Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21 CİLT : 19 YASAMA YILI : 2

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

35 inci Birleşim

16 . 12 . 1999 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Antalya Milletvekili Mehmet Baysarı’nın, Antalya’da üretim
yapan narenciye ve sera üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı
konuşması

2. – Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu’nun, Marmara Bölgesindeki zeytin üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması

3. – Erzurum Milletvekili Mücahit Himoğlu’nun, ilköğretimdeki beslenme sorunlarına ve kalkınmada öncelikli yörelerde vazife yapan memur ve öğretmenlerin özlük haklarının iyileştirilmesine ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun cevabı

IV. – ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. – GenelKurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. – Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler, Sanayi, Ticaret, Enerji ve Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonları Raporları (1/507) (S. Sayısı : 217)

2. – BankalarKanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkinKanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/584) (S. Sayısı : 293)

VI. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın, Hatay İline bağlı bazı ilçelerin devlet hastanesi projelerine ilişkin sorusu ve SağlıkBakanı Osman Durmuş’un cevabı (7/922)

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM GenelKurulu saat 13.00’te açılarak üç oturum yaptı.

Ardahan Milletvekili Saffet Kaya, Ardahan İlinde Sosyal Sigortalar Kurumu il müdürlüğü kurulması,

Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Bursa İlinin ulaştırma ve tarım üreticilerinin sorunları,

Hakkında gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Edirne Milletvekili Evren Bulut’un, patates üreticilerinin sorunları ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşmasına, Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp cevap
verdi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının :

1 inci sırasında bulunan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesi (1/416, 1/417, 1/457) (S. Sayısı : 134) ile,

2 nci sırasında bulunan, Kanunî Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılması (1/456) (S. Sayısı : 116),

Hakkındaki kanun tasarılarının görüşmeleri tamamlanarak, kanunlaştıkları açıklandı.

3 üncü sırasında bulunan, Türk uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısı ile 491 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/507) (S. Sayısı : 217) üzerinde bir süre görüşüldü.

Alınan karar gereğince, 16 Aralık 1999 Perşembe günü saat 13.00’te toplanmak üzere, birleşime 23.51’de son verildi.

Mehmet Vecdi Gönül

Başkanvekili

Mehmet Ay Cahit Savaş Yazıcı

Gaziantep İstanbul

Kâtip Üye Kâtip Üye

No. : 48

II. – GELEN KÂĞITLAR

16 . 12 . 1999 PERŞEMBE

Tasarı

1. – Türkiye Radyo - Televizyon Gelirleri Kanununa Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı (1/589) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.12.1999)

Teklifler

1. – İzmirMilletvekili Rifat Serdaroğlu’nun; 442 Sayılı Köy Kanunu, 4541 Sayılı Şehir ve Kasabalarda Mahalle Muhtar ve İhtiyar Heyetleri Teşkiline Dair Kanun, 1580 sayılı Belediye Kanunu, 2108 Sayılı Muhtar Ödenek ve Sosyal Güvenlik Yasası ile 3360 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapan, Bazı Maddeler Ekleyen ve Bazı Maddelerini Yürürlükten Kaldıran Kanun Teklifi (2/395) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.12.1999)

2. – Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün; Malatya’da Büyükşehir Belediyesi Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/396) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.12.1999)

Raporlar

1. – Siirt Milletvekili Nizamettin Sevgili ve 4 Arkadaşının, Sosyal Güvenlikle İlgili Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Temsil Tazminatı Ödenmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/368) (S. Sayısı : 297) (Dağıtma tarihi : 16.12.1999) (GÜNDEME)

2. – Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/588) (S. Sayısı : 298) (Dağıtma tarihi : 16.12.1999) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1. – Muş Milletvekili Sabahattin Yıldız’ın, Muş SSK Hastanesi ve SSK Müdürlüğüne ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/344) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.12.1999)

2. – Muş Milletvekili Sabahattin Yıldız’ın, Muş-Alpaslan II Barajına ilişkin Enerji ve Tabiî KaynaklarBakanı ve Başbakan Yardımcısından sözlü soru önergesi (6/345) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.12.1999)

Yazılı Soru Önergeleri

1. – Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya’nın, yasama çalışmalarında azamî verimi sağlayacak yapısal önlemlere ve bir parlamento enstitüsü kurulması için girişimde bulunulup bulunulmayacağına ilişkin Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/1022) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.12.1999)

2. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, özürlülere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1023) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.12.1999)

3. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, kamu kuruluşlarındaki özürlü istihdamı oranının uygulanıp uygulanmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1024) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.12.1999)

4. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, özürlülerin iş kurmalarını teşvik edici önlemlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1025) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.12.1999)

5. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, özürlülere yönelik eğitime ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/1026) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.12.1999)

6. – Erzurum Milletvekili Aslan Polat’ın, İstanbul’da başörtüsü eylemlerine müdahale eden polise ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1027) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.12.1999)

7. – Bayburt Milletvekili Suat Pamukçu’nun, Telsim ve Turkcell ile TürkTelekom A.Ş. arasında imzalanan GSM sözleşmesindeki abone sayısı sınırlamasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1028) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.12.1999)

8. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, 1.1.1998’den sonra imzalanan imtiyaz sözleşmelerine ilişkin Enerji ve Tabiî KaynaklarBakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/1029) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.12.1999)

9. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, Aktaş Elektrik dağıtım firmasının borçlarına ve özelleştirme ihale şartnamelerine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/1030) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.12.1999)

10. – Muş Milletvekili SabahattinYıldız’ın, KOBİ kredilerine ilişkin DevletBakanından (H. Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/1031) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.12.1999)

11. – Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, TEDAŞ ihalelerine ve ihalelere katılan firmalara ilişkin Enerji ve Tabiî KaynaklarBakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/1032) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.12.1999)

12. – Rize Milletvekili MehmetBekaroğlu’nun, Ürdün’de yapılan bir toplantıya Diyanet İşleri Başkanlığının katılmamasının nedenine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1033) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.12.1999)

13. – HatayMilletvekili Mustafa Geçer’in, İskenderun-Arsuz karayolu projesine ilişkin Bayındırlık ve İskânBakanından yazılı soru önergesi (7/1034) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.12.1999)

14. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in, DLH İskenderun 9 uncu Bölge Müdürlüğünün kapatılmasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1035) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.12.1999)

15. – HatayMilletvekili Mustafa Geçer’in, Dörtyol ve Işıklı-Konacık balıkçı barınağı inşaatlarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1036) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.12.1999)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 13.00

16 Aralık 1999 Perşembe

BAŞKAN : Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL

KÂTİP ÜYELER : Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Mehmet AY (Gaziantep)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci Birleşimini en iyi dileklerimle açıyor, saygılar sunuyorum.

Toplantı yetersayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, Antalya'daki sebze ve narenciye üreticilerinin sorunları hakkında söz isteyen Antalya Milletvekili Sayın Mehmet Baysarı'ya aittir.

Buyurun Sayın Baysarı.

Süreniz 5 dakika efendim.

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Antalya Milletvekili Mehmet Baysarı’nın, Antalya’da üretim yapan narenciye ve sera üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

MEHMET BAYSARI (Antalya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, elim bir trafik kazasıyla hayatını kaybeden Değerli Çanakkale Milletvekilimiz Sıtkı Turan ve danışmanına Allah'tan rahmet, ailesine ve MHP camiasına da başsağlığı dileyerek sözlerime başlamak istiyorum.

Antalya'da üretim yapan narenciye ve sera üreticilerinin sorunlarıyla ilgili gündemdışı söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, özellikle son iki senedir, çiftçinin, yaş meyve ve sebze üreticilerinin sorunları, gerçekten, hem Haller Yasasıyla hem de son çıkan Vergi Kanunuyla, götürü usulden deftere geçmesiyle birlikte bir kat daha artmıştır. Zaten problemleri büyük olan çiftçimizin, ürettiği tüm malın, İstanbul haline, Ankara haline, İzmir haline gönderilmeden Antalya'daki hale, Haller Yasası gereğince girme mecburiyeti, Antalya'ya pazarcı gelmemesine ve üreticinin malının daha düşüğe gitmesine sebep olmaktadır. Bu Haller Yasası en kısa süre içinde gözden geçirilmeli, hatta iptal edilmelidir diye düşünüyorum.

Ayrıca, vergi yönünden çok zor durumda kalan üreticimiz, özellikle götürü usulden deftere geçmesiyle daha zor duruma düşmüştür. Bugün, gelirinin, daha doğrusu, kazandığının vergisini fazlasıyla ödeyen üreticimiz, özellikle defter sıkıntısı dolayısıyla, birçok konuda zor duruma düşürülmüştür. Bir de, bugünkü maliyetlerin yanında, satış fiyatlarını göz önüne alırsanız, durumun ne kadar vahim olduğunu görmüş olursunuz.

Türkiye'nin yaş meyve ve sebze üretiminin yüzde 60'ını karşılayan Antalya'da geçmiş yıllarda diğer çiftçiye göre iyi durumda olan sebze ve narenciye üreticileri, maalesef, bugün, İç Anadolu şartlarındaki çiftçinin durumuna gelmek üzeredir. Üretici, maliyeti 85 000-90 000 lira olan domatesini -sadece, son onbeş, yirmi gündür havaların soğuması ve verimin düşmesiyle 150 000 liraya çıkmasını dikkate almazsak- onbeş gün öncesine kadar, 40 000-50 000 lira gibi bir satış fiyatıyla satmaya mecbur olmuştur.

Ayrıca, narenciyede de aynı sıkıntıları yaşamış bulunuyoruz. Bugün, 60 000 ilâ 80 000 liradan dalından narenciye alınmakta; tüccar, üreticinin malını, 60 000 lirayla 80 000 bin lira arasında almaktadır. Geçen seneki fiyatlara baktığınız zaman, aynı fiyatların geçerli olduğunu görüyorsunuz; yani, geçen sene de, üretici, narenciyesini 60 000 ilâ 80 000 liradan satmış bulunmaktaydı. Limon daha vahim durumda; çünkü, 40 000-50 000 lira arasında müşteri bulmakta.

İki sene önce, 1997 yılında, bu fiyatların 100 000 lirayla değerlendirildiğini düşünürseniz, durumun vahametini daha iyi anlayabilirsiniz.

Girdilere baktığınızda ise, bugün, ziraat odalarımızın verdiği fiyat listelerine baktığımız zaman, mukayeselerine baktığımız zaman, amonyum sülfat gübresinde sadece 1998 ve 1999 yılları arasındaki fiyat artışının yüzde 122 olduğunu görüyoruz. Yine, narenciyede çok kullanılmakta olan yağlı ilacın 180 litre olan fıçısının, 350 milyon liradan 650 milyon liraya çıktığını görüyoruz; bu da, yüzde 133 gibi bir artış getirmekte.

Yine, motorine baktığınız zaman, yüzde 200'lerin üzerinde bir artışın olduğunu görüyorsunuz; yani, girdilerinde yüzde 100'ün üzerinde artış olan narenciye ve sera üreticileri, ürününü, geçen seneki fiyatlarla, hatta, daha altındaki fiyatlarla satmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN –Sayın Baysarı, lütfen toparlar mısınız.

Buyurun efendim.

MEHMET BAYSARI (Devamla) – Bu konuda, çok acilen tedbir alınması gerekmektedir.

Narenciye ve sebzede verilen ihracata teşvik priminin yeterli olmadığını; ihracatçının teşvik edilmesinin, sorunlarımıza bir miktar çare olacağını düşünüyorum.

Çiftçimizin gerçekten zor durumda olduğu şu günlerde, hükümetimizin bu konuya çok iyi bir şekilde eğilip, özellikle Haller Yasası, Vergi Kanunu ve ihracatı teşvik primini tekrar gözden geçirmesini talep ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Baysarı.

Gündemdışı ikinci söz, Marmara Bölgesindeki zeytin üreticilerinin mahsullerinin birliklere satışı hakkında söz isteyen, Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu'na aittir.

Buyurun Sayın Karapaşaoğlu (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

2. – Bursa Milletvekili Mehmet Altan Kaparaşaoğlu'nun, Marmara Bölgesindeki zeytin üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; malumuâliniz, köylümüzün oldukça önemli problemleri var, üreticilerimizin oldukça önemli problemleri var. Gerçi, ülkenin tamamında önemli problemler var; ama, özellikle, milletin tabanını teşkil eden ve kendisine, milletimizin efendisi dediğimiz köylümüzün, üreticimizin problemleri ön planda olmalı ve giderilmesi istikametinde çalışılmalıdır.

Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi, Marmara Bölgesi zeytin bölgesidir. Zeytin üretiminin en yoğun olduğu, bilhassa yemeklik zeytinin çok üretildiği bölgelerde, bildiğiniz gibi, Marmarabirlik, köylüden, üreticiden ürünlerini satın almakta, kendisine de, buna mukabil bir bedel ödemekte.

1999 yılı için, Marmarabirlik, zeytinde, yani, en iri, en iyi zeytinde 1 milyon 100 bin lira gibi bir başfiyat ilan ediyor; akabinde de, bir hafta yahut iki hafta kadar zeytin satın alıyor; ondan sonra da, zeytin satın alımlarını kesiyor ve durduruyor; bugüne kadar da, zeytin alımında, köylünün önüne çeşitli vesilelerle birtakım engeller getiriliyor. Bunların başında, en önemlilerinden bir tanesi de -bilhassa Gemlik, İznik ve Orhangazi yörelerinde vuku bulan bir olay- yıllardır, zeytin depolarının bakımı yapılmamış, birtakım arızalar varmış, bundan dolayı zeytin alımları durdurulmuş!.. Zeytin alımları durdurulunca ne oluyor; köylünün elindeki mahsul piyasaya düşüyor. Piyasada, bu defa, zeytin fiyatı yarı yarıya düşüyor ve köylünün elindeki mahsul de kalıyor.

Bunun yanında, birtakım çarpık uygulamalar da oluyor; efendim, depo bozuklukları vesile edilerek, bahane gösterilerek, İznik yöresinden alınan zeytinin, köylüye, Trakya'da bir depoya teslimi tavsiye ediliyor, söyleniliyor. Düşünebiliyor musunuz, zeytin toplanacak, ertesi gün tekrar toplanacak; ama, bu arada, 700 kilometrelik yol katedilecek, zeytin götürülüp Trakya'daki bir depoya teslim edilecek!

Değerli arkadaşlar, bu birlikle ilgili olarak birtakım sıkıntıların olduğu aşikâr.

Bunun dışında, birlik zeytininin satışını; yani elindeki depolarının satış yoluyla boşaltılmasını da, kendi siyasî mantalitesine göre yönlendiriyor.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de, birtakım kolaylıkları gündeme getirmek lazım. Birkaç bölgede bu kooperatifin şubeleri var; bu bölgelerdeki kooperatifin elinde bulunan, birliğin şubelerinin elinde bulunan zeytinin, kendileri tarafından da pazarlanabilmesi imkânını getirmek lazım. Nasıl olacak bu; fiyatlar, birlik merkezi tarafından belirlensin, şubelerine iletilsin; ama, her şube, kendisinden talep edilen zeytini de teslim edebilsin, verebilsin, satabilsin. Bu yolla, birlik şubeleri arasında rekabet de olacaktır, daha hızlı çalışma da olacaktır, depolar daha çabuk boşalacaktır, köylünün eline de daha süratli para geçme imkânı olacaktır; çünkü, birliğe, para daha süratli dönecektir.

Değerli arkadaşlar, bunun yanında bir başka problem, bugüne kadar zeytin alınmıştır, binlerce ton zeytin alınmıştır; ama, beş kuruş para köylüye ödenmemiştir; bu, çok önemli bir sorundur. Basında izliyoruz, bakıyoruz "2 trilyon lira birliğe gönderilmiş" deniliyor; ama, bir haftadan bu tarafa, o 2 trilyondan iki kuruş, köylüye, henüz dağıtılmış değildir. Yalnız Gemlik yöresinde 5 000 ton zeytin alınmıştır, beş kuruş ödenmemiştir. Biliyorsunuz, ramazan içindeyiz, sıkıntıları var köylünün, önümüz bayramdır; bütün bunlara rağmen, paraları ödenmemeye devam ediliyor.

Bunun dışında, zeytinle ilgili, daha doğrusu, gıda maddeleriyle ilgili birtakım KDV sorunları da vardır. Mesela, leblebi üretiminden yüzde 2 KDV alınırken, zeytinyağı üretiminden -zeytin hammaddesi olmasına rağmen- yüzde 2 KDV alınırken, zeytinin kendisinden yüzde 8 KDV alınmaktadır; bu, çarpık bir uygulamadır. Bu, pirinçte de böyledir, mercimekte de böyledir; yani, milletin mutfağına doğrudan giren gıda maddelerinde bir KDV anarşisi vardır; bunun, yeniden gözden geçirilmesi, yeniden düzeltilmesi gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Karapaşaoğlu, lütfen toparlar mısınız efendim.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Devamla) – Değerli arkadaşlarımız, ülkemizin içinde bulunduğu problemler malum. Elbette sıkıntılarımız var; ama, yapacağımız düzenlemeler, yapacağımız uygulamalar, bakanlıklarımızın elinde olan imkânlar, çok muntazam, düzenli ve adil bir şekilde kullanılmalı, adil bir şekilde uygulanmalı. Marmara Bölgesi, bugün, zeytinden dolayı sarsılmış vaziyettedir; çok büyük bir sıkıntı vardır. Bir taraftan, vergilendirme yönünden; bir taraftan, teslim ettikleri mahsulleri alamama yönünden çok büyük sıkıntılar içerisindedir. Bakanlığımızın, bu konuya -herhalde Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızın yetki alanı içerisindedir- hassasiyet göstermesi lazım, bu konuyla ilgilenmesi lazım ve Marmara Bölgesindeki insanlarımızın özellikle rahatlatılması lazım.

Zeytin üreticilerine yardım elinin bir an önce uzatılması gerektiğini belirtiyor, hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karapaşaoğlu.

Gündemdışı üçüncü ve son söz, ilköğretimde beslenme ders saati ve kalkınmada öncelikli yörelerde uygulanan iki yılda bir kademe verilmesi konusunda söz isteyen Erzurum Milletvekili Sayın Mücahit Himoğlu'na aittir.

Buyurun Sayın Himoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

3. – Erzurum Milletvekili Mücahit Himoğlu'nun, ilköğretimdeki beslenme sorunlarına ve kalkınmada öncelikli yörelerde vazife yapan memur ve öğretmenlerin özlük haklarının iyileştirilmesine ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı

MÜCAHİT HİMOĞLU (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, elim bir trafik kazası sonucu kaybettiğimiz değerli arkadaşımız Çanakkale Milletvekili Sıtkı Turan ve danışmanı Metin Demir'e Allah'tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı diliyorum.

Bugünkü konuşmamın konusu, ilkokullardaki beslenme sorunlarıyla kalkınmada öncelikli yörelerde vazife yapan memur ve öğretmenlerle ilgilidir.

21 inci Yüzyıla, milenyum yılına girerken, eğitim ve öğretimde, artık, internette eğitim gündeme gelmektedir. Avrupa Birliğine dahil olduğumuz bu süreçte, artık, yoksulluk sınırının altında bir beslenmeden söz edilemez. Evrensel normlarda bir insanın yaşayabilmesi için elde etmesi gereken günlük kalori miktarı, bir öğün için 1,48 dolara tekabül eden bir harcamayı gerektirmektedir.

Doğu ve güneydoğu bölgelerimizi kapsayan kalkınmada öncelikli yörelerimizde, kişilerin, gayri safî millî hâsıladan aldıkları pay yoksulluk sınırının altında olduğundan, beslenme sorunlarımız da buna paralel olarak devasa boyutlar kazanmaktadır. Aileler arasındaki gelir düzeylerinde de uçurumlar olduğu dikkate alınırsa, bir sınıfta, beslenme dersine öğrenci tarafından getirilen yiyeceklerdeki çeşit farklılıkları, öğrenciler arasında nefsî arzulara dayalı hoşnutsuzluklar meydana gelmektedir.

Birinin çantasında muzu, keki olurken, ekonomik durumu iyi olmayan bir başka öğrencinin, çantasından kuru ekmek ve katığı şeker olan yiyecek çıkarması, bu öğrenci üzerinde nasıl bir yıkıma yol açar; bunu takdirlerinize bırakıyorum.

Bunu anlayabilmek için o sınıfın öğretmeni olmak lazımdır. O öğretmen ki, öğrencilerine, baba veya anne şefkatiyle eğilen bir öğretmendir; kendi çocukları arasında böyle bir ayırıma evde nasıl kayıtsız kalmazsa, okulda da elinde olmayan nedenlerle buna seyirci kalması, kendisini elbetteki vicdanen rahatsız edecektir.

Bu durumun, çocuğun kendi iç dünyasındaki yıkımı da ayrı bir meseledir. İçinde bulunduğu yoksulluğun arkadaşları arasında ortaya çıkması, onu en başta, ailesine karşı isyana ve aşağılık duygusuna sürüklemekte, belki, okulda, kendi arkadaşlarına karşı da olumsuz tavır almasına veya daha da ileri aşamada, okulu terk etmesine kadar gidebilmektedir.

Sayın Bakanım, şu mübarek ramazan ayı içerisinde, şu kürsüden, sizden bir müjde beklemekteyim. Bu ayırımı, lütfedin, ortadan kaldırın ve çocuklarımızın beslenme saatindeki yiyeceklerinin, bir eşitlik ortaya koyacak şekilde, devlet tarafından karşılanmasını temin ediniz, aradaki ikilemi ortadan kaldırınız. Ayrıca, bu bölgelerde öğrencilerden toplanılmakta olan okul katkı payı sorununu da velilerin ekonomik durumlarını dikkate alarak, lütfen, ortak bir çözüme kavuşturunuz.

Güzelim öğretmenlerimizin özlük haklarının Avrupa standartlarına uydurulabilmesi için birtakım iyileştirmelere gidilmesi, her şeyden önce, eğitim hizmetlerinin kalitesi açısından bir zorunluluk ifade etmektedir. Bilindiği gibi, 527 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle eklenen son fıkranın uygulanmasıyla, hangi kapsamda olursa olsun, 1.5.1990 tarihinden önce kalkınmada birinci derecede öncelikli yörelerde -Erzurum ve Artvin illeri de dahil- fiilen çalışmak suretiyle başarılı geçilen her iki yılın karşılığında aylık derecelerinin yükseltilmesinde dikkate alınmak üzere ayrıca bir kademe ilerlemesi verilmektedir.

Bu uygulamanın "zorunlu ve rotasyona tabi atamalar" ibareleri kaldırılarak, o bölgede sürekli çalışan memur ve öğretmenlere de tarih şartı aranmadan teşmil edilmesini Sayın Bakanımızdan istirham ediyoruz; çünkü, sosyal adalet çevresinde aynı haklardan yararlanmasının örneği de budur.

Sayın Bakanım, bu konudaki hassasiyetinizi bilerek meseleyi dikkate alıp çözeceğinizden emin olarak bu konunun da altını çiziyor ve sözlerime son verirken, 418 sayılı Kanunu, Anayasa Mahkemesi iptal etmişti, 527 sayılı Kanun bunun yerine çıkarılmıştı; bunu da gözden geçireceğinizden emin olarak, Yüce Heyetinizi bir kere daha saygıyla selamlıyor, saygılarımı arz ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Himoğlu.

Sayın Bakan, cevap verecek misiniz efendim?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Evet.

BAŞKAN – Millî Eğitim Bakanımız Sayın Metin Bostancıoğlu cevap verecekler.

Buyurun efendim; süreniz 20 dakikadır.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün, iki önemli konuyu gündeme getiren Erzurum Milletvekilimiz Sayın Mücahit Himoğlu'na, hem bu konuları gündeme getirdikleri için hem de güzel önerileri için teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum.

Sayın milletvekilleri, ilköğretimin amaçlarından birisi de, öğrenciye sağlıklı yaşamak, ailesinin ve toplumun sağlığıyla, çevreyi korumak için gereken bilgi ve alışkanlıkları kazandırmaktır. İlköğretim kurumlarında, öğrencilere, istenilen davranışların kazandırılması, öğrencinin becerilerinin geliştirilmesi ve yeteneklerinin ortaya çıkarılması için eğitici çalışmalar yürütülmektedir.

Öğrencilerin beden, ruh ve sosyal bakımdan -çünkü; çantaların denk olmamasıyla ilgili belirtilen husus, ruh sağlığıyla da ilgilidir- sağlıklı olarak gelişmesi ve beslenmeyle ilgili bilgi ve beceri alışkanlıklarını kazandırmak üzere, beslenme eğitiminde bulunulmaktadır.

Beslenme eğitimi, sınıf öğretmeninin nezaretinde, beslenme çantalarıyla ve öğrenciler serbest bırakılarak yapılan bir beslenme değildir. Sınıf öğretmeninin nezaretinde, öğrenciler, evlerinden getirdikleri yiyecekleri beslenme saatinde yerler; böylece, hem sağlıklı gelişmeleri hem de beslenme alışkanlıklarının kazandırılması sağlanmaktadır.

Öğretmen, okulun çevresinin sosyal ve ekonomik düzeyini dikkate alarak; çünkü, bir okula gelen öğrenciler, o belli, ekonomik, sosyal çevreden geldiklerinden, bu ekonomik ve sosyal çevreyi dikkate alarak, öğrenci velileriyle işbirliği yapmak suretiyle, haftalık veya aylık beslenme listesi hazırlar. Böylece, tüm öğrenciler, beslenme saatinde, aynı tür yiyeceklerle beslenmiş olurlar. Sayın Himoğlu'nun söylediği dengesizlik, bu, haftalık veya günlük beslenme programının uygulanmadığı yerlerde söz konusu olabilir ki, bu konuda bir genelge yayımlayarak, çocukların ruh sağlığı bakımından zor durumda kalmamaları için, bir birlik sağlanmasını temin edecek, haftalık veya günlük beslenme programlarını, velilerle birlikte hazırlamalarını isteyeceğim. Böylece, tüm yiyecekler dengeli olmuş olacaktır.

Taşıma kapsamına alınan öğrencilere de, devlet tarafından, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan, il ve ilçelerde, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kanalıyla öğle yemeği verilmektedir.

1999-2000 öğretim yılında, ilköğretim alanında, taşımalı sistemde 635 000 öğrenci ile kırsal kesimdeki yoksul öğrencilere öğle yemeği verilmektedir, giyecek verilmektedir; 2 milyon 400 bin öğrenciye bu hizmet verilmektedir.

4 trilyon 300 milyon liralık kitap, kırtasiye, çanta, parasız olarak dağıtılmıştır.

Bu öğretim yılında, kısa zamanda çalışmaları sonuçlandırılacak olan pansiyonlu ilköğretim okulları ve yatılı ilköğretim bölge okulları başta olmak üzere, taşımalı sisteme giren ilköğretim okullarında, 900 000 öğrenciye, 40'ar gramlık poşetler içerisinde, her gün fındık vermeyi planlamış bulunuyoruz. Sanayi ve Ticaret Bakanlığının stoklarında bulunan fındığı, bu nedenle, ilköğretimdeki çocuklarımıza -ama, pansiyonlu ilköğretim okulu, yatılı bölge okulu ve kırsaldaki çocuklarımız başta olmak üzere- beslenmeleri için vereceğiz; buradaki miktarsa, 3 615 tondur, bu hesaplamalar yapılmıştır.

Bunun yanı sıra, süt dağıtımı çalışmalarımız da sürmektedir. Çocukların, bunlar...

AHMET KABİL (Rize) – Çay da verin.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Rizeli arkadaşım "çay da verelim" diyor; onlar, zaten çay içiyorlar.

Çocuklarımızın daha iyi beslenebilmeleri için, devletin stoklarındaki fındıktan 3 615 tonu, bu amaçla ayrılmıştır, paketleme işlemleri sürmektedir, bunları dağıtacağız; süt için de çalışıyorum.

Bugün, yatılı ilköğretim okulları ile pansiyonlu ilköğretim okullarında öğrencilerimizin sayısı 137 656'dır, yatılı kapasitede. Devletin, yemek, içmek, giyinmek ve her türlü ihtiyacını karşıladığı, hatta harçlığını verdiği öğrenci sayımız 137 656'dır.

Birkaç gün önce, Vakıflar Genel Müdürlüğüyle yaptığımız bir protokolle, 55 yurdu da, Millî Eğitim Bakanlığının işletmesi kararlaştırılmıştır. Bu 55 yurtta da, 12 000 öğrenci, biraz önce anlattığım sosyal yardımlardan tamamen yararlanacaktır.

Devletimizin imkânlarını, en iyi şekilde -sosyal devlet olmanın gereği- zorunlu ilköğretimde, bilhassa kırsal alanda başlamak üzere, bu şekilde halkımızın ve çocuklarımızın hizmetine vermiş bulunuyoruz.

657 sayılı Yasanın 64 üncü maddesine gelince. Bu yasa, değişik şekliyle mecburî hizmeti kıstas almıştır. Der ki: "Belirli bir süre görev yapmak üzere mecburî olarak -zorunlu hizmet dediğimiz- kalkınmada birinci derecede öncelikli illerde sürekli göreve atanan devlet memurlarının, buralarda başarılı geçen hizmet sürelerinin her iki yılına bir kademe ilerlemesi öngörülmüştür."

Şimdi, bu, bir yasal düzenlemedir. Bunun dışına çıkıp uygulama yapmam olası değildir; ancak, Millî Eğitim Bakanlığında uygulamakta olduğumuz zorunlu hizmet bölgesine atama yapılan öğretmenlerim bundan yararlanmaktadırlar. Diğer öğretmenlerin yararlanması için yeni bir yasal düzenlemeye ihtiyaç vardır.

1 Mayıs 1990 tarihinde yürürlüğe giren bu hüküm, bakanlığımız kadrolarında görevli personelden, ilgili yönetmelikler -hükme paralel yönetmelikler- düzenlenmiş ve uygulanmaktadır; ancak, bu sorun, sadece Millî Eğitim Bakanlığının çözebileceği bir sorun değildir. Bu yasayı, bu yasaya göre çıkarılan yönetmeliği uygulamada, Millî Eğitim Bakanlığından başka Maliye Bakanlığı ve Sayıştayın da denetimi vardır.

O nedenle, Sayın Himoğlu'nun bu güzel duygularını, bir gün, yasa şekline getirdiğimizde, 64 üncü maddeyi de kapsam olarak genişletmiş oluruz; zorunlu hizmetin dışında da kalkınmada birinci derecede öncelikli yörelerde hizmet yapan kişilerin bu haktan yararlanmasını sağlamış oluruz. Ancak, yapılması gereken önemli şey, birinci derecede öncelikli yöreleri bir daha gözden geçirmektir. Bir yanda, yolu olmayan Sinop ile Bolu'yu, Çorum'u, Kırıkkale'yi, Samsun'u aynı kefeye koyup, buralar için birinci derecede kalkınmada öncelikli yöre dersek, biz dersek, burada bir yanlış var. Bayburt ile Kırıkkale'ye, ikisine de birinci derecede kalkınmada öncelikli yöre dersek; burada bir yanlış yapıyoruz demektir. O nedenle, bir teşviki her yere yaymak, ben de istiyorum, benim ilime de gelsin diye her yere yaymak, o teşviki ortadan kaldırmak olur. O nedenle, bu kalkınmada birinci derecede öncelikli yöreler sorununu da Yüce Meclisimiz çözdüğünde, daha adaletli bir sisteme geçmiş olacağımızı umuyorum.

Saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Millî Eğitim Bakanımız Sayın Bostancıoğlu'na teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır:

Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, Anavatan Partisi Gruplarının, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş müşterek önerileri vardır. Önce, tümünü okutup işleme alacağım; sonra, ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım:

IV. – ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. – Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 16.12.1999 Perşembe günü (bugün) yaptığı toplantıda siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, gruplarımızın ekteki müşterek önerilerinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederiz.

Saygılarımızla.

Mehmet Emrehan Halıcı İsmail Köse Zeki Çakan

DSP Grup Başkanvekili MHP Grup Başkanvekili ANAP Grup Başkanvekili

Öneriler:

1. 16 Aralık 1999 Perşembe günkü gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı gün dağıtılan 298 sıra sayılı kanun tasarısının, 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 4 üncü sırasına, 294 sıra sayılı kanun tasarısının 5 inci sırasına, 297 sıra sayılı kanun tasarısının 6 ncı sırasına, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 85 inci sırasında bulunan 186 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına alınması önerilmiştir.

2. Genel Kurulun 18 Aralık 1999 Cumartesi günü 13.00 - 19.00, 20.00 - 24.00 saatleri arasında çalışması ve bu birleşimde de kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi, gündemin 5 inci sırasına kadar olan kanun tasarı ve tekliflerinin 17 Aralık 1999 Cuma günü saat 24.00'e kadar bitirilememesi halinde, saat 24.00'ten sonra da çalışmalara devam edilerek 5 inci sıraya kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanması; 18 Aralık 1999 Cumartesi günü saat 24.00'e kadar 8 inci sıraya kadar olan kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin bitirelememesi halinde, saat 24.00'ten sonra da çalışmalara devam edilerek 7 nci sıraya kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanması öneril-
miştir.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lehte ve aleyhte iki sayın milletvekili söz alabilir.

Söz talebi var mı efendim?

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, aleyhte söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bülent Arınç.

Sayın Arınç, süreniz 10 dakika.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum, çalışmalarımızın hayırlı olmasını diliyorum.

Bugün, tekrar bir Danışma Kurulu toplantısı ve arkasından grup önerisi önümüze getirildi. Burada, daha önce Danışma Kurulunda alınan karar gereği, hem gündemde değişiklik yapılıyor hem de çalışma saatlerinde değişiklik yapılıyor. Cuma gecesi 24.00'e kadar çalışıp, gündemdeki konular bitmediği takdirde bitene kadar devam edeceğimiz şeklinde bir karar alınmıştı. Bu kez, cumartesi günü de çalışma günü kabul ediliyor ve bitmediği takdirde devam edeceği ifade ediliyor.

Danışma Kurulunun böylesine sık sık toplantıya çağırılması, gündemin böylesine sürekli olarak değiştirilmesi, her gün öne alınan bir tasarı veya tekifin ertesi gün tekrar geride bırakılması, geridekinin öne alınması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygınlığıyla kabili telif değil. Her gün gündem değişecekse, bu konulara hem hazırlıklı olmak açısından hem de gündemi yeterince takip etmek açısından çok zor durumlarda kaldığımızı ifade etmeliyim.

Bu, aynı zamanda, bir ciddiyet meselesidir. İktidar grupları, Parlamentoya sevk edecekleri ve görüşmelerini isteyecekleri tasarı ve teklifleri önceden belirleyebilirler; bu konuda yeterli bir çalışma yapılabilir; ama, böylesine "bugün için bunlar önemli ve günceldir" derken, ertesi günkü toplantıda "hayır, canım, bunlar daha önemli ve güncelmiş" diyerek, onların değiştirilmesini, gerçekten, bir gayri ciddilik olarak görüyorum.

İkincisi, artık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyeleri, saat 24.00'te gittikten sonra 01.00'de, 01.30'da uyuyabilirse uyuyacak, sabah, tekrar, mutlaka buraya koşacak ve belki, uluslararası sözleşmeler, belki daha ileride yer almasında da bir sakınca olmayan tasarı ve teklifler görüşülmeye devam edilecek.

Bunun ne kadar verimli olduğunu, çıkardığımız ve kendilerine öncelik verdiğimiz tasarıların ne kadar güncel ve ehemmiyetli olduğunu, getirilen tekliflerden de görmek mümkün!

Şuna itiraz ediyorum: Danışma Kurulu, bir hafta içinde iki defa, üç defa taplantıya çağırılarak, bir öncesinde alınan kararlar, bu denli, sorumsuzca değiştirilemez ve değiştirilmemeli.

İkincisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi, âdeta, bir fabrika haline getirilip, böyle, sürekli üretim yapacak düzeyde tutulmamalı. Pazar günü, bütçenin birinci görüşmeleri başlayacak ve esasen, gündem, zaten yoğun olacak. Gündeme alınan kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi de devam ediyor. Gemi siciliyle ilgili dün başladığımız ve ancak, tümü üzerindeki görüşmelerini bile tamamlayamadığımız 10-15 maddeli bir tasarının, gündemde olduğunu da unutmamak gerek.

Ben, hem Danışma Kurulunun böylesine, âdeta, bir hakkın suiistimaline doğru gidecek düzeyde, her gün yeni değişikliklerle önümüze gelmesini ve hem de gündemin bu şekilde sürekli değiştirilmesini doğru bulmadığımızı ve bu grup önerisine, olumlu oy vermeyeceğimizi ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Arınç.

Başka söz talebi?..Yok.

Önerinin maddelerini sırasıyla okutarak, oylarınıza sunacağım.

Önerinin birinci kısmını okutuyorum :

1. 16 Aralık 1999 Perşembe günkü gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı gün dağıtılan 298 sıra sayılı kanun tasarısının, 48 saat geçmeden, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 4 üncü sırasına, 294 sıra sayılı kanun tasarısının 5 inci sırasına, 297 sıra sayılı kanun tasarısının 6 ncı sırasına, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 85 inci sırasında bulunan 186 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına alınması önerilmiştir.

BAŞKAN – Öneriyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.

Önerinin ikinci kısmını okutuyorum :

2. Genel Kurulun 18 Aralık 1999 Cumartesi günü 13.00 - 19.00, 20.00 - 24.00 saatleri arasında çalışması ve bu birleşimde de kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi, gündemin 5 inci sırasına kadar olan kanun tasarı ve tekliflerinin 17 Aralık 1999 Cuma günü saat 24.00'e kadar bitirilememesi halinde, saat 24.00'ten sonra da çalışmalara devam edilerek 5 inci sıraya kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanması; 18 Aralık 1999 Cumartesi günü saat 24.00'e kadar 8 inci sıraya kadar olan kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin bitirilememesi halinde, saat 24.00'ten sonra da çalışmalara devam edilerek 7 nci sıraya kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanması önerilmiştir.

BAŞKAN – Öneriyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonları raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER

1. – Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonları Raporları (1/507) (S. Sayısı: 217) (1)

BAŞKAN – Komisyon?.. Hazır.

Hükümet?.. Hazır.

Hatırlanacağı üzere, dünkü toplantıda, gruplar adına tümü üzerinde görüşmelere başlamıştık, üç grup adına konuşmalar tamamlanmıştı.

Şimdi, sıra, Fazilet Partisi Grubu adına konuşacak olan Osmaniye Milletvekili Sayın Şükrü Ünal'da.

Buyurun Sayın Ünal. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika efendim.

FP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 217 sıra sayılı Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısı hakkında Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, trafik kazasında kaybettiğimiz Milliyetçi Hareket Partisi Çanakkale Milletvekili Sayın Sıtkı Turan ve danışmanı Metin Demir'e, Cenabı Allah'tan rahmet, Milliyetçi Hareket Partisinin, başta Sayın Genel Başkanı Devlet Bahçeli Bey olmak üzere bütün camiasına ve kıymetli ailesine de başsağlığı diliyorum, sabırlar diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ecdadımızın denizle tanıştığı tarihin derinliklerinden bu yana denizler, devlet ve millet hayatımızda çok büyük önem arz etmiştir. Gerçi, bu, insanlık tarihiyle başlayan bir olgudur. İnsanların denizle temasıyla beraber, denizler, önemini, bugüne kadar korumuştur. Ekonomik, ticarî, stratejik ve askerî açıdan, denizlerin, denizciliğin, deniz taşımacılığının, tersaneciliğin ve denizadamı yetiştirmenin önemi, eskiden de, şimdi de, hatta gelecekte de, milletlerin ve devletlerin hayatında ihmal edilemez ve vazgeçilemezliğini koruyacak ve sürdürecektir.

Zaman zaman, belli tarih ve günlerde "üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemiz" diye başladığımız konuşmalarda, denizlerimizden yeteri kadar yararlanamadığımızdan, denizciliğe ve deniz taşımacılığına fazlasıyla önem vermediğimizden şikâyet ederiz; hatta, bu şikâyetlerimiz, şugüne kadar süregelmiştir. Dilerim ki, bundan sonra, denizciliğimize vereceğimiz önem ve şu kanun tasarısının kanunlaşmasıyla beraber, kazanılacak olan yeni avantajlarla bu şikâyetlerden inşallah kurtulmuş oluruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; denizler, tarih boyunca, kıtalar ve uluslararası zenginliğe, kültürlerin birbirleriyle tanışmasına ve aralarındaki alışverişe imkân sağlamış bir ortamdır. Şunu kabul etmek gerekir ki, denizler, sahip oldukları doğal zenginlikler ile insanlığın müşterek malı ve gelecek nesillere aktaracakları ortak mirasıdır.

İktisaden gelişmiş ülkelerin çoğunda, deniz taşımacılığı, gemi inşa ve onarım sanayii başta olmak üzere, limancılık, balıkçılık ve birtakım faaliyetleri içerisine alan denizcilik sektörü, ekonomik kalkınma sürecinde önemli rol oynamıştır.

Ayrıca, denizcilik, ekonomiye sağladığı katma değerlerin dışında, ulusal savunma açısından da önem arz etmektedir. Tarihimizin derinliklerinde denizlerimize bakış açımız, daha fazla askerî açıdan olmuş, denizi, genelde, savaşlar için kullanmışızdır.

Uluslararası deniz ulaşım yolları üzerinde 8 300 kilometreyi aşan kıyı şeridine sahip coğrafî konumu nedeniyle, ülkemizde de denizcilik sektörü büyük bir potansiyel olmasına rağmen, sektörün ekonomik önemi henüz yeterince değerlendirilememiştir.

Ülkemiz, deniz taşımacılığında dünya ülkeleri arasında nerededir diye soracak olursak, cevabının pek de iç açıcı ve yüz güldürücü olmadığını, üzülerek görürüz.

Değerli milletvekilleri, halen, 750 milyon dwt'luk dünya filosuyla yıllık 400 milyar dolarlık bir taşıma hacmi gerçekleştirilmektedir. Mayıs 1999 itibariyle, 850 adet gemi ve 10,5 milyon dwt'luk Türk deniz ticaret filosu ise, dünya filosu içinde yüzde 1,3'lük payla 16 ncı sırada bulunmaktadır. Dünyada olduğu gibi ülkemiz ticaretinin de yüzde 85 ilâ 90'ı deniz yoluyla yapılmaktadır; ancak, toplam deniz yolu taşımaları giderek artmış olmakla birlikte Türk Bayraklı gemilerin dışticaret taşımalarındaki payı son beş yılda düşmekte olup, 1998 yılında yüzde 38,5 olarak gerçekleşmiştir. Konteyner taşımalarında ise, bu oran yüzde 3 ilâ 4'lere kadar inmektedir.

Yüzde 85'i ithal ve büyük bir bölümü dökme yük gemisi ağırlıklı filomuzun ülke dışticaret taşımalarındaki payının yükseltilmesi, üçüncü ülke taşımalarından, daha rekabetçi yapıyla, azamî pay alarak, ülke ekonomimize katkısının artırılması için, gelişen taşıma ve liman teknolojileriyle ülke ihtiyaçlarına uygun olarak full konteyner, tanker ve özel maksatlı gemilerle desteklenmesi ve gençleştirilmesi, mutlaka gerekmektedir. Bu amaçla, makro bir denizcilik politikası çerçevesinde, mevcut filonun verimliliğinin artırılmasının yanı sıra, ihtiyaç duyulan yaş, tip ve tonajlarda gemilerle kapasitenin artırılması için, uluslararası normlara uygun teşvik, kredi ve finansman organizasyonlarıyla kurumsal düzenlemelere gidilmesi önem taşımaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyada, bugün, binlerce gemi dünya limanları arasında taşıma hizmeti yapmakta olup, 5 milyar tonun üzerinde bir yük denizyoluyla taşınmakta, yılda 300 milyar doların üzerinde navlun geliri elde edilmektedir. Dünya deniz ticareti, 1997 yılında yüzde 3,6 büyüyerek, 21 milyar 413 milyon ton/mil değerine ulaşmıştır.

Elimizdeki son rakamlara göre, Türkiye'nin dışticaret taşımalarının yüzde 91'i denizyoluyla yapılmaktadır. Türk Bayraklı gemilerin deniz taşımacılığımız içerisindeki payı ise yüzde 40 civarındadır.

Ayrıca, maliyet açısından yapılan incelemeler, denizyolunun en ekonomik taşıma sistemi olduğunu göstermektedir. Denizyoluyla yapılan taşıma maliyeti, ortalama olarak, demiryolundan 2,5 kat, karayolundan 4 kat, havayolundan ise 12 kat daha ucuzdur. Bu kıyaslama, denizyolu taşımacılığına vermemiz gereken önemin ehemmiyetini daha bir gözler önüne sermektedir. Ülkemizde, 1998 yılında, 79 milyon tonu ithalat, 25 milyon tonu ihracat olmak üzere, 104 milyon ton dışticaret taşıması yapılmıştır.

İhracat taşımalarında Türk Bayraklı gemilerin payı sadece yüzde 29'dur. Önümüzdeki beş yıl içerisinde, halen 10,4 milyon dwt olan deniz ticaret filo kapasitesinin 20 milyon dwt'a yükseltilmesi, filo yaş ortalamasının 15'in altına çekilmesi, iç suyolu taşımacılığının geliştirilmesi amaçlanmaktadır.

Denizyoluyla taşımacılık faaliyetlerinde önemli bir yer kaplayan limanlarımızın altyapısı yetersiz olup, ihtiyacı karşılayacak biçimde geliştirilmesi, modernleştirilmesi ve konteyner taşımacılığına hizmet verir hale getirilmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gerek iç piyasalarda ve gerekse dünya piyasalarında ticaret, tamamen rekabete dayalı bir şekilde sürüp gitmektedir. Zayıf sermayenin güçlü sermaye, pahalı mal ve hizmetin ucuz mal ve hizmet karşısında hayatını devam ettirmesi mümkün olamamaktadır. Bu rekabet, deniz taşımacılığında da kendini göstermekte, gemi sahipleri, ekonomik zorluklar ve sefer maliyetleri karşısında değişik arayışlara yönelmek durumunda kalmaktadırlar. Özellikle, Liberya, Panama, Bahama, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Malta, Bermuda ve Lübnan gibi ülkeler, kendi bayraklarını çeken gemilere birçok avantajlar sağlamışlardır. Kolay bayrak ya da elverişli bayrak ülkeleri olarak adlandırdığımız bu ülkelerin, kendi bayraklarını çeken gemilere sağladığı avantajlar sonunda, başta Kuzey Avrupa ülkeleri filoları olmak üzere, birçok ülkenin filosunda, önemli oranda küçülmeler meydana gelmiştir.

Bu durum karşısında, 1980'li yılların başından itibaren, başta Norveç olmak üzere, birçok Avrupa ülkesi, kendi millî sicillerini ortadan kaldırmadan, yine kendi ülke bayrakları altında oluşturdukları -kolay bayrak ya da elverişli bayrak ülkelerinin tanımış olduğu avantajları kendi gemi sahiplerine sağlayan- ikinci bir sicil düzenlemesi yoluna gitmişlerdir. Bu suretle, ikinci sicil ya da uluslararası sicil diye adlandırılan uygulama ortaya çıkmıştır. Bugün, Norveç, Danimarka, Finlandiya, Almanya, İngiltere, Fransa, Lüksemburg ve Portekiz'de, uluslararası gemi sicil uygulaması mevcuttur.

İkinci sicil, yukarıda belirtilen ülkelerde, genel olarak beklenen sonuçları vermiş, bu sicili uygulayan ülkeler, kendi vatandaşlarından gemi sahibi olanları ülkelerine çekebilmişlerdir. Elverişli bayrak, genel olarak yabancı gemilere yönelik bir uygulama olduğu halde, ikinci sicil, daha ziyade yerli gemilere yönelik bir uygulama olarak ortaya çıkmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küreselleşme dediğimiz hadise dünyamızı küçültmüş, ticaretin her dalında başgösteren rekabet, deniz taşımacılığında da kendini ortaya koymuştur. Bununla birlikte doğan navlun krizi, Türk donatanlarını sıkıntıya sokmuş, onlar da çareyi, ya elverişli bayrak ülkelerine ya da ikinci sicil uygulayan ülkelere gitmek suretiyle, bu ülkelerin sağladığı avantajlardan yararlanmakta bulmuşlardır. Bu durum ise, millî filomuzun küçülmesine neden olmuştur. Millî filomuzun erimesini önlenmesi, Türk deniz ticaret filomuzun geliştirilmesi ve filomuzun uluslararası piyasada rekabet etme gücü ile taşıma kapasitesinin artırılması, yeni çalışmaların yapılmasını zorunlu hale getirmiştir. Türk uluslararası gemi sicilinin kurulması ve elverişli bayrak ülkelerinin tanımış olduğu birtakım avantajlardan, sicile kaydolan Türk gemilerinin de yararlanması, ülkemiz ve sektörümüz açısından önem taşımaktadır.

Bu kanun tasarısından beklenen nedir; denizcilik ve deniz taşımacılığı faaliyetlerinin doğrudan veya dolaylı vergilendirme kapsamının dışına alınması, tonaj üzerinden maktu bir oranda vergilendirilmesi, sektörün ihtiyaç duyduğu vasıflı yabancı uyruklu personel istihdamı sağlanması, muhasebe uygulamaları açısından yürürlükte bulunan mevzuattan kaynaklanan problemlere çözüm bulunması, bu yolla ülkemizin döviz girdilerinde artış sağlanması gibi maddeleri sayabiliriz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni oluşturulacak gemi sicilinin temel amacı, deniz ticaret filosunu gençleştirmek, büyümesine imkân sağlamak, deniz taşımacılığı sektörünü geliştirmek ve yeni iş imkânları yoluyla, istihdam artırıcı bir düzenlemeyi tesis etmek olmalıdır. Çıkarmaya çalıştığımız şu kanunla, bir taraftan, tanınan avantajlar sebebiyle diğer ülkelere kaçan gemi işletmecilerimizi yeniden kazanmaya çalışırken, diğer taraftan, yabancı işletmeleri, tanıyacağımız avantajlarla ülkemize çekmeye çalışıyoruz. Neden; biraz daha ülkemize döviz girsin, biraz daha iş imkânı doğsun ve işsizlik azalsın diye; ama, üzülerek görüyoruz ki, bir taraftan yabancı sermayeyi, yabancı müteşebbisi ülkemize getirmek için uğraşırken, kanunlar çıkarırken, diğer taraftan, kendi öz millî sermayemizi ve müteşebbisimizi çok basit ve kasıtlı suçlamalarla yurt dışına kaçmaya zorluyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde, Denizcilik Müsteşarlığının ve personelinin içinde bulunduğu problemlere birazcık olsun değinmek istiyorum.

491 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Müsteşarlığa verdiği görevlerin yerine getirilmesi, mevcut mevzuat hükümlerine göre, Denizcilik Müsteşarlığı bütçesinden ve genel bütçeden ayrılan paylardan karşılanmaktadır; ancak, bu kaynakların kısıtlı olması, hizmetlerin ifasında aksamaların meydana gelmesine sebep olmaktadır. Anılan hizmetlerin süratli olarak gerçekleştirilebilmesi için, yeterli araç, gereç ile uzman personele ihtiyaç duyulmaktadır. Bunların sağlanması için de ek malî kaynaklara ihtiyaç vardır. Bu bakımdan, bir döner sermaye işletmesi kurulması zorunluluk haline gelmiştir.

Ayrıca, Denizcilik Müsteşarlığı personeli, Başbakanlığa bağlı bir kuruluş personeli olmasına rağmen, Başbakanlığa bağlı diğer kuruluşlara tanınan haklardan faydalanamamaktadırlar. Bu durum, Denizcilik Müsteşarlığının kalifiye eleman bulmasında ve çalıştırmasında zorluk çekmesine neden olmaktadır. Mevcut personelin kurumda kalmasının sağlanması, kalifiye eleman bulunması için de Denizcilik Müsteşarlığı personeline, Başbakanlığa bağlı diğer kuruluşların personeline tanınan özlük haklarının tanınması şarttır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın sonuna doğru yaklaşırken, denizciliğimizin gelişmesi açısından faydalı gördüğüm birkaç önerimi de huzurlarınızda sıralamak istiyorum.

Tersanelerimize baktığımızda, yurdumuzun belli yerlerinde kümelendiğini görüyoruz. Gerek istihdamın yayılması gerekse bölgeye ekonomik canlılık getirmesi açısından, Akdeniz Bölgesinde tersaneciliğin teşvik edilmesini, Mersin - İskenderun kıyı şeridinde uygun görülen yerde modern bir tersane inşaını, burada, yetkililere, ilgililere duyuruyor ve teklif ediyorum. Bu kıyı şeridimiz incelendiğinde, görülecektir ki, tersane yapımına müsait çok güzel yerler bulunacak ve burada inşa edilecek olan tersaneyle, bölgemizin ekonomik canlılığına birazcık da olsun katkıda bulunula-
caktır.

Diğer taraftan, gemi sicilinin sadece İstanbul'da yapılması öngörülmektedir, bu kanun tasarısıyla. Gemi sicilinin, aynı zamanda, Mersin yöresinde de tutulması için çalışmaların başlatılmasını teklif ediyoruz.

Yine, ülkemizin ihtiyaç duyduğu, hatta diğer ülkelerde de istihdam edilebilecek gemi adamı yetiştirme konusunda, gemi adamı yetiştiren kursların daha vasıflı hale getirilmesi ve yaygınlaştırılması gerektiği düşüncesinde olduğumuzu da burada ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısını Sanayi ve Ticaret Komisyonumuzda da görüşürken, getireceği avantajların ülkemizin faydasına ve yararına olduğu görüşünde bütün partilerin temsilcileri arasında görüş birliğine varmış bulunuyoruz. Biz inanıyoruz ki, bu tasarının kanuşlaşmasıyla birlikte, Türkiyemizin gemi taşımacılığında, gemi inşaında, kolay bayrak, ikinci sicil gibi avantajlarla daha bir hareketleneceğine ve bu sektöre bir canlılık geleceğine inanıyoruz.

Ben, şahsım ve Grubum adına bu kanun tasarısının ülkemize ve Türk denizciliğine hayırlı olmasını temenni ediyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ünal.

Grupları adına son konuşma, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Oğuz Tezmen'e ait.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 20 dakika.

DYP GRUBU ADINA OĞUZ TEZMEN (Bursa)– Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz, Türk Uluslararası Gemi Sicil Kanun Tasarısı, yasalaşması durumunda, aslında, Türkiye uygulamasına yeni getirilen bir müessese olacak.

Bu, denizcilik, aslında Türkiye'nin öteden beri geliştirmeyi arzu ettiği, önemli teşvikler sağladığı bir alandır; bunun da semereleri, zaman içerisinde kendini göstermiştir. Gerçekten de, Türk deniz filosu, bugün 10 300 000 dwt ile dünya sıralamasında 18 inci sırayı yakalamış durumda. Ancak, bu oran, bu sıralama, Türkiye gibi üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke için yeterli değil. Türkiye, denizciliğini her yönüyle teşvik etmek, geliştirmek mecburiyetinde.

Şimdi, ben, Türkiye'de taşımacılığın durumuna bir bakmakta fayda olduğuna inanıyorum. Yurtiçi taşımacılığımızın, 1996 yılında yüzde 88,3'ü karayoluyla taşınıyor; 1998 sonunda yüzde 89'u karayoluyla taşınır halde. 1996 yılında denizyoluyla taşıma yüzde 8,2 iken, 1998 yılında yüzde 7,9; demiryoluyla taşıma ise, yüzde 3 civarında. Türkiye'de, yükün, yüzde 3'ü demiryoluyla, yaklaşık yüzde 8'i denizyoluyla -yurtiçi taşımalardan bahsediyorum- yüzde 89'u, yüzde 90 civarı da karayoluyla taşınıyor.

Benden önceki konuşmacılar hep dile getirdiler, karayoluyla taşıma, etkinliği yanında, yüksek maliyeti de içeren bir taşıma yöntemi. Dolayısıyla, Türkiye, bu denizleri daha iyi kullanmak durumunda. Her ne kadar, yurtdışı taşımalara baktığımızda, 1998 yılında sadece yüzde 4'ünü karayoluyla taşıyoruz, yüzde 94,4'ünü denizyoluyla taşıyoruz, demiryoluyla ise yüzde 1,2'sini taşıyoruz. Tabiî, denizyolu yurtdışı taşımalarda kullanılırken, yurt içinde ciddî eksikliklerimiz var; ancak, deniz ticaretinin geliştirilmesi, öyle iddia edildiği gibi, söylendiği gibi kolay bir iş de değil; çünkü, dünyadaki gelişmeye baktığınız anda, 1998 yılında, dünya ticaretinde, deniz ticaret hacminde binde 7'lik bir daralma söz konusu; ama, aynı zamanda, 1998 yılında, dünyada taşıma kapasitesi yüzde 2,4 artmış; yani, bir taraftan taşıyıcı sayısı artıyor; ama, buna karşın taşınacak yük sayısında azalma var. Bu, neyi doğuruyor; bu, ciddî rekabeti doğuruyor. Bu rekabet, gerçekten kolay baş edilir bir rekabet değil; çünkü, dünyadaki deniz ticaret filolarının yaklaşık yarısı ikinci tür sicile kayıtlı; yani, kendilerine vergi kolaylığı sağlayan, yabancı gemi çalıştırma konusunda esnek düzenlemeye imkân sağlayan ülkelerin bayrağını taşıyorlar ve millî mevzuatın getirdiği vergileme ve çalıştırma yükümlülüğünden de kurtuluyorlar. Tabiî, böyle olunca, siz, bunlarla rekabet etmek zorundasınız. Rekabet ederken de, aynı olanaklara sahip olmazsanız, istediğiniz kadar çabalayın, rekabette aşağıya düşmeniz kaçınılmaz oluyor. O zaman, ikinci gemi sicil olayının gündeme gelmesi söz konusu oluyor. Bu, ikinci gemi sicili olduğu zaman ne olacaktır. İkinci gemi sicili olduğu zaman, gemilerini Türk uluslararası gemi siciline tescil ettiren işletenler, armatörler, bu ikinci sicilin sağladığı olanaklardan yararlanarak, diğer ülkelerle daha iyi koşullarla rekabet etme olanağını bulabilecekler.

Ayrıca, ikinci sicilin sağladığı diğer bir olanak da, Türk Ticaret Kanununun 824 üncü maddesindeki iki yıllık sınır -yabancı bayrakta iki yıldan fazla bulundurmama şartı- nedeniyle finansal kiralamada ortaya çıkan sorunları da aşacağıdır. Böylelikle, yabancıdan, finansal kiralama suretiyle aldığı zaman -mülkiyeti yabancıya ait olsa dahi- Türk gemi siciline, finansal kiralama aktini ispatlamak suretiyle, ayrı bir bölüme tescil ettirme imkânına kavuşacaklar. Dolayısıyla, armatörlere, yeni gemi tedarikinde, finansal kiralama yöntemiyle gemi kiralanmasında, gemi edinilmesinde geniş olanaklar sağlanacak.

Şimdi, Türkiye'deki gemilerin ana hatlarıyla bir dökümünü yapacak olursak; 5 Kasım itibariyle, Türkiye'de 1 240 adet, toplam 10 312 000 dwt'lik gemi vardır. Bunların ana hatlarıyla dağılımı: Kuru yük gemisi yüzde 13,67'sini, dökme yük gemisi yüzde 60,75'ini, petrol tankeri yüzde 10,38'ini, ro-ro gemisi -ki, bu, gelişmeye açık, yeni gelişen bir alan- yüzde 1,80'ini oluşturuyor. Özellikle ro-ro taşımacılığı, TIR taşımacılığının bir uzantısı niteliğindedir, TIR taşımacılığına altyapı oluşturan bir düzenlemedir; dorselerin bu ro-ro gemisine yüklenmesi suretiyle, uzun mesafeleri katetme, gümrüklerde beklememe, çeşitli ülkelerin karnede çıkardıkları zorlukları da aşma bakımından önemli olanaklar sağlanmakta ve gitgide gelişmektedir. Çok başarılı ro-ro işletmeciliği yapılmakta ülkemizde ve ro-ro işletmeciliğinin gelecekteki öneminin daha da artacağını burada özellikle belirtmek isterim ve ro-ro taşımacılığına da her türlü olanağın sağlanmasının da doğru olduğuna inanıyorum. Bunun teşviki, Doğru Yol Partisi hükümetleri döneminde de ciddî biçimde yapıldı ve ro-ro taşımacılığının bundan sonra da teşvik edilmesi, Türk ticaretinin olası engellemelerden kurtulması bakımından da çok önem taşımaktadır.

Ulaştırma Bakanlığının çok ciddî sıkıntıları olmaktadır. Bazı geçiş ülkeleri, karne bakımından belli sınırlamalar getirmekte ya da TIR'ların egzoz emisyonları bakımından da belli tahditler, belli regülasyonlar getirmektedir. Bunları aşamazsanız, elinizdeki geçiş karnesinin tükenmesi durumunda Türkiye ihracat yapamaz hale gelebiliyor. Halbuki ro-ro gemisine, özellikle Haydarpaşa'dan yüklüyorlar, Venedik'e kadar taşıyabiliyor, TIR'lar onun içerisine yükleniyor ve bu gemiler Venedik'e kadar geçiyorlar; böylelikle Avusturya'da, özellikle çok titiz emisyon uygulamaları nedeniyle, karşılaşılan sorunları da aşma imkânını buluyoruz. Ro-ro taşımacılığı gerçekten teşvik edilmesi gereken unsurlardan birisidir.

Türk uluslararası gemi sicilinin getireceği yararları kısaca, ana başlıkları itibariyle belirtmek istiyorum. Uluslararası gemi sicili uygulaması, Türk bayraklı gemilerin giderlerini, rakip yabancı bayraklı gemilerin işletme giderleri seviyesine düşürecek, deniz ticaret filomuzun uluslararası rekabet gücü kuvvetlenecektir. Çünkü, birtakım yükümlülükler var; yerli sicillerin getirdiği defter tutma, muhasebe düzenlemesi, işleticisi, onların bazı yükümlülükleri dolayısıyla, gemi adamlarının yükümlülükleri dolayısıyla... Bunlara esneklik dolayısıyla bazı maliyet avantajları gelecek.

Filomuzun rekabet gücü artışıyla sağlanacak büyüme, yeni gemi siparişleri ve bakım onarım ihtiyacını artıracak ve buna bağlı olarak da istihdam olanakları genişletilecektir.

Daha önce de belirttiğim gibi, bu engellerin ortadan kalkmasıyla, denizcilik şirketlerinin, finansal kiralama yoluyla gemi sahibi olmalarında karşılaşılan sorun da aşılacak, geniş rahatlama imkânı sağlanacaktır.

Tabiî, bu gemi siciline kaydedilen gemiler, malî mevzuat gereğince, bazı Türk millî mevzuatı gereğince yükümlülükten kurtulacaklar; ama, buna karşı, burada, kayıt harcı ve tonaj harcı diye bir düzenleme getiriliyor. Bu düzenlemeyle, bir kere, gemi siciline tescil edilirken dolar bazında harç alınıyor; bu, kayıt sırasında bir seferlik alınan rakam. Ayrıca, her yıl, tonaj itibariyle bu gemi siciline kayıtlı olduğu sürece de net tonu üzerinden harç ödeyecek; dolayısıyla, aslında, bir tür götürü vergileme yöntemiyle bunlar vergilenmiş olacak. Bu bakımdan, bunun sağlayacağı bazı avantajlar, bu alana girmek isteyen müteşebbisleri de teşvik edecek niteliktedir.

Uluslararası gemi siciline geçildiğinde, Türk vatandaş ve şirketlerine ait gemilerin, açık sicil uygulaması yapan Panama, Liberya ve Malta gibi ülke bayraklarına kaçışları ve böylece, deniz ticaret filomuzun erozyona uğraması önlenecektir. Daha önce de belirttim, dünyada deniz ticaret filolarının yaklaşık yarısı bu tür açık bayrak ülkelerinin tescillerine kayıtlı; çünkü, orada çok rahat, geniş imkânlar var, çok ciddî yükümlülük yok. Bu nedenle, bu saydığım ülkeler öncelikli tercih niteliğini taşımaktadırlar.

Uygulamaya başlanacak uluslararası gemi sicili yabancılara da açık olacağından, örneğin, Türkiye'yle kuvvetli ticarî bağları olan Bağımsız Devletler Topluluğu gibi komşu ülkelerin işletmecilerinin ülkemize celbi sağlanabilecek. Böylelikle, sisteme kayıtlı yabancı armatörlerin, Türkiye'de kuracakları şirketlerin burada açacakları bürolarda ve denizcilik sektöründe doğacak aktivite artışına paralel olarak da, sektöre ilave istihdam olacak; ayrıca, devletin gelirleri üzerinde de olumlu etkisi görülecektir.

Deniz taşımacılığı uluslararası bir faaliyettir. Bu nedenle, bu faaliyetin gerektirdiği esnekliğe ve hareket alanlarına sahip olmak zorundadır. Getirilen bu kanunla, gemilerin teknik açıdan sahip olması gereken özelliklerinden taviz verilmesi söz konusu değildir. Gemiler, tıpkı millî sicile kayıtlı gemiler gibi, aynı teknik özelliklere sahip olmak zorundadırlar. Bu sicil uygulamasıyla amaçlanan, işletmecilikte formalite yükünün getirmiş olduğu atalet ve gereksiz maliyet artışlarını ve verim kaybını azaltmak yoluyla rekabet gücüne ve rekabet yeni alanlarına ulaşılma imkânı sağlanacaktır.

Bu tasarıyla getirilmeye çalışılan düzen, ne mikro anlamda denizcilik sektörü ve çalışanlarının ne de makro alanda ülkemiz çıkarlarına ters düşmemektedir.

Tasarının hazırlık aşamasında, Hazine ve Maliye gibi ülkemizin yetkili kuruluşlarıyla koordinasyon sağlanmış, devlet gelirlerinde ve ülke ekonomisinde ciddî bir sıkıntı gelmeyeceği gibi, bazı iyileşmeleri de yanında getireceği sonucuna varılmış. Böylelikle, hem Türk işletmecilere hem de yabancılara ait gemilerin ülkemizin bu açacağı yeni uluslararası sicile kaydolmasıyla da, ek gelir imkânlarına kavuşulması söz konusu olabilecektir.

Bu uygulamayla millî işgücümüzün istihdamında olumsuz bir gelişmenin meydana gelmesinin de beklenmemesi gerekmektedir. Çünkü, gemi adamı istihdamı için öncelikle bir filonun mevcut olması gerekir. Rekabet edemediği için borçlarını ödeyememek durumuyla karşı karşıya kalan armatörün, gemisini elden çıkarmak zorunda kalması, ister istemez kolay bayrağa gitmesi, Türk gemi adamı istihdamını da azaltmaktadır. Bu sistemle getirilen Türk uluslararası sicil uygulamasıyla gemi adamı istihdamında da kolaylık sağlanmakla beraber, yüzde 25 gibi belli bir zorunluluk getirilmektedir. Bu da, gerçekten, Türk gemi adamlarına da yeni alan açmış olacaktır.

Bir diğer avantaj da, uluslararası gemi sicili uygulamasıyla Türk gemi adamı işgücünün, yabancı gemi adamları işgücü karşısında haksız bir rekabetle karşı karşıya kalmasını bahsetmemek gerekir. Üstelik, bu kanunda, Türk gemi adamına Gelir Vergisi muafiyeti getirildiği için, tercih sebebi de olacaktır. Türk armatörü, ilke olarak, gemisinde, her zaman, Türkiye Cumhuriyeti uyruklu zabit ve gemi adamı çalıştırmaya özen göstermiştir. Dolayısıyla, bu uygulamanın da devam edeceğini beklemek, kaliteli ve çalışmak isteyen gemi adamlarının, gemi zabitinin istihdamında da imkânlar sağlanmış olacaktır.

Türk deniz ticaret filosunda çalışan personelin gelirleri, dünya rayici seviyesindedir. Kabotaj dışı taşımalarda istihdam edilen zabit sınıfı için gözlenen örnekler, yabancı işgücünün istihdamında bazı farklılıklar olduğunu ortaya koymakta. Dolayısıyla, Türk deniz ticaret filosuna, bu ikinci gemi sicil imkânı sağlanmasıyla, aynı işi yapan Türkiye Cumhuriyeti uyruklu gemi adamlarımızın gelirlerini de artırıcı etkisi olacaktır; çünkü, vergi avantajlarından kurtulunacağı için, yabancılar yerine, Türkiye Cumhuriyeti uyruklu gemi adamlarımızın istihdamına imkân sağlanacaktır.

rk deniz ticaret filosunun bu uygulama sonucunda gelişmesiyle de, gerek BOTAŞ, gerek kamu kuruluşları da, gerçekten, bazı olanakları sağlayacaklar, daha ucuza taşıtma imkânı bulacaklardır. Böylelikle, belki, son günlerde, herkesin sıkıntı çektiği, şikâyetleri dile getirdiği, BOTAŞ gibi, petrol fiyatlarında meydana gelen yüksek artışların, bir miktar aşağıya çekilmesi ya da daha az zam yapılmasına olanak sağlayacak avantajlar da elde edilebilecektir.

Türk uluslararası gemi siciline yabancı bayraklı gemilerin kayıtları çoğaldıkça, dışticaret yüklerimizin taşınmasında Türk bayraklı gemilerin payı da yükselecek, böylelikle, ülkemize döviz girdisi artacak ve şu anda -yabancı bayraklı gemilere ödenen- büyük meblağda yabancılara ödenen bu döviz de Türkiye'de kalacaktır, Türk armatörlerine bu imkân sağlanacaktır.

Kısaca yararlarını özetlemeye çalıştığım Türk uluslararası gemi sicili, gerçekten, yeni bir müessesedir, düzgün yönde atılmış bir müessesedir, Türk deniz ticaretine önemli katkılar yapacağına inanıyoruz. Bu bakımdan, bizim, bu tasarıyı, doğru bir tasarı olduğu için, Türk deniz ticaretine yarar sağlayacağı için destekleyeceğimizi bildirir, hepinize saygılar sunarım.

Teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tezmen.

Sayın milletvekilleri, böylece, tasarının tümü üzerinde, gruplar adına yapılan konuşmalar tamamlanmış oldu.

Şahıslar adına konuşmalara geçiyoruz.

İlk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Cahit Savaş Yazıcı'ya ait.

Buyurun Sayın Yazıcı. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

CAHİT SAVAŞ YAZICI (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu, denizciliğin hak ettiği yere gelmesi için bir başlangıçtır. Armatörlerimiz ve tersanecilerimiz, bütün riskleri kendileri alarak birşeyler yapma çabasındadırlar. Piyasaları sarsan son uluslararası krizde, navlun, yani, taşıma ücretleri önemli ölçüde düşmüş; ancak, taşıma maliyetleri aynı kalmıştır. Üstüne üstlük, sıkıntılı sektör, birçok geminin uluslararası piyasalarda satışa çıkmasına neden olmuştur; bu da, piyasalardaki gemi fiyatlarının düşmesine neden olmuştur. Armatörlerimiz ciddî kayıplar yaşamışlardır; ellerindeki gemilerin değerleri önemli ölçüde düşmüştür. Onların ve tabiî, bağlantılı olarak, tersanelerimizin ayakta kalmasına yönelik bu kanun bir başlangıçtır. Bu kanunla, filomuz büyüyecek ve uluslararası piyasalarda söz sahibi olacağız. Bu ülkenin ufku Yunanistan'ın ufkundan daha dar değildir.

Hepinize saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yazıcı.

İkinci söz, Bursa Milletvekili Sayın Faruk Çelik'e ait.

Sayın Çelik?.. Yok.

Başkaca söz talebi?.. Yok.

Böylece, tasarının tümü üzerindeki müzakereler tamamlanmış oldu.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Maddelere geçilmesi kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

TÜRK ULUSLARARASI GEMİ SİCİLİ KANUNU İLE 491 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMEDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI

Amaç

MADDE 1. —Bu Kanunun amacı, oluşturulan Türk Uluslararası Gemi Siciline tescil edilen gemiler ile turizm şirketi envanterlerinde kayıtlı ticarî yatların temin ve işletilmesinde kolaylık sağlamak suretiyle Türk denizciliğinin geliştirilmesini hızlandırmak ve ekonomiye katkısını artır-
maktır.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu'na ait.

Buyurun Sayın Karapaşaoğlu. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

FP GRUBU ADINA MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; genellikle siyasî parti gruplarımızın ittifakını temin etmiş olan Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısının 1 inci maddesiyle ilgili olarak, Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemizde, denizcilik sektörüne gereği gibi ve yeterince önem verilmediği aşikârdır; bugüne kadar, kaderine terk edilmişlik ortamı içerisinde yeterince teşvik de edilememiştir. Bir müsteşarlık çatısı altında denizcilik sektörüne hizmet verilmeye çalışılmış; ancak, yeterli maddî destek sağlanamadığı için, gerekli vasıflı personel istihdam edilememiştir.

Ülkemizin ithalatının yüzde 94'ü, ihracatının ise yüzde 98'i deniz taşımacılığı yoluyla gerçekleştirilmektedir; iç ticaretimizde ise deniz taşımacılığının payı yüzde 5'tir. Deniz taşımacılığının demiryoluna oranla 7 kat, karayoluna oranla 11 kat daha ucuz olduğu göz önüne alındığında, taşıma maliyetinin, iç ve dış ticaretimize, küçümsenmeyecek boyutta etkisinin olduğu görülecektir. Dış ticaretimizde, deniz taşımacılığı yapan gemilerimizin, ancak yüzde 35'inin Türk bayraklı olduğu, geri kalan yüzde 65'inin yabancı bayraklı olduğu gerçeği, gemilerimizin uluslararası taşımacılık avantajlarına kavuşturulması gereğini ortaya çıkarmıştır. Bu tasarıyla, gemi taşımacılığının maliyetini düşürecek düzenlemeler de beraberinde gelecektir.

Denizcilik Müsteşarlığının görev ve sorumluluk alanında olması gereken konuların önemli bir bölümünün diğer kuruluşların uhdesinde bulunması, hizmetlerin daha süratli, daha verimli ve daha etkili bir şekilde yerine getirilmesini engellemektedir. Bu kargaşanın giderilmesinin, gemi filomuzun gençleştirilmesinin, güçlendirilmesinin yegâne yolu da, denizcilik sektörümüze hizmet verecek müstakil bir bakanlığın kurulmasıdır. Bu takdirde, sektörün özelliklerine uygun teşvik unsurları da gelişme imkânı bulacaktır.

Uluslararası rekabet, daha diri ve daha yeni teknolojiye sahip, yatırım maliyeti daha da yüksek olan gemilerden oluşan bir filoyla mümkündür. Bu teknolojik gelişme, limanlarımızın, teknik ve fizikî kapasitelerinin artırılmasına da vesile olacaktır.

Döviz kazandırıcı özelliğiyle ekonomimizin öncü sektörlerinden olan ulusal deniz ticaret filomuzun, korunması, geliştirilmesi, güçlendirilmesi, plan ilkelerimiz arasında da bulunmaktadır. Türk uluslararası ikinci gemi sicilinin kurulması, ayrıca, Türk donatanlarının, kolay bayrak ülkelerinin temin ettiği avantajlardan yararlanmak için bayraktan kaçmalarını önleyecek, filomuzun büyümesine sebep olacaktır. Bundan başka, kolay bayrak ülkelerindeki ayrıcalıkları, sicile kayıt olmakla elde edeceklerdir.

Avrupa Topluluğunun ortak sicil çalışması paralelinde bir Türk uluslararası gemi sicili oluşturulması, Avrupa Birliğine uyum sağlamamız açısından da önem arz etmektedir.

Ayrıca, Birleşmiş Milletlerin 1986'da kabul ettiği Gemi Sicil Konvansiyonu, tescil devletlerinin, kendi bayrağını taşıyan gemilerde yabancı uyrukluların çalışmasına izin vereceği esasını da hükme bağlamış bulunmaktadır.

Türkiye'nin, ayrıca, Birleşmiş Milletler Konvansiyonu prensiplerine de uyma zorunluluğu bulunmaktadır.

Sonuç olarak, Türk uluslararası gemi sicili, deniz ticaret filomuzun uluslararası piyasalardaki rakip ticaret filolarıyla eşit şartlarda çalışmasını sağlayacaktır.

Söz almış bulunduğumuz yasa tasarısının 1 inci maddesinin gerekçesinde de belirtildiği gibi, denizcilik sektörünün gelişmesini sağlamak, ülke ekonomisine etkisini katkısını artırmak, kıyılarımızdaki limanların gelişmesini temin etmek amacıyla İstanbul'da özel bir gemi sicili kurulması öngörülmekte, gemi adamı çalıştırılması ve vergilendirme konusunda önemli kolaylıklar sağlamak suretiyle özellikle Türk vatandaşlarına ait olup da diğer ülkelerin gemi siciline kayıtlı gemi ve yatların, o ülkelerin ağır vergi yüklerinin hafifletilmesi, mükellefiyet ve sınırlamalardan rahatsızlık duyan yabancılara ait gemi ve yatların, bu özel sicile tescil edilmeleri özendirilmektedir.

Bu madde, sadece, ticaret gemileri, açık deniz balıkçı gemileri ve turizm şirketi envanterine kayıtlı ticarî yatları kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.

Değerli arkadaşlar, Değerli Bakanım; Denizcilik Müsteşarlığımızın bünyesinde bulunan birtakım bilgileri elde etmek açısından, internet aracılığıyla birtakım arama faaliyetlerine girdik; maalesef, bir bilgiye ulaşmamız mümkün olmadı. Bu da şunu gösteriyor: Demek ki, bugüne kadar, Denizcilik Müsteşarlığımız ve denizcilik sektörümüz gerçekten ihmale uğramış, gerçekten birtakım tedbirler alınamamış veya alınmamıştır. İnşallah, bu düzenlemeyle bu sektöre gereği gibi önem verilecektir ve Türkiye'de gelişmesinin zarurî olduğuna inandığımız özel sektör tersaneciliğimize ait birtakım destekleri, teşvikleri de beraberinde getirecektir diye inanıyorum. Zira, bu sektörün en önemli altyapısı tersaneciliktir, gemi üretimidir, teknik vasıfları ve evsafı uygun gemi üretiminin ucuz, süratli ve en kaliteli biçimde sektöre iletilmesini temin etmektir. İnşallah, bu kurum geliştirildikten sonra müstakil bir bakanlığa kavuşur diye temenni ediyoruz ve bu müstakil bakanlığın bünyesi içerisinde gerekli çeşitli teşvikler bu sektöre kazandırılmak suretiyle, Türkiye'nin üç yanının denizlerle çevrili olduğu düşünülürse, dünya üzerindeki deniz hâkimiyetine olan ihtiyacımızın da giderileceği kanaatini taşıyor, saygılarımı sunuyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karapaşaoğlu.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın Cahit Savaş Yazıcı; buyurun efendim.

CAHİT SAVAŞ YAZICI (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanunun getirdiği üç temel konu vardır: Bunlardan birincisi, şu anda yabancı bandıralı gemiler olarak çalışan Türk bayraklı gemilerin tekrar filomuza dönmesi; ikincisi, bizim bu kanundan önceki durumumuzdaki gibi olan ülkelerin kolay bayrak çalıştırabilmek için Panama'ya, Liberya'ya gittiği gibi, bizim bayrağımızı kullanması, Türk Bayrağını kullanması; üçüncüsü de bu kanun sayesinde işletmecilerin giderlerini düşürerek, maliyetlerinin düşürülmesi ve uluslararası piyasalarda gemilerimizin navlun fiyatlarını düşürerek daha iyi şartlarda çalışmasını sağlamaktır.

Desteklediğimi belirtir, hayırlı olmasını dilerim.

Teşekkürler. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yazıcı.

Şahsı adına ikinci söz, Afyon Milletvekili Sayın Sait Açba'nın.

Buyurun efendim.

Süreniz 5 dakika.

SAİT AÇBA (Afyon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye, uluslararası sular ve uluslararası ulaştırma açısından konumuna baktığımızda, gerçekten, çok stratejik konumda yer alan bir ülkedir. Üç tarafı denizlerle çevrilidir, üç kıtanın, bir bakıma, uluslararası sularının kesişme noktasında yer almaktadır; ama, Türkiye'nin, bu stratejik konumunu çok iyi bir şekilde değerlendirdiğini, bugüne kadar, söylememiz, hiçbir zaman için mümkün değildir.

Güçlü bir devlet, çevresindeki suları, karasularını, yine komşu suları ve komşu havzaları, kumşularıyla işbirliği yapmak suretiyle etkin bir şekilde kullanan devlettir; ama, Türkiye'nin denizcilik alanındaki ekonomik göstergelerine baktığımızda ve komşu ülkelerle, bir bakıma, deniz ülkesi diyebileceğimiz ülkelerle kıyasladığımız takdirde, içinde bulunduğumuz konumun oldukça kötü olduğunu, iç açıcı olmadığını açıkça görmemiz mümkündür.

Biz, bayrak devletiyiz, liman devletiyiz, kıyı devletiyiz; ama, sahip olduğumuz ekonomik göstergeler, maalesef, Türkiye'nin, diğer ülkeler arasında ve dünya ülkeleri arasındaki konumu itibariyle iyi bir yerde olmadığını açıkça göstermektedir. Yani, ülke olarak, stratejik, politik ve ekonomik yönden denizlerimizi iyi bir şekilde kullanamamaktayız. Eğer, iyi bir şekilde kullanmış olsaydık, bugün Türkiye'nin denizcilikle ilgili ekonomik göstergelerini, yine komşu, deniz ülkesi olan Yunanistan'la karşılaştırdığımızda, gerçekten, çok büyük uçurumların olduğunu görmekteyiz ki, bu, denizcilik alanındaki potansiyelimizin, bir bakıma, hiç de iyi kullanılmadığının bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türkiye'nin 2000 yılı hedefi, deniz ticaret filomuz bakımından 2000 yılı hedefimiz 15 dwt'dir; ama, şu anda, Ekim 1999 itibariyle ulaştığımız konum, 10,4'tür; ama, komşu Yunanistan'a baktığımızda, ticaret filosunun hacminin 250 dwt'ye ulaştığını ve dünya ülkeleri arasında da, ticaret filosu içinde yüzde 16'lık bir paya sahip olduğunu görmekteyiz.

Yine, yük taşıma açısından, maalesef, denizlerden faydalanma noktasında, gerçekten çok gerilerde olduğumuz görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti dönemi boyunca, sürekli, taşımacılıkla ilgili olarak yaptığımız tercih, hepimizin de bildiği gibi karayolları üzerine odaklanmıştır. Halbuki, karayolu, denizyolu, havayolu, demiryolu karşılaştırması yapıldığında, arada oldukça büyük uçurumların olduğunu da açıkça görmemiz mümkündür. Örneğin; denizyollarına kıyasla, karayolları 4 kat daha pahalıdır, demiryolları 2,5 kat daha pahalıdır ve havayolları da 12 kat daha pahalıdır. Şu anda, kendi yükümüzü bile taşımaktan âciz bir konumdayız. Mevcut yükümüzün ancak yüzde 25'ini taşımaktayız; yüzde 75'inin de, maalesef, Yunanistan -ağırlıklı olarak- ve diğer ülkeler tarafından taşınmakta olduğunu ve büyük bir bedel ödemekte olduğumuzu da açık olarak belirtmek gerekiyor.

Denizcilik sektörümüzün ticaret hacminde de önemli düşüşler görülmektedir. 2000 yılı hedefi olarak öngördüğümüz 10 milyar dolarlık bir ticaret hacmi hedefi vardır; ama, 1997 yılında, ulaştığımız rakam 6 milyar dolar olmuştur, 1998 yılında 2,5-3 milyar dolarlık bir düşüş yaşanmıştır. Dolayısıyla, denizcilik konusunda, hiç beklemeden, bilhassa uluslararası alanda, iki taraflı ve çok taraflı anlaşmalar imzalamak suretiyle, yine biraz önce değerli sözcülerin de ifade ettiği gibi, denizcilik bakanlığını da hiç gecikmeden tesis etmek suretiyle, bu alandaki mevcut potansiyelimizi en iyi şekilde değerlendirmek zorundayız.

Burada, yasa tasarısında, Türk uluslararası gemi siciliyle ilgili bir düzenleme yapılmakta. Şüphesiz, bu düzenlemeyle birlikte, pek çok, Türklerin sahip olduğu gemiler, yabancı gemi sicillerine kayıtlanan gemiler de bu şekilde geriye dönebilecektir, kurmuş olduğumuz bu sicile kaydolabilecektir. Yine, yabancı gemiler de...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SAİT AÇBA (Devamla) – Teşekkkür ediyorum; saygılar sunuyorum Sayın Başkanım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Açba'ya teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, böylece, madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmış oldu.

Şimdi, bir değişiklik önergesi vardır; okutup, işleme koyacağım :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısının 1 inci maddesinin "Amaç" başlığının "Amaç ve Kapsam" şeklinde değiştirilmesini ve maddenin sonuna aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Emrehan Halıcı Zeki Çakan Mehmet Pak

Konya Bartın İstanbul

İsmail Köse Beyhan Aslan Ömer İzgi

Erzurum Denizli Konya

"2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununun yat turizmi ile ilgili hükümleri saklıdır."

BAŞKAN – Sayın Komisyon katılıyor mu efendim?

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Benimsiyoruz; ama, çoğunluğumuz olmadığı için takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Hükümet katılıyor mu?

MİLLî EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Katılıyoruz.

BAŞKAN – Komisyonun, benimseyip, çoğunluğu olmadığı için takdire bıraktığı ve hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Görüşmekte olduğumuz 1 inci maddeyi, bu önergeyle yapılan değişiklik istikametinde oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

Tanımlar

MADDE 2. —Bu Kanunda geçen:

a) Gemi :Ticarî amaçla kullanılan her türlü yük, yolcu ve açık deniz balıkçı gemilerini,

b) Yat :Yat tipinde inşa edilmiş, gezi ve spor amacıyla yararlanılan, taşıyacakları yatçı sayısı 36’yı geçmeyen, yük ve yolcu gemisi niteliğinde olmayan, turizm şirketi envanterlerinde kayıtlı ve tonilato belgelerinde “Ticarî Yat” olarak belirtilen deniz araçlarını,

c) Millî Gemi Sicili:6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 839 uncu ve diğer maddelerinde öngörülen gemi sicilini,

d) Türk Uluslararası Gemi Sicili :Bu Kanun uyarınca oluşturulan gemi sicilini,

e) Bakanlık :Denizcilik Müsteşarlığının bağlı olduğu Devlet Bakanlığını,

f) Net Ton :Geminin ticarî olarak kullanılabilen yerlerinin hacmi olup, o geminin yürümesine ve yürütenlerin ihtiyacına ayrılan yerlerin gros tonilatodan çıkartılması sonunda geri kalan hac-
mini,

g) DWT :Bir geminin taşıyabileceği en çok ağırlık olup, ham yükün, yakıtın, suyun, kumanyanın, yolcu ve gemi adamlarının kendilerinin ve eşyalarının ağırlıklarının toplamını,

h) Gros Tonilato :Bu hacim, geminin güverte altı ve güverte üstü bütün kapalı yerlerinin hacmini (2.83m3 = 1 grostonilato),

İfade eder.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Hatay Milletvekili Sayın Mustafa Geçer'in.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Konuşmuyoruz.

BAŞKAN – Peki. Gruplar adına başkaca söz talebi?.. Yok.

Şahıslar adına, ilk söz, Sayın Yazıcı'nın.

CAHİT SAVAŞ YAZICI (İstanbul) - Konuşmayacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Yazıcı da konuşmuyorlar.

Madde üzerinde önerge yok.

Maddeyi komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

Türk Uluslararası Gemi Sicili

Madde 3. — Bu Kanunun 1 inci maddesinde öngörülen amaçları gerçekleştirmek üzere Denizcilik Müsteşarlığı nezdinde, İstanbul'da Türk Uluslararası Gemi Sicili oluşturulmuştur.

Bakanlık, Türk Uluslararası Gemi Siciline ilişkin hizmetlerin daha süratli ve etkin şekilde yerine getirilmesi amacıyla yurt içinde irtibat büroları açabilir.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Altan Karapaşaoğlu; buyurun efendim.

Süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; bu maddeyle ilgili sadece tavsiye niteliğinde bir önerimiz olduğu için söz aldım; o tavsiyemizi yapıp, sözü bitereceğiz.

Efendim, bu şubelerin açılması konusunda, özellikle, Türkiye'nin üç denizinin hâkim olduğu noktalarında bulunan limanlarımızda bu sicil şubelerinin açılmasının yararlı olacağını düşünüyoruz. İskenderun'dan, Mersin'den başlamak suretiyle, işte, İzmir, İstanbul gibi limanlarda da bu şubeleri bulundurmak gerekir diye düşünüyor, saygılar sunuyoruz efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karapaşaoğlu.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahsı adına Sayın Yazıcı?..

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) – Sayın Başkan, konuşmayacaklar.

BAŞKAN – Peki.

Önerge yok.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, soru sormak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, 3 üncü maddenin birinci fıkrasında "Denizcilik Müsteşarlığı" ifadesi var; fakat ikinci fıkra "Bakanlık" şeklinde başlıyor. Şu anda bir denizcilik bakanlığı yok. Bakanlıktan kastedilen nedir efendim?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Başka soru var mı efendim?.. Yok.

Buyurun Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; bu kanun tasarısının 2 nci maddesindeki tanımlarda bakanlık kayıtlıdır. Bu bakanlık, Denizcilik Müsteşarlığının bağlı olduğu Devlet Bakanlığıdır. 3 üncü maddede sözü edilen bakanlık da, tariflerde belirtilen bakanlıktır.

Teşekkür ederim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Yani, Denizcilik Bakanlığı kurmayı düşünmüyorsunuz!..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Şimdi, mevcut düzenlemeye, mevcut statüye, devlet yapısındaki tabloya, şablona göre bakanlık tarif edilmiştir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

Maddeyi komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum:

Türk Uluslararası Gemi Siciline tescil edilecek gemiler ve yatlar

MADDE 4. – Türk Uluslararası Gemi Siciline aşağıdaki gemiler ve yatlar talep üzerine tescil edilir:

a) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Millî Gemi Siciline kayıtlı bulunan, Kanunun 1 inci ve 2 nci maddesi kapsamındaki bütün gemiler ve yatlar.

b) Yurtiçinde inşa edilen gemiler ve yatlar.

c) Yurt dışından ithal edilecek 12 000 DWT’un (yolcu gemileri ile özel maksatlı, özel yapılı gemilerde ise 499 grostonun) üzerindeki gemiler.

BAŞKAN - Gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Karaman Milletvekili Sayın Zeki Ünal'a ait; buyurun efendim.(FP sıralarından alkışlar)

Sayın Ünal, konuşma süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA ZEKİ ÜNAL (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 217 sıra sayılı yasa tasarısının 4 üncü maddesi üzerinde görüşlerimi arz etmek üzere, Fazilet Partisi Grubu adına, söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bu maddeyle, Türk uluslararası gemi siciline tescil edilecek gemiler ve yatlar için, yeni düzenlemeler getirilmektedir. Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, millî gemi siciline kayıtlı bulunan, kanunun 1 inci ve 2 nci maddesi kapsamında bulunan bütün gemiler ve yatlar, talepleri üzerine, Türk uluslararası gemi siciline tescil edilebileceklerdir.

Yine, bu maddeye göre, yurt içinde inşa edilen gemiler ve yatlar, yurt dışından ithal edilecek 12 000 dwt'luk yolcu gemileri ile özel maksatlı, özel yapılı gemilerde ise 499 grostonunun üzerindeki gemiler de aynı şekilde Türk uluslararası gemi siciline tescil edilebileceklerdir.

Değerli milletvekilleri, deniz taşımacılığında büyük potansiyeli dikkate alan ülkeler, kendi filolorına ikinci sicil imkânı sağlayarak, uluslararası deniz taşımacılığı alanındaki rekabet güçlerini artırmaya çalışmaktadırlar. Onların ikinci sicil dedikleri, bizim Türk uluslararası gemi sicili olarak adlandırdığımız sistemdir. Bir yıl önce Almanya'da kabul edilen yasadan sonra, şimdi de İngiltere tonaj vergisi sistemine benzer bir uygulamaya geçmektedir. Bu yolla, İngiltere, ne olursan ol yine de gel felsefesiyle, hangi bayrak ve ülke olursa olsun gemilerin kendi sicil sistemlerine gelmesini teşvik ederek ekonomilerine katma değer sağlamak istemektedirler. Bu tasarıyla da aynı faydanın sağlanması hedeflenmektedir.

Avantajlarını sıralayacak olursak, başta uluslararası gemi sicil uygulaması Türk Bayraklı gemilerin giderlerini, rakip, yabancı bayraklı gemilerin işletme giderleri seviyesine düşürecek, deniz ticaret filomuzun uluslararası rekabet gücü kuvvetlenecektir; filomuzun rekabet gücünün artışıyla yaşanacak büyüme, yeni gemi siparişleri ve bakım onarım ihtiyacını artıracak ve buna bağlı olarak istihdam imkânlarını genişletecektir; engeller ortadan kalkacağından, denizcilik şirketlerinin finansal kiralama yoluyla gemi sahibi olmaları kolaylaşacaktır; deniz ticaret filomuzun uluslararası rekabet gücünün artmasıyla denizcilik şirketlerinin kârlılığı yükselecek ve uzun vadede devletin vergi gelirlerinde bir artış söz konusu olacaktır.

Uluslararası gemi siciline geçildiğinde, Türk vatandaş ve şirketlerine ait gemilerin açık sicil uygulaması yapan Panama, Liberya, Malta gibi ülke bayraklarına kaçışları, böyece deniz ticaret filomuzun erozyona uğraması önlenmiş olacaktır. Uygulamaya başlanacak uluslararası gemi sicili yabancılara da açık olacağından, ticarî bağlarımız olan komşu ülkelerdeki işletmelerin ülkemize celbi de sağlanmış olacaktır. Böylelikle, sisteme kayıtlı yabancı armatörlerin Türkiye'de kuracakları şirketlerin burada açacakları bürolarda ve genelde denizcilik sektöründe doğacak aktivite artışına paralel olarak, sektör, ilave istihdam meydana getirecek; dolayısıyla, devlet gelirleri de bundan olumlu bir şekilde etkilenecektir.

Değerli milletvekilleri, deniz ticaret filomuzu uluslararası rekabete açmak için, şüphesiz, Türk uluslararası gemi siciline kaydolması yeterli değildir. Güçlü bir ticaret filosu, gerçek anlamda uluslararası rekabette yarışabilecek kapasitede olmalıdır. Onun için, filomuzun kuvvetlendirilmesi gerekir. Belki, 1993 yılında, 491 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle kurulan Denizcilik Müsteşarlığı bu amaca yönelik bir düzenlemeydi; ancak, geçen süre içerisinde beklenen sonucu aldığımızı söylemek oldukça zordur.

1993'te deniz ticaret filomuz 8,2 milyon dwt idi, şimdi 10,4 milyon dwt. Demek ki, altı yıllık bir süre içerisinde, 2,2 milyon dwt'lik bir artış olmuştur. 1993'ten önceki altı yılla bir mukayese yapacak olursak, 1987 yılında 5,2 dwt olan filomuz, altı yıl sonra, yani 1993 yılında 8,2 dwt olmuştur; fark 3 milyon dwt'dir. Demek ki, son altı yılda, bazı yılları çıkaracak olursak, beklenen performansın gösterilmediği açıktır.

Devlet Planlama Teşkilatı, 2000 yılı için deniz ticaret filomuz konusunda bir hedef koymamıştır. Neden koymadığını bilmiyorum. Sayın Bakanın koyduğu hedef, geçmiş yıllarla kıyaslandığında bir hayli iddialıdır. Sayın Bakan, önümüzdeki beş yıl içerisinde deniz ticaret filomuzun 20 milyon dwt'ye çıkarılacağını ifade etmektedir; yani, önümüzdeki beş yıl içerisinde, mevcut filomuza 9,6 milyon dwt ilave edilecek demektir. Bu da, yılda 1 920 000 dwt eder. 1989'da filomuz 5,2 milyon dwt idi; 1999'da, yani bu yıl içerisinde de 10,4 milyon dwt olmuştur. O halde, son on yılda, her yıl için ortalama olarak 520 000 dwt bir artış söz konusudur. Sayın Bakanın koyduğu hedef ise 1,92 milyon dwt; yani, yüzde 269'luk bir artışı hedeflemektedir. Elbette ki, temennimiz, bu hedefin gerçekleşmesidir; ancak, hükümetin izlediği politikalar, böyle bir hedefin hayal olacağını göstermektedir.

Son verilere göre, Türkiye'nin dışticaret taşımalarında denizyolunun payı yüzde 91'in üzerindedir. Türk Bayraklı gemilerin deniz taşımacılığımız içerisindeki payı ise yüzde 40'ı geçmektedir. Sayın Bakanın Plan ve Bütçe Komisyonunda vermiş olduğu rakam budur. Devlet Planlama Teşkilatının hazırlamış olduğu 2000 Yılı Programının 138 inci sayfasında ise, deniz ticaret filosunun dışticaret taşımalarındaki payının yüzde 32 olarak gerçekleşeceği belirtilmektedir. Burada bir mübayenet söz konusudur. Bu farklılık nereden kaynaklanmaktadır; doğrusu merak ediyorum. Yoksa, Devlet Planlama Teşkilatı ile hükümet arasında bir kopukluk mu söz konusudur?

Değerli milletvekilleri, denizcilik sektöründen, şu haliyle bile, 5-6 milyar dolar civarında hâsıla elde edilmektedir. Eğer, sektörün sorunları çözülecek, rasyonel düzenlemeler yapılacak olursa, bu rakamın, kısa sürede ikiye üçe katlanacağı muhakkaktır. Elbette ki, öncelikle gemilerimizin gençleştirilmesi lazımdır. Gemilerimizin yaş ortalaması 18,5'tir, bunun 15'e çekilmesi hedeflenmektedir.

Evet, gemi sektörünün gerçekten birçok sorunu vardır. Eğer, gemi sektörünün bu sorunları, başta finansman olmak üzere, çözülecek olursa, öyle tahmin ediyorum ki, en kısa zamanda 16 ncı sırada bulunan deniz ticaret filomuz, tabii ki, daha yukarılara çıkacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ünal.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahıslar adına, Sayın Yazıcı?.. Konuşmayacaklar.

Önerge yok.

Maddeyi, komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

5 inci maddeyi okutuyorum:

Türk Uluslararası Gemi Siciline tescil

MADDE 5. – Türkiye’de mukim Türk ve yabancı uyruklu gerçek kişiler ile Türkiye’de Türk mevzuatına göre kurulmuş şirketlere ait gemiler ve yatlar Türk Uluslararası Gemi Siciline tescil ettirilebilir.

Yurtdışından finansal kiralama yoluyla temin edilecek gemiler ve yatlar Türk Uluslararası Gemi Sicilinin özel bir sütununa kaydolunur.

Türk uyruklu gerçek ve tüzel kişilerin 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun gemi siciline ilişkin hakları saklıdır.

BAŞKAN – Gruplar adına ilk söz Fazilet Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?.. Yok.

Şahsı adına Sayın Yazıcı?.. Konuşmuyor.

Başka söz talebi?.. Yok.

Önerge yok.

Maddeyi, komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum:

Türk Uluslararası Gemi Sicilinin muhtevası

MADDE 6. – Türk Uluslararası Gemi Siciline 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 845 inci maddesinde belirtilen hususlar, gemi ve yatın teknik özellikleri ile gemi ve yat üzerindeki haklara ilişkin bilgiler kaydolunur.

Türk Uluslararası Gemi Siciline ilişkin esaslar, sicilde kayıtlı hakların devri, sicil kaydının terkinine ilişkin usul ve esaslar Bakanlık tarafından hazırlanacak yönetmelik ile tespit edilir.

Gemilerin ve yatların sicil kaydının terkini ipotek sahiplerinin izinlerine tabidir.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplardan söz talebi?... Yok.

Şahıslardan söz talebi?.. Yok.

Önerge yok.

Maddeyi, komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

7 nci maddeyi okutuyorum:

Bayrak çekme hakkından yararlanma

MADDE 7.—Türk Uluslararası Gemi Siciline tescil edilen gemiler ve yatlar Türk Bayrağı çekerler.

Bu Kanun uyarınca Türk Bayrağı çeken gemiler ve yatlar millî mevzuatla tanınmış olan haklardan yararlanırlar. Ancak, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 823 üncü maddesi uyarınca Türk Bayrağı çekme hakkına sahip olmayan gemiler ve yatlar 815 sayılı Kabotaj Kanunu hükümlerinden yararlanamazlar.

Türk Bayrağının çekilmesine ilişkin hakların ihlalinde Türk Ticaret Kanunu ve diğer ilgili mevzuat hükümleri uygulanır.

BAŞKAN – 7 nci madde üzerinde gruplar adına konuşma talebi?.. Yok.

Şahıslar adına, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Mustafa Niyazi Yanmaz?.. Yok.

Madde üzerinde önerge yok.

Maddeyi komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum:

Gemilerin ve yatların tabi olacakları esaslar

MADDE 8. – Gemilerde ve yatlarda bulundurulması gereken belgeler, süreleri ve bunlara ilişkin diğer esaslar ile gemilerin ve yatların tabi olacakları esaslar, ilgili mevzuat ve uluslararası sözleşme hükümleri çerçevesinde Bakanlık tarafından tespit olunur.

BAŞKAN – Gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Bingöl Milletvekili Sayın Mahfuz Güler'e ait.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA MAHFUZ GÜLER (Bingöl) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 217 sıra sayılı Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısının 8 inci maddesi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, dışticaretinin yüzde 91'ini denizyoluyla gerçekleştiren bir ülke olması nedeniyle, uluslararası deniz taşımacılığı alanında rekabet gücünü kuvvetlendirmek zorundadır. Uluslararası rekabet için, yeni teknolojiyle donatılmış modern bir filonun oluşturulması ülke menfaatları açısından şarttır.

Türk denizciliğinin bugünkü durumu ele alındığında, iç ve dış olumsuzlukların etkisinde kalan sektörde sıkıntıların devam ettiğini, giderek filonun düşmekte olduğunu ve finansman ihtiyacının büyük bir sorun olarak karşımızda durduğunu görmekteyiz.

Bir nebze de olsa bu etkinin azalacağı, Türk uluslararası gemi sicilinin -yani, ikinci sicil durumunun- yasalaşmasını, biz, Fazilet Partisi Grubu, olumlu bir adım olarak görmekteyiz.

Dünya deniz ticaret hacmi, 1983 yılından beri ilk olarak azalma durumuna girmiş; 1997 yılındaki yüzde 5,1 oranındaki büyüme, 1998 yılında yüzde 0,7 oranına düşmüştür; yani, binde 1 oranına düşmüştür. Ton / mil bazında ise, 1997 yılındaki yüzde 4,8'lik gelişmeye karşın, 1998'de yüzde 1,1 azalma görülmüştür. 1995 yılında 2 300'lerde, 1998 yılı başında 1 230'larda seyreden Baltık navlun endeksi, bugün 1 300 civarındadır.

Bütün bu göstergeler, dünya denizcilik sektöründe yaşanan olumsuzlukların özetini ortaya koymaktadır. Hiç kuşku yok ki, bu değişim, Türk denizcilik sektörü üzerinde birtakım menfi etkiler yaratmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizi de etkisi altına alan bu olumsuzlukların hangi aşamalardan geçerek bu noktaya geldiğini ele alırsak, şu durumla karşılaşmaktayız: Uzakdoğu ülkeleri, 1995 yılından başlayarak yavaş, ama, sürekli olarak büyüyen bir bunalımı yaşamaktadırlar. Buna, 1998 yılında Rusya ve Latin Amerika krizleri eklenmiştir. Bu arada, deniz taşımacılığını etkileyen bir başka gelişme de Avrupa'da yaşanmaktadır. Gümrük birliğini hayata geçirerek, ihtiyaçların büyük bir bölümünü kendi aralarında karşılayan Avrupa Topluluğu ülkeleri, Kuzey Denizinde petrol üretmenin de artmasıyla, hampetrol konusundaki ihtiyaçlarını, Ortadoğu yerine, daha yakındaki bir bölgeden temin etmeye başlamışlardır.

Üst üste gelen bu gelişmeler, dünya deniz ticaret filosu açısından, uzun zamandır elde bulunan bu pazarların da yitirilmesi ya da ağırlığını kaybetmesi anlamını taşımaktadır.

Dünya denizcilik sektörü böylesine çalkantılı bir dönem yaşamaktayken, Türk deniz ticaret filomuz da bu olumsuzluklardan nasibini almıştır. 1988 yılında 4,9 milyon dwt olan filomuzun kapasitesi, 1996 yılında 10,8 milyon dwt'a yükselmiştir; ancak, ne yazık ki, izleyen yıllarda düşüş eğilimine girmiş, dünya sıralamasında da 17 nci sıradan 18 inci sıraya düşmüştür. Son beş yıl içindeyse, deniz ticaret filomuzdaki gemi tiplerinde, değişen talepler doğrultusunda bir farklılaşma yaşanmıştır. 1993 yılında filomuzda konteyner gemisi bulunmazken, 1999 yılında, filomuzdaki konteyner gemi adedi 24'e çıkmıştır, tonajı ise 219 637 dwt'ye ulaşmıştır. Bugünün koşullarında, Amerika Birleşik Devletleri-Türkiye arasındaki seyir süresi, bir iki yaşındaki gemilerle on güne inmiştir. 1993'te 8 adet ve 24 183 dwt olan ro-ro gemisi miktarı ise, 1999 yılında yeni açılan hatlar ve değişen talepler doğrultusunda, 29 adet ve 185 696 dwt'ye ulaşmıştır.

Türkiye'den Rusya'ya ve İtalya'ya yönelik hat sayısı da 22'ye çıkmıştır; ancak, özellikle kuru yük ve dökme yük gemileri tonajında belirli bir azalma görülmektedir.

Navlunlardaki genel düşüş yüzünden, maliyetlerdeki artışın navlunlara yansıtılması mümkün olamamaktadır. Bu durum karşısında, gerek 2581 sayılı Deniz Ticaret Filosunun Geliştirilmesi ve Gemi İnşaat Tesislerinin Teşviki Hakkında Kanun gerekse teşvik belgeleri kapsamında ithal edilen gemiler veya kısa vadeli işletme finansmanı için kullanılan Türk Lirası veya döviz kredileri, sektöre ağır bir finans yükü getirmiştir.

Ülkemize milyarlarca dolar döviz girdisi sağlayan denizcilik sektörümüz, bu alandaki bir destekle, hem navlun piyasalarında görülen olumsuzluklardan en az zararla kurtulacak hem de ülke için daha büyük işler yapabilecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerek finansman açısından olsun gerekse filomuzun uluslararası rekabet gücü açısından olsun, sektörü kuvvetlendirmenin bir yolu da ikinci sicil uygulamasıdır. Bu bakımdan, uluslararası gemi sicili, diğer adıyla ikinci sicil, sektör için son derece önem taşıyan bir konudur. Bu tasarının yasalaşmasıyla, yeni bir serbest bölge uygulaması ve yöntemi ortaya çıkabilecektir.

İkinci sicil, Türk armatörlerinin rekabet gücünü artıracak, yeni pazarlar bulmasında bir aşama teşkil edecek ve kredi, teminat mektubu temini gibi finansal gereksinimlerin karşılanmasında önemli bir rol oynayacaktır.

Deniz ticaret filomuzun geliştirilerek güçlendirilmesi, gemi ve yat inşa sanayiine yeni olanaklar yaratılması için, denizcilik sektörü her bakımdan desteklenmeli ve finansman sorununa köklü çözümler sağlayıcı önlemler alınmalıdır.

Bugün için ülkemize yılda 5 milyar dolar kazandıran, 10 milyon dwt'lik bir ticaret filosuna sahip olan, 300'ün üzerinde kıyı tesisi bulunan denizcilik sektörünün, gerekli desteklerin gerçekleşmesiyle krizden daha rahat çıkabileceğine, sektörün ivme ve güç kazanacağına inanıyoruz. Bu inançla, Fazilet Partisi Grubu olarak, böylesi, ülke için hayırlı tasarıların yasalaşması için Grubumuzun tam destek olacağının bilinmesini istiyoruz.

Bu vesileyle Yüce Heyetinize saygılarımı sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Güler.

Gruplar adına başka söz talebi?..Yok.

Şahısları adına söz talebi?.. Yok.

Önerge yok.

Görüşmekte olduğumuz 8 inci maddeyi, Komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

9 uncu maddeyi okutuyorum:

Gemi adamlarının uyruğu ve istihdamı

MADDE 9. – Bu Kanunun 7 nci maddesinin ikinci fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla, Türk Uluslararası Gemi Siciline tescil edilen gemilerde ve yatlarda donatanın yabancı veya Türk olmasına bakılmaksızın kaptanın Türk vatandaşı olması esastır. Donatanın Türk vatandaşı olması halinde ise ayrıca diğer gemi ve yat personel sayısının en az % 51’i için Türk vatandaşı olma şartı aranır.

BAŞKAN – Madde üzerinde ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Faruk Çelik'e ait.

Buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

FP GRUBU ADINA FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısının 9 uncu maddesi üzerinde, Fazilet Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclise saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bu madde, Türk Uluslararası Gemi Siciline tescil edilecek gemi ve yatların kaptanının, donatanının yabancı veya Türk olmasına bakılmaksızın, Türk uyruğunda olması şartını getirmektedir. Donatanın Türk vatandaşı olması halinde ise, ayrıca, diğer gemi ve yat personel sayısının en az yüzde 51'i için Türk vatandaşı olma şartını getirmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, kabotaj yasağı koyma yetkisini, suyollarıyla yapılan taşımalar bakımından, 19 Nisan 1926 tarih ve 815 sayılı Türkiye Sahillerinde Nakliyatı Bahriye ve Limanlarla Karasuları Dahilinde İcrayi Sanat ve Ticaret Hakkında Kanunla düzenlemiştir. Kabotaj Kanunu, Türk gemilerinde çalışan tüm personelin Türk olması zorunluluğunu getirmektedir. Limanlarımız arasındaki tüm taşıma faaliyetlerinin ve denizden kazanılan tüm değerlerin, Türk vatandaşlarınca teminini esas kılmaktadır. Bu cumhuriyet kanunu yürürlekte iken, Türk Uluslararası Gemi Sicili Yasa Tasarısının, gemilerde çalıştırılacak Türk gemi adamı sayısının yüzde 51 oranına kadar düşürülmesine izin vermesi mümkün değildir; yasanın -Kabotaj Kanununun- ilgili maddesinin iptal edimesini gerektirmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'deki denizcilik okullarından yılda 1 500'e yakın Türk gemi adamı mezun olmaktadır. Türkiye'deki toplam gemi adamı sayısı 150 000 civarındadır. Ülkemizdeki istihdam olanakları bu denli sınırlı ve insan emeği ucuz iken, Türk gemilerinde yabancı gemi adamı çalıştırılmasına izin veren bu maddenin hiçbir mantığı yoktur veya bu oranın, bu derece yüksek olmasının hiçbir mantığı yoktur.

Değerli milletvekilleri, Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısı, gemi sahiplerine, zaten, vergi, muhasebe, sosyal kesenekler konusunda büyük avantajlar getirmektedir. Kabotajın ruhuna aykırı olarak, aslında, Türk gemilerinde yabancı işgücü sağlamak amacıyla getirilmek istenen kısıtlamayı da, bu açıdan anlamak mümkün değildir.

Dünyada gemi adamı ihtiyacı had safhadayken, Polonya, Ukrayna, Kore, Filipinler gibi ülkeler, dünya deniz filosuna, gemi adamlarını devlet eliyle ya da devletçe desteklenen aracı firmalar yoluyla ihraç ederlerken, bizlerin, gemi adamlarımıza getirdiğimiz kısıtlamayla ne yapmaya çalıştığımızı anlamakta, yine zorlanıyorum.

Denizcilikle ilgili meri mevzuatın çok eski yıllarda yürürlüğe girmiş olması nedeniyle, günümüz ihtiyaçlarına cevap veremediği görülmektedir. Deniz mevzuatında, 57 kanun, 1 kanun hükmünde kararname, 29 tüzük, 41 yönetmelik ve 18 kararname bulunmaktadır. Ayrıca, bu mevzuatın yürütücüleri, sadece Denizcilik Müsteşarlığı değil, 11 ayrı kuruluştur.

Denizcilik Müsteşarlığı, idarî görevlerini tam olarak yerine getirememektedir. Bunun en başlıca kanıtı, Türk ticaret filosunun donatım eksiklikleri nedeniyle dünyada gemileri en fazla tutuklanan ülkeler arasında, her yıl, ilk 7 ülkeden biri olmamızdır.

Değerli milletvekilleri, 8 333 kilometrelik kıyı sınırına sahip olan, üç tarafı denizlerle çevrili sahillerimizde egemenlik hakkımızı daha sağlıklı kullanabilmek için, bir an önce Denizcilik Bakanlığının kurulmasının da şart olduğunu ifade ediyor; Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahısları adına söz talebi?.. Yok.

Önerge yok.

9 uncu maddeyi, komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler_ Kabul etmeyenler_

Madde kabul edilmiştir.

10 uncu maddeye geçiyoruz efendim.

Gemi adamlarının sosyal güvenliği ve çalışma şartları

MADDE10.—Türk Uluslararası Gemi Siciline kayıtlı olan gemilerde ve yatlarda istihdam edilecek gemi adamları Türk sosyal güvenlik ve bireysel ve toplu iş hukuku mevzuatına tâbi olurlar.Ancak, yabancı uyruklu gemi adamları için, uluslararası veya ikili sosyal güvenlik sözleşmelerinde yer alan hükümler saklı kalmak kaydıyla, talepleri halinde kendi ülkelerinde zorunlu veya herhangi bir ülkede özel sigortalı olduklarını kanıtlamaları şartı ile malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi tutulmazlar.

BAŞKAN – Gruplar adına söz talebi?.. Yok.

Şahısları adına söz talebi?.. Yok.

Önerge yok.

Maddeyi, Komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

11 inci maddeye geçiyoruz efendim.

Yabancı uyruklu gemi adamlarının ülkeye giriş-çıkış ve konaklamaları

MADDE 11. —Türk Uluslararası Gemi Siciline kayıtlı gemilerde ve yatlarda istihdam edilen yabancı uyruklu gemi adamlarının sahip oldukları ve Bakanlıkça tanınan gemi adamı cüzdanları pasaport yerine geçer. Bunları taşıyan gemi adamlarından, Türkiye’ye giriş ve çıkışlarında geminin uğrak yaptığı liman şehirlerinde veya liman şehrine sınır yerleşim merkezinde konaklamalarında karşılıklılık esasına göre pasaport aranmaz.

Yabancıların ülkeye kabulü ve ülkeden çıkarılmalarına ilişkin yürürlükteki mevzuat hükümleri saklıdır.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

FP GRUBU ADINA ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısının 11 inci maddesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlarım.

Bu madde, Türk Uluslararası Gemi Siciline kayıtlı gemilerde ve yatlarda istihdam edilen yabancı uyruklu gemi adamlarının sahip oldukları ve Bakanlıkça tanınan gemi adamı cüzdanlarının pasaport yerine geçmesiyle ilgilidir. Bu maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere, bahse konu belgelerle Türkiye'ye giriş çıkışta, liman şehirlerinde ve liman şehirlerine sınır yerleşim merkezlerinde konaklamalar halinde, karşılıklılık esasına göre pasaport aranmayacağı belirtilmektedir. Bu madde, yabancı ülkelerin "ikinci sicil" dediği, bizim ise bu kanun ile "Türk Uluslararası Gemi Sicili" dediğimiz kanunun normal ve bu kanun kapsamında gerekli ve denizcilere olması gereken kolaylıklar getiren bir maddedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hükümet, kurulduğundan beri, sayısal olarak oldukça fazla kanunu Meclise getirmekte, Meclisteki sayısal üstünlüğüne dayanarak Meclisin çalışma sürelerini uzatmakta, muhalefetin Meclisteki ikazlarını hiç dikkate almadan oylamaya geçip, getirdiği tasarıların kanunlaşmasını sağlamaktadır. Hükümet kanadı, kanun maddelerinin görüşülmesi sırasında, bu maddeler kendilerini hiç ilgilendirmiyormuşçasına, görüşmeler sırasında tartışmalara katılmıyorlar; sadece, oylama olacağı zaman kulislerden gelip oylamaya katılmakta, oylama bitince de tekrar Meclis salonunu terk edip gitmektedirler. Bunun bir sonucu olarak, büyük ümitlerle getirilen kanunlar, birkaç ay geçmeden uygulanamaz hale geliyor ve yenilenmek ihtiyacı duyuluyor. İşte misalleri: Bu hükümetin iki ortağının içinde olduğu Anasol-D Hükümetince 1998 yılında kanunlaştırılan Vergi Kanununun, daha 1998 Aralık ayında Meclise sunulan 1999 yılı geçici bütçe kanunuyla, finans kesimini ilgilendiren vadesi gelmemiş faiz alacaklarının vergilendirilmesine ait hükmü uygulama dışı bırakılmış; akabinde, bu hükümetçe, 1999 Haziran ayında, bu Vergi Kanununun beyannameyle ödenecek faiz vergileri ve malî milat uygulaması ertelenmiş; nihayet, bu kasım ayında, bono ve tahvil sahiplerine, geriye dönük, tekrar bir vergi uygulaması getirilmiştir. Neticede, aynı Vergi Kanunu, bu hükümetlerce, üç defa, çeşitli şekillerde değişikliğe uğratılmıştır.

Yine, Bankalar Kanunu, bu hükümetçe, kurulduğundan birkaç ay sonra çıkarılmış; aradan üç beş ay geçmeden tekrar Plan ve Bütçe Komisyonuna getirilerek değiştirilmiş ve Meclisin onayına sunulmuştur, bu tasarıdan sonra görüşülecektir.

Bu kanun tasarılarının bu kadar erken eskimelerinin sebebi, gerek komisyonlara ve gerekse Meclise getirilirken ciddî bir araştırma ve inceleme yapılmadan getirilmeleri ve bu mercilerde istenilen şekilde tartışılmadan geçirilmeye çalışmasının bir sonucudur.

Şimdi, bu kanun tasarısa bir bakalım: Bu kanun tasarısının genel gerekçesinde, Türkiye'nin dışticaret taşımalarının yüzde 91'inin denizyoluyla yapıldığı belirtilirken, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planının 2000 yılı programında, 1998 yılında gerçekleşen ve 1999 yılında gerçekleşme tahmini yüzde 95 civarında olduğu belirtilmektedir. Yine, Plan ve Bütçe Komisyonunun raporunda, deniz taşımacılığının demiryoluna oranla 7 kat, karayoluna oranla 11 kat daha ucuz olduğu belirtilirken, sizin getirdiğiniz şu tasarıda, Sanayi ve Ticaret Komisyonunun raporunda, denizyoluyla yapılan taşıma maliyetinin demiryoluna göre 2,5 kat, karayolundan 4 kat daha ucuz olduğu belirtilmiştir. Aynı konuda, Denizcilik Müsteşarlığı verileri ise, denizyolu taşımacılığının, karayoluna göre 7 kat, demiryoluna göre 3 kat daha ucuz olduğu şeklindedir.

Şimdi, siz sayın iktidar partileri, sizin getirdiğiniz bu belgelerde -çünkü, hükümet tasarısıdır ve Deniz Müsteşarlığı size bağlı bir müsteşarlıktır- hangi veriye dayanarak bu tasarıya el kalıdırıp, oylamaya gideceksiniz; hangisi birbirini tutuyor?.. İşte, benim burada anlatmak istediğim şu: Devlet ciddiyeti olarak, bunların birbirine uyumlu olmasını sağlayın; yani, devletin sanayi kuruluşu başka bir rapor veriyor, Plan ve Bütçe başka bir şey söylüyor, Denizcilik Müsteşarlığı başka bir şey söylüyor ve biz de, burada hiç tartışmadan bunu kabul ediyorsak, yarın bu tutanakları okuyanlar bizi kınarlar, onu belirtmek istiyorum.

Devam edelim, sadece bununla kalmıyor; yine, 1996-2000 yıllarını kapsayan DPT Kalkınma Planına göre, 2000 yılı sonunda 15 milyon dwt hacmine ulaşması gereken deniz filomuz, 1999 yılının bugünleri itibariyle 10,3 milyon dwt hacmine ancak ulaşmış. Tüm tersanelerimizde, 1999 yılında sadece 1 adet gemi siparişinin olması, 2000 yılı için henüz ciddî bir siparişin olmaması, bu hedeflere ulaşmamızın imkânsız olduğunu göstermektedir.

Yine, Sanayi ve Ticaret Komisyonu raporunda, ülkemizde, 1999 yılında 79 milyon tonu ithalat, 25 milyon tonu ihracat olmak üzere 104 milyon ton dışticaret taşımacılığı yapıldığı, ihracat taşımalarında Türk Bayraklı gemilerin payının yüzde 29 olduğu belirtilirken, aynı konuda Denizcilik Müsteşarlığı verileri ise şöyledir:

1998 yılında denizyoluyla yapılan ihracat 25 milyon ton, yüzde 81,6 denizciliğin oranı,

1998 yılında denizyoluyla yapılan ithalat 73 milyon ton, denizciliğin payı yüzde 90,5;

1998 yılı deniz yoluyla yapılan toplam nakliye 98 718 000 ton.;

1998 yılında ülkemizde yapılan tüm nakliye ise, 112 114 000 tondur.

Bu konuda özel sektör temsilcileri ise daha başka bir rakam söylüyorlar. Deniz Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Forum Dergisine bu rakamları oldukça farklı olarak şöyle yorumluyor: "1998 yılında deniz yoluyla 104 milyon tonu ithalat, 24,7 milyon tonu ihracat olmak üzere, 128,8 milyon ton dışticaret taşıması yapılmıştır. Bu taşımalarda Türk Bayraklı gemilerin payı ise yüzde 32,5'tir." Buradan da görülüyor ki, Sanayi ve Ticaret Komisyonunca "1998 yılında ülkemizde toplam olarak 104 milyon ton dış ticaret taşıması yapılmıştır" denilirken, Denizcilik Müsteşarlığı bu konuda "112 milyon ton" özel sektör temsilcisi ise "128,8 milyon ton" diyor. Yine, hükümete soruyorum: Hangisi doğru?!

Bu noktada hükümetten beklediğimiz şudur: Bu kadar kanun çıkardık diye övüneceklerine, ciddî ciddî düşünsünler, sağlam gerekçelerle tasarıları Meclis huzuruna getirsinler ve tartışarak, doğruyu bularak kanunları çıkaralım; yoksa, vergi kanununu bir yıl içerisinde üç defa değiştirirseniz, Sanayi ve Ticaret Komisyonu raporunuz, Plan ve Bütçe Komisyonu raporunu tekzip eder, getirdiğiniz kanunun genel gerekçesi ile DPT raporları çelişir, DPT raporları, hedefî gerçekleşme rakamlarının ancak yüzde 60-70'lerinde kalır, Sanayi ve Ticaret Komisyonunun verdiği rakamlar ile Deniz Ticaret Odası Başkanının verdiği rakamlar hiç uyuşmaz; ama, hükümet kanadı, bu konuları hiç dikkate almadan, büyük bir gönül rahatlığıyla, oylamaya geçildiği zaman, kulislerden Genel Kurula gelir, oyunu kullanır ve yine kulislerin yolunu tutar; hükümet de "biz kurulduğumuzdan beri şu kadar kanun tasarısı geçirdik" diye övünür!..

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk denizciliğinin bugünkü durumuna baktığımızda, sektörün iç ve dış olumsuzluklarının etkisinde kaldığını görürüz. Marmara depremi sonucunda donanma ihtiyaçlarının, karşılanabilmesi için, Pendik ve Alaybey Tersanelerinin Deniz Kuvvetleri Komutanlığına devredilmesi 57 nci hükümetçe benimsenmiş bulunmaktadır. Bu karar, Türk ticaret gemi inşa sanayii potansiyelinin yüzde 44 azalmasını gündeme getirmektedir -Bakanın beyanatı- bu bakımdan, Sayın Bakanın Plan ve Bütçe Komisyonunda belirttiği gibi, yeni tersane bölgesi kurulması faaliyetleri, Karadeniz, Ege ve Akdeniz Bölgelerini kapsayacak şekilde planlanması, önem kazanmıştır. Denizcilik sektörü, üç dört yıldan beri, dünya genelinde yaşanan ekonomik krizin etkisinde bulunmaktadır. Buna mukabil, dünya deniz ticaret filosu, belirli bir kapasite fazlalığı göstermektedir. Buna mukabil, Güneydoğu Asya'da başlayan krizin etkisiyle, dünya ticaret hacmi aynı oranda azalmaktadır. Dünya deniz ticareti hacmi, 1983 yılından beri ilk defa azalma durumuyla karşı karşıya gelmiştir. 1997 yılında yüzde 5,1 oranında büyümeye karşın, 1998 yılında yüzde eksi 0,7 daralma yaşanmıştır. Ton, mil bazında ise, 1997 yılındaki yüzde 4,8 gelişmeye karşın, 1998 yılında yüzde 1,1 azalma görülmüştür.

1995 yılında 2 300'lerde, 1988 yılı başlarında 1 230'larda seyreden Baltık navlun endeksi, bugün 1 300'ler civarındadır.

Deniz ticaretini etkileyen krizler, Güneydoğu Asya, Latin Amerika ve Rusya krizleri yanında, Avrupa Topluluğu ülkelerinin Kuzey Denizindeki petrol üretiminin artmasıyla, ham petrol ihtiyaçlarını, Ortadoğu yerine, daha yakındaki bu bölgeden karşılamaları da, deniz taşımacılığını önemli ölçüde etkilemiştir.

Yine, petrol taşımacılığının son yıllarda boru hatlarıyla taşınmasının ağırlık kazanması, bu meyanda Bakü-Ceyhan petrol boru hatlarının hayata geçirilmesi, deniz ticaretini ileriki yıllarda önemli olarak etkileyecek hususlardır.

Dünya deniz ticaret filosu tonajının dünya deniz ticaret hacmine kıyasla gelişimine baktığımızda, 1998 yılında deniz ticaret hacmi yüzde eksi 0,7 daralarak 5,07 milyar tona düşmüş iken, aynı dönemde, dünya deniz ticaret filosu tonajı yaklaşık yüzde 2,4 oranında büyüyerek 751 milyar dwt'ye ulaşmıştır. Buradan da görüldüğü üzere, dünya genelindeki tonaj arzının daha bir süre dünya ticareti ve yük talebi üzerinde seyredeceği görülmektedir.

BAŞKAN – Sayın Polat, lütfen, tamamlar mısınız.

ASLAN POLAT (Devamla) – Ben, şahsım adına da konuşacağım; isterseniz, ikisini birlikte kullanabilirim.

BAŞKAN – Hayhay; şahsınız adına da, arzu ediyorsanız, konuşabilirsiniz.

ASLAN POLAT (Devamla) – Deniz ticaretiyle ilgili olarak umut vaat eden bir gelişme ise, ISM kalite kodunun getirdiği yeni standartlarla ilgilidir. ISM kodunun öngördüğü standartlar uygulamaya girdiğinde, bugüne değin hurdaya çıkarılıp sökülmek yerine, Çin gibi ülkelerde çok düşük fiyatlarla tamir ve bakımdan geçirilip filoya katılan gemiler artık deniz filolarına katılamayacaklardır. ISM standartlarını karşılayamayacak olan bu gemilerin hurdaya ayrılması, tonaj fazlalığını dengeleyici bir faktör olarak karşımıza çıkacaktır.

Türk deniz ticaret filomuz (150 gros ton üzeri) 1 Ocak 1993 tarihi itibariyle 6,8 milyon dwt'yle dünyada 23 üncü sıradadayken, 1 Ocak 1999 tarihi itibariyle 9,7 milyon dwt'lik toplam kapasiteyle 18 inci sıraya yükselmiştir.

Bir de şunu söylemek istiyorum: 1983 yılında denizyolu taşımamızda Türk Bayraklı gemilerin taşıma payı yüzde 49,8 iken, 1990'da yüzde 37,7'ye düşmüş, 1994'te tekrar yüzde 47,5'e yükselmiş, 1996'da tekrar 39,3'e düşmüş, 1998'de ise Deniz Ticaret Odası Başkanlığına göre yüzde 32,5'e, Bakanlığa göre ise yüzde 29'a düşmüştür.

Buradan da görüldüğü üzere, 1983 ve 1994 yıllarında Türk Bayraklı gemilerin toplam deniz taşımacılığımız içerisindeki payı 1983 yılından itibaren bir düşüş trendine girmiştir. Yalnız, 1994 yılındaki toplam ticaret hacmindeki düşüş sebebiyle sunî bir yükseliş olmuş, akabinde yine düşüş trendiyle, 1998 yılındaki Türk Bayraklı gemilerle yapılan deniz nakliyatı gerileyerek yüzde 29'lara düşmüştür.

İşte, deniz taşımacılığımızdaki Türk Bayraklı gemilerin sayısını artırmak ve sürekli geri gidişi durdurabilmek için bir adı "İkinci Sicil" de olan Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısı Meclisimizin huzuruna getirilmiştir. İleri Avrupa ülkeleri mevcut sicilleri yanında uluslararası sicillerini teşkil ederek, çeşitli yollarla filolarını destekleyen diğer ülkelerin rekabetine karşı kendi filolarını koruma yoluna gitmişlerdir.

Bu kanundan beklenen faydalar şu şekilde sıralanmaktadır:

1. Uluslararası gemi sicili uygulaması, Türk Bayraklı gemilerin giderlerini rakip yabancı bayraklı gemilerin işletme giderleri seviyesine düşürecektir; dolayısıyla, deniz ticaret filomuzun uluslararası rekabet gücü artacaktır.

2. Filomuzun rekabet gücünün artmasına paralel olarak büyüme yaşanacak ve buna bağlı olarak istihdam imkânları genişleyecektir.

3. Devletin kısa vadede azalacak vergi gelirlerine mukabil, kayıt harcı ve yıllık tonaj harcı gibi kaynaklarla devletin bu kaybı giderileceği gibi, uzun vadede vergi geliri de artacaktır.

4. Türk vatandaşı ve şirketlerine ait gemilerin açık sicil uygulayan Panama, Liberya ve Malta gibi ülkelerin bayraklarına kaçışı önlenecektir.

Netice olarak, bu kanun tasarısı, gelişen dünya şartlarına göre olması gereken bir tasarıdır. Beklenen gelişmeleri tam olarak görebilmemiz için, hükümetlerin, bir daha, bu gibi tasarıları Meclisin huzuruna getirdiğinde, gereken ciddiyette hazırlık yapmalarını ve bu gibi konularda Meclisin gerekli çalışmayı yapabilmesi için kendilerine vakit verilmesini diliyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle bu kanun tasarısının hayırlı olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Polat.

Başka söz talebi?.. Yok.

Önerge yok.

11 inci maddeyi, komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

12 nci maddeyi okutuyorum:

Malî hükümler

MADDE 12. – Bu Kanun uyarınca oluşturulan Türk Uluslararası Gemi Siciline kayıtlı gemilerin işletilmesinden ve devrinden elde edilen kazançlar, gelir ve kurumlar vergileriyle fonlardan istisnadır.

Türk Uluslararası Gemi Siciline kaydedilecek gemilere ve yatlara ilişkin alım, satım, ipotek, tescil, kredi ve navlun mukaveleleri; Damga Vergisine, harçlara, Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisine ve fonlara tâbi tutulmazlar.

Bu Kanun uyarınca oluşturulan Türk Uluslararası Gemi Siciline kayıtlı gemilerin ve yatların sahiplerinden aşağıdaki harçlar ayrıca tahsil olunur.

a) Kayıt harcı: 10 000 ABD Doları karşılığında Türk parasına ilave olarak, her bir net ton için 1 ABD Doları karşılığı Türk Lirası alınır. Bakanlar Kurulu bu miktarı 10 katına kadar artırmaya yetkilidir.

b) Yıllık tonaj harcı: Gemilerden Türk Uluslararası Gemi Siciline kayıtlı olduğu her takvim yılı için her bir net ton başına 1 ABD Doları karşılığı Türk Lirası alınır. Bu harç Ocak ve Temmuz aylarında olmak üzere iki eşit taksitte tahsil olunur. Vadesi gelen yıllık tonaj harcı taksitleri ödenmedikçe sicilin terkini ve yeni sahibi adına tescili yapılmaz. Devir sırasında vadesi gelmeyen harç taksitleri tescil olunduğu yeni sahibi tarafından taksit süreleri içinde ödenir. Bakanlar Kurulu bu miktarı 10 katına kadar artırmaya yetkilidir.

c) Türk Uluslararası Gemi Siciline kayıtlı gemi ve yat doğrudan veya çift (dual) klas olarak Türk Loydu’na kayıtlı ise bu maddenin (a) ve (b) bendinde tespit edilen bedellerde %50 indirim yapılır.

ABD Dolarının Türk Lirası karşılığının hesabında; Türk Uluslararası Gemi Sicili tescillerinde tescil tarihi, yıllık tonaj harcına ilişkin taksitlerde ödemenin yapıldığı gün için Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasınca tespit ve ilan olunan döviz satış kuru esas alınır.

Türk Uluslararası Gemi Sicilinde kayıtlı gemilerde çalışan personele ödenen ücretler gelir vergisi ve fonlardan müstesnadır.

6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre Türk Bayrağı çekebilen gemi sahiplerine tanınan malî yardım ve teşvikler, gemilerini bu Kanun hükümlerine göre Türk Uluslararası Gemi Siciline tescil ettiren Türk uyruklu gerçek ve tüzel kişilere de tanınır.

Üçüncü fıkranın (a) ve (b) bentleri uyarınca alınacak harçların tarh, tahakkuk ve tahsilinde aksine hüküm bulunmadıkça 213 sayılı Vergi Usul Kanunu, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun ve 492 sayılı Harçlar Kanunu hükümleri uygulanır.

Üçüncü fıkranın (a) ve (b) bentleri uyarınca tahsil edilen gelirler Maliye Bakanlığınca ayrı bir hesapta izlenir. Bu gelirlerin % 50’si altı ayda bir Denizcilik Müsteşarlığı Döner Sermaye İşletmesi bütçesine kaydedilir.

Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığının da görüşü alınarak Bakanlıkça tespit edilir.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Zeki Çelik'e ait.

Buyurun Sayın Çelik. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

FP GRUBU ADINA MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısının 12 nci maddesi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Dünya nakliyeciliğinde, büyük miktarlarda yük ve insanı bir yerden bir yere ekonomik boyutlarda nakletmek, ancak denizyolu taşımacılığıyla mümkün olmaktadır. Dünya deniz ticaret filosunda 300 gros tonun üzerinde 39 000 gemi bulunmaktadır; bunların toplam tonajı ise 900 milyon dwt'dir. Türk deniz ticaret filosunun dünya ticaret filosu içerisindeki yeri, tonaj olarak, maalesef, yüzde 1,4 seviyesindedir ve Türkiye 18 inci sırada yer alırken, komşumuz Yunanistan 3 üncü sırada, Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ise 6 ncı sırada bulunuyor. Tabiî, bu, üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemiz açısından yeterli değildir.

Aynı şekilde, dünya yolcu taşımacılığında da, denizyolunun büyük bir önemi vardır. Denizyolu taşımacılığı, yolcu ve araçların taşındığı feribot, turistik amaçlı kruvazör taşımacılık, çeşitli tipteki gemilerle yapılan yolcu taşımacılığı gibi çeşitlilikler arz eder.

Devlet olarak, uluslararası yolcu taşımacılığı yapacak yeterli sayıda gemiye sahip değiliz. Halen, Türkiye'nin elinde, İtalya-Türkiye arası uluslararası yolcu taşımacılığı yapan, 3 adet kamaralı feribot bulunmaktadır. İç hatlardaki durum daha da vahimdir; en fazla denizyolu taşımacılığı yapılan İstanbul'da, ulaşımın yüzde 88'i karayoluyla, yüzde 7'si demiryolu ve metroyla sağlanırken, ancak yüzde 5'i denizyoluyla sağlanmaktadır.

Türk denizciliğinin bugünkü durumuna baktığımızda, iç ve dış olumsuzlukların etkisinde kalan sektörün birtakım sıkıntılar yaşadığını görüyoruz. Deniz filosundaki gerilemeyle birlikte, finansman darboğazı, en önemli sorun olarak karşımıza çıkıyor. Dünya genelinde yaşanan ekonomik kriz, denizcilik sektörünü de doğrudan etkilemektedir. Dünya deniz ticaret hacmi, 1998 yılında ilk defa gerileme göstermiştir. Büyüme hızı bir önceki yıla oranla -yuvarlak rakam ifade ediyorum- yüzde 5'ten binde 7'ye düşmüştür. Aynı düşüş ton/mil bazında da görülmüş ve yüzde 5'ten yüzde 1'e, maalesef, bir gerileme yaşanmıştır. Buna bağlı olarak, navlun fiyatlarındaki düşüş trendi 1999 yılında da etkisini göstermiş ve deniz ticaretinde gerilemeye yol açmıştır.

Bütün bu göstergeler, dünya denizcilik sektöründe ve Türk denizcilik sektöründe yaşanan olumsuzlukları özetlemektedir. Görüşmekte olduğumuz, Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısının 12 nci maddesi, gemi siciliyle ilgili malî hükümleri ifade etmektedir ve metinde "...Gemi Siciline kayıtlı gemilerin işletilmesinden ve devrinden elde edilen kazançlar, gelir ve kurumlar vergileriyle fonlardan istisnadır" hükmü getiriliyor. Uluslararası Gemi Sicili uygulamalarında, Türk gemi adamı işgücünün, yabancı gemi adamı işgücü karşısında haksız rekabetle karşı karşıya kalmaması için bu hükmün uygulanması doğrudur. Türk gemi adamına Gelir Vergisi muafiyeti getirilmesi, uluslararası rekabet gücümüzü artıracaktır.

Ayrıca, Türk armatörleri, TC uyruklu zabit ve gemi adamları çalıştırmaya da özen göstereceklerdir; asıl tercih edilmesi gereken de budur.

1994 yılından bu yana yürürlükte olan mevcut uygulamaya göre, kendi kıyılarımız arasında, yani kabotaj hattında çalışan gemilerimizin dışındaki gemilerde "kaptan hariç olmak üzere, zabitanın yüzde 40'ı yabancı uyruklu olabilir" hükmü vardır. Çıkacak olan kanunla, zaten çok fazla olmayan yabancı uyruklu personel sayısı da sıfıra inecektir. Tabiî, bu uygulama, eğitimli, kaliteli, kalifiye, alanında yetişmiş elemanların istihdam edilmesiyle fayda sağlar; aksi takdirde, meseleye -deyim yerindeyse- yerli olsun ucuz olsun mantığıyla yaklaşmak gemicilik sektörüne zarar verir. Bu konuda gemi işletmelerine büyük sorumluluk düşmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 12 nci maddeyle getirilen diğer bir hüküm de "Türk Uluslararası Gemi Siciline kaydedilecek gemilere ve yatlara ilişkin alım, satım, ipotek, tescil, kredi ve navlun mukaveleleri; Damga Vergisine, harçlara, Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisine ve fonlara tabi tutulmazlar" hükmüdür. Bu hükümle getirilen avantajlar neticesinde, Türk Uluslararası Gemi Siciline kayıtlı gemiler çoğaldıkça, dışticaret yüklerimizin taşınmasında Türk Bayraklı gemilerin payı yükselecek, ülkemizin döviz girdileri artacak ve yabancı gemilere ödediğimiz milyarlarca Amerikan Doları tutarındaki navlun dövizleri yurt ekonomisine kazandırılmış olacaktır.

12 nci maddede, Türk Uluslararası Gemi Siciline kayıtlı gemilerden ve yatlardan tahsil edilecek kayıt harcı ve yıllık tonaj harcının bedelleri ve tahsili de hükme bağlanmaktadır. Buna göre, kayıt harcı olarak 10 000 Amerikan Doları karşılığı Türk Lirası, ilave olarak da net 1 ton için 1 Amerikan Doları karşılığı Türk Lirası alınacak. Bu miktar, Bakanlar Kurulu tarafından 10 katına kadar artırılabilecek.

Bilmiyorum, bu rakam belirlenirken deniz ticaret odalarına soruldu mu? Hangi kıstaslar göz önünde bulundurularak bu rakamlar belirlendi? Gemi sicilinden elde edilecek faydalar karşısında bu rakamın çok büyük bir değer ifade etmediğini söyleyebilir miyiz? Ben şahsen Deniz Ticaret Odasının herhangi bir itirazına rastlamadım.

Yıllık tonaj harcı ise, her takvim yılı için net ton başına 1 Amerikan Doları karşılığı Türk Lirası olarak belirlenmiş. "Bu harç ocak, temmuz aylarında da iki taksitte tahsil edilecek ve taksitler ödenmediği takdirde sicil iptal edilecek" denilmektedir. Burada da hiçbir esneklik getirilmediğini görüyoruz. Taksit ödenmediği takdirde, sicilin hemen iptal edilmesi söz konusu. Uygulamada da aynı esnekliğin gösterilmemesini ve birtakım hatır gönül ilişkilerine girilmemesini temenni ederiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri "bu harçlardan elde edilecek gelirin yüzde 50'si, altı ayda bir Denizcilik Müsteşarlığı hizmetlerinde kullanılmak üzere ayrılacak" denilmektedir. Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edilen metinde, bu paranın personel giderlerinde kullanılamayacağı, özel gelir ve özel ödeneklere kaydedileceği belirtilmektedir; fakat ne hikmetse, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî kaynaklar Bilgi ve Teknoloji Komisyonunun kabul ettiği metinde ise, bu paranın altı ayda bir Denizcilik Müsteşarlığı döner sermaye işletmesine aktarılacağı ifade edilmektedir. Böylece çok kolay yoldan çarçur edilebilecek bir kaynak ortaya çıkarılmış oluyor.

Döner sermaye işletmelerinde bu para nasıl ve hangi amaçlara yönelik kullanılacak; bunu bilmek istiyoruz. Bu kaynağın Türk denizciliğinin gelişmesi amacıyla kullanılması yerinde olur, hatta bu paranın kullanılmasında Deniz Ticaret Odasına, denizcilikle ilgili kamu iktisadî kuruluşlarına inisiyatif verilmesi de yerinde olur; onların da bu konudaki görüşleri alınmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çıkarılacak olan Gemi Sicil Kanununun ülkemize ve Türk denizcilik sektörüne hayırlar getirmesi dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyor, hayırlı akşamlar diliyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

Sayın milletvekilleri, başka söz talebi yok.

Madde üzerinde bir değişiklik önergesi var, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 217 sıra sayılı Kanun Tasarısının 12 nci maddesinin altıncı fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve talep ederiz.

Aydın Tümen İsmail Köse Beyhan Aslan

Ankara Erzurum Denizli

Orhan Şen Ahmet Arkan Sedat Çevik

Bursa Kocaeli Ankara

Eyüp Doğanlar Akif Serin

Niğde İçel

6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun hükümlerine göre Türk Bayrağı çekebilen gemi ve yat sahiplerine yatırım sırasında tanınan malî yardım ve teşvikler, bu kanun yürürlüğe girdikten sonra yurtdışından ithal edilen 18 000 DWT'un üzerinde ve altı yaşın altındaki gemiler ile altı yaşın altındaki yatlarını bu Kanun hükümlerine göre Türk Uluslararası Gemi Siciline tescil ettiren Türk uyruklu gerçek ve tüzelkişilere de tanınır. Bu belirtilen tonaj ve yaş sınırını gerektiğinde Bakanlar Kurulu değiştirmeye yetkilidir.

BAŞKAN – Sayın Komisyon katılıyor mu ?

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİî KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir)– Takdire bırakıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Hükümet katılıyor mu?..

DEVLET BAKANI ABDULHALÛK MEHMET ÇAY (Çorum) – Katılıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Komisyonun benimseyerek takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum :Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Görüşmekte olduğumuz 12 nci maddeyi bu değişikliğiyle birlikte oylarınıza suknuyorum : Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

13 ncü maddeyi okutuyorum :

Gemi ve yatların sigortaları

MADDE 13. – Türk Uluslararası Gemi Siciline kayıtlı gemilerin ve yatların sigortaları yurt dışında da yaptırılabilir.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gruplar adına söz talebi?..Yok.

Şahıslar adına söz talebi?.. Yok.

Maddeyi komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum :Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

14 ncü maddeyi okutuyorum :

Yönetmelik

MADDE 14. – Bu Kanun uyarınca öngörülen yönetmelik ilgili kurum ve kuruluşların da görüşleri alınmak kaydıyla, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren Bakanlıkça altı ay içinde yürürlüğe konur.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Fazilet Partisi Grubu adına, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Niyazi Yanmaz; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

FP GRUBU ADINA MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 217 sıra sayılı, Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısının 14 üncü maddesi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ülkemizin üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen, denizlerimizden, hem taşımacılık hem de deniz ürünleri noktasında, maalesef, çok asgarî düzeyde istifade edilmektedir.

Bütün sektörlerde olduğu gibi, denizcilik sektöründe de, uluslararası rekabet koşulları, çok gerilerden takip edilmektedir. Görünen o ki, hâlâ, denizcilik sektörümüzün müşteşarlık düzeyinde temsil ediliyor olması, denizcilik sorunumuzun derinliğine nüfuz edilmemesi anlamına gelir. Her şeyden öte, bir denizcilik bakanlığının, hâlâ, ihdas edilmemiş olması büyük bir eksikliktir. Ciddî olarak bir organizasyon bozukluğu vardır. Uluslararası rekabet şartlarına, bir tüccar, işletmeci, pazarlamacı nazarıyla bakmadığımızdan, Türk uluslararası gemi sicilinin getirileri, ilk bakışta önemsenmeyebilir.

Denizcilik sektörümüzü disipline eden ve ülke olarak bu sektörden azamî derecede istifade etmemizi sağlayan kanun tasarısı, bugün önümüze gelmiştir. Her şeyden evvel ve bütün olumsuzluklara rağmen, bu kanun tasarısının denizcilik sektörümüze ve ülkemize maddî, manevî faydalar getireceğini ümit ediyorum.

Özellikle, 1980'li yıllarda, ticaret gemilerinin kolay bayrak ülkelerine kaçtığını gören birtakım ülkeler, filolarının hızla küçüldüğünü görünce, birtakım tedbirler almaya yöneldiler. Kolay bayrak hadisesi, dünya gemicilik sektöründe, ciddî olarak bir rekabet ortamı oluşturmuştur. İşte, Türkiye, gecikmiş de olsa, bu rekabet şartlarına bu yasa tasarısıyla ulaşacaktır. Bu oluşturulan gemi sicilinin amacı, deniz ticaret filosunun gençleşerek büyümesini ve dolayısıyla, deniz taşımacılığı sektörünü geliştirerek yeni istihdam alanlarını oluşturmaktır.

Değerli milletvekilleri, dünyada bugün binlerce geminin dünya limanları arasında taşıma hizmeti yapmakta olduğu, 5 milyar tonun üzerinde bir yükün denizyoluyla taşındığı, yılda 300 milyar doların üzerinde navlun geliri elde edildiği gerçeği dikkatle incelenmelidir.

Dünya deniz ticaretinin 1997 yılında 3,6 büyüyerek 21,413 milyar/mil değerine ulaştığı, eldeki son rakamlara göre Türkiye'nin dışticaret taşımacılığının yüzde 91'inin denizyoluyla yapıldığı, Türk bayraklı gemilerin deniz taşımacılığı içerisindeki payının yüzde 40 civarında olduğu görülmektedir.

Ortalama olarak, denizyoluyla yapılan taşıma maliyetinin, demiryolundan 2,5 kat, karayolundan 4 kat, havayolundan 12 kat daha ucuz olduğu bilinen bir gerçektir. O halde, bu sektör çok iyi değerlendirilmelidir diye düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısıyla, ülkemizin uluslararası denizcilik sektöründe rekabet imkânı artmaktadır.

Bu kanun tasarısının hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yanmaz.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahısları adına söz talebi?.. Yok.

14 üncü maddeyi bu şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

15 inci maddeyi ek madde 1'le beraber okutuyorum:

MADDE 15. – 491 sayılı Denizcilik Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir.

“EK MADDE 1. – Denizcilik Müsteşarlığı bünyesinde, Döner Sermaye İşletmesi kurulur. Döner sermaye için genel bütçeden on milyon TL. kuruluş sermayesi tahsis olunmuştur. Bu miktar Denizcilik Müsteşarlığının teklifi ve Maliye Bakanlığının onayı ile artırılabilir. Döner Sermaye gelirleri, giderleri ve faaliyetleri ile kâr paylarının dağıtımı yönetmelikle düzenlenir.”

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Fazilet Partisi Grubu adına, Kocaeli Milletvekili Sayın Mehmet Batuk.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Konuşmayacak Sayın Başkan.

BAŞKAN –Şahıslar adına, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Niyazi Yanmaz; konuşmayacaklar.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Metin Şahin konuşacaklar.

BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Metin Şahin; buyurun efendim.

Süreniz 10 dakika.

DSP GRUBU ADINA METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, kıymetli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Aslında, böyle bir konu için buraya çıkmayı arzu etmiyordum; ama, Genel Kurulumuzu bilgilendirme ihtiyacında olduğumuz için söz aldım.

Değerli arkadaşlar, görüşüldüğü üzere, bu tasarı, gemi siciliyle ilgili bir düzenlemedir. Bu tasarı, talî komisyon olarak bizim komisyonumuza da gelmiştir; yani, Plan ve Bütçe Komisyonumuza da gelmiştir. Görüşmelerimizde, şimdi 15 inci maddede yer alan 1, 2 ve 3 numaralı ek maddeler bizden de talep edilmişti; yani, bu tasarı içerisinde bu üç maddeyi burada görüşüp, bu tasarıya ekleyebilir miyiz diye. Biz, o zaman kendilerine, yönetici arkadaşlarımıza, Bakanlığın, daha doğrusu Müsteşarlığın, yakında yeni bir düzenlemeyle, yeni bir yapılanmayla ilgili hazırlığı bulunduğunu, bunu o zaman değerlendirmemizin daha doğru olacağını ifade ederek; şimdi, gemi siciliyle ilgili düzenlemeyi tamamlayalım, ondan sonra, diğer aşamada da, sizlere bu konuda yardımcı oluruz diye ifade etmiştik ve bunu raporumuzda da yazarak ilgili komisyona görüşlerimizi aktardık. Burada, şimdi görüldüğü üzere, arkadaşlarımız, yine de, bu görüşlerinde ısrarlı olarak, Plan ve Bütçe Komisyonunun görev alanına giren hususlarda düzenlemeler yaparak, ek maddeler halinde buraya getirmiş bulunuyorlar. Ben, kendileriyle uzun bir zamandır görüşüyorum. Üzerinde durduğumuz husus şudur:

Plan ve Bütçe Komisyonunun görev alanına giren konularda, eğer, diğer komisyonlar bu tip düzenlemeleri yaparlarsa, o zaman bütçe disiplini kaybolur. Bu bakımdan, belki bugün bir arayol bulunarak, bu problem şu an için giderilebilir; ama, bütün arkadaşların dikkatini ve hassasiyetini diliyorum; bu tip düzenlemeler Plan ve Bütçe Komisyonunun görev alanına girmektedir, bu konuda, gerek hükümet üyelerimizin tek tek, gerekse diğer tüm komisyon başkanlarımızın hassasiyetine ihtiyaç vardır.

Biz, Plan ve Bütçe Komisyonumuzda hükümetimizden gelen her konuya yardımcı oluyoruz; bunu, Genel Kurulumuz dikkatle izliyor ve görüyor. Hepimizin görevi kamunun daha iyi çalışması, daha iyi imkânlara kavuşmasıdır; buna da hiçbir itirazımız yok; ancak, her komisyon -kimse alınmasın, varsayalım ki, yarın Tarım Komisyonumuz- oturup da kendi Bakanlığının personeline yönelik bir düzenlemeyi böyle getirirse, bir başka gün Çevre Komisyonumuz bir vesileyle gelen bir tasarıya bu tip eklemeleri yaparsa, o zaman bunun disiplini kalmaz.

Bu bakımdan, ben istirham ediyorum, komisyondaki arkadaşlarımız bir çalışma yapıyorlar, belki benim arzuladığım, doğru bulmadığım tarafları tamamıyla karşılamıyor olabilir; ama, bunu Genel Kurulun bilgisine sunmak istiyorum. Bu tip görevler Plan ve Bütçe Komisyonunun görevidir. Bu benim görevim değildir; bugün ben Başkanlık yapıyorum, yarın bir başka arkadaşımız yapabilir ve bugün başka komisyonlarda görev yapan arkadaşlar da bir gün gelir Plan ve Bütçe Komisyonunda görev yapabilir. Bu, komisyonlar arasındaki dengeyi, sorumlulukları, görev ve yetkileri yerinde, doğru kullanmazsak Parlamentomuz zarar görür.

Ben, bu konuda, bu düzenlemeden vazgeçilmesi ve yardımcı olması için Meclis Başkanlığımıza da, lütfen, doğru bulmadığımız, uygun bulmadığımız bu hususun düzeltilmesine ve böyle bir teamülün oluşmamasına yardımcı olun diye, bizzat başvurdum; ancak, Meclis Başkanlığımızdan, üzülerek ifade ediyorum, gerekli hassasiyeti göremedim.

Parlamento, hepimizin; Meclis Başkanlığı da bizim Başkanlığımızdır. Bu hususlara hassasiyetle yaklaşması gerekir. O zaman, gerçekten, komisyonlar arası fevkalade üzücü, yanlış diyaloglar oluşur ve yanlış sonuçlar çıkar.

Bu vesileyle söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Şahin'e teşekkür ediyorum.

Şahsı adına, Ankara Milletvekili Sayın Zeki Çelik; buyurun efendim.(FP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakika.

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısının 15 inci maddesinin, ek madde 1 üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Denizcilik sektörü içerisinde 18 inci sıraya düştüğümüzü ifade etmiştim. Deniz ticaret filomuzdaki gemilerin, bir bölümünün yaşlanması, belirli bazı gemi tiplerinde görülen eksikliğin giderilememesi, dış ticaret yüklerinde, Türk gemilerinin paylarını, maalesef, düşürmüştür; ancak, gemilere yaş sınırı getirmek yerine, teknik kapasitelerindeki standardı baz almak, daha akılcı olur. Zaten, uluslararası deniz ticaret filolarındaki yaş ortalaması, 17-18 arasında seyretmektedir ve gemilerin, IMO kurallarına uygun, nitelikli ve teknik bakımdan iyi durumda bulunması yeterlidir.

Gemi inşasında yeterli finansman sağlanmadığından, filomuz, daha genç ve modern bir hal alamamakta, rekabet gücü de, maalesef, zayıflamaktadır. Modern teknolojik gereçlerle donatılmış, yaş ortalaması düşük, çeşitli tip ve tonajlardaki gemilerden oluşan ve modern denizcilik eğitimi almış personelle yönetilen bir filoyla, uluslararası piyasada, bugünden çok daha etkin bir şekilde faaliyette bulunması mümkündür.

Gemi ve yat inşa sanayii geliştirilmeli ve teşvik edilmelidir. Bu konuda, tersanelerimizin durumu içler acısıdır. 1999 yılında sadece bir gemi siparişi alınabilmiştir ve 2000 yılı için henüz sipariş alınamamıştır. Tabiî bu arada, devlete ait birtakım kuruluşların da özelleştirme kapsamında olmasına rağmen, TÜPRAŞ'ın bir alt kuruluşu olan DİTAŞ için 48 milyon dolar vermek suretiyle bir tanker alınması konusu gündemde, ki bu da, maalesef olumsuz bir gelişmedir. Özel sektörün deniz sahasında daha hızlı gelişmesi için, devlete ait Denizcilik İşletmelerinin bir an önce özelleştirilmesi gerekmektedir ve Tuzla tersaneleri bölgesinin de bir an önce serbest bölge statüsü kazanması noktasında bir çalışma yapılmalıdır ve bu çalışmaların da mutlaka hızlanmasını hükümetten talep ediyorum.

Sadece deniz ticaret filomuzu güçlendirmemiz yeterli olmuyor, limanlarımızın da geliştirilmesi, limanlardaki yükleme, boşaltma teknolojilerinin modernize edilmesi, gemilerin çok seri bir şekilde liman hizmetlerinden istifade etmesini sağlamamız gerekiyor; uygun yerlerde karayolu ve demiryollarıyla bağlantılı yeni limanların yapılması ve bunlar için gerekli projelerin kredilendirme ve yatırım çalışmalarının aksatılmadan tamamlanması da şarttır.

Görüldüğü gibi, üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemizde, maalesef denizcilik sektöründe komşularımızdan çok geri kaldığımızı üzülerek görmekteyiz. Deniz kaynaklarından da yeteri şekilde istifade edemediğimiz ortadadır. Her yıl Norveç'ten binlerce ton balık ithal etmekteyiz, iç pazarda balık fiyatları oldukça yüksek, deniz kirliliği ve yanlış avlanma yöntemleri nedeniyle, sahip olduğumuz denizlere göre, toplam balık üretimimiz de oldukça düşük seviyede seyretmektedir. İşte bu noktada çıkacak olan Gemi Sicil Kanununun Türk denizcilik sektörünün gelişmesi açısından önemli bir yeri var ve bu konuda birkaç şey söylemek istiyorum.

Uluslararası gemi sicil uygulamasıyla Türk Bayraklı gemilerin giderleri, rakip yabancı bayraklı gemilerin işletme giderleri seviyesine düşecek, böylece rekabet gücü artacaktır. Dolayısıyla filomuzun uluslararası pazardaki gücünün artması denizcilik şirketlerinin kârlılığını yükseltecektir, bu da ekonomiye artı bir değer demektir.

Finansal kiralama yoluyla gemi sahibi olmanın kolaylaştırılması filomuzdaki gemi sayısını artıracaktır. Şirket zarar etse dahi kayıt harcı ve yıllık tonaj harcı gibi kaynaklar devletin harç gelirlerini yükseltecektir.

Yıllardır gemi sicili olmadığından, TC vatandaşı şahıslara ve şirketlere ait gemilerin Panama, Liberya ve Malta gibi ülke bayrakları altında çalışmaları, ekonomimizi zarara uğratmıştır. Önümüzdeki dönemde bu zararın en aza ineceğini ümit ediyoruz.

Uygulamaya başlanacak olan gemi sicili yabancılara da açık olacağından, özellikle bağımsız devletler topluluğuna mensup ülkelerin işletmelerine ait gemilerin Türk Bayrağı çekmeleri ve Türkiye'de büro açmalarıyla ekonomimize yeni bir katkı sağlanacaktır.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; bu sicil uygulamasıyla amaçlanan şeylerden taviz verilmemelidir. Bu amaçlar, işletmecilikte formalite yükünün getirmiş olduğu ataletin atılması, gereksiz maliyet artışlarının ve verim kaybının önlenmesi ve rekabet gücünün artırılmasıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insan ve kalite unsurunu dikkate alarak Türk denizciliğinin gelişmesi ve denizlerimizden en yüksek verimin elde edilmesi için yapılan ve yapılacak olan her türlü çalışmayı desteklediğimizi belirtir, kanun tasarısının hayırlı olmasını diler, hayırlı akşamlar diler, saygılar sunarım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

Ek madde üzerinde başka söz talebi?.. Yok.

Önerge yok.

Ek madde 1'i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Ek madde 1 kabul edilmiştir.

Ek madde 2'yi okutuyorum:

“EK MADDE 2. – Mevcut statüsü devam ettiği sürece Denizcilik Müsteşarlığı teşkilatında fiilen çalışan personele Başbakanlık merkez teşkilatında çalışan personele ödenmekte olan fazla çalışma ücreti, aynı esas ve usullere göre ödenir.”

BAŞKAN – Fazilet Partisi Grubu adına, Tokat Milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu; buyurun.

Süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; denizcilikle ilgili uzun zamandır tartıştığımız kanun tasarısının sonuna geldik. Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısı, Denizcilik Müsteşarlığımızda çok önemli bir yol açıcı, o manada Türkiye'nin geleceğini belirleyici birtakım reform çalışmalarına ön açacak bir tasarı olarak görünüyor.

"Müsteşarlığın Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye, aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir." denilmekte. Ana komisyonun kabul ettiği Denizcilik Müsteşarlığı personelinin özlük haklarında ekonomik iyileştirmelere ilişkin ek maddelerin yasalaşması halinde, yasanın, kanun hükmünde kararname ekinde yer almasının hukuk tekniği açısından olabilirliği mümkün müdür? Önce bunu sormak lazım. Daha sonra, 1999 malî yılı bütçe kanun tasarılarından, Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığıyla ilgili olarak Genel Kurulda haziran ayında yaptığım konuşmada, özetle, sektörün, ülke ekonomisi için önemine değinmiş, Müsteşarlığın, merkez ve taşra teşkilatında çalışan ve çalışacak olan personel için bir cazibe, çekim alanı haline dönüştürülmesinin önemi üzerinde durmuştum.

Hemen hemen uluslararası bir faaliyet alanı olan denizcilik sektöründe, millî menfaatlarımızı uluslararası zeminlerde en üst düzeyde temsil edebilmenin, ulusal çıkarlarımızı koruyabilmenin en önemli unsurunu, denizcilik eğitimi almış, tecrübeli, deneyimli, bilgi derinliği olan, en az bir yabancı dili çok iyi bilen, devletimizi, ülkemizi temsil yeteneğinde olan personel oluşturacaktır diye düşünüyorum.

Avrupa Birliğine aday olan ülkemiz, tam üyelik sürecinde, kanaatimce, en önem vermesi gereken husus, insan kaynakları olmalı ve buna yatırım yapmak olmalıdır diye düşünüyorum. Bu yönüyle bakıldığında, uluslararası memur tanımının ve özelliğinin öne çıkacağı, Avrupa Birliği bünyesinde ülkemizin, genelde kurumlarını temsil edebilecek, özelde de denizciliğimizi temsil edebilecek personelin, tam 110 000 sayfayı bulan Avrupa'nın denizcilikle ilgili mevzuatının tercümesini, müteakiben mevzuatın ayrıntılarına girebilecek kadar anlayan, ulusal mevzuatlarla ilişkilendirebilen, konuları özümseyip, hatta gerektiğinde ulusal çıkarlarımız adına, Avrupa Birliği mevzuatını bile değişikliğe gidilmesi doğrultusunda yönlendirebilen, bu düzeyde yetkili personelin varlığı, birinci önceliğe sahip bir husustur diye ifade ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Müsteşarlığın ihtiyaç duyduğu su ürünleri, deniz ulaştırma, gemi makineleri, gemi makineleri işletme, gemi inşaat ve gemi makineleri ile üniversitelerimizin güverte bölümü mezunu kaptanların, hatta, emekli Deniz Harp Okulu mezunlarımızın Müsteşarlık bünyesinde istihdamı, ayrıca, konumlarında akademik kariyer yapmaları ve yapmış olanların da kamu personeli dil sınavını başarıyla geçenlerin ağırlıkta olduğu bir yapı, bir ihtisas kurumu... Evet, özelde Denizcilik Müsteşarlığı, genelde ise Türk kamu idarî yapısı, insan kaynakları ve yönetim anlayışıyla birlikte hızla bir değişim süreci yaşamalıdır diye düşünüyorum.

Sayın milletvekilleri, bu kaçınılamaz, olmazsa olmaz bir önceliktir diye ifade ederken, ayrıca, ana komisyondan geçen ek 3 üncü maddede de yer alan unvanlara ilişkin özlük haklarının iyileştirilebilmesi yerinde bir karar olacaktır kanaatimi ifade etmek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, bütün bu değerlendirmelerden sonra, dikkatlerinize sunmak istediğim husus şudur: 10 Kasım 1999 tarihinde, depremle ilgili, iktidar partileri genel başkanları, Sayın Başbakanın başkanlığında bir toplantı akdetmişti. O toplantının sonrasında, hatırlayınız, Sayın Başbakan, Türk kamuoyuna yaptığı açıklamada -deprem sonrası Türkiye'yi düşünün ve meselenin önemini düşünün- hükümet olarak, öncelikle yasalaştırılacak 2-3 kanun tasarısı içerisinde Denizcilik Bakanlığının kurulmasına ilişkin tasarıyı da beyan etmişti. Bu, önemli ve sevindirici bir hadiseydi.

Bakın, çok önemli bir açmazı arz ediyorum hepinize. Eğer, böyle bir şey olursa, ki, hepimizin de arzusudur, denizcilikle ilgili bir bakanlığın kurulması. Şu anda, bütün kadroları dağıtırken, Başbakanlık bünyesindeki bir müsteşarlığın kadro dağıtımıyla ilgili çalışmalar yapıyorsunuz. Şimdi soruyorum : Başbakanlık tazminatını alan, kadro karşılığı sözleşme hakkını elde eden ve nihayetinde de döner sermaye işletmesinden istifade eden bir personel düşünün. Denizcilik bakanlığının kurulmasıyla, bütün bu elde ettiği ekonomik getiriyi, statüyü kaybedecektir Başbakanlıktan ayrıldığında. O zaman, ortaya çıkacak olan hizmetin kalitesini, verimliliğini, takdirlerinize arz ediyorum; yani, insanlara, şu anda, burada yaptığınız olağanüstü çalışmalarla vermeye çalıştığınız imkânlar, şayet böyle bir bakanlık kurulursa, o bakanlığın imkânlarının tamamını budayacağınızı bilgilerinize arz ediyorum; bunu dikkat etmenizi rica ediyorum. Tabiî, bakanlık olması halinde bu hakkın verilmesi uygun olur; bu hak korunabilecekse, bugünden... 57 nci cumhuriyet hükümetinin, bu yönüyle bir kararsızlık içerisinde olduğu gözlenmektedir. Bunu, çok iyi redakte ve gözden geçirmek durumunda olduğunuzu ifade ediyorum.

Sayın milletvekilleri, güçlü bir denizcilik müsteşarlığı mı, yoksa güçlü bir denizcilik bakanlığının kurulması mı? Evet, buna, süratle karar verilmelidir diye düşünüyorum. 54 üncü cumhuriyet hükümeti zamanında; yani, Refahyol döneminde başlatılan hizmetler çerçevesinde ve belli bir seviyeye getirilen Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısına yönelik çalışmaların, 1997 yılı 1 Temmuz tarihi itibariyle görevi bırakan Hükümetin, yine aynı dönemde, bugün dile getirilen personelin özlük hakları ve döner sermaye kurulmasına ilişkin çalışmaların, idare kayıtlarında, ilgili kurumlarca yapılan yazışmalarda ve Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonlarında dile getirildiği bilinmektedir. Bu durum, 1997 yılı temmuz ayının ilk günlerinde; yani, 54 üncü cumhuriyet hükümetinin görevi bıraktığı günlerin arifesinde kaleme alınan 55 inci cumhuriyet hükümetinin programında, Türk uluslararası gemi siciline geçileceği hususuyla teyit edilmektedir. Bu, çok önemli bir çalışmadır.

Sonuç olarak, denizcilik sektörünün gelişmesine, beklenen düzeyde hizmet edecek şekilde, ikinci sicilin çıkarılması ile Müsteşarlık veya kurulacak denizcilik bakanlığı personelinin en üst düzeyde özlük haklarına kavuşturulmasının ülkemizin yararına olacağı inancıyla, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dağcıoğlu.

Şahsı adına söz talebinde bulunan, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Niyazi Yanmaz?.. Yoklar.

Niğde Milletvekili Sayın Mükerrem Levent; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 217 sıra sayılı kanun tasarısının ek 2 nci maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım.

Sayın milletvekilleri, halen, Başbakanlık ve bağlısı 16 kuruluş çalışanları, düzenlenen yasalarla belirlenlen miktarda ve her yıl artan ölçüde fazla mesai ücreti almaktadırlar. Bir başka deyişle, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda belirtilen en yüksek devlet memuru aylığının (ek gösterge dahil) belirli oranlarında, Başbakanlıkça tespit edilen usul ve esaslar çerçevesinde, her yıl, aylıkla birlikte, Gelir Vergisine tabi olmaksızın, fazla çalışma ücreti almaktadırlar. Üstelik, bu kurumların çoğunun, lojman, lokal, dinlenme tesisi gibi ilave her türlü sosyal tesisten yararlanma hakları vardır. Başbakanlığa bağlı Denizcilik Müsteşarlığının lojmanı dahi yoktur ve çalışanlarına sağlanan hiçbir sosyal imkân da bulunmamaktadır.

Değerli milletvekilleri, şimdi, burada, sosyal adaletten, haktan bahsetmek mümkün değildir. Diğer bir kurumda, geniş teşkilat ve personel var iken, fondan veya kanun hükmünde kararnamelerle, yönetmeliklerle verilmiş haklar var iken, Denizcilik Müsteşarlığı personelini bu haklardan ayrı tutmak, ne kadar hakkaniyetle bağdaşırsa, durumu takdirlerinize arz ediyorum.

Görev gereği 24 saat esasına göre çalışan personelin bayram ve cumartesi-pazar tatilleri de yoktur. Birçok limanda bir veya iki personelin görev yaptığını ifade edersek, bu personelin çalışma şartlarının ağırlığı tahmin edilebilir; ne yazık ki, alınterinin karşılığı mesai de verilmemektedir. Bir liman başkanı 130-140 milyon arasında ücret almaktadır. Sorumluluklarının ve çalışma şartlarının ağırlığı göz önüne alınarak bu personele mesaj vermek gerekiyorsa, burada ayırımcılık istenmemelidir; tam tersine, Başbakanlığa bağlı diğer bütün kuruluşlardakilerle eşit olarak verilmelidir. Bu madde, bugün, 500 milyara tekabül etmektedir; yılda ise toplam yaklaşık olarak 2 milyon doları bulmaktadır. Halbuki, bu kanunun yıllık getirisi en az 15 milyon doları bulacaktır. Yüzde 20'sinin personele harcanacağını varsayarsak, geriye kalan yüzde 80'i devletin kasasına gidecek ve devlete malî bir külfet getirmeyecektir.

Sayın milletvekilleri, binası olmayan, araç gereçten yoksun, teknik donanımı tamamlanmamış, uluslararası sorumlulukları her geçen gün artan, turizmle iç içe böylesine önemli bir müsteşarlığı çaresizliğe terk edemeyiz. Gelişmiş ülkelerin denizcilik bakanlığıyla idare edildiği günümüzde, Çeşme gibi bir turizm merkezinde liman başkanlığını, barakada görev yapmaya mahkûm edemeyiz.

Bu mübarek ramazan ayında, çalışanın hakkını, alınteri kurumadan vermenin sevabını işleyelim.

Takdiri Yüce Meclise bırakıyor, hepinize saygılar sunuyorum. Sağ olun. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Levent.

Görüşmekte olduğumuz Ek Madde 2 ile ilgili bir değişiklik önergesi vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 15 inci maddesine bağlı ek 2 nci maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve talep ederiz.

Emrehan Halıcı Ömer İzgi Beyhan Aslan

Konya Konya Denizli

Sait Gönen Akif Serin

Konya İçel

"Ek Madde 2 - Mevcut statüsü devam ettiği sürece, Denizcilik Müsteşarlığı teşkilatında fiilen çalışan personele Başbakanlık merkez teşkilatında çalışan personele ödenmekte olan fazla çalışma ücreti, Maliye Bakanlığının görüşü alınarak, aynı esas ve usullere göre ödenir.”

BAŞKAN – Sayın Komisyon katılıyor mu?

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Benimsiyoruz; Maliye Bakanlığının görüşünün alınmasında fayda vardır.

BAŞKAN – Sayın Hükümet katılıyor mu?

DEVLET BAKANI ABDULHALUK MEHMET ÇAY (Çorum) – Katılıyoruz.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Karar yetersayısının aranmasını istiyoruz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Komisyonun benimseyip çoğunluğu olmadığı için katılamadığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısı arayacağım.

MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, iftardan sonra oylasanız olmaz mı?

BAŞKAN – Karar yetersayısı çıkmazsa zaten ara vereceğiz.

Önergeyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı yoktur.

Birleşime saat 18.00'e kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati : 16.11

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 18.00

BAŞKAN : Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL

KÂTİP ÜYELER : Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Mehmet AY (Gaziantep)

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. – Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonları Raporları (1/507) (S. Sayısı : 217) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerini aldı.

217 sıra sayılı kanun tasarısının maddelerinin görüşülmesine başlanmıştı ve 15 inci maddeye bağlı ek madde 2'nin müzakereleri tamamlanmıştı.

Hatırlanacağı üzere, ek madde 2 üzerinde verilmiş bir değişiklik önergesi vardı, bu önergenin oylanması sırasında karar yetersayısının aranılması istenmiş; ancak, oylama sırasında karar yetersayısına ulaşılamamıştı.

Şimdi, aynı önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım. Hatırlatmak sadedinde söylüyorum, önergeye, Komisyon, çoğunluğu olmadığı için katılamamış; ancak, benimsediğini ifade etmişti, Hükümet ise katılmıştı.

Önergenin oylamasını elektronik cihazla yapacağım ve oylama için 5 dakika süre vereceğim.

Oylamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, önerge kabul edilmiştir; karar yetersayısı vardır.

Ek madde 2'yi, kabul edilen önerge istikametindeki yeni şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Ek madde 2 kabul edilmiştir.

Ek madde 3'ü okutuyorum:

“EK MADDE 3. – Denizcilik Müsteşarlığında müsteşar, müsteşar yardımcısı, genel güdür, 1 inci hukuk müşaviri, genel müdür yardımcısı, müsteşarlık müşaviri, daire başkanı, hukuk müşaviri, bölge müdürü, bölge müdür yardımcısı, gemi sörvey kurulu başkanı, liman başkanı, gemi sörvey kurulu uzmanı, denizcilik uzmanı, şube müdürü, uzman, mühendis, kaptan, istatistikçi, matematikçi, fizikçi, biolog, doktor, diş tabibi, çözümleyici, programcı ve denizcilik uzman yardımcısı kadroları karşılık gösterilmek kaydıyla, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun ve diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın sözleşmeli personel istihdam edilebilir.

Bu suretle çalıştırılacakların sözleşme usul ve esasları ile ücret miktarı ile her çeşit ödemeler en yüksek devlet memurunun aldığı maaş, ikramiye, fazla mesai, tazminat, yan ödeme ve benzeri parasal ödemeler toplamını geçmeyecek şekilde Bakanlar Kurulunca tespit edilir. Sözleşme ile çalıştırılacak personel istekleri üzerine T.C. Emekli Sandığı ile ilgilendirilirler.”

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Kocaeli Milletvekili Sayın Mehmet Batuk?.. Yoklar.

Şahısları adına, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Niyazi Yanmaz?.. Yoklar.

Başkaca söz talebi?.. Yok.

Madde üzerinde bir değişiklik önergesi vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 15 inci maddesinin ek 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve talep ederiz.

Mehmet Emrehan Halıcı İsmail Köse Beyhan Aslan

Konya Erzurum Denizli

Beyhan Aslan Mustafa Sait Gönen Abdülkadir Akcan

Denizli Konya Afyon

Denizcilik Müsteşarlığında müsteşar, müsteşar yardımcısı, genel müdür, 1 inci hukuk müşaviri, genel müdür yardımcısı, müsteşarlık müşaviri, daire başkanı, hukuk müşaviri, bölge müdürü, bölge müdür yardımcısı, gemi sörvey kurulu başkanı, liman başkanı, gemi sörvey kurulu uzmanı, denizcilik uzmanı, şube müdürü, uzman, mühendis, kaptan, istatistikçi, matematikçi, fizikçi, biyolog, mütercim, çözümleyici, programcı ve denizcilik uzman yardımcısı kadroları karşılık gösterilmek kaydıyla, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun ve diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın Maliye Bakanlığının da görüşü alınarak, sözleşmeli personel istihdam edilebilir.

BAŞKAN - Sayın Komisyon katılıyor mu?

SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİÎ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU BAŞKANI OKTAY VURAL (İzmir) – Çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz; ancak, benimsiyoruz efendim.

BAŞKAN – Benimsiyorsunuz.

Sayın Hükümet?..

DEVLET BAKANI ABDULHALÛK MEHMET ÇAY (Çorum) – Katılıyoruz.

BAŞKAN – Katılıyorsunuz.

Sayın Komisyonun benimsediği, çoğunluğu olmadığı için katılamadığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Ek madde 3’ü, kabul edilen önerge istikametindeki yeni şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Ek madde 3 kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, 15 inci maddeye bağlı olarak ek madde 1, ek madde 2 ve ek madde 3’ü ayrı ayrı kabul ettik.

Şimdi hepsini birden, tekrar, oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tamamı kabul edilmiştir.

Geçici 1 inci maddeyi okutuyorum:

“GEÇİCİ MADDE 1. —Bu Kanunun yürürlüğe girmesini müteakip tescil edilecek gemilerin yıllık tonaj harcının hesabı 12 nci maddede yer alan hükümlere göre yapılır. 1999 takvim yılı sonuna kadar tescillerde, tescilin yapıldığı ay hariç tutulmak suretiyle kalan net aylara isabet eden tutarda Türk Lirası, ödemenin yapıldığı gün için Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasınca tespit ve ilân olunan döviz kurları üzerinden hesaplanarak tahsil olunur.”

BAŞKAN – Geçici madde 1 üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Zeki Çelik?.. Yok.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahıslar adına söz talebi?.. Yok.

Geçici madde 1 üzerinde verilmiş önerge yok.

Geçici madde 1'i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Geçici madde 1 kabul edilmiştir.

16 ncı maddeyi okutuyorum:

Yürürlük

MADDE 16.– Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – 16 ncı madde üzerinde Fazilet Partisi Grubunun görüşlerini, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat ifade edecekler.

Buyurun Sayın Polat.

Süreniz 10 dakikadır.

FP GRUBU ADINA ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 217 sıra sayılı Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanun Tasarısının 16 ncı maddesi hakkında Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Kanun tasarısının bu maddesi yürürlük maddesidir ve bu kanunun yayımı tarihinde yürürlüğe girmesine amirdir. Bu kanun tasarısı, 17 nci yürütme maddesinin kabulüyle de kanunlaşmış olacaktır.

Tasarının özet gerekçesinde, denizcilik sektörünün gelişmesini sağlamak ve ülke ekonomisine katkısını artırmak amacıyla, İstanbul'da özel bir gemi sicili oluşturulmasının öngörüldüğü, gemi adamı çalıştırılması ve vergilendirme konusunda bazı kolaylıklar getirilerek, yabancılara ait gemi ve yatların bu özel sicile kaydedilmesinin öngörüldüğü belirtilmektedir.

Biz, yine, Türk vatandaşlarına ve şirketlerine ait gemilerin, açık sicil uygulaması yapan Panama, Liberya, Malta gibi ülke bayraklarına kaçışlarını önlemek gerekçesiyle bu kanunu çıkarmak istiyoruz. Peki, biz, gemi inşaat sanayimizle ilgili ne durumdayız, bir de bu konuya az bir şey bakmak isterim. 26.10.1999 tarihi itibariyle Türkiye'de, 4 kamu tersanesinde 177 000 dwt/yıl, 32 özel tersanede de 310 000 dwt/yıl; toplam 487 000 dwt/yıl gemi inşa ediliyor. Bunların dövize... (DSP sıralarından gürültüler)

Dinleyin... Dinleyin... Bakın, öyle bir şey diyeceğim ki, biraz sonra mahcup olacaksınız .

Bunların dövize ikame kabiliyeti 1,2 milyar dolar/ yıl olarak belirtilirken, mevcut kapasitesini tam kullanabilen ülkemize net döviz girişinin 600 milyar dolar/yıl olacağı belirtilmektedir.

Şimdi, Türkiyemizde inşa edilen gemilerde yerli malzeme kullanım oranı azamî yüzde 40'tır. Biz, bu gemi işlerinde kullanılan ara makineleri, jeneratör, gemi vinci gibi elektronik kumanda donanımlarını ithal etmekteyiz. Bunları da yerli yapmaya çalışmamız, bir özenti değildir ve gerçektir.

Yalnız, şurada bir konuyu belirtmek istiyorum. Bugünlerde, biz, bir taraftan, kamu sicili kanunu çıkarıyoruz, Türkiye'de mevcut olan gemilerin yabancı bayrak takmamalarına mâni olmak istiyoruz, yabancı gemilerin, ülkemize bayrak takarak gelip ticaret filomuza katılmasını istiyoruz; ama, Haliç'te -gazetelerde yazıyor- yapılmış gemileri, Haliç'in dışarısına çıkaramıyoruz. Neden; Atatürk Köprüsü açılamıyor ve gemileri orada hapsediyoruz.

Şimdi, bir taraftan, gemilerimizin, mevcut gemilerimizin bayrak kaçışını önlemek için bu kanunları getiriyoruz; diğer taraftan, yapılmış gemilerimizi Haliç'e hapsediyoruz, ticaret filomuza katamıyoruz; ama, şimdi siz diyeceksiniz ki, sayın milletvekilim, 7 tane gemiyi, 5 tane gemiyi hapsetmek çok mu ki! Biz, o gemilerin olduğu şehrin belediye başkanlarını hapsettik. Bugün Hasan Celal Güzelleri hapse yolluyoruz, 4 tane gemiyi hapsetsek çok mu diyeceksiniz; ama, bu da sizin yüzkaranız olacaktır; bunu da bilin ve Türkiye'de de bunu göreceksiniz. (FP sıralarından alkışlar)

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Yürürlük maddesi üzerinde konuşmanız gerekir. Yaptığınız konuşma, yürürlük maddesiyle alakalı bulunmamaktadır.

ASLAN POLAT (Devamla) – Bir önemli sorun da, asrın felaketi olarak kabul edilen Marmara depremi sonucunda, Gölcük Tersanesinin ciddî şekilde tahrip olması nedeniyle, Türk Gemi Sanayii elindeki Pendik Tersanelerinin özelleştirilmesidir.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkan, lütfen, arkadaşımız yürürlük maddesi üzerinde konuşsun.

ASLAN POLAT (Devamla) – Bak, arkadaşım, dinle... Biz isteseydik, ben burada her maddede konuşur, sabaha kadar sizi burada bekletirdim. Madem, grup başkanvekillerimiz anlaştı, sen de anlaşmaya uy; yoksa, her maddede şahsım adına da konuşur, seni sabaha kadar da oturturum. Dinle beni!..

BAŞKAN – Sayın Polat, karşılıklı konuşmayalım efendim.

ASLAN POLAT (Devamla) – Şimdi, Deniz Kuvvetlerine ait Gölcük Tersanemizde ciddî bir tahribat meydana geldi. Bunu önlemenin yolu olarak da, biz, İstanbul'daki Pendik ve Alaybey Tersanelerimizi Deniz Kuvvetlerimize sevk ediyoruz ve bu durumda da, özel gemi yapımı yüzde 44 sekteye uğruyor.

Yine, Sayın Bakanın Plan ve Bütçe Komisyonunda dediği gibi, Ege, Akdeniz ve Karadeniz Bölgelerinde yeni gemi inşa yerleri aramak zorundayız. Bunlara da bir an önce başlamamız lazım; yoksa, bu çıkardığımız kanunların da faydası olmaz.

Bir önemli konuda şudur bu gemi konusunda belirtmek istediğim: Ülkemizdeki gemilerden 0-4 yaş arasındakiler yüzde 2,7'sini, 5-10 yaş yüzde 5,1'ini, 11-20 yaş yüzde 41'ini, 20 yaşın üzerinde de yüzde 51'ini teşkil etmektedir. Yani, burada önemli olan şudur : Ülkemizdeki gemilerin yüzde 51'i 20 yaşın üzerindedir.

Şimdi, burada, yine bir şeyi söyleyeceğim; Plan ve Bütçe Komisyonunda konuşurken, tali komisyon olarak, ithal edilen gemilerden 20 yaşın üzerindekilerin gemi sicilinin kabul edilmemesi yönünde bir karar alınmıştı; ama, Sanayi ve Ticaret Komisyonu bunu düzeltti, o 20 yaşı kaldırdı.

Şimdi, düşünebiliyor musunuz, Plan ve Bütçe Komisyonunda benim de üye olduğum, icabında benim de oy verdiğim o karar çıksaydı, bu orana göre, ithal edilen gemilerin ancak yüzde 5'i kadarı bundan faydalanacaktı. Neden öyle olacaktı? Yine aynı konuya geliyoruz. Bir konu komisyona geldiği zaman, gerçekten, bilgileriyle gelmiyor, doneleriyle gelmiyor. Türkiye'deki gemilerin yüzde kaçı 20 yaşın üzerinde belirtilmiyor; o arada, gayet tabiî olarak, bir arkadaşa "genç gemiler buna girsin, 20 yaşındakiler girmesin" diyorsun; ama, bir de ülke gerçeklerine bakıyorsun ki, burada, senin ülkendeki gemilerin ancak yüzde 5'i 10 yaşın altında ki, Plan ve Bütçe Komisyonu da bunu böyle kabul ediyordu.

Burada neyi söylemek istiyorum? Kısaca şunu söylemek istiyorum: Bu kanunlar komisyonlara gelirken, ya ciddî donelerle gelsin ya da milletvekillerinin araştırma yapacağı kadar müddet tanınsın. Akşam Plan ve Bütçe Komisyonuna geliyor, sabah görüşülüyor, ertesi gün Genel Kurula geliyor; milletvekilleri, ne komisyonlarda ne de Genel Kurulda gereken tartışmayı yapıyor, ondan sonra, bu kanunların sık sık yenilenmesi ihtiyacı hissediliyor.

Son olarak size söyleyeceğim bir konu da şu: Gemilerimizle -yine bir anket sonucunu verdiğimiz zaman- 1996 yılında yapılan taşımada yüzde 0,6 azalma vardı; 1997 yılında Refahyol iktidara geldi, dış ticarette yüzde 96,4 artış oldu...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Nereden bakıyorsun?!.

ASLAN POLAT (Devamla) – Aç, müsteşarlık değerlerine bak; sende vardır, görürsün.

1998'de Refahyol gitti, yüzde 33 azaldı. Yani, ne azaldı? Refah Yol geliyor, ihracat yüzde 96 artıyor, Refah Yol gidiyor, ihracat azalıyor. Bunları, siz de hep biliyorsunuz. (MHP sıralarından gülmeler) Burada da neyi söylemek istiyorum -sadece gülmek değil- ihracatı artırmanın yollarına Refahyol gibi bakın.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Nerede?..

ASLAN POLAT (Devamla) – Aç, Denizcilik Müsteşarlığının rakamlarına bak; yanlış anlıyorsan görürsün, sırf ben söylemeyeyim.

Son olarak, size, şunu söylüyorum ve bitiriyorum: İhracatın Refahyolla patlama yapması, Refahyolun gidişiyle düşüşü üzerinde, açıkça ve samimî olarak düşünmek gerekir. Bir önemli nokta da, Refahyol döneminde, ihracatta yapılan patlamaları karşılayacak, cevap verecek gemilerimizin olmayışı sebebiyle, bu ihracat patlamasından, Türk Bayraklı gemiler, yüzde 8 oranında, 9 oranında yararlanırken, yabancı gemiler yüzde 53,5 oranında yararlanmıştır. Bu da ne demektir; Refahyol gibi ihracat âşığı dönemlerde gerekli gemiyi bulamadığımız için, bunları yabancı gemilere, maalesef, vermişizdir.

Netice olarak şöyle topluyoruz; sonuna geldik artık bu tasarının. Bu kanun tasarısının, beklendiği gibi, deniz ticaret filomuzun uluslararası rekabet gücünü kuvvetlendirmesi, filomuzun rekabet gücünün artışıyla yaşanacak büyüme ve buna bağlı olarak yeni istihdam oranları yaratması, denizcilik şirketlerinin finansal kiralama yoluyla gemi sahibi olmalarının kolaylaştırılması, Türk vatandaş ve şirketlerine ait gemilerin açık sicil uygulaması yapan Panama, Liberya, Malta gibi ülke bayraklarına kaçışını önlemesi, dışticaret yüklerimizin taşınmasında Türk Bayraklı gemilerin payının yükselmesi, ülkemizin döviz gelirlerinin artması ve yabancı ülke gemilerine ödediğimiz miktardaki Amerika Birleşik Devletleri dolarlarının, navlun dövizlerinin, yurt ekonomisine intikal etmesi en büyük temennimizdir.

Bu duygu ve düşüncelerle, bu kanun tasarısının ülkemize hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Polat.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın; buyurun efendim.

Süreniz 10 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Grubum adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, gemi işletmesiyle alakalı uygulanma kabiliyeti olmayan bazı hususlar aşağıda belirtilmiştir.

1- Gemi transit iken, Türk limanında, transit bozulmadan, personel değiştirme, ikmal, tamir, bakım yapma imkânının sağlanması. 1945 yılında yürürlüğe giren bir yönetmelikle, Sağlık Bakanlığına bağlı Hudut ve Sahiller Genel Müdürlüğü tarafından yapılan uygulamaya göre, gemide personel değişikliği yapmak, 48 saatten fazla limanda beklemek, tamir, bakım, ikmal yapmak transiti bozar. Şimdilik uygulanan çözüm ise, ya bu işi takip eden yetkililerle usulüne göre halledilir, bu usulde ölçü kaçarsa, personel değişikliği, tamir, bakım veya ikmaller yakın bir yabancı limanda yapılır. Çin ve uzakdoğu ülkelerinden yüklü gelen bir gemi, kumanya ikmali ve personel değişikliğini, Fethiye gibi, yolu üzerinde bir limanda yapmak yerine, Yunanistan'ın Pire Limanına uğrar ve bu ihtiyaçlarını giderir. Pire'de transit bozma gibi çağdışı bir uygulama olmadığından, kumanyasını alır, personelini değiştirir ve yoluna devam eder. Tabiî ki, bu arada, Türkiye'de gemiye katılacak personel uçakla Yunanistan'a gider, ayrılanlar da uçakla Türkiye'ye gelir.

7 Ekim 1993-30 Mayıs 1995 tarihleri arasında bu yönetmelik değişik yorumlanıp, transit bozma uygulaması kaldırılmış, her nedense bilahara, yeniden, eski haliyle uygulanmaya başlanmıştır. Son günlerde, bu hususta, bazı çalışmalar yapılmaktadır; ancak, henüz bir somut uygulamaya şahit olmadık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; beyanname düzenlemeden, kumanya, malzeme ikmaline müsaade edilmesi, büyük kabotajda çalışan gemilere ikmal edilecek kumanya malzemesinin beyannameyle verilmesi gerekir. Beyanname formalitelerinin çok karmaşık olması ve gerekli zamanı da dikkate aldığınızda, uygulanması mümkün değildir. Bu, zaten uygulanmamaktadır. Çok eski olan bu mevzuatın, bir gümrük mevzuatına dayandığını; ancak, kanun mudur, yönetmelik midir bileni de yok; fakat, armatörün kafasında Demokles’in kılıcı gibi durur. Gümrükçülere, yapılan ikmalin, yüzde 10-15'i avanta olarak ödenerek halledilir.

Değerli milletvekilleri, tamir, bakım için gemilere işçi, takım ve malzeme girip çıkması, yine, ne zaman yürürlüğe girdiği belli olmayan bir gümrük mevzuatına göre büyük kabotajdaki bir gemiye tamirci, malzeme girmesi, ilgili gümrük müdürlüğünün iznine tabidir; İzin almadan, gemiye, tamirci malzeme giremez. Mevzuata uygun izin almak istediğinizde, çeşitli bahanelerle izin geciktirilir. Mecburen, usulüne uygun olarak problem el altından halledilir; o zaman, izne falan gerek kalmaz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu rapor hazırlanırken, birçok şirkette, bir Türk limanında, İstanbul'dan gönderilen bir kamyon malzemeyi verebilmek için birçok insan pazarlık etmektedir. Verilecek avantajın miktarı oradaki gümrük memuru, liman başkanının merhametine kalmıştır. Son yarım saat içinde üç defa telefonla görüşülür "henüz bir neticeye varılmadı, kimse kusura bakmasın" diye, bu şekil olay icabında geçiştirilir.

Rahmetli Gün Sazak gibi birinin daha gelip bu yozlaşmanın önüne geçmesi; ancak, kişilere bağlı olmadan, sonrasında da yürümesi için gerekli mevzuat değişikliğinin mutlaka yapılması gerekir.

Bir Türk limanında herhangi bir gemiye verilecek malzemenin içinde kanunsuz bir şey yoksa, bu ikmale gümrük neden karışır, anlamak mümkün değil. İster Türk bayraklı ister yabancı bayraklı olsun, yapılan her kalem ikmal, ihracat demektir, mal satımı demektir; teşvik edilecek yerde, kendilerine verilen yetkiyi kullanıp her zorluğu çıkaran yetkililer, istediklerini alınca her şey hallolur. Mevzuat bu mudur acaba?!

Değerli milletvekilleri, büyük kabotajın bozulma şartları, küçük kabotaja geçme zorunluğu, büyük kabotajda çalışan bir geminin yalnız küçük kabotajda bir taşıma yapması halinde transitinin bozulması, bunun dışında hiçbir sebeple transitin bozulmaması gerekir. Çok garip bir örnek; Mersin'de tahliyesini bitiren bir gemi, Rus limanlarından yükleme yapmak üzere hareket etse, İstanbul'a kadar gemide kaptan veya personelden herhangi biri hanımını da birlikte gemide getirecek olsa transit bozulur. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle gülünç bir uygulama yoktur.

Değerli milletvekilleri, transit bozulmadan seyir halinde gemilerde tamir, bakım, tecrübe yapma imkânının sağlanması; örneğin, İstanbul'dan Çanakkale'ye kadar gemide tamir, bakım ve tecrübe için işçi, teknisyen bulundurma imkânının sağlanması; İskenderun'dan İstanbul veya Karadeniz'de herhangi bir limana gidecek gemiye tamir, bakım için tamirci girebilmeli ve İstanbul'da transiti bozmadan gemiden ayrılabilmeli.

Leasing Kanunundaki kiralama süresinin en az dört yıl olma mecburiyetinin kaldırılması :

Leasing Kanunuyla alınan geminin borcu ödenmiş bile olsa, en az dört yıl kiralayandan kiracıya mülkiyet devri yapılmaz. Hiçbir borç-alacak ilişkisi olmadığı halde Leasing Kanunu gereği mülkiyeti dört yıl bankada (kiracıda) kalmak zorundadır. Geçen yasama döneminde bu hususta bir çalışma vardı; ancak, netice alınamadı.

İthal yüklerde tespit edilen eksik veya fazlalık için yapılan uygulama, manifesto düzeltme, cezaî uygulama :

Değerli milletvekilleri, gemiyle taşınan yüklerde ağırlık tespiti kolay ve hassas yapılamaz. Tahliye limanlarında bazen fazlalık, bazen de eksiklik çıkabilir. Yükleme limanından gerçekleştirilen tahliye miktarına uygun manifesto düzeltmesi ister, aylarca yazışma yapılır. Netice, istenilen düzeltme yapılmayınca gemiye -armatöre veya acentasına- ceza kesilir. İşin esasında noksanlık, doğru dürüst çalışmayan kantarlardan veya kantardan geçirilmeyip el altından çıkarılan partilerden oluşur. Ancak, vazife yapıldığını ispat etmek için de suç gemiye yüklenir. Taşıyanın hiçbir kusuru olmayan bu uygulamada, yapılması gereken, tahliyesi yapılan miktar üzerinden, ithalatçı firma, ithal beyannamesini gümrük mevzuatına göre kapatmasıdır. Malın teslimi neticesinde, alıcının kaybı varsa, alıcı, kaybını, gemiden, dolayısıyla geminin bağlı olduğu sigorta şirketinden talep eder. Özet olarak; gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, devlet aradan çekilmelidir.

Yurt dışından getirilip Türkiye'de gemiye teslim edilen yedek parça malzemeden yüzde 15 oranında alınmakta olan Katma Değer Vergisi ile gümrük formalitelerinin karmaşıklığı caydırıcı olmaktadır; dolayısıyla, mezkûr yedek parçaların yabancı limanlarda gemiye teslimi teşvik edilmektedir.

Değerli milletvekilleri, gemi inşa sektörü yoğun sermaye isteyen; bu itibarla, kredi sağlanması halinde ancak gerçekleşebilecek bir yatırım türüdür. Dünya piyasalarında, armatörler, yüzde 90 oranında kredi, yüzde 10 oranında özkaynak kullanarak yatırım yaparlar. Çoğu kere, yeni inşa ettirdiği gemiyi çalıştıracağı bir kontrat bulur ve yüzde 100 kredi kullanırlar. 15 000 dwt'lik bir geminin maliyetini, yaklaşık 15 milyon dolar olarak kabul edersek, bunun özkaynakla yapılmayacak bir yatırım olduğu anlaşılır.

Ülkemizde, kamu ve özel bankaların denizcilik sektörünü yakinen tanımadığı, sektörün yapısını bilmedikleri için, kredi temininde sıkıntılar yaşanmaktadır. Türk bankalarının, çalışır durumda ve inşa halindeki gemiyi teminat olarak kabul etmesi halinde, Türkiye'deki gemi inşa sanayii çok kısa zamanda harekete geçer ve yeni gemi inşa yatırımları hemen başlar.

Değerli milletvekilleri, borçsuz bir gemisi olan armatöre, eski gemisinin değerinin yüzde 50'si oranında kredi verilmesi halinde, yeni bir geminin kızağa konulması ve inşa halindeki geminin yapıldığı oranda yine teminat olarak alınması suretiyle, toplamda yeni gemi değerinin yüzde 80-90 oranında kredi teminiyle gemi inşaı çok kısa sürede harekete geçer, filomuza yeni gemiler girer, filomuz yenilenir, verilen kredi karşılığında çalışır durumdaki eski ve yeni yapılan gemi, teminat olarak alınmış olur.

Değerli milletvekilleri, denizciliği gelişmiş ülkelerde kredi-teminat bağlantısı bu şekilde aşılmıştır. Eski, fakat, çalışır durumdaki gemi ile yeni yapılan gemiyi teminat olarak kabul etmeden gemi inşa sanayiinin canlanması mümkün değildir.

Denizcilikle ilgili mevzuatlara bakarken, sektörü, Türkiye çerçevesinde ele almak doğru olmaz. Sektör, beynelmilel, global bir sektördür. Mevzuatlar düzenlenirken gelişmiş denizci ülkelerin uygulamalarını örnek almak gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen toparlar mısınız...

MURAT AKIN (Devamla) – Bir Yunanlı, bir Japon armatör, çalışır durumdaki ve inşa ettirmekte olduğu gemisini teminat göstererek, yukarıdaki çerçeveler dahilinde kredi temin edebilmektedir. Japon tersenelerinin çok sayıda gemi siparişi almalarının temelinde, ileri teknolojinin yanı sıra, yeni gemi siparişi verecek armatöre, çok kolay ve ucuza kredi bulmada yardımcı olmalarıdır. Japon tersanelerinin realize ettiği gemi inşa kredisinin faiz oranı yüzde 6 ile yüzde 8 arası, süresi de asgarî, yaklaşık sekiz, on yıldır. Ülkemizde, süre bir yana, faiz oranları yüzde 25-30 seviyelerindedir ki, bu kadar yüksek faiz oranlarıyla yeni gemi yaptırmak çok zor ve ekonomik açıdan mümkün değildir.

Ülkemizde, bu imkânları sağlayabilecek bir mekanizmanın kurulabilmesi halinde, ülkemiz tersanelerinde, ilk etapta, yıllık 500 000 dwt toplam kapasiteyle, 30-35 adet yeni gemi hedefine ulaşmak mümkündür. Bilahara, bu tonaj ve sayıyı artırmak da mümkündür.

Bu talebi dile getirirken, ülke gerçeklerini de dikkate almak zorundayız. İhtiyaç duyulan bu yüksek miktar kredinin iç kaynaklardan temini hem zor hem de çok pahalı olduğu, bir gerçektir. Bu nedenle, en uygun olan yöntem, devlet bankalarından armatörlere verilecek teminat mektubu karşılığı armatörün dışarıdan ucuz kredi bulmasıdır.

İkinci el gemi ithalatı : Değerli milletvekilleri, gemi inşaının geliştirilebilmesi için, yukarıda belirtilen düzenlemelerin yapılması kaydıyla, 2581 sayılı Yasanın getirdiği düzenlemelerden de, ithal edilecek ikinci el gemilerden tonaj sınırının tamamen kaldırılması, globallaşen, liberal ekonomiye geçmeyi hedefleyen ülkemizde, tabiatı icabı, global ve liberal olan denizciliğe getirilen her türlü sınırlama yanlış olup, sektörün gelişmesini engellemektedir. Şu anda, 1 200 dwt'nin altında gemi ithalatına yüksek oranda gümrük vergisi vardır ki, bir anlamda...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akın, süreniz bitti, uzatması da bitti...

Son cümleniz için, tekrar mikrofonu açıyorum.

MURAT AKIN (Devamla) – Yatırıma tonaj sınırlaması ve tahdit koymak yanlıştır, mutlaka kaldırılmalıdır.

Şu anda, Türk armatörleri, küçük tonaj gemileri yurt dışından almak zorunda kalınca, mecburen, yabancı bayrakla alıp çalıştırmak zorunda kalmaktadır. Kısacası, konulan yaş tahdidinin bir faydası yoktur. Aksine, uluslararası ikinci el gemi piyasalarında 12 000 dwt ve az üzeri gemi ile 12 000 dwt'un az altındaki gemilerin fiyatlarında en az yüzde 10 fiyat farkı vardır; çünkü, 12 000 dwt'un altındaki gemiler için, potansiyel alıcı durumunda Türk armatörleri yoktur.

Hepinizi saygıyla selamlarım. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akın.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Kişisel olarak; ilk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Cahit Savaş Yazıcı'da.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

ŞAMİL AYRIM (İstanbul) – Sayın Başkan, ikinci söz talebi...

BAŞKAN – İkinci söz alındı efendim; bundan sonraki maddede...

CAHİT SAVAŞ YAZICI (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mutabakatla çıkarmak üzere olduğumuz bu tasarı üzerinde, hükümeti oluşturan partilere mensup bir milletvekili olarak konuşmayı düşünmüyordum; ancak, Sayın Aslan Polat'ın, okumak için eline aldığı metni, herhalde, hazırlayanlar konuya çok vâkıf olmadıkları için, kendisini de yanlış bilgilendirmişler, Genel Kurulumuzun da yanlış bilgilendirilmesine izin vermemek için, bir aydınlık getirmek istedim. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Aslan Polat, Plan ve Bütçe Komisyonu metninin 4 üncü maddesinde "10 yaşından küçük" diye bir ibarenin gelmesinin -konuya da çok fazla aydınlık getirilmediği için- haksızlık olduğunu ve kanunların, hep böyle tepeden inme geldiği şeklinde bir yaklaşımda bulundular.

Oysaki, "10 yaşından küçük" diye Plan ve Bütçe Komisyonundan gelen madde, sadece, yurt dışından ithal edilecek gemiler için geçerliydi. Yani, Türkiye'de -maddeyi aynen okuyorum-bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Millî Gemi Siciline kayıtlı bütün gemiler ikinci sicile kaydedilebilir. Yani ,10 yaşından küçük, sadece yüzde 5 gemimiz var; dolayısıyla, biz "10 yaşını" söylüyoruz demek, tamamen yanlış bilgilendirmedir.

Bunun ötesinde, o 10 yaş, aslında, çok doğru ve gerekli bir hükümdü; biz, onu, dolaylı olarak, yine, önergeyle tasarıya soktuk. Bu, şudur : Armatörlere, navlun bedellerini düşürebilmeleri için, rekabet şansları olması için olabildiğince imkân sağlamak, ikinci sicilin getirdiği bir gereklilikti; fakat, denizcilik, bir entegre yapıdır. Armatörlerin, taşımacılık sektörünün yararına olsun diye, tersanecilik sektörünü de öldüremezdik. Bu konuda, bir ay süren -yani, bu tasarı gelince, bir gün önceden oturup metin hazırlamaya benzemiyor- bir çalışma yapıldı. Bu çalışmanın içine, Deniz Ticaret Odası, Tersaneciler Birliği, Türk Lloyd’u, Gemi İnşaat Mühendisleri Odası, Müsteşarlık, Sayın Bakanımız ve hep beraber bir çalışma yaptık ve herkesin mutabık kalacağı noktalarda anlaştık. Tabiî ki, Türkiye'deki tersaneler öncelikli olmalıydı; çünkü, Türkiye'de, tersaneler, zaten, ölüm noktasına gelmiş, yüzde 10 kapasiteyle çalışmaktaydılar. Bu şartlar altında, getirdiğimiz önergeyle, isteyen armatör istediği gemiyi getirebilir; ancak, getirdiği geminin ikinci sicile kayıt olması için, 12 000 bin dwt'den büyük, devletten teşvik ve destek alabilmesi için de 18 000 dwt’den büyük olması gerekir. Bu da yetmez; çünkü, amaç, gemilerin yaş ortalamasını düşürmektir. İthal ettiği 18 000 dwt’den büyük geminin de 6 yaşından küçük olması halinde devlet teşvikinden ve desteğinden yararlanabilirdi. Bu nedenlerle, devlet teşviki ve desteği yoksa, armatör de ne yapacaktır; doğal olarak, teşvik alabileceği Türk tersanelerinde gemi yaptırmak yoluna gidecektir. Böylelikle de, Türk tersaneciliği düşünülmüş ve kollanmıştır ve buna, armatörlerin duyarlılığıyla mutabakaten varılmıştır; dolayısıyla, bu konuda sizi aydınlatmayı gerekli gördüm.

Teşekkür ederim. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yazıcı.

Şahsı adına, ikinci söz, Tokat Milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu'nun.

Buyurun efendim.

Süreniz 5 dakika.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 217 sıra sayılı Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısının 16 ncı maddesinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 

Sayın milletvekilleri, genel gerekçede, aynen "deniz taşımacılığındaki mevcut büyük potansiyeli göz önünde bulunduran ülkeler, kendi filolarına böyle bir imkân tanıyarak, uluslararası deniz taşımacılığı alanındaki rekabet güçlerini -tekrar ediyorum, rekabet güçlerini- kuvvetlendirmeye çalışmaktadırlar.

Uluslararası rekabet -altını çizmek istediğim bir ifadededir bu da- daha genç ve daha yeni teknolojiye sahip, dolayısıyla yatırım maliyeti yüksek gemilerden oluşan bir filoyu gerekli kılmaktadır. Diğer taraftan, liman devlet kontrolü yününden ve klas kuruluşlarınca aranan standartlara bağlı gemilerde yapılması gereken teknolojik yatırımlar, maliyeti yükseltmektedir" denilmektedir.

Başlangıçta, 4 üncü maddenin, gerekçesinde, “1998 Ağustos ayı itibariyle, ISM (International Safety Management Code) olarak tabir edilen Uluslararası Güvenlik Kodu uygulamasına geçileceği için yaş sınırlanması uygulanmamıştır" denilmektedir. Aynı yaş sınırlamasının yapılmaması, yatlar için de öngörülmüştür.

Bugün, 16 Aralık 1999; yani, 1999 Ağustosundan bu yana 16 ay geçmiştir. Madde gerekçesinde ve genel gerekçede tasarının ilk halindeki gibi yer alıyor; çok ilginçtir; hükümet ve ana komisyon, ithalde ve yurt dışında inşa edilen gemilerde tonaj sınırlamasına giderken, genel gerekçede yer alan "uluslararası rekabette geçerli olan daha genç filo", yani yaş sınırlaması, küçük yaşlarda gemi sahibi olmanın gerekçeleri öne çıkarılmakta, Plan ve Bütçe Komisyonunda ise, ithalde 10 yaş ve altı, yurtdışı inşaada 1 yaşına kadar olan gemilerde tonaj sınırlaması yapılmamaktadır.

Şimdi, bakın, ISM kot uygulamasına paralel bir uygulama, dünya denizciliğine uyumun bir gereği ve zorunluluğudur. Ükemiz, bu alanda imzalanan anlaşmaların sorumluluklarını yerine getirmelidir. Zaten, dünya devleti olmanın gereği de budur .

Bugün, birçok ülkede, stardart dışı gemilere limanlarda hizmet verilmemekte, sigorta kapsamında tutulmamakta, birtakım sınırlamalar getirilmektedir. ISM sertifikası bulunmayan gemi sahiplerine önemli oranda ekonomik yaptırımlar uygulanacak, gemiler limanlara alınmayacak, alınanlar da, eksikliklerini giderene kadar ve ceza bedellerini de ödeyene kadar limanlarda bağlı tutulacaktır.

Global ekonominin dünyayı sarmalına aldığı bir süreçte, çağın gereğine uyum sağlayamayan kaybedecektir. Dünyanın denizcilikte gelişmiş ülkeleri 3 üncü bin yıla girerken, milenyumun gereklerine uyum sağlayamayanlar 1900'lü yıllarda kalacaktır.

Denizcilik sektörümüzün duayeni -bu mübarek ramazan ayında kendisini de rahmetle yâd ediyorum- Ziya Kalkavan "gelişen toplumlar, eleştirilerden alacağı gıdalarla yaşayacak ve varsa, eksikliklerini giderecektir" diyor. Ne güzel söylemiş.

İşte, bu vesileyle, huzurlarınıza geldim. Allah’ın rahmetine kavuşmuş bütün denizcilerimize, Barbaros'un torunlarına rahmet diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dağcıoğlu.

Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

16 ncı maddeyi, Komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

17 nci maddeyi okutuyorum:

Yürütme

MADDE 17.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Tokat Milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu'nda. (ANAP sıralarından "Tokat'ta deniz var mı?" sesleri)

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Almus Barajımız var ya, orada gemi yüzdürüyoruz arkadaşlar!.. Deniz ilinden olanlar konuşmayınca, laf bize düşüyor.

BAŞKAN - Sayın Dağcıoğlu, buyurun efendim.

FP GRUBU ADINA MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, Tokat'ta deniz olmamasına rağmen, -arkadaşların yaptığı espriye katılıyorum- bize nasip oldu; hakkınızı helal edin.

Şimdi, denizcilikle ilgili, gemi siciliyle ilgili konuşmalarımızın sonuna geldik. 217 sıra sayılı kanun tasarısı, inşallah, bu gece, burada, hitama erecek. Memleketimize hayırlara vesile olmasını niyaz ediyorum; çünkü, çok önemli bir kanundur.

Sevgili arkadaşlar, 54 üncü Cumhuriyet Hükümeti (Refahyol) döneminde, Denizcilik Müsteşarlığında başlatılan -bana göre mükemmel olarak başlatılan- “mükemmele doğru yolculuk” kapsamındaki hizmetler çerçevesindeki çalışma, Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısıyla belli bir seviyeye getirilmiştir. 1 Temmuz 1997 tarihinde görevi bırakan 54 üncü hükümeti müteakip kurulan 55 inci hükümetin programında da bu konunun yer alması, bu durumu, bu önemi, bu genel kabullenmeyi çok net bir şekilde -altını çizerek söylüyorum- ifade etmektedir.

Bu manada, tasarının genel gerekçesi, 55 inci cumhuriyet hükümeti döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmiş ve mevcut hükümetimiz ve komisyonlar tarafından da kabul edilmiştir. Tasarının genel gerekçesi, 1997 yılı Deniz Sektör Raporunda yer alan Türk uluslararası gemi sicili, yani ikinci sicil oluşturulmasıyla ilgili metin, tek farkla, aynen benimsenmiştir; çok ilginçtir bu, tek bir farkla... "Ayrıca, Türk Ticaret Kanununun, Türk Bayrağı çekme hakkıyla ilgili 823 üncü maddesindeki hisse senetlerinin nama yazılı olması ve başkasına devrinin yönetim kurullarının iznine bağlı bulunması şartları, sektörün borsa yoluyla halka açılmasını zorlaştırmaktadır" bölümü çıkarılmıştır.

Bu çıkarılan bölümle ilgili, dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz, Birinci Ulusal Denizcilik Şûrasında bu hususa vurgu yaparak, özetle, gerçekten sektörün finansman sıkıntısının çözümüne yardımcı olacak Türk Ticaret Kanununun 823 üncü maddesindeki denizcilik sektörünün borsa yoluyla halka açılmasını kısıtlayıcı hükmün değiştirilmesinin planlandığını ve sermaye birikiminin sağlanacağını beyan etmiştir. Sırası gelmişken soruyorum; bu değişiklik, Sayın Mesut Yılmaz'ın ifadesindeki bu değişiklik yapılmış mıdır? Türkiye, Avrupa Birliğine aday bir ülkedir; bu genişleme ve tam üyelik sürecinde, şu anda görüşülen ikinci sicile benzer, Avrupa Topluluğunda ortak sicil çalışması (EUROS) orijinal metin, komisyonlarda incelenmiş midir? Bunu, şunun için soruyorum: Ülkemizin AB'ye tam üyelik sürecini olabildiğince kısaltması ve Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışma süresini olabildiğince verimli kullanması gerektiğinin önemi için vurguluyorum bunları.

Genel gerekçede, gemi donatanının Türk olması halinde, diğer gemi personeli sayısının en az yüzde 25'inin Türk uyruğunda olması şartı öngörülmüştür. Ana komisyon olan Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu, konuyu, ilgili 9 uncu maddede, özetle "Türk Uluslararası Gemi Siciline tescil edilen gemilerde ve yatlarda, donatanın yabancı veya Türk olmasına bakılmaksızın, kaptanın Türk vatandaşı olması esastır" denilmekte. Bu husus, aynen, hükümetimiz tarafından da benimsenmektedir.

Burada, dikkat çekici husus, genel gerekçede, “donatanın Türk olması halinde, ayrıca, diğer gemi personel sayısının en az yüzde 25'i için Türk uyruğu şartının aranması” hususu hükümet tarafından benimsenirken, ana komisyon, bu oranı, yani, Türk vatandaşı olma şartını yüzde 50 nispetine, yani 2 katına çıkarmaktadır. Denizcilik sektörünün gelişmesini amaçlayan bu tasarıyla, bu anlamda, gemiadamı çalıştırılması konusunda, beklentiler adına bir farklılaşma gözlenmektedir. Bu, çok ilginç bir farklılaşmadır; fark, 2 misline tekabül etmektedir.

Yine, ana komisyonda yasa tasarısı görüşülürken, konunun tarafları arasında Ulaştırma Bakanlığının olmayışı, önemli bir noksanlıktır diye arz ediyorum ilgililere.

Önemli bir noksanlık olarak ifade ettiğim bu konunun dışında, yine, söz konusu komisyonun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına hitaben hazırladığı metinde yer alan "mevcut limanlarımızın altyapısının, ihtiyacı karşılayacak biçimde geliştirilmesi, modernleştirilmesi ve konteyner taşımacılığına hizmet verir hale gelmesi" Müsteşarlığın görevleri arasında yer almamaktadır. Dolayısıyla, irtibatlandırma çok yanlıştır.

Bütün bu sıkıntılı tespitleri de, kanun tasarısının sonuna geldiğimiz şu dakikalarda yüksek dikkatlerinize arz ediyor, bu sıkıntıların da, sizlerin ilginizle süratle çözüleceğine inanıyorum.

Hepinizi saygıyla ve hürmetle selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dağcıoğlu.

Gruplar adına başka söz talebi?..

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Doğru Yol Partisi Grubu adına Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın konuşacaklar.

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

DYP GRUBU ADINA MURAT AKIN (Aksaray) – Değerli milletvekilleri, biraz önce konuşmam yarım kalmıştı; kalan kısma yürürlük maddesinde devam ediyorum.

Değerli milletvekilleri, devlete bağlı liman işletmelerinin mutlaka özelleştirilmesi gerekir. Hükümet programında olan ve özelleştirme kapsamına alınan devlet limanlarının işletme haklarının özel sektöre devredilmesi işleminin hızlı bir şekilde tamamlanması gerekir.

İthalat ve ihracatta maliyete etken olan en önemli unsur, emtianın değerinin yanı sıra, limanlarda yapılan yükleme ve tahliye işlemlerinin uzun olması dolayısıyla gemilere ödenmek zorunda kalınan ekstra bekleme parasıdır. Devlet limanlarının hantal işletme yapısı nedenleriyle bu tip ekstra ödemeler artmakta, ithalat ve ihracatçı, alternatif özel limanların bulunduğu yerlerde özel limanlara yönelmekte, alternatifi olmayan yerlerde, hiç gereksiz yere, gemilere ilave ödemeler yapmak zorunda kalmaktadır.

Değerli milletvekilleri, hal böyle iken, bazı kesimler, devlet limanlarının işsizliğini özel limanların varlığına bağlayarak gerçekdışı kamuoyu oluşturmaktadırlar.

Deniz nakliyatı gemilerinin özelleştirilmesi :

Değerli milletvekilleri, yine bu özelleştirme kapsamında olan deniz nakliyatı gemilerinin, son zamanlarda kamuoyunda sözü edildiği gibi, bir paket olarak değil de, teker teker gemiler halinde özelleştirilmesi, hem uygulama açısından hem de devletin daha fazla gelir temin edebilmesi açısından daha faydalı olur. Uzun zamandır özelleştirilmesi gündemde olan bu gemiler için yapılması gereken yapılmamakta, böylelikle, gemiler, her geçen gün değerini kaybetmektedir. Yine, bazı duyumlara göre, gemilerde bulunan yedek parça vesair malzemeler gemilerden usulsüz olarak çıkarılmakta; kısacası, gemiler talan edilmektedir. Özelleştirme sürecine girdiği halde sürüncemede bırakılan bu işletme, daha fazla talan edilmeden özelleştirilmelidir.

Yeni tersane sahalarının oluşturulması:

Değerli milletvekilleri, Türk deniz sektörünün önümüzdeki on yıl içinde hedef seçtiği 20 milyon dwt'lik bir filoya ulaşabilmek için, mevcut tersaneler yetersiz olup, mevcutların yenilerle takviye edilmesi gereklidir. Mevcut tonajın tamir ve bakımını yerine getirmekte yetersiz olan Tuzla tersaneler bölgesinin, yine, İstanbul-İzmit Körfezi hattında yeni organize tersane sahasının öncelikle tahsis edilmesi zaruridir. Şu anda bile büyük tonajlı gemiler tamir ve bakımlarını yurt dışında yaptırmakta, böylelikle, yüklü miktarda dövizimiz yurt dışına gitmektedir. Yanlış anlaşılmasın, devletin tersane kurmasını istemiyoruz; organize sanayi bölgesi şeklinde, tersane olabilecek sahanın tahsisi yeterli olacaktır; tersanelerin kurulmasını özel sektör gerçekleştirir.

Deniz ticaret filomuzun kapasitesi:

Değerli milletvekilleri, son iki yıldır yaşanan global ekonomik kriz öncesi deniz ticaret filomuz 10 milyon dwt'nun üzerindeyken, şimdi 7 milyon dwt'nin altına inmiş, neredeyse yarı yarıya düşmüştür. 1981 yılında başlayan tonaj artışı 1996 yılında durmuş, 1997'nin Doğru Yol-Refah İktidarından sonra da düşmeye başlamıştır.

Gemi navlunlarının düşük olmasına paralel olarak, ikinci el gemi fiyatları da uluslararası piyasalarda oldukça düşmüş, son oniki yılın en düşük seviyelerine inmiştir. Bir örnek vermek gerekirse, 30 000 dwt'lik onbeş yaşındaki bir kuruyük gemisi, 1995 yılında 10 milyon dolar iken, 1999 yılı başlarında, benzer özelliklerdeki bir gemi, 5 milyon doların altına düşmüştür.

Dünya global ekonomik gelişmelerine paralel olarak, gemi navlunlarının önümüzdeki bir yıl içinde artacağına, buna paralel olarak ikinci el gemi fiyatlarının da artacağına kesin gözüyle bakılıyor. İkinci el gemi fiyatları artmadan deniz ticaret filomuzun yeniden eski tonaj seviyelerine çıkarılması gereklidir. Aksi halde, piyasalar düzeldikten sonra gemi almak çok pahalı olacak, bizim gibi sermaye problemi olan ülkeler için neredeyse mümkün olmayacaktır.

Denizcilik bakanlığının denizcilikteki rolü:

Değerli milletvekilleri, yukarıda talep edilen isteklerin yerine getirilmesinde şu andaki Müsteşarlığın kendi kendine yapabileceği fazla bir şey yok gibidir. Her bir talebin yerine getirilmesi için, diğer bakanlıklarla birlikte çalışmak, onların bu hususta ikna edilmesi gerekmektedir. Son yıllardaki koalisyon hükümetleriyle bu koordinenin kurulması, denizcilerin basit isteklerini bile halletmek mümkün olmamıştır. Her bakanlık kendi elindeki yetkileri bir nimet sayıp devretmemekte ısrar etmekte; düzeltilmesinde zaruret olduğuna inanılsa bile, elindeki kozları vermemek, azaltmamak için yeni düzenlemeyi geciktirmekte; kısa süre sonra da, hükümetler, bakanlar değişince, sil baştan, yeniden başlamakta; yıllardır hiçbir yenilik, düzeltme yapılamamaktadır. İşte, acı gerçek budur. İçi boşaltılmış, yeterli yetkileri olmayan denizcilik bakanlığının kurulması da aldatmaca olur. Şu anda, Meclisteki kanun tasarısının son durumu, maalesef, budur.

Değerli milletvekilleri, denizciliğin dertleri, sıkıntıları yalnız bunlar değildir; bunlardan başka çok önemli sıkıntıları vardır. Ülkemizin üç bir yanı, üç tarafı denizle çevrilidir. Van Gölü'nü de dahil edersek -neredeyse, Marmara Denizi kadar- dört bir yanı suyla, denizle, gölle çevrilidir. Ne yazık ki, -geçmişte ve halen var olan- hükümetler buna gerekli değeri vermemektedir. Bilhassa, döviz açığımızın kapatılması için bu denizler büyük bir nimet, bu sektör büyük bir nimet; bunu, iyi bir şekilde değerlendirmek gerekir.

Değerli milletvekilleri, zamanında, bir başbakan Kars'a gitmiş, Kars balının çok şifa olduğunu ifade etmişler. Sayın başbakan Ankara'ya gelince, -bundan yirmi yirmibeş sene önce- "Kars balının ihracatına ehemmiyet verelim; çünkü, döviz açığımızı, bu Kars balını ihraç etmek suretiyle kapatabiliriz" demiş. Biliyorsunuz, Kars balı ilaç olarak olarak kullanılır. Şimdi ise, Kars balıyla, döviz açığımızın, dış ödemeler açığımızın kapatılması mümkün değildir. Şu denizleri, limanları, iskeleleri güzel bir şekilde değerlendirelim de, hiç değilse, döviz açığımızı kapatalım.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akın.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahıslar adına ilk söz, Karaman Milletvekili Sayın Zeki Ünal'a ait.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

ZEKİ ÜNAL (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 217 sıra sayılı yasa tasarısının 17 nci maddesi hakkında görüşlerimi arz etmek üzere kişisel söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, biz, burada, deniz ticaret filomuzu nasıl güçlendirebiliriz, uluslararası deniz taşımacılığında nasıl rekabet edebiliriz ve aynı zamanda, denizciliğimizin, denizcilik sektörünün idarî, malî, hukukî, teknik ve finansal sorunlarını nasıl çözebiliriz, 10,4 milyon dwt olan deniz filomuzu, acaba, daha çok nasıl yükseltebiliriz; Yunanistan'ın şu anda 55 milyon dwt’lik deniz filosu olduğunu düşünecek olursak, Güney Kıbrıs'ın aynı şekilde 40 milyon dwt'yi yakın deniz filosu olduğunu düşünecek olursak, Türkiye gibi 65 milyonluk bir ülkede, maalesef, bu rakamların çok büyük olmadığını görürüz. Öyleyse, hükümet, gerekli tedbirleri almak durumundadır, gerekli altyapı hizmetlerini ikmal etmek durumundadır. Üstelik, Devlet Planlama Teşkilatı bu konuda bir hedef de ortaya koymamıştır. Sayın Bakanın son on yıllık çerçeve içerisindeki hedefini de, ben, burada takdirle anmak istiyorum; ancak, hemen şunu da ifade edeyim: Geçen on yıl içerisinde, bir yılda 520 000 dwt'lik bir artış olmuştur; ancak, Sayın Bakanımızın bundan sonraki on yıllık hedefi içerisinde, her sene yaklaşık 2 milyon dwt'lik bir artış söz konusudur. Eğer, bunu gerçekleştirebilirse, doğrusu, ben, Sayın Bakanı tebrik etmek istiyorum.

Efendim, burada esas olan, bütün bu sorunların yanında bürokratik engelleri de ortadan kaldırmak. Size bir faks metnini takdim etmek istiyorum. Bu ayın 8'inde, bir gemi inşaat şirketinin yönetim kurulu başkanı, İstanbul'da intişar eden bir gazeteye bir faks göndermiştir. Ben, sayın hükümetin dikkatini bu faksa çekmek istiyorum. Faks aynen şöyle: "Almanya için yaptığımız üç gemiyi daha önce teslim ettik. Aynı ülke için, Camialtı Tersanesinde 7 400 tonluk ro-ro yük gemisi yapıyoruz. Gemiyi 3 Kasım günü denize indirdik; ancak, geminin suüstü bölümlerini Haliç'te bitirmemiz mümkün değil; çünkü, köprü açılmıyor. Köprünün altından geçmez. Eğer, beklesek, ihracat gerçekleşmeyecek. Bu durumda çareyi şöyle bulduk -değerli arkadaşlar, çok ilginç- köprü altından geçişin sağlanabilmesi için, gemiye 1 900 ton beton blok, 2 500 ton balast; yani, deniz suyu ve 1 000 ton ilave yük koyduk. Gemiyi su seviyesine 40 santim kalana kadar suya batırdık. Bu durumuyla römorkörlerle çekip, Haliç'ten, açılmayan köprünün altında çekerek Pendik Tersanesine götüreceğiz. Yükü orada yeniden boşaltacağız ve gemiyi orada tamamlayacağız. Böyle bir operasyon dünyada ilk kez yapılacak ve 8 Aralık gününü 9 Aralığa bağlayan gece, hava uygun olursa, gerçekleşecek. Havanın iyi olmasına dua ediyoruz. Bu işlemin bize maliyeti tam 1 milyon dolar; ancak, başka çaremiz yok; çünkü, geciken her gün için, Alman firmasına 10 000 mark ödemek zorundayız. Fatih Sultan Mehmet, bundan 550 yıl önce gemilerini karadan Haliç’e indirmişti. Bugün biz gemilerimizi Haliç’ten yüzdürerek çıkaramıyoruz. Ülkemizde alıp satarak değil, istihdam yaratan ve ileri teknolojiyle ihracat yapan kişi ve firmaların nelerle uğraştıklarını herkes görsün ve ilgililer artık lütfen uyansın.”

Değerli arkadaşlar, bunu, ben, sizlere takdim ediyorum ve hükümetin de dikkatini çekiyorum. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, görünür rütbe-i aklı eserinde. Onun için sayın hükümete ve hükümet üyelerine bu konuda gerçekten çok büyük işler düşüyor. Bu duygu ve düşüncelerle hepinize saygılarımı sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ünal.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, başka kişisel söz talebi yoksa, Sayın Şevki Erek konuşmak istiyorlar.

BAŞKAN – Efendim, daha önce talep vardı.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, tümünü oylamadan evvel lehinde söz istiyorum, oyumun rengini belli etmek için.

BAŞKAN – Hayhay efendim.

Görüşmekte olduğumuz tasarının son maddesi üzerindeki son söz, İstanbul Milletvekili Sayın Şamil Ayrım’a aittir.

Buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

ŞAMİL AYRIM (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, gerçekten, yaklaşık altı saatten beri devam eden ve Türk denizciliğini çok yakından ilgilendiren ve memnuniyetle belirteceğim gibi, bütün siyasî partilerimizin de üzerinde konsensüs sağladığı, bütün milletvekili arkadaşlarımızın görüş birliğinde olduğu, başka bir anlamla, Meclisimizin hepsinin birer Türk denizcisi olduğu bir ortamda, gerçekten denizciliğimiz için hayatî bir yasa tasarısını çıkarıyoruz.

Bu sektörde uzun yıllar görev almış bir kardeşiniz olarak, emeği geçen bir kardeşiniz olarak, bundan sonra, ümit ediyorum ki, denizciliğimizi ilgilendiren bu derece hayatî yasaları zamanında çıkararak, bir nebze olsun sektörümüzün sıkıntılarını giderelim.

Ben, bu vesileyle, gerçekten, bu çalışmalarda emeği geçen her kademedeki çok değerli milletvekili arkadaşlarıma, komisyon başkanlarına, siyasî parti temsilcilerine, sektörün temsilcilerine, hepsine candan teşekkür ediyorum ve bu arada da, sektörle ilgili birkaç hususu da, tekrar, yetkililerin hatırlaması dileğiyle ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bir İstanbul Milletvekili olarak söylüyorum: Gerçekten, İstanbul Boğazımız, son derece tehlikeli, sıkıntılı günleri her an yaşayabilir ve geçtiğimiz günlerde de İstanbul Boğazında meydana gelen kazalar hepimizi üzmüştür. Bundan yaklaşık bir ay önce, Fazilet Partili değerli milletvekili arkadaşımız Sayın Ali Coşkun, burada, radar sistemiyle ilgili bir gündemdışı konuşma yapmıştı. Hakikaten, boğazdan güvenli geçişi sağlayacak radar sisteminin bir an evvel yürürlüğe girmesini bekliyoruz. Yine memnuniyetle belirtmek isterim ki, denizcilikten sorumlu Devlet Bakanlığımızın -başta Bakanımız olmak üzere- değerli yetkilileri, bu konuyla ilgili çalışmaları tamamlıyorlar ve ümit ediyorum ki, 2001 yılında bu sistem tamamlanmış ve gemilerin boğazdan emniyetle geçmesi sağlanmış olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, 1989 yılında, Gemi Sanayii Genel Müdürü iken, denizcilik sektörüyle ilgili, denizcilik bakanlığının kurulmasıyla ilgili bir deklarasyona imza atmıştık. Aradan geçen yaklaşık onbir yıl zarfında, maalesef, bugüne kadar kurulamadı. Aslında, 55 inci, 56 ncı, 57 nci hükümetlerimizin de programlarında olan bakanlığın kurulmaması için hiçbir sebep göremiyoruz.

Biraz evvel konuşan bir arkadaşımızın karşı çıkması, zannediyorum, sektördeki sorunların zamanında halledilmemesinden dolayı, kaygılarından ileri geliyor. Değerli arkadaşım ile biz bire bir konuşursak, inanıyorum ki, kendisi de ikna olacaktır. Bu sektörde yetişmiş çok ciddî insanlar var.

Değerli arkadaşlarım, gemi inşa sektörümüzün çok ciddî şekilde uluslararası normlara uygun gemileri inşa edebilmesi için fazla bir şey istediğimiz yok. Avrupa ülkeleri bu sektörü nasıl destekliyorsa, aynı şekilde desteklememiz lazım. Hükümetimizden de bunu bekliyoruz.

Diğer bir konumuz; biraz evvel arkadaşımız, köprünün açılmamasını ve oradaki gemi inşacı arkadaşların zarara uğramasını ifade etti. Ben, buradan yetkililere sesleniyorum. Bir mühendis olarak eğer bu işi beceremiyorlarsa, ben gelip bu işi yapacağım; ama, arkadaşlar, bu işi yapacak çok mühendisimiz var, çok değerli mühendis arkadaşlarımız var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ayrım, lütfen toparlayınız...

ŞAMİL AYRIM (Devamla) – 1 dakika Sayın Başkan.

Var; ama, iş gelip paraya dayanıyor; ama, madalyonun öbür yüzünde milyarlarca lira harcanıyor. Lütfen, bu konuyu yetkililer çözsün; bu konunun daha fazla beklemeye tahammülü yok.

Sayın Başkanım, sözlerimi bitirirken, gerçekten, bu tasarının ortaya çıkmasında emeği geçen herkese candan teşekkür ediyorum ve denizcilik uğrunda hayatını kaybedenlere -başta, Ziya Kalkavan olmak üzere- Allah'tan rahmet diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayrım.

Böylece, madde üzerindeki müzakereler tamamlanmış oldu.

17 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarı açık oylamaya tabidir.

Oylamaya geçmeden evvel, oyunun rengini, kısa, açık ve gerekçeli belli etmek üzere lehte ve aleyte iki sayın milletvekiline söz vermemiz söz konusu.

Lehte, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç; buyurun efendim. (Alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısının tümünün sonuna geldik. Bu tasarının maddeleri üzerinde konuşmak istemedim aslında; fakat, tabiî, tasarı -özellikle komisyonun kabul ettiği metinler- hem İçtüzüğe hem de Anayasaya aykırı. Biliyorsunuz, İçtüzüğümüzün 35 inci maddesine göre, komisyonlar, kendilerine havale edilen kanun tasarı ve tekliflerini aynen veya değiştirerek kabul etmek zorundadırlar; yeni bir kanun teklifi niteliğinde ilaveler yapamazlar; 35 inci madde çok sarih.

Ayrıca, Anayasamızın 163 üncü maddesinde, cari ve gelecek yıl bütçelerine gider getirebilecek nitelikteki ödenek artışlarını öngören kanunların ilgili gelirlerinin de gösterilmesi gerekir. Bu hükümler incelendiğinde, bu kanunun, özellikle ek maddelerinin, hükümet teklifinde olmamasına rağmen, Plan ve Bütçe Komisyonundan da geçmemesine rağmen, bu şekilde kabul edilmesi, bence, İçtüzüğe ve Anayasaya aykırıdır. Bana göre, hükümetin, bunu, ciddî olarak nazara alması lazım. Her bakanlık kendi kendine, kendi teşkilatındaki... Yani, ben, bu zamlara karşı değilim de, bütçede bir istikrar olması lazım, bütçede bir denklik olması lazım; eğer, her bakanlık kendi kendine, buraya kanun getirir de kendisine uygun bir düzenleme yaparsa, bütçede denklik de kalmaz, enflasyon da kontrol altına alınamaz; bunları önce belirtmek istiyorum.

Bu arada, gemicilikle ilgili yasa tasarısı üzerinde, kendi bölgemle ilgili bir meseleyi dile getirmek istiyorum. Biliyorsunuz, Keban Barajı yapılınca, özellikle Pertek, Çemişkezek ve Hozat İlçelerinin çevreyle ilişkileri kesildi. Burada, çok hurda iki üç feribot çalışıyor; ama, güvenlik nedeniyle, burada, öyle an oluyor ki, askerî taburlar geçiyor; yani, o bölgedeki güvenlik nedeniyle. Şimdi, belediyelerin görevi olmamasına rağmen -tabiî, ben Sayın Müsteşara gittim, bunu da izah ettim; kendisi de, bize yardımcı olacaklarını söylediler- bu hurda feribotlarla oradaki insanlar nakliye yapmak durumunda kalıyorlar. Hem feribotlar hurda ve belediyeler de, zaten, ekonomik bakımdan çok büyük bir sıkıntı içindeler.

Özellikle, ben, hükümetten rica ediyorum; yani, hem güvenlik bakımından... Devletin birçok resmî kuruluşları burada araç götürürken para vermiyorlar, feribotlarla bedava geçiyorlar. Başka yerlerde de var. Barajların, tabiî ki, elektrik üretimi bakımından ülke ekonomisine katkısı çoktur; ama, o bölge insanının yaşantısı üzerinde de çok büyük sıkıntılar yaratıyor. Mesela, bugün Pertek'ten, Çemişkezek'ten ve Hozat'tan gelen vatandaşlarımız... İşte, saat 15.00'ten veya bazen, olağanüstü halin çok sıkı olduğu yerlerde saat 14.00'ten sonra feribot seferleri durduruluyordu. Düşünebiliyor musunuz; yani, öğleden sonra saat 14.00 veya 15.00'ten, ertesi gün saat 06.00'ya kadar, sabaha kadar, insanlar, çevreyle temas kuramıyor; hastası var, ölümcül hastalar var... Bunlar büyük sıkıntılar yaratıyordu. Ben, sayın hükümetten özellikle rica ediyorum, bu iki ilçemizin feribot ihtiyaçlarını modern bir feribotla -bir veya birkaç tane- yapacak şekilde buraya bir katkıda bulunalım. Zaman zaman gölde dalga olduğunda, inanınız ki -özellikle Çemişkezek'te çok hurda bir feribot çalışıyor, özel bir kişiye ait; bir de belediyenin var- her an batma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Sayın Müsteşarımıza gittim, kendilerine de durumu arz ettim; kendisi de, Batman'daki kaynaklardan yararlanacağını da söylediler; ama, bu işin daha fazla da uzamamasını istiyorum. Ben, kanunun hayırlı ve uğurlu olmasını istiyorum.

Tabiî, ki bütün Başbakanlık teşkilatında çalışan kamu görevlileri özel bir zamlı maaş alırken, Denizcilik Müsteşarlığında çalışan kamu personelinin bu maaş zammından mahrum bırakılması yerinde değildir ve isabetli değildir; ama, biz istiyoruz ki -bugün, tümüyle kamu personeli hakikaten çok düşük bir maaş almaktadır- bütçe gelirken, bunları düşünelim, yüzde 15'lerle yetinmeyelim. Esas, hükümet, bugün, birçok holdinge bağışladığı paraları, lütfen, alsın memurlara rahat bir yaşam seviyesini sağlayacak bir zam yapsın. Onu, bütçe kanunu geldiği zaman belirteceğiz.

Özellikle, bu bizim mahallindeki feribot ıslahı ve modern feribotlara kavuşturulması konusunda hükümetin harcama yapmaktan çekinmemesini istiyorum. Çünkü, burada, devletin güvenlik kuvvetleri gidiyor. Yani, devletin güvenlik kuvvetleri gitmediği zaman... Gerçi çok şükür oralarda bugün terör bitti veya bitmek üzere, ama belli de olmaz; yine devletin güvenlik kuvvetlerinin oraya en seri şekilde müdahale etmesi zorunlu olduğuna göre, hükümeti yöneten kişilerce bunun, özellikle, göz önünde tutulması ve bu ulaşımın sağlanması gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen, toparlayınız.

KAMER GENÇ (Devamla) – Aslında, bu Pertek İlçemizdeki insanlar, her gittiğimizde "buraya bir köprü yapalım diyorlar." İnşallah, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin, o insanlarımızın bu köprü hasretini de zaman içinde gidereceğine inanıyor, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (DSP ve MHP sıralarından "oyunun rengini belirtmedin" sesleri)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Lehte dedim.

BAŞKAN – Lehte olduğunu ilk girişte söyledi efendim.

Aleyhte konuşacak varsa söz vereceğim?... Olmadığı anlaşıldı.

Tasarının tümünün açık oylamaya tabi olduğunu arz etmiştim.

Şimdi, açık oylamanın şekli konusunda iradenizi belli etmenizi istirham edeceğim: Açık oylamanın elektronik cihazla yapılmasını uygun görenler lütfen işaret etsinler... Uygun görmeyenler... Uygun görülmüştür.

Oylama için 5 dakika süre vereceğim.

Cihaza giremeyenler, lütfen, yardım istesinler.

Vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar da pusulaları doldurarak, bu süre zarfında Başkanlığa, lütfen, ulaştırsınlar.

Süre başlamıştır; buyurun efendim.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, yapılan oylama sonucunda, 223 sayın milletvekilimiz oy kullanmış; 2 milletvekilimiz ret, 220 milletvekilimiz ise kabul istikametinde iradelerini beyan etmişlerdir. 1 mükerrer oy kullanılmıştır. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Böylece, tasarının tümü kanunlaşmıştır; ülkemize, milletimize, denizcilerimize ve Müsteşarlığımıza hayırlı olsun.

Sayın Bakan teşekkür konuşması yapacaklardır.

Devlet Bakanı Sayın Abdulhalûk Mehmet Çay'ı mikrofona davet ediyorum.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI ABDULHALÛK MEHMET ÇAY (Çorum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlığımıza bağlı Denizcilik Müsteşarlığı tarafından hazırlanan Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanunu Tasarısının Yüce Meclisçe kabul edilmesinden dolayı huzurlarınıza gelmiş bulunmaktayım. Türk denizciliğine soluk aldıracak, uluslararası rekabet gücünü artıracak, denizcilik sektörüne kolaylıklar sağlayacak, ikinci Gemi Sicilinin hazırlanmasında emeği geçenlere, hazırlandığı günden itibaren bu tasarıya yakın ilgisini esirgemeyen, bize destek veren, şevk veren değişik komisyonlardaki üye milletvekili arkadaşlarımıza teşekkürü bir borç biliyoruz.

Bu vesileyle, Türk Uluslararası Gemi Sicili Kanununun ülkemize, denizcilik camiasına hayırlı olmasını diliyor, Yüce Meclisin siz değerli üyelerine saygılarımı sunuyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Devlet Bakanımız Sayın Abdulhalûk Mehmet Çay'a teşekkür ediyoruz.

Tekrar hayırlı olsun.

Sayın milletvekilleri, daha önce aldığımız karar gereğince, saat 19.00'dan 20.00'ye kadar ara vermemiz gerekiyordu; bu müzakereleri kesmemek için vermemiştik. Bundan sonra da ara verilmemesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Ara verilmemesi kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun müzakerelerine başlıyoruz.

2. – Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/584) (S. Sayısı : 293) (1)

BAŞKAN – Hükümet?.. Burada.

Komisyon?.. Burada.

Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Raporun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Tasarının tümü üzerindeki müzakerelere başlıyoruz.

Gruplar adına ilk söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Kemal Kabataş'a ait.

Buyurun Sayın Kabataş.

Süreniz 20 dakika.

DYP GRUBU ADINA KEMAL KABATAŞ (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 293 sıra sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bankalar Kanunu, daha doğrusu, bankacılık sektörüyle ilgili sorunlar, konular, yorumlar, değerlendirmeler, son bir yıldır, çok yoğun şekilde, Türk ekonomi yönetiminin ve Türk siyasetinin gündeminde yer almaktadır. Bunun, kendine özgü nedenleri var. Türk bankacılık sektörünün önemli sorunları var; kendi içyapısından kaynaklanan sorunları var, genel ekonomik sorunlardan kaynaklanan önemli sorunları ve bunların sonuçları var, uluslararası piyasalardan yansıyan sorunları var.

Bankacılık sektörü, Türkiye'nin en büyük sektörü, en güçlü sektörü, en likit sektörü ve gerçek anlamda dünyaya ve uluslararası sisteme entegre olmuş en açık sektörü; rekabete açık ve uluslararası gelişmelere, iletişime, etkileşime açık bir sektör.

Bu yaklaşım içinde, bankalara ilişkin düzenlemeler konusunda değişiklikler yapılması, yeni düzenlemeler getirilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır; ancak, bu konuda, hükümetler, geçen yıl özellikle, getirilecek sistem, önerilecek model ve yapılacak düzenlemelerin içeriği konusunda ortak bir noktaya gelememiş ve böylece, müteaddit denemeler sonuçsuz kalmış, 18 Nisan seçimlerinin akabinde, Anayasa Mahkemesinin muhtelif iptal kararlarının yarattığı boşluk da dikkate alınarak, hükümet, alelacele, çok çabuk, çok acil ve hızla sonuçlandırılması talebiyle, çok geniş hükümler içeren ve 3182 sayılı Bankalar Kanununu tümüyle yürürlükten kaldıran bir tasarıyı hızla Meclis gündemine getirmiş, gece geç saatlere kadar çalışılmış ve bir yasal boşluk yaratılmaması görüşüyle, tasarı, 23 Haziran 1999 tarihinde yürürlüğe konulmuştur ve böylece, malî sektörde reform, malî sektör reformu başlığıyla, yeni, iddialı bir düzenleme, Türk malî sektörü için geniş ve farklı hükümler içeren bir yapıda yürürlüğe konulmuştur. 

(1) 293. S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

O günkü görüşmelerde, o günkü aceleci yaklaşım içinde bizim bu tasarıya ciddî itirazlarımız olmuştur; çünkü, bu tasarı, Türk malî sisteminin yönetiminde yeni yaklaşımlar, yeni görüşler çerçevesinde yeni bir tarzı gündeme getirmiş, yeni bir organizasyonu ortaya koymuştur. Bunun uygulanabilir olmadığı konusunda bizim ciddî eleştirilerimiz vardır, ciddî eleştirilerimiz olmuştur ve bu eleştirilerde haklı olduğumuzu, bugün üzülerek görüyoruz.

23 Haziran 1999'da yürürlüğe giren kanunla getirilen yeni sistemin tek ve önemli, yetkili organizasyonu olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ve Kurulu oluşturulamamıştır. Üç aylık süre geçmiş Kurula üyeler atanamamıştır. Kurul teşekkül etmemiş, kurum teşekkül etmemiş ve getirilen düzenlemelerin tamamı büyük ölçüde askıya alınmıştır ve bugün, çok büyük ölçüde, önemli ölçüde getirilen bu düzenleme revize edilerek yeniden yürürlüğe konulmak istenmektedir.

Bu değişiklikler nereden kaynaklanıyor, niçin, daha 23 Haziranda yürürlüğe koyduğumuz tasarıyı, çok temel bir düzenlemeyi içeren bu kanunu değiştiriyoruz? Bunlar, temel kanunlardır; çok sık ve kolay değişmez, önemli kanunlardır. Bu değişiklik ihtiyacı niçin doğdu? Kısaca bunlara değinmek istiyorum:

Değerli milletvekilleri, bizim itiraz ettiğimiz nokta şuydu: 5 ayrı kurumdan gelen, 7 değişik eğitimde, değişik statüde, değişik birikimde olan insanlardan oluşacak bir kurulla, bankacılık sektörünün yönetilemeyeceğini, böyle bir kurulun oluşturulmasında ciddî sorunlar olacağını ifade etmiştik. Nitekim, yaşanan olaylar, bizim bu tespitlerimizin doğru ve haklı olduğunu gösterdi. Hükümet, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunu atamadı ya da atayamadı.

Siyasetten arındırılmış otonom bir yapı, otonom bir yönetim, çağdaş bir kurul, otonom yapıda, bağımsız yapıda, siyasetten arındırılmış bir kurum oluşturma iddiasıyla getirilen düzenleme, maalesef, siyasetin yeni tartışma alanı haline dönüşmüştür. Çeşitli partilerden, koalisyon ortağı partilerden siyasî kimliği olan değerli kişiler, bu kurula üye olmak, bu kurulda görev almak için, âdeta, yeni bir yarış başlatmıştır. Sonuçta hükümet, bu kurulu bu şekilde teşekkül ettirmeme konusunda bir karar vermiş, yasal süreye rağmen üç aylık sürede kurulu atamamıştır. Böylece, siyaset içinde mi, dışında mı tartışması, yeni bir tartışmayı başlatmıştır. Şimdi getirilen modeli biraz sonra arz edeceğim. Bu defa konu, gerçekten, siyasetin merkezine taşınmaktadır.

Tabiî, ikinci konu şudur: Türkiye'nin gündeminde uzun zamandır malî sektör reformu yatıyor. Malî sektörün sürükleyici kurumları, dinamosu bankalardır, bankacılık sektörüdür. Bankacılık sektöründe reform yapılması konusunda öteden beri IMF'yle yürütülmekte olan stand-by çalışmaları, görüşmeleri, gündemin çok önemli bir maddesi haline getirilmiştir. IMF, Türkiye'de bankacılık sektörünün reforme edilmesini ve bu konuda ciddî adımlar atılmasını önermiş, bankacılık sistemi üzerinde çalışmış, bankalarla görüşmüş ve Haziran 1999'da yürürlüğe konulacak tasarı üzerinde yapılacak değişiklikleri, revizyonu, âdeta, satırbaşlarıyla, noktasına, virgülüne kadar dizayn etmiş ve hükümetin önüne koymuştur.

Bugün görüştüğümüz tasarının, 22 Aralık 1999 tarihine kadar yasalaşması ve IMF'nin önerdiği çerçevede yasalaşması konusunda kesin mutabakat vardır. Bu mutabakat uyarınca, bu düzenleme getirilmiştir. Kabul görecektir ve 22 Aralık öncesinde, stand-by'ın, IMF board’unda onaylandığı saatten önce yürürlüğe girecektir. Beklenti budur, program budur, getirilen düzenleme budur.

IMF, yapılacak düzenlemeler konusunda telkinde bulunmamış, düzenlemeleri bizzat dizayn etmiştir ve hükümet, bu anlaşmadan fedakârlık edemeyeceğine, vazgeçemeyeceğine göre, bu getirilen değişiklikleri aynen onaylamış ve yasalaşmak üzere, Yüce Meclise sunmuştur. Değişiklik gerekçesi budur, hadise de budur.

Yeni getirilen sistemde siyasetle ilişki nasıl kuruluyor, buna değinmek istiyorum; çünkü, bu defa, yeni bir modeli deniyoruz. Terk ettiğimiz bir modelden, bankacılık sektörünün yönetiminde, yeni bir modele geçiyoruz. Bu defa, şu anda yürürlükte olan Hazine, Maliye, DPT, SPK ve Bankalar Birliği tarafının önerdiği adaylar arasından Bakanlar Kurulunca seçilecek 7 kişi yerine, ilgili bakan -şu anda fiilen- ve bundan sonrası için de Hazineden sorumlu Devlet Bakanımızın önereceği en az 3'ü -bankacılık deneyimi olan, bankacılık tecrübesi olan 3 üye- bankacı olmak kaydıyla 7 kişi, tek bir bakan, tek bir kurum tarafından hükümete önerilecek ve bu 7 kişi, Bakanlar Kurulu tarafından süper yetkilerle, süper kurul olarak atanacaktır.

Önümüzdeki model budur ve bu yaklaşım içinde, tasarının tümü taranmış, Bakanlar Kuruluna Haziran 1999'da yapılan değişiklikle bırakılmış olan yetkilerin tamamı, büyük bir itina ve özenle, yeni oluşturulacak siyasî kararla, siyasî hüviyeti olan sayın bakanın önerisi üzerine, tümüyle siyasî yapıda olan bir kurul, Bakanlar Kurulu tarafından atanacaktır. Böylece, Türk malî sisteminin, Türk bankacılık sisteminin yönetiminde, denetiminde, düzenlenmesinde birinci derecede yetkili ve görevli olan kurul, Bakanlar Kuruluna verilmiş tüm yetkileri kullanır hale gelecektir. Bu yetkiler içinde, bankaların açılması, bankaların tasfiyesi, kapatılması ve sektörle ilgili tüm görev ve yetkiler vardır.

Böyle bir modelin, gerçekten bizim düşündüğümüz otonom, bağımsız ve siyasî, her türlü müdahaleden arındırılmış bir yapıda sektörün sorunlarını çözebileceği, sektörü rehabilite edebileceği konusunda ciddî endişeler vardır. Bu, artık, Türkiye'de öteden beri bilinen siyasî yapı içindeki atamanın tipik bir örneğidir. Sayın bakan ya da bakanlar, kendi anlayışlarına, düşüncelerine, yaklaşımlarına, gözlemlerine dayanarak, bu 7 değerli kişiyi seçecek, 6 yıl süreyle de bu kurula, Bakanlar Kurulu kararıyla atayacaklardır. Eğer, bu sistem, bu atama modeli siyasetin içinde değilse, siyasetin içinde kalan atama modeli nedir; ben bunu biliyor değilim.

Değerli milletvekilleri, tabiî, burada, başka bir konuyu tartışmak ihtiyacı var. Bu 7 kişilik kurul, malî sektörle ilgili, bilinen bilinmeyen, akla gelen gelmeyen her konuda her türlü tedbiri almaya, düzenlemeyi yapmaya yetkili; politikaları oluşturacak ve uygulayacak.

Yine, şunu açıklıkla sormak ve ifade etmek gerekiyor: Türkiye'de genel ekonomik politikayı dizayn etmek ve uygulamak, sonuçlarına da katlanmak, siyasetin ve hükümetlerin işidir. Bu kurulun, Türkiye'nin en büyük sektörünü, Türkiye'nin en öncelikli ve önemli sektörünü yönetme, denetleme, düzenleme konusunda ortaya koyacağı tavrı ve politikaları, ekonominin genel ekonomik politikalarıyla, uygulamalarıyla kim, ne şekilde bağdaştıracaktır?Bu konuda, tasarıda hiçbir referans, hiçbir ipucu yoktur. Dolayısıyla, biz, malî sektör için, âdeta, Bakanlar Kurulu gücünde, yetkisinde yeni bir kurul, yeni bir board oluşturuyoruz. Hükümetin görev ve sorumluluk alanında kalan genel ekonomik politika ile bu kurulun ortaya koyacağı malî sektöre ilişkin politikaların ve uygulamaların ne ölçüde bağdaştırılabileceği konusu, gerçekten, tartışılmaya, irdelenmeye değer niteliktedir.

Bankacılık sektöründe ciddî ve ağır sorunların yaşandığı bir dönemde, genel ekonomik ve malî politikalardan tümüyle bağımsız karar alan, karar alma ve aldığı kararların sonuçları hakkında kimseye hesap verme yükümlülüğü olmayan, böylesine layüsel, böylesine Türk tanımı içinde bağımsız bir kurulun çalışmalarının sonuçları ne olacaktır; böylesine sancılı sorunlarla karşı karşıya bulunduğumuz bu ortamda, 7 kişilik bu süper yetkili kurul, sisteme, sektöre, ülkeye, hangi standartlarda, ne ölçüde çözüm üretecektir, sorunları çözecektir; bunu hep beraber göreceğiz. Türkiye, bu modelle, yepyeni bir deneme, yepyeni bir riskli yönetim modelini gündeme getirmiş bulunuyor. Bunun sonuçlarını, önümüzdeki günlerde hep birlikte değerlendireceğiz.

Bu önemi nedeniyle, kurulun yapısı ve fonksiyonları açısından üzerinde fazlaca durdum. Getirilen başka düzenlemeler var, fevkalade önemli düzenlemeler var tasarıda. Bu düzenlemelerin başında, öteden beri, eski, 3182 sayılı Yasanın 38 inci maddesi diye bildiğimiz kredi sınırlamalarıyla ilgili düzenlemeler var. Burada yepyeni bir model ve yaklaşım getiriliyor; yani, bir bankanın bir gerçek veya tüzel kişiye vereceği kredilerin toplamı, özkaynaklarının yüzde 25'iyle sınırlandırılıyor. İlk bakışta, bu çok normal ve makul bir sınırlama gibi geliyor; ama, burada, kredi tanımı değiştiriliyor ve bankaların ortaklık payları da -yani, teknik anlamıyla iştirakleri de- artık, teşvik edilmesi gereken bir yatırım alanı, organizasyon alanı değil, bankaların kredi verdiği alanlar olarak kabul ediliyor ve kredi tanımı içine alınıyor. Bu, tabiî, bugünkü bankacılık sektörünün yapısıyla uyumlu bir yaklaşım değil. Banka iştiraklerini -ki, banka bilançolarında çok büyük bir ağırlığa sahiptir- değerleri itibariyle kredi diye tanımlarsanız ve bu tanıma ayrıca dolaylı kredileri de eklerseniz, sonuçta, karşınıza, bugünkü bankaların bilançoları açısından fevkalade yüksek rakamlar çıkar. Bu rakamlarla yüzde 25 özkaynak rakamını mukayese edemezsiniz. Nedir getirilmek istenen sistem; bankalar iştiraklerini tasfiye edecekler ve bu getirilen yeni modele uyacaklardır. Ne kadar zamanda uyacaklardır; 6 yılda uyacaklardır. 6 yılda uyulamayacağı bilinmektedir. Bankacılık sektörünün ve Bankalar Birliğinin bu uygulamaya ciddî itirazları vardır; çünkü, getirilen model test edilmiş, banka bilançoları üzerinde denenmiş değildir. Bir yönüyle Avrupa Birliği kriterlerine uyumlu gibi görünüyor; ama, Avrupa Birliği kriterlerinde, ortaklık paylarının kredi sayılması şeklinde bir uygulama yok. Bankacılık sektörü âdeta bir kıskaca alınıyor;kredilerini daraltması yönünde ve iştiraklerini tasfiye etmesi yönünde müthiş bir baskıyla karşı karşıya.

Tabiî, burada başka bir şey daha yapılıyor. Dolaylı kredi, fevkalade önemli bir tanım, bizim bankacılık sistematiğimizde çok iyi tanımlanmış bir uygulama. Bu tanımlama kaldırılıyor ve dolaylı kredinin ne olduğu, ne olmadığı, nasıl uygulanacağı konusu tümüyle kurulun yetkisine bırakılıyor. Kurul, bu ilişkileri -yani, kredi limitlerini- belirlerken, dolaylı kredi tanımını kendisi yapacak, kendisi uygulayacak, getirilen tanımlara uyulmaması halinde de müeyyide uygulayacak. Böylece, bugüne kadar kanunla getirdiğimiz tüm tanımları ve limitleri kaldırıyor ve müeyyide uygulamak da dahil, bu konuda kurulu yetkili hale getiriyoruz. Bunun nasıl uygulanacağı, sektörde ne tür sancılar yaratacağı önümüzdeki günlerde yaşanarak öğrenilecek ve görülecektir.

Tabiî, burada, şunu bir kez daha vurgulamak istiyorum: Türkiye, iştirakler politikasını uygularken banka kredileri aracılığıyla, çok ciddî bir sanayi yaratmış, çok ciddî kurumlar yaratmıştır. Bu sistemden, şimdi, geri adım atıyoruz. Bu sistemden geri adım atarken, gerçekte şunu anlamamız lazım: Bugüne kadar getirdiğimiz politikanın önünü kesiyor, bu yanlıştır diyoruz. Bu yanlıştan dönüşte, hiç değilse, bankalara, yeteri kadar süre ve bu sisteme uyum açısından zaman tanımalıyız diye düşünüyorum.

Bir şeyi daha ifade etmek istiyorum: Tabiî, bu tasarıyla bankaların bugün birinci derecede ihtiyaç duyduğu, sektörün birinci derecede ihtiyaç duyduğu rehabilitasyon, bugünün zorluklarını aşacak bir yapıya dönüştürme stratejisinden tümüyle vazgeçiliyor; yani, Haziran 1999'da kabul ettiğimiz modeli tamamen terk ediyoruz. Bundan böyle, kurul, bankaları rehabilitasyona tabi tutmayacak, hızlandırılmış bir yapıda, belli kriterlere, denetim sonuçlarına bakarak "hastane" diye tarif ettiğimiz fona hızla aktaracak. Benim endişem şudur: Buradaki büyük birikim, fondaki banka sayısının artması, devleti, bankacıklıkta, yeni bankalar edinmek ve yeni bir devletleştirme operasyonuyla karşı karşıya getirecektir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, 2 dakika içerisinde toparlayınız efendim.

KEMAL KABATAŞ (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.

Bu bankaları, malî bünyesinde sorunu olan bankaları hızla, hızlandırılmış bir tempoyla fona aktarmak ve fonda rehabilite etmek, tümüyle yanlış bir stratejidir; çünkü, bankanın fona aktarılması, bankanın kimlik kaybıdır, ölüm fermanının imzalanmasıdır. Bu tedavinin, bu rehabilitasyonun fonda yapılması fevkalade zordur. Bugün yürürlükte olan ve değiştirilmesi istenen modelde, devlet-Hazine-Merkez Bankası ya da bugünkü şekliyle fon, bir şekilde, bankaların, fona aktarılmadan önce rehabilite edilmesini, sağlığına kavuşturulmasını destekliyordu. Bundan böyle kurum, kurul, bu anlamda, rutin bir görev yapacak, derhal, hızlı bir trafikle bankaları fona aktaracaktır. Fon yönetilemez, içinden çıkılamaz bir yapıya dönüştürülecektir. Ben, bunun endişelerini taşıyorum. Burada ifade etmek istiyorum: Bu, yanlış bir stratejidir. Memurların ve kurumun, kurulun bir anlamda sorumluluktan kaçınmasıdır. Fon kapsamı içinde, fon statüsü içinde bu rehabilitasyonun yapılması fevkalade zordur; mevcut uygulamalar başarılı değildir, mevcut uygulamalar sıkıntılıdır; devlet ve fon, üç bankayla başa çıkamamıştır ve çıkamamaktadır.

Son olarak, bir şeye işaret etmek istiyorum: Bu tasarı, bu düzenleme, bankacılık sektöründe yüzde 45 paya sahip olan kamu bankalarını hiçbir şekilde ilgilendirmiyor. Bu kurulun, kamu bankacılığıyla hiçbir ilişkisi ve yetkisi maalesef yok. Böylesine rekabete açık bir ortamda, sistemin yüzde 45'ini bu ağır ve radikal düzenlemelerin dışında tutuyorsanız, bunu, piyasa sistemiyle, piyasa mantığıyla bağdaştırmanız mümkün değil. Dolayısıyla, devlet bankacılığı bir ölçüde ve çok büyük ölçüde korunmakta ve sorunlarıyla başbaşa bırakılmaktadır. Bir sistemin yüzde 45'ini rehabilitasyon ve yenilemenin dışında tutarak, işin içinden çıkamazsınız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kabataş, son cümleniz için mikrofonu tekrar açıyorum.

KEMAL KABATAŞ (Samsun) – Bu hususa da işaret etmek ve bu çifte standart yaklaşımından vazgeçilmesi temennimi, bir kez daha, altını çizerek ortaya koymak istiyorum.

Sözü uzattım. Teşekkür ediyorum. Her şeye rağmen, sektöre, Türkiye'de bugün herkesin bir anlamda karşısında göründüğü, ama, kimsenin vazgeçemeyeceği bu büyük sektöre hayırlı olmasını diliyorum.

Saygı sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kabataş.

Gruplar adına, ikinci söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Hayrettin Özdemir'e ait.

Buyurun Sayın Özdemir. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

MHP GRUBU ADINA HAYRETTİN ÖZDEMİR (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, görüşülmekte olan Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında düşüncelerimi ifade edeceğim.

4389 sayılı Bankalar Kanunu, 18.6.1999 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilmiş ve 23.6.1999 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu kanunla, konuya ilişkin uluslararası uygulamalara paralel olarak banka denetim ve gözetim yetkisinin daha etkin bir şekilde kullanılabilmesini teminen siyasî otoriteden bağımsız karar alma yetkisine ve idarî ve malî özerkliğe sahip bir kurum oluşturulmuş olmasına rağmen, banka kuruluş izni verilmesi ve faaliyet izninin kaldırılması gibi temel yetkiler Bakanlar Kuruluna bırakılmıştır. Ancak, konuya ilişkin uluslararası uygulamalar, bu tür kurumların faaliyetlerinin siyasî iradeden tümüyle bağımsız bir şekilde yürütülmesini öngörmektedir. Bu defa yapılan değişiklikle, bankalarla ilgili olarak kuruluştan tasfiyeye kadar olan süreçte alınması gereken kararların tamamı, sözü edilen kurumun karar organı olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun yetkisine bırakılmıştır.

Bankaların kullandırabilecekleri kredilerle ilgili olarak 4389 sayılı Kanunla getirilen hükümlerle Avrupa Birliği standartlarına büyük ölçüde paralellik sağlanmış olmakla birlikte, yapılan son değişikliklerle, mevzuatımız, konuya ilişkin Avrupa Birliği mevzuatına bütünüyle uyumlu hale getirilmekte; konsolide denetim ilkeleri, daha açık ve kapsamlı olarak düzenlenmektedir.

4389 sayılı Kanunla ayrıntılı olarak düzenlenmiş bulunan, sistemde faaliyet gösteren bankaların malî bünyelerinde meydana gelebilecek zafiyet nedenlerinin belirlenmesi ve buna göre gerekli önlemlerin süratle alınarak uygulamaya konulmasına ilişkin hükümler daha kapsamlı hale getirilmekte; alınan önlemlere rağmen malî bünyeleri iyileştirilemeyen bankaların, gerektiğinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilerek rehabilitasyona tabi tutulmalarına ve yeniden yapılandırılmalarına imkân sağlanarak, bazı bankalarımızda ortaya çıkabilecek sorunların sistem bütününe sirayet etmesinin önlenmesi amaçlanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; getirilen bu kanun tasarısıyla yapılan değişiklik ve yenilikleri şöyle sıralayabiliriz:

4389 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin (3) ve (5) numaralı fıkraları değiştirilerek Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu üyelerinin atanmasına ilişkin usul yeniden düzenlenmekte, bankacılığın özel bir uzmanlık alanı olduğu dikkate alınarak üyelerin en az beşinin bankacılık ve finans alanında 10 yıllık deneyim sahibi olması şartı getirilmekte, ayrıca, kurul üyeliğinden ayrılan kişilere getirilen 3 yıllık çalışma yasağı 2 yıla indirilmektedir.

Ayrıca, kurul üyelerinin göreve başlamadan önce sahip oldukları payları üçüncü dereceye kadar kan ve ikinci dereceye kadar sıhrî hısımları dışındakilere satmak veya devretmek suretiyle elden çıkarmaları zorunlu hale getirilmiş, durumlarını bu fıkraya uygun hale getirmeyen üyelerin üyelikten çekilmiş sayılacağı hüküm altına alınmıştır.

3 üncü maddenin (8) numaralı fıkrasında yapılan değişiklikle, görevleriyle ilgili olarak soruşturmanın, kurul üyeleri için ilgili bakanın, kurum personeli içinse kurulun izin vermesi kaydıyla, genel hükümlere göre yapılması sağlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4389 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan değişiklikle, Türkiye'de bir bankanın kurulmasına veya yurt dışında kurulmuş bir bankanın Türkiye'de ilk şubesinin açılmasına izin verilmesi ve buna ilişkin esas ve usullerin belirlenmesi yetkisi, Bakanlar Kurulundan alınarak Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluna verilmiştir.

Ayrıca, 14 üncü madde uyarınca işlem yapılan bankalarda, yüzde 10'un altında kalmış olmasına rağmen yönetim veya denetim kurullarına üye belirleme imtiyazı veren pay sahipleri de kapsama alınarak, 8 inci maddenin (2) numaralı fıkrasıyla uyum sağlanmıştır. Banka sermayesinin yüzde 10'una veya daha fazlasına sahip tüzelkişilerin sermaye devirleri kurulun iznine bağlanmış ve 8 inci maddenin (c) fıkrası yeniden düzenlenmiştir.

4389 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin çeşitli fıkralarında değişikliklere gidilerek kredi tanımı genişletilmiş; her türlü ortaklık payları, izlendiği hesaba bakılmaksızın, bu kanun uygulamasında kredi sayılmıştır. Dolaylı kredi sınırı yüzde 50'den yüzde 25'e indirilmiş; dolaylı pay sahipliği, kredi ve iştirak tanımları ile gayri nakdî kredilerinin dikkate alınma oranlarının belirlenmesi kurula bırakılmıştır. Kredi limitlerinden istisna tutulacak işlemlerin kapsamı daraltılmış; bankaların ortakları ve iştiraklerine açılabilecek kredilere ilişkin sınırlar kaldırılarak, bunlar, genel sınırlamalara tabi tutulmuştur. Bankaların kredileri ile diğer alacaklarından doğmuş veya doğması beklenen, ancak, miktarı belli olmayan zararlarını karşılamak amacıyla ayıracakları karşılıklara ilişkin usul ve esasları belirleme yetkisi, Bakanlar Kurulundan alınarak Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluna verilmiştir.

4389 sayılı Bankalar Kanununun 12 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendindeki, bankaların malî kurumlar dışındaki kuruluşlara iştirak etmelerine ilişkin sınırlama, her türlü ortaklık paylarının kredi tanımı içerisine alınmasına uygun olarak kaldırılmıştır.

Yine, Bankalar Kanununun 13 üncü maddesinin (4) numaralı fıkrası değiştirilmek suretiyle, konsolide denetime ilişkin hükümler uluslararası uygulamalara paralel hale getirilmiştir. Tasarıda yer verilen bu hükmün temel amacı, her ne şekil ve surette olursa olsun, banka açısından risk doğurma ihtimali bulunan işlemlerin tamamı, risk dağılımı prensipleri çerçevesinde değerlendirilmesine imkân sağlamaktadır.

Yine, tasarının 7 nci maddesiyle, 4389 sayılı Kanunun "denetlemeler sonucu alınacak tedbirler" başlıklı 14 üncü maddesinin 2, 3, 4 ve 5 numaralı fıkraları yeniden düzenlenmiştir; ayrıca, bu maddeye 6 ncı ve 7 nci fıkralar eklenmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 57 nci cumhuriyet hükümetimizin Meclise getirmiş olduğu bu tasarıyla, banka malî bünyelerine ilişkin muhtelif sorunlar ve bu sorunların giderilmesine yönelik tedbirler bir fıkra altında birleştirilmiş; malî bünyelerindeki problemleri giderilmeyen bankaların ortaklık haklarıyla birlikte yönetim ve denetiminin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesine ya da bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izinlerinin kaldırılmasına imkân sağlanmış; yine, ortakların, banka kaynaklarını, bankanın emin şekilde çalışmasını tehlikeye düşürecek biçimde doğrudan ya da dolayı olarak kendi lehlerine kullanmaları ve bu şekilde bankayı zarara uğratmaları halinde, bunların, temettü hariç, ortaklık hakları ile bankanın yönetim ve denetiminin fona devredilmesine imkân sağlanmış; yönetim ve denetimi ya da hisseleri kendisine devredilen bankalarla ilgili olarak fonun yetkileri düzenlenmiştir. Ayrıca, maddeyle, bankaların bankacılık yapma ve mevduat kabul etme izinlerinin kaldırılmasına ilişkin yetki Bakanlar Kurulundan alınarak, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluna verilmiştir.

4389 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin 1 numaralı fıkrasına eklenen hükümle, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun görevlerine ilave yetkiler verilmiş, fonun, ek tedbirleri gerektiren olağanüstü hallerin ortaya çıkması halinde, Hazine Müsteşarlığı ve kurumun müştereken belirlemesi kaydıyla, uzun vadeli borçlanabilmesi ve kurulun talebi halinde Merkez Bankasınca avans verilmesi imkânı getirilmiştir. Sigortaya tabi olacak tasarruf mevduatının kapsamı, tutarı, sigorta priminin tarifesi ile tahsil zamanı, şekli ve diğer hususları belirleme yetkisi Bakanlar Kurulundan alınarak, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluna verilmiştir.

Bir bankanın, bankacılık yapma ve mevduat kabul etme yetkilerinin kaldırılması, birleşme ve devirlere ilişkin esas ve usullerin belirlenmesinde yetki Bakanlar Kurulundan alınarak, yine Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluna verilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 11 inci maddesiyle, mevduat kabul etmeyen bankaların tabi olmayacakları hükümler, yapılan değişiklikler doğrultusunda yeniden düzenlenmiştir. Bu bankaların karşılık yükümlülüklerinden muaf tutulmaları sağlanmıştır. Özel finans kurumu adı altında faaliyet gösteren kuruluşları, sağlam bir hukukî altyapıya kavuşmalarını teminen, bu kanuna tabi tutulmuş ve tabi olunmayan hükümler ayrıca belirlenmiştir. Kurum, bu kanun hükümleri çerçevesinde, bu kurumlara ilişkin kâr ve zarara katılma hakkı veren hesapların özellikleri dikkate alınarak, her türlü düzenleme yapmaya yetkilidir. Özel finans kurumları açısından emtia veya gayrimenkullerin finansal kiralanması ya da kâr ve zarara katılma ve benzeri yöntemlerle yapılan her türlü finansman faaliyetleri de, bu kanuna göre, kredi olarak kabul edilmektedir.

Bu kurumların özel carî hesaplar ve kâr–zarara katılma hakkı veren hesaplar yoluyla topladıkları fonlar ve diğer taahhütleri, 1211 sayılı Merkez Bankası Kanununun 40 ıncı maddesinin 2 numaralı paragrafının (a) bendi hükümlerine tabidir.

Tasarıyla, Türk Ceza Kanununun emniyeti suiistimal ve dolandırıcılıkla ilgili hükümlerini düzenleyen maddelerinde belirtilen fiillerin, kamu fonları emanet edilen bankaların yönetim kurulu başkan veya üyeleri veya diğer personeli veya bankanın sermayesinin doğrudan veya dolaylı olarak yüzde 10’undan fazlasına sahip olan ortaklarınca işlenmesi halinde daha ağır bir cezaya çarptırılarak, caydırıcılığın sağlanması ve kamu vicdanının rahatlatılması öngörülmüştür.

Nitekim, bir bankanın faaliyetlerini etkileyecek şekilde zarara uğratılması veya kamu fonlarında oluşan banka kaynaklarının menfaat temini amacıyla, gerçekte ehil ve dürüst kişiler olması gereken bu kişilerce kullanılması veya kullandırılması halinde, genel hükümlere göre daha ağır cezalara çarptırılması, birçok devlet tarafından öngörülen, caydırıcı niteliği yüksek bir tedbir olarak karşımıza çıkmaktadır. Faillerin, sadece mensubu ya da ortağı oldukları bankadan, doğrudan veya dolaylı olarak kendileri ya da başkaları lehine menfaat temin etmeleri veya mensubu oldukları bankanın zararına sebep olmaları halinde bu hükümlerin uygulanması öngörülmüştür. Bu kanunla, Bankalar Kanununa eklenen suçlar kapsamında yer almayan diğer suçlar, genel hükümlere göre işleme tabi tutulacaktır.

Tasarının 15 inci maddesiyle, 4389 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesinin (a) ve (b) bentleri değiştirilmiştir.

Yine, Bankalar Kanununda -4389 sayılı yasada- yer alan kurul başkan ve üyelerinin, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde atanması ve kurumun bir yıl içerisinde faaliyete geçmesi hususları “Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu Başkan ve üyelerinin 31.3.2000 tarihine kadar atanmaları, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun ise 31.8.2000 tarihine kadar faaliyete geçmesi” şeklinde değiştirilmiş ve hüküm altına alınmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 16 ncı maddesiyle, 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununun 40 ıncı maddesinin (II/d) bendi değiştirilerek, haklarında belirsizlik ve güvensizlik oluşan veya Bankalar Kanununun 14 üncü maddesi kapsamında bulunan bankalara, şartları banka tarafından karşılanmak üzere, fon çekilişlerini karşılayacak miktarda kredi verilmesi sağlanmıştır. Kendisine kredi verilen bankalarla ilgili olarak, bankanın, bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılması halinde, banka, verilen kredi miktarıyla sınırlı olmak üzere, iflas masasına imtiyazlı alacaklı sıfatıyla katılabilecektir.

Yine, tasarıyla, özel finans kurumlarının kurulması, faaliyetleri ve tasfiyelerine ilişkin esas ve usullere dair Bakanlar Kurulu kararı ile bu karara dayanılarak çıkarılan bütün mevzuat yürürlükten kaldırılmıştır.

Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte faaliyet gösteren özel finans kurumları, mevcut durumlarını, 4389 sayılı Bankalar Kanununa tabi oldukları maddelere iki yıl içerisinde intibak ettirmek zorundadırlar. Bu süre içerisinde intibak sağlamayan özel finans kurumlarının genel hükümlere göre tasfiye edileceği hüküm altına alınmıştır. Kurumun faaliyete geçeceği tarihe kadar, bankalarla ilgili alınacak her türlü tedbirleri kararlaştırmaya Bakanlar Kurulu yetkili kılınmıştır. Bu tedbirlere ilişkin Bakanlar Kurulu kararının ilgili bakan tarafından yürütülmesi hüküm altına alınmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bu tasarının lehinde oy kullanacağımızı bildirir; şahsım ve Grubum adına, Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özdemir.

Gruplar adına üçüncü söz, Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ali Coşkun’un.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

FP GRUBU ADINA ALİ COŞKUN (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Fazilet Partisi Grubu adına, Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında görüşlerimizi bildirmek üzere söz almış bulunuyorum ve bütün Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, yakında kaybettiğimiz Milliyetçi Hareket Partisi Çanakkale Milletvekili aziz kardeşimiz Sıtkı Turan Beye, Yüce Allah'tan rahmet diliyorum, hepimizin başı sağ olsun.

Değerli arkadaşlar, 2000 yılına ait bütçenin görüşüleceği şu günlerde karşılaştığımız tablo, ekonomimizin ne denli bir bunalım içerisinde olduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Bu bakımdan, ekonominin içinde altyapıyı oluşturan, malî piyasaların en önemli kuruluşları olan bankaların, hangi ortamda çalıştığını anlama bakımından, müsaadenizle, ekonomimizin durumunu gösterecek bazı göstergeleri hatırlatmak istiyorum.

Ekim ayı sonu itibariyle gayri safî millî hâsılada yüzde 6,5'lik bir gerileme vardır; yani, Türk ekonomisi küçülmüştür, Türk Halkı fakirleşmiştir. Sanayide yüzde 5,2'lik bir küçülme vardır. Üretim sanayiinde yüzde 8,3'lük küçülme, madencilikte ise yüzde 14'lük küçülme yaşanmıştır. Sadece 2,8'lik bir artış, elektrik enerjisinde olmuştur; normalde, bu artış, geçen yıllara baktığımızda, yüzde 10-12 civarındadır.

Bütçeye baktığımızda; 1999 yılı bütçesinde, ekim ayı sonu itibariyle, 1998 yılı bütçesinin aynı dönemine göre, giderlerde yüzde 84, gelirlerde yüzde 53, bütçe dengesinde ise yüzde 181 değişim olmuştur. Böylece, ekonominin fevkalade kötüye gittiği görülmektedir. Giderlerde yüzde 84'lük bir artış yaşanırken, tüketici fiyatlarında yüzde 56'lık, toptan eşya fiyatlarında ise yüzde 64'lük bir endeksle karşı karşıyayız. İhracatta yüzde 7'lik bir küçülme, ithalatta yüzde 18'lik bir küçülme, dışticarette ise yüzde 33'lük bir küçülme yaşandı. Ödemeler dengesi açık vermiştir; ithalattaki bu küçülmeye rağmen, başabaş seviyesinde açık vermiştir.

Borçlara gelince; ekonomiyi karabulut gibi saran iç borçlar, 21 katrilyon 641 trilyon lira; bu, kamu bankalarının görev zararlarıyla birlikte, aşağı yukarı 50 milyar doları aşıyor. Dış borçlar ise, yüzde 75'i uzun vadeli, yüzde 25'i de kısa vadeli olmak üzere, toplam 104 milyar dolar civarında.

Gayri safî millî hâsılamız içinde bu borçların tamamı yüzde 75 oranında yer almaktadır. Dünya Bankası ve IMF, bu oranın yüzde 60'ı geçmemesi konusunda önerilerde bulunmuştur.

Döviz-Türk Lirası değişimine baktığımızda; oniki aylık değişim, dolarda yüzde 64 civarındadır, DM'de yüzde 49,3 olarak yaşanmıştır. Döviz sepetine baktığımızda, geçmiş dönemde, dolar artı 1,5 DM olarak yapılan hesapta, onbir aylık dönemde yüzde 50, oniki aylık ortalama yüzde 60,5'tir.

Bunu şunun için söylüyorum: Merkez Bankası Başkanımız, hakikaten, mesleğinde fevkalade başarılı bir başkandır; geçenlerde, para politikalarını, döviz politikalarını açıkladı. Şimdi, dövizdeki yüzde 60'lık bir değişmenin yaşandığı ortamda, enflasyonun yüzde 64'lerde olduğu bir yaşamda, eğer ekonomi istikrar sürecine girmemişse, bunu birdenbire yüzde 20'ye düşürmek fevkadale zordur ve zaten durgun olan ekonomimizde büyük bir depresyonun işaretidir. Özellikle -ihracattaki gerilemeyi demin arz ettim- döviz kurlarındaki böyle bir baskı, yeniden serbest piyasa ekonomisinin dışına çıkılıyor anlamı taşımaktadır ve ihracat fevkalade zor duruma düşer; çünkü, şu ana kadar, bu politikayı destekleyecek yan tedbirler alınmamıştır; Eximbanktan, ihracatçılar için ilave özel krediler getirilememiştir. Kaldı ki, bir İtalya'da, bir Yunanistan'da -Avrupa Birliğinin eşiğine geldiğimiz günlerde- ihracatçının aldığı kredi faizleri libor seviyesindedir; belki, libor + 0,5'tir; bizde ise, fevkalade büyük faizlerle verilmektedir.

Bütün bu sıkıntıları yaşadıktan sonra, bankacılığın da, bu ortamda, fevkalade sıkıntıda olduğunu görüyoruz. Ekonomimizin altyapısını oluşturan malî sektörün lokomotifi durumundaki bankacılığımızın da, özel özkaynak yapısı ve aktiflerindeki sağlıksız gelişmeler ve özellikle kredi borç batakları açısından güven verici bir yapıya kavuşmadığı ortadadır.

Devlet, hazine açıklarını kapatmak için, yıllarca bankaları, âdeta, tefeciliği teşvik aracı olarak kullanmış, böylece malî piyasalar ile reel sektör arasındaki dengeler bozularak, ekonomi, zaman zaman da siyasî irade, rant sektörünün baskısı altına sürüklenmiştir.

Mevduatlara yüzde 100 garanti verilmesi gecekondu bankacılığını teşvik etmiştir.

Güven ve itibar sağlayan müesseseler olması gereken bankalar üzerinde etkin bir denetleme düzeni de kurulamamıştır.

Bankalarımız, bir taraftan içine sürüklendiği çıkmazlarla uğraşırken, diğer taraftan yeniden yapılanmanın arayışı içine girmişler, bir başka yoldan da uluslararası piyasalarda varlık göstermeye çalışmaktadırlar.

Şimdi, bankalarımızın durumunu kısaca özetlemek istiyorum:

Son yedi yılda bankacılık anlayışı bozuldu. Banka kârları, devlete verilen borç faizlerinden oluştu. Bunu kanıtlayacak bir gelişme var; yeni atanan banka genel müdürlerinin uzmanlık dallarına baktığımızda, hepsi fon yöneticisi; çünkü, bankacılık, ancak fon yönetimiyle uğraşmaktadır. Ancak, uzun dönemde bunun böyle devamı mümkün değildir. Dünyada internet bankacılığının, bireysel bankacılığın geliştiği, hatta bankaların, müşterilerine bu konularda -finansman konularında- danışmanlık yaptığı bir ortamda, bankalarımızın, bütün hatalarının faturasını sanayiciye ya da mevduat sahiplerine çıkardığı ve hazine bonolarından aldığı komisyonlarla geçindiği bir ortamda yaşaması mümkün değildir. Dışa açılan bankaların da yabancı piyasalarda rekabet etmesi mümkün olmamaktadır; güçleri yoktur.

Türkiye'de yerli-yabancı 75 banka vardır; 60'ı ticarî, 15'i kalkınma ve yatırım bankasıdır. Ticarî bankaların 4'ü kamu bankası, 38'i özel, 18'i yabancı sermayelidir. Kalkınma ve yatırım bankalarının 3'ü kamu, 9'u özel, 3'ü yabancı sermayelidir. Ayrıca, 6 özel finans kurumu mevcuttur; bunların da 3'ü yerli sermayeli, 3'ü yabancı sermayelidir. 75 bankanın 7 370 şubesinde 166 492 kişi çalışmaktadır.

Özel finans kurumlarına gelince; kamuoyunda medyanın bir kısmının da yanıltmasıyla meydana gelen yanlış izlenimi silme bakımından bazı bilgileri sunmak istiyorum.

Özel finans kurumları, faizli sistemle çalışmayan, ama, halkın tasarruflarını toplayarak, bu fonları havuzlarda biriktirip, üç aylık, altı aylık, yıllık şeklinde, doğrudan reel ekonomiye, ticaret hayatına ya da sanayie yönlendiren kurumlardır; yani, bugün, rant ekonomisinden reel ekonomiye geçmekte en çok önem vereceğimiz bir husustur. Kaldı ki, yurt dışında çalışan gurbetçilerimizin, yabancı bankalarda 60 milyar doları aşkın tasarrufları vardır ve devlet, bütün uğraşmalarına rağmen, DÇM işlemlerinde devlete olan güven sarsıldığı için, bu tasarrufların tamamını Türkiye'ye getirememektedir. Bazı müteşebbislerin toplayarak getirdikleri de -geçen konuşmamda söyledim- yeşil sermaye diye, teşvikleri önlenmekte, gelişmeleri durdurulmaktadır.

Özel finans kurumları, hem bu yurt dışındaki tasarrufları Türkiye'ye çekme bakımından hem de halk arasında “yastıkaltı serveti” olarak bilinen ve 70 milyar doları aştığı söylenen, altın, döviz ve Türk Lirası olarak bulunan tasarrufların, böylece, millî ekonomiye kazandırılmalarında fevkalade önemli kurumlardır. Bu bakımdan, hazine bonolarıyla, devlet, bu tasarrufları emememektedir. Onun için, bu yasa değişikliğinin tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edildiği günlerde, bu konu, basınımızda biraz da abartılarak gündeme getirilmiştir. Huzurunuzda bir gerçeği söyleme durumundayım. 3 milyar dolar civarında bir fon bu özel finans kurumlarında toplanmıştır ve uzun zamandır hazine bunlara sermaye artırımı hakkı tanımadığı için, şube açma hakkı tanımadığı için ve bazı bankacılık hizmetlerini engellediği için de güdük kalmışlardır. Aslında, yabancı sermaye olarak da buraya akacak büyük paralar vardı. Hazinenin tutumu, medyanın yazdığı olumsuz yazılar dolayısıyla, bu sermaye ürkmüştür, yoksa bugün 3 milyarlık dolar değil, 15-20 milyar dolarlık fonlarla reel ekonomi desteklenebilirdi.

Bu bakımdan, bu yeni yasa değişikliğinin tartışılması sırasında, hükümetimizin, hükümet ortakları olan parti liderlerimizin, Sayın Bakanımızın ve komisyon üyelerinin gösterdiği anlayışa teşekkür ediyorum. Böylece, halkın bir kısmının faizsiz sistemde değerlendirmek istediği tasarruflarının kayıtdışı ekonomiye kayması önlenmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bir İngiliz dergisi olan The Banker Dergisi, Temmuz 1999 ayında bir araştırma yaptı. 1998 yılı sonunda 75 bankamızın büyüklüğü, dünyanın en büyük bankası olan City Group'un gücü karşısında yüzde 25 değeri tutuyor; 2 nci sırada, 42 milyar dolarla, Bank American Corporation geliyor; 37 nci sırada olan İspanyol Banko Stander 10,6 milyar dolar özsermayeye sahip; bizim 75 Türk bankamızın toplamı da 10 milyar dolar özsermayeye sahip. Böyle bir durumda, Avrupa Birliğine gireceğimiz şu yıllarda -eğer kısmet olursa- bankacılık sektörünün, bir defa, ekonomimiz için de fevkalade güçlenme ihtiyacı içinde olduğu burada görülüyor; çünkü, 75 bankanın tümü, bir İspanyol bankası kadar etmiyor. Bu sebeple, öncelikle, banka malî yapıların güçlendirilmesi gerekiyor. Böylece, kredibiliteleri de artacaktır. Şu anda Türkiye'nin ekonomik durumu dolayısıyla uluslararası finans kurumları musluklarını tamamen kapattığından, bu gelişmeler, yeniden kredilerin açılmasına da yol açacaktır. Tabiî ki, bütün bunlar, son görüşmelerdeki IMF stand-by anlaşmasına bağlanmıştır. Sayın Kemal Kabataş bu konulara çok iyi değindiği için tekrar etmek istemiyorum. IMF'nin ve Dünya Bankasının alacağı kararlara, vereceği yardımlara, hükümet, artık tamamen bağlı durumdadır.

Bizim bu yasa tasarısında, üzerinde en çok durmak istediğimiz hususlar var; çünkü -şunu hemen söyleyeyim ki; Komisyonumuzun, hükümet kanadıyla beraber ilk defa uyum içerisinde çıkardığı bir yasa tasarısıdır; ama, üzüntülerimizi de belirtmek durumundayız- biliyorsunuz, Anayasa Mahkemesinin iptalinden sonra, 23 Haziranda geceyarılarına kadar çalışılarak, Bankalar Yasası değiştirildi, üç ay içinde Bankalar Üst Kurulu oluşturulacaktı, 23 Eylüle kadar oluşturulamadı. Bu, hükümet için -bağışlasınlar- bir ayıptır ve bankalar, eski statüyle devam ettikleri için, daha da kötü duruma girdiler.

Şimdi, hükümetin uygulamadığı bu yasa, yeniden değiştirilerek Meclise getirildi; bunu anlamak mümkün değildir. Kaldı ki, komisyonlarda da tekrar, hükümet önergeleriyle, getirilen tasarı yeniden değiştirildi. Ama, tekrar söylüyorum; Komisyonumuz, en son olarak Meclise sunulan tasarı hususunda karşılıklı uyum içinde çalışmıştır; bu bakımdan da, Sayın Bakanın anlayışını tebrik ediyorum haddim olmadan; çünkü, şimdiye kadar hep, yasalar, Plan ve Bütçe Komisyonundan, hükümet kanadının dayatmasıyla geçti. Eğer haziranda bu yasa dayatılmasaydı, bu duruma girilmeyecekti. Bunu, bundan sonraki çalışmalarda örnek alınması bakımından hatırlatmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu yasa tasarısında, demin de arz ettiğim gibi, bizi rahatsız eden bir husus vardır. 23 Haziran görüşmelerinde ve daha önce Plan ve Bütçe Komisyonunda da söyledik; bu kurulun, uluslararası finans çevrelerinde güven kazanması, Türkiye'de güven kazanması, ekonominin istikrara kavuşması bakımından fevkalade önemlidir; ama, bu kurulun üzerine siyasî gölge düşürülmüştür, partilerarası politik çekişmenin gölgesi düşürülmüştür. Biz teklif ediyoruz, yine teklif ettik; muhalefet şerhi koyduk; ama, önergelerimiz burada reddedildi. Onun için, bu kere, böyle bir muhalefet şerhi koymadan geldik; ama, yapılan yanlıştır. Şimdi, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu 7 kişiden oluşacaktır; 3'ü bankacı ve diğerleri de finans mesleğinden veya diğer konularda bu meslek dalında çalışmış insanlar; niteliklerine, belirlenen özelliklerine itirazımız yok.

Ama, şimdi düzeltilmek istenen yasada, biliyorsunuz, Hazineden, Bankalar Birliğinden, Merkez Bankasından, Maliyeden, Devlet Planlamadan ve SPK'dan temsilciler vardı. Hatta, biz dedik ki: Bankalara muhatap olan özel sektörden de temsilci olsun. Büyük tartışmalar oldu, hükümet kanadı kabul etmedi. Şimdi, bu yasa tasarısında, bu kurulların da temsili kaldırılmıştır ve Sayın Bakanın -tabiî, sadece şimdiki Bakanımızın değil, ona büyük saygımız var- teklifiyle ve hükümetin kararıyla bu kurul oluşturulacaktır ve benden önceki konuşmacıların da belirttiği gibi, bu kurul, bankaları kapatmaya, açmaya, şube yetkisi vermeye, sermayesini artırmaya, tasfiye etmeye, velhasıl, ekonominin candamarı olan bankalar üzerinde her türlü tasarruf sağlamaya yetkili olacaktır. Bakanlar Kurulu, bütün yetkisini buraya aktarmaktadır; siyasî otoritenin emrinden tamamen çıkmış durumdadır ve hükümetlerin sık sık değiştiği ülkemizde, altı yıl, atanan başkan ve başkan yardımcısı görevden alınamayacaktır ve belki de, gelecek günlerde ekonomi böylece kilitlenmiş olacaktır; bunun acılarını yaşadık. Bu, bir nevi, bürokratik cumhuriyetin temel taşları olarak yerleştirilmektedir. YÖK'ten sonra SPK da böyle çıktı; şimdi, Bankalar Üst Kurulu böyle çıkıyor ve -saymayayım- birçok oligarşik adacıklar oluşturuluyor ve siyasî otoritenin tamamen kontrolünden çıkıyor. Halbuki, bizim teklifimiz, Bakanlar Kurulunun, kurumlardan ikişer aday teklif etmesi, Büyük Millet Meclisinin de son seçimi yapması ve 7’ye indirmesi; böylece, denetimin, Büyük Millet Meclisinde olmasıdır; bunu, tekrar, hükümet kanadına teklif ediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bunun dışında, dolaylı krediler ve ortaklıklar konusunu arkadaşlarım belirtti; vaktim bitiyor, o bakımdan, değinemiyorum. Zaten, maddeler üzerinde söz alacak arkadaşlarımız bunu dile getirecektir; ama, genelinde, biz, bu Bankalar Yasası değişikliğini, IMF'yle ve Dünya Bankasıyla olan sıkışık durumu da dikkate alarak, Fazilet Partisi olarak desteklemek durumundayız; yeter ki, hükümet, yanlışlarında ısrar etmesin.

Bu yasanın ülkemiz için hayırlı olması dileğiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Coşkun.

Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini, Manisa Milletvekili Sayın Ekrem Pakdemirli ifade edecekler.

Buyurun Sayın Pakdemirli. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

ANAP GRUBU ADINA EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 4389 sayılı Bankalar Kanununda değişiklik yapılmasına ilişkin 293 sıra sayılı kanun tasarısıyla ilgili, ANAP Grubunun görüşlerini bildirmek için huzurunuza çıktım; hepinize saygıyla, sözlerime başlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, insanlar, beraberce yaşadıkları dönemlerde, müşterek üretmişler, ürettiklerinin bir kısmını tüketmişler, bir kısmınıysa tasarruf etmişlerdir; tasarruf edilenin ileride kullanılabilmesi için, önemli ölçüde tedbir almayı, hatta bir sistem getirmeyi gerekli görmüşlerdir. Milletin ürettiklerinden, tüketilenler, ihraç edilenler dışında, kalanın -yurtiçi tasarruf olarak bilinen bu kısmın- yatırımlara dönüştürülebilmesi, genelde bankalar aracılığıyla olmaktadır. Ülkemizde son sekiz yıldır ortalama yurtiçi tasarruf oranı millî gelirimizin yüzde 22'sini bulmaktadır. Gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 20, gelişmekte olan ülkelerde ise daha yüksektir; Asya Kaplanlarında bu oran yüzde 30'un üzerindedir. İç tasarruf oranı ne kadar yüksek olursa ve de yabancı sermaye akışı varsa, o ülkenin kalkınması o derece hızlı olur.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizde 75 adet banka vardır ve yurt içinde de, 7 370 şubelerinde 166 500 çalışanı var. Bu bankaların 1999 yılı başında 34,7 katrilyon toplam aktifleri vardı; kalkınma ve yatırım bankalarını da dikkate alırsak, bu miktar 36,5 katrilyondur. Toplam özkaynakları 2,1 katrilyon ve kârları 792 trilyon olmuştur; 1998 kârları, 1999 yılı başında buydu rakam. Bu rakamlarda aktiflerin özkaynağa oranı 17'dir; yani, bu sektöre yatırılan 1 lira 17 liralık bir aktif yaratmaktadır. Bankalar bu aktiflerine 22,8 katrilyonluk mevduatla ulaşmışlardır. Bu bankalar dışında, özel finans kurumları da 1 katrilyon kadar bir sermaye veya katılım payları olarak ekonominin kullanımına sunmaktadırlar.

Hatırlanacağı üzere, 16.12.1983 tarihinde çıkardığımız bir kararnameyle, bu kurumları finans sektörüne kazandırmıştık. Bu müessesenin kararnamesini hazırlayan kişilerden biri olarak, bunu, İngiltere'de faiz yerine risk sermayesi dağıtıp, kendine para yatırana kâr payı veren müesseselerden aldık; yani, bunun esinlenme kaynağı İngiltere'dir. Batı'da, şu anda birçok banka faiz yerine kâr ortaklığına dayanan bankacılıkda yapmaktadır. 1999 yılı başı olarak, bankalardaki toplam aktiflerin yüzde 49'u yabancı para, yüzde 51'i ise TL'dir. Personeldeki verimlilik ise, şube sayısının çokluğundan dolayı düşüktür. Personel başına 216 milyar liranın idaresi gerekmektedir. Demin, Sayın Ali Coşkun arkadaşımız çarpıcı bir örnek verdi; Türkiye'deki 75 bankanın toplam sermayesi İspanya'daki bir bankanın toplam sermayesinden daha düşük. Bu demektir ki, sermaye yönünden fevkalade zayıf kurumlar ve sayıları çok.

Bankaların özkaynakları, artı dönem kârı, artı geçmiş yılın kârından donuk aktifleri düştüğümüzde bulunan net çalışma sermayesi, bu tarifle, maalesef, kamu bankalarında negatiftir. Kamu bankalarının çok acil olarak özelleştirilmesi, olmuyorsa sermaye yapılarının güçlendirilmesi kaçınılmazdır. Bugün mevduata en yüksek faizi kamu bankaları vermektedir, ihtiyacından dolayı vermektedir. Kamu bankaları açık döviz pozisyonu tutamaz iken -sebepleri malum- özel bankalar 8 milyar dolara kadar açık pozisyon tutmaktadır. Mevduatın yüzde 23'ü -yine, 1999 yılı başı olarak söylüyorum- vadesizdi; yüzde 14'ü bir ay vadeli, yüzde 40'ı ise üç ay vadeli ve yüzde 20'si altı ay vadeliydi, sadece, yüzde 4'ü oniki ay ve daha uzun vadeliydi.

Görülüyor ki, vadeli mevduat dediğimiz, aslında, çok kısa bir zaman dilimi olan üç ayda toplanmıştır. Bunu da ciddî bankacılık nomanklatürüyle vadeli hesap saymak mümkün değildir.

Bankaların toplamış olduğu 22 katrilyonluk bir mevduat vardır. Bunun yarısı Hazineye ödünç olarak verilmiştir; yani, toplanan her 2 liranın 1 lirası Hazineye ödünç olarak verilmiştir. Mevduat munzam karşılıkları ve likidite zorunluluğu sebebiyle endüstriye tahsis edilebilen kısım, sadece 60 kuruştur. Demek ki, toplanan mevduatın yüzde 30'u sanayie, endüstriye, geri kalanı ise Hazineye veya ona bağlı kurumlara depo edilmektedir.

Bankaların sunduğu tüketici kredi imkânlarından, bugün için -sevinerek söyleyebileceğim bir rakam var- iki milyon kişi faydalanmaktadır; yani, bankaların hizmeti, oldukça yaygınlaşmıştır. Ortalama tüketici kredi miktarı da bugün için, takriben 1 milyar liradır.

Değerli arkadaşlar, bu özet rakamlar gösteriyor ki, bankaların yapısı oldukça zayıftır. Çok sayıda banka açma müsaadesi verileceğine, bankaların füzyonu teşvik edilmelidir. Diliyoruz ki, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, bankaların füzyonunu teşvik etsin, bankaların sayısı sayı olarak azalsın veya büyük fon aktarımlarıyla özsermayeleri, özkaynakları bugünkü duruma göre üç-beş misli artabilsin.

Değerli arkadaşlar, 18 Haziran 1999 tarihinde, yani 5 ay önce, 4389 sayılı Bankalar Kanunu kabul edilmişti. Bu kanunla, banka denetim ve gözetim yetkisinin daha etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, bağımsız karar alabilen, idarî ve malî özerkliği olan, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kurulmuş idi; ancak, banka kuruluş izni verilmesi ve faaliyet izninin kaldırılması gibi temel yetkiler, Bakanlar Kuruluna bırakılmıştı. İşte, bu kanun değişikliği tasarısıyla, bankaların kuruluştan, gereğinde, tasfiyeye kadar olan süreçte alınması gereken kararların, olası bir siyasî etkiden uzak olarak alınmasını sağlamak ve bankaların kullandırabileceği krediler üst sınırları Avrupa Birliği direktifine uydurularak, konsolide denetim ilkeleri daha açık hale getirilmektedir. Biraz evvel, Sayın Ali Coşkun arkadaşımız "Dünya Bankası ve IMF'nin direktifleri" dedi; yok, biz, şimdi, bunu, Avrupa Birliğine uyum direktifi adı altında zaten yapacaktık; ama, bir de, çok isabetli bir kararla, çok isabetli bir hamleyle Avrupa Birliğine aday olmamız dolayısıyla, biz, o günleri beklemeden, bugün, milletimiz için, insanımız için daha uygun olanları yapmamızda bir beis yoktur.

Şimdi, bu Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, fevkalade güçlendi. Siyasî otorite, yavaş yavaş, egemenliğini atanmışlarla yürütme durumunda; dünyanın trendi böyle. Her ne kadar arkamızda "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diye yazıyorsa da, hem kaydı var hem de şartı var şimdi; bundan sonra, daha da artacak. İşte, Sermaye Piyayası Kurulu var, YÖK var, bu kurul var, daha bir çok kurul var; böylelikle, siyaseten uzak bazı kararlar alınacak.

Değerli Bakan bizim, eski, kadim mesai arkadaşımızdır; şimdi, kendisinden, bu kurulla ilgili özel bir ricam var. Bu kurula, mutlaka, asgarîden bir bayan atasın; çünkü, ben, kırk yıla yakın idarecilik dönemimde, hangi kurul veya hangi komisyona bir hanım atamışsak, o kurul, çok daha randımanlı ve çok daha verimli çalışmıştır. Böyle yüce yetkilerle, güçlü yetkilerle donanmış bir kurulda, asgarîden bir de hanım olsun; bu, benim ve grubumun temennisidir.

Şimdi, efendim, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, sistem içerisinde faaliyet gösteren bankaların malî bünyelerinde meydana gelebilecek zafiyetleri ortadan kaldırmak için alınması gereken tedbirleri tespit edecek, uygulayacak, nihayet netice alınamıyorsa bankayı tasfiyeye sokacak ve bu kararların sürecini de kendisi kontrol edecek. Tabiî, bankacılığın evrensel kuralları var, o kurallar içerisinde bankaları yönlendirecektir.

Kurulun tayin edilmesiyle ilgili azamî bir sınır getirilmiştir ve faaliyete geçmesi için, yine bir süre getirilmiştir. Bunların hepsi fevkalade iyi, yeter ki, bu sürelere uyalım, geçen defaki gibi, yani, 4389 sayılı Kanunda öngörülen kurulu bir türlü atayamamıştık, bugün de bu olmasın. Yeni kurulu ve onun işlemesini, kanunda gösterdiğimiz süreler içerisinde yerine getirelim.

Şimdi, bu kurula seçilecek yedi kişiden en az üçünün, bankacılık alanında 10 yıl deneyimli olması öngörülmektedir. Tabiatıyla, bu kurulda, Türkiye'nin ekonomisini, Türkiye'nin finans sektörünün özelliklerini dikkate alarak, sırf bankacılık formasyonuyla yetişmiş insanların yanında, daha geniş perspektifte olan iktisatçı vaya hukukçu bazı arkadaşlarımızın da olmasında yarar görmekteyiz. Meslekler arasında veya meslekler içerisinde bir taassup yerine, yaygın, ama o güce uygun biçimde katkıda bulunacak elemanların seçilmesinde büyük isabet vardır diye düşünüyoruz.

Ayrıca, mevduat toplama yetkisi bulunmayan; ancak, özel cari hesaplar ve kâr-zarara katılma hakkı veren hesaplar yolu ile fon toplayan, ekonomik faaliyetleri, ekipman ve emtia temini veya kiralanması veya ortak yatırımlar yoluyla finanse eden özel finans kurumları bu kanun kapsamına alınmıştır. Bankalar Kanunu dışında, bir kararnameyle faaliyet gösteren, o kararnameye dayanarak Hazine tarafından çıkarılan tebliğlerle, yönetmelikle idare edilen bu özel finans kurumları, şimdi, bir bankacılık kanunu içerisinde daha iyi kontrol edilebilen ve gelişmelerini sağlayabilecek bir ortam içine konulduğu için, isabetli bir karar alınmıştır diye Grubumun hissiyatını ifade ediyorum.

Bu alımdan sonra, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, böyle çalışan müesseselerin, objektif kriterlerle daha iyi çalışmasını sağlayacak ve bugün, mevduatın takriben yüzde 5'ini ifade eden bu kurumları, risk sermayesi dalında, fevkalade cimri davranan bankaların rakibi yapacaktır. Bu sırada 75 bankamız, hemen hemen risk sermayesi olarak hiçbir fon ayırmamakla birlikte, özel finans kurumlarının yüzde 90'ı aslında risk sermayesi şeklinde çalışmaktadır. Batılı ülkelerde risk sermayesinin önemini takdir edersiniz; bizde de, eksikliği, bu kurumlar vasıtasıyla gidermekteyiz.

Bu tasarının geçici maddeleriyle dolaylı krediler yönünden yeni bir düzenleme getirilmektedir. Malum, bugün için dolaylı kredi, toplam kredide dolaylılar dahil, üst limiti yüzde 75 iken, 2000 yılında bir şey değiştirmemektedir. Yani, önümüzdeki bir yıl içerisinde değişmemesi; ama, ondan sonra da beşer, onar puan gerileyerek, yüzde 25'e indirilmesi öngörülmüştür. Bu da, takriben 2007 yılında yüzde 25'e indirilecektir.

Sayın Kemal Kabataş Bey Kardeşimiz, burada "bu kadar kısa zamanda -beş yıl dedi- bu oranlara düşmek mümkün değildir" diye ifade ettiler. Benim de şahsen, bazı endişelerim var; ama, ortaya çıkacak ilk problem, asgarî onsekiz onsekiz ay sonra olacak; yani, onsekiz ay sonra bankacılık sektöründe önemli bir sıkıntı çıkacak olursa, bu kanunun bir maddesinin bir fıkrası veya bir bendi değiştirilebilir. Onun için, getirilen bu kısıtlama Avrupa Birliği direktifi olduğu için, bunu aynen almakta fayda vardır. Bu müzakeredeki sıkıntıları gördükçe, tıpkı 1987'de, o zamanki Anavatan Partisi İktidarının Avrupa Birliğine müracaatındaki Meclis müzakerelerini tekrar hatırlıyor gibiyim; herkes dedi ki : "İşte, bizim sanayimiz... Girersek ne olur; mahvoluruz..." O zaman rahmetli Özal çıktı, dedi ki: "Biz müracaat ettik; ama, ertesi gün bizi alacak değiller. Bizim müracaatımız burada, biz, kapıyı çalıyoruz. Bakalım, bizi kapının dışında mı tutacaklar, içinde mi?" Bakın, tam oniki sene sonra ancak -iyi bir tesadüf tabiî- bizim aday ülke olmamıza evet dendi.

Şimdi, oradaki tartışmalar neyse, buradaki bu kanunla ilgili tartışmaları da buna paralel olarak görüyorum. Diyorum ki, burada yanlışlıklar olabilir; ama, zarar görmeye başlanılacak ilk tarih 2001 yılının ortası veya sonu. O zamana kadar, mutlaka -böyle mesailere alıştık zaten, gece yarılarına kadar çalışma, bir saat daha çalışır- çıkması olası olan bir ihtilafı da hallederiz.

Şimdi, geçici maddelerden 4 üncü geçici maddede, özel finans kurumlarının, iki yıl içerisinde intibak etmemeleri halinde tasfiyesi öngörülmektedir. Eğer, bu Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun teşkili çok gecikecek olursa -yani, kurulması kanunda tarihlere bağlanmış; ama, gecikecek olursa- bu iki yılda bir sıkıntı doğabilir; çünkü, bu Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun nasıl bir kriterle bu özel finans kurumlarını yönlendireceğini bilmiyoruz. Oturacaklar, bankacılık teamüllerine uygun, bunların Batı'daki paralel müesseselerine uygun belli kriterler getirecekler. Bu kriterlere uymak için, sürenin biraz elastik olması gerekirdi; ama, yine, diyorum, iki yıl sonra eğer bir problem çıkıyorsa, toplanır, bu konuda karar veririz. Çünkü, bu özel finans kurumları, eşdeğerleri Batı'da olan ve bizde de risk sermayesi yatırımlarını büyük çapta karşılayan, bu arada, faiz yerine kâr ortaklığını yeğleyen insanlarımıza da bir hizmet götürmektedir. Bu hizmeti genişletmekte fayda vardır, köreltmek, ekonominin aleyhine olur ve görüyorum ki -müzakere notlarını da okuyunca- bu müesseselerin kapatılması değil, geliştirilmesi ve ekonomiye daha kontrollü biçimde, onların ekonomiye daha yararlı olması biçiminde yönlendirilme isteyişi var.

Bu yönüyle, Bankacılık Kanununun, bu değişim tasarısını hazırlayan arkadaşlarımıza ve hükümete teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Pakdemirli.

Gruplar adına son söz, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Bartın Milletvekili Sayın Cafer Tufan Yazıcıoğlu’nun.

Buyurun Sayın Yazıcıoğlu. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

DSP GRUBU ADINA CAFER TUFAN YAZICIOĞLU (Bartın) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu adına ve şahsım adına Genel Kurula saygılar sunuyorum.

Dünya ekonomisiyle bütünleşme, ticaret ve yatırım faaliyetlerinin etkin şekilde yürütülebilmesi için bankacılık sektörünün gelişmiş olması gerekir. Bankacılık sistemimizi etkin ve çağdaş örneklerden birisi yapmak zorundayız. Sermaye yapılarını güçlendirmek, vasıflı insangücü yetiştirilmesine artan ölçüde önem vermek ve üretken yatırımlara yönelmek bankacılığın önündeki zorlu görevler arasındadır.

Bilgi toplumunda örgütlerin yeniden yapılanması gerekir. Yeni toplumsal aşama, kendine özgü kurumları ve kuralları beraberinde getirmektedir. Bilgi, bizzat üretim konusu olmakta, bilgiyi işleme ve yönetmede kullanılan teknolojiler gelişmektedir.

Ülkemizin, bölgesel finans ve bankacılık merkezi olma hedefi gerçekleştirilmelidir. İç ve dış finansman kaynaklarını, mümkün olan en düşük maliyetle sağlayabilmeliyiz.

Kaynak yapısının bozukluğu, aktif kalitesinin yetersizliği, maliyet-randıman ilişkisinin gözetilmemesi, verimsizlik, bankacılık sisteminin temel özellikleri olarak ortaya çıkmıştır.

Türk malî sektörünün derinliğinin artırılması ve yeterli dinamizme kavuşturulabilmesi için, öncelikle, bu kesimin lokomotifi durumundaki bankacılık kesiminin uluslararası normlara göre çalışabilir hale getirilmesi gerekmektedir.

Halkın tasarruflarının korunması ve ekonominin ihtiyaçlarının daha düşük finansman maliyetleriyle karşılanabilmesi için, öncelikle, bu kesimin düzenlenmesine ve denetlenmesine ilişkin yasal boşluk bu kanunla doldurulmaktadır.

Sektörün gözetim ve denetim sonuçlarının etkili, caydırıcı olması ve zamanında tavizsiz olarak uygulanabilen yaptırımlara bağlanmasıyla, halkımızın tasarruflarının yerinde ve kurallara uygun bir biçimde ülkemiz yararına değerlendirilmesi sağlanmıştır. Uluslararası alandaki gelişmeler dikkate alınmaktadır.

Bankaların, ihracata, dışsatıma ve üretime yönelik işlevlerini yeterince yerine getirebilmeleri ve dış finans çevrelerine güven verebilmeleri gerekmektedir. Bankalar, Türk toplumunun ve Türk iş âleminin dinamizmine ayak uydurmalıdırlar.

Çetelerle ve kayıtdışı ekonomiyle, karaparayla mücadele konusunda bankalar sisteminin yeterli etkinlik sağlaması, çıkarılan Bankalar Kanunuyla sağlanmaktadır.

Bankacılıkta, bankalara güven unsuru son derece önemlidir. Bu nedenle, bankacılık sistemi, spekülasyon konusu olmamalıdır.

Mevzuatımız, konuya ilişkin Avrupa Birliği direktiflerine bütünüyle uyumlu hale getirilmekte; özellikle konsolide denetim ilkeleri daha açık ve kapsamlı olarak düzenlenmektedir.

4389 sayılı Bankalar Kanunu ile konuya ilişkin uluslararası uygulamalara paralel olarak banka denetim ve gözetim yetkisinin daha etkin bir şekilde kullanılabilmesini teminen siyasî otoriteden bağımsız karar alma yetkisine ve idarî ve malî özerkliğe sahip bir kurum oluşturulmuş olmasına rağmen, banka kuruluş izni verilmesi ve faaliyet izninin kaldırılması gibi temel yetkiler Bakanlar Kuruluna bırakılmıştır. Ancak, bu konudaki uluslararası uygulamalar, bu tür kurumların faaliyetlerinin siyasî iradeden tümüyle bağımsız bir şekilde yürütülmesini öngörmektedir. Bu defa yapılan değişiklikle, bankalarla ilgili olarak, kuruluştan tasfiyeye kadar olan süreçte alınması gereken kararların tamamı, sözü edilen kurumun karar organı olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun yetkisine bırakılmaktadır.

Kredi sınırları Avrupa Birliği mevzuatına uygun olarak yeniden düzenlenmekte, bu çerçevede, dolaylı kredi sınırı yüzde 25'e indirilmekte, iştiraklar, kredi tanımı içine dahil edilmekte, ayrıca, konsolide denetim ilkeleri daha açık ve kapsamlı olarak düzenlenmektedir.

Tasarıyla, 4389 sayılı Kanunla ayrıntılı olarak düzenlenmiş bulunan, sistemde faaliyet gösteren bankaların malî bünyelerinde meydana gelebilecek zafiyet nedenlerinin belirlenmesine ve buna göre gerekli önlemlerin süratle alınarak uygulamaya konulmasına ilişkin hükümler daha kapsamlı hale getirilmekte, alınan önlemlere rağmen, malî bünyeleri iyileştirilemeyen bankaların, gerektiğinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilerek rehabilitasyona tabi tutulmalarına ve yeniden yapılandırılmalarına olanak sağlanarak, bazı bankalarımızda ortaya çıkabilecek sorunların sistem bütününe sirayet etmesinin önlenmesi amaçlanmaktadır.

Halen, Bakanlar Kurulu kararı ve buna ilişkin diğer düzenlemeler çerçevesinde faaliyet gösteren özel finans kurumlarının hukukî altyapısının güçlendirilmesini teminen Bankalar Kanununa eklenen hükümlerle, bunların, faaliyetlerini Bankalar Kanununun belirli hükümlerine tabi olmak suretiyle sürdürmeleri öngörülmektedir.

Bankacılık sektörünün sorunlarının giderilmesinde ve ulaslararası rekabete açılmasında çok önemli eksikliği giderecek tasarıyı desteklediğimizi arz eder, 57 nci hükümete teşekkür eder, Genel Kurula saygılar sunarım. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yazıcıoğlu.

Böylece, gruplar adına konuşmalar tamamlanmış oldu.

Şimdi, şahıslara söz vereceğim.

İlk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker'e ait.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

MASUM TÜRKER (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi içtenlikle selamlıyor ve saygılarımı sunuyorum.

Görüşmekte olduğumuz Bankalar Kanunuyla ilgili değişiklikler, aslında, temmuz ayında kabul edilen 4389 sayılı Yasada, Avrupa Birliğine uyum, uluslararası standartlara uyum ve siyasî otoritenin bu konuda, özellikle bankacılıkla ilgili kararlarda devre dışı bırakılmasına ilişkin düzenlemeleri ele almaktadır.

Bankacılık, Türkiye'de, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar önemli zamanlarda rol almış; ama, beklenmeyen zamanlarda da sürekli sorun olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşundan, özellikle Lozan Anlaşmasından sonra, Türkiye'de, uzun bir süre merkez bankası kurulamamış, bankacılık hizmetlerinden yararlanarak, birikimlerin yatırıma dönüştürülmesi süreci, Türkiye Cumhuriyetinin kontrolünde gerçekleştirilememiştir. Nitekim, bu kontrolün gerçekleştirilebilmesi için, özellikle karma model dediğimiz model bulunmuş ve bu arada, Türkiye'de Merkez Bankasının kurulmasıyla birlikte, standartlara uygun bir bankacılık sisteminin geliştirilmesine başlanmıştır.

Bankacılık, gerek tek parti döneminde gerek demokratik sisteme geçildiği dönemde, ciddî badirelerden geçmiştir. Bankaların, zaman zaman, tasfiyeye girdikleri, hatta, 1960 yılında tasfiyeye giren Sağlık Bankası, Tutum Bankası gibi bankaların tasfiyelerinin hâlâ tamamlanmadığı bilinmektedir. Halk, genellikle parasını yatırdığı bu bankaların tasfiyeye uğraması sonucunda uğradıkları zararlar ya da ortak sıfatıyla, ellerindeki hisse senetlerinin değerlerinin birden bire sıfıra ulaşması sonucunda, zaman zaman, birikimlerini yatırıma yöneltmemiş, belki de, kamuoyunda inşaat sektörünün canlanmasına yararlı olmuştur. Nitekim, Türkiye'de, dikkat edilirse, Bankalar Kanununun düzenlendiği ilk zamanlarda, bankaların özellikle inşaat şirketlerine kredi vermesi bile bu nedenle engellenmiştir.

Buna ve buna benzer uygulamalar gösteriyor ki, Türkiye'de bankacılık sektörü tıkandıkça, bulunan çözümler, aslında, başka bir tıkanıklığın başlangıcı ve önemli bir nedeni olmuştur. Nitekim, 1994 yılında yaşanan kriz sonrası getirilen yasal çözümler, daha sonra, bankacılık sektörünü rehabilite edeceğine, büyük sorunlar getirmiş ve bugün bankacılık sektörünü tıkanır hale getirmiş; IMF ya da Dünya Bankası ile devlet düzeyinde yapılan görüşmelerde, bankacılık sektörünün rehabilitasyonu ve bankacılık sektöründeki tıkanıklığın giderilmesi için özel görüşmeler bile yapılagelmiştir.

1994 yılından sonra yapılan düzenlemelere ilişkin kararnamenin aslında iptali söz konusu olmamakla birlikte, dayanağı olan yetki kanununun iptali nedeniyle bu konu tartışılır hale gelmiş ve bu nedenle belirli bir boşluğa meydan vermemek için, geçtiğimiz aylarda Yüce Meclisimizin 21 inci Dönemde kabul ettiği Bankalar Yasasında -o zamanlar da tartışıldı ve söylendi- Avrupa Birliğine uyum isteniliyorsa, uluslararası standartlara uyum isteniliyorsa, bazı tedbirlerin, bazı önlemlerin bu yasa çerçevesinde ele alınması gerekiyordu.

Bu söylemlere rağmen, bankacılık mevzuatının düzenlenmesinde verilen süreler, tanınan çeşitli olanaklara rağmen, bazı kesimler, sürekli, bankacılık sisteminin kuruluşunu siyasî platforma çekmeye çalışmıştır. Oysa, Türkiye'de, bankacılık sektörünün, artık, liberal ekonominin geldiği noktaya göre, tamamen siyasî iradenin dışına çıkması gerekiyordu. İşte, bugün burada tartışacağımız ve oylarımızla kabul etme noktasına geleceğimiz Bankalar Kanunu Tasarısı bankaların kuruluşundan tasfiyesine kadar siyasî otoritenin etkinliğini ortadan kaldıran bir düzenlemeyi getirmektedir.

Bu konuda akla ilk gelen soru, bankalarda meydana gelecek tıkanıklık ülke ekonomisini etkileyeceğine göre, acaba, ülke ekonomisini etkileyecek böyle önemli bir organa siyasî sorumluluğu üstlenen otoritenin yetkisini sınırlandırmak doğru mudur? Bu sorunun yegâne cevabı Parlamentodur; yani, yarın öbür gün, bu organların "siyasî otorite yok, ben devlet içerisinde devlet olurum" mantığını getirdiği takdirde yetkilerinin hangi noktada kısıtlanması gerektiği, yine Yüce Heyetinizin kararına sunulduğu zaman, derhal düzeltilebilecek noktadadır.

O halde bu Kuruldan, bu siyasî otorite kalktıktan sonra, acaba ne yapacaklar endişesi ve düşüncesi yerine, bu kurulun devlet içinde bir devlet anlayışı yaratmaksızın, ama bu ülkedeki ekonomik faaliyetlere de paralel olabilecek nitelikte, bir bankacılık sistemini düzenlemeyi beklediğimizi, burada, biz, bu kanunun gerekçelerine, tartışmalarına bir not olarak düşme yükümlülüğündeyiz.

Biz, milletvekilleri olarak, aldığımız halkın iradesini, bankacılık sektörünün düzenlenmesi konusunda, bu Kurula devrederken, onlardan beklediğimiz, bu konuda gerekli titizliği göstermeleri ve bu iradeyi kullanırken, sistemi tıkamak, sistem içinde ayırımcılığa yol açmak değil, eşit ve adaletli bir yaklaşımla gerekli düzenlemeleri yapmaktır. İşte, bu noktada bakıldığı zaman, Kurulun tüm kararlarında tam yetkili olduğu ve olacağı görülmektedir.

Kurulun önemli bir diğer özelliği, bankacılık uygulamasını ele aldıktan sonra -ki, bunun tarihi 2000 yılının sonundan sonra olacaktır- atanacağı mart ayından sonra dokuz aylık bir süre gerekli düzenlemeleri yapmak, gerekli sisteme ilişkin organizasyonları geliştirme olanağına sahiptir. İşte, Kurul bu çalışmaları yaptığı anda, tıpkı bugünlerde yaşadığımız gibi, bir enflasyonu düşürmek, ekonomiyi düzlüğe çıkarmak konusunda, hükümet ile Merkez Bankası sıkı bir ilişki içerisinde nasıl oluyorsa, bu görevi üstlenen Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun da aynı sıkılık içinde ve paralel bir yaklaşım içinde olması, zaten bankacılık sektörünün tabiatı gereğidir. Bu gerçeği dikkate aldığımız zaman, bankacılık sektörünün bundan sonra, burada bizlerin oylarıyla kabul edeceğimiz, rasyolar çerçevesinde değerlendireceği gerçeği de vardır.

Burada, maddelere geldiğinde görüleceği gibi, özellikle iştiraklerin ve dolaylı kredi kavramının dikkate alınarak, bankaların, özkaynak ve kullanılabilir kredi rasyolarının belirlenmesinde, Kurula, Bankalar Birliğiyle, yani, sektörün bizatihî temsilcileriyle işbirliği yaparak, belirleme ve bu konuda gerekli önlemleri alma yetkisi ve görevi verilmektedir.

İşte bu noktada bakıldığı zaman, 1983 yılından beri önemli bir işleve sahip olan, gelişmiş ülkelerde bankacılık sektörü içinde de, örneğin, bir Citibankın, bir branşında, faizsiz bankacılık dediğimiz kâr amaçlı bankacılığın sürdürüldüğü bir dünya düzeninde, artık, ülkemizde, bir kararnameyle, bir tebliğle değil, bu sistemin kurallarına, uyar bir şekilde, özel finans kurumları da dahil edilmiştir. Özel finans kurumlarının, mevduat kabul etmemesi; ancak, diğer bankalara yasaklanan mal alım ve satımı yapma yetkisiyle donatılmış olup benzer rasyolara tabi olması, ülkemizdeki finans kesiminin eşitlik kuralları içinde değerlendirilebileceği ve dolaylı fon akımının bu vesileyle değerlendirilebileceği gerçeğini göz önüne getirerek bu konuyu değerlendirmemiz gerekir.

Bankacılık Kanununda yapılan bu değişikliklerin, ülkemiz için ve özellikle ekonomideki tıkanıklığın giderilmesi açısından hayırlı olmasını diler, bu vesileyle Yüce Heyetinize saygılarımı sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Türker.

Hükümeti temsilen, Devlet Bakanı Sayın Recep Önal; buyurun efendim. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Bankalar Kanunu değişiklik tasarısının Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmeye başlanması nedeniyle, hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Para ve sermaye piyasalarından oluşan malî piyasalarda, Sermaye Piyasası Kanunundan sonra gündemimize gelmiş olan Bankalar Kanunu değişiklik tasarısı, yasalaşmasıyla birlikte, 21 inci Dönemde, genel olarak malî piyasalarda özlediğimiz istikrar, gelişme ve atılım sağlanacak, yasal altyapı tamamlanmış olacaktır. Bu düzenlemelerle, Anayasamızın 167 nci maddesinde öngörülen para ve sermaye piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemesi için devletin tedbir alma görevi de gereğince yerine getirilme olanağına kavuşmuş olacaktır.

Bildiğiniz gibi, kamunun, banka gözetim ve denetiminde temel amacı, mevduat sahiplerinin hak ve yararlarının korunması ve bankalarımızın fon aktarımında verimliliğin artırılmasıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; belirttiğim bu amaç çerçevesinde hazırlanan değişiklik tasarısı, dört temel konuda yeniden yapılanmayı öngörmektedir; bunlar, bağımsız otorite, bankaların aktif kalitesi, sistemin sağlığı ve özel finans kurumlarının yasal çerçevesi olarak belirlenebilir.

Konuya ilişkin uluslararası uygulamalara koşut olarak, kamu adına banka denetim ve gözetim yetkisinin daha etkin bir şekilde kullanılabilmesi için, siyasî otoriteden bağımsız karar alma yetkisine ve idarî ve malî özerkliğe sahip olarak oluşturulan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumuna, piyasanın kendi dinamikleri içerisinde gelişmesini gerçekleştirmek, kamu adına gerekli meslekî gözetim ve denetimi ilke edinen kurallar oluşturmak ve uygulama yönünde, ülkemiz malî piyasalarının işleyişinde büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir.

Önerilen bu değişiklikle, konuya ilişkin uluslararası norm ve uygulamalara uygun biçimde, bankalarla ilgili olarak, kuruluştan tasfiyeye kadar olan aşamalarda, yani, bir bankanın yaşam sürecinde kamu gözetim ve denetimi amacıyla alınması gereken kararların tümü, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun görev ve yetkisine bırakılmaktadır.

Diğer yandan, bankaların kullandırabilecekleri kredilerle ilgili olarak önerilen son düzenlemelerle, dolaylı kredi sınırının yüzde 25'e indirilmesi, iştiraklerin kredi tanımı içinde yer alması, ayrıca, konsolide denetim ilkelerinin daha açık ve kapsamlı olarak düzenlenmesi öngörülmektedir. Böylece, bankacılık mevzuatımız, konuya ilişkin Avrupa Birliği direktiflerine bütünüyle uyumlu hale getirilmektedir. Bu bağlamda, bankalarımızın yeni kurallara uyum sağlamaları için de altı yıl gibi uzunca bir süre öngörülmektedir.

Bunun yanında, tasarıyla, 4389 sayılı Kanunla ayrıntılı olarak düzenlenmiş bulunan, sistemde faaliyet gösteren bankaların malî yapılarında oluşabilecek zayıflıkların nedenlerinin belirlenmesine ve buna göre gerekli önlemlerin gecikilmeksizin alınarak uygulamaya konulmasına ilişkin hükümler de kapsamlı hale getirilmektedir. Alınacak önlemlere rağmen malî yapıları iyileştirilemeyen bankaların, gerektiğinde, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilerek, rehabilitasyona tabi tutulmalarına ve yeniden yapılandırılmalarına olanak sağlanmaktadır. Böylece, bazı bankalarımızda zaman zaman ortaya çıkabilecek sorunların sistem bütününe yaygınlaşmasının önlenmesi amaçlanmaktadır.

Diğer yandan, halen, Bakanlar Kurulu kararı ve buna ilişkin diğer düzenlemeler çerçevesinde faaliyet gösteren özel finans kurumlarının hukukî altyapısının güçlendirilmesi amacıyla, Bankalar Kanununa eklenen hükümlerle, bunların faaliyetlerini Bankalar Kanununun belirli hükümlerine kıyasen tabi olmak suretiyle sürdürmeleri öngörülmekte, uyum sağlayamayanların ise tasfiye edilecekleri hükme bağlanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi sırasında, gerek Komisyon üyelerimizin ortaya koyduğu ve gerekse basında yer alan endişe ve eleştiriler, üç ana noktada toplanmaktadır. Bunlar, sırasıyla; sermaye renklere ayrılıyor ve faizsiz sisteme dayatma getiriliyor; ikincisi, Kurula aşırı yetkiler veriliyor ve bunlardan biri de, kuruluş, işleyiş ve sona erme aşamalarından oluşan banka gözetim ve denetiminin son aşaması için önemli yapısal değişiklikler getiriliyor. Bu üç noktada toplanmaktadır. Şimdi, izin verirseniz, onları size söyleyeceğim.

Birinci konuyla ilgili olarak, bildiğiniz gibi, kambiyo sistemindeki liberalleşmeye paralel olarak, ülkemize giren ve çıkan fonlar üzerinde, herhangi bir kısıntı ve ayrıcalık gözetilmemektedir; bundan sonra da gözetilmesi düşünülmemektedir. Malî fonlar üzerindeki kamu gözetim ve denetimi iki noktada tavizsiz uygulanmaktadır; bunlardan biri, karapara; ikincisi, küçük tasarrufçunun haklarının korunmasıdır. Malî piyasalar konusunda yeterli bilgi sahibi olmayan küçük tasarruf sahibinin yanıltılarak, mevduat toplayan bir banka gibi, yurt içinden ve yurt dışından kuraldışı fon yaratılmasına Hükümetimizce izin verilmemektedir ve verilmemesinde de Hükümetimiz kararlıdır. Malî piyasalarımızda faizsiz sistem dayatması diye bir dayatma kesinlikle söz konusu değildir ve olmayacaktır.

Nitekim, Hükümetimiz, buradaki, objektif, tarafsız ve kararlı yaklaşımını iki noktada göstermiştir; bunlardan biri, özel finans kurumlarının gözetim ve denetim yönünden Bankalar Kanunu kapsamına alınmasıdır; ikincisi de, yine, geçen hafta sonunda Resmî Gazetede yayımlanan, özel finans kurumlarının, bankalar gibi hesap cüzdanı kullanabilmelerine olanak sağlayan Bakanlar Kurulu kararının çıkarılmasıyla, Hükümetimiz, bu konudaki tutarlılığını ve kararlılığını kanıtlamıştır.

İkinci konu, bağımsız otorite olan Kurula aşırı yetkiler veriliyor iddiası. Bağımsız idarî otoriteler, merkezî yönetim gibi, genel hukuk kuralları içinde kendiliğinden çözüm yaratma konusunda çekimser davranmaktadırlar. Bu nedenle, bunların görev ve yetki kapsamlarının, yasada, tam olarak, açıkça ve eksiksiz belirlenmesi gerekmektedir. Bu amaç, bu kurulaşların görev ve yetki kapsamlarının çok genişmiş gibi yorumlanmasına yol açmaktadır.

Bağımsız idarî otoritelerin yeni olmasından kaynaklanan temel sorunlar yakından bilinmektedir. Bunlar, yönetimin yetersizliği ve uyumsuzluğu, zaman zaman keyfî yönetime eğilim nedeniyle kamu gücünün kötü kullanılması, meslekî kararlarında ve personel hukuku uygulamalarında tutarsızlıklar ve adaletsizlikler doğması olasılıklarıdır. Bu olumsuzlukların ortaya çıkmaması için gerekli önlemlerin alınmasına büyük çaba gösterilmektedir.

Bankaların, kuruluş, işleyiş ve sona erme aşamalarından oluşan, banka gözetim ve denetiminin son aşaması için önemli yapısal değişiklikler getirilmektedir. Evet, bu doğrudur; ancak, getirilmesi önerilen değişiklik ve yeniliklerin çoğunun uygulanması, esas olarak, kurumun çalışmaya başlamasından sonra gündeme gelecektir.

Önerilen metin, sistemin rehabilitasyonu için iki temel supap getirmektedir; gerektiğinde başvurulacak bu olanaklardan birincisi, olağanüstü hallerde, Hazinenin bu amaçla, özel koşullu devlet iç borçlanma senedi ihraç etmesidir; ikinci supap ise, yine, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının, fon çekilişlerini karşılamak amacıyla kredi açmasıdır.

Bu olanakların öngörülmüş olmasıyla, sisteme, yeterli fon girişinin sağlanması güvence altına alınmış olmaktadır.

Ayrıca, kurumun faaliyete geçeceği tarihe kadar, Bakanlar Kurulumuza, malî yapısını güçlendirmek isteyen bankalar için çeşitli finansal kolaylık ve destekler sağlama olanağı da tanınmış olmaktadır.

Bunun yanında, Hükümetimizin, Kurumun çalışmaya başlamasına kadar, bankacılıkta yüzde 100 mevduat güvencesini sürdürme kararlılığında olduğunu açıkça belirtmek istiyorum. Bu nedenle, tasarruf sahiplerinin, sistemin yeniden yapılandırılması amacıyla alınması olası bazı önlemlerden etkilenmesi hiçbir zaman söz konusu olmayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükümetimiz, 4389 sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Tasarının, yapısal sorunları bulunan bankacılık sistemimizin, bu sorunlarının çözümünde ve uluslararası rekabete açılmasında çok önemli bir işlev görev göreceği inancındadır.

Bu çerçevede, söz konusu tasarının, tüm partilerimizin olumlu yaklaşımları ve katılımlarıyla, varsa eksikleri de giderilerek, kısa bir süre içinde olgunlaştırılarak yasalaştırılacağını düşünüyorum.

Tasarının, gerek alt komisyonda gerekse Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri sırasında yapıcı önerileriyle katkıda bulunan tüm arkadaşlarıma, çalışmalar sırasında farklı görüş ve önerilerde uzlaşmayı sağlayan komisyon başkanlarımıza huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Zaman zaman tartışmalara konu olan komisyon görüşmeleri yanında ve Genel Kurulumuzda yapılacak görüşmelerde değerli arkadaşlarımın uyarıları elbette ki, yasa tasarısının olgunlaşması ve yasalaştıktan sonra uygulanması sırasında uygulayıcılar için yön gösterici olacaktır. Bu nedenle, bu katkılarından dolayı tüm milletvekili arkadaşlarıma ayrı ayrı şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca, burada, yasa tasarısının hazırlanma döneminde görüş bildirerek katkıda bulunan başta Türkiye Bankalar Birliği olmak üzere, tüm meslek kuruluşlarına da, Hükümetimiz, sizler ve şahsım adına teşekkürlerimi sunuyorum.

zlerime son verirken, tekrar hepinize teşekkür ediyor, tasarının, bankacılık sektörümüze ve ekonomimize beklenen yararı sağlaması dileğiyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Devlet Bakanımız Sayın Recep Önal'a teşekkür ediyoruz.

Tasarının tümü üzerindeki son konuşma, şahsı adına söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin'e aittir.

Buyurun Sayın Şahin.(FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 293 sıra sayılı kanun tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporu üzerinde kişisel görüşlerimi arz etmek üzere huzurunuzdayım.

Ben hukukçu bir milletvekili arkadaşınızım, ekonomik işlerden, doğrusu, fazla anlamam; zaten bu tasarı da hükümetçe Meclise gönderildiğinde Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmüş ve önümüze o komisyondan geldi. Dobra dobra konuşmayı da severim. Anadolu'da bir söz var "çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz" derler; değerlendirmesini herkes kendisine göre yapabilir. Zannediyorum buna bir cümle daha eklemek daha doğru olur diye düşünüyorum; çok kanun da hatasız olmaz.

Bunu niçin söylüyorum; bakın, şimdi görüşmekte olduğumuz Bankalar Kanununda değişiklik yapan bu tasarının gerekçesini okuduğunuzda, hangi kanunda değişiklik yapıyor; 4383 sayılı Kanunda. Ne zaman çıkmış bu Kanun; daha üstünden altı ay geçmemiş; ayın 23'ünde altı ay olacak. Peki, kaç madde altı ay önce veya beşbuçuk ay önce çıkan Kanun; 27 madde. Şimdi değiştirmek için sevk edilen metin kaç madde; geçici maddelerle birlikte 22 madde. Aşağı yukarı beşbuçuk ay önce çıkarılan bir kanun, beşbuçuk ay sonra 22 maddesiyle, tamama yakınıyla değiştirilme ihtiyacı hissediliyor. Şimdi burayı anlamakta çok büyük güçlük çekiyorum. Peki altı ay içerisinde veya beşbuçuk ay içerisinde ne değişti; gerekçesinde sık sık atıfta bulunulan Avrupa Birliği stadartları mı değişti, Avrupa Birliği direktifleri mi değişti, Anayasamız mı değişti, yoksa, bankalar mevzuatında veya banka dünyasında deprem mi oldu?!.

Hükümet, Değerli Bakanım ve Hükümeti oluşturan partilerin değerli milletvekili arkadaşlarım kusura bakmasınlar; altı ay sonrasını göremeyecek kadar basiretsiz davranan bir hükümetin, bu ülkenin sorunlarını çözeceğine inanmakta zorluk çekiyorum. (FP sıralarından alkışlar) Altı ay önce aklınız neredeydi? Allahaşkına, burası, böyle, boyacı küpü mü? Beşbuçuk ay önce, altı ay önce bir kanun çıkarmışsınız, aşağı yukarı tamamını değiştirmek için yeniden geliyorsunuz... Bu Parlamentonun zamanı kıymetlidir; bu Parlamentonun zamanını, böylesine israfa yol açacak teşebbüslerde hiç kimse bulunmamalıdır. Tabiî, Meclis çalışacak; ancak, beşbuçuk ay önce, altı ay önce çıkmış olan bir kanunu, aşağı yukarı tamamen değiştirmek için gelirse, ben, bunları söylemekte de hak kesbetmiş olurum.

Değerli arkadaşlarım, ne yapılıyor; Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kuruluyordu; kuruldu, altı ay geçti; hani nerede kurul üyeleri?.. Hükümet ortakları anlaşamadığı için kurul üyeleri de atanmadı; şimdi, yeni kriterler getiriliyor. Peki, altı ay sonra yeni kriterlerle Meclisin önüne gelmeyeceğinizi nereden garanti edeceksiniz ?

Arkadaşlar, Bakanlar Kuruluna ait -biraz önce Sayın Bakan da ifade etti- izin verme ve izin kaldırma yetkisini kurula devrediyorsunuz. Niye; gerekçenizde diyorsunuz ki: "Uluslararası uygulamalar bu tür kurumların faaliyetlerinin siyasî iradeden tümüyle bağımsız bir şekilde yürütülmesini öngörmektedir. "

Peki, kurul üyelerini kim atayacak; ilgili bakanın teklifiyle Bakanlar Kurulu atayacak. Gerekçede "efendim, uluslararası uygulamalar siyasî iradeden tümüyle bağımsız olmasını gerektiriyor, biz bu değişikliği bunun için sevk ettik" diyorsunuz. Bu, kendi içerisindeki çelişkiyi nasıl izah edeceksiniz?

Değerli arkadaşlarım, bilmiyorum, sizin de dikkatinizi çekiyor mu; işte yedinci ayında 57 nci cumhuriyet hükümeti; geleli beri, Meclise, sürekli kanun tasarısı sevk ediyor; aşağı yukarı tamama yakını hep ekonomik amaçlıdır, hep parayla ilgilidir. İşte, ilk aklımıza gelenler: Tahkimle ilgili anayasa değişikliği yaptık, zannediyorum, şimdi de, ilgili kanunlarla ilgili tasarı geldi; bunun ucu, yine, paraya dayanıyor, uluslararası sermayeyi Türkiye'ye çekmeye dayanıyor. İşte, Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Tasarıyı konuşuyoruz; bir iki gün önce, dün gece geçti, nedir, Sermaye Piyasası Kanunu, yine, parayla ilgili; faizle ilgili kanun, temerrüt faiziyle ilgili kanunu dün gece geçirdik; vergi kanunu, ek vergi kanunu, hep parayla ilgili... Peki, bunların sevk gerekçesinde de hep aynı şey var; efendim, çağın gereği. Avrupa Birliği standartlarına uymamız lazım, globalleşmenin bir sonucudur bu, serbest piyasa ekonomisinin bir gereğidir bu deniliyor.

Değerli arkadaşlar, zannediyorum, biz, bir şeyi yanlış anlıyoruz veya yanlış tatbik ediyoruz. Bakınız, Batı, ekonomiyi serbestliğe kavuşturmadan önce, ekonomiyi özgürleştirmeden önce başka bir şey yaptı; kafaları özgürleştirdi; biz, tersinden başladık... Yani, cebi, cüzdanı, kasayı sivilleştirmeden önce, insanların beyinlerini ve kafalarını özgürleştirdi, insanların önündeki fikri, düşünceyi, düşünce açıklamayı yasaklayan düzenlemeleri değiştirdi, bunları sivilleştirdi. Şimdi, serbest piyasa ekonomisine geçmeden önce, mutlaka, Türkiye, serbest düşünce ortamına geçmelidir. Batı, böyle yaptığı için kalkındı.

Bu ülkede fikir, düşünce açıklamak önünde hâlâ engeller var. Bugün eski bir parlamenter arkadaşımızı, eski bir bakan arkadaşımızı, Anavatan Partisinin eski bir mensubu ve bir partinin genel başkanı, bir fikir, düşünce adamı Hasan Celal Güzel'i cezaevine gönderdik. Ne yaptı; çaldı mı çırptı mı, yedi mi yedirdi mi; hayır; sadece, fikrini ve düşüncesini açıkladı... Fikrini, düşüncesini açıklayan bir eski parlamenter arkadaşına sahip çıkamayan bir Parlamento, 500 tane bankalar kanunu çıkarsa ne yazar! (FP ve DYP sıralarından alkışlar) Önce bunları düzelteceğiz.

Sayın Hükümet, 10 Aralıkta, gitti, Avrupa Birliğine aday üye olma noktasında anlaşma yaptı; memnuniyetle karşılıyoruz, birtakım itirazlarımız mahfuzdur. Kopenhag kriterlerini Türkiye'ye getireceğiz... Şimdi, şu Parlamento, yeni bir asra girerken, Kopenhag Kriterlerine uygun yasal düzenlemelerle ilgili çalışmalıydı harıl harıl; ama, biz, hep, para, para, cüzdan...

Bu konulara, şu benim söylediğim konulara, bu Parlamentoda, en az bizim kadar sahip çıkması gereken bir parti var; o da, Demokratik Sol Partidir; ama, itirazlar, ne garip, oradan geliyor. Sosyal demokrat ne demek Allah aşkına, sosyal demokrasi, demokratik sol ne demek?! (FP sıralarından alkışlar) İşte, bu benim söylediklerim. Bir insanın adının sosyal demokrat veya demokratik sol olmasıyla o insan demokratik solcu olmaz; uygulamalarınızla olacak, uygulamalarınızla...

Ben, Hükümeti göreve davet ediyorum; hep paraya, hep kasaya, hep cüzdana hitap eden tasarılarla gelmeyin, insanımızın önünü açacak, onu fikren özgürleştirecek, onun eğitim özgürlüğü önündeki engelleri kaldıracak olan birtakım yasal düzenlemelerle gelin ve yeni bir asra böyle girelim.

Bakın, hâlâ, temel hak ve hürriyetler önünde engeller var; kimi zaman kısıtlanıyor, kimi zaman durduruluyor, Anayasanın 13 ve 14 üncü maddeleri gereği kimi zaman tamamen kaldırılabiliyor. Gelin, önce, şu Anayasayla ilgili birtakım düzenlemeler yapalım. Hükümet ve hükümeti oluşturan partiler ve Sayın Başbakan, bu konuda önce bir talimat versin. İşte, yarın sabahleyin, uzlaşma komisyonu yeniden bir araya gelecek; üçüncü toplantımızı yapıyoruz; inşallah, yarın sabah, hükümet ortağı partilere mensup üye arkadaşlarımızın "tamam, Anayasayla başlıyoruz özgürleşmeye, sivilleşmeye" demelerini, çok büyük bir özlemle bekliyorum. Türkiye'nin, asıl, bu ekonomik sorunlar kadar, belki ondan da daha önemli, bu, sosyal alanda atılacak adımlara ihtiyacı var.

Onun için, kusura bakmayınız, ben, bu Bankalar Kanunuyla ilgili düzenlemeyi fazla önemsemiyorum. Asıl, Türkiye'nin önünü açacak, insanımızı düşüncesiyle, fikriyle, eğitim arzusuyla, eğitimle ilgili onu özgürleştirecek ve sivilleştirecek yasal düzenlemelere ihtiyacımız var. Bu Parlamento bunu başarırsa, inanıyorum ki, milletimize en hayırlı hizmetleri yapmış olacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (FP, DYP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şahin.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmış oldu.

Şimdi, tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Maddelerine geçilmesini uygun görenler, lütfen, işaret etsinler... Uygun görmeyenler... Maddelere geçilmesi kabul edilmiştir.

Tasarının 1 inci maddesini okutuyorum:

BANKALAR KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK

YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TASARISI

MADDE 1.- 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 3 üncü maddesinin (3) ve (5) numaralı fıkraları ile (8) numaralı fıkrasının son iki cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“3. Kurumun karar organı, biri başkan, biri ikinci başkan olmak üzere yedi üyeden oluşan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruludur. Kurul Başkanı, Kurumun da başkanıdır. Üyelerin hukuk, iktisat, maliye, bankacılık, işletme, siyasal bilgiler, kamu yönetimi ve dengi dallarda veya bu dallarla ilgili mühendislik alanlarında en az lisans düzeyinde, mühendislik dalında lisans düzeyinde öğrenim görmüş olanların ise belirtilen alanlarda lisansüstü öğrenim görmüş olmaları gerekir. Üyeler; en az üçü bankacılık olmak üzere maliye-finans alanında en az 10 yıl deneyim sahibi ve üst düzey yöneticilik yapmış veya yukarıda sayılan öğrenim dallarında en az 10 yıl öğretim üyeliği yapan adaylar arasından ilgili Bakanın önerisi üzerine Bakanlar Kurulunca atanır. Bakanlar Kurulu, üyelerden birini başkan, birini de ikinci başkan olarak görevlendirir.”

“5. a) Kurul üyeleri, özel bir kanuna dayanmadıkça resmi veya özel hiçbir görev alamaz, dernek, vakıf, kooperatif ve benzeri yerlerde yöneticilik yapamaz, ticaretle uğraşamaz, serbest meslek faaliyetinde bulunamaz, ücret karşılığı konferans ve ders veremez, sınav ve benzeri görev alamaz, her türlü ortaklıklarda pay sahibi olamazlar. Kurul üyeleri bu göreve atanmalarını takip eden 30 gün içinde maliki oldukları payları üçüncü dereceye kadar kan ve ikinci dereceye kadar sıhri hısımları dışındakilere satmak veya devretmek suretiyle elden çıkarmak zorundadırlar. Durumlarını bu fıkradaki hükümlere uygun hale getirmeyen üyeler, üyelikten çekilmiş sayılır.

b) Kurul üyeleri, görevlerinden ayrılmalarını izleyen iki yıl içinde bu Kanun kapsamına giren kuruluşlarda görev alamazlar. Kurul üyeleri ile Kurum personelinin uyacakları mesleki ilkeler Kurulun önerisi üzerine Bakanlar Kurulunca tespit edilir.”

“Buna ilişkin soruşturmalar, Kurul üyeleri için ilgili Bakanın, Kurum personeli için ise Kurulun izin vermesi kaydıyla genel hükümlere göre yapılır.”

BAŞKAN – 1 inci madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak'ın.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Budak, süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA YAKUP BUDAK (Adana) – Sayın Başkan, değerli üyeler; sözlerime başlarken, hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum.

Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yasa Tasarısı Meclisin huzuruna geldi. Biraz önce konuşan arkadaşlarımız "daha beş ay, altı ay geçmeden nasıl oluyor da böyle değişiklikler yapılıyor" dedi; iktidar sıralarından bir arkadaşımız da "daha kırkı çıkmadı" diyor. Dolayısıyla, kırkı çıkmamış bir kanunu, tekrar değiştirmek için, Genel Kurulda tartışıyoruz.

Benim üzerinde konuştuğum madde, özellikle, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun atanma şekliyle, yıllarıyla ilgili. Biraz önce arkadaşlarımız burada ifade buyururlarken "efendim, IMF dayatması var, ABD'den böyle talepler var" denildiği zaman, arkadaşlar biraz rahatsız oluyorlardı. Şimdi, görüyorum ki, gönül rahatlığıyla "Helsinki kararlarının neticesinde böyle düzenlemeler yapıyoruz" diyorlar; bu da, hükümette güzel bir gelişme diye düşünüyorum; ama, acaba, bu Helsinki kararları alınırken, bu kurul üyelerinin okulları da mı oradan belirtilmişti! Mesela, bu yapılan değişiklikte sadece, bir siyasal bilgiler fakültesi eklenmiş. Siyasal bilgiler fakültesi yeni kurulmadı, Türkiye'de var; ama, herhalde geçen dönemde çok acil çıkarılmak istendiği için unutulmuş ya da kurula siyasal bilgiler mezunu bir insan atanacağı için bu ilave edilmiş. Yoksa, bunun başka türlü bir izah tarzını bulamazsınız. Geçen yıl da bu konudaki hizmet sürelerinin, deneyim sürelerinin, üst düzey yöneticiliklerinin süresi oniki yılken, bu yasayla on yıla indiriliyor. Allah aşkına, bunun da Kopenhag kriterleriyle, Helsinki kararlarıyla bir alakası var mı?.. Herhalde, daha önce farklı insanlar düşünülüyordu, şimdi ise daha farklı insanlar düşünülüyor ki, ona göre yeni bir düzenleme yapılıyor. Eskiden elbise biçilmişti, yeni arkadaşlara ya dar geliyor ya bol geliyor; ona göre, yeni arkadaşlara göre bir ayarlama yapılıyor diye düşünüyorum. Yoksa, bunu izah etmenin anlamı yok. Sürelerle ilgili, yıllarla ilgili, okullarla ilgili bir düzenlemeyi, altı ay geçtikten sonra yapmanın mantığını, ben, şahsen göremiyorum.

Dolayısıyla, bu düzenlemeler, şahıslara uygun olan düzenlemelerdir. Bari, buraya, adresleri, telefonları da yazılmış olsaydı da ona göre bir değerlendirme yapılmış olsaydı. (FP sıralarından alkışlar)

Sanki, yeni bir şey yapılıyormuş gibi, bankacılık sektöründe yeni bir reform gerçekleştiriliyormuş gibi, bir de, üslup benimseniyor. Çağdaş kriterlere uymak, dünyaya uymak, yeni girdiğimiz Avrupa Birliğinin adaylığı söz konusu, falan... Bizim, zaten, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığımızın bünyesinde bir Bankacılık Genel Müdürlüğümüz var. Biz, bu işlemleri yapan, bu görevleri yerine getiren o Bankacılık Genel Müdürlüğünü, biraz daha bağımsızlaştırıyoruz, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığının dışına çıkarıyoruz; Bakanlar Kurulunun, ilgili bakanın ve Başbakanın birtakım yetkilerini de ne yapıyoruz; bu kurula devrediyoruz.

Dolayısıyla, çok yeni şeyler yapılıyormuş gibi, âdeta yeni bir çığır açılıyormuş gibi, bankacılık sektörünü ve ekonomiyi düzeltecek, istihdamı sağlayacak, bu sektördeki bütün olumsuzlukları ortadan kaldıracak gibi bir iddia var ki, buna da katılmak mümkün değildir.

Dolayısıyla, bu Hükümet, bu tasarıyı getirmiştir. Zaten, geçenlerde bankacılık değişikliği yapıldı; ama, işin ilginç tarafı, bu kadar süre geçmesine rağmen, bu kurula, atamalar bile yapılamadı. Bunun da üzerinde durmak lazım. Bir hükümet, altı ay içerisinde, kendisinin ortaya koyduğu, çıkardığı ve Meclisten geçirdiği bir kanunla ilgili bir kurula, hem de alelacele çıkardığı bir kurula, aciliyetinden dolayı getirdik, bankacılık sektörümüz batacak, birtakım bankalar sıkıntıda, bunu düzeltecek bir kurul kurmamız lazım diye, Meclisi, gece gündüz çalıştırarak getirdiği kurula, altı ay geçti, hâlâ bir atama yapmadan, o kurul hiç işlem yapmadan, görevini yapmadan, varlığı ortaya çıkmadan, tekrar, o kurulun yapısı değiştiriliyor, süreler değiştiriliyor, okullar değiştiriliyor; bunu hangi mantıkla izah edebiliriz ki, bilemiyorum. Onun için, bir şeyler yapıyoruz niyetiyle, birtakım göstermelik tavırlarla ekonomiyi düzelttiğimiz kanaatinde olmamız ve halka birtakım yanlış bilgiler vermemiz, zannediyorum, yönetim anlayışıyla da, iktidar anlayışıyla da bağlaşmaz.

İktidar, şimdi bir de gerekçe bulmuş “efendim, bu kurulu siyasal etkilerin dışında tutmak...” Allah aşkına, Bakanlar Kurulu, ilgili bakan, bir kurulu tayin edecek, tespit edecek; orada siyasal etkinin olmadığını düşünmek için, herhalde Türkiye'de yaşamamak lazım veyahut da uzaydan, Türkiye'ye, bu Parlamentoya uçakla bir iniş yapmış olmak lazım! Yani, siz söyleyin; hangi mantıkla, hangi yaklaşım tarzıyla siyasal etkilerden uzak kalacak, bağımsız olacak diyoruz?!

Tamam, bağımsız arkadaşlardan teşekkül ettirdiğimizi söyleyelim. Bu kurulu atayan bir kurul var değil mi, Bakanlar Kurulu var; bu hükümetin omurgasını da, 55 ve 56 ncı hükümeti oluşturan iktidar partileri oluşturuyorlar. O partiler, Anayasa Mahkemesine müracaat ettiler; bu konuyla ilgili bir yasa değişikliğini, hükümet kararnamesini Anayasayla değiştirttiler; onaltı ay, onyedi ay beklediler; ondan sonra, bir banka olayı çıktı, o banka olayından sonra da alelacele getirdiler. Şimdi, ben, sizlere sormak istiyorum; o günkü rakamlarla 1,5 katrilyon veya 3 milyar dolar Hazineye zarar verdiği iddia edilen bu bankaların içi boşaltılırken, bugünkü Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun görevini yapan insanlar, bu Meclisteki iktidarı oluşturan partilerin atadığı insanlar değil miydi; ya da bu iktidar, bu insanları atayacak olursa, biz, bu kurula nasıl güveneceğiz; siz söyleyin!

Hazineye 3 milyar dolarlık zarar verdiren olay, bu iktidarın zamanında olmuştur; iki yıl içerisinde o bankaların içi boşaltılmıştır. Maalesef, bu hükümet de geldi, şu üç dört ay içerisinde, geçtiğimiz dönemlerde, sanki bakkal dükkânı açana ruhsat verir gibi, altı yedi tane banka ruhsatı verdi. Kime verdi, niye verdi, niçin verdi, ekonominin gerekleri, ihtiyaçları var mıydı; o, hiç belli değil; verdiler. Zaten, Türkiye'de bir moda çıktı; bir bankacılık izni alacaksınız, yüksek faizlerle mevduat toplayacaksınız, sonra, içini boşaltacaksınız, sonra, Hazineye devredeceksiniz, ondan sonra da, bu ülkeye en büyük katkıyı yaptığınızı söyleyeceksiniz. Acaba, bu hükümet, bu konularda ne yapacaktır?! Bu millet ve bu Meclis, bu hükümete, bu konularda bu yetkiyi verirken nesine güvenecektir?! Şaibesi var demiyorum, sabıkası var ve bu bakanlar, yine, bu Bakanlar Kurulunda ekonomiyi düzeltmekle ilgili bakanlar görev alıyorlar. Vaktiyle, o zaman da bir bakan vardı, Uzakdoğu'da kriz oluyordu “Uzakdoğu krizi Türkiye'yi ne zaman vuracak” diye sorulduğunda, ne kriz vurması efendim, üç dört ay içerisinde Türkiye'ye 300-400 milyar dolar gelecek, bu dolarları koyacak yer bulamayacağız, enflasyonu düşüreceğiz, düşürmezsek, ben kendimi atarım, istifa ederim diyorlardı. Ondan sonra da, bir de baktık ki, hükümet de gitmiş, Türkiye'nin ekonomisi de gitmiş, bankaların içerisi de boşaltılmış. Maalesef, üç ay sonrasını, dört ay sonrasını göremeyen bakanlardan, iktidarlardan, bu bankacılık sektörüne yeni bir çekidüzen verdiklerini iddia etmeleri kadar boş bir şey olabilir mi? Bu yapıldı, altı ay içerisinde ne getirdi Türkiye'nin bütçesine, Türkiye'nin ekonomisine, Türkiye'nin yönetim anlayışına?!

Şimdi, bir de, tabiî ki, yine bu maddede deniliyor ki "...görev alamazlar. Kurul üyeleri, Kurum personelinin uyacakları meslekî ilkeler Kurulun önerisi üzerine Bakanlar Kurulunca tespit edilir." Bir kurul kuruyorsun, yönetileceği ilkeleri kendin tespit etmiyorsun ve o üyeler, kendi personelinin nasıl çalışacağını kendileri tespit ediyorlar, Bakanlar Kuruluna sunuyorlar. Bakanlar Kurulu da, âdeta bir noter gibi, onu tasdik etmek durumunda kalacak. Tasarının mantığından bu anlaşılıyor.

Dolayısıyla, bir kurula çok büyük yetkiler veriliyorsa, bu yetkiler verilirken de, maalesef, sorumlulukları nelerdir, sorumluluklarının sınırı nereye kadardır, bu tasarıda onu da göremiyoruz; ondan sonra da, diyorsunuz ki, ben şu şu ilkelere göre çalışacağım, benim personelim de bu ilkelere göre çalışacak, bunu onaylayın diyorsunuz. Dolayısıyla, Bakanlar Kurulu birtakım yetkilerinden vazgeçerken, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin Bakanlar Kurulunu da, âdeta bir noter durumuna düşürüyoruz. Bunu da, yeni, çağdaş yönetim anlayışıyla bağdaştırmak mümkün değildir. Bu da niye yapılıyor; siyasî etkileri bu kurulun üzerinden kaldırmak için. Siyasetten kaçarak nereye varabilirsiniz, kendinizi inkâr ederek nereye varabilirsiniz, millet iradesini devlet kurumlarının üzerinden kaldırarak nereye varabilirsiniz?! Yeni yeni oligarşik adacıklar meydana getiriyorsunuz. Sorumsuz, milletin beklentilerine ve hükümetin de hedeflerine ters düşebilecek kararlar alınca ne olacak? İşte, birtakım kurumları da kuruyoruz. Efendim, kuracağımız kurumlar, hükümetle ortak çalışacaklardır, paralel çalışacaklardır. İşte, Yargıtayda bir savcı, saat 23.00'te bayan bir milletvekilinin kapısına gidiyor "kapıyı kıracağım" diyor. Bu adam da bağımsız, bu adam da özel!..

Öbür tarafta, bu Meclisin, partilerin, görev alan milletvekillerinin büyük bir bölümünün tasvip etmediği işte YÖK'ün Başkanı var; özerk... Bu özerk kurumun başında olan insan, bu Meclisle uyumlu çalışabiliyor mu, bu hükümetle uyumlu çalışabiliyor mu; bu milletin değerleriyle uyumlu mu; bu insan?!. Dolayısıyla, efendim, öyle insanlar getireceğiz ki, iktidarla uyumlu olacak, yönetimle uyumlu olacak diyeceğiz.

Arkadaşlar, kendi kendimizi aldatmayalım; millet iradesinden kurumları kaçırmayalım... Sürekli olarak, hangi kurum olursa olsun, hangi birim olursa olsun, nasıl ki, Parlamento, kendisini millet iradesinin temsilcisi olarak gördüğü için, milletin denetiminde görüyorsa ve dört yıldan dört yıla da gidip, millete hesap veriyor, hesabını veremediği zaman da iktidardan gidiyorsa, bu Parlamentodan çıkan hükümetlerin oluşturduğu kurumların da, muhakkak surette bir hesap vereceği mekanizmanın olması gerekir.

Zaten, işin başından yanlış yapılıyor. Bu tip kurumlar, özerk kurumlar, bağımsız kurumlar, muhakkak surette millet iradesine dayanmak mecburiyetindedirler, Parlamento tarafından tespit edilmek mecburiyeti vardır, aynı zamanda, bu kurumlarda görev alacak olan insanlar, bir gün, Meclise ve millete hesap vereceklerini de bilmek mecburiyetindedirler. Çünkü, verdikleri zararın faturasını bu Meclis ödeyecektir, siyasî iktidar ödeyecektir, halk ödeyecektir. Mesela Sermaye Piyasası Kurulu, kendisi aleyhine açılan davaların yüzde 82'sini kaybetmiş. Bu kaybedilen davalarda milletin uğradığı zarar nedir, Sermaye Piyasasının uğradığı zarar nedir; ekonominin uğradığı zarar nedir; bunun tazmini yolunda, bu yöneticilerin sorumluluğu ne olmuştur, ilgili bakan, acaba bu konuda bir açıklama yapabilir mi? Maalesef, ne kadar karar verildiğini, ne kadar zarara uğratıldığını bile bilmeyen insanların da, yönetme anlayışları, sık sık kanun değişikliklerini, bugün olduğu gibi huzurumuza getirir, burada da parmaklar kalkar, iner; ama, parmakların kalkması, inmesi sorunu çözmüyor bu zamana kadar çözmediği gibi. Onun için, gerçekçi, adil, milletin beklentilerine, ekonominin uygar değerlerine uygun yasalar çıkarmak mecburiyetindeyiz diyor; hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Budak.

Gruplar adına ikinci söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Dönen'e ait.

Buyurun efendim.

Süreniz 10 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA MEHMET DÖNEN (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, görüştüğümüz Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı, burada konuşan iktidar partisi sözcüleri ve Sayın Bakanın da belirttiği gibi, ekonomimizin önündeki tıkanıklıkların aşılması yönünde çok önemli bir adım olarak görülmektedir.

Şimdi, anlaşılıyor ve görülüyor ki, Türkiye Cumhuriyetinin -Sayın Pakdemirli de burada az önce bahsetti- kendi iç tasarruflarıyla gelişmesini tamamlaması mümkün değil. Eğer, kendi iç tasarruflarıyla ülke gelişmesini sürdüremiyorsa, o zaman, başka bir ülkenin tasarruflarını kullanmak durumunda kalmaktadır; yani, yabancı sermayeye ihtiyaç duymaktadır. Peki, bu yabancı sermayenin bir ülkeye gelmesi hangi koşullara, hangi kurallara bağlıdır?Bu, tamamen, o ülkenin ekonomik ikliminin, siyasal ikliminin, demokratik ikliminin, o sermayenin gelip, Türkiye'de büyüyebileceği, gelişebileceği ve güven bulabileceği koşulların oluşumuna bağlıdır. Eğer, bu koşullar bütünüyle oluşmazsa, yalnız Bankalar Yasası ve Sermaye Piyasası Yasalarıyla bu iklimi bütün koşullarıyla oluşturmanız mümkün değil. Az önce, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin arkadaşımız burada konuşurken, çok haklı bir noktaya değindi; bu iklimin oluşmasında, en önemli koşullardan birisi demokrasinin gelişmesiyle ve standartlarıyla ilgili ve yine, bir başka önemli koşulu şeffaflıkla ilgili. Bugün, Uzakdoğu'da çok önemli, kaplan olarak görülen ve dünya ekonomisinde çok önemli yer tutan Japonya'nın ekonomik krizinin altında yatan temel unsurlardan birisi, şeffaf bir ekonomik yapılanmaya ve demokrasi normlarına uygun olmamasından kaynaklanmıştır. Bu, dünyadaki diğer ülkelere de örnek olduğu için, gelişmekte olan ülkeler, artık, demokrasi standartlarını geliştirme yolunda çok önemli adımlar atmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, görüşmekte olduğumuz Yasanın 1 inci maddesi, bu Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun atanma şartlarını ve özellikle onların vasıflarını, sürelerini yapacakları, yapamayacakları işlerle ilgili konuları düzenlemektedir. Burada, benden önce konuşan arkadaşlarımızın da belirttiği gibi, bundan beşbuçuk ay önce, yani 6 Haziranda, bu Yasanın 1 inci maddesini biz buradan çok farklı bir biçimde geçirmişiz; yani, burada, gecesini gündüzüne katan milletvekili arkadaşlarımız, bu 1 inci maddeyi farklı bir biçimde kabul etmişler bundan altı ay önce. Yani, normları çok farklı. Yani, biz, parti olarak, özellikle böyle bir özerk kurumun, Bakanlar Kurulunca atanan bu kurulun siyasî otoritenin dışında olmasına karşı olmamıza rağmen, bir an düşünsek, daha önceki atanma koşulları bugünküyle hangi tezatları teşkil ediyor, onu bir analiz etsek, çok farklı sonuçlar çıkmaktadır.

Şimdi, daha önce, burada, bu Mecliste, bu yasayı kabul ettiğimizde, Hazine 4 temsilci belirliyor, bu 4 temsilciden 2'sini Bakanlar Kurulu tespit ediyor bu kurula atamak üzere; Maliye 2 temsilci belirliyor, bunun 1'ini Bakanlar Kurulu atıyor kurula; Merkez Bankası 2 kişi belirliyor, 1 kişi atanıyor Bakanlar Kurulunca; Bankalar Birliği 2 kişi belirliyor, 1 kişi atanıyor; SPK 2 kişi belirliyor, 1 kişi atanıyor; Devlet Planlama Teşkilatı 2 kişi belirliyor ve 1 kişi atanıyor. Böyle bir düzenleme getirilmiş. Şimdi, böyle bir özerk kurula karşı olmamıza rağmen, daha önceki yasa, bence, daha demokratik bir anlayışla yapılmış. Yani, bu kurulu kuracağım diyen iktidar, daha önceki kurulu biraz daha demokratik olarak, yani, özellikle malî piyasalarla, bankacılıkla ilgili olan bütün kurumlardan, hiç olmazsa, 1'er veya 2'şer temsilci almış. Şimdi, buna karşın, yeni getirilen düzenleme, tamamen, ilgili bakanın teklifi ve Bakanlar Kurulunun atamasıyla gerçekleşiyor.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, ilgili bakanın, özellikle Hazineden sorumlu bakanın tek başına bu kişileri teklif etmesi ve Bakanlar Kurulunun bunu kabul etmesi, zaten, sizin, otonom olarak ve bağımsız olarak görev yapacak diye hazırladığınız bu kurul, daha baştan, çok önemli bir siyasî tercihle karşı karşıya kalıyor. Yani, Sayın Bakan, elbette ki, buradaki normlara uyan, istediği kişileri, bu kurula atanmak üzere, Bakanlar Kuruluna sunacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bu kurul, daha başlamadan politize olmuş duruma getirilmiştir.

Şeklen, altı ay önce bu şekilde getirdiğiniz bir yasayı altı ay sonra tekrar değiştirmenin hiçbir gerekçesi yok. Bunun, ne Avrupa normları ile ne Amerika Birleşik Devletleri normlarıyla hiç ilgisi yok. Hatta, komisyonlarda konuşan arkadaşlarımızın bir bölümü, Amerika Birleşik Devletlerinde, tek başına, bu kurul, başkanın imzasıyla atanır gibi sözler kullandılar. Değerli arkadaşlarım, atanır; ama, Amerika Birleşik Devletlerinin sistemi çok ayrı. Amerika Birleşik Devletlerinde seçilen başkanın önüne üç seçenek gelir, onun içinden birisi seçilir ve seçilen insanlar da, gelir, orada parlamento görevini gören kurulun önünde hesap verir; ama, buradaki atadığımız kurul, yalnızca siyasî bir bakanın önerisiyle atanan bu kurul, Türkiye Büyük Millet Meclisine veya onun içerisinden çıkan hükümete hesap vermek zorunda değil.

Şimdi, millet adına görev yapan, millete belirli taahhütleri olan iktidarlar, programını yapan iktidarlar, oluştuğunda altı yıl görev yapacak bu kurulla çatışırsa ne olacak; ekonomi kilitlenecek; bunu, daha önceki yıllarda yaşadık biz. Ekonomi kilitlendiği zaman Türkiye'nin içine düşeceği durumu, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Sayın Pakdemirli'nin söylediği gibi, tekrar, bu yasanın bir maddesini değiştirerek halledemez; iş işten geçmiş olur ve bu sektör kilitlenir. Bizim, buradaki temel itirazımız, bu konulara; yani, ekonomimizin daha iyi işleyebilmesi için, bankacılık sektörümüzün şeffaf ve özellikle de, milletin temsilcilerine hesap veren bir durumda olmak zorunda. Bunun, başka bir izahı, başka bir koşulu düşünülemez; çünkü, değerli arkadaşlarım, burada, milletin temsilcileri olarak, biz, gece yarılarına kadar yasa çıkarıyoruz; ama, çıkardığımız yasalara bakıyoruz, görüyoruz ki, üç dört ay sonra tekrar değiştiriyoruz. Burası, deneme tahtası haline getirilmemeli. Sayın Bakanlığımızın değerli bürokratları bunları çok iyi düşünmeliler, bunları hazırlarken çok iyi düşünmeliler. Avrupa normlarını ve diğer ülkelerin demokratik normlarını, ekonomik normlarını çok iyi bilmek durumundalar ve önümüze öyle getirmek durumundalar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen toparlar mısınız efendim.

MEHMET DÖNEN (Devamla) – Biz, burada, bir tasdik merci değiliz. Bizi tasdik merci olarak gören zihniyetin her zaman karşısında olmuşuzdur. Biz, burada, millet adına görev yapıyoruz, onun kaynaklarını denetlemekle biz görevliyiz ve bu görev bizden alınıp bürokrasiye verilemez, verildiği zaman da şartlarına ve koşullarına uymak zorunda kalırız.

Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dönen.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahıslar adına ilk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker'in.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

MASUM TÜRKER (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının geneliyle ilgili çok şey söyleyebiliriz. Meseleyi, düşünce özgürlüğüne, bazı partilerin davranışlarına, ekonomide demokrasinin olup olmadığına dayandırabiliriz; ama, ben inanıyorum ki, biz milletvekillerinin en önemli görevi, her maddenin, bürokrasiye ya da bazı kurumlara teslim ettiğimiz uygulamaların bizim irademiz içerisinde yorumlanabilmesi için, içtihat teşkil etmek, gerekçe teşkil etmek bakımından bilgi vermektir.

Burada, ekonomide demokrasi kavramı, ya halkın sermaye birikimine ortak olması; yani, başka bir tabirle sermayenin tabana yayılması ya da ekonomide demokrasi, bir sürecin kendi kendini yönetmesiyle sağlanabilir. Bu maddede, idare hukukunun önemli ilkelerinden birisi olan istikrar ilkesinin korunması amaçlanmıştır. İstikrarı, burada kurum oluşturacaktır; hiçbir siyasî gayesi ya da bir siyasî düşüncesi olmaksızın, bağımsız bir şekilde kararları alacaktır. Bu istikrara, bu statükoculuğa karşılık, değişimi ve toplumsal dinamiği, biz, parlamenter olarak yerine getireceğiz ve biz, burada biraz evvel söylenildiği gibi -böyle yanlış bir manaya neden olmasın diye söylüyorum- bunu bir kuruma teslim ederken, o kurumu başıboş bırakmıyoruz. Bugün çok tartışılan, eleştirilen Yüksek Öğretim Kurulu hakkında bir araştırma önergesi sonrası araştırma açılmıştır, bu araştırma sonuçlarına göre de Parlamentoda gereği yapılacaktır. Bugün Sermaye Piyasası Kurulu hakkında da burada bir araştırma önergesi verip araştırma açabiliriz; yarın, öbür gün, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu hakkında da araştırma açıp, bunu görüşebiliriz.

Burada bir konuya açıklık getirmek lazım. Türkiye'de 2 tane siyasal bilgiler fakültesi vardır; birisi, Ankara Üniversitesine bağlıdır, diğeri ise İstanbul Üniversitesine bağlıdır. Buna karşılık, diğer üniversitelerin tümünde, siyasal bilgiler fakültesinin müfredat “kamu yönetimi” adı altında uygulanagelmektedir. Bazı kurumların, siyasal bilgiler fakültesinin ismi açıkça yazılmamışsa, buraya, değil kurul üyeliği gibi atanmayı, memur olarak atanmayı da engellemektedir ve araştırılırsa, Danıştaya kadar giden kararlar vardır. Bu nedenle, siyasal bilgiler fakültesi isminin konulması, hükümetin talebi üzerine değil, komisyonda, hükümetten gelen bu tasarının tamamlanması amacıyla, komisyon üyeleri tarafından konulmuştur.

MEHMET DÖNEN (Hatay) – Altı ay önce yok muydunuz komisyonda?

MASUM TÜRKER (Devamla) – Bazı şeylerin doğuştan güzel, doğuştan tam olmasını beklemek, o doğuştan sonra başka doğuşun olmamasını beklemektir. Altı ay önce doğan bir bebeğin, ayak parmaklarının ebadını ölçmek, geniş taraklı ayaklı mıdır, dar taraklı ayaklı mıdır kararını vermek mümkün olmayabilir; ama, çocuk büyüdükten sonra, çocuğun geniş taraklı ayakkabıyla da dolaşabileceğini ya da böyle bir ayakkabıya ihtiyaç olacağını düşünebiliriz. Eleştiri...

MUSTAFA ÖRS (Burdur) – Büyürken her altı ayda bir değiştirirsin.

BAŞKAN – Lütfen karşılıklı konuşmayalım.

MASUM TÜRKER (Devamla) – Getirilen eleştiri, getirilen bazı şeyin yerine kullanıp kullanmaması amacıyla olmalıdır.

Değerli arkadaşlar, şimdi, kurul üyeleriyle ilgili buradaki meslek etiğine açıklık getirmek lazım. Sayın Budak dikkat çektiği için teşekkür ediyoruz; vermek gerekir. Etiğin, kişiye ilişkin etik, çalışma alanına ait etik, yani kurallar ve alan kuralları şeklinde belirlenmesi gerekir. Bu etiğe neden gerek duyulmaktadır? B maddesinde de, bu kurulda çalışanların, iki yıl müddetle, benzer kurullarda çalışılmayacağına açıklık getirilmiştir. Hepimiz biliyoruz, 1981 yılında çıkarılmış, 2531 ya da 2581 sayılı -numarasını hatırlayamıyorum- yasa vardır. Bütün siyasiler bu ülkede hükümet olmuşlardır; ama, o yasa, etiği olmadığı için, hiçbir kovuşturmaya tabi olmamıştır. Bir yerden ayrılan, temasta bulunduğu kuruma derhal gidip işbaşı yapmıştır. İşte, buraya etik maddesinin konulmasının, komisyonda tartışılmasının temel nedeni budur. Bu vesileyle, tekrar, Yüce Heyetinize saygılarımı sunuyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Türker.

Şahıslar adına son konuşma Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan’a ait.

Buyurun Sayın Ayhan. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 193 sıra sayılı Bankalar Kanununda değişiklik yapan tasarının birinci maddesi üzerinde şahsen söz almış bulunuyorum.

Birinci madde, kurul karar organının yedi kişi olacağını, bunların vasıflarını ve seçim tarzlarını belirtmekte; daha doğrusu, 1 inci madde, 4389 sayılı Kanunun 3 üncü maddesini tadil etmekte. Bu tadilat meyanında da, kurum karar organını teşkil eden yedi kişinin vasıflarını, seçim tarzını, Kurul üyeleriyle ilgili yasakları belirten -ki, bu yasaklar, özel ve resmî kurumlarda başka görev alma yasağıdır, dernek, vakıf, kooperatif ve benzeri yerlerde yöneticilik yapma yasağıdır, Kurul üyelerinin, ticaret, serbest meslek çalışmaları yapmalarıyla ilgili yasaklardır- şirketlerde hisse senedi sahibi olmayı men eden hükümlerdir.

Maddenin getirdiği bir diğer husus da, görevden ayrılanların iki yıl süreyle, Bankalar Kanunu şümulune giren kurumlarda çalışmasıyla ilgili yasaktır. 

Bir diğer husus da, soruşturmayla ilgili. Kurumda çalışanlar hakkında açılacak soruşturmalarda, Kurul üyeleri için Bakanın, kurum personeli için ise Kurulun izin vermesi kaydı getirilmektedir.

Tabiî, arkadaşlar ifade ettiler; bizim bu tasarıda itirazımız, bundan altı ay önce çıkarılmış olan bir kanunda, altı ay sonra hemen değişiklik yapılması yoluna gidilmesidir. Demek ki, hükümet, bu tip kanun tasarılarını dikkatle hazırlamıyor, dikkatle üzerinde çalışmıyor ve getiriyor.

Tabiî, gerekçede, hiç de mesnedi olmayan beyanlar var: "İyi kanun yaptık; ama, Avrupa Topluluğuyla ilgili ilkelere uymak için tekrar değiştiriyoruz." Altı ay evvel de vardı Avrupa Topluluğu... Biz sorduk -hatırlar Sayın Türker de- bu bankalar neden batıyor, bunun tedbiri nedir diye bizzat ben sordum. Hatta, 1994'te bankalar battıktan sonra burada yine müzakere ettik. Bunların değerlendirilmesiyle ilgili belli kıstasların olması lazım; belli oranların, özkaynak oranları, kredi oranları, vesaire; yani, dönmeyen krediler... Bir takip mekanizması olması lazım.

Şimdi ne getiriyorsunuz... "Uluslararası birtakım normları uyguluyoruz..." Bunları, o zamanki Sayın Bakan "Basel kodlarını uyguluyoruz" diye -yanlış hatırlamıyorsam- ifade ettiler ve ona göre, bu geçti. Şimdi altı ay sonra tekrar geliyor; yani, hakikaten, şahsen, bende de güvensizlik oluşuyor; ama, bu güvensizliğin bir sebebi de, Meclisin zayıflığıdır, Meclis komisyonlarının zayıflığıdır. Bendeniz, bunu, müteaddit defa ifade ediyorum; bu Meclisin güven sağlaması için, bu Meclisin gündeme hâkim olması için komisyonların güçlü olması lazım. Komisyonlar mutfaktır. Komisyonlarda birinci sınıf uzman olması lazım. Plan ve Bütçe ise, orada; Millî Savunma ise, uluslararası savunma meselelerini bilen, Türkiye'nin savunma meselelerini bilen, sahasında birinci derecede, müsteşar olabilecek kabiliyette insan; finans meselesi ise, orada; Adalet Komisyonu ise, kendi sahasına birinci derecede hâkim olabilen, üniversitede hoca olan uzmanların istihdam edilmesi lazım. Yani, Meclisin mutfağı, komisyonlardır; mutfağımız zayıftır, aşçılarımız zayıftır, yamakları zayıftır ve bu Meclisten de kanun gelir, kanun geçer, üç ay sonra tekrar gelir, tekrar geçer... Yani, onun için, bunu, tenkit için söylemiyorum; yani, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Batı parlamentoları gibi hâkim, güçlü, dinlenen, sayılan kurum olması için bu vasıfları iktisap etmesi lazım diye söylüyorum bunu. Tabiî, bu olmadan Meclisi güçlendiremeyiz değerli arkadaşlar.

Bu Kurul üyelerinin seçimine de itiraz ettik. Bunlarda da, Plan ve Bütçe Komisyonunda önseçim, Genel Kurulda kesin seçim yaptığımız Sayıştayda olduğu gibi, RTÜK'te olduğu gibi bir yola girmemiz lazım.

Özerk bir kurum kuruyoruz. Arkadaşlar söylediler; altı yıl değiştiremezsiniz bunları. Yani, gelen hükümetle uyumlu olmayan bir komisyon varsa, burada bir kurul varsa, hükümet bununla harp mi etsin yani?! Hükümet asıl işleri bırakıp da kurumla mı boğuşsun, kurumla mı uğraşsın?! Efendim, niye boğuşsun?.. Yani, Türkiye ekonomisinden sorumlu olan hükümettir; hesabı verecek olan hükümettir; Yüce Divana gidecek olan da hükümettir; seçimde hesap verecek olan da hükümettir. Siz, bir ayrı dukalık kuruyorsunuz -yani, tabiri caiz görün- layüsel bir kurum kuruyorsunuz; batırsa da çıkarsa da... Yani, çok zordur Kurul üyelerini değiştirmek. Yani, seçilmişlere güvensizliğin manasını anlamıyorum...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CEVAT AYHAN (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Ayhan, lütfen toparlayınız.

CEVAT AYHAN (Devamla) – İkincisi; tabiî, daha önceki kanunda bankaların kurulması ve kapatılmasıyla ilgili hükümete ait yetkiyi, şimdi, hükümetten alıp Kurula veriyoruz. Buna da katılmadığımızı ifade ediyorum. Tekrar üzerinde düşünmekte fayda var desem de, artık, bundan sonra düşünülecek bir hal yok. Bu kanun tasarısı bu şekilde geçecek; ama, ileride, inşallah, sıkıntı olmaz diyorum. Hayırlı olmasını diliyorum.

Hürmetlerimi arz ederim efendim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.

Görüşmekte olduğumuz 1 inci madde üzerindeki müzakereler tamamlanmış oldu.

Madde üzerinde önerge yok.

Maddeyi, Komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- 4389 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (2) numaralı fıkrasının (b) bendinin (bc) alt bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“1. Türkiye’de bir bankanın kurulmasına veya yurtdışında kurulmuş bir bankanın Türkiye’de ilk şubesinin açılmasına, Kurulun en az beş üyesinin aynı yöndeki oyuyla alınan kararla izin verilir. İzin için yapılacak başvurulara ve iznin verilmesine ilişkin esas ve usuller Kurumca düzenlenecek yönetmelikle belirlenir. Kuruluşa veya Türkiye’de şube açılmasına ilişkin izinler, izin tarihinden itibaren bir yıl içinde faaliyete geçilmemesi halinde geçersiz olur.”

“bc) Hakkında 14 üncü madde uyarınca işlem yapılmakta olan bir bankada doğrudan veya dolaylı olarak yüzde on ve daha fazla oranda veya bu oranın altında olsa dahi yönetim veya denetim kurullarına üye belirleme imtiyazı veren pay sahibi olmaması,”

BAŞKAN – Gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan'ın.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan 293 sıra sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 2 nci maddesiyle ilgili olarak Fazilet Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Aslında, bu kanun tasarısıyla -2 nci maddesi de dahil- dikkatle takip edilip incelendiği zaman, Anasol-D Hükümetinin günah çıkardığını görüyoruz. Yeni ortağını da, aslında, bu yasa tasarısıyla suç ortağı yapıyor. Neden ortak da suçlu diye sorarsanız, bu yasa tasarısı, aslında, birilerini, 20 civarında bankayı kurtarmayı amaçlamaktadır. Aslında, tasarının, bundan sonra kurulacak bankalar için de birtakım olumlu tedbirler aldığını da söylemek gerekir.

Bir konuşmacı, konuşmasının bir yerinde "neden bu kadar banka ruhsatı verildi?.. 6 tane..." dedi. Aslında, doğru olan, iki yılda 20 civarında ticarî banka kurma izni verildi ve bunların birçoğunun, kanunun öngördüğü altyapı malzemesi de yoktur, eksiktir.

Bu itibarla, hükümetin verdiği cevap, zannediyorum ki, Cumhurbaşkanımızın dediği gibi "verdiyse verdi, verdimse verdim" mantığıyla oldu. Bu bakımdan, şimdi, bu tasarı, aslında, geçmişe yönelik -biraz sonra ifade edeceğim açıklamalardan da anlaşılacağı üzere- bankaları kurtarma operasyonudur.

Değerli arkadaşlar, şimdi, 20 civarında verilen özel ticarî banka kurma izninden sonra, bu bankaların, maalesef, içleri boşaltılmıştır. Hükümet, bu tasarıyla şunu yapmak istemektedir: Şu ana kadar, banka kurmak, açmak, kontrol etmek, hükümetin, Bakanlar Kurulunun yetkisi altındaydı; yetkisini, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluna böylelikle devrediyor. Bundan sonra yapılacak tüm tasarruflarda hükümet risk almıyor; artık, bundan sonraki uygulamalarda Kurul görevli oluyor. Bu Kurulun, bu yasa çıktıktan sonra ilk yapacağı iş, batanları birleştirmek ve Sigorta Mevduat Fonuna almaktır.

Değerli arkadaşlar, hatırlanacağı üzere, 55 nci hükümet, Türk Ticaret Bankasını, geceyarısı, özelleştirirken suçüstü yakalandı ve gensoruyla düşürüldü. Bu konuşmalarıma belge olarak ifade ediyorum; Bankekspres ve İnterbank, içi boşaltıldı ve Fon kapsamına alındı. Erol Evcil, İş Bankasından 150 milyon dolar götürdü. Alaattin Çakıcı yurt dışından getirildi; ama, yargılanamıyor. Yargılansa, birçok siyasî arenada kıyamet kopacak, iş dünyasında kıyamet kopacak. Enteresandır, azmettirmekten yargılanacak, banka soymaktan değil. Sümerbank özelleştirildi; şaibeler var. Etibank özelleştirildi. Hepsinin sonunda sorular var.

Değerli arkadaşlar, bundan iki gün önce Çeçen sorunu burada tartışılırken "Rus lobisi" çok tartışıldı ve birkısım arkadaşlar da belki itiraz ettiler; halbuki, verilen 52 milyon dolar usulsüz avans kredisi, avans ödemelerinde bu banka lobilerinin desteği olduğu, kamuoyunda yazılıp çizilen sözler arasındadır.

Görüşmekte olduğumuz bu tasarının 2 nci maddesinde yapılan iş şudur: Bakanlar Kurulu, kendi görevlerini, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluna devrediyor. Devrettiği görev nedir?.. Türkiye'de bir banka kurulacaksa veya yurt dışında bir banka kurulmuş da Türkiye'de şube açmak istiyorsa, buna ilişkin usul ve esaslara, nasıl açılacağına, ne yapacağına bu kurul, yani, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu karar verecektir.

Değerli arkadaşlar, bu maddeyle, aslında, Bankalar Kanununun 14 üncü maddesi devre dışı bırakılmaktadır. Tabiî, burada yapılan bir değişiklik de, eğer bankanın yönetim ve denetiminde ciddi birtakım sıkıntıları varsa, buradaki pay sahiplerinin yönetim ve denetim yetkisi alınıyor, bu yetki de Tasarruf Fonuna devrediliyor.

Değerli arkadaşlar, aslında, tasarının gerekçesinde, bankaların kurulması, denetimi ve gözetiminin, uluslarası uygulamalarda, böyle bir kurul tarafından yürütüldüğü iddia edilmektedir ve doğru olan da budur; ama, aslında, altı ay önce, hükümet bu tasarıyı getirdiğinde, bu kürsüde, muhalefet bunun böyle olacağını, bağımsız bir kurula devredilmesi lazım geldiğini söylediğinde, iktidar sıralarında oturan arkadaşlarımız buna itiraz etmişlerdi ve böyle bir kurul olmayacağını söylemişlerdi. Dolayısıyla, demek ki, bu acı örnek, hükümete, muhalefetten gelen birtakım tavsiyelere kulak asmanın doğru olacağını söylemektedir.

Değerli arkadaşlar, bankalar, normalde, Bankalar Kanununun 14 üncü maddesinde... Bir banka nasıl denetlenir; eğer, banka, ilke ve teamüllere aykırı işlem yaparsa, bankanın çalışmasını tehlikeye düşürürse, önce ikaz edilir -işlemi anlatıyorum- düzeltmezse yönetim kurulu değiştirilir, faaliyetleri kısıtlanır, mevduat prim miktarı artırılır, bankanın varlıkları taahhütlerini karşılamaz hale gelirse, birtakım işlemler yapıldıktan sonra, Fon, bankaya el koyar. Şu anda bu prosedür kaldırılmakta, direkt müdahale getirilmektedir. Halbuki, bu prosedür işlemiş olsaydı, bu prosedürün belirli safhalarında yanlış yapanlar, usulsüzlük yapanlar, evvela malî cezalara, daha sonra hapis cezalarına çarptırılacaktı. Şimdi, bu değişiklikle, artık, direkt müdahale olacak. Bunun anlamı şudur: Bu Kurula verilecek direktifler doğrultusunda istediği bankayı devredışı bırakacak, istediği bankayı Fona alacak ve böylece, artık, geçmişle ilgili bir hesaplaşma ortadan kalkmış olacak. Yani, aslında, bu 2 nci maddeye, bir noktada, “bankaları kurtarma operasyonu” demek, daha doğru olacaktır kanaatindeyim.

Değerli arkadaşlar, Harp Akademileri Komutanlığının bir ekonomi raporunda şu satırlar yazılıdır: "Harp Akademileri Komutanlığı tarafından yayınlanan Türk bankacılık sistemi raporunda, rehabilitasyon programı -bu kanunun içinde bu program vardır; yani, bankaları iyileştireceksiniz, ortak yapacaksınız vesaire- 10 ile 20 milyar dolar arasında bir maliyet getirecektir." Yani, bu kanun çıktıktan sonra, bu bankaları incelediğiniz zaman 10 ile 20 milyar dolarlık bir paraya ihtiyaç var. Peki, Sayın Bakan buna nasıl cevap veriyor; Sayın Bakan Recep Önal bir açıklamasında "endişeye mahal yok; Mevduat Sigorta Fonumuzda 1,1 milyar dolar paramız hazır -yani, bu bankaları alabiliriz- artı, kaldı ki, Dünya Bankasından da 3 milyar dolar, bunun için paramız geliyor" diyor. Yani, bu kanun ne söylemeye çalışıyor; Sayın Bakanın ifadesiyle, bu bankalarda bir rehabilitasyona gittiğimiz zaman, 10 ilâ 20 milyar dolar olmasa bile 1'i hazır 3'ü gelmek üzere 4 milyar dolarlık bir paraya ihtiyaç var, o da elimizde hazır bulunmaktadır denilmektedir.

Değerli arkadaşlar, aslında, şu satırları yazarken, hükümete bir yanlışlık, bir haksızlık yapmayalım diye çok düşündüm; ekonomi konuşuyoruz, icraat konuşuyoruz... Bir kere, şunu peşin bilesiniz ki, ülkeyi kötü yönetiyorsunuz. Hükümete söylüyorum ve uyarıyorum. Fakir fukarayı gözetmiyorsunuz. İşçi, memur ve çiftçi sıkıntıda. Her işiniz ya vergi ya zam. Partizanlık yapıyorsunuz. Hükümet israf içinde. Mevcut yasaları uygulamaktan acizsiniz. Çok kanun çıkararak iş yaptığınızı zannediyorsunuz; ama, altı ayda bir, aynı kanunu bir kere daha getirip revize etme ihtiyacını hissediyorsunuz.

Ülkede, sekiz ay öncesine göre hiçbir şey daha iyi değildir maalesef. Laf üretip iş yapmıyorsunuz. Şimdi de batan bankaları, milletin kesesinden bu yasayla kurtarmaya çalışıyorsunuz. Yalnız, bir fikrimi ifade edeyim; bu tasarı kanunlaşırsa, inşallah iyi de uygulanırsa, bundan sonra kurulacak bankalar için olumlu olduğunu da ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bakın, maddeyi dikkatle takip ettiğimiz zaman -yine elimdeki bir araştırma raporundan okuyorum- Fon kapsamına alınan üç bankadan bahsediliyor. Güç duruma düştükleri için çeşitli tarihlerde Tasarruf Mevduat Fonuna alınan, el konulan Türkbank, Bankekspres ve İnterbank’ın batık kredileri, kullandırdıkları toplam kredilerin ikibuçuk katına yaklaşmıştır ve bankacılık sektöründe batık krediler toplamı, Haziran 1999 ayı itibariyle 1 katrilyon 671 trilyon liradır.

Değerli arkadaşlar, Maliye Bakanlığı ve Hazine şu ana kadar bankaları ciddî manada denetleyememiştir, denetlememiştir.

Yine, bir araştırma raporunda -bu araştırma raporu, bankacılık sektöründe araştırma yapan bir kurum tarafından yazılmıştır- aynen şöyle denilmektedir: "Beş yılda, takipteki en yüksek krediler oranına baktığımız zaman, bankacılık sektörü, özel bankalar ve kamu bankalarının içleri tamamen boşaltılmıştır."

Değerli arkadaşlarım, evvela, özel bankalar, siyasî inisiyatifle açılmış...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Candan, lütfen toparlayınız.

VEYSEL CANDAN (Devamla) – ...önce, kendi yan kuruluşlarındaki birtakım şirketlere usulsüz kredi aktarmışlar ve bankalar, içi boşaltıldıktan sonra incelemeye tabi tutulduğu zaman, artık iş işten geçmiş olmaktadır. Ümit ediyorum ki, bu yasa tasarısı kanunlaşıp iyi uygulandığı zaman, belki birtakım suiistimalleri de önler kanatindeyim.

Bu düşüncelerle, Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Candan.

Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini, İzmir Milletvekili Sayın Ufuk Söylemez ifade edecekler. (DYP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Söylemez.

Süreniz 10 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 2 nci maddesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce, hepinizi, şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, aradan altı ay geçtikten sonra bu kürsüden aynı şeyleri tekrarlamak istemeyerek söz aldım. Az önce, teknik bilgisine ve meslekî dürüstlüğüne güvendiğim Masum Türker arkadaşımızın, altıncı ay sonunda tekrar gelen bu kanunu savunmak için yaptığı benzetmeleri de, aslında ilgiyle izledim; ama, hiç de haklı bulmadığımı söylemek isterim.

Yani, bu kanun, altı ay içinde uygulandı da bir tarafı eksik, fazla geldi, onun için mi değişiyor; asla. Bu kanun, Avrupa Birliği kriterlerine uysun diye değiştiriliyorsa, Avrupa Birliğine ilişkin bu belgeler, 1992 yılından beri yürürlüktedir. Yani, Avrupa Birliğinin 1992 yılında saptadığı kriterleri haziran ayında yapsaydık, temel bir yasa olan Bankacılık Yasasını sağlıklı biçimde çıkarsaydık, ne olurdu; bu Yüce Heyet gece yarılarına kadar sarf ettiği bu değerli mesaisini mükerrer olarak boşa bir kez daha harcamazdı.

Ben, iktidar sözcülerinden veya en azından Sayın Bakandan "biz, muhalefetin sözünü, uyarılarını, grup kredilerine ilişkin düzenlemelerini, bu işin Avrupa Birliği normlarına uydurulmasına yönelik ikazlarını dinlemedik; ilk kanundu, çabuk çıkarmak istedik, çabuk da çıktı; hiçbir değişiklik önergesini kabul etmedik; altı ay içinde bu kanunu uygulayamadık, kurul atayamadık, şimdi 'sil-baştan' yapıyoruz" demelerini beklerdim; bu, bir özeleştiri olurdu, bana göre daha inandırıcı olurdu; ama, öyle, altı ay oldu, ayak parmağı değişti filan gibi ifadeler, hem gerçeği yansıtmıyor hem de Masum Türker'in meslekî dürüstlüğüne yakışmıyor.

MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) – Pişmanım diyen iktidar var mı?..

H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) – Yok... Doğru, haklısınız; "pardon" diyen olmuyor hiç; peki...

Değerli milletvekilleri, ben, Sayın Başkanın, böyle, esprili bir cevabını da, aslında, bu anlamda bir özeleştiri olarak kabul edebilirim; teşekkür ederim olgunluğunuza.

Gerçekten, bu Bankalar Yasası, bir Ceza Yasası, bir Ticaret Kanunu gibi temel bir yasadır. Bu kanun çıkarsa, iktidara ciddî bir avantaj sağlamaz; çıkmazsa da, muhalefete ciddî bir avantaj sağlamaz. Temel yasalar, toplumun temel dengelerini -ekonomide olsun, siyasette olsun- sosyal yaşamda olsun sağlarlar. Bu anlamda, üzerinde hassasiyetle durmamız, muhalefet istedi diye doğruları esirgemememiz, önerge değişikliklerini reddetmememiz gerekir.

Az önce, Fazilet Partili değerli milletvekili Mehmet Ali Şahin Bey bahsetti; "ben, ekonomist değilim, hukukçuyum" dedi kendisi; ama, işte, "burada konuşmak istiyorum" dedi; ama, böyle, her kanunu, her ekonomik kanunu, her vergi kanununu, her bankacılık kanununu, böyle, çift dikiş yaparsak, herkes ekonomist olacak Mecliste. Aslında, bu da bir kazanç; ama, bunun maliyeti çok yüksek... O bakımdan, bu tür kanunları çıkarırken...

Bakın, sektör, bugün, çok sıkıntılı. Sektörü yakın izleyen bir arkadaşınız olarak, birçok banka "ben kapatılacak mıyım, bana el mi konacak", birçok tasarruf sahibi "bu banka zayıf mı kuvvetli mi" diye, bizi, her yerde gördüğünde sormaya başladı. Böyle bir şeyin şüyuu vukuundan beterdir değerli kardeşlerim. Gerçekten, bankacılık sektörünü kaynatan, ikide bir gündeme getiren, ikide bir böyle tehlikeli tartışmaların önünü açan, operasyon söylentileri yayan tasarılarda hassasiyet göstermemiz gerektiği kanaatindeyim.

Kurulun özerk olmadığı konusunda, fikirlerimiz ve ısrarımız aynen devam etmektedir. Bana göre, Türkiye'de, bağımsız, çağdaş anlamda tek bir özerk kurul yoktur. Ne Rekabet Kurulu böyledir ne RTÜK böyledir ne Yüksek Öğrenim Kurulu böyledir, ne yazık ki, ne SPK böyledir, ne de bugün Bakanlar Kuruluna atama yetkisi verdiğimiz Bankacılık Kurulu böyle olacaktır. Özerk kurulun tek özelliği, yaptıkları ve yapamadıklarıyla, dönemsel olarak, sadece yılda bir kez değil, performansları itibariyle Yüce Meclise hesap vermesidir. Yüce Meclise hesap vermeyince, YÖK örneğinde olduğu gibi, Yüce Meclis sıkıntıyı yaşar. Devlet içinde devlet olan bürokratik bu kurulların, Türk demokrasisine yararı değil zararı olur. Atanacak bu kurullar, iktidarın kurulları olur.

Ben buradan ilan ediyorum; eğer, nasip olur, Doğru Yol Partisi iktidar olursa, bu kanunları, mutlaka değiştireceğiz, bu kurulların yapısını değiştireceğiz, gerçek özerk kurulları, mutlaka Meclis gündemine getireceğiz. SPK'yı da değiştireceğiz, Bankacılık Kurulunu da değiştireceğiz, bugüne kadar özerk olamamış bütün kurulları değiştireceğiz; gerçek demokratik, çağdaş bir ülke olmanın temel kuralına mutlaka uyacağız.

Başka; buraya, liyakatı olan insanları atayacağız. On senelik, dokuz senelik birtakım, sınırlar getirilmekle, bankacılıkta liyakat olmaz. Bakanlar Kurulu, liyakatı olacak insanları atayacaksa, bunu da yakından izleyeceğiz; ama, bizim de korkumuz ve kuşkumuz vardır: Siyasî bir kimlikten arınması iddiasıyla kurulan bu kurulun, aslında, siyasetin gölgesinde olma riski vardır; inşallah, Bakanlar Kurulu, böyle siyasî bir kurul oluşturup da, çok hassas bu sektöre yeni bir darbe vurmaz diye düşünüyorum.

Bu kanun tasarısının tümünde, malî sektörü gözetmeyen maddeler vardır; leasing nerede, factoring nerede, bu tür sigorta şirketleri nerede? Malî sektör, aslında, sermaye piyasaları da dahil olmak üzere, sermaye piyasaları ile malî piyasalar arasındaki ayırım, bir kâğıdın inceliğine inmiştir değerli arkadaşlar. Bütün bunları, tek bir malî sektör yasası altında, malî kuruluşlar yasası altında, çağdaş dünya ülkeleri toplamış. Madem değişiklik yapacaktınız, hiç olmazsa, böyle gelseydiniz. Madem değişiklik yapacaktınız, hiç olmazsa, Yüce Meclise, “şunu yaptım, bunu yapamadım” diye, performans kriterlerini koyarak, denetim yetkisi verseydiniz. Bakınız, ülkemiz, IMF ile bir anlaşmaya gidiyor; üç ayda bir, altı ayda bir, performans kriterleri açısından IMF'ye, bir anlamda hesap verecek; bu hesaplar tutmazsa, krediler serbest bırakılmayacak. Türkiye Cumhuriyeti, IMF'ye, kriterleri performans olarak koyup da hesap verirken, bizim kurduğumuz kurullar, burada Meclise hesap vermeyecek mi? Böyle bir çelişkiyi, Yüce Meclis, içine nasıl sindirebilir? (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Bakan, konuşmasında, bu kanunun, bankaları, bağımsız kurula dönüştüreceğini söyledi; Türk usulü bağımsızlık, evet; ama, gerçek özerklik olmayacak.

Başka; aktif kalitesinin düzeltileceğini söyledi. Değerli arkadaşlarım, bankacılık sektöründe, kanunla aktif kalitesi düzeltilseydi, defalarca, üst üste, mükerrer, böyle kanunlar çıkarırdık, sektörün meseleleri çözülürdü. Bankacılık sektöründe aktif kalitesinin bozuk olmasının temel nedeni; kamu finansman açıklarıdır, kamunun bankaların kullanacağı fonlara el koyması nedeniyle, fon maliyetlerinin pahalanması, “crowding out” denilen, iktisatta, bu fonlara el koyma hadisesidir.

Başka; tüketici enflasyonunun, yılbaşı itibariyle, yüzde 65 ile 70 arası oluşmasıdır. Yüksek enflasyon...

Başka; talep yetersizliğidir; durgun bir ekonomide, yaprağın kımıldamadığı bir ekonomide talep yetersizliğidir, yatırım yetersizliğidir.

Bundan başka; güvensizlik ve istikrarsızlık nedeniyle fonların kısa vadede toplanmasıdır.

Başka; küçülen bir ekonomide kredilerin ardı ardına batması veya donuklaşmasıdır.

Aktif kalitesini düzeltmek için Türkiye'nin ikibuçuk yıldır uyguladığı hatalı makro ekonomik politikaları derhal terk etmemiz lazımdır. IMF'e gönderilecek bu anlaşma metninde, yine aynı politikalara devam edilirse, sektörde bir kanun daha çıkar; ama, ne aktif kalitesi düzelir, ne gerçek anlamda özerk ve çağdaş bir kurulumuz olur, ne diğer malî kuruluşlar -leasing, factoring, sigorta şirketleri gibi kuruluşlar- bir çatı altında toplanır, ne de temel bir yasa olan Bankacılık Yasası hiçbirimizin içine sinmez. Dolayısıyla, gelin, bu kanun tasarısında, hiç olmazsa, değişiklik önergeleriyle, accountability’i, hesap vermeyi getirelim, diğer malî kuruluşları bu çatının altına alalım. Gelin, bu temel kanunda kişisel avantaj, iktidar-muhalefet avantajını bir yana bırakarak doğruyu bulalım; bir daha böyle çift dikiş kanunlar çıkarmayalım; hem milletimizi televizyonlarının başında üzmeyelim, hem sektörü sarsmayalım ve hem de bu değerli heyetin mesaisini daha sağlıklı, daha verimli işlerle değerlendirelim.

Hepinizi, şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum efendim; sağ olun. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Söylemez.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahıslar adına olan taleplere geçiyoruz.

İlk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker'in.

Buyurun Sayın Türker. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

MASUM TÜRKER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu maddede iki önemli değişiklik söz konusu; ama, önce, maddenin içeriğini hatırlamakta yarar var. Bu maddeyle, kurulacak bankalarda aranacak temel kurallar belirlenmiştir ve bizim tartıştığımız altı ay önceki kanunda, bu temel kuralların nasıl olacağına ilişkin, şube açılmayla ilgili yönetmeliğin Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanıp yayımlanması yer alırken, şimdi yapılan yeni düzenlemeye göre, kurum, kendisi bu yönetmeliği hazırlayıp, belirleyecektir.

Getirilen ikinci önemli husus şudur: Banka kurucusu olacakların kimlikleriyle ilgili olarak, kişilikleriyle ilgili olarak bir farklı ayrıntı daha getirilmekte, yüzde 10'dan az bir paya sahip olsa bile, imtiyazlı pay sahibi olarak yönetim ve denetim kurulunu belirlemeye yetkili olanların, yine, yüzde 10'dan fazla pay sahibi olmuş olanlar gibi, kendilerinin kurucu olamayacakları belirtilmiştir.

Bu iki düzenlemede, özellikle, kurum tarafından hazırlanacak yönetmelik çok önemlidir. Eğer, biz, burada, konuşmalarımızda, bu yönetmeliğin içinde iradenin görüşü olarak neler istediğimizi belirtmezsek, kuşkusuz, yaptığımız tartışmalarda ve eleştirilerde haklı oluruz; çünkü, bu kuruma yön gösterecek siyasî iradeyle ilgili bazı tavırları vermemiş oluruz.

Her şeyden evvel, ana maddede, hatırlandığı gibi, sermayenin en az 20 trilyon olma koşulu vardı ve bu 20 trilyon sermayenin yanı sıra, belirli bazı suç işlemekten, sahip olunması gereken niteliklere kadar belirlenmiştir; ama, burada, kurumun, özellikle banka başvurularında Türkiye'nin gerçeklerine uygun, Türkiye'nin ihtiyaçlarına yanıt verebilecek ve Tükiye'nin, bu konuda, özellikle, gelecek yabancı bankalarla ilişkilerin başlangıçta belirlenebilir ve işi muallakta bırakmayan, ne zaman sonuçlanacağı iznini vermeyen, kesin tarihleri koyması gerekir. Bu tarihlerin yanı sıra, kanun koyucu olarak, kanun koyuncunun bir üyesi olarak, ben, yapılacak işlemleri, şeffaf, herkesin bilebileceği bir vadeye, bir tarih skalasına yaymasını beklerim; yani, yarın, öbür gün, banka kurmak isteyen herhangi bir kişinin, banka kuruluşu için başvurduğunda, eğer, bu Kurul, hazırladığı yönetmelikle işlemleri açıkça belirtmemişse ve "onbeş günde bir şu belgen eksik, bir ay sonra şu belgen de eksik" deyip parça parça isterse, o zaman, kurum, buradaki endişelerimizde olduğu gibi, kendi keyfîliğini, kişisel keyfîliğini, yönetenlerin keyfîliğini ortaya koyar.

Bizim, kanun koyucu olarak bu maddeden beklentimiz, özellikle Kurumun yapacağı her türlü düzenlemede, tarih skalasını ortaya koyup, bazı tartışmaları ortadan kaldırmaktır.

Bu vesileyle Yüce Heyetinize saygılarımı sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Türker.

Madde üzerindeki son konuşma, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan'a ait.

Buyurun Sayın Ayhan.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Ben söz hakkımı Sayın Yakup Budak'a veriyorum.

BAŞKAN – Yakup Budak'ın ismi listede var.

Buyurun Sayın Budak. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

YAKUP BUDAK (Adana) – Sayın Başkan, değerli üyeler; kanun tasarısının 2 nci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken hepinize saygılar sunuyorum.

Aslında, bu maddede, altı ay önce yapılan düzenlemeden çok farklı bir yön yok. Altı ay önce yapılan düzenlemede, bankaların kurulması, kapatılması, bankacılık işlemlerinin yapılmasıyla ilgili izinler, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunda 5 üyenin olumlu oyuyla ve önerisiyle, Bakanlar Kurulunca veriliyordu. Yapılan bu düzenlemeyle "Bakanlar Kurulu" ibaresi çıkarılıyor, bütün yetki Düzenleme ve Denetleme Kurulundaki 5 üyeye veriliyor. 5 üye olumlu oy kullandığı zaman, banka kuruluyor, kapatılabiliyor ve Denetleme Kurulunun yapabileceği bütün işlemler geçerli hale geliyor.

Buradaki yetki, gerçekten, geçmişte yaşadığımız sıkıntıları giderici mahiyette müeyyidelere sahip değildir. Bu yetki veriliyor; ama, bu yetkinin karşılığında, sorumluluğun neler olacağı belli değil. Bu yetki verilirken "gelişmiş Batılı ülkelerde, Amerika'da, Avrupa'da bu yetkiler verilmiş, özerk kurumlar oluşturulmuş" deniliyor. Doğrudur, elbette bu yetkilerin verilmesi gerekir. Biz, merkezin yetkilerinin alt kademelere dağıtılmasına karşı değiliz; ama, yetkiler verilirken, ülke şartlarının ve ekonominin içerisinde bulunduğu dengelerin de dikkate alınması gerekir.

O sözü edilen ülkelerde, ekonomi stabil bir durumdadır, dengeleri oturmuştur. Bizde olduğu gibi, bir gecede borsadaki hisse senetleri yüzde 200, yüzde 300 artıp, düşmez. Eğer, o ülkelerde bir gecede borsadaki hisse senetleri 10 puan aşağıya düşerse, borsa başkanı yerinde kalamaz, sermaye piyasası kurulu üyeleri toptan istifa ederler. Bizde, bakıyorsunuz, bir gecede, bankalar faizlerle değişik şekillerde oynamak suretiyle, sermaye piyasasını altüst ediyorlar, malî piyasaları altüst ediyorlar.

Hükümetler, bu yetkilerini böyle kurullara devrettiği zaman ne olacaktır; yarın, ekonominin dengeleri çok daha bozulacaktır. O ülkelerin paraları dolar öksürdüğü zaman rahatsız olmaz, hastalanmaz; ama, bizde, bir ülkedeki değişik bir etki, borsalardaki o etki hemen ekonomimizde kendisini gösteriyor.

Dolayısıyla, bu yetkilerin bu kurullara verilmesi bu sıkıntıları da giderecek değildir. Üstelik, bu kriterler belirlenirken objektif kriterler de belirlenmemiştir. Açılmasında ve kapanmasında doğrudan doğruya bu kurula yetki verilmiştir. Bu kurul işlerken, kendilerine karşı ya da başkalarının işleyeceği suçlarla ilgili kararlar verilirken, tamamen kurulun kendi düzenlemeleriyle ilgili müeyyideler ortaya konulmaktadır.

"Meclisimizde, daha birkaç gün önce 86 yıllık Memurin Muhakematı Hakkında Kanununu değiştirdik, bir reform yaptık, Osmanlıdan kalan bir kanunu değiştirdik" deniliyor; ama, bu düzenlemede getirilen nedir; bu kurulda görev alacaklara, bu kurulun görevlilerine ayrıcalık getiriyoruz, âdeta, o Memurin Muhakemat Kanunundan çok daha gerilere gidiyoruz; yani, buna " bu ne biçim perhiz, bu ne biçim lahana turşusu" derler. Üç gün önce bir kanun çıkaracaksınız, çağdaşlaştık diyeceksiniz, ondan sonra buraya getireceğiniz maddeyle de diyeceksiniz ki: "Kurul üyeleri ve başkan yardımcıları hakkında ancak ilgili bakanın izniyle; personel hakkında da ancak ilgili kurul üyelerinin izniyle soruşturma açılabilir." Değiştirilen bu kanunla, burada getirilen düzenlemeyi bağdaştırmak mümkün değildir.

Dolayısıyla, bu yasalar hazırlanırken, bazen ifade ediliyor, ortak bir beyin yok. Hükümetin bir kanadı veya bir kurum, kendisine göre bir düzenleme yapıyor, bir kurum ayrı bir düzenleme yapıyor. Tabiî ki, her kurumun düzenlemesini yapan bürokratlar da elbette, kendilerinin daha sağlam yerde olmalarını, daha az soruşturmaya muhatap kalacakları bir yapının oluşturulmasını istemeleri, muhakkak ki, insanî açıdan da, kendi etik değerleri açısından da üzerinde düşünülmesi gerekli bir konudur.

Biraz önce, buradaki arkadaşlarımız etik değerlerden bahsettiler. Maalesef, etik değerleri yitirdiğimiz için, kanunlarımızı da işlemez hale getiriyoruz. Kanunları ne kadar mükemmel çıkarırsak çıkaralım, kurulları ne kadar düzgün insanlardan kurarsak kuralım, bir de uygulayıcıların, o yasanın uygulanmasına bakış açıları da çok önemlidir. Türkiye'nin çektiği sıkıntılar, kanunsuzluktan, yasalardaki boşluklardan kaynaklanmıyor, maalesef, o yasaları uygulamakla, yürütmekle, piyasa şartlarına göre denetlemekle görevli olan insanlar, görevlerini vaktinde, zamanında, piyasanın beklentilerine, ülkenin gerçeklerine ve ekonominin yararlı olabileceği değerlere uygun olarak yapmadıkları için sıkıntılarla karşı karşıya kalıyoruz.

Onun için, bir sorumluluk veriyorsak, yetki veriyorsak, muhakkak surette, bunların da hesap verebilecekleri bir düzenlemeyi yapmadıkça, kimlerden kurarsak kuralım, işte yolsuzluk yapmasınlar diye istersek maaşlarını en yüksek devlet memuru maaşının 10 katına çıkaralım, yine de yolsuzlukların üzerine gitmemiz mümkün değildir, uygulamalar bunu göstermektedir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Budak, lütfen toparlayınız.

YAKUP BUDAK (Devamla) – Efendim, işte iki yıl süre veriyoruz; dolayısıyla, bunların birtakım yanlış uygulamalarının önüne geçeceğiz, kendi hak sahibi oldukları paylarını sıhrî hısımları dışında başkalarına devretmelerini sağlıyoruz gibi tabirler, her ne kadar caydırıcı bir müeyyide gibi görünüyorsa da, uygulamada bunların olmadığını görüyoruz. İnsanların öyle yakınları vardır ki, kendi hanımından, kendi oğlundan, kendi kızından çok daha yakındır; böyle birtakım aile fotoğraflarına şahit oluyoruz. Dolayısıyla, bu yapıdaki bir Türkiye'de, şu düzenlemeyi getirdik de, bu caydırıcı olacak demek mümkün değildir; hele, Masum Türker Beyin altı ayda çocuğunun ayakkabısını değiştirmesine akıl erdirmek de hiç mümkün değildir diyorum, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Budak.

Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz 2 nci madde üzerindeki müzakereler tamamlanmış bulunuyor.

Madde üzerinde önerge yoktur.

Maddeyi, komisyondan geldiği şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. – 4389 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinin son cümlesi, (b) bendinin ilk cümlesi ile (c) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, (d) bendi yürürlükten kaldırılmıştır.

“Yönetim veya denetim kurullarına üye belirleme imtiyazı veren veya intifa hakkı tanınan hisse senetlerinin devri, yukarıdaki oransal sınırlara bakılmaksızın Kurulun iznine tabidir.”

“Sermayenin doğrudan veya dolaylı olarak yüzde on ve daha fazlasına veya bu oranın altında olsa dahi yönetim veya denetim kurullarına üye belirleme imtiyazı veren hisse senetlerine sahip olan ortakların kurucularda aranan nitelikleri taşıması şarttır.”

“c) Banka sermayesinin % 10 veya daha fazlasına sahip olan tüzel kişilerin sermayesinin doğrudan veya dolaylı olarak (a) bendinde belirtilen oranlar veya esaslar dahilinde el değiştirmesi Kurulun iznine bağlıdır. İzin devralan ortağın kurucularda aranan nitelikleri taşıması şartıyla verilebilir. Bu hüküm tüzel kişi ortağın yönetim ve denetimini belirleyen sermaye paylarının bir başka tüzel kişiye ait olması halinde gerçek kişi ortak ya da ortaklara ulaşılıncaya kadar uygulanır.”

BAŞKAN – 3 üncü madde üzerinde, gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Mehmet Altan Karapaşaoğlu'na ait.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; tasarının 3 üncü maddesiyle ilgili, Grubumuz adına düşüncelerimizi, görüşlerimizi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, tasarının 3 üncü maddesinde göze çarpan en önemli değişiklik şöyle oluyor: 4389 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinin son cümlesi, (b) bendinin ilk cümlesi ve (c) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesi suretiyle, bentlere dağılmış olan, ayrı bentlerde ifade edilmiş olan "Sermayenin doğrudan veya dolaylı olarak yüzde on ve daha fazlasına veya bu oranın altında olsa dahi yönetim veya denetim kurullarına üye belirleme imtiyazı veren hisse senetlerine sahip olan ortakların kurucularda aranan nitelikleri taşıması gerektiğini" ifade ediyor.

Bu hisse senetlerinin, bir vesileyle, bir başka şekilde başkalarına intikal etmesi halinde de "banka sermayesinin yüzde 10 veya daha fazlasına sahip olan tüzel kişilerin sermayesinin doğrudan veya dolaylı olarak (a) bendinde belirtilen oranlar veya esaslar dahilinde el değiştirmesi Kurulun iznine bağlıdır. İzin devralan ortağın kurucularda aranan nitelikleri taşıması şartıyla verilebilir. Bu hüküm tüzel kişi ortağın yönetim ve denetimini belirleyen sermaye paylarının bir başka tüzel kişiye ait olması halinde gerçek kişi ortak ya da ortaklara ulaşıncaya kadar uygulanır" demek suretiyle, bankanın yönetim sermayesinin daha derlitoplu denetim altına alınmış olduğu görülüyor. Güzel düzenlenmiş, iyi düzenlenmiş bir maddedir. Burada, mudilerin; yani, mevduat yatıranların, ufak sermayedarların sermayelerinin denetim altında tutulması, istismara uğratılmaması bakımından bir düzenleme yapılmış.

Tabiî, bu düzenleme, bundan altı ay önce de, biraz önce ifade ettiğim gibi, ayrı maddeler halinde, ayrı paragraflar halinde yapılan düzenlemede buna benzer tarzda vardı. Fakat, altı ay önce yapmış olduğumuz bu düzenleme, sabahlara kadar yapmış olduğumuz çalışma, bu yasanın tekrar buraya getirilip, komisyonlara getirilip, yeniden düzenlenmesini temin etme, olsa olsa bu yasada yapılmış olan birtakım eksikliklerin, birtakım hataların yeniden gözden geçirilmek, düzeltilmek suretiyle monte edilmesinden ibarettir diye yorumluyoruz, böyle düşünüyoruz. Zira, bu maddenin, doğrudan yönetimle ilgili bir özelliği yok; yani, kişilere göre giydirilmiş, kişilere göre tanzim edilmiş bir madde hükmünde değil, doğrudan doğruya birtakım dağınık ifadeleri bir araya toplayan, denetimi daha müteselsil bir şekilde ileriye doğru veya geriye doğru getiren bir maddedir. Bundan dolayı, bu maddeyi düzenleyen Sayın Bakanımıza ve ekibine teşekkür ediyoruz; denetimle ilgili olarak hassasiyetlerinin ifadesidir.

Sayın Bakanımızın burada biraz önce yapmış olduğu açıklamalardan anladığımız kadarıyla, sermayenin herhangi bir şekilde, herhangi bir sıfatla sınıflandırılmayacağı, böyle bir konunun gündeme gelmeyeceği ifadeleri bize bir taahhüt anlamına geliyor; zira, bugüne kadar yapılan birtakım çalışmalarda, Türkiye'de, ifade edilen, birtakım sermaye hareketlerinde, maksatlı veya maksatsız -biz bunların maksatlı olduğunu ifade etmek istiyoruz- sermayenin şekillendirilmek suretiyle, damgalanmak suretiyle, önleri kesilmek suretiyle, aslında, ülkemize getireceği yarar bu müddet zarfında ertelenmiş oluyor. Türkiye'nin güven bunalımını aşması lazım; Türkiye'nin sınırları içerisinde yaşayan insanların sermayelerinin renginin ruhsarının olmayacağının bilinmesi lazım; her şekilde ve her konumda sermayeye aynı uzaklıkta davranılması lazım; ülke imkânları eşit bir şekilde dağıtılması lazım; gerek sermayeye teşvik konusunda gerekse buna benzer finans kurumlarının düzenlenmesi noktasında daha disiplinli bir çalışmanın yapılması lazım. Bu maddenin düzenlemesinde de biz bunu görüyoruz, hissediyoruz; ancak, gerçi maddeyle ilgili değil; ama, bir konu hakkında, buraya gelmişken, bir izlenimimizi aktarmak istiyoruz, sebebi de şu: Türkiye'de yeni yeni birtakım kurumlar ve kurullar oluşturuluyor. Bu kurumlar ve kurullar oluşturulurken itibar edeceğimiz, göz önünde tutacağımız birtakım geçmiş olaylar var, bu olayları da önümüze koymamız lazım.

Mesela 1995 yılında Anayasa Mahkemesinin verdiği bir karar var. Bu kararda, belirtilmeyen, tarif edilmeyen suça, bir organın ceza vermesi mümkün olmuyor. Bu organın, birtakım olumsuzluklara, birtakım suiistimallere ceza verebilmesi için, bu cezanın yasalarda belirtilmiş olması gerekiyor. Bundan dolayı endişemiz, bu yasanın, bir vesileyle, iptal edilmek suretiyle, tekrar şu Genel Kurula gelmesi endişesini taşıdığımızdandır. Bunu belirtiyorum; zannediyorum, Sayın Bakanlık yetkilileri, buna da itibar etmişlerdir, bunu da göz önüne almışlardır; ancak, burada bir eksiklik vardır. Bu eksikliğin mutlaka giderilmesi lazım.

Türkiye'de son zamanlarda oluşturulan kurumlar, yasama, yargı ve denetim yetkilerini, hüküm verme yetkilerini üzerlerinde bulunduruyorlar. Bizim Anayasamıza göre, Türkiye Büyük Millet Meclisinin uhdesinde bulunan yasama, yürütme, yargı yetkisi, bir kanun olmadan, bir başka şekilde, bir başka kurula veya kuruma devredilemez hükmü taşıyor. Bu konuyu tekrar araştırmak lazım, üzerinde tekrar durmak lazım, bu yasaların tekrar bu Genel Kurula sil baştan gelmesini önlemek lazım.

Tabiî, öyle zannediyorum ki, yeni bir uygulamadır, yeni bir düzenlemedir, altı aydan bugüne kadar görülmüş birtakım aksaklıkları vardır, olabilir diye düşünüyoruz. Bundan sonra bunun iyileştirileceği istikametinde, tatbikatı safhasında karşımıza çıkan olumsuzlukların giderileceği istikametinde de, Bakanlığın Sayın bürokratlarından, Sayın Bakanımızdan böyle bir takibin yapılacağı istikametinde de bir izlenim alıyoruz. Dolayısıyla, hayırlara vesile olmasını diliyoruz ve inşallah Türkiye'nin ihtiyacı olan konsensüsün, birlikteliğin, buna benzer yasalarla da yavaş yavaş perçinleşmesi dilek ve temennilerimizle saygılarımızı sunuyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karapaşaoğlu.

Gruplar adına ikinci söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın'ın.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

DYP GRUBU ADINA MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 293 sıra sayılı Bankalar Kanununda değişiklik yapan tasarının 3 üncü maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım; Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 3 üncü madde 4389 sayılı Kanunl, -yani, arkadaşların, hatiplerin biraz önce ifade ettikleri gibi- altı ay önce düzenlenmiş olan bir maddeyi, tekrar, altı ay sonra değişikliğe uğratmak üzere hazırlanmış bir maddedir. Daha önce, maddenin birinci fıkrasındaki "yönetim ve denetim" diye başlayan cümle, "yönetim veya denetim kurullarına üye belirleme imtiyazı veren veya intifa hakkı tanınan hisse senetlerinin devri, yukarıdaki oransal sınırlara bakılmaksızın Kurulun iznine tabidir" olmuştur. Burada, sadece "ve" kelimesi kalktı "veya" konuldu. Yani, yönetim ve denetim kurulu üyeliklerine ikisine birden seçilebilmek için kurucularda aranan şartlar diye. Halbuki, bu fıkranın böyle anlaşılması da doğru değil; bir insan yönetim kurulu üyeliğine seçiliyorsa, denetim kurulu üyeliğine seçilemez; denetim kurulu üyesiyse, yönetim kurulu üyeliğine seçilemez. Hukuk bilgisiyle bu tartışıldığı zaman, böyle, bankaları tıkayacak bir madde değildi.

Yine, ikinci fıkra "sermayenin doğrudan veya dolaylı olarak yüzde on ve daha fazlasına veya bu oranın altında olsa dahi yönetim veya denetim kurullarına üye belirleme imtiyazı veren hisse senetlerine sahip olan ortakların kurucularda aranan nitelikleri taşıması şarttır" şeklindedir. Bu da, mevcut bir bankanın hisselerinin üçüncü bir AŞ tarafından, kötü niyetli bir şirket tarafından, dolaylı bir şekilde, bankanın ele geçirilmesine, kötü niyetli insanların ele geçirmesine mâni olan bir fıkradır. Eğer, mevcut bir bankayı ele geçirmek isteyen kişi, bir anonim şirketi kurmuş ve bu mühim hisseleri dolaylı yoldan alacak ise, banka kurucularında aranan şartlar, bu yeni kurulan üçüncü şirkette de aynı özellikleri taşıması gerekir. Diğer devam eden (c) bendi de buna paralel bir düzenlemedir.

Değerli milletvekilleri, bankalar, biliyorsunuz ki, ekonomide malî sektörü oluşturmaktadır. Ekonomide, esas olan, reel sektör. Bankalar sektörü, reel sektöre destek veren, finansman temin eden, finansman kaynağını teşkil eden bir sektördür. Ne yazık ki, son iki yıl içerisinde, bankalar, neredeyse, ekonomiyi yönlendiren, firmaları icabında büyüten, yerine göre batıran bir konuma gelmiştir.

Bankacılık sektörü, ekonominin oldukça daraldığı bir ortamda -1998 ve 1999'un Kasım aylarına kadar- olağanüstü bir büyüme içinde. Bu büyüme, daha ziyade, devletin malî krizden, büyüyen dış açıklardan, dolayısıyla, içborçlanma kâğıtları sayesinde gerçekleşiyor. Yüksek faizlerle toplanan mevduatları krediye dönüştürmek yerine, daha kolay ve daha kârlı bir kazanç kapısı olan devlet içborçlanma kâğıtlarına yönlendiriliyor. Bu sayede, kârlar da katlanıyor, katlanıyor...

Değerli milletvekilleri, enflasyonun yüzde 60'ın üzerinde, yüzde 65'lerin içinde olduğu 1999'un son aylarında, toplam mevduatta yüzde 90, toplam kredilerde ise yüzde 50 artış görülüyor. Bu süre içerisinde toplam kredi/toplam mevduat oranı yüzde 72'den yüzde 57'ye geriliyor, dikkatinizi çekmek istiyorum.

Aynı dönemde para arzında da benzeri gelişmeler yaşandı: Dolaşımdaki para yüzde 122 oranında artarken, M1'de yüzde 116, M2'de yüzde 121, M2Y'de yüzde 93 artış görüldü. M2Y'deki düşük artış, yıllardır M2Y para arzının diğer para arzı göstergelerine göre daha fazla artışını sağlayan döviz tevdiat hesaplarının artış hızının yavaşlamasından kaynaklandı. Bu dönemde döviz tevdiat hesapları yüzde 64,5 oranında arttı.

Değerli milletvekilleri, 1998 yılında dünyada ve Türkiye'de yaşanan kriz sonucu, bankacılık kesimi dışkaynak bulmakta oldukça zorlandı. Bunun sonucu, kaynak ihtiyacını içpiyasada faizleri olağanüstü yükselterek karşıladı. Böylece mevduat kompozisyonu içinde neredeyse yarı yarıya olan (1997 Aralık sonunda Türk Lirası yüzde 51, yabancı para yüzde 49) Türk Lirası (TL), yabancı para oranı 1998 sonunda yüzde 53, yüzde 47 olarak TL lehine değişti. 1999 Mart ayı sonu itibariyle de yüzde 55, yüzde 45 oldu.

Değerli milletvekilleri, bu mevduata karşılık, sektörün toplam kredi hacmi, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 50 artarak 14 katrilyon liraya ulaştı. Kredi hacminin yüzde 49'u TL, yüzde 51'i yabancı para kredilerinden oluştu. TL kredileri yüzde 45, yabancı para kredileri yüzde 54 arttı. Bu da, içeride uygulanan yüksek faiz politikası nedeniyle, yabancı para kredilerinin daha cazip olmasından kaynaklanıyor. Zaten, yıllardır yüksek enflasyon ve yüksek faiz ortamında bankalar ve diğer kişi ve kuruluşlar, yurt dışından sağladıkları kredileri içeride TL'ye çevirerek, devlet iç borçlanma kâğıtlarına yatırıyorlar ve buradan sağladıkları yüksek getirilerle de çarkı döndürüyorlar. Bu durum, hemen her yatırımcının yabancı para krediye yönelmesi sonucunu getiriyor.

Değerli milletvekilleri, 1999 Mart ayı itibariyle 11,6 katrilyon lirayı bulan mevduat bankalarının malî kesim dışı yurtiçi kredilerinden yüzde 30,9'u kamu bankaları, yüzde 65,7'si özel, yüzde 3,3'ü yabancı bankalar tarafından açıldı. 1997 Aralık ayına göre, kamu bankaları payında 3 puanlık küçülme, özel bankaların payında 3 puanlık artış oldu. Mevduat bankalarının yurtiçi kredilerinde TL yabancı para oranı 1997 yılından bu yana ciddî bir değişiklik göstermedi.

Değerli milletvekilleri, mevcut hükümetle birlikte enflasyonda yükselmeler devam etmekte. Enflasyon, dinmek bilmeyen bir durgunluk dönemine denk geldi. Böylece, enflasyonla birlikte durgunluğun yaşandığı bir konjonktüre girildi. İktisat dilinde stagflasyon olarak adlandırılan bu meselenin nasıl aşılacağı da tartışma ortamına oturdu. Ekonomistlerin bazıları, hem enflasyonla hem de durgunlukla mücadele etmenin piyasa şartlarında mümkün olmadığını, siyasî iktidarların ya durgunluğu ya da enflasyona rağmen canlanmayı tercih etmesi gerektiğini vurguluyorlar.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz durgunluğu daha fazla kaldıramayacağından, tercihin canlanmadan yana yapılması gerekir; bunun için de, reel faizleri aşağı çekecek politikalara ihtiyaç vardır. Para arzının artırılması ve 40 milyar dolarlık içborç stokunu uzun vadeye yayacak bir operasyonu içeren önlemler dizisi alınması gerekir. Ancak, IMF başta olmak üzere, Türkiye'nin izleyeceği iktisat politikalarını etkileyen uluslararası kuruluşların, canlanma eğilimine sıcak bakmayacakları, her yıl ortalama yüzde 5 büyümeye alışmış Türkiye'yi, yüzde 1 büyümeye, daha doğrusu küçülmeye ikna edecekleri tahmin ediliyordu. Gerçekten de, mevcut siyasî iktidar, bu telkine daha fazla direnmeden, söz konusu acı ve öldürücü reçeteyi kabul etti.

Değerli milletvekilleri, bize kalırsa, bu koşullarda yeni hükümetin halletmesi gereken en önemli görev, enflasyonu düşürmek saplantısıyla ekonomiyi daha fazla durgunluğa yönlendirmekten vazgeçmek olmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akın, lütfen, 2 dakika içerisinde toparlayınız.

Buyurun.

MURAT AKIN (Devamla) – Bunalımdan çıkmak için ekonomiyi canlandırmak şarttır; bunun için de, yavaş yavaş talebi, yani, tüketimi desteklemeye geçmek şarttır. Böylece, üretim, istihdam, vergi geliri artışı ve reel ekonomik ilişkilerde piyasa içi güvenin artışına yönelik yeni işaretler ortaya çıkabilecektir. Ticarî bankaların tahsili gecikmiş alacaklarının geçen yılın son çeyreğinde yüzde 23 fırlamasının başka türlü düzeltilebileceğini düşünebiliyor musunuz? Açmaz şuradadır ki, biraz önce de ifade ettiğimiz üzere, uluslararası malî kuruluşların desteklemek isteyecekleri program bunun tam zıddıdır. IMF'ye ayak direyebilecek bir siyasî oluşum ise, bugünkü siyasî tabloda bulunmamaktadır. Bakalım, bu düğüm nasıl çözülecek.

Değerli milletvekilleri, kamu maliyesi alanındaki gelişmeler umut kırıcıdır. Geçen yıl kamu gelirleri yüzde 44,5, vergi gelirleri ise yüzde 43,7 artabilmiştir; başka bir deyişle, gelirler, enflasyon artışının altında kaldığı için, reel olarak gerilemiştir. Bunun arkasında ekonomik faaliyetlerin yavaşlamasının etkisi olduğu kadar, 4369 sayılı Yasanın -daha önce de defalarca dikkati çektiğimiz- vergi gelirlerini azaltıcı etkileri de bulunmaktadır. Meşhur reform kanunu, malî milat, hakikaten, bizi, İsa Peygamberin dönemindeki ilkel yaşantıya sürüklemektedir.

Değerli milletvekilleri, öte yandan, bütçenin gider kalemlerindeki artış, yüzde 81,1 oranıyla enflasyonun üzerinde büyümeye devam etmiş; bunun sonucunda, bütçe açığı beklenenin çok üzerinde gerçekleşmiştir. İlk dört ayda faiz harcamaları, bütçe harcamalarının...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akın, son cümleniz için tekrar açıyorum; son cümleniz için...

MURAT AKIN (Devamla) – ...harcamalarının yüzde 42,2’sini oluştururken, sosyal güvenlik kuruluşlarına transfer kaleminden ancak yüzde 11,5 aktarılabilmiştir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akın.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahıslar adına ilk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker’e ait.

Buyurun Sayın Türker. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

MASUM TÜRKER (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu madde iki farklı düzenlemeyi getiriyor. (a) ve (b) şıkkıyla ilgili düzenleme, biraz evvel görüştüğümüz maddedeki, imtiyazlı hisse senetleriyle ilgili kontrolü gerektiren düzenlemelerdir; ama, asıl düzenleme, eklenen (c) bendiyle ilgilidir.

Hepimiz, bu kürsülerde, hangi partiden olursak olalım, batan bankaların, içi boşaltılan bankaların varlığından dem vurup, bu bankaların ne zaman kuruldukları, ne zaman el değiştirdiklerine bakmaksızın, suçlama yoluna gideriz. Halbuki, asıl olan, bu bankaların benzerini batırmayacak kişilerin, benzeri uygulamada bulunmayacak ortamın, iklimin yok edilmesidir.

İşte, bu düzenlemede, geçmiş dönemlerdeki yasalarda da olmayan ve 4389 sayılı yasada da yer almayan bir düzenlemeyle, bankalar yarın öbür gün el değiştirerek iç boşaltmaya gittiklerinde, sahibi belli olmayan tüzel kişiliklere banka hisselerinin devredilmesini engelleyen bir düzenlemedir ki, bununla ilgili kurul, en alta, dibe vuracak, yani, son şahsı bulana kadar, bu konuda belirli bir ayrıntıya girecektir. Burada, kurulun, yapılacak düzenlemeye esas olmak üzere, özellikle bu tür devirlerde, alttaki kişiye ulaştığı zaman, o kişinin de sorumluluğunu alacak bir ciro zinciri içindeki ara şirketlerde, yine, bu banka boşaltma imkânlarını, manipülasyonun yapılmasını engellemesi gerekir.

Ben, özellikle bu notu bu maddenin dipnotuna düşerken, bu ayrıntıyı dikkate alarak düzenleme yapılmasını ve kurulun, boşaltma yapılmasını engellemesini bekliyorum.

Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Türker.

Şahıslar adına son konuşma, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan'a aittir.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, konuşma hakkımı Sayın Polat'a devrediyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Polat, sizinde isminiz var.

Süreniz 5 dakikadır.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; belki de, bu Genel Kurulda ilk defa konuyla ilgili olmayan bir şey konuşacağım için, başta hepinizden özür diliyorum.

Biraz önce, ben, Genel Kurulda konuşma yaptıktan sonra dışarı çıkınca, DSP İstanbul Milletvekili Cahit Savaş Yazıcı, gemi sicili konusunda bana cevap vermiş. Ben burada değildim. Ne söylemiş, ona bir bakalım. Aynen şöyle: "Sayın Başkanım, Sayın Aslan Polat'ın okumak için eline aldığı metni, herhalde, hazırlayanlar konuya çok vâkıf olmadıkları için, kendisini de yanlış bilgilendirmişler. Genel Kurula yanlış bilgi verilmesini önlemek için konuşuyorum" demiş burada kendisi ve ondan sonra da "10 yaşından küçük diye, Plan ve Bütçe Komisyonuna gelen metin, sadece yurt dışından ithal edilecek gemiler için geçerlidir" demiş. Peki, ben ne demişim? İşte, burada tutanaklarım. Ben ne demişim?..

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Polat, madde üzerinde konuşmanız için size söz verdim. Tutanakları incelettiriyorum. Sataşma için ayrıca söz veririm size.

ASLAN POLAT (Devamla) – Tamam, bitiriyorum Sayın Başkan, fazla sürmeyecek.

BAŞKAN – Lütfen, madde üzerinde konuşun.

Buyurun efendim.

ASLAN POLAT (Devamla) – Ben ne demişim burada? Aynen "Plan ve Bütçe Komisyonu, Sağlık Komisyonunun verdiği 10 yaş sınırını kaldırmakla iyi etmiş" demişim. Bizim gemilerin şu andaki oranlamasını vermişim. Deniz Müsteşarlığının oranları burada; aynı rakamlar var. “Bizim, şu anda, gemi filomuzun yüzde 7'si 10 yaşın altında, yüzde 93'ü 10 yaşın üzerinde. Dolayısıyla, 10 yaş sınırını burada kullandırsaydınız, ithal edilen gemilerin aynı oranda olacağı kabul edilirse, ancak yüzde 7'si için ikinci sicili kabul ederdik, diğerlerini kabul edemezdik. Bu da iyi bir uygulama olmazdı" demişim. Ha, bunu da, ben, kendimden söylememişim. İşte, İstanbul Deniz Ticaret Odasının da bize çektiği fakslar var; onlar da aynı şeyi söylüyorlar. Diyorlar ki: "Sağlık Komisyonunda yapılan bu konunun kaldırılması iyi olur; çünkü, Türkiye'deki gemilerde bu değer 17 yaş ve üzerindedir. Bunun kalkması iyi olur...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Polat, müsaade eder misiniz.

ASLAN POLAT (Devamla) – ....konuştuğumu onlara da söyledim...

GÜLER ASLAN (İzmir) – Teker teker konuşun, anlayamıyoruz...

BAŞKAN – Sayın Polat, müsaade eder misiniz.

ASLAN POLAT (Devamla) – Sayın Başkan, 1 dakika.. Bitiriyorum.

BAŞKAN – Hayır, ben size söz vereceğim.

ASLAN POLAT (Devamla) – Yani, şunu bilin ki...

BAŞKAN – Sayın Polat, müsaade ederseniz...

CAHİT SAVAŞ YAZICI (İstanbul) – Sayın Başkanım... Sayın Başkanım...

BAŞKAN – Sayın Polat, tutanakları getirttim. Hakikaten "Sayın Aslan Polat, Plan ve Bütçedeki metnin 4 üncü maddesinde '10 yaşından küçük' diye bir ibarenin gelmesinin konuya da çok fazla aydınlık getirmediği için haksızlık olduğu, kanunların hep böyle tepeden inme geldiği şeklinde bir yaklaşımda bulundular" denilerek, sizin adınızdan bahsedilmiş.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Başında da var; başına bakarsanız daha ağır bir ifade var.

BAŞKAN – Sizin adınızdan bahsedilmiş; ancak, sataşma noktasında söz almayıp da, madde için söz almanız sebebiyle, müsaade ederseniz, maddeyi bitirelim; ama, siz de sataşmayla ilgili sözlerinizi bitirmiş oldunuz.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Peki.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, madde üzerinde soru sormak istiyorum.

CAHİT SAVAŞ YAZICI (İstanbul) – Sayın Başkan, söz istemiyorum...

BAŞKAN – Söz istemiyorsunuz.

Sayın Polat, madde üzerinde konuşmadığı için, madde üzerinde konuşacak arkadaşlara sıra gelebilir.

Sayın Turhan İmamoğlu, burada mı?..

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sıra bende Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, siz sıranızı verdiniz.

Böylece, şahısları adına konuşmalar da tamamlanmış oldu.

Üçüncü madde üzerinde önerge yok.

Maddeyi...

MEHMET BATUK (Kocaeli) – Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, soru soracağım efendim.

BAŞKAN – Peki, oylamaya geçmeden evvel soru sorabilirsiniz.

Buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, aracılığınızla bir soru sormak istiyorum.

Sayın Başkan, son zamanlarda, birçok banka, özellikle bir banka, çok büyük reklam masraflarını vermek suretiyle çok büyük reklamlar yapmaktadır ve bana göre, öteki bankalara göre de haksız para toplamaktadır. Yani, hangi televizyonu açarsanız, bu bankanın reklamı var. Öyle görünüyor ki, bu banka halktan çok büyük paralar topluyor. Acaba, bu bankanın topladığı paraların, banka patronları tarafından kendi özel şirketlerine haksız olarak kredi için kullanılıp kullanılmadığını, kullanılmışsa, bu konuda sağlıklı bir denetim olup olmadığını ve kısa zamanda, bu banka patronlarının, bu bankanın içini boşaltıp, geçmişte 2,5-3 milyar dolar hortumlayan bankalar durumuna düşürüp düşürmeyeceğini, düşürmeyeceklerse, Bakanlık olarak bu konuda ne gibi tedbirler alındığını öğrenmek istiyorum efendim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Başka soru var mı efendim?

Buyurun Sayın Söylemez.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Bakana, aşağıdaki soruyu tevcih ediyorum:

Anasol-D hükümeti döneminde, ardı ardına, altı tane yatırım bankasına izin verildi. Herhalde, bu, Türkiye'de yatırım bankasına ihtiyaç olduğu düşünülerek verildi. Bu altı yatırım bankası faaliyete geçti mi? Bunların sermayeleriyle ilgili bir düzenleme yapıldı mı? Bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Başka soru var mı? Olmadığı anlaşıldı.

Cevap verecek misiniz Sayın Bakan?

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

İlk arkadaşımızın sorusu... Bankalar, gayet tabiî, reklam yaparak para toplayabilirler ve hepsi, mevcut yasanın denetimi altındadır. Bunların, daha evvel kendilerinin söylediği şekildeki duruma düşmemeleri için, bu yasa getirilmektedir; ama, mevcut yasayla da, denetim tümüyle devam etmektedir. Bunun dışındaki konuları benim söylemem, kamu görevi taşıdığımız için, banka sırrı kapsamına girmektedir. Onun dışında söyleyebileceğim bir şey yok.

Teşekkür ederim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama, vatandaşın tasarrufunun da korunması, devletin parasının korunması lazım.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Gayet tabiî, koruyoruz efendim onu.

Şimdi, ikinci arkadaşımızın sorduğu, yatırım bankası... Daha evvel, Sayın Veysel Candan da aynı şekilde sormuş; hatta, orada bir hata yapılmış. Demişti ki "son iki yılda 20 bankaya kuruluş izni verildi." Hayır; 1998'de 10 bankaya kuruluş izni verilmiş, 1999'da banka kuruluş izni verilmemiş. 1998'de izin alan bankaların bir kısmı, 1999'da faaliyete geçmiştir. İzin verilen 10 bankanın 3'ü yabancı banka şubesi, 7'si ise yatırım bankasıdır. Bunlar -yatırım bankaları- tümüyle faaliyete geçmiştir.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – 7'si de faaliyete geçti mi?

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Evet efendim, hepsi faaliyete geçti, 7'si de.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz 3 üncü maddenin oylamasını yapacağız.

MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) – Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Sayın Başkan, bir şey söyleyebilir miyim?

BAŞKAN – Sayın Bakanımızın ilave edeceği bir husus varmış.

Buyurun efendim.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Bir virgül, bu tapaj sırasında düşmüş zannedersem. Uygun görürseniz (c) bendinde, o "izin" kelimesinden sonra bir virgül ilave etme imkânımız olursa...

BAŞKAN – Görüşmekte olduğumuz 3 üncü maddenin (c) bendinin üçüncü satırında yer alan "izin"den sonra bir virgül eksikliği, tapaj hatası olarak düzeltiliyor.

Sayın Komisyon katılıyor mu efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ MEHMET HANİFİ TİRYAKİ (Gaziantep) – Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN – Katılıyorsunuz.

Sayın milletvekilleri, maddenin oylamasına geçiyoruz; karar yetersayısı istenmiştir.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı vardır ve madde kabul edilmiştir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

4 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4.- 4389 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin (1) numaralı fıkrası, (2) numaralı fıkrasının (a) bendi, (3) ve (5) numaralı fıkraları, (6) numaralı fıkrasının (c) ve (f) bendleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, (6) numaralı fıkrada yer alan (e) ve (g) bentleri metinden çıkarılmış, (h) bendi (e) bendi olarak teselsül ettirilmiş, (4), (7) ve (8) numaralı fıkraları metinden çıkarılmış, (9) numaralı fıkrasının (c ) bendinden sonra gelen ikinci cümlesi ile (12) numaralı fıkrası ise aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“1.Bir bankanın vereceği nakdi krediler ile teminat mektupları, kefaletler, aval, ciro ve kabuller gibi gayrinakdî krediler, satın alacağı tahvil ve benzeri sermaye piyasası araçları, tevdiatta bulunmak suretiyle ya da herhangi bir şekil ve surette vereceği ödünçler, varlıkların vadeli satışından doğan alacaklar, vadesi geçmiş nakdi krediler ve gayrinakdî kredilerin nakde tahvil olan bedelleri, ortaklık payları izlendikleri hesaba bakılmaksızın bu Kanun uygulamasında kredi sayılır.”

“2.a) Bir banka gerçek veya tüzel bir kişiye doğrudan veya dolaylı olarak özkaynaklarının yüzde yirmibeşinden fazla kredi veremez, aval ve kefaletlerini kabul edemez. Bir adi ortaklık tarafından kullanılmak üzere verilecek krediler, sorumlulukları oranında ortaklara verilmiş kredi sayılır.”

“3. Bu Kanun uygulamasında dolaylı pay sahipliği, dolaylı kredi ve dolaylı iştirak tanımları ile kredi sınırlarının hesabında gayrinakdî kredilerin dikkate alınma oranları Kurulca belirlenir.”

“5. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü üyesi ülkeler ile Kurulca kabul edilecek diğer ülkelerin merkezî yönetimleri, merkez bankaları ve kredi kurumları ile yapılan işlemler veya bunlarca çıkarılan ya da ödenmesi garanti edilen bono, tahvil ve benzeri sermaye piyasası araçları ve verilen diğer garantiler karşılığı yapılan işlemler Kurulca belirlenen oranlar dahilinde dikkate alınır.”

“c) Kurulca belirlenecek esaslar dahilinde bankaların kendi aralarındaki işlemler,”

“ f) Bedelsiz edinilen ortaklık payları ile ortaklık paylarının herhangi bir fon çıkışı gerektirmeyen değer artışları”

“(a) bendi hükümleri, yönetim kurulu üyeliklerinde bulunan banka sermayesinin doğrudan veya dolaylı olarak yüzde on ve daha fazlasına sahip olan gerçek kişi ortaklar ile tüzel kişi ortakların hissedarları hakkında uygulanmaz.”

“12. Bankalar, kredileri ile diğer alacaklarından doğmuş veya doğması beklenen, ancak miktarı kesin olarak belli olmayan zararlarını karşılamak amacıyla karşılık ayırmak zorundadırlar. Karşılık ayırılacak kredi ve alacakların nitelikleri ile karşılıklara ilişkin esas ve usuller Kurulca belirlenir. Bu karşılıklardan Bakanlar Kurulunun belirlediği esaslar çerçevesinde teminatsız kalan kredilere tekabül eden kısmı, ayrıldıkları yılda kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak kabul edilir.”

BAŞKAN – 4 üncü maddeyle ilgili olarak, grupları adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Tokat Milletvekili Sayın Bekir Sobacı'ya ait.

Buyurun Sayın Sobacı. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

FP PARTİSİ GRUBU ADINA BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bankalar Kanunda değişiklik yapan kanun tasarısı üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına söz aldım.

Burada, gruplar adına yapılan konuşmalarda, arkadaşlarımız, uluslararası bankacılık sektöründe banka ölçekleri ve büyüklükleri üzerine rakamlar verdiler. 60 küsur milyon nüfusa sahip Türkiye'de, 200 milyar doları bulmayan bir gayri safî millî hâsılayla bizim bankalarımız ile trilyon dolarlık gayri safî millî hâsılaya sahip üretken ülkelerin bankaları da, elbette, bu ölçülere göre, böyle bir ölçek ortaya koyacaktı.

Şimdi, aslında, burada, uygulanan ekonomik politikalarda, Türkiye'deki mevduat yapısının ve dağılımının da önemli olduğuna inanıyorum. Türkiye'de tasarruf eğiliminin hangi noktalarda olduğunu ve özellikle 55, 56 ve 57 nci hükümetlerin uyguladığı makro tercihler sebebiyle hangi sonuçları doğurduğu ve günübirlik karnını doyurma mücadelesi veren yığınların, milyonların olduğu bir ülkede, siz, mevduattaki artışların sağlıklı bir artış olduğunu kabul ederseniz, gerçekçi bir ekonomik politikayı yakalayamazsınız, başarıyı da yakalayamazsınız.

Türkiye'de senelerdir dağıtılan yüksek reel faizlerin, bugün mevduattaki büyümede çok önemli rolü olduğuna inanıyorum. Mevduattaki büyümede düşük gelir grubundaki insanlarımızın, ülke milyonlarının payı nedir. Bu konuda, 2000 yılındaki ekonomi politikasını, parasal düzenlemeleri açıklayan Merkez Bankası Başkanının acaba bu konudaki yorumları nedir?Bunu da merak ediyorum.

Şimdi, burada, bu kanunu düzenlerken, önce, hükümetin kendi kurumları içerisinde, ekonominin enstrümanları ve aktörleri içerisinde bir uyum olması lazım. Bir kanun düzenliyoruz, bankacılık sistemini bir disiplin altına alıyoruz; ama, 2000 yılına ait, açıklanan, sadece parasal enstrümanlarla ifade edilen bu programın başarılı olacağı şühpelidir.

İşin, bir de devlet malî bilançosundaki pasif tarafı var Hazinede. 21 katrilyonluk faiz ödemesini hiç görmeden, kalkıp Merkez Bankası, özerk banka... Evet, sistemden özerk olabilir; ama, Türkiye'deki malî finansman darboğazından kamu finansmanı açığının o vahşi ve genişleyen karadelik gibi yapısından habersiz yapılan açıklamaların, ben, başarılı olacağına inanmıyorum. Onu nasıl ödeyeceksiniz?

Yani "dolar düşecek" emriyle, dolar düşmez. "Faizler düşecek" dersiniz, bankalarla oturur bir pazarlık yaparsınız; ama, yarın tutamazsınız. Geleceğiniz sonuç, açıklanan bu faiz düşüşlerinin, ben, reel bir ekonomi politikasına ve iyileşmeye işaret ettiğine inanmıyorum.

Değerli arkadaşlar, burada bir kurul oluşturuluyor ve kurula da, bu maddede, birtakım izafî, çok sübjektif değerlendirmeler yapacak yetkiyi veriyoruz. Bir kere, ben şunu ifade etmek istiyorum: Bu kurulun, bir rotasyon döneminden sonra seçilecek üyeleri altı yıl görevde kalacak.

Değerli arkadaşlar, Türk Parlamentosunun yirmi yılına baktığınızda, seçim dönemlerinin üç yılın altına indiği bir rakam çıkıyor karşımıza. Demokratik temsil açısından, sistem açısından bir kere bu, aykırıdır; yani, ömrü, parlamenter dönemi, yasama dönemi üç yılın altına inmiş bir siyasî yapıda, altı yıl, özerklik ya da sorumsuzlukla yetkilenmiş bir kurulun seçilmesinde, yarın, hükümetler ve yürütme organı açısından sıkıntı çıkar ve o sıkıntı sonucunda da, o kuruldaki görevli arkadaşların oradan alınması noktasında, değişen parlamento aritmetiğinde ve hükümetlerin makro tercihlerinde, o arkadaşlarımıza, belki uymasa da, yanlış da olsa, birtakım teftiş kanalları çalıştırılarak, korkarım ki, birtaktım ithamlar yapılacaktır.

Onun için, burada bu sürelerin kısa tutulmasında fayda var. Artı, burada, biraz daha, mevcut hükümetin... Şu anda, Türkiye'de, bankacılık sektörü netameli bir konu, belalı bir konu. Daha geçen dönem, 20 nci Dönemde kurulan, Meclisin kurduğu İç ve Dış Borç Kredilerinin Araştırılması Komisyonunda, kamu finansmanı uzmanlarının, yetkililerinin, Hazine yetkililerinin açıkladığı 10’a yakın bankanın, Mevduat Sigorta Fonuna devredilme gereğinden bahsetti bu bürokratlar bize. Kalksın bu hükümetin yetkilileri, bu bankaları açıklasın ya da işlem yapsın, geciktirmesinler. Geciktirilen her gün, batan bankanın kamu finansmanına yükünü çoğaltmaktadır. Bunda gerçekleri gizleyerek birtakım sonuçlar elde etmek ya da müspete doğru yaklaşmanın mümkün olmadığına inanıyorum.

Şimdi, burada, eski metinde 3 üncü madde var. Burada, aslında, yapılan dolaylı kredi, iştirakler tanımında bir limit getirilmiş, şimdiki düzenlemeyle bunu kaldırıyorsunuz ve bunu, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kuruluna veriyorsunuz. Bu arkadaşlar, yarın, itham altında kalacaklardır ve korkarım, sübjektif uygulamalarıyla, kamuoyunda şaibeyle, maalesef, karşı karşıya kalacaklardır.

Şimdi, bu manada, değerli arkadaşlar, bu kurul yönetiminin üyelerinin, bu talihsiz ithamlara muhatap olmamaları bakımından, diğer maddelerde nasıl bazı kredilendirmelerde limitler tayin edilmişse, aslında, dolaylı kredi, dolaylı iştirakte de.... 3 üncü maddenin de kaldırılmasının yanlış olduğuna inanıyorum. Bir kere, burada, yarın bu izafî, sübjektif değerlendirmelerle itham edilecek arkadaşların suçlandıkları konu, bu kanunda, aslında açıkça belirtilseydi, bu sorumluluğu yasama organı üzerine almış olacaktı ve o kurul üyeleri de, çok zor ve sıkıntılı bir tespitle karşı karşıya kalmayacaklardı. O manada, ben, bu değişikliğin hem Anayasaya hem de kanun ve yasama anlayışına, sorumluluk anlayışına da ters düştüğünü ifade etmek istiyorum. Burada, sanki hükümet, netameli konuda bir günah keçisi oluşturuyor gibi geliyor bana. İşte, ne yapalım, kurul böyle karar verdi; hayır... Demokratik temsil sisteminde, icra, yürütme, yasama organı içinden çıkan yürütmenin sorumluluktan kaçması, sorumluluğunu ciro etmesi diye bir şey yok; sonuçta, ülke kayıplarla karşı karşıya kalıyor. İşte, YÖK'ün, üniversite sınavındaki fiyaskonun ve skandalın sorumlusu şu anda bulunamıyor, ortada yoktur, sıygaya çekilemiyor. İşte, yeni fiyaskolar ve skandallarla, biz, Türkiye'de, malî sektörü sıkıntıya sokarız diye düşünüyorum.

Kredi tanımlamasında pay oranlarının, iştiraklerin de kredi tanımı içine alınmasında isabet vardır. Burada, gruplar adına konuşan arkadaşlar, bunun yanlış olduğunu söylediler; ama, hayır, müspet bir düzenlemedir; çünkü, bir mevduat cenneti olan, mevduat garantisi olan ülkede bankacılık yapan sektörlerdeki güçler, güçlü sermaye grupları, bankasını kuruyor ve iştiraklerini de fonluyor.

Bu ülkenin en eski sanayicilerinden olan ve 5 Nisanda batan bir sanayicinin oğlunun bir ifadesi var, "ben, babamın yaptığı yanlışı yapmayacağım, kendimi toparladığım zaman, ilk yapacağım banka kurmaktır" demişti; çok köklü bir sanayici ailenin çocuğu. Evet, işte, bu manada, o topladığı mevduatı kendi şirketlerine fonlama yerine, banka kuramayan; ama, bu ülkenin gerçek üretimine, ihracatına katkıda bulunan KOBİ'lerin kredilendirilmesine dönük bir müspet madde düzenlemesidir diyorum. Bu iştiraklerin de, kredi tanımının içine alınmasında isabet olmuştur diyorum.

Değerli arkadaşlar, yalnız, bu manada, bu kurul, aynı zamanda, prensler oluşturacaktır maalesef. Şimdi, istediğiniz kadar, siz, üç yıllık yasağı iki yıla indiriniz... Şimdi, ayrıldıktan sonra kurduğu danışmanlık firmasıyla, o bankalara danışmanlık yapmayı yasak mı ettiniz; hayır. Yani, yarın, bu insanlardan alınacak tüyolarla, işte, bir gecede trilyonların nasıl götürüldüğünü biz biliyoruz. O manada, bir atasözü var: "Kilit doğru insan içindir" derler, evet. İki liralık mevduatın bir lirasını kamunun kullandığı bir ülkede, saadet zincirini kıramadığınız müddetçe, bu kurullarla neyi düzenlemeye kalkarsanız kalkın, sonuç alamayız. Onun için, yapılacak iş, Sayın Bakanımız "evet, mevduata devlet garantisini kaldırabiliriz; ama, henüz erken" dedi; hayır. Türkiye'de saadet zincirini kırmanın tek yolu, mevduata, devlet garantisini çok düşük limitler için muhafaza edip, yüksek limitler için kaldırmaktan geçer, Türkiye'de, yapılacak olan iş budur ve bundan da önce yapılacak olan, Türkiye'nin kamu finansmanı borçlanma gereğinin rakamlarının, yüzdelerinin düşürülmesidir, bu ölçeklerin küçültülmesidir. Bunun için de, reel bir ekonomi politikasına dönmek gerekir; yoksa, Merkez Bankası Başkanının açıkladığı programları, parasal tedbirleri başka reel ekonomik tedbirler ile makro tercihlerinizi değiştirerek desteklemezseniz... Türkiye'de, o çok güvendiğiniz Merkez Bankası döviz rezervlerinin karşılığının ne olduğuna hiç bakmıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Sobacı, lüften toparlayınız.

BEKİR SOBACI (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.

O döviz rezervlerinin karşılığı Hazinenin devlet malî bilançosunun pasifindeki içborç stokudur. O döviz rezervlerine güvenerek, bu ülkenin kanını emen içborç canavarının, vahşi borçlanma politikaları sonucunda yüksek reel faizlerle oluşan ve sonuçta, halktan kaynak transferiyle bir sermaye birikimi oluşturma politikası olarak ifade edilebilecek bu yanlış politikaların devamını sağlamaktan öte hiçbir yol ben göremiyorum.

Onun için, Türkiye'de büyüyen mevduat pastasının halkın mevduatı değil, işte bu yüksek reel faizlerle ve bilerek yapılan yanlış tercihlerle büyüyen o mevduat pastasındaki en büyük payın çok küçük bir azınlığa ait olduğunu biliyoruz ve yine o döviz rezervinin de nereden kaynaklandığını söylemek gerekirse, piyasadaki, ekonomideki aktörlerin, şirketlerin, firmaların, sanayi ve üretimden vazgeçerek, kaynaklarını götürüp sıcak para haline getirerek bu ülkenin içborç stokunu büyütmelerinin ifadesidir diyorum ve bu manada, Bankalar Kanununun, aslında, altı ay önce prematüre bir doğum olarak çıkmış yasanın kuvözde büyütülmesi gibi anlamak gerektiğine işaret ediyor; hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sobacı.

Gruplar adına ikinci söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Ufuk Söylemez'in.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Kemal Kabataş'a devrediyorum.

BAŞKAN – Buyurun Kemal Bey. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Kabataş, süreniz 10 dakika efendim.

DYP GRUBU ADINA KEMAL KABATAŞ (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına ilişkin Kanun Tasarısının 4 üncü maddesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz aldım, sözlerime başlamdan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu madde, tüm bankacılık sistemimizde ve kredi uygulamalarında fevkalade önemli bir düzenlemeyi, önemli tanımları içeren bir madde ve tasarının genel mantığına uygun olarak, ekonomiyi daraltan, küçülten ve bir anlamda Avrupa Birliği kriterlerine uyuma yönlendiren bir yaklaşımı ifade ediyor.

Burada yapılacak düzenleme, fevkalade dikkatle yapılmak zorundadır, fevkalade titizlikle yapılmak zorundadır. Tasarı, bu itinayı, bu titizliği ortaya koymuyor ve gayet rijit bir yaklaşımla, sert bir yaklaşımla, öteden beri bizim bankacılık sektörü için getirdiğimiz modelin dışına çıkılması yönünde, bankalar üzerinde ağır bir baskı uyguluyor.

İçinde bulunduğumuz daralan, küçülen ekonomik konjonktürde bu düzenlemenin, bu konjonktür içinde yapılıyor olması da, ayrıca bir talihsizlik olarak ifade edilmelidir benim görüşme göre.

Nedir yapılmak istenen: Görünüşte çok basit; bir bankanın, bir gerçek veya tüzelkişiye açabileceği kredilerin toplamı, banka özkaynaklarının yüzde 25'ini aşmayacak. Ancak, burada “kredi nedir” konusunun tanımı önemli. Kredinin tanımı konusunda, çok yeni ve Türkiye'ye özel, Türkiye'nin şartlarından doğan bir tanım getiriliyor; bankaların ortaklık payları da, bankalar tarafından bu ortaklıklara verilmiş kredi olarak değerlendiriliyor. Bugün, bankaların aktiflerinde, tarihî değerlerle, eski değerlerle yer alan çok büyük, dev kuruluşlar var. Bu madde, Türk bankacılık sektörünün önde gelen özel sektör bankalarını birinci derecede ilgilendiriyor; aktifleri fevkalade zengin, geçmişten kalmış büyük yatırımları var, büyük iştirakleri var, her birisi bir holding büyüklüğünde, holding değerinde iştirakleri var. Biz, artık, bu iştiraklerin bugünkü değerini, bu madde uygulamasında, kredi olarak değerlendireceğiz.

Bunun sonucu ne olacak; bu bankalar, bu büyük kuruluşlardan, bu prestijli kuruluşlardan uzaklaşmak ve bunlardan bir şekilde kurtulmak için çare ve çözüm aramak zorunda kalacaklar. Belki, uzun vadede bunu savunmak mümkün; ama, bunun olabilirliğini, bu maddeyi hazırlayan, bu maddeyi ortaya koyan değerli yöneticiler test etmiş değiller. Bu sektör bizim; bu uygulama bizim kurumlarımızı birinci derecede rahatsız ediyorsa, bunu çok dikkatle, çok itinayla yapmak zorundayız.

Değerli milletvekilleri, buradaki yaklaşım farkına, buradaki itinasızlığa dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu büyük kuruluşlar, bu ülkenin dev kuruluşları, prestij kuruluşları; devletin teşvikleriyle bu ortaklık ilişkileri oluşturulmuştur. Bu kapsamda, güzel kuruluşlar vardır, büyük kuruluşlar vardır, dev kuruluşlar vardır; bu kuruluşlar, bu ülkeye hizmet etmektedir.

Kaldı ki, bu konuda bir de model tartışması vardır. Bugün, dünyada “üniversal bankacılık” diye tarif ettiğimiz bir model vardır. Bankalar, entegre bir yapı içinde, özellikle malî sektör içinde faaliyet gösteren sigortacılık şirketlerini, leasing şirketlerini, factoring şirketlerini, aracı kurumlarını bir çatı altında, bir bütünlük içinde oluşturmaktadırlar. Bankaların yönetiminde olan malî kurumlar, herkesin daha çok değer verdiği, itibar ettiği, daha profesyonel standartlarda yönetilen kurumlar olmaktadır.

Devlet, geçmiş uygulamalarında, bu modeli teşvik etmiştir, şimdi tasfiye için hazırlık yapıyoruz; ama, tasfiye için gerekli zamanı, tasfiye için gerekli esnekliği de bu kurumlardan esirgiyoruz. Tabiî, bir ayırım daha yapıyoruz, açılış. Bu kanunla ilgili genel görüşmemde de ifade ettim, Türk bankacılık sektörünün yüzde 45'ini oluşturan devlet bankalarını, bu sistematiğin dışında tutuyoruz.

Şimdi, şunu anlamak istiyorum: Hazine ile bu bankalar arasındaki ilişkilere baktığımızda, yaklaşık, bu bankaların Hazineden 10 katrilyon liralık, 22 milyar dolarlık alacağı var. Bu alacağı nasıl tasfiye edeceksiniz? Bu anlamda, bu alacak, kamu bankaları tarafından Hazineye açılmış kredi değil midir? Teknik olarak kredidir, gerçek olarak da kredidir.

Siz, sektörün yüzde 45'ini elinde tutan bir kesimin 22 milyar dolarlık bir alacağını, kredi ilişkisi ve bu madde uygulaması açısından gündeme getiremiyorsunuz; ama, özel sektör bankalarını, özel sektörün önde gelen büyük kuruluşlarını, sanayie ve malî sektöre büyük katkılar sağlamış kuruluşlarını, gerçekten sıkboğaz ediyorsunuz. Bunu, haklı ve makul bulmuyorum.

Kaldı ki, iştirakler meselesinin, iştiraklerin ya da ortaklık paylarının kredi sayılması tatbikatı, Avrupa Birliği kriterlerinde yoktur; bize özgü, bizim dar yaklaşımımıza özgü bir düzenlemedir ve çok büyük ölçüde de, IMF'nın stand-by programı içinde empoze edilmektedir; bunun ısrarla altını çizmek istiyorum.

Bu maddeyle ilgili olarak ifade etmek istediğim ikinci konu; tabiî, yine, bu maddenin teknik açıdan tanımında yer alan dolaylı kredi ilişkisidir. Dolaylı iştirak ve dolaylı kredi ilişkisi, bizim bankacılık sistematiğimizin en temel düzenlemelerinden birisidir ve kanunla yapılmıştır. Dolaylı iştirak ilişkisi, dolaylı pay sahipliği, dolaylı kredi ilişkisi, bütün oranlarıyla ve detaylarıyla mevcut kanunda yer almaktadır. Bunları kaldırıyoruz, bunları iptal ediyoruz; yeni modele uygun tanımları ortaya koyma yetkisini, süper kurula veriyoruz! Kurul, bundan böyle, dolaylı pay sahipliği, dolaylı kredi ve dolaylı iştirak tanımlarını yapacak ve buna göre kredi limitleri belirlenecek ve bu limitlere uyulmamanın müeyyideleri de kurul tarafından uygulanacak. Gerçekten böylesine dar bir yaklaşımla, bu maddeyi dizayn etmiş ve yürürlüğe koymuş oluyoruz. Türk bankacılık sektörü, bu kadar dar bir yaklaşımı, deyim ağır olmayacaksa, bu kadar acımasız bir yaklaşımı hak etmiş değildir; buna işaret etmek istiyorum.

Yine bu maddeyle ilgili çok özel bir konu, kredilerle ilgili. Bankaların doğmuş veya doğması beklenen ve miktarı kesin olarak belli olmayan zararlarına karşılık olmak üzere, bir karşılık ayırma yükümlülüğü vardır. Bu karşılık ayırma konusundaki düzenleme, bugün, Bakanlar Kurulu tarafından yapılmaktadır. Hangi alacakların muhtemel zararlar oluşturduğu, bunların miktarının ne olduğu, bunlar için hangi oranda karşılık ayrılacağı, Bakanlar Kurulu kararıyla belirlenmektedir; malî tablolar açısından fevkalade önemlidir. Bu yetki de, Bakanlar Kurulundan alınarak, bu kurula devrediliyor. Bakanlar Kuruluna bırakılan, sadece marjinal bir yetki var; o da, bu alacaklardan teminatsız olanların hangileri olduğunu Bakanlar Kurulu belirleyecek, teminatsız hale gelenler vergiden indirim konusu yapılabilecek. Nihayet, burada, vergi uygulamasına bir saygı var ve Bakanlar Kurulunun yetkisi, sadece bu küçük parantez içinde ifade edilmiş durumda.

Bütün bunlar birer deneme; bütün bu model, önümüzde riskli bir uygulamanın başlangıcını oluşturacak; getirilen sakıncalara, yaratabileceği sakıncalara, sonuçlara, sektör üzerinde yaratacağı muhtemel olumsuzluklara teknik açıdan işaret etmek, bu kürsüde bu konuyu anlatırken, benim için bir görevdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen toparlayınız.

KEMAL KABATAŞ (Devamla) – Bunlara işaret ediyorum. Bu konuları, gerek altkomisyonda gerek Bütçe Komisyonunda yeteri kadar tartıştık; ama, daha önceden kabul edilmiş taahhütler nedeniyle, maalesef, çok küçük düzeltmeler yapılabildi. Bu düzeltmeler bile, muhtemel olumsuzlukları düzeltme açısından, ortadan kaldırma açısından bir katkı sağlamıştır diye düşünüyorum.

Bu dar kalıbın, bu dar elbisenin, bankacılık sektörüne uymayacağını biliyorum; ama,her şeye rağmen, sektörde değerli hizmetler gören, Türkiye'nin onuru dev kuruluşlara, büyük bankalarımıza, getirilen bu dar sisteme uyum göstermeleri yönünde kolaylıklar diliyorum.

Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kabataş.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahısları adına ilk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker'e ait.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

MASUM TÜRKER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kanunun bu değişikliğindeki en önemli üç maddeden ya da dört maddeden bir tanesi budur. Bu maddede getirilen değişiklik, bu yasal düzenleme yapılmadan önce, yıllardır uygulanan, birçok bankanın içinin boşaltılmasına neden olan düzenlemede, bankaların kredi verebileceği oranın yüzde 75 olduğu düzenlenmişti. 4389 sayılı Yasada altı ay evvel yaptığımız düzenlemede bu yüzde 25 oranı muhafaza edilmiş; ancak, dolaylı kredi kavramına 3 üncü maddede yer verilmişti. Bu düzenlemede, kanunda bu sınır daha daraltılmakta; yüzde 25 oranı, dolaylı krediyi kapsadığı gibi, aynı zamanda iştirakleri de kapsayabilecek hale getirilmiş bulunmaktadır. Bu, şu demektir: Bankalar, ya sermaye artırımı yaparak özkaynak oranını bu yeni kavram dahilinde sağlayacaklardır, yeni ortak bulacaklardır ya da sermaye sahiplerinin kendilerine ait kişisel varlıklarını sermaye olarak buraya aktaracaklardır veya kendilerine verilen aynı süre içinde bu dolaylı kredileri ve iştiraklerini de sistemin içindeki kredilendirme sisteminden çıkaracaklardır.

Buradaki bu düzenlemede, geçtiğimiz dönemde, yüzde 50 olduğu dönemde, Meclisimizden beş yıllık bir intibak süresi tanınmıştı ve bu intibak süresi geçici 2 nci maddede yer alıyordu. Geçici 2 nci maddedeki, bu süre, şimdi altı yıla çıkarılıyor; buna karşılık, konsolide olarak ele alınacak bu tabloların oranlarının hesaplanmasında da, 6 ncı maddede, Kurul ve Bankalar Birliğinin müşterek olarak belirleyeceği esasların getirilmesi suretiyle, konsolide bilonçolar konusunda bir kolaylık getirilmesi düşünülmektedir.

Bunu belirttikten sonra, özellikle bir konuya daha dikkat çekmek istiyorum. İştiraklerle ilgili olarak, bedelsiz elde edilmiş iştirak payları, yani yeniden değerleme yoluyla ya da başka nedenlerle ortak oldukları kurumların kendilerine verdikleri hisseler, bu iştirak hesabında dikkate alınmayacağı gibi, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü üyesi ülkelerden herhangi birinin merkezinden, yani doğrudan doğruya hükümetten veya hükümetin merkez bankasından alınan kredilerin de bu hesaplamada dikkate alınmayacağı hususu düzenlenmiştir.

Bu düzenlemenin diğer önemli bazı kısımları, aslında bazı dublikasyonları, yani diğer maddelerdeki farklılaştırmaları düzenleme amacı gütmüştür.

Bu düzenlemenin ülkemiz için hayırlı olacağını ve sermaye piyasasında, en azından, eğer sektörle işbirliği yapılır, bunun uygulanmasında ciddî esaslar tespit edilirse, bankalar sektöründeki tıkanıklığın giderileceğini düşünüyor; Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Türker.

İkinci söz, Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan'ın.

Buyurun efendim.

Süreniz 5 dakikadır.

VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 293 sıra sayılı kanun tasarısının 4 üncü maddesi üzerinde kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu madde, tasarının en önemli maddelerinden bir tanesidir; sektörde kredi yozlaşmasını önlemek, batık kredileri azaltmak, bankaların atıl kapasitesini harekete geçirmek, ortaklık paylarını kredi tanımı içine almak için düzenlenmiştir. Aslında, bu ortaklık paylarıyla ilgili olarak, menfî tarafı varsa da, dikkatle uygulandığı zaman faydalı olacağı kanaatindeyim.

Bu maddeyi kendi içerisinde, aslında, dört başlık altında toplamak mümkün. Kredi tanımı yapılıyor ve genişletiliyor. Dolaylı krediler yüzde 50'den yüzde 25'e indiriliyor. İstisnalar daraltılıyor. Bankaların ortaklarına ve iştiraklerine -bu en önemli paragraf- açılan krediler sınır içinde tutuluyor, ayrıcalık kaldırılıyor. Bankaların zararlarına karşı ayrılacak karşılıkları düzenleme yetkisi de, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluna bırakılmaktadır. Aslında, bütün bu paragraflar ve bentler, krediyi bir denetim altına almak için olumlu ibarelerdir.

Değerli arkadaşlar, bankacılar kurulunun açıkladığı bir rapordan özet bilgi aktarmak istiyorum. Bir özel banka, 1999 yılı ilk altı ayında 174 trilyonluk serbest ticaret, yani serbest piyasadan faiz geliri var, 305 trilyonluk devlet iç borçlanma senedi, yani tahvil almış -yani, devletten faiz almış- altı aylık geliri 479 trilyon; 2 ile çarptığımız zaman, bir özel bankanın faiz geliri, rant geliri, yaklaşık 1 katrilyon. 2000 yılı bütçesinde 21 katrilyon faiz giderini hesapladığımız zaman, aslında bu bankaların, yatırımdan çok, devlet tahvili almak suretiyle gelirlerini ranttan elde ettikleri gözlenmektedir.

Bu tasarının, aslında, en mühim eksiği, banka mevduatına verilen yüzde 100 garantidir. Aslında, güvencenin hemen bu tasarı içerisinde kademeli olarak indirilmesi gerekirdi. Aslında, bugün, özel bankalar, birtakım gizli anlaşmalarla yüksek faizle para toplamaktadırlar. Avrupa standartlarına baktığımız zaman, güvence indirimi 20 000 Euro olarak kaydedilmektedir. Burada her konuşmacı, özellikle iktidarı temsil eden arkadaşlar, Avrupa standartlarından, Avrupa Birliğinden bahsettiler; ama, zannediyorum, bu kanunu okudukları halde, Avrupa kanunlarını eksik okudukları anlaşılmaktadır.

Aslında, hükümet, aldığı bir kararla, Aralık-1999'la Haziran-2000 arasında dövize resmen narh koydu. Bu, liberal ekonomilerde, serbest ekonomilerde olmaz, tutmaz, ihracatı azaltır, turizm gelirlerini azaltır, ithalat patlaması yapar, dış ticaret açığımızı da aleyhte büyütür.

Değerli arkadaşlar, aslında, ülkemizde bir saadet zinciri vardır; bir bankacılar bölümü, bir medya bölümü, ithalat ihracat şirketleri, müteahhit firmalar, aracı kuruluşlar var. Bu beşli saadet zinciri içerisinde, hükümetlerin doğru dürüst icraat yapmaları da maalesef zorlaşmaktadır. Özellikle, mesela bir örnek vermek gerekirse, bir patronun iki bankası vardır; enerji ihaleleri almıştır, cep telefonları ihaleleri almıştır, çimento fabrikaları almıştır; devlete trilyonlarca borcu vardır, yargıda mahkemeleri devam etmektedir; o televizyon kanalında da her gün hükümetle ilgili lehte programlar yapılmaktadır. Bu açıdan, dünyada olduğu gibi bizde de, belirli bankacılık söktörü, sermaye sektörü ile medyanın arasını keskin çizgilerle ayırmak gerekir diye düşünüyorum.

Aslında, tasarıda en mühim eksikliklerden bir tanesi de, kamu bankalarının bu tasarının dışında tutulmuş olmasıdır. Hazinenin bu bankalara verdiği trilyonlarca krediler var. Bu bankaların gayrimenkulleri var; üstelik, ilk defa Özelleştirme Yasası içerisinde kamu bankalarının iki yıl içerisinde özelleştirilmesi öngörülmüşken, Halk Bankası, Emlak Bankası, Vakıfbank ve Ziraat Bankasıyla ilgili düzenlemeler bu tasarının dışında tutulduğu için, devlet soygunu devam edecek anlamına gelmektedir.

Yine, buna örnek olarak, Türkiye Emlak Bankası teftiş kurulu raporlarına baktığımız zaman, 1997'de batık kredi 11,2 trilyon, 1998'de 31,8 trilyon; 2000 hedefleri de 150 trilyon batık kredi öngörmektedir.

Değerli arkadaşlar, yine, bu tasarıda en önemli konulardan bir tanesi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Candan, lütfen, toparlar mısınız.

VEYSEL CANDAN (Devamla) – ...Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu üyelerinin aslında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmesi gerekirdi; belki, o zaman, daha bağımsız, daha objektif kararlar alma imkânı hâsıl olurdu.

Netice itibariyle, aslında, bu tasarı gelmişken, kamu bankalarına da el atmak ve hemen, gereken özelleştirmenin yapılmasının doğru olacağı kanaatindeyim.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Candan.

Böylece, 4 üncü madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmış oldu.

Sayın Sobacı, soru mu var?

BEKİR SOBACI (Tokat) – Evet efendim.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakana tevcih edeceğim sorunun cevaplandırılmasını arz ediyorum. Mevcut kanunun 11 inci maddesinin beşinci fıkrasında yapılan değişiklikle "Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü üyesi ülkeler ile Kurulca kabul edilecek diğer ülkelerin merkezî yönetimleri, merkez bankaları ve kredi kurumları ile" diye devam eden düzenlemede, federal sistemle yönetilen ülkelerdeki eyalet hükümetlerinin fonlarından ya da malî kuruluşlarından alınacak birtakım kredi ve diğer işlemler bakımından, acaba, burada bir eksiklik doğmuyor mu; ileride bir sıkıntıya sebep olabilir mi? Kanaatlerini öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Başka soru?..

Buyurun efendim.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Sayın Başkanım, delaletinizle, Bakanımıza şu soruyu sormak istiyorum: Bankalar Kanunundaki değişiklik ikinci defadır Genel Kurulumuza inmektedir. Bankalar Kanunu yanında, acaba, Sayın Bakan, Borçlar Kanunu ve Ticaret Kanununda da, buna bağlı olarak bazı değişiklikler yapmayı düşünüyorlar mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öksüz.

Sayın Karapaşaoğlu, buyurun.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakanımdan bir konuyu anlamak istiyorum.

Efendim, bu yasa tasarısının bu maddesinde, bankaların kredi kullandırmalarında oldukça ciddî sınırlamalar var, birtakım önlemeler var. Bu, acaba, bankaları reel ekonomiye yönlendirmek açısından, bir başka şekilde, teşvikle desteklemek suretiyle, KOBİ niteliğindeki küçük ve orta ölçekli işletmelere daha fazla kaynak aktarmaları açısından bir teşvik unsuru düşünülebilir mi? Sayın Bakanlık bu konuda bir çalışma yapmayı düşünür mü? Zira, önündeki bu engellerden dolayı, bu özel bankaların, reel olmayan ekonomiye, yani devlet kâğıtlarına kaymaları daha kolay olacaktır. Reel ekonominin desteklenmesi, biliyorsunuz, ülkenin ekonomisinin altyapısını oluşturan en önemli enstrüman, KOBİ niteliğindeki işletmelerdir. Bunlara biraz daha kaynak aktarılması açısından önemli bir teşvik getirilebilir mi diye soruyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Öztek, buyurun.

LATİF ÖZTEK (Elazığ) – Sayın Başkanım, aşağıdaki sualimin Sayın Bakan tarafından cevaplandırılmasını delaletinizle arz ediyorum.

Görüştüğümüz maddenin üç numaralı fıkrasında geçen, dolaylı pay sahipliği, dolaylı kredi ve dolaylı iştirak tanımları ile kredi sınırlarının hesabında gayrinakdî kredilerin dikkate alınma oranları, niçin kanun tasarısında belirlenmemiş, kurula bırakılmıştır? Bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztek.

Sayın Albayrak, buyurun.

KEMAL ALBAYRAK (Kırıkkale) – Sayın Başkan, aracılığınızla, aşağıdaki sorularımın Sayın Bakan tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

Sorum : 4 üncü maddenin birinci bendinde “bir bankanın vereceği nakdî krediler ile teminat mektupları, kefaletler, aval, ciro ve kabuller gibi gayrinakdî krediler, satın alacağı tahvil ve benzeri sermaye piyasası araçları, tevdiatta bulunmak suretiyle ya da herhangi bir şekil ve surette vereceği ödünçler, varlıkların vadeli satışından doğan alacaklar, vadesi geçmiş nakdî krediler ve gayrinakdî kredilerin nakde tahvil olan bedelleri, ortaklık payları izlendikleri hesaba bakılmaksızın bu Kanunun uygulamasında kredi sayılır" deniliyor; bunun gerekçesi nedir? Avrupa Birliği kriterlerinde böyle bir uygulama var mıdır?

İkinci soru olarak da, 4 üncü maddenin 2a bendinde, verilecek kredinin özkaynakların yüzde 25'iyle sınırlanması, oldukça düşük bir sınırlama değil midir? Acaba, bu, yüzde 40 veya yüzde 40'ın üzerinde olsa, buradaki sınırlamanın ne gibi sakıncaları olabilirdi?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Albayrak.

Sayın Akın, buyurun efendim.

MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, delaletinizle, aşağıdaki sorumun Sayın Bakanımız vasıtasıyla cevaplandırılmasını arz ediyorum.

Bu yapılan yeni düzenlemeler dahil, yatırım bankalarının, repo işlemlerinden vazgeçerek üretim ve istihdama yönelik sektörlere kredi vermesi temin edilebilecek mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Yumakoğulları, buyurun.

OSMAN YUMAKOĞULLARI (İstanbul) – Sayın Başkan, delaletinizle, soracağım sorumun Sayın Bakan tarafından cevaplandırılmasını talep ediyorum.

4 üncü maddenin (a) bendi hükümleri, niçin, yönetim kurulu üyeliklerinde bulunan, banka sermayesinin doğrudan veya dolaylı olarak yüzde 10 ve daha fazlasına sahip olan gerçek kişi ortaklar ile tüzelkişi ortakların hisselerine uygulanmamaktadır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yumakoğulları.

Başka soru yok.

Sayın Bakan, cevaplandıracak mısınız?

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Cevaplandıracağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, cevaplara geçmeden evvel, uygun görürseniz, son fıkrada bir harf fazlalığı var, 12'yle başlayan bölümün üçüncü satırında "ayırılacak" diye yazılmış, bir "ı" harfi fazla efendim.

Efendim, soruların hemen hemen birçoğu, bu maddenin düzenlenme mantığıyla ilgili. Bu maddenin temel esprisi, riskin dağıtımı üzerine kurulmuş ve bankacılığın temel ilkelerinden birisi. Riskin temerküzü, bankacılıkta en büyük tehlikelerden birisi ve arkadaşlarımızın söylediği gibi, çeşitli sınırlar konulmadığı takdirde, bir firmaya verilecek kredilerin boyutu çok büyüdüğü takdirde, bu kredilerin geri dönüşünde büyük sıkıntılar doğabiliyor.

Bu maddenin düzenlenme nedenlerinden bir başkası da, yine, "banka içinin boşaltılması" kavramı içerisinde ifade edilen hem kredi sınırları bakımından hem de iştirak sınırları bakımından bir bütünleşme getirilmiş olması. İştiraklere yapılan yatırım ve bu iştiraklere verilen krediler ve yine aynı kişinin sahip olduğu firmalara verilen kredilerin toplanmasıyla yüzde 25 sınırına ulaşılıyor. Böylece, küçük tasarruf sahiplerinden toplanan banka kaynaklarının belirli firmalara büyük miktarlarda verilmesinin önüne geçilerek, bankada, banka kaynaklarının riski asgarîye indirilecek şekilde kullanımı öngörülüyor; bu, bankacılığın temel prensiplerinden biri. Yalnız, şimdiye kadarki uygulamada, biliyorsunuz, bu oran yüzde 75'ti; bu oranın yüzde 25'e indirilmesi öngörülüyor. Gayet tabiî, arkadaşlarımız yüzde 40'tan bahsetti. Yüzde 40'lar da olabilirdi; yalnız, Avrupa Birliği standartlarında, iştirakler artı krediler, bir kişiye verilebilecek, bir kişi üzerinde toplanabilecek banka riski tutarı yüzde 25'le sınırlandırılmış. Biz de, önümüzdeki altı yıl içerisinde, bu yüzde 25'lik risk temerküzü ilkesine bankalarımızı getirmek istiyoruz. Böylece, küçük tasarruf sahiplerinin bankalara yatırdıkları mevduatın aktif kullanım yönünden emniyeti sağlanmak isteniliyor.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü üyesi ülkelerin eyalet yönetimleri bizce kabul edilmiyor, sadece merkezî yönetimleri esas alınmaktadır. Ayrıntıda, eyaletlerdeki durum, bu maddenin dışında kalmaktadır.

Bildiğiniz gibi, gayri nakdî risklerin, bu tasarıda gösterilen risk sınırlaması içerisinde aynen benimsenmesi söz konusu ve bu tip riskler içine giren sadece kredi ve iştirakler değil, gayri nakdî riskler değil, ayrıca, bu alınmış hisse senetleri de yine risk temerküzü içerisinde mütalaa edilmektedir.

Bir başka arkadaşımız "Borçlar Kanununda değişiklik yapılması gerekiyor mu" diye sordu. Bankalar Kanunu daha çok kamu hukukunu ilgilendiriyor, Borçlar Kanunu da özel hukukla ilgili. Bildiğiniz gibi, Medenî Kanunda bir değişiklik taslağı hazırlandı. Bunlar temel kanunlar ve çok hacimli kanunlar; bunlarda küçük değişiklikler yapılması çok güç. Borçlar Kanununda da, belki Ticaret Kanunuyla birarada bir değişiklik çalışması yapılması lazım; ama, bu bir sistematik çalışma ve ancak uzun bir sürede hazırlanabilir.

Bir başka konu, bankaların malî plasmanları yerine, reel ekonomiye kaynak sağlamaları zorlanabilir mi; bu zorlanamaz, ekonomik ihtiyaçlar gereği, ekonomik ortam gereği, bankalar kârlı gördükleri yerlere plasman yapmaktadırlar ve bankalar şimdiye kadar, son dönemlerde, devlete borç vermeyi tercih etmişlerdir. Bunun nedeni de; devletin hem güvenli görülmesi, yani banka plasmanlarının geri dönme garantisini görmeleri ve bir de yüksek faiz elde edilmesidir. Reel sektöre verdikleri kaynakların geri dönüşünde sıkıntı doğmuştur.

Devleti, biz uyguladığımız ekonomik politikalarla, hükümetimizin son dönemde ortaya koyduğu, peşpeşe uygulamaya koyduğu ekonomik politikalarla, finans piyasalarından elini çektiğimiz zaman; bankalar alternatif yerlere bu plasmanlarını yapacaktır ve büyük ölçüde reel sektöre kaynak aktarma imkânına kavuşacaklardır.

Ayrıca, malî piyasalardaki verimlilik düştüğü takdirde, yani devlete verilen borçların faiziyle, reel piyasadan elde edilen faiz arasında bir marj oluştuğu takdirde, bankalar reel piyasayı daha çok finanse edebileceklerdir; ama, esas olarak, devletin daha az borçlanma gereğini ortadan kaldırarak, bu bankalardan daha az borçlanmasını temin ettiğimiz zaman, kaynakların büyük bölümü reel piyasaya gidebilecektir.

Avrupa Birliği mevzuatında iştiraklerin, kredi sayılması yer almaktadır; yani, iştiraklerle, krediler Avrupa Birliği mevzuatında da toplanmaktadır.

KOBİ teşvikleri bankacılığın konusu değil; KOBİ teşvikleri ayrıca teşvik mevzuatının konusudur. Bankalar Kanunu, kesinlikle teşvikle ilgili bir kanun değildir ve bankacılıkla ilgili temel ilkeleri, bankacılığın denetim ve düzenlenmesini tedvin eden bir kanundur. Onun için KOBİ teşvikinin bu kanunda yer almasının uygun olmayacağını düşünüyoruz.

Zannederim, bütün arkadaşlarımın sorularına cevap vermiş oldum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz 4 üncü maddeyi, maddî hata düzeltmesiyle beraber oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde, kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, çalışma süremizin sonuna gelmiş bulunuyoruz.

Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 17 Aralık 1999 Cuma günü saat 13.00'te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 00.06

VI. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın, Hatay İline bağlı bazı ilçelerin devlet hastanesi projelerine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un cevabı (7/922)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Osman Durmuş tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

S. Metin Kalkan

Hatay

İlimizin sorunlarından biride sağlıktır. Üniversite hastanesi olmayışı, tam teşekküllü devlet hastanesi yetersiz oluşu sağlık sorununun çözümünü öncelikli hale getirmektedir.

1. Hassa-Altınözü-İskenderun-Erzin-Reyhanlı Devlet Hastaneleri projesi ne aşamadadır? Ne zaman tamamlanacaktır?

2. Kırıkhan Devlet Hastanesi ek bina inşaatı ne aşamadadır? Ne zaman tamamlanacaktır?

3. Sözkonusu projelerin bir an önce tamamlanması için ek ödenek ayrılmakta mıdır?

T.C.

Sağlık Bakanlığı 15.12.1999

Araştırma, Planlama ve Koordinosyan

Kurulu Başkanlığı

Sayı :B100APK0000000/3033

Konu :Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 1.12.1999 tarih ve A.010.GNS.0.10.00.02-7/922-2768/7004-835 sayılı yazıları.

Hatay Milletvekili Sayın Metin Kalkan tarafından, Hatay İlindeki bazı Devlet Hastanelerinin proje inşaatları ile alakalı olarak verilen yazılı soru önergesinin cevabı ilişikte sunulmaktadır.

Arz ederim.

Doç. Dr. Osman Durmuş

Sağlık Bakanı

Hatay Milletvekili Sayın Metin Kalkan’ın “Antakya İli Sağlık sorunlarının çözümü ile ilgili taleplerine” ilişkin yazılı soru önergesinin cevabıdır.

Sorular :

1. Hassa-Altınözü-İskenderun-Erzin-Reyhanlı Devlet Hastaneleri projesi ne aşamadadır? Ne zaman tamamlanacaktır?

2. Kırıkhan Devlet Hastanesi ek bina inşaatı ne aşamadadır? Ne zaman tamamlanacaktır?

3. Sözkonusu projelerin bir an önce tamamlanması için ek ödenek ayrılmakta mıdır?

Cevaplar :

1. a) Hassa Devlet Hastanesi inşaatı, Yatırım Programımızda 931000030 proje numarası ile yer almaktadır. Fizikî gerçekleşmesi % 90 olup; 2000 yılında bitirilmesi planlanan yatırımlarımız arasında yer almaktadır.

İnşaatın bugüne kadar tamamlanamaması yatırım bütçesinden Bakanlığımıza ayrılan ödeneğin yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.

2. b) Altınözü Devlet Hastanesi inşaatı, Yatırım Programımızda 931001380 proje numarası ile yer almaktadır. Fizikî gerçekleşmesi % 10 olup; 2000 yılı bütçe imkânları dahilinde desteklenecektir.

c) İskenderun Devlet Hastanesi inşaatı, Yatırım Programımızda 931001730 proje numarası ile yer almaktadır. Fizikî gerçekleşmesi % 20 olup; 2000 yılı bütçe imkânları dahilinde desteklenecektir.

d) Erzin Devlet Hastanesi inşaatı, Yatırım Programımızda 931001730 proje numarası ile yer almaktadır. Fizikî gerçekleşmesi % 25 olup; 2000 yılı bütçe imkânları dahilinde desteklenecektir.

e) Reyhanlı Devlet Hastanesi inşaatı, Yatırım Programımızda 931000070 proje numarası ile yer almaktadır. Fizikî gerçekleşmesi % 50 olup; 2000 yılı bütçe imkânları dahilinde desteklenecektir.

2. Kırıkhan Devlet Hastanesi inşaatı, Yatırım Programımızda 931000070 proje numarası ile yer almaktadır. Ödenek yetersizliği ve 99/9 sayılı genelge kapsamında olması nedeniyle ihale edilememiştir.

3. Mevcut bütçede uygulanan tasarruf tedbirleri nazara alınarak Bakanlığıma ayrılan ödenek nispetinde sözkonusu projelere de ödenek ayrılacaktır.

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.