençlere mi yetiyor, yargılanan ilkokul çocuklarına mı yetiyor?! Devlet istihbaratını, tümüyle irticaya mı tahsis ettiniz? (FP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bu hükümet, karanlıkta hayalet avına çıkmış, onunla meşgul, onun için kafası karışık, zihni bulanık; ayları, günleri karıştırması ondandır. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) IMF yardımlarının devlet kasasına girip girmediğini anlayamamaları da bundandır. Hükümetin, Türkiye'nin ve yeni çağın kodlarını doğru okuyamaması, bu zihni teşevvüş halinin sonucudur. İşte, böyle bir hükümetin bütçesini konuşacağız. Ortada bütçe yok ki!.. Âdet yerini bulsun kabilinden hazırlanmış üç kalem rakamdan oluşan bir belge.

Ziya Paşa'nın " ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde" dediği gibi, bu hükümetin rütbe-i aklı bütçesidir; onun dayanağı olan rakamlardır, göstergelerdir. Bu bütçe üzerinde aslında fazlaca durmaya gerek yok. Hükümetin kendisinin bile önem vermediği, yasak savma kabilinden hazırlayıp getirdiği yamalı bohça. Biz neden önemseyelim? Bu, hepimiz için zaman israfı olur; ama ne yapalım ki, Anayasa ve İçtüzük gereği, değerli on günümüzü bu iş için israf etmiş olacağız. Anayasa ve İçtüzük emriyle, on gün faydasız ve verimsiz bir iş yapacağız; bütçenin muhtevasına, rakamlarına, hedeflerine, önceliklerine baktığımızda bu açıkça görülecektir.

Her hükümet, uyguladığı ve uygulayacağı politikalarda, temel tercihlerini ve felsefesini, en evvel bütçe tasarısında ortaya koyar. Bu bakış açısı da o yılki tüm icraatlarına yansır.

Bütçeler bir yıllık hizmet programlarıdır, kime ne kadar hizmet vereceğinin resmî belgesidir, bir bakıma hükümetlerin amel defteridir.

Gelin, hep birlikte 57 nci hükümetin amel defterine bir bakalım, kime hizmet verdiğine bir bakalım, kimleri çok sevdiğine, kimlere karasevdalı olduğuna bir bakalım, devlet çarkının kimler için döndüğüne bir göz atalım.

Muhterem milletvekilleri, görüştüğümüz bütçe, Sayın Maliye Bakanının da biraz evvel açıkladığı gibi, 47 katrilyonluk bir bütçe; gider 47 katrilyon. Hükümet, 2000 yılında 47 katrilyon lira para harcayacak. Peki, bütçenin gelir rakamı ne; 32 ile 33 katrilyon arasında. Daha 1 Ocak günü, bundan 12 gün sonra, bu bütçenin açığı 14 katrilyondan fazla olacak, yılın ilk gününde. Türkiye, 12 gün sonra, iki yakası bir araya gelmeyen bir bütçeyle karşı karşıya kalacak; gideri çok, geliri yok.

Peki, şimdi, bir de, bu 47 katrilyon nereye gidiyor, ona bakalım: Bu rakamın 21 katrilyondan fazlası faize gidiyor, devletin tüm vergi gelirleri faiz ödemelerini anca karşılıyor; 2,4 katrilyonu -ki, bütçenin tamamının yüzde 5'inden azı- yatırıma ayrılmış; 10 katrilyonu da personel giderlerine harcanacak. Bütçenin ana kalemleri bunlar. Peki, bu 2,4 katrilyonluk yatırım bütçesiyle, Türkiye, muasır medeniyet seviyesine nasıl ulaşacak; (FP sıralarından alkışlar) uluslararası yarışa nasıl katılacak?! Bu kadar az bir yatırımla, eğitimden sağlığa, adaletten güvenlik sorunlarına, altyapı yatırımlarına varıncaya kadar hizmet nasıl yapılacak?!

Şu üç rakam bile, bu hükümetin, kimlerin hükümeti olduğunu, kime hizmet ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. Rakamların diliyle ifade edersek, bu hükümet, fakir ve dargelirlinin hükümeti değildir, işçi ve memurun hükümeti değildir, çiftçinin, köylünün hükümeti değildir, esnaf, sanatkâr ve sanayicinin hükümeti değildir, emekli, dul ve yetimlerin hükümeti değildir, sayısı 10 milyonu aşan işsizlerin hükümeti hele hiç değildir. Bu hükümet, rant çevrelerinin hükümetidir; zengin, paradan para kazanmayı alışkanlık haline getirmiş küçük bir mutluluğun hükümetidir; mutlu azınlığın kutlu hükümeti, tekelci sermayenin hükümeti... Bu hükümet, bu bütçe sayesinde, zenginin atını dağdan aşıracak, geniş halk kesiminin yolunu düzlükte şaşırtacaktır. Bu bütçeyle, bir atasözümüzde ifade edildiği gibi, milyonlarca karıncanın kazancını, bir deve gelip havurtlayacak, yalayıp yutacaktır. 65 milyon vatan evladı, 65 tane rantiyeye çalışacak; bütçenin, neredeyse, yarısını alıp götüreceklerdir.

Hükümet, eline kına yaksın, eseriyle övünsün!.. Doğrusu, bu hükümete de böyle bütçe yaraşır. (FP sıralarından alkışlar) Çünkü, bu hükümet, kendini halka değil, rantiyecilere ve IMF'ye karşı sorumlu hissediyor. Demokratik bir ülkede, hükümetin karnesini halk verir; bunlarınkini IMF veriyor; bunların sicil amiri ya da sınıf mümessili, Carlo Cottarelli. Onun için de, bu hükümetin sorun çözme kabiliyeti yok. İşi, Cottarelli'ye havale etmişler, bunlar ihaleleri kotarıyorlar. (FP sıralarından alkışlar) Adamın da, zamdan ve vergiden başka bir talimatı yok; hükümetin altı aydır yaptığı bu. Eğer, işleri IMF emredecek, siz de aynen uygulayacaksanız, size ne ihtiyaç var?! Bunca saltanat niye?! 34 bakan, önde eskort, ortada 500 SEL zırhlı Mercedes, arkada koruma arabaları, özel kalemler, danışmanlar ordusu... Bu saltanat, Ortadoğu'nun prenslerinde bile yok. İnsaf edin! Sürdüğünüz saltanat, milletin sırtından; ama, millete faydanız yok.

Siz, bu bütçeyle bir diyet hükümetisiniz; sıfır kalori ya da kalorisi olmayan tatlandırıcı ya da bir sakarin hükümetisiniz!.. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Eskiden, Türkiye şeker fabrikaları şeker üretir, milletin ağzı tatlanırdı. Şimdi, devri saltanatınızda, yaptığınız insafsız zamlarla şeker yerine arnavutbiberi üretir hale getirdiniz. (FP sıralarından alkışlar) Mübarek ramazanı, millete zehir ettiniz. Ülkenin sorunlarını çözecek yerde, giderek, kendiniz baş sorun haline geldiniz. Nitekim, ekonominin, bugün dibe vurmasındaki en büyük sorumlu sizsiniz. Sizin politikalarınız memleketi bu hale getirdi.

Ekonominin şu haline bir bakınız: 1997'de yüzde 8,3 artan millî gelir, son bir yılda yüzde 5,6 küçülmüştür. Aynı dönemde, sanayi üretimi yüzde 9,7 azalmıştır. 1997'de yüzde 13,1 artan ihracat, sayenizde, bu yıl yüzde 6,6 azalmıştır. Ekonomideki bu büzülme ve daralma neticesinde, işyerleri ardı ardına kapanmakta, iflaslar artmakta, işsizlik bir sosyal afete dönüşmektedir; gizli işsizlik de dikkate alındığında, rakamlar yüzde 20'ye dayanmaktadır; bunun anlamı açık; bu, her 5 kişiden birisi işsizdir, her evde bir işsiz var, her evde en az bir dert var demektir.

Bugün, 55, 56 ve 57 nci hükümetler olarak, uyguladığınız politikalarla, ülkeyi borç batağına sürüklediniz. Dış borcu 102 milyar dolara, iç borcu da -görev zararlarıyla birlikte- 47 milyar dolara çıkarmayı başardınız. Bunun sonucu olarak, 2000 yılında toplam olarak 37 milyar dolar borç ödeyip, 60 milyar dolar borçlanacaksınız. Kimden borçlanacaksınız? Milletten mi? Milletin ne hali kaldı?! Peki, o halde, nereden; içerideki ve dışarıdaki bir avuç rantiyeciden ve o bir avuç rantiyeciye, 1 Ocak gününden itibaren -sayın milletvekilleri, dikkatinizi, özellikle istirham ediyorum- dakikada 40 milyar Türk Lirası; saatte 2,4 trilyon Türk Lirası; günde 58 trilyon Türk Lirası; ayda 1,8 katrilyon Türk Lirası; yılda da 21 katrilyon Türk Lirası, bu aziz millete ödettireceksiniz.

Allahaşkına, siz, buna hükümet etmek mi diyorsunuz? Sömürge imparatorluklarının mültezimleri bile bu kadar insafsız değildi. (FP sıralarından alkışlar) Hiç olmazsa, bir başa iki yumruk vurmazlardı. Siz, arka arkaya çıkardığınız vergilerle yumruk değil, halka balyoz indirdiniz, balyoz!

Haktan, hukuktan, adaletten, insaftan yoksun çıkardığınız vergi kanunlarıyla halkın rızkını gasp ettiniz. Mübarek ramazanda, bir tas çorba için, insanlarımızı, binleri, onbinleri, Fazilet Partili belediyelerin kurduğu Ramazan çadırlarının önünde kuyruğa soktunuz. Diyanet'in verdiği fetvaya göre, memuru, emekliyi, zekât ve fitreye muhtaç hale getirdiniz.

Halbuki, vergi yoluyla halka zulmedeceğinize, devletteki hırsızlığı, yolsuzluğu önleyerek, kamudaki akıl almaz, insaf kabul etmez israfı önleyerek, yeni ve kalıcı kaynaklar temin edebilirdiniz. Düzgün, şeffaf, dürüst bir özelleştirme yapabilirdiniz. Siz, özelleştirme yapmadınız, bu kavramı da kirlettiniz, siyaseti de kirlettiniz. (FP sıralarından alkışlar) Özelleştirmeyi, haksız servetin aracı yaptınız.

Çeteleri, mafyaları, karanlık güçleri ekonominin ayrılmaz parçaları, devleti yönetenlerin vazgeçilmez kadim dostları haline getirdiniz. Her mafya lideri yakalandığında, size güç ve destek verenlerin bacakları şal dokuyor, tir tir titriyorlar; ama, sonunda, her olayda, zavallı bir iki piyonu yakalayıp, esas malı götüren irikıyım servet avcılarının üzerine demokratik, çağcıl ya da irticaî bir örtü örtüp, işi kapatıyorsunuz.

Türkiye'de her gün gündem bunun için değişiyor. Cambaza bak deyip, halkın dikkatini başka yere çevirip, devleti soyduruyorsunuz. Laiklik-irtica kavgaları bunun için çıkarılıyor. Uzlaşma yerine çatışma bunun için tercih ediliyor. Hırsızlıkları, yolsuzlukları önleyeceğiniz yerde, üstelik, bunların faillerine de af getiriyorsunuz. Sizden affı kim istedi?! Buna hakkınız var mı ya da ne hakkınız var?! Ama, hak kim, hukuk kim, siz kim?! Siz, kerameti kendinden menkul bir hükümetsiniz.

Şimdi, buradan hükümete soruyorum: Bunca vergi mükellefinin alın terinden verdiği vergiler bir banka soygununa bile yetmiyor; onun için sosyal dengeler bozuluyor, halk giderek fakirleşiyor. Neden bir harcama reformunu Meclis gündemine taşımıyorsunuz? Bakınız, bugün, nüfusun en alttaki yüzde 20'lik dilimi, millî gelirden sadece yüzde 4,9 pay alırken, ün üst gelir grubu olan yüzde 20'lik dilim ise, millî gelirin yüzde 54,3'ünü almaktadır. Şairin dedi gibi "Bir kişiye dokuz pul dokuz kişiye bir pul tam bir kurtlar sofrası..." (FP sıralarından alkışlar)

Muhterem milletvekilleri, dün, Fazilet Partimizin ikinci kuruluş yıldönümünde, depremzede vatandaşlarımızla bir aradaydık, Bolu'yu, Kaynaşlı'yı, Düzce'yi ziyaret ettik. 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinin ardından, Anamuhafelet Partisi olarak, hep, deprem felaketiyle ilgili tavsiye ve tenkitlerimizi de dile getirdik -bunun detayına girecek değilim- ve her vesileyle, bundan beşyüz yıl önce, dedelerimiz, bir gecede 70 kadırgayı Dolmabahçe üzerinden Haliç'e indirirken, sizin, deprem olduğunda, 70 TIR üzerindeki dozerleri, iki gün içerisinde deprem bölgesine ulaştıramadığınızı söyledik ve hükümetin depremdeki aczini, her vesileyle ortaya koyduk. Vakit azlığı sebebiyle, bunları, uzun uzun anlatacak değilim. Sadece, dünkü ziyarette, depremzede kardeşlerimizin bize aktardıkları talep ve şikâyetlerini, bo kunuşma vesilesiyle, hükümetimize aktarmak istiyorum.

Depremzede kardeşlerimiz diyorlar ki: "Hükümet, hâlâ, gelecekle ilgili plan ve programlarını açıklayarak, bizleri endişelerden ve belirsizliklerden kurtarmamıştır. Anlamıyoruz; nasıl bir felaket olacaktı da, hükümet buraları afet bölgesi ilan edecekti?! Depremle her şeyimizi kaybettik, Türkiye'nin en geri kalmış bölgesi haline geldik; niçin bugüne kadar bölgemiz, kalkınmada öncelikli bölge statüsüne kavuşturulmadı? Malî desteğe ihtiyacımız var; hal böyleyken, niçin fındık mahsulümüzün parası, hâlâ, bugüne kadar ödenmedi? Hükümet, bu bölge için, niçin bir vergi affı düşünmüyor? Depremzedelerin önemli bir kısmı, hâlâ, Kızılayın uydurma yazlık çadırlarındadır; bunlara ne zaman kışlık çadır veya prefabrike konut verilecek? Deprem bölgesinin yeniden inşaı şart; yeni şehirleşme ve daimi konutlar için, hükümet niçin açıklama yapmıyor? Depremin üzerinden dört ay geçti; iş dünyasının yapacağı 10 000 konut için, niçin hâlâ yer gösterilemedi?"

Biz de soruyoruz: Ne zaman depremzedeleri tatmin edecek, geleceğe olan ümitlerini artıracak açıklamaları yapacak ve icraata başlayacaksınız?

Değerli milletvekilleri, bu hükümet, toplumun bütün kesimlerini perişan etmiştir. Hayatı, bir eski tabirle, hamule-i giranbaha, yani, çekilmez hale getirmiştir. Memurun hali ortada. İkibuçuk senedir, bu zihniyet, memura, emekliye, dul ve yetime verdiği sözü yerine getirmiyor. "Enflasyona ezdirmeyeceğim" diyor; ama, üzerinden silindir geçiriyor. İşte, rakamlar ortada: 1999 yılı kasım sonu itibariyle, oniki aylık enflasyon yüzde 65; bu yıl için verilen zam ise yüzde 56; memurun bu yıldan alacağı 9 puan. Gelecek yıl için düşünülen yüzde 25. Halbuki, hükümetin 2000 yılı tüketici fiyat artış ortalaması ise yüzde 44. Bu hesaba göre, memura verilmesi gereken zam miktarı, bu yıldan alacağıyla birlikte, yüzde 53 olmalıydı; ama, hükümet haksızlık ediyor, yüzde 25 zamda ısrar ediyor. Dört kişilik bir ailenin sadece mutfak masrafı şu anda 180 milyon liradır. Peki, bu insanlar ne yer, ne içer, ne yakar, nerede yatar; bunların umurunda değil. Bu hükümetten, işçinin, memurun, emeklinin alacağı para yok; ama, yiyeceği dayak var, cop var, itilip kakılma var, meydanlarda tartaklanma var, aşağılanma var, sürgün var ve kıyım var. (FP sıralarından alkışlar) Eh, ne yapalım, bu kesimler yeni yüzyılda bununla kefafı nefs ededursunlar, yani, yetinedursunlar. Evet, hükümet böyle diyor.

Esnafın hali bir başka yürekler acısı. Bir taraftan faiz ve enflasyon, diğer taraftan vergi altında eziliyor. Satış yok, talep yok, kredi yok, teşvik yok, destek yok; ama, dert çok. Hergün kepenk kapatanların sayısı artıyor. İflaslar, çek, senet protestoları arka arkaya; bir yılda protesto edilen çek ve senet sayısında yüzde 136 artış meydana gelmiş; bunların tutarı 250 trilyonu aşmış durumda. Esnaf için, şimdi, ya ayrı bir cezaevi ya da cezaevlerinde özel bir koğuş ihdas etmeniz gerekecek. Bu milletin en aziz insanlarını, hırsızla, uğursuzla aynı koğuşa koyamazsınız; bu kadar da zalim olamazsınız. Hiç olmazsa, esnafımıza bu kadar ayrıcalık tanıyabilirsiniz; bu da, sizin, bu esnaf kesimine kıyağınız olur.

Muhterem milletvekilleri, bu hükümetin ve bu zihniyetin kitabında, amel defterinde ikibuçuk yıldır hiç olmayan, yok sayılan bir kesim var: Köylü... İktidara soruyorum: Siz, bu kesimi biliyor musunuz; allahaşkına, yolda görseniz tanır mısınız, karşılaşsanız hatırını sorar mısınız, seçim rüşveti için dahi olsa selam verir misiniz? Ben söyleyeyim; bilmediniz, tanımadınız, sormadınız; çünkü, bu kesim, sizin kitabınızda yazmaz. Ben size tanıtayım; iyi dinleyin, iyi anlayın, kulak vererek dinleyin.

Bu kesim, Türkiye nüfusunun, neredeyse yarısıdır. İnsanımızın giyeceği, yiyeceği başta olmak üzere, ihtiyaçlarının büyük bir kısmı, ya doğrudan ya da dolaylı, bu sektörden karşılanır. Bu kesim, malını peşin diye alıp, hâlâ çoğunun parasını ödemediğiniz kesimdir. Parasını alamayan, traktörüne mazot koyamayan, tarlasına gübre atamaz duruma düşürdüğünüz bağrı yanık insanlardır. Bu kesime kaynak aktarmaya, teşvike, desteğe gelince, kaynak bulamazsınız. Alacağını aylarca geciktirirsiniz; sorunca "var da mı vermiyoruz" dersiniz, masumları oynarsınız; ama, rantiyecinin katrilyonluk faiz alacağını bir saat bile geciktirmezsiniz; yüzde 100'lerle borç alıp, yine ödersiniz. İşte, ebediyen sırtınızı döndüğünüz bu insanlar, bugün ne haldedir, bunu, bilir misiniz?

Bizim çiftçimiz, Haziran 1997'de 1,5 kilo buğdayla 1 litre mazot alabiliyordu; bugün, 3,5 kilo buğdayla 1 litre mazot ancak alabiliyor. Yine, aynı tarihte, yarım kilo pamukla 1 litre mazot alırken, bugün, 1,5 kilo pamukla... 1 kilo yaş çayla mazot alırken, bugün, 3 kilo yaş çayla 1 litre mazot alabilmektedir. Yine, Haziran 1997'de, 5,5 kilo şekerpancarıyla 1 litre mazot alırken, bugün, ortalama 12,5 kilo şekerpancarıyla 1 litre mazot alabilmektedir. Görüldüğü gibi, çiftçinin sattığı mal, zarurî ihtiyacı olan mazotu bile karşılayamaz olmuştur.

Gübrede uygulanan yüzde 50'lik destek, bu hükümet döneminde yüzde 20'ler seviyesine düşürülmüştür. Toprak Mahsulleri Ofisi, bu yıl küçük çiftçiyi perişan etmiş ve hububat alımlarıysa, tam bir fiyaskoyla neticelenmiştir. Parasını peşin alamadığı gibi, 80 000 lira olarak açıklanan buğday alımları, 60 000 liradan tüccara satılmak zorunda kalmıştır. Şekerpancarı üreticisine taahhüt edilen avanslar, birçok yerde halen ödenmemiştir ve pancar üretimine haksız yere sınırlama getirilmiştir. Fındık üreticisi, eylül ayından beri alacağını alamadığı gibi, 1 milyon 20 bin lira olarak açıklanmış fiyata rağmen, ürün bedelleri zamanında ödenmediği için, piyasaya 600 000 liradan fındık satılmıştır. Hükümetin üreticiye borcu, halen 95 trilyon liradır. Ayçiçeğinde, çay alımlarında tam bir rezalet yaşanmaktadır. Çiftçinin, üreticinin alınteri ve el emeği, maalesef karşılanmamış ve bu üreticiler, ciddî ölçüde mağdur edilmişlerdir. Pamuk ve zeytin üreticisinin durumu ise, yürekler acısıdır.

Bu hükümet döneminde, hayvancılık ve hayvan yetiştiricileri, tümüyle kendi kaderlerine terk edilmiştir. Özellikle doğu vilayetlerimizde, yurtiçi hayvan hareketlerinin engellenmesi sonucunda, burada yaşayan insanlar açlığa terk edilmiştir. Sınır ticareti büyük ölçüde zorlaştırılmış; Habur'dan başlayarak, doğu ve güneydoğu bölgesinde yaşayan vatandaşlarımızın en önemli geçim kaynaklarından birisi olan sınır ticareti, maalesef, bugün işlemez hale getirilmiştir. Habur yoluyla Irak'tan getirilen mazot, 45 000 araca iş imkânı sağlıyordu, 300 000 kişi bu işten ekmek yiyordu.

Değerli milletvekilleri, ekonomide yaşanan bu olumsuzluklar ve çarpıklıklar, hayatın tüm alanlarını etkilemektedir. Hükümet, bir taraftan vergi ve zamlarla, öbür taraftan sosyal güvenlik reformu, eğitim reformu gibi Türkiye gerçeklerine uymayan yasalarla toplum barışını zorlamakta, devletle milletin arasını açmaktadır. Bunlar zorlama yasalardır, ancak ararejim mantığıyla çıkarılabilecek yasalardır. Onun için de hayırlı sonuçlar vermemiştir.

Biz, bu reform yasalarının mutlaka yeniden ele alınması gerektiğine inanıyoruz. İktidara geldiğimizde de bu yasaları, mutlaka ama mutlaka değiştireceğiz. (FP sıralarından alkışlar)

Nitekim, Türkiye, eğitim alanında ekonomiden çok daha berbat bir çıkmazın içine girmiştir. Halbuki, eğitim, devlet ve millet hayatı için son derece önemli bir konudur. Yaşadığımız sıkıntıların sebebi de, çaresi de eğitimdir. Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak, ancak eğitimle mümkündür; ama, nasıl bir eğitimle?..

Bugün, ülkemizde, ilkokuldan üniversiteye kadar, tek tipleştirici, demirperde özentisi politikaların uygulandığı görülmektedir. İtiraz etmeyen, talepte bulunmayan, vurgunu, soygunu eleştirmeyen insan tipi hedeflenmektedir. Doğru olan ise, evrensel standartlara uygun, iyi insanı yetiştirmektir.

Türkiye olarak, eğitimde geldiğimiz seviye, ufkumuzu karartmaktadır. İlköğretim felçtir. Ortaöğretim, dağınık yapısıyla çökmüştür. Meslekî eğitim ve din eğitimi katledilmiştir. Üniversiteler, ideolojiye ve bağnazlığa kurban edilerek, hızla liseleşmektedir. Öğretmenlik mesleği değer erozyonuna uğramakta; bu mesleği icra edenler, açlığa, sıkıntıya, partizanlığa kurban edilmektedirler. Üniversiteye giriş bir felakete ve aile facialarına yol açmaktadır; gençlerimizin ve onların ailelerinin kâbusu haline gelmiştir. O nedenle, eğitim, bu hükümetin, bu zihniyetin yüzkarasıdır.

Eğitim gibi, sağlık sistemi de çökmüştür. Hastaneler çilehaneye dönmüştür. Bir türlü gerçekleştirilemeyen genel sağlık sigortası, rayına oturtulamayan hasta-doktor ilişkisi, verimsiz, karmaşık, handal işleyen bir sağlık sistemi, ülkemizin bir başka kanayan yarasıdır ve bu hükümet altı ayda sağlıkla ilgili bir tek tedbiri Meclis gündemine getirmemiştir. Bundan da anlaşılmaktadır ki, sağlık alanında doğru işler yapabilmek için, en evvel hükümetin sağlığını düzeltmek gerekmektedir. (FP sıralarından alkışlar)

Gençlik hizmetleri, aile ve sosyal hizmetler, özürlü vatandaşlarımızla ilgili konular, bu hükümetin, sadece lafını ettiği, birkısım politikacılara makam ihdası için kullandığı konulardır. Bu konularda hükümetin tedbiri yok, hedefi yok; ancak, lafı çoktur.

Değerli milletvekilleri, bundan böyle üzerinde en çok durmamız gereken konu, hiç şüphesiz, dışpolitikadır. Dışpolitika, günümüzde, eskiden olduğundan çok daha fazla, bütün ülkelerde genel siyasetin motoru haline gelmiştir. Avrupa Birliğine aday bir ülke olarak, konu, bizim açımızdan çok yönlü önem arz etmektedir.

Başarılı bir dışpolitikanın önşartı haline gelmiş bazı konular vardır ve Türkiye, bunları mutlaka halletmek zorundadır. Bu şartların yerine getirilmesi, hükümetin keyfine de bağlı değildir. Bunların başında, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler gelmektedir. Hükümet bu üç konuyu askıya alamaz, millete de bir lütuf olarak sunamaz. Bunun için yapılması gereken ilk şey, evrensel normlara uygun ve uluslararası taahhütlerimizi karşılayacak, ciddî bir anayasa değişikliğidir. İkincisi, temel hak ve özgürlükleri teminat altına alacak adil ve çağdaş bir hukuk düzeni, bağımsız bir yargı, her türlü tesirden uzak hâkim teminatını sağlamaktır. Onları, vicdanları ile cüzdanları arasına sıkışmaktan kurtarmaktır.

Türkiye, bunları bir an evvel yapmalıdır, yoksa, bir süre sonra, yıllık bütçesinin önemli bir kısmı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen tazminatlara gidecektir; ancak, hükümette, henüz, o yönde bir çaba görülmüyor. Düşünceyi ifade, suç olmaya devam ediyor; fikir ve siyaset adamları, hapishanelerde çile çekmeye devam ediyor.

Muhterem milletvekilleri, geçen perşembe günü, bir değerli devlet adamı, Hasan Celal Güzel cezaevine girdi. Bu ülkeye, bürokrasinin en üst kademesinde bir bürokrat olarak, milletvekili, bakan ve bir siyasî partinin genel başkanı olarak çok değerli hizmetler vermiş, gerçek aydın, gerçek entelektüel ve gerçek vatanperver bu arkadaşımız acaba ne yapmış da yasaları ihlal etmiş ve bir yıllık hapis cezasına mahkûm edilmiş; 28 Şubat sürecinde ortaya çıkan insan hakları ihlallerini eleştirmiş, bu ülkede en ileri seviyede insan hakları olsun, özgürlükler olsun istemiş. Sayın Adalet Bakanının ifadesiyle "zorlayarak da olsa, 163 üncü maddenin yerine ikame edilen bir meşhur madde" Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesi var ya, bu madde, bütün düşünürlerin, yazarların, siyasilerin tepesinde Demokles'in kılıcı gibi durmaktadır. işte, her istikamete çekilebilen bu madde kullanılarak, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmiş olmak iddiasıyla bir yıllık hapis cezası verilmiştir.

1940'lı yıllarda bir değerli şairimiz şöyle diyordu:

"Bir gün söylemek istedim içimdekini,

Niçin diye açılırken ağzım,

Lügatlardan çıkardılar niçini.

Dediler nene lazım."

Anlaşılıyor ki, Hasan Celal Güzel arkadaşımız bu şiirden haberdar değil. Olmadığı için de, mevcut düzeni pervasızca, niçin diye sorgulamış, üstelik neme lazım da dememiş. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, iktidar ortaklarına sesleniyorum. Bu durumlar sizi üzmüyor mu? Hasan Celal Güzel'le ilgili olarak, vah vah, çok üzüldük; ama, ne yapalım, yargı böyle karar verdi, diyerek kendinizi millet vicdanında aklayamazsınız.

Sizlere aylardan beri sesleniyor, ikaz ediyoruz. Geliniz, elbirliğiyle, bu zulüm aracı 312 nci maddeyi kaldıralım diyoruz.

Şimdi, hepinize birden soruyorum. Adalet Bakanımızın 312 nci maddeyi tadil teklifi, Mecliste en üst sıraya kadar gelmişti. Bizlerin destek vaadine rağmen, bu utanç maddesinin değiştirilmesini niçin engellediniz? (FP sıralarından alkışlar) Kimden çekindiniz? Konjontür mü, yoksa şartlar mı müsait değildi?

Görülüyor ki, memlekete hizmetten başka arzusu ve çabası olmayanlar, ülkemizde siyasetten yasaklanıyor. İnsan hakları ihlalleri, işkence iddiaları, faili meçhul cinayetler, üniversitelerdeki baskılar, Türkiye'nin ayıbı olmaya devam ediyor. Dışarıda itibarlı bir Türkiye istiyorsak, hükümet, bunları bir an evvel çözmek durumundadır. Bu düzenlemeleri bir an evvel yapalım ki, dikkatlerimizi çevremizde, dışımızda ve dünyada olup bitenlere çevirelim.

Bakınız değerli milletvekilleri, şu anda Balkanlarda ne olup ne bitiyor, Ortadoğu barış süreci ne safhada, bize ne getirip ne götürecek; bunlar yeterince takip edilemiyor. Bu hükümet, dışpolitikayı yalnızca Avrupa Birliğine giriş olarak anlamak gibi bir yanlışa düşüyor. Kafkasları gözden çıkarmışlar. Çeçenistan'da sürdürülen katliam, vahşet, kan ve gözyaşı, bu hükümeti rahatsız etmiyor, vicdanını sızlatmıyor. Bu konuyu, Rusya'nın iç işi kabul etmek gibi tarihî, coğrafî, stratejik, kültürel gerçekleri zorlayarak, bir yanılgıya düşüyor.

Şunu açıkça ifade edeyim ki, Kafkasya'da Çeçenistan'ı feda ederseniz, Ankara'da da rahat oturamazsınız (FP sıralarında "Bravo" sesleri, alkışlar) Ortaasya'da, Türkiye'nin çıkarlarını koruyamazsınız, Türk cumhuriyetlerini ebediyen Rusya'nın kucağına atarsınız; bu cumhuriyetlerde yaşayan kardeşlerimizi açlığa, sefalete mahkûm edersiniz. Bunun da sorumlusu, tarih önünde siz olursunuz.(FP sıralarından alkışlar)

Bu ülkelerdeki petrol ve doğalgazın Batı'ya nakli için, Çeçenistan, anahtar konumundadır. Onun için, konuyu iyi anlayın; icra edilen vahşeti, zulmü ve soykırımı vicdanınızda bir daha tartın ve gereğini yapın.

Bir şey daha yapın. Bakınız, bir süreden beri İslam dünyasına sırtınızı döndünüz. Bu politika, korkarım ki, ileride bize çok pahalıya mal olur. Unutmayın ki, biz, aynı zamanda bir İslam ülkesiyiz. Bunu söylemek yetmez. Şu an, bu ülkelerle ilişkilerimiz, hiç mesabesine inmiştir; bunu doğru bulmuyoruz. Avrupa'ya takılıp kalmak, dışpolitikamızı bir yönlü politika haline getirmek, Türkiye'nin menfaatlarına aykırıdır.

Muhterem milletvekilleri, birkısım konularda, bu konuşmamda zaman yetersizliği sebebiyle yeteri kadar konuşamadım, bir kısmına da yeteri kadar zaman ayıramadım. Bunları, bütçenin son konuşmasında Muhterem Heyetinize arz edeceğim. Yalnız, şu kadarı söyleyeyim ki, bu bütçeyle ortaya konulan manzara, iyi bir manzara değildir, ufuk açıcı, gönül açıcı değildir, hele bize yakışan hiç değildir, bölgesinde ve dünyada başa güreşecek bir ülkenin rakamları ve hedefleri değildir. Türkiye, bu gidişle, uluslararası yarıştan kopar; ancak, bu hükümetten daha fazlasını beklemek de beyhudedir. Ziya Paşanın da dediği gibi:

"İdraki meali bu küçük akla gerekmez,

Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez." (FP sıralarından alkışlar)

Çünkü, bu hükümetin en temel yanlışı, halka rağmen hükümet olmaya çalışmasıdır. Onun için de, halkın huzuruna ve onun sivil kuruluşlarının karşısına çıkamıyorlar; İşçi dostu olarak bilinen bir Başbakan, Türk-İş toplantısına gidemiyor, Hak-İş'in toplantısına gidemiyor, Ankara'da, Ankara Ticaret Odasının toplantılarına gidemiyor; Meclisten, sayı çoğunluğuna dayanarak geçirdiği kanunların hiçbiri halkın istediği değil, halkın öncelikleri değil. Bu yasaların çıkmasını, ya IMF istiyor ya içerideki güç odakları istiyor ya da Af Kanunu gibi, Sayın Rahşan Ecevit istiyor. (FP sıralarından alkışlar) Onun için de, bu hükümetin ne bütçesinin ne de sair icraatının önünde, içinde, ortasında halkımız yok. Türkmenistan Cumhurbaşkanı Sayın Türkmenbaşı'nın dediği gibi, halkının aleyhine çalışan bir hükümetle, Türkiye 2000 yılına giriyor.

Evet muhterem arkadaşlarım, bu koalisyon hükümeti, siyasette de, ekonomide de, sosyal meselelerde de ülkeyi tam bir çıkmazın içerisine sokmuştur. Bugüne kadar uyguladıkları yanlış politikalar, 2000 yılında da devam edeceğe benziyor; üstelik, milletten de hep sabır, hep tahammül bekliyorlar. Anamuhalefet olarak, bütün bu durumları görüp de ne diyelim? En iyisi, diyeceklerimizi Şair Eşref'in dilinden seslendirelim.

Ne diyor Şair Eşref:

"Padişahım, bir dırahta döndü kim güya vatan,

Daima bir baltadan, bir şâhı hali kalmıyor.

Gam değil amma mülkün böyle elden gitmesi,

Git gide zulmetmeye elde ahali kalmıyor." (FP sıralardan "Bravo" sesleri, alkışlar)

Türkiye, biraz sabırla, önünde sonunda bu zorlukları aşacak, bu yüklerden mutlaka kurtulacaktır. Zira, inanıyoruz ki, dağ ne kadar yüksek olursa olsun, yol onu aşar ve sonunda düzlüğe ulaşır.

Bu inançla, muhterem heyetinize saygılar sunuyor, 2000 yılı bütçesinin milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, bütçe programına göre, çalışmalara kaldığımız yerden devam etmek için, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma: 13.12

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

BAŞKAN : Yıldırım AKBULUT

KÂTİP ÜYELER : Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 37 nci Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

II. —KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. — 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/550) (S. Sayısı: 211) (Devam)

2. — 1998 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1998 Mali Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/509, 3/362) (S. Sayısı: 209) (Devam)

3. — Katma Bütçeli İdareler 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/551) (S. Sayısı: 212) (Devam)

4. — 1998 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1998 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/510, 3/363) (S. Sayısı: 210) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet hazır.

Söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Mesut Yılmaz'da.

Buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi ve bu görüşmeleri izleyen vatandaşlarımı, Anavatan Partisi adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Bütçe görüşmeleri, devletin malî portresinin çıkarıldığı, hedeflerin ortaya konulduğu, Meclisin en önemli çalışmalarından birisidir. Bütçe görüşmeleri, aynı zamanda, ülkenin genel durumunun değerlendirildiği ve güncel sorunlarının tartışıldığı bir platform olma özelliğine de sahiptir. Ancak, görüştüğümüz bütçe tasarısını, daha önce bu çatı altında görüşülen bütün bütçelerden ayıran bir başka özellik daha var. Bu bütçe, 2000 yılının bütçesidir; yani, yeni bir yüzyıla, hatta yeni bir bin yıla girerken yaptığımız ilk bütçe olacaktır. Yeni yüzyıl ve yeni bin yıl başları önemli tarihî dönemeçlerdir. Böyle dönüm noktalarında, tarih perspektifine dayalı değerlendirmeler yapmak, bir nevi zorunluluktur. Bu vesileyle, bugün huzurunuzda, geçmişimizi, bugünümüzü ve geleceğimizi kapsayan bir değerlendirme yapmak istiyorum. Hemen belirteyim ki, yapacağım tespitler ve bu tespitlere dayalı eleştiriler, hiçbir siyasî partiye veya kuruma yönelik değildir. Bu nedenle, bugün bu kürsüde söylediklerimi, tamamen genel bir özeleştiri olarak almanızı rica ediyorum. Partimizin -özel olarak- 2000 yılı bütçesine ilişkin görüşlerini ise, benden sonra konuşacak olan Yılmaz Karakoyunlu arkadaşım dile getirecektir.

Değerli milletvekilleri, miladî 2000 yılına giriyoruz. Hz. İsa'nın doğumunun üzerinden 2000 yıl, Müslüman Türkler olarak bu topraklara ayak basmamızın üzerinden 1000 yıl geçmiştir. Bir cihan devleti olan Osmanlı İmparatorluğunu kurmamızın üzerinden 700 yıl, ilk anayasayı yapmamızın ilk Anayasayı yapmamızın üzerinden 124 yıl, cumhuriyeti kuruşumuzun üzerinden 76 yıl, çokpartili hayata geçişimizin üzerinden ise 54 yıl geçmiştir. Binli yılları geride bırakırken, bu tarihî dönemeçlerin ışığında, geçmişimize ve bugünümüze eleştirel bir gözle bakıp, durumumuzu gözden geçirmekte fayda görüyorum; çünkü, bu süreci doğru değerlendirebilirsek, 2000'li yıllarda neler yapmamız gerektiği de ortaya çıkacaktır. Unutmayalım ki, tarihi doğru okumayan, tarihten ders almayan toplumlar onu tekrar yaşamak zorunda kalırlar. Unutmayalım ki, geçmişte zulümden kaçan insanlara kucak açan ülke de bizim ülkemizdir, kendi vezirini yabancı konsolosluğa sığınmak zorunda bırakan ülke de bizim ülkemizdir; yüzyılın başındaki boğazların hasta adamı da biziz, yüzyılın sonunda Avrupa'nın en genç nüfusa sahip ülkesi de biziz. Acaba bu süreçte nerede hata yaptık ki, yüzyıl öncesinin sömürge ülkeleri bugün kalkınma yarışında önümüze geçtiler? Acaba hangi yanlışta ısrar ediyoruz ki, cumhuriyetle başlattığımız atılımı hâlâ istediğimiz noktaya taşıyamadık? Bugün cevaplamamız gereken sorular bunlardır.

Değerli milletvekilleri, her şeyden önce, ülkemizde çağdaş uygarlığın gelişim dinamiği doğru anlaşılamamıştır. Çağdaş uygarlığı yaratan, ferdiyetçi düşüncedir; uygarlık tarihi, bir açıdan, ferdî özgürlüklerin tarihidir. Oysa, biz, yüzyıllar boyu, varlığımızı, devlet eksenli bir temele dayandırmışızdır, her şeye devlet açısından bakmışızdır. Bunun büyük bir tarihî getirisi olmuştur; milletimiz, tarihi boyunca hiçbir zaman devletsiz kalmamıştır; ancak, bu yaklaşım, devletin, neticede millet için var olduğu gerçeğini gözden kaçırmamıza da neden olmuştur. Devlet kutsanırken, millet ihmal edilmiştir. Tarihî süreçte geri kalmamızın nedenlerini araştırırken ve bunu önleyecek tedbirleri ararken de aynı yanlıştan kurtulamamışızdır.

Koçi Bey'in risalesinden itibaren en önemli sorunumuz, hep devleti kurtarmaktır. Yeniçeri ocağının ilgasından bu yana bütün reformlar “devlet nasıl kurtarılır” sorusuna verilmeye çalışılan doğru, yanlış cevaplardan ibarettir. Sultan Abdülhamit'in de, ona karşı ihtilal teşebbüsünde bulunan Ali Suavi ve diğer otoriter kafalı Jön Türklerin de, nihayet İttihat Terakki cuntasının da samimî gayesi ve yaptıkları zulmün mazereti, hep devleti kurtarmak olmuştur.

İnsan unsuru sürekli ihmal edilmiştir. Meselelere, bu ülkenin insanları açısından bakılmamıştır. Hadise bu şekilde yanlış kavranınca, yapılanlar da büyük çapta eksik ve yanlışlıklarla malul olmuştur. Milleti kurtarmadan devleti kurtarmanın mümkün olmadığı bir türlü anlaşılamamıştır.

Değerli milletvekilleri, aynı hatalı yaklaşımı modernleşme konusunda da görüyoruz. Türkiye, modernleşmeyi öncelikli olarak idarenin geliştirilmesi şeklinde anlamıştır. Tanzimattan itibaren girişilen bütün reformlar, hep idareyi güçlendirmeye yönelmiştir. Eğitim dahi, özgür düşünen insanı değil, yaratıcı insanı değil, devlet için iş görecek memuru yetiştirmeyi hedeflemiştir.

Siyasî plandaki çağdaşlaşma çabalarının ise, Tanzimattan bu yana, hep yukarıdan aşağıya doğru yürütüldüğünü biliyoruz. Bu nedenledir ki, bu çabalar tam başarılı olamamıştır. Çünkü, yukarıdan bir lütuf olarak o hakkı verenler, daha sonra istedikleri zaman da alma yoluna gitmişlerdir; kimse de onlara bir şey söyleyememiştir. 1876 Kanun-i Esasî tecrübesinin de, ardından 1908'deki yeni çıkışın da akıbeti, istibdat olmuştur.

Türkiye, o dönemlerde de işkenceyi, insan haklarının korunmasını, siyasî hürriyetleri ve tabiî, siyasî cinayetleri tartışmıştır; ama, hiçbir sağlıklı neticeye ulaşamayarak, her defasında istibdadın pençesine düşmüştür.

Çağdaş ekonominin kurulması ise, maalesef, en son düşünülen konudur. Bu da, bildiğiniz gibi, İttihat Terakki cuntasıyla beraber, devlet eliyle sermaye kesimi yaratma gayreti olarak yürütülmüştür. Osmanlı modernleşmesinde millet genel olarak dikkate alınmamıştır; fert hadisesi idrak edilememiştir.

Değerli milletvekilleri, çağdaşlaşma sürecinde muhteşem bir idare mekanizması yarattığımız doğrudur. 19 uncu Yüzyılın başından itibaren, cumhuriyet dönemi de dahil olmak üzere, sayısız reform yaptık; sonuçta, olağanüstü büyüklükte ve sürekli genişleyen bir devlet aygıtı yarattık. Devletimiz çap ve cesamet itibariyle büyüktür; kütüphaneler dolusu mevzuatı, milyonlarca personeli, en ücra köşelere ulaşmış sayısız birimleri vardır. Ancak, bu devletin giderek hantallaştığı, çağdaş anlamda iyi hizmet veremediği, etkin işlemediği de ortadadır. Oysa, devlet idaremizin vatandaşını bunaltma, onun önünü kesme, vatandaşın girişimlerini dumura uğratma bakımından fevkalade etkin olduğu da bir gerçektir. Bu durumu görmek için, vatandaşımızın emniyet, adliye, mülkiye, eğitim, maliye ve diğer devlet kuruluşlarıyla münasebetlerinde yaşadıklarına bir göz atmak kafidir. Asırlardır "Allah devlete zeval vermesin" diyen milletimiz, sonunda "Allah devlet kapısına düşürmesin" deme noktasına gelmiştir. (FP sıralarından alkışlar)

Gün geçtikçe, devletin güç, görev ve hayat alanı, ferdin alanı aleyhine sürekli genişlemektedir. Böyle giderse, yarın öbür gün soluduğumuz havanın da devletin tapusuna geçmesi ve vatandaşa fizikî manada bile nefes alma imkânı kalmaması tehlikesi vardır. Bu vahim mantık hatası süratle düzeltilmelidir.

Değerli milletvekilleri, Büyük Atatürk'ün kurduğu cumhuriyet, Türk insanını vatandaş yapma ve onu temel hak ve hürriyetlerle donatma projesiydi.

Atatürk'ün pek çok ifadesinden açıkça anlaşılacağı gibi, cumhuriyet, Türk insanını her türlü tahakküm ve tasalluttan kurtaracaktı, Türk insanına, insanca yaşama ve gelişme imkânlarını sunacaktı. Bu bakımdan, cumhuriyet, bilinçli ve gerçek bir modernleşme atılımı olmuştur.

Ancak, cumhuriyet döneminde de, zaman içinde, ne yazık ki, Osmanlı'dan tevarüs eden devletçi anlayış önplana çıkmıştır; fert, küçümsenmiş, inkâr edilmiş "ben, sen, o yok, biz varız" anlayışı, fert realitesine hayat hakkı tanımamıştır.

Devleti kurtarma anlayışı, cumhuriyet döneminde, devleti kendi vatandaşına karşı koruma söylem ve icraatıyla kurumlaşmıştır.

Devletin asıl görevi, vatandaşını korumaktır; onun, huzur, refah ve mutluluğunu sağlamaktır. Halbuki, devlet, bizde, kendi vatandaşını, neredeyse, tehlike olarak görme eğilimindedir. (ANAP, FP ve DYP sıralarından alkışlar; DYP sıralarından "Günaydın" sesleri)

Bu açıdan, aradan geçen 76 yıla baktığımızda, hâlâ, cumhuriyetin esas amacına tam anlamıyla ulaşamadığını görüyoruz.

İSMET ATTİLA (Afyon) – Sabah şeriflerin hayrola!..

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Türkiye'de çokpartili hayata, hazırlıksız olarak, şartların zorlamasıyla geçilmiştir. Esasen, yürütülmek istenen, daha sonraki müdahalelerin gerekçe ve düzenlemelerinden de açıkça anlaşılacağı gibi, tekparti kalıbını sürdüren sözde bir çokpartililiktir.

Siyasî alanda, 1946'dan sonra çokpartili demokrasiye geçilmiş olmasına rağmen, tekpartili bir yapı korunmaya çalışılmıştır. Toplumun çoğulluğu inkâr edildiği gibi, siyasî çoğulculuğa da olumlu bakılmamıştır.

Demokrasinin temelini oluşturan siyasî rekabet, oy avcılığı olarak görülmüştür. Vatandaşın birtakım taleplerinin yerine getirilmesine, sürekli taviz verme olarak bakılmıştır.

Merhum Mehmet Kaplan'ın işaret ettiği gibi, oy avcılığı sözünü kullananlar, her zaman, demokrasiye inanmayan, içlerinden diktatörlüğü özleyen kişilerdir. Siyasî yelpaze, farklılakları tanınmaz hale getirmeyi amaçlayan bir tekparti zihniyetiyle, sürekli, yeniden düzenlenmeye çalışılmıştır.

Toplumu jakoben yöntemle tepeden biçimlendirme gayretine yüz vermeyen tüm oluşumlar, güçsüzleştirme ve tasfiye sürecine tabi tutulmuşlardır. Sonunda, devlet, antik mitolojideki Prokrustes'e benzemiştir Bildiğiniz gibi, Prokrustes, öldürdüğü kurbanlarını yatağına yatırıp, uzun olanlarını keser, kısa olanlarını çekişle uzatır, hepsini aynı boya getirirdi. (FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Sait Halim Paşa'dan İdris Küçükömer'e kadar kimi aydınlarımızın işaret ettiği gibi, Türkiye'nin bin yıllık devlet geleneğinde, aslında, muhalefete yer yoktur. Demokrasilerde devletin bir parçası olarak kabul edilen muhalefete, Türkiye'de, tarihsel olarak yeterli hayat alanı tanınmamıştır.

Türkiye'de, otoriter devletçi zihniyet, oy mekanizmasından, siyasî rekabetten ve muhalefetten daima korkmuştur. Siyasete yönelik bu korkunun temelinde, aslında, vatandaş korkusu, millet korkusu yatmaktadır. (FP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekillerim, cumhuriyetin, çağdaş ekonomi tesisi konusundaki gayretleri de, 1980'den sonra, bizim öncülüğümüzde gerçekleştirilen büyük dönüşüme rağmen, aslında, vesayetçi yaklaşımın eseridir. Türk girişimcisi, devletin eseridir; onun içindir ki, nihaî noktada inisiyatifsizdir; önemli ve ümit verici gelişmelere rağmen, kendi ayakları üzerinde zorlukla durabilmektedir.

Bütün sorunlarına rağmen, eğer, bugün, geleceğinden ümitli olduğumuz bir ekonomiye sahipsek, bunu, 1980'den sonra uyguladığımız, dışa açık, serbest rekabete dayalı büyüme stratejisine borçluyuz.

Bütün bu noktalar dikkate alındığında, ikiyüz yıldır devlet eliyle yürütülen modernleşme gayretlerinin, özü itibariyle, Osmanlı kapıkulu geleneğini sosyal bakımdan çok daha geniş bir zemin üzerinde restore etmeyi hedeflediği söylenebilir. Düzenin dayanıklı oluşunun temelinde, bu düzenden yararlanan yaygın kapıkulu sınıfının konumunu muhafaza eğilimi vardır. Türkiye'nin önünü kesen statükoculuğu, aslında, bu çerçevede düşünmek gerekir. Ülke ve devlet menfaatına ortaya atılan pek çok söylemin ardında, aslında, çıplak zümre menfaatları yatmaktadır. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, kronikleşen ekonomik sorunların sebep olduğu gelir dağılımındaki çarpıklık, bir yandan ahlakî çözülmeye yol açarken, diğer yandan toplumun dengelerini sarsmıştır. Yoksulluğun siyasî sonucu, radikalizm olmuştur.

Öte yandan, uzayan bölücü terör ve son yıllarda belirginleşen irticayla mücadelede yapılan bazı yanlışlar, maalesef, birtakım sapmalara sebep olarak, devletin dengelerini bozmaya yönelmiştir. Toplumun pek çok kesiminde kırılganlığa da yol açan bölücü terör ve irtica sorunları, toplumdaki radikalleşme eğilimlerini körüklemiştir.

Terör, sadece devlette bazı bozulmalara yol açmakla kalmamış, toplumda da büyük sıkıntılar doğurmuştur. Her şeyden önce, terörün sürekliliği ve uzayan olağanüstü hal, Güneydoğu Anadolu Bölgemizdeki insanlarımızı yılgınlık ve çaresizliğe, gelecekten ümit kesmeye sürüklemiştir. Hadisenin diğer bir olumsuz yansıması ise, neredeyse her ilçemizden, her kasabamızdan çocuğumuzun, vatan ve millet uğruna şehit düşmesidir. Neticede, toplumun bünyesinde, mağduriyet ve husumet duyguları etrafında, siyasî radikalizmi körükleyen bir çatlama başlamıştır; bunu, tehlikeli bir işaret olarak tespit ediyorum.

Değerli milletvekilleri, son birkaç yıldır, ülkemizde, irtica kavramı ekseninde ciddî tartışmalar yaşanmıştır. Biz, irticayla mücadelenin hem çerçevesinin ve hem de yöntemlerinin doğru konulması gerektiğini ilk günden beri ifade ediyoruz. İrtica, esas itibariyle, sosyolojik bir olaydır; tarihte örneği çoktur. Din, irticaın sadece bir vesilesidir. Yürütülen mücadelede, irticaı dinden, mürteciyi dindardan ayırmak şarttır. Rejimi yıkmakla, laiklik ilkesini değiştirmekle uzak yakın hiçbir ilgisi olmayan, sadece inancının gereğini yerine getirmek isteyen samimî dindar insanlarımız, irticayla mücadele bahanesiyle hiçbir şekilde rencide edilmemelidir. (ANAP, FP ve DYP sıralarından alkışlar) Eğer, milyonlarca böyle insanımızdan, böyle vatandaşımızdan bir teki bile haksız yere rahatsız edilmişse, bu mücadelenin yöntemlerini yeniden gözden geçirmek lazımdır.

Değerli milletvekilleri, bu konuda yanlış yapılırsa ne olur: Peşinen söyleyeyim ki, milleti küstürürsünüz. Oysa, hepimiz biliyoruz ki, amaç bunun tam tersi olmalıdır. İdeal devlet, milletin tüm fertlerinin “benim devletim” dediği devlettir; devletin meşruiyetinin üst sınırı budur. Bunun yolu da, devletin yeniden yapılanmasından, demokrasinin geliştirilmesinden ve sadece devlet odaklı kafa yapımızı değiştirmekten geçer. Bizim istediğimiz devlet, kutsal devlet değil, saygın devlettir. (ANAP, FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Devlet-vatandaş ilişkileri çerçevesinde dikkatinize getirmek istediğim bir diğer konu da, hiç de az olmayan bir sıklıkla rastladığımız işkence ve kötü muamele olaylarıdır. Devletin görevi, hak ve özgürlükleri yasalarla güvence altına almak ve korumaktır. Oysa, ülkemizde, devlet, iyi yetiştiremediği veya hâkim olamadığı personeli yüzünden, hak ve özgürlükleri kendisi ihlal eden, hatta, vatandaşının onurunu kıran aktör konumundadır. Devlet, âdeta, hikmetinden sual olunmaz, kutsal bir varlıktır; kendisini, vatandaşına hesap vermek zorunda hissetmez. Asırlardır süren bu gelenek, vatandaşımızın, çağdaş demokratik kültürün en önemli unsuru olan devleti sorgulama alışkanlığını kazanmasını engellemiştir.

Devletin bu kadar ağırlıklı, devlet alanının bu kadar geniş olmasının yarattığı bir diğer önemli sakınca da, vatandaşın, sivil örgütlenmeyle kolayca yapacağı işleri dahi devletten bekleme kolaycılığına itilmesidir.

Değerli milletvekilleri, devlet odaklı modernleşme çabalarının yarattığı tüm çarpıklığa rağmen, Türk Halkı bugün gerçek anlamıyla modernleşme arzusundadır.

Esasen, sosyal, ekonomik ve siyasî değişim süreci içerisinde, halk, modernleşme bakımından devletten daima ileride olmuştur; bugün de günlük hayatı itibariyle öyledir. Bununla birlikte, Türk Halkının önünde, sözünü ettiğim çarpık devlet ve rejim yapısı, büyük bir engel olarak durmaya devam etmektedir. Halkımız, bu engellin kaldırılması için feryat ediyor.

Deprem yıkıntıları altından yükselen feryat budur. Hastane kapılarından, üniversiteye giriş sınav salonlarından, adliye koridorlarından, polis nezarethanelerinden, cezaevi koğuşlarından, vergi dairelerinden, gümrük girişlerinden; kısacası, milletin devletle muhatap olduğu her yerden, yükselen ses budur.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Üniversite kapılarından...

A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, ülke içerisindeki bu gelişmelere paralel bir süreç de, Avrupa’yla ilişkilerimizde yaşanmıştır.

Anadolu’ya gelişimizden itibaren, son bin yıllık tarihimiz bir yönüyle de Avrupayla mücadelemizin tarihidir. Son ikiyüz yıllık tarihimiz ise, Batılılaşma, dolayısıyla Avrupalılaşma tarihimizdir.

Ülke olarak, yıllar boyunca, bir yandan Avrupa’yla mücadele ettik, bir yandan da onları üstün yapan özellikleri ülkemize kazandırmaya çalıştık; bu birbiriyle çatışan iki olgu arasında sürekli gidip geldik.

Şimdi, Avrupa’yla ilişkilerimizde yeni bir dönem başlıyor.

Helsinki’de Avrupa üyeliğine adaylığımızın kesinleşmesinden sonra, Avrupa’yla mücadele döneminden, Avrupa'yla demokratik ve ekonomik rekabet dönemine geçiyoruz. Kıyasıya mücadeleyi, kader ortaklığı çerçevesinde bir rekabete dönüştüreceğiz.

Osmanlı yenilikçilerinin de, cumhuriyeti kuran iradenin de yöneldiği en büyük hedef, artık gerçekleşme yolundadır. Helsinki'de ülkemizin aday üyeliğe kabulü ve Türkiye'nin de bunu teyidi, bu bakımdan önemli ve tarihî bir gelişmedir. Bu kararla, yaklaşık kırk yıllık bir geçmişe sahip Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, belki de ilk defa sağlıklı bir zemine oturmuştur. Artık belirsizlik dönemi bitmiştir; eldeki belgeler ve kriterler çerçevesinde işbirliği dönemi başlamıştır.

Değerli milletvekilleri, ülke olarak, kader çizgimizin ilginç bir çakışmasıyla karşı karşıyayız. Bir yandan, ülke olarak her alanda bir tıkanıklık içindeyiz. Bu tıkanıklığı aşmak için, her alanda kendimize çekidüzen vermemiz gerekiyor. Diğer yandan, Avrupa'yla bütünleşmemiz için, hayatın her alanında evrensel kriterlere uyum sağlamamız gerekiyor.

Türkiye'nin dünyayla entegrasyonu için gereken şartlarla, içeride her alandaki tıkanıklığı aşmamız için gerekli şartlar birbiriyle örtüşüyor. Terörle mücadelenin oluştuğu noktada temin edilen huzur ve sükûn ortamı da, bu değişim için bize büyük imkân sağlıyor. Bu ortamın devamı için herkes üzerine düşen görevi eksiksiz yerine getirmek zorundadır.

Türkiye, belki de tarihinde ilk defa, dış ve iç şartların örtüştüğü, kendi gerçekleriyle dünyanın beklentilerinin uyuştuğu bir konjonktür yakalamıştır; aynı şekilde, halkımız da bizden aynı talepte bulunmaktadır.

Bugün, siyasî partilerimiz ve sivil toplum kuruluşlarımız, demokrasi, özgürlükler ve devletin yeniden yapılanması görüşü etrafında birleşmişlerdir. Avrupa Birliğine hepsinin bakışı aynı çizgidedir.

Bu büyük uzlaşma, ülkemizde nadiren yakaladığımız ve yakalayınca da büyük atılımları gerçekleştirmemize imkân veren bir fırsattır. Bu fırsatı çok iyi değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Kendimizden ve dünyadan korkmadan, hiçbir komplekse düşmeden, hiçbir saplantıya kapılmadan, bu uzlaşmayı icraata dönüştürmeliyiz. Bunun için de beklememeliyiz; fırsatı değerlendirmeli, zamanı iyi kullanmalıyız. Bu değişiklikleri zamana bırakmak, bu ülkenin geleceğinden çalmaktır.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğine üyelik süreci, ülkemizin çoğu alandaki sıkıntılarını giderici, ekonomik ve demokratik açılımlarını kolaylaştırıcı bir rol oynayacaktır. Bu çerçevede ilk adımın, fikir ve ifade hürriyetini kısıtlayan çeşitli yasa hükümlerinin değiştirilmesi olduğuna inanıyoruz. Serbest tartışma ortamı, meselelerin çözümüne farklı kesimlerin katkıda bulunması imkânını sağlayacaktır. Eğer bu ilk adımı atabilirsek, arkası daha kolay gelecektir.

Değerli arkadaşlarım, bu süreçte belki her şeyden önce yapmamız gereken şey, statükoya endeksli zihniyetimizi değiştirmektir. Avrupa'yla şu anki ilişkimizin farklı değerlerin temsilcisi olarak savaşan taraflar ilişkisi olmadığını, müşterek değerler etrafında ortaklık içerisinde olduğumuzu idrak etmemiz gerekiyor. Karşılıklı bazı önyargıların bulunabileceğini, ancak, bu önyargıların karşılıklı olarak ortadan kaldırılması gerektiğini bilmeliyiz. Tarihî tecrübemizin Avrupa karşısında bize kazandırdığı şüpheci ve endişeli yaklaşımı uç noktalara taşımaktansa, törpüleme yoluna gitmeliyiz.

Kendimize güvenmeliyiz; millî çıkarlarımızı Topluluk içerisinde daha kolay savunabileceğimizi gözardı etmemeliyiz. Avrupa Birliğinin toprak bütünlüğümüzü garanti eden yaklaşımını gözden uzak tutmamalıyız.

İnsanımıza güvenmeliyiz; onun, önündeki engelleri kaldırınca, kendisine olan güveninin arttığını görmeliyiz. İnsanımıza güvendiğimiz zaman, onun, devlete olan güven ve bağlılığının da artacağını bilmeliyiz.

Farklılıklarımızı görmenin ve kabul etmenin, parçalanmaya değil, aksine, bütünleşmeye yol açabileceğini düşünmeliyiz. Şu ana kadar içinde yaşadığımız kimi sıkıntıların nereden kaynaklandığına dikkat etmeliyiz.

İnsanımızın inanış, düşünüş ve yaşayışındaki farklılıkları sonuçlarıyla birlikte kabul etmenin, insanımızı birbirine ve devletine yaklaştıracağını bilmeliyiz.

İnsanların hassasiyetlerini dikkate almalı, başkalarının uğradığı haksızlığa tepki göstermeyi, engellemek yerine teşvik etmeliyiz. İçeride, bir bütün olarak, tüm insanımızla barışmalı ve kucaklaşmalıyız.

Tarihimizle barışmalı, onu ne inkâr etmeli ne de ondan korkmalıyız.

Dinî alanı, toplumsal barış alanı haline getirmeli; kabahatin dinde değil, onu küçük menfaatlarına alet eden bazı kişi ve gruplarda olduğunu unutmamalıyız.

Tüm komşularımızla ilişkilerimizi geliştirmeli; sorunlarımızı barışçı yollarla çözmeliyiz.

Avrupa Birliği kriterlerinin, cumhuriyetimizin Anayasada tespit edilen temel niteliklerine ters düşmeyip, onları güçlendiren esaslar olduğunu görmeliyiz.

Yeni gelişmeler ışığında, ülke olarak, tehdit değerlendirmesini de yeniden yapmak durumundayız. Bugün ülkemize yönelik en büyük tehdit, onu dış dünyadan koparıp, yalnızlık koridoruna itmeye çalışanlardan gelmektedir. Bizim tespitimiz budur; göreceksiniz, önümüzdeki milenyumun konsepti de bu olacaktır.

Gelinen noktada Türkiye'ye verilecek en büyük zarar, onu içine kapanmaya zorlamaktır. Kabul etmemiz gereken husus, Avrupa Birliğine üyeliğin, devletimizin ve milletimizin menfaatına olduğudur.

Cumhuriyetimizi kuran iradenin yöneldiği muasır medeniyet hedefini, Avrupa Birliğiyle bütünleşerek gerçekleştirebileceğimizi görmeliyiz; eğer, bu zihniyet değişikliğini gerçekleştiremezsek, hiçbir alanda, yapmamız gereken değişikliği gerçekleştiremeyiz.

Değerli milletvekilleri, Avrupa'yla bütünleşmeyi, hiç kimse, İslam âleminden ve Türk dünyasından kopuş olarak görmemelidir. Avrupa'yla bütünleşen, güçlü, istikrarlı ve kalkınmış Türkiye, İslam âleminin ve Türk dünyasının da gözbebeği olacaktır.

Türkiye, yalnız vatandaşlarının mutluluk ve refahı için değil, kendisine umut bağlayan, gerek soydaş gerek dindaş topluluk ve devletler için de güçlü olmalıdır. Onların hak ve hukuklarını savunabilmek, onları çağdaş dünyada ayakta tutabilmek için de, Avrupa içerisinde yerimizi almamız gerekir.

Değerli arkadaşlarım, son yıllarda, ülkemizi normaldışı şartlara sürükleyen konularda, konjonktürün elverişliliğinden istifade ederek, normalleşme adımlarını bir an evvel atmalıyız. Bazı illerimizde uygulanan olağanüstü hali kaldırmalı, normal yönetime geçmeliyiz. Normal olmayan dönemin yaralarını bir an evvel sarmalıyız. Arkasından, Anayasadan başlayarak, tüm mevzuatımızda değişiklikler yapmalıyız.

Ekonomimizi rayına oturtmamız gerekiyor. Görüşmekte olduğumuz bütçenin yapısı ve alınan diğer ekonomik önlemler, enflasyon olgusunu ortadan kaldırmaya yöneliktir. Bu noktada, sizlerin geniş desteğine ihtiyaç vardır.

Devletin, ekonomideki, doğrudan varlığına son verecek çalışmaları bir an önce sonuçlandırmalıyız. Girişimcilerimizin önündeki engelleri süratle kaldırmalıyız.

İdarî sistemimizi yenilemek zorundayız.

Adlî sistemimizi, adaletin, hızla ve doğru bir şekilde tecellisini sağlayabilecek şekilde reorganize etmeliyiz.

Mahallî idareler reformunu, mümkün olan en büyük süratle hayata geçirmeliyiz.

Sosyal güvenlik sisteminde, geçtiğimiz aylarda yaptığımız reformun eksiklerini tamamlamalıyız.

Sağlık reformunu bir an önce çıkararak, çağdaş ve sürdürülebilir bir sistem kurmalıyız.

Eğitim sistemimizi, altyapısı ve içeriğiyle, hızla, çağdaş bir anlayışa oturtmalıyız.

Netice olarak, sayılamayacak kadar çok alanda, Türkiye, bu reformları gerçekleştirmek zorundadır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin bugün yaşadığı sorunları çözmek, Türkiye'nin geleceğini, çağın gereklerine göre, toplumun beklentileri doğrultusunda şekillendirmek, Türk siyasetinin görevidir, siyaset kurumunun görevidir; bunları yapacak olan da, en başta, Türkiye Büyük Millet Meclisidir, bu Meclistir; ama, görüyoruz ki, siyasetin bu hizmeti yapabilmesi için gerekli olan şartlar, her gün biraz daha ağırlaşmaktadır. Şartları ağırlaştıran şey, Türkiye'de, siyasetçilere ve siyaset kurumuna hiçbir ayırım gözetmeden, haklı haksız ayırımı yapılmadan, işler doğru dürüst araştırılmadan, belli odaklar tarafından, her gün ısrarla yöneltilen saldırılardır; bu saldırılar, bilinçli ve bilinçsiz şekilde; ama, artarak devam etmektedir. Birtakım karanlık odaklar, objektiflerin, dikkatlerin kendi üzerine teksif olmasını engellemek için siyasetçiyi kurban seçmişlerdir. Her gün siyasete vurmaktadırlar. O zaman sormak lazımdır; peki, hepimizin mutabık olduğumuz bu değişimi kim yapacaktır, bu sorunları kim çözecektir? Siyasetçi olmadan siyaset nasıl olacaktır, siyaset olmadan demokrasi nasıl olacaktır? Yoksa, bu saldırıları yapanların kafasında, demokrasi dışında başka yöntemler mi var, başka yönetimler mi var? Başkaları mı gelip bu sorunları çözecektir? Bu kişilere bu soruları açık seçik sormak zorundayız. Sadece sormakla yetinmemek durumundayız; bunun cevaplarını vermeye de onları zorlamalıyız.

Yanlış yapan siyasetçi mi yok; tonla var; ama, kişileri eleştirmek yerine, demokrasiye, aslında, hizmet anlamına gelen, siyasetçilerin yaptıkları münferit yanlışları ortaya koymak yerine, siyaset kurumunu karalarsanız, bütün siyasetçileri, ayırım yapmadan, neredeyse vatan haini ilan ederseniz, aslında, yıktığınız şey demokrasinin kendisidir, halkın kendi kendini yönetme hakkıdır.

Ben, bu konuda yazılanların çizilenlerin vatandaşın gözünde bu açıdan değerlendirilmesini sağlamanın da bizim görevimiz olduğunu, siyaset kurumunun görevi olduğunu düşünüyorum.

Bugün, Türkiye'de en kolay yapılan şey, siyasetçiye sövmektir. Birtakım medyanın tanıtmasına bakarsanız, bütün siyasetçiler yalancıdır, bütün siyasetçiler egoisttir, kendi menfaatlarından başka hiçbir şey düşünmezler. Peki, siyaseti, siyasetçiyi bu şekilde tanıtanlara, vatandaşımızın şunu sorması gerekmez mi; o zaman çözümü kimden bekleyeceğiz, kim çözecek sorunları, kim değiştirecek Türkiye'yi?

Değerli arkadaşlarım, kabul etmek lazım ki, bu noktada çok mesafe almışlardır; ama, kimse boşuna heveslenmemelidir. Türkiye, demokrasiyle yönetildikçe, siyasetçi de siyasi parti de Türkiye için vazgeçilmezdir. Türkiye'yi, demokrasiden de siyaset kurumundan da vazgeçirmek mümkün değildir.

Her gün yeni bir bölümü sahnelenen bu çirkin oyunu mutlaka bozmak zorundayız.

Siyaset ve siyasetçiye yönelik bu itibarsızlaştırma gayretlerine, siyasetçiyi yıldırma, siyaseti aciz bırakma faaliyetleri eşlik etmektedir. Zihinlere kaygı ve korkular musallat olmakta; bırakınız sıradan vatandaşları, bugün milletvekilleri dahi, yaşanan birtakım olaylar karşısında görüşlerini açıkça ortaya koyma cesaretini bulamaz hale getirilmektedir.

Bugün, siyasetçi, ülkenin yegâne günah keçisidir; sürekli itham altındadır. Şaşırtıcı olan şudur ki, varlığını demokrasiye borçlu olan özgür basın ve birtakım sivil toplum kuruluşları da, siyasetçiye yönelik bu saldırılarda başı çekmektedirler. Bunu anlamak da onaylamak da mümkün değildir. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Bence, bu durum, demokrasimizin gelişmesi açısından son derece yanlıştır, başlıbaşına bir tehlikedir. Türkiye, insanlarına birtakım korkuların hâkim olduğu değil, her alanda kendine güvenin hâkim olduğu bir ülke olmalıdır. Türkiye'nin ileriye gitmesinin, Türkiye'nin sorunlarıyla baş edebilmesinin belki de en önemli şartlarından birisi budur.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğine tam üyelik çerçevesinde önümüzde bulunan sorunlar, Türkiye'nin önümüzdeki yüzyıl içerisinde sahip olduğu vizyon çerçevesinde çözümlenmelidir.

Siyaseti, zincirlerinden kurtarıp ülkenin kaderine hâkim kılma zamanı gelmiştir. Bu Meclis bunu yapmaya muktedirdir. Biz, üzerimize düşenleri yaptığımızda ülkemizin önü açıktır, geleceğimiz aydınlıktır.

Görüşmeye başladığımız bütçenin, bu çerçevede, Türkiye'nin parlak geleceği için hayırlı bir başlangıç olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından ayakta alkışlar; MHP, DSP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Karakoyunlu, buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA YILMAZ KARAKAYONLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; biraz evvel yüz yıllık tarihimizin derinliğinden gelen inançlı ve aydınlık bir zihnin imbiğinden süzülmüş, damıtık değerleri dinlediniz. Bendeniz de mevcut bütçeden ileriye doğru neler yapılabileceğine ilişkin görüşlerimi arz edeceğim.

Değerli arkadaşlar, milenyum gibi çok duyarlı bir dönemecin bütçeleri, içerdiği felsefî değerler ve hedefler yanında teknik tahlilleriyle de önem taşır. Ancak, teknik tahlilleri sadece bütçenin alışılmış fasılları, tahsisleri, kalemleri ve gelirlerine ilişkin tahminleri basitliğinde düşünürsek, ileriye doğru bakışımızın temelini teşkil edecek olan geleceğimizi görmemize yardım edebilecek imkânları sağlamamız mümkün olmaz. Bu önemli dönemecin bütçesi, global finansman anlayışları içerisinde değerlendirilmek zorundadır ve küreselleşme hedeflerimizin en keskin ve en yakın ölçüleriyle de ilişkilidir.

Değerli arkadaşlar, bütçenin sayısal değerlerine ilişkin görüşlerimizi, Türkiye'nin ekonomik kimliği, gelecekte entegre olacağı Avrupa Birliğiyle bağlantıları ve Türk siyaset sosyolojisinin ışığı altında değerlendiriyoruz. Eğer bütçenin parasal aktifleri, ekonomik politikalarını tam kavrayamıyor ise, malî açıdan etkin bir bütçe uygulamasından söz etmek mümkün olmaz. Ekonomi hedeflerimizdeki temel sorun burada başlar; çünkü uluslararası rekabete dayanıklı olmayan bir ekonomik yapı, kaçınılmaz biçimde otarşik gelişmelere yönelir. Bu yapıdaki bütçeler, uluslararası pazar ekonomilerinin getirdiği verimlilikten de istifade edemez.

1991 yılından beri benimsenen politikalarla çok ciddî ölçülerde yıpranmış bir ekonomik ve sosyal yapıya sahibiz ve bütün iyi niyetli gayretlere rağmen, bu istenen ölçekte bir değişiklik sağlanamamış ve bu yapının süratle onarılması ihtiyacı bir türlü temin edilememiştir.

Ancak, bu yapının süratle onarılması ve gelecekte, talip olduğumuz ekonomik verimliliğe uygun niteliklere kavuşturulması da kaçınılmaz bir zarureti, bir çelişkiyi önümüze çıkarmaktadır. Bir yanda reformların gerektirdiği harcamaların, diğer taraftan istikrarın zorunlu kıldığı çelişki, bütçe anlayışı içerisinde kolayca çözülecek bir görüntü vermemektedir. Eğer -size bir örnek vermek istiyorum değerli milletvekilleri- bir bütçede gelirden alınan verginin iki katından fazlasını gelir olarak veriyorsanız, bu şartlar altında, bu bütçenin ekonomik etkinliğini bir yana bırakınız, öngörülmüş süresi içerisindeki malî müessiriyetini bile sağlamanız mümkün olmaz.

Tahminlerimize göre, bütçe, yüzde 5,5 civarında büyüme hedefi tespit edilmiş olan bir ekonomidedir; ama, 1999'da gayri safî yurtiçi hâsıla ve gayri safî millî hâsıla bazında yaklaşık yüzde 5 düzeyinde küçülmenin söz konusu olduğu bir yerde, önümüzdeki dönemde yüzde 5,5 oranında bir büyümeyi hedef alabilmek ve bunu bu bütçe içerisinde gerçekleştirebilmek, son derece önemli ekonomik kararların alınmasını gerektirmekte idi. 9 Aralık kararları, bu yönden fevkalade önemlidir ve bir disiplin girişiminin simgesi olarak da değerlendirilebilir. Eğer, enflasyonla beraber nominal faizleri düşüremez ve istenen fiyat istikrarını sağlayamazsak, bu bütçenin, 2000 yılıyla ilgili hedeflerini gerçekleştirmemiz de imkânsızlaşabilir.

Türkiye, işte, bu imkânsızı gerçekleştirmek durumundadır ve bu sorumluluğu üstlenmiştir. Kamu harcamalarını kısmak suretiyle, ekonomideki büyümeye menfî bir müdahalede bulunmak yerine, vergileri artırmak suretiyle reel kaynakları geliştirmek ve onlara dayalı bir ekonomi politikası uygulayarak, bütçeye etkinlik kazandırmak, 9 Aralık kararlarına bağlı olarak bütçe gelişmesinin en önemli noktasını oluşturur. Peki, bu olumlu gelişmeleri nasıl bir bütçe içerisinde yürütüceğiz?

Değerli arkadaşlar, evvela tespit etmek zorunda olduğumuz bir gerçek var. Bu bütçe, bugüne kadar, yani, kendisine takaddüm eden bütçelerdeki kronik sorunlarını aynen taşımaktadır. Bu bütçe, transfer ağırlıklı bir bütçedir. Bu bütçe, transfer ağırlığı olan bütçe içerisinde özellikle, borç faizlerinin ödemesi de, en önemli kalemini teşkil etmektedir. Peki, bunların hepsinin doğru olması, 1991'den bu yana uygulanmakta olan politikaların bir birikimi olduğu gerçeğini görmezlikten gelmemize bir sebep teşkil eder mi?

Giderlerdeki artışlar ile gelirlerdeki artışlar arasındaki dengesizlik, ilk defa 2000 bütçesinin karşılaştığı bir manzara değildir. Yaklaşık olarak, kırk seneye yakın bir zamandan beri Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu, bütçelerin malî veçheleriyle ilgili olarak herhangi bir müdahalede bulunamadığı için bütçelerin olgunlaşma mekanizmasının işlediği komisyonda, bu konu bütün ayrıntılarıyla tartışılmış ve huzurunuza belli bir olgunluk düzeyine eriştirilerek getirilmiştir.

O halde, giderlerdeki artışlara bigâne kalarak veya bunun tam tersinde, gelirlerdeki artışları da popülist bir politika sistematiği içerisinde âdeta hükümetin işlediği bir suçmuş gibi takdim ederek dengesizliğin devamını talep eden bir siyaseti de, yine, 2000 yılının ve onu takip eden yılların, yani, yeni milenyumun ilk aşamasındaki, ilk adımındaki ekonomik ve malî hedeflerimizin gerçekleştirilmesi açısından isabetli bir müdahale ve eleştri üslubu sayamayız.

Değerli arkadaşlar, son on yıl içerisinde bizim bütçemiz, harcamalar yönünden gayri safi millî hâsıla içindeki payını, yüzde 16'dan yüzde 30'a çıkarmıştır. Hem bir yandan özelleştirmeyi hedef olarak benimseyecek ve ülke ekonomisine kamunun yerini, payını mümkün olan asgarî ölçüye götürmeyi hedefleyeceksiniz hem de gayri safî millî hâsıla içerisinde bütçelerin paylarını yüzde 16 gibi makul bir düzeyden yüzde 30 seviyesi gibi, savunulması zor bir noktaya getireceksiniz; bu mekanizma içerisindeki çelişkiyi nasıl izah edebiliriz?

Değerli arkadaşlar, yine, aynı dönem aralığı itibariyle baktığınızda, son on yıl içerisinde, bütçe dönemindeki gelirlerimizin gayri safî millî hâsıla içerisindeki payı yüzde 14'ten yüzde 22 düzeyine çıkmıştır. Gelirlerimizin yüzde 14'ten yüzde 22 düzeyine çıkması, elbette ki, fevkalade olumludur ve devlet bütçesinin sağlıklı kaynaklardan finanse edilmesi yöntemlerinin en aranılan, en isabetli noktasıdır; ama, biraz evvel sizlere arz ettiğim, bütçe harcamalarının yüzde 16'dan yüzde 30 düzeyine çıkmasının getirdiği yük, bu mütevazı artış kaydeden gelir bütçesiyle sağlanamadığı için, önemli açıklarla karşı karşıya kalınmıştır.

Biraz evvel konuşmasını takdim ederken Sayın Maliye Bakanı, devletin açığını gidermenin yollarını anlatırken, bir yanda borçlanmadan, öte yandan Merkez Bankası kaynaklarını kullanmadan söz ediyordu. Bu sistematik içerisinde baktığınız zaman, borçlanma mekanizmasıyla Türk bütçesinin harcamalarını karşılamak, âdeta vazgeçilmez bir noktadır. Altmış yıldan beri -tetkik ettim- bu mekanizma, bu işlerliğini sürdürüp gelmektedir.

O halde, değerli arkadaşlar, sorunun ciddiyetine işaret ederken, içerisinde bulunduğumuz durumun zaruretlerini anlatırken, bunun, nerelerden kaynaklandığını da sizlere arz etmek durmundayız.

Bu açıkların finansmanındaki en önemli kalemlerden bir tanesi, sosyal güvenlik kurumlarının, kuruluşlarının açıklarıdır. 1992 yılından itibaren, popülist politikayla sosyal güvenlik sisteminin allak bullak edildiği gerçeğini hepimiz kabul ediyoruz. Neyse ki, hatadan, kısa süre içerisinde dönme basiretini de gösterdik ve yapmış olduğumuz sosyal güvenlik reformuyla, bu konuda ciddî tedbirler aldık. Sosyal güvenlik reformlarının takviyesini gerektiren diğer hukukî düzenlemelerin yapılmasıyla, hem sosyal güvenlik kurumları, istenilen, sağlıklı malî bünyeye kavuşacaklar hem de bu malî bünye nedeniyle, devlet bütçesi, her yıl çok önemli bir yükü sırtından atmış olacaktır.

Değerli arkadaşlar, 2000 yılında, Sosyal Sigortalar Kurumunun, sosyal güvenlik kuruluşlarının yükü, aşağı yukarı 3,5 katrilyonu aşmaktadır ve bu rakam, 1992 yılında bütçenin sadece yüzde 1,2'siyken, bugün yüzde 7,6'sı gibi, son derece yüksek bir orana ulaşmıştır.

Değerli arkadaşlar, ekonomi politikalarını yönlendiren uzmanlarımızın ve güzide maliyecilerimizin hazırladıkları bu bütçe, biraz evvel arz ettiğim gibi, enine boyuna incelenmek suretiyle, Plan ve Bütçe Komisyonunda, fevkalade isabetli eleştirilerle olgunlaştırıldı ve huzurunuza getirildi. Artık, bu saatten sonra, bütçenin sayısal değerlerine Meclis olarak müdahale edemeyeceğimizi dikkate alarak, sistematiğin, sadece felsefesi ve siyaset, yani, politika ilkeleri açısından değerlendirilmesi, bu bütçenin büyüklüklerinin ihmal edilmesini gerektirmez; bunların da, açıkça ortaya konulmasında fayda vardır.

Değerli arkadaşlar, önümüzdeki yıl, gayri safî millî hâsılamızın 125 katrilyon olması öngörülmektedir. Buna göre, yüzde 5,5 oranında bir büyümeyi hedef almış durumdayız. Yine, gayri safî millî hâsılamızın deflatörü yüzde 42 düzeyindedir. Toptan eşya fiyatları için yüzde 20 ve tüketici fiyatları endeksi için yıl sonu itibariyle de yüzde 25 gibi bir oranı benimsedik. Ortalama kur da 575 000 lira civarında olacak, söylediğim rakamları yuvarlıyorum. Dolayısıyla, yıllık ortalamada, toptan eşya fiyatları yaklaşık yüzde 38 düzeyinde bir enflasyonu hissettirecek. Yıl sonu itibariyle, TÜFE'de yüzde 25, toptan eşyada yüzde 20 düzeyine inmek, bu bütçenin temel hedefleri içerisinde yer almıştır.

Peki, bu bütçe, önümüzdeki dönem itibariyle nasıl bir gelir yapısına ve nasıl bir gider dağılımına sahiptir? Değerli arkadaşlar, bütçemiz, yaklaşık olarak 47 katrilyondur; gelirimiz ise 33 katrilyondur ve arada 14 katrilyon civarında bir açığımız söz konusudur.

47 katrilyon olan bütçemizin, yaklaşık 10 katrilyonunu personel giderleri olarak kullanıyoruz. Ne kadar malî sıkıntılar içerisinde olursa olsun, devletin, devlet olmaktan kaynaklanan ve kaçınılmaz düzeylere erişmiş olan masraflarını yapması mecburiyeti karşısında, bu 10 katrilyonluk harcama için yapılabilecek herhangi bir şey söz konusu değildir. Yaklaşık 4 katrilyon cari giderlere ayrılmıştır; yaklaşık 2,5 katrilyon yatırım yapılacaktır ve yaklaşık 31 katrilyon da transfer harcamalarına gidecektir.

Değerli arkadaşlar, bütçeyle ilgili olarak derin detaylarda tartışma yapmamız gereken başlık, işte bu transfer bütçesidir. Bu transfer bütçesinin, yaklaşık 21 katrilyonluk kısmı faiz giderleridir; yani, devletin her dönemde kendini finanse etmek için kullandığı kaynakların bedelidir. Yaklaşık 3,5 katrilyonluk kısmı da sosyal güvenlik kurumlarının açıklarını kapatmaya yöneliktir. Böyle baktığınız zaman, transfer bütçesinin yüzde 70'i faiz ödemelerine gitmektedir.

Değerli arkadaşlar, faiz ödemeleriyle ilgili olan kısmında, rakamlar açısından baktığınız zaman söylenebilecek hiçbir şey yok; ama, meseleyi, bir siyaset disiplini içerisinde ele almak yerine, bir siyaset sistematiğinde bir partinin bakış açısından değerlendirirseniz, ortaya konulan görüşlerin isabetlerini de tartışmak söz konusu olabilir.

Sabahki oturumda, Fazilet Partimizin Genel Başkanı Sayın Recai Kutan, faizlerle ilgili bu bölümleri anlatırken, çok sayıda meşrutiyet ve cumhuriyet şairlerinden kıtalar, rubailer, beyitler okudu; zaman zaman da, mısralar nakletti.

Değerli arkadaşlar, âdeta, kendimizi bir şuara meclisinde hissettik. Hiç şüphe yok ki, meşrutiyet şairlerinin, dönemi değerlendiren şiirlerinde fevkalade büyük bir isabet vardır; ancak, yine, şairin dediği gibi, bu meseleyi değerlendirirken, nâkilin de çok önemli bir yeri vardır. Eşref'lerden, Ziya Paşa'lardan söz etti, hatta bir ara, hürriyet bahsi açıldığı zaman, babı hükümet bahsinden çekilişini de söyler, Namık Kemal'e de bir işareti bulunur diye bekledim. Dolayısıyla, bu şuara meclisinde ileriye sürülmüş olanlara, yine bir şairin ifadesiyle ben de bir cevap vereyim:

"Zikret, zira sonu yoktur bu hatanın,

Eşref ile Namık ile ve Ziya'nın,

Şair sözü hoştur, naklinde isabet aranır,

Zira, nâkil ile başlar hatası şuaranın."

Şairlerimizden örnekler verdiğimiz noktada, Sayın Recai Kutan'ın borçlarla ilgili, bu isabetli, bu kayda değer noktasındaki vukufu dikkatimi çekti ve bir noktadan incelemeye başladım. En fazla şikâyet edilen borçlanmanın, hem oransal olarak genişlediği hem de bir önceye tekaddümü ve bir sonraya takibi açısından en fazla mutlak borçlanmanın yapıldığı dönem de, kendisinin de Bakan olduğu hükümete isabet eden dönemdir. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bunu, herhangi bir şekilde bir siyasî polemikte bulunmak, bir genel başkanın sözlerini burada cevaplamak veya ona bir tarizde bulunmak şeklinde lütfen yorumlamayınız; ben, bu amaç içerisinde söylemiyorum. Söylemek istediğim şey şudur: Bugün eleştirdiğimiz noktaya geliş, münferit olarak herhangi bir siyasî partiye fatura edilemez. Hepimiz birlikte bunları bir araya getirdik ve bugünkü durumla karşı karşıya kaldık.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, önümüzdeki dönemde neler yapabiliriz ve nelerin üstesinden gelebiliriz? Bakınız, bütçe giderlerimizin gayri safî millî hâsıla içerisindeki payı yüzde 37,4 düzeyindedir. Gelirlerin gayri safî millî hâsıla içerisindeki payı ise, yaklaşık yüzde 26'dır. Demek ki, bütçe açığı, millî gelirimizin aşağı yukarı yüzde 11-12'sine eşdeğer düzeye ulaşmıştır. Faiz dışı bütçe gelirlerinin gayri safî millî hâsıla içerisindeki payı ise, yaklaşık yüzde 20-21 düzeyindedir.

O halde, ekonomideki etkinlik açısından nasıl bir tahlil yapılması gerektiği fevkalade önem taşıyor. Bunu, 2000 yılının programıyla birlikte mütalaa ettiğiniz zaman, kamu ekonomisinin, ekonomiden aldıklarını, yani vergi olarak tahsil ettikleriyle, kamu ekonomisine doğrudan harcama yoluyla katkılarını karşılaştırdığınızda, devlet bütçesinin ekonomiye harcama yönüyle getirdiği ivme etkinliği, artık, kaybolma noktasındadır. Bunu, önümüzdeki yıllar için kullanılabilir bir zemin telakki eden bütçemiz, kendi içerisinde enflasyonu düşürmek, mümkün olan azamî sürat içerisinde harcama kontrolü yaparak, bütçe açıklarını azaltmak, yine, borçlanma ihtiyacını minimum düzeyde tutarak, faiz fiyatının yükselmesini önlemek, kamu kurumlarının verimliliğini artırmak ve kamuda çalışanların, enflasyon karşısında reel gelirlerini artırmak temel ilkeleri çerçevesinde hazırladığı yeni harcama planıyla 9 Aralık kararlarına yardımda bulunmak amacındadır.

Değerli arkadaşlar, 9 Aralıkta alınmış olan kararlar, Türk ekonomisinin geleceği için fevkalade ehemmiyeti haiz kararlardır. Biraz evvel Sayın Genel Başkanımın yapmış olduğu konuşmada da işaret ettiği gibi, bu kararların istenilen etkinlik ölçeğine ulaşabilmesi, hepinizin katkısını ve desteğini gerektirmektedir. 9 Aralık kararlarıyla elde edilecek sonuçlar, bu ülke ekonomisinin yıllardan beri sırtında âdeta bir akrep gibi taşıdığı enflasyondan kurtulmasının çaresini üretecektir. Yine, yıllardan beri alınan gelirden daha fazlasını, zaman zaman neredeyse iki katını, üç katını bulacak şekilde gelir transferini zorunlu hale getiren faiz yükünden kurtulmasını sağlayacaktır.

Değerli arkadaşlar, sonuç itibariyle, bu bütçe 2000 yılının, yani, yeni milenyumun ilk bütçesi olacaktır. Yeni bin yılın ilk bütçesi olmak elbette ki kolay bir şey değildir ve hiçbir şekilde de bu bütçe, ekonomik gelişmeler yönünden, geçmişteki bütçelerden farklı bir gösteri içerisinde olmayacaktır. Bütün hazırlık aşamasında, dünyadaki mevcut koşullarda bilinmesi gerekli olan birtakım noktaları, bu bütçe bütünüyle içermiştir.

1997'de başlayan malî krizden sonra, 1998'in son çeyreğinde yaşanan dördüncü ekonomik yavaşlama, bu bütçenin dikkate aldığı temel kriterleri oluşturur. Yine, 1998 yılında, gelişmiş ekonomilerde görülen ortalama büyüme hızlarının yanında, Türkiye için hedef alınan yüksek düzeydeki büyüme hedefini gerçekleştirecek yapıda düşünülmüştür.

İçinde yaşadığımız yılların en önemli, en ağır felaketini yaşadık. Hiç şüphe yok ki, bu felaket de bu bütçenin hazırlanışında, istenilen ölçekte malî kararları almayı zorunlu kıldı ve etkiledi.

Değerli arkadaşlar, iyi niyetle ve titiz bir çalışmayla hazırlanmış bu tasarı, sizin oylarınızla yasalaşacaktır ve on gün müddetle bu bütçenin bütün kurumları, gelirleri ve giderleri yönünden sizlerin eleştirileriyle yeniden olgunlaşacaktır ve önümüzdeki dönemde çözülmesi mümkün görülmeyen çok sayıdaki sorunun çözülmesi için belki de ilk adım atılmış olacaktır.

Dolayısıyla, sorunların çözümündeki yapıcı eleştirilerinizin tamamını paylaşacağız; ama, sırf kamuoyuna görüntü vermek ya da popülist olmak ihtiyacıyla, gereksiz şekilde ortaya koyacağınız eleştirilerle yaratacağınız tereddütlerin olumsuz etkiler sağlayacağı da dikkate alınmalıdır.

2000 yılı bütçesi hakkında kamuoyunda yeteri aydınlığı sağlayacak bilgileri aktarabildiğimizde kuşkumuz var; ancak, 2000 yılının bütçesini, bütün parti grupları, kurumlar bazında tartışırken ortaya koydukları siyasetleriyle, en aydınlık şekliyle halka anlatmak imkânını bulacaklardır.

Bütçemiz, var olan şekliyle, bir transfer bütçesidir; ama, 9 Aralık kararları doğrultusunda, eğer, bu bütçeyle ilgili gerekli düzenlemeleri başarıya ulaştırırsak, bundan sonraki yılların bütçeleri, yeniden, yatırım bütçeleri netileklerine dönebilecektir. Mevcut şartlar içerisinde borçlanmaya gidilmesi, kaçınılmaz noktadadır; ama, 9 Aralık kararlarıyla, bu bütçe, bu noktada da önemli bir adım atmaktadır ve faizin düşmesini temin edecektir.

2000 yılına giriyoruz, yeni bir milenyumdayız. Dünya, yepyeni bir bin yılın değerinde algılanacaktır. Dolayısıyla, yeni bütçemizin, yeni milenyumumuzun bütçesinin vatanımıza, milletimize, insanlığa hayırlı ve uğurlu olmasını temenni eder; bu vesileyle, hepinize en derin saygılarımı sunarım.

Teşekkür ederim. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Karakoyunlu.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Sayın Devlet Bahçeli; buyurun efendim. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

MHP GRUBU ADINA DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken, Yüce Milletimizi ve Yüksek Heyetinizi şahsım, Grubum ve Partim adına saygılarımla selamlıyorum.

Bütçe görüşmeleri, hükümetlerin icraatlarının çok yönlü bir biçimde değerlendirilmesi ve geleceğe yönelik hedeflerin, Yüce Meclise ve kamuoyuna aktarılması bakımından önemli bir zemin teşkil etmektedir. Bu vesileyle, öncelikle, 1999 yılından 2000 yılına adım atmaya hazırlandığımız şu günlerde karşımızda nasıl bir dünya ve Türkiye tablosu bulunduğuna dair görüş ve düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım. Daha sonra da, 57 nci hükümetin yedi aylık icraatını ve bunun ekonomik ve sosyal yansımalarını yorumlamak, 2000 yılı ve sonrası döneme ilişkin hedef ve politikalarımızı değerlendirmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyanın ve Türkiye'nin önemli bir dönemeçten geçtiği, bir çağ değişiminin yaşandığı bu zaman diliminde, görüşmekte oluğumuz bütçe kadar, tabiî ki, yükselen yeni çağa bakışımız, dünya ve ülke sorunlarını ele alışımız da önem kazanmaktadır. Dünyanın yöneldiği değişme çizgisini milletimiz ve ülkemiz açısından kavramadan bütçe hazırlamak veya müzakere etmek, günübirlik sorunlar etrafında sıkışıp kalmak ihtimalini de beraberinde getirmektedir. Son günlerini yaşadığımız yüzyılla, bir devir kapanmaktadır. Yeni çağ, sadece bir yüzyılın kapanıp yenisinin başlamasını değil, dünyada yaşanan ilişkiler sisteminde büyük bir değişimi de ifade ettiği için, büyük önem taşımaktadır.

Şunu hemen ifade etmek isterim ki, çağ değişimi, her zaman bir yüzyıla tekabül etmeyebilir. Bu açıdan baktığımızda, aslında, içinde yaşadığımız yüzyıl daha bitmeden, bizler, ciddî bir dönüşüme şahit olmaya başlamıştık. Endüstri devrimiyle 18 inci Yüzyılın ikinci yarısında başlayıp, 20 nci Yüzyıla kadar uzayan eski çağ, daha 20 nci Yüzyıl bitmeden, çok belirgin değişikliklere sahne olmuştur. Bu bakımdan, yeni yüzyılın başlaması, zaten toplumsal, ekonomik ve uluslararası sistem bakımından ömrünü tamamlamış bir çağın zaman olarak da bitmiş olması anlamına gelmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; başka isimlerle de anılmasına rağmen, en yaygın adıyla endüstri çağı diye bilinen bu çağın değişimini çok iyi anlamak durumundayız. Bu çağı değiştiren dinamikleri anlamadan, yeni yüzyılın özelliklerini kavramakta güçlük çekebiliriz. Bunun bedelinin ağır olacağını ise en iyi Türk insanının bilmesi gerekir. Hemen kısaca hatırlatmak isterim ki, endüstri toplumunun oluşumunu yeterince kavrayamadığımız için, 19 ve 20 nci Yüzyıllarda sıkıntı çekmiş milletin çocukları olarak, geçmişte ağır bedeller ödemek durumunda kaldık; bir imparatorluk kaybettiğimiz gibi, kocaman iki yüzyılı, az gelişmişliğin bütün ağır şartlarını yaşayarak tamamladık.

Yeni çağı hazırlayan çok önemli dinamikler bulunmaktadır. Bunlar, toplumsal ve ekonomik yapılardan, uluslararası ilişkilere kadar bütün insanlığı etkilemeye başlamış olan ve yarınını belirleyecek olan süreçlerdir. 20 nci Yüzyıla temel karakteristiğini verecek bu süreçlerden birisini, bütün insanlığın tesirlerini şimdiden hissetmeye başladığı, teknolojide meydana gelen köklü değişiklikler ve bilgi teknolojisinin üretim sistemlerinden iletişime kadar hayatın her alanına nüfuz etmeye başlaması oluşturmaktadır.

Bilginin, üretim sürecine girerek, belirleyici konuma yükselen bu dinamizmine bakarak, yeni çağın, “Bilgi Çağı” veya “Enformatik Çağ” diye isimlendirildiği bilinmektedir. Hangi adı benimsersek benimseyelim, ortada olan gerçek şudur ki, bilgi üretemeyen, bilgi teknolojilerini yaratamayan toplumlar sosyoekonomik yapılarını, eğitimden ekonomiye kadar bu yeni teknolojilere göre yeniden inşa edemeyen ülkeler, yeni çağın dışında kalmaya mahkûm olacaklardır.

Önümüzdeki çağın karakteristiğini oluşturan bir diğer süreç ise ekonomide meydana gelen değişmelerle ilgilidir. Sanayi toplumlarının klasik ekonomik örgütlenme biçiminden, üretim tarzlarına kadar kapsamlı değişmeler yaşanmaktadır. Arzın belirleyici olduğu ölçek ekonomilerinden, esnek üretim sistemlerine dayalı, talebin etkinliğinin arttığı kapsam ekonomilerine kadar değişmeler söz konusudur. Rekabetçi piyasa ekonomisi, bu parametreler üzerinde yeniden kurumlaşırken, vahşi kapitalizmi dizginleyecek, insanî değerleri esas alan yeni bir iktisadî ahlaka ve yeni sosyal politikalara duyulan talepler yükselmeye başlamıştır.

Çağın ekonomik şartlarında, özellikle kalkınma sürecinde olan Türkiyemizin, doğru hedeflere yönelmesi hayatî önem taşımaktadır. Toplumun ekonomik dinamizminin önünü açacak, toplumsal tasarrufların bilgi teknolojilerine dayalı yeni üretim alanlarına yönelmesini sağlayacak bir yapıyı oluşturmak mecburiyeti vardır. Ne eski teknolojilere dayalı hantal devletçi ekonomik yapıyı sürdürmek ne de kamu kaynaklarının bazı çıkar gruplarına yağmalatılması tarzındaki özelleştirme yaklaşımı doğrudur. Türkiye ekonomisi, stratejik bir yenilenme programına ihtiyaç duymaktadır. Türk ekonomisi, ancak, esnek teknoloji ve üretim sistemlerine geçecek bir yaklaşımla, sermayeyi tabana yayacak, piyasa mekanizmasını güçlendirip, tüketiciyi ve çalışanı gözetecek bir özelleştirme programıyla eski hantal yapıdan kurtularak dinamik bir hüviyet kazanabilir. Bunun için, sivil toplumun ekonomik katılımını ve desteğini sağlayacak bir anlayışa yönelmek mecburiyeti vardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; girdiğimiz çağın belki de bütün özelliklerine yön veren en kapsayıcı vasfı, insan hak ve özgürlüklerine dayalı bir anlayışın, temel insanî değerler olarak, bütün yeryüzünde, üzerinde uzlaşılan ortak bir payda halinde yükselmesidir.

Bu çerçevede, özen gösterilmesi gereken nokta, insan hakları ve demokrasi gibi temel değerlerin uluslararası ilişkilerin bir oyuncağı haline getirilmemesidir. Bilindiği gibi, demokrasi, birey, aile, toplum ve devlet arasındaki ilişkilerin, temel hak ve özgürlüklerden başlayarak, hukuk devletini yaratacak bir şekilde biçimlendirildiği bir siyasî sistemdir. Demokratik değerler, hak ve özgürlük sahibi bireylerden oluşan yurttaşların bu hak ve özgürlüklerinin meşru kaynağını oluşturduğu gibi, yurttaşların devlet karşısındaki sorumluluğunu da tayin eder.

Demokratik sisteme karşı, hiçbir kimse, alt kimlik, etnisite veya mezhep esasında bir dayatmada bulunamaz. (MHP sıralarından alkışlar) İnsanların bu özellikleri, onların, tarihî, kültürel sıfatları olarak kendileri için anlamlıdır; ancak, demokratik devlet yapısı, bu özelliklere dayalı olarak biçimlendirilemez.

Demokratik devlet, insanlara, etnik kimlik ve dinsel inançlarına göre değil, eşit bireyler ve yurttaşlar olarak bakmak durumundadır. Bu anlamda, çağımızın demokrasisi, insanlar arasındaki kültürel ve etnik farklılıkları siyasal çatışma konusu yapmayan bir yönetim biçimidir. Bu yönüyle, güçlü demokrasi anlayışı, din, ırk ve etnisiteye dayalı kavgaları geride bırakmış, ileri bir anlayışı temsil eder; bunun yerine, katılımcı, bireyden topluma, toplumdan devlete doğru, sivil toplumun her alanda karar süreçlerine katıldığı bir yönetim anlayışını önplana çıkarır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de sürekli olarak, demokratik değerlerin karşısına, toplumsal barışı bozacak, bozguncu ve bölücü yaklaşımları savunanlarla, devletçiliği, sürekli demokrasi karşıtı bir argüman olarak gündemde tutmak isteyenler çıkmaktadır. Bu yaklaşımları savunanların davranışları, Türkiye'nin demokratik gelişmesini engellemeye, istikrarını bozmaya çalışmaktan öteye başka bir anlama gelmeyecektir. Türkiye, millî birliğini, toplumsal gelişimini, ancak bu çağdaş demokrasiyi güçlendirerek pekiştirir, teminat altına alabilir. Bunun için, her şeyden önce, demokrasiye ve milletimizin iradesine sahip çıkmak durumundayız. Bu irade, tarihte büyük bir medeniyet kurduğu gibi, bizi, yeni çağda, yeni bir atılıma taşıyacak ruhun da kaynağını oluşturacaktır. (MHP sıralarından alkışlar)

Saygıdeğer milletvekilleri, yeni çağın, üzerinde en çok konuşulan diğer bir özelliği, şüphesiz, her ilişki ve gelişmenin küresel ölçekte ortaya çıkmasıdır. Bu bakımdan, küreselleşme, başlı başına, bu çağla birlikte anılmaktadır. Küreselleşme olgusunun önemli bir boyutu, ulaşım ve iletişim teknolojileriyle birlikte dünyadaki ilişki yoğunluklarının maddî ve manevî düzeylerinin yükselmiş olmasıdır.

Dünyanın herhangi bir yöresinde meydana gelen bir gelişme, ortaya çıkan yeni bir fikir veya herhangi bir yenilik, etkilerini, kısa sürede, bütün dünyada gösterebilmektedir. Yine, dünyanın bir yerinde ortaya çıkan bir tehlike, kısa sürede, dünyayı tehdit eder bir hale gelebilmektedir.

Bütünüyle yerküreyi birbirine bağlayan bu dinamizmin neticelerinden birisi, uluslarası sistemde bölgesel veya küresel ölçekte yeni ilişkilerin doğmasıdır. Bu yeni ilişkilerden birisi, milletler arasında yeni işbirliği ve çıkar örgütlerinin kurulmasıdır; bunların başında, bölgesel ittifak örgütleri gelmektedir. Amerika Birleşik Devletlerinin öncülüğünde kurulan NAFTA, bizim içerisinde yer almaya çalıştığımız Avrupa Birliği, Japonya'nın önderliğindeki Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü, bunlardan önemli olanlardır.

Küreselleşme süreci, ekonomik ve teknolojik güç merkezlerinin veya devletlerin etkisinde olacak bir tarzda çalışma eğilimi taşımaktadır. Bu sürecin dışında kalmamız, ülke olarak içimize kapanmamız mümkün değildir. Yapmamız gekeren şey, bir taraftan, Türk-İslam kültür coğrafyasında yeni oluşumlar içinde, global ölçekli ihtiyaçlara cevap teşkil edecek ilişkiler inşa ederken, diğer taraftan, Avrupa Birliği gibi mevcut küresel yapılar içerisinde kendi potansiyelimizi harekete geçirecek yolları bulup geliştirmektir. Türkiye, ne Batı’dan kopmalıdır ne de Batı’ya mahkûm olmalıdır. (MHP ve FP sıralarından alkışlar)

Türkiye, çok yönlü ilişkilerle, hem potansiyelini geliştireceği yeni işbirliği politikalarını hayata geçirmek hem de dünyanın her açıdan daha yaşanabilir bir küreye dönüşmesine katkı sağlamak durumundadır. Artık, Türk siyaseti de yeni ve büyük hedeflere yönelmeli, ortaya çıkan gelişmeler ve sorunlar üzerinde kafa yormaya başlamalıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bilindiği üzere, 57 nci cumhuriyet hükümeti, bir uzlaşma ve atılım hükümeti olarak, yüce milletimize hizmet inancıyla kurulmuş ve ülkemizi 21 inci Yüzyıla taşıma görev ve sorumluluğunu üstlenmiştir.

Hükümetimiz, koalisyon şartları içerisinde, bir taraftan ülkemizi geleceğe hazırlama diğer taraftan da yılların birikimi olan sorunları çözme çabası içerisinde olmuştur.

Acil sorunların çözülmesi ve yapısal reformların gerçekleştirilmesi, kronik enflasyonun süratle tek haneli düzeylere indirilmesi, istikrarlı büyümenin sağlanması, sosyal devlet anlayışıyla gelir bölüşümünün iyileştirilmesi, refahın topluma yayılması, bölgelerarası gelişmişlik farklarının azaltılması, kaynakların etkili ve verimli kullanılmasını esas alan ve rekabetçi pazar ekonomisi anlayışına dayanan ekonomi ve maliye politikalarının kararlılıkla uygulanması, hükümet programımızda temel sosyoekonomik hedefler olarak tespit edilmiştir.

57 nci hükümet, kuruluşundan bu yana geçen süre içerisinde, bu hedeflere ulaşma yönünde, bir taraftan eksiklikleri tamamlamış, diğer taraftan önemli atılımları gerçekleştirmiştir.

Bu kapsamda, Hükümetimizin, 9 Haziran 1999 tarihinde Yüce Meclisimizin güvenoyunu almasını müteakip, süratle, bir önceki yasama döneminde hazırlanan; ancak, Mecliste görüşülemediği için kadük kalan 1999 yılı bütçe kanunu tasarısını yasalaştırılmış ve böylece ekonomideki belirsizlik ortadan kaldırılmıştır.

Önemli adımlardan bir diğeri de, şüphesiz, uluslararası tahkimle ilgili olarak yapılan düzenlemedir. Uluslararası tahkime imkân veren Anayasa değişikliğiyle enerji, telekomünikasyon ve diğer altyapı sektörlerindeki özelleştirmelerin ve yabancı sermaye yatırımlarının hızlanmasını sağlayacak bir süreç başlatılmıştır.

Türkiye ekonomisi, 1998 yılının ikinci yarısından itibaren, genelde global krizin, özellikle de Rusya krizinin, dışticaretimiz ve ekonomik aktivite üzerindeki doğrudan etkisinin yanı sıra, önemli ölçüde yükselen reel faiz oranlarının baskısı altında kalmıştır. Nitekim, 1999 yılının ilk yarısında, gayri safî millî hâsılada, bir önceki yıla göre, yüzde 5,8 oranında bir daralma ortaya çıkmıştır.

Hükümetimiz, göreve başlamasının hemen ardından, ekonomideki tıkanıklığın aşılması ve reel kesime taze kaynak sağlanması amacıyla, temmuz ayı içerisinde, bir dizi kararı yürürlüğe koymuştur. Kararların olumlu etkisi ve belirsizlik ortamının azalmasıyla birlikte, ekonomide de toparlanma işaretleri gözlenmeye başlanmıştı. Ancak, Marmara Bölgesinde yaşanan deprem felaketi, ekonomideki toparlanmanın durmasına yol açmıştır.

İnsanlığın, 20 nci Yüzyılda yaşadığı en büyük felaketlerden birisi olan Körfez depremi, ülkemizin, hem nüfus hem de ekonomik aktivite bakımından en ağırlıklı bölgesinde etkili olmuştur. Depremden en yoğun biçimde etkilenen iller, gayri safî yurtiçi hâsıla içerisinde yüzde 7, sanayi katmadeğeri içerisinde ise yüzde 15 oranında paya sahiptir. Depremin, sermaye birikimi üzerindeki etkisinin 7 - 10 milyar dolar aralığında olduğu tahmin edilmektedir. Deprem sonrasında, gerek bir süre için üretimin durması gerekse belirli bir dönem düşük kapasiteyle çalışılması nedeniyle, millî hâsılada da 1,5 - 2 milyar dolar civarında kayıp olmuştur. Depremin, kamu finansmanı üzerindeki yükünün 6 milyar dolar civarında olacağı tahmin edilmektedir. Bu yükün bir kısmı dış yardım ve kredilerle finanse edilirken, önemli bir kısmının da iç kaynaklardan karşılanması gereği ortaya çıkmıştır. Söz konusu finansmanın iç borçlanma yoluyla karşılanması halinde, malî piyasalar üzerindeki baskının artması ve reel faizlerin daha da yükselmesi kaçınılmaz olacaktır. Bunun ise, kamu finansman dengesinin daha da bozulmasına, ekonomideki durgunluğun derinleşmesine ve enflasyonun artmasına yol açacağı açıktır. Bu nedenle, ülkemizin karşılaştığı bu büyük felaketin ortaya çıkardığı yaraların, toplumun bütün kesimlerinin katılımı ve dayanışmasıyla sarılması amacıyla, yeni vergi düzenlemeleri getirilmiş ve bazı vergi kanunlarında değişiklik yapılmıştır.

Ayrıca, 2000 yılında, kamu yatırımlarının tahsisinde, depremden etkilenen bölgelerde sosyoekonomik hayatın normale döndürülmesi amacı doğrultusunda, söz konusu bölgelerin yeniden yapılandırılmasına yönelik projelere ve bölgelerarası gelişmişlik farklarını azaltmak amacıyla, başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ile kalkınmada öncelikli yöreler olmak üzere, geri kalmış bölgelerin kalkınmasına hız kazandırıcı ekonomik ve sosyal altyapı yatırımları ile istihdam ağırlıklı projelere öncelik verilmiştir. Orta ve uzun vadede ise, deprem bölgesinin yeniden yapılandırılmasını hedefleyen Marmara Bölgesi Gelişme Projesine ilişkin çalışmalar başlatılmıştır.

Halen karşı karşıya olunan enerji arz yetersizliğinin aşılabilmesi ve yüksek artış hızını sürdüren elektrik talebinin önümüzdeki yıllarda kesintisiz ve emniyetli bir şekilde karşılanabilmesi için, kamu ve özel santral projelerinin geliştirilmesi zorunlu görülmektedir. Aralık 1999 başında yapılan enerji zirve toplantısı öncesinde, Devlet Planlama Teşkilatı koordinatörlüğünde, ilgili tüm kuruluşların katılımıyla başlatılan enerji planlaması çalışmaları hızla tamamlanacaktır. Bu çerçevede, Hükümetimiz, ülkenin enerji arz yetersizliğini ortadan kaldıracak her türlü tedbiri süratle alacaktır.

Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri, ülkemiz, yirmibeş yıldır, kronikleşen yüksek enflasyonun baskısı altında bulunmaktadır. Bugün gelinen noktada, Türkiye, dünyada enflasyonun yüzde 50'lerin üzerinde olduğu ender ülkelerden biridir. Yüksek enflasyon, bir yandan, gelir dağılımını bozucu etkisiyle sosyal dengeleri, diğer yandan, ekonominin büyüme potansiyelini olumsuz etkilemektedir.

Hükümetimiz, göreve başladığı tarihten itibaren, kronikleşen enflasyonu kalıcı bir şekilde düşürecek, reel faizleri süratle makul düzeylere indirerek ekonomiyi, yeniden, sürdürülebilir bir büyüme ortamına kavuşturacak, kamu açıklarını düşürerek malî piyasalar üzerindeki baskıyı azaltacak kapsamlı bir program hazırlamıştır. Bu programın temel unsurları, kamu kesimi faizdışı fazlasında sağlanacak yüksek oranlı artış, enflasyon hedefiyle uyumlu para, kur ve gelir politikaları ve yapısal reformlardır.

Görüşmekte olduğumuz 2000 yılı bütçesi, enflasyonla mücadele programının en önemli unsurunu teşkil etmektedir. 2000 yılı bütçesi, kamu kesimi finansman dengesinde kalıcı bir iyileşmenin ilk adımını oluşturmaktadır. Bu bütçenin tavizsiz olarak uygulanmasıyla birlikte, içborç faiz sarmalı kırılacak ve böylece, esneklik kazanan bütçeler, yeniden bir ekonomi politikası aracı olma niteliğine kavuşacaktır.

Yaşamakta olduğumuz kronik enflasyon ortamı, geriye doğru endeksleme alışkanlığının yaygınlaşmasına yol açmış, geçmiş dönem fiyat artışları, mal ve faktör fiyatlarının oluşumunda en belirleyici unsur haline gelmiştir. Bu durum, enflasyonda önemli katkılar yaratmakta ve enflasyonun düşürülmesi önünde önemli bir engel oluşturmaktadır.

Enflasyonla mücadele programının temel unsurlarından birisi de, bu, geriye doğru endeksleme alışkanlığının terk edilerek, toplumun bütün kesimlerinde geleceğe yönelik bir bakış açısının yerleştirilmesidir. Bu çerçevede, kamu kesiminde maaş artışları, bütçe imkânları ve hedeflenen enflasyonla uyumlu bir şekilde belirlenmiştir. Tarımsal destekleme ve kamu kesimince üretilen mal ve hizmet fiyatları da bu hedefle uyumlu bir yapıda gelişecektir. Özel sektörümüzün de mal ve faktör fiyatlarını belirlerken hedeflenen enflasyon doğrultusunda hareket etmesi, enflasyonla mücadelenin başarıya ulaşması bakımından büyük önem taşımaktadır.

Programın bir diğer önemli unsuru ise, para ve kur politikasıdır. 2000 yılında para ve kur politikası, Merkez Bankasının da açıkladığı gibi, hedeflenen enflasyonla uyumlu olarak tatbik edilecektir. Bu çerçevede, Merkez Bankası, dolar ve eurodan oluşan kur sepetinin yıllık artış oranını yüzde 20 olarak belirlemiş ve 2000 yılı için aylık kur artışlarını ilan etmiştir. Böylece, malî piyasalarda ve reel kesimde belirsizlik ortamı önemli ölçüde azalacaktır.

Kamuoyuna açıklanan para ve kur politikası, yukarıda ifade ettiğim bütçe ve gelir politikalarıyla uyumlu bir biçimde belirlenmiştir. Bu politikaların tavizsiz ve etkin olarak uygulanmasıyla birlikte, enflasyon oranları da ciddî bir düşüş eğilimine girecek ve Türk Lirasının aşırı değerlenmesi gibi bir sorunla karşılaşılmayacaktır.

Kamu dengesinde hedeflenen iyileşme ve bunlarla uyumlu gelir, para ve kur politikalarının etkin ve koordineli bir şekilde uygulanması sonucunda iç ve dış piyasalarda güven artacak, dışkaynak girişleri hızlanacak ve reel faizlerde önemli bir düşüş sağlanacaktır. Nitekim, programın unsurlarının kamuoyuna açıklanmasıyla birlikte, faiz oranlarında, şimdiden ciddî düşüşler yaşanmaya başlamıştır. Bu süreç, belirli bir zaman dilimi içinde ekonomik aktivitede de bir canlanmayı beraberinde getirecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; toplam sivil işgücü 23,2 milyona ve sivil istihdam 21,5 milyona ulaşmıştır, açık işsiz sayısı 1,7 milyona yükselmiştir. Eğitimli gençler arasında işsizlik yaygın olup, kentlerde işsizlik oranı yüzde 29'a ulaşmaktadır. İstihdamın karakteristik özelliği, tarımsal istihdamın toplam istihdam içindeki payının yüzde 45 gibi yüksek bir seviyede bulunması ve ücretli istihdamın payının düşük olmasıdır. Verimliliğin çok düşük olduğu tarım sektöründe bu ölçüde işgücünün istihdam edilmesi, işgüçü piyasasında etkinliği azaltmaktadır. Millî gelirden yüzde 14 düzeyinde pay alan tarım kesiminin, istihdamda bu ölçüde yüksek paya sahip olması, bu kesimdeki yoksulluğun yaygınlığını göstermektedir. Toplumun refah düzeyinin yükselmesi için, sanayileşmek ve tarımda verimliliği artırmak temel hedeflerimiz olmalıdır.

İstihdamın bir diğer özelliği de, eğitim düzeyinin düşük olmasıdır. İstihdamın yüzde 78'i ortaokul veya altında bir eğitim düzeyine sahiptir. Küreselleşme olgusunun uluslararası rekabeti bu ölçüde artırdığı bir dönemde işgücünün niteliği stratejik bir önem kazanmaktadır. Türkiye'nin rekabet gücünün artırılması için, işgücünün beceri düzeyi yükseltilecek ve bu amaçla eğitim imkânları geliştirilecektir.

Ücretliler arasındaki gelir dengesizliklerini giderecek düzenlemeler ile istihdamı geliştirme, büyüme ve yeni çalışma biçimleri dikkate alınarak, ücretlerin iş, liyakat, verim, kıdem ve kariyenin karşılığı olarak belirlenmesine dönük çalışmaların tamamlanması gerekmektedir.

Personel rejimi reformu kapsamında, bürokrasinin üretken ve rasyonel şekilde çalışmasını sağlayacak gerekli yasal düzenlemeler için çalışmalar sürdürülmektedir.

Yine, 1995 yılında Anayasada yapılan değişiklikler çerçevesinde, kamu görevlilerinin sendikal haklarıyla ilgili yasal düzenleme yapılması ihtiyacı devam etmektedir. Bu konuda yasal sürecin tamamlanması için gerekli çalışmalar mutlaka yapılmalıdır.

Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; geçmiş iktidarların uyguladıkları politikalar ve uzun yıllardır çözülemeyen ekonomik ve sosyal sorunların neticesinde ortaya çıkan gelir dağılımı adaletsizliği, ülkemizde toplumsal barışı olumsuz yönde etkilemeye başlamıştır. Son yirmi yılda uygulanan istikrar programlarının maliyeti, genellikle dargelirli vatandaşlarımızın sırtına yüklenmiştir. Toplumsal uzlaşma ve adalet gözardı edilmiş, sosyal politikalara gereken önem verilmemiştir. Yüzde 70-80'ler düzeyinde seyreden ve kriz yıllarında ise, yüzde 100'leri aşan enflasyon, dar ve sabit gelirli vatandaşlarımız açısından haksız bir vergi uygulamasına dönüşmüştür. Bu durum, gelir dağılımında bozulmaya ve yoksullaşmanın artmasına yol açmıştır.

Gelir dağılımının düzeltilmesi açısından enflasyonla mücadelede, öncelikle, kamu açıklarının kapatılması, bütçe üzerindeki faiz yükünün azaltılması ve malî piyasalara istikrar ve güvenin getirilmesi gerekli görülmektedir. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi ve yoksulluğun ortadan kaldırılması için, adaletli bir vergi sistemi, harcama reformu, işsizlikle mücadele, eğitimli ve sağlıklı toplum, nitelikli konut, tarımsal kesimin güçlendirilmesi, küçük işletmelerin desteklenmesi, sosyal güvenlik ve sosyal yardımların yaygınlaştırılması projelerinin hayata geçirilmesi temel amaçlarımızdan olmalıdır.

Yerel potansiyellerin harekete geçirilmesinde KOBİ'ler etkin bir rol oynayacaktır. Ekonomide rekabetin korunarak tekelci oluşumların önlenmesi, istihdamın yaratılması, gelir dağılımındaki dengesizliklerin giderilmesi, yeni girişimcilerin ekonomiye kazandırılması, sosyal barışın korunması, bölgelerarası dengesizliklerin giderilmesi amacıyla KOBİ'lerin desteklenmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; Türkiye, genç ve dinamik nüfusuyla, bölgesinde ve dünyada önemli bir konuma sahiptir. Üzerinde bulunduğumuz toprakların jeostratejik konumu ve tarihten gelen sorumluluklarımız, mevcut beşerî, fizikî ve malî kaynaklarımızın kalkınma için seferber edilmesini gerekli kılmaktadır. Bu amaçla, eğitimli, sağlıklı, çağın gerektirdiği teknolojiyi üreten ve kullanabilen, sorumluluk duygusuna sahip ve bu ülkenin sorunlarına vâkıf insangücü kaynaklarının geliştirilmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınılmaması gerekmektedir.

Ülkemizin bütün eğitim kademelerindeki öğrenci sayısı 13,5 milyona, okullaşma oranı ise ortaöğretimde yüzde 58'e ve yükseköğretimde yüzde 26'ya ulaşmış bulunmaktadır. Eğitim imkânlarının, eğitim çağındaki nüfus grubuna ulaştırılmasında önemli mesafe alınmış olmakla birlikte, üyesi olmayı hedeflediğimiz Avrupa Birliği ülkeleri seviyesine ulaşabilmek için gerekli olan fizikî ve beşerî kaynaklar geliştirilecektir.

İşgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu nitelik ve nicelikte insangücünün yetiştirilmesinde meslekî ve teknik eğitimin önemi artarak devam etmektedir. Ancak, meslekî ve teknik eğitimin altyapısı yeterince geliştirilememiş ve hedeflerin gerisinde kalınmıştır. Üniversiteye giriş imkânı bulamayan ve meslekî formasyon sahibi olamayan gençler, iş bulmakta güçlüklerle karşılaşmaktadır. Gençlerin iş bulabilmeleri, ekonominin iş yaratma kapasitesinin geliştirilmesinde olduğu kadar, onların gerekli meslekî formasyona sahip olmalarına da bağlıdır.

Beceri düzeyi yüksek insan gücü, ekonomideki verimliliği ve kaliteyi yükseltecek ve rekabet gücümüzü artıracaktır. Bu itibarla, meslekî ve teknik eğitime önem ve öncelik vermek gerekiyor. Meslekî ve teknik eğitimin sahip olduğu öneme rağmen, üniversite sınav sisteminde yapılan son düzenlemeyle, bu okullarda okuyan öğrenciler mağdur edilmiş ve yüksek puan alan birçok öğrenci ya istediği programa girememiş ya da açıkta kalmıştır.

Kalkınma planlarında ve hükümet programında, meslekî ve teknik eğitime öncelik verileceği ifade edilmesine rağmen, son uygulamayla, meslekî ve teknik okullara olan yeni kayıtlar önemli ölçüde azalmıştır. Bu konu, tarafımızdan, yakinen takip edilmektedir. (MHP sıralarından alkışlar)

Ekonominin ihtiyaç duyduğu ara insan gücünü yetiştirmede önemli bir yere sahip meslekî ve teknik eğitime olan talebi yeniden artırmak amacıyla, üniversite sınav sisteminin, ortaöğretim başarısını, öğrencilerin ilgi ve kabiliyetlerini esas alacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekiyor.

Yarınların teminatı olan gençlerimizi, Türkiye'yi 21 inci Yüzyıla hazırlayacak lokomotif güç olarak değerlendirmekte ve gençliğe yapılmış yatırımı, güçlü bir Türkiye'nin temelleri için atılmış önemli bir adım olarak görmekteyiz.

Gençlerin suç işlemeye ve kötü alışkanlıklara yönelmelerini önlemek için, aile müessesesinin kuvvetlendirilmesine önem verilecek, spor ve sosyal faaliyet imkânları mutlaka geliştirilecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; daha önce de ifade ettiğim gibi, bilgi, günümüzde üretimin belirleyici unsuru olmuştur. Bilgi, hızlı bir şekilde yayılmakta ve süratle yenilenmektedir. Üretilen her bilgi, yeni bir bilginin hazırlayıcısı olmaktadır. Bilgiyle donatılmış insan, çağımız milletlerinin zenginliğini oluşturmaktadır. Bu zenginliğe sahip olamayan milletler, küresel yarışta yer alamayacaklardır. Bilgiye verilen önemi, ülkemize verilen önem olarak görmekteyiz. Bilgiyi yitiğimiz olarak kabul etmekte ve nerede bulunursa oradan alınması gerektiğine inanmaktayız. (MHP sıralarından alkışlar)

Bilgi teknolojilerinin, kamu kurum ve kuruluşlarında, eğitim kurumlarında, sanayide kullanılması yaygınlaştırılarak, toplumun bilgi çağına hazırlanması sağlanmalıdır. İşyeri, okul ve evlerden, bilgiye, kolay, sürekli ve yaygın olarak ulaşılabilmesi için, gerekli olan altyapı imkânları geliştirilmelidir. Bilim ve teknolojiye ayrılan kaynak artırılıp, özel sektörün Ar-Ge faaliyetleri desteklenmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk dili, Türk'ü Türk yapan en önemli unsurlardan biridir. Millî kimliğimizin mukaddes bir parçası olarak, Türkçenin korunması ve yaygınlaştırılması önem ve öncelik taşımaktadır. Bu çerçevede, ilk defa olmak üzere, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlık çalışmaları kapsamında Türk Dili Özel İhtisas Komisyonu kurulmuş ve çalışmalarına başlamıştır. Fikirde ve işte birliğin sağlanması için, bağımsız Türk cumhuriyetleri ve Türk topluluklarıyla, önce, dilde birlik sağlanarak, kültürel ilişkilerin geliştirilmesinin gerektiğine inanmaktayız.

Kültürümüzün temel unsurlarından biri olan vakıf eserlerimizin tam olarak tespit edilebilmesi amacıyla envanter çalışmasını öngören bir proje, 2000 yılı yatırım programına da dahil edilmiş bulunmaktadır.

Kitle iletişim araçları, kültürel değerlerimizin yaşanmasında ve yaşatılmasında önemli görev ve sorumluluklara sahiptir; bunun için, toplumsal sorumluluk içinde yayın yapmaları çok önem taşımaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, dünyanın en zor, en sorunlu, bir o kadar da en önemli coğrafyalarından birinin kilit ülkesidir; merkezinde yaşadığı hassas etnopolitik ve jeostratejik şartlara rağmen, farklı bir gözle analiz edildiğinde, dünyada ve bölgesinde, büyük ve parlak bir geleceğe aday ülkelerin en başında gelmektedir. Türkiye'nin ne kültürel birikimini ne de gücünü küçümsemeye kimsenin hakkı yoktur.

Komünizmin çöküşüyle birlikte Türkiye karşısında bocalama dönemi yaşayan Batı dünyası, daha sonra ülkemizin jeopolitik, jeoekonomik değerini tekrar kavramaya başlamıştır.

1999 yılında, Türkiye'nin bölgesinde ve dünyada stratejik önemini ve ağırlığını teyit eden önemli gelişmeler ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda, 25 Eylül 1999 tarihinde G-7 ülkeleri maliye bakanları, içinde Türkiye'nin de bulunduğu 18 ülke, Avrupa Birliği, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu temsilcilerinden oluşan ve G-20 olarak adlandırılan grubun kurulduğunu ilan etmişlerdir. Bu grubun amacı, uluslararası malî istikrarın güçlendirilmesi için, sanayileşmiş ülkeler ile yükselen piyasa ekonomilerini bir araya getirmektir. Türkiye'nin, yükselen bir piyasa ekonomisi olarak böyle bir danışma platformunun üyesi olması, uluslararası piyasalarda daha etkili bir ekonomik güç olarak rol oynamasına imkân sağlayacaktır.

10-11 Aralık 1999 tarihinde Helsinki'de gerçekleştirilen Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesinde, Türkiye, oybirliğiyle ve diğer aday ülkelerle eşit şartlarda Avrupa Birliğine aday ülke olarak kabul edilmiş ve Türkiye'nin birliğe tam üyelik hedefi doğrultusunda önemli bir adım atılmıştır. Helsinki'de kabul edilen zirve metninde, Türkiye'nin üyelik için gerekli olan reformların gerçekleştirilmesine yönelik olarak bir katılım öncesi stratejisi geliştirileceği belirtilmiştir. Ayrıca, katılım sürecinde, diğer aday ülkelerin olduğu gibi, Türkiye'nin de, topluluk programlarından faydalandırılacağı ve Avrupa Birliği ile diğer aday ülkeler arasında yapılacak toplantılara dahil edileceği ifade edilmiştir.

Anılan kararda, Türkiye'nin adaylığı için, Kopenhag siyasî kriterleri dışında, hiçbir resmî önşart söz konusu değildir. Kopenhag siyasî kriterleri ise, demokrasinin süreklilik kazanmış olması, insan haklarına ve hukukun üstünlüğü ilkesine dayalı bir sosyopolitik düzenin sağlanması esasına dayanmaktadır.

Türkiye, Kıbrıs ve Ege sorunları açısından bugüne kadar izlemekte olduğu, sorunlara uluslararası normlar ve hukuk çerçevesinde makul ve adil çözüm yolları bulma arayışını bundan sonra da sürdürecektir. Zirve metninde Ege sorununa ilişkin olarak ifade edilen, sorunların barışçı yöntemler çerçevesinde karşılıklı müzakerelerle çözüme kavuşturulması ve bu müzakereler neticesinde, karşılıklı uyum yollarının tıkanması halinde, konunun Uluslararası Adalet Divanına götürülmesi yaklaşımı, Türkiye'nin Ege sorununa yaklaşımıyla benzerlik taşımaktadır.

Kıbrıs konusunda ise, Türkiye'nin politika ve yaklaşımları, geçmişte olduğu gibi, günümüzde de aynı doğrultuda devam etmektedir. Bu çerçevede, Avrupa Birliği, Kıbrıs sorununun çözümünü, Türkiye'nin Birliğe üyeliği yönünde bir önşart olarak öne sürmemektedir. Bununla birlikte, bu meselenin ileride fiilî bir önşart olarak önümüze konulması durumunda, bizlerin tavrı net ve açıktır. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Türkiye'nin, kalıcı ve adil olmayan çözüm çabalarına, tek taraflı dayatmalara rıza göstermesi mümkün değildir.

Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi, gelişmiş dünya standartlarının sağlanması yönündeki Kopenhag kriterlerinin siyasî kısmına uyum konusu da, Türkiye'nin bugüne kadar Avrupa Birliğiyle ilişkilerinden bağımsız olarak tesis etme gayreti içerisinde bulunduğu daha sağlıklı ve demokratik hukuk devleti hedefiyle paralellik arz etmektedir. Nitekim, hükümetimiz göreve başladığı günden itibaren, gerek insan hakları ve demokrasi bakımından gerek ekonominin dengeli ve sağlıklı bir yapıya kavuşturulması açısından büyük atılımları ve reformları gerçekleştirmede önemli mesafe katetmiştir.

Yapılan anayasa değişiklikleriyle, devlet güvenlik mahkemelerinin tümüyle sivil yargıç ve savcılardan oluşturulması, uluslararası tahkim müessesesinin ülkemiz hukukunun bir parçası haline getirilmesi, parti kapatmalarını zorlaştırmak amacıyla yapılan yasal düzenlemeler, örgütlü suçlara karşı alınan etkili önlemler, sosyal güvenlik reformu, gümrüklerle ilgili reform niteliği taşıyan düzenlemeler ülkemizin ihtiyaçlarına cevap verebilecek çağdaş yaklaşımlardan yalnızca bazılarıdır.

Avrupa ve Asya'nın birleştiği noktada yer alan Türkiye, tarihî, kültürel ve ekonomik bağlarla bağlı olduğu Balkanlar, Kafkasya ve Ortaasya Türk Cumhuriyetleriyle ilişkilerini de geliştirmeye devam edecektir, etmelidir de.

Bölgenin güçlü ülkesi olan Türkiye'nin, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere diğer ülkelerle de ilişkileri geliştirilerek sürdürülecektir. Kısacası, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilişkileri, diğer ülkelerle ilişkilerini geliştirmesine engel teşkil etmeyecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; huzurlarınızda, bu konuyla ilgili birkaç noktaya daha temas etmek istiyorum. Türkiye'nin önünde, bugün, Avrupa Birliğine giden bir yol bulunmaktadır. Bizler, ülke yönetiminde söz sahibi olan insanlar olarak, her şeyden önce, bu süreçte nasıl yol alacağımıza ve nasıl bir müşterek lisan oluşturacağımıza bir an önce karar vermek zorundayız. Önümüzdeki sürece, temel değerlerimizi ve hassasiyetlerimizi dikkate alan, soğukkanlı ve ağırbaşlı bir bakış açısıyla yaklaşmak şarttır.

Yine, adaylık döneminin, iki tarafa da yerine getirilmesi gereken görev ve sorumluluklar yüklediği unutulmamalıdır. Aksi takdirde, Türkiye'nin haklarını ve çıkarlarını savunmak zorlaşacak, kendi içinde pazarlık yapan güçsüz bir Türkiye imajı ortaya çıkacaktır.

Bir grup siyasetçi ile medya mensubunun, meseleye, sanki, Türkiye'nin kendi kültürü ve tarihiyle problemleri varmış gibi yaklaştığı, istendiğinde, medeniyet değiştirmenin mümkün olabileceğini düşündükleri göze çarpmaktadır.

Yine, ülkemizde yaşayan bir grup insan, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizden bahsederken ve en önemlisi gelecekteki muhtemel değişim programlarıyla ilgili görüşler ileri sürerken, Avrupa Birliği yönetiminin gönüllü sözcüsü ya da avukatı gibi bir tavır takınmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti, sadece Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerinde değil, her türlü ikili ve çoktaraflı ilişkilerinde, Türk Milletini temsil ettiğini unutmadan, haklarını ve saygınlığını korumak mecburiyetindedir. (MHP sıralarından alkışlar) Eğer, niyetler ve amaçlar ülkemize gerçekten hizmet etmekse, bir hususun hiç akıldan çıkarılmaması gerekmektedir: Türkiye'ye, Türk insanına hizmette ilk ve temel adım, Türkiye'nin korunmasıdır (MHP sıralarından alkışlar) Türk Milletini var eden değerlerin ve birikimlerin korunmasıdır.

Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Türkiye, gelişime açık her türlü küresel ve bölgesel oluşumların içerisinde yer alabilir; ancak, bu konuda vazgeçilmez kriterlerimiz vardır ve bunları hiçbir ilişkide pazarlık konusu yapamayız. (MHP sıralarından alkışlar) Bunlar, Türkiye'nin bütünlüğü, Türk Milletinin bölünmezliği, demokrasi ve millet egemenliğinin üstünlüğü ve millî kimliğimizi oluşturan manevî değerlerdir. (MHP sıralarından alkışlar) Bütün demokratikleşme, Avrupa Birliği üyeliği gibi meseleler ele alınırken Türkiye'nin kimliğini ve milletin iradesini dikkate almayan Avrupa merkezli veya başka merkezlere yakın duruşların, Türkiye'yi bir vizyonsuzluğa sürükleyebileceği unutulmamalıdır.

Şunu açıkça ifade etmek isterim ki, Türkiye'nin bütün uluslararası ittifaklara giden yolu, bütün gelecek projeksiyonlarının yönü başka yerlerde değil, Ankara'dan, büyük milletimizin iradesini temsil eden Yüce Meclisten geçer. (MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu iradeyi yok sayıp, küçümseyecek ya da önemsizleştirecek hiçbir anlayışı ve girişimi meşru göremeyiz.

İnsanlık suçu işleyen terör örgütünün başının hak ettiği cezayı değiştirmek isteyenlerin dillerini dolaştırarak söylemek istedikleri şeyler, caniyi kurtaracak mazeretler olamaz. (MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) İnsanlık suçunun bedelini bu tür ifadelerle ödemeye kimsenin gücü yetmez. Avrupa Birliği çerçevesindeki birkısım unsurların, bunu, Türkiye'nin üyeliğe kabulünün temel şartıymış gibi göstermeye çalışmaları, her şeyden önce, Avrupa'nın insan hakları ve demokratik değerler kriterleriyle çelişen bir çifte standardın ifadesidir. İnsanlığa karşı işlenmiş suçları, bu değerleri savunan hiçbir kimse ve kurum hafifletemez veya yok sayamaz. Bu konuda ileri sürülecek gerekçelerin hiçbir ahlakî temeli bulunmamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, yeni bin yıla, cumhuriyetimizin yüzüncü yıldönümünü kutlayacağımız 2023 yılında lider bir ülke olma hedefi doğrultusunda önemli imkân ve fırsatların doğduğu bir ortama girmektedir.

Bugün, Türkiye, 65 milyonu geçen dinamik nüfusu, jeostratejik konumu ve her yıl az çok büyüyen ekonomisiyle önemli bir ülkedir. Üç çeyrek asrı aşan cumhuriyet döneminde, sosyal ve ekonomik alanlarda ciddî ilerlemeler kaydetmiş olmamıza rağmen, gelinen nokta tatminkâr değildir.

Yüzyirmiüç yıllık anayasa geleneğimizin ilk döneminde ortaya çıkan tartışma ve sorunların günümüzde de ağırlığını koruduğu görülmektedir. 1876 Anayasasının kabulüyle başlayan anayasa ve seçim sistemi tartışmaları, bugün de, Türkiyemizin en önemli gündem maddeleri arasında yer almaktadır.

Ülkemizde temel siyasî kurumların ve kuralların sürekli tartışılıyor olması, demokrasimizin ve sosyoekonomik gelişmemizin önündeki engellerden birini oluşturmaktadır. Bu durum, ister muhalefette ister iktidarda olsun, bütün siyasetçilerin enerjisinin, halkın sosyal ve ekonomik sorunlarını çözmek yerine, siyasî çekişmelerle ve meşruluk tartışmalarıyla harcanmasına sebep olmaktadır.

Türkiyemizde insan hakları anlayışının yerleşmesi ve demokrasinin gelişmesi gerçekten arzu ediliyorsa, artık, bazı şeylerin iyi ayırt edilerek yerli yerine konulması gerekmektedir. En başta, kişisel çıkarlar ile ülke çıkarlarının birbirlerine karıştırılmaması, parti çıkarlarının ülke çıkarlarının üstünde görülmemesi şarttır. Sorumluluk sahibi bütün siyasî çevrelerin ve aydınların, demokrasiyi sadece kendi açılarından tanımlayıp yorumlama alışkanlığından, kendi çıkarlarının ya da ideallerinin hayata geçirilmesinin bir aracı olarak görme saplantısından vazgeçmeleri gerekmektedir.

Demokrasinin kök salması, öncelikle, bir arada yaşama kültürünün varlığına ve buna ait kuralların yerleşmiş olmasına bağlıdır. Sürekli kültürel ve etnik farklılıklara vurgu yaparak, bunları derinleştirmekle ve hatta kurumlaştırmaya çalışmakla demokrasi yerleşemez. Sonuçta, ortaya sadece ve sadece daha çok çatışma, farklılaşma ve ayrışma çıkar. Genelde demokrasi ve düzenin, daha özelde ise, siyasî kurumların ve kuralların üzerine oturacağı herkesin benimsemese bile, rıza gösterebileceği bir temel prensipler manzumesine ihtiyaç bulunmaktadır; bunun başka yolu yoktur.

Milliyetçi Hareket Partisi, üzerinde millî uzlaşmayı zorunlu gördüğü temel prensipleri, demokratik cumhuriyet, sosyal hukuk devleti, resmî dil ve bayrağın tartışılmazlığı; din ve vicdan hürriyetinin garantörü anlamında bir laik devlet anlayışı, üniter siyasî yapımız ve sınırlarımızın tartışılmazlığı ile her türlü teröre karşı açıkça olmak şeklinde sıralamaktadır.

Bütün bunlar, Türk Milletinin bir arada, kardeşçe yaşamasının, hem de demokrasinin asgarî şartlarıdır. Siyasî partiler, her türlü sosyal, siyasî ve ekonomik programlarını ve projelerini bunları temel alarak geliştirebilirler. Türkiye, böyle bir toplumsal sözleşmeden sonra, siyasî rejiminin daha iyi işlemesini sağlamak, sosyal ve ekonomik gelişmesini gerçekleştirmek için, sosyal ahlak üçgeni olarak tanımladığım, medya, ekonomi ve siyaset alanında temel ahlak kurallarını mutlaka tespit etmelidir. Aksi takdirde, ilkesizliğin ve seviyesizliğin ve kirliliğin bunalttığı siyasî hayatımızın vuzuha kavuşarak hizmet yarışına dönüşmesi mümkün olmayacaktır. Ayrıca, unutulmamalıdır ki, her türlü ekonomik ve idarî reform teşebbüsünün başarıya ulaşarak kalıcılaşması da, ancak böyle bir asgarî zeminin varlığına bağlıdır.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; bu vesileyle, ülkemizi yeni yüzyıla hazırlayacak bir programın esasını teşkil edecek böyle bir sivil Anayasa yapmayı, hükümetin ve Meclisin önünde uzlaşılması ve ulaşılması gereken hedeflerden biri olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyorum. Türkiye'yi düşünce, inanç, girişim özgürlüğü gibi temel hususlarda sakıncalı bir ülke görünümünde tutmaya, sosyal ve ekonomik hak ve özgürlüklerin gelişmediği bir toplum manzarasında bırakmaya kimsenin hakkı olamaz.

Bugün, bizim sergilemeye çalıştığımız uzlaşmacı ve hoşgörülü tavrımızı, hiçkimse, teslimiyetçilik olarak yorumlamamalıdır. (MHP sıralarından alkışlar) Biz, hükümette de, Mecliste de uzlaşmacı yaklaşımla yeni yüzyılın büyük Türkiyesini yaratacak diyalog ve işbirliğini geliştirmenin yöntemini oluşturmaya, istikrarı kalıcı kılmaya çalışıyoruz.

Artık, Türkiye'yi çağdışı kalmış anlayışlardan, terörden, yolsuzluk ve yoksulluktan kurtarmak için gerekli olan girişimleri yapmak zorundayız. Türkiye'yi, sokaklarında düşünce ve inanç özgürlüğü sorunlarının yaşandığı, ancak baskıcı otoriter rejimlerde görülebilecek manzaralara rastlandığı, 18 yaşına gelmiş kızların başlarını örtüp örtemeyeceğine müdahale edildiği bir ülke görünümünden kurtarmalıyız. (MHP sıralarından alkışlar)

21 inci Yüzyıl, Türkiye açısından, terörün kökünün kazındığı, laik antilaik kavgaların olmadığı, gelir dağılımında adaletin sağlandığı yasaksız ve baskısız bir çağa açılmak demektir. İşte, Türkiye'yi böyle bir hedefe ulaştırmak, bugünkü Yüce Meclisin ve hükümetin önünde tarihî bir görev ve sorumluluk olarak durmaktadır.

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisin takdirine sunulmuş olan 2000 yılı bütçesinin, ülkemizin geleceği açısından hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyor, hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından ayakta alkışlar, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, görüşmelere devam etmek için, saat 18.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati : 16.00

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 18.00

BAŞKAN : Yıldırım AKBULUT

KÂTİP ÜYELER : Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 37 nci Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

II. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.- 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/550) (S. Sayısı: 211) (Devam)

2.- 1998 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1998 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/509, 3/362) (S. Sayısı: 209) (Devam)

3.- Katma Bütçeli İdareler 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/551) (S. Sayısı: 212) (Devam)

4.- 1998 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1998 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/510, 3/363) (S. Sayısı: 210) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet hazır.

Söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Ertuğrul Kumcuoğlu'nda.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KUMCUOĞLU (Aydın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi, şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 2000 yılını ister 20 nci Asrın son yılı ister 21 inci Yüzyılın ilk yılı varsayalım, bu yıl, bir nirengi yıldır ve dolayısıyla, 2000 yılı bütçesi de bir nirengi bütçedir. Bu nedenle, gündemimizdeki bütçenin, Türk Ulusunun önümüzdeki yüzyıla ait öngörülerine, umutlarına ve iddialarına ilişkin belli mesajlar içermesi, hepimizin en içten dileği, en haklı beklentisidir.

Ancak, geçmişte, özellikle, 1987 sonrası dönemde, önü alınamayan içborç sarmalı ve irili ufaklı bir dizi yanlışın kamu Malîyesi üzerine koyduğu ağır ipotek, bugün, maalesef, yoğun çabalarımıza rağmen, işimizi ciddî ölçüde zorlaştırmaktadır; fakat, Türkiye ve Türkiye adına bizler, her ne pahasına ve her ne suretle olursa olsun, bu zorluğu aşmak, bu düğümü çözmek zorundayız; çünkü, ülkemiz, gelişme yolundaki ekonomi olma niteliğini ve dolayısıyla, ikinci sınıf bir ülke olma ayıbını daha fazla taşıyamaz, taşımamalıdır.

Bugün, bu çatı altında temsil edilen hiçbir siyasî parti, karşı karşıya bulunduğumuz kördüğümün oluşmasında bizim payımız ve dahlimiz yoktur diyemez. Sırtındaki yumurta küfesini 18 Nisan seçimlerinde sandıkta bırakmış olan Meclis dışı kalmış siyasî partilerin bile böyle bir sorumluluktan kaçma şansı ve imkânı yoktur. Onun için, artık, gün, farklılıklarımız üzerinde değil, müştereklerimiz üzerinde durma günüdür; gün, hata avcılığına çıkma günü değil, el ele verip, doğruları arayıp bulma ve bunları yaşama geçirme günüdür.

Değerli milletvekilleri, 21 inci Yüzyılın eşiğindeki Türkiye, yüzyıllardır alışık olmadığı yeni bir durumla karşı karşıyadır. 18 inci Yüzyıldan bu yana, ilk defa, Türkiye, en büyük kıvancımız ve gönencimiz olan cumhuriyet devrimini tamamlayan bir biçimde, dünya sahnesinde, yeniden, önemli bir devlet olarak yerini almaktadır. (DSP sıralarından alkışlar) Bu tarihî fırsat önünde, ülkemizin avantajlarını ve dezavantajlarını çok iyi görmek ve değerlendirmek durumundayız. Kanımca, bu tablonun olumlu tarafında, genç, dinamik ve çalışkan halkımız, üretici ve yaratıcı özel girişimcimiz; olumsuz tarafında ise, yeni dünya düzenine ayak uydurmakta zorlanan demode, hantal ve yorgun devletimiz vardır.

Bugün, Türkiye'nin önünde, her birinin malî portesi yüzmilyonlarca, hatta milyarlarca dolar tutan, onlarca yatırım projesi vardır; otomotivden petrokimyaya, mobilyadan tüketici ürünlerine kadar pek çok sektörde büyük miktarlarda üretim ve ihracat yapma olanaklarımız mevcuttur; ancak, bu projeleri gerçekleştirecek yeterli özkaynağımız yoktur. Halbuki, bugün, uluslararası sermaye piyasalarında, bu projeleri doğrudan gerçekleştirmeye, ortak olarak katılmaya veya borç vererek desteklemeye istekli, bunun için yeterli fonu olan yatırımcılar vardır; fakat, Türkiye'nin kredi notu iyi olmadığı için, pek çok kârlı ve çekici proje, bugüne kadar, ya hiç finanse edilememekte veya çok pahalı fiyattan finanse edilebilmekteydi. Bunun nedeni ise açıktır; aşırı bütçe açıkları, içborç sarmalı, yüksek reel faiz ve yüksek enflasyon. Dolayısıyla, Türkiye'nin uluslararası finans piyasalarındaki payı ve çekiciliği, ekonomik gücünün ve potansiyelinin gerisinde kalmaktaydı. Yani, devletin iki yakasını bir araya getirememesi, hem kamuda hem de özel kesimde girişimcilerin önünü tıkamaktadır.

İşte, 2000 yılı bütçesinin önemi, hükümetimizin bu kısır döngünün aşılmasına yönelik iddiasında ve kararlılığında yatmaktadır. Artık, devlet, bu ağır faiz yükünü sırtından atmaya kararlıdır. Bu da, 2000 yılında, belli bir programın birincil hedefi ve ilk aşaması olarak, önemli miktarda bir faiz dışı bütçe fazlası verilerek sağlanacaktır. Böylece, bütçenin üzerindeki faiz ipoteğinin, makul bir süre içinde, giderek hafifletilmesi amaçlanmaktadır.

Bu çerçevede, 2000 yılı bütçesinin, Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan küçük değişikliklerle birlikte, 7 katrilyon lira faizdışı fazla vermesi beklenmektedir. Bu oran, gayri safî millî hâsılanın yüzde 5,6'sına karşılık gelmektedir. Geriye doğru son on yıl içinde, bu oranın basit ortalamasının yüzde 1 civarında olduğu dikkate alınırsa, hükümetin bu konudaki iddia ve kararlılığının ne denli ciddî olduğu açıkça görülecektir; ancak, yine son on yıl içinde, bu oranın, ayrı ayrı üç yılda, yüzde 3 ile 5 arasında gerçekleştirilebildiği göz önünde tutulursa, bu hedefin olabilirliği, fizibilitesi ve gerçekleştirilebilirliği daha yakından anlaşılacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bu hedef, aynı zamanda, ülkemizin müzmin baş ağrısı, utanç vesilesi enflasyonun, 2000 yılı sonu itibariyle yüzde 20-25'lere çekilmesi hedefiyle de uyumludur. 2000 yılı bütçesi, Türkiye’yi, güçlü bir refah toplumu olarak 21 inci Yüzyıla taşıyabilmek için, ekonomik büyümenin vazgeçilmez bir gereklilik olduğundan hareketle, 1999 yılındaki ekonomik daralmaya rağmen, 2000 yılı büyüme hızını yüzde 5,5 olarak hedeflemiştir.

İlk bakışta, enflasyonla etkin bir mücadele programı ile, iddialı bir ekonomik büyüme hedefinin çelişkili olduğu savlanabilirse de, ekonomik büyümenin önündeki en büyük engelin yüksek faiz olduğu ve önümüzdeki istikrar programının temel amacının, enflasyonla birlikte reel faiz hadlerini de ciddî ölçüde düşürmek olduğu göz önünde tutulduğunda; bu oranın makul ve gerçekleştirilebilir bir hedef olduğu görülecektir. Nitekim, ekonomik programın temel taşlarının, teker teker yerli yerine konulup oturtulduğu son üç hafta içinde, faiz hadlerinde gözlenen önemli düşüşler, bu konudaki umut ve beklentilerimizi güçlendirmektedir.

Büyüme hedefinin önem ve önceliğini göz önünde tutan hükümet, akut kaynak kıtlığına rağmen, 2000 yılında toplam kamu yatırım ödeneğini, son altı yıllık gerçekleşme düzeyinin belirgin biçimde üstünde tutmuş, büyüme hedefinin gerçekleşmesi için, makro planda gerekli tutarlılığı sağlamış bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bu arada, kapsamlı bir istikrar programının kaçınılmazlığına rağmen; sağlıklı ekonomik gelişmenin ve sosyal barışın bel kemiğini teşkil eden kamu çalışanlarından ve emeklilerden beklenen özverinin makul sınırlar içinde tutulması da önemlidir. Bu amaçla, bütçede, başlangıçtaki maaş zamlarının fiyat artışlarının gerisinde kalması halinde ortaya çıkacak aleyhte farkı telâfi etmek üzere belli bir sistem öngörülmüş olmasını, olumlu bir uygulama olarak değerlendiriyoruz.

Sayın milletvekilleri, 2000 yılı bütçesinin bir başka özelliği, gerçekçi yaklaşımıdır. Nitekim, bütçenin büyüklüğü ve ödeneklerin çeşitli harcama kalemleri arasındaki bölünümü belirlenirken, gider cephesinde, kamu gereksinimlerinin gözardı edilmemesine, gelir tahminlerinde de gerçekçi ve tutarlı olmaya özen gösterildiği gözlemlenmektedir.

Bu çerçevede, ciddî bir istikrar proğramının; ancak, gerçekçi bir bütçeyle mümkün olabileceğinden hareketle, harcamaların, 1999 yılına kıyasla, gayri safî millî hâsılanın yüzde 33,8'inden yüzde 37,6'sına yükselmesi, vergi gelirlerinin de, yine, gayri safî millî hâsılanın yüzde 17,4'ünden yüzde 19,2'sine yükselmesi öngörülmüştür. Bu da, kapsamlı ve iddialı bir istikrar programının, devletin gayri safî millî hâsıla içindeki payı gerçekçi bir biçimde belirlenmeden sağlıklı bir biçimde yürütülemeyeceği olgusuyla tutarlı bir tercihtir. Bu kapsamda, bütçenin, Plan ve Bütçe Komisyonundaki müzakereleri sırasında, başta değerli komisyon üyeleri olmak üzere, kamuoyunun zihnini kurcalayan gelir tahminlerinin aşırı yüksekliğine ilişkin kuşku ve duraksamaların da, son vergi düzenlemeleriyle aşıldığına inanıyorum.

Son vergi düzenlemesi, gerekli ve zorunluydu. Çünkü, bütçede, makul ve yeterli düzeyde bir faiz dışı fazla sağlamanın yolu ve yöntemi, harcama cephesinde fazla bir hareket alanı bulunmadığına göre, kamu gelirlerinin ve özellikle vergi gelirlerinin artırılmasından geçiyordu.

Ayrıca, yüzyılın yıkımı Marmara depremi sonrasında, ulusumuzun olağanüstü bir dayanışma örneği göstererek hem aynî hem de nakdî yardımlarla deprem yaralarının sarılmasına yardımcı olma çabalarına rağmen, bu doğal afetin ardından yeniden yapılanma için gereken kaynak, hepimizin bildiği gibi, çok büyük boyutlardadır. Onun için, kamunun, bu kaynağı vergi yoluyla oluşturması kaçınılmaz olmuştur.

Ek Vergi Yasasının sürpriz özelliği, ilk anda, belli çevrelerde şiddetli tepkilere yol açtı; ancak, kamuoyu, yükümlüler ve piyasalar, alınan önlemin amacını, uzun dönemdeki olumlu etkisini ve dolayısıyla, yaşamsal önemini zamanla kavradılar ve doğru tepkileri verdiler. Nitekim; Vergi Kanunu 26 Kasım Cuma günü yasalaşmıştı. Bunun üzerine, para piyasasında 23.8.2000 vadeli devlet tahvillerinin bileşik faizi 25 Kasım Perşembe günü -kanunun çıkışından bir gün önce- yüzde 64,42 iken, 29 Kasım pazartesi günü, refleks etkisiyle yüzde 81'lerin üzerine sıçramış; ancak, izleyen günlerde hızlı bir düşüşe geçerek, bir hafta sonra yüzde 70'lere kadar gerilemiştir. Geçtiğimiz hafta içindeyse, bileşik faizler yüzde 50'lerin altına kadar düşmüş bulunmaktadır.

Sermaye piyasasında ise, İMKB endeksi, yine, cuma günü -kanunun çıktığı gün- 8 525 puandayken, müteakip gün, yani, 29 Kasım Pazartesi günü 8 104 puana kadar gerilemiş; ancak, ertesi günden itibaren hızlı bir tırmanışa geçerek, 7 Aralık tarihi itibariyle 10 076 puana kadar yükselmiştir. Hepimizin bildiği gibi, 16 Aralık tarihi itibariyle, borsa, 13 000 puanı aşmış durumdadır. Dolayısıyla, önlemler yerini bulmuş, kamuoyu da bu mesajı sağlıklı bir şekilde yakalamış bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bu bütçe, bütün sınırlamalara ve kısıtlamalara karşın, ülkemizi, Mustafa Kemal Atatürk'ün hedef gösterdiği çağdaş uygarlıklar düzeyine ve ötesine taşımaya yönelik yeni bir iddianın ilk adımını, daha iyi bir geleceğe yönelik bir programın ilk basamağını oluşturmaktadır. Onun için, gelir ve gider cepheleriyle birlikte, bu bütçenin, eksiksiz ve aksaksız bir biçimde uygulanması ve 2000 yılında, bütçenin, bir bütün teşkil ettiği bütün diğer makroekonomik hedeflerle birlikte bire bir tutturulması, yaşamsal derecede önemlidir.

Bu kapsamda özellikle dikkatinize getirmekte yarar gördüğüm kararlardan birisi de, 9 Aralıkta Merkez Bankamızca açıklanan kur ve para politikası uygulamasına yönelik programdır.

Türk insanının yarınını kurtarabilmesi, bu bütçenin başarılı uygulanmasına bağlıdır. Hükümetin, bütçenin hazırlanması sırasında gösterdiği gerçekçi ve tutarlı titizliği uygulama sırasında da göstereceğine olan güvenimiz tamdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bütçe, Türkiye'yi, sadece yeni bir yüzyıla değil, yeni bir dünyaya taşıyacak kapsamlı bir programın omurgasını teşkil etmektedir.

Bu program çerçevesinde, Türkiye ekonomisinin öncelikli hedeflerini şu şekilde belirlemek mümkündür:

Enflasyon oranının düşürülmesi,

Reel faiz hadlerinin makul ve taşınabilir düzeylere çekilmesi,

Türk Lirasının güçlendirilmesi.

Türkiye, önümüzdeki yılların bizlere sunacağı fırsatları iyi değerlendirebilmek için, enflasyon sorununu kesinlikle çözmek zorundadır; ancak, bu amacın gerçekleştirilebilmesi için, başta siyasî otorite olmak üzere, toplumun tüm kesimlerinin enflasyonla mücadelede kesin kararlı olmaları ve bu yönde tam bir uzlaşı sağlanması şarttır. İşte, önümüzdeki bütçe ve bir dizi tamamlayıcı önlemler aracılığıyla, hükümetimiz, bu konudaki siyasî tercihini ve tavrını açıkça ortaya koymaktadır. Son yirmibeş yıldan bu yana ilk defa, hem de üç partiden oluşan bir koalisyon hükümeti, bu denli köklü ve kapsamlı bir siyasî iradeyi ortaya koymuş bulunmaktadır. Bu noktada bizlere düşen doğru tavır, kanaatimce, bu kararlılığa açıkça ve içtenlikle destek olmaktır.

İkinci temel amaç, reel faizlerin makul düzeylere indirilmesidir. Bütçenin üzerindeki ağır faiz yükü kalkınca da bütçe olanaklarının yatırımlara yönlendirilmesi mümkün olacaktır. Bir başka deyişle, artık, bütçe -bazılarımızın ısrarla ifade ettiği gibi- rant bütçesi yerine, üretim bütçesi haline dönüşecektir. Bu arada, devletin her geçen gün artan miktarlarda talip olduğu özel kesim tasarrufları da, üretken yatırımlara yönlendirilmiş olacaktır.

Üçüncü olarak, Türk Liramızın da, artık, güçlü bir para durumuna yükseltilmesi gerekmektedir. Sıfırları atılmış, yurt içinde ve dışında herkesin güvenini kazanmış güçlü bir Türk Lirası, dışarıdan sağlanabilecek fonların da hızla artmasına olanak verecektir. Bunun sonucunda, özel sektörün de ucuz ve bol kaynak sağlama şansı artacaktır.

Bütün bu olumlu gelişmelerin sonunda, üç önemli hedefi tutturmuş olacağız. Bunlar;

Maksimum sürdürülebilir büyümenin yakalanması,

Yeni iş olanaklarının artırılması; dolayısıyla, işsizliğin azaltılması,

Adil gelir dağılımının sağlanmasıdır.

Değerli milletvekilleri, yukarıdaki amaçların gerçekleştirilmesine yönelik bir istikrar programının başarıyla uygulanabilmesi için, bir süredir belli yapısal düzenlemeler gerçekleştirilmektedir.

Bu çerçevede, bundan bir süre önce, piyasa ekonomisinin temel koşulu olan serbest rekabet ortamını oluşturmak üzere, Rekabet Kurulu Yasası çıkarılmıştı. Bu yasama döneminde de, Türk finans piyasasını gelişen koşullara göre yeniden düzenlemek, bankacılık sektörünü siyasî karışmacılıktan arındırmak, tasarrufçuya ve yatırımcıya daha güvenli bir malî ortam sağlamak üzere, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu Yasası; kamu Malîyesinin en büyük karadeliği olan sosyal güvenlik sistemindeki kanamayı durdurmak üzere, Sosyal Güvenlik Reform Yasası; Türk gümrük yapılanmasını ve sistemini Avrupa Birliği normlarıyla uyumlu hale getirmek üzere Gümrük Yasası; sınaî ürünlerin uluslararası pazarda yapay ve haksız engellemelerle karşılaşmasını önlemek üzere, Akreditasyon Kurulu Yasası çıkarıldı. Türk sermaye piyasasının daha güvenli ve daha etkin çalışmasına olanak vermek üzere Sermaye Piyasası yasa değişikliği ve yabancı sermaye, ülkemize, kredi biçiminde değil, doğrudan yatırım olarak ve kalıcı bir biçimde gelsin diye de tahkimle ilgili anayasa değişikliği gerçekleştirildi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 18 Nisan seçimleri sonrasında, yoğun bir çalışma temposu içerisinde bu yapısal dönüşümler gerçekleştirilirken, 17 Ağustos tarihinde, Marmara Bölgemizde ve ardından 12 Kasım tarihinde, Bolu, Düzce ve çevresinde meydana gelen depremler, işimizi daha da zorlaştırmış bulunmaktadır.

Son yıllarda dünyada meydana gelen depremlerle karşılaştırıldığında, Marmara Bölgesi depreminin, yüzyılın en büyük depremlerinden biri olduğu dikkati çekmektedir. Kanımca, bu afet, Türk Ulusunun, Birinci Dünya Savaşından bu yana yaşadığı en büyük yıkımdır. Bu vesileyle, depremlerde hayatını kaybeden değerli yurttaşlarımıza rahmet, yaralılara sıhhat ve mal varlığını kaybedenlere sabır ve metanet diliyorum.

Değerli milletvekilleri, hükümetimiz, deprem bölgesinde yaraların sarılması, acıların hafifletilmesi, sosyal ve ekonomik yaşamın yeniden normale döndürülmesi için hızla harekete geçmiş, çeşitli düzenlemeler yapmış, kararlar almış, depremzede yurttaşlarımıza yeni haklar, kolaylıklar ve olanaklar tanımıştır.

17 Ağustos 1999 sonrası yardımların daha sağlıklı ve etkili bir biçimde toplanması, değerlendirilmesi, yerinde kullanılması, her aşamada saydamlık sağlanarak kötü niyetli girişimlerin önlenmesi amacıyla yeni bir sistem geliştirilmiş ve 23 Eylül 1999 tarihli ve 576 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle gerekli düzenlemeler yapılarak, uygulamaya konulmuştur.

Buna göre, deprem için yurt içinden toplanan ve yurt dışından gelen bağış niteliğindeki karşılıksız yardımlar, Ziraat Bankası Ankara Merkez Şubesinde açılan bir merkezî hesapta toplanmaktadır. Bu hesapta toplanan paraların herhangi bir şekilde erimesine meydan verilmemek üzere, Türk Lirası cinsinden yardımlara, en son devlet iç borçlanma senetleri ihalesinde oluşan maksimum faiz oranı uygulanmaktadır. Yine, bu hesapta biriken döviz yardımalarına da, 5 büyük bankanın döviz için yıllık mevduata uyguladığı faiz oranı uygulanmaktadır. Bu şekilde, depremzedeye verilmek amacıyla verilmiş olan karşılıksız yardımların, yine, en doğru ve en uygun şekilde depremzedeye tahsis edilmesi imkânı sağlanmış olmaktadır.

Yardımların verimli ve etkili kullanımı, kötü niyetli girişimlerin önlenmesi için özel bir denetim sistemine bağlanmıştır. Buna göre, yardımların amacına uygun olarak kullanılıp kullanılmadığı, Başbakanlık müfettişleri, Malîye müfettişleri ve bankalar yeminli murakıplarından oluşturulan özel bir komisyon tarafından incelenmiş ve incelenmektedir.

Değerli milletvekilleri, Ziraat Bankasının merkezî hesabına, başlangıçtan bu yana yatırılan miktar 83 trilyon 600 milyar liradır. Hesap bakiyelerinin nemalandırılması sonucunda, yine aynı hesaba, 4 trilyon 900 milyar lira ilave para kaydedilmiştir. Böylece, merkezî hesaba geçen para toplamı 88 trilyon 500 milyar lira olmuştur. Bu konuda, Avrupa Birliği ve Avrupa Yatırım Bankası tarafından 35 milyon EURO tutarında ek bir karşılıksız yardım yapılması da söz konusudur; ancak, bu konudaki süreç henüz tamamlanmamış, paralar, ilgili hesaplara intikal etmemiştir.

Kriz Koordinasyon Kurulu kararıyla, merkezî hesaptan şimdiye kadar 72 trilyon lira aktarma yapılmış; merkezî hesapta, halen, faiz geliri dışında 7 trilyon 549 milyar lira para mevcuttur.

Merkezî hesaptan aktarılan 72 trilyon liranın tamamı, Afet Bölge Koordinatörlüğüne ve Afetler Fonuna aktarılmıştır.

Afetler Fonuna aktarılan miktar ise, iskân konutlarının hakedişleri, iskân konutlarının İller Bankasınca yapılan altyapıları, Karayolları Genel Müdürlüğünce gerçekleştirilen enkaz kaldırma çalışmaları, yine Karayolları Genel Müdürlüğünce yürütülen yol onarımları için olmak üzere, harcanmıştır.

Deprem yaralarının sarılması ve deprem bölgesindeki yeniden yapılanma çalışmalarının finansmanı için, bugüne kadar, çeşitli ülkelerden ve uluslararası kuruluşlardan 3 milyar 700 milyon dolara yakın miktarda kredi sağlanmış, bu paranın taahhüdü alınmıştır.

Bu paralar, IMF, Dünya Bankası, Avrupa Kalkınma Bankası, Avrupa Konseyi İskân Fonu, İslam Kalkınma Bankası, Körfez İşbirliği Konseyi gibi uluslararası kuruluşlar ile diğer devletlerden sağlanmaktadır.

Yalnız, bu çerçevede, şimdiye kadar, fiilen, sadece IMF'den 497 milyon dolar gelmiş, diğerleri genellikle proje kredisi niteliğinde olup, ilgili projeler hazırlanıp oluşturuldukça devreye girecektir. IMF'den alınan kredinin, şimdiye kadar 144 milyon 800 bin doları kullanılmıştır.

Şimdi, burada, dikkatinize getirmek istediğim husus şudur: Bu tür yardımlardan, ikinci kısımda anlattığım kredilerin tamamı, vadeleri gelince, bütçe disiplini çerçevesinde, faizleriyle birlikte, devlet kaynaklarından, anılan uluslararası kuruluşlara geri ödenecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüldüğü gibi, depremle ilgili olarak, doğanın, Türk Milletine tahmil ettiği bu ağır yükün karşılanması ve deprem hasarlarının giderilebilmesi için, hükümetimiz, elinden gelen azamî gayreti sarf etmekte ve bunun için gerekli kaynakları, büyük ölçüde sağlayabilmektedir. Aynı zamanda, bu yardımların hesapları, en düzgün, en sağlıklı şekilde tutulmakta ve kamuoyunun bilgisine ve dikkatine getirilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2000'li yıllar, ayrıca, Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyelik sürecinde önemli bir dönüm noktasına işaret etmektedir. Türkiye'nin, kırk yılı aşkın bir süredir, çeşitli hükümetlerin katkılarıyla verdiği savaşım nihayet meyvesini vermiş ve 57 nci hükümetin, son dönemde izlediği ısrarlı, tutarlı, etkin ve becerikli politikalar sayesinde, Türkiye, 11 Aralık 1999 tarihi itibariyle, bütün diğer aday ülkelerle eşit şartlarda, Avrupa Birliğine aday ülke statüsünü elde etmiştir. Türkiye, yakın bir gelecekte, Avrupa Birliğinin ağırlıklı bir üyesi olarak tarihteki seçkin yerini alırken, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de, uluslararası milletler topluluğu içerisinde, yıllardır özlediği ve layık olduğu siyasî kimlik ve kişiliğe kavuşmuş olacaktır. Bu suretle, 1974'te elde edilen askerî zafer, yine Sayın Ecevit'in iktidarında, siyasî zaferle taçlandırılmış olmaktadır. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1998 Haziranında, IMF' yle aramızda bir yakın izleme anlaşması imzalanmıştı. Söz konusu anlaşmayla, anılan kurumdan herhangi bir kaynak sağlanacak olmasa da, IMF'nin başarılı bulduğu bir programın uluslararası finans piyasalarında oluşturacağı olumlu havanın, dış kaynak sağlanmasında karşılaşılabilecek zorlukların aşılmasına katkıda bulunacağı düşünülmüştür.

1998'de uygulamaya konulan bu program, kısmen de olsa başarılı olmuştur. Bu kapsamda, rakamsal hedeflerin pek çoğuna ulaşılmasına karşın, yapısal önlemlerin alınmasında bir süre gecikilmiştir. Bu konudaki eksiklikler, ancak 18 Nisan seçimleri ertesinde oluşan olumlu siyasî hava sayesinde ve 57 nci hükümet döneminde tamamlanabilmektedir. 1999 yılında, hem uzun soluklu istikrar arayışlarının bir sonucu olarak hem Marmara depremi ertesinde oluşan ek malî yükün finansmanını kolaylaştırmak amacıyla, Türkiye, yeniden, IMF ile masaya oturmuştur. Bu konudaki müzakerelerin, yakın bir gelecekte, bir stand-by anlaşmasıyla sonuçlanacağı anlaşılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bütün bu politik, ekonomik ve malî kararlar ve önlemler sonucunda, yaşam düzeyi ve kalitesi yükselmiş çağdaş bir Türkiye idealine daha da yaklaşılmış olacaktır. Yakın bir gelecekte, güçlü ekonomisi, yüksek nitelikli insan gücü ve çağdaş değerlerle bütünleşmiş halkıyla birlikte, ülkemizin, milletler topluluğu içerisinde layık olduğu seçkin ve öncü yerini alacağına ve bölgemizde barış ve istikrarın güvencesi olma özelliğini sağlamlaştırarak sürdüreceğine yürekten inanıyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu duygu ve düşüncelerle, DSP Grubu olarak bütçeye olumlu oy vereceğimizi belirtir, hepinizi, tekrar, saygıyla selamlarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Söz sırası, Sayın Masum Türker'de.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA MASUM TÜRKER (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bizi televizyon başında izleyen değerli vatandaşlarım; sözlerime başlarken, sizleri şahsım ve Demokratik Sol Parti adına içten saygılarımla selamlıyorum ve bu vesileyle, ulusumuzun ve tüm Müslümanların kutsal ramazan ayını kutluyorum.

Türkiye'yi 21 inci Yüzyıla taşıyacak, 20 nci Yüzyılın son bütçesini tartışıyoruz. 21 inci Yüzyılı, Türkiye için, umudun gerçeğe dönüşeceği yüzyıl yapacak ve 21 inci Yüzyılda milliyetçi ve yerel değerlerimizle yoğrulmuş çağcıl milliyetçiliğimizi ve ulusal birliğimizi hazırlayacak milletvekilleri olarak, bugünden itibaren, 21 inci Yüzyıla giden yolu birlikte çizeceğiz.

Türkiye'nin geleceği, önümüzdeki bin yılın ilk yüzyılının şekillenmesinde de son derece önemli bir rol oynayacak, gelişmekte olan ülkelere örnek olacaktır. Bu nedenle, bu bütçe vesilesiyle, Türkiye'nin ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal faaliyetlerini tartışırken, aslında, gelecekte örnek olacağımız bir yapıyı da belirliyoruz.

Türkiye'de, umudumuz, Türkiye'nin kendi dinamizmi olacaktır; umudumuz, Türkiye'nin kendi insanı olacaktır. Türkiye, kendi insanıyla, kendi dinamizmiyle dünya ülkeleriyle mücadele edecek ve öyle bir noktaya gelecektir ki, uygar dünyanın çağdaş bir üyesi olarak da 2000'li yıllarda, hep, önlerde yerini alacaktır; bu, ancak, başta biz milletvekillerinin, daha sonra tüm ulusumuzun elbirliğiyle sağlanabilecektir. Nitekim, bunun ilk örneğini, depreme rağmen, AGİT Zirvesinde, hem devletimiz hem hükümetimiz hem de milletimizin yüzakı olacak bir güzellikte geçirmiştir ve bazı çevreler Türkiye'yi küçük düşürmeye kalkışırken, bu konuda, âdeta, Türkiye'yi küçük göstermek için yarışırken, AGİT Zirvesinde devletimizin büyüklüğü bütün dünyanın gözleri önünde, bir kez daha ortaya çıkmış oldu; İstanbulumuzun da, Avrasya'nın doğal başkenti olduğunu kanıtladı. 20 nci Yüzyıl kapanırken, yeni bir yüzyılın ufku, bu toplantıyla bütün dünya için açıldı ve bütün ufukların arkasında görünmeyen ufuklar da, burada masaya yatırıldı. Alınan kararlarla, yayımlanan bildiriyle, Avrupa ve Asya için sağlam bir güvenliğin yolu İstanbul'daki zirvede atıldı.

İşte, bu zirve, daha başlangıçta, Türkiye'nin, yalnız Avrupa için değil, dünya için ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Avrupa Birliğine üye olmamız, özellikle 1987'den beri tartışılan, bazen de Türkiye'nin hiçbir zaman üye olarak alınmayacağı söylenen Türkiyemiz, 57 nci hükümet programında açıkça tavrını ortaya koymuş ve Avrupa Birliğine üye olmaksızın da dünyanın dört bucağına açılabileceğimizi, önümüzdeki çetin engellere karşın, bütün güçlükleri yenip büyüme sürecimizi sürdürebileceğimizi ve önemi gitgide artan bölgemizde de Avrasyalaşma sürecinin anahtar ülkesi olacağımızı beyan etmiştir ve bu yaklaşımladır ki, Türkiye, Avrupa Birliğine girebilmek için değil, kendi ulusumuzun geleceği için, çağcıl gerekli olan bütün kuralları hazırlama yoluna girmişti ve ciddî olarak, insan hakları, demokrasi, toplumsal yaşam konusunda yol alındı. Bu yolun alımında, Yüce Meclisimizin bu yedi aylık sürede çetelerle, memurin muhakematıyla, anayasa değişikliğiyle, devlet güvenlik mahkemesiyle ilgili anayasa değişikliğiyle ilgili tüm çalışmaları, hep birlikte atıldı.

Türk ekonomisinde de, görünür gelecekte yapısal sorunların aşılabileceği yavaş yavaş görülmeye başlandı. İşte, bu noktada, Avrupa Birliğine üyeliğimiz gündeme geldiğinde, biz, önkoşulsuz olarak üye olabileceğimizi belirtmiş ve daha başlangıçta, Başbakanımız, önkoşul olmaksızın davet edilmek koşullarını eşit olarak görmeden davet edildiği yemeğe gitmeyeceğini beyan etmiştir. Bu kararlı tutum bile, Avrupa'da ve diğer ülkelerde Türkiye'nin güçlülüğünü hissettirmeye başlamıştı. Nitekim, hepimiz, burada birlikte gördük; Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Sayın Clinton bile, bu meclislerle alınacak kararlarla ve Türkiye'nin katedeceği yollarla, 21 inci Yüzyılın şekillendirilmesinde önemli bir rol oynayacağımızı bize açıkça belirtmiştir. Bu konuda, Türkiye'de önemli değişiklikler yapıldı. En önemlisi, tahkimle ilgili düzenleme yapılmış ve uluslararası sermayenin girişiyle ilgili gerekli kolaylıklar, bu düzenlemeyle sağlanmıştı. Türkiye'de, özellikle Avrupa Birliğine girişle ilgili olarak hepimizin birlikte yaşadığı süreçte ilk gönderilen metin, hükümetimiz tarafından -Başbakanımız ve Başbakan Yardımcıları, ortağımız olan diğer partinin genel başkanınca birlikte- değerlendirilmiş, Bakanlar Kurulunda tartışılmış ve müphem olan ifadeler dolayısıyla tavır konmuştur.

Yine, hep birlikte, beraber yaşadık; millî gururumuzun okşandığı bir saati hep birlikte yaşadık. Fransa Cumhurbaşkanının tahsis ettiği özel uçakla özel heyet, bizleri ikna etmeye, yanlış anlamaları gidermeye geldi. Yalnız onlar mı? Avrupa Birliğiyle çok ilgili olan, başta Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Sayın Clinton'ın, diğer ülkelerin başkanlarının, sürekli Başbakanımızı telefonla arayarak, bu anlaşmazlığın düzeltileceğini söylemeleriyle ve Dönem Başkanının da özel bir mektubu ek olarak göndermesiyle, Türkiye'nin büyüklüğü ve Türkiye'nin Avrupa Birliği için önemi bir kez daha gözler önüne serildi.

Kuşkusuz, bu yolun katedilmesi, yalnız 57 nci hükümet dönemindeki çalışmalarla değildir. Kırk yıllık bir süreçte, yakın tarihte gümrük birliğinden, 1987 yılında yapılan başvurudan, geçmişte yapılanlardan elde edilmiş olan deneyimlerin ve birikimlerin katkısı büyüktür.

Bu noktada, Türkiye'de, Avrupa Birliğine girişimizin onaylanmasıyla, artık, bundan sonra her şeyimizi bir Avrupalı gözüyle gözden geçirmenin, egemenliğimizi koruyarak, bir Avrupa devleti üyesi olmanın düşüncesini başlatmanın başlangıç noktasındayız.

İşte, böylesine bir dönemde iki konu, biraz evvel değerli Fazilet Partisi Genel Başkanı Sayın Kutan'ın dediği şekilde olmamıştır, bu ülkede de olamaz. Sayın Kutan "cesedi, öldürene kaldırtırlar" sözcüğünü, halk deyimini, talihsiz bir deyim olarak, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı, Başbakan Sayın Bülent Ecevit için kullanmıştır. Sokaktaki geçen herhangi birisine sorarsanız, Kıbrıs'tan ödün vermeyeceklerin başında Sayın Bülent Ecevit ve Demokratik Solcular gelir. (DSP sıralarından alkışlar)

Nitekim, Kıbrıs ile ilgili bu yanlış gelişmeler, bu yanlış yaygınlık, bugünlerde olan önemli bir gelişmenin bu kürsülerde konuşulmasını bile engellemiştir. Daha geçtiğimiz birkaç gün içinde, Kıbrıs'taki Birleşmiş Milletler Barış Gücüyle ilgili karar alınırken, ilk kez, Kuzey Kıbrıs tanınmış oldu. (DSP sıralarından alkışlar) Bu bile, önemli bir aşamadır. Bütün bunlar nasıl sağlandı; yalnız Demokratik Sol Partiyle mi sağlandı; hayır. Biz, bunun, önce, koalisyonu oluşturan ortaklarımız Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisinin (MHP sıralarından alkışlar) yine, muhalefetteki Doğru Yol Partisi ve Fazilet Partisinin de, bu Meclis çatısı altında, özellikle bizleri 21 inci Yüzyıla hazırlayacak yasaların hazırlanmasındaki katkılarıyla ve sağlanan uyumla olduğunun bilincindeyiz. Yalnız bunlar mı; yani, yalnız biz siyasîler mi; hayır. İşadamlarımız, girişimcilerimiz, sivil toplum örgütlerimiz, Türkiye'nin bu derece büyük ve bu derece gururla karşılanmasına büyük bir katkı koymuşlardır.

Türkiye'nin dışpolitikasındaki bu gelişmeler, Bosna-Hersek'te de yaşandı, Kosova'da da yaşandı ve bugün herkesin dediğinin tersine, Çeçenistan için de yaşanmıştır. Burada suçlanıldı, Çeçenistan için kimse kılını kıpırdatmıyor diye. Bu, doğru değildir. Burada, 545 parlamenterin herbiri birer Çeçendir; bunun bilincinde olmak gerekir ve Çeçenistan'da olanları duymayan, hissetmeyen bir parlamenteri, hele hele hükümette görev alan herhangi bir parlamenteri düşünmek mümkün değildir. Daha geçen hafta, Dışişleri Bakanımız bir bildirimde bulunmuştur. Başbakanımız sürekli demeç vermiş, basın bildirisi yayımlamış ve Çeçenistan'da olanların, özellikle, boşaltmayanların, sivillerin katledilmesinin bir etnik temizlik olduğunu dünya kamuoyuna duyurmuştur. Yalnız onlar mı duyurdular; hayır. Bu Mecliste 545 milletvekili biraz daha Çeçen olmak uğruna bile saatlerce tartışmış ve bir öngörüşme sonrası, dünya kamuoyuna deklarasyon yayımlayarak, Çeçenistan'a duyarlı olduğumuzu göstermiştir. Gerek AGİT gerek Avrupa Birliği süreci, Türkiye'nin dünyadaki önemini ortaya koymuştur; çünkü, Türkiye, yirmibeş yıllık bir zaman süreci içinde, Ortaasya'da, taşınacak petrol ve doğalgaz hatlarının köprüsüdür. Bu nedenle, AGİT zirvesi sırasında, Amerika Birleşik Devletlerinin gözlemciliği altında imzalanan sözleşmede, Türkiye, hem kullanıcı hem de bir geçiş ülkesi olarak imza atmış ve 2004 yılında devreye girmesi söz konusu olan Bakü-Ceyhan boru hattı, artık yürürlüğe girmiştir. Eğer incelenirse, burada tartışacağımız ve ayın 28'inde oylayacağımız bütçenin içinde bile Bakü-Ceyhan boru hattıyla ilgili anlaşmaların onaylanması ve yetki verilmesi konusu vardır. Yalnız bunlar mı; hayır. G-7'ler, G-20'lere çıkarken, bu bölgenin temsil edilmesinde hem demokratik yapısı hem laik yapısı hem de büyüklükleri itibariyle, Türkiye seçilmiştir; ama, bizleri, bu hükümeti, İslam ülkelerine sırt çevirmekle ve D-8'lerle ilgilenmemekle suçlamışlardır. Daha 56 ncı hükümet zamanını hatırlayalım, seçim döneminde olmasına rağmen, Dışişleri Bakanımız Dakar'daki toplantıya katılmış, önemli konularda öneriler getirmiş, D-8'lerle ilişki sürdürülmüştür; ama, D-8'ler kurulduğu gün bizlerin suçlandığı; ama, ihmal edilerek D-8'ler içine alınmadığı için o tarihlerde Türkiye'ye kırgın olan Ortaasya ülkelerinin alınmamasının büyük rol oynadığını ve biz, bir taraftan din kardeşlerimizle bir grup kurabiliriz; ama, bizim soydaşlarımızı ihmal etmemizi de, soydaşlarımız unutmamıştır. Bu gerçekleri, hiçbir zaman unutmamalıyız.

Bu noktadan bakıldığı zaman, Türkiye'nin önemli meseleleri vardır. Yargının, insanları, devlete ve hukukun üstünlüğüyle sağlanan adalete ve bizatihi yargının kendisine küstürmeyecek bir davranış içinde olması gerekmektedir.

Türkiye'de, sizlerin oyuyla gerçekleşen Gümrük Kanunu, beş partinin üyelerinin yüz akıdır, Türkiye'nin yüz akıdır, Türkiye'nin geleceğidir; çünkü, bu yeni düzenlemeyle, daha şimdiden 100'ü aşkın, verimli olmayan, gümrük kaçakçılığına neden olan gümrükler kapatılmıştır ve bundan sonra başlayacak ihtisas gümrükleriyle, Türkiye'de asılsız, olmayan, kaçakçılığa yol açan ithalatın, gereksiz çalışmaların önüne geçilecektir.

Gençlerimizin sosyal dayanışmalarını, barış ve hoşgörü yeteneklerini geliştirerek, onlara uzlaşma kültürünü aşılayacak, demokratik yaşama katılmalarını sağlayacak ve toplumsal kalkınmaya katılmalarını sağlayacak fırsatları yaratmak amacıyla, kültür, spor, gençlik kampları ve en önemlisi, tartışılan eğitim süreçlerinin geliştirilmesi, 57 nci hükümetin başlıca işleri arasında yer almıştır.

Değerli milletvekilleri, 57 nci hükümet, ülke sorunlarına çözüm üretme görev ve sorumluluğunu üstlenerek, bir uzlaşma ve atılım hükümeti olarak kurulmuştur ve 3 temel öğesi olmuştur: Çözüm üretmek, uzlaşmak ve ülkenin geleceği için atılımda bulunmak. Bu nedenle, bu atılımlar sürecinde, koalisyonu oluşturan partiler, koalisyon protokolüne, serbest piyasa ekonomisi uygulamasında haksız ve eksik rekabeti önlemek, vatandaşın yanında yer alabilmek için, sosyal adalet boyutunu eklemişlerdir.

Ülkemizde, işsizlik, yıllardır çözülmemiş bir sorundur. İstihdam, politika olarak, hiçbir zaman gerçekleştirilememiştir; ama, daha önemlisi, bize bugünleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu çatısını bırakan, yaşı 60'ı geçmiş babalarımızın, dedelerimizin emeklilik maaşlarını ödeyemeyecek duruma düşüren, popülist politikalarla gelmişiz.

Başbakanımız, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Sayın Ecevit için, işçi babasıdır; Türk-İş'e, Hak-İş'e gitmedi -sosyal güvenliği kastederek- diyenler, dün, Zonguldak'ta, maden işçilerinin ayaklarına gittiğini ve güllerle karşılandığını, herhalde televizyonlarda izlemişlerdir. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bu hükümet, hiçbir zaman yalnız zengine hizmet eden bir hükümet değildir. Bu hükümet, Türkiye Cumhuriyetinin 65 milyon vatandaşına hizmet etmeyi kendine şiar edinmiş bir hükümettir. Nitekim, faizler, ilk defa bu dönem düşmüştür. Faizleri, biz 240'lara çıkarmadık. 100'lerde aldığımız faizleri, bugün yüzde 50'lerin civarına doğru indiriyoruz. Tasarruflar, ilk defa verimli alanlara yönelmeye başlamıştır. Borsada patlama olmuştur. Bu ne demektir; bugüne kadar gerçekleştirilemeyen özelleştirme, halka arz yoluyla gerçekleştirilmeye çalışılsa, yatırıma yönelecek tasarrufların varlığı demektir. Bu yeterli mi; değil. Ülkede yirmi yıldır bu politikalar uygulandığı halde bir türlü gerçekleşmemesinin bir nedeni ise, kur değişikliklerinin enflasyon ve faizle paralize edilmemiş olmasıdır. İşte, bugünlerde açıklanan ve 1 Ocaktan itibaren uygulanmaya başlanacak kur politikası, ülkenin esenliğe çıkması için önemli adımların hep birlikte, iktidarıyla ve muhalefetiyle atılmasına olanak verecek bir gelişmedir.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğiyle ilgili suçlandığımız ikinci husus, Yunanistan'la Ege ilişkileridir. Ege ilişkilerinin 2004 yılında mahkemeye götürüleceği ve bu konuda bizim haksız duruma düşeceğimiz söyleniyor. Bir konuda hatırlatma yapmak istiyorum. Bir zamanlar aynı blokta olmamamıza rağmen, Sovyetler Birliğiyle Karadeniz'deki sorunlarımızı, o zaman yine Başbakan olan Sayın Ecevit döneminde halletmiştik; ama, Yunanistan'la ilişkilerimizin hallolmamasını isteyen çevreler vardı. Şimdi, Türkiye'nin konumundan dolayı, Türkiye, siyasetin tıkandığını söyleyenlerin inadına, iktidar ve muhalefetiyle, siyaseti sürekli çözüm üreten noktada yakaladığı için, birlikteliği, millî birliği beraber gördüğü için, bu konunun da aşılabileceğini, bu koşulun 2004 yılına kadar çözülmezse, tekrar gözden geçirilir şekline dönüşmesini sağlamıştır.

Değerli arkadaşlar, 57 nci hükümet, özellikle, biraz evvel suçlandı; buğday, çay ve pamuk fiyatları mazotla karşılaştırıldı. Mazot, geçmişte 8-10 dolarlara kadar düşmüştü, ana petrol maddesi dünya fiyatı buydu. Şimdi, bunun varil fiyatı 25 doları bulmuş bulunmaktadır. Bu gerçeği dikkate almadan, bu şekilde bir karşılaştırma yapmanın 57 nci hükümete de haksızlık olduğunu burada belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, depremzedelere, dünyanın zengin ülkelerinin bile, hâlâ İtalya'da iki yıldır sağlayamadığı olanaklar sağlanmıştır. Bu konuda, Milliyetçi Hareket Partisinin Ankara Milletvekili, Bayındırlık Bakanının özverisini burada kutlamak isterim. (MHP sıralarından alkışlar) Çünkü, bugün Kocaeli'nde, Sakarya'da, Yalova'da ve Gölcük'te, başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere, Başbakanımızın, Başbakan Yardımcısının ciddî takibi sonucunda, Bayındırlık Bakanlığı yeterli miktarda prefabrike konutları hazırlamış; ancak, şu anda, bu bölgelerde, çadırda yaşayan ailelerin sayısı kadar prefabrike konut olduğu halde, halk çadırda, enkazının yanında kalmayı tercih etmektedir. Bu gerçeği her zaman gözardı etmemek gerekir ve en azından, kamu tatil köylerinde bekleyen 30 000 boş yerin, yalnız 6 000'inin dolduğunu belirtmek isterim.

57 nci hükümet, Evcil'in on ay içinde nasıl fark edilip yakalanmadığı konusunda eleştirildi; yakaladık ya! Ama, bu arada bir şeyi hatırlatmak istiyoruz; 55, 56 ve 57 nci hükümetler döneminde, adı çeteye çıkmış ya da teröristbaşı olduğu anlaşılmış olan herkes yakalanmıştır. Bu konuda, Demokratik Sol Partinin çok hassas ve takipçi olduğunu belirtmek isterim. (DSP sıralarından alkışlar) Çünkü, bizim pişirilecek bir mercimek çorbamız yoktur!

Bütçenin IMF dayatması olduğunu söyleyenler var. Unutmamalıyız ki, bizi, hiçbir zaman IMF kurtarmayacaktır. Biz, kendi kendimizi, ulusal bilincimiz ve ulusal sorumluluğumuz gereği kurtarmak zorundayız; bu nedenle, bu tür deyimleri hiçbir zaman göz önünde bulundurmamalıyız.

Değerli milletvekilleri, burada, Sayın Kutan'ın, bir siyasî parti lideri olarak 312 nci maddenin değiştirilmesini istemesi tabiî hakkıdır; hatta, başka değişiklikleri istemesi de ya da başka siyasîlerin istemesi de her siyasînin hakkıdır; ama, Sayın Rahşan Ecevit'i "af istedi" diye suçlamak yanlıştır. Sayın Rahşan Ecevit, herhangi bir liderin eşi değildir; Demokratik Sol Partinin kurucu başkanıdır, halen Genel Başkan Yardımcısıdır, örgütlemeden sorumludur, alacağı her kararı örgütün ve partinin kurullarıyla görüşmektedir. (DSP sıralarından alkışlar) Siyaset yapıp, bunu görmezlikten gelmek, bir konuda, tartışmayı yanlış mecralara götürmekten başka bir şeye yaramaz.

"Demokratik Sol Partililerin, neden her kelimenin öztürkçesini kullandığını" söylediler. Bunu söyleyenlere teşekkür ediyorum; "çağdaş"ın en son öztürkçesi olan "çağcıl"ı da kullandılar, tutanaklara geçmiştir. Demek ki, Türkçeye mal olabilen kelimeleri, Türkiye'nin 65 milyon vatandaşı benimseyebiliyorsa kullanabilir.

Bizleri, irticayı ileri sürerek, arkasına sığınmakla suçladılar. Biz, Türkiye Cumhuriyetinin Atatürk dönemindeki kadrosuyla kurulmuş, Atatürkçü, demokrat, laik cumhuriyet yapısını değiştirecek, halifeliği geri getirmek isteyecek ya da dini alet edecek herkese "mürteci" deriz; bunu biz değil, bu toplumun tüm kesimleri der. (DSP sıralarından alkışlar) O nedenle, bu konuda bizi suçlamak yerine -kişilerin üstüne alınmaması halinde, zaten biz onları kastetmiyoruz demektir- konuları bu şekilde değerlendirmek, bu şekilde dikkate almak gerekir.

Değerli milletvekilleri, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk'ün açtığı yolda, hiç duraksamadan ve hukuk devleti kurallarından sapmaksızın, bu Parlamentonun teminatı altında ilerlemeye daima devam edecektir. Hiçbir milletvekili bu teminattan vazgeçmeye zorlanamaz, hiçbir Türk vatandaşı, cumhuriyetin, rejimin esaslarını ortadan kaldırmaya cesaret edemeyecektir. Yalnız Demokratik Sol Parti değil, Anayasanın varlığını kabul etmiş tüm siyasî partilerin bunun karsışında durmak görevidir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin ekonomisini düzeltmek, esenliklere götürmek, çocuklarımıza borçsuz harçsız bir ülke bırakmak siyasetçi olarak başlıca siyasal sorumluluğumuzdur. Bizler siyasetin gerektirdiği uzlaşmaya uyarız. Bu ülkede olağanüstü hal ilan edildiği zaman, Demokratik Sol Parti, Parlamentoda olmadığı halde karşı koymuştur. Eğer, koşullar oluşmuşsa ve kaldırılmasında mutabıksa, kuşkusuz, Demokratik Sol Parti bu konuda bayrağı en önde taşıyacaklardan biridir; çünkü, demokratikleşmenin, insan haklarının, sivil yönetimin gereğine inanmış, bedelini, özgürlüğü, gerçek özgürlüğü, gerekirse mahpushanelerde yaşamış bir partinin mensuplarıyız. Bu konudaki herhangi bir suçlamayı, herhangi bir yargılamayı kabul etmemiz mümkün değildir. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz bütçe, Türkiye'nin, kuşkusuz, bazı sorunlarını çözecektir, bazı darboğazlar da aşılacaktır; ancak, çözülemeyecek, bir sonraki yüzyıla devredecek sorunlarımız, aynı şekilde, ekonomide aşamayacağımız, bir sonraki yıla devredecek darboğazlarımız olacaktır; ama, Türkiye'de ve Türkiye için dünyada güzel şeyler de oluyor. 21 inci Yüzyıla daha güçlü, daha mutlu ve daha umutlu bir Türkiye'yle gireceğimize inanıyoruz ve en kısa zamanda, ulusal bilincimizin yeni dünya düzenine göre daha da pekişeceğine, adil bir gelir dağılımının sağlanacağına, vatandaşlarımıza çağımızın standartlarına uygun bir gönenç sağlanacağına da inançlıyız ve Demokratik Sol Parti olarak bu konuda her katkıyı yapmaya hazırız.

Değerli milletvekilleri, Atatürk'ün aydınlık yolunda, ulusumuza esenlik ve başarılar ve bütün insanlığa sürekli barış dileyerek, Yüce Meclisi, televizyonları başındaki vatandaşlarımızı, şahsım ve Demokratik Sol Parti adına içten saygılarımla selamlıyor; Allah, ulusumuza ve devletimize yardımcı olsun diyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Tansu Çiller; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA TANSU ÇİLLER (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün, yine, televizyonları karşısında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımızı sevgi ve saygıyla selamlıyorum

Bütçeler, hepimizin bildiği gibi, aslında, bu Meclisin bir yıllık planının yapıldığı çalışmaları içerir; ancak, bizim parlamento geleneğimizde, genel olarak, sadece, bütçenin tartışılması değil; bir millî muhasebenin yapılması geleneği vardır; ben de, bugün, bu geleneğe uyacağım.

Bu Meclis çalışmasında yeni bir bin yıla girerken, elbette, ortaya koyacağımız tavır, yeni bir bin yılın değerlerini kucaklama durumundadır. O yükselen değer, hiç kimsenin artık kuşkusu yoktur ki, demokrasidir ve insan haklarıdır. Ancak, demokrasi ve insan hakları, sadece soyut bir olay değildir, somut bir olaydır. İnsan hakları, hukukun üstünlüğü, sadece siyasî liberalizmin, iktisadî liberalizmin önünde gelişi değil, aynı zamanda, o milletin yaşam şartlarıdır, yaşadıkları standardın asgarî düzeyde olabilmesi meselesidir. Bu açıdan bakıldığı zaman, kısa da olsa, depremzedelerin bugün karşı karşıya kaldığı zorlukları ve perişan hallerini dile getirmeyi bir görev olarak addediyorum.

Bugün, hepimiz biliyoruz ki, bir millî felaket bizi, ulusumuzu acılara boğmuştur. Vatandaşlarımız yaşamlarını yitirdiler, Allah'tan rahmet diliyorum; ancak, bugün itibariyle bakıldığı zaman, 17 Ağustos depreminde, birçok vatandaşımızın belki de gereksiz biçimde yaşamlarını kaybettikleri bir koordinasyonsuzluk dönemini geçirerek o noktaya varıldığını biliyoruz. Nasıl biliyoruz? Üç gün boyunca hükümet buralara dahi gidememiş, hatta, enkazın altından vatandaşını çıkaramamış, elinde olan, Devlet Su İşlerinin elinde olan, Köyişlerinin elinde olan ekipmanı oraya götürememiştir. Bunu, bir olayın tescili olarak söylemiyorum. Bunu da aşarak, belki o günün tecrübesizliği, belki o günün bilgisizliği buna neden olmuştur diye kendi kendimizi avuturken, ikinci bir depremin, yani, Bolu depreminin ve oradaki durumun, depremzedelerin haline işaret etmek için, bu birinci depremden sonra da, orada gelinen noktanın hiç de denildiği gibi iç açıcı olmadığına işaret etmek için, yaptığımız geziden ortaya çıkan bazı sonuçlara kısaca değinmek isterim.

Görülmüştür ki, Bolu, Kaynaşlı, Gümüşova, Cumayeri, Çilimli ve Düzce civarında vatandaşlarımızın hali perişandır. Konut sorunu henüz halledilebilmiş değildir. Prefabrik evlerin yapıldığı söyleniyor, doğrudur, bir bölümü bitirilmiştir; ancak, sadece 7 000 aile -bize verilen bilgilere göre- henüz yerleşebilmiştir. Peki, neden bu böyle? Neden, acaba, vatandaşlar oraya geçmiyorlar? Mesele son derece basittir. Mesele, vatandaşın geliri olmadığı meselesidir, taze bir gelir, eline geçen bir gelirin olmadığı meselesidir. Onun için, evvelki tecrübelerden de yararlanarak söylediğimiz şey hep şu oldu: Gelin, bu prefabrik evleri yapmak değil, onun yerine, nakit imkân verelim vatandaşların eline. Bugün, depremzedelere, aşağı yukarı 100 milyon lira aylık kaynak aktarıldığı söylenmektedir; ancak, oraya gidildiği zaman -ki, bütün siyasîleri davet ediyorum, başta liderler olmak üzere; bu, bir siyasî istismar konusu değildir, bir millî davadır- oradaki vatandaşlar, kendilerine sadece bir ay bu 100 milyon liranın verildiğini söylemişlerdir. Ona rağmen, gelecekte belki gelir beklentisi, vatandaşı çadırda, hatta yazlık çadırlarda bir kışı geçirmeye mahkûm etmiştir.

Söylenildiği gibi, esnafa bir yardım yoktur. Onarım yardımı denilen şey yapılmamıştır. 3 milyar liralık, 6 milyar liralık yardımlardan bahsedildi, yazıldı, çizildi; bunların hiçbirinden en ufak bir eser yoktur. Vatandaşlara, gidip, orada sormak yeterli olacaktır. Büyük ölçüde, özellikle Kaynaşlı'da karşılaştığımız bir durum ve vatandaşın bize söylediği son derece üzücü olmuştur. Kaynaşlı'daki vatandaşlar bize şunu söylemişlerdir: "Bize bir yazlık çadırı bile fazla gördüler, ellerimizden aldılar. Bizi, evlerimize geri dönmeye mecbur ettiler ve girdik, ikinci bir deprem oldu, vatandaşlarımızı, yakınlarımızı kaybettik." Vatandaş korku içinde. Vatandaş, bugün, bütün bu civarda, hatta, yazlık çadırlarda yaşamına devam etmek mecburiyetinde. Yangında bebeler ölüyor. Öylesine zor bir şart var ki, yüzlerce çadıra tek bir lavabo düşüyor -aylarca su yüzü görmemiş vatandaşlar- ve lavabolardan sonra, o pis sular çadırların altına akıyor. Birçok yerde, bebelerin yaşamlarını kaybettiklerini analardan dinledik. Şimdi, bunların hiçbirinde abartı yoktur, bu bir millî meseledir...(DSP ve MHP sıralarından "Var, var" sesleri)

Tamam... Haydi, gelin gidelim.

HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Yalan söylüyorsun!

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Haydi, gelin gidelim; yarın sabah saat 7.00'de oradayız.

HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Lütfen, biz de milletvekiliyiz...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Haydi, buyurun, gelin gidelim; vatandaşı yerinde görelim.

HALİL ÇALIK (Koceli) – Biz de oranın milletvekiliyiz... Lütfen...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Biz de gittik, biz de geçirdik; yaşamadan görülecek mesele değil. İşte, madem öyle, yarın sabahleyin, buyurun, saat 7.30'da yola çıkıyoruz. Haydi, korkmayan gelsin bizimle, kormayan gelsin bizimle! (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Yapılacak şeylere işaret etmek isterim, sadece birtakım meseleleri ortaya koymak değil. Burada, hızla, bu bölgenin afet bölgesi ilan edilmesi gereği vardır. "Deprem vergisi" adında, verginin kaynağa götürüleceği söylenerek bu Meclisten yasa çıkarıldı. Şuna bir tek madde ilave edemiyor muyuz? İlave edilecek madde şudur: Toplanan bütün vergiler depremzedelere gitsin. Mademki, deprem vergisi alıyorsunuz, gelin, şunu yapalım. Buna da bir itirazınız var mı? Var mı buna da bir itirazınız, var mı buna da bir itirazınız?! (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Ve, bugün, Dünya Bankası, buradaki zarara, aşağı yukarı 4,5-5 milyar dolarlık bir miktar biçmiştir. Bu kadara yakın bir para da, Sayın Cumhurbaşkanının ifade ettiği gibi, 90'a yakın ülke tarafından buraya yollanıyor. Vatandaş vicdanında şu muhasebeyi yapıyor: Bir yandan, 4,5-5 milyar dolar dışarıdan geliyor, bir yandan, depremzedeler için deprem vergisi toplanıyor; ama, vatandaşın yaşamı bu şartlar altında. Ben, bugün, bir siyasetçi olarak da konuşmuyorum, bir ana olarak konuşuyorum her şeyin ötesinde. Ayıptır!.. ayıptır!.. (DSP sıralarından gürültüler, DYP sıralarından alkışlar) Vatandaşı, yeni bir bin yıla girerken, bu halde bırakmaya kimsenin de hakkı yoktur.

Orada, bir malî milat ilan edilmesi gereği var; çünkü, bütün evraklar kayıp. Hiç olmazsa oradaki esnafın, KOBİ'nin vergisini almayın; ileriye yönelik, üç yıllık bir verginin alınmaması durumuyla, orayı, hiç olmazsa bir miktar rahatlatın.

Bakın, buradaki üreticilerin durumu daha da vahimdir. Taze para dedik. Pancar üretiliyor bu bölgede. Hiç olmazsa şu pancarın parasını peşin verin, hiç olmazsa! Ama, ne görülmüştür? Görülmüştür ki, pancar söküm avansları verilmemiş. Çamurun içerisinde nasıl gidecek vatandaş, oradan toplayacak?! Toplananlar, kantara giden yollarda küme küme -gidin, görün- yeşermeye başlamış. Eline parasını alamamış... Fındık üreticisi, keza, öyle; ikibuçuk üç ay, henüz teslim ettiğinin parasını alamamış. Bunların her biri, gerçek olan, yaşanan meseleler.

Orada, ayçiçeği, mısır... Bunların parasını hiç olmazsa peşin verin; hiç olmazsa, bir giriş olsun. Bugün, oranın patatesi, soğanı, hiç olmazsa -bir imkândır- kamu kuruluşlarının kullanabilecekleri şekilde buralardan alınmalıdır.

Bölgede işsizlik had safhadadır. Devlet memuriyeti sınavına girenler var. Hiç olmazsa, oranın çocuklarını, puan durumuna bakılmadan göreve başlatmalıyız. (DYP sıralarından alkışlar)

Deprem bölgesinde, öğretmenliğe müracaat edenler var. Bu gençlerimizi de, kuraya tabi tutmadan, mutlaka görevlendirme durumundayız. (DYP sıralarından alkışlar)

Adapazarı gibi birtakım illerin büyükşehir yapılmasında çok ciddî faydalar var. Yerleşim öyle ki, 12 belediye iç içe. Hiç olmazsa, bunlara eğilebilmek lazım.

Vatandaşların telefon paraları, elektrik paraları, hiç olmazsa şu kış döneminde, üç ay için alınmasın. Bir insanî olaydır; evladını arıyor, kızını, oğlunu arıyor deprem bölgesinde. Hiç olmazsa bunların alınmaması, bugün yapılabilecek asgarî yaklaşımlardan biridir.

Değerli milletvekilleri, bu arada, bütün bunlar olurken, kamu vicdanını rahatsız eden bir diğer konuya değinmek istiyorum. Depremzedelerin bu halde yaşadıkları bir ortamda ve bütün ülkemizin vatandaşlarının ciddî bir iktisadî sıkıntı içinde bunaldıkları bir ortamda, Meclisimize, kıyak emeklilik adıyla bir yasa teklifi sevk edilmek üzeredir.

Ülkemizde bütün kavramlara ilişkin -başta siyaset olmak üzere- bir güven bunalımı vardır. Bu bunalım, hem siyasetçi için hem partiler için hem Meclis için hem medyamız için hem diğer sivil toplum örgütleri için geçerlidir; ancak, buna kendi özeleştirimizle başlama durumundayız. Siyasetçinin haklı olduğunu ve özellikle milletvekili emeklilerinin zor durumda olduğunu biliyoruz; ama, yargı ve diğer alanlarda yapılacak olan iyileştirmeleri yaparak, siyasetçi, bu kez eğer bu fedakârlığı gösterirse, zannediyorum ki, demokrasinin temeli olan siyasete güvende ve güven bunalımını aşmada önemli bir adım atılabilecektir. Bu fedakârlık, yine bu Meclise, yine bizim milletvekillerimize düşmektedir.

Geçen sefer, depremin hemen ardından Meclisimiz toplanmış ve kamu vicdanını yaralayan bir af yasası çıkarmıştı. Hükümet daha enkazın altındaki vatandaşlarını çıkaramazken; af yasasıyla, çeteleri, birçok suçluyu sokağa salmaya kalkışmıştı. (DYP sıralarından alkışlar)

Bu defa da, üzülerek görüyoruz ki, aynı karmaşa bir başka biçimde ortaya çıkmıştır. Denmektedir ki: “Çete başları yurt dışından getiriliyor, Susurluk’u çözeceğiz.” İyi de, hele hele Türkbank ihalesine yolsuzlukla veya ihaleye fesat karıştırmakla, adı bu meselelerin içine bulaşmış bir çete başı getiriliyor ve deniliyor ki: "Hükümet içinde bunun sorgulanmasına imkân yoktur." Niye; "İçişleri Bakanlığı istemedi." İçişleri Bakanlığı, bunun böyle olmadığını ifade ediyor; ama, daha sonra bir başka açıklama: "Efendim, Susurluk'u çözmek mi istiyorsunuz; o zaman idam kararlarını ve idam cezalarını kaldıralım." Ne olacak; "o zaman sorgulayabileceğiz." Şimdi, millet bunu bilmiyor mu?! Yani, Türkbank ihalesine fesat karıştırmakla ilgili olarak ifade alınması veya buna düşen ceza idam mıdır ki, buna ilişkin "eh ne yapalım" diyecek durumdayız?!. Bu bir aldatmacadır; bu, geçen seferki Af Yasası gibi, gerçekte, acaba yine birileri bir türlü kendilerini kurtarmak mı istiyor sualini açık bir biçimde kamuoyunda konuşulur ve sorulur hale getirmiştir. Mademki istiyorsunuz, sorgulayın; mademki istiyorsunuz, şu Türkbank ihalesine ne oldu, bir sorun. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, biraz da ekonomiye gelme gereği var. Özellikle oraya geldiğimiz zaman, elbette, sizlere sorulacak çok da sual var. (DSP sıralarından "Bizim de... Bizim de..." sesleri) Ama, cevabını bilir misiniz, ondan emin değilim. Biraz sonra soracağım.

Sayın Başbakan ifade ettiler; dediler ki: "Bu yüzyılın sonunda, bu yüzyılın son mucizesini yaratıyoruz." Ben de merak ettim neymiş bu mucize diye. Meğerse faizler düşüyormuş ve büyük mucize burada başlıyormuş. Şimdi siz uygulanan programın ne olduğunu biliyor musunuz?!.

HASAN GÜLAY (Manisa) – Senden iyi biliyoruz.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Hani şu "para kurulu uygulanmayacak" diye sözleriniz, beyanınız var ya, onu, hem de üstü örtülü biçimde değil, apaçık uygulayan bir Türkiye; kurları 2,1'e endekslenmiş, enflasyonu yüzde 70'e dayanmış. Vay efendim, döviz borsası patlıyormuş!.. Ee, bizim kadar, şimdi bütün topladığı vergiyi dışarıya transfer etmeye başka hangi ülke hazır?! Hangi ülke bu kadar yüksek faiz veriyor döviz üzerinden, üstelik de fikse edilmiş döviz üzerinden?! Böyle bir durumda, borsaya gelmeyecek de ne olacak?!. Ondan sonra tutacaksınız, rezervleri, daha doğrusu, mevduat munzam karşılıklarını yüzde 8'den yüzde 6'ya indireceksiniz. Bu ne kadar likidite kazandırır biliyor musunuz; haydi, bir söyleyin bakayım, ne kadar kazandırır? (DSP, MHP ve ANAP sıralarından gülüşmeler)

HALİL ÇALIK (Kocaeli) – O tarafa söyle...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – 400 trilyonu, nakit, bankanın içine enjekte edeceksiniz, sonra da faizlerin düşmesine "mucize" diyeceksiniz. Bunun adı mucize değil de ne biliyor musunuz; cehalet, cehalet!.. (DYP sıralarından alkışlar; DSP sıralarından gürültüler) Bu işin A'sını B'sini bilen, bu işin böyle olduğunu bilir.

Şimdi, bu mucize falan değil de, Türkiye'nin yeni bir bin yıla girerken bir mucize yaratmasını bir kenara bırakın, Türkiye, dünyadaki bir büyük ayıbı sırtında taşıyarak yeni bir bin yıla giriyor. Nedir o; o şudur: Üç yıllık Anasol iktidarının sonunda, Türkiye, dünyada, Rusya'yı da sollayarak, enflasyon birincisi... Ben demiyorum; işte burada, işte burada IMF raporu, Türkiye'yle ilgili...

NECATİ ALBAY (Eskişehir) – Bıraktığınız miras!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Türkiye'nin yeni bir bin yıla girerken Anasol'un bıraktığı ayıp, Türkiye'yi, dünyanın en hızlı enflasyonuna sahip, en yüksek enflasyonuna sahip...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Hızlı mı, yüksek mi?..

TANSU ÇİLLER (Devamla) – ...onunla birlikte en hızlı millî gelir düşüşüne sahip bir ülke konumuna sokmasıdır. Bunu biliyor musunuz?! Bundan haberdar mısınız?! (DSP sıralarından gürültüler)

ALİ TEKİN (Adana) – Sizden iyi biliyoruz.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şunu bir okuyun, şunu bir okuyun... Bu, bizim söylediğimiz değil, bu, sizin, malum, IMF raporunun sonucudur.

Şimdi, hemen arkasından denilecek ki : Canım, bu, Anasol iktidarı değil ki, bu yeni bir iktidar. Doğrudur, doğrudur; Anasol-D gitmiştir, Anasol-M gelmiştir (DYP sıralarından alkışlar; DSP, MHP ve ANAP sıralarından gülüşmeler) millet de bir şeyler beklemiştir falan; ama, millet de görmüştür ki, ekonomi yönetiminin üçüncü yılı, yine Anasol'dadır; değişen hiçbir şey de olmamıştır.

Şimdi, denebilir ki: Ee, ne yapalım, deprem; deprem geldi, çarptı; onun için, eylülde, birdenbire düşme oldu büyümede. Peki, ben, size, şimdi söylüyorum. Eylülde yüzde 9'luk bir daralma var. Peki, haziranda neydi?!. Martta neydi?!. Neydi, bir söyleyin bakayım, söyleyin. (DSP sıralarından gürültüler) Söyleyin bakayım...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Sayın Başkan...

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Genel Kurula hitap etsin Sayın Başkan.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Bakın, şimdi söyleyeyim size. İlk üç ayda, ihracatta yüzde 10 daralma, millî gelirde ve üretimde açık bir biçimde, yine, çok ciddî bir daralma, yüzde 8'lere varan ve birçok ihracat biriminde de, mesela, tütünde yüzde 70, konfeksiyonda yüzde 20, onun dışında, tekstilin konfeksiyon bölümü dahil, yüzde 12'lik bir gerileme ve de gıda maddelerinde yüzde 40'a varan bir ihracat gerilemesi... Şimdi, bunlar da mı, bunlar da mı deprem?!. Deprem hangi tarihte; ağustosta. Ben, ağustos öncelerini söylüyorum.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) – 5 Nisan... 5 Nisan...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, bakın, hani dendi ya "bunlar yapacak." Kim o bunlar; bunlar, Anasol iktidarı; gelecek, Türkiye'yi düzeltecek. Ne dendi; bir kıvılcım çakmış. O kıvılcım çakınca ne olmuş; Anasol iktidarı kurulacak... Kıvılcım... Kıvılcım... Malum ya, kıvılcım çakmış. Ondan sonra da, daha başka ne olmuş; eğer onlar güvenoyu alamazlarsaymış, ondan sonrası tufanmış! Niyeymiş; çünkü bu Anasol iktidarı, Türkiye'yi kurtaracakmış!

Şimdi, nasıl becerdiniz şunu; bakın, ben size rakamları söyleyeyim; nasıl becerdiniz şunu: Özel sektörün üretim kârlılığı, Türkiye'nin dinamizmi, 1995'te bizim istikrar programımızdan sonra, yüzde 30'larda...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) – 5 Nisandan bahset.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi kaç; 1997'de yüzde 25'le teslim etmişiz, yüzde 30'la bırakmışız. Ne zaman -üretim kârlılığını söylüyorum- bizim istikrar programımızdan sonra. Nasıl becerdiniz bunu eksiye getirmeye üçüncü yılın sonunda, bir söyler misiniz şunu bana; nasıl becerdiniz?!. (DSP sıralarından gürültüler)

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Sayın Başkan, Genel Kurula hitap etsin.

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayalım efendim. Lütfen...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Efendim, ekonominin rakamlarını söylüyorum. Bunları saklamak nasıl mümkün, ne mümkün ki bunlar...

BAŞKAN – Bir saniye, karşılıklı konuşmayalım.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Ne mümkün ki bunlar... (DSP sıralarından "Sayın Başkan, Genel Kurula hitap etsin" sesleri, gürültüler)

HASAN GÜLAY (Manisa) – Soru soruyor Sayın Başkan.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, sanayiin faaliyetdışı kârları...

BAŞKAN – Lütfen, bir saniye müsaade eder misiniz...

MEHMET HALİT DAĞLI (Adana) – Size sormayacak da kime soracak?!

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Saati durdurmak kaydıyla.

BAŞKAN – Bir saniye efendim... Bir saniye... Lütfen efendim...

DOĞAN BARAN (Niğde) – Kimse alınmasın.

BAŞKAN – Bir saniye efendim... Lütfen...

Görüşmelerin daha sağlıklı yapılabilmesi için, karşılıklı konuşmaya meydan verecek şekilde değil, Genel Kurulun... (DYP ve DSP sıralarından gürültüler)

SEBAHAT VARDAR (Bilecik) – Biz talebe değiliz... Soru soruyor...

BAŞKAN – Efendim, karşılıklı konuşmaya ortam hazırlayacak bir biçimde olduğunda, bu konuşmaları sağlıklı yapmamız mümkün olmaz... (DSP ve DYP sıralarından gürültüler) Lütfen efendim... Lütfen...

MUSTAFA ÖRS (Burdur) – Dinlemelerini sağlayın Sayın Başkan.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Böyle bir şey İçtüzüğün neresinde var Sayın Başkan.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, lütfen, bir Grup Başkanvekilini dinler misiniz...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Sayın Başkan... (DYP sıralarından "otur yerine" sesleri)

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Karşı sıralardan devamlı olarak sataşma yapılıyor. Konuşmacı, eğer sataşma yapılırsa, pek tabiî olarak cevap verecektir. Lütfen, müdahale etmesinler, sataşmada bulunmasınlar, saygılı hareket etsinler.

BAŞKAN – Efendim, mesele anlaşılmıştır.

Bakın, ben, sükuneti sağlayacağım efendim.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Biz, onların liderlerini saygıyla dinledik.

BAŞKAN – Siz müsaade edin, ben sükuneti sağlayacağım.

Hatibe sataşma yapılmasın. Karşılıklı... (DSP sıralarından gürültüler)

A. TURAN BİLGE (Konya) – Soru sormasın o zaman.

BAŞKAN – Efendim, hatibe müdahale edilmesin.

HASAN GÜLAY (Manisa) – Hocam soru soruyor.

BAŞKAN – Efendim, hatibe müdahale edilmesin lütfen. (DYP sıralarından alkışlar) Lütfen...

Süreye ekleyeceğim efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – "Lütfen söyler misiniz" cümlesini hükümete söyledi. Bundan doğal ne var?!. Niye alınıyorlar?!

BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir dakika...

Sayın hatip, sağa ve sola bakarak, konuşmasını devam ettiriyor. Bir grupa baktığı zaman "bu, Genel Kurul değildir" diyemeyiz efendim. (DSP sıralarından gürültüler) Yani, bu, sadece size hitap manasında değildir.

A.TURAN BİLGE (Konya) – Bize bakarak soruyor.

BAŞKAN – Evet. Sağa bakıyor, sola bakıyor ve konuşmasını sürdürüyor. (DYP sıralarından alkışlar)

Lütfen, karşılıklı müdahale etmeyelim efendim.

A. TURAN BİLGE (Konya) – Soru sormasın o zaman.

BAŞKAN – Hayır efendim.

Hatibe söz veriyorum. Müdahele etmeyin.

Buyurun efendim.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Sağ olun efendim.

Ben, şimdi, rakamları vermeye devam edeceğim. Rakamlardan kaçmak mümkün değil ki!, mümkün değil; yani, bunlar, geri...

Şimdi, bakın, faizlerin millî gelire olan oranı 1995, bıraktığımız istikrar programında yüzde 7,5; hiç 10'ların üzerine çıkmamış. 1997'de bıraktığımız Türkiye'de yüzde 7,7. Şimdi nedir; şimdi, yüzde 13. Nasıl yaptınız bunu; onu anlamak mümkün değil. (DSP sıralarından gürültüler)

Şimdi, vergi gelirlerinin borç ve faizlere olan oranı. Bakın, 1995'te, bizim bıraktığımız Türkiye'de, aşağı yukarı yarı yarıya; yani, verginin gelirlerinin yarısı faize gidiyor. Bizim içimiz parçalanıyor. (DSP sıralarından "vah, vah" sesleri) Şimdi, 1997 yılında bıraktığımız zaman, yine yarısı...

ZEKİ EKER (Muş) – 1997'de bir şey bırakmadınız ki!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi nedir; 1999 yılında, Anasol iktidarı nereye getirmiş; yüzde 91. Gelecek sene de belki yüzde 100'ü aşacak; ona getireceğiz şimdi.

Peki, bunun dışında başka nedir; bunun dışında, özelleştirmede hiçbir adım yok -özellikle son yılda- diğer harcamalar keza ciddî olarak yükselmiş ve görev zararları, yani, bütçenin dışındaki bir zarar, bakın, nereye çıkmış biliyor musunuz; bıraktığımız Türkiye'de 1,5 katrilyon lira; ikibuçuk yıl sonra 11 katrilyon lira.

Şimdi, bütçe açığına yılbaşı itibariyle 3 katrilyon lira dediniz... 3!.. 3!..

HASAN GÜLAY (Manisa) – Yok, yok!..

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, oradan sataşmaya devam ediyorlar.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Dedim ki o zaman, yine çıktım bu kürsüye, yazın dedim, not alın; bunun en az 11 katrilyon lira olacağını bilin. Bakın, 3 diyorsunuz; 11 diyorum.

Çıkardığınız rakam 9,8; ama, nasıl çıkardınız biliyor musunuz; 1,2 katrilyon lirasını bütçeden mahsup edilecek ödemeler hesabına aktarmışsınız. Bunun anlamı nedir biliyor musunuz; fay hattını, depremde, kanunla 100 kilometre aşağı indirivermişsiniz. (DYP sıralarından alkışlar)

Ve nedir biliyor musunuz; tam 11 katrilyon lira. Şimdi, 11 katrilyon lira bütçe açığı, o yetmedi; bütün bunların üzerine görev zararlarını, KİT, fon ve mahallî idarelerin hepsini koyun; millî gelirin yüzde 28'i. Böyle bir rekor kırılmadı. Bu rekor Anasol'a nasip oldu. Kutluyorum doğrusu, hakikaten kutluyorum!.. Hayırlı olsun!.. Nasıl becerilebilir bu; yani, istense bunu yapmak mümkün değil !..

Şimdi, 11 katrilyon lira açık ya; 14 katrilyon lirayla bitirilecekmiş. En az 5 katrilyon lira -bunu teknik olarak açarım; ama, söyleyecek çok şeyim var, onun için, bugün, şu aşamada, burada bırakıyorum- koyun; 3'le başlayan 11'le biterse, siz 14'le başlayanın nereye varacağını bir düşünün; bir düşünün!.. (DYP sıralarından alkışlar)

Yaptığınız program nedir; yaptığınız program, bir IMF programı. Hani yazarlar ya "eller tetikte..." Şimdi, bu Anasol iktisadî yönetiminin ellerinde kalemler, tetikte, havada bekliyorlar "IMF, acaba ne diyecek de, biz neyi imzalayacağız, ne diyecek..."

Şimdi, ekonomi yönetimi IMF'de, bizim içişlerimiz, dışışlerimiz, Allah'a şükür Avrupa Birliğinde şu anda, cezaevleri de mahkûmların yönetiminde, e, bu hükümete fazla bir şey kalmadı zaten. (DYP sıralarından alkışlar)

Tablita... Uygulanan program budur; öyle, devrim mevrimle de ilgisi yoktur. 1970'lerde, Arjantin, Uruguay, Şile'de uygulanan... Şili'de uygulanan... (DSP sıralarından "Şile'de!.." sesleri) Haydi canım, şimdi gaflara beni başlatmayın, başlatmayın!.. (DSP sıralarından gürültüler) Bir başlatırsanız, bundan , çok zararlı çıkarsınız; onu biliyorsunuz değil mi?! (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Efendim, lütfen müdahale etmeyin.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, burada uygulanan programdır. Her birinde çöküntü olmuştur, her birinde; ama, bunun içerisine, heterodoks, egzojen birtakım faktörler katmaya çalışmışlar ve Meksika ve İsrail'de uygulandığı gibi, bir uyum sağlanmaya, toplumsal uyum sağlanmaya çalışılıyor.

Bu program, aslında, yürümeyeceğini deklare etmiştir. Nasıl etmiştir, söyleyeyim: Onsekiz ay sonra ne yapılacağının garantisini veriyor, biliyor musunuz onu? Ne diyor program? (DSP sıralarından "Oraya söyle" sesleri) Utanmasam, şimdi, arkaya da sorarım da...

HASAN GÜLAY (Manisa) – Oradan korkuyor.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, ne diyor biliyor musunuz; onsekiz ay sonra, yüzde 2,1 olarak ortaya konulan... Hani o kur var ya, 2,1'den gidecek, enflasyon yüzde 70... Tabiî, büyük imkânlar yurtdışına transfer olacak, borsaya ciddî akışlar olacak. Bunu bilmemek için hiçbir neden yok, görmemek için de neden yok; çünkü, açık; adam, alacak, getirecek dövizi, bozduracak, oradan bu yüksek faizi alacak, yurt dışına çıkaracak; niye yapmasın ki?!

Şimdi, böyle bir ortamda, ortaya çıkan şey şu: Diyorlar ki, onsekiz ay sonra bu program gidemez zaten. Niye gidemez; onsekiz ay sonra, tablitadan, yani, o konulan tablolardan vazgeçilecek, yüzde 7,5 üst, yüzde 7,5 alt bir banda geçilecek. Bu nedir biliyor musunuz; Türk Lirasının devalüe edilmesi demektir. Madem bunu yapacaksınız –o ikinci bir şoktur Türkiye'ye– IMF bilmez mi?! IMF çok iyi bilir bunları da, IMF ile bilenlerin pazarlık etmesi lazım; çünkü, bir yükün, bir istikrar programında olduğu gerçektir; ama, o yükün bir bölümü pazarlıkla yurt dışına aktarılır, bir bölümü de içeride absorbe edilir. IMF'nin yazdığı programda, bütün yük, bu istikrar programının bütün yükü, fakire fukaraya, çalışana, üretene; ama, kimin; bu ulusun; bu ulusun üreticisine, fakirine fukarasına, açıkça yüklenmiştir. Niye yüklenmiş; çünkü, bilen yok ki! Oturacaksın, IMF'yi alacaksın, müzakere edeceksin... Seçilmişler bu ülkeyi yönetmiyor ki! Kimler yönetiyor; bürokratlar... Bürokratlar çok uzman kişilerdir, bakın söyleyeyim; ama, bu fakire fukaraya hesabı verecek olan, seçilmiş siyasetçidir. Seçilmiş siyasetçi bundan bihaberse, o zaman, atar imzasını, eller havada, kalemler elde, ne çıkacak acaba... Hiçbir zaman, belki, IMF, hiçbir ülkenin –Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçtiği biçimde– yasalarına kadar yazmamıştır. Açıkça söylüyorum; bugün, Türkiye'nin içişleri ve dışişleri Avrupa Birliğinde, ekonomisi IMF'de; eh, cezaevleri de hiç olmazsa mahkûmlarda; onlar yurt içinden bir faktör !.. (DYP sıralarından alkışlar)

Peki, Çiller sen ne yapardın?.. Söyleyeyim, çözümü de söyleyelim. Bir kere, bu pazarlığı doğru dürüst yapıp, üretimin artışıyla, büyümeyle başlamak lazım. Nasıl büyüteceksiniz bu ülkeyi? Soruyorum size; nasıl büyüyecek bu? İşçiye, memura verdiğiniz ortada, çiftçiye verdiğiniz ortada, içtüketim, dolayısıyla, ortada. Peki, yatırımı kim yapacak, yatırım desek? İşte, yüzde 1,8; gayri safî millî hâsılada bütçeye koymuşsunuz; kamu yapacak. Peki, bunun dışında kim yapacak? KOBİ mi yapacak, çiftçi mi yapacak, kim yapacak o yatırımı? Nasıl büyütülecek Türkiye? Ama, yüzde 5'i aşan büyüme olacakmış; yüzde 5'i aşacakmış bu büyüme! Hani, geçen seferlerde söylemiştiniz ya, o vergi yasaları vardı. O vergi yasaları büyük reformdu hani!.. Hani, vardı ya!.. Kararsız Kâsım... Bir öyle, bir böyle... Geldiler, o yasaları değiştirdiler. Bu defa, reformu değiştiren reform!.. "Vazgeçtik" dediler, "faizi de vergilendirmiyoruz, hiçbir şeyi vergilendirmiyoruz..." Şimdi bir reform daha geldi; bu defa, vergiyi, üstelik de geriye yönelik, yeni getiriyorlarmış. Buna millet ne der biliyor musunuz; kararsız Kâsım... Kararsız Kâsım... (DYP sıralarından alkışlar) Başka hiçbir şey değil. Kararsız Kâsım... Bir öyle, bir böyle... Bir öyle, bir böyle... Zaten, reform deyince, millet, artık, ürperiyor; çünkü, geçen sefer vergi reformu yapıldı, Türkiye ekonomisi çöktü. Yapmayın şunu dedik, yapmayın; yapmayın, çökertirsiniz; ama, çöktü.

Şimdi, yapılması gerekli olan şey, bir kere, bu yükü dışarıyla bölebilmek. Bu nasıl olur; bu, kur politikasıyla olur, onsekiz ay sonra yapılacakla değil. Şimdi yapacaksınız, büyüme hedefini ona göre koyacaksınız. Peki, bu ne olur, ne farkı var bunun; söyleyeyim ne farkı var; bu kurları, böyle, tablitaya koyduğunuz an, bunun anlamı, ihracat duracak demek. Bir de, üstelik, bununla birlikte, işçi ücretlerini... (DSP sıralarından gürültüler) Hey gidi günler hey! Bak, şimdi aklıma bir şey geldi. Hey gidi günler hey! Şimdi, yüzde 118 vermişiz biz 1994-1995 yılında. Sayın Başbakan o zaman muhalefet lideri, diyor ki: "İşçiyi ezdirmem; neden yüzde 118?.. Olmaz; yüzde 200..." "Yapmayın, istikrar programı var; yüzde 118 verelim." "Olmaz; işçi ezdirilmez..." Ne oldu o emek taraftarlığı şimdi, soruyorum, ne oldu?.. Ne oldu ona, ne oldu?!.. (DYP sıralarından alkışlar) Söyleyeyim ne olduğuna; ahbap-çavuş demokrasisine teslim olundu, teslim olundu...

NECATİ ALBAY (Eskişehir) – Şu söylediklerinize inanıyor musunuz?

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, işçiye artış nedir, memura artış nedir? (DSP sıralarından "Sıfır!" sesleri) Bu program tek şey yapar; başka garantisi yoktur; çok zor bir programdır, bakın söyleyeyim. Bir saatli bomba konuldu. Bu saatli bomba, her an son çaredir, her an Türkiye'yi sıkıntıya götürebilir. Bir harcama reformu göremiyorum; ihracatla ilgili ne yapacağınız belli değil. "Uyum" diyorsunuz, özel sektör nasıl işçinin ücretlerini yüzde 20-25'te tutacak; nasıl olacak? "Uyum" diyorsunuz; nasıl o KOBİ'ler... "Faiz yüzde 85, enflasyon yüzde 20" deniyor; nasıl ona uyum sağlayacak? Bunların hiçbir tanesi evvelce konuşulmuş değil.

Bakın, bunu, Endonezya da yapmaya kalktı da, hiç olmazsa altı ay sivil toplum örgütleriyle bu işin müzakeresi oldu. Bizde nasıl; bir gece ansızın sabaha karşı bir vergi yasası geçti. Niye; IMF öyle söylemiş. Açıklama hükümetten geliyor. Ee, başka türlüsü de olur muymuş?!. Ee, canım, bakın koskoca Asya'ya, bütün uygulanan yerlere, ne yapılmış; günlerce, aylarca müzakere yapılmış; sivil toplum örgütleri çağrılmış; kim ne yapar, açıkça ortaya konulmuş.

Bakın söyleyeyim: Bütün millet son derece sıkıntıdadır. Bugün, bakıldığı zaman, işçinin, çiftçinin zorluğu açıktır. Çiftçinin haline şöyle bir bakmakta yarar görüyorum. Bugün, çiftçi, yüzde 40'larda bıraktığımız faizi, yüzde 80-85'lerde alıyor.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Atma ya!

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Bugün, bir galonun fiyatı, yurt dışında 1 dolar 20 sent. Türkiye'de bunun kaç misli dersiniz; yüzde 10 fazlası mı, yüzde 20 fazlası mı, yüzde 100 fazlası mı, yüzde 200 fazlası mı; hayır, yüzde 300'dür, 300 fazlası. Niye?.. Onu da vergi diye alıyorsunuz. Hiç kimse sizden sadaka falan istemiyor. Haklı rekabet... Mademki dünya fiyatları, o zaman indirin faizleri de dünya fiyatlarına, indirin mazotu da dünya fiyatlarına, o zaman rekabet etsin çiftçi. Bu sene çiftçi buğdayını 50 000 liraya sattı; geçen sene yine 50 000... Toprak Mahsulleri Ofisi 50 000'den aldı, sonra çıktı 130 000'lere...

NECATİ ALBAY (Eskişehir) – İnsaf!

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Niye; bu işin idaresi yok... İdaresi yok. Bakıyorsunuz, başka ne yapıyor? Pamuk; bıraktığımız Türkiye'de 1 kilogram pamukla, 1 kilogram değil, 2 kilogram mazot alınıyordu. Bugün, 1 kilogram alınamıyor. Böyle bir ortamda, gübrenin sübvansiyonu yüzde 50'den indirilmiş yüzde 10'lara ve çiftçi bırakılmış kaderine.

Memur ne durumda? Memur 1998'de yüzde 30 reel kayıpta. Daha sonra ne; 1999'da net olarak hesaplarını yapmışlar; Kamusen tek tek söylüyor; yüzde 41 kayıp daha. 350 dolar ortalama ücreti memurun; bıraktığımız Türkiye... Şimdi nedir; 280 dolarlarda. Reel düşüş, reel düşüş... 20 ülke arasına girmiş Türkiye!.. Ee, herhalde, siz bu sene yüzde 5,5 ülkeyi küçültüyorsunuz diye olmadı bu. Herhalde, en büyük 20'nin arasına girmesi, Türkiye küçülüyor diye olmadı. Ama, zengin ülkenin fakirleşen insanları, fakirleşen insanları... İşçisi, memuru... 131 milyon lira açlık sınırı. Bakın bütün emeklilere, SSK'ya; hepsi, 100 milyonun altında, hepsi 100 milyonun altında... Açlık sınırının altında bu varken, 51 milyon dolar avans nereye; Mavi Akım Projesine. Bunun bir şeyi var mı, ortaya çıkmış ihalesi var mı; yok. Projesi var mı; o da yok; ama "IMF'den gelecek 4 milyar dolar" diyorlar; bir o kadar, üç bankanın içi boşaltılarak, kaynak aktarılmış.

Bakın, endişe ediyorum, sosyal patlamadan endişe ediyorum. Bunun üzerine, üçüncü yıla girmiş Anasol iktidarı, bu sene sıkacaksınız bütün kemerleri... Ee, öbür sene de sıkacaksınız; etti beş yıl. İşte, şimdi söylüyorum, hani bunlar kurtarırdı Türkiye'yi, bunlar denen Anasol, hani kurtarırdı?.. Gelinen nokta ortadadır.

Şimdi, kısaca bir de dışişlerine bakmak lazım. Çeçenistan'a şöyle bir bakmayı gerekli görüyorum.

Bugün, Türkiye, bölge koordinasyonunu tümüyle kaybetmiş konumdadır. Ortaasya ve Kafkaslar, âdeta Türkiye'nin ilgi alanının ötesine kaçmış ve çıkmış durumdadır. İşte, Çeçenistan meselesi olduğu gibi orta yerde duruyor. Bir millet yok ediliyor, bir millet... Bu hükümet susuyor; susmakla da kalmıyor, Moskova'ya gidiyor, Çeçenleri kendi kaderine bırakan utanç belgesini tarihe mal ediyor. (DYP sıralarından alkışlar) Ondan sonra da, Yeltsin -o imzadan dahi sonra- kalkıp da, bizim Başbakanımızı görmüyor.

Bu ülkede Çeçenistan nüfusu kadar Çeçen yaşıyor. Bu insanlar Türkiye'nin vatandaşlarıdır. Çeçenistan'da işlenen bir insanlık suçuna, kendi vatandaşlarının akrabalarına karşı uygulanan soykırıma kayıtsız kalan Türkiye, bu insanların mensubiyet duygularına nasıl hitap edecek? Türkiye, bu bölgelerde kendi kendisini tahrip etmiştir.

Bütün bu olaylar olurken, milliyetçiliği kimseye bırakmayan partilere gözümüz ister istemez kayıyor. Bütün bunlar olurken sizin bir itirazınız oldu mu; hükümet ortaklarından herhangi birinin bir itirazı oldu mu? Yıllarca gençlere Şeyh Şamil'in şiirlerini okutmadınız mı? "Şamil'i bilmeyenler atasını ne bilir" demediniz mi? "Şamil, Atatürkümün özbeöz kardeşidir" demediniz mi? Peki, ne oldu? Şimdi millî vicdan soruyor; hepsi bunların bir koltuk uğruna mı? (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Millet soruyor, millet soruyor... Bunlar olsa olsa tatlı su milliyetçileri. (MHP sıralarından gürültüler)

MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) – Yanlış söylüyorsun.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Endişeliyim... Endişeliyim... Merhum Türkeş'in kemikleri sızlıyordur. Endişeliyim. (DYP sıralarından alkışlar)

Avrupa Birliğine kısaca geçmek istiyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) – Amerika'dan bahset!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Avrupa Birliğine geçmek istiyorum. Avrupa Birliği bir güzel olaydır, bir büyük olaydır. Buna imzasını koyanları, buna katkıda bulunan herkesi canı gönülden kutluyorum.

HALİT DİKMEN (Aydın) – İlk defa doğru bir şey söyledin.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Bu olay, uzun bir süreçtir. İlkönce Menderes'le başlamış 1950'lerde, 1963'te Ankara Antlaşması ve aday olarak tescil edilmişiz. 1970'lerde bize bir teklif daha gelmiş. O teklifi geri çeviren, Türkiye'ye büyük bedeller ödetmiş. O gün eğer Türkiye girmiş olsaydı, bugün Yunanistan'ın vetosuyla karşı karşıya değildi. O gün Türkiye girmiş olsaydı, dünyanın yardımı, milyarlarca dolar, milyarlarca, milyarlarca dolar sadece Yunanistan'a gitti, Portekiz'e gitti, İspanya'ya gitti; bunların hepsinden mahrum kalmıştır, demokratikleşmeden mahrum kalmıştır; ama, bunun tek sanığı vardır; o da, bugün yine koltuktadır. (DYP sıralarından alkışlar)

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Hadi be ordan, sen de!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, aslında, tarih, bir kavga aracı olmamalı, bir tecrübe aracı olmalıdır; onun için ileri bakıyoruz. 1987'de, merhum Özal, 1995'te gümrük birliği, söylenmeyen şey kalmadı. Hani, ne oldu. Kıbrıs'ı satmıştık, hani ne oldu?!. Şimdi, gümrük birliğine girmeyelim diyenlerin, Avrupa Birliğine tu kaka diye bakanların, o defteri kapadık diyenlerin hepsi doğru yola gelmişlerdir. (DYP sıralarından alkışlar) Doğru yola, doğru noktaya gelmişlerdir; ama, bunun için de kutluyoruz.

Yalnız, bütün bunlar olurken, bazı teknik bilgileri de vermeyi gerekli görüyorum. Bunlardan bir tanesi, eşit kıstas meselesidir. Şimdi, Türkiye, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Slovenya, Güney Kıbrıs, Romanya, Bulgaristan, Letonya, Litvanya, Slovakya'nın hepsinin gerisinde. Bunların hepsi müzakereye başlıyor; ne zaman; 2000 yılında. Bunların ekonomileri...

Şimdi, bıraktığımız ekonomiye bir bakalım, bıraktığımız ekonomiye. Bıraktığımız ekonomide, Polonya, Macaristan, Litvanya, Slovakya, Romanya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti dahil, bütün bu ülkelerin hepsinden daha fazla turist gelişi var, hepsinden daha fazla Türkiye'nin bilgisayarı var, hepsinden daha uzun demokrasi tecrübesi var ve bütün Avrupa'nın 2 katı büyüme hedefi var; hedefi değil, yaşadığı olay var; ortalama üç yıl, üst üste yüzde 7,7; Avrupa'nın 2 katı. Bugün, Türkiye, Avrupa'nın en hızlı küçülen ülkesi, o başka; ama, o gün bıraktığımız Türkiye, Avrupa'nın 2 katı büyüyen bir Türkiye, üç yıl üst üste. Daha başka ne; işsizlik oranı... Ki, bugün, Türkiye'de en önemli mesele işsizliktir. Ortalama yüzde 7-8 işsizlik, bıraktığımız Türkiye'de. Almanya'da yüzde 9, onun altındayız; Fransa'da yüzde 11, onun altındayız; İtalya'da yüzde 12, onun altındayız; İspanya'da yüzde 22 işsizlik oranı, onun altındayız; yani, en hızlı büyüyen ülke ve işsizlik oranında Avrupa'nın altında; Ha, şimdi nasıl; Türkiye, dünyanın en fazla enflasyonuna sahip, Avrupa'nın da en hızlı küçülen ülkesi. İşte, Anasol'un Türkiye'yi getirdiği nokta!..

Şimdi, burada deniyor ki "ee, ne yapalım, ziyanı yok; ne olacak; Kıbrıs meselesi aslında önemli değil..." Teknik bilgileri verelim: Şimdi, Kıbrıs'ta bizim tezimiz, Avrupa Birliğini bu işe karıştırmak mıydı, karıştırmamak mıydı? Ne diyordu bizim tezimiz: Avrupa Birliği, bu işin dışında kalsın; diyalog, müzakere Yunanistan'la yapılsın; çünkü, iki ülke arasındadır. Ne oldu şimdi; Avrupa Birliği, sadece işin içine katılmadı, göbek taşına oturdu, karar mercii yapıldı ve dört yıl içinde bağlayıcılık kararı verebilecek konuma getirildi.

Şimdi, size garip gelmiyor mu; burada, Simitis bayram yapıyor, Yunanistan bayram yapıyor, Denktaş için için ağlıyor, Türkiye bayram yapıyor! Şimdi, bu tablo size garip gelmiyor mu, garip gelmiyor mu bu tablo?!

Ee, şimdi biz diyeceğiz ki: Efendim, siz bunu yaparsanız, biz de Kuzeyi kendimize katarız. Sayın Başbakan haklıdır tezinde; ama, bu gümrük birliği gibi veyahut da Avrupa Birliğinin tam üyelik yolunu açar mı? Siz, eğer Güney Kıbrıs'ın adaylığını, üyeliğini, Türkiye'nin önüne geçirirseniz, o Güney Kıbrıs'da gelir, sizi veto eder. O zaman ne yapacağız?! Demek ki, çözüm üretmemiz lazım.

Ege meselesi_ "Ege meselesi ne olur ki?.." Yine, teknik bilgi verelim. Bunları, herhalde birilerinin söylüyor olması lazım; ama, yine de biz söyleyelim: Ege'de sorun nedir; Ege de, yine, 2004'te Lahey Adalet Divanına gidecek. Peki, biz, ne diyorduk; biz, hayır, buraya gidilmesin diyorduk. Yunanistan ne diyor du; buraya gidilsin diyordu.

Şimdi, püf noktasına geliyorum işin: Bizim, Yunanistan'la aramızda birçok meselemiz var; bu meselelerin içerisinde, hava sahanlığı meselesi var, adaları silahlandırması meselesi var, karasuları meselesi var... (DSP sıralarından "Hava sahanlığı olmaz" sesleri)

TURHAN GÜVEN (İçel) – Olur efendim... Doğru söylüyor...

BAŞKAN – Lütfen... Lütfen...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Bütün bu meseleler var; ama, biliyor musunuz ki, Yunanistan, BAB'a girerken, ulusal egemenliğini tehdit edecek hiçbir konuyu Lahey'e veya uluslararası bir kurula götürmeyeceğini söyledi; bunu, rezerv olarak yazdı; bunu biliyor musunuz? Bunun anlamı nedir; Yunanistan, istediği konuyu götürecek, istemediği konuyu götürmeyecek. Şimdi, bunlar, çok büyük yaralardır, bir cenderedir, söyleyeyim; ama, ben, Türkiye'nin bütün bunları aşabilecek güçte olduğuna inanıyorum. Bu, bir millî davadır, millî meseledir, omuz omuza çözüm üretmek mecburiyetindeyiz.

Şimdi, bütün bunlar yapılırken, birkaç yan kritere de dikkat etmemiz gerektiğine işaret etmeyi yine bir görev biliyorum. Kopenhag kriterleri: Bu Kopenhag kriterleri, öyle, somut şeyler değil ki! Bütün Avrupa giriyor, bir tek Türkiye girmiyor. Türkiye'nin de... Yine, Avrupa'nın bir değerlendirmesinde -son hafta çıkan bir büyük derginin değerlendirmesinde- Türkiye, Bulgaristan'ın önünde. Madem öyle, eşit kıstas var da, niye Bulgaristan müzakerelere başlıyor, Türkiye başlayamıyor? Türkiye'nin bunu kabul etmesi mümkün mü? Yani, bütün ekonomide onlardan geriyiz, demokraside geriyiz, insan haklarında geriyiz, Bulgaristan'ın bile gerisindeyiz; onlar başlayacak... Ve yine, iki gün önce çıkan bir utanç belgesi daha: "Avrupa Birliği kararı: Belki belki, Avrupa Birliği, Türkiye'yle konuşmaya karar verebilir." Belki belki, konuşmaya karar verebilir bir gün...

Şimdi, bütün bunlara rağmen küçümsemiyorum. Bütün bunlara rağmen, Avrupa Birliği, bir önemli olaydır; hep, tezimiz bu olmuştur; yalnız, bu, Kopenhag kriterleri değerlendirilirken endişelerim var; bir teröristbaşının Mandela haline sokulmasından endişelerim var, ciddî endişelerim var. Dahası var, milliyetçilik duyguları üzerinden her türlü istismarı yapanlar, milliyetçilik denildiği zaman en önde koşanlar, Kızıl Dani'ye söylenen kapı ardındaki sözleri en azından yalanlamaları lazımdı, en azından... Bakın... (MHP sıralarından gürültüler) Yoo, yoo, bakın, belgeleri burada.

BAŞKAN – Lütfen, lütfen efendim, hatibe müdahale etmeyelim; lütfen...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Endişem şudur : Kapalı kapılar ardında söylenen ile, o şehit analarına söylenen veya burada söylenenle çok büyük farklar vardır. Burada söylenen saz, kapı ardındaki caza pek benzemiyor, söyleyeyim, pek benzemiyor. (DYP sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Lütfen, hatibe müdahale etmeyelim efendim; lütfen...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, bir diğer meseleye daha işaret ediyorum; o da, Irak konusudur. Bir Ankara süreciyle, Albright dahil, Amerika da dahil, İngiltere dahil, Barzani dahil, Talabani dahil, hepsini buraya getirip, Irak konusunda son sözü Ankara Anlaşmasıyla Türkiye'nin, Ankara'da hep birlikte, bütün bu ülkelerle verdiği süreçten, Türkiye, Irak'ta ne olduğu dahi bilinemeyen bir sürece girmiştir. Orada şimdi para var, oranın kendi parası var, oranın kendi ordusu var, bayrağı seçiliyor; Talabani, Barzani Amerika'ya çağrılıyor; o zamanın Türk Başbakanı, Amerika'da -iki yıl önce- bir haber dahi verilemiyor. Bunlar, çok ciddî, tarihî veballerdir; bakın söyleyeyim, bunun altında kalırsınız... Bunun altında kalırsınız.

AHMET ÇAKAR (İstanbul) – Size de haber vermediler.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, bütün bunlar olurken, demokrasiye, Avrupa Birliği çerçevesinde bir büyük proje olarak bakmak gereği var. Bir büyük değişim projesi önümüzde; ama, demokrasi mücadelesi, demokraside lekeleri olanların yapamayacağı kadar yüce bir mücadeledir. (DYP sıralarından alkışlar)

SAĞLIK BAKANI OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Doğru(!)... Bravo(!)..

TANSU ÇİLLER (Devamla) – O gün demokrasiyi oksijen çadırına koyanlar, o gün atanmışlığı içlerine sindirenler, o gün "kıvılcım çaktı da, bu atanmışlık koltuğunu öyle kabul ettik" diyenler bugün demokrasi havarisi kesilirlerse, biz onlara "hoş geldiniz" deriz. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Hoş geldiniz deriz de, inandırıcı olmaz.

Şimdi, bakın, bizim bir büyük hatamızın daha tekrar edilmesinden endişe ediyorum, o hata şudur, tarihçilerin değerlendirmelerini okuyorum: Avrupa'ya şirin görünmek için Tanzimat Fermanını ilan ettik. Sonra, 1856'da Paris Anlaşmasıyla Avrupa devleti olduk, karşılığında Islahat Fermanını ilan ettik. 1945'te NATO'ya girebilmek için çokpartili hayata geçtik. Şimdi de, Avrupa Birliği için herkes demokrat kesiliverdi. Neredeydiniz o günlerde, demokrasiyi oksijen çadırına koyduğunuz o günlerde?! Strasbourg raporunda "üçüncü lige Türkiye itilmiştir" denildiği günlerde neredeydiniz?! (DYP sıralarından alkışlar)

Bakın, bir kez daha açıkça söylemek lazım. Demokrasi, dayatma karşısında asgarî cesareti ister; o dayatma karşısında o gün ayakta durmayı ister. O gün bürokrasiye teslim olacaksın, o gün "demokrasi demek ki bize göre değilmiş" diyeceksin; daha sonra, rüzgârlar olumlu estiğinde, hava güneşli olduğunda demokrasi havarisi kesileceksin. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım....

BAŞKAN – Sürenize 2 dakika ilave etmiştim.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Hayır efendim, 2 dakika ilave etmiş olamazsınız; çünkü, şu anda 18 saniyem var, bu da ilave edilmeyen rakam. 2 dakikam daha var.

BAŞKAN – 1 dakika daha eksüre vereceğim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, sözü kesildi... Muhalefete söz hakkı verin.

BAŞKAN – 3 dakika eksüre verdim. (DYP sıralarından gürültüler)

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Sayın Başkan, muhalefete söz verin ki, demokrasi işlesin.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Değerli arkadaşlar, her şeye rağmen, 21 inci Yüzyıl, Türkiye'nin yüzyılı olacaktır; ama, demokrasiyi ikiyüzlü bir demokrasi olarak özümseyemeyiz; demokrasi bizim için lazım. Bu ikiyüzlü demokratlık, Türkiye'yi bu hale getiren önemli bir olgudur.

Türkiye, bugün, bir büyük değişime hazırlanmakta; bu değişimde asgarî değerler üzerinde en azından anlaşmak durumundayız. Bu değerler, elbette, dünyanın yeni bir bin yılının değerleridir. Burada fakirleşen bir insanlık olamaz, zengin bir ülkenin fakirleşen insanları olamaz. Böyle bir vahşi kapitalizm dünyanın hiçbir yerinde kalmadı. Antitekel yasaları mutlaka çıkmalı, açık bir biçimde hür ifade olabilmeli; bunların her birinde yardıma hazırız.

Siyasî liberalizm olmadan iktisadî liberalizmin olmayacağını, artık, hepimiz farketmek durumundayız ve bütün bunlarla birlikte, bu değerler üzerinde asgarî müştereklerde anlaşabilen bir Türkiye, hiç kuşkum yok ki, en dinamik bir biçimde, yeni bir bin yılda, bir eli Avrupa Birliğinde, bir eli Türk cumhuriyetlerinde, büyükler arasında bir büyük Türkiye olacaktır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, söz sırası, şahısları adına, lehte olmak üzere, Sayın Gaffar Yakın'dadır.

Sayın Orhan Bıçakçıoğlu söz istemişti; ama, bu talebinden vazgeçtiler. O nedenle, Gaffar Beye söz veriyorum.

Buyurun Sayın Yakın.

TARIK CENGİZ (Samsun) – Kaçmayın, dinleyin...

HASAN GÜLAY (Manisa) – Dinleyin... Dinleyin...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Kimden kaçacağız, sizden mi kaçacağız biz!

BAŞKAN – Lütfen... Lütfen efendim...

Buyurun Sayın Yakın.

GAFFAR YAKIN (Afyon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

20 nci Yüzyılın bitmesine oniki gün kaldı; yeni bir bin yıla giriyoruz ve inşallah, bu yeni bir bin yılı biçimlendirecek olan da, bu hükümet ve bu Meclis olacaktır.

Bu yüzyılın değerlendirmesini yaptığımızda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milleti olarak nereden nereye geldik. 1900'lü yılların başlarında hasta adam olan bir devlet ve millet, 1900'lü yılların sonunda tüm Avrupa devletlerinin, dünya devletlerinin İstanbul'a AGİT Zirvesinde geldiği ve "artık aramıza girin" diye teklif ettikleri büyük bir devlet haline gelmiştir.

Yüzyılın başlangıcında her şeyini dışarıdan ithal eden Türkiye ve Düyunı Umumiyeye mahkûm olan bir Türkiye, dünya ekonomisinde 16 ncı büyüklük sırasına eriştiği için, gelişmiş ülkelerin oluşturduğu G-20'lere davet edilmiştir. Okuma-yazma oranı düşük olan bir Türkiye'de, 70'e yakın cumhuriyet üniversitesi dalbudak sarmıştır. Sağlık alanında dünyayla yarışan üniversite hastanelerimiz, devlet hastanelerimiz vardır. Sosyal güvenliği olmayan bir ülkenin, bugün yüzde 80'i itibariyle tüm vatandaşlarını sosyal güvenliğe kavuşturan bir Türkiye vardır. Bütün eksikliklerine ve noksanlıklarına rağmen, pozitif olarak, olumlu olarak baktığımızda, yüzyılda Türk Devleti ve Milleti çok şeyler başarmıştır; ama, bu başarının sırrı nedir; temel faktörleri nedir? Türkiye, bu duruma gelmesini 1920-1922 yılları arasında verdiği -dişiyle, tırnağıyla, tüm vatandaşlarıyla, milletiyle verdiği- İstiklal Savaşına ve o İstiklal Harbinin bir Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle taçlaşmasına ve Atatürk devrimleriyle Batılılaşma ile devam eden yoluna akıl ve bilimi rehber etmesine, demokratik, laik, hukuk devleti olmasına borçludur.

Eğer, bugün, Türkiye, çevresinde ve İslam âleminde, sosyal bakımdan, demokratik açılımlar açısından ve ekonomi açısından bir numara ülkeyse, güçlü Türkiye'yse, işte, Türkiye'nin bütün eksikliklerine rağmen, uygulamış olduğu, Atatürk'ün göstermiş olduğu çizgide ilerlemesine borçludur. (DSP sıralarından alkışlar)

Türkiye, 76 yılda, cumhuriyet, demokratik ve laik hukuk devleti olarak çok büyük işler başarmıştır. Bugün, 2000'li yıllarla birlikte Türkiye ve Türk Milleti yeni bir dönemin başlangıcındadır. Bu dönem, Türkiye'nin 18 inci Asrın sonlarında, 1800'lü yıllardan itibaren devam ettiği Batı medeniyeti olarak değil, çağdaş medeniyeti yakalama hareketlerinin yeni bir döneme, Avrupa Birliğine kabul aşamasına girmiştir.

Türkiye'nin, Avrupa'dan alabileceği çok şeyler olduğu gibi, Türkiye, Avrupa'nın ihtiyacı olan, dünyanın ihtiyacı olan birçok şeye kültürel ve manevî noktadan birçok katkıda bulunabilecek bir Türkiye'dir. Türkiye, Avrupa Birliği üyeliğiyle hem Avrupa'ya hem de Türk dünyasına, tüm dünyaya yepyeni bir model oluşturup sunacaktır.

Türk Milletinin kültürel köklerinde, insan sevgisi, barış, hoşgörü ve çoğulculuk vardır. Türk Milletinin hamurunu İslam ve Türk töresiyle Ahmet Yeseviler, Hacı Bektaşlar, Mevlanalar, Yunuslar yoğurmuşlardır. Atatürk devrimleriyle demokratik, laik, hukuk devleti olan Türkiye, kendi kültür zenginliklerini, Yunuslarını, Mevlanalarını, Hacı Bektaşlarını Avrupa'nın ve tüm dünyanın hizmetine sunacaktır. Batılılar, insan haklarının ne olduğunu, insan sevgisini, hoşgörüyü, çoğulculuğu Yunus'tan, Mevlana'dan, Hacı Bektaş'tan öğreneceklerdir.

Bize düşen görev de, bu güzelliklerimizi çağdaş boyutta, bugünün insanının anlayabileceği çağdaş boyutta ve biçimde, hem kendi insanımıza hem de dünya insanlığına sunabilmektir. Bugün, Avrupa, teknolojik olarak ilerlemiştir ama, içerisine düşmüş olduğu manevî bunalımın çaresi bizim kendi kültür köklerimizdedir. İşte, Türkiye'nin, Atatürk devrimlerinin, benim üçüncü aşaması olarak nitelendirdiğim dönemine başlamış bulunuyoruz. Bir devri sona erdiren ve İslamın yanlış anlaşılmasından, gerçek, doğru çizgisine oturtan Atatürk devrimleriyle Türkiye, demokratik, laik özelliklerini, bu Yunusların, Mevlanaların çizgisiyle buluşturup, tüm insanlığa sunacaktır. Bu kürsüden hitap eden Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Sayın Clinton'un da ifade ettiği gibi, 21 inci Yüzyılın şekillenmesinde Türkiye'nin ve bu Meclisin alacağı kararların, yöneleceği hedeflerin önemi büyüktür; yani, bu Meclise, bizlere çok büyük mesuliyetler düşmektedir.

Her şey güllük gülistanlık mıdır; sorunlarımız yok mudur; sorunlarımız elbet vardır, hem de çok büyük sorunlar vardır ama, Türkiye ve Türk Milleti bu sorunların üstesinden gelebilecek güçtedir. 57 nci hükümetimiz de, Türkiye'nin karşılaştığı ağır sorunları çözebilecek bilgi ve tecrübeye sahiptir. 57 nci hükümet, kuruluşunda, kendisini uzlaşı ve atılım hükümeti olarak nitelendirmiştir; çünkü, Türkiye'nin, büyük hedeflerine ulaşabilmesi için, çok büyük toplumsal uzlaşıya ve değişimlere ihtiyacı vardır. Bu hükümetin bizzat kendisi ve bu hükümeti oluşturan partilerin birlikteliği büyük bir uzlaşıdır. Sayın Ecevit ve Sayın Bahçeli'nin birlikteliği, tek parti gibi uyum içerisinde çalışmaları milletimize çok büyük bir sevinç ve geleceğe dönük umut vermektedir, güven vermektedir. Hükümet, ilk altı ayında iki büyük deprem olmasına rağmen, yüzyılın en büyük depremiyle karşılaşmış olmasına rağmen çok büyük işler başarmıştır. Başka hükümetlerin onlarca yılda yapamadığı hizmetleri, bu 57 nci hükümet altı aya sığdırmıştır. Ne mi yapmıştır: Sosyal Güvenlik Kanununu başarmıştır; sosyal politikaların -popülist politikaların dışında- halkın gerçek geleceğini garantiye alabilecek Sosyal Güvenlik Kanununu çıkarmıştır. Enerji yatırımlarının altyapısını ve dış yatırımları davet edecek bir Tahkim Kanunu getirmiştir. Bankacılık Kanununda, Antidamping Kanunuyla, Gümrük Kanunuyla çağdaş ekonominin altyapısını hazırlamıştır. Vergi Kanunundaki değişikliklerle, malî miladı ertelemekle, ekonominin önünü açmıştır.

Anayasa değişiklikleriyle, Pişmanlık Kanunu ve çete suçlarının cezalarının artırılmasıyla, Siyasî Partiler Kanunundaki değişikliklerle, Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu -83 yıldan beri devam eden, geçici olarak kabul edilmiş kanunu- değiştirerek, çok büyük değişimler yapmıştır.

Başka iktidarların beş on yıllara sığdıramadığı hizmetler altı aya sığdırılmıştır, hem de bu depremlerle birlikte. Meclis gece gündüz devamlı çalışmış ve yıllardır beklenen çözüm getirilmiştir. Günlük siyaset hesaplarından uzakta, devletin ve milletin geleceğini düşünerek bu adımlar atılmıştır.

Sorunlarımız vardır; demokrasimizin sorunları vardır, insan haklarında karşılaştığımız sorunlar vardır. Kronik enflasyon yirmi yıldır devam etmektedir. İşsizlik artmıştır. İçborçlarımız 40 milyar dolara yaklaşmıştır. Ülkemizin, birliğine, bütünlüğüne halel getirmeden, Atatürk çizgisinden sapmadan, demokratik, laik hukuk devleti çerçevesinde tüm sorunlarımız çözülecektir.

Kopenhang kriterleri olarak ortaya konulan prensipler, milletimizin kendi kültürel köklerinde mevcuttur. İnsan sevgisi, insan hakları, çoğulculuk, bizim insanlığa sunduğumuz değerlerdir.

Demokrasimizi, insan haklarımızı, devletimizi çağdaş hukuk devleti çizgisinin ilerisine götürebilmek için, tüm partilerimiz yardımcı olmalıdırlar. Türkiye'de yaşayan herkes ve tüm partiler, ülkenin birlik, bütünlük ve bayrağına aynı heyecanla sahip çıkmalıdırlar. Atatürk devrimlerine, laikliğe, demokrasiye, hukuk devletine içtenlikle inanmalı ve savunmalıdırlar. Din devletine, devlet düzeninin dinî temellere veya ırkçı anlayışlara dayandırılmasına karşı olduğunu açıkça ilan etmelidirler.

Türkiye'de yaşayan tüm insanlara, kendilerini ifade etme, kültürünü yaşama, inancına göre yaşama hakkı sağlanmalıdır.

Kanser olan eski bir milletvekiline, sırf falanca kimsenin torunu olduğundan dolayı yurtdışına çıkması için pasaport verilmemesinden ben utanmaktayım.

Düşüncelerinden dolayı hapishanelere insanların gönderilmesi bu Türkiye'ye artık yakışmamaktadır.

İnançlarından ve yaşayışlarından dolayı ayrılıkçı tutumlara maruz kalan insanlar bu ülkede artık olmamalıdırlar.

İnsanlar kendilerini hangi isimle ifade ederlerse etsinler, tüm dünyanın insanlara tanıdığı, insanca yaşama hakkını, insan haklarını ve kültürel haklarını onlara vermek durumundayız.

Bu vatandaşlarımız, ister Alevî olsun, ister Sünnî olsun, isterse başörtülü olsun, isterse başı açık olsun, isterse ne olursa olsun, bu ülkenin birliğine, bütünlüğüne ve Atatürk devrimlerine saygılı olduğu müddetçe, insanca yaşama haklarına sahiptirler.

57 nci hükümet, ciddî, güvenilir, tecrübeli, dürüst devlet adamlarından oluşmaktadır. Türkiye'nin tüm sorunlarını çözebilecek, alt edebilecek bir hükümettir. Hükümet, uyum içerisinde çalışan atılım hükümetidir. On yıllardır bekleyen sorunları çözecektir; ekonomik sıkıntılarımızı alt edecektir, sosyal uzlaşmayı sağlayacaktır. Türkiye'yi 21 inci Yüzyılda, güçlü, çağdaş, dünya devleti yapabilecektir. Hem milletvekili olarak hem de millet olarak 57 nci hükümete güvenimiz tamdır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Hükümet adına, Malîye Bakanı Sayın Sümer Oral söz istemişlerdir.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2000 yılı bütçesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda müzakere ve tartışmaları yapılıyor. Sabahleyin saat 11.00'den bu yana bu tartışmalar sürmektedir. Hükümet adına yapılan takdimden sonra, Parlamentomuzda temsil edilen grupların değerli temsilcileri, bütçe tasarısı üzerindeki görüşlerini dile getirdiler.

Hiç kuşku yok ki, bütçe müzakereleri, yapısı itibariyle, sade, bütçenin teknik yapısı, büyüklükleri, dengeleri ve hedefleri üzerinde tartışılmaz, bunun yanında, hükümetin ve ülkenin çeşitli konularına değinilir, bunlar tartışılır. Burada da, değerli arkadaşlarımız görüşlerini, düşüncelerini ortaya koydular. Bu düşünceler içerisinde fevkalade değerli ve bütçe uygulaması sırasında yararlanabileceğimiz, bütçe uygulamasının daha etkin olmasına katkıda bulunacak görüşler ifade edildi. Hepsine çok teşekkür ediyoruz ve hiç kuşkuları ve şüpheleri olmasın ki, bunlar, bütçe uygulamalarında bizim yararlanacağımız konular olacaktır. Bu nedenle, değerli arkadaşlarıma teşekkürü bir görev biliyorum.

Gerçekte, bütün milletvekili arkadaşlarımın amacının, dileğinin, refah seviyesi artmış, gelir dağılımı düzgün, ekonomik açıdan olsun, demokratik açıdan olsun, çağdaş dünyanın normlarını yakalamış, halkı huzur içerisinde, sükûn içerisinde olan bir Türkiye olduğu kuşkusuzdur. İşte, böyle bir Türkiye için uğraşıyoruz.

Yeni bir çağa girerken, ülkemizi, layık olduğu yere bir an önce getirmek, onu, uygar dünyanın güçlü ve çağdaş bir üyesi yapmak istiyoruz. Esasen, bizleri Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderen büyük milletimizin bizlerden beklediği de budur. Çok çalışmamız, zaman kaybetmememiz, önümüze açılan fırsatlardan yararlanmamız, bunları gerçekleştirirken, birlik ve beraberlik içerisinde olmamız mutlaka şarttır.

Takdirlerinize sunulan bütçe, hem yeni bir bin yılın ilk bütçesi hem de bu hükümetin ilk bütçesidir. Hükümet ise, 28 Mayıs günü göreve gelmiş ve 9 Haziran günü de güvenoyu almıştır; aradan, henüz, altı, altıbuçuk aylık bir süre geçmiştir. Hükümet, bu dönemde, ülkenin, temel, malî ve ekonomik sorunlarına çözüm getirmek amacıyla bir dizi yapısal düzenlemeler gerçekleştirdi. Bazı arkadaşlarım da ifade etti; Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin gayretleriyle yapılan bu düzenlemelerin başlıcaları şunlardır: Sosyal güvenlik alanında ciddî bir düzenleme yapıldı. Bankacılık alanında yeni düzenlemelere girişildi. Anayasada, tahkim, dış kaynak girişini kolaylaştıracak bir düzenleme yapıldı. Vergi kanunlarımızda, 4444 sayılı Kanunla, ekonomiye yeni özellik kazandıran, kanunların yapısına ekonomik gerekçe sağlayan, ekonomik boyut sağlayan düzenlemeler yapıldı. Bunların hepsi, kısa bir çalışma sonunda sonuçlandırılmıştır ve bunların her biri, çıkarılması için yıllarca gayret sarf edilmiş; ama, çıkarılamamış düzenlemelerdir.

2000 yılından itibaren bütçe açıklarını düşürmeyi amaçlayan bir programı uygulamaya koyuyoruz. Bunu gerçekleştirmedikçe, malî ve ekonomik hiçbir sorun çözülemez. Türkiye'nin meselesi belli; bütçe açığını aşağıya indirmek.

Değerli arkadaşlarım, ben isterdim ki, özellikle muhalefet partisi sözcüleri, burada ileri sürülen görüşlerde, bu bütçe açığını nasıl aşağıya çekeceğiz, bizim yaptığımız programın hangi boyutları eksik, nerelerinde zafiyet var, nerelerini düzeltmek lazım, bu konularda görüş ortaya koysunlar. Soruyorum değerli arkadaşlarım: Bu konularda herhangi bir görüş ortaya konuldu mu? Milletimiz "Türkiye'nin problemlerini çözün. Bu problemler çözülmediği zaman, ekonomi de ve sosyal hayat da birtakım sıkıntılarla karşı karşıya. Gelin, bunu çözün. Sen ben meselesi değil, millet olarak çözün; yeni bir çağa girerken, geçmişe dönük tartışmaları eski çağda bırakın; yeni çağı, yeni çağın şartlarıyla kucaklayın; ona uygun, ona layık bir toplum olalım" diyor; bunu bekliyor. Burada elde edilen bazı olumlu sonuçlar niye takdir edilmiyor? Eleştireceğiniz yön de vardır; ama, bu da iyidir dersiniz.

Bir program yaptık, bu program, iç ve dış malî çevrelerce benimsendi. Peki, bizim kredi notumuzu aşağıya indiren kuruluşlar, kredi notumuzu yukarı çıkarırken; gelip, muhalefet partisi sayın genel başkanına acaba niye bu, nedir durum diye sormadı mı ki, geldi, çıkardı. Demek ki, programın bir tutarlılığı var, bir güvenilirliği var. Faizler inmiş; bundan niye telaşlanıyoruz? “Bu devam etmez” diyorlar; ee canım devam etsin. Niye etmesin?.. Deyin ki: Bakın bunun şu tehlikesi var, şurayı da düzeltin, düzgün bir şekilde gitsin. Bu söylenir, Meclisin amacı budur. Yoksa, bu işte, şu nedenle böyle olmuştur; bu, geçicidir; efendim işte bunlar ekonomiyi bilmez... Bunlar, bu Parlamentonun çatısı altında söylenecek şeyler değil. Ben sormuyorum ama, birisi kalkar sorar; der ki, bu kadar biliniyordu da, 1994’te dolar bir günde nasıl yüzde yüzün üzerinde arttı, enflasyon yüzde 149 oldu? Bunu da sorar: “Son on yılın en büyük büyüme hızı, yüzde eksi 6,2’ye niye düştü, enflasyon niye yüzde 140 oldu?” Ben sormuyorum, ama soranlar olur...(DSP sıralarından alkışlar)

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Sayın Bakan, burada 2000 yılını tartışıyoruz, 1994 yılını değil, eskiyi değil.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) – Şimdi, olay budur. Şimdi, bunları falan bırakıp, sanki kimse...

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – O zaman, siz, Doğru Yol Partisindeydiniz.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) – Evet, doğru; ama, ben yönetimde değildim ve ondan da şeref duyuyorum. Şimdi, bunlar gerçekleri söylememek için bir gerekçe olmaz ki, o olay ayrıdır, bu olay ayrıdır. Şimdi, bunlar da var ortada. Bunlar varken gelip, bunları söyleyip, söyleyip, ondan sonra Allahaısmarladık deyip gitmek... Parlamentonun da bir kültürü var. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Konuşulur, onun cevabı da alınır, cevap da verilir. Ben, 1977’den beri bu Parlamentonun üyesiyim. Meclisteki bütçe görüşmeleri çok önemli görüşmelerdir, sonuna kadar dinlenir. Geleyim, ben konuşayım, gideyim. Bu olmaz ki...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Senin Genel Başkanın da yok sevgili Bakanım.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) – Ama, çok önemli iddialar var, o iddiaları cevaplandırma ihtiyacı hissedilebilir; onun için, diyorum.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Tamam da, seninki de yok...

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) – Alınan tedbirler, şimdiden meyvelerini vermeye başlamıştır. Karşı karşıya bulunduğumuz sorunlar, bizim sorumlu olduğumuz sorunlar değildir, bu hükümetin sorumlu olduğu sorunlar değildir.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Kimin?.. Geçen üç yılın sorumluluğu yok mu?

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) – Ama, bu sorunların çözümü, bizim sorumluluğumuz altındadır. Bunu kabul ediyoruz. Göreve başladığımızdan bu yana yapılan, işte budur. Sorunlar, ne son bir yılın ne de birkaç yılın meselesidir, çok daha geriye dayanır; aradaki geçici bazı olumlu yorumlanabilecek rakamların da, büyük ölçüde anlamı yoktur; çünkü, önemli olan, sürekli düzelmelerdir, iyileştirmelerdir, trendin normal bir istikamete girmesidir.

Geriye gidildiğinde, geriye doğru şöyle bir baktığımız zaman, kimsenin kazançlı çıkacağı umulmasın. Zaman, geriye değil, ileriye bakma zamanıdır; ülkemizin önünde uzanan fırsat ve imkânlardan ancak böyle yararlanabiliriz. Karşı karşıya bulunduğumuz mesafelerin çözüm yolları ortaya konulmalı, onlar tartışılmalıdır.

Bütçe rakamları, büyüklükleri ve dengeleri farklı açıdan değerlendirilebilir. Bunlar her zaman yapılabilir, Meclis tutanaklarında bunun çok örnekleri vardır. 1999 yılı bütçesinin Genel Kurulda tartışılması -hepiniz hatırlayacaksınız- bu salonda 29 Haziran günü yapılmıştı. O zaman şunu demiştik: Bu hükümet, yeni bir yıla 9,1 katrilyon bütçe açığıyla adım atıyor. Hatırlarsınız, bu 9,1 çok küçük bulundu, 11, 12, 13 katrilyona çıkar denildi. 11 ayın uygulama sonuçları ortaya çıktı ve 11 ayın sonunda bütçe açığı, henüz 8,6-8,7 katrilyon civarında. Dolayısıyla, yıl sonunda 9,1 katrilyonun bir miktar üzerinde bir açıkla kapanacak.

Vergi gelirlerindeki artış hedefin üzerinde, yüzde 57'yi bulmuştur kasım ayında. Yani, Türkiye'nin güzellikleri de var, sevinebileceğimiz durumları da var.

Yeni, çok zor bir çağa giriyoruz; kendimize çekidüzen vermemiz lazım, yeni bir anlayışa girmemiz lazım, demokraside, siyasette, ekonomik alanda. Ee, onu yapıyoruz. Elbirliğiyle çalışalım. Eksiğimiz olabilir; bu, ortaya konulabilir; işte, zemin burası. Yoksa, birbirimizi, bu mübarek günde hırpalayarak : "Siz yapamazsınız, siz bilemezsiniz, siz bir depremle mücadele edemediniz..."

Şimdi deprem meselesi... Değerli arkadaşlarım, kolay değil. Bayındırlık Bakanı arkadaşıma önce ben de üzüldüm ya tutmazsa bu söz diye; devlet adına "30 Kasım" sözü verildi. Tutar mı tutmaz mı... Ama, tuttu; kutlayalım arkadaşımızı; tuttu... (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Devlet, sözünü yerine getirdi. Hele bir getiremeseydi bakalım ne denilecekti!

Ee, şimdi doğrudur; vatandaşlarımız, oradaki depremzedelerimiz çeşitli nedenlerle -hak da veriyorum- evlerine girmemiş olabilir; girmelerini sağlayacak tedbirler üzerinde duralım. Bakın, o konuda -bölgede kalınmış, gelinmiş- şunu şunu yapın demek lazım. Yoksa, evlerine girmemiş insan sayısının fazlalığını göstererek ne kazanırız ki?!. Devlet, buraya prefabrik ev yapmış ve demiş ki: "Bütün güneydeki, güneybatıdaki evler de, bazı kurumların tesisleri de hazır." Sadece hükümet değil, devlet, bütün fertleriyle gecesini gündüzüne katmış, oraya koşmuş ve "Türkiye'nin bir numaralı meselesi depremdir" demiştir; Sayın Başbakan demiştir, bakanlarımız demiştir, Cumhurbaşkanımız daima demiştir ve bu konunun üzerinde durmuştur. Ama, ufak tefek aksaklıklar olmaz mı?!

Şimdi, önümde var -vakit almamak için söylüyorum- yapılan yardımlar tek tek burada sayılıdır. Yapılmamıştır, edilmemiştir değil... Basın bile takdir etmiştir bu prefabrike konusunda yapılanları...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Hangi basın?!.

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (Devamla) –bakanlarımız demiştir, Cumhurbaşkanımız daima demiştir ve bu konunun üzerinde durmuştur. Ama, ufak tefek aksaklıklar olmaz mı?!. Bir miktar birbirimizi destekleyelim; bir dayanışma dönemindeyiz. Bakınız, önümüzde çok önemli fırsatlar var; Avrupa Birliğine tam üyelik statüsü... Ama, ben bugün söyledim; enflasyon, dünyada bugün, bir elin parmakları kadar az sayıda ülkede vardır. Bize de yakışmıyor bu enflasyon; ama, bunu aşağı çekmek için işte program yaptık. Peki, bu enflasyonu, biz, evimizden getirmedik ki... Şimdi, burada, enflasyon rakamlarına bir baktığımız zaman, ne zamandan başladığını ve nereye kadar gittiğini göreceğiz. Peki, o zaman, bu enflasyon, niye bu Hükümetin sorumluluğunda oluyor?!.

Şimdi, enflasyona şöyle bir baktığımızda; 1994'te toptan eşya fiyat endeksi yüzde 149; 1995'te yüzde 65;1996'da yüzde 84,9; 1997'de yüzde 91; 1998'de yüzde 54'e düşmüş, 1999'da biraz çıkıyor; bugünün meselesi değil ki... İşte bunu önleyeceğiz. Kim önleyecek; Türkiye önleyecek. Hangi Türkiye; 2000 yılında, Avrupa Birliğinin tam üyelik adayı olan bir Türkiye, Grup 20'lerin üyesi bir Türkiye. Bu şekilde gidemez; bunu önleyeceğiz. Bunun bir programı yapıldı. Bu programın, elbirliğiyle, mükemmel bir sonuç vermesi üzerinde gayret sarf edelim. Enflasyon, bizim meselemiz değil.

"Faiz ödemeleri" denildi. Şimdi, faiz ödemeleri, 1996'da gayri safî millî hâsılanın yüzde 10'u, 1995'te yüzde 7,3'ü, 1994'te yüzde 7,7'si... Bakın böyle, ta, 1985'ten itibaren kademe kademe çıkmıştır. Bu faizlerin yıllık büyüklükleriyle, o hükümetin veya o partinin, diğerini de suçlamaması lazım. Bu bir kamu kesimi finansman modelinin sonucudur. Borçlanma ağırlıklı bir modele girildi, bu noktaya geldi; işte, bunu önleyelim diyoruz. Bunu önleyemediğimiz takdirde, bugün, bir başka hükümet de olsa, vergilerinin yüzde 80'ini, 90'ını, mecburdur, vermemesi mümkün değil ki... Bütçe yapmaya oturuyorsunuz, bir fatura geliyor; onu hangi hükümet olsa... Efendim, bunu sen yapmıştın, ben yapmıştım... Geçen yıllara doğru bakıldığında, burada, hümet olmuş partilerin hiçbiri "aa, bende hiçbir kabahat yoktur" diyemez. Ben, bu işin, sadece siyasetçisi değil, aynı zamanda bürokrasisinden geldim. Bu meseleyi düzeltmemiz lazım, onun üzerinde yoğunlaşıp meseleleri götürmemiz lazım.

Sayın Başkan, eğer izniniz olursa -zaten sabahleyin yaptığım konuşmada genel meselelere değindim- arkadaşlarımın üzerinde durmuş olduğu konular üzerinde de görüşlerimi ifade edip, sözlerimi tamamlamak istiyorum.

Fazilet Partisi Genel Başkanı Sayın Recai Kutan "sınır ticareti zorlaştırılmıştır, bölge halkı sıkıntı çekmektedir" buyurdular. Sınır ticaretinin düzenlenmesine ilişkin karara göre, Doğu ve Güneydoğu Anadolu sınır illerimiz olan Ağrı, Ardahan, Artvin, Gaziantep, Hakkâri -bir miktar ilimiz daha var, onları tek tek saymıyorum- Trakya'da Edirne üzerinden komşu ülkelerle sınır ticareti yapılmasına izin verilmiştir. İhracatımızın artırılmasına ve bölgesel kalkınmaya katkı amacıyla düzenlenmiş bulunan sınır ticaretinde, ithalat ve ihracat mevzuatında öngörülen bazı forMalîteler aranmamaktadır; ancak, mevcut uygulamada, dışticaret dengesi aleyhimize işlemekte, özellikle petrolle ilgili sektörel dengeler bozulmakta ve devlet, vergi kaybına uğramaktadır. Buna rağmen, sınır ticaretinin zorlaştırılması söz konusu değildir. Örneğin, Şırnak İli Habur Sınır Kapısında 2 Eylül-13 Aralık 1999 döneminde 55 866 araç girişi olmuş, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına bağlı TPIC tarafından işletilen depoya alınan motorin karşılığında, kamyonculara 61,8 trilyon lira da ödenmiştir.

Sayın Kutan'ın diğer bir sorusu "niçin bir vergi affı düşünülmüyor" şeklindeydi; ama, depremlerin meydana geldiği andan itibaren, vergi alanında depremzedelere her türlü kolaylık sağlanmıştır; esasen, şu anda da mücbir sebepler nedeniyle hiçbir vergi işlemine tabi tutulmamışlardır, son çıkan kanunda da vergi kapsamı dışında tutulmuşlardır; Veraset ve İntikal Vergisinin kapsamı dışında tutulmuşlardır ve mücbir sebep hali de devam etmektedir.

Memur aylıklarına uygulanan artışın yetersizliğinden bahsetti. Biz de isteyerek "yeterlidir" diye verdiğimizi ifade etmedik; ama, ülkenin şartlarını dikkate alarak... Yalnız, yeni bir mekanizmayı getirdik. İlk defa, bu mekanizma meydana geliyor ve memur maaş artış oranı enflasyonun altına düştüğü zaman, otomatik bir şekilde enflasyonun üzerinde bir maaş alma imkânını getiren bir mekanizmayla birlikte gelindi. Dolayısıyla, memurlar, 2000 yılında, enflasyonun üzerinde maaş alacaklardır.

Harcama reformu, Türkiye'nin çok önemli bir konusudur. 2000 yılında bu konuda ciddî adımlar atılacaktır. Bütçe kanunu tasarısı metnine birtakım yetkiler konulmuştur; fevkalade önemlidir. Ayrıca, İhale Kanunu, daha şeffaf ve yeni bir sistemle getirilmektedir. Devlet harcamalarına şeffaflık kazandırılmakta ve günü gününe takip edilmektedir; 2 proje uygulanmaktadır. Dolayısıyla, harcama reformu, 2000 yılında, önemli ölçüde başlamış olacaktır.

Kamu kesiminde yapılan 2,3 katrilyon liralık yatırımın yeterli olmadığını ifade ettir. Bütçede bu faiz yükü olduğu zaman, bazı ödenekler, gerçekten, yeterli değil; ama, Sayın Kutan da gayet iyi bilirler ki, devletin yaptığı yatırım, sadece genel bütçe yatırımıyla sınırlı değil. O konuda da bir miktar bilgi sunmak istiyorum. 2000 yılında, bütçede 2,3 katrilyon lira, mahallî idarelerde, 1,9 katrilyon lira ve diğerleri -iktisadî devlet teşekkülleri dahil- 3,5 katrilyon lira olmak üzere 7,7 katrilyon liralık, kamunun bir yatırımı vardır. Ayrıca, yine, bütçe üzerindeki sabahki konuşmada ifade ettiğim üzere, bütçedışı kaynaklar da yatırımlarda kullanılacaktır.

Genel Başkan Sayın Çiller'in ifade ettiği prefabrike evlerle ilgili konuya biraz evvel değindim.

Bugün, Türkiye'nin bir numaralı meselesi depremdir ve prefabrike evler de taahhüt edilen miktarda gerçekleşmiştir; ama, vatandaşlarımızın oraya yerleştirilmesi konusunda da ilave gayretler içerisinde olunuyor. Halen 9 400 prefabrike konuta aileler yerleştirilmiştir. Özel sektör ve gönüllü kuruluşların da, ayrıca orada prefabrike ev yapımları olmuştur; oraya da 2 568 aile yerleşmiştir.

Az hasarlı konutlarda ikamet eden ailelere, kiracı ya da mal sahibi olduğuna bakılmaksızın 600 milyon Türk Lirası onarım ve barınma yardımı yapılmaktadır. Az hasarlı konut sayısı 68 000 civarındadır. Bugüne kadar 45 000 aileye 27 trilyon lira yardım yapılmıştır.

Bölgedeki esnaflara kredi olarak kullandırılmak üzere, Halk Bankasına 50 trilyon liralık kaynak aktarımı planlanmış ve 25 trilyon lirası aktarılmıştır.

17 Ağustos depreminin hemen sonrasında, umumî hayata müessir afet bölgesi ilan edilmiştir. Daha birtakım yardımlar var; ama, Sayın Başkan, arkadaşlarımın vaktini de almak istemiyorum.

Bu arada, 14 kanun ve kanun hükmünde kararname çıkarılmış, ayrıca 14 kararname düzenlenmiş, 10'larca yönetmelik, tebliğ ve genelge hazırlanarak yürürlüğe konulmuştur.

Barınma ile ilgili düzenlemeler ve kolaylıklar sağlanmış, sosyal katkılarla ilgili kolaylıklar, eğitimle ilgili kolaylıklar, ekonomik imkân ve kolaylıklar getirilmiştir; ama, ne olursa olsun, o bölgemizdeki depremzedelerimizin en ufak sıkıntısı, bizim en büyük problemimizdir. Arkadaşlarımızın ortaya koymuş oldukları izlenimleri de dikkate alarak, bu konu üzerinde yine de duracağız. Arkadaşlarımıza da, bu gayretleri, bu tespitleri için ve bu bölgeye gösterdikleri yakınlıkları için, ayrıca, Hükümet adına teşekkür ediyorum.

Sayın Çiller "toplanan vergiler depremzedelere gitseydi" dediler. Kendileri de çok iyi bilirler, bizim bütçe sistemimizde varidatı tahsisat prensibi yoktur, bütün gelirler bir yerde toplanır. Ama, o geçici vergi olmasa dahi, devlet, bütün imkânlarıyla oradadır. Geçici vergi daha yeni çıktı. 17 Ağustostan beri, sadece vergi kaynağı değil ki... Devlet, bütün kaynağını oraya... Zaten, bünun aksi düşünülemez. Biz, depremle ilgili harcamaları, bir bütçe bütünlüğü ve bütçe birliği içerisinde düzenleyeceğiz, kaynaklar ve harcamalar bir bütün halinde tutulacak ve -Maliye Bakanlığı bu konuda bir tebliğ de neşretti- bütün genel ve katma bütçeli idareler ile iktisadî devlet kuruluşlarından bilgiler alınacak, her kuruş nereye gitti tek tek gösterilecektir. Bu, Hükümetimizin, özellikle Sayın Başbakanımızın ağzından defalarca ifade edilmiştir “deprem bütçesi mutlaka düzenlenecektir" diye.

"Türkiye, yeni bir yüzyıla, en büyük enflasyon, en düşük büyümeyle giriyor" denildi. Bu konudaki görüşümü ifade ettim; Türkiye'nin en büyük enflasyonu ve en büyük büyüme hızının belli bir bağlantısı vardır. Henüz, o rekorun kırılması da mümkün değil; kırmayı da, Allah kimseye nasip etmesin. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

"Faizler düştü, para politikası mucize değildir..." Hayır, iyi sonuçlar şimdiden alınmıştır. İnşallah, bunlar, devamlı olur. Ben, her zaman onu söylüyorum, geçici değil devamlı düzelmeler önemlidir. Yapılan program ona göre düzenlenmiştir. Açıklanan para ve kur politikası, esas, üç yıllık bütçe açığını aşağıya çekme politikasının bir boyutudur, bir unsurudur; kendiliğinden ortaya çıkmış bir politika değildir; hepsi, daha önceden hesap edilmiştir ve onun başarısı, uygulanacak enflasyonu aşağı çekme programının başarısına bağlıdır. Onun üzerinde de, fevkalade büyük bir gayretle duracağız.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarımın değindiği konuların bir bölümüne belki değinememiş olabilirim; ama, vaktin kısıtlı olduğunu düşünüyorum ve Değerli Dışişleri Bakanımız da, dışpolitikayla ilgili, Umumî Heyete bilgi sunacaktır.

O bakımdan, izniniz olursa, ben konuşmamı burada bitirirken, tekrar, 2000 yılı bütçesinin milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, aziz milletimizin ramazanını bir kere daha kutluyorum. (Alkışlar)

Saygılar sunarım Sayın Başkan.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?..

BAŞKAN – Buyurun.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, Değerli Bakan, konuşması sırasında 1994, 5 Nisan kararlarına değindiler; o zamanki Hükümetin Başbakanı olan Sayın Çiller ve beraberindeki arkadaşlarına, Hükümet üyelerine bir nevi sataşma içinde oldular. Bunlara cevap vermek istiyorum müsaade ederseniz. (DSP sıralarından "sataşma yok" sesleri.)

BAŞKAN – Konuşmayı tamamlayalım da efendim, daha sonra bakalım.

Hükümet adına, Dışişleri Bakanı Sayın İsmail Cem; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Kayseri) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; özellikle dışpolitika konusunda yapılmış bazı eleştirilere açıklık getirmek ve özellikle, Doğru Yol Partisi Sayın Genel Başkanının ortaya koyduğu bazı düşüncelere cevap vermek için huzurunuzdayım.

Önce, Çeçenistan'dan başlamak istiyorum. Doğru Yol Partisi Sayın Genel Başkanı "Türkiye, bölge koordinasyonunu tümüyle kaybetmiş; Orta Asya ve Kafkaslar, âdeta, Türkiye'nin ilgi alanının ötesine kaçmış. Çeçenleri kendi kaderine bırakan utanç belgesini, Moskova'da Türkiye imzalamış..." Bunların hiçbiri doğru değildir. Bir defa, Türkiyemiz, belki de hiçbir zaman olmadığı ölçüde Orta Asya'da ve Kafkaslar'da etkindir, etkilidir. Artık, bu etkinlik düzeyi, Kafkasya'nın en önemli meselesine çözümü Türkiye'nin öncülüğünde getirmek şeklinde tecelli edecektir inşallah ve biz, Orta Asya ile ilişkilerimizi, geçmiş hükümetlerde, ama, özellikle bu hükümetimizde en ileri düzeye çıkardık. Hele Çeçenistan... Şimdi, biraz da haksızlık yapmamak icap eder. Çeçenistan'daki insanların durumuna karşı çıkan ilk ülke Türkiye olmuştur. Çeçenistan'dan Gürcistan'a göç edenlere, göçmenlere ilk yardım Türkiye'den gitmiştir; en son, Başbakan Yardımcımız Sayın Bahçeli'nin İslam Kalkınma Bankasıyla teması sonucunda imkân yaratılmış ve ulaştırılmıştır. AGİT zirvesinde, o AGİT bildirisinde, bütün dünyanın, bugün "Çeçen Halkının derdine merhem oldu" dediği sözcükleri Türkiyemiz önermiş, savunmuş ve o sonuç bildirgesine girmesini sağlamıştır. Daha bundan kaç gün önce, üç dört gün önce -biliyorsunuz, o talihsiz insanlar Gürcistan'a kaçabiliyor, göç edebiliyor- Gürcistan Dışişleri Bakanına, Türkiye Cumhuriyetinin Dışişleri Bakanı olarak, Hükümetimiz adına, Hükümetimizden yetkiyi alarak "ne ihtiyacınız varsa, Gürcistan'a ulaşabilmiş Çeçen mültecilere, hangi yardımı istiyorsanız, ben yetkiliyim, bana söyleyin, ben Hükümetime sunayım; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti her türlü yardımı yapmaya hazırdır" dedim. (DSP sıralarından alkışlar)

NECMİ HOŞVER (Bolu) – Ne gönderildi Sayın Bakan?

TURHAN GÜVEN (İçel) – Akan kan durduruldu mu?

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) – Hem sonra, haksızlık etmeyelim. Bakın, biz, Hükümet olarak şunu söyledik: Biz, kendi imzamız bulunan anlaşmalar uyarınca ve kendi anlayışımız uyarınca, ülkelerin toprak bütünlüğünün kutsal bir değer olduğunu savunuruz; Türkiyemiz için de bu böyledir. Türkiyemizde toprak bütünlüğümüze biz nasıl sahip çıkarsak, her ülkenin de toprak bütünlüğüne saygılıyız; ama, biz, şunu da söyledik, dedik ki : İnsan hakları, hele Çeçenistan'daki gibi, kadın, çoluk çocuk gözetmeksizin insanların öldürüldüğü, katledildiği durumlarda insan hakları hepimizin meselesidir. O insan hakları, Çeçenistan'da ihlal edilen, ayaklar altına alınan insan hakları, elbette Türkiyemizin meselesidir. Biz, bunu söyledik.

Gene, üç gün, dört gün önce Bakanlığımız bir açıklama yaptı; o açıklamayı da ben konuşmamda dile getirdim 13 Aralıkta ve orada şunu söyledim: Çeçen Halkının üzerindeki tehdidin, bombalama tehdidinin, bütün bir halkın terörist olarak görünüp hedef alınmasının hiçbir meşruiyeti yoktur; Çeçen Halkının üzerindeki tehdidin bütün insanlara yönelik bir tehdit olduğu düşüncesindeyiz ve bu konuda, Türkiye'nin kararlı, inançlı tutumunu bir kez daha bütün dünyaya, bütün ilgililere ilan etmekteyiz. Biz, bunları söyledik Çeçenistan konusunda. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Hem sonra, şimdi, bunlar da güzel değil; bu da benim kişisel görüşüm: "Milliyetçiliği kimseye bırakmayan partiler...", "Sizin bir itirazınız oldu mu?.." "Yıllarca gençlere Şeyh Şamil'in şiirlerini okutmadınız mı?", "Şimdi millî vicdan soruyor; hepsi bunların bir koltuk uğruna mı?"

Şimdi, bunlar, yakışıksız sözler ve ne Hükümetimizde Demokratik Sol Partinin, Anavatan Partisinin, hele hele Milliyetçi Hareket Partisinin kimseden milliyetçilik dersi almaya ihtiyacı yoktur. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Teknik konulardan söz ediliyor. Şimdi, teknik konuları objektif koymak lazım. Yanlış olur; yani, biz Hükümet olarak, bir teknik konuyu çarpıtırsak, bunun vebali altından kalkamayız. Şimdi, bakınız, bu, Avrupa Birliğinin, Türkiye'nin adaylık başvurusunu kabul ettiklerinin de içinde yer aldığı karar, Helsinki kararı... Sayın milletvekilleri, bir defa, ben, bunları Dışişleri Bakanlığımızın bütçesini savunurken, açıklarken kullanacaktım; ama, şu yanlışı yapmayalım -hele hele bu konuda deneyimli olanlar, dışpolitikada deneyimli olanlar- biz, Avrupa Birliğiyle bir anlaşma imzalamadık; ortada müzakere edilmiş bir anlaşma yoktur. Bizden önceki bütün hükümetlerin de programlarında yazdığı doğrultuda, Türkiyemizin yaptığı bir adaylık başvurusu vardır, tek taraflıdır bu başvuru ve Avrupa Birliği, Helsinki kararında, bu başvuruyu kabul etmiştir. Bunları, saat saat bütçe konuşmamda anlatacağım; ne oldu o gün, nasıl gelişti, hepsini anlatacağım; şimdi ayrıntıya girmemekteyim. Fakat, biz, onlara dedik ki: Bakınız, herhangi bir şekilde Türkiye'nin adaylığını önkoşula veyahut başkalarından farklı koşullara bağlarsanız, hiç bizi aday falan yapmayınız. Bu birincisiydi.

İkincisi -ama, bu çok temel bir ilke- dedik ki: Siz, Avrupa Birliği olarak, bize haksız bazı yaklaşımlarda bulundunuz; bizim hassasiyetlerimizi, hem de o hassasiyetleri hiç anlamaksızın rencide ettiniz. Helsinki kararınızda, bizim hassasiyetlerimize, bizim bütünlük anlayışımıza, bizim inanç dünyamıza, bizim geleneğimize eğer saygısızlık olursa, yine, hiç zahmet etmeyiniz, biz, o şekilde de o adaylığı kabul etmeyiz. Bunlar bize ilişkin konular. Çünkü, biz, bunu, aslında, resmen müzakere etmiyoruz onlarla. Onlar hazırlıyor bunu; bizim dolaylı bir müzakere imkânımız var.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yazılı bir şey var mı Sayın Bakan?

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Var... Var...

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) – Biz, bunu söyledik ve bunu sadece söylemekle kalmadık -ben, o konularda çok dikkatli bir kişiyim- bunları, 30 Kasımda, 10 madde halinde tek tek yazdık, basınımızda da yer aldı. O 10 maddeyi kendilerine yazılı olarak verdik ve bakınız -şimdi geleceğim Kıbrıs konusuna- Kıbrıs konusunda, o 5 inci maddede dedik ki: Biz, Kıbrıs ile Avrupa Birliğini birbirine bağlamıyoruz. Siz tek taraflı bir metin çıkaracaksınız ve bu metinde Kıbrıs için ne derseniz deyiniz, bilin ki, biz politikamızı değiştirmeyeceğiz. Ben, ikili görüşmelerimde bunların hepsini anlattım; ama, orada, yazılı olarak da kendilerine verdim.

Şimdi, ortadaki metin bu. Bu metinde, üç husus var -ki, doğrudan müzakere etme şansımız yok- Türkiye'yle ilgili olan, doğrudan bizi ilgilendiren 12 nci pragraf, upuzun bir metnin bir tane paragrafı Türkiye. Türkiye konusunda bizi rahatsız edecek hiçbir şey yoktur, hele geçmiş dönemlere baktığınız, kıyasladığınız zaman.

Ege konusu... Ege konusunu yanlış anlattı Sayın Çiller; öyle değil, hadise öyle değil. Biz, Ege konusunda hassasiyetimizi hep söyledik. Ege konusundaki metinde, Türkiye'nin 2004 yılında Uluslararası Adalet Divanına gitmesini zorlayan, öngören bir şey yoktur.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Efendim, öyle demedi ki...

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) – Olmayan bir şeye lütfen oldu demeyelim, yoktur; ama, biz, şunu yaptık, dedik ki, bu metin yeterince, bizim için açık değildir, bu metni okuyan yanlış bir şey anlayabilir, bunu istismar edebilir. Bunun üzerine dönem başkanından, dönem başkanı sıfatıyla açıklama geldi; biz onunla da yetinmedik. Koskoca Solana, koskoca Verheugen Brüksel'den kalktı geldi, Başbakanımıza izahatta bulundu.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Burası da koskoca Türkiye, Sayın Bakan.

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) – Ege konusunda bizi rahatsız eden bir husus yoktur.

Gelelim Kıbrıs konusuna... Dediğim gibi, Türkiye bu müzakerede yok; fakat, Kıbrıs konusundaki paragrafa şiddetle karşı çıktık. Bu paragraf Türkiye'nin lehine bir paragraf değildir. Her ne kadar ona en sonda bir cümle, bizim büyük tepkimiz üzerine bir cümle ekleyip de biraz yumuşatmış olsalar dahi, o paragraf, Kıbrıs Rum tarafını cesaretlendiren, Kıbrıs Rum tarafının masadan kaçma eğilimlerini güçlendiren ve Kıbrıs'ta iki tarafın ortak bir çözüme ulaşmasını çok zorlaştıran bir paragraftır. Dolayısıyla, bu, Türkiye'nin elbette lehine değildir; ama, bu, benim müzakere ettiğim, karşılıklı imzalaştığım bir metin değil. Bu, Avrupa Birliğinin kendi içinde hazırladığı bir metindir; ama, şunu söyleyeyim: Haksızlık etmeyelim. Ben bakan olduktan hemen sonra, Avrupa Birliğinin temsilcileri geldiğinde ve kendilerine Kıbrıs'taki davamızı anlatıp işte, Kıbrıs'ta siz şunu yaparsanız biz entegrasyona kadar elbette gideriz dediğimde, bana verdikleri tepki şu olmuştur: "Sayın Bakan, biz böyle bilmiyoruz bu meseleyi. Biz, Türkiye'nin Kıbrıs konusunda Avrupa Birliği politikasına onay verdiği izlenimini aldık" ve ben, orada, bu izlenimin yanlış olduğunu, hatta o dönemdeki Dışişleri Bakanının gümrük birliği anlaşmasının hemen ertesinde, Kıbrıs konusundaki politikamızın değişmeyeceğine dair yaptığı çok önemli konuşmayı hep örnek gösterdim; fakat, her nedense, biz işe başladığımızda, muhataplarımızda böyle bir yanlış algılama, anlayış vardı ve biz, o noktadan aldık, bugün, Birleşmiş Milletlerin son kararı çerçevesinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin izni olmadan, onayı olmadan, Barış Gücünün Kıbrıs'ın kuzeyine yerleşemeyeceği ikrarına kadar olayı getirdik. Şimdi, kalkıp da, Türkiye'nin Kıbrıs'tan taviz verdiğini söylemek... Bunlar haksızlıktır, doğru değildir.

Şimdi, bir başka konu, gene eşit kıstastan hareketle, "Bulgaristan müzakereye başlıyor, Türkiye başlamıyor. Bulgaristan'ın bile gerisindeyiz, onlar başlayacak; dolayısıyla da, eşit kıstas yok." Sayın milletvekilleri, bunlar doğru değildir. Bulgaristan eğer başlıyor ise, Bulgaristan bizden iki yıl önce, 1997'de aday olduğu için ve geçen iki yıl içinde de bu Kopenhag kriterleri denen -ve maalesef, Türkiyemizde zaman zaman yanlış da anlaşılan- o ölçüleri tamamladığı için başlıyor; yoksa, Bulgaristan'a ayrıcalık yapıldığı için değil ve bir de kendimize haksızlık etmeyelim.

Bakın, siyasette herkesin hakkını vermek lazım. Biz, bugün, aslında, diğer aday ülkelerin hemen hepsinden dört yıl avanslıyız, dört yıl öndeyiz. Türkiye, sıradan aday değil, Türkiye önde. Neden önde; çünkü, dört yıl önce -ki, onu yapanları da ben hep saygıyla anmaktayım- Gümrük Birliği Anlaşmasını yapmış. Türkiye'nin ekonomisi, dört yıldan beri, zaten, Avrupa Birliğiyle sınaî ürünlerde bütünleşmiş vaziyette. Yani, biz, böyle, ilk baştan başlamıyoruz. Şimdilerde moda olan bir telaş, aman ne yapacağız, bir an önce şunu da tamamlayalım, bunu da tamamlayalım... Birincisi, bazı şeyleri Türkiyemiz zaten tamamlamış. Biz Türkiye olarak, sizin oylarınızla bundan kısa bir süre önce, Akreditasyon Yasasını geçirdik, Gümrük Yasasını geçirdik, tüketiciyi koruma mevzuatımız; fevkalade zor olan, karmaşık olan fikrî, sınaî mülkiyet mevzuatımız, rekabet yasalarımız_ Biz, bunları zaten yaptık; biz, zaten, birçok aday ülkenin önündeyiz. Bu adayların büyük bir kısmı, dört yıl sonra gümrük birliğini yapmanın hayalini dahi kuramaz; Türkiye olarak, biz, buradayız.

Türkiye olarak, böyle, telaşa kapılacak, "eyvah ne yapacağız, mümeyyizler gelecek, tekmil vereceğiz" gibi, böyle bir durumumuz yok. Türkiye olarak, kimsenin bizi zorladığı; kimsenin, böyle, bastıra bastıra, Türkiye'yi istemediği noktalara götürmesi_ Böyle bir şey söz konusu değil; bu bir anlaşma, bu bir uzlaşma; birlikte oturacağız, konuşacağız, bir zamanlamasını yapacağız; ama, bizim sıkıntımız varsa, hayır, ille de bunu yapacaksınız_ Yok öyle bir şey.

Bizim, zinhar kendimizi herhangi bir aday olarak görmememiz lazım. Biz, herhangi bir aday değiliz. Hangi aday, arkasında, yediyüz yılın, binbeşyüz yılın tarihiyle; hangi aday, bunca, yüzlerce yıllık kültür birikimiyle Avrupa Birliğine girmekte; hangi aday, bir yeni dünyanın, yeni medeniyetin, İslamın, Doğunun bilgeliğini, kültürünü, deneyimini Avrupa Birliğine katmakta? Bunu, Türkiye yapıyor. Türkiye, Avrupa Birliğinin önüne, medeniyetleri açıyor. Türkiye, Avrupa Birliğiyle bir medeniyetler çatışması denilen_ Bunu iki sene önce ben, yabancı basında yayımlanan bir makalemde çok ayrıntılı işlemiştim; o zamanlar çok modaydı "dünya, medeniyetler çatışmasına gidiyor" deniliyordu ve benim de tezim şuydu: Eğer, dünya medeniyetler çatışmasından kendini koruyacak ise, orada, Türkiye'nin çok önemli işlevi olacaktır ve Türkiye, medeniyetlerin çatışmasını değil, uzlaşmasını sağlayabilecek tek ülke konumundadır. Bunları, artık anlayalım.

Örnek olarak söylüyorum: Helsinki'den on gün kadar önce, Avrupa Birliğinin en üst düzey yetkilileriyle yemekteki bir konuşmamızda, ben bunları anlatmaya çalışıyorum "bakın, işte, Türkiye böyledir; Türkiye, medeniyetler çatışması... Türkiye bambaşka bir boyut, bambaşka bir medeniyet, başka bir âlem, başka bir tarihsel gelişme süreci" bunları anlatıyorum. Avrupa Birliğinin en üst düzey yetkilisi "Sayın Cem, biz, zaten, bundan ötürü sizi aday yapmak için çalışıyoruz" dedi. Yani, biz de görelim bunları; biz, herhangi bir aday değiliz.

Sayın milletvekilleri, biraz uzattım; ama, bunları söylemek ihtiyacını duydum. Bir de, son olarak bir konuya değinip bitirmek istiyorum: Şimdi, efendim "bir teröristbaşının Mandela haline sokulmasından endişelerim var..." Ee, elinsaf... Elinsaf... Yani, düşünebiliyor musunuz, şu koalisyonu kuran koalisyondaki partiler, Sayın Meclisimizde bulunan diğer partiler, hangimiz, teröristbaşının bir Mandela'ya dönüşmesi için bir şey yaparız, böyle bir vahim hatayı işleriz?! Yani, şunu düşünebiliyor musunuz, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ve teröristbaşını o uzak Afrika'dan alıp getirip Türk adaletine teslim eden o hükümetin Başbakanı- bugünkü hükümetimizin Başbakanı- kalkıp da, teröristbaşını Mandela'ya dönüştürecek?! Buna, ben, insafsızlık diyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

NECMİ HOŞVER (Bolu) – "Avrupa yapar" dediler... Sayın Bakan, bazı şeyleri siz anlamamışsınız...

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) – Sayın milletvekilleri, bu Avrupa Birliği olayı, aslında, halkımızın, milletimizin önüne açılmış bir ufuktur. Böyle, büyük korkularla, büyük endişelerle değil; elbette menfaatımızı da bileceğiz, kendi hakkımızı da savunacağız; ama, bu güzel bir olaydır ve biz, bu yola çıkarken, kendi kimliğimizle, kendi ulusal kişiliğimizle... Öyle, gireceğiz de, birden bire her şeyimiz değişecek; yok öyle birşey. Zaten, bizi, kendilerine benzediğimiz için almadılar aralarına; bizi, kendilerinden çok farklı bir boyut taşıdığımız için Avrupa Birliğine aldılar. (DSP sıralarından alkışlar) Nasıl, Fransa Avrupa Birliğinden önce hangi Fransa'ysa, bugün aynısı; İngiltere öyle. Türkiyemiz de, özünü de, kişiliğini de, kimliğini de koruyacaktır ve biz, bu Avrupa Birliği meselesini, bütün partilerin verdiği güçle çözüm yoluna koyduk. Biz, Millet Meclisimizin, halkımızın verdiği destekle bir noktaya getirdik ve Avrupa Birliğini Türkiyemiz açısından mutlu bir başlangıca da elbirliğiyle, gönül beraberliğiyle dönüştüreceğiz.

Bu inançla, hepinize saygılar sunuyorum, sevgiler sunuyorum efendim. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkanım, biraz evvel, çok değerli Malîye Bakanımız, ifadelerinde, 5 Nisan 1994 kararlarından bahsederken, o günkü hükümetin yapmış olduğu bu politik ve malî davranışın, bir nevi tenkitini ifade ettiler ve bir sataşma olarak, ben, bunun üzerine söz istemiştim; ama, biraz evvel, değerli Dışişleri Bakanımız da, ifadelerinde, bu sataşmaya bir eklemede daha bulundular; bu nedenle, müsaade ederseniz oradan ifade etmeye çalışayım.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Yok, olmaz öyle şey...

BAŞKAN – Şimdi, efendim, sizinki çok genel bir değerlendirme; yani, hangi...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Bakanlar da genel değerlendiriyor efendim.

BAŞKAN – Ama, tüzüğümüzde öyle bir... Lütfen...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Efendim, sataşma var mı, yok mu; siz, bunu takdir buyurun, ondan sonra...

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Yoktur efendim.

BAŞKAN – Ama, neye sataşma? Şimdi, herkes...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Ben diyorum, 5 Nisan kararlarında sataşma olduğunu ifade ediyorum.

BAŞKAN – Ama, 5 Nisan kararlarını, birisi eleştiriyor birisi müdafaa ediyor; yani, bunu başka türlü değerlendiremeyiz ki! (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

TURHAN GÜVEN (İçel) – Ben, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bir bakanının, bir başka devletin siyasî kimliği olan kişisi için söylediği "koskoca" tabirini hazmedemediğim için de söz almak istiyorum. (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Ama, efendim...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Cem de koskoca bir bakandır. Ne farkı var?! Onlardan daha mı eziğiz biz, daha mı ufağız yani?!

BAŞKAN – Siz de, zaten, hükümetin icraatını beğenmediniz değil mi efendim; onu dile getirdiniz...

TURHAN GAVEN (İçel) – Sayın Başkan, söz vermek niyetinde değilsiniz; onu söyleyin, tamam.

BAŞKAN – Hükümetin icraatını beğenmediniz; bu müzakerelerde bunlar gayet tabiî; onun için, lütfen, mazur görün...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Söz vermek niyetinde değilsiniz; onu söyleyin bana.

BAŞKAN – Peki efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, hükümetin icraatını eleştirirken mavi akımdan da bahsetti; hükümet niye ona cevap vermiyor?

BAŞKAN – Efendim, o, hükümetin takdirinde; değil mi?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Dışişleri Bakanı cevap verdi; Enerji Bakanı da çıkıp bu mavi akım hakkında cevap versin.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...

Şahısları adına, aleyhte söz isteyen Sayın Evliya Parlak; buyurun efendim.

Süreniz 10 dakika.

EVLİYA PARLAK (Hakkâri) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum. Ben de, huzurunuza, 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı hakkındaki kişisel düşüncelerimi arz etmek üzere çıkmış bulunmaktayım.

Hepimizin bildiği gibi, bu hükümetin kuruluşundan hemen sonra, 1999 yılının ikinci altı aylık bütçesi bu Meclisten geçti ve yaz boyunca, bu hükümet, Meclisteki üstün çoğunluğu ve burada sağlanan uzlaşma sayesinde ekonominin önündeki birçok tıkanıklığı giderici anayasal ve yasal değişiklikleri başarıyla neticelendirmiştir. Ancak, 1999 yılı, gerek bütçesi ve gerekse programının, hepimizi hatta bütün dünyayı üzüntüye boğan iki deprem olayıyla başarısız kaldığı bir gerçektir; çünkü, dünyanın, belki hiçbir ülkesinde bu kadar geniş alanı kapsayan bir felaket, bu yüzyılın içerisinde, görülmemiştir.

Şimdi, 2000 malî yılı bütçesine baktığımız zaman, bütçe rakamlarının da bizi pek memnun ve mutlu eder durumda olmadığını görmekteyiz. 47 katrilyonluk bir bütçenin giderlerine karşılık, ilk günden 14 katrilyonluk bütçe açığının bulunduğunu, giderlerinin büyük bir kısmını teşkil eden 21 katrilyonluk ödeneğin de borç ve faiz ödemelerine gittiğini görmekteyiz. Ülkemizi daha çok refaha ulaştıracak, insanımızı mutlu edecek yatırımlara ise, sadece yüzde 5'lik bir miktar olan 2,5 katrilyon civarında bir ödeneğin yer aldığını görüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bütçe ile insanımıza daha mutlu bir 2000 yılı yaşatmak mümkün değil. Hükümetimiz, aldığı yasal ve anayasal tedbirlerden sonra özelleştirmenin önünü açmış, yabancı sermayenin gelişini kolaylaştırmıştır; onun için, özellikle bu yatırımların gerçekleşmesi için, inşallah, bu şekildeki icraatlarına ağırlık verir.

Ayrıca, bilhassa devletin, tasarrufa yönelik nasıl vergi kanunları çıkarıyorsak, mutlak surette, bir de harcama kanunları çıkarması; yani, radikal birtakım tedbirler, gerekirse, kanunlara bağlanmalıdır; bunu beklediğimizi de vurgulamak istiyorum.

Tabiî, 2000 yılı başında hepimizi mutlu eden ve biraz önce konuşan değerli Dışişleri Bakanımızın çok güzel ifade ettiği Avrupa Birliğine aday ülke oluşumuz en büyük olaydır bizim için; ama, 2000 yılı başında, hükümet-Meclis işbirliği içerisinde, Avrupa Birliğine aday ülke niteliklerini kazanmak için, geceli gündüzlü çalışmamız gerektiğini de vurgulamak istiyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Hükümetimiz, Mecliste oluşmuş bulunan Partilerarası Uzlaşma Komisyonunda, önce Anayasanın önümüzdeki tıkanıklıklarını ortadan kaldırıcı düzenlemelere ağırlık vermelidir. Onun arkasından -Sayın Başbakanımızın ifadesiyle söylüyorum- Avrupa Birliğine aday bir ülkenin yaşamına yakışmayan yasa değişikliklerini mutlaka yapmamız lazım.

Bir hafta içerisinde hepimizi üzüntüye boğan iki olay olmuştur. Birisi, bir siyasetçinin, düşüncelerinden dolayı tekrar hüküm yiyerek hapse gitmesi; ikincisi de, daha ilkokul çağında sayılan; yani, ilköğretim çağındaki çocukların "ben öğretmen istiyorum" diye bir kâğıt yazıp, bunun akabinde içeri atılması. Bu yasaların mutlaka düzenlenmesi lazımdır.

Sayın Başkanım, değerli üyeler; ayrıca, 2000 yılının başında ve Avrupa Birliğine aday üye olan bir ülkede olağanüstü hal uygulamasını sürdürmeye devam etmemeliyiz. Ülkenin tümünde, insanlarımıza, bütün kanunların, Anayasanın eşit uygulanmasını sağlamalıyız. Bu bağlamda, özellikle, Anavatan Partisi Genel Başkanı Sayın Mesut Yılmaz Beyin, gerek geçen hafta Diyarbakır'da "Avrupa Birliğine giden yol Diyarbakır'dan geçer" sözleriyle başlayan açıklamaları ve gerekse bu kürsüden bugün yaptığı açıklamalar, hem bölge halkını hem Türk insanımızı hem Meclisimizi umutlandırmıştır. Kendilerini tebrik ederim; ancak, hükümeti oluşturan bir partinin Genel Başkanı olarak kendisinden beklentilerimiz de fazladır; çünkü, bugün, bu hükümeti oluşturan bir partinin Genel Başkanı, bu ifadeleri söylemekle kalamaz; mutlak surette, bu hükümet içerisinde icraatların gerçekleşmesini de sağlamak üzere çaba göstereceğine olan inancımı vurgulamak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli üyeler; biraz da, doğu ve güneydoğunun, 1999 yılı programında olup aksaklıklarla devam eden meselelerinden söz etmek istiyorum. Hükümet Programımızda, artık, terörden kurtulan köylümüzün köyüne dönmesi hususuna ağırlık verilmesi gerekirken, maalesef, bu konuda bir arpa boyu yol alınmamıştır; buna mutlaka önem vermemiz gerekiyor.

İkincisi; sınır ticareti, maalesef, son iki üç ayda, gerçekten, büyük çapta zayıflamış, âdeta, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Gerek mazot ticareti gerek hayvan ticareti kısıtlamalara tabi tutulduğundan, yüzbinlerce aile perişan durumdadır.

Samimî olarak bir şeyi daha vurgulamak istiyorum : Kışın en şiddetli olduğu bugünlerde, -hayvan ticaretinin kesildiği eylül ayından itibaren- satış için, köylülerin ve halkın elinde bulunan 10 000'in üzerinde küçük ve büyükbaş hayvanın- her türlü yasal prosedür yerine getirilmiş olmasına rağmen- Van'daki Et Balık Kurumuna götürülmelerine dahi imkân verilmemektedir.

Sayın Bakan, bugün, emirleriniz doğrultusunda, gerekli tespitleri, kontrolları yapılıp, küpeler takılan, diğer yasal belgeleri de tamamlandıktan sonra, Şemdinli ve Yüksekova'da bekletilen bu hayvanların, en kısa sürede, hiç olmazsa, yakın Et Balık Kurumlarına veya mezbahalara satılmalarına müsaade etmenizi istirham ediyorum; aksi halde, bu millî servet yok olacak ve vatandaşlarımız büyük çapta mağdur olacaklardır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; bölgede, bir de 1999 yılı programında olan önemli yatırımlar var. Bunlar, baraj yapımları, havaalanı yapımları gibi... Bunlardan bir baraj örneği vereceğim: 23 trilyonluk ödeneğe ihtiyaç duyulan bir yatırıma karşılık, 1 milyarlık bir ödenekle "programda var" demek halkla dalga geçmek demektir. Benim, yine, hükümetten istirhamım şudur: Bu türlü yatırımları programdan ya temelli çıkaralım veya millî gelirimizden, gerçekten, böyle bir yatırıma pay ayıramıyorsak, bu yatırımları yap-işlet-devret modeliyle mutlaka ele alalım.

Bir de, bölgedeki belediyelerden söz etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, gerçekten, köyden göç başladıktan sonra, en küçük ilçemiz 3 kat, 4 kat fazla nüfusa sahip olur hale gelmiştir. Belediyelerin özgelirleri olmadığı için, yıllardan beri, parti farkı gözetilmeden, bütün hükümetler bunu koruma altına almıştır. Hükümetlerin koruması yetmemiş, rahmetli Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanlığı döneminden itibaren ve Cumhurbaşkanımız Sayın Demirel döneminde, belediyeler, özel bir korumayla desteklenmiştir. Bugün, aynı korumanın hükümetiniz tarafından sürdürülmesinde büyük yarar vardır, parti farkı gözetmeden. Çünkü, orada nüfusun yüzde 80'i, yüzde 90'ı il ve ilçe belediyelerinin sınırları içinde yaşamaktadırlar.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; devlet memurluğu sınavına da değinmeden geçemiyorum. Malumunuz olduğu üzere, 17 Ekimde sınav yapıldı ve sonuçları açıklandı. Şimdi, bir yönetmelik düzenlenmektedir ve sınavı kazanan vatandaşlarımız, tercihleri doğrultusunda yerleştirilecektir. Benim, hükümetten istirhamım olacak; bu yerleştirmeye ilişkin yönetmelik yapılırken, özellikle ilköğretim, ortaokul ve lise mezunlarına hitap eden kadrolar için yerleştirme yapılırken...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – 1 dakika süre veriyorum.

EVLİYA PARLAK (Devamla) – ... yani, açıkça, odacılık ve benzeri ufak memuriyetler için, tercihlerin, il içerisinde- çünkü, kırsal kesimde bu insanlar daha düşük puan almıştır- o ile göre yerleştirme yapılmasında büyük yarar olduğunu arz etmek istiyorum.

Sayın Başbakanımızdan bir istirhamım olacak: Sayın Başbakanımızın çok yoğun bir mesai harcadığını saygıyla takdir ediyoruz; ancak, bir istirhamımı da burada açıklamadan edemiyorum. Hakkâri'nin üç milletvekiliyle temsil edildiği hepinizce bilinen bir gerçektir; bir arkadaşımız Anavatanlı, birisi Doğru Yol Partisine mensup, bendeniz de, şimdilik, bağımsız bir milletvekiliyim. Biz, Hakkâri'nin hayatî sorunlarını Sayın Başbakanımıza arz etmek üzere, aylardan beri bir randevu talebinde bulunuyoruz; maalesef, bu fırsatı bize vermediler. Ben, şimdi, bunu, kendi takdirlerine arz ederim.

2000 yılı bütçesinin milletimize, memleketimize hayırlı olmasını diler, hepinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile...

MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, İçtüzüğün 60 ıncı maddesinin dördüncü fıkrası gereğince, çok kısa olarak, yerimden konuşmak üzere söz istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, ben, görüşmelerin tamamlandığını ilan ettim.

NECMİ HOŞVER (Bolu) – Sorular var Sayın Başkan.

HASAN EKİNCİ (Artvin) – Arkadaşımız soru soracak Sayın Başkan.

BAŞKAN – Şimdi, efendim, bakın, tekrar ediyorum: Ben, görüşmelerin tamamlandığını söyledim. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, bunların oylamasına geçeceğiz efendim, onları okuyacağım.

Şu anda soru sorma imkânı da yok İçtüzüğümüze göre. Bu, ancak, turlar başladığı zaman mümkün. Ben, onun için, size söz veremeyeceğim. Sözü, turlarda alacağınızı ümit ediyorum efendim.

MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Tamam efendim.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, devam ediyorum.

Şimdi, 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Saymadınız Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayıyorum efendim.

2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1998 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2000 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1998 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Böylece, 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

Şimdi, sırasıyla, her 4 tasarının da, 1 inci maddelerini okutuyorum:

2000 MALÎ YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ KISIM

Genel Hükümler

BİRİNCİ BÖLÜM

Gider, Gelir ve Denge

Gider Bütçesi

MADDE 1 – Genel Bütçeye giren dairelerin harcamaları için bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere (46 702 436 000 000 000) liralık ödenek verilmiştir.

1998 MALÎ YILI KESİNHESAP

KANUN TASARISI

Gider Bütçesi

MADDE 1.– Genel bütçeli idarelerin 1998 Malî Yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (15 466 377 899 297 000) lira olarak gerçekleşmiştir.

KATMA BÜTÇELİ İDARELER 2000 MALÎ YILI

BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ KISIM

Genel Hükümler

Ödenekler, Öz Gelirler, Hazine Yardımı

MADDE 1.– a) Katma bütçeli idarelerin 2000 yılında yapacakları hizmetler için (3 320 801 822 000 000) lira ödenek verilmiştir.

b) Katma bütçeli idarelerin 2000 yılı gelirleri (125 000 000 000 000) lirası öz gelir, (2 435 608 822 000 000) lirası Hazine yardımı, (760 193 000 000 000) lirası yükseköğretim kurumlarının cari hizmet giderlerine yapılacak Devlet katkısı olmak üzere toplam (3 320 801 822 000 000) lira olarak tahmin edilmiştir.

1998 MALÎ YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER

KESİNHESAP KANUN TASARISI

Gider Bütçesi

MADDE 1.– Katma bütçeli idarelerin 1998 Malî Yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (1 499 966 492 665 000) lira olarak gerçekleşmiştir.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Anayasanın 164 üncü maddesi uyarınca, bütçe kanunu tasarıları ile kesinhesap kanunu tasarılarının görüşmeleri birlikte yapılacağından, okunmuş bulunan 1 inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 2000 malî yılı bütçeleri ile 1998 malî yılı kesinhesaplarının görüşmelerine yarınki birleşimde başlanılacaktır.

Programa göre, kuruluşların bütçe ve kesinhesapları ile bütçe günlük programı üzerindeki görüşmeler saat 24.00'ten önce bittiği takdirde de diğer kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 20 Aralık 1999 Pazartesi günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

 

 

Kapanma Saati: 21.29

 

III. — SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. — Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, Susurluk olayları konusundaki Meclis Araştırması Komisyonu raporunda yer alan önerilerin değerlendirilmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/813)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğini saygı ile arz ederim.

Mehmet Elkatmış

Nevşehir

Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından oluşturulan ve benim de Başkanı olarak görev yaptığım “Yasadışı Örgütlerin Devletle Olan Bağlantıları ile Susurluk’ta Meydana Gelen Kaza Olayının ve Arkasındaki İlişkilerin Aydınlığa Kavuşturulması Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu” çalışmaları neticesinde bir rapor hazırlayarak TBMM Başkanlığına sunmuş ve bu rapor TBMM Genel Kurulunda da müzakere edilmişti.

Sorular

1. Bu rapor, Başbakan Yardımcısı veya Başbakan olarak içinde bulunduğumuz Hükümetlerce değerlendirildi mi?

2. Bu raporda belirtilen tespit ve teklifler hakkında, Başbakan Yardımcısı veya Başbakan sıfatıyla tarafınızca ne gibi işlemler yapılmıştır ve soruşturmalar açılmıştır?

3. Hükümetlerce bu raporda belirtilen hususlarla ilgili yapılan işlemler veya soruşturmalardan neticelenenler oldu mu? Olduysa bunlar nelerdir?

T.C.

İçişleri Bakanlığı

Emniyet Genel Müdürlüğü 18.12.1999

Sayı : B.05.1.EGM.0.12.01.01/282664

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) TBMM Başkanlığının 5.11.1999 tarih ve A.01.O.GNS.0.10.00.02-(7/813)-2375/6239 sayılı yazısı.

b) Başbakanlığın 15.11.1999 tarih ve B.02.0.KKG.0.12/106-96-19/5611 sayılı yazısı.

Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ve Sayın Başbakanımıza yöneltilen ve Başbakanımızca da kendileri adına tarafımdan cevaplandırılması istenilen yazılı soru önergesinde ileri sürülen hususlarla ilgili yanıt aşağıya çıkarılmıştır.

1.2 Kutlu Savaş tarafından hazırlanan ve kamuoyunda “Susurluk Raporu” olarak bilinen rapor, Susurluk Olayının kapsamı dahilinde bulunan birçok olayı genel olarak tespit ederek, bir çerçeve çizmekte ve bu tespitleri doğrudan Sn. Başbakanın bilgisine sunmayı amaçlamaktadır. Nitekim rapor Sn. Başbakanın bilgisine sunulduktan sonraki aşamada rapor muhteviyatında yer alan ve aynı zamanda raporun teklifleri bölümünde önerilen hususlarda Sn. Başbakanın talimatları ile bu kez ayrı ayrı incelemeler ve soruşturmalar açılmıştır.

Diğer taraftan Susurluk Olayının herhangi bir kamu kurumunda gerçekleşen tüm belge ve bilgileri mevcut, her zaman rastlanılan türden bir usulsüzlük veya yolsuzluk olayı gibi değerlendirilmesi de olayın içerdiği grift ilişki ve konular dikkate alındığında mümkün görülmemektedir. Bu anlamda; bu konuda yürütülen çalışmaları mutat soruşturma yöntemleri gibi düşünmemek gerekmektedir.

Susurluk Olayı ve raporunun bir diğer boyutu ise, bu çerçeve içerisinde yer alan kişi ve kamu görevlilerinin ceza ve disiplin hukuku açısından cezalandırılması dışında, bu kişiler hakkında idarî yönden de tedbir ve önlemlerin alınması yoluna gidildiği hususudur. Sadece kişiler hakkında ceza verilmesi değil, kamu iradesinin aksayan yönlerinden kaynaklanan hususlar da tespit edilerek bunlara ilişkin alınması gereken önlemlerin uygulamaya konulması sağlanmaya çalışılmıştır.

Raporun teklifler bölümünde yer alan istemlere ilişkin olarak açılan inceleme ve soruşturmalar şunlardır :

Kumarhaneler ve talih oyunları salonları :

Turizm Bakanlığının talih oyunları salonlarıyla ilgili tüm işlemleri için kapsamlı bir soruşturma yapılması emrinin verildiği, Başbakanlık Müfettişleri koordinatörlüğünde Bakanlığım, Malîye, Turizm Bakanlıkları ve Gümrük Müsteşarlığı denetim organlarından da yararlanılarak yapılan soruşturmalar neticesinde; Turizm Bakanlığı görevlileri hakkında düzenlenen fezlekelerin gereği için Danıştay 2 nci Dairesine doğrudan Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi gereken tespitlerin ise, Cumhuriyet Başsavcılıklarına intikal ettirildiği,

Emniyet Genel Müdürlüğündeki hibe-kayıp silahlara ilişkin olarak (7/808) sayılı önergede detaylı olarak bilgi verilmiştir.

Nesim Malki ve Yener Kaya’nın öldürülmesi :

Bu konuda 1998 yılı içerisinde Başbakanlık makamınca soruşturma onayının verildiği, Başbakanlık Müfettişi koordinatörlüğünde Adalet Bakanlığı Müfettişleri ile Malîye Müfettişlerinin katılımıyla 1 yıla yakın bir süre soruşturma yürütüldüğü, soruşturma neticesinde düzenlenen rapor ile tespit edilen hususların C. Başsavcılığına iletildiği,

Eximbank, Türkmenistan ve Emperyal şirketi ilişkileri :

Bu konuda 1998 yılında Başbakanlık Makamınca inceleme soruşturma onayı verildiği, Başbakanlık Müfettişleri ile birlikte bir Bankalar Yeminli Murakıbınca çalışma yürütüldüğü, çalışmanın tamamlandığı ve raporun Başbakanlık Teftiş Kurulunca yazım aşamasında olduğu,

Emlakbank, Vakıfbank, Halk Bankası, Kalkınma Bankasındaki hususlar :

Bu hususlara ilişkin olarak (7/811) sayılı önergede detaylı olarak bilgi verilmiştir :

22 nci teklifte yer alan M. Ali Yaprak ve kaçırılması olayı ile ilgili olarak (7/810) sayılı önergede detaylı olarak bilgi verilmiştir.

Eze zeytincilik, Erol Evcil’e verilen kredi işlemlerine ilişkin :

1998 yılında Başbakanlık makamınca verilen soruşturma onayı gereği Başbakanlık Müfettişi ve Bankalar Yeminli Murakıbından oluşan bir heyetçe çalışma yürütüldüğü, İş Bankası ve Türk Ticaret Bankasının sorumluluğu tespit edilen görevlileri hakkında Bankalar Kanununa göre gerekli mercilere başvurulabilmesi açısından rapor Hazine Müsteşarlığına intikal ettirildiği,

BAYSA şirketinin BOTAŞ’tan aldığı ihale ve devamında petrol çamurunun İSDEMİR’e satışı işlemlerine ilişkin;

Başbakanlık makamınca 1998 yılında soruşturma emri verildiği, Başbakanlık müfettişi koordinatörlüğünde Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Bakanlığım ve BOTAŞ Genel Müdürlüğü Müfettişlerinden oluşan heyetçe 1 yıla yakın bir süre çalışma yürütüldüğü, soruşturma neticesinde düzenlenen raporun Ankara C. Başsavcılığına intikal ettirildiği, raporda yer alan hususlarda hukukî, malî, disiplin ve idarî yönlerden gereği yapılmak üzere rapor örneğinin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına gönderildiği, ayrıca Susurluk Olayı ile bağlantısı sebebiyle rapora ilişkin makam onayı örneğinin İstanbul DGM Başsavcılığına iletildiği anlaşılmıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

Sadettin Tantan

İçişleri Bakanı

2. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, İzmir Tabip Odası üyesi bir doktorun gözaltında kötü muamele gördüğü iddiasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/839)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İçişleri Bakanı Sayın Sadettin Tantan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmak üzere aşağıdaki sorularımı arz ederim. 1.10.1999

Ertuğrul Yalçınbayır

Bursa

Sorular :

“Hiç kimse işkenceye veya gayrîinsanî veya küçültücü ceza ve muameleye tabi tutulamayacaktır” şeklindeki Avrupa İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Dair Sözleşme hükümlerini hatırda tutarak :

1. İzmir Tabip Odası Üyesi Dr. Zeki Uzun’un 19 Ekim 1999 günü sıradaki hastalarına bakma fırsatı verilmeden muayenehanesinde gözaltına alınmış mıdır?

2. Dr. Zeki Uzun Terörle Mücadele Şubesine (TUŞ) götürülürken ve TUŞ’de hakaret, dayak ve kötü muameleye maruz kalmış mıdır?

3. DGM’ye sevkedilen Dr. Uzun hakkında DGM tarafından ne karar verilmiştir?

4. Hasta haklarına riayet muaheze ve kötü muamele sebebi olabilir mi?

5. Konu hakkında İzmir Tabip Odası Başkanının iyi hekimliğe yanıt : İşkence başlıklı açıklaması üzerine ne gibi işlem yapılmıştır?

T.C.

İçişleri Bakanlığı

Emniyet Genel Müdürlüğü 18.12.1999

Sayı : B.05.1.EGM.0.12.01.01/282665

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 16.11.1999 gün ve A.01.GNS.0.10.00.02-2702-(7/839)-2466/6325 sayılı yazısı.

Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ve tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması istenilen soru önergesinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.

1. Pişmanlık Yasasından faydalanmak isteyen PKK terör örgütü mensubu bir şahsın sorgulanmasından sonra göstermiş olduğu yerlerde ele geçirilen örgütsel dokümanlarda Dr. Hacı Zeki Uzun’un adının örgüt bağlantılarında güvenilir kişi olarak ve iki bayan örgüt mensubunu tedavi ettiği şeklinde geçmesi üzerine şahsın 19.10.1999 günü güvenlik kuvvetlerince işyerinde yakalanarak, İzmir Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alındığı,

2. Dr. Hacı Zeki Uzun isimli şahsın gözaltında kaldığı süre içerisinde, 19.10.1999 ve 23.10.1999 tarihlerinde İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 25.10.1999 tarihinde İzmir Gülkaya Şehit Er Alparslan Altıkulaç Sağlık Ocağı Tabipliğinden alınan doktor raporlarının tamamında, vücudunda darp ve cebir izine rastlanılmadığı,

3. Sözkonusu şahsın yapılan sorgu ve alınan ifadesi sonucunda hazırlanan tahkikat evrakı ile 25.10.1999 tarihinde İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edildiği, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı, bilahare DGM Cumhuriyet Başsavcılığına PKK terör örgütüne yardım ve yataklık ile TCK’nun 468 ve 469 uncu maddelerini ihlâl suçlarından DGM Cumhuriyet Başsavcılığına hakkında açılan iki davadan görevsizlik kararı ile İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edildiği anlaşılmıştır.

4. Yukarıda da belirtildiği üzere sözkonusu şahsın gözaltına alınmasının ardından sevk edildiği hastane ve sağlık ocağı raporlarında vücudunda darp ve cebir izine rastlanılmadığından işkence iddialarının yersiz olduğu düşünülmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

Sadettin Tantan

İçişleri Bakanı

3. — Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu’nun, afet bölgesinde irticaî faaliyette bulundukları iddia edilen firma, şahıs, dernek ve vakıflara ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/857)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın delaletlerinizle Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğinin yapılmasını arz ederim.

Mahmut Göksu

Adıyaman

Deprem bölgesindeki halkın acılarını yüreğinde hissederek yardıma koşan bazı firmaların, vakıfların, derneklerin ve şahısların hassasiyeti takdire şayandır.

Durum böyle iken;

1. Bazı resmî zevat tarafından televizyonlarda ve gazetelerde bazı firmaların, vakıfların, derneklerin ve şahısların irticaî faaliyetlerde bulunduğuna dair demeç verildi. Buna göre irticaî faaliyette bulunan vakıfların, derneklerin, firmaların ve şahısların isimleri nedir?

2. İrticaî faaliyette bulunduğu iddia edilen firmalar, dernekler, vakıflar ve şahıslar ne gibi irticaî faaliyette bulunmuşlar ve ne yapmışlardır?

3. İrticaî faaliyette bulunduğu iddia edilen vakıflar, dernekler, firmalar ve şahıslar hakkında herhangi bir kanunî işlem yapılmış mıdır, mahkemeye sevk edilmişler midir, edilmişlerse bunlar kimlerdir?

4. Türkiye’de, her zaman olduğu gibi afet bölgesinde irticaî faaliyet iddialarının birileri tarafından maksatlı olarak ortaya atıldığına inanıyor musunuz?

5. Size göre irticaî faaliyet nedir, nerede, kimler tarafından ve nasıl yapılıyor?

T.C.

İçişleri Bakanlığı

Emniyet Genel Müdürlüğü 18.12.1999

Sayı : B.05.1.EGM.0.12.01.01/282659

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) TBMM Başkanlığının 16.11.1999 tarih ve A.01-O.GNS.0.10.00.02-(7/857)-2535/6449 sayılı yazısı.

b) Başbakanlığın 23.11.1999 tarih ve B.02.0.KKG.0.12/106-99-29/5761 sayılı yazısı.

c) Başbakanlığın 15.12.1999 tarih ve B.02.0.KKG.0.12/106-99-29/6261 sayılı yazısı.

Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ve Sayın Başbakanımıza yöneltilen ve Başbakanımızca da kendileri adına tarafımdan cevaplandırılması istenilen yazılı soru önergesinde ileri sürülen hususlarla ilgili yanıt aşağıya çıkarılmıştır.

1.2.3. Adalet Bakanlığı tarafından yapılan inceleme neticesinde; önergede bahsedilen nitelikte irticaî faaliyette bulunan ve bundan dolayı haklarında adlî işlem yapılan vakıf, dernek, firma ve şahsın bulunmadığı anlaşılmıştır.

5. Bilindiği üzere “irticaî” kavramının kanunlarımızda açık bir tanımına yer verilmemiş olmakla birlikte bu kavramın ne şekilde anlaşılması gerektiği hususu, yüksek mahkeme içtihat ve kararlarıyla açıklığa kavuşturulmuş olup, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu gibi birçok kanunda irticaî faaliyetlerde bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyidelere yer verilmiş bulunmaktadır.

Bilgilerinize arz ederim.

Sadettin Tantan

İçişleri Bakanı

4. — Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın, uyuşturucu ile mücadele için alınacak tedbirlere ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/885)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Bülent Ecevit tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletinizi saygı ile arz ederim. 10.11.1999

Tevhit Karakaya

Erzincan

Son yıllarda özellikle büyük şehirlerde gençlerin çok küçük yaşlarda uyuştucu, tiner çekme, alkol ve sigara bağımlılığı bataklığına düştükleri bilinmektedir. Kuşakları tehdit eden uyuşturucu, alkol, sigara ve öteki kötü alışkanlıklarla ilgili olarak Hükümetiniz :

1. Yukarıdaki kötü alışkanlıklarla mücadele için ne gibi tedbirler düşünmektedir?

2. Bu tür kötü alışkanlıkların kaynaklarının kurutulması ve Anayasada öngörülen gençliğin ruh sağlığının korunması için yasal bir çalışma başlatmayı düşünüyor musunuz?

3. Sözkonusu kötü alışkanlıklarla mücadele için hükümetinizce yapılmış bilimsel bir araştırma var mıdır? Böyle bir araştırma yapmadı iseniz yapmayı düşünüyor musunuz?

4. Kötü alışkanlıkların umumî suç oranı içinde yeri nedir?

5. Gelecek kuşakları tehdit eden bu alışkanlıklarla mücadele için modern ve çağdaş ülkelerin uyguladıkları moral destek ve inanç yönünden gençlerin eğitimi ile ilgili bir önlem almayı düşünüyor musunuz? Nasıl ?

T.C.

İçişleri Bakanlığı

Emniyet Genel Müdürlüğü 18.12.1999

Sayı : B.05.1.EGM.0.12.01.01/282667

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) TBMM Başkanlığının 16.11.1999 tarih ve A.01.GNS.0.10.00.02-2702-(7/885)-2615/6663 sayılı yazısı.

b) Başbakanlığın 23.11.1999 tarih ve B.02.0.KKG.0.12/106-100-1/5763 sayılı yazısı.

Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ve Sayın Başbakanımıza yöneltilen ve Başbakanımızca da kendileri adına tarafımdan cevaplandırılması istenilen yazılı soru önergesinde ileri sürülen hususlarla ilgili yanıt aşağıya çıkarılmıştır.

1. Kötü alışkanlıklarla mücadeleye ilişkin 25.7.1997 tarih ve 9700 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla “Uyuşturucu ile Mücadele, Takip ve Yönlendirme Üst ve Alt Kurulları” oluşturulduğu,

2. Bağımlılık hususunda yeni hukukî düzenlemeler için Bakanlığımca çalışmalar devam ettirilmektedir. Tavsiyelerimiz doğrultusunda, TCK’nın 404 üncü maddesine “Polisin yakalamasından önce bir sağlık kurumuna tedavi olmak için başvuran bağımlıya ceza verilmez” şeklinde yeni bir hüküm eklenmiştir. Ayrıca, “Polisce ilk defa yakalanan bağımlıların tedavi olmak istemeleri halinde cezalarının teciline” imkân veren TCK’daki değişiklik önergesi 3.7.1996 tarihinde sözkonusu değişikliğin yasalaşmasına yönelik teklifimiz gerekçesi ile birlikte, gereği yapılmak üzere) Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

Ayrıca, Uyuşturucu Kullanımı İle Mücadele Takip ve Yönlendirme Alt Kurulunun 1998 yılı içerisindeki faaliyetlerinde uyuşturucu madde kullanımı ile mücadele, takip ve yönlendirme için politika belgesi üzerine çalışmalar yapıldığı ve bu belge son haliyle üst kurul tarafından kabul edildiği, yine 1998 yılı içerisinde alt kurul bilimsel danışma komitesince hazırlanan “Madde Kötüye Kullanımı ile Mücadele Kanun Tasarı Taslağı” üzerine çalışmaların yapıldığı ve bu taslak metnin Bakanlıkların görüşüne sunulduğu,

3. Soru önergesinde sayılan kötü alışkanlıklarla ilgili olarak “Türk Toplumunda Gençlik Döneminde Madde Kullanım Profili” araştırmasının proje aşamasında olduğu,

4. DİE Başkanlığı tarafından yapılan 1998 yılı değerlendirmesine göre 1998 yılı içerisinde 34 995 çocuğun 24 613’ünün suç isnadı ile geldiği, bunların 2 959 kişisinin bağımlılık yapan madde kullandığı, bunun 648 inin uçucu madde kullandığı, toplam çocuk suçluluğu içinde madde kullanan çocuk sayısının % 10 olduğu,

5. Diyanet İşleri Başkanlığınca toplumumuzu ve özellikle gençlerimizi zararlı alışkanlıklardan korumak amacıyla kitaplar yayınlandığı, dergilerde bu konulara ilişkin makalelere yer verildiği, televizyon kanallarında bu konuları kapsayan programların yapıldığı, müftü, vaiz ve imam hatiplerce kurs ve seminerler verildiği, ve ayrıca hutbelerde belirtilen konulara değinildiği ve değinilmeye devam edileceği anlaşılmıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

Sadettin Tantan

İçişleri Bakanı

5. — Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik’in, YAY-SAT A.Ş. ve Birleşik Basın Dağıtım A.Ş.’nin dağıtım tekeli oluşturdukları iddiasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/948)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorulardan oluşan soru önergemin İçişleri Bakanı Sayın Sadettin Tantan tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize arz ederim.

M. Zeki Çelik

Ankara

1. Türkiye’de süreli yayınların dağıtımı, iki büyük şirket tarafından yapılmaktadır. YAY-SAT A.Ş. ve Birleşik Basın Dağıtım A.Ş. adlı bu şirketlerin dağıtım tekeli oluşturdukları görüşüne katılıyor musunuz?

2. Adıgeçen iki dağıtım şirketi, diyelim ki bir devlet kuruluşu olan TÜBİTAK’a ait, Bilim ve Teknik Dergisini dağıtmama kararı alsa, bu konuda Bakanlığınız ne gibi bir yaptırım gücüne sahiptir?

3. Dağıtım tekeli nedeniyle, devletin kendi yayınlarını bile, halka ulaştıramaması tehlikesi olduğunu kabul ediyor musunuz? Bu sorunun aşılması için, herhangi bir tedbir almayı düşünüyor musunuz?

4. YAY-SAT A.Ş. ve Birleşik Basın Dağıtım A.Ş. şirketleri yasa dışı yayınlar dağıtıyorlar mı? Bu yayınların dağıtımı konusunda, adıgeçen şirketler takip edilmiş midir, herhangi bir dava açılmış mıdır? Yoksa, sadece yayıncılar mı suçlu bulunmuştur?

5. Dağıtımın durdurulması, gazete ve dergilerin toplatılması hangi kıstaslara göre yapılmaktadır? Bu konuda dağıtım şirketleriyle işbirliği yapılmakta mıdır?

T.C.

İçişleri Bakanlığı

Emniyet Genel Müdürlüğü 18.12.1999

Sayı : B.05.1.EGM.0.12.01.01/282666

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 9.12.1999 gün ve A.01.GNS.0.10.00.02-3058(7/948) sayılı yazısı

Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ve tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması istenilen soru önergesinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.

1.2.3. Rekabet Kurumunu ilgilendirdiği,

4. Adalet Bakanlığını ilgilendirdiği,

5. Yargı mercilerince verilen dağıtımın durdurulması, gazete ve dergilerin toplattırılması kararları doğrultusunda Kolluk Kuvvetleri görevlerini yerine getirmekte olup, bu konu ile ilgili Bakanlığımın birinci dereceden sorumluluk sahibi olmadığı değerlendirilmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

Sadettin Tantan

İçişleri Bakanı

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.