Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21 YASAMA YILI : 2

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 20

 

36 ncı Birleşim

17 . 12 . 1999 Cuma

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – YOKLAMALAR

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Kaya’nın, Türkiye’de nükleer enerji santralı kurulmasına ilişkin gündemdışı konuşması

2. – Hakkâri Milletvekili Hakkı Töre’nin, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının canlı hayvan sevkiyatına koyduğu yasak ve ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı

3. – Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün, Balıkesir’in yapımı sürdürülen organize sanayi bölgesi ile ulaşım sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Hatay Milletvekili Metin Kalkan ve 20 arkadaşının, muhtarların 2000’li yıllardaki işlevlerinin incelenip sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi

2. – Hatay Milletvekili Metin Kalkan ve 21 arkadaşının, demiryolu ulaşımındaki sorunların araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi

3. — Hatay Milletvekili Metin Kalkan ve 19 arkadaşının, Hatay İlinin sorunlarının araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. — Hakkâri Milletvekili Hakkı Töre’nin (6/295) esas numaralı sözlü sorunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/78)

V. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. — Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/584) (S. Sayısı : 293)

2. — Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinde DeğişiklikYapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/577) (S. Sayısı : 292)

3. — Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/588) (S. Sayısı : 298)

4. —Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komsiyonu Raporu (1/447) (S. Sayısı : 294)

VI. — ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. — 17.12.1999 Cuma günü, gündemin 6 ncı sırasına kadar olan işlerin bitirilememesi halinde saat 24.00’ten sonrada çalışmalara devam edilmesi ve Cumartesi günü Genel Kurulun çalışmamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

VII. — AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. — Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mustafa Cumhur Ersümer’in, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, konuşmasında kendisine sataşması nedeniyle konuşması

2. — Aydın Milletvekili Cengiz Altınkaya’nın, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, konuşmasında kendisine sataşması nedeniyle konuşması

VIII. — SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. — Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Bankacılık ve Düzenleme ve Denetleme Üst Kurlunua ne zaman atama yapılacağına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal’ın cevabı (7/842)

2. — Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu’nun, Marmara depreminde zarar görenler için toplanan yardım miktarına ve dağıtım şekline ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı H. Hüsamettin Özkan’ın cevabı (7/855)

3. — Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in, 17 Ağustos depreminden sonra Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezinde toplanan yardımlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı H. Hüsamettin Özkan’ın cevabı (7/898)

4. — Şanlıurfa Milletvekili Zülfükâr İzol’un, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin kalkınmasını sağlamaya yönelik önlemlere ilişkinBaşbakandan sorusu ve DevletBakanı Mustafa Yılmaz’ın cevabı (7/949)

5. — İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel’in, depremzedeler için İstanbul Valiliğince başlatılan yardım kampanyasında toplanan paraya ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/945)

I. — GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 13.00’te açılarak iki oturum yaptı.

Antalya Milletvekili Mehmet Baysarı, Antalya’da üretim yapan narenciye ve sera üreticilerinin sorunlarına,

Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu da Marmara Bölgesindeki zeytin üreticilerinin sorunlarına,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar;

Erzurum Milletvekili MücahitHimoğlu’nun, ilköğretimdeki beslenme sorunlarına ve kalkınmada öncelikli yörelerde vazife yapan memur ve öğretmenlerin özlük haklarının iyileştirilmesine ilişkin gündemdışı konuşmasına, Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu, cevap verdi.

16 Aralık 1999 Perşembe günkü gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı gün dağıtılan 298 sıra sayılı kanun tasarının 48 saat geçmeden, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 4 üncü sırasına, 294 sıra sayılı kanun tasarısının 5 inci sırasına, 297 sıra sayılı kanun tasarısının 6 ncı sırasına, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 85 inci sırasında bulunan 186 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına alınmasına,

Genel Kurulun 18 Aralık 1999 Cumartesi günü 13.00 - 19.00, 20.00 - 24.00 saatleri arasında çalışmasına ve bu birleşimde de kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine, gündemin 5 inci sırasına kadar olan kanun tasarı ve tekliflerinin 17 Aralık 1999 Cuma günü saat 24.00’e kadar bitirilememesi halinde, saat 24.00’ten sonra da çalışmalara devam edilerek 5 inci sıraya kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına; 18 Aralık 1999 Cumartesi günü saat 24.00’e kadar 8 inci sıraya kadar olan kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin bitirilememesi halinde, saat 24.00’ten sonra da çalışmalara devam edilerek 7 nci sıraya kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına,

İlişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının :

1 inci sırasında bulunan, Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu ile 491 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/507) (S. Sayısı : 217) görüşmelerine devam edilerek, yapılan açık oylama sonucunda, kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı;

2 nci sırasında bulunan, Bankalar Kanununda DeğişiklikYapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/584) (S. Sayısı : 293) görüşmelerine başlanarak, 5 inci maddesine kadar kabul edildi.

Alınan karar gereğince, 17 Aralık 1999 Cuma günü saat 13.00’te toplanmak üzere, birleşime 00.06’da son verildi.

Mehmet Vecdi Gönül

Başkanvekili

Mehmet Ay Cahit Savaş Yazıcı

Gaziantep İstanbul

Kâtip Üye Kâtip Üye

No. : 49

II. — GELEN KÂĞITLAR

17.12.1999 CUMA

Yazılı Soru Önergeleri

1. — Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Kıbrıs vatandaşı olup olmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1037) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.12.1999)

2. — Erzurum Milletvekili Aslan Polat’ın, Erzurum İli Hınıs ve çevre ilçelerinin konut ihtiyacına ve merkez üssü Şenkaya olan deprem nedeniyle bölgenin afet bölgesi ilan edilip edilmeyeceğine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/1038) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.12.1999)

3. — Balıkesir Milletvekili İlhan Aytekin’in, benzin ve mazot fiyatlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1039) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.12.1999)

4. — Kırıkkale Milletvekili Hacı Filiz’in, Kırıkkale İli Sulakyurt İlçesi Danacı Köyünün içme suyu sorununa ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/1040) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.12.1999)

Meclis Araştırması Önergeleri

1. — Hatay Milletvekili Metin Kalkan ve 20 arkadaşının, muhtarların 2000’li yıllardaki işlevlerinin incelenerek sorunlarına çözüm bulunması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/106) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.12.1999)

2. — Hatay Milletvekili Metin Kalkan ve 21 arkadaşının, demiryolu ulaşımındaki sorunların araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasının 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/107) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.12.1999)

3. — Hatay Milletvekili Metin Kalkan ve 19 arkadaşının, Hatay İlinin sorunlarının araştırılarak çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/108) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.12.1999)

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 13.00

Tarih : 17 Aralık 1999 Cuma

BAŞKAN : Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL

KÂTİP ÜYELER : Mehmet AY (Gaziantep), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 36 ncı Birleşimini en iyi dileklerimle açıyor, saygılar sunuyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, Türkiye'de nükleer enerji konusunda söz isteyen Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Kaya'ya aittir.

Buyurun Sayın Kaya. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Kaya’nın, Türkiye’de nükleer enerji santralı kurulmasına ilişkin gündemdışı konuşması

MEHMET KAYA (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, 21 inci Dönem milletvekilleri olup da aramızdan ayrılan Kütahya Milletvekili Kadir Görmez'e, Bolu Milletvekili Avni Akyol'a, Gaziantep Milletvekili Mehmet Bedri İncetahtacı'ya ve Çanakkale Milletvekili Sıtkı Turan'a Cenabı Allah'tan rahmet diliyor; kederli ailelerine, Türk Milletine ve Yüce Meclisimize başsağlığı diliyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye ve nükleer enerji konulu gündemdışı konuşmamı yapmak üzere huzurlarınızda söz almış bulunuyorum; hepinizi, saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, kainatın ve insan yaşamının devamı için enerji ve güç kaynaklarına ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçlar, zamanla, yeni yeni güç kaynaklarının bulunmasını gerektirmektedir. Bu gereken ihtiyaçlardan biri de, nükleer enerji kaynaklarıdır.

Günümüzde enerji üretmenin birçok yolu vardır. Bugün, sanayide ve evlerimizde ihtiyacımız olan elektrik enerjisi tüketimini karşılayabilecek başlıca üç enerji kaynağı söz konusudur. Bunlar, fosil yakıtlarından, yani, kömür, petrol ve doğalgaz yakılmasıyla elde edilen enerji, diğer biri, yüksekten dökülen veya akan suyun enerjisinden oluşan hidroenerji ve bir diğeri de, nükleer enerji dediğimiz atom çekirdeklerinin bölünmesinden elde edilen enerji olarak özetlenebilir. Bunlardan, hidrolik enerjiyi temin etmek, diğerlerine nazaran daha da kolay bir usuldür; çünkü, aynı kaynak üzerinde birden fazla santral kurmak mümkündür. Ülkemizin enerji ihtiyacının yaklaşık olarak yüzde 40'ı da bu hidroelektrik santrallar sayesinde sağlanmaktadır.

Enerji üretiminde hangi yol seçilirse seçilsin, enerji üretiminin çevreye bazı olumsuz etkilerinin olması da kaçınılmazdır. Nükleer enerji kaynakları olan santralların çevre üzerinde en çok konuşulan yan etkisi, radyasyonun yarattığı etkidir Oysa, bir nükleer santralın çalışması sırasında, çevreye yaydığı radyasyonun doğal radyasyon içindeki payı yok denecek kadar azdır.

Değerli milletvekilleri, bazı ülkelerin nükleer enerji durumları, 1999 yılı başlangıcına göre şöyledir: Fransa 58 santralla ülke enerjisinin yüzde 76'sını, İngiltere 35 santralla ülke enerjisinin yüzde 28'ini, Rusya Federasyonu 29 santralla ülke enerjisinin yüzde 14'ünü, Çin Halk Cumhuriyeti 3 santralla ülke enerjisinin yüzde 1,5'ini, Amerika Birleşik Devletleri 104 santralla ülke enerjisinin yüzde 19'unu nükleer santrallardan sağlamaktadırlar.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de kurulacak olan nükleer santralın yerinin Akkuyu yöresi olarak seçilmesinin isabetli bir karar olduğu düşüncesindeyim Bugün nükleer santrallar kurulurken, yapım maliyetlerini aza indirmek ve deprem riskinin en düşük olduğu yerleri seçmek önemlidir. Akkuyu yöresi, bu anlamda, Türkiye'nin en güvenli bölgelerinden birisidir.

Ülkemizde kurulacak nükleer santralların öncelikli olarak deniz kenarında olması, ekonomik olarak büyük yarar sağlayacaktır. Termik santrallarda olduğu gibi, nükleer santrallarda da üretilen ısıyı alabilmek için, bir soğutucuya gereksinim duyulmaktadır. Bu soğutma, genellikle, akarsu ya da denizden sağlanacak suyla yapılmaktadır. Türkiye'deki çoğu akarsuyun debisi, bu soğutmayı sağlayabilecek düzeyde olmadığından, nükleer santralların deniz kenarlarına kurulması en uygun seçeneği oluşturacaktır.

Dünyadaki hiçbir nükleer enerjinin üretim yöntemi tam olarak güvenli değildir; ancak, nükleer santralların tehlikelerinin, enerji üretmek için kullanılabilecek diğer yöntemlere oranla çok daha az olduğunu söyleyebiliriz.

Değerli milletvekilleri, anlatmış olduğumuz bu yöntemler, enerji üretiminin yollarıdır. Nükleer santrallar da bu yöntemlerin içindedir; fakat, diğerlerinden farkı yapım maliyetidir. Tabiî ki, önemsenecek bir farkı daha vardır. Dünyaya gücünü kanıtlamış ülkeler, nükleer enerjiye sahip olan ülkelerdir. Akkuyu'ya kurulması planlanan nükleer santral kurulduğunda, ülkemizin de nükleer güce sahip olması, ülkemiz insanını daha da memnun edecektir. Ülkemizde kurulacak nükleer enerji santralları, ülkemizde yeni enerji kaynakları olacaklardır ve ülkemizin de gücüne güç katacaklardır.

Konuşmama son verirken, aziz Türk Milletini ve onun Yüce Meclisini saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kaya.

Sayın Kaya'nın görüşlerine, Devlet Bakanı Sayın Edip Safder Gaydalı, Ankara'da bulunamadığı için cevap veremeyeceğini; ama, yazılı olarak cevap vereceğini bize duyurdu. Biz de, kendilerine duyuruyoruz efendim; Sayın Bakan yazılı olarak cevap verecekler size.

Gündemdışı ikinci söz, Tarım Bakanlığının canlı hayvan sevkiyatına koyduğu yasak ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin sorunları hakkında söz isteyen, Hakkâri Milletvekili Sayın Hakkı Töre'ye aittir.

Buyurun Sayın Töre. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

2. – Hakkâri Milletvekili Hakkı Töre’nin, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının canlı hayvan sevkiyatına koyduğu yasak ve ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı

HAKKI TÖRE (Hakkâri) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hakkâri İlimizin sorunları hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Hepinizin malumları olduğu üzere, bölgemizin ana geçim kaynağı hayvancılıktır; ancak, yaklaşık üç aydır, Hakkâri, Van, Ağrı, Şırnak ve Iğdır İllerimizde canlı hayvan sevkiyatı yasak ettirilmiştir, Sayın Tarım Bakanımız tarafından durdurulmuştur. Gerekçesi ise, bölgede şap hastalığı bulunduğu ve sınırdan kaçak hayvan girdiğidir. Ayrıca, bölgedeki hayvanlarda, kesinlikle şap hastalığı yoktur.

Yine, bu sınır illerine birkaç kaçak hayvan girdi diye bölgedeki milyonlarca insana ve yetiştirdiği milyonlarca hayvana ceza vermek suretiyle bölgecilik yapmak, milyonlarca insanı açlığa, sefalete sevketmek suretiyle terörün kucağına itmek Sayın Tarım Bakanına yakışıyor mu?

Ben, 1984'ten bugüne kadar, kahraman askerlerimizle birlikte teröre karşı mücadele etmiş bir kişiyim. PKK terör örgütünün, hayvancılıkla uğraşanlardan haraç aldığı, örgütün maksatlı propagandasından başka bir şey değildir. Burada, terör örgütünün amacı şudur: Hayvancılıkla uğraşan bölge halkından haraç aldığını yaymak, bitme noktasına gelmiş hayvancılığı bitirmek ve zaten kötü olan bölge ekonomisini iyice batırmak, cahil insanımızı kandırıp kendi safına çekmektir. Siz de, Hükümet olarak, aldığınız yanlış kararla hayvan sevkiyatını durdurarak terör örgütünün alçak oyununa gelmiş oluyorsunuz.

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) – Bizim memlekette hayvancılık bitti be!...

HAKKI TÖRE (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu Hükümet bölgenin kalkınması için birçok defa ekonomik paket açmıştır. Maalesef, bu paketlerin hepsinin içi boş çıkmıştır. Bölgede, terör örgütünün beli kırılmışken, hayvancılığı yasaklayarak, vatandaşı limon gibi sıkarak bir yere varamazsınız.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bölgede yeni yatırımlar yapmak, istihdamı artıracak iş alanları açmak zamanıdır, vatandaşı şefkatle kucaklamak zamınıdır. Gelin, bölgemiz üzerinde siyaset yapmayalım, onun yerine iş yapalım. Gelin, bölgemizi, elbirliğiyle birlik ve beraberlikle kalkındıralım. Barış, huzur ve güven içinde hep birlikte iyi bir gelecek hazırlayalım.

Hepinize saygılar sunuyor, Sayın Hükümetin, arz etmeye çalıştığım konulara ilgilerini bekliyor, teşekkür ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Hakkâri Milletvekili Sayın Hakkı Töre'ye teşekkür ediyorum.

Gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere, buyurun Sayın Bakan.

Süreniz 20 dakika.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Hakkâri Milletvekili Sayın Hakkı Töre'nin, Güneydoğu Anadolu'daki hayvan hareketlerinin durdurulmasıyla ilgili gündemdışı konuşmasına cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle ben milletvekillerimize teşekkür ediyorum; hayvancılıkla ilgili konunun, 21 inci Dönem Meclisimizde, belki de bu kürsüden en yoğun konuşulan bir konu olması nedeniyle ve birkaç kere de, bu kürsüde, Türk hayvancılığının ayağa kaldırılması, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da hayvancılık yapan ve geçimi genelde hayvancılığa bağlı olan üreticilerimizin problemlerinin çözümü konusunda, 57 nci cumhuriyet hükümetinin ve bunun içerisinde de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı olarak bizim Bakanlığımızın görüşlerini arz ettim. Ancak, konunun önemi nedeniyle sık sık huzurlarınıza geldiğim ve Yüce Meclisin dikkatini de bu konuya çektiğim ve bu konuyla ilgili olarak konuşmama fırsat sağlandığı için Başkanlığnıza ve değerli milletvekillerine çok teşekkür ediyorum.

Ancak, olayın tam teşhisinin yapılması gerek. Özellikle şunu belirtmek istiyorum: 57 nci cumhuriyet hükümeti, kararlarını alırken, Bakanlar Kurulunda bir kanaviçe işler gibi göz göz işlemekte ve kararlarını buna göre almakta, 57 nci cumhuriyet hükümeti PKK terör örgütünün oyununa gelmemektedir ve gelemez de; bunu açık ve net olarak burada söylüyorum. Çünkü, Çok Değerli Milletvekili Hakkı Töre, konuşmasında, Hükümetin, terör örgütünün oyununa geldiğini belirtiyor ki, bunu, Hükümet olarak ve 57 nci cumhuriyet hükümetinin bir bakanı olark asla kabul edemeyiz ve yine 57 nci cumhireyet hükümeti, PKK terör örgütünün yanlış yönlendirmesiyle, hatalı yönlendirmesiyle yanlış kararlar almamıştır ve almaz da. Bunu da özellikle belirtmek istiyorum.

Yine 57 nci cumhuriyet hükümeti, Güneydoğu ve Doğu Anadolu'nun kalkınması için programlarını ve paketlerini hazırlamıştır ve bu paketler de açılmaya başlanmıştır. Ben birkaç tanesini, özellikle birini burada arz etmek istiyorum: Güneydoğu ve Doğu Anadolu insananın geçimi, temelde hayvancılığa dayanmaktadır. Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da hayvancılık, Batı Anadolu'daki kadar, Marmara'daki kadar kârlı da bir iş değildir. Batı Anadolu'da, Marmara'da, Trakya'da yapılan hayvancılık Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan her zaman daha kârlıdır; iklim nedeniyle, tabiat şartları nedeniyle, yem hammaddesinin hemen orada bulunması nedeniyle.

Ancak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki insanımızın geçim kaynakları arasında birinci sırayı mecburen hayvancılık almaktadır. Bunun bilincinde olan Bakanlığmız ve Hükümetimiz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu insanının ve şimdiye kadar da özellikle ülkemizin tüm kesimindeki insanları bu terörden etkilendikleri halde ve ekonomimize 100 milyar doların üzerinde bir yük getirdiği halde güneydoğu ve güneydoğudaki kardeşlerimiz ve benim çiftçilerim bu terörden çok daha fazla etkilenmişlerdir. Evet, doğru; bazı dağlar boşaltılmıştır; boşaltılma mecburiyetinde kalınmıştır. Halkın bizzat kendisi terörden etkilendiği nedeniyle buralar boşaltma mecburiyetinde kalmıştır. Bugün terör örgütünün kökü kazınmaktadır ve terör örgütünün ve terörün halledilmesiyle ve Hükümetin de kararlı tutumuyla Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da köye dönüş projeleri başlatılmıştır. Köye dönüş projelerinin bir ayağı olabilecek hayvancılığı kalkındırma, hayvancılık yapanı desteklemek için şu anda Hükümetimizin gündeminde olan ve imzaya açılmış olan hayvancılık kararnamesinden birkaç kere Yüce Meclise bilgi sundum ve özellikle, 1985'ten bu tarafa hiçbir hükümet döneminde teşvik edilmeyen, yem bitkileri üreticiliği, yetiştiriciliği, yerli damızlık yetiştiricisinin ve yerli besicinin desteklenmesi ve süt sığırcılığı yapanın desteklenmesi için kararname imza aşamasındadır.

Dün, Şanlıurfa'daydım; bu Hükümetin kararlı tutumu ve Hükümetin aldığı ekonomik kararlar nedeniyle, ülekimizin en büyük iki şirketi, ortaklaşa, Şanlıurfa'da, GAP'ta, 5 000 sığır besiciliği ve 1 000 baş sağmal inek kapasiteli entegre hayvan besisi, süt sığırcılığı ve ürün işleme tesisinin temelini atmıştır. Dün bunun temelini attım ve bugün buraya geldim.

Bu, 57 nci Cumhuriyet Hükümeti ve bunun içerisinde bakanlık olarak hayvancılık için hazırladığımız projelerin uygulanabilirliliğini, ekonomik analizlerinin çok iyi yapıldığını ve geleceğin Güneydoğu Anadolusunun, GAP Bölgesinin, Hakkârisinin, Vanının ve tüm illerinin istikbal vaad ettiğinin bir ispatıdır ve bu temeli atılan proje 5 000 baş kapasiteli besi sığırcılığı, 1 000 baş kapasiteli, 1 000 baş sağılır inek; bu, Türkiye'de en büyüğüdür, Ortadoğu'da da en büyüğü olacaktır; bu işletmenin açılış tarihi de 29 Mayıs 2000'dir. 29 Mayıs 2000 tarihi ise, 57 nci Cumhuriyet Hükümetinin ve içinde de, Tarım ve Köyişleri Bakanı olarak göreve başladığımızın yıldönümüdür. Tüm milletvekillerimizi ve siz değerli arkadaşlarımızı bu açılışa davet ediyorum ve bu sözü burada veriyorum: 29 Mayıs'ta bu işletme orada çalışmaya başlayacaktır.

Bunun manası ne; bunun manası şu: Biz, altyapıyı hazırlayarak, gerekli kanunî düzenlemeleri yaparak, gerekli mevzuatları çıkararak, özel sektörü Güneydoğu Anadolu'ya ve Doğu Anadolu'ya götürme başarısını gösteriyoruz ve bu, ilktir orada.

Çok değerli milletvekilleri ve Değerli Başkanım; ben, şu konuları arz ettim. Müsaade ederseniz, sayın milletvekilimizin de bilgisine tekrar sunmak istiyorum. Konuşmada, Güneydoğu Anadolu'da, Doğu Anadolu'da şap hastalığı olmadığı belirtildi; bu doğru değildir. Bugün, Hakkâri, Van ve çevre ilçelerinden aldığımız hayvan kanlarının -haftalık biz bu kontrolü yapıyoruz- yüzde 20'sinde şap hastalığı mevcuttur; maalesef, veba mevcuttur, maalesef diğer hastalıklar mevcuttur. Biz, bu hastalıkları söndürdüğümüz ve oradaki tüm hayvanları, büyükbaş hayvanları numaralandırdığımız gün, tabiî ki pazarlar açılacaktır. Küçükbaş hayvanların sayımı yapılıyor ve bu sayımlar bittikten sonra -ki, bitmiştir- hastalığı da söndürdükten sonra pazarlar açılacaktır.

Bugün, hayvan pazarları ve hayvan giriş ve çıkışı, yalnız, Hakkâri, Van, Ağrı, Iğdır ve Şırnak'ta değildir; Tokat merkezde de vardır, kendi ilçem olan Sıvas'ın Gürün Kazasında da hayvan pazarı kapalıdır, hayvan giriş ve çıkışı yasaklanmıştır. Nerede hastalık varsa, bu tedbirleri almak mecburiyetindeyiz.

PKK terör örgütü, -Yüce Meclise birkaç kere arz ettim, tekrar arz ediyorum- özellikle, İran'ın, Türk ekonomisine zarar vermek amacıyla, kendi sınırlarındaki kaçakçılığa da bilerek göz yumması nedeniyle, geçtiğimiz yıl, bu hayvan girişlerinden 30 trilyon gelir elde etmiştir. Bu miktarı, bu kürsüden, Yüce Meclise birkaç kere arz ettim, tekrar arz ediyorum. Niçin hayvan kaçakçılığı var ve devam ediyordu; şu anda, çok az sayıda var. Birincisi, doğu ve güneydoğu illerinde yaşanan terör ve kuzey Irak'ta oluşan otorite boşluğu nedeniyle, sınırlarımızı, yeteri kadar denetleyememekten denetlemedeki eksiklikten kaynaklanabiliyor. Sınırların denetimine gelince; bunu, tekrar arz ediyorum, İran sınırına, çok yakında, elektronik sistemli aygıtlar yerleştirilecek ve buradaki askerimiz, emniyet güçlerimiz, özellikle insan giriş ve çıkışları konusunda eğitilmişlerdir ve birinci görevleri budur. Bu nedenle, bazı denetimlerde yetersizlikler olabilir, bu yetersizlikleri de, Hükümet olarak giderme durumundayız, onu da belirtmek istiyorum.

Bölge insanının köyleri boşaltması ve hayvancılığı terk etmesi, İran ve Irak'taki hayvan fiyatlarının, ülkemizden çok daha ucuz olması nedenleriyle, sınırdan, sürülerle hayvan geçebilmektedir. Burada bir vakum var, hayvancılık dibe vurmuş, hayvancılık bitmiş, hayvancılık bitirildiğinden dolayı, oradan buraya kaçak hayvan geçiyor. Bu kürsüden söyledim ve tekrar ediyorum, bugün Türk hayvancılığı, maalesef, dibe vurmuştur. Bu nedenle, buradaki vakumu bizim doldurmamız gerekli ki, dışarıdan içeriye hayvan ve et kaçakçılığı yapılmasın. Bugün sınırlarımızdan ve çeşitli şekillerde kaçak et giriyor, hastalıklı etler giriyor; bunun da gerekli tedbirlerini alıyoruz. "Giriyor" kelimesine gelince; tabiî ki, biz göreve geldiğimizde devam ediyordu ve durdurulması için de, Hükümet, gerekli tedbirleri almıştır, şu anda, ilgili bakanlardan oluşan bir komisyon, işin üzerinde hassasiyetle durmaktadır.

Diğer nedense, hayvancılıkta yaşanan bu sorunlar nedeniyle, özellikle İran ve Irak'ta kaçakçılıkla geçinen tüccarlar, kaçakçılar ve PKK, bundan rant elde ettiği içindir.

Ben, bu konuda daha fazla vaktinizi almak istemiyorum. Pazarın, ne zaman açılmasının gerektiği hususunu, burada tekrar açıklamak isterim. Hastalık söndükten sonra pazar açılır, hastalık söndürülmeden pazarı açamayız; ancak, bundan on gün önce, Van'da valilerle yaptığımız toplantıda, ilgililerle yaptığımız toplantıda, dağlardaki hayvanların belirli kışlıklara taşınması ve pazarın haftada iki gün açılması kararlarını aldık.

Yine, elindeki mevcut hayvanını pazarlamak isteyen veya bu hayvanını kestirmek isteyen, valiliğe, kaymakamlığa ve tarım il ve ilçe müdürlüklerine müracaat ettiği zaman, hayvanları pazarlanıyor, hayvan satışları yapılıyor ve bizim kontrolümüzde, veteriner kontrolünde kesimleri yapılıyor. Bu et dahilde pazarlanıyor veya bizim kontrolümüzde illerden dışarıya çıkarılabiliyor.

Burada benim anlayamadığım bir husus var; hayvan satıcısının hayvanı satması serbest, iki gün pazar açık, veteriner müdürlüklerimize, valiliklere müracaat ettiklerinde bir sıkıntı yok. Acaba, burada istenilen nedir, onu da anlamakta biraz güçlük çekiyorum.

Saygılar sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Tarım ve Köyişleri Bakınımız Sayın Gökalp'e teşekkür ediyorum.

Gündemdışı son söz, Balıkesir organize sanayi bölgesi ve ulaşım sorunları hakkında söz isteyen, Balıkesir Milletvekili Sayın İsmail Özgün'e aittir.

Buyurun Sayın Özgün. (FP sıralarında alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır efendim.

3. – Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün, Balıkesir’in yapımı sürdürülen organize sanayi bölgesi ile ulaşım sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi hürmetle selamlıyorum.

Buraya gelirken, bir milletvekili arkadaşım, Balıkesir'le ilgili konuşma yapacağımı biliyordu herhalde ki "Balıkesir'in ne sorunu olabilir, batıda en gelişmiş bölgede olan bir vilayetin ne sorunu olabilir" diye bana takıldı. Belki birçok arkadaşımız da öyle düşünüyor olabilir; ama, ne yazık ki, Balıkesir’in, başta organize sanayi bölgesi olmak üzere ulaşımla ilgili, eğitimle ilgili birçok sorunu vardır. Kalkınmasını, sanayileşmesini sağlamış olan bir Bursa ile bir Manisa arasına sıkışıp kalmış ve ne yazık ki, Balıkesir için yirmi yirmibeş yıllık bir serüven olan organize sanayi bölgesinin bugüne kadar tamamlanmasında muvaffak olunamamıştır.

Şurada üzüntüyle ifade etmem gerekir ki, bir Manisa, bir Bursa Vilayetine bakarak, Balıkesir İlimize, ne yazık ki, bugüne kadar üvey evlat muamelesi yapılmıştır; eğer yapılmamış olsaydı, bugün geldiğimiz noktada, Balıkesir Organize Sanayi Bölgesi yapılmış ve fabrikaların bacaları tütüyor halde olması lazım gelirdi; ama, ne yazık ki, bu olmamıştır. Şimdi geldiğimiz noktada, Avrupa Konseyi Sosyal Kalkınma Fonundan temin edilmiş olan kredinin 3 milyon dolarlık kısmının kullanılması gerekiyor, bu para da hazır; ama, geçmişte kullanılmış olan kredilerin anapara ve faiz ödemeleriyle ilgili bir sorun var. Bunun ertelenmesini Hazineden istedik; 2001 yılı sonuna kadar ertelenmesini ve 3 milyon dolarlık kredinin kullanılmasını, heyetler halinde, başta, Sayın Balıkesir Valimiz, milletvekillerimiz olmak üzere istedik, defalarca söyledik; ama, söz verildiği halde, bugün şu saatte bu konuda bir ilerleme olmadığını üzülerek görüyoruz ve bir Balıkesirli olarak bundan üzüntü duyduğumu bu kürsüden ifade etmek istiyorum.

Temennimiz, bu ertelemenin bir an evvel çözülmesi ve ihtiyacımız olan 3 milyon dolarlık kredinin kullanılmasıdır; yoksa, bu organize sanayi meselesi bir inkıtaa daha uğrayacaktır ve tabiî, bundan Balıkesir'de iş bekleyen binlerce işsiz insanımız zarar görecektir.

Şimdi, burada, tabiî, önemli bir husus, Bandırma Organize Sanayi Bölgemiz de bekliyor; o da ödenek bekliyor. Öbür tarafta, Gönen Deri Organize Sanayi Bölgesi aynı şekilde, Balıkesir'deki Haddeciler Organize Sanayi Bölgesi de aynı şekilde Hükümetin ilgisini beklemektedir.

Değerli milletvekilleri, Balıkesir İlimiz 1000'in üzerinde köye sahip bir ilimizdir ve köy yollarına baktığımız zaman, aşağı yukarı üçte 1'i asfaltlanmış, üçte 2'si durmaktadır. 1998 ve 1999 yılı programlarına baktığınız zaman toplam 60 milyar civarında bir ödenek gönderilmiştir; ama, 1998 yılı için, hatırlıyorum, Sayın Kabil de bana oradan bakıyor, bir Rize'ye 1,3 trilyon, bir Trabzon'a 2,5 trilyon ödenek tahsis edilmiştir.

AHMET KABİL (Rize) – Rize'de asfaltlama oranı sadece yüzde 3'tür; sizde ise, yüzde 33.

İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) – Efendim, biz, Balıkesir gibi bir vilayetimizin köy yollarının üçte 2'sinin bugün, hâlâ, toz içerisinde, toprak içerisinde olmasından üzüntü duyuyoruz; bunun, bir an evvel çözümlenmesi gerekir diyoruz.

Bugün, millî gelirden fert başına düşen hasılanın ortalaması 3 000 dolar ise, Balıkesir İlimizin, başta, Dursunbey, Kepsut, Bigadiç, Sındırgı ve Savaştepe İlçelerimiz olmak üzere birçok ilçesinde bunun yarısı nispetinde veya çok altındadır. O bakımdan, en azından bu ilçeler itibariyle, Balıkesir'in, kalkınmada öncelikli yöreler kapsamına alınması lazım gelir diye düşünüyorum.

Balıkesir'in, sanayii yanında, ulaşımla ilgili sorunları da vardır. Daha geçtiğimiz gün, MHP'li bir milletvekili arkadaşımızı Balıkesir-Edremit karayolunda bir trafik kazasında kaybettik; kendisine, Allah'tan rahmet diliyoruz; çok sevdiğimiz bir kardeşimizdi.

İşte, bu Balıkesir-Edremit-Ayvacık yolunun genişletilmesi lazım. Yaz aylarında, turizmin yoğun olduğu mevsimde o yoldan gitmek hakikaten büyük bir meşakkat.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Özgün, lütfen tamamlayınız.

İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) – Öbür taraftan, Balıkesir-Susurluk-Karacabey yolunun, İstanbul-İzmir trafiğini taşıyan yolun, mutlaka yapılması lazım, bitirilmesi lazım. Bandırma-Susurluk ayrımı, Bandırma-Karacabey, Balıkesir-Dursunbey-Harmancık-Tavşanlı yollarının mutlaka yapılması lazım. Balıkesir-Bigadiç-Sındırgı yolu hizmete fevkalade yetersizdir, programa alınıp ihalesinin yapılması gerekir diye düşünüyorum.

Bu ulaşım ve sanayi sorunlarının yanında, Balıkesir'de bir üniversitemiz var, kampus inşaatının bir an evvel tamamlanması lazım. Bu üniversite çatısı altına, en azından, bir tıp fakültesinin konulması lazım; Savaştepe'deki eski öğretmen okulunun, sınıf öğretmeni yetiştiren bir eğitim fakültesi haline getirilmesi, Susurluk, Bigadiç ve Kepsut İlçelerimize de, en azından, birer tane meslek yüksekokulu kurulması lazım gelir diye düşünüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Özgün, son cümleniz için tekrar mikrofonu açıyorum; lütfen tamamlayınız.

Buyurun.

İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) – Tabiî, Balıkesirimizin çok daha büyük sorunları var; ama, onlara, zaman yetersizliği nedeniyle giremiyorum.

Hükümetimizden anlayış bekliyoruz, özellikle sanayii başta olmak üzere, ulaşım sorunlarına çözüm bulunmasını rica ediyoruz. Bu düşüncelerle hepinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özgün.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Meclis araştırması önergeleri vardır; okutuyorum:

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Hatay Milletvekili Metin Kalkan ve 20 arkadaşının, muhtarların 2000’li yıllardaki işlevlerinin incelenip sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

nümüz yönetim anlayışı olan yerinden yönetimin çağdaş bir düzeye getirilmesi, muhtarlık kurumunun 2000'li yıllardaki işlevi, muhtarlarımızın yasal, ekonomik ve sosyal sorunlarını ve bu sorunların çözümlerini araştırmak, çözüm önerileri sunmak için, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince, Türkiye Büyük Millet Meclisince Meclis araştırması açılmasını istiyoruz.

Saygılarımızla.

1– Metin Kalkan (Hatay)

2– Mehmet Batuk (Kocaeli)

3– Mustafa Geçer (Hatay)

4– Mehmet Bekâroğlu (Rize)

5– Salih Kapusuz (Kayseri)

6– M. Zeki Çelik (Ankara)

7– Yaşar Canbay (Malatya)

8– Cemil Çiçek (Ankara)

9– Şeref Malkoç (Trabzon)

10– Tevhit Karakaya (Erzincan)

11– Suat Pamukçu (Bayburt)

12– Yakup Budak (Adana)

13- Ali Gören (Adana)

14-Mehmet Zeki Okudan (Antalya)

15-Hüseyin Kansu (İstanbul)

16-Mehmet Ali Şahin (İstanbul)

17-Şükrü Ünal (Osmaniye)

18- Mahmut Göksu (Adıyaman)

19- Mehmet Özyol (Adıyaman)

20- Avni Doğan (Kahramanmaraş)

21- Hüseyin Karagöz (Çankırı)

Gerekçe:

Cumhuriyet döneminde muhtarlar 1924 yılında çıkan 442 sayılı Yasa gereği köy ve mahallelerde seçilerek göreve gelirler. Muhtarlar, halkın temsilcisi oldukları gibi, aynı zamanda, devletin de temsilcisidir.

Muhtarlık, sivil ve kamu alanının buluştuğu ilk ve önemli temel ünitedir. Halkın kamuya açıldığı, devleti bulduğu ilk kurumdur. Yönetimimizin en alt iletişimini sağlayan ve yönetimi ayakta tutan en sağlıklı bu ünite, maalesef, devlet üst yönetimlerince hizmetlerini kolaylaştırıcı gerek büro malzemeleri gerekse özlük hak ve yetkileri açısından yeterince rahatlatılamamışlardır.

Muhtarlar, mülkî amirlerdir. Yetkileri, köy halkına karşı kısıtlı, yönetim kadrolarına karşı yok denecek kadar azdır. Seçimle göreve gelen mülkî amir muhtarlarımız, atanmış kamu görevlileri tarafından bir personel gibi muamele görmektedirler. Muhtarlarımız, kendilerini seçen halka karşı, yasaların kendilerine yüklediği görev ve sorumluluklarını yerine getirememenin sıkıntısını ve ezikliğini yaşamaktadır. Muhtarını seçen halk, seçtiği muhtarından her türlü hizmeti beklemektedir; çünkü, her an, karşısında muhtarını bulmaktadır.

Günümüzde, kentlerimizde 15-20 bin nüfuslu büyük mahalleler oluşmuş bulunmaktadır. Söz konusu mahallelerin sorunlarını ve çözüm önerilerini yerine getirmek, çözmek için yasal yetkileri ve ekonomik imkânları olmadan yerine getiremeyeceği bir vakıadır. Merkezî yönetimin, artık, yerinden yönetim anlayışına bırakıp, çağdaş dünyanın gittiği yolda biz de mülkî amirlere yasal ve ekonomik sorumluluklarını belirleyip, hak ettikleri hizmet ve itibarı sağlamalıyız.

Muhtarlarımızın, yasalarla, görev ve sorumlulukları her gün artarken, söz konusu görev ve sorumlulukları yerine getirmek için hangi imkânla, hangi yetkiyle, hangi ekonomik ve sosyal durumla yerine getireceği düşünülmemekte ve iyileştirme yapılmamaktadır. Muhtarlarımıza verilen ödenekle, Bağ-Kur primlerini dahi ödeyememektedirler. Kırtasiye, telefon, aydınlatma, yakacak ve yol giderlerini nasıl karşılayacaktır?

2000'li yıllara girerken, muhtarlarımızı layık olduğu bir konuma getirmek anayasal bir borçtur.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Diğer önergeyi okutuyorum:

2. – Hatay Milletvekili Metin Kalkan ve 21 arkadaşının, demiryolu ulaşımındaki sorunların araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizin demiryollarının içinde bulunduğu durumu araştırmak, geliştirilmesini sağlamak, ihtiyacını tespit etmek, 21 inci Yüzyıl teknoloji seviyesine ulaştırmak hususunda, Anayasamızın 98 inci ve Meclis İçtüzüğünün 104-105 inci maddeleri gereğince, bir Meclis araştırmasının açılmasını saygıyla arz ederiz.

1- Metin Kalkan (Hatay)

2- Hüseyin Karagöz (Çankırı)

3- Mehmet Batuk (Kocaeli)

4- Mustafa Geçer (Hatay)

5- Mehmet Bekaroğlu (Rize)

6- Salih Kapusuz (Kayseri)

7- M. Zeki Çelik (Ankara)

8- Yaşar Canbay (Malatya)

9- Cemil Çiçek (Ankara)

10- Şeref Malkoç (Trabzon)

11- Tevhit Karakaya (Erzincan)

12- Suat Pamukçu (Bayburt)

13- Yakup Budak (Adana)

14- Ali Gören (Adana)

15- Mehmet Zeki Okudan (Antalya)

16- Hüseyin Kansu (İstanbul)

17- Mehmet Ali Şahin (İstanbul)

18- Şükrü Ünal (Osmaniye)

19- Mahmut Göksu (Adıyaman)

20- Mehmet Özyol (Adıyaman)

21- Lüfti Doğan (Gümüşhane)

22- Avni Doğan (Kahramanmaraş)

Gerekçe:

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, ulaşım politikasının temel hedefi, Anadolu'yu demiryolları ağıyla donatmaktı. Ancak, 1950'li yıllardan sonra temel ulaşım politikasında değişiklik yapılarak, karayolu ulaşımını temel alan bir politika izlenmeye başlanmıştır. Üzülerek müşahede edilmektedir ki, bu politika, hâlâ devam etmektedir.

Dünyaya baktığımızda, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin demiryolu ulaşımına büyük önem verdikleri gözlenmektedir. Temel ulaşım politikalarını demiryolu ulaşımı oluşturmaktadır. Fransa, Almanya, Japonya, İspanya gibi saatte 200 kilometreyi aşan hızlı tren teknolojisi geliştirerek ulaşımda büyük mesafeler katedilmiştir.

Ülkemizde ekonomik sıkıntıların temel nedenlerinden birisi de, ulaşımın yetersiz olduğu gerçeğidir. 1998 yılının trafik kazalarını bilançosunda hasar ve işgücü kaybı olarak 2 katrilyon 833 trilyon Türk Lirası ekonomik kayıp, ulaşım gerçeğini gözler önüne sermektedir. Hatta toplumsal felaket açısından da toplam ölü 6 590, yaralı ve sakat sayısı 116 876 kişidir.

Dünyada ve ülkemizde doğal çevrenin korunması hususunda artan toplumsal gerçek, tabiat dengesindeki bozulmanın verdiği kayıp, ulaşım politikalarını etkiler hale gelmiştir. Ülkemizin coğrafî konumu, jeolojik yapısı gözönüne alındığında demiryolu ulaşım politikasına yeniden dönülmesi gerçeği apaçık ortaya çıkmıştır.

Demiryolu ulaşımında yeni teknolojiler kullanılarak hem ekonomiye büyük katkı sağlanacak hem de doğal çevrenin korunması, enerji tasarrufu, güvenli ve hızlı ulaşım, trafik kazalarının sebebiyet verdiği ölümlerin ve sakatlıkların azalması, işgücü kaybının asgarî seviyeye düşürülmesi gibi önemli başarılar elde edilecektir.

Sonuç olarak, ülkemizin yarım yüzyıldır ihmal ettiği demiryolu temel ulaşım politikasının yeniden ele alınması, demiryolu ulaşımındaki temel sorunun araştırılması, ihtiyaçlarımızın tespit edilmesi, günümüz çağdaş teknolojisinin şu andaki sisteme uygulanması ve yeni demiryolu ağlarının açılması hususunda bir Meclis araştırması açılması zarureti doğmuştur.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemdeki yerini alacak, Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Son önergeyi okutuyorum.

3. — Hatay Milletvekili Metin Kalkan ve 19 arkadaşının, Hatay İlinin sorunlarının araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Hatay, ülkemizin tarım, ticaret, sanayi ve turizm potansiyeli açısından önemli illerinden birisidir. Bu ilimiz potansiyelinin gerektiği gibi kullanılabilmesi ve daha da gelişip kalkınabilmesi için bir çok sorun mevcuttur.

Bu önemli sınır kentimizin sorunlarının sağlıklı bir şekilde ortaya çıkması ve bu sorunların çözüm yollarının araştırılması için Anayasamızın 98 inci ve Meclis İçtüzüğünün 104, 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araşırması açılmasını arz ederiz.

1- Metin Kalkan (Hatay)

2- Hüseyin Karagöz (Çankırı)

3- Mehmet Batuk (Kocaeli)

4- Avni Doğan (Kahramanmaraş)

5- Mustafa Geçer (Hatay)

6- Mehmet Bekâroğlu (Rize)

7- Salih Kapusuz (Kayseri)

8- M. Zeki Çelik (Ankara)

9- Yaşar Canbay (Malatya)

10- Şeref Malkoç (Trabzon)

11- Yakup Budak (Adana)

12- Suat Pamukçu (Bayburt)

13- Mehmed Zeki Okudan (Antalya)

14- Ali Gören (Adana)

15- Hüseyin Kansu (İstanbul)

16 -Mehmet Ali Şahin (İstanbul)

17 - Şükrü Ünal (Osmaniye)

18 - Mahmut Göksu (Adıyaman)

19 - Mehmet Özyol (Adıyaman)

20 - Lütfi Doğan (Gümüşhane)

Gerekçe:

Ülkemizin güneyinde bulunan, zengin tarım kaynaklarına sahip, coğrafî konum itibariyle önemli ilimiz Hatay, nüfusu, iklimi, İskenderun Körfezi ve mevcut sanayi kuruluşlarıyla hızlı bir gelişme göstermesi gerekirken, bu gelişme ilin geneline yayılamamıştır.

Bu durumun genel nedenleri, kaynak sıkıntısı, sınır bölgesi oluşu, kamu yatırımlarının yetersiz oluşu, ulaşım ve altyapı yetersizliğidir. Coğrafî bakımdan önemli olan bu sınır ilimize hava ulaşımı olmaması, gelişmesini olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca, deniz ulaşımında İskenderun Limanının ihtiyaca cevap verememesi, ekonomik açıdan büyük bir kayıp oluşturmaktadır.

İlimizin, gerek ülkelerarası karayolu bağlantıları gerekse kendi ilçeleriyle olan bağlantıları ilkel ve yetersizdir. Antakya-Altınözü, Antakya-Yayladağ, Kırıkhan-Hassa, İskenderun-Kırıkhan yollarının yapımı acilen gerçekleştirilmelidir. Bu ilçelerin kalkınması, ulaşımla doğrudan ilgilidir.

Sınır ili olması, can ve mal güvenliği bakımından önem arz etmektedir. Sınır bölgelerinde yaşayan köylülerimize maddî ve manevî destekler sağlanarak sosyal imkânlar sunulmalıdır.

Geniş tarım alanlarına sahip olan ilin, ülke ekonomisine büyük katkısı olan tarım ürünlerinden tütün, pamuk, buğday ve zeytin üreticilerimizin sorunları tespit edilip acilen çözüm bulunmalıdır. Çİftçimize düşük faizli destek kredisi sağlanmalı, ürünlerin tabanfiyatları tatmin edici düzeyde tutulmalı ve peşin ödeme yapılmalıdır.

Kamu yatırımları sonuçlandırılmalı ve hizmete geçirilmelidir. Kaynak yetersizliği sebebiyle yıllardır bitirilemeyen okullar, hastaneler, yollar, barajlar, organize sanayi siteleri, içmesuyu ve kanalizasyon şebekelerine acilen kaynak temin edilip bitirilmelidir.

Kırsal kesimdeki çiftçiler başta olmak üzere, tüm çiftçiler desteklenmeli, Amik Ovası çiftçilerinin kiraladıkları hazine arazileri kendilerine devredilmeli, sınır köylüleri maddî ve manevî yönden desteklenerek, onlara, sınır ticareti yapma imkânları sağlanmalıdır.

Bölge halkının kalkınması hem bölge halkının birlik ve beraberliği hem de ülkenin birlik ve beraberliği açısından önem arz etmektedir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası gelince yapılacaktır.

Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir önerge vardır, okutuyorum:

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. — Hakkâri Milletvekili Hakkı Töre’nin (6/295) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/78)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin, "Sözlü Sorular" kısmının 59 uncu sırasında yer alan (6/295) esas numaralı sözlü soru önergemi, yazılı cevap aldığımdan,, geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

Hakkı Töre

Hakkâri

BAŞKAN – Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Gündemin 1 inci sırasında yer alan, Bankalar Kanununda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun müzakerelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

V. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. — Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/584) (S. Sayısı : 293) (1)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerlerini almışlardır.

Geçen birleşimde, tasarının 4 üncü maddesi kabul edilmişti; şimdi, 5 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 5.- 4389 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi yürürlükten kaldırılmış, izleyen bentler buna göre teselsül ettirilmiştir.

BAŞKAN – Madde üzerinde ilk söz; Fazilet Partisi Grubu adına, Afyon Milletvekili Sayın Sait Açba'ya aittir.

Buyurun Sayın Açba.

Süreniz 10 dakika efendim.

FP GRUBU ADINA SAİT AÇBA (Afyon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 5 inci maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bankacılık sektörü, bir taraftan, para politikasını etkileme; diğer taraftan, gelir ve servet dağılımını etkileme, bir taraftan, sektörler arası kaynak dağılımını etkileme ve fonların verimli alanlara aktarılmasını sağlama gibi, temel fonksiyonlara sahiptir; ancak, Türkiye'de, bankacılık sektörünün, bu temel fonksiyonları yeterince yerine getirmediğini de açıkca ifade etmemiz gerekmektedir.

(1) 293 S. Sayılı Basmayazı 16.12.1999 tarihli 35 inci Birleşim Tutanağa eklidir.

Bugün, Türkiye'de, bankacılık sektörünün pekçok olumsuz yönleri vardır; bu yönlerden birisi, kârlılığının verimlilikten kaynaklanmaması, enflasyona dayalı bir kârlılığın olması; diğer taraftan, holding bankacılığının mevcut bankacılık sektöründe hâkim bir faktör olması; diğer bir olumsuzluk, kamu sektörünün -bilhassa, en önemli unsurlardan biri budur- finansmanının önplanda tutulması; yine, ihtisaslaşmanın düşük seviyede olması gibi olumsuzluklardır. Bu olumsuzlukları, bir bakıma, haksız rekabeti oluşturan olumsuzluklar olarak da ifade edebiliriz. Dolayısıyla, bu olumsuzluklar çerçevesinde, bankacılık sektörünün, kendisine düşen görevleri yeterince ifa ettiğini söylememiz mümkün değildir.

Sektörün, gerçekten, çok büyük bir kârlılığı vardır; ama, bu kârlılık, kesinlikle verimlilikten, kaynaklanmamaktadır; tamamıyla, rekabetten uzak, enflasyon ortamında bilhassa, devlet kâğıtlarının -Hazine bonosu ve tahvillerin- alımına yönelik olarak veya buralara kaynak transferi şeklinde, buralardan elde edilen çok büyük bir kârlılığın, bankacılık sektöründe en önemli olumsuzluklardan biri olduğunu açıkça ifade etmemiz gerekmektedir.

Tabiî, tamamıyla, kamu sektörüne dayalı bir kârlılık ve sektörün, kamu sektörüne dayalı tarzda çalışması nedeniyle, sistem içinde küçük bankaların sayısının da hızla arttığını ve temelinin sağlam olmadığını; örneğin, 1987-1997 dönemini dikkate aldığımızda, hemen hemen 13 yeni bankanın kurulduğunu ve bunların ağırlıklı bir kısmının da küçük bankalar olduğunu da açıkça görmemiz mümkündür.

1999 yılının ilk yarısını dikkate aldığımızda, bankacılık sektörünün faaliyet dışı kârlarının gerçekten, oldukça yüksek boyutlarda olduğunu açıkça görürüz. 1999 yılının ilk altı ayında, banka kârlarının yüzde 129 ilâ yüzde 171 arasında değişmiş olduğunu görüyoruz. Örneğin, ilk altı aylık dönemde, Akbank'ın faaliyet dışı kârı 306 trilyon liradır, Türkiye İş Bankasının 161 trilyon liradır, Garanti Bankasının 243 trilyon liradır; diğer bankalarda da, bu şekilde, bilhassa devlet iç borçlanma senetlerine bağlı olarak çok yüksek seviyelerde gelirin elde edildiğini de açıkça görmemiz mümkündür.

İçborç senetlerinin alıcılarına göre dağılımına bakıldığında, hemen hemen içborç senetlerinin yegâne alıcısı bankalardır, bankacılık sektörüdür. Örneğin, 1998 yılında, bonoların yüzde 87'si bankalar tarafından satın alınmıştır, tahvillerin yüzde 86'sı, yine bankalar tarafından satın alınmıştır. 1998 yılında, tasarruf sahiplerinin almış olduğu tahvillerin oranı sadece 3,8'dir. Yine, aynı yılda, bono ve tahviller birlikte düşünüldüğünde, bankaların almış olduğu pay yüzde 86'dır, tasarruf sahiplerinin almış olduğu pay da yüzde 1,3'tür. Dolayısıyla, devletin çıkarmış olduğu, ihraç etmiş olduğu senetlerin yegâne müşterisinin bankalar olduğunu ve devlet senetlerinden dolayı ödenen faizlerin de bankaların kasasına girdiğini açıkça ifade etmemiz gerekmektedir.

Şimdi, kamu kesiminde senetlerin aşağı yukarı yüzde 85'i bankalar tarafından satın alındığına göre, acaba, bankalara yönelik kamu kesiminden transfer edilen faizlerin durumu nedir veya dolar cinsinden ifadesi nedir diye sorulduğunda, 1995-1999 yılları arasında, iç ve dışborç faizleri için ödediğimiz dolar cinsinden faiz miktarı 92 milyar dolardır, içborç faizi olarak ödenen miktar ise 81 milyar dolardır. Bunun yüzde 85'i bankalara ait olduğuna göre, 1995 - 1999 döneminde, bankalara transfer edilen faiz miktarı 68 milyar dolara ulaşmış bulunmaktadır.

2000 yılını dikkate aldığımızda, 2000 yılında, hepinizin bildiği gibi, 42 - 43 milyar dolar civarında iç ve dışborç faizi vardır ki, bunun hemen hemen 40 milyar doları, içborç faizlerine yönelik olarak yapılacak ödemedir. Dolayısıyla, 1995 - 2000 dönemini dikkate aldığımızda, bankalara transfer edilen faiz miktarı –1995'ten 2000 yılı sonuna kadar- 102 milyar dolara ulaşmış olacaktır; yani, 1995 - 2000 yılları arasında, toplam olarak 134 milyar dolar faiz transferi gerçekleşmiş olacaktır; bunun, 92 milyar doları fiilen gerçekleşmiştir; içborç faizlerine yönelik olan kısmı 121 milyar dolardır; ama, bankalara intikal edecek kısmı da 102 milyar dolara ulaşacaktır.

Dolayısıyla, bankacılık kesimi, Türkiye'de, maalesef, sağlam zemine oturmamaktadır; kaygan bir zeminde bulunmaktadır. Bankacılık, tamamıyla devlet senetlerinden, devletin ihraç etmiş olduğu senetlerden beslenmektedir. Dolayısıyla, tamamıyla ihtisaslaşmış verimli bir alanda çalışmayan bankaların, bir bakıma, bu kaygan zeminde her zaman için -pek çok bankanın- batması gibi problemler de söz konusudur. Tabiî, bunun sonuçları, şüphesiz, yine, kamu kesimine yansıyacaktır.

Türkiye'de, borçlanma problemleri halledilmediği müddetçe, bankacılık sektörünün zemininin de sağlamlaşması imkânı yoktur. Yine, borçlanma problemi halledilmediği müddetçe, Türkiye'de, ekonomik problemlerin çözülmesi imkânı da yoktur. Türkiye'nin en önemli sorunu, borçlanma problemidir; ama, hükümetin realize etmiş olduğu politikalara bakıldığında, bilhassa, iç borçlanmayla ilgili düzenlemelere bakıldığında, maalesef, bu düzenlemelerin gerçekçi bir zemine oturmadığını da açıkça görmemiz mümkündür. Dolayısıyla, ilk halledilmesi gereken mesele budur, bir bakıma, bankacılık sektörünün sağlam bir zemine oturması açısından.

5 inci maddede, 4389 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin yürürlükten kaldırıldığı görülmektedir. Yürürlükten kaldırılan hüküm şudur: "Bankalar, ana faaliyet konuları para ve sermaye piyasaları ile sigortacılık olan ve bu konularda özel kanunlarına göre izin ve ruhsat ile faaliyet gösteren malî kurumlar dışındaki bir ortaklığa özkaynaklarının en fazla yüzde 15'i oranında iştirak edebilirler. Bu tür ortaklıkların toplam tutarı banka özkaynaklarının yüzde 60'ını aşamaz."

Ben, kanunun hayırlı olmasını temenni ederken, teşekkür ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Açba.

Gruplar adına ikinci söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Trabzon Milletvekili Sayın Ali Naci Tuncer'e ait.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

DYP GRUBU ADINA ALİ NACİ TUNCER (Trabzon) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının 5 inci maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; gerek Grubum gerekse kendi adıma, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, birkaç gündür müzakere etmekte olduğumuz Bankalar Kanunundaki değişikliği tetkik ettiğimizde, bu Kanun, bu yılın 23 Haziranında kabul edilmiş. Aradan altı ay geçmeden, neredeyse yarısına yakın maddeleri değiştirilmektedir. Gerekçe olarak da, Avrupa ile entegrasyonu sağlıyoruz. O nedenle, bu değişiklikleri yapma zarureti doğmuştur diye ifade ediliyor.

Saygıdeğer milletvekilleri, malumunuz olduğu üzere, gümrük birliğinden sonra, yani, 1992 yılından sonra, bütün kurumlarımızın Avrupa ile entegrasyonu için gerekli hazırlıklar yapılmış ve peyderpey, bazı müesseseler Avrupa entegrasyonu için düzeltilmiştir. Altı ay önce yapılan değişiklikte, acaba, sayın hükümet, biz, aday olarak da, artık, Avrupa Birliğine giremeyeceğiz diye nazara almayıp da değişiklikleri yapmamış mıydı, bu düşünce içerisinde miydi? Eğer, bu düşünce içerisinde değilse, altı ay sonraki değişiklikleri de mi görememişti?

2000 yılına girdiğimiz bu dönemlerde hükümetin iddialı programları var. "Ekonomide enflasyonu yüzde 10'lara düşüreceğim" diyor, "faizleri düşüreceğim" diyor, "dövizleri sisteme sokacağım" diyor, "bütçe açıklarını kapatacağım" diyor. Güzel vaatler... Hepimiz memnun oluruz; ancak, altı ay sonrayı göremeyen, altı ay önce getirdiği bir kanunun neredeyse yarı maddesini değiştiren bir hükümetin bu vaatlerine nasıl inanacağız arkadaşlar?!

Görüşmekte olduğumuz tasarının 5 inci maddesiyle 4389 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin (1/a) bendi iptal edilmekte. Bu (1/a) bendinde ne vardı: Bankalar, kendi faaliyetleri dışında olan bu iştiraklere, en fazla, özsermayelerinin yüzde 15'i kadarıyla ve toplam da yüzde 60'ı geçmeyecek şekilde iştirak edeceklerini belirtmekteydi. Bu hüküm, metinden çıkarılmaktadır. Gerekçe olarak da "biz, bu iştirakleri kredi niteliğinde gördüğümüz için, artık bu tahdide lüzum yok" diyorlar. Ayrıca, geçici 1 inci maddeyle bugünkü iştiraklerini de peyderpey indireceklerini ve neticede, yüzde 25 oranında muhafaza edeceklerini belirtmektedirler. İşte, 2001 yılında yüzde 75'e, 2002 yılında yüzde 70'e vesaire, en sonunda, altı yıl sonra yüzde 25'e inecek deniliyor. Bu sistemle, bankaların diğer kuruluşlara iştirakine gem vurulmaktadır; bu sistemden anlaşılan budur.

Cumhuriyet döneminden beri, biz, bankaları bu iştiraklere katılmaya teşvik ettik ve Türkiye'nin sayılı sanayi kuruluşları, bankaların iştirakleri sayesinde olmuştur. Bugün, Avrupa'yla yarışmakta olan bir Paşabahçe Cam Fabrikası eğer hayattaysa, bunun ana nedeni, İş Bankasının büyük iştiraklerinden birisi olmasıdır. Şimdi, biz, bu politikadan vazgeçiyoruz ve bu iştiraklerden bankaların el çekmesini istiyoruz. Eğer, bugün, bir sigorta sisteminden Türkiye'de bahsedebiliyorsak, bu sistemin ana nedeni, bankaların bu sigortalara el atmasındandır. Bunların fabrikalarına alacağı demirbaş, makine için leasing sistemlerini bankalar geliştirmiştir, küçük esnaf ve KOBİ'leri tefecilerin elinden kurtaran factoring sistemleridir. Bugün, bu yasayla, bunlara da gem vurmaktayız.

Saygıdeğer arkadaşlarım, ayrıca, geçici bir maddeyle bankalara bir külfet daha getirilmekte. Bugünkü iştiraklerini altı yıl içinde tasfiye edecek. Ya tutturamazsa, altı yıl içinde yüzde 25'e getiremezse, ne yapacağız; kanunu ihlal ettiği için haklarında kanunî takibat yapacağız. Görüştüğüm büyük banka yetkilileri, altı yıl içerisinde bunu yapabilecekleri inancında olmadıklarını ifade ettiler. Ne olacak; tekrar bir zaruret gelecek, bu kanunun bu maddesini yeniden değiştirme durumunda kalacağız. Ama, tahmin ediyorum, hükümetin en rahat olduğu madde bu madde; zira, bu maddeyi altı yıl sonra değiştirme zaruretiyle karşı karşıya kalacak. Hükümetin bugünkü siyasî ve ekonomik politikasıyla, altı yıl sonra iktidarda olmayacağını zaten kendisi de biliyor. Onun için, böyle bir endişesi yok. Bunları, inşallah, biz gelip düzelteceğiz.

Saygıdeğer arkadaşlarım, bankacılık sistemi, bütün hatalarına rağmen, bütün eksikliklerine rağmen, Avrupa ile en iyi entegre olmuş kurumlarımızdan biridir. Bugün, Batı'yla müşterek birçok bankamız vardır. Mutlaka bunda da revizyon yapılsın, yapılmasın demiyorum; ama, altı ayda bir değiştirilmesini gerektirecek kadar acil bir durum yoktu. Bundan anlaşılıyor ki, hükümet, iyi tetkik etmeden tasarı getiriyor; acele kanun çıkarayım hevesiyle tasarıları buraya sevk ediyor, daha tatbikata yönelmeden hatalar meydana çıkıyor. Bir de tatbikata dönüldüğünde, daha ne hataların çıkacağını hep beraber yaşayacağız. İktidarı meydana getiren partilerin çoğunluğu, yıllarca, bürokrasi sultasından şikâyetçi olmuşlardır. Bugün, bu kanunla getirdikleri sistemle, bütün bankacılığı bürokrasiye teslim ediyorlar. Onu da tam olarak gerçekleştiremediler, atamalarını yapamadılar, yeni değişiklik yapma zaruretini gördüler. Bunu da Batı'yla entegrasyon gerekçesi içerisine saklamaya çalıştılar.

Muhterem arkadaşlar, ümit ediyorum ki, benim tahmin ettiğim gibi olmasın da başarılı olsun bu kanun. Bu memleket hepimizin. Biz, bir muhalefet hırsı içerisinde konuşmuyoruz, doğrusu yapılsın diyoruz. İki gün sonra olsun; ama, kuruluşların bilgilerine müracaat edilsin, ehil olanların fikirleri dinlensin, muhalefetin fikirleri dinlensin ve yaptığımız kanunlar kalıcı olsun.

Bugün, elimde olan bir notta, Bankalar Birliği, kanun değişikliğinin çoğunluğuna karşı. Bütün bankaların meydana getirdiği bir birliğin dahi fikri alınmadan tasarı önümüze getiriliyor. İnşallah, bundan sonraki kanun çalışmalarında Sayın Hükümetimiz bu hatalara düşmez ve biz de, daha yararlı hizmetler vermek suretiyle, milletimizin bize emanet ettiği yasama yetkisini iyi yolda kullanırız.

Hepinize saygılar sunuyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tuncer.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahıslar adına ilk söz, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan'ın.

Sayın Ayhan?.. Yoklar.

Kocaeli Milletvekili Sayın Turhan İmamoğlu?.. Yok.

Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat?..

ASLAN POLAT (Erzurum) – Vazgeçtim efendim.

BAŞKAN – Peki efendim.

Önerge yok.

Maddeyi, Komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum:

MADDE 6.- 4389 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinin (4) numaralı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“4. Bankalar, Türkiye Bankalar Birliğinin görüşü alınarak Kurulca tespit edilecek kapsam ve uygulama esasları çerçevesinde, doğrudan ve dolaylı iştirakleri ile yönetim ve denetimine sahip oldukları ortaklıkları ve/veya ortakları ile bu ortakların doğrudan veya dolaylı olarak sahip veya yönetim ve denetimine hakim oldukları malî ve malî olmayan ortaklıkların hesaplarını konsolide ederek konsolide malî tablolar hazırlamak zorundadır. Bu Kanuna göre yürürlüğe konulan standart oranlar bankalarca Kurul tarafından belirlenecek esas ve ilkeler çerçevesinde konsolide esasa göre de hesaplanır ve uygulanır. Kurulca hesapları hazırlanacak konsolide malî tablolar kapsamına alınan gerçek ve tüzel kişiler, kendilerinden bu kapsamda istenen her türlü bilgi ve belgeleri ilgili bankalara ve Kuruma vermekle yükümlüdür. ”

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz; Fazilet Partisi...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Vazgeçtik Sayın Başkan.

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Kabataş; buyurun efendim.

Süreniz 10 dakika.

DYP GRUBU ADINA KEMAL KABATAŞ (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz tasarının 6 ncı maddesi, daha önce, Haziran 1999'da değişiklikle yürürlüğe konulmuş olan kanunun 13 üncü maddesinin 4 numaralı fıkrasını değiştiren bir düzenleme ve bu tasarıyla getirilen, bankacılık sektörü açısından fevkalade önemli sonuçlar doğurabilecek olan başka, ciddî ve kapsamlı bir düzenleme. Nedir getirilen düzenleme ve bu düzenlemenin sonuçları açısından nedir bankacılık sektörünün görüşü ve durumu; bunlara değinmek istiyorum.

4 üncü fıkrayla getirilen düzenleme şudur: "Bankalar, Türkiye Bankalar Birliğinin görüşü alınarak, Kurulca tespit edilecek kapsam ve uygulama esasları çerçevesinde, doğrudan ve dolaylı iştirakleri ile yönetim ve denetimine sahip oldukları ortaklıkları ve/veya ortakları ile bu ortakların doğrudan veya dolaylı olarak sahip veya yönetim ve denetimine hâkim oldukları malî ve malî olmayan ortaklıkların hesaplarını konsolide ederek, konsolide malî toblolar hazırlamak zorundadır. Bu Kanuna göre yürürlüğe konulan standart oranlar, bankalarca, Kurul tarafından belirlenecek esas ve ilkeler çerçevesinde konsolide esasa göre hesaplanır ve uygulanır. Kurulca hesapları hazırlanacak konsolide malî tablolar kapsamına alınan gerçek ve tüzelkişiler, kendilerinden bu kapsamda istenen her türlü bilgi ve belgeleri ilgili bankalara ve Kuruma vermekle yükümlüdür."

Biraz bilmece gibi yazılmış ya da tercüme edilmiş olan bu metnin, kendine göre çok önemli sonuçları var. Bugün de, bankcılık sisteminde konsolidasyon diye tarif ettiğimiz, tanımladığımız bir uygulamanın, ifadeler arasında açılımlı hale getirilmiş şeklidir bu. Bugünkü uygulamada da, bankalar, doğrudan veya dolaylı her türlü iştiraklerinin malî sonuçlarını konsolide etmek ve konsolide tablolar hazırlamak durumundadırlar. Bu, malî yönetim açısından önemli bir ihtiyaçtır ve bu ihtiyacın karşılanması gerekir. Ancak, bu defa getirilen düzenleme, gerçekten, bankalar açısından içinden çıkılmaz bir tablo yaratacak özellikler taşımaktadır; çünkü, konsolidasyon kapsamına alınan iştirakler ve ortaklıklar, sadece malî iştirakler ve malî kurumlar olmaktan öteye, reel sektörde faaliyet gösteren, malî olmayan ortaklıkları da içermektedir. Böylece, ortanın üstünde büyüklükte bir bankada, 10, 20, 30, bazen 100'e kadar çıkan, her iş dalında iştigal eden, her iş dalında faaliyet gösteren ve faaliyetleri birbirleriyle benzerlik arz etmeyen onlarca şirketin malî tablolarından, bilançolarından, konsolide malî bilanço çıkarılması ve bu bilanço sonuçlarına göre de, bankaların standart oranlarını, kanundan doğan zorunlu oranlarını tutturmaları istenmektedir.

Bankalar Birliğiyle yapılan görüşmelerde, bankacılar, kesinlikle, bu kapsamda bir uygulamanın, bugünkü bankaların iştirak yapıları, ortaklık yapıları, dolaylı iştirak ve ortaklık ilişkileri karşısında uygulanabilir olmadığını, uygulanamayacağını açık ve net şekilde ifade ettiler. Ancak, bu düzenleme, yine, Avrupa Birliği kriterlerine uyum yaklaşımı içinde gündeme getirildi ve ısrarla savunuldu.

İlk şekline göre altkomisyonda ve üstkomisyonda (Plan ve Bütçe Komisyonunda) birazcık yumuşatıldı; ama, şunu, açıklıkla bir kez daha ifade etmek istiyorum: Biz, bu düzenlemeleri, bizim millî kurumlarımız olan bankalar için getiriyoruz. Getirdiğimiz sistemin, önerdiğimiz modelin, bankalar açısından uygulanabilir, anlamlı sonuçlar çıkarabilir, ortaya konulabilir özellikte ve doğrulukta olması lazımdır.

Israrla sordum ve sonucunu almak için arkadaşlarımdan bilgi rica ettim; gerçekten, böylesine genişletilmiş bir şablonu, böylesine büyütülmüş bir sistematiği herhangi bir banka üzerinde test ettiniz mi? Gerçekten, böyle bir çalışma yok ve ilgili banka yöneticileri, böylesi bir modelden anlamlı malî sonuçlar çıkmayacağını, çıkarılamayacağını ifade ediyorlar; ama, yine, biz, uyum mantığıyla, ille de bu kriterlere uyacağız mantığıyla, yasa halinde, zorunlu bir düzenleme olarak, konuyu gündeme getiriyoruz ve bankacılık sistemini, getirdiğimiz bu modele uymaya zorluyoruz. Tabiî, bu zorlamanın sonuçları var. Burada getirilen kanunî oranlar -kanundaki ifadesiyle, bu konsolide tablolardan çıkarılacak standart oranlar- sadece bilgi almak, bilgi üretmek amacıyla getirilmiyor; bu oranlara, yani konsolide edilmiş tablolardan çıkarılacak oranlara uymamanın sonuçları var; uymamak, müeyyideye bağlanmıştır, ağır cezaî yükümlülükleri vardır, trilyonlarla ifade edilecek malî yükümlülükler ve para cezaları söz konusudur.

Tabiî ki, bankacılık sisteminin uluslararası sistemle ve Avrupa Birliği kriterleriyle uyumlu hale getirilmesi, arzu edilmeyen bir yaklaşım olamaz. Türk malî sisteminin uluslararası sistemle entegrasyonu, elbette arzu edilen bir husustur; ama, getirdiğimiz düzenlemenin, bizim sistemimizle uyumlu olup olmadığı ve hangi açıdan uyumlu hale getirilmesi gerektiği konusu dikkat ister, itina ister. Sadece bir önyargı, sadece bir ilkeye bağlı olmak yaklaşımıyla, uygulanamayacak hükümleri kanuna derç etmenin, pratikte de bir anlamı yok, bir önemi yok. Yani, ben, öyle banka bilançoları biliyorum ki, bu bilançolarda, 100'den fazla ortaklık var; 100'den fazla ayrı dalda, ayrı işte, birisi perakende ticaretle uğraşırken, birisi leasing işiyle uğraşan, 100'lerle ifade edilen kuruluşu, malî olan veya olmayan kuruluşu, tek bir malî bilançoya, tek bir malî tabloya taşımak ve bundan sonuç çıkarmak, pratikte mümkün gözükmüyor.

Burada, yapılan bir yumuşatma, bir düzenleme var; bu konuda, uyum konusunda, muhtemelen karşılaşılacak sorunları göz önüne alarak, Kurul, her şeye kadir, her şeye yetkili olan bu Kurul için, "getirilen standart oranlar, bu Kurulca belirlenecek esas ve ilkeler çerçevesinde, konsolide esasa göre de hesaplanır ve uygulanır" şeklinde yumuşatılmış bir ifade var. Kurul, bu güçlükleri -muhtemelen- görecek ve bu kapsamda malî tablolar üretilemeyeceğini, bunlardan da zorunlu standart oranlar ortaya konulamayacağını görecektir diye düşünmek, anlamak istiyorum. Aksi halde, buradaki tanım içinde bu maddenin düşünülen anlamda uygulanabilirliği yoktur, olmayacaktır. Bankacılık sektörü ile Kurul arasında önemli sıkıntılar, önemli çekişmeler, önemli çatışmalar yaratacaktır. Oluşturulacak Kurulun ve Kurul altında çalışacak teknik yönetimin bu darboğazı, bu teknik zorluğu göreceğini ve sistemi bu açıdan zorlamayacağını düşünüyorum.

Her şeye rağmen, getirilen düzenlemenin sektör için hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kabataş.

Şahıslar adına ilk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker'e ait.

Buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakikadır.

MASUM TÜRKER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu maddede yapılan düzenleme, bir evvelki maddede iptal edilen fıkrayı da katarak; yani, bankaların, burada söz edilen, özellikle factoring, leasing gibi şirketlerin de içinde yer aldığı malî konsolidasyon dediğimiz konsolide tablolar üzerindeki oranlarla ilgilidir. Burada, ben, iki noktaya dikkati çekerek hemen sözlerime son vermek istiyorum.

Birincisi, bu konsolide rasyoların belirlenmesinde, geçtiğimiz gün kabul ettiğimiz Türkiye muhasebe standartlarında, muhakkak, Kurul tarafından belirlenecek konsolidasyon ilkelerine uyulmasında büyük yarar var. Bu ilkelere uyulurken de, bu kanun çerçevesindeki konsolide oranlarda, malî ortaklıklar ile malî olmayan ortaklıklar arasındaki farkların muhakkak belirtilmesinde yarar var.

Bu vesileyle, saygılarımı sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Türker.

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?.. Yok.

Kocaeli Milletvekili Sayın Turhan İmamoğlu?.. Yok.

Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat?.. Yok.

Madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmış bulunuyor.

Önerge yok.

Soru?.. Yok.

Maddeyi, Komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

7 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 7.- 4389 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin (2), (3), (4) ve (5) numaralı fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, maddeye aşağıdaki (6) ve (7) numaralı fıkralar eklenmiştir.

“2. a) Kurum, bir bankanın varlıklarının vade itibariyle taahhütlerini karşılayamadığını veya bu durumun gerçekleşmek üzere olduğunu veya likiditeye ilişkin düzenlemelere uymadığını tespit ettiği takdirde; bankadan, onaylayacağı bir plan dahilinde bu durumun düzeltilmesini isteyebileceği gibi uygun bir süre vererek;

aa) Uzun vadeli veya duran değerlere yatırım yapılmaması,

ab) İştirakler ve gayrimenkuller gibi duran değerlerin elden çıkarılması

da dahil olmak üzere, likiditenin güçlendirilmesi amacıyla, uygun göreceği her türlü tedbirin alınmasını isteyebilir.

b) Kurum, bir bankanın özkaynaklarının sermaye yeterliliğine ilişkin düzenlemelere göre yetersiz kaldığını ya da bu durumun gerçekleşmek üzere olduğunu tespit ettiği takdirde; bankadan, onaylayacağı bir plan dahilinde, sermaye artırımı veya sermaye benzeri kaynak temin edilmesi suretiyle bu durumun düzeltilmesini isteyebileceği gibi,

ba) Kâr dağıtılmaması, yönetim kurulu üyeleri ile genel müdür ve yardımcılarına huzur hakkı, ikramiye, prim, aynî ve nakdî sosyal yardım ya da her ne ad altında olursa olsun verilen ek ödemelerin durdurulması,

bb) zarar doğurduğu tespit edilen faaliyetlerinin sınırlandırılması veya durdurulması,

bc) verimi düşük veya verimsiz varlıklarının elden çıkarılması

da dahil olmak üzere, özkaynakların güçlendirilmesi amacıyla, uygun göreceği her türlü tedbirin alınmasını isteyebilir.”

“3. Kurum, bir bankanın;

a) Bu maddenin (2) numaralı fıkrası kapsamında alınması istenen tedbirleri kısmen ya da tamamen almadığını, bu tedbirlerin kısmen veya tamamen alınmış olmasına rağmen malî bünyesinin güçlendirilmesine imkân bulunmadığını ya da malî bünyesinin bu tedbirler alınsa dahi güçlendirilemeyecek derecede zayıflamış olduğunu,

b) Yükümlülüklerini vadesinde yerine getiremediğini,

c) Bu madde hükümlerinin uygulanmasında Kurulca belirlenecek değerleme esasları çerçevesinde yükümlülüklerinin toplam değerinin varlıklarının toplam değerini aştığını,

d) Faaliyetine devamının mevduat sahiplerinin hakları ve malî sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arzettiğini

tespit ettiği takdirde, Kurul, en az beş üyesinin aynı yöndeki oylarıyla alınan kararla temettü hariç ortaklık hakları ile bankanın yönetim ve denetimini Fona devretmeye veya bankacılık işlemleri yapma ve/veya mevduat kabul etme iznini kaldırmaya yetkilidir.”

“4. Kurum, bir bankanın yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak, tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortakların, banka kaynaklarını bankanın emin şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek biçimde doğrudan veya dolaylı olarak kendi lehlerine kullandıklarını veya bankayı bu suretle zarara uğrattıklarını tespit ettiği takdirde Kurul, en az beş üyesinin aynı yöndeki oylarıyla alınan kararla bunların temettü hariç ortaklık hakları ile bankanın yönetim ve denetimini Fona devretmeye yetkilidir.”

“5. a) Fon, (3) numaralı fıkra hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi kendisine devredilen bankanın devir tarihi itibariyle düzenlenecek bilançosunu esas almak suretiyle;

aa) Uygun göreceği aktiflerini, teşkilatını ve aksine talebi olmayan personeli ile devir tarihi itibariyle mevduat toplamları en yüksek beş bankaca uygulanan faiz oranları ortalamasını geçmemek üzere işlemiş faizleriyle birlikte sigortaya tâbi tasarruf mevduatını ve pasifte yer alan karşılık kalemlerini, kurulacak bir bankaya ya da mevcut bankalardan istekli olanlara devretmeye ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılmasını Kuruldan istemeye,

ab) Sigorta kapsamında bulunan mevduat tutarını aşmamak ve hisselerinin tamamına sahip olmak kaydıyla, sermayesine tekabül eden zararlarını devralmaya

yetkilidir. Devralınan zararlara istinaden yapılacak ödemelerin karşılığını temsil eden hisseler başkaca bir işleme gerek kalmaksızın Fona intikal eder.

Hakkında bu fıkranın (aa) altbendi hükümleri uygulanan bankanın devredilen aktiflerinin toplamının devredilen pasiflerinin toplamını karşılamaması halinde aradaki fark Fon tarafından ödenir. Bu halde ve hakkında bu fıkranın (aa) altbendi hükümleri uygulanan bankanın bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılması durumunda bu Kanunun 16 ncı maddesinin 2 ve 3 numaralı fıkraları uygulanmaz. Bu kanunun 16 ve/veya 17 nci maddelerine göre iflas masaları kurulması halinde, Fon ödediği tutar kadar bunlara imtiyazlı alacaklı sıfatıyla iştirak eder.

b) Fon, (4) numaralı fıkra hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi kendisine devredilen bankanın;

“ba) Anılan fıkrada belirtilen şekilde kullanılan kaynaklarının veya uğradığı zararın, vereceği süre içinde iade veya tazmin edilmesini ve hisselerin Kurulca uygun görülecek gerçek ve tüzel kişilere devredilmesini istemeye,”

bb) Yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak, tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortakları ile tüzelkişi ortaklarının sermayesinin yüzde onundan fazlasına sahip gerçek kişi hissedarlarından kendilerine, eşlerine ve velayet altındaki çocuklarına ait taşınmaz mal ve iştiraklerini, haczi caiz olan taşınır mal, hak ve alacaklarını ve menkul kıymetlerini ve her türlü kazanç ve gelirleri ve ayrıca bildirimden önceki iki yıl içinde ivazlı veya ivazsız olarak iktisap ettikleri veya devrettikleri taşınmaz mal, haczi caiz taşınır mal, hak, alacak ve menkul kıymetlerini gösterir birer mal beyannamesi vermelerini istemeye,

bc) Yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak, tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının malvarlıkları üzerine teminat aranmaksızın ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz kararları ile ilgililerin yurtdışına çıkmasına yasaklama dahil, alacaklıların menfaati için zorunlu olan her türlü muhafaza tedbirinin alınmasını ilgili mahkemeden istemeye

yetkilidir.

Bu bend hükümlerine göre istenen mal beyannamesinin en geç yedi gün içinde Fona verilmesi zorunludur. Bu mal beyanının hüküm ve sonuçları hakkında 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun ilgili hükümleri geçerlidir. Bu bend hükümleri çerçevesinde alınan tedbir ve haciz kararları, karar tarihinden itibaren altı ay içinde dava veya icra veya iflas takibine konu olmazsa kendiliğinden ortadan kalkar. Fonun ilgililer hakkında 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun Onbirinci Bap hükümlerine göre açacağı iptal davasında aciz vesikası şartı aranmaz.

“Bu maddenin (4) numaralı fıkrasında belirtilen şekilde kullanılan kaynaklar veya uğranılan zarar verilen süre içinde iade veya tazmin edilmediği takdirde bu zarar veya kullanılan kaynakların miktarına bakılmaksızın bu ortaklara ait hisseler Fona intikal eder. Bu kaynaklar veya uğranılan zararın verilen süre içinde iade veya tazmin edilmesine rağmen uğranılan zararın özkaynakları aştığının tespiti halinde ise bankanın hisselerinin tamamı başkaca bir işleme gerek kalmaksızın Fona intikal eder.

c) Bu Kanun hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimleri veya hisseleri Fona intikal eden bankaların, alacaklarını dava veya takip yoluyla tahsil etme cihetine gitmeleri halinde 492 sayılı Harçlar Kanununun 2 nci,23 üncü, 29 uncu maddeleri ve 2548 sayılı Cezaevleri ile Mahkeme Binaları İnşası Karşılığı Olarak Alınacak Harçlar ve Mahkûmlara Ödettirilecek Yiyecek Bedelleri Hakkında Kanunun 1 inci maddesi hükümleri uygulanmayacağı gibi, her türlü ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinde teminat şartı aranmaz. Fonun ve Fona intikal eden bankaların alacaklarına ilişkin davalarda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seri muhakeme usulü hükümleri uygulanır.”

“6. Fon, (5) numaralı fıkra hükümlerine göre hisseleri kendisine intikal eden bankanın;

a) Gerektiğinde malî ve teknik yardım da sağlamak suretiyle, varlık ve yükümlülüklerini kısmen veya tamamen, mevcut bankalardan istekli olanlara ya da kurulacak bir bankaya devretmeye veya bankayı isteklisi bulunan başka bir bankayla birleştirmeye,”

b) Malî sistemde güven ve istikrarın sürdürülmesini teminen, Kurulca gerekli görülen hallerle sınırlı olmak üzere; malî bünyesinin güçlendirilmesi ve yeniden yapılandırılması için gerektiğinde sermayesini artırmaya, Merkez Bankasının görüşü alınmak suretiyle kanuni karşılık yükümlülüklerini cezai faizlerini de kaldırmak suretiyle ertelemeye veya düşürmeye, iştirak, gayrimenkul ve diğer aktiflerini satın almaya veya bunları teminat olarak alıp karşılığında avans vermeye ya da mevduat yapmaya, alacaklarını, zararlarını devralmaya, bu şekilde sahip olduğu aktifleri ve hisse senetlerini iskonto veya sair suretlerle üçüncü kişilere satmaya, vadeleri uzatılmak kaydıyla borçlarını garanti etmeye, her türlü alacak ve varlıkların nakde tahvilini kendisi sağlayabileceği gibi, yapacağı anlaşmalar çerçevesinde kamusal sermayeli olanlar da dahil olmak üzere diğer bankalar aracılığıyla Fon nam ve hesabına bunları nakde tahvil ettirmeye,

ve gerekli göreceği her türlü tedbiri almaya ya da banka hakkında (5) numaralı fıkranın (aa) alt bendi hükümlerini uygulamaya yetkilidir. Bu fıkra ve (5) numaralı fıkra hükümlerine göre yapılan devir işlemlerinde alacaklı ve borçluların rızası aranmaz.

Fon, bu fıkra ile kendisine verilmiş olan görevleri doğrudan veya Fonun sahip olduğu tüm hak, menfaat ve muafiyetlerden aynı şekilde yararlanan, kuruluşu ve sermaye artırımı 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümleri ile 23/2/1995 tarih ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 29 uncu maddesi hükmünden muaf ve sermayesinin tamamına sahip olduğu kamu tüzel kişiliğini haiz bir şirket aracılığı ile de gerçekleştirebilir.”

“7. Fon, bu madde hükümlerine göre temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimleri veya hisseleri kendisine intikal eden bankada, bankanın tüm varlıkları ile kayıt ve belgelerinin güvenliğini sağlamak üzere gerekli her türlü tedbiri almaya ve bu amaçla sınırlı olmak üzere kamu kurumlarının yardım ve desteğinden yararlanmaya yetkilidir. Fon, yapacağı anlaşmalar çerçevesinde bu desteği özel kuruluşlardan da sağlayabilir.

Fon tarafından bu maddede yazılı tedbirlerin alınması amacıyla kurulacak bankanın kuruluşunda ve Fonca yapılan devir ve birleşme işlemlerinde bu Kanunun 7 nci maddesi, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümleri ile devir ve birleşmeye tabi tutulacak bankaların toplam aktiflerinin sektör içindeki paylarının % 20’ yi geçmemesi kaydıyla 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunun 7, 10 ve 11 inci maddeleri uygulanmaz, kuruluşa ilişkin karar Resmi Gazetede yayımlanır ve banka, kurumun talebi üzerine Ticaret Siciline tescil edilir. Bu işlemler her türlü vergi, resim ve harçtan istisna tutulur. Bu madde hükümleri uyarınca kurulan bankaya geçici bir süreyle bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni verilir ve banka verilen izin süresi içinde bu Kanunun 7 ve 8 inci madde hükümleri uygulanmak suretiyle Fon tarafından Kurulca belirlenecek esas ve usuller dahilinde üçüncü kişilere devredilir. Verilen izin süresi içerisinde devir işleminin gerçekleştirilememesi halinde izin süresi Kurul tarafından uzatılabilir. Bankaya geçici bir süreyle verilen bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni devir halinde sürekli hale getirilir. (5) numaralı fıkra hükümlerine göre Fona intikal eden hisseler bu Kanunun 7 ve 8 inci maddesindeki hükümleri uygulanmak suretiyle Fon tarafından Kurulca belirlenecek esas ve usuller dahilinde üçüncü kişilere devredilir.

Bu madde hükümleri uyarınca, bankaların hisselerinin veya temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimlerinin Fona devrine veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izinlerinin kaldırılmasına ilişkin Kurul kararları Resmi Gazetede yayımlanır.”

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 7 nci madde üzerinde ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Tokat Milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu'na ait.

Buyurun Sayın Dağcıoğlu. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

FP GRUBU ADINA MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 293 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci maddesi hakkında, Grubum adına konuşmak üzere huzurlarınıza gelmiş bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, bu 7 nci maddeyle ilgili kanun tekniğini eleştirmek istiyorum sayın milletvekilleri. Farkına vardıysanız, 10 dakikada eleştirerek bitirmem istenilen madde, burada tam yarım saatte okundu. Yani, böyle madde, böyle kanun hazırlanmaz!.. Bu eleştirimi, lütfen, dikkate almalarını rica ediyorum.

Sayın milletvekilleri, bilindiği gibi, sağlıklı bir malî sistemin temel şartlarından biri de, bankacılık, para ve sermaye piyasalarındaki istikrarın ve güvenin sağlanmasıdır.

Ayrıca, finans sektörünün, ülke ekonomisi için taşıdığı stratejik önem göz önünde bulundurulduğunda, aynı zamanda, sorunlara ve krizlere daima açık bulunan bir sektör olması dolayısıyla, elbette, bu alanda yapılacak düzenlemelerin son derece titizlikle yürütülmesi gerekmektedir.

Hal böyleyken, bu Meclisten daha altı ay önce bir Bankalar Kanunu çıkarılmıştı büyük bir heyecanla, hepimiz hatırlıyoruz. Gerekçe yine aynı gerekçeydi; ülkemiz bankacılık sektörünün uluslararası standartlara uygunluğunun sağlanması gerekçisi. 4389 sayılı Kanun, bu amaç ve gerekçeyle, Türkiye Büyük Millet Meclisince ilk iş olarak, ilk yaptığımız kanun olarak, yine, böyle, alelacele, yoğun bir mesai verilerek, 18 Haziranda kabul edilmiş ve 5 gün sonra da, Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmişti.

Bu kanunla ne yapmıştık biz arkadaşlar; yine, bu hükümetin teklifiyle, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu oluşturulmuştu. Bu kurul, banka denetim ve gözetim yetkisinin daha etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, bankaların denetim ve gözetiminden sorumlu olmak üzere ve siyasî otoriteden de bağımsız karar alma yetkisiyle donatılmış, idarî ve malî özerkliğe sahip olarak kurulmuştu. Sözde, bu kurulun çalışmaları, konuya ilişkin uluslararası uygulamalara paralel olarak düzenlenmiş olacaktı; fakat, altı ay geçmeden, ne hazindir ki, görüldü ki, konuya ilişkin uluslararası uygulamalarda, bu tür kurumlar, siyasî iradeden tümüyle bağımsız bir şekilde yürütülmektedir. Halbuki, 4389 sayılı Yasayla, bankaların kuruluşuna izin verilmesi ve faaliyet izinlerinin kaldırılması gibi, sektörün temelini oluşturan yetkiler, Bakanlar Kuruluna bırakılmıştı.

Ayrıca, bu tasarının getiriliş gerekçesine bakılırsa, hükümetimiz, bankacılık sistemimizin, aracılığa ilişkin Avrupa Birliği direktifine bütünüyle uyumlu hale getirilebilmesi ve konsolide denetim ilkelerine ilişkin daha açık ve daha kapsamlı düzenlemeler yapılması gerektiğini altı ay sonra, bugün ancak anlayabilmiş bulunuyor; bu, çok üzücü bir tespit. O zaman da, biz, haykırarak bunları anlatmaya çalışmıştık. İşte, bu tasarı, bu nedenle, bir daha önümüze getirilmiş. Yani benim oğlum bina okur, döner döner bir daha okur. Haydi, olmadı, bir daha değiştirelim, nasılsa, bu Yüce Meclis, bu acemilikleri tamire alıştı. Bu manada, işte, bugün yapılan da budur sevgili arkadaşlar. Nitekim, bu defa yapılmak istenilen değişiklikle, bankalarla ilgili olarak, kuruluştan tasfiyeye kadar olan bütün süreçlerde alınması gereken kararların tamamı Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun yetkisine bırakılmaktadır. Ayrıca, Avrupa Birliği standartlarına uygunluğun sağlanması hususunda, bu tasarıyla, bankalara, getirilen düzenlemelere uyum sağlayabilmeleri için beş yıllık bir geçiş süreci öngörülmektedir. Şimdi, beyler daha önce neredeydiniz diye sormak lazım.

Alelacele getirdiğiniz tasarılar, sizi, işte böyle mahcup etmektedir. Bari, bundan sonra getireceğiniz tasarılarınızı, lütfen, iyice düşünüp, ciddî bir hazırlıkla bu Meclisin huzuruna geliniz ki, millete, durmadan gülünç duruma, hep birlikte durmadan gülünç duruma düşmeyelim diye rica ediyorum.

Sayın milletvekilleri, şimdi, tasarının 7 nci maddesiyle 4389 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin 2, 3, 4 ve 5 numaralı fıkraları değiştirilmekte ve maddeye 6 ve 7 numaralı fıkralar eklenmektedir. Madde ve gerekçesini incelediğimizde, 4389 sayılı Kanunla, sözde ayrıntılı olarak düzenlenmiş bulunulan; ama, bakın, sözde ayrıntılı olarak düzenlenmiş bulunulan, sistemde faaliyet gösteren bankaların malî bünyelerinde meydana gelebilecek zafiyet nedenlerinin belirlenmesi ve buna göre gerekli tedbirlerin süratle alınarak uygulamaya konulmasına ilişkin hükümler daha da kapsamlı hale getirilmektedir. Buna göre, alınan tedbirlere rağmen, malî bünyeleri iyileştirilmeyen bankaların rehabilitasyona tabi tutulmalarına ve yeniden yapılanmalarına imkân sağlanarak, bazı bankalarda ortaya çıkabilecek sorunların sistem bütününe sirayet etmesinin önlenmesi amaçlanmaktadır.

Ayrıca, yine bu maddeyle, alınan bütün tedbirlere rağmen malî bünyeleri iyileştirilemeyen bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devrine ilişkin usul ve esaslar yeniden düzenlenmeye çalışılmaktadır.

Daha önce 4389 sayılı Yasanın 14 üncü maddesinin 2 ve 3 numaralı fıkralarında yer verilen banka malî bünyelerine ilişkin muhtelif sorunlar, bu sorunların giderilmesine yönelik tedbirler 2 numaralı fıkra altında birleştirilmektedir. Buna göre, Kurum, bundan böyle, bir bankanın varlıklarının vade itibariyle taahhütlerini karşılayamadığını veya bu durumun gerçekleşmek üzere olduğunu veya likiditeye ilişkin düzenlemelere uymadığını ya da özkaynakların sermaye yeterliliğine ilişkin düzenlemelere göre yetersiz kaldığını ya da bu durumun gerçekleşmek üzere olduğunu tespit ettiği takdirde, bankadan, bu durumun düzeltilmesini isteyebileceği gibi, uygun bir süre vererek, likiditenin ve özkaynakların güçlendirilmesi amacıyla uygun göreceği her türlü tedbirin alınmasını isteyecektir.

Kurul -mütemadiyen Kurul diyorum; çünkü, Bakanlar Kurulu gitti, Bankalar Kurulu geldi- bu maddenin 2 numaralı fıkrası kapsamında alınması istenilen tedbirleri kısmen ya da tamamen almadığı, bu tedbirlerin kısmen veya tamamen alınmış olmasına rağmen malî bünyesinin güçlendirilmesine imkân bulunmadığı ya da malî bünyesinin bu tedbirler alınsa dahi güçlendirilemeyecek kadar zayıflamış olduğu tespit edilen bankaların yönetim ve denetimini Fona devretmeye veya bankacılık işlemleri yapma iznini kaldırmaya yetkilidir. Böylece, 3 numaralı fıkrayla, malî bünye zafiyeti giderilemeyen bankaların ortaklık haklarıyla birlikte yönetim ve denetimin, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesi ya da bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izinlerinin, Bankalar Kurulu yetkisiyle kaldırılması mümkün hale gelmektedir.

Yine, konuştuğumuz 7 nci maddenin 4 numaralı fıkrasıyla da -çünkü, biliyorsunuz bir sürü fıkra var- ortakların, banka kaynaklarını, bankanın emin şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek biçimde doğrudan ya da dolaylı olarak kendi lehlerine kullanmaları ve bu şekilde bankayı zarara uğratmaları halinde, bunların temettü hariç, ortaklık hakları ile bankanın yönetim ve denetiminin Fona devri imkânı getirilmiştir.

Görüldüğü gibi kurul, elindeki müthiş yetkiyle, âdeta bankaları hesaba çekebilmekte ve kendisine göre yetersizliğini tespit ettiği anda da bankaya bir anlamda el koyabilmektedir.

Tasarının geneli itibariyle de baktığımızda, durum zaten aynıdır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, bu tasarıyla, süper yetkilerle donatılmıştır; anlaşıldığı kadarıyla da hükümetin temel amaçlarından birisi de zaten budur.

Burada, yine, son zamanlarda moda haline gelen Bakanlar Kurulunun yetki devri hadisesine baktığımızda, bankalarla ilgili olarak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlayınız.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkanım.

Bankalarla ilgili olarak kuruluşlarından, tasfiyelerine kadar her aşamada alınması gereken kararlarda, oluşturulan bir kurulun, tek başına yetkilendirebilmesi son derece ağır bir yanlış olacaktır; çünkü, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun yapacağı her düzenleme, ekonomimizi makro düzeyde derinden etkileyecektir arkadaşlar.

Bu nedenle, kurulun ağırlıklı olarak bankacılardan oluşmasının -bakın altını çizmek istiyorum, lütfen- bu nedenle, kurulun ağırlıklı olarak bankacılardan oluşmasının ve bu kadar da büyük ölçülerde yetkilendirilmiş olmasının, uygulamada maalesef olumsuz sonuçlara da yol açabileceğinden ciddî şekilde endişe duymaktayız. Örneğin, kurul, bankaların kapatılmasına ilişkin yetkilerini kullanırken, ya sübjektif hareket ederse; bunun sonuçları sektörü zincirleme olarak etkileyecektir. Bu ise, ekonomimiz açısından son derece vahim neticelere sebep olabilir. Endişemiz işte budur arkadaşlar.

Bu bakımdan, maddenin, sübjektif ve sorun üretecek uygulamalara yer verilmeyecek şekilde -lütfen- yeniden düzenlenmesi gerektiği kanaatindeyiz. Gördüğünüz gibi, çok uzun bir maddeydi. Hatta, imkân varken şu anda, daha önce örneğini pek çok olayda gördüğümüz zikzaklara düşülmemesi ve yeni bir hataya da meydan verilmemesi bakımından dostça uyarıyorum; tasarının geri çekilerek tümünün yeniden gözden geçirilmesinde yarar görüyoruz.

Lütfen, gelin acele etmeyin. Doğru dürüst bir kanunu hep birlikte çıkaralım diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dağcıoğlu.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın; buyurun efendim.

Süreniz 10 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 7 nci madde üzerinde söz almış bulunmaktayım; grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 7 nci maddenin 2 nci bendi, likidite yetersizliği halinde neler yapılacağını hüküm altına almıştır. Bu durumlarda, uzun vadeli veya duran değerlere yatırım yapılmaması; likidite halinde -malum- uzun bir zaman sonrası gelir getirecek mallara, metalara yatırım yapılmaması -daha ziyade gayrimenkullerdir bunlar- ikinci alt bendinde iştirakler ve gayrimenkuller gibi duran değerlerin elden çıkarılması belirtilmiştir.

İkinci bent de yeni bir hüküm değildir; anonim şirket statüsünde olan kurumlarda, daha önceleri, Anavatan Partisinin tek dönem iktidarında, yine, Doğru Yol Partisinin iktidarda olduğu dönemlerde, iştiraklerin ve gayrimenkullerin sermayeye eklenmesi ya da nakde çevrilmesi halinde, değer artışından doğan bu değerlerin vergilendirilmeyeceğine dair teşvik edici hükümler mevcut idi; bu hükümle, burada, bir nevi mecburiyet haline getirilerek, likidite ihtiyacının, bankanın kendi özkaynaklarından giderilmesi sağlanmaktadır.

Devam eden (b) bendinde, yine, sermaye yetersizliği halinde yapılacak hususlar hüküm altına alınmıştır.

Değerli milletvekilleri, 3 üncü bentte, kanun düzenleme tekniği o kadar hatalı ki, bent ve fıkra birbirine karışmıştır; ne yazık ki, bu kanunun geçmişte görüşüldüğü ve kanunlaştığı safhada da bu hususlar dile getirilmiştir. Fıkra ve bent yanlış değerlendirilmek suretiyle, fıkraya bent, bende fıkra denilmek suretiyle, yine, Meclisten, böyle hatalı bir kanun, ne yazık ki, ikinci kez çıkmak üzeredir.

3 üncü bentte ise, 5 inci bentte olan lisans iptali, 3 üncü bende getirilmekte.

Yine, 4 üncü bentte, ortakların bankayı istismarını önlemeye ait hükümler yer almaktadır. Devam eden fıkralarda ise, bankayı kötü duruma düşüren insanların yurtdışına kaçmalarını önleyici ihtiyatî haciz, ihtiyatî tedbir gibi uygulamaların yerine getirilmesi hüküm altına alınmaktadır.

Yine, bu hüküm... Yarın görülecek ki, Maliyeye, bankaya, 50 milyon lira, 100 milyon lira borcu olan bir kişi, bir fukara, yurt dışına çıkacağı zaman havaalanında tutulacak; ama, devleti, icabında milyarlar, trilyonlar dolandıran, yine bir yolunu bulup, yurtdışına çıkacaktır. Bazı düzenlemeler, ne yazık ki, uygulamada, burada ifade edildiği şekilde netice vermemektedir.

Devam eden bentlerde, yine, 6 ncı bentte, hisseleri fona geçen bankayla ilgili yapılacak işler -o kadar uzun bir madde ki, üç sayfayı almış- ve onunla ilgili hükümler yer almaktadır. Daha sonra "fona, hisseleri veya yönetimi geçen bankalarla ilgili her türlü bilgi fonun istemesine ait" şeklinde, son fıkrada, son bentte hükümler yer almaktadır.

Değerli milletvekilleri, bundan altı ay önce çıkan bir kanun, tekrar, altı ay sonra, uzun uzun düzenlemelerle bu Meclisin huzuruna geliyor ve aciliyeti ifade edilerek geliyor. Ben, bu hükümlerle ilgili görüşlerimi, biraz sonra açıklayacağım; ama, bir hususa temas etmek istiyorum.

1957 yılında, Demokrat Parti Döneminde çıkan 6964 sayılı bir Ziraat Odaları Birliği Yasası var. Kanunla, meslekî hizmet görmek, tarım sektörünün, her alanda, genel menfaatına uygun halde gelişmesine, devletin, tarımsal plan ve programının gelişmesine yardımcı olmak, çiftçinin müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, tarımda, iş, (meslek) disiplini, ahlak ile birliğini korumak, çiftçilerin birbirleriyle ve halkla ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak amacıyla kurulan tüzelkişiliğe sahip olan kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu, 1957'den bu yana iki kez bu Meclisin huzuruna, komisyonlara geldiği halde çıkmamıştır. Ne yazık ki, 20 milyon insanı ilgilendiren -tarım, ziraat odalarının- bu meri kanundaki "ziraat odası başkanına 60 lira ücret ödenir, ziraat odasından geziye çıkanlara 20 kuruş yolluk ödenir" şeklindeki hüküm halen uygulamadadır. Herhalde, 20 milyon insanı ilgilendiren, kuruşların, liraların ifade edildiği bir kanunun, 20 milyondan daha az bir kesimi ilgilendiren bankalar yasa tasarısından da az önemli olmadığını sizlerin takdirine sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, Türk ekonomisinin temel sorunu, malî disiplinin sağlanamaması nedeniyle giderek artan kamu kesimi açıklarıdır. Artan kamu kesimi açıkları, Hazine tarafından para ve sermaye piyasalarından borç alınarak kapatılmaktadır. Hazinenin, para ve sermaye piyasalarından büyük miktarlarda malî fon talep etmesi, Türkiye'de, reel faiz oranlarının da aşırı derecede artmasına neden olmaktadır. Artan reel faiz oranları ise, konsolide devlet bütçesindeki faiz ödemelerini büyük ölçüde artırarak, bütçe açıklarının yükselmesine yol açmaktadır. Toplam konsolide devlet bütçesi harcamaları içerisinde, faiz ödemelerinin payı, yüzde 40 gibi çok yüksek bir orana ulaşmıştır.

Değerli milletvekilleri, bütçe açıkları nedeniyle içborç yükselmeleri, artan iç borçlanma nedeniyle faiz hadleri artmaktadır; bu nedenle, konsolide devlet bütçesindeki faiz yükü yükselmektedir; bunun sonucu, devlet bütçesi daha fazla açık vermektedir. İşte, Türk ekonomisinin esas meselesi, devlet bütçesinin açıklarıdır. Devlet bütçesindeki açıklar, şu anda toplanan vergilerle kapatılamamaktadır. Düşünebiliyor musunuz, devlet bütçesindeki devlet gelirleri, vergi gelirleri, bütçe açığındaki faiz ödemelerinin yüzde 91'ini karşılayabilmektedir. Bu bütçedeki açık giderilmediği sürece, ne banka sektöründeki, malî sektördeki finansman kaynaklarını yatırım sahasına aktarabiliriz ne de diğer, ülkenin 20 milyon insanını ilgilendiren çiftçilere kredi verilmesini sağlayabiliriz. Esas olan, bütçe açığının giderilmesidir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye uzmanlarının yetersizliği mi IMF'ye göre rapor hazırlatıyor; yoksa, Türkiye, acil uygun şartlarla, borç ihtiyaçlarını, IMF'nin raporuna istinaden daha kolay karşılayacağına ilişkin olarak mı rapor hazırlıyor? İşte, Türkiye'deki mesele, bütçe açığını karşılamak için, enflasyon oranının düştüğünü ifade etmek suretiyle -gerçek manada düşmemiştir- sosyal alanda reformların yapıldığını göstermek suretiyle, IMF'nin garantörlüğünde dışarıdan sağlanacak kredilerle bu bütçe açığının giderilebileceği zannediliyorsa bu da çok zordur.

Değerli milletvekilleri, bütçe açığının en iyi, en sağlam kaynağı vergi gelirleridir. Vergi gelirleri ise, kazanca göre verginin alınmasıyla mümkündür. Yoksa, malî sektörde yapılan reformların, hiçbir zaman, reel sektöre, üretim sektörüne, istihsal sektörüne akması mümkün değildir. Bugün bankacılık, repo bankacılığı yapmaktadır. Bugün bankalar, ne yazık ki, yatırım bankaları da dahil, yatırım alanına kredi vermemekte, parayı repoya yatırarak ya da vadesi gelmemiş alacaklarına -tüccarı temerrüte düşürmek suretiyle- yüzde 250'lere varan temerrüt faizi uygulayarak kazançlarını yüksek göstermektedirler.

Değerli milletvekilleri, bütçe açığının içerisinde bankaların büyük katkısı vardır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akın, lütfen, toparlayınız.

MURAT AKIN (Devamla) – Bankalar, riskli işlere kredi vermemek, hazine bonosu ve devlet tahvili satın almak suretiyle, sermayesini, plasmanını daha az riskli, hiç riski olmayan kâğıtlara aktarmak suretiyle gelirlerini faaliyet dışı gelirlerden oluşturmaktadır. Buna çözüm getirilmesi gerekir. Bunun için de, mutlaka, ekonomide istikrarın sağlanması; yatırımın, hazine bonosu ve devlet tahvillerine göre daha kârlı olduğunun ispatı ve bu şekilde yatırımın üretime akmasını sağlamak gerekir. Aksi takdirde, Türk toplumu sosyal patlama noktasına gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, dün bir televizyon kanalında bir vatandaş konuşuyor; şuurunu kaybetmiş, küfrediyor. Bu ülkede sosyal patlama olacak diye burada defalarca ifade ettik. İşte başladı. Bu sosyal patlamanın önüne geçilemez. İnsanlar aç, açık!.. 90 milyon lira maaş alan bir insanın gözü hiç kimseyi görmez; en kutsî değerlerimize hakaret eder, aç insanın yapmayacağı hiçbir şey yoktur. Daha birkaç gün önce burada görüşüldü; Sermaye Piyasası Kurulu üyelerine 2-2,5 milyar lira maaş verirken, 90 milyon lira maaş alan var; ramazan ayı içerisindeyiz -yakında Ramazan Bayramı gelecek- söküm avansını alamamış çiftçi var!.. Acaba, bu millete, bu Meclise, bu devlete saygısını muhafaza ettirmemiz mümkün olabilecek midir?!

Bilhassa Sayın Tarım ve Köyişleri Bakanından istirham ediyorum... Devlet, faiz ödemelerini, kaynak buluyor, vadesinden önce ödüyor da, çiftçilerin pancar avanslarını ödemede, niye bu Hazine Müsteşarı, Hazineden sorumlu Devlet Bakanı...

NAİL ÇELEBİ (Trabzon) – Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı değil, Sanayi ve Ticaret Bakanlığına bağlı.

MURAT AKIN (Devamla) – Sanayi ve Ticaret Bakanına rica ediyoruz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akın, lütfen son cümleniz... Biraz da konunun içinde kalalım lütfen...

MURAT AKIN (Devamla) – Hazineden sorumlu bakan, faizleri gününden önce ödüyor da, 20 milyon çiftçiyi ilgilendiren söküm avansını ödemiyor; ona kaynak buluyor da buna niye kaynak bulmuyor?! Yoksa, ortağını zor duruma düşürmek için mi bunu yapıyor?! Bilhassa bunun bilinmesini istirham ediyorum.

Söküm avanslarının mutlaka en kısa zamanda ödenmesini istirham ediyor, hepinizi saygılarla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akın.

Madde üzerindeki şahıslar adına ilk konuşma, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker'e ait...

MASUM TÜRKER (İstanbul) – Vazgeçtim.

BAŞKAN – Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?.. Yok.

Kocaeli Milletvekili Sayın Turhan İmamoğlu?.. Yok.

Tokat Milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu; buyurunuz. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; beni bağışlayın, aslında şahsım adına konuşmamam lazım; ancak, yarım saatte okunan maddeye, Grubum adına 10 dakikada cevap veremediğim için bu yolu tercih ettim.

Sayın milletvekilleri, 7 nci maddenin 5, 6 ve 7 numaralı fıkralarıyla yönetim ve denetimi ya da hisseleri kendisine devredilen bankalarla ilgili olarak, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun yetkileri düzenlenmektedir. Buna göre, fon yönetimi 5 inci fıkraya göre, yönetim ve denetimi kendisine devredilen bankanın devir tarihi itibariyle düzenlenecek bilançosu esas alınmak suretiyle, tümüyle devri dahil olmak üzere, bankacılık işlemleri yapma izninin kaldırılmasını Kuruldan istemeye ve sermayesine tekabül eden zararlarını devralmaya da yetkilidir. Şayet devredilen bankanın aktifleri toplamı pasifleri toplamını karşılayamıyorsa, aradaki fark da "fon tarafından ödenecektir" deniliyor.

6 ncı fıkraya göre ise, fon, (5) numaralı fıkra hükümlerine göre hisseleri kendisine intikal eden bankanın, gerektiğinde, varlık ve yükümlülüklerini kısmen veya tamamen, mevcut bankalardan istekli olanlara ya da kurulacak bir bankaya devretmeye veya bankayı, isteklisi bulunan başka bir bankayla birleştirmeyi kendisi sağlayabileceği gibi, Kurul gerekli göreceği her türlü tedbiri de almaya yetkilidir. O kadar ki, (5) ve (6) numaralı fıkra hükümlerine göre yapılan devir işlemlerinde -bakın bu çok önemli- alacaklı ve borçluların rızası dahi aranmayacaktır. Yani, muhataplar hiç önemli değil, önemli olan Kurul kararı.

7 nci maddenin 7 nci fıkrası ise, fon yönetimine, bankanın tüm varlıkları ile kayıt ve belgelerinin güvenliğini sağlamak ve gerekli her türlü tedbiri almaya ve bu amaçla sınırlı olmak üzere kamu kurumlarının yardım ve desteğinden yararlanmaya yetki vermektedir.

Sayın milletvekilleri, sonuç olarak, 7 nci madde, aslında, genel olarak Bankalar Kanununun özü şeklinde kabul edilebilir. Bu madde, bankaların bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izinlerinin kaldırılmasına ilişkin yetkinin, Bakanlar Kurulundan alınarak Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluna verilmesini sağlamaktadır. Bunun anlamı, hükümetin altı ay önce 4389 sayılı Kanunla aldığı yetkiyi muhteşem bir U dönüşüyle iade etmesi gerçeğidir. Hayret ediyorum doğrusu; altı ay evvel bu Meclisten yetki alacaksın, altı ay sonra "yetkimi izninizle kurula devrediyorum" diyeceksin...

Bankacılık sektörü, bu tasarı ve 7 nci maddeyle, aynen Sermaye Piyasası Kurulu, Yüksek Öğretim Kurulu ve Rekabet Kurulu gibi, olağanüstü yetkilerle donatılmış yeni bir süper kurul tarafından yönetilecektir.

Bu tasarının ömrünün ne kadar olacağını hep birlikte göreceğiz; ancak, şimdiden gördüğümüz şey şudur: Ülkemiz, artık, kurul, konsey ve üst kurullarla idare edilecektir. Farkında mısınız; buna dikkatinizi çekmek istiyorum. Kamunun alışılagelmiş yapısı giderek değişmekte ve hükümet, yürütme yetkisini, belki de yaptığının şuurunda olmadan, maalesef, yavaş yavaş terk etmektedir. Bu konu, üzerinde durulup düşünülmesi gereken ilginç bir nokta olarak karşımızda bulunuyor.

Özel finans kurumları da bu tasarıdan nasibini almıştır. Bu tasarıyla hukukî bir altyapıya kavuşmalarını temin bahanesiyle, özel finans kurumlarını Bankalar Kanununa tabi kılan düzenlemeler getirilmiş, hatta, bu kurumların Bankalar Kanununa uyum sağlayabilmeleri için, bir de, güya, geçiş süresi belirlenmektedir.

Bilindiği gibi, bu kurumlar, faizsiz bankacılık yapmak üzere kuruldular. Yaklaşık onbeş senedir de çok başarılı bir performansla, tam 3 milyar dolarlık bir tasarrufu yastık altından aktif ekonomiye kazandırmış ve finans sektöründe kendilerini kabul ettirmiş durumdadırlar. O kadar ki, diğer bankalar bile, bugün "izin verin, biz de müşterilerimizden isteyene faizsiz sistemde kâr-zarar ortaklığı şeklinde hizmet verelim" noktasına geldiler. Ancak, özel finans kurumlarına ilişkin mevzuatın yürürlükten kaldırılmasıyla, 3 milyar dolarlık bir fonu, kâr ve zarar ortaklığı şeklinde doğrudan reel ekonomiye aktaran bu kuruluşlara büyük kötülükler yapılmakta ve bu paralar tekrar yastık altına, tabiri caizse, itilmeye çalışılmaktadır. Hatta, bir anlamda, bu kötülük doğrudan doğruya ülkeye karşı yapılmaktadır. Zira, söz konusu kurumların faaliyetlerine son verilmesi halinde, son derece önemli miktarda bir kaynak ekonomiden çekilmiş olacaktır.

Hükümet yetkilileri, her ne kadar özel finans kurumlarının kapatılması gibi bir amacın söz konusu olmadığını, sadece sistemin daha sağlıklı işlemesini sağlamaya yönelik teknik düzenlemelerin yapıldığını ifade etmişseler de, bu tasarı, söz konusu kurumları, âdeta, gayya kuyusuna çeken bir mahiyette düzenlenmiştir maalesef; çünkü...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, toparlar mısınız efendim.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) – Affedersiniz Sayın Başkan, bitiriyorum...

Kâr-zarar ortaklığı esasına göre kurulmuş, faizsiz bankacılık yapan bu kurumların dayatmayla bankacılık sisteminin içine çekilmesi, Bakanlar Kurulunun, her an, âdeta Demokles'in kılıcı gibi tepelerinde olması anlamına gelmektedir.

Bu arada, özel finans kurumlarının bankalar aleyhine haksız rekabete neden olduğu iddiaları da, maalesef, asılsızdır. Bu sistem, zaten, mevcut sistemden uzak duran kaynakları ekonomiye kazandırmaktadır ve kendine has yöntemlerle çalışan ve güven sağlamış bir sektör haline gelmiştir. Bu nedenle, bankalarla ilgili sınırlamaların onlar için de getirilmesi gerektiğini söyleyenler ve bu yönde çaba sarf edenler, bu güzide kurumlara değil, aslında, ülkemiz insanına ve yine ülkemiz ekonomisine saldırmaktadırlar.

Hükümetin, özel finans kurumlarına ilişkin olarak, gerekirse Bankalar Kanunu dışında ayrı bir düzenleme de yapabileceğini belirtmeleri, ne kadar yanlış bir işin içine girdiklerini kendilerinin de anladığını göstermektedir.

Temennimiz, yol yakınken bu yanlıştan vazgeçmeleridir diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Ergün Dağcıoğlu'na teşekkür ediyorum.

Görüşmekte olduğumuz 7 nci madde üzerinde bir önerge vardır; okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 4389 sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 7 nci maddesiyle değiştirilmesi öngörülen 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında yer alan "aynı yöndeki oylarıyla" ifadesinin "aynı yöndeki oyuyla" şeklinde; aynı maddenin (5) numaralı fıkrasının (b) bendinin son paragrafının ikinci cümlesinde yer alan "uğranılan zararın verilen süre içinde iade veya tazmin edilmesine rağmen" ifadesinin "uğranılan zarar, verilen süre içinde iade veya tazmin edilse dahi " şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Aydın Tümen Ömer İzgi İsmail Kahraman

Ankara Konya İstanbul

Saffet Arıkan Bedük Beyhan Aslan

Ankara Denizli

BAŞKAN – Sayın Komisyon katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım, katılma arzusundayız; ancak, çoğunluğumuz yok, takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Hükümet katılıyor mu?

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Katılıyoruz Sayın Başkan; yalnız, bir şey daha arz edeceğim efendim. 37 nci sayfada "kurum" kelimesi küçük yazılmış; "K" harfini büyütebilirsek...

BAŞKAN – Redaksiyon olarak...

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Redaksiyonla efendim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, grup başkanvekillerinin müştereken verdiği, Komisyonun benimsediği, çoğunluğu olmadığı için katılamadığı, hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Görüşmekte olduğumuz 7 nci maddeyi, bu önergedeki değişiklik ve Sayın Bakanın redaksiyon olarak işaret ettiği hususu da içerecek şekilde oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

8 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 8.- 4389 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiş, (2) numaralı fıkrasının son cümlesi, (5) numaralı fıkrasının (b) bendi ve (6) numaralı fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Fon, 14 üncü madde hükümlerine göre hisseleri ve/veya yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankaların malî bünyelerinin güçlendirilmesi, yeniden yapılandırılması ve üçüncü kişilere devri ve bu Kanun ile kendisine verilen diğer işleri de yapmakla görevli ve yetkilidir.”

“Olağanüstü hallerde Fon Hazine Müsteşarlığından izin almak kaydıyla borçlanabileceği gibi ihtiyaç hasıl olduğunda Hazine Müsteşarlığınca Fona ikrazen verilmek üzere uzun vadeli özel tertip Devlet İç Borçlanma Senedi ihraç edilebilir. Özel tertip Devlet İç Borçlanma Senetlerinin faiz oranları ve geri ödeme şartları da dahil olmak üzere tabi olacağı usul ve esaslar Hazine Müsteşarlığı ile Kurum tarafından müştereken belirlenir. Fon yaptığı borçlanmalar üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahiptir. Malî yıl bütçe kanunlarında yer alan borçlanma ile ilgili hükümler bu senetler için de geçerlidir.”

“b) Olağanüstü hallerde, Fon kaynaklarının ihtiyacı karşılamaması durumunda Kurumun talebi üzerine Merkez Bankasınca Fona avans verilir. Alınan avansın vadesi, tutarı, geri ödeme şekil ve şartları ile uygulanacak faiz oranı ve diğer hususlar Kurumun görüşü alınarak Merkez Bankasınca belirlenir.”

“a) Sigortaya tabi olacak tasarruf mevduatının kapsamı, tutarı, sigorta priminin tarifesi ile tahsil zamanı, şekli ve diğer hususlar Kurulca belirlenir. Mevduat kabul eden bütün bankalar, kabul ettikleri tasarruf mevduatını bu kapsam ve şartlar dahilinde sigorta ettirmek zorundadır.”

BAŞKAN – 8 inci madde üzerinde gruplar adına ilk konuşma, Fazilet Partisi Grubu adına, Ordu Milletvekili Sayın Eyüp Fatsa'ya ait.

Buyurun Sayın Fatsa. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

FP GRUBU ADINA EYÜP FATSA (Ordu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4389 sayılı Bankalar Kanununda değişiklik öngören kanun tasarısının 8 inci maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, şu anda üzerinde değişiklik yapmak gereği duyulan 4389 sayılı Kanunun yürürlük tarihi 23.6.1999'dur. Yaklaşık altı ay önce çıkarılmış bir kanunun, 57 nci hükümete, hangi saikler, 4389 sayılı Kanunun değiştirilmesi konusunda zorunluluk getirmiştir. Eğer, aynı konuyla ilgili, Yüce Meclisten altı ayda bir kanun çıkarılması hükümet tarafından isteniyorsa -ki, bu, böyle olmuştur- bu, hem zaman israfıdar hem de Yüce Meclise saygısızlıktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ayrıca, burada, hükümeti, kanun tasarılarının Meclise sevkinde biraz daha dikkatli olmaya davet ediyorum; çünkü, beş ay önce yürürlüğe girmiş bir kanunun yeniden Meclis gündemine getirilmesi, ilgili bütün taraflarca incelenmediğinin en büyük işaretidir. Tabiî, burada, şunu sormak gerekir: Şayet, bu tasarı kanunlaşırsa, yine bu hükümet tarafından değiştirilmek üzere, hangi tarihte, yeni bir tasarı, bu Meclise sevk edilecektir.

Değerli milletvekilleri, üzerinde konuşmak üzere söz aldığım 8 inci madde, halen meri olan 4389 sayılı Kanunun 15 inci maddesini değiştirmektedir. Bu madde, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu görev ve yetkilerini düzenlemekte ve yeni görevler vermektedir. Bu sigorta fonunun temel görevi, mevduatını değerlendirmek isteyen kişilere bir güvence niteliğindeyken, yeni düzenlemeyle, fon, taşıyamayacağı yeni yükümlülükler ve görevler verilerek, devlet eliyle banka kurtarmanın ve banka batırmanın aracı haline getirilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 15 inci maddeyi değiştiren 8 inci maddede, bankacılık terimiyle yakın ilgisi olmayan ve tarifi kişilere ve zamana göre değişebilen "olağanüstü hallerde" gibi terimler kullanılmıştır. Bu olağanüstü hal olmasına, kim ve hangi şartlarda, nasıl karar verecektir?

Ayrıca, sigorta fonu kaynaklarına yeni imkânlar sağlamak amacıyla, özel tertip devlet içborçlanma senedi satışı yapmasına ve Merkez Bankasından avans verilmesine de imkân sağlanmıştır. Bu, şu anlamı taşımaktadır: Milletin kaynakları hüllelerle batırılan banka sahiplerine peşkeş çekilecektir. Bu zamana kadar fon tarafından bankalara ne kadar mevduat aktarıldığı, bunlardan yüzde kaçının fon kaynaklı, ne kadarının da Merkez Bankası kaynaklı olduğu Sayın Maliye Bakanımız tarafından açıklanmalıdır.

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun temel esprisi, milletimizin bankalara olan güvenini artırmak amacıyla, tasarruf ettikleri mevduatların devlet garantisi altına alınmasını amirdir. Halbuki, değiştirilen haliyle, bu fon, belirli odaklara sermaye aktarmanın aracı haline getirilmektedir. Bu şekliyle, endişe verici bir tasarıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bankalar Kanununu, burada, mevduat dışında değil de, denetim açısından ele almamız gerekirdi; çünkü, hükümetlerin bankalarla ilgili zandan kurtulmasının temel şartı, devlete ait bankaların özelleştirilmesiyle mümkün olacaktır. Biz, hükümetten, bir an evvel, adaletli ve şaibeden uzak şekilde özelleştirme yapılmasını talep ediyoruz.

Bu vesileyle, Sayın Başkana ve siz değerli, yüce üyelere saygılarımı sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Fatsa.

Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini, Samsun Milletvekili Sayın Kemal Kabataş ifade edecekler.

Buyurun Sayın Kabataş. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA KEMAL KABATAŞ (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 8 inci maddesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bankalar Kanununda değişiklik yapan tasarıyla, bankaların rehabilitasyonu konusunda yeni bir model, yeni bir yaklaşım getirilmiştir. Daha önce, fona aktarılmadan önce, Hazinenin ve Mevduat Sigortası Fonunun da desteğiyle rehabilite edilmesi ve bu rehabilitasyondan sonuç alınmaması halinde, bankaların fona devredilmesi veya faaliyetlerine son verilmesi şeklindeki model tümüyle değiştirilmiş. Bundan böyle, oluşturulan 7 kişilik kurul, olağanüstü yetkilerle, 14 üncü maddede belirtilen prosedür içinde, değerlendirme sonuçlarına, denetleme sonuçlarına bakarak banka sahiplerinden ve ortaklarından belirli konularda düzenlemeler yapmasını, belirli programlar içinde bankaların malî durumlarının iyileştirilmesini, özkaynaklarının artırılmasını, yönetimlerinin iyileştirilmesini ve bankalar için sorun yaratan uygulamalardan vazgeçilmesini, likiditenin güçlendirilmesini öngören programlar verecek, bu programlar bir yaklaşım içinde uygulanacak; uygulamadan sonuç alınmadığı takdirde, başkaca bir yoruma gerek kalmadan, bankalar, oluşturulmuş olan fona ve fon yönetimine devredilecektir ve gerekli rehabilitasyon da fon yönetimi tarafından yapılacaktır.

Böylece, bugünkü sistemde, Bakanlar Kurulu- Hazine ikilisine ait olan yetkiler, fon da -bir anlamda- rutin görev yapacak şekle dönüştürülmek suretiyle, kurulun, daha rutin, daha belirlenmiş tanımlar içinde görev yapmasına, asıl rehabilitasyonun, asıl sorumluluğun, asıl kararların da fon yönetimi bünyesinde yapılmasına bir çerçeve ve imkân hazırlamıştır.

Gerçekten, şimdi, burada, güçlülerin güç yarışı başlayacaktır. Birinci derecede güçlü organ, bankaların rehabilitasyonunda karar organı olarak, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruludur. İkinci ve güçlendirilmiş, gerçekten malî operasyonların yürütüldüğü organ da, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ve fon yönetimi olmuştur. Böylece, fon yönetimi, bundan böyle, sadece fon hesaplarını tutan ve alınmış ödeme kararlarını icra eden ve bankaların yönetiminde temsilci bulunduran bir yapıdan çıkarılmakta, doğrudan rehabilitasyon işleminin yapıldığı merkez, üs haline getirilmektedir. Bu, önemli bir stratejik değişikliktir; bu, önemli bir karardır. Bir anlamda, yeni oluşturulan kurulu, sorunlu bankalar lehine çok yüksek meblağları ifade eden tutarların harcanması ve hesabının verilmesi yükümlülüğünden de kurtarmakta, onları bir anlamda korumakta ve bu konudaki sorumluluğu fona devretmektedir. Bundan böyle fon, herhalde, Türkiye'de, Hazineden sonra en büyük kaynağa hükmeden, en büyük harcamaları yapan bir yapıda faaliyetlerini sürdürecektir.

Tabiî, bu model değişikliği yapılırken, bu modele uygun ek destekler de düşünülmüş ve gündeme getirilmiştir. Fon, rehabilitasyon için ekkaynağa ihtiyaç duyarsa, bu ekkaynak, Hazine tarafından, bizim özel tertip devlet tahvili dediğimiz türde tahviller verilmek suretiyle, malî yönden güçlendirilecektir. Her yıl devlet içborçlanmasına yetki veren bütçe kanunundaki düzenlemeler, özel tertip adı altında kağıt ihracı konusunda da Hazineye yetki vermektedir. Hazine, bu yetkisini kullanarak, ihtiyaç duyduğu takdirde, rehabilitasyon amaçlı finansman açığını, ihtiyaçlarını karşılamada kullanılmak üzere, fona özel tertip devlet tahvili verecek hale getirilmektedir ve bunu fon tarafından kullandırabilir duruma getirilmektedir. Bu, fona borçlanma yetkisi verilmesi anlamına gelir. Borçlanmanın şekli, modeli, tanımı da kanunda belirtilmektedir. Yine, bütçeyle bağlantısı kurulmaktadır. Bütçenin borçlanma limitleri bu kâğıtlar açısından geçerli olmayacaktır.

Yine, burada, destekleyici başka bir unsur var. Olağanüstü hallerde; yani, bankacılık sektöründe beklenmedik bir kriz ya da türbülans yaşanması halinde, fon kaynaklarının ihtiyacı karşılamaması durumunda, Merkez Bankasınca fona avans verilmesi uygulaması getirilmektedir. Tabiî, bu da, Merkez Bankasının kamuyu finanse etme, kamunun kısa vadeli fon ihtiyacını karşılama fonksiyonu görevi dışında, burada ihdas edilmiş, yeni ve pek de emsali olmayan bir uygulamadır.

Demek ki, fon, bankacılık sektörünün rehabilitasyonunda sorunla karşılaştığında iki önemli kaynaktan, limitleri belirsiz ölçüde destek alacaktır. Bu, özel tertip devlet tahvili ihracı suretiyle ve Merkez Bankasının avansları suretiyle sağlanacaktır.

Burada, çok önemli başka bir düzenleme daha var. Bankacılık sektöründe, artık, üs haline gelen kurul ve fon... Sigortaya tabi olacak tasarruf mevduatının kapsamı, tutarı, sigorta priminin tarifesi ve tahsil zamanı, şekli ve diğer hususlar kurulca belirlenecektir. Bugün, Bakanlar Kurulu kararıyla belirlenmiş olan ve her türlü tartışmanın birinci derecede gündem maddesine oturan yüzde 100 mevduat sigortası uygulaması, mevduata hiçbir limit tanımadan yüzde 100 sigorta teminatı sağlanmasına ilişkin düzenleme, getirilen bu yetkiyle, bundan böyle Bakanlar Kurulu tarafından değil, 7 kişilik kurul tarafından belirlenecektir. Böylece, hangi bankanın, hangi tür mevduat için, hangi oranda mevduat sigortası primi ödeyeceğine ve bu fondan mevduatın hangi oranda, hangi limitler içinde yararlanacağına veya bunun uygulanmasıyla ilgili esasları belirlemeye de, fonun uygulaması altında, kurul yetkili olacaktır; kurul, bu düzenlemeyi, bugün Bakanlar Kurulunun yaptığı düzenlemeyi yapar hale gelecektir.

Şunu özetle ifade etmek istiyorum: Getirilen model, işlerlik açısından, Türkiye'deki yapıya uyum açısından önemli zafiyetler taşımaktadır. Bankaların, 72 adet bankanın... Ki, kamu bankalarını bunun dışında tutmak lazım; çünkü, kamu bankalarının fon sistemi aracılığıyla getirilen 14 üncü maddedeki sistematik içinde kurula hesap verecek bir yapıda tasfiye edilmesi ya da fona aktarılması teknik olarak mümkün değildir. O halde, bu düzenleme, tümüyle kamu bankaları dışında kalan özel bankaları ilgilendirmektedir. Aslında, mevduat sigortası uygulaması da, bir anlamda kamu bankalarını ilgilendirmiyor; çünkü, kamu bankasının -zaten, hepsinde "TC" var- tanımı gereği, oradaki mevduat da, sigortalı sayılmaktadır ve bu uygulama açısından, sigortaya da ihtiyaç yoktur.

Getirilen modelde, Merkez Bankasında oluşturulacak bir küçük ekip de -bilemiyorum sayıları kaç olur- buraya aktarılacak belki bir düzine bankanın gerçek anlamda rehabilitasyonu için ihtiyaç duyulacak kaynağı harcayacaktır, gerekli tedbirleri alacaktır, birleştirmeleri yapacaktır ve gerçek bir operasyon merkezi olarak, bir güç merkezi olarak faaliyetlerini sürdürecektir; ama, şunun altını çizmek lazım: Fona devredilmeden önce yapılması gereken rehabilitasyon işlemini, fon aşamasına bırakmak, bankayı öldürdükten sonra, bankayı ticarî olarak sıfırladıktan sonra yeniden diriltmek anlamına geliyor. Teknik olarak yanlıştır, uygulama olarak yanlıştır ve tekrar ifade etmek istiyorum...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KEMAL KABATAŞ (Devamla) – Bağlıyorum Sayın Başkan.

Korkarım ki, bu sistem içinde, devlet, yeniden bankacılık sektörünü özel sektör portföyünde, yönetiminde olan bankaları devletleştirmede yeni bir operasyonun, yeni bir uygulamanın kapısını açmak durumunda kalacaktır. İşte yıllardır fon bünyesinde bulunan üç tane bankayı, bugün, nasıl ve ne zaman özelleştireceğimizi kimse bilmiyor; oradaki statik yapı devam ediyor. Buna yenileri eklenirse, korkarım ki, artık devletin bankacılıktaki payı artmayacak, daha da güçlenecektir. Böyle bir tehlike de vardır. Model yanlıştır, sistem yanlıştır, strateji yanlıştır; uygulama sonuçları da yanlış olacaktır. Kanaatim budur.

Yine de getirilen düzenlemenin hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kabataş.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahısları adına ilk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker?.. Konuşmuyorlar.

Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan?.. Konuşmuyorlar.

Kocaeli Milletvekili Sayın Turhan İmamoğlu?.. Mevcut değiller.

Önerge yok.

Görüşmekte olduğumuz 8 inci maddeyi komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum.

MADDE 9.- 4389 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrası ile 18 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki “Bakanlar Kurulu” ibareleri “Kurul” olarak değiştirilmiştir.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplardan söz talebi?.. Yok.

Şahısları adına söz talebi?.. Yok.

Madde üzerinde bir önerge var; okutuyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 4389 sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 9 uncu maddesinin çerçevesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

"Madde 9.- 4389 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrası ile 18 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasında geçen "Bakanlar Kurulu" ibareleri "Kurul" olarak, 16 ncı maddesinin (7) numaralı fıkrasında geçen "14 üncü maddesinin (5) numaralı fıkrası" ibaresi "14 üncü maddesinin (3) numaralı fıkrası" olarak değiştirilmiştir."

Aydın Tümen İsmail Köse İsmail Kahraman

Ankara Erzurum İstanbul

Saffet Arıkan Bedük Beyhan Aslan

Ankara Denizli

BAŞKAN – Sayın Komisyon katılıyor mu efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım, takdire bırakıyoruz, çoğunluğumuz hazır değil.

BAŞKAN – Sayın Hükümet katılıyor mu?

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Katılıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, komisyonun takdire bıraktığı, hükümetin katıldığı, beş partinin grup başkanvekili tarafından imzalanan önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Değişiklik önergesi kabul edilmiştir.

Görüşülmekte olan 9 uncu maddeyi bu değişiklikle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum:

MADDE 10.- 4389 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının son cümlesi fıkra metninden çıkarılmış, (2) numaralı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, maddeye aşağıdaki (3) numaralı fıkra eklenerek izleyen fıkralar buna göre teselsül ettirilmiştir.

“2. Bu madde, 14 üncü maddenin (3), (4) ve (5) numaralı fıkraları gereğince temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi veya hisseleri Fona devrolunan bankaların bu maddenin (1) numaralı fıkrasında sayılan ortakları ile anılan maddenin (4) numaralı fıkrasında belirtilen işlemler ile (3) numaralı fıkrasının uygulanmasına neden olan işlemlerde sorumluluğu bulunan ve bu maddenin (1) numaralı fıkrasında sayılan banka görevlileri hakkında da bankanın iflası aranmaksızın uygulanır.”

“3. 14 üncü maddenin (5) numaralı fıkrasının (b) bendindeki mal beyannamesine ve muhafaza tedbirlerine ilişkin hükümler bu maddede de kıyasen uygulanır.”

BAŞKAN – Madde üzerinde ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu'ya ait.

Buyurun Sayın Göksu. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

FP GRUBU ADINA MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 10 uncu maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunmaktayım; Fazilet Partisi Grubu ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

4389 sayılı Bankalar Kanunu değişikliği, 18.6.1999 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilmiş ve 23.6.1999 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Daha altı ay önce değiştirdiğimiz Bankalar Kanununu, bugün tekrar elden geçiriyoruz. Bazen vatandaşlar "sabahlara kadar çalışıyorsunuz; ama, sorunlar gittikçe büyüyor, neden" diye soruyorlar. Nedeni, işte bu yasada aşikârdır.

Bugün, burada ne yapıyoruz; altı ay önce yaptığımızı bozuyor veya bir başka ifadeyle, altı ay önce eksik ve yanlış yaptığımızı düzeltmeye çalışıyoruz. Gece yarılarına kadar, hatta bazen sabahlara kadar çalışıp da çıkardığımız, milleti güldürecek, sadra şifa olacak yasalar, herhalde bunun için çıkmıyor.

Değerli arkadaşlar, milletin ekserisi aç ve açıkta, zam ve zulüm sınır tanımıyor, vatandaş burnundan soluyor, esnaf, çiftçi, emekli, memur, öğrenci, herkes mutsuz ve umutsuz. Bizler, bu milletin içinden çıkarak buralara geldik, sorunları da birlikte çözmemiz lazım. Yoksa, bir avuç mutlu azınlık ve jakoben dayatmacılar, bu milletin derdini ne anlar ne de dinlerler. Kısaca, millet daha fazla bunalmadan, iktidar-muhalefet el ele vererek, milleti memnun, memleketi mamur edecek çalışmalar yapmamız lazım.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; 4389 sayılı Kanunla, siyasî otoriteden bağımsız karar alma yetkisiyle idarî ve malî özerkliğe sahip bir kurum oluşturulmuş olunmasına karşın, banka kuruluş izni verilmesi ve faaliyet izninin kaldırılması gibi temel yetkiler Bakanlar Kuruluna bırakılmıştır.

Bu defa yapılan değişiklikle, bankalarla ilgili olarak, kuruluştan tasfiyeye kadar bütün süreçte alınması gereken kararların tamamı, sözü edilen kurumun karar organı olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun yetkisine bırakılmaktadır; ancak, kurul üyelerinin seçiminin, ilgili bakanın önerisi ve Bakanlar Kurulunun atamasıyla yapılması, kanaatimce, özerkliğe gölge düşüren bir düzenlemedir. Böylesine geniş yetkilerle donatılmış bir kurulun üyeleri, RTÜK örneğinde olduğu gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisince seçilmelidir.

4389 sayılı Bankalar Kanununda değişiklik yapılmak üzere Meclisimize sunulan değişiklik tasarısının 10 uncu maddesiyle, 4389 sayılı Kanunun şahsî sorumluluğu düzenleyen 17 nci maddesinde değişiklik yapılmıştır. Yapılan değişiklikler, esas itibariyle, yasanın denetlemeler sonucunda alınacak tedbirleri düzenleyen 14 üncü maddesinde tasarının 7 nci maddesiyle yapılan değişikliklere 17 nci maddenin uyarlanmasından ibarettir. Buna göre, 17 nci maddenin birinci fıkrasının son cümlesi, aynı maddeye üçüncü fıkra olarak eklenmiştir. 17 nci maddenin ikinci fıkrası değiştirilerek, şahsî sorumluluğun kapsamına, bu tasarının 7 nci maddesiyle değiştirilen ve bankaların fona devrini düzenleyen 14 üncü maddenin üç, dört ve beşinci fıkraları dahil edilmiştir. Bu değişikliklerin, önceki yıllarda batan bankalar ile şu an zor duruma düşmüş bankalar göz önüne alındığında, ciddî sorumluluklar getirdiği söylenebilir.

Maalesef, daha önceki banka operasyonlarında, yapanın yanına kâr kaldığı görülmüştür. İnşallah, bundan böyle, kötü niyetli ve basiretsiz banka sahipleri ile yöneticilerin yaptıkları yanlarına kâr kalmaz.

Bu değişikliklerin teknik düzenlemeler şeklinde olduğu gerçeğinden hareketle, bu madde hakkında çok şey söylemeye de gerek yoktur.

Kanun tasarısının 11 inci maddesiyle, 4389 sayılı Kanunun 20 nci maddesine 6 numaralı fıkra eklenerek, özel finans kurumları Bankalar Kanununa tabi kılınmış, kâr ve zarara katılma esasına göre fon toplama ve faizsiz fon kullandırma imkânı muhafaza edilmiştir.

Yatırım ve kalkınma bankalarına paralel bir düzenlemeyle, Bankalar Kanunu kapsamına alınan özel finans kurumlarının temel özellikleri korunmuş olmakla birlikte, Bankalar Birliğine ilişkin 19 uncu maddeye tabi kılınmamış olmaları bir haksızlıktır. Özel finans kurumlarına da aralarında birlik kurma hakkı verilmelidir.

Ayrıca, diğer kanunlarda geçen "banka" tabirinin, özel finans kurumlarını da kapsayıp kapsamadığı belli değildir; buna açıklık getirilmelidir. Özel finans kurumları isterlerse, Bankalar Kanununa uyum için iki yıllık süre verilmektedir; kanaatimizce, bu süre de yeterli bir süredir.

Daha önce Bakanlar Kurulu kararıyla düzenlenmiş olan özel finans kurumları mevzuatının, bu düzenlemeyle sağlam bir yasal zemine kavuşturulmasını olumlu bir gelişme olarak görüyoruz. Özel finans kurumları, faizli sistemle çalışmayan, ama, halkın tasarruflarını toplayarak, bu fonları havuzda biriktirip, üç aylık, altı aylık, yıllık şeklinde, doğrudan reel ekonomiye, ticaret hayatına ya da sanayie yönlendiren kurumlardır; yani, bugün, rant ekonomisinden reel ekonomiye geçmekte en çok önem vereceğimiz bir husustur.

Kaldı ki, yurt dışında çalışan gurbetçilerimizin yabancı bankalarda 60 milyar doları aşkın tasarrufları vardır. Devlet, bütün uğraşmalarına rağmen, DÇM işlemlerinde devlete olan güven sarsıldığı için, bu tasarrufları Türkiye'ye getirememektedir. Bazı müteşebbislerimizin toplayarak getirdiklerine de yeşil sermaye yaftası vurularak, teşvikleri önlenmekte ve gelişmeleri durdurulmaktadır.

Özel finans kurumları, hem yurt dışındaki tasarrufları Türkiye'ye çekme bakımından hem de halk arasında yastıkaltı serveti olarak bilinen ve 70 milyar doları aştığı söylenen -altın, döviz ve Türk Lirası olarak bulunan- tasarrufların millî ekonomiye kazandırılmaları da fevkalade önem arz etmektedir.

3 milyar dolar civarında bir fon, bu özel finans kurumlarında toplanmıştır. Uzun zamandır, Hazine, bunlara, sermaye artırma ve şube açma hakkı tanımadığından ve bazı bankacılık hizmetlerini engellediği için, beklenen gelişmeyi sağlayamamışlardır. Aslında, yabancı sermaye olarak da buraya akacak büyük paralar vardır. Hazinenin tutumu ve medyanın yazdığı olumsuz yazılar dolayısıyla, bu sermaye ürkütülmüştür; yoksa, bugün, 3 milylar dolarlık değil, 15 - 20 milyar dolarlık fonlarla reel ekonomi desteklenebilirdi.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bizler, hantal devlet yapısından kurtulmamız gerektiğini hep söylüyoruz; fakat, gereğini, maalesef yapmıyoruz. Mesela, kamu bankalarıyla ilgili meseleler: Devlet bankaları süratle özelleştirilmelidir. Batık krediler yoluyla devletin ve milletin soydurulmasına "dur" denilmelidir.

Öte yandan, Sermaye Piyasası Kurulu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu gibi kurumlarda görev yapan insanların, bilgi, tecrübe ve yetenekleri kadar, ahlakî ve vicdanî donanımları da önemlidir. Üzerinde konuştuğumuz 10 uncu madde, bankada birinci derecede imza yetkisine sahip olan kişilerin sorumluluğunu düzenleyen madde olması hasebiyle, yukarıda işaret ettiğim husus daha da önem kazamaktadır. Zira, devletin batık kredileri, teşvikleri ve fonlarını kullandırırken, yetkili kişilerin vicdanî sorumluluğu onu yanlış yapmaktan alıkoyamıyorsa, istediği takdirde, kanunî sorumluluğuna da kılıf bulacaktır. Yoksa, içi boşaltılan bankalar, herhalde silah zoruyla boşaltılmamaktadır. Buradan gelmek istediğim husus şudur: Bu tür özerk kurumların, Meclisin veya onun tayin edeceği bir komisyonun denetimine açılması gerekli.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Göksu, lütfen toparlayınız.

MAHMUT GÖKSU (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

O zaman, yetkili kişi kendini kanuna karşı sorumlu hissettiği gibi, bir heyetin denetimi ve gözetimi altında olduğunu da bilerek, sorumluluğunun gereğini daha iyi yapacaktır.

Kısaca, Meclis bünyesindeki denetim mekanizması daha aktif ve etkili bir hale getirilmeli ve artık, şu banka soygunlarına engel olunmalıdır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Göksu.

Gruplar adına ikinci söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Ufuk Söylemez'e ait.

Buyurun efendim.

Süreniz 10 dakika.

DYP GRUBU ADINA H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; hepinizi, şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum. Görüşülmekte olan, Bankalar Kanununda ikinci kez değişiklik yaptığımız kanun tasarısının 10 uncu maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, tabiî, Bankalar Kanununun ikinci kez görüşülmesinde, bazı şeyleri, maalesef, mükerrer tekrarlamak zorunda kalıyoruz; çünkü, altı ay önce söylediklerimizin dinlenilmemiş, dikkate alınmamış olmasının sıkıntısını bugün çekiyoruz. İşin daha vahim tarafı, bankacılık sisteminde ve sektöründe çok ciddî spekülasyonlara ve sıkıntılara neden oluyoruz. Kanunun tekrar gündeme gelmesi, kanunda bazı özel düzenlemelerin yapılmış olması, bugün, bankalar arasında müthiş spekülasyonlara yol açmakta; hangi bankanın eski 64, şimdiki 14 üncü madde içinde olduğu, hangi bankalara bu kanun çıktığı gece el konulacağı ya da konulmayacağı, tasarruf mevduatına olan garantinin devam edip etmeyeceği yolunda, durduk yere, piyasaları, yatırımcıları ve tasarrufçuları tedirgin etmiş durumdayız; yoğun biçimde, bize, başvurularla, fakslarla, telefonlarla geliyor...

Özellikle bu fona sağlanan parasal olanaklardan sonra, bazı bankaların fona devredileceğine ilişkin yoğun söylentilere karşı, ben, Sayın Bakan Recep Önal'ın kamuoyuna bir açıklama yapmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Gerçekten, piyasa çok tedirgindir. Bazı bankaların ve bazı banka sahiplerinin, belli spekülasyonlardan kendilerini korumak için Ankara'da olduklarını biliyoruz. Bankalar arasında bir ayrımcılık, bir korumacılık, bir farklılık, bir siyasal tercih yapılmasının büyük sıkıntılar yapacağını düşünüyoruz. Ben, mevcut Hazine yönetiminin ve Sayın Bakanın bu tür yanlışlıklar içine asla girmeyeceğine kesinlikle inanan bir insanım; çünkü, kendilerini bakanlığım döneminden tanırım; ama, bu spekülasyonları mutlaka durdurmalısınız. Bankacılık sektöründen bizi kim görse "hangi bankaya el konulacak, hangi banka Tasarruf Mevduatı Fonuna devredilecek" diye sorular soruluyor. Bilgilenmek, vatandaşın hakkıdır. Şu anda yüzde 100 mevduat güvencesi vardır; ama, bunun, ne kadar zaman sonra, hangi takvimle sınırlandırılacağını mutlaka açıklamamız lazımdır. Piyasalar çok ciddî tedirgindir. Burada, tabiî, Meclis olarak ve aslında, Meclise bu kanunu ikinci kez getiren sorumlular ve hükümet olarak da ciddî bir sorumluluk söz konusudur. Bu sektörler, bu piyasalar, bu kadar toptan suçlanmaya, bu kadar toptan hırpalanmaya veya bu kadar sık gündemde speküle edilmeye açık sektörler değildir; belli ölçüde, kendi itibarlarını, kendi bankacılık sırlarını ve kendi dengelerini korumak zorunda olan sektörlerdir. Bakınız, zaten, izlenen makro ekonomik politikalarla, sektörde büyük sıkıntılar var.

Eylül 1998 itibariyle, toplam bankacılık sektörünün takibe intikal etmiş, idareye ve kanunî takibe intikal etmiş "batık kredi" veya "donuk kredi" olarak tabir edilen kredilerinin toplam kredilere oranı yüzde 2,9 idi bir sene üç ay önce; Eylül 1999 itibariyle -resmî rakamlar elimizde olduğu için söylüyorum- bu rakam yüzde 8,7- yüzde 9'a yaklaşmış- yani, bir sene içinde, toplam bankacılık sektörünün batık, geri dönmeyen, donuk kredilerinin toplamı 3 kat artmış. Burada, kredilemeyi yapan bankaların, yönetimlerin takdir, değerlendirme, sektör hataları mutlaka vardır, şahsî kusurları da mutlaka olabilir; ama, bunun büyük bölümü, yani yüzde 90 ının, mevcut ekonomik daralmanın, Türk ekonomisinin son beş yılın en kötü günlerini geçirmesinin, ciddî ve derinleşen bir ekonomik krizin sebep olduğu kötü ekonomik koşulların neticesi olduğunu da unutmamak lazımdır. Daha dün iyi olan firmaların bugün sıkıntı içerisinde olduğu, daha dün satışları rekor kıran firmaların bugün satışlarının geçen seneki rakamların altında olduğu, ihracat rekorları kıran firmaların ihracatta geçen senenin rakamlarının dahi altında kalmış olmaları, Türk ekonomisinde dolar bazında ciddî bir ihracat gerilemesi olması, sanayi üretiminde ve kapasite kullanım oranlarındaki gerileme, bankaların kredi verdiği firmaların kredilerinin geri dönüşünü de olumsuz etkilemiştir.

Derinleşen bu ekonomik krizin, küçülen bir ekonominin, fakirleşen bir ekonominin üzerine bu sektörle ilgili kanunlarda böyle iki kez değişiklik getirip bir de spekülasyon yaratılırsa, Türk bankacılık sisteminde, Türk bankacılık sektöründe güven ve kredibilite bunalımının doğacağı kesindir. Hazineden sorumlu Sayın Devlet Bakanından, ekonomiden sorumlu Bakan arkadaşımızdan benim şahsî ricam, bankalarla ilgili böyle bir operasyonun, tabiî ki, gününü, saatini, kime yapacağını söylemek mümkün olmamakla beraber, bankalardaki paniği önleyici, banka sahip ve yöneticilerindeki ayırımcılık iddialarını önleyici ve banka mevduat sahiplerinin de gönlüne su serpici, sağduyulu bir açıklama yapmasını hemen bu akşam bekliyoruz. Aksi takdirde, çok ciddî spekülasyon ve dalgalanmalarla yanlış kararlara imza atmak mümkün olabilir; benim en büyük korkum budur. Yoksa, Bankalar Kanunu hakkında, zaten biz söyleyeceklerimizi altı ay önce söyledik: Böyle bir kurulun bağımsız kurul olmadığını, Türkiye'de hiçbir kurulun bağımsız olmadığını, Türk usulü özerkliğin de çağdaş anlamda özerklik olmadığını, malî kurumların, leasinglerin, sigorta şirketlerinin, factoringlerin, tamamen bu sistemin dışında kalmasının çok büyük yanlışlık getirdiğini, tüm malî kurumları kapsayan bir şemsiyenin olmadığını, hepsini söyledik ve hesap vermeyen bir kurulun, YÖK'ten farkı olmayacağını, Rekabet Kurulundan farkı olmayacağını, defalarca söyledik; bir kez daha kamuoyuna tekrarlıyoruz, bir kez daha tutanaklarda yer alması için konuşuyoruz. İnşallah, buraya atanacak yöneticiler ve özellikle Bankacılık Kurulu üyeleri, liyakat sahibi insanlardan oluşur, partizanlığa prim vermez ve bu sektörün meselelerine çözüm bulacak kararlar alabilirler.

Özellikle, fonun oluşumunun, fona devredileceği söylenen, speküle edilen banka sayısı arttığı müddetçe, idaresinin de çok zor olacağını söylüyorum. Bu idare içinde, kurul içinde bir de fon idaresiyle uğraşmak zorunda kalacağız. Bugünkü yapısıyla bu fonun, üç beş tane bankanın aktifini, yönetimini yönetebilmesi ve bunları kârlı biçimde tekrar piyasaya sunabilmesi veya tekrar pazara kazandırabilmesi çok zor gözükmektedir. Bu konulardaki endişe ve görüşlerimizi, gelecek maddelerde açıklayacağız.

Hepinize, nezaket ve sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Söylemez.

Şahıslara geçiyoruz.

İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker, konuşacak mısınız?

MASUM TÜRKER (İstanbul) – Vazgeçtim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Söz talebinde bulunan diğer sayın milletvekilleri Genel Kurulda hazır değiller.

10 uncu maddeyi, komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

11 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 11.- 4389 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, maddeye aşağıdaki (6) numaralı fıkra eklenmiştir.

“Mevduat kabul etmeyen bankalar bu Kanunun 10 uncu maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı, 11 inci maddesinin (1), (2), (3), (4), (5), (6), (7), (8), (12) numaralı fıkraları ile 12 nci maddesi, 14 üncü maddesinin (5), (6) ve (7) numaralı fıkraları, 15(2/c,d ve e bentleri hariç), 16 ve 17 nci maddeleri hükümleri dışındaki diğer madde hükümlerine tabidir. Ancak, Kurum bu Kanunun 14 üncü maddesinin (3) numaralı fıkrasında belirtilen durumları tespit ettiği takdirde bunların bankacılık işlemleri yapma izni Kurulun en az beş üyesinin aynı yöndeki oyuyla alınmış kararıyla kaldırılır ve bunlar genel hükümlere göre tasfiye edilir.”

“6. Mevduat toplama yetkisi bulunmayan ancak, özel cari hesaplar ve kâr ve zarara katılma hakkı veren hesaplar yoluyla fon toplayan, ekonomik faaliyetleri ekipman veya emtia temini veya kiralanması veya ortak yatırımlar yoluyla finanse eden özel finans kurumları bu Kanunun 10 uncu maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları, 12 nci maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14 üncü maddesinin (5), (6) ve (7) numaralı fıkraları, 15, 16, 17 ve 19 uncu maddeleri ile 20 nci maddesinin (2) numaralı fıkrası hükümleri dışındaki diğer maddelerine tabi olup, Kurum bu Kanun hükümleri çerçevesinde bu kurumlara ilişkin kâr ve zarara katılma hakkı veren hesapların özelliklerini dikkate alarak her türlü düzenleme yapmaya yetkilidir. Ancak, Kurum bu Kanunun 14 üncü maddesinin 3 ve 4 numaralı fıkralarında belirtilen durumları tespit ettiği takdirde, özel finans kurumunun faaliyet izni Kurulun en az beş üyesinin aynı yöndeki oyuyla alınmış kararıyla kaldırılır. Özel finans kurumları açısından emtia veya gayrimenkullerin finansal kiralanması ya da kâr ve zarara katılma ve benzeri yöntemlerle yapılan her türlü finansman faaliyetleri de bu Kanuna göre kredi olarak addolunur. Bu Kanun hükümlerine göre, bu kurumların özel cari hesaplar ve kar ve zarara katılma hakkı veren hesaplar yoluyla topladıkları fonlar ve diğer taahhütleri de 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununun 40 ıncı maddesinin (II) numaralı paragrafının (a) bendi hükümlerine tabidir. Bu Kanunun 21 ve 22 nci maddelerinde yer alan ceza hükümleri, özel finans kurumları ve görevlileri için de uygulanır.”

BAŞKAN – Gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat'a ait.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 293 sıra sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 11 inci maddesi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Bu maddeyle, 4389 nolu Kanunun "Diğer hükümler" başlığı altında düzenlenen 20 nci maddesinin mevduat kabul etmeyen bankaların konumunu düzenlenleyen 2 nolu fıkrası yeniden düzenlenmiş ve maddeye 6 numaralı fıkrayla, özel finans kurumlarının tabi olacağı hükümler getirilmiştir.

Bu 6 nolu fıkrayla "Mevduat toplama yetkisi bulunmayan ancak, özel cari hesaplar ve kâr ve zarara katılma hakkı veren hesaplar yoluyla fon toplayan, ekonomik faaliyetleri ekipman veya emtia temini veya kiralanması veya ortak yatırımlar yoluyla finanse eden özel finans kurumları bu Kanunun mevduata ilişkin hükümlerini düzenleyen 10 uncu maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı bentlerine tabi değildir" denilmektedir.

Birinci fıkrasında ise, bu kanun ile izin verilen bankalar ve özel kanunlarına göre yetkili olanlar dışında hiçbir gerçek veya tüzelkişinin mevduat kabul edemeyeceği hükmünün özel finans kurumlarını kapsaması yerinde bir hükümdür.

İştirakler, emtia ticareti yasağı ve gayrimenkul üzerine işlemleri düzenleyen kanunun 12 nci maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen "bankalar ticaret amacıyla gayrimenkul alım ve satımında bulunamayacaklar" hükmünden özel finans kurumlarının muaf tutulması yerinde bir uygulamadır. Denetlemeler sonucunda alınacak tedbirleri düzenleyen 14 üncü maddenin beş, altı ve yedinci fıkralarına, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuyla ilgili hükümleri düzenleyen 15 inci maddeye, bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılmasının sonuçlarını düzenleyen 16 ncı maddeye, şahsî sorumluluğu düzenleyen 17 nci maddeye, Türkiye Bankalar Birliğinin mevzuatını düzenleyen 19 uncu maddesi ile diğer hükümler başlığı altındaki 20 nci maddesinin mevduat kabul etmeyen bankalarla ilgili bölümü düzenleyen ikinci fıkrası dışındaki hükümlere özel finans kuruluşlarının tabi olduğunu belirtmektedir.

Kurumun, bu kanun hükümleri çerçevesinde, bu kurumlara ilişkin kâr ve zarara katılma hakkı veren hesapların özelliklerini dikkate alarak her türlü düzenleme yapmaya yetkili olduğu belirtilmektedir; ancak, kurumun, bu kanunun denetlemeler sonucu alınacak tedbirler bölümünü düzenleyen üçüncü fıkradaki "bir bankanın gelir-gider dengesinin bozulduğunun ve bu durumun süreklilik kazandığının tespiti halinde" diye başlayan fıkrası ve dördüncü fıkrasında "bir bankanın yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortakların banka kaynaklarını, bankanın emin şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek biçimde kendi lehlerine kullandıkları diye devam eden durumları tespit ettiği takdirde, özel finans kurumunun faaliyet iznini, kurulun en az beş üyesinin aynı yöndeki oyuyla alınan kararı ile kaldırır" denilmektedir ki, kanunun bu bölümü de tarafımızdan uygun bulunmuştur.

Ayrıca, bu kanunun idarî suç ve cezalar bölümünü işleyen 21 inci maddesi ile adlî suç ve cezaları işleyen 22 nci maddesinde yer alan ceza hükümlerinin, özel finans kurumları ve görevlileri için de uygulanacağı belirtilmiştir. Bu ceza hükümlerinin tüm bankalara eşit bir şekilde uygulanması doğrudur; yalnız, 28 Şubat sonrası, kanunların uygulanmasındaki adaletsizlik, hatta bu kanunun bu maddesinin dahi basında "irtica kanunları" içerisinde sayılması, bizleri, uygulayıcıların adaleti yönünden endişelendirdiğini de burada belirtmeden geçemeyeceğiz.

Bu madde Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülürken konuşmacıların bir bölümü, özel finans kuruluşlarının döviz pozisyonu tutmak, kambiyo işlemleri, çek düzenlemesi ve teminat mektupları vermesi konusunun açığa çıkmasını istemişler; konuşmalar sonucunda ortak kanaat, teminat mektupları meselesinin 2886 sayılı Yasa çerçevesinde olduğu, bu kanunun, bütçe kanununun maddeleri gereği bu kuruluşların teminat mektubu verebilecekleri, döviz pozisyonu, çek kullanma ve kambiyo işlemleri, yani, ithalat ihracat yapma işlemlerinin ise, zaten, kendilerine tanınan haklar içerisinde olduğu vurgulanmış, konuşmacılara cevap veren Sayın Maliye Bakanı ise "bu kuruluşlar; yani, özel finans kuruluşları ne yapıyor idiyse şu anda yine aynı fonksiyonları yerine getirecek; yalnız, statüleri, artık, kanun olmakta, Bakanlar Kurulu kararı veya ona benzer düzenlemeler yerine, altyapısı, statüsü tamamen kanun olmaktadır" diyerek konuya açıklık getirmişlerdir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz da, özel finans kuruluşları hakkında genel bilgi vermek isterim.

Günümüzde, başta Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere olmak üzere, gelişmiş Batı ülkelerinin pek çoğunda faaliyet gösteren ve literatürde "faizsiz banka" olarak adlandırılan malî kuruluşlar, klasik bankalara göre çok yeni olmalarına rağmen, atıl kaynakları harekete geçirerek ekonomiye kazandırmadaki başarıları nedeniyle giderek benimsenmekte ve yaygınlaşmaktadır.

Modern anlamda faizsiz bankacılığın ilk ciddî uygulaması 1975 yılında Dünya Bankası modeli esas alınarak kurulan ve Türkiye'nin daimî yönetim kurulu üyesi olduğu İslam Kalkınma Bankasıdır. Ülkemizde ilk olarak, sistemdışı kalmış kaynakların harekete geçirilmesi gayesiyle yabancı bankaların faaliyetine ilişkin prosedür kolaylaştırılmış ve 83/7506 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesiyle faizsiz esasa göre fon toplayan ve kullandıran kuruluşların "Özel Finans Kurumu" adı altında faaliyetine izin verilmiştir. Bu sektörde halen 6 kuruluş faaliyet göstermektedir.

Özel finans kuruluşları, ülkemizde tasarruflarını faizli esasa göre değerlendirmek istemeyen, malî sektörün dışında kalan ve 50 milyar doların üzerinde olduğu tahmin edilen bu potansiyeli malî sektörün içine çekmeye çalışan karuluşlardır; dolayısıyla, sistem dışında kalan bu tasarrufların sisteme dahil olmasıyla, devletimizin, ayrıca önemli bir vergi geliri de olmaktadır.

Özel finans kuruluşları, klasik bankaların rakibi olmayıp, bunları tamamlayan kuruluşlardır. Özel finans kuruluşlarının topladıkları fonlar ile banka mevduatı arasında çok önemli bir nitelik farkı vardır. Özel finans kuruluşlarının kâr ve zarara katılma esasına göre anapara güvencesi vermeden ve önceden belirlenmiş oranda getiri vaat etmeden topladıkları tasarruflar, tipik bir risk sermayesi niteliğindedir.

Bankaların bilhassa son yıllarda artan ve 1999 yılının son aylarına kadar yüzde 30'larda seyreden bono reel faizleri sebebiyle piyasanın kredi imkânını sağlamada isteksiz davrandığı ortamda, hiçbir şekilde malî plasman yapmayan özel finans kuruluşları, kaynaklarının tamamını, üretim desteği, kiralama ve proje bazında kâr ve zarara katılma, yatırım ortaklığı yöntemleriyle reel sektörün finansmanına tahsis ederek, bu açığı kısmen de olsa kapatmaktadırlar. Özel finans kuruluşları, müşteri portföyü ağırlıklı olarak ilk 750 özel sektör kuruluşu arasındaki firmalardan oluşmaktadır.

Yine, ÖFK'ler, ülkemizde ciddî bir sorun olan kayıtdışı ekonomiyi kayıt içine çekmekte çok önemli roller üstlenmişlerdir. ÖFK'lerin plasmanları içerisinde doğrudan yatırım mallarının finansmanında kullanılan finansal kiralama plasmanının payı yüzde 20'nin üzerindedir.

Özel finans kuruluşlarının 30.9.1999 tarihi itibariyle aktif toplamı 3 milyar dolar, kullandırılan fonların toplamı 2,3 milyar dolar, toplanan fonların toplamı ise 2,6 milyar dolardır. Toplanan fonlar, Türk bankacılık sistemindeki toplam mevduatın yüzde 3'üne tekabül etmektedir. Esasında, yurtdışında 1-2 milyar dolar kredi bulmak için çalmadık kapı bırakmadığımız bugünlerde, 2,6 milyar dolar hiç de azımsanacak bir rakam değilse de, bankalara mevduat olarak girmediği bilinen meblağ yanında da oldukça az mertebededir. Özel finans kurumlarını kapatmayı düşüneceğimize, bu kuruluşları güçlendirerek, atıl haldeki mevduatı bu kuruluşlar vasıtasıyla kayıt içine çekmenin yollarını aramamız daha gerçekçi olur diye de düşünmekteyiz.

Özel finans kuruluşları mükellef ve sorumlu sıfatıyla bir yıllık dönemde, yaklaşık 30 trilyon TL vergi tahsilatı yapmıştır. Ülkemizdeki özel finans kuruluşlarının 3 tanesi, Körfez kaynaklı yabancı sermaye iştirakiyle kurulmuştur. Petrol fiyatlarındaki artışa paralel olarak, Dubai'nin bir dünya ticaret merkezi olma yolunda aldığı yol da dikkate alınarak, özel finans kuruluşlarının, bilhassa özelleştirme gelirlerinde ihtiyacımız olan krediyi temin açısından ülkemiz ile Körfez menşeli finans arasında bir köprü vazifesi yapabileceğini de dikkate almamız gerekmektedir.

Özel finans kuruluşlarınca ülke ekonomisinin hizmetine sunulan yabancı kaynak tutarı toplam 630 milyon dolar civarında olmuştur.

Netice olarak, bankalara gitmeyen, atıl halde yastık altında bekleyen tasurrufları ekonomimiz içerisine çekme ve yatırımı teşvik etme konusunda, özel finans kuruluşlarının önemi ihmal edilemeyecek derecede önemlidir. Birer finans kurumu olan bu kuruluşlara sadece ekonomik yönden yaklaşmanın çağın gerçeklerini görmekle eşanlamlı olduğunu belirtir, Hükümetin tasarının bu maddesine gösterdiği anlayışa istinaden, bu tasarıya olumlu oy vereceğimizi ve muhalefet görevimizi de kısarak sürdüreceğimizi belirtir, hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Polat.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın; buyurun efendim.

DYP GRUBU ADINA MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 11 inci madde üzerinde Grubum adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, 11 inci maddede; fon toplayan özel finans kurumları, kâr ve zarara katılma adı altında ticarî faaliyet göstermekte olup, neticede, bu finansman kurumlarında, şimdiye kadar, herhangi zarar dağıtımı, zarara iştirak şeklinde bir yükümlülük, bir iştirak söz konusu olmamıştır; daha ziyade, kazancın paylaşılması ya da yine, öbür bankaların yaptığı bir nevi kredi verme şekliyle, dolaylı şekilde bir muamele görülmektedir.

Değerli milletvekilleri, bankacılık sistemi aktif büyüklüğü açısından, mevduat bankalarının yüzde 38'ini teşkil eden ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında işlem gören 13 mevduat bankasının 1997-1998 ile 1998-1999 Haziran sonu verileri dikkate alınarak yapılan bir incelemenin neticesini sizlere arz etmek istiyorum:

1997 yılı sonunda yüzde 24,1 olan bankaların toplam aktiflerinin gayri safî millî hâsıla içindeki payı, 1998 yılı sonunda yüzde 25,9 ve 1999 yılı haziran sonu itibariyle yüzde 32 seviyesine yükselmiştir. İncelemeye alınan mevduat bankalarının pasif yapısı değerlendirildiğinde, 1997 yılında yüzde 63,7 olan mevduat/toplam kaynaklar rasyosunun 1998 yılı sonunda yüzde 62,4, 1999 Haziran sonu itibariyle yüzde 61,8 olarak düşerek gerçekleştiği ortaya çıkmıştır.

Değerli milletvekilleri, bu araştırmaya ilişkin görüşlerime ileriki maddelerde devam edeceğim; şimdi, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Şahsı adına İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker?..

MASUM TÜRKER (İstanbul) – Vazgeçtim.

BAŞKAN – Sayın Cevat Ayhan?.. Yok.

Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat?..

ASLAN POLAT (Erzurum) – Soru soracağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Bakanımdan cevabını yazılı olarak da verebileceği bir soru sormak istiyorum.

Bu yeni kanunla birlikte, özel finans kurumlarıyla ilgili sırlar bankacılık sırrı kapsamında değerlendirilecek midir?

İkincisi de, 1999 yılı başından beri, özel finans kurumlarına mevzuat düzenlenecek gerekçesiyle şube açma izni verilmemektedir. Bu yeni kanunla birlikte Bankalar Kanununa tabi hale getirilen özel finans kurumları, bankalar gibi serbestçe şube açabilecekler midir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, cevap verecek misiniz efendim?

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Yazılı olarak cevap verelim efendim.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, iki önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 4389 sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 11 inci maddesiyle değiştirilmesi öngörülen 4389 sayılı Bankalar Kanununun 20 nci maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesinde yer alan "11 inci maddesinin (1), (2), (3), (4), (5), (6), (7), (8), (12) numaralı" ifadesinin "11 inci maddesinin (1), (2), (3), (5), (6), (12) numaralı" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Aydın Tümen Zeki Çakan Ömer İzgi

Ankara Bartın Konya

Turhan Güven Salih Dayıoğlu

İçel İzmir

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 11 inci maddesiyle 4389 sayılı Bankalar Kanununun 20 nci maddesine eklenmesi öngörülen (6) numaralı fıkranın ilk cümlesinde yer alan "15, 16, 17 ve 19 uncu maddeleri" ifadesinin "15 (2/c, d, ve e bentleri hariç) 16, 17 ve 19 uncu maddeleri" şeklinde değiştirilmesini, ayrıca, anılan fıkranın son cümlesindeki "Bu Kanunun 21 ve 22 nci maddelerinde" ifadesinin "Bu Kanunun 21, 22 ve 23 üncü maddelerinde" şeklinde değiştirilmesini arz teklif ederiz.

Aydın Tümen İsmail Köse Beyhan Aslan

Ankara Erzurum Denizli

Nevzat Ercan İsmail Kahraman

Sakarya İstanbul

BAŞKAN – Bu son önergeye Sayın Komisyon katılıyor mu efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım, takdire bırakıyoruz; çoğunluğumuz yok. Teknik bir düzenleme.

BAŞKAN – Sayın hükümet katılıyor mu?

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Katılıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Beş parti grup başkanvekilinin verdiği, Komisyonun takdire bıraktığı, hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler.. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Birinci önergeyi işleme almak için tekrar okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 4389 sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 11 inci maddesiyle değiştirilmesi öngörülen 4389 sayılı Bankalar Kanununun 20 nci maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesinde yer alan "11 inci maddesinin (1), (2), (3), (4), (5), (6), (7), (8), (12) numaralı" ifadesinin "11 inci maddesinin (1), (2), (3), (5), (6), (12) numaralı" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Aydın Tümen

(Ankara)

ve arkadaşları

BAŞKAN – Sayın Komisyon katılıyor mu efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Efendim, aynı yönde bir düzenleme; takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN – Sayın hükümet katılıyor mu?

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Katılıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler.. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Kabul edilen iki önerge istikametindeki değişik şekliyle 11 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 11 inci madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, daha önce alınan karar gereğince, birleşime saat 19.00-20.00 arasında ara verilmesi kararlaştırılmıştı. Bu aranın şu saatte başlayarak saat 18.00'e kadar verilmesini, 19.00-20.00 saatleri arasında ara verilmemesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Birleşime saat 18.00'e kadar ara veriyoruz.

Afiyet olsun efendim.

Kapanma Saati: 16.08

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 18.00

BAŞKAN : Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL

KÂTİP ÜYELER : Mehmet AY (Gaziantep), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 36 ncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

"Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" bölümünde görüşmekte olduğumuz 293 sıra sayılı tasarının 12 nci maddesinden itibaren görüşmelere devam ediyoruz.

V. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. – Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/584) (S. Sayısı: 293) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerinde.

12 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 12.- 4389 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (3) numaralı fıkrasının son cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Bu Kanunun 9 uncu maddesinin (6) numaralı fıkrası hükümlerine aykırı olarak yurtiçinde açılan şube ve temsilcilikler hakkında (1) numaralı fıkranın (c) bendi hükümleri uygulanmakla birlikte, bunlar Kurumun talebi üzerine valiliklerce geçici veya sürekli kapatılabilir.”

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Bayburt Milletvekili Sayın Suat Pamukçu'ya ait.

Buyurun Sayın Pamukçu.

Sayın Pamukçu, süreniz 10 dakikadır.

FP GRUBU ADINA SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz, Bankalar Kanununda değişiklik yapan tasarının 12 nci maddesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına görüşlerimi arz etmek üzere huzurlarınızdayım. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, Bankalar Kanununu görüşüyoruz; teknik bilgiler hususunda fazla zamanınızı alacak değilim; bu konuda bütün arkadaşlarımız yeteri kadar bilgi sundular; yalnız, buraya gelmeden önce bir sendikacı kardeşimizle aramızda geçen hususu, bu konuyla da alakalı olduğu için, Yüce Heyetinize arz etmek istiyorum.

İşyeri temsilcisi olan sendikacı arkadaşımız söze şöyle girdi; dedi ki : "Biz otuz yıldan beri Sayın Başbakanı, -işçici, yani, işçiden yana- emekten yana, sosyal demokrat bir Başbakan olarak, bir Bakan olarak hep tanıdık ve bugüne kadar da, işçi ve emekçi kesimi olarak, Sayın Başbakana her zaman destek olduk; ancak son iki yıldan beri, üzülerek görmekteyiz ki, Sayın Başbakan işçi kesiminin, emekçi kesiminin taleplerini görmezlikten gelerek, daha çok rantiye kesimine hizmet eder duruma girmiştir; bu da bizleri üzmektedir."

EROL AL (İstanbul) – Nereden biliyormuş?...

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Bir dakika dinler misiniz... Ben sizin yerinize arkadaşa da cevap verdim. Sabırlı olursanız...

BAŞKAN – Siz buyurun Sayın Pamukçu.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Hatta, daha da ileri giderek, "Sayın Başbakan işçi kesimine tuzak mı kuruyor" diye bir ifade kullandı "hayrola" dedim.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) – Konuyla ne alakası var?

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Konuyla alakalıdır efendim; biraz sabredin lütfen.

"Görmüyor musunuz; Merkez Bankası Başkanı Sayın Erçel, bir basın toplantısı düzenleyerek, 2000 yılı sonuna kadarki döviz kurlarını ilan etti, yüzde 20-25 civarında döviz artışı olacağını ilan etti" dedi. "Tuzak bunun neresinde" diye sorduğumda şu cevabı verdi: "Bakın, bizim toplusözleşmelerimiz başlayacak, toplusözleşmelerde yüzde 20'nin, hatta bilemediniz yüzde 30'un üzerinde zam olmaması için bu açıklamalar yapılıyor. Bu, işçilere yapılan bir tuzaktır, işçilere kurulan bir tuzaktır." Ben, kendisine gereken cevabı verdim. (DSP sıralarından gürültüler)

Biraz sabredin lütfen...

HASAN GÜLAY (Manisa) – Derdini geç anlatıyorsun da...

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Biraz sabırlı olalım.

Kendisine ne söylediğimi ifade etmeden önce, bugünkü gazetelerde de dikkatimi çekti, bir gazetemizde "bir destek de Eczacıbaşı'dan" başlıklı bir haber var "Eczacıbaşı da yüzde 20 devalüasyon hedefi belirledi; grubun enflasyon tahmini ise yüzde 30" deniyor. Bu ne demek; Eczacıbaşı, toplusözleşmelerde işçilerine vereceği zammı yüzde 30'la sınırlamış. Yani, bu sendikacı arkadaşımızı haklı çıkaran haberler var.

Ben, kendisine "Arkadaş, bak, haksızlık etmeyelim. Merkez Bankası Başkanı bir açıklama yapmış, 2000 yılı sonuna kadar kurları sınırlandırdığını ifade etmiş. Sayın Başbakan, biz de öyle biliyoruz, otuz yıldan beri sosyal demokrat bir Başbakan, otuz yıldan beri işçi kesiminden yana olan birisi; umuyorum ve inanıyorum ki, Sayın Başbakan da, yarın öbür gün bir açıklama yaparak, bundan sonra devlet borçlanmalarında vereceği faizi yüzde 30'larda, yüzde 35'lerde sınırlayacaktır. Enflasyon hedefi mademki yüzde 25-30 konmuştur; bunun üzerine 5-10 veya 15 puanlık bir ilaveyle faiz hadlerini de yüzde 30'larda, bilemediniz yüzde 40'larda tutmak üzere bir açıklama yapacaklardır, bekleyelim görelim" diye cevap verdim ve bekliyoruz. Bakalım Sayın Ecevit işçiye, memura...

Hatta o arkadaş, "biz bu filmi memurlar için Plan ve Bütçe Komisyonunda da izledik. Enflasyon yüzde 15'le sınırlanırken 'biz enflasyon hedefini şu kadar koyduk' demek suretiyle, işçilerin, memurların sesi kısılmak istendi. Şimdi de 'döviz kurlarını şu kadar hesap ettik' diye, toplusözleşmelerde işçinin sesi kesilmek isteniyor" dediler. Ancak, biz de kendilerine bunun karşılığında "Mademki sadece işçi ve memurlardan bu kadar fedakârlık isteniyor, bunun yanında, milletimiz, rantiye kesiminden de bir fedakârlık beklentisi içindedir" dedik. Umarım ki, Sayın Başbakan bu kesimden de bu fedakârlığı yapmasını isteyecektir.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Yaptı ya...

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – "Yaptı" dediğiniz husus, zannediyorum ekvergiyle ilgili husus. Bakın, burada "stopojın faturası yine müşteriye" deniliyor. Yaptığınız iş, maalesef, sonunda müşteriye rücu ediyor.

Hesaplanan ya da hedeflenen enflasyon rakamı üzerine 5-10 puanlık bir ilaveyle faiz hadlerini de belirleyecekleri hususunda vatandaşın beklentisi var, bizim de beklentimiz var. Bunu ifade etmek hepimizin hakkı, vatandaşın da hakkı.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Ziraat Bankası faiz haddini yayımladı.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Bazı kesimler vatandaştan toplanan vergilerin yüzde 90'ını gaspediyor. Ne yazık ki, üzülerek ifade edeyim ki, hükümetler de buna aracı oluyor. Bakın, dün televizyonlarda bir haber vardı, İzmir'de, üç tane genç çocuk, 400 bin liralık iki fanila gasp etmiş diye...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) – tişört, tişört.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – ...70-80 yıl hapse mahkûm ediliyor.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) – Yapma yahu, gazetenin abartması o...

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayalım efendim.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Arkadaşlar, vatandaşlar tüm bunlardan bir şeyler çıkarıyor ve bir şeyler bekliyor; biz de vatandaşa tercüman olarak, bu kürsüden, Sayın Başbakandan önümüzdeki yıl devlet borçlanmalarında uygulanacak faiz hadlerini açıklamasını bekliyoruz. Nasıl ki, enflasyon hedefi açıklanıyor, nasıl ki, döviz kurundaki artış açıklanıyor; lütfen, gelsinler bu kürsüden, milletin kürsüsünden faiz hadlerinin hangi sınırda tutulacağını açıklasınlar.

Bu vesileyle, hepinize saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Pamukçu.

Gruplar adına başka söz talebi?..

RAMAZAN GÜL (Isparta) – Sayın Başkan, Doğru Yol Partisi Grubu adına ben konuşacağım.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) – Grup Başkanvekiliniz nerede?!.

BAŞKAN – Grup Başkanvekilinizin talebi yok.

MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, kâğıdımızı bulamadık.

BAŞKAN – Bir dahaki maddede konuşun efendim; Grup Başkanvekilinin...

Şahsınız adına olabilir efendim; şahsınız adına arzu eder misiniz?

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Konuşsun Sayın Başkan, kabul ediyoruz.

BAŞKAN – Grubun müracaatı yok.

Şahsınız adına konuşun efendim.

MURAT AKIN (Aksaray) – Şahsım adına konuşabilir miyim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hay hay; buyurun Sayın Akın. (DYP sıralarından alkışlar)

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) – Geldi, geldi, Grup başkanvekiliniz geldi.

RAMAZAN GÜL (Isparta) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Efendim, şahıslar adına konuşmaya geçtik artık; zahmet buyurmayın.

Sayın Akın, süreniz 5 dakikadır.

Buyurun.

MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 11 inci madde üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, 13 mevduat bankası üzerinde yapılan araştırmanın bir kısmını, bir önceki maddede Yüce Meclise arz etmiştim, kalan kısmını arz etemeye devam ediyorum.

İncelemeye alınan mevduat bankalarının pasif yapısı değerlendirildiğinde, 1997 yılında yüzde 63,7 olan mevduat toplam kaynaklar rasyosunun, 1998 yılı sonunda yüzde 62,4; 1999 Haziran sonu itibariyle yüzde 61,8 olarak gerçekleştiği ortaya çıkmaktadır.

Türk Lirası mevduat/toplam kaynaklar rasyosu ise, 1997 ve 1998 yıl sonları itibariyle, yüzde 20,2 ve 17,6 olarak gerçekleşmiştir. Toplam mevduatta yaşanan düşme eğilimi, çok mühimdir. Toplam mevduatta yaşanan düşme eğilimi, Türk Lirası mevduat için 1999 Mart sonunda yüzde 24,1'le tersine dönmüş ve haziran sonunda mevduat/toplam kaynaklar rasyosu yüzde 25,5 olarak gerçekleşmiştir.

1998 yılında repoya ve alternatif tasarruf araçlarına yönelen tasarruflar, işte, ekonominin kötüye gittiği noktanın en mühim balangıçlarından birisidir, değerli milletvekilleri. 1998 yılında, yani, Başbakan Sayın Bülent Ecevit'in başbakan olduğu dönemde, ekonomi kötüye gitmeye başlamış; ki, bunun ölçüsü de, mevduat, yatırıma değil, repoya yönelmiş; repoya yönelen tasarruflar, Türk Lira mevduatın reel getirisinin daha yüksek düzeylerde seyretmesi nedeniyle mevduata kaymıştır.

Bankaların kullandıkları kredilerin bilanço içindeki payı, 1997 ve 1998 yıl sonları itibariyle, yüzde 15,2 ve yüzde 13,7'dir. Yurtdışından kredi kullanımı, 1998 yılının ikinci yarısında zorlanmış, bankaların yurtdışından kredi kullanımları reel olarak düşmüştür; ancak, söz konusu rasyo, 1999 Mart sonu itibariyle yüzde 14,7, haziran sonu itibariyle ise 14,8 seviyelerinde gerçekleşmiştir.

Nitekim, aynı gelişme, yurtdışı bankalarından alınan kredilerin toplam krediler içindeki payı rasyosunun incelenmesinden de anlaşılmaktadır. 1997 ve 1998 yılı sonlarında yüzde 75,7 ve yüzde 69,1 olarak gerçekleşen yurtdışı bankalarından kullanılan kredilerin toplam krediler içindeki payı, 1999 Mart sonunda yüzde 92,1'e, 1999 Haziran sonunda ise yüzde 92,8'e yükselmiştir.

Değerli milletvekilleri, İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında işlem gören mevduat bankalarının aktif yapısı incelendiğinde, kredilerin bilanço içerisindeki payında 1998 yılında başlayan düşüşün, 1999'un ilk yarısında da devam ettiği görülmektedir. Nitekim, 1997 yılı sonunda yüzde 45,2 olan krediler, toplam kaynaklar rasyosu 1998 yılı sonunda yüzde 40,6, 1999 Haziran ayı sonunda ise yüzde 36, olarak gerçekleşmiştir.

Yukarıdaki gelişmelere paralel olarak, bankaların, tahsili gecikmiş alacaklarının bilanço toplamı içindeki payı artmıştır. Tahsili gecikmiş alacaklar brüt toplam kaynaklar rasyosu 1997 yılında yüzde 0,7 iken, Doğru Yol Partisinin iktidarda olduğu dönemde, büyüme, üç yıl üst üste -OECD ülkelerinde, tek Türkiye'de- yüzde 8'lerin üzerinde olmuştur. Bu rasyo yüzde 0,7 iken -1 değil- 1998 yılında, Anavatan-DSP döneminde, yıl sonunda yüzde 1; 1999 yılı haziran ayı sonunda ise yüzde 1,3 seviyelerine yükselmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen toparlayınız.

MURAT AKIN (Devamla) – 1997 yılında yüzde 10,3 olan kamu menkul kıymetleri toplam kaynaklar rasyosu, 1998 yılı sonunda yüzde 11,6; 1999 Haziran ayı sonunda yüzde 15,2 seviyelerine yükselmiştir. Bu gelişmeler, kredi dönüş riskindeki görülen artışlar, devlet iç borçlanma senedi getirilerinin yükselmesi ve 1998 yılından itibaren, devlet içborç senet faiz gelirlerinde uygulanan stopajın yüzde 0 seviyelerine çekilmesi sonunda gözlenmiştir.

Değerli milletvekilleri, sürem az kaldığı için, rapora, daha sonraki konuşmalarımda devam edeceğim; ancak, şu kadarını ifade edeyim ki, bankaların meselesi çok mühimdir; ancak, çiftçilerimiz, hakikaten çok zor durumdadır. Hazineden sorumlu Sayın Sakandan istirham ediyoruz, çiftçilerin söküm avansını, pancarda söküm avansını, şu kaynağı bir aktarsın. Bakın, bankaların, devletin almış olduğu kredi faizlerinde herhangi bir gecikme olmadan, katrilyon, katrilyon ödeniyor, 20 katrilyon içborç ödeniyor, 10 katrilyon içborç ödeniyor; birisi, Ziraat Bankasını 10 milyon dolar dolandırmış, ona kaynak bulunuyor. Ne olur, ramazan ayı içinde, çiftçilerin, şu pancar söküm avanslarının verilmesini istirham ediyoruz; bayram geliyor; bu insanlar, ziyarete gidecek, yanında bir şey götürecek, misafirini karşılayacak, hakikaten, elması, armutu, ikram edecek çayı, şekeri yok; bunu, hususiyetle rica ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akın.

Şahısları adına başka söz talebi?.. Yok.

Önerge yok.

12 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

13 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 13.- 4389 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin 8 numaralı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

‘8. Bankaların mensupları ve diğer görevlileri, sıfat ve görevleri dolayısıyla öğrendikleri bankalara veya müşterilerine ait sırları bu konuda kanunen açıkça yetkili kılınan mercilerden başkasına açıklayamazlar. Bu yükümlülük görevden ayrılmalarından sonra da devam eder. Bu madde hükmüne aykırı davrandığı tespit edilen kişiler için bir yıldan üç yıla kadar ağır hapis ve bir milyar liradan az olmamak üzere ağır para cezasına hükmolunur. Banka ve müşterilerine ait sırları açıklayan üçüncü kişiler hakkında da aynı cezalar uygulanır. Kredilerin takip ve kontrolü için, ana faaliyet konuları para ve sermaye piyasaları ile sigortacılık olan ve bu konularda özel kanunlarına göre alınan izin ve ruhsat ile faaliyet gösteren malî kurumlar ile Kurum tarafından uygun görülecek şirketler arasında müşterileri ile ilgili olarak doğrudan doğruya veya en az on kurum tarafından kurulacak şirketler vasıtasıyla yapılacak bilgi alışverişi bu hükmün dışındadır.’

BAŞKAN – Gruplar adına ilk konuşma, Fazilet Partisi Grubu adına Osmaniye Milletvekili Sayın Şükrü Ünal'ın.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

FP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 293 sıra sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 13 üncü maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bankalar, insanlara ticarî yönden hizmet veren müesseselerimizdir. Direkt para ve insanların tasarruflarıyla ilgili olması, müşteri ve mudileri arasında ikinci veya üçüncü şahısların veya kurumların bilmemesi gereken gizliliği gerektirmektedir; yani, bankalar, bir nevi sır saklayan kurumlardır.

İnsanlar, gerek şahısları itibariyle ve gerekse sahip oldukları ticarî müesseselerin menfaat ve çıkarları için, bankalarla olan çalışmalarının bilinmesini veya açıklanmasını arzu etmezler. Aldıkları kredinin miktar ve şartlarını, hesaplarındaki para trafiğini kimseye açıklamak durumunda olmadıkları gibi, ilgili banka veya personeli tarafından da açıklanmasını istemezler; çünkü, bu, bir ticarî sırdır ve öyle kabul edilmelidir.

Bundan dolayıdır ki, üzerinde konuştuğumuz 13 üncü maddede, bu gizliliği ihlal eden personele cezaî müeyyide getirilerek şöyle denilmektedir: "Bankaların mensupları ve diğer görevlileri, sıfat ve görevleri dolayısıyla öğrendikleri bankalara veya müşterilerine ait sırları bu konuda kanunen açıkça yetkili kılınan mercilerden başkasına açıklayamazlar. Bu yükümlülük görevden ayrılmalarından sonra da devam eder. Bu madde hükmüne aykırı davrandığı tespit edilen kişiler için bir yıldan üç yıla kadar ağır hapis ve 1 milyar liradan az olmamak üzere ağır para cezasına hükmolunur. Banka ve müşterilerine ait sırları açıklayan üçüncü kişiler hakkında da aynı cezalar uygulanır. Kredilerin takip ve kontrolü için, ana faaliyet konuları para ve sermaye piyasaları ile sigortacılık olan ve bu konularda özel kanunlarına göre alınan izin ve ruhsat ile faaliyet gösteren malî kurumlar ile Kurum tarafından uygun görülecek şirketler arasında müşterileri ile ilgili olarak doğrudan doğruya veya en az 10 kurum tarafından kurulacak şirketler vasıtasıyla yapılacak bilgi alışverişi bu hükmün dışındadır."

Bu tasarı, bu maddeleri ve bu konuları içermektedir. Bu madde metninden de anlaşılacağı üzere, bankalar, müşterileriyle ilgili bilgileri kanunen yetkili kılınan mercilerin dışında üçüncü şahıslara veremezler.

Ticaret ve ticarî ilişkiler her dönemde güven temeli üzerinde ayakta durmuştur. Kanun tasarısının bu maddesi bu güveni ikame etmektedir. Ülkemize hayırlı olmasını diler, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ünal.

Gruplar adına ikinci konuşma, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Isparta Milletvekili Sayın Ramazan Gül'ün.

Buyurun Sayın Gül.

Süreniz 10 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA RAMAZAN GÜL (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 13 üncü maddesi hakkında Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu Kanun altı ay önce büyük iddialarla çıkarıldı, reform olduğundan bahsedildi. Bu kanun, Avrupa Birliği kriterlerine uysun diye değiştiriliyorsa, Avrupa Birliğine ilişkin bu belgeler, 1992 yılından beri yürürlüktedir; yani, Avrupa Birliğine giriş için saptadığı kriterleri haziran ayında yapsaydık, bugün tekrar Yüce Heyetinizin huzuruna gelmezdi; gel gör ki, tekrar Yüce Heyetinizin huzuruna geldi. Hükümet, çok kanun çıkararak iş yaptığını zannediyor, halbuki, durumun hiç de öyle olmadığı bu değişiklik tasarısıyla kendisini göstermektedir.

Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının 13 üncü maddesi, banka görevlilerinin sır saklamasına ilişkin bir düzenlemedir. Bu düzenlemede, bankada çalışan kişilerin yasaklı olduğu bazı durumlardan bahsedilmektedir.

Değerli milletvekilleri, mevcut yasaya göre Bakanlar Kurulunun yetkisinde olan düzenlemeler, bu defa yapılan değişiklikle, bankalarla ilgili olarak kuruluştan tasfiyeye kadar olan süreçte alınması gereken kararların tamamı, sözü edilen kurumun karar organı olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun yetkisine bırakılmaktadır.

Diğer yandan, bankaların kullandırabilecekleri kredilerle ilgili olarak 4389 sayılı Kanunla getirilen hükümlerle, Avrupa Birliği standartlarına büyük ölçüde paralellik sağlanmış olmakla birlikte, yapılan son değişikliklerle, mevzuatımız, konuya ilişkin Avrupa Birliği direktifine bütünüyle uyumlu hale getirilmekte, ayrıca, konsolide denetim ilkeleri daha açık ve kapsamlı olarak düzenlenmektedir; yani, bu sistem, tamamiyle, IMF'nin talebi doğrultusunda hazırlanmış ve düzenlenmiştir.

Değerli milletvekilleri, giderek dışa açılan ekonomimizin altyapısının oluşmasında önemli bir yeri bulunan ve malî sektörün lokomatifi durumundaki bankacılık kesiminde hızlı gelişmeler olmuşsa da, başta mevzuat olmak üzere, özkaynak yapısı ve diğer aktiflerdeki gelişmeler açısından güven verici, sağlam bir yapıya kavuşamamıştır.

Bankaların temelde iki önemli fonksiyonu mevcuttur; birincisi, bankalara tevdi edilen tasarrufların korunması, ikincisi ise, toplanan kaynakların etkin ve verimli bir şekilde, ekonominin ihtiyaçları yönünde en uygun şekilde kullanılmasıdır. Hal böyle iken, son yıllarda, devlet, Hazine açıklarını kapatmak için, tasarrufları bankalar aracılığıyla emerek, âdeta tefeciliğe teşvik etmiş, bunun sonucu, malî piyasalar ile reel sektör arasında olması gereken dengeler bozularak, ekonomi, yüksek faiz, düşük kur ve sıcak paranın baskısı altında, rant ekonomisine dönüşmüştür. Güven ve itibar sağlayan müesseseler olması gereken bankalar üzerinde etkin bir denetleme de kurulamamıştır.

Değerli milletvekilleri, kanun tasarısının genel gerekçe bölümünde belirtildiği gibi, son yıllarda, uluslararası finans kurumlarında ve özellikle Avrupa Birliği, OECD gibi uluslararası kuruluşlar nezdinde, bankaların faaliyet ve denetimlerine ilişkin uygulamaların, bağımsız, özerk kurumlar tarafından yürütülmesi, banka sahipliliğinin ve yönetiminin kontrol altında tutulması ve bankaların denetim ve gözetimlerinin, daha etkin, geniş boyutlu, derinlemesine bir şekilde yapılması esasları benimsenmiş ve bu suretle bankaların disiplin altına alınması amaçlanmıştır.

Bu çerçevede, bankacılık sektörünün düzenlenmesi hususunda, mevcut hukukî zafiyetlerin giderilmesi bir zorunluluk arz etmektedir. Bankaların etkin bir şekilde gözetim ve denetiminin anaşartlarından birisinin de, denetim otoritesinin, bağımsız karar alma yetkisine sahip bir statüde bulunması olduğu bilinmektedir.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ve buna ilişkin yıllık programlarda, denetim ve gözetim sisteminin etkinliğinin artırılması ve bu amaçla bağımsız karar mekanizmalarına kavuşturulması öngörülmüş bulunmaktadır.

Bu nedenlerle, bankaların disiplin altına alınması, beklenen ve temenni edilen bu tasarının kanunlaşmasında, maddeler bazında vereceğimiz bazı destek ve daha mükemmeli arama yönünde belirteceğimiz görüşlerimizi, Doğru Yol Partisi olarak belirtmek istiyorum. Ancak, kanunun çıkması önemli olmakla birlikte, takdir edersiniz ki, daha önemli bir hususun, ekonomiden sorumlu bakan ve ona bağlı birimlerin uygulama anlayışı olduğunu da, altını çizerek belirtmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, izninizle, Bankalar Kanunu Tasarısı hakkındaki görüşlerimize esas teşkil eden yanlış uygulamaların ekonomimizi ne hale getirdiğine özet olarak değinmek istiyorum. Ekonomimizin durgunluk içinde yüksek enflasyon baskısından kurtulamamış olması, ihracat ve ithalattaki sürekli düşüş, vergi gelirlerindeki dikkat çekici gerileme ve giderek büyüyen bütçe açığının yanı sıra, yatırımlarda durgunluk, üretimde hızlı düşüş sonucu çığ gibi artan işsizlik, ekonomimizin darboğazlara doğru hızla sürüklendiğinin belirtileridir ve ekonomik dengelerin bozulduğu ortaya çıkmaktadır.

Burada, halkımızı ilgilendiren en önemli husus ise, işsizlik, pahalılık ve gelir dağılımındaki yozlaşmadır. İşsizlik, aktif nüfusun yüzde 20'sini bulmuş olup, üniversiteli gençlerimizin, diplomalı gençlerimizin üçte 1'i boşta gezmektedir.

Bir taraftan, işsizler ordusundan istihdama katılım, diğer taraftan, Türkiye'nin geleceğinde, her yıl 1 milyon kişiye iş ve aş bulma mecburiyetiyle karşı karşıyayız. Pahalılık ise, hükümetin bir yıl önceki aylık fiyat değişimi dışında, halkı psikolojik baskı altında tutmak için, yüzde 25 olarak ilan edilen enflasyon beklentisinin gerçek olmadığıdır. Halkın zarurî ihtiyaçlarının karşılanmasındaki enflasyonun ise, yüzde 65, yüzde 70 olarak gerçekleşeceğini arz etmek istiyorum.

Gelir dağılımı ise, hem coğrafî bölgeler arasında hem iller arasında hem de kesimler arasında fevkalade yozlaşmıştır. Nüfusumuzun yüzde 20'si gelir dağılımından yüzde 54,7 pay alırken, en alttaki fakir tabaka yüzde 4,5 pay alabilmektedir. Yanlış politikalar ve yolsuzluklar sonucu, arzulanan serbest piyasa modeli içinde, ekonomi, kendi dinamiklerini oluşturamamaktadır. Bugünkü bunalım, ısrarla uygulanan ekonomik durgunluk politikası, vergi yasalarının olumsuz etkisi ve ehliyetsiz yönetimlerin sonucudur. Kısa zamanda, ekonomik tedbirler, siyasî tercihlerin önünde değerlendirilerek yapısal değişiklikler yapılmadığı takdirde, üzülerek belirteyim ki, 2000 yılında, sosyal bunalıma doğru sürüklenme eğilimi görünmektedir; yani, özet olarak, ülkemizi zor günler beklemektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bankacılık sektörünü kurtaracak kanun olarak lanse edilen Bankalar Kanununda öngörülen Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, yasasında belirtilen ve son tarih olan 23.9.1999 tarihine kadar kurulamamıştır. Bankacılığa siyasetin müdahalesini engellemek amacıyla kurulduğu ve özerk ve bağımsız olacağı iddia edilen bu kurula hâlâ atama yapılamamasının en önemli sebebi ise, koalisyon ortaklarının, bu kurula manipüle edecekleri yandaşlarını atamaları konusunda aralarında çıkan anlaşmazlıklardır. Bu kurula, liyakat sahibi, kariyer sahibi, konusunda uzman, başarılı insanlar atanmalıdır; yoksa, bu kurula, seçim mağlubu, bankacılıkla uzaktan yakından ilgisi olmayan kişiler atanmamalıdır; atanırsa, biz, Doğru Yol Partisi olarak, bunun iptali için yargıya başvuracağız.

Bu yasanın ülkemize hayırlı uğurlu olmasını diler, hepinize saygılar sunar, teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Isparta Milletvekili Sayın Razaman Gül'e teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde şahısları adına söz talebi?.. Yok.

Maddeyle ilgili önerge yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

14 üncü maddeyi okutuyorum.

MADDE 14.- 4389 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinin (3) numaralı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye (6) numaralı fıkra eklenmiştir.

“ 3. 22 nci maddenin (3), (6), (8) ve (9) numaralı fıkralarında yazılı suçlardan dolayı ilgili kuruluşların dava açma hakkı saklıdır.”

“6. Mülga 3182 sayılı Bankalar Kanununun 64 ve 65 inci maddeleri ile bu Kanunun 14 üncü maddesi uyarınca işlem yapılan bankalarla ilgili olarak, Bakan, Fon veya Kurum tarafından atanan yönetim kurulu ve denetleme kurulu üyeleri aleyhine görevlerinin ifası sebebiyle açılan ve açılacak davalar, Fon aleyhine açılmış sayılır. Bu kişilerin görevlerini kötüye kullandıklarına hükmolunması halinde kendilerine rücu edilir. Bu Kanunda yer alan cezalara ilişkin suçlar için yapılacak kovuşturmalar bu maddede belirtilen usule tâbidir.”

BAŞKAN – Madde üzerinde, gruplar adına ilk konuşma, Fazilet Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Ali Oğuz'un; buyurun Sayın Oğuz. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA ALİ OĞUZ (İstanbul) – Muhterem Başkan, değerli arkadaşlarım; Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporu üzerinde müzakerelerimize devam ediyoruz. Fazilet Partisi ve şahsım adına Yüce Heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Bu kanunun, her şeyden evvel, memleketimiz ve milletimiz için hayırlı olmasını ve hayırlara vesile olmasını Allah'tan niyaz ediyorum, ramazan-ı şerifinizi tebrik ediyorum, Cenab-ı Hak, sağlık ve saadet içinde çok ramazanlar idrakini ve sevdiklerimizle beraber olmayı nasip etsin diye dualar ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, ikinci kez, yeniden, Bankalar Kanununu müzakere ediyoruz. Daha evvel, altı ay kadar önce bu kanunu müzakere ettiğimizi hatırlıyoruz ve şimdi de eksiklerini tamamlıyoruz diyelim; artık, nasıl tarif ve tavsif edersek edelim, yeniden görüşmek nasip oldu! Bu meyanda, 14 üncü maddenin müzakeresinde, bize de fırsat ve imkân düştü, -görüşlerimizi arz etmek noktasında, huzurlarınızda, görüşlerimizi ve duygularımızı ifade edeceğiz.

Değerli arkadaşlarım, 14 üncü madde metni okundu; "4389 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinin (3) numaralı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye (6) numaralı fıkra eklenmiştir." şeklinde bir hüküm getirilmiş olduğunu görüyoruz.

"3. 22 nci maddenin (3), (6), (8) ve (9) numaralı fıkralarında yazılı suçlardan dolayı ilgili kuruluşların dava açma hakkı saklıdır.” hükmü getirilmiştir.

“6. Mülga 3182 sayılı Bankalar Kanununun 64 ve 65 inci maddeleri ile bu Kanunun 14 üncü maddesi uyarınca işlem yapılan bankalarla ilgili olarak, Bakan, Fon veya Kurum tarafından atanan yönetim kurulu ve denetleme kurulu üyeleri aleyhine görevlerinin ifası sebebiyle açılan ve açılacak davalar, Fon aleyhine açılmış sayılır. Bu kişilerin görevlerini kötüye kullandıklarına hükmolunması halinde kendilerine rücu edilir. Bu Kanunda yer alan cezalara ilişkin suçlar için yapılacak kovuşturmalar bu maddede belirtilen usule tabidir.” hükmü getirildiğini görüyoruz.

Biraz karışık yazılmış madde ve fıkralar, niye öyle yapılmış, onu da anlamak mümkün değil.

14 üncü maddenin gerekçesine bakıyoruz, orada "Bankaların, halihazırda Türk Ceza Kanununun emniyeti suiistimal ve dolandırıcılıkla ilgili hükümlerini düzenleyen 503, 504, 508 ve 510 uncu maddeleri uyarınca bu maddelerde belirtilen fiilleri işleyen personeli ve ilgililer hakkında takibe geçebildiği dikkate alınarak, belirtilen maddeler paralelinde bu Kanunun 12 nci maddesinde yapılan düzenlemelerle ilgili olarak, Kurumun şikâyetine bağlı olmaksızın, personeli ve ilgililer hakkında bankaların savcılıklara şikâyet hakkı kullanabilmesine olanak tanınmıştır" şeklinde açıklama getirilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bundan anlaşılan, savcıların, doğrudan doğruya, bu maddeler hükümlerine tevfikan, dava açma hakları var iken, bugün, bu hak, özel olarak belli bir kurumun yetkili organlarına verilmiş olduğu ifade ediliyor. Nitekim, genel gerekçede, bu, daha açıklıkla "4389 sayılı Bankalar Kanunu 18.6.1999 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilmiş ve 23.6.1999 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu kanun ile konuya ilişkin uluslararası uygulamalara paralel olarak, banka denetim ve gözetim yetkisinin daha etkin bir şekilde kullanılabilmesini teminen, siyasî otoriteden bağımsız karar alma yetkisine ve idarî ve malî özerkliğe sahip bir kurum oluşturulmuş olmasına karşın, banka kuruluş izni verilmesi ve faaliyet izninin kaldırılması gibi temel yetkiler Bakanlar Kuruluna bırakılmıştır. Ancak, konuya ilişkin uluslararası uygulamalar bu tür kurumların faaliyetlerini siyasî iradeden tümüyle bağımsız bir şekilde yürütülmesini öngörmektedir. Bu defa yapılan değişiklikle, bankalarla ilgili olarak kuruluştan tasfiyeye kadar olan süreçte alınması gereken kararların tamamı, sözü edilen kurumun karar organı olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun yetkisine bırakılmıştır" şeklinde ifade ediliyor. Yani, buradan anlaşılan konu şu oluyor ki, daha evvel siyasî iradenin elinde bulunan yetkiler, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun yetkisine bırakılmakla, siyasî iradenin yetkisinden ve denetiminden çıkarılmış bulunuyor.

Devam ediyorum "Diğer yandan, bankaların kullandırabilecekleri kredilerle ilgili olarak 4389 sayılı Kanunla getirilen hükümlerle Avrupa Birliği standartlarına büyük ölçüde paralellik sağlanmış olmakla birlikte, yapılan son değişikliklerle, mevzuatımız konuya ilişkin Avrupa Birliği direktifine bütünüyle uyumlu hale getirilmekte, ayrıca, konsolide denetim ve ilkeleri daha açık ve kapsamlı olarak düzenlenmektedir." denilmektedir.

Bir taraftan, siyasî denetimin, denetiminden ve elinde bulunan bütün yetkilerinden uzaklaştırılıp da, bir kurumun emrine verilmesi, gerek bankaların kurulması gerek tasfiyesi gerekse ortadan kaldırılması yetkilerinin, bir bakıma, siyasî denetimden uzaklaştırıldığı ifade edilirken, diğer taraftan, belki ondan daha ziyade keyfî hareket edebilecek bir kurumun emrine verilmesinde mahzurlar mütalaa etmek, mutlaka, herkesin hakkı olabilecektir ve düşünürlerin bir kısmı da bunların getireceği mahzurları ifade etmektedir. O bakımdan "acaba, böyle yapılması uygun olmuş mudur" diye bu konuda yetkili arkadaşlarımızın mütalaalarını burada denedik ve dinledik. İnşallah, bu endişeler, yersiz olur ve bunu ifade ederken de şunu özellikle belirtmek istiyorum: Arkadaşlarımız, altı ay sonra, ikinci kez, bankalar mevzuatının yeniden düzenlenmesini dile getirirken, eski kanuna izafetle "bir prematüre olarak doğmuştur ve hayatîyet kazanmadan yeniden ele alınarak tamir edilmesi, düzenlenmesi ve şekillendirilmesi ortaya çıkmıştır ve bahse konu olmuştur" diyerek tenkit ettiler. Bunda da, mutlaka, haklılık payı vardır.

Değerli arkadaşlarım, tabiî ki, gönlümüz istiyor ki, bir kanunu yaparken, efradını cami ağyarını mâni olarak, mükemmel bir şekilde yapalım ve bunu, hiç olmazsa, uzun yıllar tatbik ederek... Eksiklikleri olmaması mümkün değil; çünkü, noksansız kanun ancak ilahi kanunlardır, onlara noksanlık izafe edilemez; ama, ilahi kanunların tefsirini yapanların ve yetkili şahısların, görüşlerinde, zaman içinde, onların dahi, bir kısım yetkilerinin ve etkilerinin zamana göre tefsir edilmesinde ve değerlendirilmesinde isabet olacağı hükmünü ortaya koyduklarını görüyoruz.

Nitekim, Vergi Kanununda aynı endişeler ortaya çıktı. Bunun üzerinde uzun uzun tartıştık ve görüşlerimizi ifade ettik; reform niteliğinde bir kanun çıkardığımızı o günlerde iftiharla söyledik ve arkadaşlarım, gecenin geç vakitlerine kadar bizi çalıştırdılar; en ideal ve yıllar yılı tatbik edilecek bir hükmü getirdik, bir kanunu getirdik diye ifade ettiler; ama, ondan sonra, iki defa, huzurlarınıza bu kanunlar geldi, yeniden düzeltilmesi zarureti hâsıl oldu.

Millî Eğitim Kanunlarında da aynı reform iddialarını ileri sürdük; bunların noksanlığı olmadığını, mükemmel kanun yaptığımızı ifade ettiğimiz halde, zaman içerisinde bunlarda yeniden müzakere mecburiyeti hâsıl oldu, huzurunuza geldi ve onlar yeniden çıkarılma neticesinde, tenkitlerinize ve takdirlerinize vasıta oldu, muhatap oldu.

Sosyal Güvenlik Kanununda da, hakeza, arkadaşlarımız, büyük övgülerle, geceyarılarına kadar çalıştırarak bu kanunları çıkardılar, bunları da, reform niteliğinde olan kanunlar diye tarif ve tavsif ettiler; ama, bunlar da, daha bugünden -şurada çıkalı birkaç ay oldu- dumanı üstünde, çiçeği üstünde, pırıl pırıl, şebnemleri üstünde; ama, şimdiden, getirdiği hükümlerle, beklediğimiz neticelerin alınmadığı ifade edildi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Oğuz, lütfen toparlar mısınız.

ALİ OĞUZ (Devamla) – Başım üstüne Sevgili Başkanım.

BAŞKAN – Estağfurullah.

ALİ OĞUZ (Devamla) – Hele işsizlik sigortasında, herhalde dünya yüzünde emsali görülmeyen bir işsizlik sigortasının emsali memleketimizde görüldü. Çalışan insanlardan kestiğimiz primlerle fon ihdas edileceği ve bununla da, onların işsiz kalması halinde, kendilerine işsizlik aylığı verileceği iddia edildi; ama, bunun tatbikatını soruyorum; dünyada bir yerde yok.

İş mevzuatında "devlet vatandaşına iş bulmak mecburiyetindedir" hükmü getirilmiş. Anayasaya, iş mevzuatına, çalışmayanların özellikle teşkilatlandırılacağı ve kendilerine işsizlik aylığı bağlanacağı hususunda zaruretler getirilmiş, hükümler konulmuş; devlet, vatandaşına iş bulma mecburiyetindedir; iş bulmazsa, kendisine işsizlik aylığı öder hükmü getirilmiş; ama, bizim memlekette olduğu gibi "biz, maaşından prim keseceğiz de, o fondan, bir gün, kendisine işsizlik aylığı vereceğiz" hükmü hiçbir surette münakaşa edilmemiş ve bunun bir benzeri de görülmemiş.

Bunun yanında, Sermaye Piyasası Kanununda da çok enteresan hükümler getirdik; hele hele, başkanlarımıza, neredeyse milletvekili aylığının üstünde aylıklar bağlandığı ve onlara, özellikle primler verileceği ve zaman içerisinde daha büyük imkânlar temin edileceği noktasındaki hükümleri de -hayranlıkla değil- hayretler içerisinde takip ettik. Bunların, faizle ilgili hükümler olması yönünden de, memlekete hayır getireceğine inanmıyoruz. Biz diyoruz ki, bakın, faizler düşürüldüğü takdirde seviniyorsunuz, takdir ediyorsunuz, gelin, şu faiz belasından kurtulun; çünkü, memleketimizin millî gelirinin, şahısların hâsılatının, devletin topladığı imkânların hepsini faize veriyoruz, yine de kurtulamıyoruz.

Bankalar Kanununun bir düzenleyici unsur olması hususunu temenni ediyorum ve bu vesileyle, Yüce Heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Tenkit de edilse, takdir de edilse, memleketimizin bir kanunudur, bir mevzuatıdır ve uyulması icap eder.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, son cümleniz...

ALİ OĞUZ (Devamla) – Hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (FP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Oğuz.

Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini, Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın dile getireceklerdir.

Buyurun efendim.

Süreniz 10 dakika efendim.

DYP GRUBU ADINA MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 14 üncü madde üzerinde söz almış bulunmaktayım; Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

14 üncü maddenin 3 numaralı bendinde "kanunun 22 nci maddesinin 3, 6, 8 ve 9 numaralı fıkralarında yazılı suçlardan dolayı, ilgili kuruluşların dava açma hakkı saklıdır" deniliyor; bundan altı ay önce çıkan kanunun 22 nci maddesine atıf yapılmaktadır.

Yeni eklenen 6 numaralı bent ise "Mülga 3182 sayılı Bankalar Kanununun -yani, geçmişte iptal edilen kanunun- 64 ve 65 inci maddeleri ile bu Kanunun 14 üncü maddesi uyarınca işlem yapılan bankalarla ilgili olarak, -kötü yönetimle ilgili olan banka yöneticilerini kastediyor- Bakan, Fon veya Kurum tarafından atanan yönetim kurulu ve denetleme kurulu üyeleri aleyhine görevlerinin ifası sebebiyle açılan ve açılacak davalar, Fon aleyhine açılmış sayılır" diyor ve bu kişilerin kötü idaresinden dolayı, bu kişilerin kendilerine rücu edileceğini hüküm altına alıyor.

Değerli milletvekilleri, bankalarla ilgili, 1997, 1998 ve 1999 yılının haziran ayına kadar olan karşılaştırmalı varlıklar, krediler, mevduat ve dövizle ilgili mukayese tablolarını arz ediyordum; kalan kısmına, tekrar, devam ediyorum.

Değerli milletvekilleri, İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında işlem gören bankaların mevduatları, kredilerinden daha fazla artış göstermiştir. Nitekim, 1998 yılında dolar bazında kredilerdeki artış yüzde 13,7; mevduattaki artış ise yüzde 24,1 olmuştur. 1999 yılının ilk yarısı itibariyle dolar bazında mevduatlardaki yıllık artış yüzde 31,6 seviyelerindeyken, kredilerdeki artış ancak yüzde 7,4 seviyelerinde kalmıştır. Bu da, 1998 Ağustos ayında başlayan Rusya krizinin Türkiye pazarlarına yapmış olduğu bulaşıktan kaynaklanmış, 1999 yılının ilk üç ayında hissedilmesinde de, bu, ufak bir sirayetin etkili olması neden olmuştur. Ayrıca, uygulanan enflasyonla mücadele programı çerçevesinde toplam talepte yaşanan düşüş de, kredi talebinin daralmasında etkili olmuştur. Yükselen reel faiz oranları kredi talebini daraltmış ve krize bağlı olarak firmaların geri ödeme risklerinin artması, bankaların kredi arzını düşürmelerine yol açmıştır.

Değerli milletvekilleri, 13 bankanın toplam gelir tablosuna baktığımızda, personel giderleri, toplam gider içerisinde 1997'de yüzde 6,4; 1998'de yüzde 6,2; 1998'in ilk altı ayında yüzde 5; 1999'un ilk altı ayında ise yüzde 5,1...

Faiz gelirlerinin faiz giderlerine oranı ise 1997'de 196,5; 1998'de yüzde 200,1; 1999'da yüzde 190,6. Kredi faizleri gelirinin mevduat faizleri ödemelerine rasyo oranı 1997'de yüzde 131,8; 1998'de yüzde 111,2; 1998'in ilk altı ayında yüzde 133,6.

Net kambiyo kârı/toplam kârı ise 1997 yılında eksi 8, 1998 yılında eksi 6,8; 1998 yılının ilk altı ayında eksi 6,5; 1999'un yine ilk altı ayında eksi 5,5.

Bilançodışı işlemler toplam aktifine göre -bankalar- yüzde 103,7; yüzde 102,8; yüzde 125,5; yine 1999'un ilk altı aylık oranı yüzde 108,8.

İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında işlem gören mevduat bankalarının sermaye yapısı incelendiğinde, özkaynaklar/toplam kaynaklar rasyosunun 1997 yılında yüzde 7,2 iken, 1998 yılında yüzde 8,9'a; 1999 yılının haziran ayı sonu itibariyle yüzde 10,1'e yükseldiği görülmektedir. Ancak, İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında işlem gören mevduat bankalarının özkaynaklarındaki iyileşmeyi ihtiyatla karşılamak ve kamu bankaları başta olmak üzere, Türk bankacılık sisteminin halen en önemli sorunlarından birinin özkaynak yetersizliği olduğunu gözden kaçırmamak gerekmektedir.

İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında işlem gören bankaların özkaynakları iyileşme gösterirken, özkaynak kârlılığı düşmüştür. Özkaynak kârlılığı 1999 Mart sonunda yüzde 47,8, haziran sonunda ise yüzde 31,4 olarak gerçekleşmiştir.

Bankaların faiz gelirlerinin faiz giderlerini karşılama oranı, 1997 yılı sonunda yüzde 196,5, 1998 yılı sonu itibariyle yüzde 200,1 iken, 1999 Haziran sonu itibariyle, bu oran, yüzde 190,6'ya düşmüştür.

Değerli milletvekilleri, görüldüğü üzere, banka, kaynaklarını, hiçbir zaman, işsizliği ortadan kaldıracak, ekonomik istikrarı sağlayacak yatırımlara aktarmamaktadır. Devlet İstatistik Enstitüsü, millî gelirde yüzde 5,5 büyüme beklerken, DPT verileri, 2000 yılında, Türkiye'deki işsizlik oranının yüzde 7,2; eksik istihdam oranının ise yüzde 7 olarak gerçekleşeceğini ortaya koydu. Dolayısıyla, açık işsizler ile eksik istihdamdakilerin oluşturduğu atıl işgücü oranı yüzde 14,2 olacaktır. Buna göre, ekonomide yüzde 5,5 oranında bir büyümenin olması mümkün değildir. 2000 yılında, bu tespit edilen, tahmin edilen afakî büyümenin işsizlere de ters bir etkisi olacaktır. Bu ölçüde bir büyüme, işsizlik oranının 3-4 puan artmasına neden olacaktır. Eksik istihdamdakilerin oranı eksi 3-4 puan artıracağı varsayılırsa, atıl işgücünde bir değişikliğin menfî yönde gerçekleşeceği... DPT bilgilerine göre, 2000 yılında, sivil işgücü 23 000 466 kişi olacak; ülkemizde, bunun ancak 10 milyona yakını istihdam edilebilecek; bunun diğer 9 milyonluk işsiz kısmıysa, ülkede, mühim bir problem olarak yine önümüzde yer alacaktır.

Değerli milletvekilleri, istihdamda gözükenlerden 1 650 ise, ekonomik nedenlerle mevcut işinde çok az çalışıp, ikinci bir işte çalışan mutsuz insanlardır. İşte ülkemizin en mühim meselesi, bu mutsuz insanlarla 10 milyona yakın işsiz insanlara iş sahası açılmasıdır.

Değerli milletvekilleri, Türk ekonomisinin genel durumu nedir? 1998-1999 yıllarında enflasyonda kalıcı bir düşüşü sağlayamayan hükümet, makro ekonomik dengelerde istikrarı oluşturmayı temel hedef almasına rağmen, ne yazık ki, uygulamış olduğu programlarla bunu gerçekleştirememiştir; ancak, uygulanan programın, global krizin Türkiye'ye de bulaşma etkisini dengelemede önemli bir ölçü katkısı olduğunu ileri sürmek suretiyle, kendisini bir mazeretin arkasına saklamıştır.

Değerli milletvekilleri, ekonominin, 1998 yılının üçüncü çeyreğinde duraklamaya, son çeyreğinde daralmaya başlaması; yine, 1999 yılının ilk altı aylık iki çeyrek döneminde de çöküntüye geçmesi, gelecek için büyük bir felakettir. Bu gelişmelerde, özel tüketimdeki durgunluğun ve sabit sermaye yatırımlarındaki gerilemenin önemli etkisi olmuştur. 1998 yılında, özel tüketim, ilk çeyrekte yüzde 7,8 oranında artmış ise, ikinci ve üçüncü çeyreklerde duraklamış ve son çeyrekte yüzde 6,5 gerileme olmuş; yıllık bazda ise, bu, binde 10'lara varmıştır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen toparlayınız efendim.

MURAT AKIN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bilhassa özel tüketim mallarında, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, buzdolabı gibi dayanıklı tüketim mallarında, 1997 yılına göre, 1998-1999'da, yüzde 50 gerileme olmuştur. Bunun yanında, HEMA, TÜMOSAN gibi birçok traktör fabrikaları kapanmış; Massey Ferguson ve Trakmak gibi traktörler de üretimini sipariş üzerine yapmaktadırlar.

Görüldüğü üzere, ekonomideki çöküntü, 10-12 milyon insanın istihdam edildiği tarım sektöründe başlamıştır. Tarım aletlerinin üretimi ve pazarlamasında, yüzde 50'lere varan, sipariş üzerine üretim yapılması, ekonomideki göstergelerin iyi olmadığının en önemli işaretidir. Bu nedenle, hükümetin, bankacılık sektörü yanında, bilhassa tarım sektörünü de destekleyici tedbirler alması ve çiftçilerimizin alacaklarının bir an evvel ödenmesi; fındık dahil, çay dahil, pancar dahil, patates dahil, soğan dahil, bütün bunlara güzel bir pazar bulunması suretiyle piyasaya canlılık getirilmesi... Talep artışı sağlanmadığı sürece, arzda hiçbir şekilde canlanma sağlanamaz.

Değerli milletvekilleri, bilhassa Nevşehir, Niğde ve ilimin Güzelyurt ve Gülağaç İlçelerinde -sayın milletvekilimiz Kenan Bulut Beyin de izah ettiği gibi- patatesçiler mahvolmuştur, perişan olmuştur. Hükümetin, bu patatesleri alıp, bölge yatılı okullarında, askeriyede ve kamu kuruluşlarında tüketimini sağlaması, bilhassa bu çiftçilerimize ve piyasaya bir canlılık getirecektir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akın.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahıslar adına herhangi bir söz talebi?.. Yok.

Değişiklik önergesi yok.

14 üncü maddeyi Komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

15 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 15.- 4389 sayılı Kanunun Geçici 1 inci maddesinin (d) bendinde yer alan “1998” ibaresi “1999” olarak, (a) ve (b) bentlerinin ilk cümleleri ve Geçici 2 nci Maddesinin (j) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, Geçici 2 nci Maddenin (g) bendi yürürlükten kaldırılmıştır.

“Kurul Başkan ve üyeleri 31/3/2000 tarihine kadar atanırlar.”

“Kurum 31/8/2000 tarihine kadar faaliyete geçer.”

“j) Bu Kanunun yayımı tarihinden önce iflas etmiş olan Bankaların tasfiyesi, tekemmül ettirilen işlemler saklı kalmak kaydıyla, iflas idareleri tarafından bu Kanun hükümlerine göre yürütülür. Bu maddenin uygulanmasında iflas idareleri, bu Kanunun 16 ncı maddesinin 4 üncü, 8 inci ve 9 uncu fıkralarında Fona verilen yetkileri haizdir ve iflas idarelerinin açacağı dava ve yürütecekleri takiplerde 492 sayılı Harçlar Kanununun 2 nci, 23 üncü, 29 uncu maddeleri ile 2548 sayılı Cezaevleri ile Mahkeme Binaları İnşası Karşılığı Olarak Alınacak Harçlar ve Mahkûmlara Ödettirilecek Yiyecek Bedelleri Hakkında Kanunun 1 inci maddesi hükümleri uygulanmayacağı gibi, her türlü ihtiyatî tedbir ve ihtiyatî haciz taleplerinde teminat şartı aranmaz. Bu Kanunun yayımı tarihinden önce 25.4.1985 tarihli ve 3182 sayılı Kanunun 23.8.1993 tarihli ve 512 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yürürlükten kaldırılan 64 üncü maddesinin 3 üncü fıkrasına dayanılarak yapılan işlemler hakkında eski hükümlerin uygulanmasına devam olunur.”

BAŞKAN – 15 inci madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Zeki Okudan; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA MEHMET ZEKİ OKUDAN (Antalya) – Sayın Başkan, kıymetli milletvekili arkadaşlarım; Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 15 inci maddesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına görüşlerimizi açıklamak üzere söz aldım; hepinizi saygıyla selamlarım.

Bu maddeyle, 4389 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesinin (d) bendinde yer alan "1998" ibaresi "1999" olarak, (a) ve (b) bentlerinin ilk cümleleri ve geçici 2 nci maddesinin (j) bendi geçici 2 nci maddenin (g) bendi yürürlükten kaldırılmıştır.

Burada, çeşitli diğer kanun maddeleri ile 4389 sayılı Kanunun ilgili maddesiyle bağlantı kurulmuş. Burada bahsedilen şey, geçici 1 inci maddenin (d) bendi "Kurul, Hazine Müsteşarlığı ile müştereken kuruluş bütçesini hazırlar. Bu bütçenin giderlerini karşılamak üzere bankalar, 1998 yıl sonu bilanço toplamları üzerinden 6 ncı maddedeki esaslar çerçevesinde giderlere katılma paylarını tebligatından itibaren onbeş gün içinde öderler" diye devam ediyor. Buradaki "1998" ibaresi, "1999" olarak değiştirilmiş.

Ayrıca, yine, geçici 1 inci maddenin (a) ve (b) bentlerindeki ilk cümleler (a) bendinde, "Kurul Başkan ve üyeleri, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde atanır" yerine, bu Kanun tasarısında "31.3.2000 yılına kadar atanırlar" ibaresi var; (b) bendinde "Kurum, Başkan ve üyelerin atandığı tarihten itibaren en geç bir yıl içinde faaliyete geçer" hükmü;,o bir yıl, "31.8.2000 tarihine kadar faaliyete geçer" olarak değiştirilmiş.

Geçici 2 nci maddenin (g) bendi yürürlükten kaldırılmıştır. (g) bendindeki durum, 11 inci maddenin 3 üncü fıkrasıyla ve oranın (a) bendindeki oranla ilişkilendirilmiş. Orada, “bir banka gerçek ve tüzel bir kişiye özkaynaklarının yüzde 25'inden fazla kredi veremez. Bir adi ortaklık tarafından kullanılmak üzere verilecek krediler, sorumlulukları oranında ortaklara verilmiş kredi sayılır" şeklinde bir şey var. "Bu oran, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihi izleyen 24 ayın sonunda yüzde 75; 24-36 ayın sonunda yüzde 70; 36-42 ayın sonunda yüzde 65; 42-54 ayın sonunda yüzde 60..." diyerek gidiyor; bu tümüyle kaldırılmış. 11 inci madde şu şekilde düzenlenmiş, yeni haliyle: 11 inci maddede belirtilen oranlar, yani, bankaların ortakları ile iştiraklerine açabilecekleri kredilere ilişkin sınırlar kaldırılarak, "bunlar, genel sınırlara tabi tutulmaktadır" denilmektedir.

Bir de, geçici 2 nci maddenin (j) bendi değiştirilmiş. Değiştirilen yere bakıyoruz: "Bu kanunun yayımı tarihinden önce iflas etmiş olan bankaların tasfiyesi, tekemmül ettirilen işlemler saklı kalmak kaydıyla, iflas idareleri tarafından, bu kanun hükümlerine göre yürütülür. Bu maddenin uygulanmasında iflas idareleri, bu kanunun 16 ncı maddesinin 4 üncü, 8 inci ve 9 uncu fıkralarında Fona verilen yetkileri haizdir ve iflas idarelerinin açacağı dava ve yürütecekleri takiplerde 492 sayılı Harçlar Kanununun 2 nci, 23 üncü, 29 uncu maddeleri ile 2548 sayılı Cezaevleri ile Mahkeme Binaları İnşası Karşılığı Olarak Alınacak Harçlar ve Mahkûmlara Ödettirilecek Yiyecek Bedelleri Hakkında Kanunun 1 inci maddesi hükümleri uygulanmayacağı gibi, her türlü ihtiyatî tedbir ve ihtiyatî haciz taleplerinde teminat şartı aranmaz." Burada bahsi geçen konu -daha doğrusu ilave edilen- 492 sayılı Harçlar Kanununun sadece 2 nci maddesi 4389'da iken, buna 23 ve 29 uncu maddeler de ilave edilmiştir. Yani, 2 nci maddesi şöyleydi: "Yargı işlemlerinden, bu kanuna bağlı (1) sayılı tarifede yazılı olanları, yargı harçlarına tabidir." Yani, yargı harcı, bu bankaların iflası halinde alınmayacak.

Yine, 23 üncü maddede "İcra takibinde vazgeçme: Her ne sebep ve suretle olursa olsun, icra takibinden vazgeçildiğinin zabıtnameye yazılması için vazgeçilen miktara ait taksit harcının yarısı alınır -denilse de, bu harçlar burada alınmayacak- ancak, haczedilen mal satılıp paraya çevrildikten sonra vazgeçilirse, tahsil harcı tam olarak alınır" denilmektedir. Yani, burada, 23 üncü, 24 üncü ve 29 uncu maddede de belirtilen harçların, iflas tescili sırasında alınmayacağıyla ilgili bir ibare mevcuttur.

Ayrıca, Cezaevleri ile Mahkeme Binaları İnşası Karşılığı Olarak Alınacak Harçlar ve Mahkûmlara Ödettirilecek Yiyecek Bedelleri Hakkında Kanunda 1 inci madde şöyleydi: "İcra dairelerince miktar ve kıymeti muayyen olan ilamlı, ilamsız alacaklardan tahsil olunan paranın yüzde 2'si ve kıymeti muayyen olmayan ilamların icrasından tahsil harcının yarısı nispetinde harç alınır." Yani, bu harçtan da vazgeçilmiş oluyor.

Netice olarak, bu maddede, haziran ayında çıkarılmış olan kanunun uygulanamaması nedeniyle bir gecikme yaşanmakta ve bu gecikme, bugüne adapte edilmektedir, uyarlanmaktadır.

Kıymetli arkadaşlarım, haziran ayında çıkarılmış bir kanunda bugün tekrar revizyon yapılmış olması, aslında, hiç de kötü bir şey değildir. Hiç işlemeyen bir kanunun işler hale getirilmiş olmasından dolayı memnunluk duyacağımızı ifade etmek isterim; hükümetin, bu kanun tasarısını buraya getirmiş olmasından da memnunluk duyduğumu ifade etmek isterim; ancak, bu kanun tasarısının ve bundan önceki, 18 Haziranda çıkarılan 4389 sayılı Kanunun gerekçesi, Avrupa Birliğine adaptasyonun tam olması, çağdaş olarak hizmetin yürütülmesiydi. Bundan ben ne anlıyordum; bundan anladığım şey şuydu:

Kıymetli arkadaşlarım, Edirne'den trene binersiniz; Almanya'ya, Avusturya'ya ve Hollanda'ya kadar gidersiniz. Neyle gidersiniz; trene bindiniz; ray mesafesi aynıdır; Bulgaristan'dan geçer, Yugoslavya'dan geçer, Avusturya'dan geçer, İsviçre'den geçer, Almanya'dan geçer, Amsterdam'a kadar varırsınız, hiçbir yerde aksama olmaz. Bunun adı nedir; bunun adı hakikî uyumdur. Biz, burada, bir kanun çıkarıyoruz; bu kanunun -çok merak ediyorum- Avrupa'daki eşdeğer kanunlarla neresi uyumlu? Çünkü, aldığımız bilgilerde, verilen kanun metinlerinin hiçbirisinde, Avrupa'daki ülkelerden bir bağlantının yapılmadığını görüyoruz. Zabıtlara baktık, orada da yok, komisyon raporlarına bakıyorum, orada da yok. Peki, bu kanunlar nasıl hazırlanıyor? Bu, tartışma konusu.

Kıymetli arkadaşlarım, Meclisimiz, 550 kişi. Bu toplumdan alınmış en güzide insanlar. Bunların içerisinde, öyle inanıyorum, Türkiye'yi yeniden imar edecek beyinler var. Lütfen, her partiden, bu konuyla ilgili olanlarla konuştuktan sonra -komisyon değil- kanun metinlerinin hazırlanmasında fayda mülahaza ediyorum. Sebebi, eğer, komisyonlarda konuşursanız "kabul edenler- "etmeyenler" psikolojisiyle, bir kitle psikolojisi havasına bürünülüp, partizanca davranışlarda bulunuluyor. Biz, bunu, bu kanunun ilk haliyle çıkışında gördük, muhalefetin uyarılarına kulak asmayarak, bir tek virgülünü bile değiştirmediler. Netice ne oldu; netice, bu oldu. O yüzden, mutlaka, Meclisteki arkadaşlarımıza güvenip...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı.)

BAŞKAN – Sayın Okudan, lütfen toparlayınız.

MEHMET ZEKİ OKUDAN (Devamla) – ...partizan düşünceden uzak kalarak, bu kanunları tekrar, bir kere daha gözden geçirip, ondan sonra çıkarmak ve Avrupa'ya hakikaten uyum sağlanmasını temin etmek gerekiyor.

Saygılarımı sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Okudan.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Ufuk Söylemez; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Teşekkürler Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan Bankalar Kanunu Tasarısının 15 inci maddesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi, konuşmamım başında, saygıyla selamlıyorum.

5 inci maddeyle, Bakanlar Kurulu tarafından atanacak Kurul üyelerinin 31 Mart 2000 tarihine kadar atanması ve kurumun 31 Ağustos 2000 tarihinde faaliyete geçmesi öngörülüyor. Yani, geçen yasaya göre bir yıl iki ay daha geç bir tarihe atılıyor. Tabiî, biz, bunu anlayabilmiş değiliz. Bankalar Kanunu çıkarılırken "Bankacılık Kurulu olmazsa olmaz; bu, dünyada, çağdaş ülkelerde böyledir" denildi, atama yapılmadı; ama, bu altı ayda, hiç olmazsa, adaylar üzerinde mutabakat sağlanmış olması gerekirdi. Zaten, liyakatlı insan sayısı belli, kamuoyunun itiraz etmeyeceği isim sayısı belli. Koalisyon ortaklarının dört beş ay daha işi geciktirmesinin, bu konudaki kulislere, lobilere ve spekülasyonlara yeni zeminler hazırlayacağından ve bu kurumu, belki de, adaylık aşamasında dahi birtakım çekişmelerin merkezi yapacağından dolayı kuşkumuz vardır.

Bu konuda Sayın Bakana tavsiyemiz, 31 Mart 2000'i beklemeyin Sayın Bakan ve Bakanlar Kurulu bir an önce bu isimleri atasın. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunu, artık, bu kadar, herkesin bir tarafından çektiği, uzadıkça uzayan, geri dönmeyen krediler gibi vade üstüne vade verilen bir kurul olmaktan çıkarın; çıkarın ki, bu Düzenleme ve Denetleme Kurulu bir an önce faaliyete geçsin. Aksi takdirde, Ağustos 2000'e gidiyor. Bizim korkumuz, Ağustos 2000'den önce bir kanun daha gelmesi ve bu işin bir daha uzaması. Onun için, artık, bu işi ciddî bir noktada ele alalım ve 31 Martı beklemeden -bana göre- yılbaşı itibariyle bu işi bitirelim, herkes de rahatlasın.

Değerli milletvekilleri, Türk ekonomisinin içinde bulunduğu hal ve şart ve gidişat iyi tahlil edilmezse, makroekonomik politikalar değiştirilmezse, ne kadar kanun çıkarırsak çıkaralım, bankacılık sisteminin aktif yapısını, problemli kredilerini, donuk kredilerini düzeltmemiz mümkün değildir.

Bakınız, Merkez Bankası Başkanımız Sayın Gazi Erçel, iyi niyetle, kâğıt üzerinde de -bana göre- doğru olan bir program açıkladı. "Kur ve para programı" adı altında açıkladığı bu program, kâğıt üzerinde doğrudur -tekrar ediyoruz, altını çiziyoruz- ama, bu haliyle uygulanmasının gerçekçi olması mümkün değildir. Birkaç sebeple mümkün değildir, hem sosyal ve siyasal sebeplerle hem ekonomik sebeplerle mümkün değildir. Bu konunun, ben, Bankalar Kanunu gibi ekonomik bir hadise görüşülürken, malî politikaların temeli olan Bankalar Kanunu görüşülürken, hükümet tarafından da veya iktidar ortakları tarafından da, bu kürsüye getirilip, Mecliste tartışılmasını tercih ederdim.

Bu yapılan program, bazılarının iddia ettiği gibi, bir reform, bir ilk, bir devrim falan asla değildir. Bu program, 1970'li yıllarda, 1974'te, 1978'de, Uruguay'da, Şili'de, Arjantin'de uygulanmış, kura endeskli, kuru ileriye yönelik endekslemiş enflasyon düşürme programlarının çok benzeyen bir örneğidir. "Tablita" denilen bu programlarda, bu tür ülkelerde, bu işin sonunda, bu programların çoğu da, maalesef, hüsranla sonuçlanmıştır. Bu tür programları uygulayan ve sonunda da hüsranla sonuçlanan ülkelerin genel karakteristiğine baktığımız zaman, çoğunun da, bizim anladığımız çağdaş anlamda, tam ve demokratik ülkeler olmadığını görüyoruz. Eksiksiz bir demokrasiye sahip değiller, yarı otoriter rejimler; yani, demokrasi içinde bu tür tablita programlarını uygulayıp da başarıya ulaşmış bir örnek pek yok, hatta hiç yok. Bazı heterodoks politikaları olan İsrail'de, Meksika'da farklı olarak var; ama, orada toplumun bir inancı var. Burada, toplumun bir inancı falan kalmamış. Yani, bu yıl sonu itibariyle enflasyon yüzde 50'ye düşecek demişiz; yıl sonu itibariyle enflasyon yüzde 65-70 aralığında gerçekleşiyor, tüketici bazında. Dolayısıyla, kamunun inancı kalmamış, sosyal kontrat yapılamamış; onun için, heterodoks bir politika; yani, toplumsal bir kontrat yapılamadığı için, böyle, 1970'li yıllarda, Uruguay'da, Arjantin'de, Şili'de denenmiş ve sonunda da hüsranla bitmiş bu model getirilmek isteniyor. Saygımız vardır, getirirler, tartışırız; iyi yaparlarsa, gerçekten kalıcı bir enflasyon düşüşü olacaksa, gerçekten sürdürülebilir bir ivme olacaksa, biz, muhalefet olarak, yapıcı katkıda da bulunuruz; ama, olayın gelirler politikası ayağı yoktur.

5-6 milyar dolarlık özelleştirme gelirleri, hayata geçme şansı olmayan bir hadisedir. Küçülen bir ekonomide, 2000 yılında, daha fazla vergi toplama şansımız hiç yoktur. 1999 yılı kadar bile vergi toplamak, 2000 yılında mümkün olmayacaktır.

Kayıtdışı ekonomi kayda alınmamıştır ve mükerrer olarak, kayda giren mükelleflerden, hem de geriye yönelik vergiler alınmaktadır. Bu şartlar altında, bir de kura baskı yapıp ihracatı iyice baskılarsanız, bu programın hayata geçmesi, başarılı olması mümkün olmaz; ama, bu arada, çiftçi, esnaf, dargelirli ve ücretli kesim biraz daha ezilir. Tabiî, demokrasi içinde buna, sendikaların, derneklerin, birliklerin, odaların, meslek kuruluşlarının itirazları olacaktır; bu da demokrasi içinde kaçınılmaz bir şeydir. Bu anlamda, bu kitlelerin de sabır ve tahammülünü zorlamama ve sosyal barışı tehdit eder noktaya getirmeme konusunda, bu vesileyle, bu temel kanun görüşülürken, Doğru Yol Partisi olarak uyarı ve ikazlarımızı hükümete ve koalisyon ortaklarına yapmayı bir görev biliyoruz.

Bu vesileyle hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum efendim.

Sağ olun. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Söylemez.

Gruplar adına başka söz talebi?..

Sahıslar adına söz talebi?..

Madde üzerinde önerge yok.

15 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

16 ncı maddeyi okutuyorum:

MADDE 16.- 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununun 40 ıncı maddesinin (II/d) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“d) Diğer yetkiler ve görevleri:

Bankaca, banka sisteminde belirsizlik ve güvensizlik oluşması ve fon çekilişlerinin hızlanması halinde, Kanunun 36 ncı maddesinin (b) fıkrası kapsamında, haklarında belirsizlik ve güvensizlik oluşan veya 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesi kapsamında bulunan bankalara, şartları Banka tarafından kararlaştırılmak üzere, fon çekilişlerini karşılayacak miktarda kredi verilir.

Bu hüküm gereğince kendisine kredi verilen bankalarla ilgili olarak bankanın bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılması halinde Banka, verilen kredi miktarı ile sınırlı olmak üzere iflas masasına imtiyazlı alacaklı sıfatıyla iştirak eder.”

BAŞKAN – Gruplar adına ilk konuşma, Fazilet Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın Nezir Aydın'ın.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Aydın, süreniz 10 dakikadır.

FP GRUBU ADINA NEZİR AYDIN (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 16 ncı maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum bu vesileyle, Fazilet Partim ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Muhterem arkadaşlar, teamül değil; ama, âdeta, alışılagelmiş bir şey görüyorum ben; bir kanun yapılırken, iktidarlar, muhalefetten gelen her türlü sesi, âdeta, bir onur meselesi yapar, kale almazlar veya değerlendirmezler. Muhalefet de, iktidarlardan ne kadar doğru tasarı veya teklif gelirse gelsin, muhalefet olmanın gereği, karşı çıkma durumunda gibidirler; ama, burada şunu görüyoruz ki, her zaman bu böyle olmuyor, olmayacaktır da, olmamalıdır da. İktidarlar da, getirdikleri tasarılarda, çıkardıkları kanunlarda zaman zaman yanlışlık yapabiliyorlar; muhalefetler de doğru gördükleri tasarılara destek veriyorlar. İşte bir tanesi budur. İkisini de bu örnekte nasıl görebiliyoruz; daha önce çıkarılan Bankalar Kanunundaki eksikliklerle ilgili olarak o gün muhalefetin sesine kulak verilmemiş; ama, bugün eksiklikleri hissedilmiş ve ortaya getirilmiştir.

Görüşmekte olduğumuz bu tasarının 16 ncı maddesinde de buna bir örnek görmekteyiz. Bu 16 ncı madde, 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununun 40 ıncı maddesinin (II/d) bendini değiştiriyor. 1211 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesinin (II/d) bendinde ne vardı; özetlersek; banka sisteminde belirsizlik ve güvensizlik oluşması ve fon çekilişlerinin hızlanması halinde, Merkez Bankasınca fonlanma durumu, bir yıl vade, azamî özkaynakların iki katı ve uygun görülecek teminatlar alınmak suretiyle kredi verilebiliyordu. Bu maddeyle, bu saydığımız şartlar; yani, bir yıl vade, özkaynakların iki katı ve uygun görülecek teminatlar şeklinde olanlar kaldırılıyor; yetkilerin kullanılması noktasında, doğrudan doğruya Merkez Bankasıyla ilişki kuruluyor, bütün yetkiler Merkez Bankasında toplanmış oluyor.

Anlaşılan odur ki, burada, Merkez Bankasının özerkliği amaçlanmaktadır. Bir diğer amaçlanmak istenilen noktanın da şu olduğunu görüyorum: Batık banka ve paraları önleyebilme tasarısıdır veya düşüncesidir.

Değerli milletvekilleri, kanun yapmak gereklidir, önemlidir; ancak, kanunları uygulamak çok daha önemli ve çok daha elzemdir. Bundan önceki kanunlarda, değiştirilmeyen kanunların hiçbirisinde, bankaların içini boşaltmak, ülkenin trilyonlarının götürülmesi noktasında, kesinlikle, maddeler yoktu; ama, bunları, bu ülke, çok acı bir şekilde yaşadı. İnşallah, temennimiz odur ki, bundan sonra bu tip olayları bir daha, bu ülke yaşamaz.

Yine, 16 ncı maddeye gelirsek; 16 ncı madde Plan ve Bütçe Komisyonuna geldiğinde, yani hükümet tasarısı şeklindeyken, orada, güvensizlik oluşan bankalara veya 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesi kapsamında bulunan bankalara kredi verilme şartlarının belirlenmesine ilişkin kararın, herhangi bir vade ve miktarla sınırlanmaksızın, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu ile Merkez Bankasınca müşterek alınması öngörülüyordu. Plan ve Bütçe Komisyonunda bu tasarı görüşülürken, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu devreden çıkarılmış, Merkez Bankası özerk hale getirilmiştir.

Tasarının gerekçesindeki bir cümlede bir ifade var, o da şu: "Avrupa Birliği direktiflerine bütünüyle uyumlu hale getirilmek..." Temenni ederiz ki, Avrupa Birliğine uyum anlamına gelecek bu uygulama ve düzenleme, yalnız sermayeyle ilgili yasalarda değil, milletimizi sıkıntıya sokan tüm uygulamalarda, bir an önce gerçekleşsin.

Değerli milletvekilleri, Bankalar Kanununda değişiklik yaparak gerekli düzeltmeleri yapıyoruz. Daha önce, vergi reformuna bir vergi reformu daha yaparak gerekli düzenlemeleri yaptık. Bundan bir müddet önce, özellikle 17 Ağustos ve 12 Kasım depremleri nedeniyle Ek Vergi Yasası çıkardık. Arkasından hükümetimiz KDV'leri artırdı. "SSK batıyor" denildi, mezarda emeklilik tasarısı getirildi.

Şimdi, burada dikkatimizi çeken bir nokta var. Hükümet, çıkardığı tüm kanunlarda gelirini artırmayı amaçlıyor, bir de sermaye çevrelerinin sesine aşırı kulak veriyor; ama, nedense, geçim zorluğu içerisinde bulunan, özellikle emekli, memur, işçi, çiftçi ve köylünün sesi, hükümetçe pek fazla duyulmuyor.

Burada, özellikle Ek Vergi Yasası çıkarılırken, belki, hükümetimiz haklıydı, -eğer, paralar amacına uygun harcanırsa, bu haklılığı tescil edilmiş olur- bu depremler, afetler bahanesiyle ek vergi çıkarıldı. Neden; büyük bir afet, yüzyılın afatı; bu nedenle "ben, bu yükü kaldıramam, desteğe ihtiyacım var, maddî imkânlara ihtiyacım var" denildi.

Peki, burada, bir şeyi özellikle hatırlatmak istiyorum değerli iktidar mensuplarına ve hükümete: Bir hükümetin, yani, bir idarenin küçük çaptaki özel idareleri, özellikle -afet bölgesindeki- belediyelerdir. Bu belediyeler, bu afetin tam ortasında yaşadıkları halde, özellikle, afat gününden beri de hiçbir gelir elde edemedikleri, yani, tahsilatlarını yapamadıkları halde, bunlarla ilgili ne yapmayı düşünüyorsunuz? Bunu defaatle dile getirdik, yine dile getirmek mecburiyetindeyiz. Özellikle, şu aşamada, afet bölgesindeki belediyelerin Maliye'ye ve SSK'ya olan borçlarının, mutlaka, hükümetimiz tarafından silinmesi gerekmektedir.

Gerçi, bütün belediyeler bu borçların altında ezilmektedir; ama, afet bölgesindekilerin durumu apayrıdır. Bu rakamlar, öyle korkulduğu kadar fazla değildir. Türkiye'deki yaklaşık 3 000 belediyenin toplam SSK borcu değerli milletvekilleri, 81 trilyondur. Bu rakam o kadar fazla görülmemeli; çünkü, SSK'nın yalnız özel kesimden alacağı para 465 trilyondur. 465 trilyonun yanında, herhalde, 81 trilyonun fazla şeyi olmasa gerek.

Yine, bu arada bir şey daha ifade etmek istiyorum; deprem bölgesinde ölmüş veya mal varlığını kaybetmiş insanların, resmî kurumlara olan borçlarının da mutlaka silinmesi gerekmektedir.

Yöre çiftçisinin mahsullerinin paralarının ödenmesi lazımdır. Maalesef, hâlâ, yöredeki çiftçilerimizin, özellikle fındık, pancar, mısır ve sair ürettikleri ürünlerin -ki, birçok yöremizin geçimi toprağa dayalıdır, ziraata dayalıdır- paraları maalesef ödenmemiştir.

Değerli milletvekilleri, bunu, tenkit etmek için söylemiyorum, bir sıkıntı olduğu için söylüyorum ve zannediyorum ki, bütün arkadaşlarımız da buna katılacaklardır. Bugün basında -birçok arkadaşımız, izleyenler görmüştür- üç tane delikanlı, iki tişört ve çok az bir miktarda da para çaldıkları için kendilerine, üç delikanlıya -ki, en yaşlısı yirmi yaşında- toplam 77 yıl ceza verilmiştir. Cezanın veriliş şeklini, şunu bunu tenkit etmeye hakkımız yok, bir hukukî veridir, kanundur, gereği yapılmıştır, hâkim gereğini yapmıştır mutlaka; ama, burada vicdanlarımızı sızlatan bir olay vardır. İki tişört ve bir miktar para çalan bu delikanlıların birine 33 yıl, diğer ikisine de 22'şer yıl ceza verilmiştir. Bunu, tabiî, halkımız da soruyor, bizler de bunu anlayamıyoruz; bu ülkede bankaların içini boşaltanlar, trilyonlar, katrilyonlar götürenler bu cezaları almazken, bunlara, bu cezaları veremezken, iki tişörtün karşılığı bu olmalı mı?

Bunu niçin söylüyorum; şunun için söylüyorum : Bize düşen görev, işte, bunları düzeltmektir. Hele hele, böyle, Avrupa Birliğine aday olduğumuz şu günlerde, milletçe otuz yıllık bir özlemin belki giderilme noktasında olduğu ve uyum yasalarıyla kanunlarımızı uyumlu hale getirmeye çalıştığımız şu günlerde, bunları da düşünmek mecburiyetimiz vardır.

Diğer bir noktayı daha ifade ederek sözlerimi bitirmek istiyorum. Biliyorsunuz, bizde Ceza Kanununun meşhur 312 nci maddesi var. Bir hukukçunun ifadesini sizlere söylüyorum -ki, bunlar, bildiğiniz şeylerdir- aynen şunu ifade ediyor...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Aydın, lütfen toparlayınız.

NEZİR AYDIN (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkanım.

"Bu 312 nci maddenin bugünkü uygulama şekliyle, bizim, Türkiye'de hakkında bu maddeden dava açamayacağımız insan yoktur" diyor. Bu, bir hukukçuya ait ifade.

Onun için, bize düşen görev, gerçek manada -sırf Avrupa'ya katılacağımız veya Avrupa Birliğine gireceğimiz için değil- insanımıza bunlar layık olduğu için, insanımıza gerekli huzuru sağlayacak kanunları çıkarmaktır. Burada söylendi; ama, içimizde ukde olduğu için, bir defa daha söyleyip sözlerimi bitirmek istiyorum.

Güzel insanlarımızdan biri, bu mübarek ramazan gününde, bu maddeden dolayı, şu anda içeri girmiş bulunuyor. Bunların değerlendirmesini hep birlikte yapmak mecburiyetindeyiz, gereğini yapmak mecburiyetindeyiz. Bu, bizim üzerimize vazifedir; milletimiz, bunu bizden beklemektedir. Bu vesileyle, bu kanunun hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aydın.

Doğru Yol Partisinin görüşlerini, Samsun Milletvekili Sayın Kemal Kabataş ifade edecekler.

Buyurun Sayın Kabataş.

Süreniz 10 dakika efendim.

DYP GRUBU ADINA KEMAL KABATAŞ (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Tasarının 16 ncı maddesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bankalar Kanununda getirilen yeni sistem, benimsenen yeni strateji içinde, 16 ncı madde, tamamlayıcı hükümler içermektedir. Hükümet, bu kanun tasarısıyla, malî tabloları, malî güçleri, malî durumları yönünden sorunu olan bankaların rehabilitasyonu konusunda çok farklı bir görüş benimsemiş; rehabilitasyonu kurul bünyesinde yapmak yerine, bankalar, ciddî ölçüde, malî yönden sıkıntı içindedir görüşüne, noktasına gelmeden bu rehabilitasyonu yapmak yerine, sorunun ciddî bir boyuta, ciddî bir noktaya geldiği teşhisiyle, fona devri ve rehabilitasyonun fonda yapılması stratejisini benimsemiştir.

Şimdi, bu strateji içinde, fonda oluşacak rehabilitasyon aşamasında ve fon yönetiminde oluşacak sorunlara çözüm aramaktadır, kaynak aramaktadır.

Bu maddede, bu kaynak arayışı içinde, sorunlu bankaları, fonda rehabilite etme aşamasında ihtiyaç duyulan kaynağın, nereden, ne şekilde bulunacağı konusunda hükümler içermektedir ve yine, çok stratejik bir değerlendirmeyle, yaklaşımla, Merkez Bankası sistemine, Merkez Bankası kaynaklarına el atılmaktadır. Yani, Merkez Bankası Kanununun 40 ıncı maddesinde değişiklik yapılarak -ki, Merkez Bankası Kanunu, Türkiye'deki temel kanunlardan birisidir, gelişigüzel, hergün değiştirilmemesi gereken kanunlardan birisidir- denilmektedir ki : "Banka sisteminde belirsizlik ve güvensizlik oluşması halinde, sorunlu bankalar diye tanımlanan, Bankalar Kanununun 14 üncü maddesi kapsamında bulunan bankalara, şartları banka tarafından kararlaştırılmak üzere fon çekilişlerini karşılayacak miktarda kredi verilir" Böylece, Merkez Bankası, bir anlamda, fon bünyesine alınmış veya alınmamış bankaların fon çekişlerini karşılayacak ölçüde, miktarda, şartları banka tarafından belirlenmek üzere, bankalara ve bankacılık sistemine doğrudan kredi verme göreviyle görevlendiriliyor. Bu, ilke olarak, savunulması zor bir yaklaşımdır, ilke olarak doğru değildir; Merkez Bankası, bankacılık sisteminden ve ekonomideki, daha doğrusu ekonominin likidite yönetiminden sorumlu bir bankadır; doğrudan bir kurtarma merkezi halinde değerlendirilmekte ve sorunlu bankalara kredi veren, geçici anlamda değil, gerçek anlamda kredi veren bir kurum haline getirilmektedir ve daha da ileri gidilerek, işte, bu bankaların malî bünyelerindeki sorun çözülemezse, rehabilite edilemezse, bankalar iflas ederse, Merkez Bankası da, iflas masasından alacaklı olacaklarla birlikte sıraya girmektedir.

Burada getirilen düzenleme, dünyada ve günümüzde merkez bankalarının bağımsızlığının ve otonom yapılarının, yönetimlerinin çok öne çıkarıldığı bir ortamda, merkez bankası yönetimine ve merkez bankası sistemine farklı bir yaklaşımı ifade etmektedir. Yani, bir sistem içinde, çıkamadığımız, fonlayamadığımız, çözemediğimiz kaynak ihtiyacını, Merkez Bankası orada, gidin oradan kredi alın; batarsa da, siz, Merkez Bankası olarak, gider, iflas masasından batırdığınız kredileri alırsınız diyoruz.

Bu, tabiî, sistemde müthiş bir belirsizlik ve tanımsızlık anlamına geliyor. Ne kadar kredi verecek belli değil, hangi şartlarla kredi verecek belli değil; ne kadar ihtiyaç varsa, şartları değerlendirecek ve Merkez Bankası, batmakta olan bankalara kendi kaynaklarından kredi verecek. Bunu, merkez bankaları yönetiminin bağımsızlığı, otonom yapıları olması görüşüyle, ilkesiyle bağdaştırmak mümkün değil; ama, daha önceki maddelerde de ifade edilmiştir, açıklanmıştır, böyle bir kurtarma operasyonunda, hükümet, kurumları görevlendiriyor, Hazineye diyor ki, siz özel tertip kâğıt vereceksiniz, Merkez Bankasına diyor ki, likidite ihtiyacı olursa avans vereceksiniz ve yine, Merkez Bankasına diyor ki, bu bankaların malî bünyelerinde sorun devam ediyorsa, bunlara kredi vereceksiniz. Böylece, tedavisi zor bir aşamaya taşınmış olan bankalar için, kamu kaynaklarının kullanımını, farklı bir bölgede, farklı bir yapıda ve farklı bir sistemde çözmeye çalışıyor. Bu, sunî, ve olayın ve sistemin tabiatına uygun olmayan bir yaklaşımdır; sorunları çözmeyeceği gibi, Merkez Bankası gibi, yönetimine, otoritesine ve bağımsızlığına çok fazla itina göstermemiz gereken bir kurumu da, böyle dolaylı bir değişiklikle, bu sistemin yönetim kargaşasının içine taşıyor. Bu anlamda, getirilen prensibe, yapılan düzenlemeye bugünün değerleri içinde, bugünün Merkez Bankası anlayışı içinde katılmak mümkün değildir; ama, herhalde, zor günleri düşünüyor olmaktan kaynaklanıyor ki, hükümet, bir gün lazım olabilir endişesiyle bu kapıyı açık tutuyor, bu supabı elde tutuyor.

Sözlerimi tamamlarken, şunu temenni ediyorum: Türk bankacılık sistemindeki kriz ya da yönetim kargaşası daha fazla büyütülmeden, kanunla getirilen bu düzenlemelere, bu facility'lere ihtiyaç duyulmadan, inşallah, sağlıkla yönetilir ve bu maddelerin uygulanmasına ihtiyaç kalmaz.

Temennim budur; sözlerimi tamamlarken, hepinizi saygıyla selamlarım. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kabataş.

16 ncı madde üzerinde şahıslar adına söz talebi?.. Yok.

16 ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

17 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 17: 16.12.1983 tarih ve 83/7506 sayılı Özel Finans Kurumlarının Kurulması, Faaliyetleri ve Tasfiyelerine İlişkin Esas ve Usullere Dair Bakanlar Kurulu Kararı ile bu karara istinaden çıkarılmış tüm mevzuat yürürlükten kaldırılmıştır.

BAŞKAN –Teşekkür ederim.

Gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Kırıkkale Milletvekili Sayın Kemal Albayrak'a ait.

Buyurun Sayın Albayrak (FP Sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

FP GRUBU ADINA KEMAL ALBAYRAK (Kırıkkale) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 293 sıra sayılı Kanun Tasarısının 17 nci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepimizin bildiği gibi, bu maddede "16.12.1983 tarih ve 83/7506 sayılı Özel Finans Kurumlarının Kurulması, Faaliyetleri ve Tasfiyelerine İlişkin Esas ve Usullere Dair Bakanlar Kurulu Kararı ile bu karara istinaden çıkarılmış tüm mevzuat hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır" denilmektedir.

Tabiî, kaldırılan bu mevzuat hükümlerinin yerine de, geçici 3 üncü maddenin (b) bendinde "4389 sayılı Bankalar Kanunu hükümleri çerçevesinde özel finans kurumlarına ilişkin düzenlemeler yapılıncaya kadar yürürlükten kaldıran düzenlemelerin 4389 sayılı Bankalar Kanununa aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam edilir" şeklinde bir hüküm var.

Değerli arkadaşlar, bu maddeden önceki maddeler üzerinde siyasî parti grupları adına ve şahısları adına konuşan çok değerli arkadaşlarımız, bu konuyu anlattılar, teknik yapısını ifade ettiler. Tabiî, konsensüsle herkesin bu işe destek verdiği maddeler mevcut; bundan dolayı insan memnuniyet duyuyor; keşke toplum yararına olan bütün kanunları bu şekilde anlaşarak çıkarsak. Mesela, bütün grupların özellikle üzerinde durduğu, hatta mevcut hükümet ortaklarının da ortaklarının da, gerek seçim beyannamelerinde gerekse hükümet protokolünde yer alan ve bekleyen, bu toplumun öncelikleri olan kanunlar var; keşke onlar da gelebilse. Mesela, bunlardan, Mahallî İdareler Yasasının, demokratikleşmeyle ilgili, gelir dağılımının düzeltilmesiyle ilgili, sağlıkla ve eğitimle ilgili kanunların, velhasıl toplumun ihtiyacı olan bütün kanunların bir an önce çıkarılmasında fayda var.

Tabiî, bunlar da zarurî, bu kanun da zarurî, bu kanunun çıkmasına kimse karşı değil; ama, hükümetlerin öncelik sırasına aldığı kanunlar daha elzemdir.

Ben şuna inanıyorum ki, öncelikten ziyade, bu tip kanunlar, belli amaçlarla, belli desteklerle öne sürülüyor, çıkarılıyor. Tabiî, toplumun tümünü memnun etmediği için de ikinci bir sıkıntı olmaya devam ediyor. Mesela, bu tasarıdan önce, 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Kanun çıktığında, yine siyasî parti gruplarımızadan, özellikle iktidar ortağı partilere mensup arkadaşlar, bunun çok iyi bir reform olduğunu, bununla çok iyi gelişmelerin olacağını söylediler. Aradan altı ay gibi bir zaman geçti, maalesef yine aynı kanun önümüzde.

İnşallah, bu bir örnek olur. Herhalde, daha önceki kanun, uzmanlara, siyasî parti gruplarına, sivil toplum örgütlerine, konuyla ilgisi olan teknik heyete danışılmadan, belli çevrelerin isteği doğrultusunda çıktı ki, yine aynı kanun önümüze geldi. Bundan dönüş de faziletin gereğidir; hükümeti bu yönde tebrik etmek lazım. Demek ki, yanlıştan belli bir zaman sonra dönebiliyor. Onun için kendilerine teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, biliyoruz ki, özel finans kurumlarının, yurt dışındaki tasarrufları ülkemize çekme bakımından ve halk arasında "yastıkaltı servet" olarak bilinen tasarrufların millî ekonomiye kazandırılması bakımından fevkalade önemli bir yeri vardır ve bu kurumların da devamlı surette desteklenmesi lazımdır.

Bu bakımdan, biliyoruz ki, devlet, hazine bonolarıyla bu tasarrufları toplayamıyor zaman zaman. Gerek içte gerekse dıştaki vatandaşlarımızın, elbette, güvendikleri finans kurumlarına kaynak temin etme olayları vardır. Hazine, daha önceden, bunlara, sermaye artırımı hakkı tanımadığı için -şube açma hakkı da yoktu- bazı sıkıntılar vardı. İnşallah, bu tasarıyla, bu sıkıntılar aşılır kanaatindeyim.

1980 yılından başlayarak dışa açılan ekonomimizin, altyapısının oluşmasında, önemli bir yeri bulunan malî sektörün lokomotifi durumundaki bankacılık kesiminde hızlı gelişmeler olmuşsa da, başta mevzuat olmak üzere, özkaynak yapısı ve diğer aktiflerdeki gelişmeler açısından, güven verici, sağlam bir yapıya kavuşamamıştır.

Bunların işleyişi, mevzuatı açısından, bankaların, temelde iki önemli fonksiyonu var; bunlardan bir tanesi, tasarrufların korunması; ikincisi de, toplanan kaynakların etkin ve verimli bir şekilde, ekonominin ihtiyaçları yönünde, en uygun şekilde kullanılmasıdır, bu bir gerçek. Bu yasaların çıkış nedenlerinin de aslında bu olması lazım.

Tabiî, başta da söylediğim gibi, bu yasalar çıkarken öncelik esas alınmıyor. Belli çevreler, mesela, basında sık sık duyuldu, merkezi Singapur'da olan bir şirketin yönetim kurulu başkanı Türkiye'ye geldiğinde, -hepiniz bilirsiniz- şunu söylemişti: "Türkiye'de hisse senetleri sahiplerinin garantisi olmadığı gibi, bu finans kaynaklarını toplayan kurumların da birtakım altyapılarının düzenlenmesi lazım." Böyle bir sözü deme neticesinde, böyle bir tasarı gündeme getirildi.

Arkasından, IMF'yle olan hadiseler ve bu işle ilgili sermaye piyasalarının da baskısıyla, yine, böyle bir yasanın çıkmasında, bu tasarının oluşması zaruret haline geldi. Gönül istiyor ki, bunlar onlar demeden, yine, başta da söylediğim gibi, bir konsensüs neticesinde, teknik heyetler tarafından, ileride, çok çabuk şekilde değişmeyecek bir tarzda ve toplumun bu ihtiyaçlarına cevap verecek bir tarzda çıkarılsın.

Malî sektörün fonksiyonları bu iken, son yıllarda ülkemizde meydana gelen ekonomik sıkıntılar, bankaları, amaçları dışında, itibarlarını zedeleme durumuna sokmuştur; güven ve itibar sağlayan müesseseler olması gereken bankalar üzerinde, etkin bir denetleme düzeni de kurulamamıştır. Hal böyleyken, son yıllarda, hepimizin bildiği gibi, bu yerlerin, özellikle kamuya ait yerlerin hortumlanma olayları, bir kişiye trilyonlarca lira para vermeleri falan hepimizi derinden yaralamıştır ve bunlar da otomatik olarak bu müesseselerin güvenini sarsmıştır.

Devlet, hazine açıklarını kapatmak için, tasarrufları bankalar aracılığıyla emerek, âdeta tefeciliği teşvik etmiş; bunun sonucu, malî piyasalar ile reel sektör arasında olması gereken dengeler bozularak, ekonomi, yüksek faiz, düşük kur ve sıcak paranın baskısı altında rant ekonomisine dönüşmüştür. Ekonomik hayatımıza son yıllarda güvensizlik, istikrarsızlık ve yolsuzluk hâkim olmuş; aracısı da, makam, mevki sahibi devlet kademesindeki bazı görevliler, çete, mafya gibi ilişkiler doğurmuştur. Hatta, bu hadiseler hiç gündemden düşmemiş, uluslararası boyutlara taşınmıştır. Hükümet protokollerinde bankaların paylaşımı, üzülerek ifade edeyim, ciddî biçimde ele alınmış; bu hadiseler, finans kurumlarının da yurtiçi ve yurt dışındaki itibarını zedelemiştir. Bu olumsuz hadiseler, hükümetlerin yıkılmasına bile vesile olmuştur.

Bu hadiseler, bu müesseselerin asıl fonksiyonlarına dönmeleri için bazı yasal düzenlemelerin getirilmesine zemin hazırlamıştır. Bu bakımdan, bankacılık mevzuatımızın uluslararası standartlara uygun olarak yeniden düzenlenme yolları aranmıştır. Biliyoruz ki, kanunlar, yönetmelikler bir ihtiyaçtan dolayı çıkarılır; eğer, getirilen bu tasarılar, uzmanlarca, bu işin teknik heyetince, hatta siyasî partilerin görüşleriyle, anlaşarak, tartışarak, kamuoyundaki ihtiyaçlara cevap verecek tarzda çıkarılırsa, süresi uzun oluyor. Nitekim, bu mevcut yasanın durumu budur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen toparlayınız.

KEMAL ALBAYRAK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, inşallah bu yasa hem ülkemiz için, hem bu kurumlar için hayırlara vesile olur. Başlangıçta dediğim gibi çeşitli sıkıntılarla bu yasa çıkarıldığı halde, eksikler görüldüğü halde, o zaman "bu, reform" diyen hükümetimiz, bu işten kısa zamanda dönüş yapmıştır. İnşallah, bu, tekrar, ülkemize hayırlı olur diyorum.

Hükümetimizin de, bir an önce toplumun ihtiyaçları olan kanunları ele almasında fayda görüyorum.

Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Albayrak.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahısları adına, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; Bankalar Kanunu tasarısının 17 nci maddesinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu maddede, "Özel Finans Kurumlarının Kurulması, Faaliyetleri ve Tasfiyelerine İlişkin Esas ve Usullere Dair Bakanlar Kurulu Kararı ile bu karara istinaden çıkarılmış olan tüm mevzuat yürürlükten kaldırılmıştır denmekte" bu kanun tasarısıyla özel finans kurumları Bankalar Kanununun bünyesine alınmış bulunmaktadır ve Bankalar Kanununa intibaklarını sağlama durumundadırlar. İntibaklarını sağlayamayanlar da bir süre sonra kapatılacaktır.

Elbette özel finans kurumlarının mevzuat neyse ona uymaları; ama, mevzuatın da özel finans kurumlarının yaşamasına ve gelişmesine imkân verecek şekilde olması gerekir.

Daha önce konuşan arkadaşlarım da ifade ettiler, maalesef, uzun bir süredir, özel finans kurumlarının şube açması ve genişlemesine imkân tanınmamaktadır. Tabiî, bunun da arkasındaki mantık -muhterem bakanımızı tenzih ediyorum- daha önce de bakanlık yapmış olan bir arkadaşımızın, bu konulardan sorumlu "özel finans kurumları irtica yuvasıdır, bunlar kapatılmalıdır" diye sağda solda beyanları var; yani, bu, tabiî, menfi yaklaşım, hasta mantıkla yaklaşım, maalesef, bir süredir, özel finans kurumlarının gelişmesine imkân vermiyor. Hatta, bu yaklaşım, teşvik mevzuatına da girmiş durumdadır 1999 yılında ve beğenmedikleri, zihniyetini, rengini beğenmedikleri kurumların teşvik belgeleri verilmemekte ve engellenmektedir. Tabiî, böyle bir mantıkla Türkiye'yi idare etmek mümkün değil.

Avrupa Topluluğuna aday üye olduk; ama, sadece kanunlarımızı, 90 000 sayfalık mevzuatı, binlerce Avrupa Topluluğuyla ilgili mevzuata uydurmamız meseleyi çözmüyor. Anayasada bir şey yazması, kanunlarda bir şey yazması, şöyle veya böyle yazması mesele değil; mesele, uygulayan zihniyettedir, uygulayan mantıktadır; yani, biz, mevzuatı Avrupa Topluluğu mevzuatına uydururken, Kopenhag kriterlerine uyarken, kamu yönetiminde de cuntacı, darbeci anlayışları, konjonktürcü anlayışları bir tarafa çekecek olan temel hak ve hürriyetleri -çalışma hakkı, ticaret hakkı hepsi bunun içindedir- bütün bunlar karşısında tarafsız olacak bir anlayışı kamu yönetimine getirip oturtmamız gerekir ve buna uymayanları da, kamu yönetiminden çıkarıp, başka tarafa, başka görevlere atamamız gerekir, daha doğrusu kamu yönetiminden ayırmamız gerekir; yani, kamu yönetiminde bu genel kriterlerin uygulanması lazım.

Özel finans kurumları, 1974'te CHP-MSP hükümeti zamanında, ilk defa, kararname olarak, Bakanlar Kurulu kararı olarak mevzuatımıza girdi. 1980'den sonra da, hatta 12 Eylül döneminde ve akabinde, rahmetli Özal'ın Başbakanlığı döneminde uygulama zemini buldu ve uygulandı. O zaman, 1981 veya 1982'de idi, bendeniz, iki eski milletvekili arkadaşımızla beraber, ta, 1974'te ilk adımı atılan özel finans kurumlarını uygulamaya geçiren, tebliğleri, kararları yürürlüğe koyduğu için Merkez Bankası Başkanı Sayın Osman Şıklar'a gidip teşekkür etmiştik. Yani, meseleye, biz eğer kamu yönetimi olarak, ülke insanlarına, hangi meşrepte, hangi bölgede, hangi inançta, hangi değer hükümlerinde, hangi siyasî görüşte olursa olsun, tarafsız, objektif bir kamu yönetimi düzeni kuramazsak, geliştiremezsek, bugün özel finans kurumlarının karşılaştığı sıkıntılarla, yarın başkaları, başka kişiler, başka zümreler karşılaşır. Kamu yönetimini eline geçirenler, işgal kuvvetleri gibi, kendileri dışındakilere zulmeder, haksızlık yapar ve Anayasayı da, kanunları da genel hukuk prensipleri dışında, tarafsızlık ilkeleri dışında, demokrasi ilkeleri dışında insanlara karşı baskı aracı olarak uygulayan bir zihniyeti sergilerler. İşte, Meclis olarak önümüzdeki mesele, sadece Bankalar Kanununu, Avrupa Topluluğu, Avrupa Birliği ilkelerine uydurmak değil, onların esas çerçevesine oturtmak değil, zihniyetimizi, mantığımızı, insana bakışımızı, vatandaşa bakışımızı, kendi yapımızı uydurmak meselesidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ayhan, lütfen toparlayınız.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Teşekkür ederim.

Tabiî, bu, Türkiye'de bir zihniyet istiaresidir, değişimidir. 1950'ye kadar gelen tek parti diktatörlüğü, rahmetli Menderes'le yıkılmıştı; ama, ondan sonra, maalesef, zaman zaman, halka, millete tahakküm etme anlayışları, ihtilaller, darbeler halinde makes buldu ve uygulandı. Maalesef, bu Meclis de millet iradesine sahip çıkıp, bu yolları tıkayacak olan temel düzenlemeleri yapmadı. İşte, Avrupa Birliğine aday üye olduğumuz bu dönemde, sadece Bankalar Kanunu değil, genel olarak kamu yönetimini, devlet yönetimini, bütün kamu kurumlarını millet iradesine sokacak, milletin iradesini temsil eden Meclis iradesine sokacak yeni düzenlemelere ihtiyacımız var diyor; kanunun hayırlı olmasını diliyorum.

Hepinizi hürmetle selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.

Maddeler üzerindeki konuşmalar tamamlandı.

Sayın Ahmet İyimaya'nın bir sorusu var zannediyorum.

Buyurun efendim.

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Sayın Başkan, aracılığınızla, Değerli Bakanıma bir sual tevcih etmek istiyorum.

17 nci maddede, Bakanlar Kurulu kararı ile bu karara dayanan mevzuatın ilga edilmiş olduğu, yürürlükten kaldırıldığı belirtilmektedir. Hukukun temel ilkesidir; yasalar ancak yasaları ilga edebilir, kararlar ancak kararlarla ilga edilebilir. Sonra, yasaların Anayasaya dayalı olması veya millî iradeye dayalı olması esastır ve Bakanlar Kuruluna dayalı bir yasa terminolojisi hukukumuzda yoktur.

Sayın Bakanımız, acaba, bu maddeyi, bu çerçeve içerisinde tashih buyuracaklar veya metinden çıkaracaklar mı efendim? Çünkü, gerçekten, Parlamento adına ayıp sınırına varacak bir hukuk noksanlığı...

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Başka soru?.. Yok.

Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Sayın Başkanım, bunların özel bir dönemin kararnameleri olduğunu söylüyor arkadaşlarım. Bu nedenle, kanunla iptal ediyoruz diyorlar.

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Bakanlara Kurulu kararı, kanun hükmünde kararname değil.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Hayır, Anayasadan geldiğini söylüyorlar; Anayasayla belirli bir dönemde çıkmış düzenlemelerin belirli bir hukukî ağırlığı olduğu söyleniyor efendim.

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Teşekkür ediyorum.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Ben teşekkür ederim efendim.

BAŞKAN – Maddeyle ilgili başka soru?.. Yok.

Önerge yok.

Görüşmekte olduğumuz 17 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Geçici 1 inci maddeyi okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 1. – 4389 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendindeki oran, dolaylı krediler yönünden, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten 2001 yılına kadar yüzde yetmişbeş, 2002 yılına kadar yüzde yetmiş, 2003 yılına kadar yüzde altmışbeş, 2004 yılına kadar yüzde ellibeş, 2005 yılına kadar yüzde kırkbeş, 2006 yılına kadar yüzde otuzbeş, 2007 yılına kadar yüzde yirmibeş olarak uygulanır.

BAŞKAN – Madde üzerinde ilk konuşma, Fazilet Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat'ın.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 293 sıra sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının geçici 1 inci maddesi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Geçici 1 inci madde, 4389 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendindeki orandan dolayı, krediler yönünden, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten 2001 yılına kadar yüzde 75'ten başlayıp 2007 yılına kadar yüzde 25 olarak uygulanacağına dairdir.

Adı geçen 11 inci maddenin ikinci fıkrası önceden şöyleydi: "Bir banka gerçek veya tüzel bir kişiye özkaynaklarının yüzde 25'inden fazla kredi veremez, aval ve kefaletlerini kabul edemez. Bir adi ortaklık tarafından kullanılmak üzere verilecek krediler, sorumlulukları oranında ortaklara verilmiş kredi sayılır." Bu, tasarısıyla değiştirilerek şu şekle geldi: "Bir banka gerçek veya tüzel bir kişiye, doğrudan veya dolaylı olarak, özkaynaklarının yüzde 25'inden fazla kredi veremez, aval ve kefaletlerini kabul edemez. Bir adi ortaklık tarafından kullanılmak üzere verilecek krediler, sorumlulukları oranında ortaklara verilmiş kredi sayılır." Burada da görüldüğü gibi, bu tasarıyla "doğrudan veya dolaylı" tabiri getirilmiştir. Bankaların, bu yeni şekle 2007 yılına kadar uymaları istenilmiştir.

İşte, bu iki kelimelik ilave nedeniyle tasarının bu maddesi, gerek Plan ve Bütçe Komisyonunun alt komisyonunda gerekse Plan ve Bütçe Komisyonunda en fazla tartışılan madde olmuştur. Bu tartışmanın çok olmasının bir sebebi de, aynı kanunun 1 inci maddesinin sonundaki "izlendikleri hesaba bakılmaksızın bu kanun uygulamasında kredi sayılır" kısmının "ortaklık payları izlendikleri hesaba bakılmaksızın bu kanun uygulamasında kredi sayılır" diye değişmesi; yani "izlendikleri" kelimesinin önüne "ortaklık payları" ifadesinin gelmesi olmuştur.

Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan tartışmaların bir büyük kısmı, Türk bankacılık sektörü içerisinde kullandırılan kredi hacminin yüzde 65'ini oluşturan özel bankalar için bu sınırlama getirilirken, sistemde yüzde 35 civarında pay sahibi olan kamu bankaları için bir sınırlama getirilmiyor; dolayısıyla, kredi yarışında bir haksızlık oluyor diye idi. Dolaylı kredilerde yüzde 75 olan oranı -haziran ayında yüzde 50'ye indirmiştik- altı yıl içerisinde yüzde 25'e çekerken, özel bankaların bundan menfi yönde etkilenecekleri belirtildi.

Yapılan tenkitlerin bir önemli bölümü de, ortaklık paylarının, izlendikleri hesaba bakılmaksızın, bu kanun uygulamasında kredi sayılmasının somut misalleri istenildi. Ayrıca, Türk ekonomisinin yetmişbeş yıldır sürekli olarak iştirakleri teşvik ettiği, sistemin bir anlamda bunun üzerine kurulduğu, bir Alman ekolü de olan bu uygulamadan, sırf kredi verme üzerine kurulu Anglosakson uygulamasına böyle radikal geçişlerin, malî sektörde önemli sorunlar yaratacağı üzerinde duruldu ve bankaların kuruluşlara ortak olmasının en önemli sebeplerinden birinin de, sermayenin yeterince gelişmemiş olması ve bir nevi, bankaların bu boşluğu doldurduğu şeklinde görüşler ifade edildi. Bunun neticesinde, bankaların ellerindeki ortaklıklar veya iştiraklerine ait hisse senetlerini, bu maddeye göre çıkarmaları gerekeceği de belirtilmiştir.

Bir önemli eleştiri de -bu madde neticesinde- İş Bankası gibi bankaların bir daha POAŞ şeklindeki özelleştirmelere giremeyecekleri, girseler dahi önemli ölçüde sermaye artırımına girmeleri gerekeceği üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu konular üzerinde bizim net kanaatimiz, son yıllarda, yüzde 100 mevduat garantisine güvenerek mevduat toplayan birtakım özel bankaların, dolaylı kredi şeklindeki buldukları açık kapılardan, banka kredilerini, çıkar ilişkileri içerisinde de olabilecekleri izlenimini bizlere veren yandaş şirketlere önemli ölçüde aktarmaları sonucu, içini boşalttıkları bankaları fona aktarıp milyarlarca dolar para batırmaları üzerine alınmış bir karar olarak görüyoruz. Yalnız, burada en önemli nokta, hükümetin bütçe kanunuyla çok önemli gelir beklediği özelleştirme uygulamalarında karşılaşacağı aşikâr görülen zorluklardır; çünkü, birçok özel banka, bu özelleştirmelere katılmak için önemli ölçüde sermaye artırımına gitmek zorunda kalacaktır. Zaten önemli ölçüde finans sıkıntısı içerisinde olan bu bankaların sermaye artırımına gidememeleri sonucu bu özelleştirmelere katılamadıkları zaman, hükümet bu özelleştirmeleri nasıl yapacak? Yapmadığı takdirde, zaten son derece hassas olan dengelerin aksaması karşısında ne yapmayı düşündüğünü de ayrıca hükümetten öğrenmek isteriz.

Bizce, hükümetin, bu kararları almasındaki bir önemli etken de, döviz artışlarını 2000 yılı için yüzde 20'yle sınırlayarak enflasyonu düşüreceğine inanması; düşen enflasyon ortamında, artık, bankaların kolay yoldan bono, tahvil alma yerine, kredi verme işlemine ağırlık vermeleridir. Burada da, bankaların, bir yöntem değişikliğine giderek, kuruluşlara ortak olma yerine kredi verme işlemine ağırlık vermelerini temin etmek için bir nevi zorlamaktadır. Yalnız, bu takdirde, bankaları bono ve tahvilden kredi vermeye yönlendirirken, hükümet, ihtiyacı olan kredileri iç piyasadan temin edemeyince, dış piyasadan bulabilecek midir? Artık, günümüzde, IMF dahil, devletten devlete kredi verme yerine, özel teşebbüsten kredi alınabildiğine göre, sıcak para da ancak reel faizi yeterli bulunca geleceğine göre, bu konu nasıl aşılacaktır? Reel faizin artması, tüm dengelerin bozulmasına sebep olur. Reel faiz artmayınca sıcak para girişi durur ve kıyamet de işte o zaman kopar.

Hükümet, son olarak, dolaylı kredilerin sınırını bu kanunla yüzde 50'den yüzde 25'e indirdiğini, bunun için beş yıllık bir süre öngördüğünü; çünkü, halen, sektörde bir yıldan uzun vadeli kredi oranının yüzde 17 olduğunu, dolayısıyla, beş yıllık intibak süresinin yeteceğini belirterek, altı yıldan intibakı beş yıla indirmek istemiş; fakat, komisyon, bu talebi reddederek 2007 yılında bırakmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz da Bankalar Birliğinin Aralık 1999 raporundan bazı değerleri sizlere sunmak istiyorum. İmalat sanayii 1998 yılında yüzde 1,9 artarken, 1999 yılında eksi yüzde 8,3 azalmış, içborç stoku 21 katrilyon 641 trilyona ulaşmıştır. 1998 yılına göre artış yüzde 86'dır. Aralık itibariyle TEFE'deki bir yıllık artış yüzde 56 olduğuna göre, içborç stoku, enflasyonun üzerinde 20 puan artmış demektir.

Yine, 1997 yılının birinci ayında gerçekleşen reel faiz yüzde 2,4; 1997 Şubat ayında yüzde 2,7 -yani, Ayşe ile Fatma'nın televizyonlarda ağlatıldığı günlerde reel faiz yüzde 2,7- 1997'nin 6 ncı ayında Refahyol iktidarı bıraktığında ise reel faiz yüzde 7,4 iken, 1997 yılının 12 nci ayında bu reel faiz yüzde 29,7; 1998 yılının 3 üncü ayında yüzde 36,3 olmuştur; yani, şubat ayının tam 12 katı artmıştır. 1999 yılının 7 nci ayında beklenen reel faiz ise yüzde 29,2 olarak Bankalar Birliğince belirtilmektedir. İşte, burada mühim olan konu, imalat sanayii eksi yüzde 8,3 azalırken, yani, daralırken, reel faiz yüzde 30'larda dolanırken, banka kredilerini, nasıl olacak da devlete borç verme yerine sanayie yöneltip yatırım başlatacağız?

Yine, 28.10.1999 itibariyle munzama tabi mevduatın yüzde 17,2'si vadesiz, yüzde 15,8'i bir ay, yüzde 36,2'si üç ay, yüzde 21'i altı ay, yüzde 9,7'si oniki ay; ortalama olarak bankalara 3,6 ay vadeyle paralar yatırılmış durumdadır. Buradan da görülüyor ki, vadelerin önemli bölümü üç ilâ altı aylık vadede toplanmıştır. Oniki aylık vade ise yüzde 9,7'dir. Bu da, kredileri yatırımlara yönlendirmenin son derece kısıtlı olduğunun göstergesidir.

Yine, 28.10.1999 itibariyle, takipteki kredilerin 3 milyar 420 milyon dolar olduğu, takipteki kredilerin oranının yüzde 9,5 olduğunu, 26.12.1997 itibariyle ise bu oranın yüzde 2 olduğunu, Refahyolun gitmesiyle piyasalarda nasıl bir yıkım olduğunu da net olarak görmekteyiz.

Yine, takipteki kredilerin toplam kredilere oranı olarak, 28.10.1999 tarihi itibariyle kamu bankalarında yüzde 13,8 olan oranın, özel bankalarda yüzde 10,2 olduğunu belirtmek isteriz. Bu da bankacılık sektöründeki krizin boyutlarını net olarak göstermektedir.

Mevduat bankaları kredileri ve menkul kıymetler cüzdanı yüzde dağılımı olarak şöyledir: 26.12.1997'de krediler yüzde 76, menkul değerler yüzde 24 iken, 28.10.1999'da krediler yüzde 60, menkul değerler yüzde 40'a düşmüştür.

Buradan da görülüyor ki, Refahyolun gitmesiyle banka mevduatları krediden menkul değerlere kaymış ve bunun sonucu olarak da gerekli krediyi bulamayan sanayi sektörü gerilemeye geçmiştir.

Banka faizlerine de bir bakalım. 1997 yılında faiz geliri 21 milyar 674 milyon dolar, faiz gideri 16 milyar 766 milyon dolar, net faiz geliri 4 milyar 908 milyon dolar. Takipteki alacağı düşerseniz, 1997 yılında bankalar faiz olarak 4 milyar 610 milyon dolar kârdadır; fakat, 1999 Eylül ayında bankalar faizde de zarar etmiştir ve eksi 2 milyar 10 milyon dolar açık vermiştir. Diğer gelirlerde ise, bankalar kazanmıştır. 1997 yılında 3 milyar 208 milyon dolar olan diğer gelirler, 1999 Eylülünde 11 milyar 72 milyon dolara yükselmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Polat, lütfen toparlayınız.

ASLAN POLAT (Devamla) – Peki efendim.

İşte, burada da görülüyor ki, bankalar, kârlarını, kredi vererek değil de, diğer gelirlerden elde ediyorlar.

Son olarak, Merkez Bankasının son uygulamasına değinmek isteriz. Merkez Bankası, onsekiz aylık bir programla ay ay, 2000 yılı için gün gün döviz fiyatlarını veriyor ve ilan ediyor. Merkez Bankası, bundan sonra döviz getirirseniz alacak, döviz talep ederseniz döviz satacak ve böylece, enflasyonu düşürecek. Peki, o zaman Sayın Cumhurbaşkanımızın meşhur söyleyişiyle: "Adama demezler mi ki, enflasyonu düşürmek bu kadar kolay idiyse, yıllarca niye beklediniz; emir verirdiniz, enflasyon düşerdi." Tam bir 28 Şubat mantığı; emirle yat, emirle kalk.

Bu konu, çok hassas bir konudur. Program ciddî biçimde uygulanamazsa, önce döviz rezervleri erimeye, sonra faizler tekrar tırmanmaya geçer; bir yandan ihracat gerilerken, öte yandan ithalat patlar, sanayi durur, işsizlik bir çığ gibi büyür. Döviz fiyatlarıyla genel fiyat seviyesi arasındaki makasın açılması nedeniyle, ülkede büyük oranlı develüasyon yapılması zorunluluğu ortaya çıkar. Unutmayalım ki, bize de bu konuda yol gösteren Brezilya'da bu metotla enflasyon düştü; ama, döviz açığı 25 milyar dolara fırladı ve meşhur Brezilya krizi ortaya çıktı.

Yine de, bu kanun tasarısının geçici 1 inci maddesinin milletimize hayırlı olmasını diler, hepinize saygılar sunarım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Polat.

Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini İzmir Milletvekili Sayın Ufuk Söylemez ifade edecekler. (DYP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

DYP GRUBU ADINA H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan Bankalar Yasasıyla ilgili tasarının geçici 1 inci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi, şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.

Geçici 1 inci maddede, Bankalar Kanununda dolaylı krediler yönünden uyum süreci 2001 yılına kadar yüzde 75, ondan sonra her yıl azalarak 2006 yılından 2007 yılına bağlanırken de yüzde 25 olarak uygulanır deniliyor; yani, yüzde 25'e inen oran için altı yıllık bir geçiş süreci öngörülüyor. Gerçekten de, Türk bankacılık sistemi, cumhuriyet dönemi boyunca yaptığı birikimleri ve yatırımları iştirakleri kanalıyla da sanayie aktarmıştır. Bankacılık sisteminin kendi iştiraklerine kredi vermesini bir ayıp, bir suç gibi görmek, bir kere sağlıklı bir şey değildir. Burada yanlış, hatalı, batan kredilerle, örneğin bir Şişecam Fabrikasının oluşumunda, İşbankası Grubunun Şişecam'a aktardığı krediler arasında dağlar kadar fark vardır. Birisi, üretime, ihracata, sanayiin gelişmesine gitmiştir. Önemli olan bu kredilerin yatırıma gitmesi, ihracatı desteklemesi, sanayii yüceltmesi, batmaması ve geri dönmesidir. Şimdi, bankacılık sistemi, iştiraklerine ve diğer ortaklıklarına kredi verir mi; verir. Bu, dünyanın her yerinde de böyledir; ama, bunu, Avrupa Birliği sistemine, onun normlarına, ölçütlerine uygulamak konusundaki kararlık da, doğru bir karardır. Yani, bu düzenlemede, yüzde 25 olur, yüzde 30 olur; ama, bu standarda indirme çabası yanlış değildir. Bunun da iki tane sebebi vardır. Bir tanesi, eğer bu rakamı çok yüksek tutarsanız, bankalar bütün kredilerini, topladıkları kaynakları kendi iştiraklerine aktarırlar ve bir tekelleşme olabilir. İkincisi, bu bankalar veya bu iştirakler battığı zaman, bu sefer, büyük miktarda paralar donuklaşıp, batabilir, kamu fonları ziyan olur. Bu bakımdan, bunları sınırlamak doğrudur; ama, bankaların, kendi şirketlerine, iştiraklerine, sanayi kuruluşlarına, malî kuruluşlarına kredi açmaları ne yasaktır, ne ayıptır, ne günahtır; dünyanın her yerinde de bu vardır. Önemli olan, bunun, kredi sınırlarıyla makul miktarlarda sınırlandırılmasıdır. Bu anlamda, yüzde 25'e inmesi konusunda bizim mutabakatımız vardır. Yalnız, bizim, Doğru Yol Partisi olarak itirazımız, geçiş döneminin son derece sert olmasıdır.

Bakınız, yıllarca iştirakleriyle sanayie katkıda bulunan dev kuruluşlarımız vardır. Bunların bilançoları, bankaların bilançoları içinde yer almaktadır. Bugün, Türkiye'nin önde gelen en büyük beş on bankasının iştirak yapısına baktığımız zaman, bu yapıya uymaları için, ya iştiraklerini satmaları gerekecek ya da çok hızlı bir daralma için kendilerini zorlamaları gerekecektir. Burada, bu bankalara, uyum süreci için, sağlıklı bir geçiş dönemi vermekte yarar vardır.

Biz, Doğru Yol Partisi Grubu olarak, bu altı yıllık uyum sürecinin on yıla çıkarılmasını öneriyoruz. Bunu da, sektörün tamamına nefes aldıracak, iştiraklerini sağlıklı bir şekilde kredi limitleri içine getirecek, satacaksa da, yeniden yapılandıracaksa da buna göre yapılandıracak bir niteliğe sokmak lazımdır; aksi takdirde, hem dolaylı krediyi siz tanımlayacaksınız... Bana göre, dolaylı kredi tanımının kurula bırakılması da ciddî bir zaaftır. Dolaylı krediyi tanımlamanız, bir anlamda, suçun tanımını kurula havale etmeniz gerekir. Bu, aslında, Meclise ait bir yetkidir. Dolaylı kredinin kanunla tanımlanmaması, zaten ciddî bir zaaftı. Arkasından, bu dolaylı kredilerin hesabında, kurula bırakılan bu inisiyatifin dışında, bir de beş yıllık, altı yıllık gibi dar bir sürece sokarsanız, Türk bankacılık sisteminde, gerçekten, tahammül sınırını zorlayıp, iştirakler politikasında ciddî problemlere yol açabilirsiniz. Yanlış kredi kullanan, aldığı krediyi geri ödemeyen, aldığı krediyi batıran, aldığı krediden dolayı kamuya veya bankaya zarar verenlere, zaten bu kanun gereğince takip edilip gereği yapılır; ama, bankaların, iştiraklerine ve malî kuruluşlarına, büyüyen sanayie, ihracatçı kuruluşlarına aktardıkları kredileri de sanki bir yanlışmış gibi göstermek ve bu yönde konuşmalar yapmak, tüm bankacılık sektörüne yapılmış ciddî bir haksızlık olur. Bunu da, burada, Doğru Yol Partisi adına düzeltmek isterim.

Bizim düşüncemiz ve önerimiz, vereceğimiz önergenin az sonra Yüce Meclis tarafından desteklenerek, bu geçiş sürecinin mantıklı, dengeli ve uyum sağlanabilir bir süreç olmasıdır. Bu süreci on yıl olarak teklif ediyoruz; takdiri Yüce Meclise bırakıyoruz.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Söylemez.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahıslar adına ilk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker'de.

Sayın Türker?..

MASUM TÜRKER (İstanbul) – Vazgeçtim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 293 sıra sayılı kanun tasarısının geçici 1 inci maddesinde şahsen söz almış bulunuyorum.

Geçici madde 1, 4389 sayılı Bankalar Kanununun 11 inci maddesinin 2 numaralı fıkrasının (a) bendinde tespit edilen bankaların iştirak nispetlerini, kredi verme nispetlerini düzenleyen bir maddedir. Hatırlarsak, bu, tasarının 4 üncü maddesinde düzenlenmişti. 4 üncü madde, 11 inci maddenin birçok bendinde, fıkrasında değişiklik yapmıştı; bu meyanda 2 nci fıkranın (a) bendini de değiştirmişti ve "bir banka gerçek veya tüzel bir kişiye doğrudan veya dolaylı olarak özkaynaklarının yüzde 25'inden fazla kredi veremez, aval ve kefaletlerini kabul edemez. Bir adi ortaklık tarafından kullanılmak üzere verilecek krediler, sorumlulukları oranında ortaklara verilmiş kredi sayılır" şeklinde bir düzenleme getirmişti. Halen yüzde 50 olan, daha önceki kanunda yüzde 75'ti, 23 Haziranda çıkmış olan Bankalar Kanununda yüzde 50'ye indirildi, şimdi de yüzde 25'e indirilmektedir; ancak, bu nispet, geçici madde 1'de, 2007 yılına kadar kademeli şekilde yüzde 25'e inecektir. Bu düşüş; yani, yüzde 75'ten yüzde 50'ye, yüzde 50'den de yüzde 25'e düşüş isabetlidir. Zira, birtakım bankalar, topladıkları bütün mevduatı, kendi kuruluşlarına, onların finansmanı için tahsis etmekte ve maalesef, bilhassa KOBİ'ler dediğimiz orta ve küçük işletmeler, bu finansman kaynaklarından faydalanamamaktadırlar. Şahsen ben, bu yüzde 25'e düşüşü destekliyorum. Bu geçiş programı da uygundur. Bu süre içinde bankaların iştiraklerini bu noktaya getirmeleri gerekir ki, diğer işletmeler de, sanayi kuruluşları da bu finansman imkânlarından faydalansınlar; aksi takdirde -ki, şimdiye kadar olan odur- büyük sermaye, bankasını kurmakta, parayı toplamakta, kendi kuruluşlarının finansmanında kullanmakta veya bazen de -üzülerek gördüğümüz gibi- içini boşaltmakta, ondan sonra da götürüp sigorta fonuna, Merkez Bankasına teslim etmekte; al bakayım, milyarlarca dolar karşılığındaki mevduatı, garanti fonundan ödeyin diye önüne koymaktadır. Bu, tabiî, kabul edebileceğimiz bir husus değildir; ama, bunun yanında, bankaların asıl görevlerinin iş hayatını finanse etmek olduğunu bilmekte fayda var. Bankalar sınai işletme kurmak için değildir. Cumhuriyetin ilk yıllarında sermaye terakümünün az olduğu dönemde, 1950'li yıllarda, 1960'lı yıllarda, hatta 1970'li yıllarda da bankalar, kamu iktisadi teşebbüslerine iştirak ederek veya özel sektöre iştirak ederek birtakım sanayi tesislerinin kurulmasına hizmet etmişlerdir; ama, artık, bu dönemde bundan çıkmak lazım. Banka ayrı, iş hayatı ayrıdır. Arasına kalın bir çizgiyi çekip, bankaları, daha çok, piyasaları finanse eden, topladığı mevduatı yerinde değerlendiren bir kurum haline getirmek lazım.

Tabiî, hemen bunun yanında da, bu mevduat garantisini de kaldırmak lazım. Batılı ülkelerde, sanayileşmiş ülkelerde standartlar neyse, ona uymak lazım. Bunu kaldırırsak, bankacılığı da, holdinglerin bir soygun vasıtası olmaktan çıkarırız. Bunu yapmazsak, yine, önümüzdeki dönemde yeni yeni iflas eden bankaları ve Mevduat Sigorta Fonuna sığınan bankaları görürüz. Halen bu garanti olduğu için, holdingler, bankasını kurmakta, devlet tahviline ve hazine bonosuna da yüksek faizle borç vereceği için, hiç sınır tanımadan, yüksek faizle mevduat toplamaktadır, bilhassa döviz toplamaktadır ve bunları da götürüp, hazine bonolarına ve devlet tahvillerine vermekte veya içini boşaltıp kendi kuruluşlarına aktarmakta, sonunda da "ben iflas ettim, ödeyemiyorum, buyurun ödeyin" diye Merkez Bankasının önüne getirip teslim etmektedir. Bu düzenleme, onun için yerindedir.

Teşekkür eder, hürmetlerimi arz ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.

Şahısları adına diğer söz talepleri; Kocaeli Milletvekili Sayın Turhan İmamoğlu?.. Yok.

Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat?.. Yok.

Geçici madde 1 üzerinde bir önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 293 sıra sayılı tasarının geçici 1 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Ufuk Söylemez Kemal Kabataş Sadri Yıldırım

İzmir Samsun Eskişehir

Turhan Güven Ramazan Gül Ahmet İyimaya

İçel Isparta Amasya

Oğuz Tezmen

Bursa

"Geçici Madde 1- 4389 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendindeki oran dolaylı krediler yönünden bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten 31.12.2000 tarihine kadar yüzde 75, 31.12.2000 tarihinden 31.12.2001 tarihine kadar yüzde 70, 31.12.2001 tarihinden 31.12.2002 tarihine kadar yüzde 65, 31.12.2002 tarihinden 31.12.2003 tarihine kadar yüzde 60, 31.12.2003 tarihinden 31.12.2004 tarihine kadar yüzde 55, 31.12.2004 tarihinden 31.12.2005 tarihine kadar yüzde 50, 31.12.2005 tarihinden 31.12.2006 tarihine kadar yüzde 45, 31.12.2006 tarihinden 31.12.2007 tarihine kadar yüzde 40, 31.12.2007 tarihinden 31.12.2008 tarihine kadar yüzde 35, 31.12.2008 tarihinden 31.12.2009 tarihine kadar yüzde 30, 31.12.2009 tarihinden 31.12.2010 tarihine kadar yüzde 25 olarak uygulanır."

BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ MEHMET HANİFİ TİRYAKİ (Gaziantep) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Hükümet, katılıyor musunuz?

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Önerge sahipleri, gerekçeyi mi okutalım efendim?

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Gerekçe okunsun Sayın Başkan.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

"Gerekçe: Bankacılık kesiminin, 4 üncü maddeyle getirilen sınırlamaya uyum sağlaması için on yıllık süre verilmesi uygun olacaktır."

BAŞKAN – Komisyonun ve hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Geçici madde 1'i, komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Geçici Madde 2'yi okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 2. – Kurumun faaliyete geçeceği tarihe kadar, 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesinin bu Kanun ile değiştirilen hükümleri çerçevesinde bankalarla ilgili olarak alınacak tedbirleri kararlaştırmaya, 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesi kapsamında bulunan bankaların devir veya birleşmesi veya hisselerinin yeni ortaklara satılması halinde, bu bankaların eski hissedarlarının hisselerini tamamen elden çıkarması ve yeni hissedarların banka malî bünyesinin güçlendirilmesi amacıyla bankaya sermaye veya sermaye benzeri kaynak koyması kaydıyla Fondan da yeni ortaklarca konulan tutarları aşmamak üzere sermaye veya sermaye benzeri kaynak sağlanması veya zararların ve diğer aktiflerin devralınması da dahil olmak üzere her türlü tedbiri almaya Bakanlar Kurulu yetkilidir. Bu tedbirlere ilişkin Bakanlar Kurulu kararları ilgili Bakan tarafından yürütülür.

BAŞKAN – Madde üzerinde ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin'e aittir.

Buyurun efendim.

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

FP GRUBU ADINA AHMET DERİN (Kütahya) – Saygıdeğer Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan 293 sıra sayılı kanun tasarısının geçici 2 nci maddesinde, Fazilet Partisi Grubu adına görüşlerimi ifade etmek için huzurlarınızdayım; öncelikle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. İdrak etmekte olduğumuz ramazanınızı da kutluyorum. Bu mübarek günlerin ülkemiz ve tüm insanlık âlemi için hayırlar getirmesini de niyaz ediyorum, diliyorum.

Bu, geçici 2 nci maddeyle, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun faaliyete geçeceği tarihe kadar... Yani, 15 inci maddede bir süre veriliyor; bu süre; kurul başkan ve üyeleri 31 Mart 2000 tarihine kadar atanırlar. Atamayla da kalmıyor, bu kurumun faaliyete geçmesi için de yine bir süre tanınıyor : 31 Ağustos 2000 tarihinde faaliyete geçer. Yani, şu anda kanunlaşacak olan bu yasa tasarısıyla kurulacak ve ihdas edilecek Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun faaliyete geçeceği 31 Ağustos 2000 tarihine kadar, Bankalar Yasasında bu tasarıyla yapılan değişiklikle Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluna yüklenmiş olan tüm mükellefiyetleri, 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesinin bu tasarıyla değiştirilen hükümleri çerçevesinde yürütme yetkisi Bakanlar Kuruluna veriliyor; her türlü tedbiri almaya Bakanlar Kurulu yetkilidir ve bu tedbirlere ilişkin Bakanlar Kurulu kararları ilgili bakan tarafından yürütülür, şekliyle. Tabiî, yapılması gerekenler bir kesintiye uğramasın, önümüzdeki sekiz ayda ancak faaliyete geçebilecek olan bu kurumun yapması gerekenleri Bakanlar Kurulu yapsın, şekliyle bir madde konulmuştur; yapılması gereken de budur.

Malum olduğu üzere, biz, bu yasayla, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu oluşturuyoruz; yani, yürütme yetkilerini yavaş yavaş üst kurullara devrediyoruz. Dünyada da böyle diyeceksiniz; doğru, dünyada da böyle; ancak, dünya altyapısını oluşturmuş, ekonomileri oturmuş; mevcut bankaları, kuruluşları da, belli hükümler, kaideler, altyapılar oluşarak kurulmuş.

Plan ve Bütçe Komisyonunda ve Parlamentoda bu görüşmelerde, iktidarıyla muhalefetiyle, böyle bir kurumun, Düzenleme ve Denetleme Kurulunun kurulması, bir üst kurulun kurulması noktasında, tüm siyasî partiler, görüş birliğiyle böyle bir karara vardılar ve bunu da, her vesileyle ifade ediyorlar. Ancak, muhalefet olarak itirazlarımız ne olmuştur. Bu kurul niçin kuruluyor, siyasî mülahazalardan uzak kararlar alsın diye. Hakikaten, gerekçe haklı; haklı gibi görünmesine rağmen, bu kurulun oluşmasında yine siyaset işin içine giriyor ve daha önce haziran ayında çıkarılan yasada, kanunlaşan tasarıda, değişik kuruluşların temsilci göstermesiyle, kanunda belirlenen kuruluşların temsilci göstermesi vasıtasıyla, bunlar arasından bir seçim yapılıyordu; bizim, buna bile itirazımız vardı. Bunlar, bakanın teklifiyle Parlamentoya gelsin, Parlamentoda seçim yapılsın, 7'ye orada, indirilsin ve hakikaten kimler tarafından seçildiğini... Kurul, bir siyasî tarafından değil, milletin temsilcisi olan Parlamento tarafından seçilsin demiştik ve bunun, bir bürokratik tercih değil, parlamenter demokrasiye yakışan bir tercih olduğunu ifade etmiştik. Ancak, ne yazık ki, yine, hem de değiştirilerek, bakanın tavsiyesi üzerine Bakanlar Kuruluna atama yetkisi verilmiş. İtirazımız bu noktada; bir.

Diğer bir konuya da şöyle değinmek istiyorum : Malum olduğu üzere, 1980'den sonra banka furyası başladı; hele 1990'dan sonra, bu daha da arttı. 1980 ile 1992 arasında, 10'un üzerinde devlet bankası batıyor; borçlar, ayakta duran diğer bir devlet bankasına; alacaklar, şüpheli alacaklar karşılığıyla, belki "batık kredi" adı altında gidiyor. Daha sonra, TYT Bank, Impexsbank gibi, bazı özel bankaların 1994'te batmasıyla, bankacılık sektörüne güveni artırabilmek, tasarrufların bankalara akabilmesini temin açısından da, mevduatlara yüzde 100 güvence verilmiş.

Belki o gün için haklıydı; o piyasada, o günde, o ekonomik ölçüde, böyle bir ihtiyaç vardı, bunun yapılması gerekiyordu; ama, aradan beş yıl geçmesine rağmen, bir türlü, bu yüzde 100 teminat aşağı çekilmedi. Hergün değişik uyum yasalarının geldiği şu Parlamentoda, yine bir uyum yasası şekliyle görüşülen bu yasada, bunun, belli periyoda bağlanılarak, nasıl, dolaylı vergilerde belli bir oran kurularak, 5-6 yıl. 2007 yılına kadar bu oranlar düşürülüyorsa, yüzde 100 güvencenin de kademeli olarak aşağı çekilmesinde büyük fayda vardı ve ancak bu şekilde dünya standardında, Batı standardında bir güvenceye ulaşabilirdik.

En son, 1998'den bugüne kadar, 3 adet bankanın da içi boşaltıldı. Mevduatlara yüzde 100 güvence verilmesi, ekonomiyi rahatlatacağı yerde, ekonomideki belli kaynaklar art niyetli olarak değerlendirildi, kullanıldı ve birilerinin cebine milyarlarca dolar paraların akmasına sebep olundu; batan son 3 bankada da bu böyle oldu; aşağı yukarı, bir rakama göre 2,7 milyar dolar, bir hesaba göre 3,5-4 milyar dolarlık bir banka kaynağı, sadece birkaç holdinge, birkaç şahsa pompalanmış oldu.

Şimdi bakıyoruz, 1995-1999 yılları arasında (1995, 1996, 1997, 1998, 1999) beş yılda içborç için Hazinenin bankalara ödediği faiz 81 milyar dolar. Bu 81 milyar doların -özel veya devlet kuruluşu- yüzde 84'ü, hatta en son rakama göre yüzde 87'si, aşağı yukarı 60 tane özel bankaya verilmiş ve bugün ekonominin, bankaların durumu öyle bir noktaya geldi ki, tereddütler başladı "acaba kaç tane daha bankanın daha içi boşaltıldı?.." Sigorta Mevduat Fonunun yetmeyeceği düşünülerek, Merkez Bankası fonlarının kullanılması bile, bu kanuna madde olarak derc edildi. Demek ki, hakikaten, korkulan bankalar var. Böyle bir anda şöyle düşününüz: Yüzde 100 devlet güvencesi vermişiz ve 1995 ile 1999 arasında beş sene içerisinde, ayakta zor duran bu bankalara, sadece hazineden, içborçtan dolayı 68 milyar dolarlık fon kullandırmışız, fon aktarmışız, para aktarmışız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Derin, lütfen toparlayınız efendim.

AHMET DERİN (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkanım.

Bu bankaların, kendi holdingine belli kaynaklar sağlamak için, devletin yüzde 100 güvencesini arkasına alarak, devletin bankasının içini boşaltma art niyetiyle, kötü niyetiyle kurulmamış ve devam etmemiş olduğunu kabul etsek bile, çok kötü bir yönetim sergilemişler; mevduat elde edebilmek için -devletten, hazineden alacakları faizin maliyetini de koyduğunuzda- onları batıracak hale getirecek yüksek oranlarda faizlerle mevduat toplamışlar.

Şimdi, kanunlar iyi düzenlenmiş, yapılmış olabilir. Batı'nın kanunlarını alıyoruz -bunlar, Batı'ya kurtuluş ümidi olabiliyor, ekonimiyi rahatlatıyor, ayağa kaldırıyor, gelişmişlik düzeyini yükseltiyor- ve bunları ülkemizde uygulamaya kalktığımızda, bakıyoruz, yolsuzluklar, hırsızlıklar, içini boşaltma!.. Demek ki, biz, yıllardan beri bir şeyi ihmal etmişiz; insan unsurunu ihmal etmişiz; ister toplumsal sevgi ve muhabbet deyin ister hak deyin, ister manevî duygular deyin, isterse ahrete taalluk eden bir hesaba çekilme deyin, biz, insan unsurunu ihmal etmişiz ve devletin bu kaynaklarını -beş senede 81 milyar dolar; iç borcumuzun aşağı yukarı 2,5 katını- biz, bankalara aktarmışız; ama bankalar bugün yine ayakta duramıyor. Bankaları Merkez Bankası fonlarıyla desteklemek mecburiyetinde olduğumuzu, bu maddeye, bu tasarıya da derc etmişiz.

Bu duygu ve düşünce içerisinde yapılması gereken, kanunun güzel hazırlanması değil, bu kanunun güzel insanlar tarafından güzel bir şekilde tatbik edilmesidir; ancak bu şekliyle ülke ekonomisine katkılar sağlayabileceğini ifade ediyor, kanunun hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Derin.

Grupları adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahısları adına, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker?..

MASUM TÜRKER (İstanbul) – Konuşmayacağım.

BAŞKAN – Konuşmayacaksınız.

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?..

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Konuşmayacağım.

BAŞKAN – Konuşmayacaklar.

Şimdi sorulara geçebiliriz.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Bir sorum var Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Teşekkürler Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana aşağıdaki sorularımı tevcih ediyorum:

54 üncü Refahyol Hükümeti döneminde, Etibankın özelleştirilmesi sırasında biz bir uygulama yapmıştık. Buradan 2 tane isim hakkı türettik ve lisans bedellerini yaklaşık 69-70'er milyon dolara sattık ve bu 2 lisanstan Hazineye 140 milyon dolar gibi olağanüstü bir gelir sağladık. Daha sonra bu uygulama terk edildi ve 1998 yılında, Anasol-D döneminde, banka lisans izinleri verilirken, 6 bankaya seçim öncesi izin verildi ve bunlardan -zannederim- herhangi bir yarışma sonucunda veya bir bedel karşılığında da bir tahsilat yapılmadı. Benim Sayın Bakana sorum: Böyle bir yöntem düşünüyor musunuz? Banka izinleri verirken, Hazinenin lisans ücreti alması şeklindeki bir uygulamanın yararı olacağı konusunda düşünceniz nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Ayhan'ın da soruları var.

Buyurun efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Teşekkür ederim.

Muhterem Başkan, bu kanun tasarısı Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülürken, bugüne kadar Mevduat Sigorta Fonundan, yıllar itibariyle, hangi yıl ne kadar -bankalarla ilgili mevduat garantisi meyanında- para ödendiğini sormuştum. Bugün kadar bunun cevabını alamadım. Bu rakamları almak mümkün müdür?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Başka soru var mı?

Buyurun efendim.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Bakanıma şu soruyu sormak istiyorum: Bugün, bu tasarıyla bazı tedbirler alınmış; eğer, 1994 yılı ve öncesinde, bu gibi yasalarda gereken tedbirler alınmış olsaydı, acaba, TYT Bank, Marmarabank ve İmpexbank batar mıydı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Başka sorusu olan var mı? Olmadığı anlaşıldı.

Buyurun Sayın Bakanım.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Efendim, önce, Sayın Söylemez'in sorusu hakkında fikrimi söyleyeyim: Hazinenin böyle bir düşüncesi yok; yani, banka isimlerini ihaleye çıkarıp, buradan gelir sağlamak gibi bir düşüncesi yok. O dönemde yapılmış olan işlemi de bir özelleştirme olarak nitelendirebilir miyiz; tartışılabilir bir konu. O, ayrıca doğru mudur eğri midir; orasını da tartışabiliriz. Bu kadar söylemek istiyorum.

İkincisi, Sayın Ayhan'ın... Evet, dedikleri doğru; Mevduat Sigorta Fonu, bu yazılı bilgiyi kendilerine sunacak benim aracılığımla. Hazırlanıyor efendim, size bütün bilgi verilecek.

Diğer arkadaşımızın sorusu. "3 banka, eğer bu tedbirler alınsaydı, eğer bugünkü mevzuat yürürlükte olsaydı, bu duruma düşer miydi?" Bizim bütün amacımız bu. Özellikle, şu getirdiğimiz hükümler sizlerin oylarıyla gerçekleştiğinde, kurulun objektif olarak kullanacağı yetkilerle, önümüzdeki dönemde hiç kimsenin bu tür işlemlere tevessül edebileceğini zannetmiyoruz ve bankacılık kesiminde gerçek bir sağlıklılık elde edilebileceğini düşünüyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, geçici madde 2'yi, komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Başkanlık Divanındaki nöbet değişikliği sebebiyle, saat 21.00'de toplanmak üzere birleşime 10 dakika ara veriyoruz.

İyi çalışmalar diliyorum.

Kapanma Saati : 20.48

ÜÇÜNCÜ OTURUM

ılma Saati : 21.00

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Mehmet AY (Gaziantep), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 36 ncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. – Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/584) (S. Sayısı: 293) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon ve hükümet yerlerini aldılar.

Kanun tasarısının geçici 3 üncü maddesini okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 3. - a) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte faaliyet gösteren özel finans kurumları mevcut durumlarını 4389 sayılı Bankalar Kanununun tabi oldukları maddelerine iki yıl içinde intibak ettirmek zorundadırlar. 4389 sayılı Bankalar Kanununun 7 ve 9 uncu maddeleri hükümlerine bu süre içinde intibak etmeyen özel finans kurumları genel hükümlere göre tasfiye edilir.

b) 4389 sayılı Bankalar Kanunu hükümleri çerçevesinde özel finans kurumlarına ilişkin düzenlemeler yapılıncaya kadar yürürlükten kaldırılan düzenlemelerin 4389 sayılı Bankalar Kanununa aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.

BAŞKAN – Geçici 3 üncü madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Konuşmayacağız efendim.

BAŞKAN – Peki...

Şahsı adına, Sayın Masum Türker?.. Konuşmayacaksınız.

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?.. Konuşmayacaksınız.

Kocaeli Milletvekili Turhan İmamoğlu?.. Konuşmayacaksınız.

Efendim, geçici 3 üncü madde üzerinde görüşmeler...

MUSTAFA ÖRS (Burdur) – Sayın Başkan, soru sormak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) – Sayın Başkanım, öncelikle teşekkür ediyorum.

Aracılığınızla, Sayın Bakanıma şu soruyu sormak istiyorum: Biraz önce bir arkadaşımız, bu tedbirler alınsaydı, isim vererek, şu, şu bankalar batar mıydı demişti. Ben de diyorum ki, bu tedbirler alındıktan sonra, bundan sonra hiçbir banka batmayacak şeklinde bir garanti verebilirler mi?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Efendim, bunun bir garantisi yok. Niye garantisi yok; bu, bir yönetim işi; ama, sistem, bundan sonra, kendi kendisini temizleyecektir.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) – Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Geçici 3 üncü madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Geçici 3 üncü madde kabul edilmiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum:

MADDE 18.- Bu Kanunun;

a) 7 nci maddesi ile değiştirilen 4389 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin 5 numaralı fıkrasının (a) bendinin (aa) alt bendi, Kurumun faaliyete başladığı tarihte,

b) diğer maddeleri yayımı tarihinde,

yürürlüğe girer.

BAŞKAN – 18 inci madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Afyon Milletvekili Sayın Sait Açba konuşacaklar.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA SAİT AÇBA (Afyon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yasa tasarısının 18 inci maddesi üzerinde, Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu yasayla ilgili değişiklik, bilindiği gibi, altı ay önce getirilmiş olan kapsamlı bir değişiklikti; ama, altı aylık bir dönem içerisinde tekrar getirildi. Tabiî, bunun sebeplerini, hükümetin, burada açık bir şekilde izah etmesi gerekiyordu, maalesef, bunun sebepleri, niçin tekrar getirildiği ve böyle bir düzenleme yapıldığı noktasında, hükümetin, şu ana kadar bir açıklama yapmadığını da açıkça görüyoruz.

Bankacılık sektörü, Türkiye açısından çok önemli bir sektör, Türkiye'de, gerçekten, bir taraftan gelir ve servet dağılımını etkileyen en önemli sektörlerden biri. Türkiye'de, gelir ve servet dağılımı noktasında, Türkiye'nin hangi konuma geldiği ortada, dolayısıyla, gelir ve servet dengesizliği had safhaya gelmiş durumda Türkiye'de ve sosyal patlamalar da, bir bakıma kapımızda. Hemen hemen gelir seviyesi en düşük olan yüzde 20'lik bir kitle, toplam gelirin yüzde 4,7'sini alırken, gelir seviyesi en yüksek seviyede olan yüzde 20'lik bir kitle de, yüzde 57'sini alıyor; dolayısıyla, orta sınıf kaybolmuş durumda.

Orta sınıfın kaybolduğu bir ortamda, aşırı zengin, aşırı fakir gibi kitlelerin oluştuğu bir ortamda veya bir ülkede, sosyal barışın sağlanması oldukça zor. Böyle bir uçurumun giderilebilmesi açısından, bilhassa hükümetlerin, faiz konusunda çok ciddî tedbirler alması lazım. İşin odak noktasında, olumsuzlukların temelinde yatan tek unsurun faiz olduğunu açık bir şekilde belirlememiz lazım.

Türkiye, bilhassa 1973'ten itibaren sürekli enflasyon yaşayan bir ülke. Enflasyonist ortamda uygulanan politikaların, faiz politikalarının, maalesef, yüksek faize endeksli olarak uygulandığı ve bunun gerekçesi olarak da, tasarruf sahibinin tasarrufunu koruma gibi bir gerekçenin ortaya konulduğu ortada. Tabiî, bu gerekçenin gerçekçi olduğunu ifade edemeyiz.

Siz, bir taraftan, tasarruf sahibinin enflasyon karşısında tasarrufunu koruyacaksınız; yani, onun tasarrufuna enflasyonun üzerinde bir faiz vereceksiniz; ama, o ülkede tasarruf yapamayanlar ve elde ettikleri gelirlerini tamamen tüketenler, hatta gelirsiz olanlar ne yapacaklardır; enflasyon karşısında bunların durumu nasıl korunacaktır? Bilhassa, işin sosyal yönü, sosyal tabakalara yönelik olarak etkileri, aileler üzerindeki etkileri hiçbir zaman için dikkate alınmaksızın bu politikaların Türkiye'de uygulandığını görüyoruz.

Tabiî, odak noktasında banka kesimi var, finans sektörü var. Banka kesimi, şu anda, toplam millî gelirden, devletin elde ettiği veya kamu kesiminde ortaya çıkan gelirden çok büyük bir pay alıyor. Yani, finans kesiminin, maalesef, haklı bir pay değil, tamamıyla haksız bir pay aldığını da açıkça söylememiz gerekiyor. Bugün, hepimiz şikâyet ediyoruz, ülkedeki kaynakların reel sektöre inmediği noktasında büyük şikâyetlerimiz var; kaynakların, reel sektöre değil de tamamıyla spekülatif alana yönlendirildiğini, reel sektörün; yani, üretimin ihmal edildiğini, sonuçta, spekülatif kazançların her geçen gün arttığını ve bu kazançların artması sonucunda da, ülke ekonomisine olumsuz etkiler yaptığını söylüyoruz ve bundan hepimiz şikâyet ediyoruz. Bu tablonun düzeltilmesi konusunda ciddî adımlar atmamız lazım; ama, bugüne kadar ciddî adımların atıldığını söylememiz de mümkün değil.

Bugün için bankacılık kesimi, gerçekten, çok yüksek oranlarda kâr elde ediyor. Haklı kâr etse, gerçekten, verimliliğe dayalı bir kâr yapısı içerisinde olsa, hiçbir zaman için bu kârı yadırgamamız mümkün değil; ama, elde edilen kârların haklı bir zeminde olmadığını açıkça görüyoruz. Elde edilen kârların hem astronomik rakamlar içerisinde olduğunu hem de haklı bir zeminde olmadığını, ülke kalkınması açısından, ülkedeki gelir dengesizlikleri açısından oldukça olumsuz bir faktör olduğunu görüyoruz.

Bakınız, bugün için, banka kârları, 1999 yılının ilk altı ayında yüzde 129 ile yüzde 71 arasında değişmiş. Örneğin, Akbank, 306 trilyon lira ilk altı ayda kâr elde etmiş, Garanti Bankası, 243 trilyon lira kâr elde etmiş; diğer bankaların durumu da pek farklı değil. Dolayısıyla, bunun dayandığı nokta da, maalesef, kamu kesimindeki krizdir. Kamu kesimindeki krizin boyutları, gerçekten, Türkiye'de sosyal dengeleri derinden etkileyecek durumdadır, etkilemektedir. Bunun acilen çözülmesine ihtiyaç vardır. 

Bakınız, bugün kamu kesimi, ekonomide, bilhassa finans sektörüne, banka kesimine çok ciddî anlamda kaynak aktarıyor. Faiz tarzında aktarılan kaynakların boyutları, gerçekten ürkütücü bir tabloyu karşımıza çıkarıyor. Kamu kesiminin aktarmış olduğu kaynaklara baktığımızda, ben, sizlere yıllar itibariyle bazı rakamları vereyim. Bugün tabiî, ekonominin yapısına baktığımızda, ekonomide dolarizasyon oldukça hâkim unsur; dolayısıyla, değerleri de dolar olarak vermek, o tarzda vermek, biraz da vatandaşlarımızın çok rahat anlayabilmesi açısından daha isabetli olacak. Mesela, 1995 yılında 12 milyar dolarlık bir kaynak, iç ve dışborç faizlerine aktarılmış; bu, 1996'da 18 milyar dolara yükselmiş; 1997'de 15 milyar dolara düşmüş, yani, 3 milyar dolarlık bir düşüş var; 1997 yılında Refahyol iktidarının işbaşında olduğu da hepinizin malumu. 1998 yılında bu rakamın 23 milyar dolara yükseldiğini; 1999'da 24,7 milyar dolara yükseldiğini; 2000 yılında da, ödenecek olan miktarın, 42-43 milyar dolara yükseleceğini açıkça görüyoruz. Yani, Türkiye, maalesef, 1995-1999 döneminde iç ve dışborç faizi olarak 92 milyar dolar transferde bulunmuş; borç, faiz transferi. İçborç faizi olarak 1995-1999 döneminde transfer edilen rakam 81 milyar dolar.

Ancak, bankacılık kesiminin aldığı paya baktığımızda; bugün, bankacılık kesimi, aşağı yukarı, devlet senetlerinin yüzde 85-86'sını alıyor, son üç, beş yılın ortalaması bu; ama, tasarruf sahibinin 1999 yılında aldığı pay sadece 1.3. Dolayısıyla, 1995-1999 döneminde banka kesimine 68 milyar dolar faiz transferi yapılmış. Gerçekten, bu tablo ürkütücü bir tablo ve Türkiye'nin hangi noktada olduğunu da açıkça gösteriyor.

Bakınız, 1995-2000 yılı sonu itibariyle eldeki rakamları topladığımızda 134 milyar dolarlık bir faiz transferi yapmış olacağız; içborç faiz transferi olarak, 121 milyar dolara tekabül ediyor ve bu rakamın içerisinde sadece banka kesimine transfer edilen rakamın 102 milyar dolar olduğunu görüyoruz; yani, 1995'ten 2000 sonuna kadar, bankacılık kesimi, tam 102 milyar dolar faiz geliri elde etmiş olacak. Zaten, bunun 68 milyar dolarını fiilen elde etmiş durumda.

Ortada, gerçekten ürkütücü bir tablo var. Bugün, ödediğimiz faiz rakamına baktığımızda, vatandaştan aldığımız 100 liralık verginin 88 lirası faize gidiyor. Belki, gelecek yıl vergi gelirleri de yetmeyecek. Bu 88 liranın 84 lirası da maalesef banka holdinglerinin kasasına giriyor.

BAŞKAN – Efendim, süreniz bitmek üzere, toparlar mısınız.

SAİT AÇBA (Devamla) – Toparlıyorum. Teşekkür ediyorum.

Dolayısıyla, banka holdingleri daha da güçleniyor ve siyasete de, bir bakıma damga vuruyor, siyaset üzerinde etkileyici rol oynadığını açıkça görebiliyoruz.

Bakınız, günde 58 trilyon lira faiz ödüyoruz, dile kolay. Bugün, pek çok bakanlığın 1 günlük bütçesi, 2 günlük bütçesi, 3 günlük bütçesi; çoğu bakanlıkların bütçeleri; ama, bir taraftan vatandaşımızın alın teri olan birtakım kaynakları kendilerine iade etme noktasında ketum davranıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen toparlayın efendim.

SAİT AÇBA (Devamla) – Toparlıyorum.

Hazineden sorumlu Sayın Bakana özellikle arz etmek istiyorum; bakınız, bugün şekerpancarı söküm avansı konusunda, çiftçimiz büyük bir beklenti içerisinde. Yine, fındık konusunda 80 trilyon liralık bir kaynak kendilerine verilmedi. Yine, çay konusunda 70 trilyon liralık bir kaynak kendilerine verilmedi. Çeltikle ilgili olarak, mısırla ilgili olarak da beklenti var. Toplam olarak, aşağı yukarı 160 trilyon liralık bir kaynak var. Bu kaynak neye tekabül ediyor; şu anda ödediğiniz 3 günlük faize tekabül ediyor. Ödediğiniz 3 günlük faize tekabül eden, çiftçinin alın terinin, alın teri olarak tahakkuk eden değerlerin de bir an önce, bayramdan önce çiftçiye verilmesi lazım. Dolayısıyla, çiftçinin de huzur içerisinde bayramı geçirmesi lazım.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Açba.

Pamuk parasını unuttunuz efendim!..

Şimdi, şahısları adına, Yozgat Milletvekili Sayın Mehmet Çiçek; buyurun efendim.

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) – Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; 293 sıra sayılı kanun tasarısının 18 inci maddesi üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum. Sizleri ve saygıdeğer milletvekillerimizi, milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Ülkemizin içerisinde bulunduğu siyasî, iktisadî, kültürel ve ahlakî problemlerin temelinde, ekonomik istikrarsızlık yatmaktadır. Türkiye, bugün, ekonomik darboğazın içine girmiştir, borç batağının içerisindedir. Bataklıkta, her geçen gün, biraz daha batmaktayız. Artık, borç alacağımız ülke kalmamıştır.

IMF'nin yağlı ipi boynumuzdadır. Bu kuruluş, istediği zaman, ipi sıkmakta, istediği zaman gevşetmektedir. Dış borcumuzun faizini bile karşılayamamaktayız. İç borçlarımızın durumu, dış borçlarımızdan daha kötüdür. Ülke, adeta, tefecilerin elindedir. Bir gecelik repo faizi, yüzde 65 oranındadır.

2000 yılı bütçesini önümüzdeki günlerde görüşeceğiz. Yatırımlar durmuştur, ihalesi yapılan yatırımlara ödenek ayrılamamıştır. Akıl almaz bir uygulamayla faiz, repo cazip hale getirilmiştir. Bu sebeple, insanlar evlerini, işyerlerini, fabrikalarını satıp, bankalara koşmaktadırlar. Birkaç gün öncesine kadar, tüccar küçücük bakkaliyesinden kazandığı paranın vergisini veremediğinde takibe uğrarken, bir gecede milyarlar, hatta trilyonlar kazananlardan vergi bile alınmıyordu. Yeni Vergi Yasasında faizden ve kıymetli kâğıtlardan vergi alma düzenlemesini yaptığı için, hükümetimizi kutluyorum, teşekkür ediyorum.

Elbette, problem, bugünün problemi değildir; yıllardır devam eden kötü kanunların ve kötü yönetimlerin biriktirdiği bir kamburdur. Bu faiz batağından kurtulmanın yolu, elbette vardır; kurtulmanın yolu, ekonomimizin özkaynaklarını faiz yerine ticarete yönlendirmektir. Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de, İsra Suresinde, bize, ticarî konuda bu talimatı veriyor; alışverişi helal, haksız kazancı, ribayı, karaborsayı haram kılıyor. Ayette, ticaret teşvik ediliyor; riba, haksız kazanç kötüleniyor. Elbette, riba, haksız kazanç da bir ticarettir, alışveriştir. Haksız kazanç, darda, zorda kalmış kimsenin, tüccarın aldatılması, kandırılması veya köşeye sıkıştırılmasıdır; darda kalmış borcunu ödemeyen insanın insafsızca, merhametsizce istismarı söz konusudur. Ticarette ise, taraflar, kârda, zararda ortak olurlar; elinde olarak veya olmayarak bir zarar söz konusuysa, bu zararı, parayı veren de parayı kullanan da hisseleri miktarında karşılamalıdır...

BAŞKAN – Sayın Çiçek, toparlayın efendim.

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) – Böylelikle, ticarette adaletsizlik, haksızlık ortadan kalkar; mevduat sahibi, oturduğu yerden hiç riske girmeden para kazanamaz.

Saygıdeğer milletvekilleri, Marmara'da deprem oldu; canlar gitti, ocaklarımız söndü, fabrikalar tarumar oldu, fabrikalarımızın bazılarından bir çöp bile kurtarılamadı; ekonomimizin, sanayimizin gözbebeği bölgemiz perişan oldu. Size soruyorum, işadamlarımızın kredi aldığı bankalar veya bu krediyi bankaya yatıran mevduat sahipleri zarar gördüler mi? Görmediler; belki tahsilatta biraz geciktiler. Şimdi, işadamları ellerinde olmadan başlarına gelen felaketten dolayı, bankalara "kâr ediyordum, benden paranı faizle tahsil ediyordun, şimdi, zararımda aynı şekilde ortak ol" deme hakkına sahip midir; hayır, mümkün değil... Üstelik devletin garantisi altındadır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayın efendim, lütfen...

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) – Tüccar, sanayici devletin garantisi altında değil; ama bir grup tefeci ne olursa olsun zarardan...

BAŞKAN – Sayın Çiçek, siz 19 uncu maddede de söz aldınız siz toparlayın, oradan devam edersiniz.

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) – Tamam efendim, bitiriyorum cümlemi.

...zarardan zerrece etkilenmiyor, bu şartlarda siz sanayici olur musunuz? Siz, işyeri açar mısınız? Siz işçi çalıştırma, sigorta ödeme riskine girer misiniz?

Öbür maddede konuşmama devam edeceğim, saygılarımla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çiçek.

Madde üzerinde görüşmeler tamamlanmıştır.

18 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

19 uncu maddeyi okutuyorum efendim.

MADDE 19. – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu?.. Yok.

Şahsı adına, Yozgat Milletvekili Sayın Mehmet Çiçek; buyurun efendim.

MEHMET ÇİÇEK (Yozgat) – Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.

İçerisinde bulunduğumuz ekonomik krizin giderilmesinde elbette çareler vardır demiştik. Bankaların kâr-zarar ortaklığına dayalı finans kurumlarıyla mukayese edilmesi suretiyle bankacılığın yerine kâr-zarar ortaklığının geliştirilmesi, ülkemizin ekonomik darboğazdan kurtuluşunun temel sebeplerindendir diyoruz.

Günümüzde, başta Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere gibi gelişmiş Batı ülkeleri olmak üzere, pekçok ülkede faaliyet gösteren ve literatüründe faizsiz banka olarak adlandırılan malî kuruluşlar, klasik bankalara göre çok yeni olmalarına rağmen, atıl kaynakları harekete geçirerek ekonomiye kazandırdıkları başarı nedeniyle, giderek benimsenmekte ve yaygınlaşmaktadır.

Modern anlamda faizsiz bankacılığın ilk ciddî uygulaması 1977 yılında başlamıştır. Türk ekonomisinde köklü yapısal değişim ve dönüşümlerin gerçekleştirildiği 1980'li yılların başlarından itibaren, sistem dışı kalmış kaynakların harekete geçirilebilmesi için, malî sektörde önemli reformlar yapıldığı malumunuzdur. Yabancı bankaların faaliyetlerine ilişkin prosedür kolaylaştırılmış, Bankalar Kurulu kararnamesiyle, faizsiz esasa göre fon toplayan ve kullandıran kuruluşlar, özel finans kurumları faaliyete geçmiştir.

Ülkemizde, bu sektörde, halen, kuruluş esasına göre, Albaraka Türk, Faisal Finans, Kuveyt Türk, Anadolu Finans, İhlas Finans, Asya Finans olmak üzere 6 kuruluş faaliyet göstermektedir.

Özel finans kurumları, ülkemizde ciddî bir sorun olan kayıtdışı ekonominin daraltılmasında önemli bir fonksiyon ifa etmektedirler. Bulunmuş finansman tekniğinin, bilhassa, giderlerini faturasız satan firmaların, bu sektörde finansman sağlamaları mümkün olmamaktadır. Özel finans kurumları, kaynaklarının bir kısmını döviz kazandırıcı hizmetlerin finansmanına, bir kısmını da küçük ve orta ölçekli firmaların yatırım malî ihtiyaçlarının karşılanmasına tahsis etmektedirler.

Sayın milletvekilleri, bu darboğazdan kurtulmakta olan ülkelerin ilk temel sorunu tasarruftur; tasarrufların yetersizliği ile döviz açığıdır. Ekonomik kalkınmasını henüz tamamlamamış olan ülkemizde de, yukarıda söylediğimiz gibi, temel sorunların başında kaynak yetersizliği gelmektedir. Kaynak yetersizliği nedeniyle, ülkemizin ekonomik kalkınmasında hayatî önem taşıyan projelerin gerçekleşmesinde, arzu edilen sonuçların alınmadığı bilinen bir gerçektir. Tüm destek ve kolaylıklara rağmen, yüzyılı aşkın bir geçmişi olmasına rağmen, Türk bankacılık sektörü, tasarruflarının tamamını ekonomiye yönlendirememektedir.

Sayın milletvekilleri, ekonominin ahlakla çok sıkı ilişkisi vardır. Ahlakî değerlerin öne çıktığı bir toplumda, ticaret, bir ibadet olarak telakki edilmiştir. Ticaret teşvik edilmiş, tüccarlarla şehitler eşit görülmüştür. Hatta, İslam dininin ve İslam ahlakının dünyaya yayılmasında, bu tüccarların hissesi, ordularınkinden kat kat daha büyüktür. Bu anlayışta, zengin, fakire veya borçluya yardım ettikçe yücelir.

Şimdi, sizi bir dünyaya götürmek istiyorum: Borçlu bir tüccar var, bu tüccarın sıkıntısı, hemen, komşuları tarafından kendiliğinden fark ediliyor. Kendisine sorulmadan, komşuları ve arkadaşları toplanıyorlar, ona karşılıksız borç para veriyorlar. Hemen vakıflar harekete geçiyor, toplanan zekâtlar borçluya ulaştırılıyor, borcundan kurtarılıyor ve parası olan birisi borçlunun kapısını çalıyor "sen sıkıntıdaymışsın, al bu parayı; para benden emek senden ortak olalım" diyor. Bu toplumda, bankaya, finans kurumuna, tefeciye gitme ihtiyacı duyulur mu?! Olmaz mı; böyle günleri, dönemleri yaşadık. Bu yardımlaşma, yakın tarihe kadar, tüccarımızın kendi arasında uyguladığı bir unsurdur. Şimdi ne mümkün! Türk parasıyla borç verme kalktı; borç istediğinizde, dolar, mark veya altın alıyorsunuz; kimse kimseye borç vermiyor, gecelik repoda kazancı, yüzde 60; niye versin?!

Sayın milletvekilleri, ülkemizi düzeltmeye çalışırken, ülkemizin ticarî ahlakını da düzeltmek, eğitmek mecburiyetindeyiz. Bankalarımız, faiz yerine yatırımlara yönlenmeli, ülkemizin ihtiyaç duyduğu temel yatırımların ortağı olmalıdır. Böylelikle, toplum, mevduat, sanayi ve ticarete yönelecek ve ülke ekonomisinde canlanma olacaktır. Para, belli ellerde toplanmayacak, karteller, tröstler oluşmayacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çiçek, toparlayın lütfen.

MEHMET ÇİÇEK (Devamla) –İnsanların gözyaşı, ıstırabı, acı ve eleminin karıştığı para yerine, alınteri ve emeğinin karıştığı para olacaktır.

Bu sebeple, ülkemizde ve Batıda olduğu gibi, bankalar nezdinde, ülkemizin huzura ve saadete kavuşmasını diliyor ve çıkacak kanunun, ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyorum, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çiçek.

Şimdi, söz sırası, Tokat Milletvekili Sayın Ali Şevki Erek'te; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Bankalar Yasasındaki değişikliğin son maddesi üzerinde kişisel görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyeti sevgi ve saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlarım, bu kanun tasarısının müzakeresini bitirirken, Türkiye'deki bir kısım işlerin, hangi sebepten zora sokulduğunu, hatta, çıkmaza girdiğini, çok esaslı bir biçimde, gösterge şeklinde görmenin bir delili olarak görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım -daha evvelki konuşmalarda da bu konu, Yüce Heyete izah edildi- şunu söylemek istiyorum: Sadece ve sadece 23 Haziran 1999'da Resmî Gazetede neşredilen Bankalar Yasasındaki o zamanki değişikliğe -yani, 4389 sayılı Kanuna- tekaddüm eden günlerdeki Meclis müzakereleri zabıtlarını ve yetkililerin -Sayın Başbakanımızın, sayın bakanlarımızın hatta zaman zaman sayın bürokratların- basına intikal eden beyanatlarını inceden inceye tetkik etmekte, en azından geleceğimizi yönlendirmek bakımından bir fayda olduğu kanaatini taşıyorum. Gerçekten, 23 Haziran öncesi, bu Mecliste, Bankalar Yasa Tasarısını görüşürken, tüm yetkililer ve değerli iktidar partilerimizin mensupları, bu yasanın çok acilen çıkarılmasının gerektiğini önemle vurguladılar, bununla da iktifa etmediler; her türlü derde deva olacağı konusunda, bıkmadan usanmadan, bu kanunun bir an evvel çıkarılmasını söylediler; ne zaman, 23 Haziran 1999'dan evvel. Öyle bir hale geldi ki vatandaş ve bizler, Türkiye'deki ekonomik sistemin, bankalar sisteminin düzeltilmesi, Türkiye'deki dengelerin yerine oturtulması, bu Bankalar Yasasının değişikliğiyle kaimdi.

23 Haziran 1999'da, bu Kanun Resmî Gazetede neşredildi. O zamanki düzenlemeye göre kurulacak Banka Düzenleme ve Denetleme Yüksek Kurulunun da 23 Eylül 1999 tarihine kadar kurulması ve göreve başlaması gerekliydi. Tüm kamuoyu, tüm ilgililer, tüm yetkililer, kanunun çıkmasıyla beraber, kendilerini 23 Eylül 1999'a göre ayarladılar. Niye; sistem sahipsizdi, bankaların, acilen, çok önemli bir biçimde ele alınması gerekliydi; bunun için yeni bir yasa çıkarılmıştı, bu yasanın öngördüğü heyet de hemen göreve başlayıp, Türkiye'nin ihtiyacı olan acil önlemleri almalıydı. Herkesin gözü, tam üç ay heyetin kurulmasına aplike oldu, ayarlandı; fakat, 23 Eylül geçti, o heyet kurulamadı. Kanun, hiçbir şekilde uygulama imkânına sahip olamadı. Hemen akabinde, mevcut Kanunun, bugün görüşmekte olduğumuz yeni ikinci dikişi, değişikliği gündeme geldi.

Değerli arkadaşlarım, bu, yanlış bir yöntemdir. Bunun devlet yöntemiyle ilişkisi yoktur. Bankalar sistemi -evvelini ve öncesini söylemiyorum- çok açık söylüyorum, 23 Haziran 1999 tarihinden şu ana kadar, en azından muallakta kalmıştır ve sahipsiz kalmıştır.

BAŞKAN – Sayın Erek, süreniz bitmek üzere; lütfen toparlar mısınız.

ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) – Sayın Başkanım, toparlayacağım.

İki noktaya temas edeceğim. Bakınız, meselenin sahipsiz kalmasının sonuçları, Türkiye için, hangi büyük ağırlığı gösteriyor.

Dün, Ankara Ticaret Odasını ziyaret ettik. (DSP sıralarından "Niye?" sesi) Yeni seçimlerinden dolayı tebrik etmek için efendim. Çok güzel sordunuz, onu da söyleyeyim.

Değerli arkadaşlarım, tam bir yıl zarfında, Ankara'da kepenk kapatan işyeri sayısı 7 000. Bir yıl zarfında, Çek Kanununa muhalefetten, çeklerin ödenmemesinden dolayı takibata uğrayan ve ceza alan esnaf adedi 16 500...

(Mikrofon otamatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) – Sayın Başkanım, bitiriyorum.

BAŞKAN – Lütfen toparlayın efendim.

ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) – Böyle bir sistemde, böyle bir ekonomik kaos içerisinde, bankalar sistemiyle bu derece layüsel bir biçimde oynamanın fevkalade isabetsiz olduğunu ve bu sürecin, bu isabetsizliğin bir tescili olduğunu burada vurguluyorum.

Her türlü handikabına rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetim yetkisinin bir tarafa bırakılmasına rağmen, layüsel kurullara dünyanın en büyük yetkilerinin verilmiş olmasına rağmen, bu kanunun, yine de -inşallah- Türkiye Cumhuriyetine ve bankalarımıza hayırlı ve uğurlu olmasın diliyor, Yüce Heyeti sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erek.

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Sualim var Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Değerli Başkanım, yürütmeyi imkânsız kılan bir madde var zannediyorum; yürütme maddesini de doğrudan ilgilendiriyor.

Aracılığınızla, Değerli Bakanımdan ve Komisyon Başkanımdan şu suallerin cevaplandırılmasını diliyorum: 3 üncü maddenin (b) bendinde, yürürlükten kaldırıldığı ve belli süreye kadar uygulanmasına devam edildiği düzenlemelerden kasıt, acaba, yasanın 17 nci maddesinde ilga edilen düzenlemeler midir? Bu bir.

İki; mutlak şekilde bir maddeyle yürürlükten kaldırılan hükümlerin, ondan sonra belirli bir süre uygulanmasına devam olunabilir mi; bu, hukuken nasıl mümkün olabiliyor?

Üç; yasama organı, yürütme organının kaç maddeden ibaret olduğu belli olmayan meçhul kararına, yürürlük gücünü nasıl tanıyabilir? Müzakere etmediğimiz, oylamadığımız Bakanlar Kurulu kararının, Bankalar Kanununun bir unsuru olması nasıl kabildir? Acaba, bu açıklama ve hukukî zaruret karşısında, İçtüzüğümüzün 89 uncu maddesi işletilebilecek midir, geri çekilebilecek midir?

Teşekkür ediyorum; sağ olun.

BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum.

Sayın Erek, buyurun efendim.

ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) – Sayın Başkanım, biraz evvel, bir değerli arkadaşım Sayın Bakanımızdan bir soru sordular. Daha evvel bir bankanın özelleştirilmesi dolayısıyla, iki adet isim hakkının, 70'er milyon dolardan, Hazineye 140 milyon dolar kazandırdığını; geçen dönemde 6 banka lisansının bilaücret verildiğini; banka lisanslarının, acaba, bir ücrete bağlanarak, Hanizeye, en azından, bugünkü hesaplarla 300-400 milyon dolar kazandırılıp kazandırılmayacağını sordular. Sayın Bakanımız, bu konuya cevap lütfettiler. Aflarına sığınıyorum, anlayamadım; ben soruyu tekrarlıyorum: Yeni banka lisanslarının verilmesinin –banka açmaya gerekli görülen tüm şartları haiz olma saklı kalmak kaydıyla– bir ücrete bağlanması Hazinenin yararına mıdır, değil midir? Bundan sonraki uygulamalarda böyle bir şekli ihtiyar etmemelerinin gerekçesini şu anda kısaca söyleyebilirler mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Bakan, buyurun.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Efendim, 6 banka, mevduat bankası değildir; bunlar, kalkınma ve yatırım bankası tipinde bankalardır, mevduat kabul etmemektedir.

Türk bankacılığı yeteri kadar bölünmüştür. Türk bankacılığının aktif toplamı 114 milyar dolar civarındadır ve bunun örnekleri vardır, arkadaşlarımız da söyledi. Dünyadaki banka büyüklüklerine baktığımızda, bunun tamamı bir banka olabilecek aktif büyüklüğündedir. Onun için, para kazanmak için, Hazineye gelir sağlamak için, banka isimlerini ihaleye çıkarıp böyle bir uygulamaya geçilmesini kesinlikle düşünmüyoruz. Biz, mevcut bankalarımızın sağlıklı hale gelmesi, sistemin iyi işlemesi ve sistemin büyümesinden yanayız; bizim görüşümüz bu. Tabiî, kendileri iktidara geldiğinde, bunları satmaya, isim haklarını satmaya devam edebilirler.

Sisteme giriş için bir pay öngörülüyor; yani, önümüzdeki dönemde mevzuatımız buna imkân vermektedir; bu uygulanabilir. Şu anda yeni banka izinleri Hükümetimiz tarafından düşünülmemektedir; bunlar, Kurumun faaliyete geçmesiyle gündeme gelebilecektir. O dönemde de, sisteme giriş payı dediğimiz belirli bir rakam konulacaktır ve bunun alınması mümkün olacaktır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın İyimaya'ya cevap vermediniz efendim.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Efendim, o konuda bizim görüşümüz şudur: Söylediğim gibi, özel bir dönemde çıkarılmış mevzuattır, kanun gücünde olduğunu düşündüğümüz için, kanunla iptal edilmesi gerektiğini düşündüğümüz için buraya koyduk.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim.

ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Erek, buyurun.

ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) – Efendim, bir cümle söyleyeceğim. Sayın Bakanımıza bu soruyu tevcih ederken, Türkiyemizdeki 75 bankanın bir İspanyol bankası cesametinde olmadığını bilerek sordum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

A. TURAN BİLGE (Konya) – Bakan da söyledi zaten.

ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) – Bunu bilerek sordum; yani, biz, hemen, banka isimlerini açıp da bankalara izin vereceğiz; 75'i, 100'e çıkaracağız anlamında söylemedim.

BAŞKAN – Efendim, müsaade ederseniz, Sayın Söylemez sualini sorsun.

Bir dakika efendim... Karşılıklı konuşmayın...

Sayın Söylemez, buyurun.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Gerçekten, bir banka lisansının 50 milyon dolar ilâ 70 milyon dolar ettiği Türkiye'nin finans piyasasında bedava banka lisansı verilmemesi, bunun bir ücrete bağlanması sağlıklı olur diye düşünüyorum. Biz, bunu yaptık; Hazineye gelir sağladık; bundan mutluyuz.

Şimdi, Sayın Bakandan iki sorum var; bir, Türk bankacılık aktif toplamının 114 milyar dolar olduğunu söyledi; biz, bunun 133 milyar dolar civarında olduğunu biliyoruz Bankalar Birliği verilerine göre; hangisi doğrudur?

Bir de, fondaki bankaları ne zaman faaliyete geçirip piyasaya sürecekler ve aktif hale getirecekler? Yoksa, bu fondaki bankalar daha uzun süre fonda kalacaklar mı?

BAŞKAN – Sayın Seven, lütfen, kısa ve öz; son sözdür sizinki...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma sormak istiyorum:

Biliyorsunuz, 3182 sayılı Bankalar Kanununda cezalara ilişkin özel hükümler bulunmaktaydı. Şimdi, bu yasayla, Türk Ceza Kanununda yer alan cezaların bankacılık alanında aynen uygulanması hususu getirilmiştir. Bu manada yapılan yeknesaklıkla, acaba Ceza Kanunundaki hükümlerin uygulanması mı amaçlanmıştır?

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Seven.

Sayın Bakan, lütfen...

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Efendim, Sayın Söylemez'in söyledikleri... Türk bankacılığı, Türk lirası üzerinden işlem gördüğü için, Türk Lirası üzerinden aslında konuşmak lazım ve döviz kurlarına göre, hangi tarihteki rakamlara bakıyorsanız, ona göre durum değişebilir.

Fondaki bankalar ne zaman satılacak? Fondaki bankalar, gayet tabiî, piyasa koşulları uygun görüldüğünde satılacak; en uygun fiyatın alınabileceği iç piyasada ve dış piyasada koşullar oluştuğunda bunlar satılacak. Biliyorsunuz, bütün dünya global krizden yeni çıkmak üzere. Global kriz içinde bunları piyasaya süremezdik; sürsek de, belki, yeterli, bizim öngördüğümüz fiyatlardan alıcısını bulamayabilirdik; ama, ortam müsait olduğu ilk anda bunlar elden çıkarılacaktır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, 19 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

Tasarının tümünü oylamadan önce, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, oyunun rengini belirtmek üzere söz isteyen üyelere söz vereceğim.

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?..

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Vazgeçtim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Kocaeli Milletvekili Sayın Turhan İmamoğlu?..

M. TURHAN İMAMOĞLU (Kocaeli) – Vazgeçtim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; hayırlı olsun efendim.

Sayın Bakan teşekkür konuşması yapmak istemiştir.

Buyurun Sayın Bakanım. (DSP sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Bankalar Kanunu değişiklik tasarısının Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilmesi nedeniyle Genel Kurula teşekkür için huzurunuzdayım.

Bu arada, bana sorulan sorulardan yazılı cevap vereceğimi söylediğim konularla ilgili cevapları da takdim etmek istiyorum. Birincisi, Sayın Ayhan, fondaki bankalar için ne miktarda para ayrıldı diye sormuşlardı. Fonda şu anda, bildiğiniz gibi, üç bankamız var ve bu üç bankaya iştirak payı olarak, yani sermaye payı olarak fondan toplam 231 trilyon para verilmiş; mevduat olarak da 394,7 trilyon, toplam 625,9 trilyon verilmiş durumda efendim.

Sayın Polat'ın sabahtan iki sorusu vardı, onları da söyleyeyim. "Özel finans kurumlarına, mevzuat düzenlenecek gerekçesiyle şube açma izni verilmemektedir, ne zaman verilecek" diye soruyordu. Yeni kanunla birlikte Bankalar Kanununa tabi hale getirilen özel finans kurumları, bankalar gibi şube açabileceklerdir. Onlar ne kurala tabiyse, özel finans kurumları da şube bakımından aynı kurallara tabi olacaktır.

Sayın Aslan Polat bir diğer sorusunda, "bu yeni kanunla özel finans kurumlarıyla ilgili sırlar, bankacılık sırrı kapsamında değerlendirilecek midir" diye soruyordu. Anılan tasarının yasalaşmasıyla birlikte, özel finans kurumlarının, bankaların tabi oldukları ilgili ceza maddelerine tabi tutulması nedeniyle, bu kurumlara veya müşterilerine ait sırların bankacılık sırrı kapsamında değerlendirilmesi ve bu tip sırların ifşa edilmesi halinde, Kanunun 22 nci maddesinin 8 numaralı fıkrasının uygulanması mümkün hale gelecektir. Bu iki soruyla ilgili cevaplarım da bunlar.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu Kanunun görüşmeleri sırasında değerli arkadaşlarımın uyarıları oldu. Elbette ki, Yasanın uygulanması sırasında, bunlar, uygulayıcılar için yön gösterici olacaktır. Bu nedenle, bu katkılarından dolayı sayın milletvekili arkadaşlarıma ayrı ayrı şükranlarımı sunuyorum.

Ayrıca, burada, kanun tasarısının hazırlanmasında görüş bildirerek katkıda bulunan, başta Türkiye Bankalar Birliği olmak üzere, meslek kuruluşlarına da, Hükümetimiz, sizler ve şahsım adına teşekkürlerimi sunuyorum.

Buradan şuraya geçmek istiyorum: Bazı arkadaşlarımız, ilgili kurumların, özellikle Bankalar Birliğinin farklı görüşte olduğunu söylediler. Kendileri, bütün toplantı boyunca, genel sekreterleri vasıtasıyla, bizimle beraberdiler. Ayrıca, bugün, bu çıkacak olan kanunla ilgili diğer mevzuat düzenlemeleri için de Bankalar Birliğinin yetkilileriyle sabahleyin Hazinede bir araya geldik. Buraya katılan kişileri de söyleyebilirim; çünkü, bana intikal eden birtakım duyumlara göre kamuoyunda birtakım şeylerden bahsedilebiliyor. Bununla ilgili -izin verirse Sayın Başkanım- onları da söyleyeceğim.

Bakın, sabahleyin toplantıya katılan Hazineciler: Bankacılıkla ilgili Müsteşar Yardımcısı Teoman Kerman, Banka Kambiyo Genel Müdürü Adnan Yaylacı, Banka Kambiyo Genel Müdür Yardımcısı Binnur Berberoğlu, Banka Kambiyo Daire Başkanı Nejat Yüzbaşıoğlu; Bankalar Birliği yetkilileri: İş Bankası Genel Müdürü ve Türkiye Bankalar Birliği Başkanı Ersin Özince, Pamukbank Genel Müdürü ve Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Orhan Emirdağ, Yapı Kredi Bankası Genel Müdürü ve Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Naci Sağın, Eximbank Genel Müdürü ve Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Kılıçoğlu, Halk Bankası Genel Müdürü ve Türkiye Bankalar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Yenal Ansen, Türkiye Bankalar Birliği Başhukuk Danışmanı Prof. Seza Reisoğlu, Türkiye Bankalar Birliği Genel Sekreteri Ekrem Keskin ve Türkiye Bankalar Birliği Bankacılık Araştırma Grup Başkanı Abdullah Taşçıoğlu.

Şimdi, Hazine Müsteşarlığında yapılan ve dedikodusu bize ulaşan toplantıda ne çalışma yapıldı, bunu söyleyeyim. Bankalar Kanunu değişikliği gerçekleştiği takdirde birtakım yeni idarî düzenlemeler gerekiyor. Bunlardan birincisi, halen mevcut kredi karşılıkları kararnamesinin yerine, yeni bir kredi karşılıkları kararnamesi getirilmesi. Bu toplantıda, bu kredi karşılıkları kararnamesinin temel ilkelerini kendileriyle tartıştık. İkincisi, iki tane tebliğ üzerinde tartıştık. Bunlardan birincisi, bankalarımızın sermaye yeterliliğiyle ilgili tebliğimiz; ikincisi de, yabancı para-döviz pozisyonuyla ilgili tebliğimiz. Bu üç idarî mevzuat konusunda bankalarımızın uyacakları esaslara ilişkin düzenlemelere ek olarak, bunlara ek olarak, bildiğiniz gibi, konsolide malî tablolarla ilgili yeni düzenlemeler getiriyor kanunumuz. Yine bu toplantıda, konsolide malî tablolar esas alınarak bu döviz pozisyonu ve sermaye yeterliliği rasyolarının hesaplanmasına ilişkin ilkeler üzerinde konuştuk.

Görüşmeler sırasında, ayrıca, bankacılık kesiminde, Bankalar Kanunu değişiklik tasarısının Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesi nedeniyle, bu tasarı yasalaşır yasalaşmaz bir operasyon yapılarak bazı bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredileceği şeklinde yaygınlaşan dedikodular kulağımıza geldi. Onun için, şunları söylemek istiyorum: Bankacılık kesiminde operasyon yapılması için Bankalar Kanunundaki bu değişikliğin yapılmasına gerek yoktu. Bu tür bir operasyon yetkisi, bankacılık düzenleme ve denetleme organlarının -ki, şu anda Hazinede bu yetki- elinde her zaman var oldu ve bundan sonra da var olacaktır. Bankalar Kanunu değişikliğiyle getirilen yeni düzenleme, en geç Ağustos 2000 sonunda faaliyete geçmesini öngördüğümüz, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun bu alandaki yetkilerine açıklık getirilmesini amaçlamaktadır.

Bazı çevrelerin ve bazı bankalarımızın şube yetkililerinin, diğer bazı bankalar hakkında bu tür dedikodular çıkararak, kendileri için öngörülen mevduat hedeflerine ulaşmak veya bu öngörülen hedefleri aşmak amacıyla, bankalarımız arasında, mevduat, nakil ve kaymalarına yol açtıkları anlaşılmaktadır. 1994 yılında da yaşanan bu tür yanlış davranışların, tasarruf sahiplerini tedirgin ederek sistemin bütününe zarar verdiği belirtilmiş ve Türkiye Bankalar Birliğimizin tüm üyelerinin şubelerini bu tür davranışlardan özenle kaçınmaları konusunda uyarmaları istenilmiştir. Bu uyarı, pazartesi günü, Türkiye Bankalar Birliği tarafından yapılacaktır.

Tüm vatandaşlarımıza, halen faaliyette bulunan tüm bankalarımızın, kamu gözetim ve denetimi altında olduğunu, tasarruf mevduatının yüzde 100 devlet güvencesinde bulunduğunu ve bu güvence üzerinde yeni bir düzenleme yapılmasının, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun faaliyete geçmesine kadar Hükümetimizce düşünülmediğini bir kez daha belirtmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime son verirken, tekrar hepinize teşekkür eder, Kanunun malî piyasalarımıza ve ekonomimize beklenen yararı sağlaması dileğiyle, Yüce Meclisimize en derin saygılarımı sunarım. (DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ederim efendim.

Önemli bir açıklama yaptınız, sağ olun. Piyasalar bu açıklamayı bekliyordu.

ALİ OĞUZ (İstanbul) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ALİ OĞUZ (İstanbul) – Sayın Bakandan sonra son söz milletvekilinindir.

BAŞKAN – Hayır efendim, Kanun çıktıktan sonra maalesef, olmuyor biliyorsunuz.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Bakan, fona intikal eden bankalarla ilgili bilgi verdi, teşekkür ederim. Benim sorum, fonun kurulduğu tarihten bugüne kadar hangi yıl, ne kadar ödeme yapıldığıydı?

BAŞKAN – Sayın Bakan, duydunuz değil mi efendim?

Sayın Ayhan'ın sualine tam cevap vermediğiniz ifade edildi; lütfen, yazılı cevap verirseniz...

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Yazılı cevap vereyim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Hayırlı olsun.

Sayın milletvekilleri, Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun müzakerelerine başlıyoruz.

2. – Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/577) (S.Sayısı: 292) (1)

BAŞKAN –Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım:

Raporun okunmasını kabul edenler_ Kabul etmeyenler_ Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Tasarının tümü üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Mehmet Dönen söz istemişlerdir.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA MEHMET DÖNEN (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına

(1) – 292 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporu üzerinde, Grubum adına söz almış bulunuyorum. Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Danıştay Kanununda ve İdarî Yargılama Usulü Yasasında yapacağımız değişiklikler, daha önce bu Meclisin kabul ettiği Anayasa değişikliğiyle ilgili uyum yasalarını içermektedir; yani, Danıştay Yasasını ve İdarî Yargılama Usulü Yasasını, değiştirdiğimiz Anayasaya uygun hale getirmektedir.

Değerli arkadaşlarım, burada, kısaca "tahkim" diye adlandırılan, Anayasanın 125 inci ve 155 inci maddelerini değiştirerek, ülkemizde çok önemli bir değişikliği gerçekleştirdiğimizi, Doğru Yol Partisi olarak, buradan söylemek istiyorum. Bu değişime, bu değişikliğe, Doğru Yol Partisi olarak, biz de katkıda bulunarak, ülkemizin önünün açılması yolunda çok önemli bir adım atılmıştır. Esasen, biz, Doğru Yol Partisi olarak, her zaman, çağın gereklerine uygun tasarılar buraya getirildiğinde, bunlara olumlu oy vereceğimizi ve bunlara olumlu katkıda bulunacağımızı, pozitif bir muhalefet yapacağımızı her zaman söyleyegeldik ve bundan sonra da bu tavrımızı devam ettireceğiz.

Değerli arkadaşlarım, hepimizin bildiği gibi, ülkemizin çok önemli ekonomik sıkıntıları var; bu ekonomik sıkıntıları aşabilmemizin temel koşulu, ülkemizin, dışarıdan, yatırımlara alacağı kaynakla doğru orantılıdır. Eğer, dışarıdan, çok önemli kaynakları ülkemize getirebilirsek ve bunları yatırıma dönüştürebilirsek, hem işsizliği hem enflasyonu, kısacası, fukaralığı yenmiş oluruz.

İşte, ülkemizin önüne getirilen bu konularda olumlu oy kullanarak katkı yapan Doğru Yol Partisinin, bundan sonra da, gelecek tüm olumlu yasalara, çağcıl yasalara olumlu katkıda bulunacağını her zaman buradan ifade etmeye devam edeceğiz; çünkü, değerli arkadaşlarım, o dönemde, hatırlarsanız, tahkimle ilgili görüşler iki blokta toplanmıştı; birinci blok, tahkimin, özellikle, ülkemizi sömürüye döndürecek bir unsur olduğunu, kapitülasyonların tekrar, yeniden hortladığını savunan grup; ikinci blok da, bu Tahkim Yasasının çıkmasıyla, bu değişikliklerle ülkemize çok önemli kaynakların geleceğini, akacağını savunan gruptu. Biz, burada, o dönemlerde de, bu yaptığımız değişikliklerin ulusal çıkarlarımızı zedeleyecek hiçbir tarafı olmadığını, fukaralığı yenmenin, enflasyonu yenmenin, işsizliği yenmenin dışa bağımlılığı daha çok azaltacağını savunduk ve bunun için de katkıda bulunduk. Yine, hükümetten gelen çok olumlu havaya; yani, Türkiye'ye büyük kaynaklar akacağı görüşüne de karşı çıktık ve eğer, biz, dünyada var olan değişimi iyi algılayamazsak, bu değişimin yükselen değerlerini iyi algılayamazsak, bu değerlere uygun yasal düzenlemeleri yapamazsak, özellikle, yabancı sermayenin ülkemize gelmesi ve yatırıma dönüşmesi mümkün olmaz dedik. İşte, bugün, bu görüş doğrultusunda, ülkemizin yabancı sermayeden gerektiği gibi pay almadığını hepimiz biliyoruz. 10-12 milyonluk Yunanistan bile 5 milyar dolar yabancı sermayeyi yatırıma döndürmesine rağmen, biz, 500 milyon yatırımı bile bulamaz hale geldik. Yabancı sermayenin ülkemize gelebilmesinin temel koşulu, dünyada var olan yükselen değerleri algılayarak ona göre davranmamıza bağlıdır. Bunlardan birisi, o gelecek olan sermayenin, ülkemizde, kendisini güvenli hissetmesine bağlıdır; yani, uluslararası tahkim dediğimiz, uluslararası hukuka göre, burada düştüğü bir anlaşmazlığı çözmesine bağlıdır; öyle olmasa gelmez; eğer, güven duymazsa gelmez; bunları, daha önce de buradan seslendirdik.

Değerli arkadaşlarım, bugün önümüze getirilen Danıştay Yasasında ve İdarî Yargılama Usulü Yasasında değişiklik yapan bu kanun tasarısı, Doğru Yol Partisi tarafından olumlu karşılanmaktadır. Ancak, biz diyoruz ki, bu tasarı önümüze geldiği günlerde, değiştirdiğimiz, Anayasanın 125 ve 155 inci maddelerindeki değişiklikle ilgili diğer değişiklikler de bütünüyle gelmeliydi. Yani, bir çerçeve içerisinde, daha önce de belirttiğimiz gibi, yap-işlet-devretle ilgili, Yargıtay Kanunuyla ilgili, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunuyla ilgili bütün uyum yasaları birlikte getirilseydi; burada, tümünü birlikte görüşseydik, kısa süre içerisinde bunları, bu uyum yasalarını çıkarsaydık, ülkemize gelecek olan yatırımların önünü açmış olurduk, daha çabuk açmış olurduk. Çünkü, biz, bu Mecliste geceyarılarına, hatta sabahlara kadar çalışarak, ülkemizin önünü açmak istiyoruz; geçmişin tartışmasını yapmak istemiyoruz Doğru Yol olarak. Biz, geçmişte, böyle, olumlu yönde bize katkıda bulunan muhalefet göremedik. Bakın, bugün, hepimiz, Avrupa Birliğine girmekten mutlu oluyoruz ve buna olumlu katkıda bulunmak istiyoruz; ama, değerli arkadaşlarım, bizim iktidar dönemimizde, gümrük birliğine girdiğimiz dönemlerde, bu kürsüden neler söylenildiğini tekrarlamak istemiyorum. O dönemlerde, bize, gerçekten, çok sert muhalefetler yapıldı; Kıbrıs satıldıdan, başka unsurlara kadar, büyük muhalefetler yapıldı; ama, biz, bunlara, o dönemde aldırış etmedik; çünkü, biz, çağı okuduğumuza, çağın gereklerini yaptığımıza inanıyorduk. Onun için, bugün, dünün muhasebesini yapmıyoruz.

Bakın, biz, bu Meclisten, yine, geçmişte, mutabakatla çıkarmaya çalıştığımız Özelleştirme Yasasıyla, Türkiye'ye çok büyük katkılarda bulunmak istedik. PTT'nin T'sini satmak istediğimiz dönemlerde, özelleştirmek istediğimiz dönemlerde, partiler arasında uzlaşma aradık. O zaman, ben, bir partinin temsilcisi olarak, o uzlaşma grubunun içindeydim. O dönemde, Anavatan Partisinden Sayın Işın Çelebi vardı, o zamanki Refah Partisinden Fehim Adak arkadaşımız vardı ve yine, o dönem milletvekili olan Bekir Sami Daçe arkadaşımız vardı. Oturduk, gerçekten, ülkemizin önünü açacak, ülkemizin o günkü tıkanıklıklarını aşacak bir yasal düzenleme yaptık ve Meclisin önüne getirdik; ama, biz, o dönemde, karşımızda, böyle, bizim gibi muhalefet yapan bir grup bulamadık. O zaman -1993'te- DSP'nin grubu yoktu; onun için, DSP'li bir arkadaşın adını vermedim. Yine, diğer arkadaşlarımızın grubu yoktu; onun için onların adını da vermedim.

Değerli arkadaşlarım, bakın, o dönemde, bizim PTT'mizin T'sinin bedeli 40 milyar dolarlarla ifade ediliyordu. Devlet tekeli olduğu için, başka bir tekel yaratmamak için, yüzde 49'unu satıyorduk ve yüzde 49'undan, biz, 19 milyar dolara yakın bir kaynak elde ediyorduk bu ülkeye. O zamanki içborç stokumuzun tamamı 8,5 milyar dolardı. Bakın, bugün, bütçeye baktığımızda, en büyük gider kalemi, içborç faizleri olarak; yani, transfer harcamaları olarak karşımıza çıkıyor. Eğer, o dönem muhalefet, bugün, bizim yaptığımızı yapsaydı, işte, bunlar olmayacaktı, Türkiye'nin içborç sorunu diye bir sorunu olmayacaktı, enflasyon sorunu diye bir sorunu olmayacaktı, Türkiye'nin, işsizlik diye bir sorunu olmayacaktı, ama, biz, o gün anlatamadık. (DYP sıralarından alkışlar)

Bizim, o günlerden yüreğimiz yaralı olduğu olduğu için, bugün, ülkenin önünü açacak her türlü yasaya olumlu katkı vermeye her zaman hazırız ve o zaman bizim çektiğimizi bugünkü iktidar partilerinin çekmemesi için elimizden geleni yapıyoruz.

Bu yasa tasarısına olumlu oy vereceğimizi buradan bildiriyorum; ancak, burada bir şeyi huzurunuzda tekrar etmek istiyorum: Bu tahkim yasasıyla birlikte, özellikle enerji dalında ve telekomünikasyon dalında çok önemli yatırımlar olacaktır. Bu yatırımlarda, özellikle ihale dönemlerinde, hükümetin çok dikkatli davranmasını buradan, tekrar etmek istiyorum. Bu kaynaklar dışarıdan gelse de, sonuçta, bu kaynakları yine bu millet ödeyecektir. Bu milletin, burada, haklarını savunan milletvekilleri olarak ve muhalefet partisi olarak, bu ihaleleri sonuna kadar takip edeceğimizden emin olmanızı istiyorum ve biz, bu ihaleleri takipte, bugün olumlu katkı yaptığımız yumuşaklığı göstermeyeceğiz. Daha ketum, daha sert olacağız ve buralarda yapılacak her türlü usulsüzlüğü kamuoyunun önüne bu Meclis kürsüsünden, yine o dönemlerde getireceğiz. Onun için, iktidar partisinin milletvekilleri ve özellikle, bu Meclisin içerisinden çıkardığı bakan arkadaşlarımızın çok dikkatli davranmaları gerekir. Kamuoyunda buna yönelik çok spekülasyon haberler var, çok dedikodular var. Biz, dedikoduya, spekülasyon haberlere hiçbir zaman prim vermiyoruz; ama, şunu herkesin bilmesini istiyorum ki, bunun takipçisi olacağız ve milletin haklarını burada sonuna kadar savunacağız.

Hepinize saygılar sevgiler sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dönen.

Söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Edirne Milletvekili Sayın Mustafa İlimen'de.

Buyurun Sayın İlimen. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA MUSTAFA İLİMEN (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Bilindiği gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 13.8.1999 tarihli ve 4446 sayılı Kanunla, Anayasanın 47, 125 ve 155 inci maddelerinde değişiklik yapmıştı. Bunlar arasında, 125 ve 155 inci maddelerde yapılan değişiklikler, doğrudan doğruya Danıştayı ve idarî yargıyı ilgilendirmektedir. Tasarı, bu konuda, Danıştay ve İdarî Yargılama Usulü Kanununda gerekli değişiklikleri yapmayı amaçlamaktadır.

Hatırlanacağı üzere, Anayasanın 125 inci maddesinde yer alan "İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır" hükmünden sonra, 4446 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle "kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde, bunlardan doğan uyuşmazlıkların, millî ve milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülmektedir. Milletlerarası tahkime, ancak yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklar için gidilebilir" hükmü eklenmiştir.

Yine, aynı kanunda, Anayasanın 155 inci maddesinde yapılan değişiklik sonucunda ikinci fıkra şu hale gelmiştir: Danıştay, davaları görmek, Başbakan ve Bakanlar Kurulunca gönderilen kanun tasarıları, kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında düşüncesini iki ay içinde bildirmek, tüzük tasarılarını incelemek, idarî uyuşmazlıkları çözmek ve kanunla gösterilen diğer işleri yapmakla görevlidir.

Tasarı, bu iki hükme dayanarak, ilgili kanunlarda; yani, Danıştay ve İdarî Yargılama Usulü Kanununda gerekli değişiklikleri önermektedir. Kısaca, Danıştayın kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında düşüncesini bildirmesi, tahkim yolu öngörülmeyen kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıkların ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda bırakılması, Danıştayın kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında düşüncesini, geliş tarihinden itibaren iki ay içinde bildirmesini, tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idarî sözleşmelerden dolayı çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaların, idarî dava türlerinden biri olduğu hususuna açıklık getirilmesini sağlamıştır.

Tasarıyla getirilmek istenenler incelendiğinde, kısaca, yaptığımız anayasa değişikliğine uyum yasalarını içerdiği, bu nedenle de üzerinde çok fazla tartışılmaması gerektiği inancındayız. Çünkü, Yüce Meclisimiz, ilgili anayasa değişikliğini büyük bir çoğunlukla kabul etmiştir.

Anayasamızın 125 ve 155 inci maddelerinde yaptığımız değişikliğin doğruluğunun dört aylık bir zaman zarfında daha iyi anlaşıldığı inancındayım. Geçen sürede, uluslararası tahkimin kapitülasyonla da sömürgeyle de bağımsızlığın kısılmasıyla da ilgisinin olmadığı anlaşılmıştır.

Türkiye, 1985'ten itibaren 66 ülkeyle yatırımların korunması ve teşvik anlaşmaları imzalamıştır. Bu anlaşmalar, yatırım uyuşmazlıklarının tahkim yoluyla çözülebileceğine ilişkin hükümler de içermektedir.

Ayrıca, Türkiye, uyuşmazlıklarda uluslararası tahkimi kabul eden bazı anlaşmaları da onaylamıştır. Bunların hepsi bir ihtiyaçtan doğmuştur. Altyapı yatırımlarına, enerji yatırımlarına gerekli kaynak, kendi ulusal olanaklarımızla sağlanamayacaktır. Bu durumda, bazı güvenilir yabancı şirketlerin Türkiye'de enerji alanında yatırım yapmalarını teşvik etmek, kendi ulusal çıkarlarımızın da bir gereğidir.

Dünya, hızlı bir değişim süreci yaşıyor. Küreselleşme, ülkeler arasındaki ekonomik sınırları hızla kaldırıyor. Sadece Türkiye'nin değil, günümüzde hiçbir devletin bu oluşumun dışında kalma lüksü yoktur. Ekonominin dinamiklerine ayak uydurmayan statik hukuk sistemlerinin çağımızda yaşama şansları da yoktur. Bu değer yargısı ulusal değil, evrenseldir. Kimse, çağdaş dünyayı yakalamakta olan Türkiye'nin önünü tıkamaya kalkışmasın. Artık, yerküre küçücük bir köy durumuna gelmiştir. Odamızın içindeki küçücük bir kutudan tüm dünya ülkelerinde olup bitenleri, yaşamın her alanında gereksinim duyduğumuz bilgileri, bizi ilgilendiren konuları birkaç tuşa basarak öğrenme olanağına kavuşmuş bulunmaktayız.

Bilimin, teknolojinin ulaşmış olduğu bu nokta, kendisini yaşatacak yeni kuralların konulmasını da zorunlu kılmaktadır. Bilim, teknoloji alanında ortaya çıkan bu gelişme, hukuksal alanda yeni düzenlemelerin getirilmesini kaçınılmaz duruma getirmektedir. Bilimin, teknolojinin seli çok hızlı akmaktadır. Bu selin önünde durmaya kalkanlar, çağın dışında kalacaklar, boğulacaklardır.

Uluslararası ilişkilerde bilgiyi, teknolojiyi, gücü elinde bulunduran, kuralları koymaktadır. Uluslararası kuralları koymanın yolu, bilgiye ulaşmaktan, bilgiyi, insanın yaşamında kullanmaktan, teknolojiyi elde etmekten, bilimsel buluşlardan geçmektedir. Artık, güçlü ordular besleyerek, uluslararası alanda etkin olma çağı bitmiştir. Güçlü teknolojiler, insanın yararlanabileceği araç-gereçler üretebiliyorsanız, evrensel boyutlarda iş yapma erkini ele alabilmektesiniz demektir.

İşte, tahkimle ilgili yaptığımız anayasa değişikliğine uyum niteliği taşıyan bu yasa tasarısı da, ülkemizin, hukuk alanında yapması gerekli değişikliklerin çok küçük bir parçasıdır. Bilgi çağında olduğumuz gerçeği göz önünde tutularak, ülkemizi lider ülke konumuna getirecek yasal düzenlemeleri yapacak azmin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde olduğunda inanıyor ve tasarının, hayırlı olmasını diliyorum.

Saygılarımla. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın İlimen.

Şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili Sayın Beyhan Aslan'da. (ANAP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Aslan.

ANAP GRUBU ADINA BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 125 ve 155 inci maddelerinde yapılan değişikliğe uygulama kabiliyeti kazandırabilmek, hayata geçirebilmek için, 2575 sayılı Danıştay Kanunu ile 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanununun ilgili maddelerinde değişiklik yapmamız hukukî bir zarurettir. Başka bir deyişle, değiştirdiğimiz Anayasa maddeleriyle uyum sağlamak için uyum yasalarını yapmak zorundayız. Anayasa değişikliği sırasında iradesini ortaya koyan Yüce Meclis, bu değişikliğe paralel yasaları da, aynı iradeyle ve konsensüs içerisinde çıkaracaktır.

Bugün çıkaracağımız yasayla, Danıştayın kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında düşüncesini, talebin Danıştaya gelişinden itibaren iki ay içinde bildirmesi; tahkim yolu öngörülmeyen kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelere ilk derece mahkeme olarak Danıştayda bakılması ve tahkim yolu öngörülen şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idarî sözleşmelerden dolayı çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaların, idarî dava türlerinden biri olduğu hususunda düzenleme getiriyor.

Değerli milletvekilleri, yabancı sermaye nasıl ki ülkemizde demokrasinin tüm kural ve kurumlarıyla işler olmasını, demokrasi standardının yüksek olmasını istiyorsa, aynı şekilde, bizim müteşebbislerimiz de yabancı ülkelerde teminat aramaktadır.

Bu yasal düzenlemeyle, hem yabancı sermaye hem de bizim yurtdışında 2 milyar dolar civarında yatırım tutarı bulunan ve çeşitli ülkelere dağılan Türk yatırımcıları da rahatlayacaktır. Özelleştirme, ekonomide akılcılıktır, doğru ve sağlıklı politikalara giden yolda bir araçtır; amaç ise, verimlilik ve istihdamdır, millî gelire katkıdır. Bu yasal düzenlemenin, vazgeçemeyeceğimiz özelleştirme gayretlerimize hız vereceğine dair inancımız da vardır.

Keşke, gerek anayasa gerekse yasal değişiklikler, yani, tahkim, yıllar önce mevzuatımızda uygulama alanı bulabilseydi, ekonominin önü açılabilseydi; Danıştay ve Anayasa Mahkemesinde açılan davalar, ekonominin önünü tıkamasaydı... Bugün geldiğimiz nokta, ülkemizin kalkınması için atılmış müspet bir adımdır.

Değerli milletvekilleri, gerek anayasa değişiklikleri gerekse yasal düzenlemelere karşı; yani, tahkime ilişkin mevzuata karşı çıkanların hiçbir hukukî gerekçeleri yoktur. Meseleye, ekonomik ya da teknik açıdan bakmak yerine, siyasî açıdan bakılmaktadır.

Tahkim yasası, uluslararası yatırımcıların ülkemize yönelik tereddütlerini giderecek önemli ve çağdaş bir düzenlemedir, dünyayı doğru okumaktır, ülkenin menfaatının nerede olduğunu görmektir. Tahkime karşı çıkanlar, dünyadaki gelişim ve değişimi doğru okumayanlardır.

Türkiye, uluslararası sermaye için yatırımcı gözüyle bakıldığında, dünyanın en cazip ülkelerinden biri olduğu halde, yıllardır, içe kapalı hukukî mevzuatımızın gereği, yabancı sermaye ülkemize itibar etmemiştir. İçe kapalı hukukî mevzuatımızın gereği yanında, maalesef, her zaman değişime karşı, yeniliğe karşı tepki gösteren zihniyet de var olmuştur.

Dünyadaki değişime paralel olarak görüş değiştirenler takdire şayandır. Ancak, dünyada bu kadar değişiklik yaşanırken, sağ-sol kavgalarını, kavram kargaşalarını sosyolojinin arşivlerine terk etmişken, hâlâ, tahkimi, bir ulusal egemenlik meselesi gibi değerlendirenleri, emperyalizmin Türkiye'deki oyunu görenleri, içinde yaşadığımız çağı doğru okumaya, sosyoloji ve ekonomi ilminin verilerine sığınmaya davet ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliği adayı olan Türkiye'de izlenen politikaları, dünyadan ayrı düşünmek mümkün değildir. Bu konuda çifte standardı bırakmak gerekir. Her alanda mevzuatımızın çıtasını yükseltmek gerekir.

Bazı çevreler, basın özgürlüğü konusunda "dünyanın en ileri ülkelerini örnek alalım, dünyayla bütünleşelim" demekteler; ama, yine aynı çevreler, inanç ve ibadet özgürlüğü konusunda veya ekonomiyi ilgilendiren bir konu gündeme gelince, dünyadaki gelişmelere direnmek ve onu, emperyalizm olarak nitelemek komik bir duruma düşmektir. Bu konuda çifte standarda gitmeden, her konuda çıtamızı yükseltmek durumundayız.

Ülke olarak karar vermemiz gerekiyor; ya içe kapanık, çağdaş dünyadan uzaklarda yaşayan bir ülke olacağız ya da dünyaya açılmış, rekabetçi bir yapı içerisinde dünya ile bütünleşeceğiz.

Eğitimden hukuka, teknolojiden demokrasiye kadar her alanda, çağdaş standartları yakalayan bir ülke olmak hedefimiz olmalı. Bize göre, Anavatan Partisi Grubuna göre, statükocuların gürültülerine aldırmadan, onlara pabuç bırakmadan, her alanda reformları hayata geçirerek, Türkiye, yoluna devam etmelidir.

Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aslan.

Efendim, gruplar adına başka söz isteyen yok mu?

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) – Ben konuşacağım efendim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Fırat.

Yazılı göndermemişler, onun için...

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) – Gönderdik efendim, ulaşmamış.

BAŞKAN – Gelmemiş efendim, hayır.

Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Dengir Fırat. (FP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

FP GRUBU ADINA DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz 292 sıra sayılı Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Malumları olduğu üzere, 13.8.1999 tarihinde 4446 sayılı Yasayla, Anayasamızın 47, 125 ve 155 inci maddelerinde yapılmış olan tadilatla, uluslararası tahkim hususu kabul edilmiştir. Bu anayasa değişikliği sırasında tüm partiler arasında bir mutabakat sağlanmış, içhukukumuzda var olan tahkim hususu kamu hukukumuza da sirayet ettirilmiştir.

Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı, Anayasadaki bu değişikliğe bir uyum yasasıdır. Daha evvelki mutabakatımız üzere, mevcut olan yasa tasarısında herhangi bir değişiklik getirilmediği takdirde, Fazilet Partisi olarak yasa tasarısını destekliyoruz; ancak, bizleri üzen, Adalet Komisyonunda konuşulan bir konunun Türkiye Büyük Millet Meclisi zabıtlarına geçmesidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerinin ıttılaına sunulması gereken önemli bir hususu arz etmek istiyorum: İlgili yasa Adalet Komisyonunda görüşüldüğü sırada, iktidar partisi üyelerinin bir kısmının imzalarıyla bir önerge getirilerek, yasaya bir madde eklenmek istenilmiştir. Maddeyi aynen okuyorum:

"Geçici Madde 1.– 1.1.1988 tarihinden bu Kanunun yürürlüğe girmesine kadar geçen süre içinde imzalanmış bulunan kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde..."

YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) – 1998 değil mi?

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) – 1998...

"... aksine hüküm bulunmadıkça, bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra söz konusu şartlaşma ve sözleşmelerden doğacak uyuşmazlıkların millî veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi Bakanlar Kurulunca belirlenecek esaslar çerçevesinde taraflarca kararlaştırılabilir.

Milletlerarası tahkime, ancak, yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklar için gidilebilir" ve gerekçede: "Kanunun yürürlüğe girmesinden önce imzalanmış kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde aksine hüküm bulunmadıkça, bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra söz konusu şartlaşma ve sözleşmelerden doğacak uyuşmazlıkların da, Anayasanın 125 inci maddesinde yapılan değişikliğe paralel olarak, millî veya milletlerarası tahkim yoluyla çözümlenmesinin Bakanlar Kurulunca belirlenecek esaslar çerçevesinde taraflarca kararlaştırılmasına olanak sağlamak, bu arada, milletlerarası tahkime, ancak yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklar için gidilebileceğini belirtmek amacıyla bu önerge verilmiştir" denilmektedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir üyesi olarak, bir hukukçu üyesi olarak, böylesine bir önergeyle karşılaşmak, gerek hukuk mantaliteme, gerekse halkın bir temsilcisi olarak benim irademin üstüne; yani, tek egemenliğin kullanılabileceği Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesinin üstünde bir iradenin oluşturulmak istendiğini müşahede etmek beni şahsen üzmüştür.

Şimdi, düşününüz ki, biraz sonra isimlerini vereceğim yirmiye yakın şirketle yapılan bu Anayasa değişikliğinden önceki değişikliklerde, bu Anayasanın değişmesi kabul edilerek ve şu çıkarmakta olduğumuz uyum yasası da çıkmış gibi kabul edilerek, bazı şirketlerle devletimiz arasında imzalanan sözleşmelere, ileride yapılacak olan değişikliğin, bu şirketlere de tatbik edileceği hususu idare tarafından taahhüt edilmiştir.

Bu, şu demektir: Bu, millî iradenin, önceden, idare tarafından bazı kişi ve kuruluşlara peşkeş çekilmesidir. Sayın Adalet Bakanından, istifade edecek olan bu firmaların kimler olduğu sorulduğunda, Sayın Adalet Bakanımızın vermiş olduğu cevabı da aynen aktarmak istiyorum...

İncelediğimiz zaman, bunların büyük bir kısmının, medya patronlarıyla daha evvel yapılmış olan elektrik, iletişim şartlarının tamamını kapsadığını, bunun yanında, bazı diğer yatırımları da kapsadığını görüyoruz. Adalet Komisyonunda aklın hâkim olması nedeniyle geçirilemeyen bu maddenin, bu süreç içerisinde, yasanın görüşüldüğü süreç içerisinde, tekrar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun önüne getirilmeyeceğini ümit ediyoruz. Eğer, birileri, burada, bu yirmi firma için tetikçilik yapacaksa... 550 milletvekili arkadaşımın hepsini tenzih ediyorum, böyle bir talebin yerine getirilmeyeceğine inanıyorum; ancak, bu konunun da, mutlak surette, Türkiye Büyük Millet Meclisi zabıtlarında yer alması gerektiği kanısındayım.

Değerli arkadaşlarım, bu şirketler hangileridir zabıtlarda var; ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi zabıtlarına intikali için tekrarda fayda görüyorum. Bu şirketler şunlarmış: Termik santrallardan; Karadeniz Ereğlisi Doğalgaz, Kırklareli Doğalgaz, Eskişehir Doğalgaz, Yalova Doğalgaz, Konya-Ilgın Linyit, Afşin-Elbistan.

Hidoelektrik santralları: Germencik Jeotermal Santralı, Çan Hidroelektrik Santralı, Aralık Hidroelektrik Santralı, Kavşak Hidroelektrik Santralı, Yamula Hidroelektrik Santralı, Yukarı Akçay Hidroelektrik Santralı, Dinar-2 Hidroelektrik Santralı, Arıt Hidroelektrik Santralı, Akköy-1 Hidroelektrik Santralı, Akköy-2 Hidroelektrik Santralı, Aslancık Hidroelektrik Santralı, Boyabat Hidroelektrik Santralı, Girlevik-2, Mercan, Çamlıhemşin Hidroelektrik Santralı, Erenler Hidroelektrik Santralı, Taraklı Hidroelektrik Santralı, Yedigöze Hidroelektrik Santralı.

Termik işletme hakkı devirleri ise; Kangal, Orhaneli, Yatağan, Çatalağzı-B, Yeniköy ve Kemerköy, Soma-B, Tunçbilek, Çayırhan.

TEDAŞ elektrik dağıtım tesisleri, bölgeleri itibariyle yapılan sözleşmeler ise şunlar:

11 nolu görev bölgesi; Kocaeli: Gebze'de CEDAŞ Ceylan Elektrik Üretim İletim Dağıtım Sanayii ve Ticaret Anonim Şirketiyle yapılan sözleşme,

12 nolu görev bölgesi; Sakarya; Bolu'da Sakarya Bolu Elektrik Dağıtım Anonim Şirketiyle yapılan sözleşme,

13 nolu görev bölgesi; Ankara; Kırıkkale'de AKEDA Ankara Kırıkkale Elektrik Dağıtım Anonim Şirketiyle yapılan sözleşme,

17 nolu görev bölgesi; Samsun; Ordu, Sinop'ta PARKUR Elektrik Dağıtım ve Ticaret Anonim Şirketiyle yapılan sözleşme,

18 nolu görev bölgesi; Kırşehir: Nevşehir, Niğde, Aksaray'da ANDAŞ Anadolu Elektrik Dağıtım ve Ticaret Anonim Şirketiyle yapılan sözleşme,

19 nolu görev bölgesi; Yozgat: Sıvas, Tokat'ta Kızılırmak Elektrik Dağıtım ve Ticaret Anonim Şirketiyle yapılan sözleşme,

22 nolu görev bölgesi; Elazığ: Malatya, Tunceli, Bingöl'de GAP Elektrik Dağıtım Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketiyle yapılan sözleşme,

23 nolu görev bölgesi; Kahramanmaraş: Adıyaman'da AKEDAŞ Adıyaman Kahramanmaraş Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi...

Ve devam ediyor...

Hemen hemen bütün dağıtım şirketleriyle yapılan sözleşmelerde, çıkmamış olan bir kanuna, değiştirilmemiş olan Anayasaya göre, ileride yapılması düşünülen bu değişikliklere göre, bunlara da uluslararası ve ulusal tahkime gitme hakkı, maalesef, bunlarla yapılmış olan sözleşmelerde yer alıyor.

Ümit ediyorum ki, bu yasa tasarısı görüşmeleri süresi içerisinde böyle bir değişiklik getirilmeyecektir. Böyle bir değişiklik getirildiği takdirde de, Adalet Komisyonunda olduğu gibi, parti farkı gözetilmeksizin reddedileceği kanısındayım.

Yine, ümit ediyorum ki, bu yasada, Adalet Komisyonunda geçirilememiş olan böylesine bir madde, bugün görüşeceğimiz diğer yasalardan herhangi birisinde yer almamış olsun. Eğer, yer almış ise, o konuyu, bundan sonraki görüşmelerde yeniden gündeme getireceğim ve konuyu, yeniden, bir kez daha, sizlerin ıttılaınıza sunacağım ve inanıyorum ki, bu ve buna benzer maddeler ile kamunun veya kamuyu temsil eden bazı kişilerin, her şeyin ötesinde, millî eğemenliğin tek temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesinin üstüne çıkmalarının mümkün olmadığının farkına varacak ve bunun cevabını, bu Mecliste alacaklardır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Fırat.

Grupları adına başka söz isteyen var mı efendim? Yok.

Şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç; buyurun efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanunu değişiklikleriyle ilgili söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Aslında, bu kanun, daha önce burada çıkarılan 4446 sayılı Kanunla Anayasada yapılan bir değişiklikle, bir nevi uyum kanunu niteliğindeki bir kanun. Anayasada bu değişiklikler yapıldıktan sonra, bu uyum kanununun çıkmasına da gerek yoktu. Aslında, en büyük hata, bence, orada yapıldı. Anayasa değişikliği yapılırken, Anayasanın 47 nci maddesinde "devlet, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleriyle gerçek ve tüzelkişilere yaptırılacağı veya devredileceği kanunla belirlenir" denildi.

Değerli milletvekilleri, kamu hizmeti niteliğinde bulunan hizmetleri, özel hukuk kurallarına göre yürütmek mümkün değildir. Kamu hizmetinde, daima kamunun menfaatı vardır, hizmetin devamlılık unsuru vardır, hizmetin sağlıklı yapılması vardır, hizmetin halka en iyi şekilde, en iyi maliyetle intikal ettirilmesi vardır; ama, özel hukuk alanında, iki tane özel menfaat çatışır ve o iki özel menfaatta eşitlik ilkesi vardır. Dolayısıyla, özel hukuk sahasındaki bir konuda, iki kişinin menfaatı söz konusu olduğu için, buradaki uygulamaların toplumla çok yakın ilişkisi yok; ama, kamu hizmeti alanındaki hizmetlerin de, böyle, özel hukuk alanındaki bir hizmet gibi görülmesi, bence, bir memleketin geleceği bakımından çok tehlikeli bir durumdur.

Biliyorsunuz, daha önce, 3096 sayılı Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtımı ve Ticaretiyle Görevlendirilmesi Hakkında Kanun çıkarılmıştı; daha sonra da, 3996 sayılı -özellikle, temel yatırım alanları, köprü, baraj, şehirlerin kanalizasyon ve içmesularıyla ilgili- Kanun çıkarılmıştı. Şimdi, bu anayasa değişikliğiyle ilgili olarak, eğer, Parlamentoda belli birtakım gruplar, kamu hizmeti niteliğinde bulunan hizmetleri özel bir hizmet niteliğine sokacak bir kanun çıkarırsa, zaten, Danıştayın ve idarî yargının buradaki görevi, daha başlangıçta kısıtlanmış oluyor.

Şimdi, daha önce, ben, bir ara şahit oldum; burada konuşan ANAP sözcüsü diyor ki, "Danıştayda ve Anayasa Mahkemesinde davalar gecikti, işte, devletin önü tıkandı."

Değerli milletvekilleri, ne Anayasa Mahkemesi ne de Danıştay, hiçbir zaman devletin önünü tıkamamıştır. Bu iki kurum da, daima, Türk Halkını ve ülke menfaatlarını göz önünde tutarak karar vermiştir. Sonra, Türkiye bir hukuk devletiyse ve kuvvetler ayrılığı ilkesi varsa, elbette ki, her kurum kendi görevini yapacaktır; ama, birtakım çevreler, bu devlet imkânlarını kendi yandaşlarına çok rahat bir şekilde, engelsiz şekilde kanalize etmek için karşılarında bir güç istemiyorlar. Bu da biraz ANAP zihniyetinin bir gereği. Yani, diyorlar ki, biz, eğer bir ihale yapacaksak; Danıştay ne oluyor, biz oraya niye gidelim, doğrudan doğruya müteahhidimize verelim, müteahhit de istediği parayı kazansın, biz de ondan yararlanalım felsefesiyle hareket ediyor.

Değerli milletvekilleri, bakın, bu değiştirdiğimiz kanun, Anayasa değişikliği ve buna bağlı olarak yaptığımız uyum kanunları, Türkiye'de siyasetçiler için çok büyük bir tuzaktır. Düşünebiliyor musunuz, yarın bir ihale yaptınız, sözleşmesini yaptınız, Danıştaya göndermediniz, orada çok haklı da bir sözleşme yaptınız, o sözleşmeyi yapan bakan buraya gelecek, gensoruyla düşürülebilecek rahatlıkla; ama, eğer o sözleşmeler, bu imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri idarî yargıya gitseydi, o zaman buradaki bakan diyebilirdi ki, kardeşim, bakın, ben, bunu Danıştaya gönderdim, Danıştay bunları inceledi... Dolayısıyla, siyasetçiler için de bu yol bir güvence olurdu; bu güvenceyi kaldırıyoruz.

İkincisi, biliyorsunuz, bizde, maalesef, bürokratlar, özel teşebüsle, aşağı yukarı, çok yakın ilişki içindedir. Bir bakıyorsunuz, bir bakanlıktaki bir bürokrat, -en yukarıdaki- müsteşar, genel müdür, bu kanunları uyguladığımız zaman ne yapacak; en kârlı işleri getirecek, kendisine yakın patronlara verecek, o patronun da belirteceği kişileri hakem gösterecek; yani, ihtilaf çıktığı zaman ne diyecek; ben, bu ihalenin yapılması aşamasında doğacak uyuşmazlıklarda falanca kişiyi hakem tayin ediyorum diyecek; dolayısıyla, ne olacak; devlet, burada, çok büyük kayıplara uğrayacak ve bunu da kontrol etmek çok mümkün olmayacak.

Dolayısıyla, bu getirdiğimiz kanun, belirli insanların devleti sömürme aracı olacak, özellikle artniyetli iktidarlar ve artniyetli bürokratlar için çok güzel bir istismar kaynağı, çok iyi bir kazanç kaynağı olacak.

Şimdi, Avrupa Birliğine girerken; Avrupa ülkelerinde, kamunun yararı, ülkenin yararı her şeyin üzerinde tutulur ve en ufak bir kusur işleyen politikacı, bir daha politika hayatında bulunmaz ve politika hayatı silinir; ama, bizde, maalesef, bir bakıyorsunuz, sabahlara karşı banka pazarlık ihalelerine karışılıyor, çetelerle telefonlarla konuşuluyor, yandaşlara her türlü ihaleler veriliyor, sağır insanlar dahi veyahut da ölü bünyeler dahi yapılan olaylar karşısında hareketsiz kalmıyor; ama, Türkiye'de, maalesef, bazı siyasîler, bu yapılan, bu kadar utanmaz suiistimal olayları karşısında ne utanırlar, kılları da kıpırdamaz. İşte Türkiye bu. Bu tip yöneticiler olduğu için, bu tip yöneticilerin eline, mümkün olduğu kadar fırsat vermememiz gerekiyor.

Türkiye'de, maalesef, burada, zaman zaman çok da kötü kanunlar geçti. Her zaman söylüyorum, Mavi Akımla ilgili olarak yapılan bir anlaşma var. Daha şimdiye kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisi onayından geçen hiçbir anlaşmada, bu anlaşmanın metni içine, bir yabancı şirket, kendisinin Türkiye'deki temsilcisine, bu işi benim temsilcime vereceksin dememiştir. Demiş midir? Türkiye Büyük Millet Meclisinin, anlaşmaları inceleme sırasındaki bu sathi inceleme, yani, işin içine girmeme özelliği bilindiği için, bazı bakanlar ve bazı siyasetçiler, Türkiye Büyük Millet Meclisine bir de tuzak kurmuşlardır. Ben, özellikle, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını da ikaz ediyorum; bu kanunu, bu Mavi Akım Anlaşmasını onaylayan kanunu yürürlükten kaldıralım ve bu hükmü anlaşma metninden çıkaralım, ondan sonra, yeniden Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunalım.

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Hayal dünyasında...

KAMER GENÇ (Devamla) – Tabiî, menfaatınıza dokunduğu için hayal gücü görüyorum.

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sen hayalle meşgul ol!..

KAMER GENÇ (Devamla) – Menfaatınız, tabiî, çok büyük, ben de biliyorum. Onun için, tabiî, böyle, hayal gücü... Ben, yıllarca, bunlarla kafayı yoruyorum; ama, herhalde, bunun teklifini de ben yapacağım. Bu Mavi Akım Projesinin Onaylanmasına İlişkin Kanunun burada iptal edilmesi lazım; yeniden, anlaşma hükümlerine uygun bir anlaşma yapılarak buradan geçirilmesi lazım. Aksi takdirde, bu yabancı şirket ne yapacaktır; gaz dağıtım işini de Türkiye'de kendi adamlarına verecektir. Bu adamlar da kim; yine, burada itiraz eden ANAP'lı arkadaşımızda biliyor tabiî, kendilerinin eski ilçe başkanı mıymış, il başkanı mıymış, bilmiyorum; dağıtım işini onlara verecekler, fiyatları da onlar belirleyecekler. Türkiye'deki gaz dağıtım projesinin kapasitesi ve hacmi de belli; dolayısıyla, hiç çalışmadan, devletin trilyonları, katrilyonları belli çevrelere akacaktır. Tabiî, biz bunları söylediğimiz için, burada, bazı arkadaşlarımız rahatsız oluyor. Niye; çünkü, onları rahatsız edecek sözler söylüyorum; çünkü, onların buna bağlı menfaatları var, onun için rahatsız oluyorlar.

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Senin kafan 1940'larda, 1950'lerde kalmış.

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, benim kafamın nerede kaldığını herkes biliyor. Aslında, nerede kalmış dedin, ben onu anlamadım... Sözünüzü anlamadım da... Çok müdahale ediyorsunuz. Eğer, ben size cevap verirsem, burada oturamazsınız. Bakın, size söyleyeyim; çünkü, sizin iktidarınız zamanında Türkiye'de yapılan suiistimalleri sağır sultan bile duydu. Müsaade edin de bunları söyleyeyim. Çok saygılı konuşuyorum. Saygılı konuşmamın nedeni, yıllardır, politikanın üzerimde yarattığı, kendini bir nevi düzene sokma şeyidir...

CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Olgunlaşma var.

KAMER GENÇ (Devamla) – Yoksa, tabiî ki, siz burada beni şaşırtsanız da, 8 maddede de çıkacağım, peş peşe konuşacağım bunları. Ama, bunları böyle yapacağınıza, keşke suiistimallere karışmasaydınız daha iyi olurdu; o zaman ben de burada sizinle ilgili olarak konuşmazdım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, gerçekten, bu tahkim yasaları, Türkiye'ye kurulan en büyük tuzaklardır...

Sayın Başkan, süre veriyor musunuz...

BAŞKAN – Buyurun efendim, herhalde toparlayacaksınız.

KAMER GENÇ (Devamla) – Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanununda... Bir de Bölge İdare Mahkemeleriyle ile ilgili kanunda bir şey dedi.

Değerli arkadaşlarım, bu tasarının Adalet Komisyonunda müzakeresi sırasında, bir tuzak geçici madde getirdiler. 1.1.1998 tarihinden itibaren yapılan birtakım ihaleleri de bu kanunun şümulüne getirdiler. Biliyorsunuz, 48 tane enerji ihalesi var; bu enerji ihalelerinin de kimlere verildiği belli. Yine, biraz önce itiraz eden arkadaşımızın yandaşları firmalara verildi. Onları da tahkime sokacağız. O zaman, Türkiye'yi kim idare edecek arkadaşlar?.. Hatta, ben orada dedim ki, yahu, arkadaşlar, o zaman biz maaşımızı da...

BAŞKAN – Sayın Genç, toparlayacağınızı ümit ediyorum...

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, toparlayağız... Bir dakika yani... Niye o kadar sabırsızsınız?! Sayın Başkan, 1 dakika!..

BAŞKAN – Efendim, affedersiniz, niye...

KAMER GENÇ (Devamla) – Memleketin hayatını ilgilendiren kanunları söylüyoruz; bir yandan ANAP'lılara bakıyorsunuz, gülüyorsunuz; siz de gülüyorsunuz. Bunları söylemeyelim o zaman. Yani, buradan konuşma imkanını bize... 8 maddede de ayrı ayrı konuşacağım.

Buyurun, konuşmuyorum; peki efendim.

BAŞKAN – Sayın Genç, ben, sürenizi uzattım "toparlayın" dedim; tehevvürde bulunmayın.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Canım, niye toparlıyorum?! Daha 1 dakikalık sürem dolmadı Sayın Başkan..

BAŞKAN – Efendim, 10 dakika konuştunuz...

Hep de bana rastlıyor...

Sayın Bakan, buyurun efendim.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı, bir süre önce Anayasanın 47 nci, 125 inci ve 155 inci maddelerinde yaptığımız değişikliklerin ilgili idarî yargı mevzuatına yansıtılmasını amaçlamaktadır.

Hatırlanacağı üzere, Anayasanın 125 inci maddesinde yapılan değişiklikle, kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde, bunlardan doğacak uyuşmazlıkların millî veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesinin öngörülebileceği; ancak, milletlerarası tahkime ancak yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklar bakımından gidilebileceği belirtilmişti.

Anayasanın 155 inci maddesinde yapılan değişiklikle de Danıştayın, şimdiye kadar, imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerini inceleme görevi, yüksek mahkemenin kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında düşünce bildirme görevine dönüştürülmüştür.

İşte, şimdi görüşmekte olduğumuz tasarı, Anayasanın 125 inci ve 155 inci maddelerinde yapılan değişiklikleri ilgili kanunlara yansıtmayı amaçlamaktadır. Bu hükümlerde iki kavram, kilit kavram niteliğindedir. Bunlardan biri kamu hizmeti, diğeri imtiyaz kavramıdır. Bunlar hakkında, kısaca birkaç söz söylemek istiyorum.

Bilindiği gibi, kamu hizmeti kavramı, idare hukukunun temel kavramlarından birisi olmakla birlikte, tanımlanması ve belirlenmesi konusunda, gerek öğretide, gerek uygulamada görüş birliği bulunmamaktadır.

En geniş tanıma göre kamu hizmeti, devlet veya diğer kamu tüzelkişileri tarafından veya bunların gözetim ve denetimleri altında, genel, kolektif ihtiyaçları karşılamak, kamu yararını sağlamak için kamuya sunulmuş sürekli ve düzenli faaliyetler olarak tanımlanmaktadır.

Anayasa Mahkemesi, 28.6.1995 tarih ve 1994/71 esas, 1995/23 karar sayılı kararında, idare hukukunda, imtiyaz kavramının, kamu hizmetlerinin yürütülmesi yöntemlerinden biri olarak kabul edildiğini, kamu hizmetlerinin, uzun süreli bir idarî sözleşme uyarınca, sermayesi, kârı, hasar ve zararı kendilerine ait olmak üzere özel hukuk kişilerince yerine getirilmesine imtiyaz denildiğini, konusu, kamu hizmetinin kurulmasını ve işletilmesini bir özel kişiye devretmek olan sözleşmelerin kamu hizmeti imtiyaz sözleşmeleri olarak tanımlandığını belirtmiştir.

24.11.1994 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun, yani, kısaca, Özelleştirme Kanununun 15 inci maddesinin ikinci fıkrasında da, genel ve katma bütçeli idareler ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşların sadece tekel niteliğindeki mal ve hizmet üretim faaliyetleri ile kamu iktisadî kuruluşlarının temel kuruluş amaçlarına uygun mal ve hizmet üretim faaliyetlerinin imtiyaz sayılacağı, bunlar dışındakilerin imtiyaz sayılmayacağı, bu madde gereğince imtiyaz sayılan faaliyetlerle ilgili olarak yapılacak anlaşma ve sözleşmelerin imtiyaz şartlaşma ve sözleşmesi niteliğinde olduğu ve diğer kanunların bu hususları düzenleyen özel hükümlerinin saklı olduğu öngörülmüştür.

Öte yandan, kamu hizmeti, kamu yararı ve kamu düzeni, zamanla ve toplumsal görüşe göre değişen, gelişen ve yeni içerik kazanan kavramlardır. Siyasî ve iktisadi sistemlerdeki ve teknolojilerdeki gelişmeler, kamu hizmeti kavramının içeriğini ve sınırlarını değiştirmektedir.

Çağın gelişen ihtiyaçlarına cevap vermek üzere, kamu hizmetinin kurulması veya bir faaliyetin kamu hizmeti olmaktan çıkarılması, yasa koyucunun yetkisindedir. Kamu hizmetinin kurulmasında ve kaldırılmasında, yasa koyucunun iradesi önem taşır. Kamu ihtiyaçlarının gerekli kıldığı durumlarda, yasama organı, herhangi bir alanı yasal statü içerisine alarak kamu hizmeti kurabileceği gibi, bir faaliyeti kamu hizmeti olmaktan çıkarmak da, yasama organının yetkisindedir.

Nitekim, bir süre önce Anayasada yaptığımız değişiklikle, Türkiye Cuhuriyeti Anayasasının 47 nci maddesinin son fıkrasında, devlet, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleriyle gerçek veya tüzelkişilere yaptırılabileceği veya devredilebileceğinin kanunla belirleneceği ifade edilmiştir.

İşte, şimdi görüştüğümüz tasarı, Anayasanın 125 inci maddesi ile 155 inci maddesindeki değişiklikleri, ilgili idarî yargı mevzuatına yansıtmaktadır. Bu amaçla da, Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanununun bazı maddelerini değiştirmeyi hedeflemektedir.

Her şeyden önce, her türlü idarî eylem ve işlem, idarî yargı denetimine tabidir. Bu, Anayasanın 125 inci maddesinde ifade edilen temel kural; ama, kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde, taraflar arasında bunlardan doğan uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözülebileceği öngörülebilecektir. Bu bakımdan, halen, idarî yargı mevzuatımızda idarî dava türlerinden biri olan idarî sözleşmelerden dolayı taraflar arasında doğacak uyuşmazlıklarla ilgili idarî davalar bakımından bir sınırlama getirme zorunluluğu doğmaktadır. Eğer kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğacak uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözüleceği öngörülmüşse, o yola gidilebilecektir; ama, bu, taraflar dışındaki kimselerce açılabilecek olan idarî davaları etkilemeyecektir.

Öte yandan, Danıştay, şimdiye kadar, imtiyaz sözleşme ve şartlaşmalarını incelemeye yetkiliydi; ama, anayasa değişikliğiyle, bu, artık, söz konusu imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında düşünce bildirme görevine dönüştürülmüştür. Bu konuda da, Danıştay Kanununda gerekli değişiklikler yapılmaktadır.

Daha önce söz alan arkadaşlarımız, burada, bazı sözleşmeleri saydılar. Bu sözleşmeleri, ben, Adalet Komisyonunda, bir soru üzerine yaptığım açıklamada sıralamıştım. O idarî sözleşmeler, enerjiyle ilgili bazı imtiyaz sözleşmelerinin adlarıdır. O sözleşmeler, tamamıyla, yürürlükteki yasalara uygun olarak ve Danıştayın incelemesinden geçirilerek yapılmış olan sözleşmelerdir. Bunları, sanki, şaibeli birtakım işlemler gibi göstermenin anlamı yoktur. O sözleşmelerde yer alan bir kayıt da, yani, sözleşmenin imzalandığı tarihten sonra mevzuatta meydana gelebilecek değişikliklerin tarafları etkileyen hükümlerinin, sözleşmeye, maliyetlerdeki artış veya azalışları, toplam yatırım tutarında veya tarifeye aynen yansıtacağı hükmü de, yine, Danıştayın incelemesinden geçen bir hükümdür. Adalet Komisyonunda reddedilmiş olan bir teklifin, burada, tekrar gündeme getirilmesi söz konusu olmayacaktır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Çünkü, başka bir kanunda var Sayın Bakan; Yap-İşlet-Devret Kanununa koymuşlar.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) – Tahkim konusu, günümüzde, uluslararası ekonomik ilişkilerde önem kazanan bir uyuşmazlık çözüm yoludur. Günümüzde, küreselleşen bir dünyada, ülkeler, başka ülkelerden gelen yatırımları kabul etmektedir. Türkiye de, çağdaş teknolojiyi kendi ülkesinde uygulamak istiyorsa, bu amaçla yabancı sermayeden, yabancı teknolojiden yararlanmak istiyorsa, yabancı firmalarla da anlaşmalar yapmak, gerektiğinde kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri yapmak durumundadır; ancak, günümüzde, bu çeşit ilişkilerden doğacak uyuşmazlıkların tahkim yoluyla çözümü yaygınlaşmış olan bir usuldür. Dolayısıyla, Türkiye, yabancı teknolojiden, yabancı sermayeden yararlanmak istiyorsa, bu yöntemi dışlayamaz. Bunların hepsi, anayasa değişikliği sırasında tartışılmıştır, görüşülmüştür. Şimdi, bunlarla ilgili düzeltmelerin ilgili mevzuata yansıtılması söz konusudur. Getirilen tasarının amacı, sadece bununla sınırlıdır. Bu çerçeve içerisinde, Danıştay Kanununda, İdarî Yargılama Usulü Kanununda gerekli değişiklikler yapılmaktadır. Sanıyorum ki, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinin kuruluşuyla ilgili kanunda da, idare mahkemelerinin yetkileri bakımından bir düzeltme yapmakta yarar vardır.

Sunulan tasarı, dört ay önce yapılmış olan bir anayasa değişikliğini, şimdi, ilgili mevzuata yansıtmak suretiyle, o değişikliğe işlerlik kazandıracaktır.

Değişiklik tasarısının, Yüce Meclisin onayını alacağını umuyorum. Bu düşünceyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Şimdi, söz sırası, şahsı adına, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan'da.

Buyurun Sayın Ayhan. (FP sıralarından alkışlar)

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 292 sıra sayılı Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde çalışıyoruz; geneli üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Bu kanun tasarısı, hatırlanacağı üzere, bundan bir süre önce, anayasa değişikliğiyle, 13 Ağustosta Anayasanın 125 inci ve 155 inci maddelerini değiştiren bir çalışmayla başlamıştı. Bu değişikliklerle Anayasanın 125 inci maddesinin birinci fıkrasına "Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların millî ve/veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir. Milletlerarası tahkime, ancak yabancı unsuru taşıyan uyuşmazlıklar için gidilebilir" hükmü getirilmişti. 155 inci maddenin ikinci fıkrasında da "Danıştay, davaları görmek, Başbakan ve Bakanlar Kurulunca gönderilen kanun tasarıları, kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında iki ay içinde düşüncesini bildirmek" hükmü getirilmişti. Yani, daha önce Danıştayın "inceler" hükmü yerine "görüş bildirme" hükmü getirilmişti ki, sebebi de, enerji yatırımlarında Türkiye'nin kaynak bulmakta zorluk çekmesi ve enerji yatırımlarındaki açık sebebiyle sanayie ve bütün ülkeye enerji temininde, muhtemel karşılaşılacak müşkülleri aşma meselesiydi. Partilerin genel bir mutabakatıyla Anayasada bu değişiklik yapılmıştı.

Şimdi, işte, bu Danıştay Kanununda ve İdarî Yargılama Usulü Kanununda yapılan değişikliklerle, bunların kanunlardaki düzenlenmesine dair hükümler getirilmektedir. Bütün bu değişikliklerin temelinde olan, enerji ihtiyacıdır. Türkiye, tabiî enerji açığı olan bir ülkedir. Her yıl enerji talebi yüzde 8-10 mertebesinde artmaktadır. Bunun, önümüzdeki on yılda 2,5 kat, yirmi yılda da 5 kat artması tahmin edilmektedir ve 2020 yılına kadar da, Türkiye'nin, toplam olarak 3 500 ilâ 4 500 megavat mertebesinde bir ilave üretimi devreye sokması gerekmektedir. Tabiî, bununla ilgili olarak yıllık yatırım da 4,5 ilâ 5 milyar dolar mertebesindedir. Bu kaynağı Türkiye bulabiliyor mu; bulamıyor.

2000 yılının bütçesini iki gün sonra görüşmeye başlayacağız. Bu bütçede yatırımlara ayrılan bütün pay 2 katrilyon 352 trilyondur; yani, dolar kurunu ortalama 600 000 lira alırsanız -2000 yılında tutturulabilirse 600 000 lira- 3 milyar 920 milyon dolar yapar bütün yatırımlara ayırdığımız pay. Deyin ona yuvarlak hesap 4 milyar dolar.

Bütçeden sadece karayollarına verdiğimiz 589 trilyondur. İhtiyaçlara yetmemesine rağmen, 1 milyar doları buraya gider. DSİ'nin çeşitli yatırımları için 1,5 milyar dolar da oraya gider. Bütçedeki rakamları söylüyorum; 893 trilyondur DSİ'nin bütçesi. Tabiî, eğitim var, sağlık var, ulaştırma var, tarım sektörünün altyapısı var -yatırım ihtiyaçlarını, çeşitli faktörleri beraber aldığınız zaman- köy yolları var, köy içmesuları var, kamu kuruluşlarının birtakım başka yatırım ihtiyaçları var. Bunları aldığınız zaman, tabiî, 4 milyar doların içine hiçbir şey sığdırmak mümkün değil. Sadece, yılda 5 milyar dolar enerjiye ihtiyacınız var.

İşte, bu gelinen noktada, Türkiye, mecburî olarak, mevcut elindeki santralların işletme hakkını devrediyor; işletme hakkını devrederek, buradan toplu bir para almaya çalışıyor. Tabiî, ileriki yıllarda da gelirini kaybediyor demektir; yani, karşı tarafa eksi olarak da bunu yazmak lazım.

Diğer taraftan, yeni enerji santrallarını devreye sokmak için de, yabancı sermayeye açılma ihtiyacında. Bu, zarurî bir noktaya gelmiş. Yabancı sermaye de, tabiî, Türkiye gibi ülkelerde bazen konjonktürel dalgalanmalarla, sıkıntılarla kendi haklarını teminat altında görmediği için, bizim kendi sistemimiz içinde kendini teminat altında görmediği için, Türkiye de eli mahkûm onların acil desteğine ihtiyaç duyduğu için, mecburen bu şartların altına giriyor; yani, aslında gönlümüz buna razı değildir. İsteriz ki, kaynaklarımız müsait olsun, enerji yatırımlarımızı kendimiz yapalım. Biz sadece yeni enerji yatırımlarını yabancılara yaptırmıyoruz, aynı zamanda mevcutların da işletme hakkını devrediyoruz. Böyle bir tabloyla karşı karşıya Türkiye.

Tabiî, Türkiye niye bu duruma geldi? Değerli arkadaşlar, Türkiye bir borç batağı içindedir. Muhtelif vesilelerle bunları ifade ediyoruz. Bakın, borç batağı bugün nereye kadar gelmiş; halen, 10 uncu ay sonu itibariyle Türkiye'nin içborçlarının stoku, 46,5 milyar dolardır. Biz hükümetteyken -1997 Haziran ayında, 54 üncü hükümet, Refahyol hükümeti olarak- 29 milyar dolarmış içborç stoku; bizden sonra gelen hükümetler zamanında, Sayın Mesut Yılmaz'ın Başbakanlığında 39 milyar dolar olmuş 1998 sonunda; Sayın Ecevit'in onaltı aylık döneminde de 46,5 milyar dolar olmuş, daha tırmanarak devam ediyor. Halen içborç stoku ekim ayı sonu itibariyle 21,6 katrilyondur, yıl sonu itibariyle muhtemelen 25 katrilyon mertebesinde olacak.

Tabiî, bu borca karşılık da korkunç faiz ödüyoruz. Şimdi, bakın, 1999 yılının on ayında ödediğimiz faiz 21 milyar dolardır. Daha önceki yıllarda aylık faiz ödemeleri çok düşükken, giderek tırmanmış. Bilginiz olsun diye arz edeyim, mesela -faiz ödemeleri çok düşük tabiî geçmiş yıllarda, giderek tırmanmış- bakın, 1982 yılında 211 milyon dolar içborç faizi ödemişiz; 1985'te 495 milyon dolar ödemişiz; 1990'da -bir yılda ödenen faizler bunlar- 3,8 milyar dolar ödemişiz; 1995'te 10 milyar dolar ödemişiz ve ondan sonra tırmanarak devam etmiş; 1998'de 22 milyar dolar ödemişiz; 1997'de, bizim hükümetimiz döneminde, 13 milyar dolar ödemişiz içborç faizi olarak. Tırmanmış, tırmanmış ve şimdi, on ayda 21 milyar dolardır. Aylık ödemeler, şimdi, 2 milyar dolar mertebesindedir. Mesela, 10 uncu ayda 2,6 milyar dolar faiz ödemiş Türkiye, sadece 10 uncu ayda. 7 nci ayda 3 milyar dolar; yani, 2 milyar dolar mertebesinde seyrediyor. Yılsonu itibariyle bu 21 milyar doların rahatlıkla 25 milyar dolar olacağı görülüyor.

Bunlardan şunu söylemek istiyorum: Yani, Türkiye üretiyor, vergisini ödüyor; ama, birileri hazineden fareler gibi tırtıklayıp, hazinenin yüzde 88'ini faiz olarak alıp götürüyor; yani, biz enerjiye 4-5 milyar dolar yılda para bulamıyoruz; ama, faize 25 milyar dolar yılda para ödüyoruz; aradaki fark budur değerli arkadaşlar. Yani, bugünkü şartlar... Tabiî, hayıflanıyoruz... Birçok arkadaşımız, birçok kimse kapitülasyonlar geri mi geliyor diye endişe ediyor; inşallah, iyi çalışırız bu borç batağından kurtuluruz ve Türkiye, bunu aşar, bunu geçer diyelim; ama, felaket bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu da bilmek lazım; yani, enerjide de gün sayıyoruz, saat sayıyoruz. Geçenlerde biliyorsunuz, bir gemi 5 saat geç geldi diye Ankara'da enerji kesildi, Türkiye genelinde enerji sıkıntısı oldu. Arkasından tekrar, gemi geç geldi diye, yine, Türkiye'de enerji kısıntısına gidildi; yani, ısınmada, sanayide... Biz, bunları 1978-1979'da da yaşadık. Sayın Ecevit'in Başbakan olduğu dönemde 1978-1979'da günde 3 saat enerji kesilirdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun efendim, toparlayın.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Bürolarda, Ankara'da ben büromda, LPG tüpünde su ısıtıp, o sıcaklıkla odayı ısıtalım derdik. Enerji yok büroda ne yapacaksınız; Meşrutiyet Caddesinde ve camlarda buz olurdu ocak ayında. Bütün Ankara, bütün Türkiye yaşadı; yani, sanayide günde 3 saat enerji kesilirdi. Şimdi, tabiî Sayın Ecevit'in Başbakanlığında, tekrar enerji krizine, sıkıntısına girince Türkiye, acaba, 1978, 1979 geri mi geliyor diye, insanlar, bunu istemeyerek hatırlıyorlar.

Yani, Türkiye'nin sıkıntısı, kaynaklarının faize gitmesidir; vatandaşın, milletime hizmet olsun diye ödediği vergilerin rantiye tarafından alınıp götürülmesidir. Türkiye, bu çukura düşmüştür; inşallah, bu çukurdan da çıkacaktır.

Ben, bu vesileyle bunları ifade edeyim dedim; hepinizi hürmetle selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler_

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Sayın Başkan, bir sorum vardı_

BAŞKAN – Maddeye geçtim efendim, özür dilerim. 1 inci maddede sorarsınız.

Kabul etmeyenler_ Tasarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir efendim.

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Soru sormak istediğimi söyledim, duymadınız.

BAŞKAN – Özür dilerim efendim, siz de yüksek sesle söylerseniz_

Tasarının 1 inci maddesini okutuyorum:

DANIŞTAY KANUNU VE İDARÎ YARGILAMA USULÜ KANUNUNUN BAZI

MADDELERİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. – 6.1.1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanununun 23 üncü maddesinin (d) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“d) Tüzük tasarılarını inceler; kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında düşüncesini bildirir.”

BAŞKAN – 1 inci madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Nazlı Ilıcak; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

292 sıra sayılı Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, 13.8.1999 tarihinde, Anayasanın 3 maddesini, 47 nci, 125 inci ve 155 inci maddeleri değiştirmişti. 125 inci ve 155 inci maddelerde yapılan değişiklikler idarî yargıyı ilgilendiriyordu; şimdi, bu tasarıyla, Anayasaya uyum sağlamak amaçlanıyor.

Anayasa değişikliği sırasında görüşlerimizi ortaya koymuştuk ve "tahkimi, hiç değilse, Fransa'daki gibi, sadece millî menfaatların gerektirdiği zaman ve sadece yabancılarla imzalanan sözleşmelerde getirelim" demiştik; ama, maalesef, Anayasa değişikliği sırasında, yerli sermayeye, yabancılık unsuru olmasa dahi, yerli tahkim hakkı verilmiştir. Oysa, mahallî yargılamadan vazgeçmemizin ana sebebi, yabancı sermayeyi ülkemize çekmek ve dar imkânlarla yapamayacağımız yatırımlar için yabancı kaynak temin etmektir. Bu amaçlar dikkate alınmadan, maalesef, yerli sermayeye yerli tahkim hakkı verilmiştir; şimdi, daha da ötesine gidilmeye çalışılıyor. Mesela, sadece büyük ölçekli yatırımlara tahkim hakkı verilebilirdi, hâlâ bu tasarıya bunu koymak mümkün; ama, bu düşünülmüyor; çünkü, başka insanlar düşünülüyor, başka kurumlar, başka kişiler düşünülüyor; çünkü, medya sermayesi düşünülüyor.

Bu tasarı, Adalet Komisyonunda görüşüldüğü sırada, Sayın Dengir Fırat arkadaşımızın da belirttiği gibi, bir önerge verildi ve geçmişte imzalanan sözleşmelere bu tahkim hakkı teşmil edilmek istendi. Adalet Komisyonunda, bu teşebbüs geri püskürtüldü; ama, Adalet Komisyonunda geri püskürtülen bu teşebbüsün, maalesef, Plan ve Bütçe Komisyonundan geçirildiğini görüyoruz. Adalet Komisyonunda püskürtülen, Adalet Komisyonunda geri çevrilen düzenleme, yap-işlet-devret kanununa sokularak, önümüze getiriliyor. Yani, eski sözleşmeler, enerji sözleşmeleri, otoyol sözleşmeleri de özel hukuka tabi olacak. Zaten, Sayın Bakanın burada olmasından da bu belli. Sayın Adalet Bakanı dedi ki "Komisyonda reddettiğimiz husus gündeme getirilmeyecek." Evet, bu kanunla ilgili olarak gündeme getirilmiyor, bir sonraki kanuna sokulmuştur bu düzenleme. Medya sermayesinin sırtı sıvazlanmaktadır. Halbuki, bakın, bu, hukuka da, adalete de aykırıdır geriye doğru işletmek; çünkü, o dönemde, belki birçok firma kamu hukukuna tabi olduğu için bu ihaleye katılmamıştır veyahut ihaleye girenler tahkim imkânı yok diye belki fiyatlarına birçok unsur bildirmişlerdir, daha pahalı bir fiyat vermişlerdir. Maalesef, eskiden imzalanan imtiyaz sözleşmelerinin tahkimden yararlandırılmasının yolu açılıyor. Ben, buradan medya patronlarına seslenmek istiyorum "gözünüz aydın, hükümet, sizi çok güzel düşündü." Ama, basına da seslenmek istiyorum, günlerdir, kıyak emeklilik diye basbas bağıran bu basın, şimdi, kendi patronlarına sunulan bu ballı börek karşısında acaba neden suskun kalıyor? Onlara bu kürsüden seslenmek istiyorum ve bu sözlerimin de zabıtlara geçmesini istiyorum. (FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, şimdi, biz, anayasa değişikliğiyle Danıştayın önincelemesini de kaldırdık. Aslında, yabancı sermaye Danıştayın önincelemesi kalksın istemiyordu, bundan üzüntü duyan, bundan sıkıntı duyan yerli sermayeydi, yerli yatırımcılardı. Yabancı sermaye sadece sözleşmelerden doğan ihtilaflarda hakeme gidilmesini istiyordu. Öninceleme yapabilirdi Danıştay; ama, biz, anayasa değişikliğiyle Danıştayın önincelemesini kaldırdık ve yerli yatırımcıların, medya sermayesinin önünü açtık. Danıştay denetimi, şimdi, bu kanunla, zaten Anayasaya uyum olarak ortadan kalkıyor. Şimdi, üçüncü bir şahıs; eğer, mağdur olursa, mesela çevre dolayısıyla, Anayasanın 36 ncı maddesindeki hakkını kullanarak Danıştaya gidebiliyor. Bu tahkim, sadece, idare ile imtiyazdan yararlanacak kuruluşu bağlıyor. Madem, üçüncü bir şahıs tahkime değil de, doğrudan Danıştaya gidebiliyor; o zaman, niçin Danıştayın önincelemesini kaldırdık; keşke, Danıştay sözleşmeleri incelese ve görüşünü bildirseydi; çünkü, biz -bilhassa medya sermayesi söz konusu olduğu için- nereden bileceğiz, sözleşmelerde, kamu yararına, hukuka aykırı bazı düzenlemeler yapılmışsa?!

Şimdi, iki şey getirilmektedir, inceleme kaldırılmış, görüş alma meselesi getirilmiştir. Yani, istediği takdirde -o da istediği takdirde- idare, Danıştaydan görüş alacaktır; yani, görüş almayabilecektir ve Danıştayın verdiği o görüş de maalesef bağlayıcı değildir. Dolayısıyla, biz, hem gelişmelerden haberdar olamayacağız hem de, maalesef, birtakım yolsuzlukların önü açılmış olacak. Danıştay devre dışı bırakılıyor.

Şimdi, kamu zararına bazı gelişmeler olabilir. Mesela, biz, bunu, İzmit körfez geçişinde gördük. İzmit körfez geçişinde, mukavelede, geçiş fiyatının rekabeti ortadan kaldıracak bir biçimde sınırlandırıldığını gördük. Yani, şöyle deniliyordu, eğer bir başka alternatif doğarsa körfezden geçmek üzere, mesela bir gemiyle geçiş olabileceği zaman, bunun fiyatı, köprü fiyatının yüzde 80'inden daha düşük fiyatta olamaz; dolayısıyla, rekabet ortadan kalkıyor; rekabet ortadan kalktığı için de, vatandaşlar mağdur ediliyordu. Danıştay sözleşmeden bu hükmü çıkardı; ama, şimdi Danıştay ortadan kaldırıldığı için, Danıştay devre dışı bırakıldığı için, maalesef, böyle bir imkândan yararlanamayacağız.

Ben, bu vesileyle, Sayın Bakanımız da burada olduğuna göre, Rekabet Kurulunun geri aldığı iki şartı hatırlatmak istiyorum: Hafızalarımızı tazelersek, Rekabet Kurulunun, elektrik dağıtım ihalesiyle ilgili olarak, iki önemli şartı vardı. Bu şartlardan birinde, 1 megavattan fazla elektrik tüketen şirketler, icap ederse, bir başka bölgeden elektrik satın alabilecekti ve elektriğin tek fiyattan satın alınmasına, Rekabet Kurulu karşı çıkmış, bir üst bir de alt fiyat belirlenmesini istemişti.

Münhasırlık hükmünün çıkarılması ve alternatif temin kaynaklarına açık bir sistemin benimsenmesini Rekabet Kurulu istemişti; ama, Rekabet Kurulu, bu şartlarını geri çekti. Rekabet Kurulu, bu iki şartı geri çekerken, Bakanlık şöyle bir söz verdi: "Mevzuat değiştirildikten ve teknik altyapı oluşturulduktan sonra, Rekabet Kurulunun öngördüğü iki şartın yerine getirileceği, bizim tarafımızdan tekeffül ediliyor." Bu beyan üzerine, Rekabet Kurulu, bu iki şartını geri çekti.

Şimdi, o iki şart ne oldu; devir sözleşmesine konulmadı, böyle askıda bekliyor. Acaba, bu değişiklik onun için mi getiriliyor; yani, geriye dönük bir uygulama, bu Rekabet Kurulunun şartlarından kurtulmak için mi getiriliyor; bu, benim zihnimde bir soru işareti. Sayın Bakan hazır buradayken, bunu öğrenmek istiyorum. Bu iki şart ne oldu; bunu, bizim tespit etmemize imkân yok; çünkü, hep gizli kapaklı işler yapılıyor; hep son anda, birtakım maddeler, kanunun içine sokuluyor. Dedektif olmak gerekir ki, bu meseleleri yakından takip edelim.

Değerli arkadaşlar, şuna inanıyorum ki, yap-işlet-devret kanunu geldiği vakit, o düzenlemelerin, geriye dönük olarak işlemesine razı olmayacaksınız; çünkü, biz, milleti temsil ediyoruz, milletin menfaatlarını temsil ediyoruz; medya kuruluşlarının menfaatlarını temsil etmiyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) – Hepinize saygılar sunuyorum efendim. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ilıcak.

Şimdi, söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Eskişehir Milletvekili Sayın Sadri Yıldırım'da.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan evvel, Yüce Heyetinizi, bizi izleyen aziz halkımızı, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına saygılarımla selamlıyorum.

Yüce Mecliste görüşülmekte olan 292 sıra sayılı Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, ilk Danıştayın 1868 yılında kurulmasıyla temeli atılan idarî yargı sistemimiz, cumhuriyet döneminde gelişme göstermiş olup, yeni Danıştay cumhuriyetten sonra 23.11.1924 tarihinde kurulmuştur.

İdare üzerinde uygulanan ve idarenin dışında yer alan denetim yollarından en etkilisinin ve kişilere en çok güven sağlayanın yargı denetimi olduğu görüşü, 1961 Anayasasına hâkim olan ilkelerden biridir. Bu ilkenin gerçekleşmesi için, Anayasa "İdarenin hiçbir eylem ve işlemi, hiçbir halde yargı mercilerinin denetimi dışında bırakılamaz" demek suretiyle yargı denetiminin alanını genişletmiş, bir taraftan da "yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez" demek suretiyle yargıyı daha etkili bir hale getirmiştir.

Değerli milletvekilleri, Danıştayın statüsüne gelince: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş yüksek idare mahkemesi, danışma ve inceleme merciidir.

Bağımsız bir yüksek mahkeme olan Danıştayın hükümetle ilgili işleri Başbakanlık aracılığıyla yürütülür.

Yargı ve danışma mercii olarak kişi ve idare hayatında koruyucu ve düzenleyici rol oynamaktadır.

İdare mahkemeleri ile vergi mahkemelerinden verilen kararlar ve ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda görülen davalarla ilgili kararlara karşı temyiz istemlerini incelemek ve karara bağlamaktır.

Değerli milletvekilleri, yönetsel yargı meselesine gelince: Yönetimle bireyler arasında yönetsel eylem ve işlemlerden doğan uyuşmazlıklar yönetsel yargı tarafından çözümlenir. Yönetsel yargıda yüksek mahkeme görevi Danıştay tarafından yerine getirilir. Danıştay, bir yargı yeri olarak belli konularda ilk derece mahkemesi ve genel olarak da bir temyiz yeridir.

Yönetsel yargı alanında genel görevli mahkeme idare mahkemeleridir. Buna karşın, vergi mahkemeleri ile Danıştay dava daireleri, ilk derece mahkemesi olarak özel görevli yargı yerleridir. İdare ve vergi mahkemelerinin kurul olarak aldıkları kararlar, Danıştay dava dairelerince temyiz yoluyla incelenir. Danıştay dava dairelerinin, ilk derece mahkemesi olarak aldıkları kararlara karşı ise, Danıştay İdarî ve Vergi Dava Daireleri Genel Kuruluna temyizen başvurulabilir.

Danıştay, yalnız bir yüksek mahkeme değildir; Danıştay, aynı zamanda devletin en yüksek bir danışma organıdır. Danıştayda, yargı görevini yürüten daireler ile danışma görevini yürüten daireler birbirinden ayrılmıştır.

Değerli milletvekilleri, 10 Ağustos günü tahkim için anayasa değişikliği yapıldı. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, genelde ve uluslararası tahkime karşı değiliz; ancak, Danıştay Kanunu, imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerini idarî yargı alanında görüyordu, tahkim de yasaktı; Anayasa değişince tahkim mümkün oldu. Bu gelen tasarı da uyum yasasıdır.

Yine, mevcut Danıştay Kanununda "tüzük tasarılarını ve imtiyaz sözleşme şartlaşmalarını inceler" denilmekteyken, değiştirilmek istenen tasarıda ise "imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında düşüncesini bildirir" denilmektedir. Danıştayın elinden inceleme yetkisi alınmış, düşünce bildirme hakkı tanınmıştır. Böylece, yeni tasarı kanunlaşırsa ve Danıştay düşüncesini bildirmezse müeyyidesi yoktur. Burada, Danıştayın, süresinde görüşünü bildirmemiş olması halinde, Bakanlar Kurulunun nasıl bir tavra gireceği hususu tanzim edilmeliydi.

Değerli milletvekilleri, esasen, uluslararası tahkim, hukukumuza girecek yeni bir kurum değil: Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkındaki kanuna göre, yabancı hakem kararlarının Türkiye'de tenfizi mümkündür ve bir Türk mahkemesinin vereceği tenfiz kararına bağlıdır. Türkiye uluslararası ticarî tahkimi düzenleyen Avrupa ve New York sözleşmelerine de taraftır.

Ne var ki, uluslararası tahkimi düzenleyen bu sözleşmeler, kamu hizmetlerinin görülmesi için idarenin yaptığı imtiyaz sözleşmelerine uygulanamamakta; çünkü bu tür uyuşmazlıklarda Anayasaya göre Danıştay yargı yetkisine sahip. Bu durumda, idarenin kamu hizmetinin görülmesi amacıyla yaptığı imtiyaz sözleşmelerinden Danıştayın yetkisini kaldırarak, uluslararası tahkime yetki tanımak, Türkiye'yi kamu hizmetlerinin görülmesinde uluslararası siyaset emrine sokmak anlamını taşır.

Sorunun çözümü, anılan uyuşmazlıkları Danıştayın yargı yetkisi dışına çıkarmak yerine, kamu hizmeti ve imtiyaz sözleşmesi kavramını daha dar bir çerçeveye yerleştirmektir.

Günümüzde ülkelerin kaynak ihtiyacı, yabancı sermaye yatırımlarının teşviki ve korunması gereksinimini gündeme getirmiştir. Bu amaçla, Türkiye 1963'ten bu yana pek çok devletle iki taraflı anlaşma imzalamıştır. Dünya Bankası öncülüğünde hazırlanmış olan "Çok Taraflı Yatırım Garanti Kuruluşu Sözleşmesi" ve "Devletler ile Diğer Devletlerin Vatandaşları Arasındaki Yatırım Uyuşmazlıklarının Çözülmesi Hakkında Sözleşmeye" 1991'den beri taraftır; bir uluslararası hakem mahkemesidir.

Bu hakem kurulunun kararları ev sahibi ülkenin kendi mahkemelerinden verilmiş kesin kararlar gibi sonuç doğurur. Diğer bir ifadeyle, bu sözleşme, hukukumuza göre, yabancı hakem kararlarının Türkiye'de tenfizi için aranan, bir Türk mahkemesinden tenfiz kararı alınması zorunluluğunu da ortadan kaldırmış olmaktadır.

Uluslararası hakem mahkemesinin yukarıda kısaca açıkladığımız hükümleri, imtiyaz sözleşmeleri için Anayasanın Danıştaya verdiği görev nedeniyle devreye girememiştir. Yabancı yatırımcıların şikâyetleri de burada düğümlenmektedir.

Değerli milletvekilleri, Anayasayı madde madde, parça parça değil, tümünü değiştirmek, demokratik kurum ve kuralları da yeniden düzenlemek gerekir. Ayrıca, anayasa değişikliği karşısında, Danıştayın da iş yoğunluğu ve yeni kurulan Sermaye Piyasası Kurulu, Rekabet Kurulu ve kurulacak olan Bankacılık Üst Kurulu gibi birimlerin de olduğu nazara alınarak, Danıştayı yeniden yapılandırarak, özel daireler ilave edilerek kurulmalı -gelişen şartlara uyum sağlama- ve böylece, Danıştayın çalışma şekli de hızlandırılmalıdır diyor, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yıldırım.

Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.

Şahısları adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç, buyurun efendim.

Süreniz 5 dakikadır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Danıştay Kanununun 23 üncü maddesinde, Anayasaya uyum amacıyla yapılacak değişiklikle ilgili söz aldım.

Anayasanın 47 nci maddesinde yapılan değişiklikte "devlet, kamu iktisadî teşebbüsleri, diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleriyle gerçek ve tüzel kişilerce yapılacağı veya devredeceği kanunla belirlenir..." Şimdi, burada da "Danıştay, tüzük tasarılarını inceler; kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında düşüncesini bildirir." Yani, bu, tabiî, Danıştay Kanununda da yapılan bir değişiklik. Bana göre, bir hizmetin özel hukuk sözleşmesine göre yapılacağı kanunla belirtilmediği takdirde, her halükârda bu bir imtiyaz sözleşmesidir ve bu imtiyaz sözleşmesinin de Danıştayın mütalaasına bağlanarak yürürlüğe konulması lazımdır; aksi takdirde, yapılacak işlem Anayasaya aykırıdır. Yürürlükteki Danıştay Kanununa göre, tüzük tasarıları ile imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerini Danıştay inceliyordu. Şimdi, burada "inceleme" yerine "mütalaa alma" ilkesi getirildi. Anayasa müzakeresi sırasında, Sayın Bakana soruldu; denildi ki, kamu hizmeti niteliğideki imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleriyle ilgili, Danıştay düşüncesini bildirir -ben de hatta konuştum- kanunlar hakkında da düşüncesini bildirir; ama, ta 1960'lardan beri, Danıştaydan hiçbir bakan veya hükümet, bir tasarıyı Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk etmeden önce düşünce almamıştır. Yani, düşünce almaya bağladığınız zaman, düşünce alma zorunda değil; ama, Sayın Bakan, burada -o Anayasa müzakereleri sırasında verdiği bir mütalaa vardır- diyor ki: "Eğer bir imtiyaz şartlaşması ve sözleşmesi varsa, her halükârda Bakanlar Kurulu Danıştaydan mütalaa ister." Yani, burada isteme zorunluluğu getiriyor. Yanlış söylemiyorum, herhalde aynen böyledir. Zira, bunların burada tutanaklara geçmesi lazım.

Biraz sonra göreceğiz. İki aylık süre içinde Danıştay bunu bildirmek zorundadır; iki ay içinde bildirmediği takdirde, Danıştay mütalaasını bildirmeden onu yapacak bürokratı, o cesareti gösterecek bürokratı da ben göremiyorum.

Değerli milletvekilleri, bakın -Türkiye'de o kadar acayip şeyler oluyor ki- Adalet Komisyonunda, bir geçici maddenin bu kanuna girmesi reddediliyor. O sırada, ben, Sayın Bakana gerekli soruyu sordum; Sayın Bakan, 48 tane enerji projesiyle ilgili yapılan sözleşmeden bahsetti, bu sözleşmelerin çoğunun medya patronlarına verildiğini söyledi.

Düşünebiliyor musunuz, bir medya patronu karşısında, medya patronları karşısında Türkiye Büyük Millet Meclisi bile direnme gücünü kendisinde bulamıyorsa, yarın bunu bir bürokrata verdiğimiz zaman, bir başbakana veyahut da bir bakana verdiğiniz zaman, bunun karşısında o zat direnme gücünü kendisinde bulabilir mi?

Değerli milletvekilleri, Türkiye'yeyi bir sömürü alanına çevirmeye kimsenin hakkı yok. Biz, vicdanımız üzerine yemin ettik. Öyle kanunlar getirelim ki, objektif olsun; devletin yönetimini, kötü niyetli, devletin sırtından trilyonlar vuran, devleti kendi çevresine hortumlatan insanların merhametine bırakmayalım. Bana göre, bu hükümet, önce Türk Milletin emrinde sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisinin emrinde olmalıdır. Bir hükümet, hiçbir zaman medya patronlarının emrinde olmamalıdır.

Ben, inanıyorum ki, bu koalisyon hükümeti kurulduğu zaman, ANAP'a sadece, Enerji Bakanlığını verseydi, ona razı olurdu; çünkü, orada büyük yatırımlar var. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

AYŞE NAZLI ILICAK (İstabul) – Bravo Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) – Bu hükümet doğru dürüst pazarlık... Yani, ne DSP ne de MHP tanıyamadılar. Yani, inanınız ki, bir tek Enerji Bakanlığını verseydiniz ANAP'a, tamam, ona razı olurdu; öteki bakanlıkları fuzuli vermişsiniz siz. Ben onu görüyorum yani. Buraya getirilen kanunlarda, özellikle öne sürülen hususlarda bunu görüyoruz. Niye bu kadar fazla bakanlık verdiniz, ben anlayamadım.

Değerli milletvekilleri, ülkenin kaderini çok yakından ilgilendiren, Türkiye'yi -biraz önce de söylediğim gibi- bir sömürü alanına çeviren kanunları görüşüyoruz. Bu kanunlar, gelecekte, Türkiye için, iktidarlar için çok büyük tuzaklar yaratabilecek nitelikteki kanunlardır. Bence, bu uyum kanunlarının gelmesine de gerek yoktu. Daha, Türkiye'de, o kadar çok büyük gelmesi gereken kanunlar var ki... İşsizliği önleyen bir kanun getiriyor muyuz? Depremde insanlar... Her gün televizyonda görüyoruz; canıyla, malıyla... Yani, insanların sağlıkları tehlikede, gıda bulamıyorlar, okulda çocukları okumuyor; onlara bir çare bulmamız gerekirken, gecenin bu saatlerinde, ülkenin temel...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun efendim, kürsü sizin.

KAMER GENÇ (Devamla) – ...ülkenin candamarıyla çok yakından ilgili, rejimiyle daha ilgili olan kanunları, bence, böyle, gecenin bu saatlerinde konuşmak hatalı bir davranış olur; yasama faaliyetlerinin çok sağlıklı yapılmasını engeller. Bu gibi kanunların enine boyuna tartışılması lazım.

Bu kanunlar Adalet Komisyonunda görüşülürken, acaba, Danıştayın mütalaası alındı mı, alınmadı; çünkü, ben, orada da söyledim. Değerli milletvekilleri, Danıştay, 1868'de kurulmuş ve o tarihten beri, bu imtiyaz, şartlaşma ve sözleşmelerine bakan bir kurum; ama, bir bürokrata, bu imtiyaz, böyle bir mukavele yaptığınız zaman, adam, memleketin menfaatını düşünmeyebilir, kendi çevresinin menfaatını düşünür vehayut da hüsnüniyetle de atlayabilir, hüsnüniyetle de hata yapabilir; ama, yapılan bir ufak hata, ülkenin trilyonlarca lira gelir kaybının veya kazancının belirli kişilerin cebine akmasına sebebiyet verebilir. Bu bakımdan, bu kanunlara şunda gerek yoktu; ama, buradaki, işte, hükümet iş yapıyorum veyahut da... Bazı müteahhitler, şimdi, sırada bekliyor; bu kanunları çıkarın ki, biz, şöyle yapalım diyorlar. Yani, bunları da biliyoruz; ama, tabiî, günahı vebali sizlerin boynuna, beni hiç ilgilendirmez. Burada söylüyoruz, vicdanımızı en azından tatmin ediyoruz.

BAŞKAN – Sayın Genç, münasip görürseniz, toparlar mısınız efendim.

KAMER GENÇ (Devamla) – Peki efendim.

Ben, zaten, daha başka maddelerde de konuşacağım.

BAŞKAN – Tabiî. 1,5 dakika verdim, isterseniz yarım dakika daha buyurun.

KAMER GENÇ (Devamla) – Peki, teşekkür ederim efendim, tamam. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Estağfurullah Sayın Başkan.

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Sayın Başkan, soru...

BAŞKAN – Sayın İyimaya, buyurun efendim.

Bir dakika efendim, açmadım.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Şahıslar adına söz hakkı yok mu efendim?

BAŞKAN – Affedersiniz Sayın Cevat Ayhan, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 292 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesi üzerinde, şahsen söz almış bulunuyorum.

Bu madde, 2575 sayılı Danıştay Kanununun 23 üncü maddesini değiştiriyor. 23 üncü maddesinde ne vardı da, bunu değiştiriyor diye bakarsak; 23 üncü madde, Danıştayın görevlerini sayan bir maddedir ve bu maddede de (d) bendini değiştiriyor; (d) bendi "mevcut hüküm, tüzük tasarılarını ve imtiyaz sözleşme ve şartlaşmalarını inceler" hükmü "Tüzük tasarılarını inceler; kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında düşüncesini bildirir" diyor. Yani, inceleme, uygundur, değildir diye mütalaa verme, bağlayıcı mütalaa verme yetkisi Danıştaydan alınıyor.

Değerli arkadaşlar, tabiî, geneli üzerindeki konuşmamda, enerji sıkıntısı sebebiyle bütün bu değişikliklerin yapıldığını ifade ettim. Tabiî, idarenin yetkili olması mühimdir. İdarenin elinin kolunun bağlanması da, idarenin icraatını zorlaştırır; ancak, idarenin de, verilen yetkileri düzgün kullanması, kamu yararına, amme menfaatına kullanması mühimdir. Bunun da, denetim mekanizmalarının olması lazım. Şimdi, bakın, Enerji Bakanlığı tarafından, Meclisten de kanun mahiyetinde geçirilerek, Rusya-Türkiye Mavi Akım Projesinde bir ihale yapıldı; Samsun-Ankara gaz boru hattının ihalesi, 48 inçlik.

Komisyonda, değerli bakan arkadaşımıza sorduk: Takriben 500 kilometrelik bu Mavi Akımda ihaleye çıktınız mı; kaç firmadan teklif aldınız; tekliflerdeki tenzilatlar nelerdir? "İhaleye çıkmadık" dedi. Niye çıkmadınız?.. "İhaleyi Gasprom yaptı, Ruslar yaptı." Peki, bu hattın -Samsun-Ankara- parasını kim ödeyecek? "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ödeyecek." Benim parasını ödeyeceğim bir boru hattının ihalesini Gasprom nasıl yapar?! Alan da, bir partinin eski ilçe başkanı ve ortakları.

Tabiî, bu, şahsen beni de, kamuoyunu da, takip eden herkesi de rahatsız eden bir husustur. Yetki vermek mühim; ama, yetkiyi düzgün kullanmak, amme menfaatına kullanmak meselesidir. Tabiî, bu yapılmadığı zaman, verdiğiniz yetki, kamu yararı aleyhine kullanılıyor, yetkileri daralttığınız zaman da işler yürümüyor. Onun için, buraya getirip, Meclis denetimini güçlendirmek lazım. Yani, tekrar tekrar ifade ediyorum, İçtüzük değişiyor şimdi.

Bakın, biz, milletvekilleri olarak, kamu yönetiminden bilgi alamıyoruz. İçtüzük değişiyor... Gelin, İçtüzüğe milletvekilinin doğrudan bilgi alma hakkını getirelim ve milletvekiline bilgi vermeyen idarenin savunma vermesi lazım. Vatandaşın da bilgi alma hakkının olması lazım; kozmik, gizli, özelliği olmayan bilgilerin vatandaşa açık olması lazım. Biz, bunları göremiyoruz.

Şimdi, Gaspromla ilgili, Mavi Hatla ilgili anlaşmada, ticarî, hukukî, malî protokoller yapıldı. Nerede bu protokoller, verin bakayım dediğiniz zaman vermiyorlar. Niye; denetleme yapacaksınız. Elbette, ben alacağım da denetleme yapacağım, yamuk bir iş varsa, bunun üzerine gideceğim. Bunu alamazsınız değerli arkadaşlar.

Yani, bizim önümüzdeki çıkmaz bu. Ya idarenin elini kolunu bağlayacaksınız kanunlarla... O zaman da, ülke meselelerini çözemeyeceksiniz, inisiyatif vermeyeceksiniz, takdir hakkını, kullanma hakkını vermeyeceksiniz veya verdiğiniz zaman da birçok suiistimaller olacak, yolsuzluklar olacak ve Meclis de seyirci kalacak. Onun için, Meclisin güçlendirilmesi lazım. Yani, bir ekstremden bir ekstreme gitmek doğru değil. Bu, makul ve orta yolu bulmak meselesidir.

Tabiî, burada, Danıştay denetiminden kaçırıyor muyuz diye düşünüyoruz; ama, enerji meselelerini halletmek için de Anayasayı değiştirmişiz, bu yolu açmışız. İşte, sıkıntı, kimin bu yetkiyi kullanacağı meselesinde ve nasıl denetleneceği meselesindedir.

Bunu çözmezseniz, bunun sıkıntısını çok çok çekeceğiz diyorum ve hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.

Sayın İyimaya, buyurun.

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Sayın Başkanım, aracılığınızla, Değerli Bakanıma şu sualleri tevcih etmek istiyorum:

Gerçekten, Parlamento, kurucu iktidar olarak, Anayasanın üç temel maddesini değiştirmiştir. Bu temel maddelerin yansıma alanlarının; yani, uyum yasalarının bir paket halinde getirilmesi meselenin ciddiyeti bakımından daha isabetli olmaz mıydı? Şu anda iki tasarıda görüyoruz ki, mevzuat bütünlüğü tamamen bozulmuştur. Acaba, böyle bir uzlaşma mı sağlanamadı? Birinci sualim bu.

İkinci sualim: Burada, gerçekten, ulusun iradesine uygun bir uyumun sağlanabilmesi için, Türk hukukunda tam bir normatif boşluk olan imtiyaz alanının gerçekten tanzim edilmesi gerekir idi; içtihadî bir alandır. Şu anda görüyoruz ki, 298 sayılı Yasada, neredeyse, imtiyaz alanı, Anayasanın 47 nci maddesi kendi kriterleri aşılarak, tamamen özel hukuk sözleşmelerine aktarılmıştır ve imtiyazın içi boşaltılmıştır.

Bu konuda Sayın Bakan hukukî yetkinliğini kullanarak, nelerin imtiyaz olacağı, hangi alanların özel hukuk sözleşmeleri veya devir ilişkilerine konu kılınacağı noktasında bir uyum, temel uyum metni üzerinde çalışıyorlar mı? Aksi takdirde, bu metinler göz boyamadan öteye geçemeyecektir; hukukun üstünlüğü değil, menfaatın üstünlüğü söz konusu olacaktır.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Ilıcak, buyurun.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Adalet Bakanından şunu sormak istiyorum:

Adalet Komisyonunda, tahkimin, daha önce imzalanan enerji sözleşmelerine uygulanması kabul edilmedi; siz de burada bunu beyan ettiniz. Şimdi, benzer bir düzenleme, 298 sıra sayılı -yap-işlet-devret diye adlandırabileceğimiz- bir kanun tasarısıyla getiriliyor. Adalet Komisyonundan geçirilemeyen; ama, Plan ve Bütçe Komisyonundan geçirilen bu tasarı, bu hüküm, sizce yakışıklı bir tavrı mı göstermekte? Acaba, bu ısrarın amacı nedir? Tahkimle yabancı sermayenin önü açıldığına göre, kaynak temin edileceğine göre, enerji yatırımları ülkemizde yapılacağına göre, diğerleri de, yani, daha önce sözleşmeyi imzalayanlar da, zaten, seve seve bu sözleşmeyi imzaladıklarına göre, niçin, hangi sebeple, bu tahkimi ille geriye doğru uygulamak istiyorlar? Yani, birincisi, bu yakışıklı mıdır; hoş karşılanabilir mi? İkincisi de, bu ısrarın amacı nedir efendim?

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Bakan, buyurun.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın İyimaya'ya ve Sayın Ilıcak'a teşekkür ederim.

Uyum yasalarının bir paket halinde getirilmesi, şüphesiz, düşünülebilirdi; ama, burada yaptığımız da, ivedi olarak bazı düzenlemelerin yapılması bakımından gereklidir. Nihayet, şu anda görüşmekte olduğumuz tasarı, idarî mevzuatta yapılması gereken, zorunlu olan düzenlemelerden ibarettir. Dolayısıyla, hepsinin bir paket halinde getirilmesi gerekmemektedir. Ayrıca, böyle bir yöntemin de, düzenlemelerin birbirinden kopuk, parçalı olması sonucunu doğurduğu söylenemez; her biri bir alanı düzenlemektedir. Şu anda görüşmekte olduğumuz tasarı, sadece idarî yargı mevzuatında yapılması gereken değişikliklerden ibarettir. 47 nci maddeyle ilgili değişiklik, bundan sonra görüşülecek olan kanun tasarısı kapsamında ele alınacaktır, o da sadece bir bölümü itibariyle. Bilindiği gibi, 47 nci maddede özelleştirme de düzenlenmektedir ve şu anda özelleştirmeyle ilgili bir kanun yürürlükte bulunmaktadır; onda da, ihtiyaçların gerektireceği değişiklikler zaman içerisinde yapılabilecektir.

İmtiyazların ne anlama geldiğini, sunuş konuşmamda açıklamaya çalıştım. O konuda başka bir şey eklemeye gerek görmüyorum; hem Anayasa Mahkemesinin verdiği bir tanımla hem de Özelleştirme Kanununda yer alan bir tanımla bu sorunun cevabını vermeye çalışmıştım.

Sayın Ilıcak ise, şu anda görüşmekte olduğumuz tasarıyla ilgili değil de, bundan sonra görüşülecek olan tasarıyla ilgili bir soru sormaktadır. Sanıyorum ki, henüz görüşülmeyen bir tasarı hakkında görüş beyan etmek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin usulleri arasında değildir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın Ilıcak, zımnî de olsa Sayın Bakan cevap verdi.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. – Danıştay Kanununun 24 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının (j) bendinden sonra gelen paragrafı aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Karşı açılacak iptal ve tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülmeyen kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan idarî davaları karara bağlar.”

BAŞKAN – Efendim, 2 nci madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına Şanlıurfa Milletvekili Sayın Yahya Akman; buyurun efendim.

FP GRUBU ADINA YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 292 sıra sayılı Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde, Fazilet Partisinin görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı, değerli milletvekillerimizin ve kamuoyumuzun çok iyi bildiği gibi, bundan yaklaşık dört ay önce, Türkiye Büyük Millet Meclisinin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmiş olan ve kamuoyunda "Tahkim Yasası" olarak adlandırılan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 47, 125 ve 155 inci maddelerinde değişiklik öngören anayasa değişikliğinin uyum yasası niteliğindedir.

Belirtmek gerekir ki, gerek tahkim yasasının görüşülmesi sırasında gerekse uyum yasasının görüşülmesi sırasında, bütün partilerin, bu konuda, hemen hemen hemfikir olduğunu sevinerek gördük.

Tahkim yasası çıkarılırken, kamuoyunda bazı çevreler, düşünceleri itibariyle özelleştirmeye karşı olduklarından, Türkiye'de liberal bir ekonominin tatbik edilmesine karşı olduklarından dolayı, doğrudan doğruya, tahkim yasasının çıkarılmasını, bu manadaki Anayasa değişikliğini, kimisi çok ileri giderek, adeta, vatana ihanetle eşdeğerde tutmuşlardır ve bu yasanın çıkmaması gerektiğini, bunun vatanın satılması anlamına geleceğini dahi iddia edecek kadar ileri giden insanlar olmuştur; ama, sağduyulu bütün insanlar şunu düşünmüşlerdir: Türkiye Cumhuriyeti Devletinin son yıllarda içerisinde bulunduğu ciddî bir ekonomik kriz var ve bu ekonomik krizin aşılmasının formüllerinden bir tanesi de, bir şekilde bütünleşmeye çalıştığımız Avrupa Birliği sürecinde, yabancı sermayenin, ülke adına yapılacak önemli yatırımlarda ülkemiz için faydalı olduğudur. Bunu düşündüklerinden dolayı, bu yasaya taraftar olmuşlardır. Bu nedenle, uyum yasası da aynı çerçevede olduğundan dolayı, bütün partilerin mutabakatını sağlamış görünüyor; ama, ne yazık ki, bütün bu iyi niyetlere rağmen, birinci görüş olarak izah etmiş olduğum özelleştirmeye ve tahkime karşı çıkan insanların iddiası neredeyse doğrulanacak gibi bir imaj içerisine girdik. Görüşmekte olduğumuz yasa tasarısı ve peşinden -sayın kâtip üyemizin de biraz önce karıştırdığı gibi- görüşeceğimiz yap-işlet-devret modeline ilişkin kanun tasarısında hükümete mensup arkadaşların bazı çabaları, bizi, bu kanun tasarısı hakkında olumsuz düşünmeye sevk etmiştir.

Değerli milletvekilleri, benden önceki bazı konuşmacı arkadaşlar değindiler. Şu an görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı Adalet Komisyonunda görüşülürken, iktidara mensup milletvekilleri tarafından, iktidardaki üç gruba mensup milletvekilleri tarafından, müşterek imzayla, ilave bir madde getirilmek istendi ve bu ilave madde, ne yazık ki, demin sorulan soru çerçevesinde. Daha önce, tasarının geneli üzerindeki değerlendirmede, Sayın Adalet Bakanımızın ifadelerini yadırgadım. Zira, getirilmiş olan bu önergeyi Sayın Bakanımız kabul etmişlerdi, hükümet olarak bu önergeye katılmışlardı. Bu önergeye katılmış oldukları halde, kendilerine huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum, Adalet Komisyonumuzun çok değerli üyeleri sağduyularını kullanmak suretiyle, memleket ve millet menfaatını önplanda tutmak suretiyle verilmiş olan bu önergeyi reddettiler ve bu reddetme, hükümetin iradesine ve üç parti grubunun iradesine rağmen yapılmış bir ret idi. Zira, Adalet Bakanımız Sayın Hikmet Sami Türk, komisyon görüşmeleri sırasında aynen şöyle söylüyor: "Önergedeki zaman sınırlaması, çok geriye gidilmemesi bakımından düşünülmüştür ve son iki yıl içerisinde Danıştayın da incelemesinden geçirilerek imzalanmış bulunan imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri konularını enerji bakımından..." Böyle devam eden ifadeleri var. Devamında da, değerli meslektaşım Sayın Dengir Fırat, burada zabıtlara geçmesi yönüyle tek tek ifade ettiler, ben tekrara girmeme açısından izah etmeyeceğim; ama, kamuoyunun son derece duyarlı olduğu ve hakikaten endişe duyduğu, bundan birkaç yıl öncesinden başlayarak birkısım medya patronlarına verilmiş olan enerji ihalelerinin de, geriye dönülmek suretiyle tahkimden istifade ettirilmesi yönünde bir gayret içerisinde sayın hükümetimiz.

Demin Sayın Ilıcak'ın sorusuna cevap verirken, bir sonraki tasarıyla ilgili sorulduğu için cevap verme ihtiyacı hissetmedi Sayın Adalet Bakanımız; ama değerli milletvekilleri, ben şunu ifade etmek istiyorum: Hükümet işi, müşterek sorumluluğu gerektiren bir iştir. Adalet Bakanının ayrı düşünmesi, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanının ayrı düşünmesi diye bir şey düşünülemez. Böyle bir şey, olsa olsa, hükümet sorumsuzluğudur; böyle bir şeyi benimsememiz mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, birazdan görüşeceğimiz kanun tasarısında Adalet Komisyonu olarak reddettiğimiz ve birkısım insanlara bu memleketin kaynaklarının peşkeş çekilmemesi gerektiği yönünde reddettiğimiz maddeyi, cümle değiştirmek suretiyle sayın hükümetimizin aynen koyduğunu görüyoruz. Bu yasama döneminde, maalesef, çok garip olaylarla karşılaşıyoruz değerli milletvekilleri. Bir tasarının, komisyonların önüne geldikten sonra, önergeler suretiyle -komisyonda ve Genel Kurulda- iktidar partileri tarafından düzeltilmesi ihtiyacının hissedildiğini görüyoruz. Hani, muhalefet, önergeler suretiyle katkıda bulunmak istese, bunu anlarım; çünkü, bu tasarıların hazırlanma yeri hükümettir, bakanlıklardır, bundan muhalefet partilerinin haberi olmayabilir. Milletin menfaatına gördüğü bazı hususlarda, gerek komisyonlarda gerekse Genel Kurulda, uygun gördüğü bazı değişiklikleri, muhalefet partileri gündeme getirebilir. Bundan daha normali olamaz. Buna, iktidar partisindeki milletvekillerinin destek vermesi de çok normal; ama, bu iki tasarıda özellikle, görüyoruz ki, komisyonlardaki görüşmeleri sırasında, alelacele ve birkısım komisyon üyelerince dahi tam anlaşılmadan, önerge yoluyla maddeler ilave ediliyor. Bunu, milletim adına, Parlamento adına yadırgadığımı ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, biz, bu zihniyete, sonuna kadar karşı çıkacağız. Biraz sonra görüşeceğimiz kanun tasarısıyla ilgili önergelerimizi Sayın Meclis Başkanlığımıza sunduk. Bunun çıkmaması için, medya patronlarının arzuladıkları şekilde çıkmaması için, bütün milletvekillerimizin sağduyulu hareket edeceğine inanıyorum.

Değerli milletvekilleri, son günlerde, medyadaki bazı gelişmeler son derece dikkatimi çekti. "Kıyak emeklilik" olarak adlandırdıkları bir yasa tasarısını dile dolayıp duruyorlar. Hangi televizyon kanalını açsan, hangi gazete sayfasını açsan aynı haberlerle karşılaşıyorsun. Emekliliği henüz hak etmemiş bir arkadaşınız olarak bu konunun uzaktan yakından benimle bir ilgisi yok, bunu belirtmemde fayda var; ama, dikkatimi çeken husus şudur ki, özellikle, memleketin önemli kaynaklarının bazı insanlara peşkeş çekilmek istendiği kanun tasarılarının ve çok çok önemli kanun tasarılarının, rakamlar itibariyle milyar dolarlar, ifade eden bazı kanun tasarılarının görüşülmesi sırasında medya tek satır yazı yazmazken, kendi ifade ve hesaplamalarıyla, her nedense, vatandaşın birkaç trilyon parasının bazı milletvekili emeklilerine gideceğinin endişesi içerisine düşmüşlerdir. Bunu yadırgadığımı ifade etmek istiyorum değerli milletvekilleri ve bu hususa da hepinizin dikkatini çekmek istiyorum. Hakikaten, bu medya mensubu değerli arkadaşlarımız, bu milletin bir kuruşunu, yetim hakkını bu kadar kovalayan, bu kadar takip eden...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akman, sürenizi uzatacağım; çünkü, bu, birbirine mündemiç iki kanun haline geldi; önemli bir mesele.

Buyurun efendim.

YAHYA AKMAN (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Yani, bu kadar önemli kanun tasarıları görüşülürken medyamızın hiç alakadar olmadığını, bu tasarıların âdeta sessiz sedasız geçmesini arzuladığını görüyorum. Bugün, değerli milletvekili arkadaşım saydı, bir sürü enerji ihalesi yapılmış, bazı insanlara verilmiş ve bunlara daha kıyak bir şekilde verilmesinin yolları aranırken, halkımızın sözcüsü olma iddiasındaki medya, maalesef, bunu sorgulamak yerine "milletvekilleri, kendi başlarının çaresine baksınlar; acaba ben şu tarafta mı yer alsam, bu tarafta mı yer alsam; şu kıyak emeklilik konusunda olumlu mu oy versem, olumsuz mu oy versem" endişesi içerisine sokmak, bir kamuoyu baskısı oluşturmak gayreti içerisindedir. Bunu, huzurlarınızda kınamak istiyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akman.

Şimdi söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Salih Çelen'de.

Buyurun Sayın Çelen.

Herhalde, siz de mündemiç bir kanun görüşeceksiniz!..

DYP GRUBU ADINA SALİH ÇELEN (Antalya) – Evet Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 2 nci maddesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Öncelikle, elim bir trafik kazasında vefat eden Çanakkale Milletvekilimiz merhum Sıtkı Turan'a ve danışmanı Metin Demir'e Yüce Allah'tan rahmet, yakınlarına sabırlar dileyerek; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında bazı değişiklikler yapan 4446 sayılı Yasayla getirilen yeni anayasal hükümlerle Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanunu arasında uyum sağlayabilmek amacıyla gündeme getirilen kanun tasarısının, öncelikle, yasama tekniği açısından bir zorunluluğun sonucu olmadığını ifade etmek istiyorum.

Gerçekten de 4446 sayılı Yasayla Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında yapılan değişiklikler, 2575 ve 2577 sayılı Yasalardan daha sonra yürürlüğe girdiğinden ve üstünlüğü nedeniyle, anılan yasaların Anayasanın açık lafzına aykırı olan kısımları zaten zımnen ilga edilmiş bulunmaktadır. Uygulamada da bu konuda bir tereddüt yoktur. Nitekim, Danıştay Genel Kurulu, Danıştay Başkanı, Danıştay Başsavcısı, Danıştay başkanvekilleri ve daire başkanlarının seçimine ilişkin olarak ayrıntılı düzenleme içeren 2575 sayılı Danıştay Kanunun 10 uncu maddesini değil, Anayasanın 155 inci maddesini uygulamakta ve seçimi üye tam sayısının salt çoğunluğuyla yapmaktadır.

Yasama tekniği bakımından bir zorunluluk ifade etmeyen bu yasa tasarısının gündeme getirilmesi, siyasî iktidarın taraflı olduğu çıkar çatışmalarının Meclise yansıması niteliğindedir.

Değerli milletvekilleri, 14.8.1999 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4446 sayılı Yasayla, Anayasanın " Devletleştirme" başlıklı 47 nci maddesi değiştirilmiş ve özelleştirme de anayasal bir ilkeye kavuşturulmuştur.

Anayasa Mahkemesinin özelleştirmeye ilişkin yasal düzenlemenin Anayasaya uygunluk denetimi sırasında, devletleştirmenin karşıtı olarak gördüğü özelleştirmeye, yine, devletleştirmeye ilişkin anayasal düzenlemeden hareketle, anayasal ilkeler getirilmiştir. Yapılan değişiklikle, Anayasa Mahkemesi kararları paralelinde "özelleştirme" kavramı da Anayasada yer almıştır. Dolayısıyla, bu anayasa hükmü karşısında, özelleştirmeye ilişkin yöntemler ve esasların yasama organı tarafından yasayla düzenlenmeleri zorunlu olup, bu yasama yetkisinin yürütmeye devri söz konusu edilemeyecektir.

Anayasanın 47 nci maddesinin 4446 sayılı Yasayla değişik haline göre, kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleriyle gerçek veya tüzelkişilere yaptırılabileceği veya devredilebileceği hususları, bu kanunla belirlenmek zorundadır. Bugüne kadar böyle bir kanun teklifi veya tasarısı Genel Kurul gündemine gelmemiştir.

İmtiyaz sözleşmeleri, günümüzde, esas itibariyle enerji yatırımları ve devletin yürüttüğü enerji hizmetlerinin özel hukuk kişilerine gördürülmesi ve bununla ilgili tesislerin devri konusunda önem taşımaktadır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Anayasanın 168 inci maddesi uyarınca, devletin hüküm ve tasarrufundaki doğal kaynak ve servetlerden yararlanarak ve mahallinde kullanılarak üretilen elektrikle ilgili hizmetler temel kamu hizmeti olup, doğal tekel niteliği taşımaktadır. Bu hizmetler, aynı zamanda stratejik yönden önemli hizmetlerdir.

Elektrikle ilgili kamu hizmetlerinin, imtiyaz usulüyle özel hukuk hükümlerine tabi sermaye şirketlerine gördürülmesine imkân tanıyan 3096 sayılı Yasanın Anayasaya aykırılığı çeşitli hukukçular tarafından dile getirilmiş ve Danıştay idarî dava dairelerince, yasa, itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine götürülmüş; ancak, Anayasa Mahkemesi, esasa girmeden Danıştayın başvurusunu usulî nedenlerle reddetmiştir.

Daha sonra, Anayasaya aykırılık görüşü taşıyan üyelerin çoğunluğu sağlayamaması nedeniyle, bu yasa, tekrar Anayasa Mahkemesine götürülememiştir; ancak, 3096 sayılı Yasanın Anayasaya aykırı olup olmadığı konusundaki tartışmada, yasanın Anayasaya aykırı olmadığını savunanlar, esas itibariyle bu yasa uygulanarak düzenlenen imtiyaz sözleşmelerine, Danıştayca incelendiği ve anayasal ilkelerin bu inceleme sırasında göz önünde bulundurularak, bu ilkelere aykırı uygulamaların engellendiğini ifade etmekteydiler.

Gündemdeki yasa tasarısı, Anayasa değişikliği paralelinde Danıştayın imtiyaz sözleşmelerini inceleme görev ve yetkisini ortadan kaldırmaktadır. Esasen, Anayasa değişikliğiyle birlikte, imtiyaz usulüne ilişkin yasaların anayasal ilkeler ışığında yeniden düzenlenmesi gerekirken, bu yolda bir düzenleme yapılmaksızın, önceliğin bu tasarıya verilmesi, hükümetin, hükümet etme mantığıyla ancak izah edilebilecektir.

Değerli milletvekilleri, 3096 sayılı Yasanın Anayasaya uygun olduğunu düşünenlerin dahi bu düşüncelerine esas teşkil eden Danıştayın inceleme görevi ortadan kalktığına göre, konunun yeniden bir yasal düzenlemeyle gündeme getirilmesi gerekirken, bu yönde bir çaba ve hazırlık olmaksızın sadece yasaların çıkarılması, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının, kamuoyunda "Enerji ve Tabiî Kıyaklar Bakanlığı" olarak anılmasına yol açmıştır. Acaba, neden, "Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı" değil de, kamuoyunda "Enerji ve Tabiî Kıyaklar Bakanlığı" olarak görülmektedir; onu da söyleyelim.

Şimdi, bu konuyu, en güzel şekilde, 11.12.1999 tarihli yazısında Necati Doğru ifade etmiştir. Bu yazıdan yine alıntı yapacağım.

Şimdi Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına bağlı olan BOTAŞ Genel Müdürlüğü, bir kamu hizmeti olarak, insanımızın, Türk Milletinin ısınma sorununa ilişkin doğalgaz ithal etmektedir. BOTAŞ'ın ithal ettiği doğalgaz, Rusya'dan 70 dolara satın alınmaktadır. Türkmenbaşı'nın çok daha ucuza vermeyi teklif ettiği bu doğalgazın, Rusya'dan niye 70 dolara satın alındığını hâlâ anlayabilmiş değiliz; ancak, bütün bunlara rağmen, son birbuçuk yıldan beri BOTAŞ, tamı tamına 16 kez doğalgaza zam yapmıştır ve neticede, 70 dolara satın aldığı doğalgazı, tam olarak 130 dolara Türk Milletine satmıştır. Aradaki bu fark nereye gitmektedir; yani, 70 dolara alınan doğalgazın 130 dolara satılması dolayısıyla 60 dolar kâr yapan BOTAŞ, bu parayı nereye harcamaktadır?

Yine, Sayın Necati Doğru -Allah selamet versin. Kendisine, sağlık, afiyet diliyorum- 11.12.1999 tarihli yazısında bunu çok güzel bir şekilde ifade etmiş; aynen, Sayın Necati Doğru'nun yazısını okuyorum: "BOTAŞ'ımız, halka zamları hemen yapıyor ve 70 dolarlık malı 130 dolara satıyor..."

BAŞKAN – Sayın Milletvekilleri, lütfen, yerlerinize oturur musunuz.

SALİH ÇELEN (Devamla) – "...Bu konuda hiç atlamıyor; fakat, BOTAŞ'ımız, halka yüksek fiyata gaz kökleyerek topladığı parayı, boru hatlarının yapımına yatırırken, işin gecikmesine göz yumarak ve henüz çivisi bile çakılmamış işe önceden yüksek avanslar vererek, hayatlarında hiç boru hattı yapmamış..." Tekrar ediyorum "hayatlarında hiç boru hattı yapmamış şirketlerin sahiplerine açıktan para akıtıyor." Nasıl mı?.. "Sıkı durun, anlatıyorum" diyor Necati Doğru. Ben de, buradan, değerli milletvekillerine ve Türk Milletine aynen okuyorum: "BOTAŞ, Kayseri - Ankara boru hattını (320 kilometre) birkısım şirketlere -isim vermiyorum- 88 milyon dolara, 21 Ağustos 1998 tarihinde ihale etti. Şirketlere işe başlamadan 13 milyon dolar avans verdi." Bugüne kadar, bu hatta harhangi bir çivi çakılmamıştır ve 13 milyon doları da, belirli şirketler kullanmaktadır.

Bunun gibi, Kayseri - Konya - Seydişehir arasında 340 kilometrelik doğalgaz boru hattını, yine bir (X) şirketine 99 milyon dolara ihale etmiş, (X) şirketine tam tamına 14 milyon dolar avans verilmiş ve aradan geçen onyedi aylık süre içerisinde, bu malum şirket tek bir çivi dahi çakmamıştır.

Yine, Erzurum-İmranlı arasındaki 325 kilometrelik mesafede de doğalgaz boru hattı ihale edilmiş, 154 milyon dolara ihale edilmiş, yine, bir şirkete, peşin olarak, daha çivisi çakılmadan 23 milyon dolar avans yatırılmış ve aradan geçen onyedi aylık süre içerisinde, maalesef, tek bir çivi dahi çakılmamıştır.

Yine, İmranlı-Kayseri arasında 260 kilometrelik mesafede 119 milyon dolara ihale yapılmış bir şirkete, 17 milyon dolar peşin para ödenmiş avans olarak, tek bir çivi dahi çakılmamış, aradan onyedi aylık süre geçmiştir.

Yine, Kayseri-İzmir arasında 60 milyon dolarlık bir ihale yapılmış,5 milyon dolar peşin avans ödenmiş, tek bir çivi çakılmamış.

Loop Projesi de 33 milyon dolara ihale edilmiş, 5 milyon dolar peşin avans verilmiş, tek bir çivi çakılmamış. Bunun gibi daha birçok örnek var.

Sayın Necati Doğru, yukarıda bahsettiğim yazısında bunları toplamış ve BOTAŞ'ın, 110 milyon dolarlık bir avansı, tek bir çivi dahi çakılmadan ödediğini söylemiştir. Bunların içerisinde, bir Rus şirketine de, projesi dahi yapılmaksızın, 52 milyon dolar avans verilmiştir.

BAŞKAN – Sayın Çelen, süreniz bitmek üzere, toparlar mısınız.

SALİH ÇELEN (Devamla) – Tamam Sayın Başkanım.

Şimdi, Sayın Bakanımız da buradadır. O gün için Sayın Necati Doğru diyor ki: "Toplam 110 milyon dolar avans verilmiştir. BOTAŞ, şu anda, onyedi ay gecikmiş işlere toplam 110 milyon dolar avans vermiş bulunuyor. Eğer BOTAŞ, bu parayı, işleri geciktiren şirketlere avans vermek yerine bir devlet bankasına yatırmış olsaydı, onyedi ayda, tam tamına 40 milyon dolar faiz alınabilecekti." İşte bu 40 milyon dolar birtakım şirketlere peşkeş çekilmiştir. "BOTAŞ'ın sırtından 40 milyon dolar kazanmış oldular." Yine, Sayın Necati Doğru'dan okuyorum: Söylenenlere göre, bütün bu avansların verilmesinde, dönemin Başbakanı ve şu an huzurda bulunan Enerji ve Tabiî Kıyaklar Bakanı- pardon, Kaynaklar Bakanı- Cumhur Ersümer'in etkili ve katkılı olduğunu yazmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SALİH ÇELEN (Devamla) – Sürem bitti; ama, sanıyorum, Sayın Başkanım bana 1 dakikalık eksüre verecektir.

BAŞKAN – Buyurun efendim, eksüre verdim, toparlayın.

SALİH ÇELEN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

"Doğru mu bilmiyorum; fakat, bu avans işi ve gecikmeye göz yummak, işi geciktiren firmaların teminat mektubunu yakıp, işi yapabilecek firmalara yeniden ihale etmemek hali, soyguna göz yummak ya da çanak tutmak değilse nedir?!"

Ben diyorum ki, burada, bu 110 milyon doların anaparasını değil, faizi olan 40 milyon doları, yani, verilen 110 milyon doların faizi olan 40 milyon doları, bizim Antalya'da yakın bir zamanda yaşanan dolu felaketinde zarar gören insanlara verilseydi, o insanlar ihya olurdu. Serik'teki bu arkadaşlarımızın, bu insanlarımızın evinde şu an yangın bulunmaktadır. Hem ürünlerinin hem de yatırımlarının yüzde 50'sinden fazlası zarar görmüş bu insanlar, 18 köy, halen, iftar yapacak parayı bulamamaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayın lütfen...

SALİH ÇELEN (Devamla) – Ben diyorum ki, bu şirketlere verilen 110 milyon doların, faizi olan 40 milyon doların yüzde 10'unu versek, insanlarımız rahatlayacaktır. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelen.

Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.

Şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç; buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanununda değişiklik yapılmasıyla ilgili tasarının 2 nci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum.

Aslında "Danıştay Kanununun 24 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının (j) bendinden sonra" diye bir ibare kullanılmış. Bana göre, hukuk tekniğine aykırı bir ifade; çünkü, biliyorsunuz, kanunlarda numara olunca bent oluyor, bentten sonra da alt bent olur; yani, 1, 2, 3 veya (a), (b), (c) olursa, bunlar bent anlamında kullanılır. Eğer, başlarında herhangi bir harf veya numara yoksa, bu, fıkradır; ama, yine, yanlış kullanılmıştır.

Değerli milletvekilleri, burada, tabiî, yürürlükte olan maddeye sadece "tahkim yolu öngörülmeyen" ibaresi ilave edilmiştir. "Tahkim yolu öngörülmeyen" kavramındaki amaç, Anayasanın 47 nci maddesinde yapılan bir değişiklikle mukayese ettiğimiz zaman, orada, devlet ve kamu iktisadî teşebbüslerinin hangi hizmetlerinin özel hukuk sözleşmesi yoluyla yapılacağının kanunla belirleneceği belirtilmiştir. Eğer, bir kamu hizmeti, elektrik iletim tüketim işi olsun, dağıtımı olsun veya köprü, yol, kanalizasyon işi olsun, eğer o hizmetin özel hukuk sözleşmesi yoluyla yapılacağına ilişkin bir kanun çıkarılmamışsa, benim anlayışıma göre, o bir kamu hizmeti niteliğini de taşıyan bir hizmetse, o imtiyaz şartlaşması ve sözleşmesine giren bir hizmet aktidir. Dolayısıyla, her halükârda, bu konuda, Danıştaydan düşünce almak gerektiğine inanıyorum. Aksi takdirde, Anayasanın 47 nci maddesinde Meclisimizin yaptığı değişikliğin bir anlamı kalmaz.

Bunları burada söylemekteki amacımız; yarın öbür gün, bunlar, uygulamada, birtakım hükümetler veya kişilerin "yahu, biz böyle bir kanun çıkarmadık; ama, bu hizmet, kamu hizmeti niteliğinde de olsa, ben buna tahkim yolunu koyarım, tahkim yoluna giderim; dolayısıyla, Danıştayın da düşüncesini almam" gibi bir hevese kapılmaması gerekir. Bunun, Danıştayda tahkim olarak öngörülebilmesi için... Özellikle, burada, yetki, idarenin değil, Meclisindir; yani, bu hizmetle ilgili olarak... Bilmiyorum, biraz sonra çıkaracağımız yap-işlet-devret kanununda başka bir özellik eğer getirilmemişse ki, getirilmesi mümkün değil; Anayasanın 47 nci maddesinde yaptığımız değişiklik ortada... Dolayısıyla, bugünkü uygulamayla, kamu hizmeti niteliğini taşıyan bir sözleşme, eğer özel hukuk sözleşmesi niteliğiyle belirtilmemişse bir yasada, bu, her halükârda bir imtiyaz şartlaşması ve sözleşmesidir; dolayısıyla, Danıştaydan düşünce alınması gerekir.

Daha önce de konuşmalarımda belirttim; bu, aslında, hem hükümetler hem de bürokratlar için bir güvencedir. Biliyorsunuz, tabiî, bugünkü hükümet, çok büyük bir çoğunlukla Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilmektedir. Yarın, herhangi bir bakan, burada, Danıştayın mütalaasını almadan bir sözleşme yaptığı zaman, hakkında pekala gensoru verilebilir. Biliyorsunuz, daha önceki uygulamalarda da, burada, bu gibi konularda, kendileri hakkında gensoru verildiği zaman, işte ilgili bakanın tek sığınak yeri; diyordu ki "efendim, işte biz gittik, Danıştaydan mütalaa aldık. Danıştay bu konuyu inceledi; bir hata olsaydı, hukuk kurumuydu, o bunu onaylamazdı." Dolayısıyla da, bu, kendisi için çok yeterli ve güçlü bir savunma olurdu; ama, bunlar zaten kalktığı zaman, bakanlar da burada hükümeti, kendisini savunmaz.

Değerli milletvekilleri, biz, Türkiye'deki kamu hizmetlerinin sağlıklı ve süratli yapılması konusunda en ufak bir engelleme düşüncesine sahip değiliz. Bizim istediğimiz, yapılacak her hizmetin maliyetinin ucuz olması ve hizmetin etkin ve verimli bir şekilde yapılmasıdır. Özel kişiler arasında tahkim yoluyla yapılan sözleşmelerde bile, sözleşme konusunun ahlaka aykırı olmaması lazım, kanuna aykırı olmaması lazım, kamu düzenine aykırı olmaması lazım. Özel hukukta dahi öngörülen bu niteliklerin, hele kamu hizmeti niteliği taşıyan sözleşmelerde öncelikle aranması gerekir.

Ben zamanı geçirmeyeyim; saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.

Şimdi söz sırası, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan'da.

Sayın Ayhan?.. Yok.

2 nci maddenin görüşmeleri tamamlanmıştır.

2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 2 nci madde kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. – Danıştay Kanununun 42 nci maddesinin (c) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“c) Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerini,”

BAŞKAN – 3 üncü madde üzerinde gruplar adına söz isteyen?.. Yok.

Şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç, siz istiyor musunuz efendim?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir açıklama yapmak üzere istiyorum efendim.

BAŞKAN – Mikrofon sizin bıraktığınız gibi açık efendim; buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Efendim, Danıştay Kanununun 42 nci maddesi, Danıştayın bu imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerini inceleyen ilgili dairelesinin görevini belirten bir maddedir. Yalnız, tabiî, özellikle hükümetten veya komisyondan sormak istiyorum: Yukarıda "tahkim yolu öngörülmeyen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri" denildiği halde, bu maddede "kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerini" deniliyor.

Şimdi, evvela, burada "tahkim yolu öngörülmeyen" ibaresi niye kalkmış? Yani, kanunun baştan beri gelen ibaresine göre, tahkim yolu öngörülmeyen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri için Danıştaydan düşünce alınır; dolayısıyla, Danıştay 1. Dairesi de burada... Ama, bu maddenin başına böyle bir ibare konulmamıştır. Bilmiyorum, benim biraz önceki maddede belirttiğim gibi, devlet ve diğer kamu iktisadî teşebbüslerinin yaptığı hizmetlerden herhangi birisi özel hukuk sözleşmesi olarak adlandırılmadığı takdirde, her halükârda kamu hizmeti niteliği bulunan bu hizmetler imtiyaz şartlaşması ve sözleşmesi sayılır ve dolayısıyla da, Danıştay 1. Dairesi inceler şeklinde mi anlamak gerekiyor? Kanun bir bütün olarak nazara alındığı zaman, bir maddesinde başka bir ibare kullanırsanız, bir başka maddesinde başka bir ibare kullanırsanız, o zaman bu, uygulamada çok sıkıntılar yaratabilir.

Ben bilmiyorum, Sayın Bakan eğer uygun görürse, kanundaki ve Anayasadaki değişikliğe uygun olarak "tahkim yolu öngörülmeyen kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri" olarak düzeltilmesinin daha yararlı olacağına inanıyorum. Aksi takdirde, Danıştay 1. Dairesi "bir sözleşme, kamu hizmetiyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmesiyse, ben bunu incelerim" diyebilir. Bunu belirtmek için söz aldım.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.

İkinci söz, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan'ın.

Sayın Ayhan?.. Yok.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, hükümetin, İçtüzüğün 83 üncü maddesi gereğince bir istemi vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kanun tasarısının 5 inci maddesinin 4 üncü maddeden önce görüşülmesi yasa tekniği bakımından daha uygun olacağından, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 83 üncü maddesi uyarınca gereğini arz ederim.

Hikmet Sami Türk

Adalet Bakanı

BAŞKAN – İstemi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Böylece, 5 inci maddeyi okutuyoruz 4 üncü madde yerine:

MADDE 4. – Danıştay Kanununun 46 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi yürürlükten kaldırılmıştır.

BAŞKAN – 5 inci madde, şimdiki yeni 4 üncü madde üzerinde gruplar adına söz isteyen?.. Yok.

Kişisel söz, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç'te.

Sayın Genç?..

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, konuşmayacağım; yalnız, bir soru soracağım.

BAŞKAN – Sayın Genç konuşmuyor.

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?.. Yok.

Sayın Genç, sorabilirsiniz; buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Şimdi, efendim, bu yürürlükten kalkan hüküm, Danıştay İdarî İşler Kurulunun görevlerini belirleyen bir hüküm. Yani, Danıştay İdarî İşler Kurulu, Danıştay 1. Dairesinin verdiği kararlara karşı itiraz; yani, tahkim yolu öngörülmeyen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde Danıştay 1. Dairesinin verdiği kararlara karşı İdarî İşler Kuruluna gitmeyecek mi?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Bakan.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu madde hazırlanırken Danıştay Başkanının veya ilgili Bakanın istemi üzerine konunun Danıştay İdarî İşler Kuruluna götürülebileceği düşünülmüştü; ama, şimdi, bir önergeyle, burada mevcut olan hükmü, (b) bendini, Anayasada kullanılan yeni ifadeye uygun olarak değiştirmeyi amaçlıyoruz. Sanıyorum ki, o önerge geldiği zaman daha uygun bir formül bulunmuş olacaktır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, o zaman, şimdi önerge veriyorsunuz, değil mi?

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) – Evet...

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Madde üzerinde önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 292 sıra sayılı kanun tasarısının 5 inci maddesinin 4 üncü madde olarak aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve tasarıdaki 4 üncü maddenin 5 inci madde olarak teselsül ettirilmesini saygıyla arz ve teklif ederiz.

Aydın Tümen İsmail Köse Ömer İzgi

Ankara Erzurum Konya

Beyhan Aslan Mustafa Vural

Denizli Antalya

Madde 4- Danıştay Kanununun 46 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

b) Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerini.

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu efendim?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) – Çoğunlumuz olmadığı için katılamıyoruz; Genel Kurulun takdirine bırakıyoruz.

BAŞKAN – Hükümet katılıyor mu?

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) – Katılıyoruz.

BAŞKAN – Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir efendim.

Kabul edilen önerge doğrultusunda tasarının 5 inci maddesini 4 üncü madde olarak oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tasarının 4 üncü maddesini 5 inci madde olarak okutuyorum:

MADDE 5. – Danıştay Kanununun 48 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Kanun ve tüzük tasarıları ile kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinin görüşülmesi

Madde 48. – Danıştay, kanun tasarı ve teklifleri ile tüzük tasarıları üzerindeki incelemesini, kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında düşüncesini bildirmeyi, geliş tarihinden itibaren iki ay içinde sonuçlandırmak zorundadır.”

BAŞKAN – 5 inci madde üzerinde grupları adına söz isteyen?.. Yok.

Şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç; buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu, tabiî, Anayasada yapılan değişikliğe paralel bir değişiklik. Yalnız, Anayasadaki hükme göre, imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında Danıştayın mütalaasını iki ay içinde bildirmesi hükmü var; fakat, tüzük tasarılarını incelemesi konusunda herhangi bir süre yok; ancak, mevcut, yürürlükte olan Danıştay Kanununda bu süre üç aydı, şimdi iki aya indiriliyor.

Şimdi, evvela, bu uygulamada, uygulayıcıları aydınlatmak bakımından, özellikle bazı konuları burada vurgulamamızda yarar var.

Şimdi, değerli milletvekilleri, daha önce de, yaptığım konuşmada belirtim, eğer bir imtiyaz şartlaşma ve sözleşmesinde tahkim öngörülmemişse, bu imtiyaz şartlaşma ve sözleşmesiyle ilgili, her halükârda Danıştaydan mütalaa istenmesi şarttır; bunu, bir defa, burada vurgulamamız lazımdır.

İkincisi "Danıştay iki ay içinde görüş bildirir" diyor. Farz edelim ki, Danıştay iki ay içinde görüş bildirmedi, o zaman ne olacak; acaba, idare "efendim, ben Danıştaydan mütalaa istedim, iki ay içinde de görüş bildirmedi, ben bunu otomatikman yürürlüğe sokarım" diyebilir mi? Bana göre diyemez; çünkü, böyle bir şey yaptığı zaman, bunu uygulayacak bürokrat ve hükümet sorumlu olur.

Şimdi, değerli milletvekilleri, tabiî, önemli birtakım projeler var, mesela, yine "tüzük tasarılarını iki ay içinde inceler" diyor; ama, tüzük tasarılarını inceleme_ Burada, görüş bildirme meselesi var. Tüzük tasarısında, mevcut Danıştay Kanununa göre, üç ay içinde görüş bildirmezse, idare bunu yayımlayamıyor; çünkü, orada inceleme yetkisi Danıştaya ait.

Burada da, Danıştayda görev yaparken bazı şeyleri iyice anlamak lazım. Şimdi, tabiî, Danıştay bu incelemeleri yaparken, teknik elemanlar çağırıyor, mühendisi çağırıyor, mimarı çağırıyor, çevre mühendisini çağırıyor, hukukçuyu çağırıyor, müsteşarı çağırıyor; yani, o konuda, belirli bilgi sahibi olan, uygulamayı bilen ve bir yandan da sözleşmeyi hazırlayan bürokratları çağırıyor, her tarafı çağırıyor ve konuyu enine boyuna tartışıyor, inceliyor. Dolayısıyla, burada, en sağlıklı sonuca ulaşmak için bir inceleme yapmak zorundadır.

Bence, burada Anayasayı yaparken, belki de bir hata ettik; aslında bunların öncelikle incelenmesi gerekir; ama, işte, bazıları da, Danıştay -veya Anayasa Mahkemesini de karıştırıyorlar, niye Anayasa Mahkemesini karıştırıyorlar, onu da bilmiyorum- bu konuları süratle yapamıyor_

Tabiî, bazı şeyler vardır ki, sürat sağlamak çok zor; yani, birisinin, bir gün engeli çıkıyor, mazereti çıkıyor, bilgisine başvurulacak kişiler gelmiyor. O bakımdan, benim gördüğüm kadarıyla, Danıştay, bu konuları çok hassas inceliyor, özellikle ülke menfaatını koruyor. Birçok defa, bu sözleşmelerde, müteahhitler, hep, kolay yollardan devletten büyük kazanç sağlama yoluna gidiyorlar, yatırım mükellefiyetlerini yerine getirmedikleri halde, devletten bazı avantajlar sağlamaya çalışıyorlar veyahut da ne bileyim, farzedelim ki, elektrik üretiminde "bu ürettiğin elektrikle şu kadar yatırım yaptın, şu kadar elektrik üreteceksin ve o kadar elektriği devlet almak zorunda" diye bir şart var; ama, arkasından, bir bakıyorsunuz, o şartnameye konulanın, mesela 1 misli fazlasını üretiyor "bunu da al" diyor; bir misal olarak veriyorum, mukavelelere bu gibi bazı şartlar konuluyor. Danıştay, daha ziyade, objektif kıstasları nazara alarak, kamu yararına uygun olmayan, özellikle müteahhitin menfaatını gözetleyen bu hükümlerin sözleşmeye konulması hallerinde, bunları ayıklıyor ve kamu yararına uygun, daha doğrusu, kamu hizmetinin sağlıklı, devamlı, verimli, ucuz işlemesi için, kamu yararına uygun sözleşme yapıyor.

BAŞKAN – Toparlar mısınız efendim...

KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkan, burada görüyorum zaten; süreyi geçirmemeye çalışacağım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

KAMER GENÇ (Devamla) – Özellikle bunları vurguluyorum ki, yarın, öbür gün, idare "Danıştaydan bir karar istedim, iki ayı geçti gelmedi; ben bu sözleşmeyi yapıyorum" demesin; deme yetkisine sahip değildir.

Saygılar sunuyorum efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?.. Yok.

Madde üzerindeki görüşmeler bitmiştir.

Sayın Akman'ın suali var.

Buyurun efendim.

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Sayın Başkanım, böyle, Genel Kurulda önergeler vermek suretiyle, yasama faaliyetinde bulunmak bu dönemin istisnalarından herhalde. Aracılığınızla, yapılan bu değişikliği Sayın Bakanın açıklamasını, biraz açmasını rica edeceğim.

BAŞKAN – Efendim, onu geçirdik biliyorsunuz, daha evvel sorsaydınız olurdu.

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Önergeyle geçildi; ama, ne anlama geldiğini biz anlayamadık.

BAŞKAN – Efendim, anlamı şu; 4 üncü madde 5'e, 5 inci madde 4'e geldi. Kanun tekniği...

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Hükümet tasarısında olmayan bir madde niye yeniden getirildi?

BAŞKAN – Efendim, var, 83'e göre yaptılar.

Ben cevap vereyim müsaade edersiniz.

İçtüzüğün 83 üncü maddesine göre maddelerin yeri değişti. Çok açık efendim... Özü değişmedi, hiçbir şeyi değişmedi, sadece 4 üncü madde 5, 5 inci madde 4 oldu.

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Peki, niye bu ihtiyaç hissedildi, onu anlamadım.

BAŞKAN – Efendim, kanun tekniği, o da hükümetin takdiri. Kanun yazılış şeklinden dolayı istediler; okuttum, oylarınıza sundum, kabul ettiniz.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Birisinde 48 inci madde 4 üncü madde, öbüründe 46 ncı madde 5 inci madde olarak düzenlenmiştir.

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Yani, sıra olarak bir yanlışlık yoktu.

BAŞKAN – Hayır, varmış efendim işte. Sayın Güven de ifade ediyorlar, biri 46, biri 48; 46, 48'den küçük olduğu için yer değiştirdi efendim.

Teşekkür ederim efendim.

Başka sualiniz var mı?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Maddeyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir efendim.

Müteakip maddeyi okutuyorum:

MADDE 6. – 6.1.1982 tarihli ve 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idarî sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar.”

BAŞKAN – Madde üzerinde, Doğru Yol Partisi adına, Antalya Milletvekili Sayın Salih Çelen; buyurun.

DYP GRUBU ADINA SALİH ÇELEN (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, Danıştay Kanunu ve İdarî Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 6 ncı maddesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum, sözlerimin başında hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, getirilen kanun tasarısının 6 ncı maddesinde "6.1.1982 tarihli ve 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir" deniliyor. "Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç..." diye devam ediyor ve Danıştayın diğer görevleri sayılıyor. Şimdi, tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma va sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar, Danıştayın görev alanından çıkarılıyor.

Tahkim Kanunu görüşülüyorken, ben, buradan, tahkime de özelleştirmeye de karşı olmadığımı söylemiştim; ancak, Danıştay incelemesinin, Türk hukukunda ve Türk yargı sisteminde gerekli olduğuna değinmiştim; orada "bu imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinin, kamunun hizmetine dönük olan faaliyetlerde, kamunun yararı için, yüksek yargı yeri olan Danıştay tarafından incelenmesinin bir gereklilik olduğunu söylemiştim ve bir örnek vermiştim, demiştim ki: "Şimdi, İzmit-Yalova arasında bir üstgeçit yapılması planlanıyor. Bu üstgeçit için karşı akit diyor ki 'sen, benim belirleyeceğim fiyatın yüzde 80'inin altında yolcu taşıyamazsın deniz yollarıyla.' Burada, ben, her kamu görevlisinin bu milletin menfaatını düşüneceğini ancak, bazen, güncel meseleler nedeniyle, birtakım siyasî talepler ve siyasî beklentiler nedeniyle, idarede görevli bulunan bazı kişilerin kamunun menfaatını gözardı edebileceğini; daha doğrusu, kamunun menfaatının bazı siyasî hesaplarla feda edilebildiğini zaman zaman gördüğümüzü söylemiştim. İşte burada, ben, yüksek yargı yeri olan Danıştayın bu imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde devre dışı bırakılmasına karşı çıkmış; bunun çeşitli sakıncaları olduğunu söylemiştim ve şimdi tekrarlamak istiyorum.

Bu kanun tasarısında, 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesinde de değişiklikler öngörülmüştür Danıştayın devre dışı bırakılması nedeniyle. Buna göre, tahkim yolu, imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar, idarî davalar arasından çıkarılmıştır. Bunun da hukumuzda iki tür sakıncası olduğunu söylemiştim, tekrar ediyorum. Bu sakıncalardan biri, bir imtiyaz sözleşmesi veya başkaca bir idarî sözleşme, millî veya milletlerarası tahkimi öngörebilir. Tahkim, ancak, taraflar arasında başvurulabilecek bir yoldur. Dolayısıyla, sözleşmeye konu kamu hizmetinden faydalananların idarî dava açma hakkı ortadan kaldırılmış ve böylece, açıkça, bir hukuka aykırılık oluşmuştur.

İkincisi, özel hukuk sözleşmeleriyle sonuçlandırılması yasayla öngörülse dahi, bu sözleşmenin oluşumuna kadar geçen süreç, idarî bir süreç olup, bu süreçteki idarî işlemler veya eylemler, idarî davaya konu edilebilecektir. Nitekim, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerine göre yapılan ihale sözleşmeleri de, özel hukuk sözleşmeleri olmakla birlikte, ihaleye ilişkin, ihale aşamasına kadar her türlü uyuşmazlık, idarî uyuşmazlık niteliğinde olup, idarî yargının görev alanında bulunmaktadır.

Tasarı, 2577 sayılı Yasanın 2 nci maddesinde yaptığı düzenlemeyle, tahkim öngörülen imtiyaz sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıkları, sözleşmenin taraflarıyla sınırlı tutmaksızın, idarî yargı denetimi dışında tutmayı amaçlamaktadır. Oysa, bu sözleşmelerin oluşumuna kadarki dönemde tesis edecek idarî işlemler kadar, sözleşmenin uygulanması sırasında, sözleşmeye konu kamu hizmetinden faydalananların etkilendikleri işlem veya eylemler de, idarî yargının görev alanındaki uyuşmazlıkları doğuracaktır.

İşte bu nedenlerle, Danıştay ve İdarî Yargılama Usulü Kanunlarında, sözde ve gereken uyum konusunda yasa tasarısı hazırlanması, hükümetin, özelleştirme ve imtiyaz usulü konusundaki hukuksuz yaklaşımını göstermesi bakımından anlamlı bulunmaktadır.

Gerçekten de, deminki yaptığım konuşmada ifade ettiğim gibi, bir yazarımız... İdarî sözleşmelerde ne tür yolsuzluklar yapılabileceğini, ne tür kıyaklar çekilebileceğini göstermiştim, söylemiştim. Şimdi, bundan sonra da, bu tür kıyakların engellenmesi bakımından, sanıyorum, Danıştayın inceleme yetkisinin kaldırılması doğru olacaktı. Ancak, hükümetimiz, bunun hesabını, mutlaka, milletimize verecektir diye düşünüyorum.

Geçmiş dönemde, sayın -geçmiş- başbakanın yapmış olduğu bu etki ve katkı nedeniyle doğan zarar ortadadır. Son bir yıldan beri hükümetin başında bulunan şimdiki Başbakanımızın da, yine aynı hataya devam etmesi, hatta ve hatta, o paraların, hâlâ, o kişiler tarafından, o şirketler tarafından kullanılması ve nemalandırılması nedeniyle, milletimizin gördüğü zarar ortadadır. Bu olaydan sonra, mevcut Başbakanımız buna da engel olacaktır diye umuyorum; inşallah olacaktır.

Biraz sonra da, Sayın Bakanımızın bunlara cevap vereceğini umuyor; bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelen.

Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Hayır efendim; Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç var.

Sayın Genç, konuşacak mısınız?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, konuşmayacağım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Pamukçu, siz mi konuşacaksınız?

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkan, birşeyler mi oluyor kürsünün önünde?

BAŞKAN – Efendim, müsaade edin de milletvekilleri gelip gitsin.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – İşgal etmesinler de...

BAŞKAN – Hayır, işgal etmiyorlar efendim; siz rahatınıza bakın.

Şimdi, malumunuz, iki kanunu birden, arada sırada, görüşüyoruz ondan; bütün dert o.

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?.. Yok.

6 ncı madde üzerinde görüşmeler bitmiştir.

6 ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 6 ncı madde kabul edilmiştir.

7 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 7. – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz isteyen yok.

Şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Konuşmayacağım.

BAŞKAN – Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?... Yok.

7 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 7 nci madde kabul edilmiştir.

8 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 8. – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz isteyen yok.

Şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Konuşmayacağım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?.. Yok.

8 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 8 inci madde kabul edilmiştir.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarı kabul edilmiştir; hayırlı olsun. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, çalışmalarımıza devam etmek üzere, birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Teşekkür ederim.

Kapanma Saati : 00.43

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 01.00

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Mehmet AY (Gaziantep), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 36 ncı Birleşimin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; öneriyi okutup oylarınıza sunacağım :

VI. – ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. – 17.12.1999 Cuma günü, gündemin 6 ncı sırasına kadar olan işlerin bitirilememesi halinde saat 24.00'ten sonrada çalışmalara devam edilmesi ve cumartesi günü Genel Kurulun çalışmamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

17.12.1999

Danışma Kurulunca aşağıdaki önerinin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.

Yıldırım Akbulut

TBMM Başkanı

Aydın Tümen Ömer İzgi Bülent Arınç

DSP Grubu Başkanvekili MHP Grubu Başkanvekili FP Grubu Başkanvekili

Beyhan Aslan Nevzat ERCAN

ANAP Grubu Başkanvekili DYP Grubu Başkanvekili

Öneri :

17.12.1999 Cuma günü (bugün) gündemin 6 ncı sırasına kadar olan işlerin bitirilmemesi halinde saat 24.00'ten sonra da çalışmalara devam edilerek, 6 ncı sırasına kadar olan işlerin görüşülmesinin tamamlanması ve cumartesi günü Genel Kurulun çalışmaması önerilmiştir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre Danışma Kurulu önerileri sunuşlarda yer alır. İçtüzüğe uymayacaksak İçtüzüğü niye yapıyoruz Sayın Başkan? O zaman, her gün getirelim buraya, bunları istediğimiz gibi görüşelim.

BAŞKAN – Sayın Genç, biliyorsunuz ki, mutabakat olduğu sürece, ara verdikten sonra Danışma Kurulu toplanır...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, İçtüzüğün 19 uncu maddesini okur musunuz lütfen. Danışma Kurulu kararları sunuşlarda yer alır.

BAŞKAN – Danışma Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum efendim: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

Sayın milletvekilleri, Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

3 – Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/588) (S. Sayısı: 298) (1)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerinde.

Komisyon raporunun okunup okunmamasını oylarınıza sunacağım : Raporun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Tasarının tümü üzerinde görüşmelere başlıyoruz.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Niğde Milletvekili Sayın Mükerrem Levent, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MÜKERREM LEVENT (Niğde) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1980 yılından itibaren ülkemizde uygulanmaya başlanan iktisat politikası, devletin ekonomiye müdahalesini azaltmayı, özel sektörün ise, ekonomide daha aktif rol almasını amaçlayan bir politikadır.

Bunun sonucu olarak öncelikle kamu iktisadî teşebbüslerinin özelleştirilmesi, daha sonra da devletin tekelinde olan bazı üretim alanlarında özel teşebbüsün faaliyet gösterebilmesi için yasal düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır.

Kamu ekonomisi, üretilmesi gereken mal ve hizmetlerin üretimi için gerekli olan tesisleri kurmada finans kaynaklarını bulmak zorundadır. Kamu ekonomisinin vazgeçilmez görevlerini ve yatırımlarını gerçekleştirmede en önemli kaynak bütçedir. Ancak, kamu kuruluşlarında verimliliğin giderek azalması, maliyetlerin yükselmesi, bütçenin önemli kısmının faiz giderlerine ayrılması, kamu kesimi tarafından gerçekleştirilmesi beklenen altyapı projeleri için bütçeden ayrılacak payın artırılmasında güçlükler ortaya çıkmaya başlamıştır.

Mevcut kaynakların altyapı yatırımlarına mı, yoksa üretken yatırımlara mı aktarılması hususu, kamu idarelerinin tercihlerinde önemli güçlükler ortaya çıkarmış ve yatırımların döviz ihtiyacı yaratıp yaratmamaları ise ayrı bir konu teşkil etmiştir. Dövizin, özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkeler açısından kıt bir faktör olması, uluslararası ödeme aracı olarak kullanılan paraların genellikle gelişmiş ülke paraları olması nedeniyle, bunların arzını etkilemekte ve gelişmekte olan ülkelerin hemen hemen hiç şansları bulunmamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gelişmekte olan ülkeler, sanayileşme ve kalkınmalarını gerçekleştirebilmeleri için mal ve hizmet ithal etmek zorunda olduklarından, bu ithalatı finanse etme sorunuyla karşı karşıya kalmaktadırlar. Finansman için kullanılan en yaygın yol dışborçlanmadır. Ancak, dışborçlanma ithalatın finansmanı için gerekli olan dövizi sağlasa bile, sonuçta döviz ihtiyacının artmasına neden olacaktır. Çünkü, bu borcun ödenmesi yine dövizle yapılacak, üstelik buna da faiz ödemeleri eklenecektir.

Sermaye birikiminde gerek yurtiçi gerekse yurtdışı kaynkalarının kullanılmasında karşılaşılan güçlükler, gelişmekte olan ülkeleri karşılıklı ticaret yapmaya zorlamaktadır.

Kamu kesiminin finansman güçlüğünden kaynaklanan nedenlerle, ülkemizde yap-işlet-devret modeli bir finansman ve karşılıklı ticaret tekniği olarak uygulanmaya başlanmıştır. Ülkemizde son

(1) 298 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

yıllarda pek çok projenin yap-işlet-devret modeline göre yapılacağı planlanmış, ançak, bugüne kadar tamamlanan proje sayısı sınırlı olduğundan, uygulamanın sonuçlarını görebilme şansımız da sınırlıdır. Modeli, en fazla uygulama alanı bulduğumuz projeler çeşitli hidroelektrik, termik ve nükleer santrallardır. Halen yap-işlet-devret modelinde, çeşitli sayıda elektrik santralı, termik santral ve nükleer santralın sözleşmelerinin imzalandığı bilinmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yap-işlet-devret modelinin basit bir tanımını yapmak gerekirse; bir kamu hizmeti veya bayındırlık işinin, ülke içinde masrafları özel teşebbüs tarafından karşılanarak kurulması, belli bir süre işletilmek suretiyle yatırılan sermayenin amortismanının ve kârın sağlanması, daha sonra tesisin ve yönetimin her türlü borçtan arındırılmış olarak ilgili kamu idare veya kurumuna devir ve teslimidir.

Model, uzun zamandır Avrupa ülkelerinde uygulanmaktadır. Ülkemizde de modelin uygulanmasına daha çok kamu kesiminin finansman güçlüğü neden olurken, diğer ülkelerdeki uygulamaların, kamu kesiminin israfçı ve verimsiz çalışmasından kaynaklandığını söylemek mümkündür.

Modelin planlanması ve yürütülmesinde devletin seçici ve titiz davranması gerekmektedir; çünkü, modelin yararlarının yanı sıra, zararlarının da oluşması mümkündür. Yap-işlet-devret modelinin yararları, bütçe kaynaklarını zorlamadan, kredi portföyünü artırmadan, kendi kendini finanse eden projelerle büyüme oranını ve aynı zamanda ekonomiyi desteklemektir. Ayrıca, karşılıklı ticaret yoluyla çokuluslu şirketlerin finansman, pazarlama, işletmecilik konularındaki deneyimlerinden, çevrelerinden, iş ilişkilerinden ve birbirleriyle olan rekabetinden azamî ölçüde yarar sağlamak da mümkündür.

Sayılan bu genel yararların yanında, modelin sağlayabileceği başka yararlar da vardır. Bunlar, yerli girişimcilerin katkısını sağlayabilmesi nedeniyle içborçların artırılması, proje finansman tekniği olarak yabancı sermayeyi yurda çekmesi, yatırımlar arasında seçimi kolaylaştıracak yeni bir kıstas elde etmesi, büyük çaplı projeleri gerçekleştirmeyle işletmede karşılaşılabilecek güçlüklerden kurtulma ve dışborç sorununu hafifletmesidir.

Tüm bu sayılan yararların yanı sıra, modelin kamu yatırımları arasındaki tercihte çarpıklaşma ihtimali yüksek, maliyetli yatırımları artırması, kolay bir finansman yöntemi olduğu için yabancı sermayenin gereksiz alanlara yatırım yapması yolunun açılması, uzun dönemli politikaların saptanmasında zorluklara neden olabileceği gibi sakıncalarını da dikkate almak zorundayız.

Yap-işlet-devret modelinin ülkemizde uygulanmasında en önemli husus, konunun hukukî boyutlarının ön plana çıkmış olmasıdır. Türkiye'de, 1980'li yıllardan sonra gündeme gelen birçok ekonomik konunun hukuksal çerçevede ya karşılığı bulunmamakta ya da mevcut düzenleme, sorunların çözümüne katkıda bulunmaktan uzak bir nitelik arz etmektedir.

Nitekim, Anayasa Mahkemesi, 3996 sayılı Yap-İşlet-Devret Kanununun 5 inci maddesinin birinci fıkrasındaki "imtiyaz teşkil etmeyecek nitelikteki" sözcükleriyle "bu sözleşmede özel hukuk hükümlerine tabidir" biçimindeki ikinci fıkrasını Anayasaya aykırı bularak oybirliğiyle iptal etmişti. Anayasa Mahkemesinin söz konusu iptal kararı, idareler ile sermaye şirketleri ve yabancı şirketler arasında yapılan sözleşmelerin imtiyaz sözleşmeleri olduğu, bu nedenle de, özel hukuk hükümlerine değil kamu hukuku hükümlerine ve dolayısıyla, Danıştay incelemesi ve idarî yargıya tabi olduğu sonucunu ortaya çıkarmıştır.

Hukukî alanda en önemli tartışma, yap-işlet-devret modeli çerçevesinde yapılması öngörülen projelerin kamu hizmeti niteliğini taşıyıp taşımadığı ve buna bağlı olarak da kamu imtiyazı teşkil edip etmediğidir. Bu hususta çeşitli görüşler ve tartışmalar süregelmektedir.

Danıştayın sözleşmeleri incelemesi sırasında en çok üzerinde durduğu konu, uluslararası tahkimdir. Yap-işlet-devret projelerine taraf olan yabancı yatırımcılar, kendilerini güvence altına almak için, uluslararası tahkim yollarının açık olmasını istemektedirler. Ancak, Danıştay, anlaşmazlıkların uluslararası tahkim yerine, ulusal mahkemelerce çözülmesini öngörmektedir. Bu durum ise, yabancı yatırımcıların yatırım kararlarında tereddüte düşmelerine sebep olmaktadır. Zira, Türkiye, Yap-İşlet-Devret Modeline İlişkin Yatırımların Karşılıklı Korunması ve Teşviki Anlaşmasını imzalamış bulunmaktadır.

Anayasa Mahkemesi, 3996 sayılı Kanunun 4180 sayılı Kanunla değişik 11 inci madddesinin "bu Kanunun 4 üncü maddesine istinaden yürürlüğe konulan Bakanlar Kurulu kararında belirlenen esas ve usuller uyarınca akdedilen sözleşmeler" bölümünü, Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etmiştir. Bu iptal, yap-işlet-devret modelinin son bulması ya da Hazinenin, artık garanti veremeyeceği anlamına gelmemekte, uygulama sözleşmesi Danıştay tarafından onaylandıktan sonra, Hazine garantisi verilebileceği sonucunu doğurmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yukarıda, yap-işlet-devret modelinin ekonomik ve hukukî çerçevesiyle, uygulama alanları konusunda açıkladığım hususlar sonucunda, modelin uygulanmasında karar mercii olan Yüksek Planlama kurulunun kararlarında, ülkemizin kıt kaynaklarının verimli alanlarda aktif ve tasarrufları artırıcı yönde kullanılmasına azamî ölçüde dikkat etmesi, hukukî düzenlemelerde, tarafların, düzenleme yapılmamasına özen gösterilmesi, uygulamalar ile sonuçların iyi takip edilmesi ve kanunun zararına sebebiyet verilmemesi gerekmektedir. Bu uygulamada, sadece, ihtisaslaşmış kurumların yap-işlete talip olmaları ve de ihtisas alanlarına göre tercihlendirilmeleri gerekir.

Kanunun, ülkemize ve Yüce Milletimize hayırlara vesile olmasını diler, saygılar sunarım. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Levent.

Şimdi söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Oğuz Tezmen'de.

Buyurun Sayın Tezmen. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA OĞUZ TEZMEN (Bursa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 13 Ağustosta yapılan anayasa değişikliğiyle, Türkiye, on yıldır tartıştığı yap-işlet-devretin önünü açmak için bir girişimde bulunmuştur. Aslında, yap-işlet-devret modeli, ciddî bir finansman modelidir, önünün açılması, Türkiye gibi kaynak sıkıntısı çeken bir ülkenin, bu yöntemle, büyük finansman gerektiren altyapı yatırımlarını realize etmesi, imkân dahiline girebilmektedir. Yalnız, tabiî, bu yöntemin, çok dikkatli olarak kullanılması gerekir.

Aslında, Anayasada özelleştirmenin olmaması, buna karşın, devletleştirmenin olması bir gerekçe olarak ileri sürüldü ve Anayasa Mahkemesi, bu yaklaşımla, yap-işlet-devrete ilişkin yapılan düzenlemeleri iptal yoluna gitti daha önceki dönemlerde. Aslında anayasalar, kişinin hakkını gözeten, bireyin hakkını devlete karşı koruyan belgeler niteliğindedir; o nedenle, devletleştirmenin, Anayasada yer alması doğrudur; çünkü, devlet, keyfî olarak bireyin elindeki bir mameleki, bir mal varlığını kendine mal edemez. Onun için, onun şartlarının çok iyi düzenlenmesi lazım. Özelleştirmeyse, aslında, devletin elinde olan, milletin vergileriyle edinilmiş olan bir unsurun, yine, belli yöntemlerle millete devredilmesidir, ki bunun için, aslında, Anayasada bir düzenleme olması çok gerekli bir şey de değildir; ama, Türkiye'de bu modeller uzun süre tartışıldığı için, Anayasaya da özelleştirme maddesi dahil edildi. Bir yaklaşımdır, belli ölçüde de rahatlatıcı unsur olarak sistemimize dahil olmuştur.

Anayasanın 47 nci maddesinde yapılan değişiklikle, şu anda ya da daha önce kamu tüzelkişilikleri tarafından yapılan bazı hizmetlerin, özel sektöre, özel hukuk sözleşmeleriyle devredilebileceğine ilişkin bir düzenleme yapıldı; ama, bunlardan hangilerinin özel hukuk sözleşmesiyle özel sektöre bırakılabileceğininde kanunla belirlenmesi istendi ki, mantığına da uygundur.

Önümüzdeki tasarıyla, yap-işlet-devret modeli kapsamına, hatta özel hukukta düzenlenecek hizmetler kapsamına tüm yap-işlet-devret modeli dahil edilmektedir.

Aslında, hukukta, bir imtiyaz olayı vardır. Bu imtiyaz nedir; bu imtiyaz, ekonomide doğal tekel olarak adlandırılan, doğal monopol olarak adlandırılan unsurların kamu gözetiminde yürütülmesidir. Bu, mutlaka kamu tarafından yerine getirilmesi değil; ancak, kamunun gözetiminde, kontrolünde yapılması gereken hizmetler olarak tanımlanmıştır; dünyadaki gelişme de budur. Onun için, bu tür hizmetleri gören kuruluşlar özel sektörde dahi olsa ya kamunun denetimine tabi tutulmakta ya da regülasyon denilen bir sistem devreye sokularak, regulatory body dedikleri düzenleyici kuruluşlar devreye alınmaktadır. Böylelikle, bu düzenleyici kuruluşlar, doğal tekelden olan avantajlara karşı bireyi, kişileri, kamuyu korumaya yönelik tedbirleri almak ve gözetlemek yükümlülüğü altındadır.

Şimdi, regulatory body kurmadan, kamunun denetim yetkisini de ortadan kaldırarak, doğal tekel niteliği taşıyan hukukî bir işlemi özel hukuk sözleşmesine bıraktığınız takdirde, o zaman, bu doğal tekelden oluşan hakkın kullanımındaki istismar nasıl bir şekilde önlenecektir; üstelik, bu özel hukuk sözleşmesine bir de tahkim unsuru ilave edildiği zaman, kamunun tüm yetkisi ortadan kaldırılmakta ve uluslararası tahkim yoluyla, hukukun ve bireyin korunması müessesesi devredışı bırakılmaktadır. Bir düzeltme imkânı olmayacaktı; doğal tekeller... İstediğiniz gibi, köprü yapıp karşıya geçemezsiniz ya da demiryolu yapamazsınız; çünkü, bunlar, bünyesi icabı doğal nitelik taşır, doğal tekeldir. O yüzden, bunun kamunun gözetiminde ve denetiminde olması gereklidir ya da enerji iletim şebekeleri, siz, istediğiniz yerde alternatif bulamazsınız; çünkü, genel bir enerji şebekesi vardır, onu almak yükümlülüğü altındasınız; seçim hakkınız doğal nedenlerle yoktur. Öyle durumlarda, mutlaka, kamu otoritesinin ya da kamunun görevlendirdiği bir kurumun, kamu hukuku yetkileriyle donatılmış bir kurumun, mutlak surette devrede olması lazımdır.

Bunu bıraktığınız zaman nedir ortaya çıkan tablo; o zaman, özel hukuk sözleşmesi bir akdî ilişkiye dönüşüyor; bir de, uluslararası tahkimle bu ilişkinin tamamen serbest bir ortamda yürütülmesi olayı ortaya çıkıyor ki, bunun yaratacağı sonuçlar gerçekten çok sıkıntılı olabilir.

Aslında, devlet sistemimizde, hukuk sistemimizde, biz, genellikle, bir şeyi ya tıkıyoruz ya da tamamen serbest bırakıyoruz.

Şimdi yaptığımız iş, aslında, daha önce işletmediğimiz yap-işlet-devret müesesesini ya da devlet tekelinde olan şeyi kontrolsuz bir şekilde devreye almaya çalışıyoruz. Aslında, bunun daha makul yöntemleri var. Dediğim gibi, aslında buraya tüm hukukî çerçevelerle donatılmış bir paketin gelmesi lazımdı. Uyum yasaları olarak adlandırılan bu yasaların içinde sadece Danıştay ve bu yap-işlet-devret düzenlemesi değil; aslında, buna müteferri diğer düzenlemelerin de gelmesi gerekirdi; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda yapılması gerken düzenlemelerin ve diğer düzenlemelerin de burada gündeme gelmesi lazımdı; bunun yanında, enerjide düzenleyici kurumun da oluşturulması gerekirdi. Bu düzenlemede bunlar yok.

Bunlar olmadığı gibi, bir de hükümet tasarısında olmadığı halde, Komisyonda verilen bir önergeyle daha önce bağıtlanmış sözleşmeler de özel hukuk kapsamına alınıyor. Yani, düşünün ki, bir ihale açmışsınız, bu ihaleye bazı kuruluşlar "bu, kamu hukuku ilişkisidir, devletin keyfî tasarruflarına muhatap olabiliriz, o nedenle, belli rakamdan aşağı olursa beni kurtarmaz" diyerek, belli bir risk primini de ekleyerek teklifte bulunmuş. Siz de, çaresiz kaldığınız ya da işinize geldiği için öyle bir anlaşma yapmışsınız ve bu da yürürlüğe girmiş. Bunun yanında, açtığınız ihaleye birçok ciddî firma da, ben, Türkiye gibi bir ülkenin -ya da bir ülkenin- kamu hukukuna tabi olmak istemiyorum; benim için ciddî riskler taşır, ben, bu risklere girmek istemiyorum deyip, girmemiş.

Şimdi, bu tasarrufun, bu işlemlerin, geriye dönük olarak, kamu hukuku alanından çıkarılıp özel hukuk alanına sokulması durumunda, ciddî haksız rekabet ve huzursuzluk ortaya çıkıyor. Niye çıkıyor; çünkü, o firmalar ihaleye girseydi, ortamda ciddî bir rekabet oluşacaktı ya da risk primleri ortadan kalkacaktı, bir fiyat teşekkül edecekti.

Komisyonda yapılan bazı düzenlemelerde "alternatif projelerdeki durum değerlendirilir" gibi bir ifade eklenerek yumuşatılmaya çalışıldı; ancak, o ortamda alternatif yok ki, o dönemde kamu hukuku alanı dışında yapılmış bir yap-işlet-devret modeli yok ki, onu emsal alasınız. Ne olacaktır; böyle bir emsaliniz yoksa, o zaman bunun doğru veya yanlışlığı neye göre belirlenecek, risk primi nasıl hesaplanacak? O yok. O zaman, indî birtakım keyfîliklere gidilecektir.

Ayrıca, yapılan bu düzenlemeye göre, işletmeci kuruluş Bakanlar Kuruluna teklifte bulunacak, ilgili idarenin de uygun görmesiyle Bakanlar Kurulu özel hukuk kapsamına alacak; peki, almazsa ya da o kuruluş bu kapsama sokmazsa ne olacak? Bu bir karardır; aslında, yapılacaksa hepsi özel hukuk kapsamına sokulsun, idarenin bir seçim hakkı ortadan kaldırılsın, yetki Bakanlar Kurulunda olmasın. O zaman Ahmet'inkini özel hukuk kapsamına sokacaksınız, Mehmet'inkini sokmayacaksınız. Hukuk devletinde bundan bahsetmek mümkün değil.

Bunda ısrar edilirse ne olur; birisi Danıştaya gider ya da partiler Anayasa Mahkemesine giderler. Onlar gitmese bile, bir vatandaş ya da bir firma gider, Danıştay mekanizmasıyla bunu iptal ettirir. Ondan sonra, yaşadığımız, daha önce sıkıntı çektiğimiz bütün konularda tekrar tekrar başa dönmek durumuyla karşı karşıya kalınır.Onun için, bunun makul yönünü bularak, bundan vazgeçmek lazım. Bu düzenleme fevkalade yanlıştır. Bir ölçü koyarsınız ve "bu tarihten önceki tüm sözleşmeler de özel hukuk kapsamındadır" dersiniz; onun sonucu otomatikman gelir. Bunu, belli tasarrufa ve keyfîliğe bıraktığınız zaman, yapabilir, yapmayabilir de; o zaman çok ciddî sıkıntılarla karşı karşıya kalınması kaçınılmaz olur.

Onun için, ben inanıyorum ki, bu düzenlemede, ilgili madde geldiğinde, Yüce Meclis bu konuda objektif olarak durumu değerlendirme imkânını bulacak ve bu maddeyi tasarıdan çıkaracaktır. Ben buna inanıyorum. Çünkü, bu düzenlemelerle iyilik ettiğimizi zannederken, aslında, sistemi yozlaştırmak suretiyle, sistemi tahrip etmek suretiyle, güven ortamını zedelemek suretiyle çok daha büyük tahribatlara yol açabileceğimiz endişesini taşıyoruz.

Onun için, diyorum ki, bu tasarıda, bu düzenlemeden vazgeçilmesi fevkalade önemli bir olaydır ve bir de, tasarıdaki, sistemdeki eksikliklerin de tıkanması lazımdır. Doğal tekel niteliğinde olan hizmetlerin, mutlak surette, yap-işlet-devret modeliyle olacaksa, tahkim olayını da içerecek imtiyaz sözleşmeleri -yine tahkim olayı içine konsun, ona hiçbir itirazımız yok- yapılarak düzenlenmesi ve bunun, denetleyecek düzenleyici kuruluşlarla teçhiz edildikten sonra bu mekanizmanın çalıştırılması lazımdır.

Bu haliyle fevkalade eksiktir, yanlıştır ve çok ciddî spekülasyonlara yol açacaktır. Yapacağımız düzenleme, gerçekten de sıkıntı yaratacak bir düzenleme olacaktır.

Bu düşünceler altında, Yüce Meclise saygılarımı sunuyor, teşekkür ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tezmen.

Şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Cengiz Aydoğan'da.

Sayın Aydoğan, buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA CENGİZ AYDOĞAN (Antalya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; sizleri, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini aktarmak için söz almış bulunuyorum.

Değiştirilmesi öngörülen 3996 sayılı Kanun, esas itibariyle, yap-işlet-devlet modeliyle finanse edilmesi düşünülen yatırım ve hizmetlerin gerçekleştirilebilmesi amacıyla yürürlüğe konulmuş, kamunun kaynak yetersizliği nedeniyle gerçekleştirilmesinde güçlükler çektiği büyük projelerinin hayata geçirilebilmesi için, alternatif finansman imkânı sağlanması hedeflenmiştir.

Hedeflenmiştir; ama, hukukî tartışmalar da beraberinde gelmiştir. Özel hukuk alanına girdiği ve imtiyaz niteliği taşımadığı düşünülerek gündeme getirilen yap-işlet-devret metoduyla işlerin yürütülmesi hakkındaki 3996 sayılı Kanunun 5 inci maddesi ve 14 üncü maddesi çerçevesindeki bazı hususlar, Anayasa Mahkemesinin 28.6.1995 tarihli kararıyla iptal edilmiş ve yap-işlet-devret modeliyle gerçekleştirilecek işlerin, kamu hizmeti imtiyazı olduğu ve idare hukuku alanında değerlendirilmesi gerektiği, bu kararla belirlenmiştir.

Çağdaş Türk insanının beklentilerini karşılayacak dev hizmetlerin, büyük projelerin astronomik büyük rakamlara ulaşan bedellerinin karşılanmasına genel bütçe imkânları her zaman yetmemekte, projeler gerçekleşmemekte, ülke ve ülke insanı sıkıntılar içerisinde kalmaktadır. Bütün bu sıkıntıların aşılabilmesi için, dış finans kaynaklarına, sağlıklı ve hızlı özelleştirmelerle içkaynakların iyi değerlendirilmesine ihtiyaç vardır.

İşte böyle bir ortamda her türlü hukukî tereddütü ortadan kaldıracak çalışmalar, 57 nci hükümet tarafından, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmiştir. Bu çerçevede, özelleştirme kavramı, Anayasamızın 47 nci maddesinde ilk defa yer almıştır. Uluslararası tahkime imkân veren anayasa değişiklikleri hızla gerçekleştirilmiş, özelleştirmeye sağlam hukukî zemin, dış ve içkaynaklı paraya ve yatırımcıya güvence temin edilmiştir. Anayasa değişikliklerine bağlı uyum yasaları da, hızla Meclisimizden çıkarılmalı; milletimizin beklentileri, uygar ülkelerdeki gibi, uygarca karşılanabilmelidir. İşte, görüşmekte olduğumuz 3996 sayılı Yasada değişiklik öngören kanun tasarısı bu uyum yasaları niteliğindedir. Enerji, üretim, iletim, dağıtım ve ticareti kanun kapsamına alınmaktadır.

Yüksek Planlama Kurulunca belirlenen idare ile sermaye şirketi veya yabancı şirket arasındaki sözleşmenin, özel hukuk hükümlerine tabi olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca, daha önce 3096 ve 3465 sayılı Kanunlara göre başlanılmış işler ve sözleşmeler için yeni kanun hükümlerinin uygulanabilmesi için, şirket ve idareye, Bakanlar Kurulu kararıyla imkân sağlanmaktadır. Tasarı ve gerekçesi incelendiğinde aşağıda sayılan hususların amaçlandığı görülmektedir.

1 - Uluslararası tahkime imkân tanıyan anayasa değişikliklerine uyum sağlanacaktır.

2 - Özelleştirmeyle ilgili anayasa değişikliğine bağlı olarak kamu tüzelkişilerince yaptırılması gerekli bazı yatırım ve hizmetlerin özel hukuk sözleşmeleriyle gerçek veya tüzelkişilere yaptırılabilmesi bu kanunla sağlanacaktır.

3 - Kalkınmamızda hayatî önem taşıyan enerji yatırımlarının yap-işlet-devret modeli çerçevesinde enerji darboğazına girilmeden hızla gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır.

4 - Çok yüksek maliyeti nedeniyle bütçe imkânlarıyla gerçekleştirilmesi mümkün olmayan enerji yatırımlarının yerli ve yabancı özel sermayeyle gerçekleştirilmesi yolunun açılması, yabancı sermayenin daha kolay sağlanması hedeflenmiştir.

5 - Kişi başına enerji tüketiminin gelişmiş ülkelerdeki seviyeye çıkarılabilmesi için yapılması gereken yeni yatırımlara imkân hazırlanması amaçlanmıştır.

6 - Teknolojik her türlü gelişmeden ülke insanının yararlanabilmesi için, gerekli yatırımların bu tasarı kanunlaştığı takdirde daha kolay gerçekleştirilebileceği düşünülmektedir.

7 - Daha ucuz enerji temini ve buna bağlı olarak sağlıklı tarife yapma imkânlarının bu yasanın getirileriyle mümkün olacağı hesaplanmaktadır.

8 - Nihayet, en ileri teknolojilerin kullanılacağı nükleer santralların bir an önce yapılmasının sağlanması amaçlanmaktadır.

Bilindiği gibi bazı maddelerini değiştirmekte olduğumuz 3996 sayılı Yasa kapsamında köprü, tünel, baraj, sulama, içme ve kullanma suyu, arıtma tesisi, kanalizasyon, haberleşme, maden ve işletmeleri, fabrika ve benzeri tesisleri, çevre kirliliğini önleyici tesisler, otoyol, demiryolu, yeraltı ve yerüstü otoparkı ve sivil kullanıma yönelik deniz ve hava limanları ve benzeri yatırım ve hizmetlerin yaptırılması, işletilmesi ve devredilmesi konularında yap-işlet-devret modeli çerçevesinde sermaye şirketlerinin veya yabancı şirketlerin görevlendirilmesi ve bu hizmet ve yatırımların gerçekleştirilmesi mümkündür. Yapılan değişiklikle, enerji üretim, iletim, dağıtım ve ticareti de kapsama dahil edilmektedir. Dev enerji projelerinin, enerji darboğazına iyice girilmeden gerçekleştirilebilmesi için bu gereklidir. Şöyle ki; 1998 yılında, yerli kaynaklar, birincil enerji talebinin yaklaşık yüzde 39'unu karşılayabilmiştir; 2010 yılında yüzde 29'unu, 2020 yılında yüzde 25'ini karşılayabilecektir.

1998 yılında, kişi başına 1 170 kilogram petrol eşdeğeri mertebesindeki genel enerji tüketimimiz, 2010 yılında 2 300 kilogram eşdeğerine yükselecektir. 1998 yılında, ülkemizde, toplam 31 milyon ton petrol ürünü tüketilmiştir; bu rakam, 2020 yılında, 67 milyon ton mertebesine yükselecektir.

Doğalgaz enerjisine talep sürekli artmaktadır. Artış, 2005'te yüzde 31, 2010'da yüzde 8, 2020 yılında yüzde 4 oranında olacaktır. 1998'de 10 milyar metreküp olan doğalgaz tüketimi, birincil enerji arzının yüzde 13'ünü karşılayabilmiştir. Talep, 2010 yılında 55 milyar metreküpe ulaşacak, birincil enerji arzının yüzde 27'sini karşılayacaktır.

1999 yılı itibariyle, elektrik enerjisi kurulu gücümüz 26 039 megavata ulaşmıştır, 2020 yılında 84 000 megavatlık ilave kurulu güce ihtiyaç olacaktır. Bu rakam, mevcutun yaklaşık 4 katı ilave demektir.

1998 yılında, toplam 114 milyon kilovat/saat elektrik enerjisi tüketime sunulmuştur. Elektrik enerjisi talebi, 2005'te 197 milyar kilovat/saat, 2010'da 294 milyar kilovat/saat, 2020 yılında ise 556 milyar kilovatsaat olacaktır.

Görüldüğü gibi, enerji yatırımlarına, gerçekten çok büyük ihtiyaç vardır. Yıllık yüzde 8-10 mertebesinde artmakta olan elektrik enerjisi talebinin karşılanabilmesi için, her yıl en az 5 milyar dolarlık yatırım yapılması gereklidir. Bu rakam, genel bütçe imkânlarıyla karşılanabilir mi; neredeyse imkânsızdır bu.

İşte, böyle bir ortamda, yerli ve yabancı özel sektör yatırımlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Yap-işlet-devret metodu da, böyle zamanlarda kurtarıcı gibi görülmektedir. Bunun içindir ki, bu finansman modelinin önündeki yasal engeller süratle kaldırılmalı, yeni düzenlemeler hızla devreye alınmalıdır.

Peki, bu finansman modeli, sıkıntının aşılmasında çare olabilir mi; aşağıdaki tablo, bu konuda bir fikir verebilir.

Halen inşaatı devam eden santral projeleri: Yap-işlet-devret modeliyle 9 proje; toplam kurulu güç 989 megavat, toplam yatırım tutarı 1 milyar 850 milyon dolar.

DSİ santralları: 21 proje; toplam kurulu güç 1 640 megavat, toplam yatırım tutarı 1 milyar 900 milyon dolar.

TEAŞ santralları: 2 proje; toplam kurulu güç 180 megavat, toplam yatırım tutarı 245 milyon dolar.

İnşaatı devam eden santrallar: 32 proje; toplam kurulu güç 2 809 megavat, toplam yatırım tutarı 3 milyar 995 milyon dolar.

Sözleşmeleri imzalanmış, kredi temini için büyük oranda uyum yasalarını bekleyen yap-işlet devret projeleri: 23 proje; toplam kurulu güç 3 025 megavat, toplam yatırım tutarı 4 milyar 263 milyon dolar.

Değişik aşamalarda onay alınmış olup, DPT görüşü ve/veya uyum yasalarını bekleyen yap-işlet-devret projeleri: 135 proje; toplam kurulu güç 12 451 megavat, toplam yatırım tutarı 15 milyar 350 milyon dolar.

Temmuz 1997'den bugüne kadar sözleşmesi imzalanmış olup, değişik aşamalarda realize edilen otoprodüktör projeleri: 22 proje; toplam kurulu güç 434 megavat, toplam yatırım tutarı 420 milyon dolar.

Hükümetlerarası ikili işbirliği çerçevesinde yüzde 100 dış kredili olarak yürütülen DSİ projeleri: 28 proje; toplam kurulu güç 7 420 megavat, toplam yatırım tutarı 8 milyar 900 milyon dolar.

Yap-işlet projeleri: 5 proje; toplam kurulu güç 5 830 megavat, toplam yatırım tutarı 3 milyar 550 milyon dolar.

Görüldüğü gibi, bütün hukukî tereddütlere rağmen, çok sayıda proje yap-işlet-devret modeliyle hayata geçirilebilmektedir. Bugün, yap-işlet-devret kapsamında 4,3 milyar dolarlık 23 proje; işletme hakkı devri modeli kapsamında 3 milyar dolarlık 23 proje olmak üzere toplam 46 projenin sözleşmeleri imzalanmış durumdadır; uyum yasalarıyla birlikte harekete geçecektir. Ayrıca, henüz sözleşmeleri imzalanmamış, bu kanun değişikliğini bekleyen 15 milyar dolarlık 135 projenin önü açılacaktır.

Öyleyse, tasarı, Meclisimizde kolayca tasvip görmeli, süratle kanunlaşmalıdır.

Bütün bu proje ve rakamlar, umut vericidir. 57 nci hükümetin sevk ettiği tasarıların 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinde hızla kanunlaşması; özelleştirme ve tahkimle ilgili anayasa değişiklikleri, uyum yasaları, halkın umudu, ülkenin geleceği olmuştur, zor günlerde çaresizliklere çare olmuştur. Hükümetin ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu tutumu takdire şayandır. Meclisimiz, aynı kararlılıkla, yaptığı kanunların doğru uygulanmasını da denetimle sağlayacaktır.

Grubum, 3996 Sayılı Kanunda değişiklik yapan tasarıyı heyecanla destekleyecektir.

Anavatan Partisi Grupları, bir zamanlar öcü gibi korkulan "özelleştirme", "yap-işlet-devret", "yap-işlet-devam et", "uluslararası tahkim" gibi kavramları, Türkiye gündemine, ileriye görerek sürmüş, cesaretle savunmuş, aziz milletimizin büyük beklentilerinin yılmaz takipçisi olmuştur, bundan sonra da takipçisi olmaya devam edecektir. Ülkemizin 2000'li yıllarda, çağdaş uygarlık seviyesine koşturmasında görevini en iyi şekilde yapacaktır.

Bu vesileyle, bu ve buna benzer kavramlara bazılarını hazırlayan, bazılarını alıştıran merhum Turgut Özal'ı rahmetle anıyor; kanun tasarısının büyük ve hayırlı işlere imkân sağlamasını diliyor, dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

Şahsım ve Anavatan Partisi Grubu adına sizleri tekrar selamlıyor, saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aydoğan.

Şimdi, söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan'da.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 298 sıra sayılı kanun tasarısı hakkında, Fazilet Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Hatırlanacağı üzere, 13 Ağustosta, Anayasanın 47 nci maddesinde bir değişiklik yapılmış ve özelleştirmenin hukukî temeli düzenlenmişti. Bu değişiklikle, devletle iş yapan firmalara anlaşmazlık halinde, uluslararası özel mahkemeye gitme imkânı tanınmıştır; yani, uluslararası tahkim yolu açılmıştır.

Yabancı sermayenin Türkiye'ye gelmesi amacıyla, bu tasarı, aynı Anayasada amir hüküm olarak, uyum yasalarıyla Mecliste düzenlenmesi istenmektedir.

Hükümet, tasarıyı getirirken, gerekçe olarak, ileri teknoloji ve yüksek finans ihtiyacı olan yatırımları bütçeden karşılama imkânı olmadığını ifade etmiştir. Aslında, burada yapılan düzenleme, 3096 sayılı Kanunla, Türkiye Elektrik Kurumu dışında kuruluşlara elektrik üretimi, iletim, dağıtım ve ticaretini vermiştir; yani, daha önce de yap-işlet-devret kapsam içerisindedir ve uygulanmaktadır; ancak, uluslararası hukuka gitme imkânı olmadığı için, arzu edilen sermaye, dış sermaye ülkemize gelmemektedir.

Komisyonda yapılan müzakereyi 5 başlık altında toplamak mümkündür: Bunlardan bir tanesi, ülkemizin yakında enerji darboğazına girmek üzere olduğu ve geç kalındığı, yap - işlet - devret modelinin faydalı olduğu, ayrıca, yap - işlet - devam et modelinin teknolojisi üstün olan konularda daha faydalı olacağı, enerji açığının giderilmesi için her türlü girişimin desteklenmesi gerektiği, enerji santrallarından alınan elektrik fiyatlarının farklı olduğu, idarenin birtakım zararlarının olduğu müzakere edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, hatırlanacağı üzere, yap - işlet - devlet demek, yabancı sermaye veya yerli sermayenin oluşturacakları bir konsorsiyumla -girdikleri ihalede, bir baraj ihalesinde- enerji üretmektedirler. Devlet, üretilen enerjiyi, belirli bir yıl periyodu –örneğin yirmi yıl gibi bir periyot- içerisinde, belirli bir fiyatla da almayı taahhüt etmektedir. O açıdan, yap - işlet - devret veya yap - işlet - devam et modelleri, çok dikkatle uygulanması gereken modellerdir. Daha önce yapılan birtakım hatalarla -bugün, elektrik fiyatlarının ucuzlaması gerekirken- almayı taahhüt ettiğimiz yüksek fiyatlar uygulanmaktadır.

Komisyonda varılan neticeye baktığımız zaman, tasarının ne için hazırlandığı, amacı uzun uzun anlattıldıktan sonra, özellikle enerji darboğazını aşmak amacıyla bu tasarının hazırlandığı ifade edilmektedir; enerji ihtiyacıyla ilgili bilgiler aktarılmaktadır. Ülkemizde, her yıl, elektrik ihtiyacı yüzde 10 oranında artmaktadır. Bu yıl, deprem nedeniyle, ihtiyaç artış oranının yüzde 6 olduğu ifade edilmektedir. Yine, birtakım yatırımlarla ilgili bilgi verilmektedir. Bir yanda yeni yatırımlar, diğer yanda da, mevcut yatırımların tevsii, yenilenmesi için yılda 4 - 5 milyar dolarlık ihtiyaç olduğu ve bunu da mevcut bütçeden karşılamanın imkânı olmadığı ifade edilmektedir.

Ayrıca, yine, halen yap - işlet - devret modeliyle 4,2 milyar dolarlık 23 proje imzalandığı, para bulunamadığı için yatırıma başlanamadığı ifade edilmektedir. Yine, Devlet Planlama Teşkilatında, 135 projenin görüşülmekte olduğu ve 14,3 milyar dolar paraya ihtiyaç olduğu raporlarda ifade edilmektedir.

Yine, ayrıca, imzalanmış sözleşmeler için, yap - işlet - devret modeli çerçevesinde 7 milyar dolar, işletme devir hakkı çerçevesinde de 1,24 milyar dolarlık kaynak bulunduğu; ancak, uluslararası tahkim olmadığı için kullanılamadığı ifade edilmektedir. Ayrıca, demin ifade etmiş olduğum, enerji santrallarından satın alınan yüksek elektrik fiyatları için de dikkat çekilerek, yapılan yanlışın düzeltilmesi ve bundan sonra yapılacak yap-işlet-devret modeli ihalelerin dikkatle yapılması ifade edilmektedir. Yine, nükleer santrallarla ilgili olarak tartışmalara son verip, en ileri teknolojiyle yapılması gerektiği ifade edilmektedir.

Değerli arkadaşlar, aslında, bu tasarının en önemli maddesi, 3 üncü maddedir ve burada, eski yapılan işler de kapsama alınmaktadır.

Peki, bu 3 üncü maddede böyle bir uygulama yapıldığı zaman, idarenin, yani, devletin zararı ne olacaktır; onun üzerinde durmak istiyorum. Tahkim olmadığı için, tekliflerine risk primi eklemişlerdir ihaleye giren firmalar; bazı firmalar da hiç teklif vermemişlerdir; yani, üretilen enerjiye devletin verdiği fiyatı mecburen yüksek tutmuşlardır ve böylece devam eden ihalelerde devletin zararı söz konusudur. Halbuki, uluslararası tahkime açık şartlarda ihale olsaydı, daha fazla firma ihaleye girecek, fiyatlar daha düşecek ve devletin enerjiye ödediği para daha az olacaktı. Bu itibarla, mutlaka, 3 üncü maddenin, en azından tasarıdan çıkarılması gerekmektedir.

Aslında, 3 üncü maddede, otoyollar, Karadeniz sahil yolu, Körfez geçiş ihalesi, termik santrallar ve doğalgaz çevrim santralları da bunun içerisindedir. Açıkça, amaç, şu anda ihaleyi alan bu firmalar dış kredi bulamadılar, böylece bulacaklar; ancak, yüksek fiyatla da devlete satış yapmış olacaklardır.

Değerli arkadaşlar, aslında, ifade ettiğim gibi, madde içinde çözülmeye çalışılsa da, arzu edilen iyileştirme idare lehine yapılamamıştır; ayrıca, ihaleyi alan firmalara baktığımız zaman, beş büyük ihalenin patronları da medya kuruluşlarıdır ve ulusal yayın yapan televizyonlardadır. Metne baktığımız zaman, şirketin, kanunun yayımı tarihinden itibaren bir ay içerisinde başvurdukları zaman, ilgili idarenin müracaatı üzerine, alternatif projelerdeki fiyat, süre ve diğer unsurlar esas alınarak, ilgili şirketle yeniden müzakere edilmiş olması şartıyla, Bakanlar Kuruluna yetki verilmektedir. Bunun anlamı şudur: Medyanın hükümetler üzerinde ağırlığını söylemeye lüzum yok; arzu ettikleri anlaşmayı geçirebilecekleri kanaatindeyim.

Değerli arkadaşlar, aslında, yap-işlet-devret modeline veya yap-işlet-devam et modeline hiç itirazımız yoktur. Uluslararası tahkime de Fazilet Partisi olarak ihtiyacımız yoktur; ancak, itirazlarımızı örnekleriyle ifade etmeye çalışacağım. Şu ana kadar enerji konusunda yapılan uygulamalara itirazımız vardır. Örnek vermek istiyorum; birinci itirazımız, millî menfaatlarımız iyi korunmamıştır; daha önce yapılan özelleştirmeler kötü örnektir.

Değerli arkadaşlar, işin cazibesi nereden geliyor; TEAŞ'ın, bilindiği gibi, Türkiye elektrik kurumu... Enerji Bakanlığında iki ünite vardır. Bunlardan bir tanesi, TEAŞ, yani, elektrik üreten müesseseler, barajların bağlı olduğu genel müdürlük; bir tanesi de, dağıtımını yapan TEDAŞ'tır. TEAŞ, TEDAŞ ve diğer dağıtım şirketlerine, yani, Aktaş'a, ÇEAŞ ve Kepez'e sattığı enerjiden elde ettiği kâr, 1995 yılı resmî raporlarına göre 2,8 milyar dolardır; şirketlerin kârı ise 1,048 milyar dolardır; sektördeki toplam kâr 3,8 milyar dolardır; tüm dağıtım şirketleri için 30 yıllık devir bedeli, ilan edilen bedel ise 2 milyar 625 milyon dolardır. 30 yıllık kârları ise, yapılan hesaplarda, 31 milyar 463 milyon dolardır. Dolayısıyla, böyle bir özelleştirmenin veya dağıtım ihalesi yapmanın akıllı bir tüccar işine benzemediği görülmektedir. Ayrıca, 1923'ten 1995'e kadar, enerji için toplam yatırım, ülkenin yaptığı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yaptığı yatırım miktarı 59 milyar 147 milyon dolardır; bunun 5,5 milyar doları da abonelerden katılım payı olarak alınmıştır. Yapılan işlemlerin sağlıklı olmadığı, halkın katılımlarının da şirketlere gittiği, azamî 5-8 yılda şirketlerin ödediği parayı, tekrar, abonelerden geri aldığı tespit edilmektedir.

Değerli arkadaşlar, DPT'nin beş yıllık planlama raporundan aldığım bilgileri özet olarak vermek istiyorum 1996-2000 raporuna göre: TEAŞ'ın 1997'de yıllık kârı 15 trilyon, TEDAŞ'ın 1997 yıllık kârı 45 trilyon, Enerji Bakanlığı 11 termik santral, 20 yıllık işletme hakkı için 1,9 milyar dolar talep ediyor. 11 santralın yıllık kârı 758 milyon dolar; 20x758 milyon dolar=15,160 milyar dolar. Kâr eden müesseseyi, biz, 1,9 milyar dolara dağıtımını vermekteyiz. Bu, çok yanlış ve hatalı bir hesaplamadır ve bu 11 santralın yapımı için devletin ödediği para da 8,5 milyar dolardır.

Değerli arkadaşlar, yine, DPT'nin yaptığı hesapta, TEAŞ'ın 20 yıllık kârı 3,6 milyar dolar, TEDAŞ'ın 30 yıllık kârı da 15 milyar dolardır. Biz, bunların dağıtımının özel şirketlere verilmesinden yanayız; yapılabilir; ancak, çok kötü bir pazarlama ve hesapsız bir uygulama yapılmıştır.

Yine, bu ihaleler yapılırken Rekabet Kurulu şartları yerine getirilmemiş, enerji kullanan şirketler, arzu ettiği takdirde, bölgesi dışından enerji alması kaldırılmıştır. Ayrıca, fiyat tespitinde tek tarife uygulaması ile alt ve üst sınır getirilmiştir ve böylece, sanayicimiz, belli medya kuruluşunun da emrine tahsis edilmiş olacaktır.

Değerli arkadaşlar, enerji, aslında, stratejik bir üründür; bu itibarla da dikkatli davranmak mecburiyetindeyiz. Bu, birinci itirazımızda ifade ettiğim konu şudur: Yapılan işlem sağlıklı değildir ve idarenin zararı vardır; eksik yapılmıştır. Aslında, bu yapılan uygulamayla, devlet, en azından 1,9 değil, 20 milyar dolar civarında iyi bir pazarlamayla kazanç elde edebilirdi.

İkinci itirazımız, elektrik enerji ihtiyacı bilimsel verilere dayanmamaktadır. Enerji Bakanlığı ile DPT ayrı görüştelerdir.

Değerli arkadaşlar, elimdeki rapor, görevden alınan DPT Müsteşarının, görevden alınmadan önce yazdığı rapordur. Enerji Bakanlığının verdiği verilerle Müsteşarlığın verileri, özellikle hem doğalgaz hem enerjide çok farklılık göstermektedir. Bakın, en azından şunu söylemektedir: "Müsteşarlığımızca yapılan çalışmalarda, 2005 yılı itibariyle elektrik enerjisi sektöründe yaklaşık 15 milyar metreküp doğalgaz ihtiyacı gözükmesine karşılık, BOTAŞ Genel Müdürlüğü tarafından, 2005 yılı için, aynı amaçla, 30 milyar metreküp gazın tükenmesinin planlandığı ve buna göre gaz alım bağlantılarına gidildiği; eğer böyle devam ederse, ödenmek durumunda kalınacağı, gazın tüketilmek istenmesi halinde gereksiz santrallar yapımına girileceği anlaşılmaktadır." Devam ediyor: "Enerji Bakanlığının mevcut uygulamalarının sürdürülmesi halinde, gelecekte, bitmiş olduğu halde, gazı temin edilemeyen veya gazı hazır olduğu halde, henüz bitmemiş olan proje uygulamalarıyla karşılaşma riskinin oldukça fazla olduğu anlaşılmaktadır." Yani, gazı almasanız da para ödeyeceksiniz; enerjiyi kullanmasanız da enerjinin parasını ödeyeceksiniz!

Burada tavsiyemiz -Sayın Bakan da burada- DPT'nin Müsteşarını görevden almak çözüm değil. DPT'deki insanlar, yatırımları planlarlar, o planlarda üretilecek enerjiyi yazarlar ve onların bitiş tarihlerini yazarlar; yani, bilimsel bir çalışma yaparlar. O insanları görevden almak değil, o bilimsel verileri oturup müzakere etmek; dolayısıyla, enerji sorununu çözebilmemiz için, Enerji Bakanlığının Müsteşarlıkla işbirliği halinde çalışması en uygun olandır.

Üçüncü itirazımız; maalesef, ihalelerde lobiler oluşturulmuştur değerli arkadaşlar. Gerçi, bizim Genel Kurulun lobiye karşı bir hassasiyeti var; ama, ben, yine de söyleyeceğim. Şimdi, bakın, doğalgaz alımında, Mavi Akımla ilgili olarak uluslararası anlaşmalarda kötü bir örnek, Mecliste bir yasanın içerisine ihale metni sokulmuştur. Cumhuriyet tarihinde ilk defa... Böyle bir yasa çıkmamıştır; ama, bizim Mecliste çıkmıştır. Kanun tasarısı, DPT'ye rağmen yapılmıştır; BOTAŞ, devredışı bırakılmıştır; Samsun-Ankara arası ihalesiz 339,5 milyon dolara verilmiştir; usulsüz avans ödemesi 52 milyon dolardır. Başlangıç olarak, devlet zararı 100 milyon dolardır. Hükümeti oluşturan partiler, yandaşlarına iş vermiştir. Tutanaklara geçmesi açısından, açık ve net söylüyorum. İşte, lobilerin ne türlü güçlü olduğu ortadadır.

Aslında, Sayın Bakanın bir işadamının uçağına binmesi, yanında genel başkanı ve kardeşini götürmesi, orada gayri resmî birtakım ilişkilerde bulunmasının sağlıklı olmadığı kanaatindeyiz. Başka ülkede olsaydı, bu tür ilişkilerde Enerji Bakanı koltuğunu kaybederdi; ama, bizde koltuklar çok sağlam; onun için, hiç kimse bir şey yapamıyor!

Değerli arkadaşlar, itiraz ettiğimiz dördüncü nokta : Bakın, biz, şu ana kadar bazı yasaları, RTÜK ve Rekabet Kurulunu by-pass etmişiz ve geçmiş hükümetlerin hepsi dahil, bu işte başarısız olmuşuz. Biz, cumhuriyet tarihinde iki tane dağıtım sistemini özelleştirmişiz Bunlardan bir tanesi Kepez, diğeri de Çukurova elektrik.

Şimdi, Çukurova elektrikle ilgili olarak bakın ne deniliyor: "Sahip oldukları Kepez Elektrik Şirketinin hisse senetlerinde hileli fiyat hareketi gerçekleştirdikleri iddiasıyla, İstanbul 10. Asliye Ceza Mahkemesinde üç yıl hapis cezasıyla yargılanan Uzan Grubu, yaklaşık dört yıldır davaya katılmıyor." Mahkeme defalarca tebligat göndermesine rağmen, sanık aile üyeleri bulunamıyor, adresinde yok. İtiraz konusu 228 milyarlık bir paradan bahsediliyor ve Yüksek Denetleme Kurulunun raporunda şunu okudum: "Yetmiş yıllık imtiyaz sözleşmesi verilmiştir, devir için de tek kuruş alınmamıştır." Bunu nereden okuyorum; Yüksek Denetleme Kurulu resmî raporundan okuyorum.

Çok enteresandır, bu firma, Akdeniz'de devletten enerjiyi alır, TEAŞ'tan alır, 10 kilometre ilerideki İskenderun Demir Çeliğe satar. Sözleşmede köylere de verecektir; ama, orası perakendedir, para kazanamaz. Oradan hemen İskenderun Demir Çeliğe satar, milyonlarca dolar para alır; ama, devlete ödemez. Ayrıca, halka açık şirket olarak, SPK'da hileli satıştan da yargılanmaktadır; ama, şu anda da bu imtiyaz devam etmektedir. Demek ki, hükümet kötü bir sınav vermiştir. Bu hükümet için değil, baştan beri söylüyorum.

Yine, ikinci bir dağıtım ihalesi Aktaştadır. Şu anda, Aktaşta da 16 trilyonluk yargıda devam eden mahkeme söz konusudur.

Değerli arkadaşlar, bakın, aynen şöyle diyor: "İstanbul Anadolu yakasında Aktaş elektrik ihalesine karar veren Danıştayın yanıltıldığı ortaya çıktı -yargı da yanıltılıyor- Enerji Bakanlığınca Aktaş yönetimine atanan Osman İlhan'ın, mahkemeye, 'Aktaş'ın TEDAŞ'a borcu olmadığı yönünde ifade verdiği öğrenildi. Devletin Aktaşın başına atadığı Osman İlhan, Aktaşın TEDAŞ'a borcunun olmadığını açıkladığı gün ise, TEDAŞ tarafından Aktaş aleyhine 16 trilyonluk alacak davası açıldığı, İlhan'ın ifadesini esas alan Danıştay, Aktaş lehine karar verdi."

Şimdi, demek ki, sadece, dağıtım ihalelerinide "yaptım oldu" mantığı kafi değil. İki tane örnek yapmışız, ikisi de bozuk.

Ben, şimdi, buradan, hükümeti uyarmak istiyorum. Onun için ısrarla diyorum ki, bu 3 üncü madde üzerinde çok dikkatle durmamız lazım. Biz yap-işlet-devret modeline karşı değiliz, yabancı sermayeye de hiç karşı değiliz. Yeter ki, akıllı olarak, millî menfaatlarımızı korumak kaydıyla, enerji sektöründe üretilen enerjiyi de kullanmak kaydıyla... Yarın, ürettiğiniz enerjiyi kullanamadığınız zaman da para ödüyorsunuz. Bunu, birçok uluslararası anlaşmada maalesef... Daha tahkime yeni girdiğimiz için, Avrupa normlarında bizi savunacak orada avukatlarımız bile yok. Şunu açık ve acı bir ifade olarak söyleyeyim: Bizim, uluslararası sözleşmeleri yapacak normda, maalesef, arzu edilen seviyede elemanlarımız da yok. Birçok uluslararası anlaşmada yazılan bir cümleden, bazen bir ifadeden, bazen bir tazminattan... Mesela, Millî Olimpiyat Komitesi olarak, İstanbul olimpiyatlarıyla ilgili, bir sözleşmeden dolayı 11 milyon dolarlık enteresan bir tazminat ödemekle karşı karşıyayız. Buna benzer, uluslararası yapılacak anlaşmalarda çok dikkatli olmamız lazım gelir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, bir konu üzerinde daha konuşarak sözlerimi tamamlamak istiyorum. Şimdi, aslında, Enerji Bakanlığımızın bazı ilişkilerini anlamakta güçlük çekiyorum. Bilindiği gibi, Sayın Clinton'ın Türkiye ziyaretinde bir tane anlaşma yapıldı. O anlaşmanın 850 milyon dolarlık bir bölümü var. Bu iki tane doğalgaz devrim santralı, iki de normal santral. Bakın burada, aynı günlük gazetenin haber bülteninde aynen şöyle deniyor : "ABD'li firmalar ile Türk Hükümeti arasında dün süpriz bir gelişme oldu; 850 milyon dolarlık 4 enerji santralının yapımına ilişkin imza atıldı. İmza törenine, Başbakan Yardımcısı ve Enerji Bakanı Cumhur Ersümer ve ABD Enerji Bakanı Bill Richardson katıldı. Türkiye'ye gelmeden önce planlanmadığını; ancak, Türkiye'ye geldikten sonra böyle bir planlamayla anlaşma yapıldı. Buraya kadar tamam, itiraz yok. Bakın, bir bölümüne de kim imza atıyor; TEAŞ, arkasından da Bayındır Holding, Ceylan İnşaat, birtakım özel sektörler vesaire. Yani, bunlar, ne zaman devletle anlaştılar da, konsorsiyum oluşturdular da, ihaleye girdiler de ne zaman karşı tarafa imza atar hale geldiler; bunu da anlamak mümkün değil.

Özetle söylemek gerekirse değerli arkadaşlarım, konuşmamı tamamlarken, birkaç özel not ifade etmeye...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

VEYSEL CANDAN (Devamla) – 1 dakika daha müsade ederseniz, tamamlayacağım...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

VEYSEL CANDAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bir kere, uluslararası sözleşmelerde çok dikkatli olmalıyız ve gidilen uluslararası davaları kaybetmemeliyiz. İkinci olarak, Enerji Bakanlığı ile DPT farkları mutlaka giderilmelidir; bu enerji ihtiyacı, doğalgaz, enerji, elektrik, neyse, bunlar giderilmelidir. Ayrıca, bu ihaleler, mutlaka tek elden yapılmalıdır; yani, TEAŞ ayrı, Enerji Bakanlığı ayrı yapmamalıdır. İhaleler şeffaf olmalıdır. 3 üncü madde, eğer, mutlaka böyle geçecekse, idareyi zan altında bırakacaktır. Birtakım şaibeleri de yok etmek mümkün değildir. Ümit ederiz ki, değiştirilir.

Bu tasarı, netice itibariyle yabancı sermayeyi ülkeye getirecektir; ama, millî menfaatlarımızı da çok iyi kullanmak, dikkatle takip etmek mecburiyetindeyiz diyor, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Candan.

Şimdi, Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Güzel; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA AHMET GÜZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;görüşülmekte olan, Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yasa Tasarısı üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına, söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, dünya değişirken, devletlerin ekonomik ve kalkınma içindeki yapıları da değişmiş, yap-işlet-devret modeli, 18 ve 19 uncu Yüzyıllarda kanal, yol ve demiryollarının, merkezî yönetimler eliyle özel şirketlere yaptırılması ve bu özel şirketlerce bir imtiyaz süresi boyunca işletildikten sonra kamuya devredilmesi amacıyla ortaya çıkmış bir uygulamadır.

İngiltere, Almanya ve Osmanlı İmparatorluğunda örnekleri bulunan bu uygulama, ülkelerin sosyal gelişmelerine paralel olarak, altyapı yatırımlarına olan ihtiyacın genişleyip yaygınlaşması, sanayileşmiş ülkelerde sosyal devlet anlayışının gelişmesi nedenleriyle terk edilmiş, altyapı hizmetlerinin üretimi, daha çok kamu kesimine yönlenmiştir.

1970'li yıllardan itibaren gelişen teknolojik ve ekonomik olguların da etkisiyle, günümüzde, altyapı yatırımlarının finansmanında, özel sektörün, gerek sermaye gerekse bilgi birikimine ulaşması nedeniyle, yap-işlet-devret modeli yeniden ülkelerin gündeminde yerini almıştır.

Ülkemizdeki gelişmeler de dünyadaki gelişmeler çerçevesinde olmuş, Türk özel sektörünün, gelişerek, hemen hemen her sektörde faaliyet gösterebilecek sermaye birikimine ulaşması ve kamu kesiminin hızla gelişen rekabetçi ortamda hantal yapısı nedeniyle başarılı olamaması, yeni arayışlara neden olmuştur.

Ülkemizde yap-işlet-devret modelinin yeniden ülke gündemine gelmesinde, kamu kesiminin yüksek değişken faizlerle borçlanması sonucunda kamu açıklarının artması, kamu sektörünün ülkemizin sosyal gelişmesine paralel altyapı projelerini finanse edememesi, kredi bulmakta zorlanması, baş etken olmuştur.

Bu arada, ekonomik küreselleşme süreci içerisinde, ulusal pazarların uluslararası rekabete açılması, altyapı projelerinin çokuluslu şirketlerin kıyasıya rekabet alanı haline gelmesi nedeniyle, birbirlerine karşı avantaj elde etmek isteyen uluslararası şirketlerin finansmanlı tekliflerle avantaj sağlama mücadelesi, yap-işlet-devret modelini ülkemiz için cazip hale getirmiştir.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde, ileri teknoloji ve yüksek finansman gerektiren bazı yatırımlar ile hizmetlerin bütçe imkânlarıyla gerçekleştirilmesi her zaman mümkün olamamaktadır. Bu nedenle, yerli veya yabancı özel kaynakların, yatırımların gerçekleştirilmesi için kullanılması zorunluluk arz etmektedir. Yap-işlet-devret yatırımları, aslında, bir özel sektör değil, kamu yatırımıdır. Zira, yatırım için gerekli finansman, başta özel sektör girişimi tarafından temin edilmekte olmasına rağmen, nihayetinde, yapılan yatırım bir süre sonra kamuya devredilmektedir. Yap-işlet-devret modelinde, yatırımın gerçekleşmesi için, uluslararası finans kuruluşları ve yatırımcı kuruluşları kapsayan bir konsorsiyum oluşturulmakta, yatırım için gerekli fonlar ve projeler hazırlanmakta ve yatırımın tamamlanmasından sonra, tesis, ilgili kuruluş tarafından işletilmektedir.

Bugün görüşmekte olduğumuz bu tasarının yasalaşması halinde, çok yüksek maliyeti olan ve bütçe imkânlarıyla gerçekleştirilmesi mümkün olmayan enerji yatırımlarının, yerli ve yabancı özel sermayeyle gerçekleştirilebilmesi yolunun açılacağı, bunun da ülkemizin gelecekteki enerji ihtiyacının karşılanmasında etken olacağı, teknolojik gelişmelerden olabildiğince yararlanmamız için daha fazla enerjiye ihtiyaç duyulduğu bir ortamda, ülkemizde kişi başına düşen enerji tüketiminin gelişmiş ülkelerin gerisinde bulunduğu ve bu nedenle, tasarının yasalaşmasıyla bu yatırımların önünün açılacağı düşünülmektedir.

Bu tasarının yasalaşması halinde tüm gözler enerji ihalelerine çevrilecektir. Konuyla ilgili hazırlanacak, keşif bedeli dahil, tüm aşamalarda hassas olmak, dikkatli davranmak, Enerji Bakanlığımız sorumluluğunda olacaktır. Bu konuda, ülkemizin, yurtsever tüm mühendislerine ve hükümetimize güvenimizin tam olduğunu belirterek, saygılarımı sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Güzel.

Gruplar adına görüşmeler bitmiştir.

Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ilıcak söz istemişlerdir.

Buyurun.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Soru soracaktım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Öyle mi...

Şahsı adına başka söz isteyen var mı efendim? Yok.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun efendim.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri öncelikle saygıyla selamlıyorum. Gecenin bu saatinde, böyle bir önemli yasa tasarısını, böyle bir heyecan içinde görüştüğümüz için de memnuniyetimi belirtiyorum.

Şimdi, biz, buraya nereden geldik diye, önce, kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Bildiğiniz gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi, geçtiğimiz günlerde, özellikle enerji yatırımlarının önünü açabilmek, enerji yatırımlarına gerekli acil kaynağı bulabilmek bakımından, bir fikir birliği, bir konsensüs içinde Anayasasını değiştirdi.

Bu değişen Anayasada biz ne getirdik? Önce, Anayasanın 47 nci maddesini, daha sonra 125 ve 155 inci maddelerini değiştirdik.

125 inci ve 155 inci maddelerinde, imtiyaz sözleşmelerinde uluslararası tahkimin uygulanabilme imkânını getirdik ve yine, biraz önce, Meclisimizin yüksek kabulleriyle gerçekleşti, bu, uluslararası tahkim hususunun uygulanabilirliğini sağlamak bakımından uyum yasasını kanunlaştırdık.

Anayasanın 47 inci maddesinde getirdiğimiz değişiklik neydi? Anayasaya, ilk defa, özelleştirme hükmünü getirdik. 1982 Anayasasında mevcut hüküm devletleştirmeydi; devletleştirmenin nasıl olacağını belirleyen bir hüküm vardı. Biz, madde başlığına özelleştirmeyi ekledik ve yine, yaptığımız değişiklikle, devletin, hangi kamu yatırım ve hizmetlerini özel hukuk sözleşmeleriyle yapacağının kanunla düzenleneceği emrini getirdik. Şimdi görüşmekte olduğumuz tasarı da, Anayasanın değiştirilen 47 nci maddesinin emrettiği tasarıdır. Yani, Türkiye Cumhuriyeti Devleti hangi yatırımlarını özel hukuk sözleşmeleriyle yapacaktır; 47 nci maddedeki hüküm gereği, bu tasarıyı görüşüyoruz.

Tabiî, Türkiye'nin enerji yatırımlarına olan ihtiyacını, bu ihtiyaçların acilen gerçekleştirilmesi konusundaki gerekliliği, artık, ben, Mecliste tartışmak istemiyorum; kamuoyu bu ihtiyacı kabul etti ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi, biz, bu noktaya geldik.

Şimdi, komisyona geçmek istiyorum. Ben, Plan ve Bütçe Komisyonumuzda, sayın üyelerimize, bütün bu ihtiyaçları dile getirerek konuyu açtım, anlattım; değerlendirmeler yaptı sayın üyelerimiz, değerli katkılarda bulundular.

Öncelikle şunu kabul etmemiz gerekiyor ki, bu akşam verilecek kararlarla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir tercihte bulunacak. Ben, bütün konuşmaları dikkatle dinledim; şu anda görüşülmekte olan tasarının 1 inci ve 2 nci maddesine, değerli gruplarımızın hiçbir itirazı olmadı; yani, artık, Türkiye Devleti, elektrik üretiminin, dağıtımının, iletiminin, elektrik ticaretinin özel hukuk sözleşmeleriyle yapılabileceğini kabul edeceğine dair beyanlarda bulundu. Bu, bizim için sevindiricidir. Ben, bu kabul için, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan bütün siyasî partilere teşekkür ediyorum. Artık, Türkiye Cumhuriyeti, şekeri nasıl üretiyorsa, tuzu nasıl naklediyorsa, bundan sonra, elektrik piyasasının kurulmasının, elektriğin, üretimi, dağıtımı, iletimi ve ticaretinin yapılmasının da özel hukuk sözleşmeleriyle yapılabileceğini kabul edecektir, buradaki beyanlara göre.

Şimdi, burada, daha ziyade, tartışılan 3 üncü maddedir. Bu 3 üncü maddede bizim muradımız neydi? Ben, komisyondaki beyanlarımı bugün gibi hatırlıyorum, komisyon üyesi arkadaşlarım da çok iyi hatırlayacaklardır; bir ihtiyacı ortaya koyduk. Ben dedim ki: Şu anda, bizim elimizde, Danıştaydan geçip, sözleşmesi imzalanmış 23 projemiz var. Toplam 3 000 megavat, 4,2 milyar dolar. Yine, 135 projemiz var; 12 000 megavat, 15,3 milyar dolar;.Yani, toplam 158 proje, 19 milyar dolarlık bir yatırım imkânı burada duruyor. Şimdi, eğer, biz, bu projelere -Meclisinizin takdiridir; komisyonda da aynı şeyi söyledim- bu hükümleri uygulama imkânını verirseniz, bu projeleri hızla hayata geçirme imkânımız olacaktır. Eğer, komisyonunuz bunu uygun görmezse, biz, yine yolumuza devam ederiz; ama, neticede, bu projelerin gerçekleşme ihtimali olur mu olmaz mı; bu projeler gerçekleşmezse ne olur; onu da, yine, Türkiye'de, hep beraber tartışırız...

Yine, Türkiye Büyük Millet Meclisinin huzurunda da aynı şeyi söylüyorum; bu, bir tercih meselesidir.

Devam ediyorum: Şu anda, 15 dağıtım müessesesi var, Danıştaydan geçen; yine, 8 üretim tesisi var, santral var, Danıştaydan geçen. Bunlarla ilgili de, dağıtım müesseselerinde, 1,7 milyar dolar işletme hakkı devir bedeli var; 8 santralımızda da 1,24 milyar dolar işletme hakkı devir bedeli var; eğer, kabul edilirse, bu işletme hakkı devir bedellerinin de bir an önce Hazineye intikali sağlanır, Hazinemiz de aldığı bu paralarla, neticede, enerji sektöründe bir kaynak sağlar dedim.

Tabiî, şimdi, burada çok şey söyleniyor. Hemen oraya geçmek istiyorum; çünkü, burada, benden önce konuşan bir arkadaşımız dedi ki: "Bu santrallar, bu dağıtım müesseseleri, işte, böylesine küçük devir bedelleriyle peşkeş çekiliyor."

Bu ihale, gerek dağıtım ihalesi, gerek üretim ihalesi Refahyol Hükümeti döneminde ilan edilmiş ihalelerdir. Şartnamelerin bütün hükümleri Refahyol Hükümeti döneminde tespit edilmiştir, ilan edilmiştir ve yine, müracaatlar alınmıştır ve devir bedelleri de yine aynı şekilde tespit edilmiştir.

Benim elimde bir makam onayı var; diyor ki :

"25 görev bölgesi için, 30 yıllık işletme hakkı devir bedeli olarak toplam 2 milyar 625 milyon ABD Doları sabit bedel tespiti yapılmış; ayrıca, her görev bölgesi için ayrı ayrı bedeller belirlenerek, söz konusu bedellerin fiilî devir tarihi itibarıyle yüzde 50'sinin peşin, kalan miktarın ise 2 yılda 2 eşit taksitle alınması... 9 Ocak 1997

Olur

Recai Kutan"

Şimdi, böyle bir onay varken, böyle bir karar varken... Yani, tabiî "o gün Refah Partisi iktidarda, bugün Fazilet Partisi var; biz, Refah Partisinin yapmış olduğu bu işlem yanlış diyebiliriz" diyorsanız, ben, ona da saygı gösteririm; ama, böyle bir gerçeği inkâr edip, yok sayıp, burada, kalkıp, bu işin yapılmasında en küçük bir dahli dahi olmayan bir bakanı, bir hükümeti suçlamak, herhalde çok büyük bir yanlış olur.

Devam ediyorum :

Bu devir bedellerini de toplarsak, 19 artı 3 milyar dolar , toplam 22 milyar dolarlık bir kaynağı enerji sektörüne alma imkânımız var. Ben, bunları ifade ettim ve bir önerge hazırlayıp Komisyonumuza sunduk. Önergeyi sunarken - zabıtlar gelecektir; bugün de yarın da gelecekte de bunların hepsi okunacaktır- şunu söyledim: Bu önergeyle bizim hedefimiz, şu anda mevcut olan sözleşmelere bu imkânın sağlanmasıdır; ancak, biz, bu önergeyi hazırlarken, bu sağlanan imkân nedeniyle, şirketlerin fazla kârlarının... Bir başka tür ifade edelim; bu iyileştirmeler nedeniyle devletin kazanabileceği ne varsa, bunu tespit edip, biz, yeniden görüşüp bu imkânı sağlamak istiyoruz; ama, bizim yazdığımız bu önergede, biz, bunu tam ifade edemedik; buyurun, siz yazın, ne yazarsanız, altına ben imza atacağım, bu ihtiyacı burada görelim dedim. Yani, bir muhalefet partisinin iki kıymetli üyesi, oturdular, bir önerge yazdılar.

OĞUZ TEZMEN (Bursa) – İki kişi değil.

ENERJİ VE TABİî KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) – Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanımız ve üyelerimiz burada!..

Biz de, bu önergeyi hiçbir değişikliğe uğratmadan aynen buraya geçirdik. Bu önergeyi beğenmeyebilirsiniz. Ben, buradaki ihtiyacı dile getiriyorum. Doğrudur; bu düzenleme, şirketlere bir artı imkân sağlamaktadır. Bu artı imkânı, devlet lehine, milletin bir kuruşuna halel getirmeden nasıl geri alacaksak, biz, bunu geri alalım; oturalım, burada yeni bir önerge yazalım; ama, biz bu kaynağı yok etmeyelim; yazık ederiz; bu vebal, bu Meclisin sırtında kalır, bu vebal hepimizin omuzlarında kalır.

Ben, bunları, bir şantaj, bir tehdit için de söylüyor değilim. Eğer Meclisimiz emrederse, bu maddeyi çıkarır. Biz, yine, elimize bu iki hükmü alırız - ben, bu iki hüküm için de peşinen teşekkür ediyorum; bu da bir devrimdir; yani, bu Hükümet, bu Meclis, neticede enerji sektöründe bir başka devrimi gerçekleştirmiş olacaktır- ben, bundan da, bir fazla yatırımı nasıl yapabilirimin çabasını sürdürürüm. Yani, sanmayın ki, bizim, bir kişiye, bir kuruluşa bir sözümüz, bir taahhüdümüz var. Bizim tek sözümüz, tek taahhüdümüz, bu milletedir. Biz, hizmet için geldik, hizmet etme taahhüdüyle geldik ve onu gerçekleştirme çabasındayız.

Tabiî, burada çok şey söylendi. Bir defa, herkes şunu çok iyi bilmeli ki, bizim, burada, şu kapsam içinde sunduğumuz bütün sözleşmeler Danıştaydan geçmiştir. Bir yandan "Türkiye hukuk devletidir" diyeceksiniz, bir yandan da "aman, bu sözleşmeleri Danıştaydan geçirin, Danıştaydan geçirmezseniz, yarın öbür gün sayın bakanlar hakkında gensorular verilir" diyeceksiniz; ama Danıştaydan geçmiş, kabul görmüş, onaylanmış sözleşmelerle ilgili, sanki hiç Danıştay kararı yokmuş gibi bir sürü suçlamalarda bulunacaksınız. Danıştaydan geçtik, daha ne derelerden geçtik. Gittik, RTÜK deresinden geçtik. Bin türlü suçlamalar yapıldı, bin türlü şeyler söylendi burada; ama RTÜK'ün kararı ortadadır. RTÜK burada yapılan işlemin medya kuruluşlarıyla bir alakası olmadığına dair karar verdi.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Hiç alakası yok!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) – Siz hiçbir şeye itibar etmiyorsunuz ki Sayın Ilıcak!

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hileli sermaye toplanması var.

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Dinle!

KAMER GENÇ (Tunceli) – Canım, sen de dinle, niye pireleniyorsun?!

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Ya dinle ya da çiçek sulamaya git.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Allah Allah! Yanlış anlatılıyor. Ben bilmiyor muyum Danıştaydan geri döndüğünü?!

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sus!... Tamam!..

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Daha sonra çık doğrusunu anlat, önce dinle!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) – Sayın Başkanım, benim zamanım gidiyor, takdir eder misiniz...

OĞUZ TEZMEN (Bursa) – Ekler, ekler.

BAŞKAN – Ekleriz efendim...

Karşılıklı konuşmayalım.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) – Bu konunun burada halledilmesi lazım. Bu ,Türkiye Cumhuriyetinin çok önemli bir meselesi.

Sayın Ilıcak, Rekabet Kurulundan bahsetti. Rekabet Kurulunun belirlediği hususların sözleşmelere derç edilmesiyle ilgili bütün şirketlerden taahhüt aldık. "Bilmiyordum, Sayın Bakan gelsin cevap versin" dediniz, şimdi size cevabımı arz ediyorum.

Yine bir başka husus var. Şimdi, Danıştaydan geçen bütün bu imtiyaz sözleşmelerinde müşterek bir hüküm var. 9 uncu maddede deniliyor ki: "Sözleşmenin imzalandığı tarihten sonra mevzuatta meydana gelebilecek değişikliklerin tarafları etkileyen hükümleri sözleşmeye maliyetlerdeki artış ve azalışlar da toplam yatırım tutarına veya tarifeye aynen yansıtılacaktır." Bu, Danıştayın hükmü; bunu ben yazmadım. Şimdi, benim yaptığım iş, işte, şu değişen mevzuatı, Danıştayın şu hükmüne göre uyarlamaktır. Şu önergeyi şöyle yazabiliriz: "İşte, Danıştaydan geçen 9 uncu maddede belirlenen hüküm çerçevesinde gerekli uyarlama yapılacaktır." Bunu diyebiliriz; biz, memnun oluruz; ama, neticede, şu kaynağı biz yok etmeyelim.

Bize, burada, çok değişik suçlamalarda bulundu. Biz alıştık artık; işte, uyum yasasından başlayıp, Mavi Akım'dan çıkan sonuçlara, Devlet Planlama Teşkilatının raporlarının arkasına saklanıp, birtakım lafları çarpıtıp, suçlanmaya alıştık. Kepez diyorlar, ÇEAŞ diyorlar... 1950 yılında çıkan bir imtiyaz, öyle anlatılıyor ki, burada, sanki, biz Enerji Bakanlığı olarak oturmuşuz, Kepez'de, ÇEAŞ'ta, malum şirkete bir imtiyaz vermişiz... Hayır, 1950 senesinin imtiyazı. Peki, 1996 yılında bu imtiyaz sözleşmesini, bu imtiyazı Danıştaya kim gönderdi? Ve bu imtiyaz sözleşmeleri, şu anda, Danıştaydan tasdik olup geçmiş sözleşmeler!.. Ha, siz şunu diyebilirsiniz: "Bu şirketlerin yükümlülüklerinin yerine getirilmesi noktasında ne yapıyorsunuz?" Her şeyi yapıyoruz...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hiçbir şey yapmıyorsunuz!

VEYSEL CANDAN (Konya) – Hiçbir şey yapmıyorsunuz!

ENERJİ VE TABİî KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) – Her şeyi yapıyoruz, her türlü işlemi yapıyoruz; ama, şimdi, maalesef, muhalefetimizde şöyle bir alışkanlık var: Yani, ne zaman ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti çok önemli bir projeyi gerçekleştiriyor, bir Bakû-Ceyhan'ın altına imza atılıyor, Türkmen doğalgazının deklarasyonu imzalanıyor, vatandaşın göğsü kabarıyor, keyfedecek, işte Mavi Akım; başlıyorlar kaşımaya... İhalesiz verilmiş... Ben saklamadım ki, komisyonda da belirttim Sayın Ayhan'a; doğrudur, Hükümetlerarası ikili anlaşmaya istinaden ihalesiz verildi. Şu anda, ben, ihalesiz verilen 24 tane barajı görüşüyorum; geçen görüşmemde de söyledim. 10 milyar dolardır; pazarlık ediyoruz, ihale falan yapmadık; ama, bakın, şunu ifade edeyim : Pazartesi günü, işte, böyle ihalesiz verilen Kargamış Barajının 52 ay olarak tespit edilen süresini, 48 aya düşüren şirketin yaptığı barajı üretime alacağız. İnşallah, bu 24 baraj da üretime girecek; bu "ihalesiz verildi" diye suçlandığımız bu boru hattından da bu Mavi Akım, Mavi Gaz Türkiye'ye gelecek ve Türk Milleti hepimize teşekkür edecek ve bizi suçlayanlar da ümit ederim pişman olacak.(ANAP sıralarından alkışlar)

Diyorlar ki: "Clinton geldi, sözleşme imzalandı." Evet, Sayın Clinton AGİT zirvesine geldiğinde, hem Dışişleri Bakanı Mrs. Albright'la hem de Enerji Bakanı Mr.Richardson'la, iki ayrı sözleşmenin imzalanma töreninde hazır bulundum. Yani, hemen bir gün önceden ortaya çıkıp, ertesi gün imzalanan bir sözleşme gibi gösterilmeye çalışılıyor. Biri, Esel Elektriğindir, 7.1.1999'da Danıştaydan geçmiş bir imtiyaz sözleşmesidir; biri, Atam Enerjinin bir santralıdır, 28.10.1998'de Danıştaydan geçmiştir. Niye imzalandı; biz, neyin imza töreninde hazır olduk; işte, bu santralların elektrik satış anlaşmalarının imza töreninde hazır olduk. Biz, bunları bir gün önceden bulup ertesi gün "aman, gösteriş olsun, bir iki imza da bizim huzurumuzda atılsın" gibi bir ihtiyaç içinde değiliz. Biz, yapılan işleri, bu manada, bu kapsam altında yüce milletimizin ıttılaına sunduk.

İki gün önce yine bir imza attık; tam 1 milyar 600 milyon dolar. Beş tane şirket bir araya geldi, Afşin-Elbistan B'de dev bir santralın sözleşmesini imzaladık; tamamı kredili, anahtar teslim bir sözleşme; şimdi, Afşin-Elbistan C'yi de hazırlıyoruz.

Tabiî, yap-işlet -o kanun 1997'de görüşülürken de belirtmiştim- yine Meclisin verdiği tarihî bir karardır. Dün geçti ajanslar, ABD Denizaşırı Özel Yatırım Şirketi OPIC'ten, deprem bölgesinde iki elektrik santralının yapımı için 300 milyon dolar finansman sağlanacak. Evet, iki santral için de daha evvelsi gün 300 milyon dolar bir kredi, bir finans imkânı geldi. Bunlar, hepimizin sevinmesi gereken hususlar.

Ben, tekraren söylüyorum, ben, tekraren ifade etmek istiyorum; hiçbir ısrarımız yok, hiçbir inadımız yok; 1 ve 2 nci maddeyle ilgili desteklerinize teşekkür ediyorum; 3 üncü madde konusundaki bütün önerilerinize açığım; isterseniz, gerekli görürse Yüce Meclisimiz, bu 22 milyar dolarlık yatırım gecikebilir, kalabilir, yapılmayabilir, geç olabilir; bunun kararını sizler vereceksiniz. Veyahut, bu önerge, buradaki ihtiyacı karşılamıyor, oturalım, yeni bir önerge yazalım diyorsanız, ona da hazırız. Biz, Yüce Meclisimizin yüce kararlarına karşı, her zaman boynumuzun kıldan ince olduğunu belirterek çalışıyoruz.

Ben, yine de, Meclisimizin vereceği desteğe şimdiden teşekkür ediyorum. Türkiye'nin elinden böyle bir imkânın alınmayacağına dair karar çıkacağı inancı içinde, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Sayın Başkan, soru sormak istiyorum.

BAŞKAN – Tabiî efendim, bir dakika... Sayın Bakan yerine otursun... Telaş etmeyin.

MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Hayır, telaşımız yok efendim...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, kişisel söz talebi yoksa, ben, söz istiyorum... Sayın Bakandan sonra kişisel söz istiyorum...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Eğer, söz imkânı varsa, ben de kişisel söz istiyorum... Son söz milletvekilinin...

BAŞKAN – Evet...

VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, ben de söz istiyorum.

BAŞKAN – Hayır, iki kişiye verebiliyorum; Sayın Candan'a veremiyorum; Sayın Genç ve Sayın Ayhan'a vereceğim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Bir kişiye söz verilebilir Sayın Başkan...

BAŞKAN – Son söz milletvekilinin efendim...

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Ben, soru soracağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Tamam efendim.

Sayın Genç, buyurun efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz ve rejimimiz için son derece hayatî bir konuyu müzakere ediyoruz.

Şimdi, Sayın Bakanı dinlediniz. Diyor ki -evvela, onun konuşmalarıyla başlayayım- Danıştayın yaptığı sözleşmenin 9 uncu maddesini burada okuyor... Danıştay, sözleşme yapmaz arkadaşlar; Danıştay, sözleşmeyi inceler. Gönderirsiniz oraya, Danıştay, hukukun genel ilkeleri çerçevesinde giden sözleşmeyi inceler. Danıştay ne bilsin ki, sen iktidar olarak, birtakım iş çevreleriyle işbirliği içinde olacaksın...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Bu, onaylanmış sözleşme Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) – Geleceksin anayasayı değiştireceksin, anayasada, tahkim sistemini getireceksin ve ondan sonra da, o tahkim sistemine uygun olarak... Yani, bu, çok hince bir madde. O sözleşme yapıldığı zaman, efendim, ileride mevzuatta bir değişiklik olursa, bu mevzuata göre idare değişiklik yapabilir. Şimdi getirilen bu hükümle, Danıştayın idaresinden geçmiş ve o zaman tahkime tabi olmayan burada çıkacak uyuşmazlıkları, yine Danıştay idare mahkemesinde, Danıştayda görüşecek sözleşmeleri. Şimdi getirdiğiniz bu kanunla ne yapıyorsunuz; tahkime götürüyorsunuz ve tahkimde de ne yapacaksınız, siz, özellikle bazı enerji ihalelerinde sözleşme yaptığınız yandaşlarınızın belirleyeceği kişileri hakem tayin edeceksiniz, o hakemlerin verdiği kararlara göre de devleti sömüreceksiniz, mesele bu, başka bir şey yok.

Efendim, biz, geçmişte yapılan ihale, Kepez'in var, Aktaş'ın var... Ben Danıştayla konuştum, diyorlar ki, bu şirketler, ihale şartlarını yerine getirmiyor. Hükümet de oturuyor yerinde. Biraz önce söyledi arkadaş. Yatırım yapıyor musunuz, köye elektrik üretim, dağıtımı için yatırım yapıyor mu bu şirket; yapmıyor; ancak, büyük şirkette, devlet kuruluşlarına elektriği satıyor ve hiçbir emeği de yok. Yani, devletin bir elektrik direğinden elektriği alıyor, farzedelim, yani miktarı tam bilmiyorum, 5 sente alıyor, kendi direğine alıyor, 7 sente, 9 cente satıyor. Yani, ne bir alınteri var, ne bir emeği var, ne bir yatırımı var, böyle bir imtiyaz verilmiş.

Değerli arkadaşlarım, bu memleket bizim. Biz kimseyle burada boşu boşuna kötü olmak da istemiyoruz; bizim istediğimiz, memleketimizin menfaatına, halkımızın menfaatına olan şeyleri yapalım, memleketin menfaatlarını, belirli güçlere, belirli menfaat odaklarına peşkeş çektirmeyelim. Bu memleket, eninde sonunda bize...

Şimdi bakın, biraz önce bir kanun çıkardık, biraz, orada, şimdi imtiyaz sözleşmelerini...

Şimdi, Anayasanın 47 nci maddesinde yapılan bir değişiklikle, devletin, kamu iktisadî teşebbüslerinin kamu hizmeti niteliğindeki hizmetlerini özel hukuk şartnamelerine göre yapılabileceği kanunla belirleniyor deniliyor.

Özel hukuk şartları sahasına böyle girdi mi artık, bu, tamamen idare hukuku dışına çıkıyor; yani, kamu hizmeti niteliği bulunan hizmet, kamu hizmetinden çıkıyor, doğrudan doğruya özel hizmet statüsüne giriyor. Halbuki, kamu hizmetininin, kamu yararı var; kamu hizmetinin, devamlılığı var; kamu hizmetinin, ucuz olması var... Yani, çok nitelikleri var. Bunların hepsini kaldırıyoruz, belirli şirketlere veriyoruz. Belli şirketlere de verince, zaten, bu, biliyorsunuz 3996 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde sayılmış hangi şeyler... Zaten, Sayın Bakan diyor ki : "İki madde bana yeter." Tabiî ki, sana yeter; zaten, başka bir değişiklik yapmaya gerek yok.

1.1.1998 tarihinden itibaren yapılan sözleşmelerin de bu kapsama alınması konusunda Adalet Komisyonunda teklif geldi, biz, Komisyon üyeleri olarak bu teklifi, geçici maddeyi reddettik; ama, hangi güç, hangi menfaat çeteleri bu Meclisin içine sızdıysa, bunu, getirdi, Plan ve Bütçe Komisyonunda koydu. (ANAP sıralarından gürültüler) Tuhaflığa bakın ki, Sayın Bakan "ben, bunu beceremedim" diyor...

ENERJİ VE TABİî KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, bu Mecliste menfaat çetesi olmaz; lütfen, uyarın hatibi.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Komisyonumuza da hareket ediyor.

BAŞKAN – Sayın Genç, sözlerinize dikkat eder misiniz.

KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkan... Bir dakika...

BAŞKAN – Sayın Genç, sözlerinize dikkat eder misiniz efendim.

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, Sayın Bakan diyor ki...

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Aklın başında mı?! Allah Allah!..

BAŞKAN – Sayın Genç, sözlerinize lütfen dikkat edin.

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, ben bir şey ifade etmek istemiyorum "biz âciz kaldık. İki muhalefet partisinin değerli kişileri geldi, bize önerge yaptılar" diyor.

Böyle laf olur mu sayın milletvekilleri?!. Yani, birtakım çetelere, menfaat gruplarına menfaat sağlayacak ifadeleri, siz dahi ifade etmekten âciz kalıyorsunuz. Böyle kanun yapmak olur mu?! Böyle uygulama olur mu?! Siz, bu düşünceyle nasıl memleketi idare ediyorsunuz, ben anlamıyorum?!

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Çetesin sen, çete...

KAMER GENÇ (Devamla) – Değerli milletvekili arkadaşlarım, şimdi, zaten, bu kanun tasarısının 1 inci ve 2 nci maddesi işi hallediyor. Yani, burada nelerdir? Burada sayılanlar, bakın, köprü, tünel, baraj, sulama, içmesuyu, kullanma suyu, arıtma tesisi, kanalizasyon, haberleşme... bütün bunların hepsi..

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sen bunlardan anlamazsın!..

KAMER GENÇ (Devamla) – ...ve bu, sonradan da bu kanunla...

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sen ne anlayacaksın barajdan, yoldan!.. Sloganlardan anlarsın!..

KAMER GENÇ (Devamla) – ... işte, enerji üretim, iletim, dağıtım işlerini tümüyle özel hizmet olarak kabul ediyor. Özel hizmet olarak kabul ettikten sonra, tamamen, işte, yarına ne olacak; ilgili bakan kendisine yakın bir özel şirkete bunları yaptıracak, ihalesini yapacak, mukaveleyi kim yapacak; mukaveleyi kendi bürokratı yapacak.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Bunu oku!..

KAMER GENÇ (Devamla) – Ben hepsi için demiyorum. Kendi bürokratı... Tabiî ki, çok onurlu, çok memleketsever bürokratlarımız var; ama, içlerinde çok, gerçekten, kendi menfaatını ülke menfaatının çok üstünde tutan insanlarımız var. Örnekleri çok; burada isim belirtmek istemiyorum. Ha, ne yapacak?..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Senin gibi!..

KAMER GENÇ (Devamla) –Esas sen, sende bir defa şey olsa, biraz şey olsa; yani, bir... Hareketlerine, uygun bir şey söylemek de istemiyorum; burada, çıkıp da bu Meclisin karşısında yalan söylemezsin, herşeyi tahrif ediyorsun. (ANAP sıralarından gürültüler)

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Delillerin var mı?

KAMER GENÇ (Devamla) – Benim utanılacak bir şeyim yok ki!..

BAŞKAN – Sayın Genç...

KAMER GENÇ (Devamla) –... benim utanılacak bir şeyim olsa, ben buraya gelip konuşmam. (ANAP sıralarından gürültüler)

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sen yalan söylüyorsun!.

BAŞKAN – Sayın Genç, hakaret ediyorsunuz...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Hani delil?.. Hani delil?..

BAŞKAN – Sayın Genç...

KAMER GENÇ (Devamla) –Ha, ne yapacak sayın milletvekilleri, ne yapacak?.. (ANAP sıralarından gürültüler) Bunlar ne yapacaklar; kendi adamlarına ihaleyi verecekler. İhaleyi de verdikten sonra, hakemi kimi tayin edecekler; yine, kendi adamlarını yapacaklar.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Hani delillerin?..

KAMER GENÇ(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, ondan sonra siz, devleti bir talan meydanına çevireceksiniz; bizim dediğimiz bu.

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sen savcı mısın?!

KAMER GENÇ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bakın, bundan önce örnekleri görülmüştür. Bir bakıyorsunuz, adam bir yerde genel müdür, bir yerde müsteşar. Bir ihale yapıyor... Yani, bu kanunun uygulamalarını size göstereyim: İhaleyi yapacak, A firmasına verecek, müsteşarlığı... Yani, o A firmasının istediği nitelikte ihaleyi yapacak, ondan sonra diyecek ki, falancayı da ben hakem tayin ediyorum, tahkim olarak atıyorum, diyecek, ayrılacak, bir süre sonra gidecek; o müesseseyle bu işi ortak yapacak. Bizim dediklerimiz bunlar. Bunlar olmadı mı; var. İsim de söylemek istemiyorum burada. Onun için değerli milletvekilleri, hele gecenin bu saatinde bu kanun tasarılarını bence, burada müzakere etmek... Keşke, isterdim ki -şu saatte halkın hepsi uyumuş belki de, çok az insan var- halkın karşısına çıkalım, bütün devletin arşivlerini açsın bakalım burada; siz, bir daha halkın içinde gezebilecek cesareti bulacak mısınız; bulamazsınız, bulamazsınız...

AHMET KABİL (Rize) – Sen nasıl geziyorsun?

KAMER GENÇ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bakın, 1985 yılında... Sayın Bakan karşımızda oturuyor. Ne yaptılar; otoyollarla ilgili bir kararname çıkardılar; 1985 yılında bitmiş otoyol ihalelerini, dolar üzerinden yapılan ihaleleri 1989 yılında bir kararname çıkardılar, yandaşlarına, o zamanın parasıyla 10 trilyon lira, bugünün parasıyla 1 katrilyon lira para verdiler; Anayasa Mahkemesine gittiler. (ANAP sıralarından gürültüler)

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Ne oldu sonra?

KAMER GENÇ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, biz, Türkiye'de kimin, neyin peşinde olduğunu biliyoruz. (ANAP sıralarıdan gürültüler)

AHMET KABİL (Rize) – Sen ne biliyorsun?!

KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın, bağırmanıza, çağırmanıza gerek yok, kürsü burada, çıkarız, belgeleri koyarız ortaya; birileri utanacak burada.

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Utanacak sensin!...

KAMER GENÇ (Devamla) – Benim arkamda utanacak bir şeyim yok. (ANAP sıralarıdan gürültüler)

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sen çiçeklerden anlarsın!..

KAMER GENÇ (Devamla) – Ben, menfaat çeteleriyle işbirliği içinde değilim. Ben, müteahhitlerle işbirliği içinde değilim.

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Çiçeklerden bahset!...

KAMER GENÇ (Devamla) – Ben, devleti çevreme talan ettirmiyorum. Lütfen, rica ediyorum... Bırakın da şu memlekette biz de, artık, şey edelim...

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sen çiçekle meşgulsün; ne yapacaksın devleti falan?!

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, getirilen bu kanun tasarısı, Türkiye için büyük bir tuzaktır; Türkiye'nin geleceğini, özellikle birtakım müteahhit şebekelerinin karşısında ipotek altına almaktır.

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sen çiçeklerle meşgulsün, çiçeklerle... Ne işin var senin devletle falan?!

KAMER GENÇ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bakın, bu enerji ihalelerinin büyük bir kısmını medya patronları almıştır. Medya patronlarının iradesi karşısında koskoca Meclis durmadıktan sonra, yarın, bir bakan mı duracaktır; bir genel müdür mü duracaktır; bir müsteşar mı duracaktır?

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Çiçekten bahset sen çiçekten!.. Çiçekten bahset... Çiçek patronlarından!..

KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın, ben, bunları söylüyorum, bir sene içinde, iki sene içinde bunun memlekette ne kadar büyük pahalılığa mal olduğunu göreceğiz.

Değerli milletvekilleri, benim kimseyle kişisel husumetim yok. Bu memleket bizim memleketimiz. İnsanlarımız açlıktan kırılırken, çocuklarımız okul bulamazken, hastane bulamazken, deprem bölgesindeki insanlarımız çadırda tir tir titrerken, biz bunların...

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sen de çiçeklerle meşgulken!..

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim...

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sen de çiçeklerle meşgulsün!..

KAMER GENÇ (Devamla) – Ben, çiçeklerle meşgulsem, gel seni de meşgul ettireyim çiçeklerle!.. (Gülüşmeler, ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Genç, toparlayın lütfen...

KAMER GENÇ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, aslında, çiçek kadar narin şey var mı? (Gülüşmeler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Genç...

KAMER GENÇ (Devamla) – Çiçekler ülkenin en saygın bitkileridir.

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sen de çiçekle meşgulsün. Ne var?!

BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen bağlayın efendim.

KAMER GENÇ (Devamla) – Peki, bağlayayım.

Sayın milletvekilleri, bakın, özellikle şunu vurgulamak istiyorum; bu memleket bizimdir. Biz, Türkiye'de hizmetin en iyi şekilde yapılmasını istiyoruz. Bunu yaparken de, Ahmet'in, Mehmet'in iyi niyetine bu işi bırakmayalım; burada objektif kurallar koyalım, geçmişteki uygulamaları da hesaba katalım, memleketimizi üç beş tane hırsızın at oynatacağı bir hale getirmeyelim. Biz bunu istiyoruz.

Ben de çıkarım, herkese saygılar sunarım, bakanlara saygılar sunarım; ben de giderim, herkesin nezdinde itibarım olur; ama, bu memlekete karşı duyduğumuz vatandaşlık duygusunun, ruhumuzda ve üzerimizde yarattığı bir sorumluluk duygusu var. Bize oy veren insanların bizden bir beklentisi var. Bu beklentiyi burada dile getirmiyorsak, o zaman insanlık vasıflarımızdan bir kısmı eksik demektir.

Saygılar sunuyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan... Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Çakan, bir dakika efendim. Sayın Bakan söz istiyor; sataşma Sayın Bakana, size değil ki.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Benim hangi konuda söz isteyeceğimi bilmiyorsunuz. Müsaade ederseniz...

BAŞKAN – Ama, Sayın Bakan daha önce söz istedi... Hükümet önce değil mi?

CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Sayın Başkan..

BAŞKAN – Buyurun efendim.

CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Ben de bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Ne hakkında efendim?

CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Otoyollarla ilgili bir kararnamenin Anayasa Mahkemesine götürüldüğüne dair bir ifadesi oldu.

BAŞKAN – Bir dakika efendim... Önce Sayın Bakana söz vereceğim.

CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Beni işaret ederek bu ifadeyi kullandı. Bu konuda söz istiyorum.

BAŞKAN – Müsaade eder misiniz efendim... 61 inci maddeye göre, yerinizden, kısa bir söz vereceğim size; ama, önce Sayın Bakana söz vereceğim.

Buyurun Sayın Bakan.

ENERJİ VE TABİî KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkanım, sataşma nedeniyle çok kısa bir iki hususu arz etmek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, bana dedi ki "Senin gibi." Ben de "ben senin gibi değilim" dedim; yani, burada...

BAŞKAN – Affedersiniz efendim "yalancı" dediniz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Evrakları getirelim, beraber inceleyelim o zaman.

BAŞKAN – Efendim, sataştınız ve ben de sataşma üzerine söz veriyorum, o da kendisini savunacak.

Buyurun Sayın Bakan.

VII. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mustafa Cumhur Ersümer'in, Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in, konuşmasında kendisine sataşması nedeniyle konuşması

ENERJİ VE TABİî KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, kıymetli üyeler; bu geç saatte fazla vaktinizi almayacağım.

Tabiî, Sayın Genç'in şu andaki ifadelerine bakarsak, ağzından çıkanı kulağının duymadığını söylemek durumundayız.

Burada, beni yalancılıkla itham etti. Benim burada söylediğim bütün sözler zabıtlara geçmiştir. Benim söylediğim sözlerin içerisinde bir tek hilafı hakikat, bir tek yalan beyan varsa Sayın Genç, her şey açık, ne istiyorsanız getireceğim...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Getirin, evrakları beraber inceleyelim o zaman.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) – Bunu, gelin, buyurun, bu kürsü sizindir, anlatın, izah edin, ispat edin; ama, tabiî, bundan sonrasını da sizinle başka yerde halledeceğiz Sayın Genç.

Teşekkür ediyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın Şahin...

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bir dakika efendim, Komisyona da sataştı, o da söz istiyor. Sırayla.

Buyurun Sayın Şahin.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım, Plan ve Bütçe Komisyonunda görev yapan ben ve 39 arkadaşımızın hepsi yurtseverdir. Bu çeşit ağır ithamlar, hiçbir parlamenterimize yakışmıyor. Gerçekten fevkalade kırıldık, üzüldük...

BAŞKAN - Efendim, Sayın Genç zaten onu kastetmedi.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Olur mu efendim, Komisyonumuzda alınan kararlardan dolayı hepimizi suçladı..

BAŞKAN - Hayır efendim, kastetmedi...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Tutanakları getirip, inceleyelim efendim.

BAŞKAN - Kastetmedi efendim, kastetmedi; hayır.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Öyle şey olur mu, Komisyonumuzda alınan karar için suçluyor. Bu kararı biz alıyoruz; 39 arkadaşım ve ben, 40 arkadaş birlikte alıyoruz. Hepimiz yurtseveriz; burada, bu tip şeylere söz atma hakkı yok. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Sayın Çakan, buyurun efendim, yerinizden.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Mikrofonu açın.

BAŞKAN - Buyurun efendim, numaranızı yazın verilir söz.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Tamam efendim, siz söz verin.

BAŞKAN - Açıyorlar efendim, çok basit bu numaraları yazmak; şifreyi giriyorsunuz, onun için 40 milyon dolar verdik buna, malumunuz.("Bravo Başkan" sesleri, alkışlar)

Buyurun efendim.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bu hükümete güvenoyu veren her milletvekilinin, tekrar ediyorum, bu hükümete güvenoyu veren her milletvekilinin, hükümetin icraatları konusunda, yanlışlar dile getirildiğinde, açıklama hakkı vardır.

Müsaade ederseniz, bu hakkımı kullanarak, şu açıklamayı yapıyorum: Biraz önce, Sayın Kamer Genç, kendisine bir fotokopi gönderildiği ve doğru gözünün önüne sergilendiği halde, yalanına ve yanlışına devam etmiş, kürsüde bu açıklamayı yapma gereğini duymamıştır; çünkü, kendisi, yalan söylemiştir, riya yapmıştır. Şimdi, doğruyu söylüyorum, önümde...

BAŞKAN - Siz, yeni bir sataşmaya meydan veriyorsunuz efendim.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Türkiye Cumhuriyeti Danıştay İdari İşler Kurulu, Esas No: 1998/194, Karar No: 1998/211 -Danıştayın kararı- mevzuat: Madde 9 "Sözleşmenin imzalandığı tarihten sonra, mevzuatta meydana gelebilecek değişikliklerin tarafları etkileyen hükümleri sözleşmeye maliyetlerdeki artış veya azalışlarda, toplam yatırım tutarına ve/veya tarifeye...

BAŞKAN – Bunu, demin, Sayın Bakan konuşmasında okudu efendim.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – ...aynen yansıtılacaktır" denilmektedir. Bu, Danıştayın kararıdır. "Bakan yalan söylüyor" diye, bütün milletvekillerini yanıltmıştır; işte, doğrusu elimizdedir.

BAŞKAN – Efendim, Sayın Bakan açıkladı; bir.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Açıklamadı efendim.

BAŞKAN – Sayın Bakan, bunu okudu efendim.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Bakan gönderdi; o, okumadı kürsüden

BAŞKAN – Siz de teyit etmiş oldunuz.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Ben açıklıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Cengiz Altınkaya, buyurun efendim. Yerinizden lütfen.

MEHMET DÖNEN (Hatay) – Sayın Başkan, orada yanlışlar var, "sözleşme yapmaz, karar verir" dendi, "sözleşme yapmaz" dendi.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sözleşmeyi tasdik etmiyor mu, sözleşmeyi kim tasdik ediyor...

MEHMET DÖNEN (Hatay) – Kim yapıyor?

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Danıştay tasdik ediyor

MEHMET DÖNEN (Hatay) – Her önüne gelenin noteri mi Danıştay?!

BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir dakika...

Sayın Cengiz Altınkaya, yeni bir sataşmaya meydan vermeden; buyurun efendim.

2. – Aydın Milletvekili Cengiz Altınkaya'nın, Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in, konuşmasında kendisine sataşması nedeniyle konuşması

CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce konuşan milletvekili, geçmişte -yılını yanlış söylediler, 1985 diye- 1989 yılında otoyolların yürütülmesiyle ilgili bir Bakanlar Kurulu kararının mahkemeye kadar gittiğini ifade ederek, gerçekleri gizlemiştir. O zaman, ekonomik şartlar nedeniyle yürüyemez hale gelen bu projelerin sağlıklı bitirilmesi için, hükümet, bir tedbir almıştır ve zamanın Bakanı olarak da, Bakanlar Kuruluna o taslağı sevk eden Bakan bendim. Neticede, o günleri -tabiî, nesiller değişiyor- hatırlayan var, hatırlamayan var; bu olay mahkemeye intikal etmiş de, neticesi ne olmuş kısımını da ihmal etmemek gerekir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Kaça kaç karar verildi?

CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Bu hadisenin bir kısmını söyleyip, gerisini saklamak, kasten bir suçlama yaratmaktır. O bakımdan, ben, müsaade ederseniz, o hadisenin sonunu ifade etmek için söz istedim. O hadisedeki kişiler, Anayasa Mahkemesinde, Yüce Divanda yargılanmıştır ve sonuçta yargılanan kişiler, bakanlar suçları olmadığı için beraat etmişlerdir. Bazılarının ifade ettiği gibi, ne zaman aşımı, ne de delil yetersizliğinden değil, yapılan işlemler suç teşkil etmediği için beraat hadisesi neticeye bağlanmıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

3. – Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/588) (S. Sayısı : 298) (Devam)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bir tek cümle söyleyeceğim.

BAŞKAN – Bir dakika efendim. Müsaade eder misiniz efendim, hiç bana müsaade etmiyorsunuz.

Sayın Ayhan, ben, demin zatıaliniz yoktunuz, "kişisel söz isteyen var mı" dedim, Sayın Ilıcak soru sormuş, ben öyle zannetmiştim, kimse istemedi, onun için Sayın Bakana söz verdim, Sayın Genç'e de 61'e göre, son söz milletvekiline göre verdim, müsaade ederseniz maddelerin birinde vereceğim.

Teşekkür ederim efendim.

Sayın Ilıcak, sualiniz.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Bakanımıza bir soru sormak istiyordum.

Sayın Bakan "Rekabet Kurulunun şartlarını firmalar sözleşmeye derç edecek" dedi; yani firmalar sözleşmeden münhasırlık hükmünü çıkarıp, alternatif temin kaynaklarına açık bir sistemi mi benimseyecekler? Tek fiyattan satış yapmaktan vaz mı geçecekler? Bir kere bu konuda bir açıklık rica ediyorum.

Bakanlık, Rekabet Kuruluna, o zaman, bu iki şartını geri çekmesi için "mevzuat değiştikten ve teknik altyapı oluştuktan sonra Rekabet Kurulunun iki şartı yerine getirilecek" demişti, acaba ne gibi bir mevzuat değişikliği oldu ve ne gibi bir teknik altyapı oluştu?

Üçüncü sorum şu: "Tahkim imkânının geriye doğru uygulanmasıyla şirketlere bir artı imkân sağlanacağını" beyan etti Sayın Bakan. Bu artı imkânın parasal değeri nedir? Bunu öğrenmeyi arzu ediyoruz.

Dördüncü ve son sorum şudur efendim: "22 milyar dolarlık bir yatırım gecikebilir" diyor Sayın Bakan, eğer geriye dönük bu şartlardan yararlanamazsa o sözleşmeleri imzalayan kişiler. Oysa bütün bu medya patronları bu sözleşmeleri imzalamak için, elektrik üretim ve dağıtım sözleşmelerini,âdeta, birbirleriyle yarışmışlardı. Burada çok büyük bir kâr gördükleri için yarışmışlardı. O zaman, bir Anayasa değişikliğiyle tahkimin gündeme gelmesi söz konusu değildi, hiç kimse, böyle bir şeyden haberdar dahi değildi. Acaba, bu olay onların kulaklarına mı fısıldandı ki, onlar, birbirleriyle itişe kakışa bu ihalelere girdiler? O bakımdan, yani, millî iradeyi ipotek altına alan, bir yıl sonra, iki yıl sonra gerçekleşecek bir değişikliği, onlara bir fısıldayan mı oldu ki, onlar girdiler? Yoksa, niçin, 22 milyar dolarlık bu yatırım, hiç ilerleyemeyecek ve bu şekilde kalacak? Ben, bunu anlamış değilim efendim. Bizi aydınlatmasını rica ediyorum Sayın Bakandan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ilıcak.

Sayın Yavuz, buyurun.

MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Sayın Başkanım, delaletinizle Sayın Bakana bir sorum var.

Sayın Bakan, biraz önceki konuşmasında "çok güzel ihalesiz işler yapıyoruz" diyor, İhalesiz iş veriliyor. Bu beceriyi, neden, 17 kilometrelik Konya-Hadim Göksu, Mavi Tünelinde göstermiyor? Dördüncü kez ihalesi iptal edilen Konya Ovası Sulama Projesinin en önemli halkası olan bu projeyi neden ihale edemiyor, defalarca söz vermesine rağmen, neden, ihalesi bugüne kadar yapılamadı?

Arz ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Bakan, cevaplandırır mısınız...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Efendim, önce, Sayın Ilıcak'ın Rekabet Kuruluyla ilgili kararlara ilişkin sorularına cevap vermek istiyorum. Rekabet Kurulunun dört tane önerisi oldu bize; biri, eşitlik ilkesiydi; yani, aynı abone gruplarına eşit davranılsın ilkesiydi. Bu, zaten, bizim Rekabet Kuruluna gönderdiğimiz sözleşmelerde mevcuttu.

Bir diğeri, ortaklık yapısı, Rekabet Kurulunun onayı alınarak değiştirilsin deniliyordu. Bu da zaten mevcuttu. Bu dört şartın ikisi bu şekilde yerine gelmişti.

Diğer karar, 1 megavatın üstü müşterilere başka bölgelerden de enerji alabilme imkânı getirilmeseydi. Biz, burada "yasal düzenleme yapılınca, devir sözleşmesine konulacak" hükmünü getirdik. Rekabet Kurulu bu hükmü kabul etti ve biz, bütün şirketlerden, bu yasal düzenleme yapıldıktan sonra, bu hususun sözleşmelere konulacağı konusunda taahhüt aldık, hepsinin taahhütnamesi var.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Hangi yasal düzenleme?

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Efendim, elektrik piyasasının düzenlenmesi konusunu, yani serbest alım satımla ilgili yasa tasarımızı Meclisimizin huzuruna getireceğiz ve eğer Meclisimizde kabul görürse, bu gerçekleşecektir. Yani, bir regulatory bodynin kurulması; serbest alıcıların, serbest satıcıların bulunduğu, serbest satıcıların elektriği bir havuza verip, serbest alıcıların da o havuzdan alacağı bir düzeni Meclisimizin takdirlerine sunacağız. Niye Türkeye'de olmasın? Birçok ülkede, sabah televizyonunuzu açtığınızda "bugün A şirketinde elektriğin kilovat saati 3 sent, B şirketinde 5 sent" diye, bir serbest rekabet içerisinde üretilen elektriğin, tüketiciye sunulma imkânı var; biz bunu hedefliyoruz. İşte, o yasa çıktığında... Rekabet Kurulu da, bizim bu talebimizi haklı gördü, kabul etti. Şirketlerden aldığımız bu taahhütler tahtında bu kısmını da, bu üçüncü kararı da bu şekilde geçmiş olduk.

Diğer karar, aboneye elektrik satışında fiyat farkı yaratılsın; yani, bir fiyat aralığı yaratılsın ve rekabetle bu fiyat aralığında farklı fiyat uygulanabilsin. Zaten bizim hedefimiz de o; bunu da, biraz önce belirttiğim elektrik piyasası kanununu gerçekleştirdiğimizde uygulama imkânı bulacağız.

Sayın Ilıcak'ın basınla ilgili sorularına gelince: Yanlış bir şey ifade etmek istemiyorum; ama, bu konuda böyle bir kin ve saplantısının olduğunu, her konuşmasında zaten seziyoruz; ama, açıkça şunu söylüyorum: Bu 22 milyar dolarlık işin içinde, sizin iddia ettiğiniz dağıtımın basın kuruluşlarına, medyaya peşkeş çekildiği iddiasını kapsayan meblağ, tamamının basına verildiğini kabul ederseniz, 1,7 milyar dolardır.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Az mı?!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Ilıcak, haydi bunu çıkaralım, ayıralım; yani, ille de, bizim medyaya kıyak yapmak gibi bir ihtiyaç içinde olduğumuzu iddia ediyorsanız, ben de size bir teklifte bulunuyorum: Dağıtımla ilgili kısmını çıkaralım; ama, 19 milyar dolara yazık etmeyelim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Şirketlere sağlanan artı imkânlarla ilgili sorunuza gelince: Kimsenin kulağına bir şey fısıldanmaz, ben müneccim değilim ve ben, aralık ayında hükümetten ayrıldım. Herhalde, tekrar dönüp hükümette Enerji Bakanı olacağımı bileceğim; tekrar, hükümetin bu şekilde devam edeceğini bileceğiz; medya patronlarının kulağına da bir şeyler fısıldayacağız. Hiç endişeniz olmasın, biz, kimsenin kulağına bir şey fısıldamayız.

Sayın Yavuz'un sorusuna da yazılı cevap vereceğim; çünkü, ben, bu soruyu çok cevaplandırdım. İnşallah, Allah nasip eder, yine, biz, bu Mavi Tünel Projesini de bir ikili anlaşmaya koyma imkânı buluruz ve ihalesiz veririz, en hızlı bir şekilde yaparız diyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler bitmiştir.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum :

BAZI YATIRIM VE HİZMETLERİN YAP-İŞLET-DEVRET MODELİ ÇERÇEVESİNDE YAPTIRILMASI HAKKINDA KANUNUN BAZI MADDELERİNDE

DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN

KANUN TASARISI

MADDE 1. – 8.6.1994 tarihli ve 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun 2 nci maddesine “haberleşme” kelimesinden sonra gelmek üzere “enerji, üretim, iletim, dağıtım ve ticareti” ibaresi eklenmiştir.

BAŞKAN – 1 inci madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, muhterem üyeler; 298 sıra sayılı Bazı Yatırımlar ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devlet Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun değiştirilmesine dair kanun tasarısının 1 inci maddesinde Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

1 inci madde "3996 sayılı Kanunun 2 nci maddesinde "haberleşme" kelimesinden sonra gelmek üzere enerji, üretim, iletim, dağıtım ve ticareti ibaresi eklenmiştir" diye, kanunun uygulama sahasını bu konulara da teşmil etmektedir.

Değerli arkadaşlar, görüştüğümüz kanun tasarısı, yap-işlet-devret modeliyle verilecek olan kamu ihalelerinde yeni düzenlemeler getirmektedir. Kamu ihalelerinde esas, kamu menfaatlarının korunması, işin de teknik şartlarına uygun olarak yapılıp, tamamlanmasıdır.

Bu ihaleleri çeşitli şekillerde yapabilirsiniz. Eksiltmeyle yaparsınız, herkesin katıldığı, herkese açık olan ihalelerle, ilanla yaparsınız, önseçimli yaparsınız; müteahhitlerin işe uygunluk vasıflarını önseçimden geçirirsiniz veya davetli yaparsınız; belli kriterlere göre müteahhit isimleri tespit edersiniz, onları davet edersiniz, onları ihaleye sokarsınız veya pazarlıkla yaparsınız. Kanun bunların hepsine cevaz vermektedir; ama, bütün bunların kullanılmasında da -tekrar ifade ediyorum- esas olan kamu menfatının korunmasıdır. Buna riayet etmezseniz veya bunu yöneten bakan, yöneten makam hangisiyse -bakandır, genel müdürdür- kamu menfaatını koruyacak titizliği göstermezse, bu yoldan yolsuzluk olur.

Size bir hatıramı anlatmak istiyorum. Bayındırlık Bakanıyım. Başbakanlığın bir binası, Ankara Bayındırlık İl Müdürlüğü tarafından ihale edilecek. Tabiî, 80 il müdürlüğümüz var; benim, binlerce ihalenin nerede, ne zaman yapıldığını bilmem mümkün değil. Bir ihbar geldi; Ankara'da, Başbakanlığa ait bir binanın onarım işi; 1996'nın keşfiyle, o zamanın parasıyla 300 milyar lira. Burada,“ birine ihale peşkeş çekilecek" denilince, ben, hemen, ihaleyi Ankara İl Müdürlüğünden aldım, Yapı İşlerine talimat verdim, siz Bakanlıktan ihale edeceksiniz diye. Konuyu tahkik ettim, il müdürünü de görevden aldım, değiştirdim ihaleye çıkın bakalım dedim. Genel Müdür –şimdi rahmetli oldu– Mahmut Bey arkadaşımız, geldi "Sayın Bakan, biz bunu ihaleye çıkaramayız" dedi, "niye?..", "çünkü, davetli olması lazım bunun." Sekiz katlı Başbakanlık binasının onarım işi; yekpare katların aralarına bölmeler yapılacak, memurların çalışacağı ofisler, odalar oluşturulacak. "Niye davetli?" diye sordum "Başbakanlıktan öyle yazı gelmiş" dedi, "getir bakayım yazıyı" dedim. Hakikaten öyle, yazı gelmiş; tabiî, bizim hükümetten önceki dönemde. "Ben kabul etmiyorum, yazın Başbakanlığa, davetli kalkacak, açık ihale olacak burada" dedim. Hemen ertesi gün bir dostum randevu istedi, geldi, yanında da bir yabancı var "efendim, bu arkadaşın bir maruzatı var" dedi, "buyursun" dedim, yanındaki arkadaş "Sayın Bakan, o ihaleyi ben alacağım -eğer davetli olursa- diğer teklif verecekleri de ayarladım; ama, ihaleyi ben alacağım" dedi. Tabiî, canım sıkıldı; ama, adamı da kovmadım, bir şey de demedim. Yolcu ettikten sonra "yazın Başbakanlığa" dedim, yazdık ve Başbakanlıktan kaldırttık, açık ihaleye çıktık. Açık ihaleye çıkınca, yüksek bir tenzilat geldi. Bakanlıktan ihale edildiğine göre, ita amiri benim. Tam imzalayacağım sırada, bir başmüfettiş arkadaş -İçişlerinden, binayı bilen, Başbakanlıkta da hizmetleri olan bir arkadaş- geldi "Sayın Bakan, o keşifte ben mübalağa gördüm, 300 milyar liralık iş yok orada" dedi. "Öyle mi?.." dedim, Yapı İşleri Genel Müdürünü tekrar çağırdım ve "dosyayı getirin" dedim. Baktım; 300 milyar liralık keşfin yüzde 70'i, 210 milyar lirası, hep özel fiyat. Müteahhitlikle meşgul olan arkadaşlar bilirler, özel fiyat olunca Bayındırlık fiyatlarını uygulamıyorsunuz; müteahhit istediği fiyattan alır, faturayı getirir, yüzde 20 kârını üzerine koyar, sizden parayı alır; eğer fiyat zaptı da yapmamışsanız daha öncesinden, istediği fiyatı size getirir, dayatır. Bunu, bir misaldir diye anlatıyorum. Tekrar keşif hazırlayın bakayım diye talimat verdim. "Niye siz özel fiyat yapmışsınız; biz beş yıldızlı otel yapmıyoruz; Amerikan lambri, Fransız bilmem ne malzeme..." Nihayet, sekiz katlı bir Başbakanlık binasına bölmeler yapılacak, dolaplar yapılacak ve memurlar oturup çalışacak. Yeniden keşif hazırlattım; aynen rakamları söylüyorum muhterem üyeler: 300 milyarlık keşif, 63 milyara düştü. İşte, devlet böyle soyuluyor; onu size söylemek istiyorum. Onun için, genel müdür, bakan arkadaşların sorumluluğu çok mühimdir. "Şimdi çıkın ihaleye bakalım" dedim, hükümetimizin ömrü yetmedi. Tabiî, burada, müteahhit ile Başbakanlıktaki birileri beraber çalışıyor, ortak çalışıyor; masanın iki tarafında, birileri ortak çalışıyor. Biz bu oyunu bozduk. İhaleye çıktık çıkacağız; mayıs, haziran ayı geldi, bizim hükümet düşüyor, Başbakanlıktan bir yazı -bizim hükümet de düştü aşağı yukarı, güvenoyunu kaybettik- geldi ve ihaleden vazgeçtik. Benden sonra ne yaptılar, bilmiyorum; ama, devlet böyle soyuluyor.

Sayın Bakan geldi, burada "20 milyarlık şu kadar işi ihalesiz veriyorum" dedi. Siz, kendi babanızın işini mi ihale ediyorsunuz; saray mı yaptırıyorsunuz? Bunu millet ödüyor arkadaş! Kredili de olsa, yap-işletle de olsa, ben bunun parasını elektrik yaktığım zaman ödeyeceğim; yatırımı ödemiyorsam, elektrik parasıyla ödeyeceğim; çünkü, yap-işletin manası budur; adam gelecek, yatırım yapacak, bunun da karşılığını alıp götürecek. Yani, buna ne hakkınız var? Onun için, işi ihaleli yapmak esastır. Mavi Akımda itiraz ettiğimiz budur. Sayın Bakan onu öyle yapmakla suç işlemiştir, bunun da hesabını verecektir; kim olursa olsun, verecektir. (FP sıralarından alkışlar)

Evet, Anavatan İktidarı döneminde 30-40 milyar dolarlık ihale yapıldı. Bu ihaleler yürüyor mu; yürümüyor. Niye yapıldı bunlar; partiye yakın müteahhitlere iş dağıtmak için yapıldı. Şimdi, bu maddeyle, 3 üncü maddeyle, bunları tekrar nasıl rehabilite ederiz, bunun üzerinde düşünüyorlar. İptal edersiniz ihaleyi, tekrar yaparsınız yeni şartlarda. Onun için, biz buna katılmıyoruz değerli arkadaşlar. Pazarlık usulü, çok zaruret halinde kullanılır. Çok acele bir şey vardır, yıkılmış bir köprü vardır, acil bir mesele vardır, onu pazarlıkla yaparsınız. Aciliyetine binaen, zaruretler, miktarınca takdir edilir diyor mecellede. Onun için, usul, esas budur. Kamu menfaatı buradadır. Efendim, falan baraj iki ay önce bitirilmiş! Ne yapalım?! 48 yerine 46 ayda bitirilmiş. İhale ederken onu dikkate alın siz. İki ay evvel bitirecek diye ben niye ihalesiz vereyim?! Ama, bunların hepsi kamu yönetiminde yapılıyor; bunları erbabı biliyor. Bu yabancı sermaye ihalelerinde yüzde 5-10 komisyon da var; birilerine ödeniyor bunlar, yakinen biliniyor bunlar; ama, bunların üzerine gidemiyoruz. Niye gidemiyoruz; çünkü, Meclisin gücü yok, komisyonların gücü yok. Hükümet bizsek, komisyonda çoğunluk bizde, kaldır elini, indir elini, reddet; hükümet sizseniz, siz kaldırın elinizi, indirin elinizi... Bunu çözmenin yolu var. Meclis komisyonlarına getirirsiniz; dersiniz ki İçtüzükte : Grubu olan partinin talebi halinde veya komisyon üyesinin beşte birinin talebi halinde, kamu yönetiminde herhangi bir kademedeki en üstten en alta kamu görevlisi çağırılır, burada hesaba çekilir, sorgulanır. Amerikan, Batı parlamentolarında "hearing" denilen saatler var. Eğer, siz bu düzeni Meclise getirirseniz, o zaman, hiçbir genel müdür, hiçbir müsteşar, hiçbir müdür, bakanından, başbakanından gelen kanunsuz, keyfî, amme aleyhine olan bir şeye evet demez, o işi yürütmez; çünkü, bir hafta sonra, bir ay sonra o komisyonun önünde hesap verecektir. Bu, Plan ve Bütçedir, şu komisyondur, bu komisyondur. Yani, bunu çözmenin yolu budur. Türkiye'de demokrasi işlemiyorsa, sistem çöküyorsa, bu hilekârlıktan çöküyor, denetim gücünün olmadığından çöküyor. Niye; Bakanlık müfettişi bakanın emrinde, Başbakanlık müfettişi başbakanın emrinde, genel müdürlük müfettişi genel müdürün emrinde; kim kimi sorgulayacak?! Minareyi çalan kılıfını hazırlıyor. Milletvekili sorar, bilgi alamaz. Hadi, getirsin Sayın Bakan, şu bilgileri versin bize: Mavi Akım Projesinde, Meclisten geçen şeyde, Samsun-Ankara ile ilgili kısım için "buradaki ticarî, malî ve hukukî hususlar ek protokollarla tanzim edilir" diyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlarsanız memnun olurum.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Getirin bu protokolları, görelim. Vermezler, sırdır bunlar. Niye; milletvekili göremez, kimse göremez. Kime ne menfaat temin etti, bunları görmemiz lazım; ama, devlette ihaleler hep böyle yapılıyor, bilesiniz. Bu millet böyle soyuluyor; tabiî, böyle soyulduğu için para yetmiyor.

Bakın, önümde bir tablo size, çıkardım daha önceden. Devletin vergi gelirlerinin faize giden payı 1980'de yüzde 4,6'ymış, 1985'te yüzde 18 olmuş, 1990'da yüzde 31 olmuş, 1991'de yüzde 51 olmuş, 1996'da yüzde 67, 1997'de yüzde 48'e düşürmüşüz bizim hükümet döneminde, 1998'de yüzde 67, 1999-2000'de yüzde 88. Para yetmiyor, santral yapamıyoruz, enerji dağıtamıyoruz; git, dışarıdan, pazarlıkla ver işleri, dağıt... Hiç olmazsa, ihaleyle yapın bunu. El insaf!.. Kimin malını kime peşkeş çekiyoruz arkadaşlar!..

BAŞKAN – Efendim, toparlar mısınız...

CEVAT AYHAN (Devamla) – Onun için, bunları tasvip etmemiz, bunları amme vicdanının tasvip etmesi mümkün değil.

Bunların karşısında olduğumuzu ifade ediyor, hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.

Efendim, gruplar adına başka söz isteyen?..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, kısaca bir iki hususu düzeltmek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, kıymetli üyeler; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Sayın Ayhan'ın dilindeki yaralayıcılığı, seçtiği kelimelerdeki üslubu kendisine havale ediyorum; fazla da bir şey söylemek istemiyorum. Hiçbir konuda, hiçbir yatırımı, babamızın çiftliğini veya binasını yapıyor gibi de yapmıyoruz. Biraz sonra, Sayın Ayhan'ın altında imzası olan bir kararnameyi kendisine göndereceğim. Aynı, biraz önce, kınadığı sistemle...

DEVLET BAKANI YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Biz de görelim...

İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) – Çıkın kürsüden okuyun Sayın Bakan; biz de dinleyelim.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Tabiî... Tabiî... Size de göndereceğim.

Ilısu Barajıdır... Ilısu Barajının pazarlık usulüyle ihalesiz yapılması konusunda Sayın Necmettin Erbakan'ın Başbakan olduğu hükümette kararnamenin altında imzası var. Herhalde, şimdi de, dönüp "ne yapalım, o, o zamandı" mı diyecek; bilemiyorum.

Teşekkür ederim Sayın Başkan. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Efendim, gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.

Şahıslar adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat; buyurun efendim.

VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Candan, bir şey mi istediniz?

VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, 1 inci maddede şahsım adına söz istemiştim.

BAŞKAN – Ama, üçüncüsünüz...

VEYSEL CANDAN (Konya) – 2 nci madde üzerinde...

BAŞKAN – 2 nci maddeye gelmedik, daha 1 inci maddeyi görüşüyoruz; zatıâlilerinizin de söz istemi üçüncü sırada. Tabiî, sabahın 03.00'ü; onun da farkındasınız. Sahura 2 saat kaldı.

Buyurun Sayın Polat.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.

Şimdi, çok kısa bir şey söyleyeyim. Bir taraftan, saat 03.00 oldu, işte, bir an önce bunları konuşalım deniyor; bir taraftan da Türkiye'nin en büyük yatırımları...

BAŞKAN – Hayır, ben öyle bir şey demedim efendim.

ASLAN POLAT (Devamla) – Hayır, ben sizin için demiyorum, genel için söylüyorum. Tabiî, size saygım sonsuz. Onu demiyorum.

BAŞKAN – Tabiî, o ayrı.

ASLAN POLAT (Devamla) – Halbuki, burada bir konu var. Çok kısa da onu söyleyeyim, ondan sonra gidelim. Bakın, saat 03.00 olmuş, son derece önemli konular; bu var, biraz sonra Koç Üniversitesi var; böyle devam ediyor. Her birisi de Türkiye'nin çok hassas olduğu konular; ama, saat 03.00'te, 04.00'te, 05.00'te bunları tartışacağımıza normal bir zamanda tartışsak, biz de daha rahat tartışırız, bizi dinleyenler de daha rahat dinlemiş olurlar...

BAŞKAN – Tabiî... Tabiî... Ama...

ASLAN POLAT (Devamla) – Mesela, Sayın Başkan...

BAŞKAN – Affedersiniz, ben, bir dakika sözünüzü keseceğim; o hakkınızı da vereceğim.

Beş grup başkanvekili öneri getirdiğiniz için, maalesef, bu eziyete sizinle beraber hepimiz katlanıyoruz. Yoksa, birinci öneri "cumartesi günü bitene kadar" idi; ama, ne olduysa, geceyarısı operasyonu yaptınız. Onun için hep beraber çekeceğiz efendim.

Buyurun.

ASLAN POLAT (Devamla) – Sayın Başkanım, teşekkür ederim; ama, ben, şimdi şahsım adına konuşuyorum, grup adına değil. Bu, benim şahsımdan değil...

BAŞKAN – Tabiî... Bana vesile verdiğiniz için, ben de içimi dökmüş oldum.

Buyurun Sayın Polat.

ASLAN POLAT (Devamla) – Tamam Sayın Başkanım.

Şimdi, laftan lafa atlamak istemem; ama, bir şeyi vaktindeyken söyleyeyim. Mesela, ikili anlaşmalar buraya geliyor. Bütün gruplar diyorlar ki "Yahu, ikili anlaşmada konuşulur mu kardeşim; bu zaten okunur geçilir, okunur geçilir." Ama, bir de bakıyorsunuz ki, bir iki anlaşmanın içerisine 339 milyon dolarlık bir ihalenin maksadı aradan konmuş ve geçtikten sonra da, haklı olarak, hükümete bir soru sorduğunuz zaman "Yüce Meclis, bunu böyle kabul etmiş; biz de bunu uyguluyoruz" diyorlar ve siz, burada hatalı duruma düşüyorsunuz. Bunu niçin söylüyorum; şunun için söylüyorum: İkili anlaşmalarda da, diğer anlaşmalarda da her şey açık açık olmalı ki, herkes üzerinde tartışsın, neticeyi de öğrensin. Şimdi, yap-işlet-devret metodunda bu tahkim konusuna, şahsen benim hiçbir itirazım yok. Neden yok; çünkü, bir yerde mecburiyetten dolayı var. Yani, devletimiz, rakamları önüne çıkarıyor; diyor ki: Benim, her sene, yüzde 4 kalkınıyorsam, bunun nedeni olarak 2,2 veya 1,8; yani, hemen hemen 2 katı enerji ihtiyacım var; yani, kalkınma hızımın bir misli daha fazla benim enerji ihtiyacım var. Dolayısıyla, normal yapacağım yatırımların dışında bana bir kaynak lazım; ya diğer yatırımlardan kesip bunu enerjiye aktaracağım veya dışarıdan para bulacağım. Dışarıda parası olan insanlar da "ben, kendi kanunumla gelir yaparım, paramı bu şartla veririm" diyor. Dedikten sonra, bende para yokken, kalkıp da buna itiraz etmeye hakkım yok; ama, ne zaman ki kendi param olur, diyebilirim ki, ben senin tahkimini kabul etmiyorum, bana gel... O, ancak benim paramın olduğu dönem olur. Param yoksa, bugünkü şartlarda buna dikkat etmek zorunda olduğumu kabul ediyorum.

Yalnız, bir konuyu da anlamadığım için, şurada sormak istiyorum. Bakın, şimdi, Sayın Bakanım -tabiî, sizinle ilgili değil- 1995 yılına kadar Anayasa Mahkemesi bu özel hukukla yapılan enerji ihalelerini iptal etmeden önce de yine içhukukumuzda bir tahkim gibi özel şartlar vardı; ama, yapılan enerji ihalelerinde -siz yeni geldiniz, sizin için söylemiyorum- ortalama olarak 12 sentten elektrik aldığımız santral var. Ortalamamız 6, 7 veya 8 sente geliyor. Dünya ortalaması kaç dersen; 3,5 sent.

Şimdi, bakın, ortak pazara giriyoruz. Ortak pazarda en büyük sanayi girdisi elektrik enerjisi üretimidir. Ortak pazarda bizimle aynı rekabet ortamını kullanan bir Fransa elektriği 1,75 sentten alır -onlarda nükleer enerji çok olduğu için bu ucuz olmuştur- Almanya'da 3,5 sentten verilirken, ben, kendi vatandaşıma 6, 7 veya 8 sentten elektriği satmaya kalkarsam, eğer aynen bu parayı yansıtırsam, benim sanayicim o pazarlarda nasıl rekabet edecek, eğer bunu aynen yansıtmazsam, sübvansiyon yapmaya kalkarsam, o zaman -şu anda IMF'nin isteğiyle- nüfusumuzun yüzde 40'ı olan, fakat, millî gelirden yüzde 15 pay alan tarım kesiminden sübvansiyonu keserken, elektrikten dolayı bu sefer sanayie mi sübvansiyon yapacağız?

Bunun için, neticenin özü şudur: Elektrik ihalelerinde yap-işlet-devret metotlarıyla yapılan pazarlıklarda -ister acemilik deyin ister şartların müsait olmamasından deyin- pahalı bir anlaşma yapılmıştır ve elektrik ülkemize pahalı gelmiştir. Bunun, bugünle ilgilisi yok; taa, 1980'lerden beri gelen rakamlardır. İşte, bütün konu buradan geliyor.

İkincisi, yap-işlet-devret metotlarında, genellikle, projeler bizde biraz dengesiz gelmeye, yığınak olarak gelmeye başladı. Yani, vatandaş getirdi "ben, falanca şehirde bir elektrik santralı yapmak istiyorum; onları gelin tartışalım" dedi. Devlet Planlama Teşkilatının itirazı şu iki noktada var: Devlet Planlama Teşkilatı diyor ki "ben, Enerji Bakanlığının getirdiği ihalelere iki yönden itiraz ediyorum. Birincisi, zaman yönünden bir dengesizlik var. Mesela -rakam veriyor- 2005 yılına bizim yapmış olduğumuz hesaplara göre 15 milyar merteküp doğalgaz ihtiyacımız varken, Enerji Bakanlığının getirdiği ihalelerde -santrallar yapılırsa, zamanında uygulanırsa- bu portföyü topladığımız zaman 30-35 milyar bir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ASLAN POLAT (Devamla) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Zamanınızı çalmıştım; onun için, buyurun.

ASLAN POLAT (Devamla) – Sayın Başkanım, şimdi, burada, birincisi, şeyde anlaşamıyorlar; yani, mesela bir zaman dilimi geliyor ki, 2005 yılında mevcut santrallar devreye girerse üretilecek enerji o andaki ihtiyacımızdan fazla; ama, bir başka sene, 2007 ve 2008 senesinde ise, programı tam planlanmadığı için, bu sefer de, lazım olan enerjiden daha az gaz alma durumu meydana geliyor. Burada bir dengesizlik var. Bu dengesizliği örtmemiz için, Devlet Planlama Teşkilatı ile sizin projelerinizin çakışması lazım.

Şimdi, Enerji Bakanlığı diyor ki "ben portföyümdeki projeleri götürüyorum; ama, mesela, Çoruh Barajında derivasyon 2007 yılında bitecek demişim; ama, daha istimlakını bile yapamamışım." İşte, o zaman da, şunu sormak ister vatandaş: Madem siz bakanlıksınız, yapmış olduğunuz projelerin hem zamanında bitmesini hem fiyatlarını hem yapım şartlarını iyi kontrol etmeniz lazım. Yani, siz, bir Devlet Planlamaya veya bir devlet kuruluşuna veya herhangi bir taahhütte "ben şu barajın temelini attım, 2007 yılında bitecek" diyorsunuz; ama, daha 2010'da, 2015'te bile bitiremiyorsanız; o zaman, hataları biraz da kendinizde aramak zorundasınız. Neden, ne yapıyoruz ki bu santralları zamanında yapamıyoruz diye düşünmeniz gerekir.

Şimdi, Sayın Başkanım, zaten 2 nci maddede de konuşacağım; orada devam edeyim.

Teşekkür ederim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Aydın Milletvekili Sayın Sema Pişkinsüt; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

SEMA TUTAR PİŞKİNSÜT (Aydın) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; aslında, yürürlük ve yürütme maddesinden başka, iki normal maddeden oluşan küçük bir kanun tasarısı geçiriyoruz gibi geliyor; fakat, son derece önemli bir nokta.

Bu tasarıyla, aslında, şu anda yapacaklarımız değil, önemli olan, yirmi sene, otuz sene sonraki etkilerinin ne olacağı. O nedenle, Değerli Bakanımızın, sorularımızı anlayışla karşılaması ve ne kadar açık tartışabilirsek, konunun özünü ne kadar yakalayabilirsek o kadar yararlı olacağımızı düşünüyorum.

Bu Kanunla düzenlenmek istenilen konu, yap-işlet, yap-işlet-devret ya da yap-işlet-devam et sorunu değil; burada sorun, altyapıya özel sektörün rekabetçi şartlarda katılıp katılmaması sorunu olarak ele alınması lazım. Kamuoyunda oluşan endişeleri giderebilmek için, öncelikle, tahkimin, neden özellikle enerji projeleri dikkate alınarak öne sürüldüğünü ve bu konunun ne gibi sorunlar getireceğini ve bu konunun nasıl önlenebileceğini tartışmamız lazım. Konunun önemi, özellikle, yap-işlet-devret modeline dayanılarak gerçekleştirilmesi planlanan enerji sektörüne ilişkin yap-işlet-devret sözleşmeleri çerçevesinde ortaya çıkmaktadır; çünkü, asıl kâr ve kârlılık buradadır. Bu nedenle de, Sayın Bakanımızı zor bir görev beklemektedir.

Ticarî mahiyette olmadığı için, kamu elinde tekel olan sektörlerde rakabet de yoktur. Bu nedenle rekabetsiz ortamda garantili kazanca imkân tanınmaktadır. Yap-işlet-devret projelerinde, devlet, enerjiyi yatırımcı hâlâ bir monopol olarak elinde tuttuğu için, yatırımcı şirketlerin ürettiği elektrik enerjisini uzun bir işletme süresi boyunca -bazen yirmi yıl, bazen otuz yıl- belli bir sabit fiyat üzerinden, bilahara eskale etmek kaydıyla satın almayı ve ayrıca, yine tekel konumunda tuttuğu doğalgazı da, doğalgaz santrallarında uzun bir süre için sabit fiyat üzerinden satmayı garanti etmektedir. Böylece, yirmi otuz yıllık bir süre için elektrik enerjisinin, rekabetsiz bir ortamda, garantili bir şekilde satın alınması öngörülebilmektedir. Burada, yatırımcı şirketin üstlendiği risk de hemen hemen hiç yoktur. Daha ilginci, 3096 sayılı Kanuna göre, bu yatırımcı şirketlerle yapılan sözleşmeleri ihaleyle veya rekabeti sağlayarak gerçekleştirmeleri de söz konusu değildir. Şu halde, hem daha en başında rekabeti sağlamamak hem de yıllarca rekabetsiz bir ortamda elektriği satma hakkını garanti etmek durumunda kalınabilmektedir.

Değerli milletvekilleri, yap-işlet-devret ve yap-işlet gibi modeller, aslında, dolaylı yoldan özelleştirme anlamına gelmektedir. Özelleştirmede ise tekelleşmeyi önleyici tedbirler alınması gereklidir; çünkü, özelleştirmede rekabet, şeffaflık, bunlara bağlı olarak da fiyatlarda etkin piyasa kontrolü söz konusu olmalıdır.

Bizde, bu modellere dayanan ve uluslararası tahkime konu olan enerji projelerinde ise, özelleştirmeye ters düşen durumlar olabilmektedir. Devlet, bir defa özel enerji anlayışına geçerse, artık, devletin sadece genel yönlendirici özellikteki planlaması gündeme gelmelidir. Yatırımın riski ve bu anlamdaki planlama ise, ilgili düzenleyici kuruluşun bünyesinde çalışacak olan serbest girişimciye bırakılmalıdır ki, risk, devletin üzerinden kalksın. Aksi takdirde, gereksinimin çok üzerinde bir elektrik enerjisi üretimi veya tüketilemeyecek doğalgaz alım garantileriyle karşılaşmak olasıdır.

Enerji de özel sektör sinerjisinden yararlanan gelişmiş ülkelerde, ileriye yönelik enerji arz ve talebinin, özel enerji sektörü anlayışında ne şekilde belirlendiği ve kamunun ne kadar risk altına girdiği anlaşılmadan, yeni düzenlemelere girişilmemelidir.

Elektrik enerjisi tarifelerinde, rekabetsiz ortamda görünen firmaların riski, yüksek tarifeler şeklinde tüketicilerin omuzlarına ya da sübvansiyon yoluyla kamuoyunun sırtına yüklenmektedir. Rekabet şartlarına uymayan ve şeffaf olmayan yöntemlerle birilerine ihale ediliveren enerji sözleşmeleriyle, olağanüstü yüksek elektrik tarifeleri ortaya çıkabilmektedir; dolayısıyla, enerji sektöründeki özelleştirme çalışmaları, bir bütün olarak ele alınmalıdır ve çok dikkatli davranılmalıdır. Sayın Bakanın, burada, tarihî bir misyonu yüklendiğini de söylemek isterim.

Sadece elektrik enerjisi alanında düzenliyici kurum yaratarak, serbest tam rekabet piyasasına ve özelleştirmeye gidilmesi, yeterli sonucu sağlayamaz. Devletin tekel oluşturduğu temel enerji girdilerinin de, aynı yaklaşım ve düzenlemelere gidilerek, olmazsa olmaz koşul şeklinde düzeltilmesi lazım.

Söz konusu yapısal düzenlemeyle ilgili "regulator body" veya "düzenleyici kurul" adı altında, halen, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığında bir çalışma yapıldığı bilinmektedir; ancak, henüz, bu çalışma bitirilememiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun efendim.

SEMA TUTAR PİŞKİNSÜT (Devamla) – Konuya hız kazandırma ve özelleştirme gereği var mıdır, bunun bir düşünülmesi lazım. Bu konuda acilen bir özel çalışma grubunun kurulup kurulmaması, önce rekabetin ve regülasyonun şartlarının oluşturulması, ondan sonra sözleşmelerin yapılması, belki hepimizi de rahatlatacaktır. Böyle bir çalışmanın, aslında finansmanı da hazırdır. Zira, Dünya Bankası, buna finansal kaynak ve teknik yardım sağlayacağını taahhüt etmektedir. Bu çalışmalarda, diğer ülkelerin deneyimlerinden de yararlanılmalı ve ülke koşullarına uygun olarak işleyecek rekabetçi bir yapı oluşturulmalıdır.

Sayın Bakanımıza, bundan sonraki maddelerin içerisinde de, değişik konularda bazı bilgiler almak üzere, elbette ki sorular yönelteceğiz. Kendilerinin anlayışına ve çok önemli bir görevi yürütmekte olduklarından, bundan sonraki 20 senenin, 30 senenin geleceğini de bu şekildeki yapılarla karara bağlayacağımızdan, tekrar, anlayışlarından dolayı teşekkür ediyorum. Bir dahaki sefer de, sorularımızı tevcih edeceğiz.

Teşekkür ederim. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Madde üzerinde sual var.

Sayın Ilıcak, buyurun efendim.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) – Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Bakana, şu soruyu sormak istiyorum:

Sayın Bakan, 22 milyar dolar değerinde ihale gerçekleştiğini beyan etti; bu sözleşmelere tahkimden yararlanma imkânı verilmezse, yatırımların gerçekleşmeyeceğini veya çok gecikeceğini söyledi. O zaman, bütün yapılan ihaleleri iptal edip, yeni şartlara göre, yeniden ihale yapmak daha doğru değil mi? O zaman asıl, gerçek anlamda, bu şekilde rekabet doğmuş olmaz mı?

Bir de, Sayın Bakana şunu iletirseniz çok memnun olacağım: Benim takıntım medyaya değil, medyanın devletten beslenmesine; çünkü, ancak medya devletten beslenmezse, gerçek demokrasi ülkemize yerleşir diye düşünüyorum.

Çok teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Bakan buyurun.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Bu ihalelerin bu noktaya gelmesi için geçen süreyi şöyle bir düşünelim Sayın Ilıcak. Yani, her yapılan işle ilgili, işte, RTÜK'e aykırıdır denildi, davalar açıldı, Danıştayda birçok dava görüldü, Danıştayın birçok dava dairelerinde aynı konuyla ilgili davalar görüldü. Rekabet kuruluyla ilgili, şu anda devam eden hiçbir davamız kalmadı; ama, geriye dönüp bakarsak; yani, Refahyol Hükümeti döneminde başlayan bir ihale sürecini, aradan geçen zamanı şöyle bir değerlendirirseniz, 4 yıla yakın bir süredir. Yani, Türkiye, 4 yılda ancak bu ihalelerini bu duruma getirebilmiştir ve bütün bu sözleşmeler Danıştaydan geçmiş sözleşmelerdir. Danıştayda geçen süreyi de şöyle bir değerlendirin. Eğer, Türkiye'nin böyle bir hususa tahammülü varsa; yani, hiçbir yatırım yapmadan bir 4 yıl daha bekleyebilecekse, onu da Meclisimizin takdirlerine arz ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Pişkinsüt, buyurun efendim.

SEMA TUTAR PİŞKİNSÜT (Aydın) – Sayın Başkan, Sayın Bakanımıza takdirlerinizle şu sorularımı yöneltmek istiyorum: Sorularımın özünde, rekabet ortamı düzenleme kurumu, ulusal planlama ve Avrupa Birliği yatmaktadır.

Düzenleyici kurul çalışmaları -yani, enerji piyasası kanunu- rekabeti getirecekken, kaç senedir nerede ve niçin çıkarılamıyor Sayın Bakanım?

Mevcut tasarıyla enerji sözleşmelerini imzalayıp, 20-30 yıllık sözleşmelere sabit fiyatla girdi satımı ve enerji alımı garantisi verildikten sonra çıkarılacağı varsayılan enerji piyasası kanunu neyi düzenleyecektir?

Tekelci kamu sektöründen tekelci özel sektör yaratıldıktan sonra nereye ve nasıl rekabet geleceği düşünülmektedir?

Neden önce rekabet ortamı oluşturulup, sonra sözleşmelere geçilememektedir?

Enerjinin planlama gerektirdiği, aksi takdirde tüketilemeyecek ya da toprağa verilecek fazla kapasite ortaya çıkacağı çok açıkken, neden ulusal bir plan içerisinde enerji sözleşmeleri gözden geçirilerek imzalanmıyor?

Devlet Planlama Teşkilatı etrafa feryat ederken, Dünya Bankası uyarırken, TEAŞ somut örnekken, tahkimsiz yüksek prim ve yüksek fiyatla imzalanan sözleşmelerin tahkimle birlikte yeniden müzakere edilmesini sağlayarak fiyatların düşürülmesini düşünüyor musunuz Sayın Bakanım?

Avrupa Birliğine girmek için adımlarımızı sıklaştırdığımız bu günlerde, Avrupa Birliği enerji politikasında bu tür, uzun süreli, rekabetsiz, yani, girdisine ve çıktısına monopol garantiler sağlayan kaç ülke bulunmaktadır? Bu halde, ileride Avrupa Birliğiyle bir uyum sorunu yaşanabilir mi?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Çabuk, buyurun efendim.

İHSAN ÇABUK (Ordu) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakandan öğrenmek istiyorum.

Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun bazı maddelerinde yapılan değişikliklerde, tüketicinin çıkarlarını koruyabilmek amacıyla, oluşabilecek uyuşmazlıklarda yeterli kadrolar oluşmuş mudur? Sözleşmeden doğacak uyuşmazlıkları uluslararası tahkim kurumlarında savunacak kadrolarımız mevcut mudur? Bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Özkan, buyurun.

İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Değerli Bakanımıza bir sual tevcih etmek istiyorum.

Önümde bir Bakanlar Kurulu kararı var. Bu karar, 97/9532 sayılı.

Ilısu Baraj ve Hidroelektrik Santralının;

1- Baraj ve hidroelektrik santral inşaatının Sulzer-Hydro AG, Zürih-İsviçre firması liderliğinde, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve UBS Bankasınca yeterliliği kabul edilecek inşaat firmaları arasında kurulacak ortaklık,

2– Elektromekanik teçhizatı ile hidrolik aksamın imal ve montajının, Sulzer-Hydro AG, Zürih-İsviçre, ABB-Brown Boveri, Baden-İsviçre firma grubu tarafından yapımında, söz konusu projelerin iç ve dış finansman ihtiyacının tamamını karşılamak üzere sağlanan kredilerin Hazine Müsteşarlığınca uygun bulunması ve müzakere edilerek sözleşmeye bağlanması kaydıyla, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerinin uygulanmaması, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının 14.3.1997 tarihli ve 869 sayılı yazısı üzerine, adı geçen kanunun 89 uncu maddesine göre, Bakanlar Kurulunca 20 Mart 1997 tarihinde kararlaştırılmıştır."

Prof. Dr. Necmettin Erbakan Başbakan, Sayın Tansu Çiller, Fehim Adak -diğer bakanları okumuyorum- en altta da, Sayın Recai Kutan Enerji Bakanı olarak.

Biraz evvel, sizin özellikle bu ihalelerde uyguladığınız yöntemlerin eleştirilmesine karşı, zatıâlinizin ileriye sürdüğü bir kararname vardı; bu kararname acaba o kararname midir Sayın Bakanım?

BAŞKAN – Bu, biraz yorumcu bir sual oldu; ama, Sayın Bakan, cevap verip vermemekte serbestsiniz.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Pişkinsüt'ün soruları için teşekkür ediyorum. Tabiî, Türkiye, bunların hepsini tartışıyor; yani, bizim hedeflerimiz meydandadır. Biz, Türkiye'de, rekabet edilebilir bir enerji piyasasının kurulması için çalışıyoruz. Tabiî, Avrupa Birliği direktifleri iki türlü bir piyasa öngörüyor; biri, pazar içinde rekabet. Pazar içindeki rekabetin öngördüğü hususlar var ve yine, burada kurulacak olan sistemin altyapısını, ancak biz böyle hazırlayabiliriz. Şu anda, BOTAŞ'ın da özelleştirilmesi, BOTAŞ'taki tekelin de kaldırılmasıyla ilgili çalışmamız var; yani, Türkiye'ye, doğalgazın ithalatının da serbest bırakılmasını istiyoruz, dağıtımının da özel sektör tarafından yapılmasını istiyoruz. Öyle, sizin kabul ettiğiniz gibi, biz, toprağa verilecek bir elektriği üretme çabası içinde değiliz; yani siz, kendi varsayımlarınızın üzerine sorular bina ediyorsunuz.

Bir defa, Türkiye'de şu anda elektrik ithal ediliyor ve yine bu hesaplarla gidilirse, eğer Devlet Planlama Teşkilatının yaptığı hesaplar doğru olsaydı, biz şimdi elektrik ithal eder olmazdık. Eğer bu yatırımlar yapılmazsa, önümüzdeki günlerde, kısa bir süre sonra, Türkiye'de, öyle 1 saatlik, 2 saatlik değil, 5 veya 6 saatlik elektrik kesintileri olacaktır. Hiç de öyle, Türkiye'nin toprağa vereceği bir elektriği falan yok. Bizim 1 kilovat/saat dahi, ne sıcak, ne soğuk, yedeğimiz mevcut değil. Yani, eğer siz, Devlet Planlama Teşkilatının bütün yaptığı hesapları doğru kabul eder, Enerji Bakanlığının yapmış olduğu hesapların hepsini de yanlış kabul ederseniz o zaman varacağımız bir nokta söz konusu değil; ama, biz tartışıyoruz. Devlet Planlama Teşkilatıyla biz bunları tartışa tartışa bir noktaya geleceğiz. Yani, burada bizim şündüğümüz, tabiî ki, enerji kaynaklarının da serbest rekabet ortamı içerisinde gelebildiği, enerjinin de serbest rekabet ortamı içerisinde üretebildiği bir ortam. Yalnız, aradan geçen yıllara göre değişimleri de dikkatinize sunmak istiyorum: Belli bir dönemde, sizin kastettiğiniz rekabet ortamı olmadan yapılan yap-işlet-devret ihalelerinde, görevlendirmelerinde çok pahalı fiyatlar ortaya çıkmıştır; ama, bugün, bizim sürdürdüğümüz, bir başka manada da bizim serbest rekabet ortamı yaratabilmek için sunduğumuz, fizibilite aldığımız yap-işlet-devretlerde, daha önce verilen yap-işlet-devretteki fiyatların yüzde 50 ucuzuna fiyat almaktayız. Yani, bu rekabet ortamı, bir yandan yasal düzenlemeler, bir yandan önceki düzenlemelerin şimdi yeni yapılacak düzenlemelere adaptasyonu sonucunda bu piyasayı gerçekleştirme imkânımız olacaktır diye düşünüyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Madde üzerindeki görüşmeler bitmiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum :

MADDE 2.- 3996 sayılı Kanunun 5 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Madde 5.- Yüksek Planlama Kurulunca belirlenen idare ile sermaye şirketi veya yabancı şirket arasında yapılacak sözleşme, özel hukuk hükümlerine tabidir.”

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat; buyurun efendim.

FP GRUBU ADINA ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.

Biraz önce genel konu üzerinde konuşuyordum; fakat, vakit kalmadığı için bir şeyleri bırakmıştım; devam etmek istiyorum.

Sayın Bakanımız enerji konusunda çok hassas; doğrudur. Benim şahsi kanaatim, Türkiye'de üretilen enerjinin kullanılamama durumu değil de, bir başka konu var Sayın Bakanım; o da, doğalgaz çevrim santralları konusudur. "Biz, mesela İran'dan doğalgaz alacağız; İran'daki doğalgazı getireceğiz ve bu doğalgaz da 1998 senesinde Erzurum'a gelecek" demiştiniz ve ona istinaden de Iğdır veya Erzurum'da bir çevrim santralı planlanmıştı; ama, başlamadı. Şimdi, siz gidiyorsunuz, Devlet Planlama Teşkilatına diyorsunuz ki: "Biz, İran'dan doğalgaz getireceğiz; bu, 1998'de Erzurum'a veya Iğdır'a gelecek." Bunun için bir başka firma size müracaat ediyor, diyor ki: "Ben de, Iğdır'da veya Erzurum'da bir doğalgaz çevrim santralı yapmak istiyorum." Siz de buna müsaade ettiğiniz zaman bir problem meydana geliyor. Siz, eğer, doğalgazı zamanında getirirseniz -ki, onu öyle kabul edelim- ama çevrim santralını zamanında yapamazsanız, o gelen doğalgaza, mukavele gereği, çevrim santralı bitinceye kadar para ödemek zorunda kalıyorsunuz. Onun için, bu noktada, Devlet Planlama Teşkilatıyla sizin aranızda bir anlaşmazlık meydana geliyor.

Şunu da samimi söylüyorum, size karşı saygım sonsuz, yanlış anlamayın; ama, siz, bir hukukçu olarak bu projeleri hep doğru yapıyorsunuz da, bütün teknik elemanların ve mühendislerin bulunduğu Devlet Planlama Teşkilatı mı bu hesabı yapamıyor?! Ben, burada, bunu, bir meslektaş olarak kabul edemiyorum; kusura bakmayın. Size de saygım sonsuz, onlara da saygım sonsuz; ama, bu iş hesaba gelirse, DPT bunu sizden daha iyi yapar diye de düşünüyorum.

Bu noktada bir şeyi daha söyleyelim. Türkiyemizde 1995 yıllarında fert başına ortalama 1 378 kilovat/saat elektrik enerjisi üretiliyordu; bu, OECD ülkelerinde 7 800 kilovat/saat, dünya ortalaması ise 2 250 kilovat/saat. Demek ki, biz, hâlâ, elektrik üretiminde dünya ortalamasının hemen hemen yarısı kadar aşağısındayız. O halde, biz, ne yapıp yapıp elektrik üretmek zorundayız.

Bir konu daha var o da şu : Doğalgaz geliyor; bunun ihtiyaçlarını nasıl hesaplıyoruz? Diyoruz ki, bir, meskenlerde kullanacağız; iki, sanayide kullanacağız; üç, doğalgaz çevrim santrallarında kullanacağız. Burada en önemli rakam da, doğalgaz çevrim santrallarında oluyor.

Şimdi, doğalgaz çevrim santrallarını yerine göre tayin edemezsek, o zaman artı bir iletişim sorunu çıkıyor ve bu var bugün. Devlet Planlama Teşkilatının size bir itirazı da bu. Türkiye'de bazı sayın bakanlar ve ağırlıklı siyasetçilerin hâkim olduğu bölgelerde ihtiyaçtan fazla doğalgaz çevrim santralının temeli atılmaya başlandığı da bir gerçek. Neden oluyor bu? Siyasî hatadan oluyor ve bir bölgede ihtiyaçtan fazla doğalgaz çevrim santralı başlayınca, orada üretilen o elektrik enerjisi, ister istemez, diğer kullanılacak yerlere bir artı iletişimle nakledilmek zorunda kalınıyor ve bu da ne yapıyor; zaten finans sıkıntısı olan ülkemizde bir finans sorunu meydana getiriyor. Devlet Planlama Teşkilatının size bir itirazı da buradan meydana geliyor.

Sayın Bakanım, önemli olarak söylediklerimizden bir tanesi de şu; bunun üzerinde durmak istiyorum : Yap-işlet-devret metotlarını netice olarak getirirsek kimsenin buna itiraz etmeye bence hakkı yok; çünkü, sizin her sene 4,5-5 milyar dolarlık bir enerji yatırımına ihtiyacınız olduğuna göre, bizim de bu sene bütün yatırımlara ayırdığımız parayı hemen hemen 5 milyar dolar kabul edersek, bütün yatırımları da bu devlet size teslim edemeyeceğine göre, siz dışarıdan yap-işlet-devret metotlarıyla enerjiyi getirmek zorundasınız. Bunun için de tahkim, biz istesek de istemesek de dünyanın kabul ettiği...

Şimdi DSP'li arkadaşlar buna biraz hassaslar; doğru. Ben de 1968 İTÜ mezunu olarak, o yılları yaşayan bir insan olarak ne de olsa o yönden gelen bir esintiyle ben de o MAI anlaşmalarına biraz karşı çıkıyorum; ama, realist olarak düşündüğümüz zaman, buna mecbur olduğumuzu da düşünüp bu gerçeği kabul etmek zorunda kalıyoruz. O düşünce, o gençlik yılları başka, ama bugünkü realite de başka.

Daha fazla vaktinizi almadan bir de şunu söylemek istiyorum: Son bir 3 üncü madde var. Ben şahsen, iki türlü konuşmayı sevmem. Bu tasarı, Plan ve Bütçe Komisyonuna hükümet tasarısı olarak ilk geldiği zaman 2 maddeydi; hükümet tasarısına 3 üncü madde bir önergeyle geldi. Bu arada, ben ona belki yorgunluktan, belki fark edemediğimden, itiraz edemedim, imzaladım; doğru, ama bir yanlış yaptım, yanlış yaptığımı sonradan düşünüp kabul ettim. İlk 2 maddeye yine aynı şekilde onayım vardır; ama, 3 üncü maddede itirazım var; doğrusu bu, hata yapmışsak söyleyelim. Neden; çünkü, bazı projeler çok hızlı geliyor ve insanlar onu tartışamadan, yorumlayamadan geliyor.

Şimdi, Sayın Bakanım, size bir soru soracağım; yani, ben, sadece samimî olarak soracağım: Bu tasarının 1 inci maddesinde ne demişsiniz; demişsiniz ki "haberleşme kelimesinden sonra gelmek üzere, enerji üretim, iletişim, dağıtım ve ticareti ibaresi eklensin." Yani, sizin bu getirdiğiniz tasarıda konu enerji üretimi, iletimi, dağıtımı ve ticaretini tahkime sokmak. Peki, 3 üncü maddede getirdiğiniz ne; "3096 ve 3465 sayılı Kanunlara tabi projeler de buna girsin" demişsiniz. Peki, 3465 ne; 3465, Karayolları Genel Müdürlüğü Dışındaki Kuruluşların Erişme Kontrollü, yani, Karayolu (Otoyol) Yapımı, Bakımı ve İşletmesi ile Görevlendirilmesi Hakkında Kanun. Şimdi, bir insan sormaz mı yani; hükümet tasarısı olarak gelmeyen, kanuna önergeyle giren bu maddede, enerji maddelerinin arasında, bu otoyol ihalelerinin burada işi ne?! Yani, istediğiniz kadar haklı olsanız bile, bu konuda vatandaşlar bunu hayra yoramaz. Bunu isterseniz, ne derseniz... Kimseyi itham için söylemiyorum; ama, bu noktada kim buna "evet" derse desin, bu ikaz edildikten sonra ıstırap duyar. Niye; çünkü, mademki, Karayolları bunu istiyor; o da sizin gibi tasarı getirsin, Plan-Bütçeye getirsin, altkomisyonda, üstkomisyonda tartışılsın, ikna edilsin, geçsin. Birinci olarak burada itirazım var; yani, birinci itirazım şu: Diyorum ki, elektrik enerjileriyle ilgili olarak gelen bu projenin içerisine, hükümet tasarısı olarak gelmeyen 3 üncü madde olarak bir önergeyle ilâve edilen, otoyolların- geriye dönük hem de- yap-işlet-devret ihaleleri buraya neden sokulmuş oluyor?! Bunu, isterseniz ne derseniz deyin, herkes bu konudan rahatsız olmuştur, Parlamento da rahatsız olmuştur. Ha, bunu kimseyi itham için söylemiyorum; belki siz de farkına varmadınız; ama, bu bir yanlıştır.

İkincisi, elektrik ihalelerini geriye dönük yaptığımız zaman... İşte burada bir konu var; bu konu gelmiş, Adalet Komisyonunda tartışılmış, bayağı da münakaşa olmuş -tutanakları var- Adalet Komisyonu bunu reddetmiş; reddetmesinin de sebebi, geriye dönük neden oluyor diye. İki sene önceden bunlar, ileride bir Tahkim Yasası çıkacağı nereden anlaşıldı da buraya konuldu diye, Adalet Komisyonu reddetmiş. Şimdi, Adalet Komisyonunun reddettiği ve 1998'den bugüne kadar olanları buna sokarsak, bir konu meydana gelir; konu da şu: Tahkim Yasasını getirmeden evvel, vatandaşlar, ülkedeki belki hukuk durumuna belki siyasî durumumuza güvenemedikleri için fazla fiyat vermişler. Demin bahsettim, dünya fiyatları 3,35 sent iken, biz 6,7,8 sentten elektrik alacağımıza dair anlaşma yapmışız. Şimdi siz bir vatandaşsınız, anlaşma yapmışsınız; vatandaş daha henüz buna başlamamış, niye başlamamış; "ben para bulamıyorum, kredi bulamıyorum, Tahkim Yasası olmadıkça yabancı sermaye gelmiyor" demiş ve pahalı, 2 misli 2,5 misli, bugün dünya rayiçleri üzerinde size fiyat vermiş. Siz, hiç başlamayan, sadece bir mukavele lafı var diye, bunlara tahkim şartını, avantajını getireceksiniz... Ondan sonra diyorsunuz ki, "ben Bakanlar Kurulu olarak onunla pazarlık edeceğim, onunla anlaşacağım." Ya anlaşamayacak olursanız; ne kadar zarar edecek sen anlaşamazsan!

Zaten çok paramız yok; bir taraftan 21 katrilyon içborcumuz var, dünya kadar para bulacağız diyoruz, diğer taraftan da pahalı enerji projelerini böyle gece saat 03.00'te, 04.00'te komisyondan hükümet tasarısı olarak değil de, önergelerle getirdiğiniz maddeyi getirip buraya sokarsak ve geriye dönük uygulamaya kalkarsak, bundan birtakım insanlar rahatsız olur; haklı veya haksız, orayı ben tartışmıyorum; ama, bir gerçek var ki, o konuda Parlamento da, biz de rahatsız oluruz.

Bunun dışında, yani, 3 üncü maddeyi çıkarırsanız, Plan ve Bütçe Komisyonunda da dediğim gibi, burada da ilk 2 maddenin arkasındayız.

Hepinize saygılar sunuyorum.(FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gruplar adına başka söz talebi?..Yok.

Şahısları adına, Aydın Milletvekili Sayın Sema Pişkinsüt; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

SEMA TUTAR PİŞKİNSÜT (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yasayla ve tahkimle de birlikte enerji sektöründe yabancı sermayenin de ülkemize girmesi ve onların da önünün açılması planlanmaktadır.

Bir ülkeye yabancı sermaye, haklı olarak belli bir kâr güdüsüyle gelir; ancak, bunun için de, tabiî olarak, elverişli bir yatırım ortamı arar. Burada belirtilmek istenen, finansal araçlarla para kazanmayı hedefleyen sermaye hareketleri değil, reel yatırım amaçlı sermaye girişidir; çünkü, asıl hedef, spekülatif olmayan, uzun vadeli bir yabancı sermaye girişini bu yatırımlarla sağlamak olmalıdır. Bu tür yatırımcılar ise, yabancı bir ülkede, siyasal ve ekonomik istikrar olması halinde harekete geçmektedirler. Bürokrasisi ve devlet çarkının işleyişi şeffaf olmayan, siyasal istikrarsızlığı nedeniyle bir sonraki günde neyle karşılaşacağı bilinemeyen, ekonomisindeki istikrarsızlıkla sık sık krizle karşı karşıya gelen ülkelere yabancı yatırımcı kolay kolay gelmez. Nitekim, bugüne kadar, alternatif diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, yabancı sermayenin ülkemize yeterli ölçüde çekilemediği de gerçektir.

Uluslararası tahkime izin veren yeni düzenlemelerden sonra, özellikle enerji sektöründe, yabancı sermaye girişinin patlama yapması mümkün olabilecek midir? Bu soruya, belki, belli ölçüde "evet" cevabı verilebilinir. Ancak, burada, bir konu çok önemlidir, ona değinmek istiyorum: Diğer sektörlerde, tahkim öncesinde bir hareketlenme yok ve sonrasında da olmayacak iken –olmayacak; çünkü, olsaydı, şimdiye kadar gelirdi; çünkü, onlarda tahkim zaten vardı– enerji projelerinde, niçin, bir yabancı sermaye patlaması bekleniyor? İşte, asıl tartışılması gereken konu burasıdır. Cevabı da çok açık: Diğer sektörlerde yabancı yatırımcı, serbest ticaret ortamında ve ticarî risk üstlenerek yatırım yapıyor. Sözgelimi, lastik fabrikası yatırımında yerli ve yabancı rakipleriyle rekabete girmek ve bu risk karşılığında kâr etmek söz konusu iken, enerji sektöründeki yatırımlarda hiçbir ticarî risk üstlenilmeksizin, tatlı bir kâr garantisi sağlanmaktadır; tahkimle de, bu, daha sağlam hale getirilebilinir; neredeyse hiç olmayan bir riske karşılık, normalin üstünde bir getiri ve kâr etme olanağı sağlanılabilinir. Yabancı sermayeyi, böyle bir ayrıcalıklı ve imtiyazlı şekilde getirmeyi amaçlıyorsak, bunun için YİD modelinin enerji projelerine gereksinimimiz yoktur. Enerji sektöründeki gibi hammaddeyi ve üretilen malı satın almayı garanti edeceğimiz her sektöre, yabancı sermaye zaten gelir; hiçbirimizin de amacı bu değildir. Daha açık söylemek gerekirse, girişi tekel, çıkışı tekel yapıda olan devlet tekelindeki kamu kaynakları, özel sektöre tekel halinde ve garantilerle güvence altına alınarak yap-işlet-devret modeliyle ihalesiz devredilmiş, bir bakıma devlet eliyle özel sektör tekeli yaratılmış olunursa, bu tehlikelidir, bunun faturasını da, korumasız tüketici halk, acı bir şekilde öder; halka yansıtmayalım denirse, kamu kuruluşları aracılığıyla bu faturayı devlet öder, öderken de yabancı sermayeye soyulur.

Enerji sektörü, stratejik önem taşır, ülke güvenliğini ve geleceğini yakından ilgilendirir. Bu amaçla -Enerji Bakanlığımızın bu konudaki görüşünü de özellikle öğrenmek istiyorum- bir yüksek enerji konseyi oluşturularak, sektörün genel işleyişinde sorumluluk verilemez mi? Konseyde, ülkenin ulusal stratejisini belirleyen kurum ve kuruluşlarımızın buraya temsilciler göndermesi sağlanamaz mı? Tahkim, sözleşme imzalanırken kazanılır, hepimiz bunu biliyoruz. Enerji sektöründe yapısal bir düzenlemeye gidilmesi, regülatör sistemlerin kurulması, sözleşmelerin ondan sonra uzun vadeli olarak garanti altına verilmesi, hepimiz için son derece önemlidir, özellikle de Atatürk'ün ülkesinde bağımsızlığımız için de son derece önemlidir, Sayın Bakanımızın da bunu çok dikkatle göz önüne aldıklarını ve ne olursa olsun, regülasyon sistemi, açık rekabet sistemi, ondan sonra sözleşmeler gelmesi gerektiğine inandıklarını zannediyorum, bu konuda kendilerinin açık düşüncelerini de almak isterim.

Teşekkür ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Pişkinsüt.

Sayın Kamer Genç, buyurun efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evvela, biraz önce yapılan konuşmalarda, benim "bakan yalan söylüyor" demekteki amacım şuydu : Yani, konuyu kamuoyuna yanlış aksettiriyor. (ANAP sıralarından gürültüler) Bir dakika arkadaşlar, bir sözümüzü dinleyelim.

Şimdi, her sözleşmede, bir, tip madde vardır, Danıştaydan geçen bütün sözleşmelerde, 9 uncu maddede der ki : "Sözleşmenin imzalandığı tarihten sonra mevzuatta meydana gelebilecek değişikliklerin tarafları etkileyen hükümleri sözleşme maliyetindeki artış ve azalışlar ve toplam yatırım tutarına ve tarifeye ve aynen aksettirilir, yansıtılır."

Şimdi, bu, bütün sözleşmelerde var; bu, tip maddedir. Burada Sayın Bakan izah ederken denildi ki : "İşte, burada böyle bir hüküm var; biz buna istinaden şey ediyoruz..."

Değerli arkadaşlar, eğer siz bunu tahkime sokarsanız, bu idarî sözleşmeyi tümüyle ortadan kaldırıyorsunuz; yani, artık bu sözleşme, idarî sözleşme değil, tamamen bir özel hukuk sözleşmesi oluyor.

Benim anlayışıma göre, bu getirilen madde de Anayasaya aykırı. Anayasada yaptığımız değişiklik, yani 47 nci maddede yaptığımız değişiklik nedir: İşte, şu kişiler tarafından, yani kamu hükmî şahısları tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmesiyle gerçek veya tüzelkişilere yaptırılabileceği veya devredilebileceği kanunla belirlenir.

Madde nedir: "Yüksek Planlama Kurulunca belirlenen idare ile sermaye şirketi veya yabancı şirket arasında yapılacak sözleşme, özel hukuk hükümlerine tabidir."

Yani, bana göre, Meclisin yetkisini Yüksek Planlama Kuruluna devrediyoruz. Halbuki, her sözleşme için -yani, bu, çok önemli bir kurum- ayrı bir kanun çıkarmamız lazım; çünkü, kamu hizmeti niteliği bulunan bir hizmeti özel bir şahsa devrediyoruz.

Biliyorsunuz, kamu hizmetinde, kamu yararı, üstünlük taşır; kamu hizmetinde, hizmetin yapılması, devamlı olması, ucuz olması...

Şimdi, özellikle enerjiden bahsedelim: Enerjiyle ilgili bir hizmeti özel bir kişiye devrettiğiniz zaman, bu, özel hukuk hükümlerine tabi olur; idarenin müteahhit üzerinde bir etkinliği olmaz. Müteahhit hizmeti yerine getirmezse, ancak özel hukuk hükümlerine göre gideceksiniz, mahkemelerde dava açacaksınız; sözleşmeyi tek taraflı olarak feshedemezsiniz.

Biraz önce burada yine söylendi, yanlış söylendi. Şimdi, gerek Kepez olsun gerek Çukurova olsun gerek Aktaş olsun, bunlar sözleşme hükümlerine riayet etmiyorlar, elektrik dağıtımını sağlıklı yapmıyorlar, gerekli yatırımları yapmıyorlar; ama, idare, bunlardan çekindiği için, arkalarında basın gücü olduğu için, maalesef, bunları sözleşme hükümlerine riayet etmemelerine rağmen sözleşmeleri feshetmiyor; bu, güç ister. Burada da, artık, kamusal alandaki bütün faaliyetleri özelleştiriyoruz; yani, daha doğrusu, devleti özelleştiriyoruz, devletin hizmetlerini tümüyle özelleştiriyoruz.

Biz, biliyorsunuz, kara Avrupasının hukuk sistemini kabul etmişiz. Kara Avrupasında böyle bir örnek yok; yani, devletin bütün kamusal faaliyetlerini özel bir kanunla, tek bir kanunla özel teşebbüse devret; olmaz.

Şimdi, arkadaşlar, bu kanun daha önce de gelmiş; 3996 sayılı Kanunun 5 inci maddesi Anayasa Mahkemesine gitmiş; bu "özel hukuk hükümlerine tabi olmak" ibaresi Anayasaya aykırı bulunduğu için iptal edilmiştir. Denilebilir ki, işte bu Anayasa hükmüyle gelmiştir; ama, Anayasa hükmüyle gelince de, böyle tümüyle bir hizmeti değil, tek tek hizmeti nazara almak lazım; alınmadığı zaman, Türkiye ileride büyük sıkıntılara düşer.

Özellikle, şimdi arkadaşlarım beni ikaz ettiler "sen kürsüye çıkıp da konuşuyorsun iktidar partilerini birleştirerek, sonra ret çıkarsa sorumlusu sensin" dediler. Ben vicdanımın sesini dinliyorum; yoksa ki, ben bu maddenin özellikle düzelmesini istiyorum; Türkiye'nin geleceği bunlara bağlı.

Değerli arkadaşlarım, bu memleket hepimizin. Elbette ki, burada düşüncelerimizi söylemekten dolayı birileri eğer bana kızıyorsa bile, hak neyse, hukuk neyse, milletin hakkı neyse ona göre karar vermek lazım. Yoksa, bana, Ahmet'e kızarak, Mehmet'e kızarak birtakım hissî karar vermek mümkün değil.

Getirilen yasa tasarısı, bana göre, Anayasaya aykırı. Tek tek hizmetin özel kanunla belirlenmesi lazım; aksi takdirde, ülkenin başı belaya girecek, memlekette hizmet de yürümeyecek.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMER GENÇ (Devamla) – 1 dakika verebilir misiniz Sayın Başkan?

BAŞKAN – Buyurun.

KAMER GENÇ (Devamla) – Özellikle biz, dağlık yöreden, kırsal yöreden gelen yerleri... Şimdi düşünün, bir Hakkâri'nin, bir Tunceli'nin, bir Siirt'in elektriğini özelleştirmişsiniz -üretimi veya dağıtımını diyelim– oraya kişiler, ne gider yatırım yapar; parayı toplar ve insanlara hizmet gitmez; karanlıkta kalır o insanlar; ancak, devletin kontrolünde olursa, kamu hizmeti niteliğinde olursa ve sözleşme hükümlerine bu insanlar riayet ettiği sürece bu şey eder.

Değerli arkadaşlarım, bu arkadaşlarımız, yani şu 48 adet enerji projesini yapan kişiler, tahkim olmadan bu sözleşmeyi imzalamışlar. Deniliyor ki "biz bunlara tahkim tanıyalım." Tahkim şartlarını getirdiğiniz zaman, sözleşme tümüyle değişecek; yeniden karşılıklı oturacaklar, maliyetleri yeniden tespit edecekler, yeni hükümler koyacaklar, bir de kendi menfaatlarına uygun bir hakem atayacaklar, devleti bir sömürü düzeni haline getirecekler.

Ben, şimdilik bunu söylemek istedim.

Saygılar sunuyorum efendim

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Pişkinsüt, buyurun efendim.

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) – Sayın Başkan, takdirlerinizle, Sayın Bakanımıza şu sorumu arz etmek istiyorum.

Elektrik fiyatlarının dünyayla rekabetçi bir konuma getirilmesi ve ülke sanayiinin rekabetçi gücünün korunmasının sağlanabilmesi için bazı yasalarda değişiklik yapmayı düşünüyor musunuz?

Enerji sektöründe, yap-işlet-devret, yap-işlet ve işletme haklarının devri ihalelerinde şeffaf bir rekabetçi yapı kurulabilmesi, bu amaçla, 3096, 3996 ve 4283 sayılı Kanunlarda gerekli değişikliklerin yapılabilmesiyle geçerli olur. Bu konuda bir projeniz var mı?

Gene o sorumu tekrarlamak istiyorum: Enerji piyasası kanununu Parlamentomuza getirmek için ne süre vardır, ne beklenmektedir ve bu kanun, bu kadar hızlı çalışan bir Parlamentonun içerisinde, zannediyorum ki çok hızlı geçecektir, ondan sonra sözleşmelerin yapılması daha uygun olmaz mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.

Sayın Seven, buyurun.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkanım, aracılığınızla şu soruyu Sayın Bakanıma sormak istiyorum : Bu tasarının gerekçesinde "enerji" değil de "elektrik" olarak geçen bir kelime bulunmaktadır; acaba, bu enerji ile elektrik arasında bir çelişki var mıdır; yoksa, daktilo hatası mıdır, baskı hatası mıdır? Ben bunu öğrenmek istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Başka sorusu olan var mı efendim? Yok.

Sayın Bakanım, buyurun.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Tabiî, biz, enerji piyasası yasasını Dünya Bankasıyla birlikte hazırlıyoruz ve bu yasanın Meclise sunulabilecek duruma gelmesi için üzerinde biraz daha çalışmamız lazım.

Bugün buradan çıkacak olan yasa, enerji piyasası kanunuyla ilgili yapılacak düzenlemelerimizin de esasını teşkil edecek. Yani, şöyle düşünebilirsiniz. Tabiî, bundan sonra dönüp, bir lisans uygulaması mı yapılacak, bir ruhsat uygulaması mı yapılacak?.. Bunların tamamını, enerji piyasası kanununda tespit edeceğiz.

Bizim şimdiye kadar yapmış olduğumuz bütün ihaleler şeffaf. Türkiye Büyük Millet Meclisinde, arzu eden hangi arkadaşımız varsa, hangi ihaleyle ilgili bilgiyi, belgeyi, değerlendirmeyi görmek istiyorsa, hemen gelsin, buyursun Enerji Bakanlığına, kendisine hepsini gösterelim. Yani, Enerji Bakanlığında, bizim yaptığımız işlerle ilgili, saklayacağımız, gizleyeceğimiz, gocunacağımız en ufak bir husus söz konusu değil. Artı, yaptığımız işlerle ilgili, şimdiye kadar birçok dava açıldı ve yaptığımız ihalelerin hiçbirisinin iptaliyle ilgili bir sonuç alınmadı. Gerek dağıtım ihalelerinde olsun gerekse üretim ihalelerinde olsun, birçok dava hâkim huzurunuza gitti, yapılan değerlendirmeler değerlendirildi ve neticede hiçbir iptal de söz konusu olmadı.

Tabiî, Türkiye'nin şu anda -eğer yasa kabul edilirse- seçtiği sistem, şimdiye kadar yapılmış olan yap-işlet-devret, yap-işlet, işletme hakkı devri, otoprodüktör, bütün bu işlemleri, Türkiye'nin tekrar gözden geçirmesini gerektirecektir; belki de bunlara hiç ihtiyaç olmadan, belirlenecek olan kıstaslar dahilinde, yönetmeliklerle düzenlenecek usuller dairesinde, enerji piyasasında özel sektörün katkılarının alınması sağlanacaktır.

Diğer soruyla ilgili şunu söylemek istiyorum; Biz burada tabiri ,kanundan aldık; doğrudur, oradaki, kanundaki tabir, enerji değil, elektriktir; yani, ibare "elektrik üretimi, dağıtımı, iletimi ve ticareti" şeklindedir. Eğer, Genel Kurulun izni olursa, Sayın Başkanımız da uygun görürse, bir redaksiyon olarak düzeltilebilir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ederim.

2 nci madde üzerindeki görüşmeler bitmiştir.

2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 2 nci madde kabul edilmiştir efendim.

3 üncü maddeye geçiyoruz...

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, izin verir misiniz efendim...

BAŞKAN - Sayın Şahin, buyurun efendim.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Efendim, başlangıçta bir ifade düzeltmesi yapılabilirse... Şimdiden üzerinde duralım diye hatırlatmak istedim. Belki geçti; ama, 1 inci maddede...

BAŞKAN - Efendim, en sonunda yapacağız onu.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – O zaman mı yapacağız efendim.

BAŞKAN - Evet, efendim.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Buradaki "enerji" ifadesini...

BAŞKAN - "Elektriğe" çevirecektik, önerge vermediler; ama, tümü üzerindeki görüşmeler bittikten sonra onu yapabiliriz.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım, sizler ve Genel Kurulumuz uygun görürse, biz, bu 3 üncü maddeyi Komisyonda bir kez daha değerlendirmek, o amaçla da, İçtüzüğün ilgili maddesine göre Komisyona geri çekmek istiyoruz. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyon, İçtüzüğün 88 inci maddesine göre maddeyi önergeleriyle birlikte Komisyona geri çekmiştir. Bundan sonraki maddelerin de görüşülmesine imkân kalmadığı için, diğer kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine başlayacağız; ancak...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Müsaade ederseniz usulle ilgili bir şey söyleyebilir miyim efendim.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, İçtüzüğümüzün 35 inci maddesine göre, Komisyonlar, kendisine havale edilen kanun tasarı ve tekliflerini, aynen veya değiştirerek kabul veya reddedebilirler ve kendileri, yeni bir kanun teklif edemezler.

Bu getirilen 3 üncü madde, yeni bir kanun teklifi niteliğindedir. Bence, buraya alınmaması lazım; yani, özellikle Komisyonun, İçtüzüğün 35 inci maddesine göre bunu müzakere ederken...

BAŞKAN - Efendim, bunu, Komisyon değerlendirecek Sayın Genç...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Komisyonun dikkatine sunuyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - O başka; zaten Komisyona geri çekme meselesi, İçtüzüğün 88 inci maddesine göre...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yani...

BAŞKAN - Anladım efendim, zapta geçti.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yetkisiz bir karar vermiş Komisyon efendim.

BAŞKAN - Komisyon onu değerlendirecek.

Efendim, diğer kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine geçmeden önce, sahur vaktidir, oturuma yarım saat ara veriyorum.

Kapanma Saati: 04.02

 

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 04.40

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Vedat ÇINAROĞLU (Samsun), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

 

BAŞKAN – Sayın miletvekilleri, 36 ncı Birleşimin Beşinci Oturumunu açıyorum.

Müzakerelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun...

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Karar yetersayısının aranmasını istiyoruz.

BAŞKAN – Efendim, ne için istiyorsunuz karar yetersayısını?!

Bir dakika efendim... İstirham ederim... Müsaade edin...

V. – KANUN TASARI VE TELİKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN

DİĞER İŞLER (Devam)

4. – Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/447) (S. Sayısı: 294)

BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Raporun okunup okunmaması sırasında karar yetersayısının aranmasını istiyorlar.

BAŞKAN – Sayın Genç, müsaade buyurun, sabredin efendim... İstirham ederim...

Bakın, başka bir talep var.

Sayın milletvekilleri, raporun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım; ancak, yoklama istemi vardır, okutuyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Genel Kurulda yeterli çoğunluğun olmadığı anlaşılmıştır. Yoklama yapılmasına izinlerinizi arz ederiz.

BAŞKAN – Yoklama talebinde bulunanların burada bulunup bulunmadıklarını arayacağım.

Zeki Çakan?.. Burada.

Aydın Tümen?.. Burada.

Süleyman Yağız?.. Burada.

Sabahat Vardar?.. Burada.

Lütfi Ceylan?.. Burada.

Cezmi Polat?.. Burada.

Ali Işıklar?.. Burada.

Şevkat Çetin?.. Burada.

İrfan Keleş?.. Burada.

Cemal Enginyurt?.. Burada.

Adnan Uçaş?.. Burada.

Burhan Orhan?.. Burada.

Fatin Özdemir?.. Burada.

Ahmet Erol Ersoy?.. Burada.

Cumali Durmuş?.. Burada.

Metanet Çulhaoğlu?.. Burada.

Nevzat Taner?.. Burada.

Basri Coşkun?.. Burada.

Mehmet Ay?.. Burada.

Mihrali Aksoy?.. Burada.

Abdülkadir Akcan?.. Burada.

Mustafa Tuğmaner?.. Burada.

III. – YOKLAMA

BAŞKAN – Yoklama istenmiştir, elektronik cihazla yoklama yapılacaktır efendim. Yoklama için 3 dakika süre veriyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı yoktur, birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati:04.50

ALTINCI OTURUM

Açılma Saati: 04.55

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Vedat ÇINAROĞLU (Samsun), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

 

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 36 ncı Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.

III. – YOKLAMA

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısının aranılması için elektronik cihazla yoklama yapacağız.

3 dakika süre vereceğim.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı yoktur.

Anlaşılan, bir yoklama daha yapsak çoğunluğu bulamayacağız; çünkü, 149 milletvekiline daha ihtiyacımız var, sabahın bu saatinde de bu mümkün değil. Onun için, birleşimi kapatmaya karar verdim.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, 2000 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1998 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarını görüşmek için, 19 Aralık 1999 Pazar günü (bugün) saat 11.00'de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 05.00

 

 

VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Üst Kuruluna ne zaman atama yapılacağına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal’ın cevabı (7/842)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın Devlet Bakanı Recep Önal tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini saygılarımla arz ederim.

2.10.1999

Ahmet Derin

Kütahya

1. 23 Haziran 1999 gün ve 4389 sayılı yeni Bankalar Yasasına göre, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun Üst Kurul atamaları 23 Eylül’e kadar yapılması gerektiği halde niçin yapılamamıştır?

2. Atama yapılmamasının hukukî sorumluluğu yok mudur?

3. Atamanın yapılmama sebebi hükümet ortaklarının anlaşma sağlayamaması olduğu doğru mudur?

T.C.

Başbakanlık 14.12.1999

Hazine Müsteşarlığı

Banka ve Kambiyo Genel Müdürlüğü

Sayı: B.02.1.HM.0.BAK.02.04/52121-1/91500

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) 16.11.1999 tarih ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-2705,

b) 9.12.1999 tarih ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-3052 sayılı yazılarınız.

İlgi yazınız eki Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in 7/842 esas sayılı soru önergesine ilişkin açıklamalar aşağıda yer almaktadır.

Bilindiği üzere, 4389 sayılı Bankalar Kanununun 3 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında “Kurumun karar organı, biri başkan, biri ikinci başkan olmak üzere yedi üyeden oluşan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruludur. Kurul Başkanı, kurumun da başkanıdır. Üyelerin, hukuk, iktisat, maliye, bankacılık, işletmecilik, kamu yönetimi ve dengi dallarda veya bu dallarla ilgili mühendislik alanlarında en az lisans düzeyinde öğrenim yapmış olmaları gerekir. Üyeler, Hazine Müsteşarlığınca önerilecek dört aday arasından iki, Maliye Bakanlığı, Merkez Bankası, Türkiye Bankalar Birliği, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve Sermaye Piyasası Kurulu Başkanlığı tarafından önerilecek ikişer aday arasından birer kişi olmak üzere Bakanlar Kurulunca atanır. Bakanlar Kurulu, atanan adaylardan birini başkan olarak görevlendirir. Başkanın teklifi ve Kurulun onayı ile üyelerden biri ikinci başkan olarak seçilir. Kurul üyeliğine önerilecek kişilerden;

a) Hazine Müsteşarlığı, Merkez Bankası ve Türkiye Bankalar Birliği tarafından önerilecek adayların tamamı ile Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve Sermaye Piyasası Kurulu tarafından önerilecek adayların yarısının bankacılık veya finans alanında fiilen oniki yıl çalışmış ve üst düzey yöneticilik yapmış olanlardan,

b)Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve Sermaye Piyasası Kurulu tarafından önerilecek diğer adayların ise fiilen oniki yıl çalışmış ve bankacılık ve ticaret hukuku alanında temayüz etmiş, bankacı, hukukçu ve akademisyenler arasından,

c) Maliye Bakanlığınca önerilecek adayların, maliye alanında en az oniki yıl üst düzey yönetici veya denetim elemanı olarak görev yapmış olanlardan, teklif edilmesi gerekir.” hükmü yer almaktadır.

Diğer taraftan, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu başkan ve üyelerinin ataması ile Kurumun faaliyete geçeceği tarihler, 4389 sayılı Bankalar Kanununun Geçici 1 inci maddesinin (a) ve (b) fıkralarında düzenlenmiştir.

Buna göre, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu başkan ve üyelerinin atanmasının 23.9.1999 tarihine kadar yapılması ve Kurumun bu tarihi izleyen bir yıl içinde faaliyete başlaması öngörülmüştür. Bu çerçevede, ilgili kurumlardan adaylarını bildirmeleri istenmiş ve bildirilen aday listeleri Bakanlar Kuruluna sunulmuştur.

Diğer taraftan, geçen süre zarfında meydana gelen gelişmeler sonucu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu üyelerinin atanmalarına ilişkin olanlar da dahil olmak üzere, Kanunun bazı hükümlerinin değiştirilmesi gündeme gelmiştir.

Bu itibarla, 4389 sayılı Bankalar Kanununda değişiklik yapılmasına ilişkin kanun tasarısı taslağı TBMM’ne sevk edilmiştir. Yakın zamanda kanunlaşması beklenen bu tasarıda, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu başkan ve üyelerinin 31.3.2000 tarihine kadar atanması ve Kurumun 31.8.2000 tarihine kadar faaliyete geçmesi önerilmektedir.

Bilgilerine arz ederim.

Recep Önal

Devlet Bakanı

2. – Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu’nun, Marmara depreminde zarar görenler için toplanan yardım miktarına ve dağıtım şekline ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı H. Hüsamettin Özkan’ın cevabı (7/855)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın delaletlerinizle Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğinin yapılmasını arz ederim.

Mahmut Göksu

Adıyaman

1. Malum depremde toplam ne kadar zarar tespit edilmiştir?

2. Depremle ilgili olarak gerek yurt içinden ve gerekse yurt dışından hangi ülkeler, kurum, kuruluş ve şahıslar ayrı ayrı toplam ne kadar nakdî yardım yapmışlardır?

3. Depremzedeler için bugüne kadar toplanan yardımların miktarı nedir?

4. Bu yardımlar hangi bankalarda bekletilmektedir ve hesap numaraları nedir?

5. Bu yardımların halka dağıtılması, hangi Bakanın koordinasyonunda ve nasıl yapılıyor?

T.C.

Devlet Bakanlığı 17.12.1999

Başbakan Yardımcılığı

Sayı: B.02.0.002/2474

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığına

İlgi : 23.11.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/855-2533/6447 sayılı yazıları.

Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu’nun Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit’e tevcih ettiği ve tarafımdan cevaplandırılması istenen 7/855-2533 esas nolu yazılı soru önergesi, TBMM İçtüzüğünün 99 uncu maddesi gereğince cevaplandırılarak ekte gönderilmiştir.

Bilgilerinize saygılarımla rica ederim.

H. Hüsamettin Özkan

Devlet Bakanı

Başbakan Yardımcısı

 

 

 

 

Sayfa 604 ile 665 arası orijinalinden aynen filme alınacaktır.

 

3. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in, 17 Ağustos depreminden sonra Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezinde toplanan yardımlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı H. Hüsamettin Özkan’ın cevabı (7/898)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularıma Başbakan Sayın Bülent Ecevit’in yazılı cevap vermesini delaletlerinize arz ederim.

Mustafa Geçer

Hatay

S.1. 17 Ağustos 1999 tarihinden bu yana Başbakanlık deprem kriz yönetim merkezinde toplanan yardım miktarı ne kadardır?

S.2. Bu toplanan yardımların yurt içi ve yurt dışı miktarları nasıldır?

S.3. Yurt dışından deprem için gelen yardım miktarlarının ülkelere göre dağılımı nasıldır?

S.4. Toplanan bu yardımların ne kadarı hangi usullerle depremzedelere aktarıldı? Açıklar mısınız?

S.5. Deprem bölgesinde hizmet veren bazı sivil toplum örgütlerin ve Belediyelerin hizmetleri hangi gerekçeler ile engellenmektedir?

T.C.

Devlet Bakanlığı 17.12.1999

Başbakan Yardımcılığı

Sayı : B.02.0.002/2473

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Kanunlar ve Kararlar Daire Başkanlığına

İlgi : 23.11.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/898-2659/6785 sayılı yazınız.

Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit’e tevcih ettiği ve tarafımdan cevaplandırılması istenen 7/898-2659 esas nolu yazılı soru önergesi, TBMM İçtüzüğünün 99 uncu maddesi gereğince cevaplandırılarak ekte gönderilmiştir.

Bilgilerinize saygılarımla rica ederim.

H. Hüsamettin Özkan

Devlet Bakanı

Başbakan Yardımcısı

 

 

 

Sayfa 668’den 729’a kadar olan kısım orijinalden aynen filme alınacak.

4. – Şanlıurfa Milletvekili Zülfükar İzol’un, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin kalkınmasını sağlamaya yönelik önlemlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’ın cevabı (7/949)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Bülent Ecevit tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

Zülfükar İzol

Şanlıurfa

Ülkemizde bölgelerarası gelişmişlik farkı giderek büyümektedir.

Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgemiz onlarca yılın ihmali ile ekonomik ve sosyal geri kalmışlıktan bir türlü kurtulamamaktadır. Sosyal devletin en önemli görevi elindeki imkânları ülkenin her yöresinde yaşayan insanlara dengeli şekilde paylaştırmaktır.

GüneydoğuAnadolu’nun kalkınmasını sağlamak üzere kısa, orta ve uzun vadede alınmasını planladığınız önlemler nelerdir?

T.C.

Devlet Bakanlığı 17.12.1999

Sayı : B.02.0.010/031-5061

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: a) TBMMBaşkanlığı Genel Sekreterliğinin 9.12.1999 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/949-2165/5797 sayılı yazısı.

b)Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün 15.12.1999 tarih ve B.02.0.KKG.0.12/106-85-8/6258 sayılı yazısı.

Şanlıurfa Milletvekili Zülfükar İzol’a ait soru önergesi incelenmiş ve soru önergesiyle ilgili olarak hazırlanan cevap metni ekte sunulmaktadır.

Bilgilerinize arz ederim.

Mustafa Yılmaz

Devlet Bakanı

Soru Önergesi Cevap Metni

Ülkemizde 1960’lı yıllarda planlı dönemin başından beri benimsenmiş olan temel bölgesel kalkınma politikası, ekonomik faaliyetlerin dağılımını etkileyerek ülke düzeyinde daha dengeli bir gelişme sağlamak olmuştur. Bu politikanın uygulanmasına 1970’lerin başında, Üçüncü Beş Yıllık Plan döneminde başlanmış, “Kalkınmada Öncelikli Yöreler” ayrımı getirilerek bölgelerarası gelişmişlik göstergeleri itibariyle farklılıkların giderilmesine yönelik somut tedbirlerin uygulanmasına geçilmiştir.

Bu dönemden itibaren, ekonomimizin genel karakteri çerçevesinde kırsal-kentsel gelişme bağlamında, tarım ve hayvancılıkta üretimi artırmak ve kırsal kesime götürülen hizmetlerin geliştirilmesini sağlamak üzere Dünya Bankası ve diğer uluslararası teknik yardım ve finansman kuruluşlarından alınan kredilerle ülkemizin çeşitli yörelerinde kırsal kalkınma projeleri uygulamaya konulmuştur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde Erzurum Kırsal Kalkınma Projesi ile Bingöl-Muş Kırsal Kalkınma Projeleri bunlardan bazılarıdır.

Bölgelerarası gelişmede daha dengeli bir kalkınma sağlayabilmek için yürütülen bir diğer uygulama bütçe tahsislerinde göreceli bir artış sağlayarak ve öncelikli yörelere ağırlık vererek kamu yatırımlarının ve bu kapsamda organize sanayi bölgelerinin yaygınlaştırılması şeklinde olmuştur.

Öte yandan özel sektör yatırımlarını bu bölgelere yönlendirebilmek amacıyla, “yatırım teşvikleri” sistemi giderek daha fazla oranlarda bölgeselleştirilerek uygulamaya alınmış bulunmaktadır.

Bilindiği gibi, Türkiye’de uygulanmakta olan genel teşvik sisteminde “Kalkınmada Öncelikli Yöreler” statüsü önemli bir teşvik türü niteliği taşımaktadır. Örneğin, Güneydoğu Anadolu Bölgesi kapsamında Gaziantep hariç, bütün yöre “Kalkınmada Öncelikli Yöre” statüsünün getirdiği avantajlara sahip bulunmaktadır. Hükümetimiz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerini kapsayan özel bir politika uygulamaktadır. Her iki bölgenin de ekonomik ve sosyal gelişmesinde belirleyici bir öneme sahip olan GAP’ın en kısa sürede öngölen hedeflere ulaşmasını sağlamak hususunda Hükümetimiz tam bir kararlılık içinde bulunmaktadır. Bu nedenle, iç ve dış özel sektör yatırımlarını bölgeye çekilebilmek için yatırım teşvikleri kapsamında genel teşvik mevzuatına ve küçük ve orta boy işletmelere (KOBİ) ilişkin mevzuata özel hükümler getirmiş ve uygulamaya koymuş bulunmaktadır. Örneğin, OHAL Bölgesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yöre kapsamına giren mücavir illerde istihdam yaratılması ve daha fazla yatırım yapılması için 4325 sayılı Kanunla özel girişimci açısından oldukça çekici muafiyet ve istisnalarla birlikte bedelsiz arsa tahsisi gibi tedbirleri getirmiştir. OHAL Bölgesindeki yatırımlara yüzde 50 indirimli enerji desteği ciddî bir teşvik aracı olarak görülmektedir.

Teşvik sisteminin sağlam malî kaynaklara dayandırılarak etkenliğinin daha da artırılması, etkin denetim ve izleme açısından kurumsal altyapı noksanlığının giderilmesine ilişkin tedbirlerin alınması gündemimizin önemli konuları arasında bulunmaktadır.

Ülkemizde günümüze kadar bir çok bölgesel plan ve projeler geliştirilmiş, ancak Güneydoğu Anadolu’nun kalkındırılmasına verilen önemin göstergesi olarak ilk defa bir bölgesel kalkınma idaresi kurulmuştur. GAP Bölge Kalkınma İdaresi ülkemiz için bir kurumsal yenilik olmuştur.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve onunla özdeşleşmiş olan Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), bu bölgenin sosyo-ekonomik bütün sektörlerini içine alan çok yönlü entegre bir bölgesel kalkınma projesidir. Ana amaç; GAP bölgesi halkının gelir düzeyini ve hayat standardını yükselterek bu bölge ile diğer gelişmiş bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını ortadan kaldırmak, tarım başta olmak üzere kırsal kesime götürülen hizmetlerin kalitesini ve verimliliğini artırmak, istihdam olanaklarını artırmak suretiyle sosyal istikrar ve ekonomik büyüme gibi ulusal hedeflere katkıda bulunmaktır.

Haziran 1998’de Bakanlar Kurulu ile GAP’taki tüm yatırımların tamamlanması için 2010 yılı hedef olarak belirlenmiş ve GAP’ın tüm bileşenleri ile birlikte 2010 yılında tamamlanması için gerekli koordinasyon ve planları yapma görevi GAP İdaresine verilmiştir. GAP İdaresi, belirlenen hedef yılı itibariyle yapılacak tüm çalışmaların yıllık planlamalarının yanısıra ortaya çıkan yeni kavram ve yaklaşımları da içerecek şekilde GAP Master Planının revize edilmesine ilişkin çalışmalara başlamıştır.

Hazırlanacak yeni Planın, Kamu Yatırımları ve Programları, Özel Sektör Katılımı ve Sürdürülebilir İnsanî Kalkınma olmak üzere üç temel dayanağı olan bir kalkınma programı olması öngörülmektedir. Bu çalışmanın amacı; başta finansman darboğazı ve olumsuz bölge koşulları nedeniyle tam uygulanamamış olan mevcut GAP Master Planının amaçlarını, hedeflerini, boyutlarını ve zamanlamasını, sürdürülebilir kalkınma ölçütlerine ve 2010 yılına kadar GAP Bölgesinde ortaya çıkacak yeni koşullara uygun biçimde yeniden gözden geçirip güncelleştirmektir.

GAP’ın tamamlanabilmesinde yine ağırlıklı olarak kamu sektörü öncelik taşıyacak, yıllık bazda hazırlanacak kamu yatırım ve programlarının, özel sektörü ve uluslararası girişimcileri bölgeye çekecek ekonomik ve sosyal altyapının gerçekleştirilebilmesi için devlet bütçesinden artan oranlarda tahsisler yapılması gerekecektir.

Özel sektörün, gerek ulusal gerekse uluslararası girişimcilerin bölgede uygun alanlarda yatırım yapmalarını özendirecek önlemlerin zamanında alınması yoluna gidilmektedir. Bu çerçevede, yukarıda değinildiği gibi bölgeye verilen yatırım teşvikleri genişletilmiş, uluslararası tahkim gibi yabancı sermaye girişini kolaylaştırmak üzere anayasada değişiklikler yapılmış, iç ve dış yatırımcıyı yönlendirecek ve cezbedecek adımlar atılmıştır. Bu kapsamda, GAP İdaresi ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı birlikteliğinde TOBB, KOSGEB, UNIDO ve yerel ticaret ve sanayi odalarının katılımıyla yürütülen GAP Girişimci Destekleme ve Yönlendirme Merkezlerinde (GAP GİDEM) GAP Bölgesinde yatırım yapmak isteyen yerli ve yabancı yatırımcıya danışmanlık hizmetleri verilmektedir.

GAP’ın 10 yıl içindeki geleceğini belirleyecek yeni planın yürütülmesinde ve projenin özel kesime düşen bölümünün gerçekleştirilmesinde önem taşıyan faktör girişimci potansiyelinin harekete geçirilmesi ve halkın projeye sahip çıkarak etkin katılımının sağlanmasıdır. Projenin gerek planlama aşamasında gerekse uygulama aşamasında geniş anlamda halkın bilgilendirilip, karar alma sürecine katılmasını sağlayacak uygulamalara gidilmektedir.

Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı kapsamında uygulamaya alınması programlanan yeni plan, “Sürdürülebilir İnsanî Kalkınma” felsefesi doğrultusunda projenin finansmanı dahil, özel sektörün rolünü, yoksulluğun ortadan kaldırılmasına yönelik kalkınma programlarının hazırlanıp uygulanmasını, yeni iş alanları yaratılmasını, kadınların sosyal ve ekonomik açıdan güçlendirilmesini, çevrenin korunmasını ve Gümrük Birliği düzenlemeleri de dahil bölgesel kalkınma üzerinde doğrudan etkisi olan bütün politika değişkenlerini içerecektir.

Hükümetimiz GAP’ın öngörülen sürede tamamlanabilmesine yönelik olarak,

– Bölgenin ekonomik hayatına ivme kazandıracak sulama yatırımlarının tamamlanması, sulamada etkinliği artıracak tarla-içi hizmetlerin yerine getirilmesi,

– Bölgedeki sağlık ve eğitim göstergelerinin ülke ortalamasına getirilmesi,

– Bölgedeki doğal kaynakların korunması ve kullanılmasına yönelik tedbirlerin alınması, erozyonun önlenmesi, ağaçlandırmanın hızlandırılması, çoraklaşmayı önleyici programların uygulanması,

– Daha sağlıklı bir kentsel çevre yaratabilmek ve bölgeye nitelikli personel çekebilmek için kentsel altyapının iyileştirilmesi,

– Kırsal kesimdeki eksik altyapının tamamlanması,

– Bölge içi ve bölgelerarası ulaşılabilirliğin artırılması,

– Bölgede mevcut ve kurulması muhtemel sanayinin altyapı ihtiyacının karşılanması,

– İstihdam imkânlarının artırılması

hususlarında gerekli önlemlerin alınması yönündeki çalışmalarını sürdürmektedir.

Ancak, GAP’ın planlandığı şekilde etken ve verimli olarak gerçekleştirilebilmesi, projelerin zamanında ve eşgüdümlü olarak tamamlanmasına bağlıdır. Bu nedenle kuruluşlar arası koordinasyonun sağlanması büyük önem taşımaktadır.

5. – İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel’in, depremzedeler için İstanbul Valiliğince başlatılan yardım kampanyasında toplanan paraya ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı (7/945)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Sadettin Tantan tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

13.10.1999

Ahmet Güzel

İstanbul

Soru:

1. İstanbul’da vuku bulan depremde mağdur olan felaketzedelere toplanan yardımlarda suiistimal bulunduğu basında yer almıştır.

a)Depremin ilk günlerinde İstanbul Valiliğince başlatılan yardım kampanyası gereği toplanan para miktarı nedir?

b) İstanbul Vali Yardımcısı Bülent Karaçöl’ün 25.8.1999 tarihli yazısı ile talep ettiği üzere bu tarihe kadar hesapta toplanan para Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonuna aktarıldı mı? Aktarıldı ise miktarı nedir?

c) İstanbul Valisi Sayın Erol Çakır Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezinden T.C. Ziraat Bankası Merkez Şubesine devredilmesini istediği deprem yardımlarının devrini neden geciktirmiştir?

d)Valilik kontrolünde toplanan paraların T.C. Ziraat Bankasına devri ile ilgili gecikmenin nedeni? Yardım paralarının Sosyal Yardım ve Dayanışma Fonuna aktarılıp aktarılmadığı konusunda bir soruşturma başlatıldı mı?

T.C.

İçişleri Bakanlığı 16.12.1999

İller İdaresi Genel Müdürlüğü

Sayı : B050İLİ0060001.213/1115-10648

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 9.12.1999 tarihli ve Kan. Kar. Md. A.01.0.GNS.0.10.00.02-3058 sayılı yazınız.

17 Ağustos 1999 tarihinde Marmara Bölgesinde meydana gelen ve İstanbul İlini de etkileyen depremden zarar gören vatandaşlarımız için İstanbul Valiliğince başlatılan kampanya çerçevesinde toplanan yardımlar hakkında İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Güzel tarafından verilen 7/945 sayılı yazılı soru önergesi incelenmiştir.

Bilindiği gibi, Körfez Bölgesinde cereyan eden ve büyük can ve mal kaybına sebep olan 17 Ağustos depremi İstanbul İlimizi de önemli ölçüde etkilemiştir. Bu depremde İstanbul’da 981 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 3 073 konut, 532 işyeri ağır, 13 339 konut, 1 999 işyeri orta ve 12 455 konut ve 1 239 işyeri de hafif derecede olmak üzere cem’an 32 637 konut ve işyeri hasara uğramıştır.

İstanbul Valiliği depremin yaralarını sarmak amacıyla, deprem günü sabahı depremzede vatandaşlar için yardım kampanyası başlatarak; T.C. Ziraat Bankası Cağaloğlu, T. Emlak Bankası Merkez, T. Vakıflar Bankası ve T. Halk Bankası Sirkeci Şubelerinde hesap açtırmış, hayırsever vatandaşlara çağrıda bulunarak yardımların bu hesaplara yatırılmasını, bu hesaplarda toplanacak yardımlarla da İstanbul’daki depremzedelerin yaralarının sarılacağını duyurmuştur.

Valilik, toplanan yardımların Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı kanalı ile felaketzedelerin geçici iskân sorununu çözmek amacıyla kira yardımı yapılması için Başbakanlık ve Bakanlığımızdan izin talebinde bulunmuştur.

1 Eylül 1999 tarihi itibariyle; banka hesaplarında toplanan 1 446 863 283 705 Türk Lirası, 67 183 ABD Doları ve 48 850 Alman Markı aynı tarihte İstanbul Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı hesabına aktarılmıştır.

Toplanan yardımların Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi adına açılan hesaba aktarılmayıp, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfınca harcanacağı yolunda basında çıkan haberle ilgili olarak Valilikten bilgi istenilmiş, Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezinin “nakdî yardımların tek elde toplanması” konulu emirleri gereğince toplanan yardımların T.C. Ziraat Bankası Ankara Merkez Şubesinde açılan “Marmara Bölgesi Depremzedelerine Yardım Hesabı”na aktarılması konusunda talimat verilmiştir.

Valilik, toplanan yardımları nemaları ile birlikte 20 Eylül 1999 tarihinde yukarıda belirtilen hesaba aktarmıştır.

23 Eylül 1999 tarihinde yürürlüğe giren 576 sayılı KHK’nin 1 inci maddesinde yeralan “doğrudan afet illeri valiliklerine ve Kızılay’a yapılacak aynî ve nakdî yardımlar bu Valilikler ve Kızılay tarafından kullanılır” hükmü gereğince yardım kampanyalarında toplanan paraların bu il için de kullanılma imkânı doğmuştur.

Ayrıca, Devlet tarafından afetzedelere yapılan barınma ve az hasar gibi yardım faaliyetleri de Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları tarafından yapılmaktadır.

Bu durumda; İstanbul Valiliğince toplanan yardım paralarının aktarılmasında bir gecikme sözkonusu olmayıp, yürütülen faaliyet ve işlemlerde de mevzuata aykırılık görülmemiştir.

Diğer taraftan, deprem nedeniyle toplanan yardımlar ve bu yardımlardan yapılan harcamalar belgeleri ile birlikte hükümetimizin şeffaflık politikası ve 576 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereğince Başbakanlık ve maliye müfettişleri ile bankalar yeminli murakıplarından oluşturulan bir komisyon tarafından muntazaman denetlenmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

Sadettin Tantan

İçişleri Bakanı

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.