DÖNEM : 21 CİLT : 11 YASAMA YILI : 1

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

54 üncü Birleşim

18 . 8 . 1999 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANININ KONUŞMALARI

1. – TBMM Başkanvekili Nejat Arseven’in, 17 Ağustos 1999 günü sabaha karşı meydana gelen deprem nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin hissiyatına ilişkin konuşması

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın’ın, ülkemizde meydana gelen deprem felaketi nedeniyle gündemdışı açıklaması ve FP Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan, DSP Antalya Milletvekili Ahmet Sancar Sayın, MHP Erzurum Milletvekili İsmail Köse, ANAP İstanbul Milletvekili A. Ahat Andican, DYP İçel Milletvekili Turhan Güven’in grupları adına; Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar, Sakarya Milletvekili Ersin Taranoğlu, Afyon Milletvekili Gaffar Yakın ve Erzurum Milletvekili Zeki Ertugay’ın da şahısları adına konuşmaları

IV. – ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. – Ülkemizin bazı bölgelerinde meydana gelen deprem felaketi nedeniyle, Genel Kurulun 23.8.1999 Pazartesi günü saat 15.00’te toplanmak üzere 18.8.1999 Çarşamba gününden itibaren çalışmalarına ara vermesine ve çalışma gün ve saatlerinin yeniden belirlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi

V. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın, Manisa Milletvekili Bülent Arınç’ın konuşması üzerine açıklaması

VI. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, ilk defa memurluğa atanacaklar için açılan merkezî sınava ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü S. Gürel’in yazılı cevabı (7/270)

2. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, medya kuruluşlarına verilen hibe ve kredi miktarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Ali İrtemçelik’in yazılı cevabı (7/271)

3. – Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı’nın, yayın kuruluşlarının Basın İlân Kurumundan ilân alabilmeleri için gerekli şartlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Ali İrtemçelik’in yazılı cevabı (7/289)

4. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün, şahin kuşu yumurtalarının yurt dışına kaçırıldığına ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in yazılı cevabı (7/299)

5. – Diyarbakır Milletvekili Osman Aslan’ın, Türkiye Ziraî Donatım A.Ş.’nin personel maaşlarını zamanında ödemediği iddialarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın yazılı cevabı (7/300)

6. – Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, Adıyaman ve ilçelerinde kuraklık nedeniyle zarar gören buğday üreticilerinin borçlarının ertelenmesine ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in yazılı cevabı (7/321)

7. – Samsun Milletvekili Ahmet Demircan’ın, Samsun İli Vezirköprü İlçesinde yaşanan dolu afetinde zarar gören çiftçilere yardım yapılıp yapılmayacağına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in yazılı cevabı (7/332)

8. – Amasya Milletvekili Akif Gülle’nin, soğan üretimine ve üreticilerine ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in yazılı cevabı (7/340)

 

 

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu Saat 10.00’da açıldı.

Birleşim Başkanı Nejat Arseven, 17 Ağustos 1999 günü sabaha karşı meydana gelen depremde hayatlarını kaybedenlere Tanrı’dan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve yaralananlara acil şifalar dileğiyle, yaraların en kısa zamanda sarılacağına emin olduğuna ilişkin bir konuşma yaptı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 17.8.1999 Salı günkü Birleşiminin, 18.8.1999 Çarşamba günü saat 10.00’a kadar yapılmamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi, oybirliğiyle kabul edildi.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 18 Ağustos 1999 Çarşamba günü saat 10.00’da toplanmak üzere, birleşime 10.25’de son verildi.

Nejat Arseven

Başkanvekili

Hüseyin Çelik Cahit Savaş Yazıcı Van İstanbul Kâtip Üye Kâtip Üye

 

No. : 57

II. – GELEN KAĞITLAR

18.8.1999 ÇARŞAMBA

Tasarılar

1. – Türkiye Cumhuriyeti ve Romanya Arasında Konsolosluk Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/518) (Dışişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.8.1999)

2. – Türkiye Cumhuriyeti ile Hırvatistan Cumhuriyeti Arasında Hukukî ve Ticarî Konularda Adlî İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/519) (Adalet ve Dışişleri komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.8.1999)

3. – Türkiye’de İrtibat Ofisinin Kurulmasına İlişkin Dünya Sağlık Örgütü, Avrupa Bölge Ofisi ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Yapılan Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/520) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.8.1999)

Teklifler

1. – Manisa Milletvekilleri Hasan Gülay, M.Cihan Yazar ve İsmail Bozdağ’ın; Akhisar Adı İle Bir İl Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/281) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.8.1999)

2. – Aydın Milletvekilleri Bekir Ongun ve Ali Uzunırmak’ın; Bir İlçe Kurulmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/282) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.8.1999)

3. – Aydın Milletvekilleri Bekir Ongun ve Ali Uzunırmak’ın; Bir İlçe Kurulmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/283) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.8.1999)

4. – Aydın Milletvekilleri Bekir Ongun ve Ali Uzunırmak’ın; Bir İlçe Kurulmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/284) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa Geliş Tarihi: 13.8.1999)

5. – Aydın Milletvekilleri Bekir Ongun ve Ali Uzunırmak’ın; Bir İlçe Kurulmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/285) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.8.1999)

6. – Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya’nın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesine İlişkin İçtüzük Teklifi (2/286) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.8.1999)

7. – Adana Milletvekili M.Metanet Çulhaoğlu’nun; Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında 181 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Ekli Cetvellerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/287) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Anayasa ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.8.1999)

Sözlü Soru Önergeleri

1. – Aksaray Milletvekili Murat Akın’ın, Ankara-Aksaray-Adana tren yolunun kısaltılması ile ilgili bir proje olup olmadığına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/158) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.8.1999)

2. – Aksaray Milletvekili Murat Akın’ın, Aksaray İlinin hastane, sağlık ocağı ve sağlık personeli ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/159) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.8.1999)

3. – Aksaray Milletvekili Murat Akın’ın, Aksaray Fen-Edebiyat Fakültesinin ne zaman açılacağına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/160) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.8.1999)

4. – Aksaray Milletvekili Murat Akın’ın, Aksaray Merkez ve ilçelerindeki bazı camilerin imam ihtiyacına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H. Hüsamettin Özkan) sözlü soru önergesi (6/161) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.8.1999)

Yazılı Soru Önergeleri

1. – Çankırı Milletvekili Hüseyin Karagöz’ün, kaynak kullanım destekleme fonu projesi uygulamasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/452) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.8.1999)

2. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün, Verem Savaşı Derneklerine tanınmış olan vergi muafiyetlerinin kaldırılmasının nedenine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/453) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.8.1999)

3. – Çankırı Milletvekili Hüseyin Karagöz’ün, Çankırı İlindeki korunmaya muhtaç çocukların barınabileceği çocuk yuvası ihtiyacına ilişkin Devlet Bakanından (Hasan Gemici) yazılı soru önergesi (7/454) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.8.1999)

4. – Çankırı Milletvekili Hüseyin Karagöz’ün, Çankırı İlinin hastane, sağlık ocağı ve sağlık personeli ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/455) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.8.1999)

5. – Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı’nın, fon sayısına ve fonlarda toplanan para miktarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/456) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.8.1999)

6. – Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal’ın, Ankara’da irticai ve bölücü faaliyette bulunan öğretmenlerin listesinin çıkarıldığı iddialarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/457) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.8.1999)

7. – Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal’ın, Osmaniye’nin Düziçi İlçesinde sulama amaçlı kuyuların kapalı olmasından doğan zararlara ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/458) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.8.1999)

8. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün, Ortaöğretim Kurumları Sınıf Geçme Yönetmeliğine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/459) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.8.1999)

9. – Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız’ın, 2918 Sayılı Trafik Kanunu uyarınca Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonuna verilen payın Türk Polis Teşkilâtı Güçlendirme Vakfına aktarılacağı iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/460) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.8.1999)

10. – Tekirdağ Milletvekili Nihan İlgün’ün, Tekirdağ Gümrük Müdürlüğü hakkında basında çıkan haberlere ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Keçeciler) yazılı soru önergesi (7/461)(Başkanlığa geliş tarihi : 14.8.1999)

11. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Çatal Alıç mevkiinde bir arazinin balık tesisi kurulmak üzere özel bir firmaya verilip verilmediğine ilişkin Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/462) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.8.1999)

12. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, 3213 Sayılı Maden Kanununda değişiklik yapılıp yapılmayacağına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/463) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.8.1999)

13. – Isparta Milletvekili Ramazan Gül’ün, 3417 Sayılı Tasarrufu Teşvik Kanunu uyarınca toplanan paralara ilişkin Devlet Bakanından (Recep Önal) yazılı soru önergesi (7/464) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.8.1999)

14. – Tokat Milletvekili M. Ergün Dağcıoğlu’nun, Tokat’ın Pazar, Artova ve Turhal İlçelerinde meydana gelen dolu afetine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/465) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.8.1999)

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 10.13

18 Ağustos 1999 Çarşamba

BAŞKAN : Başkanvekili Nejat ARSEVEN

KÂTİP ÜYELER : Hüseyin ÇELİK (Van), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 54 üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANININ KONUŞMALARI

1. – TBMM Başkanvekili Nejat Arseven’in, 17 Ağustos 1999 günü sabaha karşı meydana gelen deprem nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin hissiyatına ilişkin konuşması

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, büyük bir felaketle karşı karşıya kalan aziz milletimize, hepiniz, bütün milletvekili arkadaşlarım adına geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum. Yine, hepiniz adına, bu büyük deprem felaketinde hayatını kaybeden bütün vatandaşlarımıza Cenabı Allah'tan rahmet, yaralı vatandaşlarımıza acil şifalar ve hayatlarını kaybeden vatandaşlarımızın yakınlarına ve bütün milletimize başsağlığı ve sabırlar diliyorum.

Bu aziz millet ve bu büyük devlet, mutlaka, en kısa zamanda zarar gören bütün vatandaşlarımızın yaralarını saracaktır ve yine, bu kürsüden ifade ediyorum ki, bu aziz milletin temsilcileri olarak burada bulunan bütün milletvekillerimiz, bu yaraların sarılması için, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, bu zeminde, hükümete destek olmak için elinden geleni ve gerekli takibi mutlaka yapacaktır. Hepiniz adına, Cenabı Allah'tan milletimizi ve devletimizi böyle felaketlerden korumasını diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; ülkemizde meydana gelen deprem felaketi nedeniyle hükümetin söz talebi vardır.

Hükümet adına, Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Koray Aydın.

Buyurun Sayın Bakan.

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın’ın, ülkemizde meydana gelen deprem felaketi nedeniyle gündemdışı açıklaması ve FP Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan, DSP Antalya Milletvekili Ahmet Sancar Sayın, MHP Erzurum Milletvekili İsmail Köse, ANAP İstanbul Milletvekili A. Ahat Andican, DYP İçel Milletvekili Turhan Güven’in grupları adına; Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar, Sakarya Milletvekili Ersin Taranoğlu, Afyon Milletvekili Gaffar Yakın ve Erzurum Milletvekili Zeki Ertugay’ın da şahısları adına konuşmaları

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI KORAY AYDIN (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; sözlerime başlarken, depremde hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, bütün milletimize de başsağlığı diliyorum.

Bildiğiniz gibi, Sakarya, Bolu, Kocaeli ve İstanbul İllerimiz, ülkemizin aktif deprem zonu olan Kuzey Anadolu fay zonu üzerinde yer almaktadır. Bu zon üzerinde, tarihsel zaman içinde birçok deprem olmuş ve bu depremler büyük rakamlara ulaşan can ve mal kayıplarına neden olmuştur. 1930'daki Erzincan depremi, 1943'teki Ladik depremi, 1944'teki Çerkeş-Bolu-Gerede depremi, 1953 Yenice-Gönen depremi, 1957 Abant depremi, 1963 Doğu Marmara depremi ve yine, 1967 Sakarya depremi, bu aktif zon üstünde meydana gelmiştir. Bugüne kadar, Kuzey Anadolu fay zonunda oluşan depremlerde toplam 263 400 konut ağır hasara, 42 451 konut orta hasara, 35 449 konut da hafif hasara uğramış; yine, bu depremlerde de yaklaşık 48 000 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir.

Görülmektedir ki, bu zon en önemli sismik aktivite gösteren bir zondur. 17 Ağustos 1999 tarihinde saat 03.01'de meydana gelen, 6,7 büyüklüğünde olan ve Bolu, Sakarya, Kocaeli, İstanbul ve Yalova İllerini etkileyen büyük deprem de bu zonun batı kısmında meydana gelmiş bulunmaktadır. Merkez üssü 40-79 ve 29-86 koordinatlarında, takriben Kocaeli İl Merkezi civarı olarak belirlenen depremin derinliği 20 kilometre olarak hesaplanmıştır. 17.8.1999 günü, dün 18.00 itibariyle, 149 adet artçı deprem kaydedilmiş olup, artçı deprem okumaları şu anda devam etmektedir ve bu sayı da giderek artmaktadır.

Bölgenin deprem aktivitesi, Bakanlığımız Afet İşleri Genel Müdürlüğü Deprem Araştırma Dairesi Başkanlığınca çalıştırılan sismolojik şebekede yer alan aletlerle devamlı olarak takip edilmektedir. Kuzey Anadolu fay zonundaki depremlerin zaman içerisindeki dağılımlarına baktığımızda, aktivitenin fayın orta kısımlarından başladığı ve daha sonra batı ve doğu uçlarına doğru ilerlediği görülmektedir.

Fayın farklı davranışlar göstermesini denetleyen faktörler, fayın sıfır kısımlarındaki jeolojik, yapısal, geometrik ve mekanik özellikleriyle ilgilidir. Bölgenin gözlenen özelliği, tektonik ve Kuzey Anadolu fay zonuna ait doğrultu atılımlı fay sistemleridir; bu faylar da, genişliği 2 ile 5 kilometre arasında değişen, bir birine paralel birkaç koldan oluşan, normal bileşenli, doğrultu atılımlı faylardır.

Değerli arkadaşlar, deprem, hepinizin bildiği gibi, saat 03.01 itibariyle meydana geldi. Bundan yaklaşık 45 dakika sonra Bayındırlık ve İskân Bakanı olarak, Deprem Araştırma Dairesi Başkanlığına gelerek çalışmaları yerinde koordine etmeye başladık. İlk değerlendirmelerden sonra da, sabaha karşı 06.00 sularında deprem mahalline hareket ederek, deprem mahallindeki olayları gözlemlemeye gayret ettik. 2 genel müdür yardımcısı, 2 daire başkanı ve 1 uzman mühendisten oluşan ekip de benimle beraber bölgeye hareket etti. Önce Bolu İline uğradık, Düzce'de çalışmaları yerinde görme ve denetleme imkânımız oldu. Ondan sonra geçtiğimiz Gölyaka İlçesinde Düzce'den daha vahim bir durumla karşılaştık. Oradan Sakarya İline hareket ettik; Sakarya İline yaklaştığımızda o yöne doğru hareket halinde olan ve sayıları gittikçe artan araç trafiği dolayısıyla yolun tıkanabileceğini fark ettik.

Değerli arkadaşlar, Sakarya'ya vardığımızda hakikaten çok büyük bir depremle karşı karşıya olduğumuzu gözlemledik. Biliyorsunuz, bugüne kadar, Türkiye'de olan bütün depremler daha ziyade lokal depremlerdir. İlk defa bu kadar geniş alana yayılan ve Türkiye nüfusunun yüzde 45'inin yaşadığı bir bölgede, yaygın bir biçimde, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük afetiyle karşı karşıyayız. Olay, hakikaten büyüktür, geniştir ve bu kadar geniş alanda meydana gelmiş olan böyle bir afete karşı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, bütün imkânlarımızı kul lanarak, hepsini seferber ederek, valiliklerde oluşturulmuş olan kriz masalarını iyi bir şekilde sevk ve organize ederek, devletimizin gücünü oralara taşıdık. Hemen hemen bütün bakanlıklar, bakanlıklara bağlı bütün genel müdürlükler ve bunlara ait olan bütün araç parklarının bölgeye intikali sağlanmıştır.

Değerli arkadaşlar, ilk günün tablosu şudur: Deprem dolayısıyla haberleşme tamamen kesilmiştir. Biz Sakarya'ya ulaştıktan sonra cep telefonları da dahil olmak üzere, bölgede haberleşme tamamen kesilmişti. Haberleşmenin kesilmesi dolayısıyla yakınlarını arama ihtiyacı hisseden veya onların sesini duymayı arzulayan vatandaşlarımızın, bunu gerçekleştiremeyince, arabalarına binerek, bölgeye yoğun bir şekilde akmaları dolayısıyla da birkaç saat sonra trafik tamamen kilitlenmiş ve yol kapanmıştır. Elbette bunda otoban üzerindeki bir köprümüzün kirişlerinin tamamen çökmesi ve bir otobüsün üzerine düşmesi nedeniyle, otobanın, özellikle Adapazarı, Kocaeli arasının kapanmış olması ve yükün tamamen eski yola binmesi dolayısıyla, birkaç saat sonra eski yol yaklaşık 60-70 kilometrelik bir araç konvoyu oluşturarak trafik kilitlenmiş ve kapanmıştır. Bu, bölgeye hareketi sağlanmış olan yardım malzemelerinin bölgeye intikalinde çok büyük güçlükler meydana getirmiştir.

Bunu tespit ettikten sonra, özellikle, Düzce tarafından ve İstanbul tarafından yolun trafiğe kapatılması tarafımızdan talep edilmiş ve kriz masası tarafından da, dün itibariyle, akşamüstü, yol iki taraftan trafiğe kapatılarak trafiğin açılması sağlanmıştır.

Yine, dün, akşam, geç saatler itibariyle de, haberleşme imkânları sağlanmış ve bölgeyle haberleşme imkânı da gerçekleştirilmiştir.

Değerli arkadaşlar, büyük bir alana yayılmış olması ve özellikle de cumhuriyet tarihinin en büyük depremi olma sıfatını kazanmış olmasıyla, hasarlı, yıkık, orta hasarlı ve ağır hasarlı binaların sayısının binlerle ifade edilen rakamlara ulaşmış olması dolayısıyla, aynı anda, makine ve ekipman olarak, bütün yıkıklara anında müdahale etmek imkânı mümkün gözükmemektedir. Çünkü, bu şekilde büyük bir organizasyonu aynı anda ve ihtiyaç olunan anda yapmak fiilen de fiziken de mümkün değildir; ama, bölgede, özellikle görev yapan devletimize ait bütün birimlerin büyük bir özveriyle çalıştıklarını söyleyebiliriz.

Göçük altında kalmış olan yaralıları kurtarmak için, vatandaşlarımızın acılı olmaları, yakınlarını kurtarmak arzusu taşımaları dolayısıyla, sürekli olarak, kepçe, dozer vesaire türünden ağır makine parkı istemektedirler; bu, aslında, göçük altında kalan vatandaşlarımızın kurtarılmalarında en son tercih edilecek olan yoldur. Bu dikkate alınarak, bölgeye intikaline öncelikle hız verilen makine ve ekipman, delici ile oyuk ve yarık açılarak müdahale imkânını sağlayacak bir organizasyon yapılmıştır ve şu anda bu faaliyet orada sürmekte, devam etmektedir.

Tabiî, bunu yapabilecek, yetişmiş, bu işte uzman eleman sayısının bu boyutta bir depreme yetecek şekilde olmadığını da burada ifade etmeliyim; ama, bu konuda da özverili çalışıldı ve özellikle dün gece ve bugünden itibaren yurt dışından da bu şekilde intikal edecek olan uzman arkadaşların bölgede çalıştırılması sağlanmış olacaktır.

Değerli arkadaşlar, ölü sayısı sürekli artmaktadır; şu an itibariyle, kriz masasına sabah gelmiş olan rakam 2 160'tır; ama, artma istidadı vardır; göçük altından vatandaşlarımız çıktıkça, bu sayı artmaktadır.

Dün gece yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında, Başbakanlık Kriz Merkezinin önerisiyle, bölge, afet kapsamına alınmış ve bu kapsam içerisinde, bölgeye, devletimizin yapabileceği her türlü yardım yapılacaktır.

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı olarak da, kurtarma çalışmaları bittikten sonra, mühendis ve bayındırlık il müdürlükleri kanalıyla bölgede hasar tespiti yapılacak, hak sahiplikleri oluşturulacak ve vatandaşlarımıza devletimizin her türlü yardımı yapacağını buradan, şimdiden söyleyebilirim.

Değerli arkadaşlar, bütün bakanlıklara ve genel müdürlüklere ait tüm makine ve ekipman çıkarılmış, sayıları belirlenmiş, kriz masasına dün bu rakamlar verilmiş ve dün, büyük oranda, bunların sevkıyatları sağlanmıştır; bugün itibariyle de, bunların tamamının bölgeye nakli sağlanacaktır. Yani, devletimizin elinde, imkân olarak, araç olarak, makine ve ekipman olarak ne varsa, tamamı bölgeye gönderilecek ve o insanlarımıza yardım edilme faaliyetlerinde bunların kullanılması sağlanacaktır. Zaten, bu işlem, şu anda da büyük oranda tamamlanmıştır.

Özellikle otobandaki Arifiye Köprüsünde meydana gelen çöküntüyle ilgili olarak da, Bakanlığımıza bağlı Karayolları Genel Müdürlüğü, dün, tedarik edilmiş olan, 150 tonluk üç adet büyük vinci bölgeye intikal ettirdi; trafik sıkışıklığı dolayısıyla dün gece oraya ulaşabildiler. Şu an, sabah itibariyle aldığım bilgiye göre, faaliyetler başladı, akşam saat 6, 7 gibi köprü onarılarak iki veya üç şeritten geçiş sağlanacak. Böylece, otabanın da faaliyete girmesiyle, eski E-5 karayolu üzerindeki trafik yükü de hafifletilmiş olacaktır.

Ben, sizlere bu bilgileri aktardıktan sonra, buradan, tüm vatandaşlarımıza, tüm kurumlara, herkese de bir çağrı yapmak istiyorum: Karşılaştığımız olay, hakikaten, çok geniş ve büyük bir tabiî afettir, cumhuriyet tarihimizin en büyük tabiî afetidir. Böyle bir olay karşısında, herkesin sorumlu davranması, itidalli olması, kışkırtıcı olmaması, özellikle, devletimizin bütün gücünü ve imkânını sonuna kadar kullanarak seferber ettiğinin bilinmesi, ama, neticede de bunun bir tabiî afet olduğunun hatarlanması ve çoğu zaman böyle durumlar karşısında insanın aciz kalabileceğinin bilinmesi gerektiğini -bunun, sadece burada değil, dünyanın her yerinde de böyle olduğunu hatırlayarak- özellikle, basında ve medyada görev yapan arkadaşlarımızın da, bu titizliğe, bu hassasiyete uymalarını temenni ettiğimi de, burada, tekraren söylüyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum değerli arkadaşlar.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Değerli milletvekilleri, İçtüzüğün 59 uncu maddesine göre, hükümetin bu açıklamaları üzerine, siyasî parti gruplarına 10'ar dakika ve bir bağımsız milletvekiline de 5 dakika olmak üzere, talepleri doğrultusunda söz vereceğim.

Gruplar adına söz talebi var mı?

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Cevat Ayhan konuşacaklar.

BAŞKAN – Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Cevat Ayhan.

Buyurun Sayın Ayhan.

FP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; milletimiz büyük bir felakete maruz kalmıştır. Ben, felakete maruz kalan bölge halkına, bütün milletimize geçmiş olsun diyorum, ebediyete intikal edenlere rahmet diliyorum, yakınlarını kaybetmiş olanlara başsağlığı diliyorum. İnşallah, milletimiz, bu büyük felaketi de kısa zamanda saracak ve tabiî, kaybedileni geri getirmek mümkün değil ama; bu acıyı da azaltmak için elinden gelen gayreti gösterecektir.

Bendeniz dün felaket bölgesindeydim, imkân olursa Meclisimize bilgi arz ederim diye bu gece döndüm, felaket bölgesine tekrar gideceğim inşallah. Muhtelif partilerden, bizim Fazilet Partisinden, diğer partilerden milletvekili arkadaşlarımız felaket bölgelerindedir, muhterem bakanlar felaket bölgelerindedir. Sayın Cumhurbaşkanı da, Muhterem Başbakan da o bölgedeydi. Bu büyük felaketi, acıyı dindirmek ve tedbirleri almak için tabiî herkes ayaktadır.

Felaketin boyutları çok büyüktür, bütün Marmara Bölgesidir, 20 milyon nüfusun ve en yoğun sanayinin, iskânın olduğu bir bölgedir, kesif yerleşimin olduğu bir bölgedir; bu da, felaket neticesi alınacak tedbirler bakımından fevkalade zorluklar arz etmektedir. Bu büyüklükte bir felaket daha önce yaşanmadığı için de, sivil, resmî kamu kuruluşlar, herkes, bu boyutta bir felaketin mücadelesine, gerek psikolojik olarak gerek teçhizat olarak, sevk, idare ve organizasyon olarak hazır olmadığından, büyük bir panik vardır, şaşkınlık vardır ve çaresizlik vardır. Valiler aynı durumdadır, feryat etmektedir. Nİtekim, dün, Muhterem Başbakanın Adapazarı'na da gelişinde ifadeleri şuydu: "Buradaki insanlar seslerini duyuramıyorlar." Evet, enkaz altından "baba, beni kurtar" diye bağıran "amcalar, beni kurtarın" diye bağıran çocuklar ve benzeri felaketler. Tabiî, bunları ifade etmek çok zor. Zannederim, Sayın Başbakan da -ben, radyoda dinledim- "ben geldim, bu bölgede, bu sesleri duydum, millete sesleniyorum" dediler. Evet, ben de aynı şeyi burada arz ediyorum; hakikaten, bölgeyle haberleşmek mümkün değil. Ben, dün akşam 8'e, 8.30'a kadar Sakarya'daydım, sonradan ayrıldım, geldim Ankara'ya; bir tek telefon konuşmamız mümkün değil, ne uydu kanalıyla ne cep, bütün haberleşme bloke olmuş vaziyette.

Yani, bunlar, bizim, bundan sonra -Allah göstermesin- felaketler için çok iyi bir teknik hazırlık yapmamız gerektiğini, Başbakanlıkta ve illerde mevcut olan kriz yönetim anlayışının, düzenlemesinin, böyle felaketlere karşı -Allah korusun- daha organize, daha güçlü olmak gerektiğini ortaya koymaktadır.

Ne gördüm felaket bölgesinde? Yüzlerce, daha da fazla, belki binlerce apartman yıkılmış, büyük iş merkezleri bir kâğıt gibi inmiş aşağı, beş katlı ve daha fazla katlı binalar olduğu gibi aşağı inmiş, devrilmiş, yıkılmış...Her enkazın başında, o enkazın içinden kurtulabilen insanlar "benim burada hanımım var, kızım var, gelinim var, oğlum var, annem var, babam var, çocuğum var" diye feryat ediyorlar. Tabiî, valilere geliyorlar; ama, valilerin bu imkânları yok. Sakarya için arz ediyorum; Vali Beyin elinde bir tek vinç var, nereye yetişsin? Vali Beyin elinde üç beş tane iş makinesi var, nereye yetişsin?

Şimdi, burada, dönüp söylemek istediğim husus şudur: Kriz merkezleri var, doğrudur; seferberlikle ilgili birtakım çalışmalar var; ama, bunların çok canlı ve aktif olması lazım; yani, bu boyutta bir felakete göre bizim il il bu envanterleri tespit edip, felaket anında, derhal, bunları bu bölgelere sevk edecek, felaket öncesi, normal zamanlarda bu düzeni geliştirmemiz lazım. Bunun fazla teknik detayına girecek değilim; erbabı bunu bilir. Muhterem bakanlarımızın ve bürokrasinin -bakanlıklararası bir Âfet Koordinasyon Kurulu da var hükümetimizin içinde- bu meseleleri bu boyutta ele alınması, ileride zuhur edebilecek olan, şu veya bu şekilde umumî afetlere karşı, çok ciddî tedbirlerin yerine ulaşması lazım.

Bakın, felaket bölgesinde acil olan mesele vinçtir -kurtarmayla ilgili olarak söylüyorum- oksijen kaynağı teçhizatıdır, kompresördür, o beton kütleleri yer yer keseceksiniz, deleceksiniz, insanları kurtarmak için, su tanklarıdır, halka su ulaştırmak için ve jenaratördür, gece de çalışmanız lazım, çevreyi aydınlatabilmeniz lazım. Şehirlerde elektrikler kesik, sular kesik, her şey kesik, insanlara aş dağıtacaksınız, ekmeğe ihtiyaçları var, aydınlatılmaya ihtiyaçları var. Yıkılan binaların önünde kurtarma çalışmaları için aydınlatmaya ihtiyaç var; yani, dört, beş kalem teknik teçhizata ihtiyaç var. Bunlar nedir?.. Tekrar arz ediyorum; vinç, jenaratör, kompresördür, oksijen kesme takımları ve su tanklarıdır.

Bu olay, bu boyutta tahmin edilemediği için...Bu, bir Dinar, bir Erzincan depremi boyutunda değil; bunları kat kat aşan, 20 milyon nüfusu, 6 ili kapsayan bir bölgededir. Tabiî, önceden bunlara hazırlıklı olunması gerekiyor, Allah korusun, yarın daha beteri olur, daha azı olur; olduğu anda bir seferberlik emri şeklinde, bütün bu teçhizatın, sivilde, müteahhitte, devlette, askerde, nerede varsa, üç saat, beş saat içinde bölgeye intikal etmesi lazım.

Muhterem Bakanımız da ifade ettiler; ulaşım yolları bakımından tıkanıklık vardı, ben de aynı şeyi yaşadım. Tabiî, bunlar, bizim krize yaklaşım ve krize hazırlık safhasında, kriz öncesi dönemde, normal dönemde... Askerlerin bu tip planları vardır, kendileriyle ilgili. Bizim, sivil yönetime de bu kültürü, bu disiplini getirmek lazım ve böyle bir afet vuku bulduğunda da bütün birimlerin orada toplu olması lazım. Arıyorsunuz, falan yolu, yan yolu hizmete sokalım diye, ortada Karayolları yok, ortada DSİ yok, falan birim yok...Karayolları en çalışkan teşkilatımızdır, onu ilzam ederek söylemek istemiyorum; ama, kamu kurumları şaşkınlık içinde. Niye şaşkınlık içinde; bir ilde, bir bölgede afet olmuşsa, tabiî, valinin de çoluk çocuğu afet içinde, emniyet müdürünün de çoluk çocuğu afet içinde, DSİ veya Karayollarının veya şu kamu kuruluşu mensuplarının da çoluk çocuğu afet içinde. Sakarya’da, İzmit de birçok teçhizat var; ama, bütün dükkânlar kapalı, bütün esnafın işyerleri kapalı, her taraf kapalı, herkes can derdine düşmüş; yani, nereden ne alacağınızı bilemiyorsunuz; eczacı yok, eczaneleri açamıyorsunuz. Böyle bir kriz haline, çok daha iyi hazırlanmak lazım. Burada, belediyelere teşekkür ediyorum. Ankara Belediyesi, diğer belediyeler, bütün belediyeler, büyük bir gayretle bölgeye yardım yığıyorlar. Ben, akşam dönerken, muhterem Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcımız Hüsamettin Beyefendiyle de görüştüm, bu meseleleri, kendisine telefonla da arz ettim; uzanabildiğim belediyelerle, neleri varsa, acele buraya sevk etmeleri için görüştüm.

Tabiî, felaketin boyutları televizyonda yayınlanınca çok daha iyi anladı herkes, şimdi çok daha gayret edecek; ama, burada dakika mühim; çünkü, enkaz altında kalan insanın kurtarılması birinci önceliktir. Büyük feryat bu noktadadır. Valilere gelen, kriz merkezine gelen, saçını başını yolan, "enkazın altında insan var, bana bir makine ver" diyen insanların gözyaşları içinde boğuluyorsunuz orada.

Bu felaketin içinde, TÜPRAŞ'taki -eski adıyla İPRAŞ- benim, mühendislik yıllarımın bir kısmını içinde geçirdiğim, Türkiye'nin o en büyük petrol kompleksindeki yangın da büyük bir felakettir. Buna karşı, yangınla mücadelede ne gibi eksikler var, tabiî, bundan sonra bir tahkikat bunu ortaya çıkaracaktır; ama, buna da çok üzüldüm. Türkiye rafinaj kapasitesinin yarısıdır bu; yanlış hatırlamıyorsam, 13 milyon tondur kapasitesi. Bütün rafineriler bir tarafa, 1960'dan sonra kurulan TÜPRAŞ bir tarafadır. Bu büyük afettir. İnşallah, proses kısımlarına intikal etmeden, tank çiftliği dediğimiz petrol stok sahalarındaki bu yangın orada önlenir; yoksa, Türkiye için -sadece petrol rafinerisi olarak söylüyorum- milyarlarca, milyarlarca, milyarlarca dolar bir büyük yatırımdır, bir büyük kapasitedir ve akaryakıt sıkıntısı da gündeme gelebilir; bununla ilgili süratle tedbir almakta da fayda var diye ifade ediyorum.

Muhterem arkadaşlar, tabiî, afetlerden sonra konuşmak kolay; şu eksik, bu eksikti demek kolay. Ben, bunu söyleyip, hükümeti de rencide etmek istemiyorum; ama, vatandaş, bana geliyor, size geliyor, "devlet nerede, niye hizmet yok" diyor. Tabiî, o, biraz da felaketin psikolojisi içinde bunu söylüyor; ama, hakikaten, bizim, devlet olarak organize olmamız lazım. Yani, bu tip olaylarda sivil kuruluşların çok iyi organize olması lazım.

İlk defa bu kadar büyük bir boyutta felaketle karşılaşıyoruz. Bölge, afet bölgesi ilan edildi. Bölgedeki yaraların sarılması için çok büyük malî kaynaklara ihtiyaç var. Uluslararası kuruluşlardan ne destek alınabilecekse, bunun, süratle hazırlığının yapılması lazım.

Afeti anında yaşıyorsunuz; ama, afet sonrası rehabilitasyon, en zor meseledir. Bu rehabilitasyonu getiremediğinizde işte, o zaman vatandaş yıkılıyor. Evet, afet, afeti semavîyedir, Allah'ın takdiridir, bir büyük felakettir. Bunun içinden, en az zararla, en az psikolojik yıkıntıyla çıkabilmek için çok büyük bir gayret göstermek lazım. Bugün, bu dakika dahi geç değildir.

Koordinasyondan sorumlu muhterem bakan arkadaşlarımızın gayretine ilaveten, Sayın Başbakanın "radyodan talimat veriyorum bütün kamu kurum ve kuruluşlarına, bütün özel sektöre, herkese ait imkânlar seferber edilsin" dediler; hakikaten, bu seferberlik halinde, bu arz ettiğim sahaya, makinenin, teçhizatın ve hemen bunların yanında, ekmektir, aş ocaklarıdır, sudur, su tanklarıdır, su tankerleridir; bunların ve bölgenin ihtiyacı için her şeyin çok süratle sevk edilmesi lazım. Ulaşım yollarının, imkânlarının, çok yakın denetim altında tutulup, bunların sağlanması lazım.

İnşallah, rafineri söndürülür ve büyük bir servet, inşallah, heba olmaktan kurtulur ve bölge halkının bu dertleri, bu sıkıntıları, bu büyük afet karşısındaki bu yıkılışları, inşallah, tekrar onları metin haline getirecek şekilde yardımlarla desteklenir diyorum.

Tekrar, milletime geçmiş olsun diyorum, yakınlarını kaybedenlere başsağlığı diliyorum ve ebediyete intikal edenleri de rahmetle anıyorum. Allah kolaylık versin, cümlemize yardım etsin diyorum, hepinizi hürmetle selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Antalya Milletvekili Gonca Sayın.

Buyurun efendim.

FİKRET UZUNHASAN (Muğla) – Sayın Başkan, Antalya Milletvekili Sayın Sancar Sayın.

BAŞKAN – Düzeltiyorum efendim; Sayın Sancar Sayın.

Buyurun.

M. TURHAN İMAMOĞLU (Kocaeli) – Sayın Başkan, ben konuşmak istiyordum.

DSP GRUBU ADINA AHMET SANCAR SAYIN (Antalya) – Değerli milletvekilleri, yaşanan deprem afeti bütün ulusumuzu derin bir acıya boğmuştur. Yaşamlarını kaybeden yurttaşlarımıza, Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

Son yılların, en ağır, en acı felaketini yaşıyoruz. Aletsel büyüklüğü 6,7 şiddetinde olan deprem, İstanbul, Sakarya, Kocaeli, Yalova, Bolu ve Eskişehir olmak üzere, pek çok ilimizde, ağır can ve mal kaybına neden olmuştur.

Depremin merkezi Kocaeli'dir ve etkili olduğu tüm il, ilçe ve köyler birinci derece deprem bölgesinde yer almaktadır. Depremin merkezi Kocaeli olmasına rağmen, Kocaeli dışında -deprem odağından uzaklaştıkça- diğer illerde de oluşan ağır hasarlar, deprem karşısında ne durumda olduğumuzu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Televizyonlarda da izlediğiniz gibi, aynı ada içerisinde yer alan pek çok yapıdan bir kısmı yıkılmış, bir kısmı ise hâlâ ayakta durabilmekte. Bu da, depremin kendisinin bir felaket olmadığını; ama, bu konuda duyarsız, itinasız, özensiz yapı politikalarımızın, depremi, bir felakete dönüştürdüğünü açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Nüfusumuzun yüzde 95'inin, sanayimizin ise yüzde 98'inin deprem olasılığı yüksek bölgelerde yer aldığı ülkemizde, bu yaşanan deprem afeti, ne ilki ne de sonuncusu olacaktır. Son yirmibeş yılda, Adapazarı'nda, Varto'da, Gediz'de, Bartın'da, Erzincan'da, Dinar'da, Adana-Ceyhan'da yaşadığımız acıların en büyüğünü, şu anda yaşamaktayız. Yaşadığımız her deprem afeti bir felakete dönüşmüştür.

Aslında doğal bir afet olan depremin, böylesine felakete dönüşmesinin nedenlerine baktığımızda, hep aynı hataları ve ihmalleri görüyoruz. Aynı bölgede -Adapazarı'nda- 1967 yılında 7,1 şiddetinde olan deprem, benzer bir felakete neden olmuştu. Aradan geçen otuziki yılda, deprem mühendisliğindeki, yapı teknolojilerindeki ve şehir planlamacılığındaki gelişmelerin, ülkemizde, ne boyutta algılandığını, uygulama alanı bulduğunu, bu yaşanan felaketle daha iyi görmekteyiz.

Deprem afetlerinin felakete dönüşünün sonuçlarını modern bir toplumun kabul edebileceği sınırlara çekmek, bugün karşı karşıya olduğumuz en önemli problemdir. Bu nedenle, her depremden sonra, yara sarma politikalarına muhtaç olmak yerine, depremin neden olduğu zararları en aza indirecek politikaları süratle uygulamaya koymak zorundayız. Bu konudaki eksikliklerimizi, yanlış uygulamaları tüm detaylarıyla araştırmalı, depremlerin yaşamımızın bir parçası olduğunu kabul ederek gerekli önlemleri almalıyız. Kalıcı ve süratli bir ulusal deprem politikası oluşturmalıyız.

Her depremden sonra, Adana-Ceyhan, Dinar, Erzincan depremlerinde olduğu gibi, suçlu olarak, doğrudan, müteahhitleri, mühendis veya mimarları göstererek, halkın duygularını teskin etme kolaycılığına kaçmadan, sorunun, genel olarak bir sistem sorunu olduğunu ve nasıl rehabilite edilebileceğini araştırmalıyız.

Bu nedenle, açık yüreklilik ve kararlılıkla, sistemin nerede tıkandığını, aksadığını görmek zorundayız. Aksi halde, konu, bir süre medyanın gündeminde kalmakta, bilimsel bir içerikten yoksun spekülatif değerlendirmeler yapılmakta ve bir sonraki felakete kadar unutulup gitmektedir.

Bir karşılaştırma olarak, Japonya'da 5 000 insanın yaşamını yitirdiği Kobe depremini örnek vermek istiyorum. Bu deprem, Japonya'da yaşanan pek çok depremde insanların burnu bile kanamazken, önemli yıkımlara ve önemli can kayıplarına sebep olmuş tek depremdir. Depremin özelliği, diğer depremlere göre süresinin uzun oluşudur. O güne kadar yapılan mühendislik hesaplamalarında, depremin süresi konusunda önemli ilerlemeler yoktu; ama, Japon halkı, Japon kamuoyu, bu depremin sonuçlarından önemli dersler çıkardı. O ülkelerde, yapı kalitesiyle ilgili bir sorun olmadığı için, depremden sonra, daha çok, ilgili şartnameler ve yönetmelikler tartışıldı. Bizde ise, hâlâ, yapı kalitesi, müteahhitler ve proje üretim safhası sorgulanmakta.

Ülkemizle bu ülkeler arasında en önemli fark, her türlü yapı faaliyetinin, imar hareketlerinin, toplumun menfaatları açısından sıkı bir şeklide denetlenmesi, otoritelerin koyduğu kurallara riayet etmeyenlerin ağır bir şekilde cezalandırılmalarıdır; biz, bunları yapamıyoruz.

Ülkemizde ise, gerek proje üretimi ve planlama, gerekse uygulamada denetim eksikliği görülmektedir. Yeni mezun bir mühendisin, henüz birikim ve deneyim sahibi olmadan, her türlü projeyi yapabileceği kabul edilmiştir. Modern toplumlarda uygulanan sertifikalı mühendislik uygulaması, bu konuda bir yasa tasarısı hazırlanmasına rağmen, yasalaşıp pratiğe geçememiştir. Mevcut yasalarımız, yerel yönetimlere, bu konuda, herhangi bir sorumluluk yüklememiştir. Yapı ruhsatını veren, deprem riski taşıyan alanlarda imar planlaması yaparak yapılaşmaya açan veya bilimsel ölçülerin üzerinde kat adedine göz yuman yerel yönetimler, bu faaliyetlerinden dolayı, herhangi bir sorumluluk taşımazken, tüm sorumluluk, müteahhidin verdiği maaşla çalışan teknik uygulama sorumlusuna çıkarılmaktadır.

Bu sorunun temelinde, mevcut İmar Kanununda yer alan "fennî mesuliyet" ya da "teknik uygulama sorumluluğu" tanımlaması yer almaktadır. Bu tanıma göre, fennî mesul, mimar veya mühendis olabilmektedir. Bu durum uygulamaya da aynen yansımıştır. Oysa yapının dayanımı ve güvenilirliği bir inşaat mühendisliği konusu olup, mimarlık veya diğer mühendislik alanlarının ilgi alanı dışında kalmaktadır. Bu tanımla, yasa, sanki, yapıların denetlenmemesini amaçlamaktadır. Oysa, yapı denetimi, kamu yararını gözeten bir faaliyettir ve bu faaliyetin yerine getirilip getirilmemesi, kâr amacıyla hareket eden müteahhidin insafına bırakılmamalıdır.

Diğer yandan, halk arasında "yapsatçı" olarak adlandırılan müteahhitler için herhangi bir düzenleme yoktur. İsteyen herkes herhangi bir yasal engelle karşılaşmaksızın müteahhitlik yapabilmekte, teknik altyapıları olmadığı için, en üst düzeyde rant sağlamak, asıl belirleyici öğe olmaktadır. Özel sektörde faaliyet gösteren bu müteahhit grup için sertifika düzenlemesine gidilmeli, teknik donanımlarının yeterliliği tescil edilmelidir.

Yapı denetimlerinin daha etkin yapılabilmesi için yapı denetim büroları kurulmalı; bu büroların genişletilmiş yetki ve sorumlulukları yasada açık bir şekilde tanımlanmalıdır. Yapı kalitesinin ve denetiminin artırılmasının bir başka ayağı, yapı sigortası sisteminin kurulmasıdır. Yapı kalitesi sigortalama kurumları, yapı denetiminin etkinleştirilmesinde denetim kurumu, yüklenici ve mal sahibi arasında organik bir köprü oluşturacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün yaşadığımız afet, gelecekte karşılaşabileceğimiz afet riskleri için önemli bir göstergedir. Bundan birkaç sene önce, bilim adamlarımızın, İstanbul'da olabilecek bir depremle ilgili yapmış oldukları senaryo, bugün yaşadığımız depremde haklılıklarının olduğunu ortaya koymuştur. Bu, önümüzdeki dönemde daha büyük deprem risklerinin yaşanabileceği anlamına gelmektedir.

Bu nedenle, özellikle, birinci ve ikinci deprem bölgelerimizde mevcut yapı stokumuzda, depreme dayanıklı yapıların ve depreme dayanıklı olmayan yapıların bir envanterinin çıkarılması ve bu konuda acilen, depreme dayanıklı olmayan yapıların onarımlarının sağlanması gerekmektedir. Bu, depremin vermiş olduğu zarardan çok daha az bir maliyeti gerektirecektir.

Bilim adamlarımızın, özellikle, sanayi kentimiz için hazırlamış olduğu deprem senaryoları, gelecekte benzer bir felâketle karşılaşabileceğimizi ortaya koymaktadır. Bu konuda, deprem riskine maruz bölgelerimizde yaşayan halkımız, yaygın ve etkili bilgilendirme ve eğitim programlarıyla aydınlatılmalıdır. 5442 sayılı İl İdaresi ve 3360 sayılı İl Özel İdaresi Kanunları, afet yönetimi ve yeniden inşa faaliyetlerine, yerel idarelerin aktif bir biçimde katılımını sağlayacak ve bu hizmetler için yerel kaynakların kullanımına olanak verecek şekilde yeniden düzenlenmelidir.

İmar Kanununda, deprem bölgelerinde yapılacak imar planlarıyla ilgili hükümler, 1997 Deprem Yönetmeliğine uygun bir şekilde geliştirilmeli ve düzenli yapıların oluşumunu sağlayacak parselasyon düzenlemeleri ve yapılaşma kuralları getirilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepimizi derinden yaralayan bu felâket üzerine söylenebilecek çok şey var; ancak, artık, bu tür afetler karşısında çaresiz kalmamak ve yeni acılar yaşamamak için, Meclisimize önemli görevler düşmektedir. Öncelikle, bu felâketin nedenlerinin ve sonuçlarının araştırılması, biraz önce değindiğim konularda hazırlanmış yasa tasarılarının yeniden değerlendirilmesi ve yasal boşlukların doldurulması için bir Meclis araştırması yapılmalıdır. Ayrıca, 3 500'den fazla insanımızı kaybettiğimiz bu felâketten dolayı, önümüzdeki günleri ve bugünü, ulusal yas günü olarak ilan etmemiz gerektiğini teklif ediyorum. Bu şekilde, her yıl, bugünü anarak, deprem konusunda daha duyarlı ve daha hazırlıklı olabileceğimizi düşünüyorum.

Tekrar, Büyük Türk Ulusuna başsağlığı diler, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sayın.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse; buyurun.

MHP GRUBU ADINA İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmama başlarken, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, Yüce Milletimize geçmiş olsun diyorum; vefat eden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyorum, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

Türkiyemiz, büyük bir felaketle karşı karşıya gelmiştir. Olayı yalnız insanî boyutlarıyla ele alırsak, meseleyi çok daha sathi görürüz. Olay, daha çok ağırlığıyla, ilahî boyuttadır; Cenabı Allah'ın takdiridir, Türk Milletine verdiği bir felakettir. Buradan, milletimizin ve şu anda hayatta kalanların, her seviyedeki insanımızın alacağı dersler vardır. Onun için, bu felaketi, milletimizin inançlarıyla ve devletimizin şefkatli elinin, bu yaraları sarmasıyla sonuçlandıracağız, imanımızla aşacağız bu olayı değerli milletvekilleri.

Devlet, bu deprem dolayısıyla, geçtiğimiz yıllarda meydana gelen felaketlerde ortaya koymuş olduğu program çerçevesine ilaveten... Çünkü, bu depremin boyutları farklı; bu deprem, yalnız bir ili veya bir ilimizin muhtelif ilçelerini ilgilendiren bir olay değil; 6-7 vilayetimizi, merkez olarak da nüfusumuzun yüzde 45'ini ilgilendiren bir bölgede; yani, Marmara Bölgesi dediğimiz, insan yoğunluğumuzun en fazla bulunduğu bölgede meydana gelmiştir; derin yara açmasının asıl nedenlerinden birisi budur.

Derin yara açmasının asıl ikinci sebebiyse, sanayi bölgemiz oluşudur; ekonomimizin beynidir, insanının hayatımızın devamını sağlayan ekonomimizle ilgili bir bölgemizdir. Bunun için fatura ağırdır. Bu ağır faturayı ortadan kaldıracak, muhakkak surette, çok süratli tedbirlerin alınması lazımdır. Depremden önce neler yapılmalıdır, deprem anında neler yapılmalıdır, depremden sonra hangi tedbirler alınmalıdır, o ayrı bir konu; ama, bugün için, bir defa, tüm millet olarak, özellikle, milletimizin temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin tüm grupları ve milletvekilleri, bu millî felaket karşısında, duyarlılığını göstermiş, bu millî meselede, derhal, çalışmalarına 1 gün ara vermiş ve bugün de, öncelikli olarak bu meseleyi gündemine almış ve şu anda da konuşuyoruz.

O itibarla, mesele, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti nezdinde gözardı edilmemiştir. Devletimizin başı oradadır, Başbakanımız oradadır, Meclis Başkanımız, o insanlarımızın acılı feryatlarını dindirmek için, moral destek vermek için oradadır. Kazma, kürekle yapılacak bir şey yok değerli milletvekilleri, bu meseleyi yaşamadığımız müddetçe, enkaz altında kalmadığımız müddetçe ve o enkaz altındaki sesleri duyup, insanoğlunun, Allah'ın kudret ve kudreti karşısındaki acizliğini görmediğimiz müddetçe, bu meseleyi anlatmamız zordur.

1992 yılı 12 mart gecesi Erzincan'da vuku bulan deprem dolayısıyla, üç saat sonra, oradaki o felaketi gören bir göz sahibi olarak söylüyorum; burayı görmemiz lazım, bu insanların acısını ve orada olan felaketi; ancak, böyle kavrayabiliriz. Şimdi, kavramamak mümkün değildir; çünkü, bugün medyanın bir parçası olan televizyonlar, bu hissiyatı, bu olayları, anında, yukarıdan, aşağıdan, her tarafından çekerek gözümüzün önüne getirmiştir; ama, yine noksandır; çünkü, yolda gitmeniz lazım, bir yolumuz kapanmıştır, diğer yol açıktır; ama, bugün Türkiye'nin, beş milyona yakın vasıtası vardır, dört milyon vasıtamız bu güzehgâhta trafiğe çıkmıştır. Her zaman olduğu gibi, ağırlıklı trafik bölgesi de, maalesef, bu felaketin olduğu bölgedir. Yani, bütün menfiler burada birleşmiştir. Öyleyse, bunu aşmamız için, önce moralimizin düzgün olması lazım. Bir defa, şoktan kurtarmamız lazım. Türkiye'yi şoktan kurtaracak olan birinci derecede önemli müessese Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Meclisin morali bozulursa, milletimizin morali bozulur; Meclisin morali bozulursa, bürokratın morali bozulur.

Hükümete destek vermek mecburiyetindeyiz değerli milletvekilleri. Ne yapmamız gerekiyor? Sayın Bakanımız, bugün, meseleyi, yapılan hizmetleri, çalışmaları ortaya koymuştur. Detaylı bilgiler elimizde vardır. Depremin üzerinden henüz 30 saat geçmiştir, bu 30 saat içerisinde, otoyol dediğimiz yolun üzerindeki köprüler, geçitler, viyadükler harap olmuştur, yol yarılmıştır. Bunu 24 saatte nasıl tamir edeceksiniz? Bunları, 24 saatte hangi teknoloji ortadan kaldıracak, hiçbir şey olmamış gibi -daha 30 saat olmuştur- bu yolu trafiğe açacaktır? Onun için, ben, bir mazeret olsun diye söylemiyorum; ama, elimizdeki imkânları, Türk Devletinin elindeki imkânları da göz önünde bulundurmamız lazım; dünyanın imkânlarını ortaya koymamız gerekiyor.

Bakın, tekrar söylüyorum: Gelen bütün teknolojik araçlar enkazı kaldıracaktır. Enkazın kaldırılması önemli değil, o enkazın altındaki canlı olan insanımızı, oradan sağlıklı olarak çıkarmak marifettir. Elinizdeki ekskavatörle veya bir başka araçla, o beton parçalarını kaldırırken, eğer, orada bulunan insanın hayatına mal olacak şekilde bir yanlış harekette bulunursanız, birçok insanın, maalesef, hayatına son verirsiniz. Ben, bunu, Erzincan'da yaşadım, orada üç dört gün kalmak suretiyle... Dünyanın değişik yerlerinden, affedersiniz, işte, iz takip eden, kokusuyla çeşitli özelliklerini takip eden hayvanlardan tutun, teknolojinin diğer bütün imkânları getirildi; ama, şunu ifade edeyim, Erzincan'da, üç ay, teknolojinin iflas ettiğini yaşadık, gördük; Osmaniye'de yaşadık, gördük. Yine, Sayın Genel Başkanımızla birlikte, Elazığ'dan hareketle, depremin olduğu saatin tam üç saat sonrasında Osmaniye'de, Ceyhan'da, Adana'daydık. O enkazın kaldırılması, tamamen bir teknik meseledir.

Yedi–sekiz vilayetimizi etkisi altına alan deprem bölgesinde, yine, Sayın Bakanın vermiş olduğu rakamlara göre, şu anda, binlerce bina enkaz haline gelmiştir; bütün imkanlarımızı topkekûn seferber etmişiz.

Elimdeki belgeye göre, Erzurum Sivil Savunma Birliğinden 20 kişi, karayoluyla hareket etmiş veya bir başka ilimizden, helikopter ile uçakla başka imkânlarımız, deprem olan bölgelere intikal ettirilmek üzere yola çıkarılmıştır.

Sağlık kurumları harekete geçmiştir; doktorumuz, hemşiremiz, her türlü imkânlarımız seferber edilmiştir ki, edilmesi mecburiyeti vardır. Zaman, her geçen an, burada çok önemlidir, sürat, bu meselenin en önemli tedavisidir.

Öyleyse, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, önerimiz şudur: Bir defa, Türkiye Büyük Millet Meclisi, üç dört gün, bu meseleye... Zaten, doktor orijinli milletvekillerimiz oraya intikal etmiştir, diğer milletvekillerimiz, bugün, biraz sonra önünüze getireceğimiz öneriden sonra, o felaket mahallerine intikal edecektir; tüm milletvekillerimiz gibi, yani, Meclisimizde bulunan diğer partilerin milletvekilleri gibi, bizler de, oralarda araştırma ve incelememizi yapacağız, Allah nasip ederse pazartesi günü buraya geleceğiz. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, depremle ilgili bir araştırma önergesi hazırlıyoruz; biraz sonra intikal ettireceğiz Yüce Meclise ve tüm milletvekillerimizin, diğer gruplarımızın da vereceği araştırma ve diğer önergeleri de birleştirmek suretiyle, burada, işte, az önce belirttiğimiz gibi, enine boyuna, neden oluyor, niçin oluyor, neden tedbir alınmıyor gibi hususları görüşeceğiz.

Değerli milletvekilleri, kusurlar vardır, siyasî boyutları vardır, bunun, muhakkak surette çeşitli boyutları vardır; ama, demin de arz ettiğim gibi, olayın en önemli boyutu ilahidir. Cenabı Allah'ın üzerimize, milletimize, memleketimize getirmiş olduğu bir felakettir. Fay hattında olabilirsin, bilmem nerede olabilirsin; aynı fay hattının uzantısında olan Yunanistan'da bir şey meydana gelmemiş veya Zonguldak'ın bir ilçesinde olmuştur, diğer ilçesine intikal etmemiştir. Bunları, santim santim, bizim değerlendirmemiz... Yani, bilimin iflas ettiği bir noktadayız. Burada, meseleyi bilimsel veya şu imkânlarla bu meseleyi şu şekilde hallederiz diye, yüzde yüz halletme noktasında olduğumuz her iddiada, maalesef, aciz kalırız. Onun için, diyorum ki, meseleyi bu noktadan yakalamamız lazım. Çünkü, milletimiz Müslümandır. Allah'ın izniyle, imanıyla, bu meseleyi yüreğimize bütün acılarıyla basacağız; ama, ölenlere Allah'tan rahmet diliyoruz, acil şifalar diliyoruz yaralılarımıza. Tabiî, ölen insanlarımızın yerine yenilerini getirmemiz ve onların boşluğunu doldurmamız mümkün değildir. Bir an önce meseleyi süratlendirmemiz gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, yine, kan ihtiyacı vardır ve Meclisimizde bu kampanya başlatılmıştır. Milletvekilleri olarak, gerek bizim partimizden gerekse diğer partilerden milletvekili arkadaşlarımıza kan verme çağrısı yapılmıştır, oraya müracaatlarımız yapılacaktır ve bütün sağlıklı insanlarımızın o bölgedeki yaralı ve ihtiyacı olan insanlarımıza kan vermelerine ihtiyaç vardır, onların intikal ettirilmesi lazım.

Tabiî, en önemli konulardan biri de, olayı, bu meselenin istismarını yapmadan ve "nerede devlet?" diye birileri bir şeyler söylediği zaman, bunu, değişik yönlere saptırmadan, meseleyi çok iyi ortaya koymamız lazım. Burada, üzerine en önemli görevler düşenlerden biri de medyadır, radyolardır, gazetelerdir, televizyonlardır. Olayın bir tek insanımızı ilgilendiren yerine değil, geneli itibariyle -çünkü, devlet, genele hizmet eder- orada, yalnız ahmet'in, mehmet'in değil, tüm Sakarya'nın yarasını saracaktır, tüm Yalova'ya koşacaktır ve TÜPRAŞ'taki yangını söndürmemiz lazım. Birileri tabiî, radyolardan konuşuyor, ben, hakikaten irkildim, ürperdim. Bilginiz varsa, eski genel müdür diye birisi radyoda "efendim, çok basittir, bu niye söndürülmemiş ben de hayret ediyorum?!" diyerek, bizi hayrete düşüren bir bilgi vermiştir.

Ben, TÜPRAŞ'ın yetkililerinden istirham ediyorum; bu bilgili, etkili adam kimse, lüften, bunu derhal bulsunlar, eğer, bunun bu kadar mahareti varsa, şu yangını söndürsünler! Eğer, orada bulunan bürokratlar ve yetkililer, ellerinin altındaki o imkânlara rağmen bu meseleyi gözardı etmişlerse, bu, çok büyük bir felakettir, çok büyük bir ihmaldir.

Gölcük'teki donanmamız sıkıntıya girmiştir, amirallerimiz, askerlerimiz şehit olmuşlardır; Allah rahmet etsin; vatandaşımız rahmetli olmuştur, vefat etmiştir. Olayın, can kaybının yanında, çok büyük bir maddî faturası vardır. Şu bakımdan faturası vardır: Hasara uğrama sonucunda, şu anda, en önemli üretim noktasının olduğu bir bölgede bu felaketi yaşıyoruz.

O itibarla, meselenin gözardı edilmesi ve zamana bırakılması mümkün değildir. Süratli kararlar alınmak suretiyle, buradaki hayatın yeniden devreye girmesi, sanayiin yeniden devreye girmesi, ulaşımın yeniden sağlanması ve vatandaşlarımıza ekmeğin, haberleşme imkânının, suyun temin edilmesi gerekmektedir. Mahallî idarelerimiz hizmet etmekte orada devletimizin temsilcisi olan valilerimiz görevinin başındadır ve meselenin üzerinde koordinatör olarak, ne varsa elindeki imkânları, o imkânları vatandaşımıza intikal ettirmenin mücadelesi içerisindedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisimiz görevinin başında, meselenin acısını yüreğinde hissetmiş ve şu anda meseleyi gündemine almış, tartışıyor ve oralardaki yaraları sarmak üzere, Milliyetçi Hareket Partisinin milletvekilleri olarak, ilk teklifimizi, buradan, Yüce Meclise yapıyoruz; açacağımız bankadaki hesaba milletvekillerimiz 500'er milyon lira bağışta bulunacaklardır. Tabiî, bu çok cüzî bir şey olacaktır; ancak, yüce milletimizin, şu anda felakete uğrayan vatandaşlarımızın yarasını sarmada kanımızı vereceğiz, malımızı vereceğiz, ne gerekiyorsa, elimizdeki bütün imkânları seferber edeceğiz. Hükümetimizin de almış olduğu tedbirleri takdirle takip ediyoruz ve bundan sonra da, yasaya ihtiyaç olduğu takdirde, burada çalışmalarımız sürdüğü müddetçe, hükümetimizin getireceği önerilerin de her an yanında olacağımızı ifade ediyorum.

Tekrar geçmiş olsun diyorum; başımız sağ olsun, Yüce Milletimizin başı sağ olsun diyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Köse.

Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ahat Andican; buyurun efendim.

ANAP GRUBU ADINA A. AHAT ANDİCAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum ve Anavatan Partisi Grubu adına, bu elim felakette hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Tanrı'dan rahmet diliyorum, ailelerine sabır diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum.

Değerli milletvekilleri, daha önceki konuşmacı arkadaşlarımın da vurguladığı gibi, Türkiye, bir deprem bölgesi, deprem kuşağı üzerinde ve ülkemizin neredeyse yüzde 90'ı deprem kuşağı üzerinde bulunuyor. Bunun doğal sonucu olarak da, özellikle, son yüzyıl içerisinde, neredeyse her beş on yılda bir, deprem felaketiyle karşılaşıyoruz. Nitekim, son yirmi yılın verilerine baktığınızda, ülkemizde üç dört yıl arayla, gerçekten, büyük boyutlu, can ve mal kaybına neden olan depremlerin yaşandığını görüyoruz.

Nitekim, şu anda 7 ilimizi etkileyen ve şu ana kadar gelen verilere göre yaklaşık 2 300 civarında vatandaşımızın hayatını kaybetmesine, 10 000'in üzerinde yaralıya ve miktarını bilmediğimiz düzeyde de mal kaybına sebep olan son deprem de bu depremler zincirinin bir son halkası olarak karşımıza çıkmıştır.

Değerli milletvekilleri, son depremin diğer depremlerden ciddî bir farklılığı var; öncelikle, geceyarısı olması, insanlarımızı uykuda yakalaması nedeniyle can kaybı yüksek oranda olmuştur ve bilimsel verilere göre, depremin derinliği itibariyle 17-20 kilometre derinden gelmekte ve bilimsel verilerin bize aktardığına göre, deprem dalgaları ne kadar derinden hareketlenirse, o kadar geniş bir yüzeyi etkilemektedir. Nitekim, bundan önce olan depremlerde -hatırlayınız Varto, Adana vesaire gibi depremlerde- olay, çok bölgesel kaldığı halde, bu depremde, neredeyse, Marmara Bölgesinin tümü olaydan etkilenmiştir.

Bir başka olumsuz olay da, depremin süresinin 45 saniye gibi depremler açısından hayli uzun sayılabilecek bir dönemi içermesidir. Bütün bunları üst üste koyduğunuz zaman, gerçekten, Türkiye açısından çok acılı, çok elemli bir gece, bir gün yaşanmıştır.

Değerli milletvekilleri, olay, kuşkusuz, derin acılara neden olmuştur; ama, bununla ilgili üç boyutlu bir yaklaşım sergileme zorunluluğu vardır ve nitekim, bunun ilk boyutu, bugün her yerde, elden geldiğince yapılmaya çalışılmaktadır. Kısa vadede, orta vadede ve uzun vadede bu olaya bakış açımızın belli bazı çıkış noktaları olmak zorundadır diye düşünüyorum.

Kısa vadede yapılması gerekenler noktasında, depremin çok yaygın oluşu ve geniş bir alanı içermesi nedeniyle kuşkusuz, her boyutta acil yardım umut edilen, istenilen ya da gerekli olan düzeyde yapılamamaktadır. Hükümetimiz, deprem olayına, her olayda olduğu gibi, hızlı bir reaksiyon vermiş, bölgeyi afet bölgesi ilân etmiş ve gerekli önlemler konusunda girişimleri yapmıştır.

Bölgelerde kurulan acil yardım birimleri ve kriz merkezleri çalışmalarına hızla başlamışlardır; ama, bütün konuşmacı arkadaşlarımın da altını çizdiği gibi, çok yaygın bir felaket olması nedeniyle, her yere, gerekli olduğu oranda, homojen ve istendiği oranda yardım, maalesef, yine, medyadan izlediğimiz kadarıyla, bölgeyle ilgili temaslarımızdan -özellikle İstanbul'da ilgili çok yoğun bilgi almaktayım- gördüğümüz kadarıyla, bütün iyi niyete rağmen yeterli imkânların seferber edildiğini söylemek mümkün değildir.

Tabiî ki, burada, sivil savunma sistematiğinin yeniden gözden geçirilmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Sivil savunma olayında bir eksikliği yaşamaktayız. O da şu: Böylesi felaketlerde, yalnızca kamunun imkânları yeterli olmamaktadır; nitekim, bu olayda da olmamıştır. Kamunun imkânlarının dışında, özel sektörün imkânlarını da, afet dönemlerinde olduğu gibi, kamu, gerekirse el koyarak, gerekirse kendi istekleriyle mobilize ederek, bu olaya yoğunlaştırmak zorundadır diye düşünüyorum. Bu noktada da, bölgesel kriz merkezleri ciddî bir çalışma yürütmelidir diye düşünüyorum.

Yine, depremde gördük -tabiî, bu kaçınılmaz- elektrik, su gibi altyapı imkânları ve gıda ulaşımı açısından zorluklar vardır, iletişim kesilmiştir ve bugün itibariyle, hemen hemen bütün bölgelerde iletişimin sağlandığı biliniyor. Yine, deprem bölgesine, dışarıdan çeşitli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar, gıda konusunda ve diğer gereksinimler konusunda, Kızılay gibi, ciddî yardımlar yapmaktadır. Bu arada, Marmara ve Boğazlar Belediyeler Birliği Başkanlığı da, yaptığımız temaslar sonucu, bölgeye, yoğun bir biçimde gıda yardımını yapmışlardır; bunu da, memnuniyetle ifade etmek istiyorum.

Yurt dışından da yardımlar başlamıştır; hem teknik açıdan hem yardım olarak. Bu yardımda, bu işe kendiliğinden gönüllü olarak aday olan bütün devletlere, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinden, Meclis adına, Partim adına, şahsım adına teşekkürlerimi bildirmek istiyorum.

Kuşkusuz, bu kısa dönemli sorunları aşacağız; fakat, bir kez daha görünüyor ki, sivil savunma sürecinde, özellikle böylesi yaygın deprem felaketinde, bölgede yaraları hızlı bir şekilde sarmak için yapılan girişimlerde, teknik ekiplerin, bu konuda uzmanlaşmış ekiplerin gereksinimi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Çünkü, geçirilen her dakika, her saat, insanlar açısından, hayatlarının kaybedileceği bir maraton haline dönüşmektedir. İşte, bu noktada, Türkiye, yeterli altyapıyı, yeterli insan birikimini, deneyimli insan birikimini sağlamak zorundadır. Bu olay, bunu, bir kez daha göstermiştir.

Bir diğer boyut: Tabiî, orta vadede, bölgeyle ilgili tüm fizikî yıkıntılar, yollarla ilgili sorunlar, altyapıyla ilgili sorunlar çözümlenecektir. Türkiye, devletiyle, milletiyle, kamusuyla, özel sektörüyle bu gereksinimleri karşılayacaktır, bundan hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Uzun vadede bir sorunla karşı karşıyayız. Ortaasya Türklerinin (Kırgızların) meşhur bir sözü vardır: "Geçmiş, geleceğin öğretmenidir; yeter ki, geçmişe bakmasını biliniz" derler. Burada, geçmişteki deprem felaketlerinden de yola çıkarak, Türkiye Büyük Millet Meclisine düşen ciddî görevler olduğunu düşünüyorum.

Biz de, Anavatan Partisi olarak, benden önce konuşan değerli parti yetkilisi arkadaşımın söylediği gibi, deprem konusunda, bu felaketlerle ilgili bir araştırma önergesi vereceğiz; fakat, görünen odur ki, yüzde 90'ı deprem kuşağı, hareketli bir fay kırığı alanı üzerinde bulunan Türkiye'de, yalnızca, meseleyi teorik planda araştırmak, yetmeyecektir; pratikte de, Türkiye Büyük Millet Meclisi, özellikle bu konuyu araştırma önergeleriyle gereken her boyutunda incelemeli ve bunun ardından, gereken hukukî altyapıyı; yani, bu fay kırıkları ya da riskli alanlar boyunca, yapılaşmayla ilgili, şehirleşmeyle ilgili ve yoğunlaşmayla ilgili ne gibi bir hukukî altyapı gerekiyorsa bunu yapmak mecburiyetindedir; hızla bununla ilgili yasaları çıkarmak mecburiyetindedir ve bu yasaları çıkarmakla da yetinmemelidir, bu yasaların uygulanmasını da takip etmek mecburiyetindedir. Türkiye Büyük Millet Meclisine düşen, hukukî platformda budur diye düşünüyorum.

Kuşkusuz, milletvekilleri olarak, bölgelerde elimizden geleni yapacağız ve milletvekili olarak da maddî ve manevî boyutta katkılarda bulunacağız; ama, hadise, biraz önce altını çizerek vurguladığım gibi, eğer, gelecekte ki, inşallah karşı karşıya kalmayacağız; ama, kaldığımızı varsayarsak, yeni deprem felaketlerine yol açmamak bakımından, bu hukukî altyapının gerçekleştirilmesi lazım.

Bunun için de, yine, depremle ilgili olan bilim adamlarının bir sözü var; bunu, burada sizinle paylaşmak istiyorum, diyorlar ki, "deprem tek başına öldürmez; depreme uygun olmayan yerleşim, altyapı ve üstyapı; yani, inşaat süreci öldürür."

Bu, gerçek... Bu gerçek ortadayken, demek ki, Türkiye Büyük Millet Meclisine düşen, hadisenin hukukî ve siyasî altyapısını hazırlamaktır. Önümüzdeki dönemde, yani, ekim, kasım aylarında, inşallah, Meclisin gündemine gelecek olan yerel yönetimler yasasında da, meseleyi yalnızca yerel yönetimlerin bölgeye hizmet götürülmesi açısından görmeyip, o yerel yönetimler yasasının içerisine, gerekli, biraz önce konuştuğumuz boyutu da, siyasî, hukukî ve yasal boyutu da eklemek mecburiyetimizin olduğu ortaya çıkıyor. Yerel yönetimlere, bu konuda gerekli yetkiyi vermek, denetim mekanizmasına çok iyi bir şekilde işlerlik kazandırmak ve Meclis olarak da bunu takip etmek mecburiyetindeyiz diye düşünüyorum.

Kuşkusuz, Türk Milleti, 65 milyon insanıyla, devletiyle, hükümetiyle, kamu kuruluşlarıyla, özel sektörüyle el ele vererek, bu deprem felaketinde ortaya çıkan acıları saracaktır ve milletimizin bunu en az hasarla atlatmasını sağlayacaktır. Türk Milletinin genel yapısının gerçekten övünülecek bir yanı vardır; felakette, her türlü felakette, bir yumak halinde birleşmek, o felakete karşı nemelazımcılık yapmadan, sonuna kadar, her türlü imkânıyla -kendisiyle alakalı olmasa bile- destek vermek gibi bir yapısı vardır. Bu yapısını gene izliyoruz, görüyoruz; Allah'a şükür ki, böyle bir yapımız var.

Hükümetimizin, kamu kuruluşlarımızın, milletimizin çabalarıyla, bu depremi de, inşallah, en az hasarla atlatacağız. Ben, yine, buradan, bir kez daha, ölenlere Tanrı'dan rahmet diliyorum, ailelerine başsağlığı diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum ve mal kaybına uğrayan vatandaşlarımıza da geçmiş olsun diyorum; ama, inansınlar, onların bu kayıpları, en kısa zamanda hasar tespiti yapılarak, elden geldiği, yani, imkânlarımız ölçüsünde ve belki fazlasıyla karşılanacaktır.

Başımız sağ olsun ve geçmiş olsun diyor, hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Andican.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, İçel Milletvekili Sayın Turhan Güven; buyurun Sayın Güven.

DYP GRUBU ADINA TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin bir bölümü, dün saat 03.00 sıralarında büyük bir afete maruz kaldı. İstanbul, Yalova, Bursa, Kocaeli, Zonguldak, Sakarya ve Eskişehir İllerimizde, bu illeri ve civar illeri de kapsayan büyük bir deprem olayını yaşadık.

Şu ana kadar, kesin olmamakla birlikte, binlerle ifade edilen vatandaşımız hayatını kaybetmiştir; yine, onbinlerle ifade edilen sayıda vatandaşımız da, bu deprem sonucu yaralanmıştır. Yollar çökmüştür, köprüler harap olmuştur, oteller, konutlar birer kibrit kutusu gibi yıkılmıştır. Gölcük'te orduevi yıkılmıştır, tahrip olmuştur ve daha bu emsal, halen bilmediğimiz tahribat vardır. Şu nedenle böyle ifade etmeye çalışıyorum; çünkü, daha, köylerimizin büyük bir bölümünden de haber alınamamıştır.

Bu deprem sonucunda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Cenabı Hak'tan rahmet diliyorum; gerek Büyük Türk Milletine gerek ölenlerimizin yakınlarına sabırlar diliyorum ve yine, bu olayda yaralanan tüm vatandaşlarımıza da acil şifalar diliyorum.

İşin maddî yönü belki zaman içerisinde düzeltilebilir; fakat, bu şekilde hayatını kaybeden insanların ortaya getirdiği manevî sıkıntı ve üzüntüyü herhangi bir rakamla ifade etmek mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, bu tip olaylar Türkiye'de oluyor. Türkiye'nin, bir fay hattı üzerinde, bir deprem hattı, deprem kuşağı üzerinde olduğu ifade ediliyor; ama, deprem oluncaya kadar -tabiatı değiştiremeyeceğimize göre- kendimizin değişmesi lazım gelirken, biz değişmiyoruz ve her olaydan sonra, neler yapılması lazım geldiği ve neler yapılmadığı hususunu yeniden gündeme getiriyoruz.

Dün, bu olayın vukuundan sonra, Doğru Yol Partisi olarak Genel Başkan Sayın Çiller başkanlığında bir heyetimiz, derhal, bu deprem merkezlerine hareket ettiler ve dün saat 02.00'ye kadar da ancak Yalova ve Gölcük taraflarını dolaştılar. Bu acıyı paylaşmak ve yerinde tespit yapmak üzere giden bu heyetten bana aktarılan bilgiye göre, şu hususlar çok önem arz etmektedir:

Değerli arkadaşlarım, daha, henüz, tatil sitelerinin büyük bölümüne girelememiştir. Buralarda, can kaybı ve maddî kaybın ne olduğuna dair herhangi bir bilgi alınamamıştır. Özellikle Yalova-Gölcük arasında yer alan çok büyük Aydın ve Yüksel sitelerine halen ulaşılamadığına dair haber gelmiştir. Binlerce insanın enkaz altında olduğu ifade edilmektedir.

Bu incelemeler sonucunda, bir koordinasyon noksanlığı olduğu hususu -biraz evvel de ifade etmeye çalıştığım gibi- ancak, olaydan sonra ortaya çıkmıştır.

Sivil savunma teşkilatlarımız, üzülerek ifade edeyim ki, yeterli değildir, yeterli olamamaktadır. Bu koordinasyon eksikliğinde, sivil savunmanın nerede olduğunu -dün televizyonlardan izleyebildiğim kadarıyla ifade etmeye çalışıyorum- vatandaş, muhatap bulamadığını söylüyor. Devlet büyüktür, Türkiye büyük devlettir; ama, Türkiye, bir fay hattı üzerindedir. Böyle büyük önem arz eden -Sayın Bakanım, cumhuriyet tarihinde en büyük deprem olduğunu ifade buyurdular ki, doğrudur- bir deprem sonucunda, bu koordinasyon noksanlığı, ortaya bir şok getirmiştir, bir şaşkınlık getirmiştir: Yolların tahribatı sonucunda ulaşım, enerji, su; hatta, ekmeğin dahi yerine ulaşmadığı noktasındadır.

Türkiye, bu kadar büyük bir depreme muhatap oluyorsa, bakınız, Anayasamızda bir madde var...Gerçi, hükümetimiz, tabiî afet bölgesi ilan etti; ama, dün akşamüzeri alınan bu kararın yeterli olmadığını ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Anayasamızın 119 uncu maddesi önemli bir maddedir. Bu, tüm Türk vatandaşlarını ve tüm görevlileri devreye sokabilecek bir mekanizmanın oluşması için konulmuş bir hükümdür. O da nedir; Olağanüstü hallerdir. Tabiî afet ve ağır ekonomik bunalım sebebiyle olağanüstü hal ilanı olayı, Anayasanın 119 uncu maddesinde yer almıştır.

Sayın Cumhurbaşkanımız, dün, afet bölgesine gitti ve dolaştılar. Şimdi, kendilerinden bir istirhamımız var, bir arzımız var: Sayın Cumhurbaşkanı, kendi başkanlığında, derhal, hükümeti çağırmalı ve bölgede, bu tabiî afetten kaynaklanan, süresi altı ayı geçmemek üzere bir olağanüstü hal ilan etmelidir, edilmesini sağlamalıdır. Bu, bir koordinasyonu sağlar; bu, Türkiye'deki bütün kurum ve kuruluşların devreye girmesini sağlar. Bunu yaptığımız takdirde, bu yaraları daha süratle sarmak durumunda olabiliriz. Yalnız, tabiî afet bölgesi ilan etmenin yeterli olmadığı noktasındaki görüşümüzde ısrarlıyız.

Değerli arkadaşlarım, bir önemli gün içerisinde, bir millî yas günü ilan edilip edilmemesi keyfiyeti takdirlerinize mevdudur; ama, bu kadar önem arz eden ve Türk sanayiinin de büyük bölümünün içerisinde bulunduğu bölgede bir deprem vuku bulmuşsa, burada, enerji sıkıntısı varsa, burada, özellikle vatandaşlarımızın gece çalışmalarına da iştirak ettiği, etmek istediği noktasında bir arzumuz varsa; enerji olmayan yerlerde jeneratörlerle bu işi çözmek daha iyi olmaz mı? Yani, vatandaş, gece de çalışmak istiyor; fakat, biz "gece çalışması yapmamız mümkün değildir -ayrıca, TÜPRAŞ da dün akşam ifade edildi- gece çalışması yapılmaz..." diyoruz; ama, zaman süratle akıp gidiyor. O yığıntı altında kalan vatandaşlarımızı süratle kurtarmanın yolu, sabaha bırakmak olmamalıdır. Hükümet, elindeki bütün imkânları seferber etmeli, jeneratör tedarikinde bulunmalı ve devlet ile milletin el ele bu çalışmasını sağlayarak, gece çalışması mutlaka yapılmalıdır değerli arkadaşlarım; çünkü, teknik aletlerle yapılan çalışmaların yeterli olmadığı ve daha ziyade zarar verdiği de bir tespit noktasıdır. Bu bakımdan, gece çalışmalarını mutlaka sağlamak lazım ve toprak altında kalan binlerce vatandaşımızı da, belki, bu sayede, yeniden Türkiye'ye, Türk Milletine kazandırma imkânına sahip olabiliriz diye düşünüyorum.

Hiç kimseyi suçlama gibi bir niyetimiz yok; böyle acılı günlerde, işin iktidarı - muhalefeti olmaz. Hep beraber, birlikte hareket etmek mecburiyetindeyiz. Her milletvekilinin, yalnız kendi seçildiği bölgenin değil, Türkiye'nin milletvekili olduğuna göre, aynı hassasiyeti taşıyacağından zaten hiçbir kuşkumuz da yok. Bu itibarla, bütün milletvekillerimizin bu bölgeye giderek... Çoğunun, zaten akrabası var, eşi dostu var. Bakınız, bizim Değerli Grup Başkanvekilimiz Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan'ın, halen, toprak altında kalan yakınları var.

Allah, Türk Milletine, bundan daha beter felaketler göstermesin.

Değerli arkadaşlarım, TÜPRAŞ için bazı şeyler söylemek istiyorum. Dün gece televizyondan izleyebildiğim kadarıyla, eski bir yetkili, TÜPRAŞ'ta, böyle bir yangın vukuunda -neler yapılabileceğine dair- bazı önlemler için imkânlar olduğunu söyledi ve bu imkânların neden kullanılmadığını da bilmediğini ifade etti. Bakınız, IMF geliyor, birkaç milyar dolar için bazı çalışmalar yapıyoruz. Türkiye'nin omurgası TÜPRAŞ, büyük bir millî servet. Eğer, zamanında önlem alamazsak, ileride telafisi mümkün olmayan bir zarara, hatta, bu deprem kadar önemli bir afete maruz kalacağız. Umut ediyorum ki, şu anda, gerekli önlemler için her yola başvurulmuştur. Rakamı kesin bilmiyorum; ama, 50 milyar dolar civarında bir millî varlık olduğunu ifade ettiğimiz bu noktada, milletçe ne yapılması lazım geliyorsa –böyle, sabaha bırakmakla, falanla değil– dışarıdan yardım isteniyorsa dışarıdan yardım, çok acil olarak getirilmesi gerekiyorsa çok acil olarak getirilmesi... Çünkü, dün gece, haberlerde, yine, dışarıdan da yardımlar geleceği ifade edildi. O şekilde, yardımların mutlaka getirilmesinin sağlanması ve daha büyük noktalara erişmeden, bu yangının söndürülmesi söz konusu olmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, bunun yanında, Türkiye'nin her yanından... Doğru, yol tıkanıklığı vardır; ama, Türkiye'de, bazı yerlerden –ki, daha evvel ifade etmeye çalıştık, her ile bir havameydanı olayından– yararlanmak da söz konusu olmalıdır. Yani, havameydanlarımız vasıtasıyla, gerek insanlarımızı gerek diğer, gıda, erzak gibi şeyleri, eğer karayolu imkân vermiyorsa, havayoluyla, en yakın noktalara, en yakın havameydanlarına götürmemiz şarttır. Erzurum'dan da, Kars'tan da, Adana'dan da, Mersin'den de, Konya'dan da, bu işleri bilen insanlar... Yani, daha evvel zelzele görmüş insanların, orada yaptıkları işlemler belli, tecrübeleri var. Bu arkadaşlarımızı, bu görevlerle oraya nakletmekte yarar görmekteyiz. Bir yönetici, bir vali arkadaşımız, daha evvel, Erzincan zelzelesinde görev almış, orada başarı sağlamışsa, geçici olarak görev verilsin; ona veya başkalarına... Bu, yalnızca yönetici kadrosu için değil; fiilen çalışan ve bu işi bilen insanlarımızı da oraya nakledelim; iş daha süratli olur. Burada, artık, masraf falan önemli değil. Gerekirse Türk Hava Yolları, gerekirse yabancı şirketlerin uçakları bu işi yapmalıdır, yaptırmamız lazım. Ancak bu şekilde, bu acıyı süratle hafifletme yoluna gitmemiz mümkün olur diye düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, burada, maddî acı ortadan kaldırılabilir; ama, burada, önemli olan, insan hayatıdır. Türk Milletinin, vatandaşlarımızın acılarını dindirmek, çok daha değişik bir önem arz etmektedir.

Biraz evvel de ifade ettim; tabiat, kendi hükmünü icra ediyorsa, onu değiştirmemiz de mümkün değilse, biz değişelim. Biz, bir kere daha böyle büyük acılara muhatap olmamak üzere, ne yapılması lazım geliyorsa, milletçe, hükümetçe, devlet olarak, elbirliğiyle bunu çözmeye çalışalım. Umut ediyorum ki, ilerideki günlerde bu tip acılara bir kere daha muhatap olmayız.

Hepinize saygılar sunuyorum; teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Güven.

Elazığ Bağımsız Milletvekili Sayın Mehmet Ağar, buyurun.

MEHMET AĞAR (Elazığ) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; gerçekten, bütün milletimizi derin bir elem ve ıstırap içerisinde bırakan bu vahim olay karşışında, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bugün, her zamankinden daha fazla olarak milletinin emrinde, hizmetinde ve bu işler neticelenene kadar da, arzu edilen her türlü çalışmayı yapma kararlılığı içerisinde olduğunu göstermiştir.

Görünen şudur ki, ilk andan itibaren tahmin edilebildiği gibi ve gün aydınlandıktan sonra da tahmin edilenin ötesinde, büyük bir felaketle karşı karşıya olunduğu gerçeği, bugün, kabul görmektedir. Büyük bir panik havası vardır, bunun süratle izale edilmesi lazımdır. Eleştirilecek çok konu bulabilmek mümkündür, yapabilmek de mümkündür; ancak, gün, eleştiri gününden ziyade, birlik ve bütünleşmeyle meselelere çözüm bulabilme günüdür ve süratle çözüm bulabilme günüdür; çünkü, toprak altında, büyük ölçüde, büyük sayıda canlar vardır. Yaptığımız birtakım özel temaslar, bu canların var olduğunu göstermektedir; ancak, bunlara ulaşabilme konusunda, hâlâ büyük güçlüklerle karşı karşıya olduğumuz bilinmelidir.

Biraz evvel Sayın Güven'in de ifade ettiği gibi, bundan evvelki depremlerde tecrübe sahibi olmuş, başta mülkî idare amirleri olmak üzere, vali, kaymakam veya şu an müfettiş görevinde olanların ötesinde de her türlü kamu görevi ifa etmiş teknik görevliler başta olmak üzere, bu tecrübeye sahip teknik görevlilerin, Sayın Başbakanın bir talimatıyla geçici olarak görevlendirilmeleri, gerçekten yararlı olabilir.

İletişim sistemlerinin susması, zaten, büyük çapta bir olayın meydana geldiğini kendiliğinden gösteriyordu; ancak, uydu telefonların, SSB telsizleri dediğimiz, orman teşkilatında bulunan, bölge trafik kuruluşlarında bulunan telsizlerin süratle devreye sokulmak suretiyle, hiç olmazsa, bu trafik konusunda, seyrüseferin ve oraya intikali gerekli vasıtaların ve araçların, mutlaka, süratle intikalinin sağlanması konusunda birtakım imkânların yaratılabilmesi söz konusudur.

Bahse konu olmasaydı söylemek istemiyordum; özel şekilde Sayın Bakana ifade edecektim; ancak, burada, bahse konu oldu; gerek Sayın Ayhan gerek Sayın Sayın ve gerekse -bir ölçüde- Sayın Andican konuşmalarında valiler için, bugün, gerek İl İdaresi Kanunu gerek Sivil Savunma Kanununda yeterli ölçüde yetki vardır; her türlü özel sektör vasıtalarından, bu durumlarda, istifade edebilme kanunî yetkisini haizdirler. Bu bakımdan, vinç temin etme, jeneratör temin etme veya sair herhangi bir aracı temin etmekte kanunî bir eksik yoktur. Elbette, daha geniş kanunî yetkilerle kabul görürse tabiî- olağanüstü hal ilanı veya afet bölgesi ilanı; ama, daha sonrasında da, bu mevzuatta daha net şekilde yapılacak ifadelerle, belki, bu imkânlar sağlanabilir; ama, bugünün mevzuatında da böyle bir imkân söz konusudur ve kullanılmalıydı mutlaka; zaman da geçmiş değildir; süratle kullanılmalıdır.

Sanayinin muhtemel problemleri vardır. Türkiye'nin candamarı, atardamarı olan bir bölgedir ve bölgeye olağanüstü göçler vasıtasıyla, Türkiye'deki her coğrafî bölgeyle de organik bağları olan bir bölgedir ve bundan dolayı da zaten büyük bir trafik tahaccümü söz konusu olmuştur. Herkesin yakınlarının, akrabalarının, burada yoğun miktarda ikamet ettiği bir bölgedir. Dolayısıyla, burada, enerji, özellikle akaryakıt meselesi başta olmak üzere, süratli ve gelecekte karşılaşılabilecek muhtemel sıkıntılar üzerinde de çözüm üretme zamanıdır. Dış yardımların organizasyonu, elbette, Dışişleri Bakanlığınca geliş gidişleri koordine edilmekle birlikte, önemli olan, bunların en verimli, en rantabl şekilde ve en süratli bir biçimde bu yerlere aktarılmasıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin millî bir seferberlik havasına önderlik etme mecburiyeti vardır, hizmeti vardır. Zaten, böyle bir gönüllülük de görülmektedir. Sayın Köse'nin konuşmalarında memnuniyetle gördüğümüz bu yardım kampanyalarını -bence, siyasî partilerce ayrı ayrı olması yerine- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Meclis adına doğrudan kendisi organize etmelidir. Bu toplantı biter, bu salondan çıkılır, kan vermeye gidilir. Gördüğüm kadarıyla, burada, o imkân sağlanmış. Maddî anlamda, tabiî, ölçünün ne olduğu önemli değildir; ama, bir standart, Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca, Danışma Kurulu vasıtasıyla toparlanır ve süratle, millete önderlik edecek şekilde, bu çıkışın içerisinde olmak gereği vardır.

Ben, bir konuya katılamıyorum; geçmişte kamu görevlerinde elde etmiş olduğumuz tecrübelere istinaden söylüyorum; eğer, uygun görürse arkadaşlarım, yoğun biçimde heyetlerin oraya gitmesinin hiçbir faydası yoktur; sadece oradaki kamu görevlilerinin görevlerini zorlaştırma gibi bir sonuçla karşı karşıya kalınabilir. Yapılacak iş, yine bu beraberliğin bütün milletimize net bir şekilde gösterilmesi anlamında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının veya uygun bir Başkanvekilinin başkanlığında teşkil edilecek bir heyetin giderek, sadece işi moralize etme açısından, Millet Meclisinin orada var olduğunu göstermesi yeterlidir. Aksi takdirde, yoğun bir milletvekili akımı, oradaki kamu görevlilerinin bu hizmetleri verimli biçimde yapmasına engel teşkil eder. Burada amaç, oradaki hizmetin, bilhassa, öncelikle şu an için, can kurtarma hizmetlerinin birinci planda yapılabilmesidir. Olayın ağırlığı ortadadır. Televizyonlarda geç saatlere kadar yapılan canlı yayınlarda, en çabuk organize olması gereken ve organize olduğunu çok iyi bildiğimiz Silahlı Kuvvetler bile, zamanında alana yayılamamıştır; çünkü, olayın boyutu, kendi bölgelerinde, kendi yerleşim yerlerinde de, maalesef, bu problemler bütün ağırlığıyla varit olmuş ve hepimizin bildiği, şehitlerimizin bile var olduğu gerçeği karşımıza çıkmıştır.

Zor bir olaydır, mücadelesi hakikaten zor olan bir olaydır; ancak, tabiî, burada, önemli olan, artık bu meselenin psikolojik tarafı ağır basmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bizim ölçülerimize göre, bu dediğimiz esaslar içerisinde, milletine önderlik yapma konusundaki hizmetleri, elbette, bu iradesiyle ortaya koyacaktır. Sebatla, iradeyle ve şuurla yapılacak bir mücadele, milletimizi çok büyük zorluklardan, tarihî evvelde, aşırdığı gibi, bu zorlukları da hep birlikte aşabilme imkânına mutlaka sahip olacağız.

Deniz trafiği açısından, tabiî, süratli feribotlar var. Dediğim gibi, her türlü kamu vasıtalarından, özel vasıtalardan istifade edebilme imkânı vardır. İstanbul Belediyesinin işlettiği süratli deniz otobüsleri, süratli feribotlar, çok sayıda var olan helikopter, elbette ki, mutlaka kullanılıyordur. Biraz evvel söylendiği için yeniden söyleme mecburiyetini hissettim; büyük uçakların inemediği; ama, belli ölçüdeki uçakların indiği Cengiz Topel Havaalanı var; gerek askerî gerekse diğer kamu kurumlarında var olan geniş helikopter filoları var, özel sektörde helikopter filoları var; dolayısıyla, Türkiye, artık elli sene veya en azından onbeş sene evvellinin Türkiyesi değil, böyle büyük imkânları var; ama dediğim gibi, bölgenin yaygınlığı, bölgenin geniş bir nüfus alanına sahip olması sonucunda, gerçekten, zor bir mücadeleyle karşı karşıya olduğumuz gerçeğini de şuurumuzdan çıkarmamalıyız.

Hükümetimiz, gerçekten, çok zor ve ağır bir görevle karşı karşıyadır. Biz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyeleri olarak -ki, herkesin hissiyatına tercüman olduğumu zannediyorum- böyle bir hizmete, bize düşecek hizmetlere, ama, gerçekten işe yarayacak şekilde, milletimizin yarasına merhem olacak şekilde, ne varsa, hazır olduğumuzu ifade ediyoruz.

Yüce Milletimize sabır, tahammül gücü, Cenabı Hak'tan ölenlerimize rahmet diliyoruz, yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz. Elbette ki, her türlü hizmete de amade olduğumuzu, bir kez daha, Yüce Milletimize ifade ediyoruz.

Saygılar sunarım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ağar.

Değerli milletvekilleri, birçok milletvekili arkadaşımızın, konuyla ilgili, şahsı adına söz talepleri vardır. Hepsini yerine getirmem mümkün değil; ama, İçtüğüzün 59 uncu maddesinin birinci fıkrasının Başkanlığa vermiş olduğu takdir hakkımı kullanarak, üç değerli milletvekili arkadaşıma da şahısları adına söz vereceğim.

Önce, Sakarya Milletvekili Sayın Ersin Taranoğlu; buyurun efendim.

ERSİN TARANOĞLU (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sayın Başkana söz verdiği için teşekkür ediyorum.

Sözlerimin başında, milletimize, başsağlığı ve geçmiş olsun dileklerimi ifade ediyorum.

Öncelikle, böyle bir çatının altında bulunmaktan, böyle bir çatıya sahip olmaktan gurur duyuyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinin kapısının açık olmasının ne anlama geldiğinin ve bir nimet olduğunun anlaşılması açısından, iyi bir örnek olduğunu ifade etmek istiyorum. Ayrıca, mazisi binlerce yıla dayanan böyle bir devletin mensubu olmaktan da gurur duyuyorum.

Afet karşısında elimizde iki tane büyük güç vardır: Bir tanesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin varlığıdır; ikincisi ise, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığıdır.

Deprem gibi tabiî afetler esnasında, akabinde, söylenecek sözler bellidir. İşi ajite edenler olacaktır, sorumlu davrananlar olacaktır. Ben, şu kanaati şiddetle reddediyorum: "Devleti göremedik" diyenleri, samimî bulmuyorum. Deprem, pazartesiyi salıya bağlayan gece 03.05'te gerçekleşmiştir; saat 03,30'da bakanlıklar açık, ışıkları yanmaktadır; yani, devletin organları ayaktadır. Benim, deprem bölgesinin bir mensubu olarak ilk görüştüğüm kişiler, devletin emniyetidir, polisidir, belediye başkanıdır; yani, devletin kurumlarıdır. Öncelikle, bundan, iftihar etmemiz lazım.

Değerli milletvekilleri, benim seçim bölgem olan Sakarya, en son 1967'de deprem olayına muhatap olan ve depremleri mukayese etmesinde herkesten tecrübeli olan bir vilayettir. Siyasetçi olarak da, Adana, Dinar, Erzincan, Bingöl, Varto depremlerini gören bir kişi olarak, bu deprem, onlardan farklıdır. Gerek devletin gerek siyasetin gerek kamunun bütün kurumlarının ve gerekse medyanın, geçmiş tecrübelerinin hilafına çok farklı davranmak mecburiyetinde olduğu bir günle karşı karşıyayız. Bugün, sorumluluk ve sağduyu günüdür. Bugün, millet düşmanlarının, gelip, deprem bölgelerinde her türlü provokasyonu yapacakları, ajitasyonu yapacakları bir gündür. Böyle günler, hepimizin, millî birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımızın olduğu günlerdir; bunu, ancak, dayanışarak aşabiliriz.

Bugün gerçekleşen deprem, mühendislik ifadesiyle -gerçi, medyanın birtakım yorumları var; bunlara katılmıyorum- 70 kilometre uzunluğundaki bir ana kütlenin yatay 2,6 metre yer değiştirmesidir. 70 kilometre uzunluğundaki bir ana kaya 2,6 metre yer değiştirmişse, o güzergâh üzerindeki her şeyi yok edecektir; onun için, durum, çok vahimdir.

Bugün için devlet, ekmek demektir; bugün için devlet, telefon demektir, elektrik demektir. Bunlar geçecektir; ama, benim, bu kürsüden ve demokrasinin nimeti olarak bu mikrofondan işaret etmek istediğim nokta şudur: Yarın, çok önemlidir; çünkü, meseleye, bir afet bölgesi olarak bakamayız. Bu, bir deprem afeti değildir; bu, bir ekonomik afettir; bu, bir iktisadî afettir; bu, bir sosyal güvenlik afetidir. İşin, ekonomik boyutları vardır, sosyal boyutları vardır, sosyal güvenlik boyutları vardır. Dolayısıyla, meseleyi, bugüne kadar alışılagelen yaklaşımlarla çözemeyiz; çünkü, bulunduğumuz coğrafya, Anadolu'yu Avrupa'ya demiryoluyla bağlayacak kavşaktır, burada problem vardır; yine, Anadolu'yu karayoluyla bağlayacak olan kavşaktır, burada problem vardır. Ekonomik sıklet merkezidir; maliye açısından, vergi gelirleri için büyük anlam ifade eden bir yerdir. Devletin bütün projeksiyonlarında revizyon gerekmektedir; gelir kalemlerinde revizyon gerekecektir, gider kalemlerinde revizyon gerekecektir; dolayısıyla, mesele, Devlet Planlama Teşkilatının bir makro projeksiyonla bakması gereken bir boyut arz etmektedir.

Ortada bir büyük problem vardır; insanların mazileri ve mazileriyle birlikte, bu olayda, gelecekleri yok olmuştur. Sakarya için, önümüzdeki birkaç gün içinde "hayat normale döndü" sözünü duyamayacaksınız; çünkü, diğer depremlerde, işte, ekmektir, sudur, elektriktir; bunların, 24 saat, 48 saat periyotlarında hepsi hallolur, bunlara sevinçler duyulur; sonra, mahalli yöneticiler der ki, dükkânlar teker teker açılıyor; ama, Sakarya boyutunda böyle bir şey söz konusu değildir; şehrin ekonomisini ayakta tutan omurga yok olmuştur.

Şimdi, buna, yeni bir projeksiyonla yaklaşmak lazım. Bugüne kadar söylediğimiz "devlet, baba değildir" mantığını, bu coğrafya parçası içerisinde kaldırmamız lazım; çünkü, vatandaşımız, eski tarihsel geleneği içerisindeki "devlet baba" imajını beklemektedir; çünkü, devlet, ekmektir; devlet, sudur; devlet, elektriktir; devlet, biraz sonra sosyal güvenlik olacaktır.

Olayı şöyle düşünün: 70 yaşında bir insan, emekli ve depreme muhatap oldu, evi yok oldu. Bu insanın bir emekli maaşı var; tamam; ama, bu insanın, hayatını bundan sonra devam ettirecek birtakım argümanları ne kazanacak gücü var ne enerjisi var ne vakti var. Meseleyi, nasıl olsa, size, bir emekli maaşı veriyoruz deyip, göremezsiniz. Dolayısıyla, bu, çok ayrı bir konudur. Belki, buradaki, 5 dakikada, 10 dakikada bakılacak hadise de değildir, Başbakanlık kriz merkezleriyle filan da çözülecek boyutta değildir. Sosyologları, iktisatçıları, ekonomistleri, projeksiyonlarıyla beraber, meseleye uzun boyutlu bakmamız lazım; medyanın, tavrını değiştirmesi lazım; bunu da buradan ifade etmemiz lazım. Çok sorumlu, sağduyulu, herkesin, ama herkesin katkısına ihtiyaç vardır. Her şeyden çok da, deprem bölgesindeki insanların, yaşama azmine ve sevincine ihtiyaçları vardır. O görüntüler, bu azim ve sevinçlere zarar veren gayretlerdir. Bu coğrafyada, hepimizin anneleri var, babaları var, şu anda, enkazların altında cesetlerimiz var, akrabalarımız var, yakınlarımız var; ama, bizim ayakta durmamız lazım. Burada, sosyal dayanışmayla, birliktelikle bunu kaldırabiliriz. Bu da, ancak, moral motivasyonu vermemizle mümkün olabilir.

Buradan, medyaya, toplumun bu yaşama azmini ve sevincini güçlendirecek katkıları da beklediğimi ifade ediyorum ve tekrar, demokrisiye, Türk Devletine şükranlarımı ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Taranoğlu.

Afyon Milletvekili Sayın Gaffar Yakın, buyurun efendim.

GAFFAR YAKIN (Afyon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki bu en büyük deprem felaketinde hayatlarını kaybedenlere Cenabı Allah'tan rahmet, hastalarımıza ve yaralılara acil şifalar dilerim.

Benim konuşma almaktaki yegâne arzum, bu felaketi, daha önce, 1995 yılında bizzat yaşamış bir yörenin insanı olarak, milletvekili olarak, Dinar depreminden bir saat sonra, Dinar yöresinde elektriklerin olmadığı, bütün binaların çöktüğü, akordeon gibi olan beş katlı altı katlı binaların altından feryatların geldiği bir ortamı yaşadık; ama, devletimiz sayesinde, 1995'ten 1999'a kadarki tüm hükümetlerin (53, 54, 55, 56 ve 57 nci hükümetlerin- ve Türkiye'de başbakanlık yapan tüm başbakanların sayesinde, geçen ay, aynı Dinar yöresinin, yeniden modern bir Dinar'ın ortaya çıktığını -hükümetlerimiz ve devletimiz sayesinde- insanlarımızın hepsine işyeri ve evinin verildiğini, sahip çıkıldığını, çok daha büyük bir Dinar'ın inşa edildiğini hep beraber gördük, yaşadık; o sevinci ve devletimize olan güveni gördük. Ben, bu olayı daha önce yaşamış bir insan olarak, bu yörelerdeki insanlarımıza, kardeşlerimize diyorum ki, devletimize ve milletimize inanalım, güvenelim. Bu devlet, tıpkı Sokullu'nun dediği gibi, yelkenlerini atlastan, ipliklerini ibrişimden yapabilecek güce sahip olduğunu Dinar'da göstermiştir; yıkılan Dinar'ın yerine, en kısa zamanda yeni bir Dinar'ı inşa etmiştir. İnanıyoruz ki, bu büyük devlete ve millete inanıyoruz ki, yıkılan tüm binaları ve evleri, işyerlerini mutlaka inşa edecektir; ama, kaybedilenleri geri getirmek imkânımız yok, o noktada da Cenabı Allah'tan sabırlar vermesini diliyorum.

Afyonlular ve Dinarlılar olarak, Dinar'a, o yöremize sahip çıkan, başbakan olarak hizmet eden tüm başbakanlarımıza, Prof. Sayın Tansu Çiller'e, Sayın Mesut Yılmaz Beyefendiye, Sayın Erbakan'a, Sayın Ecevit'e ve ilk gün sabahın 6'sından itibaren Dinar'la uğraşan ve şu ana kadar da her ay yine Dinar'la ilgili rapor alan Sayın Cumhurbaşkanımıza, Dinar Halkı olarak teşekkür ediyorum.

Evet, ilk geldiklerinde, Sayın Cumhurbaşkanımıza ve diğerlerine de protestolar olmuştu; ama, değerli milletvekili arkadaşlarım, bu yörelere gidildiğinde, protesto da yapılsa, insanlarımız o kızgınlıkla bize birtakım sözler de söyleseler, o insanların arasında olup, o insanların problemlerine sahip çıkmak, bugün, onların bizden beklentileridir; yanlarında olduğumuzu görmek istiyorlar.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin coğrafyasını değiştiremeyeceğimize göre, kendimizi değiştirmek zorundayız. Bu, artık, son olmalı. Bu, bir noktadan bakıldığında -araştırma önergeleri verilecek, orada daha da tartışacağız- kendi yanlışlıklarımıza, kendi akıl ve bilimdışı uygulamalarımıza artık bir son vermek için, inşallah, son bir ihtar olur; çünkü, İstanbul'da büyük bir deprem her yüzyılda olur; bu manada -2000 yıllarında bir deprem, devamlı gazetelerimizde yazılıyor, çiziliyordu- İstanbul'un merkez olmadığı bir depremdir; ama, inşallah, İstanbul'un merkez olduğu bir depremi yaşamayız. Bu deprem, bize, akıl ve bilim yolunu açacak; neler yapılması gerektiğini, devlet olarak, millet olarak, belediyeler olarak, insanlar olarak yapmamız için, artık, son bir ihtar olur diyorum.

Devletimizin, hem sağlıkta hem de kurtarmada, acil müdahalede devamlı birimlerinin olmasının ve hazırlanmasının ihtiyacını görüyoruz.

Son söz olarak şunun tekrar altını çizmek istiyorum: Yakınlarını kaybeden bütün o insanlar, evini, damını, işini kaybeden insanlar şuna inansınlar ki, Türk Devleti ve Milleti, büyük bir devlet ve millettir; daha önce olduğu gibi, Dinar'da olduğu gibi, bu bölgeye de sahip çıkacaktır.

Allah, devletimize ve milletimize zeval vermesin.

Hepinize saygılar sunarım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yakın.

Erzurum Milletvekili Sayın Zeki Ertugay, buyurun.

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz, gerçekten, büyük bir deprem felaketiyle karşı karşıyadır. Bu deprem felaketi, hem şiddeti itibariyle hem de kapsadığı alan itibariyle, yakın tarihimizde yaşadığımız en büyük depremdir. Cenabı Allah, milletimizi, böyle büyük felaketlerden, daha beterlerinden korusun.

Deprem felaketinde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, alilelerine başsağlığı diliyorum. Depremden zarar gören, aşağı yukarı 20 milyon kişiyi ilgilendiren bir hinterlanttan bahsediliyor; ama, ben, bunu, ülkemizin tamamının etkilendiği, fiilî olarak zarar gördüğü bir büyük felaket olarak kabul ediyorum. Bu bakımdan, bütün milletimize, tekrar geçmiş olsun diyorum.

Bu ve benzeri felaketler yaşandıktan sonra, hepimiz, çeşitli vesilelerle düşüncelerimizi, duygularımızı ifade ederiz; birlik ve beraberlik çağrılarında bulunuruz. Elbette ki, öyledir; bu tip felaketler sonrasında, milletimiz -çok önemli bir hasleti, özelliği gereği- her zaman birlik, beraberlik içerisindedir ve yaraların sarılması noktasında, herkes, aynı şeyi düşünür, aynı endişeleri taşır.

Bu felaketi, dün, yerinde bulunmuş, yakinen incelemiş ve yaşamış -daha önce de Erzincan depremini bizzat yerinde incelemiş ve müşahede etmiştim- bir insan olarak ifade ediyorum, her depremden sonra söylenenler değişmiyor; aynı şeyleri söylüyoruz. Elbette ki, Türkiye'de, bugün, hükümetimiz, milletimiz, halkımız, herkes, bu konuda, elinden geleni yapmak istiyor ve bu felaketin yaralarının bir an önce sarılmasını istiyor; ancak biz, millet olarak da, yönetim olarak da, yaşayan insanlar olarak da, depremle yaşamaya çok yakın olarak alışmış olmamız gerekirken, depremle birlikte yaşamaya bir türlü alışamadık. Halbuki, çok önemli bir deprem kuşağında bulunuyoruz. Deprem felaketiyle sık sık yüz yüze gelen bir ülke olarak, bugün konuştuğumuz birçok problemi, geride bırakmış olmamız gerekirdi.

Deprem, Allah'ın bir felaketi, Allah'tan gelen bir şey; ama, sonuçları, sonuçlarındaki acıların büyüklüğü Allah'ın takdiri değil. Aynı bölgede iki bina; birisi sapasağlam, birisi üçüncü kata kadar yere gömülmüş ve karşısında çaresiz, ağlayan, bağıran insanlar; ama, hiç kimsenin elinden bir şey gelmiyor. Böyle bir tablo içerisinde, bütün dünya, Türkiye'ye, bir deprem laboratuvarı diye koşarken, ekipler oluşturup süratle intikal sağlarken, maalesef -ben, yaşanılan aczi ve çaresizliği bizzat görmüş bir insan olarak ifade ediyorum- bu konuda illerde, içelerde kriz yönetimleri var -ben, birkaç ilçeye de gittim- bu yönetimlerin, maalesef, ismi hoş geliyor, ama asla fonksiyonel değil.

Bu depremle ilgili olarak ifade etmek istiyorum; derhal bir koordinasyon merkezinin kurulması ve hatta, bir koordinatör valinin bölgede muhakkak surette görevlendirilmesi, daha önceki depremlerde uzmanlık kazanmış olan uzman ekiplerin orada derhal yoğunlaştırılması lazım. Çok basit ihtiyaçlar önemli noktada... Dün Sayın Sakarya Valisinin "bana acele 500 000 ekmek lazım" diye feryadını bizzat kendim duydum, gördüm. İleşitim aracı yoktu, TRT'ye ait bir radyo kanalıyla acil çağrıda bulunuyordu. Yani, böyle bir felaket anında kullanacağımız imkânlarımızın az olduğu kanaatinde değilim; ülkemizin, Allah'a şükür, çok ciddî ve büyük imkânları var, milletimizin güzel hasletleri var; siyasî partiler olarak, yönetimler olarak, devlet adamları olarak, siyasetçiler olarak, hepimiz, bu konularda, derhal, felaket noktasında asla bir farklı düşünceye sapmaksızın konunun üzerine gidiyoruz; imkânlarımız çok; ama, koordinasyonumuz eksik, böyle büyük felaketler anında ne yapacağımızı âdeta şaşırır haldeyiz. Ben, şahsen, belki, konunun uzmanı değilim; ama, Gölcük'teki yangın, lcük'teki deprem sonucunda, herhalde hava, kara, deniz ulaşımının, üç ulaşımın da yoğun olduğu bir bölgede -çok manidardır- ulaşım sıkıntısının çekilmiş olmasını, sadece, bugüne kadar yaşadığımız felaketlerden aldığımız derslerin yeteri kadar olmadığına ve konuştuklarımızın sözde kaldığına bağlıyorum. Onun için, Meclis araştırmasının yeterli olduğunu zannetmiyorum; bu konuda, hükümetin, ilgili bakanımız kanalıyla, derhal, bundan sonraki dönemlerde muhtemel -Allah korusun- gelebilecek felaketlere yönelik olarak birtakım tedbirler geliştirmesi ve kalıcı koordinasyonlar yapacak, ayağı yere basan, Batı'da örneklerini gördüğümüz şekilde, bilinçli profesyonel ekiplerin süratle intikalini sağlayacak bir tedbirler paketini gündeme getirmesi lazım.

Müsaadenizle son noktayı da arz etmek istiyorum: Bugün bir uzmanın ağzından duydum. Daha önce, İstanbulumuzda, herhangi bir deprem felaketi meydana geldiği zaman, neler yapılabilir, hangi tedbirler alınabilir şeklinde bir toplantı ve bir deprem senaryosu toplantısı yapılmış ve bu toplantıda konuşulan konulardan en önemlisi, ilk alınacak tedbir olarak, İstanbul, Türkiye'nin her yöresinden, her ilinden bir parça, Türkiye'nin bir özeti; İstanbul'da olacak bir deprem sonucunda,5 bir felaket sonucunda, Türkiye, İstanbul'a akacaktır; böyle bir felaketin problemlerini çözmeyi, yaralarını sarmayı insanların buraya yoğun olarak akışı önleyecektir.

Hangi tedbirleri alabiliriz?..Bu konuda insan akışının önlenmesi noktası daha önce görüşülmüş, konuşulmuş olmasına rağmen, bu deprem felaketinde yaşadığımız en büyük problem, karayolunun kilitlenmiş olması ve Türkiye'nin oraya akmış olmasıdır.

24 saat gecikmeyle alınmış olan tedbirleri, hükümetin ve ilgililerin, daha önceden, yani deprem meydana gelir gelmez alması noktasında belki daha acil adımlar atması uygun olurdu; bu konuyla herhangi bir eleştiri getirmek istemiyorum, elbetteki mesele hepimizindir.

Bütün milletimize, hepimize, geçmiş olsun diliyorum; ölenlere Allah'tan rahmet diliyorum; Cenabı Allah'ın bir daha böyle felaketlerden milletimizi koruması için niyaz ediyorum ve hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ertugay.

Değerli milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi Gruplarının, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş müşterek grup önerileri vardır; okutup, ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.

IV. – ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. – Ülkemizin bazı bölgelerinde meydana gelen deprem felaketi nedeniyle, Genel Kurulun 23.8.1999 Pazartesi günü saat 15.00’te toplanmak üzere 18.8.1999 Çarşamba gününden itibaren çalışmalarına ara vermesine ve çalışma gün ve saatlerinin yeniden belirlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 18 Ağustos 1999 Çarşamba günü (bugün) yaptığı toplantıda siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, gruplarımızın aşağıdaki müşterek önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

Fikret Uzunhasan İsmail Köse Zeki Çakan

DSP Grup Başkanvekili MHP Grup Başkanvekili ANAP Grup Başkanvekili

Öneri: Ülkemizin bazı bölgelerinde meydana gelen deprem felaketi nedeniyle, Genel Kurulun 18.8.1999 Çarşamba gününden itibaren 23.8.1999 Pazartesi günü saat 15.00'te toplanmak üzere çalışmalarına ara verilmesi; 23.8.1999 Pazartesi günü 15.00-19.00, 20.00-24.00 saatleri; 24.8.1999 Salı gününden itibaren de her gün 10.00-13.00, 14.00-19.00, 20.00-24.00 saatleri arasında kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek üzere çalışmalarını sürdürmesi önerilmiştir.

BAŞKAN – Öneri aleyhinde, Manisa Milletvekili Sayın Bülent Arınç; buyurun efendim.

Süreniz 10 dakikadır.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ülkemizin uğradığı bu büyük felaket karşısında hepimizin büyük bir üzüntü duyduğunu, aynı duygular içerisinde bulunduğumuzu biliyorum; Cenabı Hak başka bir afet göstermesin, beterinden saklasın; ölenlerimize rahmet, kalanlara selamet versin ve inşallah, bu yaralar bir an evvel sarılsın.

Bugün, bir Sayın Bakanın konuşmasının arkasından, bütün gruplar görüşlerini ifade ettiler; bir bağımsız milletvekilimiz konuştu; daha sonra da, Sayın Başkan, takdirleriyle, üç değerli arkadaşımıza, yine, konuyla ilgili söz verdiler; Grubumuza gönderdikleri bir yazıda, bizim Grubumuz içerisinden de konuşmak isteyen olursa, söz verebileceklerini ifade etmişlerdi; Sayın Başkana teşekkür ediyorum. Meclisimizi daha fazla meşgul etmemek düşüncesiyle, ama, şu konuşma süremin içerisinde birkaç konuya temas edeceğim için, bu hakkı bu şekilde kullanacağımızı düşündüm.

Görüyorsunuz ki, hepimiz üzüntülüyüz ve duyguluyuz; ellerimiz alkışlamaya bile varmıyor, aklımız oradadır. Pek çok milletvekili arkadaşımız da, kendi çabalarıyla, duruma yardımcı olabilmek, en azından tespit edebilmek düşüncesiyle, şu anda bu felaket bölgesinde bulunuyorlar.

Değerli arkadaşlarım, benim, arkadaşlarımın konuşmalarına ilave olarak birkaç cümlem şu olacak: Bir defa, devletimiz büyüktür, devletimiz her şeye hâkimdir sözleri... Felaketin içinde yaşayanlar olarak ve bunu bizzat gözlemleyen insanlar olarak -evet, devlet adına her şey söylenebilir; ama- şu felaket anında, devletin kurumlarının tam ve düzgün çalışmadığını herkes görüyor ve biliyor. Bunda, yaşanan felaketin büyüklüğü elbette var; bir panik elbette var; hadise içerisinde çocukları, eşleri kalmış, en yakınları bulunan, bizzat olaya müdahale etmekle görevli kamu görevlilerinin bir şaşkınlığı elbette var; felaket büyük olduğu için, eldeki imkânların yetmemesi elbette var; ama, şu anda bile, saat 12.00 itibariyle, arkadaşlarımız sürekli notlar getiriyorlar; afet bölgesinden aldığımız bilgilerde, yeterli bir çalışmanın yapılmadığı, herkes için yaşadığı felaket büyüktür, herkesin büyük bir şaşkınlık ve üzüntü içerisinde "devlet nerede" feryatlarının duyulduğu söyleniyor. Araca ihtiyaç var, koordinasyona ihtiyaç var, daha büyük bir feragatle çalışmaya ihtiyaç var, bütün Türkiye'nin seferber olmasına ihtiyaç var; dolayısıyla, burada, kendi kendimizi tatmin açısından bu tür şeyleri söylemenin dışında –elbette, hükümet görevini yapıyor ve yapacak; elbette, Meclis yapıyor ve yapacak, hepimiz koşacağız– bir an evvel, bu feryatları dindirmenin, bu sıkıntıları gidermenin yollarını bulmalıyız.

Şu anda, dün akşam televizyonda da izlendi, özellikle, bu tür felaket anlarında, olaya bizzat müdahale etmesi gereken sivil savunmayla ilgili görevli teşkilatın da bir şaşkınlık yaşadığı, kendi görevlilerine bile ulaşmakta zorluk çektikleri ve bu görevlilerin, bu felakete bizzat müdahil olamadıkları açıkça görüldü.

Türkiye ilk defa deprem yaşamıyor. Daha birkaç yıl önce Adana depremi yaşandı. Biraz evvel, Sayın Yakın, Dinar depreminde yaraların sarıldığından bahsetti, bu çok güzel bir şey, bunun çok sebepleri olabilir; ama, birkaç sene önce yaşadığımız Adana depreminin yaralarının hâlâ sarılmadığını, özellikle, Adanalı arkadaşlarımız çok daha iyi biliyorlar. Görevimiz yaraları sarmaktır. Yapılanları alkışlıyoruz, yapılamayanları, ihmal edilenleri veya henüz bitirilemeyenleri, bir an evvel yapmak zorunda olduğumuzu ifade ediyorum.

Bir defa, içimizde, bundan birkaç yıl önce Japonya'ya gitmiş bir arkadaşımız dün anlattı. 95 katlı bir otelin, 95 inci katında bir depreme yakalandığını -özellikle, Japonya zaten önemli bir deprem bölgesi- o gökdelenin aşağı yukarı bu şekilde sarkaç gibi sallanmasına rağmen, binada bir hasar olmadığını söylemişti. Türkiye, depremi ilk defa yaşamıyor. Amerika'yı da yeniden keşfetmeye gerek yok. Önceden tespiti mümkün değil, olay anında müdahale etmek ve depremi durdurmak mümkün değil; ama, bir deprem sonucunda neler yapılabileceği, herhalde, planlanabilir. Birtakım zemin hesaplarıyla, statik hesaplarıyla, binaların yapılış tarzıyla ve görevlilerin, birkaç saat içerisinde olaya nasıl müdahale edecekleri noktasında bilimsel çalışmalar yapılabilir. Ya yapılmamış olduğunu görüyoruz ya yetersiz olduğunu görüyoruz veya koordinasyon eksikliğini görüyoruz. Bir an evvel, en azından, bu deprem sebebiyle bile olsa, bu konuda açığın kapatılması gerektiğine inanıyoruz.

Özellikle, her şeye hâkim olan devletin, şu manzara karşısında bir daha düşünmesi lazım. Trilyonlar verdiğimiz otoyollar çatlıyor, trilyonlar verdiğimiz otoban üzerindeki köprüler bir kâğıt karton gibi yıkılıyor, resmî binalar oturulmaz hale geliyor, ihale suretiyle yapılan pek çok işin içerisinde ne kum ne çimento, hiçbir şey olmadığı için -herhalde onu görüyoruz- çoğunun yerle bir olduğunu görüyoruz. Hırsızlık devam ediyor, ahlaksızlık devam ediyor, denetimsizlik devam ediyor, kontrol mekanizması çalışmıyor. Rüşvetin fır döndüğü bir Türkiye'de, bugün, deprem, en azından içerisinde yaşadığımız kokuşmuşluğu bir kez daha gözlerimizin önüne seriyor. Belki ilk değil ama, son olmasını temenni ediyorum, böyle bir depremin arkasından gördüğümüz olayın vahameti, aklımızı başımıza getirmek için biraz daha yeterli olmalı diye düşünüyorum.

TÜPRAŞ'ta yangın var; bir servettir, aynı zamanda bir tehlikedir. Deprem dolayısıyla, bir Meclis araştırması elbette yapılmalıdır, siyasî partilerimizin hepsi bunu düşünüyorlardır; ama, bu, şu anda derde deva değildir, yaraya merhem değildir; Meclisin el koyması ve sorumluların tespit edilmesi açısından mutlaka yapılması gerekir, Fazilet Partisi olarak buna katkıda bulunacağız.

Daha önceki depremlerde bizzat görev almış bir arkadaşımızdan bu sabah dinlediğim bir konuyu sizlere takdim ediyorum: Şu anda, kurtarma çalışmaları, eldeki imkânlarla devam ediyor. Şu ana kadar tespit edilen ölü sayısı, saat 12.00 itibariyle, 3 000'in üzerindedir; ama, göçük ve enkaz altında kalmış olanlarla -ümit etmiyorum ve Allah'tan niyaz ediyorum ki, sayı artmasın- bu sayı birkaç misline kadar artabilir diye endişem var. Şu anda, kendi tırnaklarıyla bunları kaldırarak, içerisinden yavrusunu kurtarmaya çalışan insanlara, bir an evvel, araç gereçlerle ve görevlilerle müdahale etmemiz lazım. Eğer, görevli olanların dışında, başkaları müdahale etmeye kalkarsa bu aşamadan sonra, içerisinde yaşayan arkadaşımız ifade ediyor ki: "İşin içine soygun da karışabilir, cesetlerin kollarındaki bileziklerden kıymetli eşyalarına, evdeki kıymetli eşyalara kadar -ahlaksızlar var maalesef- bunları böyle bir vesileyle cebine atmaya kalkan insanlar olabilir." Allah korusun. Bu konuya da hükümetimizin dikkatini çekmek istiyorum, arkadaşım beni ikaz etti.

Yine, bir önemli konu değerli arkadaşlarım -akşam televizyonda izlemeye tahammül edemedim- maalesef, birkısım sorumsuz basın -Allah onları ıslah etsin- çıplak kalmış insanı gözümüzün önüne getiriyor; kan damlıyor her tarafından, adamı ekrana getiriyor. Yani, bu doğru bir şey mi arkadaşlar? Biz, bunları görmek zorunda mıyız? Buna, çocuklar, aileler, insanlar tahammül edemiyorlar. Özellikle bir televizyon kanalı, ne kadar kanlı gösterirsem o kadar reytingim artar düşüncesiyle, böyle, hepimizi yerlere baktıran manzaraları, üzen manzaraları ekrana getiriyor. Bunlar yasaklansın. Bunun bir usulü vardır, bunun bir yolu vardır. Biz, felaketi görüyoruz; ayrıca, üstsüz başsız kalmış insanları, her tarafından kan damlayan insanları ekranlara getirmenin bir anlamı yok. Herhalde, Basın Kanununda, RTÜK Kanununda... Şu anda aklıma gelmiyor. Bunları bir hükümet bildirisiyle dahi, belki medya patronlarının dikkatini çekerek "ekranlardan, lütfen, bu sahneleri kaldırın" dememiz lazım. Bu, merhameti celp etmek yerine, başka şeyler çağrıştırabilir; üzüntüleri daha da artırabilir, içeride evladı kalmış, çocuğu kalmış insanların feryatlarını daha da büyütebilir, isyanı daha da artırabilir. Lütfen...Ekranlardan, belki, yıkılmış binaları göstermekte şunda bunda habercilik açısından bir zaruret olabilir; ama, insanların mağduriyetlerini, perişanlıklarını kanlı kanlı ekran önüne getirmenin, ben, çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Bunu da, Değerli Genel Kurulun dikkatlerine arz etmek istedim.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, bir konu daha var, onu paylaşır mısınız bilmem. Arkadaşlarımız, deprem konusunda "bu, tabiî bir afettir" dedi. "Tabiî bir afettir" denilebilir; ama "ilahî bir ikazdır" da demek lazım. İnanan insanlar açısından, Kur'an'da, depremin; yani, zelzelenin yeri var.

BAŞKAN – Sayın Arınç, size 1 dakika eksüre veriyorum; lütfen, tamamlayın efendim.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Sayın Başkanım, biraz evvelki konuşmamı burada yapacağımı söylediğim için, bunu 1 dakika daha artırsanız iyi olur.

Bu ilahî ikazdır ve zelzele, Zilzal Suresiyle Kur'an'da vardır. Âdeta, kıyamet tasvir edilmektedir. Düşünün ki, gecenin saat 3'ünde, herkesin ya yatarken ya çalışırken ya eğlenirken bulunduğu bir saatte bir deprem olacak ve her şey bitecek. İnsanın kıyameti de böyle kopacak, dünyanın kıyameti de böyle kopacak. Mağdurlar varsa, mazlumlar varsa, fakirler, yoksullar varsa, gözü yaşlılar varsa, bunlar gayretullaha dokunuyor. Aklımızı başımıza alalım ve masum insanların, mağdur ve mazlum insanların gözyaşlarını dindirmeye, sorumluluğumuzu daha fazla düşünmeye çalışalım. Ümit ediyorum ki, bu tür felaketlerden Allah memleketimizi de, bütün insanlığı da koruyacaktır.

Danışma Kurulu önerisiyle ilgili olarak bir cümle şunu söylemek istiyorum: Arkadaşlarıma dün de ifade ettim; ama, yine kendi grup önerileri olarak getirdiler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Sayın Başkan, 1 dakika daha rica edeceğim.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Evet, hakkımı suiistimal etmek istemem; ama, biraz evvel konuşan arkadaşlara, konuştuğumuz hadisenin de önemiyle ilgili, bir kısıtlama yapılmamıştı. Sayın Başkanın aynı davranışı bana da göstereceğini düşünüyorum.

Bizim önerimiz şu oldu: Şu şartlar altında Meclisin çalışması mümkün değil; hem moral olarak mümkün değil hem görüntü olarak mümkün değil hem de doğru değil. Ne olur?.. Şu anda, Meclisi, sizin takdir edeceğiniz bir tarihe kadar... Mesela, bu 10 Eylül olabilir. Eylül ayı içerisinde, çıkarmamız gereken kanunlar varsa, gelelim, çalışalım ve çıkaralım. Hükümete hak veriyorum, işkenceyle ilgili yasa mutlaka çıkarılmalıdır, af mutlaka, pişmanlık mutlaka çıkarılmalıdır; yarım kalan Sosyal Güvenlik Kanun Tasarısına devam etmek istiyorsanız, ona da gücümüz yetmez; ama, hepimiz, çocuklarımızın okulları dolayısıyla, 10 Eylülden itibaren zaten Ankara’da olacağız, birbirimizi daha fazla sıkmayalım; 10 Eylülde gelelim, bir haftada istediğiniz kanun tasarı ve tekliflerini burada görüşelim ve çıkaralım. Şimdi, üç gün için bizi gönderiyorsunuz, dördüncü gün buraya tekrar geleceğiz. Millet can derdinde iken, biz sosyal güvenliği tekrar görüşmeye başlayacağız. Marmara Bölgesi işçi yoğunluklu bir yer, sanayi ağırlıklı bir yer. İşçi burnundan solurken, çoluğunun çocuğunun, ailesinin evinin yıkılması karşısında, biz burada oturacağız, çok tepki duyulan bir kanunu -bize göre böyle, size göre böyle olmayabilir- tekrar görüşmeye devam edeceğiz. Etik açısından siz bunu haklı buluyor musunuz?.. Bir defa bu yanlış.

İkincisi, Meclisin şu anda açık olması, depremle ilgili doğrudan ilgilenmesine imkân vermiyor ki. Biz burada olduğumuz zaman, yine kanun görüşeceğiz. Halbuki, şu anda, doğrudan ve dolaylı olarak pek çok milletvekilimiz bu felaketle ilgilidir; gidecektir, koşacaktır, ölüleri kaldıracaktır, kefen bulacaktır, belki, idarecilerle, şu eksiklik var, bunu da giderin diyecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Arınç, lütfen, tamamlayın efendim.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, o açıdan, ben, şu anda, Meclisin, birkaç günlük bir tatil yerine -siz tayin edin- isterseniz 8 Eylül deyin, isterseniz 10 Eylül deyin, 12 Eylül deyin, o tarihe kadar tatile girmesinin daha makul, daha yerinde, daha haklı olduğunu düşünüyorum.

Gelen bu öneriyi, doğrusu, yanlış buluyorum; hem etik açısından hem Meclisin görüntüsü açısından.

Değerli arkadaşlarım, bir defa daha değerlendirirsiniz ve sanıyorum, bütün Büyük Millet Meclisi üyelerimizin üzerinde hassasiyet gösterdiği bir konuyu, yine, hepimizin ittifakıyla, makul olan bir noktaya getiririz.

Bu şekliyle karşıyız. 10 Eylülde gelelim ve hiçbir ara vermeden ekim ayına ve ekim ayından sonrasına çalışmalara devam edelim diyorum.

Sayın Başkana ve siz değerli arkadaşlarıma saygılar, sevgiler sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkanım, müsaade ederseniz, hatibin konuşmasıyla ilgili kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Başbakan.

Efendim, kürsüden konuşabilirsiniz; buyurun.

V. – AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın, Manisa Milletvekili Bülent Arınç’ın konuşması üzerine açıklaması

A. MESUT YILMAZ (Rize) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben de, şimdiye kadar konuşan bütün hatiplerin dileklerine yürekten katılıyorum. Partim ve şahsım adına, bu son afette zarar gören bütün vatandaşlarıma geçmiş olsun diyorum, hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet diliyorum.

Değerli milletvekilleri, biraz önce Fazilet Partisi adına konuşan sayın hatip, devletimizin, Dinar depremi sırasında ortaya koyduğu başarılı örneğin, Adana depreminde tekrarlanamadığını ifade ettiler. Sadece bu konuda açıklama yapmak için söz aldım.

Adana depreminde, yeniden yapımı söz konusu olan konut sayısı, yaklaşık 5 000'dir. Bu konutların hepsi, ekim ayının ilk yarısında hak sahiplerine teslim edilecektir.

Burada, başlangıçtan bu safhaya kadar tekemmül ettirilmesi gereken aşamaların dikkate alınması gerekir. Bir deprem olduğu zaman, evvela, hasar tespiti yapacaksınız; sonra, hak sahiplerini belirleyeceksiniz; sonra, onlara yeni konut yapabilmek için yer tespiti yapacaksınız; tespit ettiğiniz yerin çeşitli açılardan değerlendirilmesi tamamlanacak; sonra, bu yerin tahsisi yapılacak; sonra, burada, konut yapımı için uluslararası finansman temini söz konusu olacak; Avrupa İskân Fonundan kredi temin edeceksiniz. Onlarla, bu finansman temini konusundaki anlaşmaları tamamlayacaksınız. Ondan sonra, projelerinizi -mimarî projelerinizi, statik projelerinizi- yapacaksınız; sonra, bu projeleri, size finansman katkısında bulunacak olan kuruluşa onaylatacaksınız; ondan sonra, ihaleye çıkacaksınız; ihale tamamlanacak; bir firmaya, firmalara vereceksiniz; onlar bu işi alacaklar, tamamlayacaklar, size teslim edecekler ve kabulünü yapacaksınız.

Değerli milletvekilleri, Adana depreminde bütün bu saydığım süreç 15 ayda tamamlanmış olmaktadır. Bu 15 ay zarfında da, devlet, bütün hak sahiplerine, evleri yıkılan bütün vatandaşlarına kira yardımında bulunmuştur; deprem anından, konutların teslimine kadar her ay kira yardımında bulunmuştur.

Binaenaleyh, biraz önce sayın hatibin dile getirdiği "devletin Adana depreminde başarılı bir sınav vermediği" şeklindeki ifadesini hakşinas bir ifade olarak görmediğimi, bu süreç içinde görev yapmış bir arkadaşınız olarak dile getirmek istiyorum.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, söylenecek şeyler var; ama, şimdi yeri değil; yoksa, emin olun söylemek isterdim.

IV. – ÖNERİLER (Devam)

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)

1. – Ülkemizin bazı bölgelerinde meydana gelen deprem felaketi nedeniyle, Genel Kurulun 23.8.1999 Pazartesi günü saat 15.00’te toplanmak üzere 18.8.1999 Çarşamba gününden itibaren çalışmalarına ara vermesine ve çalışma gün ve saatlerinin yeniden belirlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi (Devam)

BAŞKAN – Önerinin lehinde, Sayın Zeki Çakan; buyurun.

Süreniz 10 dakikadır.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; pazartesiyi salıya bağlayan gece, saat 03.00 dolaylarında meydana gelen deprem felaketi nedeniyle toplanan Danışma Kurulu toplantısında görüşülen önerinin lehinde söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Kocaeli, Yalova, İstanbul, Eskişehir, Zonguldak, Bursa İllerini içine alan ve geniş bir alanda etkisini gösteren deprem felaketinde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza, Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar dileyerek, tüm milletimize, geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi, deprem felaketinden sonra, dün, Danışma Kurulunu toplantıya çağırarak, çalışmalarımıza 1 gün ara verdik. Bugün getirdiğimiz öneride de, Meclisi, 23 Ağustosa kadar tatile götürmeyi -iktidar partilerine mensup arkadaşlarımızla yaptığımız toplantıda- uygun gördük.

Değerli arkadaşlarım, biraz önce, Sayın Arınç "siyasî etik açısından Meclisin çalışması uygun değildir" diye ifade buyurdular. Kendi ifadelerine saygı duyuyorum; ama, tam tersini söylemek istiyorum: Milletimiz, böyle bir deprem felaketiyle karşı karşıyayken, oradaki yurttaşlarımız, vatandaşlarımız acı içinde kıvranırken, Meclisin tatile çıkmış olması, acaba, kamuoyunda nasıl yorumlanır?!

Bakın, şunu açıklıkla ifade etmek istiyorum: Meclisimiz, tatile çıkma yerine...

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Deniz kenarına gitmeyeceğiz Zeki Bey; öyle söylemeyin...

ZEKİ ÇAKAN (Devamla) – Müsaade eder misiniz... Fikrimi söyleyeyim...

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Deniz kenarına, 5 yıldızlı otele gitmek için bunu istemiyoruz.

ZEKİ ÇAKAN (Devamla) – Anlıyorum... Onu da ifade edeceğim.

BAŞKAN – Sayın Arınç, lütfen, hatibe müdahale etmeyin efendim.

ZEKİ ÇAKAN (Devamla) – Sayın Arınç, sakın ha yanlış anlamayın. Ben, müsaade ederseniz, sizin dediğiniz olayı da izah etmeye çalışacağım. Ben de, hiçbir zaman, tatile çıkalım da, gidip 5 yıldızlı otellerde tatil yapalım diye, bir arkadaşımızın bu aşamada düşüneceğini ve kamuoyunda böyle yorumlanacağını düşünmüyorum. Müsaade ederseniz açıklayacağım.

Değerli arkadaşlar, hükümetimiz, gerek tasarı ve gerekse daha fazla yetki isteme bakımından, önümüzdeki günlerde yapacağı çalışmalara göre, Genel Kurula ihtiyaç duyduğunda, Genel Kurul desteğini tam olarak arkasında bulabilmeli. İşte, birinci düşüncemiz budur. Dolayısıyla, hükümete tam destek verebilmek, her türlü konuda, milletvekillerimizin, pazartesi gününe kadar, bölgede, gerekli araştırmaları, gerekli çalışmaları ve oradaki gerekli izlenimlerini yaptıktan sonra, Genel Kurulda kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi esnasında da, yine, milletvekillerimizin en etkili olduğu bu Genel Kurulda, hükümeti yakından denetleyebilmek için görevde kalmalarını, biz üç siyasî parti olarak önerdik; çünkü, Genel Kurul çalışmaları sırasında, hükümetimizin yapmış olduğu bütün çalışmaları da yakından izleyerek, gerektiğinde bu kürsüyü kullanarak, milletvekilinin, halkın kürsüsünü kullanarak, eğer hükümetin yapmış olduğu çalışmalarda noksanlıklar varsa, milletvekili de çekinmeden, burada, o noksanlıkları dile getirebilmeli.

Aksi takdirde, biraz önce konuşmacı arkadaşlarımızın da işaret buyurduğu gibi, eğer, bütün milletvekilleri olarak bölgeye gider, bölgede, ister istemez, kendi yakınlarımızı belki... Hiçbir arkadaşımın yapacağını zannetmiyorum; ama, zaman zaman, kamu kurum ve kuruluşlarında görevli arkadaşlarımızın da işine belki müdahale etme gereğini duyarak, organizasyonlarda belirli bozukluklara da sebebiyet verebiliriz. Pazartesi gününe kadar, bölgede, gerekli izlenimleri, gerekli çalışmaları yaptıktan sonra, pazartesi günü de, buradan, çalışmaları çok yakından izleyerek, yanı sıra, Meclis çalışmalarını yapmak; ama, en önemlisi, hükümetin "her zaman, Genel Kurul -Genel Kurul çalışmalarını sürdürdüğü esnada- arzu ettiğim şekilde, benim arkamdadır" diyerek, o zevkle, o şevkle, mağdur olan bu kadar vatandaşımızın arkasında olduğumuzu ifade etmek, herhalde, en doğrusudur diyorum.

Önerinin lehinde oy kullanacağımızı beyan ediyor, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, aleyhinde...

BAŞKAN – Evet.

Önerinin aleyhinde, Sayın Turhan Güven; buyurun efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; büyük milletimiz, elim bir afetle karşı karşıyadır- biraz evvel ifade etmeye çalıştık, bütün grup sözcüleri de bu ifadeleri kullandılar- acı büyüktür, ıstırap, "kurtar" nidalarıyla, bütün şiddetiyle devam etmektedir. Yüce Meclis, bu zamanda müzakere yoluyla, bir zaman harcaması içinde olmamalıdır.

Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı, bugün -rahmetle anıyorum- bir kısmı bu deprem sonunda hayatını kaybeden işçi kesimini, memur kesimini ilgilendiren bir konu. Bu kanun tasarısını görüşerek, yani, pazartesi günü tekrar bu işe başlayarak, biz, bu acıyı paylaşıyor muyuz, yoksa acıyı daha fazla mı artırıyoruz? Olay bu... Yani, 4 ilâ 5 gün içinde acaba bu acıyı paylaşma birdenbire bitecek mi? Yoksa, gerçekten, bu acıyı paylaşmak için milletvekilleri olarak ve bütün millet olarak kendimize düşeni yapmaya devam mı edeceğiz? Kanun çıkarmak, elbette, Meclisin görevidir. Hatta, örnek olarak, bazı arkadaşlarımız, Birinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisini emsal gösteriyorlar; "Kurtuluş Savaşı olurken, Meclis, çalışmalarına devam ediyordu" diyorlar.

Değerli arkadaşlarım, o şart başka, bu şart başka; o gün başka, bugün başka. Bakın, Türkiye'de bugün sanayi felç olmuştur; işçi - her evde demeyeyim ama, belki büyük bir kısmında- bir acıya muhatap olmuştur. Biz, onların bu acılarını sarma yerine "beş gün sonra tekrar bu kanun tasarısını görüşelim" diyorsak, bir yanlışın içinde oluruz.

Peki, ne yapalım? Daha evvelki ifadelere dayanarak söylüyorum. Bu kanun tasarısı, arkasından Pişmanlık Kanunu Tasarısı ve arkasından da Af Yasa Tasarısıyla birlikte, siz, Meclisi, 1 Ekime kadar bir süre dinlendirecektiniz; yani, bu olay vuku bulmasaydı, bu haftanın sonunda bu Meclis, sizin değiminizle, kapanacaktı. Öyle, tatil falan da değil; tatil, Anayasa ve İçtüzükte verilen sürelerdir. Türkiye'de bu saatten sonra, hele, bu ayın sonunda okullar da açıldığına göre, hiçbir milletvekili, öyle, keyfe mayeşa gidip de bir dinlenme içinde olma imkânına da sahip olmayacaktır; hele, bu olaylar vuku bulmuşsa, kendine düşen görevi yerine getirmenin gayreti içerisinde olacaktır.

Siyasî etik yönünden, doğru -Sayın Arınç'a aynen katılıyorum- ama, siyaset yönünden, bu zamanlama yanlıştır. Siz, beş gün daha mı çalışmayı istiyordunuz; o zaman, gelin, bu taraftaki yaraları sarmaya çalışalım, eylül ayında toplanalım; ne beis var? Yani, çıkması sonucunda muhakkak Türkiye'yi kurtaracak birtakım kanun tasarılarını mı kanunlaştırmak istiyorsunuz? Yani, bunlar, onbeş gün sonra, yirmi gün sonra çıkarsa, Türkiye'de, çıkmadığı takdirde bir şeyler mi olacak ki, hemen çıkarma gayreti içindesiniz? Yoksa, bir inadın içinde misiniz; ben dediğimi yaptırırım inadı içinde misiniz? Benim sayısal çoğunluğum vardır, her işi ben böyle arzu ediyorum demenin içinde misiniz; yoksa, gerçekten... Bir af kanununun getireceği sıkıntıyı, bırakın da biraz düşünelim; Eylülün 15'ine kadar düşünelim, 10'una kadar düşünelim. Siz, beş gün çalışmayı öneriyorsunuz; bakın, bizse onbeş gün çalışmayı öneriyoruz. 1 Ekimde açılması lazım gelen Meclisi 15 Eylülde açalım diyoruz, hatta, 10 Eylülde açalım diyoruz. Yani, beş gün yerine -çalışmak istiyorsak ki, istiyoruz denilmektedir- size yirmi günlük bir çalışma süresi veriyoruz; ama, bu tarafta çok önemli bir olay var. Bu olaya, her Türk vatandaşının aynı hassasiyeti göstermesi söz konusu olmalıdır; devlet gösteriyorsa, devlete yardımcı olacaksınız, hükümet gösteriyorsa hükümete yardımcı olacaksınız. O elbirliğiyle, bu acıyı hafifletme yoluna gitmemiz lazım. Yok, ille de bu kanun çıkacak diyorsanız, beş gün sonra geldiği zaman, çok daha değişik bir tepkiyle karşılaşmanız mümkün olabilir değerli arkadaşlarım.

Bu itibarla, bugünden sonra, bu öneri geri alındığı takdirde, Eylül ayında -hangi tarih olursa olsun; ama- Eylülün 10'u ile 15'i arasında bir tarihte, daha fazla çalışma süresini sağlayabilme bakımından ve burada bulunan bütün milletvekillerinin -ben, hepsinin o bölgede bir akrabası, bir tanıdığı, bir dostu olduğunu bilmenin bilinci içinde- o çalışmaya iştirak etmelerini sağlama bakımından, buradan ayrılmalarında yarar gördüğümü ifade etmek istiyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Güven.

FİKRET UZUNHASAN (Muğla) – Sayın Başkan, önerinin lehinde konuşmak istiyorum.

BAŞKAN – Lehinde, Muğla Milletvekili Sayın Fikret Uzunhasan; buyurun.

FİKRET UZUNHASAN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önce, hepimizin başı sağ olsun ve hepimize geçmiş olsun. Ayrıca, bu felakette ölenlere Tanrı'dan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

Ülkemiz, böyle büyük bir felakete maruzken, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, tıpkı İstiklal Savaşında olduğu gibi, çalışarak katkıda bulunması, en doğal olanıdır.

Ancak, bu felaket, ülke nüfusumuzun yaklaşık 1/5'ini barındıran yöremizde meydana gelmiştir; Meclisimizin de, yaklaşık 1/5 milletvekili, felaket yöresi milletvekilleridir. Kaldı ki, bu, insanî açıdan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı dahil, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında bulunan tüm milletvekillerini ilgilendiren bir felakettir. Bu felaket karşısında, millet olarak seferber olmalıyız. Felaketin şokunu atlatabilmek ve felaketzedelerin hemen yanı başında bulunmak, onların isteklerine, ihtiyaçlarına bir nebze yardımcı olabilmek için Meclisin çalışmalarına biraz ara vererek, milletvekillerinin, bu bölgeyle ilgilenmelerini temin etmeliyiz; ancak, burada esas görev, hükümete ve ilgililere düşmektedir. Daha sonra da, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, çalışmaya devam ederek, hükümetin almış olduğu kararlarda veya uygulamalarındaki aksaklıkları denetlemek, bu denetimi temin etmek ve gerektiğinde, önerilen Meclis gündemini değiştirerek –yani sadece kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek değil, gerekirse, Meclis gündemini değiştirerek– o yöne kanalize etmek ve kısaca, çalışmayı devam ettirerek, felaket anına, mahalline ve orada mağdur olan halkımıza destek vermek, Meclisimizin aslî görevidir diyerek, önerimize destek verdiğimizi bildiriyor, hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uzunhasan.

Öneriyi okutuyorum efendim:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 18 Ağustos 1999 Çarşamba günü (bugün) yaptığı toplantıda siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, gruplarımızın aşağıdaki müşterek önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

Fikret Uzunhasan İsmail Köse Zeki Çakan

DSP Grup Başkanvekili MHP Grup Başkanvekili ANAP Grup Başkanvekili

Öneri:

Ülkemizin bazı bölgelerinde meydana gelen deprem felaketi nedeniyle, Genel Kurulun 18.8.1999 Çarşamba gününden itibaren 23.8.1999 Pazartesi günü saat 15.00'te toplanmak üzere çalışmalarına ara verilmesi; 23.8.1999 Pazartesi günü 15.00-19.00, 20.00-24.00 saatleri, 24.8.1999 Salı gününden itibaren de her gün 10.00-13.00, 14.00-19.00, 20.00-24.00 saatleri arasında kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek üzere çalışmalarını sürdürmesi önerilmiştir.

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Öneriyi kabul edenler... Kabul etmeyenler...Öneri kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek üzere, 23 Ağustos 1999 Pazartesi günü Saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 12.39

 

 

VI. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, İlk Defa Memurluğa Atanacaklar İçin Açılan Merkezi Sınava ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü S. Gürel’in yazılı cevabı (7/270)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğini saygı ile arz ederim. 14.7.1999

Mehmet Elkatmış

Nevşehir

Sorular

Hükümetinizce, memuriyete giriş imtihanlarının merkezi sistemle yapılması kararlaştırılmıştır.

1. Bu imtihanlara girmek için kaç kişi müracaat etmiştir?

2. Bu imtihanlar girmek için 10 000 000 - TL (on milyon) kayıt parası, 1 500 000. - TL (birbuçuk milyon) evrak parası alınmıştır? Alınan bu para fazla değil midir? Bu kadar para niçin alınmıştır?

3. Sınava girmek için müracaat edenlerden tahsil edilen toplam para ne kadardır? Bu paralar hangi fonda toplanmıştır? Bu paranın tahsili hangi yasa gereğidir?

4. Başvuruda bulunanlara yazılı imtihan dışında mülakat da yapılacak mıdır?

T.C.

Devlet Bakanlığı 12.8.1999

Sayı : B.02.0.007/0648

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) TBMM Başkanlığının 27.7.1999 tarih ve A. 01.0.GNS.0.10.00.02 - 7/270-976/2845 sayılı yazısı.

b) Başbakanlığın 2.8.1999 tarih ve B.02.0.KKG.0.12./106 - 38/20/3627 sayılı yazısı.

Nevşehir Milletvekili Sn. Mehmet Elkatmış’ın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği, Sayın Başbakanımızın da kendileri adına Bakanlığım Koordinatörlüğünde cevaplandırılmasını istediği 7/270 - 976 esas nolu yazılı soru önergesi cevabı ekte sunulmuştur.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

Prof. Dr. Şükrü S. Gürel

Devlet Bakanı

Nevşehir Milletvekili Sn. Mehmet Elkatmış’ın 7/270 -976 Esas No’lu

Yazılı Soru Önergesi Cevabıdır

1. Merkezi olarak yapılacak İlk Defa Devlet Memuru Olarak Atanacaklar İçin Seçme Sınavının (DMS) başvuruları 21 Haziran - 5 Temmuz 1999 tarihleri arasında ÖSYM tarafından alınmış olup, sınava 198863’ü İlköğretim mezunu, 958034’ü Ortaöğretim mezunu, 116405’i Önlisans mezunu, 148022’si Lisans mezunu ve 3707’si öğrenim durumu belirsiz olmak üzere toplam 1425031 kişi müracaat etmiştir.

2. Başvuru sırasında adaylar Başvuru Belgesi ve DMS Kılavuzu için 1,5 milyon TL. ve sınav ücreti olarak 10 milyon TL. ödemişlerdir. Başvuru sırasında Başvurma Belgesi ve Kılavuz ücretinin % 20’si Valiliklere, Kaymakamlıklara ve ÖSYM Sınav Merkezi Yöneticiliklerine, başvuru sırasında yapacakları harcamalar karşılığı olarak bırakılmış ve Başvurma Belgesi ve Kılavuz ücreti olarak ÖSYM Fonuna 1,2 milyon TL. yatmıştır. Hangi şekilde olursa olsun ÖSYM Fonuna giren paranın % 20’si Hazineye, Savunma Sanayi Destekleme Fonuna ve Afetler Fonuna kesilmektedir.

Bu durumda adaydan alınan 11,2 milyon TL.’den % 20’si kesilerek geriye 8 milyon 960 bin TL. kalmaktadır.

ÖSYM’ye aday başına kalan 8 milyon 960 bin TL.’nin harcandığı yerler şunlardır :

a) Dış ülkelerden ithal edilmiş kağıt kullanılmak suretiyle Başvurma Belgesinin basımı, kılavuzların basımı, bunların paketlenmesi, Valilikler, Kaymakamlıklar ve ÖSYM Sınav Merkezi Yöneticiliklerine gönderilmesi,

b) Başvurma Belgelerinin optik okuyucularda okunması ve bilgilerin bilgisayar ortamına aktarılması,

c) İlköğretim, ortaöğretim, önlisans ve lisans düzeyinde sekiz testin üniversite öğretim üyelerinin de desteğini alarak hazırlanması, soruların denetlenmesi, testlerin oluşturulması ve baskıya hazır hale getirilmesi,

d) Testlerin optik okumaya elverişli cevap kağıtlarının baskısı, sınav binalarına ve salonlarına göre paketlenmesi, bu paketlerin 80 il sınav merkezlerine gönderilmesi,

e) Sınava Giriş ve Kimlik Belgelerinin ÖSYM’de dökülerek adayların adreslerine postalanması,

f) 80 ilde sınavın yapılması ile ilgili olarak sınav evrakının sınav merkezlerine gönderilmesi sınav merkezlerinde yapılan harcamalar, sınav evrakının sınav merkezlerine dağıtımı ve toplanması, sınavda görev alan bina sınav sorumlusu, bina yöneticisi, salon başkanı, gözetmen ve binaların temizliğinde çalışan hizmetlilere zaruri masraflar karşılığı yapılan ödemeler,

g) Sınav evrakının nakli, korunması ve sınavın güvenliği için görevlendirilen nakil kuryeleri, koruma kuryeleri ve Ankara üniversitelerinden sınav merkezlerine gönderilen öğretim üyelerine yapılan ödemeler

h) Cevap kağıtlarının okunması ve sınav sonuçlarının değerlendirilmesi

ı) Fotoğraflı Sınav Sonuç Belgelerinin adayların adreslerine postalanması

i) Adaylara verilen sınav hizmetleri (mektup, telefon vb.)

j) Bilgisayar makineleri ve programları ile ilgili bakım ve yatırımlar

k) ÖSYM personel harcamaları

l) Elektrik, su, yakıt vb. tüm bina giderleri

3. ÖSYM’nin yaptığı sınavlar ve adaylardan aldığı sınav ücretlerinin dayanağı 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 10 uncu maddesidir. Bu madde de, ÖSYM’nin hizmetlerini ücret veya bedel karşılığı yapacağı, toplanan ücret ve bedellerin Yükseköğretim Kurulu Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Fonunda toplanacağı, Fonun yönetim, işletme ve denetim esaslarının Yükseköğretim Kurulunca tespit edileceği hükümleri yer almaktadır.

4. Merkezi sınavda başarılı olmak devlet kamu hizmetinde görev almada tek başına bir hak teşkil etmemektedir. Bu sınavda başarılı olanlar kamu kurum ve kuruluşları tarafından yapılacak memuriyet sözlü sınavlarına katılma hakkını elde etmektedirler.

Ancak, görevin önemi, sorumluluk ve niteliği, görev yerinin özelliği göz önünde bulundurularak bazı hizmet sınıfları ile memuriyet unvanları için kurumlar, merkezi sınav yapıldıktan sonra, Devlet Personel Başkanlığına bilgi verilmek suretiyle ikinci yazılı sınav da yapabileceklerdir. Bu sınava alınacakların sayısı merkezi sınav başarı puan sıralamasına göre yürürlükteki mevzuata uygun olarak atama izni alınmış kadro sayısının dört katını geçmeyecektir.

Sözlü sınava alınacakların sayısı, merkezi sınav başarı puan sıralamasına, kamu kurum ve kuruluşlarınca ikinci bir yazılı sınav yapılmış olması halinde ise bu sınav sonucuna göre yürürlükteki mevzuata uygun olarak atama izni alınmış kadro sayısının iki katını aşmayacaktır.

2. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, medya kuruluşlarına verilen hibe ve kredi miktarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Ali İrtemçelik’in yazılı cevabı (7/271)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğini saygı ile arz ederim. 14.7.1999

Mehmet Elkatmış Nevşehir

Sorular

Basın İlan Kurumunca, hangi yazılı sözlü medya kuruluşlarına (isim isim) kredi veya hibe şeklinde;

1. 1995 - 1996 - 1997 - 1998 ve 1999 yılları arasında ne kadar para verilmiştir?

2. Verilen bu paraların faiz oranları nedir?

3. Verilen bu paralardan ne kadarı geri ödenmiş, ne kadarı geri ödenmemiştir? Geri ödemeyenler kimlerdir ve bunlar hakkında ne gibi bir işlem yapılmıştır?

T.C.

Devlet Bakanlığı

Sayı : B.02.0.0015/263 12.8.1999

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’nın 27.7.1999 tarihli ve KAN. KAR. MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02 - 7/271 - 977/2846 sayılı yazısı.

Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve Bakanlığımız koordinatörlüğünde cevaplandırılması tensip edilen yazılı soru önergesine ilişkin cevaplar aşağıda verilmektedir.

Basın İlân Kurumu’nun görevleri, 195 sayılı Kanun’un 2 nci maddesinde gösterilmiştir. Bu görevler arasında “ Kurumun idaresine iştirak eden mevkûtelere, basın dernek ve sendikalarına en çok beş yıl vade ile kredi açmak” da bulunmaktadır.

Basın İlân Kurumu’nun 1995 - 1996 - 1997 yılları tahsis bilançolarında, mevkûtelere verilmek üzere kredi fonu ayrılmamıştır.

1998 yılı Tahsis Bilançosunda, Kurum Yönetmeliği’nin 104 üncü maddesi uyarınca (45 000 000 000. - )TL tutarında Kredi Fonu tahsis edilmiş, bu fondan Haziran 1999 ayı sonuna kadar Kurum Yönetmeliği’nin 108 inci maddesinde öngörülen teminatları sağlayan İstanbul’da yayınlanan Son Haber Gazetesi (3 600 000 000.- )TL ve --İstanbul Gazetesi ( 4 800 000 000 ) TL. kredi kullanmıştır.

Kurum Yönetmeliği’nin 106 ncı maddesi uyarınca, kredilerin vadesi, taksit zamanı ve miktarı her yıl Mart ayında Yönetim Kurulu tarafından belirlenmekte, uygulanacak faiz oranı da Genel Kurul tarafından her yılın ilk toplantısında tespit edilmektedir. Buna göre 1999 yılında verilecek kredilerin üste sınırı, geri ödemesi bir ay sonra başlamak kaydı ile (4 800 000 000.- ) TL ve faiz oranı da yıllık %50 olarak tespit edilmiştir.

Kredi Fonu’ndan yararlanan yukarıda anılan iki gazete aylık taksitler halinde geri ödemelerini yapmaktadırlar. Geri ödemede aksaklık ve bundan dolayı yapılan bir işlem yoktur.

Öte yandan, yazılı ve sözlü medya kuruluşlarına Basın İlân Kurumu’nca herhangi bir hibe yapılmamıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

Mehmet Ali İrtemçelik Devlet Bakanı

3. – Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı’nın, yayın kuruluşlarının Basın İlân Kurumundan ilân alabilmeleri için gerekli şartlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Ali İrtemçelik’in yazılı cevabı (7/289)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

TBMM İçtüzüğü’nün 96’ncı maddesi uyarınca aşağıdaki sorularımın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

Fahrettin Kukaracı Erzurum

Sorular :

1. Yayın kuruluşlarının Basın İlân Kurumu’ndan ilan alabilmeleri için gerekli şartlar nelerdir?

2. Ankara Gazeteciler Cemiyeti tarafından çıkartılan “24 Saat” adlı yayın, Basın İlân Kurumundan ilan alabilmek için gerekli şartları taşımakta mıdır? Bu yayının tirajı nedir?

3. 24 Saat adlı yayın bugüne değin Basın İlân Kurumu’ndan kaç Türk lirası tutarında ilan almıştır?

4. Ankara Gazeteciler Cemiyeti tarafından çıkartılmakta olan “24 Saat” adlı yayının üzeri satış fiyatı nedir? Basıldığı matbaa dışında herhangi bir gazete bayiinde satışa sunulmakta mıdır? Taşıdığı nitelikler itibarı ile bu yayın, “naylon gazete” sayılabilir mi?

5. 24 Saat adlı gazetenin, Ankara Gazeteciler Cemiyeti yayını olmak dışında herhangi bir özelliği bulunmakta mıdır? Adı geçen yayın, Ankara Gazeteciler Cemiyeti yayını olmasaydı taşıdığı şartlarla yine Basın İlân Kurumu ilanlarını kullanabilir miydi?

T.C. Devlet Bakanlığı 12.8.1999 Sayı : B.02.0.0015/264

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’nın 27.7.1999 tarihli ve KAN. KAR. MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02 - 7/289 - 1085/3071 sayılı yazısı.

Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı’nın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve Bakanlığımız koordinatörlüğünde cevaplandırılması tensip edilen yazılı soru önergesine ilişkin cevaplar aşağıda verilmektedir.

1. 195 sayılı Kanun’un 29 uncu maddesinde tarifi yapılan resmî ilânlar, aynı Kanun’un 31 inci maddesi uyarınca; Kurum şubesi bulunan yerlerin belediye hudutları içinde bu şubelerce; diğer yerlerde ise valilikler aracılığı ile yayınlatılmaktadır.

Anılan Kanun’un 32 nci maddesi : “ Resmî ilânlar, fikir ve içtihat farkı aranmaksızın 34 üncü madde mucibinde vasıfları tespit edilecek olan mevkûtelere Basın İlân Kurumu Genel Kurulu’nun tespit edeceği esaslar dahilinde dağıtılır” hükmünü amirdir.

Yukarıda sözü edilen 34 üncü maddenin birinci fıkrasında, resmî ilân verilecek mevkûtelerin vasıflarının; münderecat, sayfa sayı ve ölçüsü, kadro, fiili satış, en az yayın hayatı süresi bakımlarından ve uygun görülecek diğer yönlerden Basın İlân Kurumu Genel Kurulu’nca tespit edilmesini öngörmektedir.

Basın İlân Kurumu Genel Kurulu bu hükme dayanarak; resmî ilân ve reklamların dağıtımı ve yayınlama esasları ile bunları yayınlayacak mevkûtelerin vasıflarını, ödevlerini ve uygulamaya ilişkin sair hususları, 15 Şubat 1977 tarihli ve 67 sayılı Karar’la düzenlenmiştir. Bu Karar 5 Mart 1977 tarihli ve 15869 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Buna göre, günlük gazetelerle diğer mevkûtelerin, resmî ilân ve reklamları yayınlama hakkının doğması için, yayınlandıkları yerlere göre, bu Karar’ın ilgili bölümlerinde öngörülen şart ve vasıfları haiz olmaları, yazılı olarak bunları yayınlama talebinde bulunmaları, Kurum Yönetmeliği ve bu Karar’la yükletilen ödevleri kabul ederek vaktinde yerine getirmeleri gerekmektedir.

Resmî İlân yayınlama hakkı kazanmak isteyen gazetelerin taşımaları gereken münderecat, yüzölçümü, kadro, fiili satış, en az yayın hayatı süresi ve diğer vasıflar ile bu gazetelerin yerine getirmek zorunda olduğu ödevler 67 sayılı Genel Kurulu Kararı’nın 17-36 ncı maddelerinde yer alan Genel Hükümler’de gösterilmekte ayrıca, Kurum’un şubesi bulunan yerlerde yayınlanan gazetelerin vasıfları ve ödevleri aynı Karar’ın 46 - 60 ıncı maddeleri arasında yer almaktadır.

2. Bu Karar’ın bekleme süresine ilişkin 24 üncü maddesinin değişik ikinci fıkrası “ Kurum Genel Kurulu’nda temsilci bulunduran Gazeteciler Derneklerinin yayınlayacakları gazetelerden yalnız birinin bekleme süresi üç aydır” hükmünü taşımaktadır.

Aynı Karar’ın 46 ncı maddesinin ikinci fıkrasında, yukarıda anılan gazetelerin münderecat yüzölçümü ve kontenjan durumları dışında, meslek gazeteleriyle aynı hükümlere tabi olacağı öngörülmektedir.

Bu durumda; merkezi Ankara’da bulunan ve Kurum Genel Kurulu’nda temsil edilen Gazeteciler Cemiyeti’nin yayınladığı “24 Saat Gazetesi” münderecat, yüzölçümü ve resmî ilân kontenjanı dışında, meslek gazetelerinin hükümlerine tabidir.

67 sayılı Genel Kurul Kararı’nın 55 inci maddesinin (D) fıkrası uyarınca, meslek gazetelerinin, fiili satışı, bayiler eliyle yapılan satışlar ile bedelleri tahsil edilmiş aboneleri toplamı en az (1 000) olmalıdır. “24 Saat Gazetesi” nin, aynı Karar’ın 31 inci maddesi uyarınca Basın İlân Kurumu’na intikal ettirdiği Haziran 1999 ayına ilişkin İcmal Varakası’na göre (1 066) abonesi mevcuttur.

3. 67 sayılı Genel Kurul Kararı’nın 61 inci maddesinin A ve D fıkralarına uygun olarak resmî ilân kontenjanı tespit edilen “24 Saat Gazetesi”, Basın İlân Kurumu’nun aracılığı ile 1998 yılında toplam olarak (24 519 224 470. -) TL tutarında ilân yayınlamıştır. 1999 yılı Haziran ayı sonuna kadar yayınladığı resmî ilânların tutarı (14 387 200 000. -)TL’dir.

4. Anılan Genel Kurul Kararı’nın değişik 54 üncü maddesinin son fıkrası, günlük gazetelerin beher nüshasının satış fiyatının, Katma Değer Vergisi dahil, (10 000. - ) TL’den az olamayacağını öngörmektedir. Aynı Karar’ın 58 inci maddesinin (D) fıkrasının (a) bendi ise, mesleki gazetelerin abone bedellerini yukarıda belirtilen 54 üncü maddede öngörülen asgari satış fiyatının altına düşmemek üzere,kendi günlük satış fiyatı ile abone süresinin çarpımı sonucu bulunacak meblağdan az olmayacağını işaret etmektedir.

“24 Saat Gazetesi” nin üzerinde yazılı olan satış fiyatının (10 000. - ) TL, haftada bir gün çıkmayan bu gazetenin yıllık abonenin bedelinin (3 080 000. - ) TL olduğu anlaşılmıştır. Bu gazete bayiler aracılığıyla satılmamakta, abone sistemi ile okuyucularına gönderilmektedir. Öte yandan Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Naylon Basın” deyimine rastlanılmadığından, “Taşıdığı nitelikler itibarı ile bu yayın, “naylon gazete” sayılabilir mi? sorusuna cevap vermek mümkün olmamıştır.

5. “24 Saat Gazetesi”, yukarıda da sözü edidiği üzere, Kurum Genel Kurulu’nda temsil edilen Ankara Gazeteciler Cemiyeti’nin imtiyaz sahibi olması sebebiyle, 67 sayılı Genel Kurul Kararı’nın 24 üncü maddesinin ikinci fıkrası ile 46 ıncı maddesinin ikinci fıkrasından yararlanmıştır. Anılan Gazete, Ankara Gazeteciler Cemiyeti’nin dışında bir başka kuruluşa devredilmesi halinde, sözü edilen Genel Kurul Kararı’nın 33 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca, resmî ilân ve reklam yayınlama hakkını kaybedecektir.

Bilgilerinize arz ederim.

Mehmet Ali İrtemçelik Devlet Bakanı

4. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün, şahin kuşu yumurtalarının yurtdışına kaçırıldığına ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in yazılı cevabı (7/299)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın birden fazla bakanlığı ilgilendirmesi sebebiyle Başbakan Sayın Bülent Ecevit tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda gereğini arz ederim.

Saygılarımla.

Saffet Arıkan Bedük Ankara

1. Başta Kayseri İli bölgesinde olmak üzere Anadolu’nun değişik vilayetlerine gelen Suriye’li ve Avrupalı kişilerin doğanın nesli tükenmekte olan önemli canlı varlıklarından Şahin kuşunun yumurtalarının, kuluçka mevsimi olan Mayıs - Haziran aylarında yurt dışına kaçırıldığı duyumları mevcuttur. Doğru mudur? Bu kişiler tespit edilmiş midir? Bunlara ne gibi cezalar verilecektir?

2. Bundan sonra kaçırılma olayına karşı ne gibi tedbirler almayı düşünüyorsunuz?

3. Kaçakçılık mevzuatına dahil edilmesi suretiyle tedbir almayı düşünüyor musunuz?

T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 16.8.1999 Sayı : KKD. SÖ.1.01/1855

Konu : Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başbakanlığın 2.8.1999 tarih ve B.02.0.KKG.0.12/106 - 37/13/3634 sayılı yazı ekinde bakanlığımıza gönderilen, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’nın 27.7.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02 - 7/299 - 1099/3101 sayılı yazısının eki olan, Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’e ait Şahin kuşu konulu yazılı soru önergesine ilişkin, Bakanlığımız görüşleri ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp Tarım ve Köyişleri Bakanı

Esas No : 7/299 - 1099

Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün, Şahin kuşu konulu yazılı soru önergesinde yer alan, bakanlığımızla ilgili sorular ve bunlara ait cevaplar aşağıda belirtilmiştir.

Soru 1. Başta Kayseri İli bölgesinde olmak üzere Anadolu’nun değişik vilayetlerine gelen Suriye’li ve Avrupalı kişilerin doğanın nesli tükenmekte olan önemli canlı varlıklarından Şahin kuşunun yumurtalarının, kuluçka mevsimi olan Mayıs - Haziran aylarında yurt dışına kaçırıldığı duyumları mevcuttur. Doğru mudur? Bu kişiler tespit edilmiş midir? Bunlara ne gibi cezalar verilecektir?

Cevap 1. Bakanlığımıza şu ana kadar, kaçakçılık yapıp yakalanan kişiler olduğuna dair herhangi bir bilgi intikal etmemiştir.

Soru 2. Bundan sonra kaçırılma olayına karşı ne gibi tedbirler almayı düşünüyorsunuz?

Cevap 2. Bilindiği üzere, ülkemiz ekolojisinde önemli yere sahip olan yırtıcı kuşlar, ülkemizin onayladığı Nesli Tehlikede Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine ilişkin Anlaşması (CITES - 1973) ve Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi (Bern 1974) uyarınca koruma altında olup, söz konusu şahin ve doğan kuşlarının ülkemizde yakalanması, avlanması, öldürülmesi, bunların veya yavrularının alıkonulması (beslenmesi), yumurtalarının toplanması, yurt dışına çıkarılması 3167 sayılı Kara Avcılığı Kanunu uyarınca yasak bulunmaktadır.

Şahin ve doğan kuşları koruma altında olmasına rağmen özellikle, Ortadoğu ve Avrupa ülkelerinde büyük rağbet gördüğünden, bu işle uğraşan bazı kimselerin kendilerini bilim adamı veya zengin işadamı olarak tanıttıkları ve ülkemizde taşeronlar kullanarak bu kuşların yumurta ve yavrularının kaçakçılığını yaptıkları duyumları bakanlığımıza daha önce ulaşmıştır. Bu duyumları dikkate alan bakanlığımız, alınması gerekli tedbirler itibariyle 1.6.1999 tarihinde 80 İl müdürlüğü ve 13 tahaffuzhane ve gümrük veteriner müdürlüğünü uyarmıştır.

Soru 3. Kaçakçılık mevzuatına dahil edilmesi suretiyle tedbir almayı düşünüyor musunuz?

Cevap 3. 3167 Sayılı Kara Avcılığı Kanunu ile bu kanuna istinaden çalışan Merkez Av Komisyonu kararları uyarınca, söz konusu hayvanlar korumaya tabi olup; bu hayvanların avlanmaları, yakalanmaları ve nakledilmeleri yasaktır.

5. — Diyarbakır Milletvekili Osman Aslan’ın, Türkiye Ziraî Donatım A.Ş.’nin personel maaşlarını zamanında ödemediği iddialarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın yazılı cevabı (7/300)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sayın başkanım aracılığınızla aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Yüksel Yalova tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Osman Aslan Diyarbakır

1. Türkiye Ziraî Donatım A.Ş.’nin memur ve işçi personel maaşlarını 15.7.1999 tarihinde ödemesi gerekirken ödeme zamanı geçmesine rağmen ödenmediğinin nedeni?

2. Kurumun mevcut gayri menkul ve benzeri kaynaklarını başka kurum ve kuruluşlara devir edip etmediği, etmemişse maaş ödeme amacında kullanıp kullanmayacağı?

3. Kurum kendi imkânları ile maaş ödemeyecek durumda ise maaş ödeme amacıyla bir kaynak arayışı içinde olup olmadığı?

T.C. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı 16.8.1999 Sayı : B.02.1.ÖİB.0.10.06.00/4066

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı

Genel Sekreterliğine

İlgi : 29.7.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/300-1113/3170 sayılı yazınız.

Türkiye Ziraî Donatım A.Ş.’nin personel maaşlarını zamanında ödemediği iddialarına ilişkin olarak Diyarbakır Milletvekili Sn. Osman Aslan’ın soru önergesinde yer alan sorular, sırasıyla ele alınarak cevaplandırılmıştır.

S-1. Türkiye Ziraî Donatım A.Ş.’nin memur ve işçi personel maaşlarını 15.7.1999 tarihinde ödemesi gerekirken ödeme zamanı geçmesine rağmen ödenmediğinin nedeni?

C-1. Bilindiği gibi, Özelleştirme Yüksek Kurulunun 11.3.1998 tarih, 98/25 sayılı Kararı ile özelleştirme kapsam ve programına alınan Türkiye Ziraî Donatım A.Ş.’nin (şirket) satış, işletme hakkı verilmesi, kiralama ve işin gereğine uygun sair hukukî tasurruflar yöntemlerinden bir veya birkaçının birlikte veya ayrı ayrı kullanılması suretiyle, kapsama ve programa alınma tarihinden itibaren 18 ay içerisinde özelleştirilmesine karar verilmiştir.

Anılan şirketle ilgili olarak bu süreç içerisinde yapılan malî düzenlemeler ve gerçekleştirilen nakit aktarımları şöyledir.

4046 sayılı Kanunun (Kanun) 4/f ve 20/A maddeleri çerçevesinde; şirket sermayesi önce 19 trilyon TL’den 30 trilyon daha sonra da 30 trilyon TL’den 40 trilyon TL’ye artırılmış ve artırılan tutarların tamamı idare tarafından taahhüt edilmiştir.

Taahhüt edilen toplam 21 trilyon TL, aylık ihtiyaç bildirimlerine bağlı olarak şirkete aktarılmıştır. Yine idare tarafından borçlanma yoluyla sağlanan kaynaklar sonucunda 2 680 milyar TL, maaş, ücret ve çeşitli finansman ihtiyaçlarında kullanılmak üzere borç alarak aktarılmıştır.

Temmuz 1999 tarihi içerisinde şirket tarafından maaş ve ücret ödemelerinde kullanılmak üzere özelleştirme fonu mevcutları da dikkate alınarak sadece 100 milyar TL aktarılabilmiştir. Ancak yukarıda da değinildiği gibi bilahare 2-4.8.1999 tarihleri arasında fonun borçlanmasına bağlı olarak şirkete toplam 3 trilyon TL aktarılmıştır.

Şirket, kendi ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde nakit üretememektedir. Bu sebeple şirketin maaş ve ücret ödemeleri genellikle sermayeye mahsuben yapılan aktarmalarla yerine getirilmektedir.

Yine şirket tarafından sermayenin 50 trilyona çıkarılması önerisi idaremizce incelenmekte olup, en kısa zamanda sonuçlandırılacaktır.

S-2. Kurumun mevcut gayrimenkul ve benzeri kaynaklarını başka kurum ve kuruluşlara devir edip etmediği, etmemişse maaş ödeme amacında kulanıp kulanmayacağı?

C-2. 4046 sayılı Özelleştirme Kanununun 2/i maddesi gereği Özelleştirme Yüksek Kurulunun “millî güvenlik ve kamu yararı” değerlendirmesine bağlı olarak aldığı kararlar neticesinde şirketin bazı gayrimenkulleri çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına devredilmiştir. Bu devirler sonucu elde edilen gelirler mezkûr Kanun gereği özelleştirme fonuna aktarılmaktadır. Kuruluşların fonda toplanan kaynakları kullanımı ise yine mezkûr kanun gereği sermaye ödemeleri veya borçlanma şeklinde olmaktadır.

S-3. Kurumun kendi imkânları ile maaş ödeyemeyecek durumda ise maaş ödeme amacıyla bir kaynak arayışı içinde olup olmadığı?

C-3. Şirket, mevsim koşullarının olumsuz seyri ve ülkemizde daha çok talep daralması olarak kendini gösteren global krizin tarım araçları ve traktör sektörünü de olumsuz etkilemesi sonucu planladığı satışlarını gerçekleştirememesi nedeniyle nakit üretme ve dolayısıyla ihtiyaçlarını finanse etme açısından zor durumdadır. Bu durumun giderilmesine dönük olarak şirket tarafından kampanyalı satışlar düzenlenmesine rağmen beklentiler karşılanmamıştır. Ancak idare tarafından gerek sermaye borcuna mahsuben gerekse borç olarak aktarılan kaynaklarla bu tıkanıklık kısmen atlatılmışıtr.

Bilgilerinize arz ederim.

Yüksel Yalovo Devlet Bakanı

6. — Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, Adıyaman ve ilçelerinde kuraklık nedeniyle zarar gören buğday üretcilerinin borçlarının ertelenmesine ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in yazılı cevabı (7/321)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıda belirtilen yazılı soruların Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp tarafından cevaplandırılması hususunu arz ve talep ederim.

Saygılarımla.

Dengir Fırat Adıyaman

Adıyaman İlinde bu yıl yaşanan kuraklık nedeniyle gerek çayır ve mera alanlarında ve hububat ekim alanlarında büyük hasarlar meydana gelmiştir.

İlde kurulan hasar tespit komisyonunun 15.7.1999 tarih ve 2 no.’lu kararı uyarınca

Buna göre;

a) Adıyaman merkez ilçeye bağlı 108 köyde 6 400 çiftçi ailesine 916 100 Da. tarım alanında buğday ekimi % 60 oranında zarar ve ziyana uğramıştır.

b) Kahta İlçesine bağlı 60 köyde 1 019 çiftçi ailesine ait 157 383 Da. tarım alanındaki buğday % 55 oranında zarara uğramıştır.

c) Tut İlçesine bağlı 12 köyde 1 050 çiftçi ailesine ait 36 000 Da. tarım alanındaki buğday ürününde % 70 oranında zarar tespit edilmiştir.

d) Samsat İlçesine bağlı 16 köyde 448 çiftçi ailesine ait 70 915 Da. tarım alanındaki buğday ürününün % 55 oranında zarar gördüğü.

e) Besni İlçesine bağlı 59 köyde 1 016 çiftçi ailseni ait 165 410 Da. tarım alanındaki buğday ürününün % 55 oranında zarar gördüğü.

f) Gölbaşı İlçesine bağlı 19 köyde 877 çiftçi ailesine ait 35 600 Da. tarım alanında buğday ürününde % 55 oranında zarar olduğu.

g) Gerger İlçesine bağlı 7 köyde 15 çiftçi ailesine ait 35 600 Da. tarım alanındaki buğday ürününde % 60 oranında zarar olduğu.

Kısaca bu ilçelerdeki 281 köyde 10 825 çiftçi ailesinin 1 383 913 Da. tarım alanında % 60 oranında zarar tespit edildiği belirtilmiştir.

Bu nedenle Adıyaman İline 16 606 000 kg tohumluk buğday tahsis edilmesi gerektiği belirlenmiştir.

Bu durumda

Soru 1. İhtiyaç olduğu belirtilen 16 606 000 kg tohumluk tahsisi ne zaman yapılacaktır?

Soru 2. % 60 hasar gören çiftçinin T.C. Ziraat Bankası borçlarının faizsiz, bir yıl ertelenmesi düşünülmekte midir?

Soru 3. Çiftçinin Maliyeye olan vergi borçlarının silinmesi veya ertelenmesi düşünülmekte midir?

T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurul Başkanlığı 16.8.1999 Sayı : KDD-SÖ.1.01/1851

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 3.8.1999 gün ve A.01.0.GNS. 0.10.00.02-7/321-1220/3344 sayılı yazınız.

İlgide kayıtlı yazınız ekinde gönderilen Adıyaman Milletvekili Dengir Fırat’a ait yazılı soru önergesine ilişkin Bakanlığımız görüşleri ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp Tarım ve Köyişleri Bakanı

Adıyaman İlinde bu yıl yaşanan kuraklık nedeniyle gerek çayır ve mera alanlarında ve gerekse hububat ekim alanlarında büyük hasarlar meydana gelmiştir.

İlde kurulan hasar tespit komisyonunun 15.7.1999 tarih ve 2 no.’lu kararı uyarınca; Adıyaman İline bağlı, Merkez, Kahta, Tut, Şamsat, Besni, Gölbaşı ve Gerger ilçelerine balğı toplam 281 köyde, 10 825 çiftçi ailesinin 1 383 913 Da. buğday alanında % 55-70 oranlarında zarar tespit edildiği belirtilmiştir. Bu nedenle Adıyaman İline 16 606 000 kg tohumluk buğday tahsis edilmesi gerekmektedir.

Bu durumda;

Soru-1. İhtiyaç olduğu belirtilen 16 606 000 kg tohumluk tahsisi ne zaman yapılacaktır?

Cevap-1. 10 Ağustos 1999 tarihinde Bakanlar Kurulunda görüşülerek kabul edilen Karar ile 1999 yılında tabiî afetlerden zarar gören çiftçilere tohumluk temini için Bakanlığımıza 30 trilyon TL kaynak sağlanmıştır.

Soru - 2. % 60 hasar gören çiftçinin T.C. Ziraat Bankası borçlarının faizsiz, bir yıl ertelenmesi düşünülmekte midir?

Cevap-2. Ülkemizde meydana gelen tabiî afetlerle ilgili olarak afete maruz çiftçilere Bakanlığımızca 2090 ve 5254 sayılı Kanunlar ve bu Kanunlara bağlı olarak çıkarılan kararnameler çerçevesinde yardımlar yapılabilmektedir.

5254 sayılı Kanuna göre ekiliş ve ürünleri % 40 ve üzeri zarar gören ve bu durumları İl İhtiyaç Komisyonlarınca tespit edilen üreticilere tohumluk yardımı yapılabilmektedir.

2090 sayılı Kanuna göre tarımsal varlıkları % 40 ve üzeri zarar gören ve bu durumları İl Hasar Tespit Komisyonlarınca tespit altına alınan üretcilerin hayvan kayıpları afet fonundan aynî olarak karşılanmaktadır.

10 Nisan 1999 tarihinde yayımlanan “Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilerin Borçlarının Ertelenmesi” hakkındaki kararname ile sadece tohumluk borçlarının ertelenmesi hükmü değiştirilerek bitkisel üretimle ilgili tüm borçların ertelenmesi sağlanmıştır.

Çiftçilerin T.C. Ziraat Bankasına ve Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçlarının ödeme süresi, çeşitli mahsullerden ortaya çıkan alacakları dikkate alınarak, 30 Eylül 1999 tarihinden itibaren üç ay süre ile cezaî faiz uygulanmadan Aralık/1999 sonuna kadar uzatılmıştır.

Komisyon kararları Bakanlığımıza intikal ettiği takdirde çiftçi borçlarının ertelenmesi için talepleri doğrultusunda ilgili kredi kuruluşlarına gönderilecektir.

Soru-3. Çiftçinin maliyeye olan vergi borçlarının silinmesi veya ertelenmesi düşünülmekte midir?

Cevap-3. Cevap (2)’de açıklandığı üzere ülkemizde meydana gelen tabiî afetlerle ilgili olarak afete maruz çiftçilere, Bakanlığımızca 2090 ve 5254 sayılı Kanunlar ve bu Kanunlara bağlı olarak çıkarılan Kararnameler çerçevesinde yardımlar yapılabilmektedir.

7. — Samsun Milletvekili Ahmet Demircan’ın, Samsun İli Vezirköprü İlçesinde yaşanan dolu afetinde zarar gören çiftçilere yardım yapılıp yapılmayacağına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in yazılı cevabı (7/332)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp tarafından, delaletlerinizle, yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 28.7.1999 Ahmet Demircan Samsun

1. Samsun İlinin Vezirköprü İlçesinde ve köylerinde 20.6.1999 tarihinde dolu afeti yaşanmış ve 29 köyü kapsayan ekili arazi üzerinde yüzde 45 oranında zarara neden olmuştur. Bakanlığınızca yürütülen zarar tespit çalışmaları ve kıymetlendirme çalışmaları ne aşamadadır?

2. Dolu afetinden 731 aile ve 6 bin 851 kişi zarar görmüştür. Bu ailelerin vakî zararlarının karşılanması için destek sağlanmış mıdır? Destek sağlanmamış ise, ne zaman destek sağlanacaktır?

3. Bakanlığınızın ilgili afetten zarar gören nüfusa sağlayacağı, zarar tazmin veya destek miktarı toplamı ne kadardır?

T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 16.8.1999 Sayı : KDD.SÖ.1.01/1853

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 3.8.1999 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-1369 sayılı yazınız.

İlgide kayıtlı yazı ekinde gönderilen Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Demircan’a ait 7/332-1243 Esas No.’lu ve Amasya Milletvekili Akif Gülle’ye ait 7/340-1269 Esas No.’lu yazılı soru önergelerine ilişkin bilgiler ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp Tarım ve Köyişleri Bakanı

Yazılı Soru Önergesi

Önerge Sahibi Milletvekili : Ahmet Demircan Samsun Milletvekili

Esas No. : 7/332-1243

Soru 1. Samsun İlinin Vezirköprü İlçesinde ve köylerinde 20.6.1999 tarihinde dolu afeti yaşanmış ve 29 köyü kapsayan ekili arazi üzerinde % 45 oranında zarara neden olmuştur. Bakanlığınızca yürütülen zarar tespit çalışmaları ve kıymetlendirme çalışmaları ne aşamadadır?

Cevap 1. Samsun İli Vezirköprü İlçesinde 20.6.1999 tarihinde meydana gelen dolu afeti ile ilgili hasar tespit çalışmalarına başlanmış olup; 32 köy 929 çiftçi ailesine ait 4 020 dekar alanda ön tespitler yapılmış ve hasar tespit çalışmaları devam etmektedir.

Soru 2. Dolu afetinden 731 aile ve 6 bin 851 kişi zarar görmüştür. Bu ailelerin vaki zararlarının karşılanması için destek sağlanmış mıdır? Destek sağlanmamış ise, ne zaman destek sağlanacaktır?

Cevap 2. Ülkemizde meydana gelen tabiî afetlerle ilgili olarak afete maruz çiftçilere Bakanlığımızca 2090 ve 5254 sayılı Kanunlar ve bu kanunlara bağlı olarak çıkarılan kararnameler çerçevesinde yardımlar yapılabilmektedir.

5254 sayılı Kanuna göre ekiliş ve ürünleri % 40 ve üzerinde zarar gören ve bu durumları İl İhtiyaç Komisyonlarınca tespit edilen üreticilere tohumluk yardımı yapılabilmektedir.

2090 sayılı Kanuna göre tarımsal varlıkları % 40 ve üzeri zarar gören ve bu durumları İl Hasar Tespit Komisyonlarınca tespit altına alınan üreticilerin hayvan kayıpları “Afet Fonu” ndan aynî olarak karşılanmakta ve mevcut kararnameye göre tüm tarımsal kredi borçları 1 yıl faizsiz olarak ertelenebilmektedir.

10 Nisan 1999 tarihinde yayımlanan “Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilerin Borçlarının Ertelenmesi” hakkındaki kararname ile sadece tohumluk borçlarının ertelenmesi hükmü değiştirilerek bitkisel üretimle ilgili tüm borçların ertelenmesi sağlanmıştır.

Çiftçilerin T.C. Ziraat Bankasına ve Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçlarının ödeme süresi, çeşitli mahsullerden ortaya çıkan alacakları dikkate alınarak, 30 Eylül 1999 tarihinden itibaren üç ay süre ile cezaî faiz uygulanmadan Aralık/1999 sonuna kadar uzatılmıştır.

Toprak Mahsulleri Ofisine yeterli kaynak sağlanarak hububat alım bedellerinin kararnamede belirtilen sürelerde ödenmesi temin edilmiştir.

10 Ağustos 1999 tarihinde Bakanlar Kurulunda görüşülerek kabul edilen Karar ile 1999 yılında tabiî afetlerden zarar gören çiftçilere tohumluk temini için Bakanlığımıza 30 trilyon TL kaynak sağlanmıştır.

Soru 3. Bakanlığınızın ilgili afetten zarar gören nüfusa sağlayacağı zarar tazmin veya destek miktarı toplamı ne kadardır?

Cevap 3. Mevcut kanun ve kararnameler çerçevesinde tabiî afetlerden zarar gören çiftçilere Bakanlığımızca nakdî yardım yapılmamaktadır.

8. — Amasya Milletvekili Akif Gülle’nin, soğan üretimine ve üreticilerine ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in yazılı cevabı (7/340)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Akif Gülle Amasya

Sorular :

1. Ülkemizde soğan ekilen arazi ve yıllık üretim miktarı nedir?

2. Üretilen soğanın ne kadarı iç piyasada tüketilmekte, ne kadarı ihraç edilmektedir?

3. Bakanlık olarak bugüne kadar soğan üreticilerine ne gibi yardımlarda bulundunuz veya bulunmayı düşünüyor musunuz?

4. Soğana taban fiyat verilmediğinin sebepleri nelerdir?

5. Bugün için soğanın maliyetinin altında satılması nedeniyle üreticiler büyük bir mağduriyetin içerisine girmişlerdir. Bakanlık olarak soğan üreticilerinin mağdur edilmemesi için banka kredilerinin ertelenmesi gibi bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?

T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 16.8.1999 Sayı : KDD.SÖ.1.01/1853

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 3.8.1999 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-1369 sayılı yazınız.

İlgide kayıtlı yazı ekinde gönderilen Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Demircan’a ait 7/332-1243 Esas No.’lu ve Amasya Milletvekili Akif Gülle’ye ait 7/340-1269 Esas No.’lu yazılı soru önergelerine ilişkin bilgiler ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp Tarım ve Köyişleri Bakanı

Yazılı Soru Önergesi

Önerge Sahibi Milletvekili : Akif Gülle Amasya Milletvekili

Esas No. : 7/340-1269

Soru 1. Ülkemizde soğan ekilen arazi ve yıllık üretim miktarı nedir?

Cevap 1. Ülkemizde soğan ekim alanı 1997 ve 1998 yılı itibariyle 105 000 hektar olup, üretim miktarları 1997 yılında 2 100 000 ton, 1998 yılında ise 2 270 000 ton olmuştur.

Soru 2. Üretilen soğanın ne kadarı iç piyasada tüketilmekte, ne kadarı ihraç edilmektedir?

Cevap 2. 1997 yılında 19 452 000 $ değerinde 114 053 ton, 1998 yılında ise 26 050 736 $ değerinde 144 543 ton ihracat yapılmıştır. Üretilen soğanın büyük bir kısmı iç piyasada tüketilmektedir. 1997 yılında üretimin % 5’i, 1998 yılında ise üretimin % 6’sı ihraç edilmiştir.

Soru 3. Bakanlık olarak bugüne kadar soğan üreticilerine ne gibi yardımlarda bulundunuz veya bulunmayı düşünüyor musunuz?

Soru 5. Bugün için soğanın maliyetinin altında satılması nedeniyle üreticiler büyük bir mağduriyet içerisine girmişlerdir. Bakanlık olarak üreticilerin mağdur edilmemesi için banka kredilerinin ertelenmesi gibi bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?

Cevap 3 ve 5. 5254 Sayılı Kanuna göre kuraklık, hastalık veya herhangi bir sebeple tarımsal işletme ve ürünlerde en az % 40 oranında hasara uğrayan ve bu durumları İl veya İlçe Hasar Tespit Komisyonlarınca belirlenen üreticilerin günü gelmemiş borçları bir yıl süre ile ertelenebilmektedir.

Erteleme nedenleri bulunmamakla birlikte makul ve önceden tahmini mümkün olmayan (çalınma, çürüme, yanma, düşük gelir elde edilmesi ve borcunu ödeyecek başka da gelirinin bulunmaması, ürünün işletme dışına taşınması ve saklanması sırasında yanması veya üreticilerin kişisel sorunlarından dolayı iyi niyetlerine rağmen zorunlu olarak borcunu ödeyememesi gibi) hallerde, o yılki alacak için üreticiler vade tarihinden itibaren bir yıla kadar ek süre verilebilmesi mümkün olabilmektedir.

Erteleme veya ek süre verme üreticinin talebi üzerine yapılmakta ve T.C. Ziraat Bankası bu alacaklarına ek süre sonunda, yürürlükteki faiz oranına Merkez Bankasından alınamayan destekleme primi oranı eklenmek suretiyle bulunan faiz oranı uygulanmaktadır.

Diğer taraftan, durumları 99/12637 sayılı “Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilerin Borçlarının Ertelenmesi” hakkındaki Bakanlar Kurulu Kararı kapsamına uyan çiftçilerin T.C. Ziraat Bankasına olan borçları bir yıl süre ile faizsiz ertelenebilmektedir.

Çiftçilerin T.C. Ziraat Bankasına ve Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçlarının ödeme süresi, çeşitli mahsullerden ortaya çıkan alacakları dikkate alınarak, 30 Eylül 1999 tarihinden itibaren üç ay süre ile cezaî faiz uygulanmadan Aralık/1999 sonuna kadar uzatılmıştır.

Yukarıda sıralanan durumlar dışında kalan sebeplerden dolayı, üreticilerinin bankaya olan borçlarının ertelenmesi sözkonusu değildir.

Soru 4. Soğan taban fiyat verilmediğinin sebepleri nelerdir?

Cevap 4. Ülkemizde serbest piyasa koşullarına geçilmesi amacıyla desteklenen ürün sayısı azaltılmaktadır. Ayrıca cumhuriyetin hiç bir döneminde soğan, desteklenen ürünler arasında yer almamıştır.

 

BİRLEŞİM 54’ÜN SONU