DÖNEM : 21 YASAMA YILI : 1

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 7

 

37 nci Birleşim

22. 7. 1999 Perşembe

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Kırıkkale Milletvekili Hacı Filiz’in, Kırıkkale’de meydana gelen tabiî afete ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın’ın cevabı

2. – Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan’ın, tabiî afetlere karşı alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın’ın cevabı

3. – Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın’ın; Kırıkkale Milletvekili Hacı Filiz ile Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan’ın, tabiî afetlere ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşmalarına cevabı

4. – Manisa Milletvekili Ekrem Pakdemirli’nin, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanununun aksadığı iddia edilen yönlerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Hikmet Uluğbay’ın istifasıyla boşalan Devlet Bakanlığına, Bursa Milletvekili Recep Önal’ın atanmasının uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/300)

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Sıvas Milletvekili Abdüllatif Şener ve 34 arkadaşının, bazı gizli bilgi ve belgelerin bazı aracı kuruluşlara sızdırılarak borsada haksız kazanç sağlandığı iddialarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/45)

2. – Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç ve 20 arkadaşının, Elazığ İlinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/46)

3. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya ve 19 arkadaşının, ulusal kemik iliği bankası kurulması amacıyla Dr. Oktar Babuna tarafından başlatılan kampanya hakkındaki iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/47)

IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Saymanlığının Ekim, Kasım ve Aralık 1998 Ayları Hesaplarına Ait Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (5/1) (S.Sayısı : 56)

2. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Saymanlığının Ocak, Şubat ve Mart 1999 Ayları Hesabına Ait Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (5/2) (S.Sayısı : 57)

3. –  Türkiye Büyük Millet Meclisi Saymanlığının Nisan, Mayıs ve Haziran 1999 Ayları Hesabına Ait Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (5/3) (S.Sayısı : 58)

4. – Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı; Bolu Milletvekili Avni Akyol’un, 22.6.1965 Tarihli ve 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Ek Bir Madde Eklenmesiyle İlgili Kanun Teklifi ile Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, Millî Eğitim Temel Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair ve 22.6.1965 Tarihli ve 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Ek Bir Madde Eklenmesiyle İlgili Kanun Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/496, 2/177, 2/184, 2/185) (S.Sayısı : 51)

5. – Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/429) (S. Sayısı : 52)

V. – ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. – (8/2) esas numaralı genel görüşme önergesinin görüşme günü ile gündemdeki yerine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

VI. – SEÇİMLER

A) KOMİSYONLARDA BOŞ BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonunda boş bulunan üyeliklere seçim

VII. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın partilerine sataşması nedeniyle konuşması

2. – Sıvas Milletvekili Abdüllatif Şener’in, Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt’un gruplarına sataşması nedeniyle konuşması

3. – Konya Milletvekili Ömer İzgi’nin, Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan’ın partilerine sataşması nedeniyle konuşması

VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın’ın, Siirt 50. Yıl SSK Hastanesinin sağlık personeli ihtiyacına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’ın yazılı cevabı (7/96)

2. – Bursa Milletvekili Teoman Özalp’in, basit usulde vergilendirme sistemine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın yazılı cevabı (7/105)

3. – Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün, zeytin ve zeytinyağı üreticilerinin sorunlarına ve zeytinyağı borsası kurulup kurulmayacağına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun yazılı cevabı (7/132)

4. – Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın’ın, Siirt – Şirvan Cevizli Beldesi köy ve mezra yollarının yapımına ve Köy Hizmetlerine bağlı geçici işçilerin kadro sorununa ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’ın yazılı cevabı (7/146)

 

 

 

I.– GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açılarak iki oturum yaptı.

Erzincan Milletvekili Sebahattin Karakelle, son günlerde yurt genelinde ve Erzincan ilinde tırmanma eğilimi gösteren terör olayları ve Başbağlar katliamına,

Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu, 1998 - 1999 öğretim yılının değerlendirilmesi ve eğitim sorunlarına,

Denizli Milletvekili Beyhan Aslan’da, Denizli’de yaşanan tekstil krizine,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan :

Başbakan Bülent Ecevit’e, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’nin,

Turizm Bakanı Erkan Mumcu’ya, Devlet Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in,

Devlet Bakanı Hasan Gemici’ye, Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’ın

Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’e, Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün,

Devlet Bakanı Tunca Toskay’a, Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ün,

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mustafa Cumhur Ersümer’e, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’ın

Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’na, Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu’nun,

Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e, Kültür Bakanı M. İstemihan Talay’ın,

Kosova’ya gidecek olan Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in ve

Kırgızistan Cumhuriyetine gidecek olan Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’e, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun,

Vekâlet etmelerinin uygun görülmüş olduğuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkereleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Çankırı Milletvekili Hüseyin Karagöz ve 21 arkadaşının, Çankırı İlinin ekonomik, sosyal, kültürel ve kentsel (10/42),

Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız ve 24 arkadaşının, zeytin ve zeytinyağı üreticilerinin (10/43),

Sorunlarının araştırılarak, alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla ve,

Konya Milletvekili Remzi Çetin ve 31 arkadaşının, MGK için hazırlandığı iddia edilen bir rapor konusunda (10/44)

Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemde yerini alacağı ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmelerin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklı’nın, (6/17) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sorunun geri verildiği bildirildi.

Görüşmelerine devam edilen İthalatta Haksız Rekabetin Önlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/463) (S.Sayısı : 41) ile,

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/409) (S.Sayısı : 29) ve,

Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurlar Kanunu ile Askerlik Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının (1/434) (S. Sayısı : 39)

Yapılan görüşmelerden sonra kabul edilip kanunlaştıkları açıklandı.

Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısının (1/496, 2/177, 2/184, 2/185) (S. Sayısı : 51) tümü üzerinde bir süre görüşüldü.

Alınan karar gereğince, 22 Temmuz 1999 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşime 21.53’te son verildi.

Nejat Arseven

Başkanvekili

Cahit Savaş Yazıcı Hüseyin Çelik

İstanbul Van

Kâtip Üye Kâtip Üye

 

 

 

 

No. : 37

GELEN KÂĞITLAR

22.7.1999 PERŞEMBE

Teklifler

1. – Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak’ın; 1.3.1926 Tarih ve 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 312 nci Maddesinin Son Fıkrasına Bir Cümle Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/192) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.7.1999)

2. – Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak’ın; 1412 Sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi (2/193) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.7.1999)

3. – Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak’ın; 13.5.1981 Tarih ve 2461 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun Son Fıkrasının Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Teklifi (2/194) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.7.1999)

4. – Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak’ın; 4.1.1961 Tarih ve 211 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ve 27.7.1967 Tarih ve 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun İki Cümlesinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanun Teklifi (2/195) (Anayasa ve Millî Savunma Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:19.7.1999)

Meclis Araştırması Önergeleri

1. – Sıvas Milletvekili Abdüllatif Şener ve 34 arkadaşının, bazı gizli bilgi ve belgelerin bazı aracı kuruluşlara sızdırılarak borsada haksız kazanç sağlandığı iddialarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/45) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.7.1999)

2. – Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç ve 20 arkadaşının, Elazığ İlinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/46) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.7.1999)

3. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya ve 19 arkadaşının, ulusal kemik iliği bankası kurulması amacıyla Dr. Oktar Babuna tarafından başlatılan kampanya hakkındaki iddiaları araştırmak amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/47) (Başkanlığa geliş tarihi:16.7.1999)

 

 

 

 

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

22 Temmuz 1999 Perşembe

BAŞKAN : Başkanvekili Nejat ARSEVEN

KÂTİP ÜYELER : Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Mehmet AY (Gaziantep)

 

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 37 nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, Kırıkkale’de meydana gelen tabiî afetle ilgili olarak söz isteyen Kırıkkale Milletvekili Hacı Filiz’e aittir.

Buyurun Sayın Filiz. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır efendim.

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Kırıkkale Milletvekili Hacı Filiz’in, Kırıkkale’de meydana gelen tabiî afete ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın’ın cevabı

HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kırıkkale İlimizde 5 gün önce, 18 Temmuz Pazar günü meydana gelen sel felaketiyle ilgili görüşlerimi arz etmek için huzurunuzdayım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sel felaketinde hayatlarını kaybeden hemşerilerime Allah’tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı diliyorum. Yine, sel felaketinde yaralananlara acil şifalar diliyor, afetten zarar gören bütün hemşerilerime geçmiş olsun diyorum.

Sayın milletvekilleri, son iki yıldır Kırıkkale olarak başımıza gelmedik felaket kalmadı. Pazar günü meydana gelen sel felaketi, iki yıl içerisinde yaşadığımız üçüncü sel felaketi. Yine, 250 000 nüfusu göçe zorlayan mühimmat fabrikasındaki patlamayla birlikte iki yılda, 4 felaket... İkinci sel felaketi, 1988’in temmuz ayında oldu. Keskin, Çelebi, Karakeçili İlçelerimizde, belde ve köylerde meydana gelen dolu yağışı tarım arazilerini harap etti. Üçüncü sel felaketini ise, bundan 5 gün evvel, pazar günü yaşadık. Sağanak yağmur ve dolu, Kırıkkale’yi âdeta bir harabeye çevirdi.

Sayın Valimiz, milletvekili arkadaşlarımız ve Belediye Başkanımızla beraber felaketten zarar gören bölgelerde incelemelerde bulunduk. Kırıkkale Merkez İlçemize bağlı Sanayi, Gündoğdu ve Bahçelievler Mahallelerinde hasar çok büyük; yüzlerce ev oturulamayacak durumda; sel kanalları yapılmadığından, dere ıslahı yapılmadığından yollar viraneye dönmüş, asfaltları sel suları paramparça etmiş.

Balişeyh, Sulakyurt, Delice ve Yahşihan İlçelerimizin köy ve beldelerinde ise, tarım arazileri, tarlalar, bağ ve bahçelerde ürün kalmamış durumda. Valilikçe oluşturulan kriz masası selden zarar gören bölgelerimizde hasar tespit çalışmalarına devam etmekte.

Değerli milletvekilleri, 3 Haziran 1997 tarihindeki sel felaketinde olduğu gibi, Kırıkkale, yine afet bölgesi ilan edilecek. Kırıkkale Belediyesine İller Bankasından gelen gelir yine üç misli artacak. Bu para, belediyemize, Kırıkkale’de meydana gelen afetten dolayı veriliyor, şartlı olarak veriliyor.

3 Haziran 1997 tarihindeki sel felaketinden sonra, Kırıkkale’nin tabiî afet bölgesi ilan edilmesinden dolayı Kırıkkale Belediyesine verilen para 567 milyar lira, bugünün 1,5-2 trilyon lirası. Eğer bu para belediyemizce sel felaketine sebep olan dere ıslahı için kullanılsaydı, sel kanallarının yapımında kullanılsaydı, bugün, belki, bu felaketi yaşamayacaktık. Afet bölgesi ilanından sonra, belediyenin geliri üç misline çıkacak. Bu verilen paralar, sel felaketlerinin meydana gelmesini önleyici tedbirleri almak için kullanılmalı, bunun dışında kullanılmamalı, kullandırılmamalı. Belediyelere bu para şartlı olarak veriliyor; dere ıslahı ve sel kanallarının yapımında kullanılma şartı getirilirse, Kırıkkale, bu tür felaketleri inşallah bir daha yaşamaz.

Değerli milletvekilleri, 3 Temmuz 1997 tarihindeki mühimmat fabrikasının imla bölümünde meydana gelen patlama, bu üç sel felaketine eşdeğerde Kırıkkale’ye zarar verdi. Patlama sonucu, Kırıkkale’de yaşayan 250 000 insan Kırıkkale’den göç etti. O gün -bugün olduğu gibi- valilikçe oluşturulan kriz masası, bütün hasarların tespitini yaptı. Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, parti genel başkanları, bakanlar Kırıkkale’ye akın etti; gerekli bütün yardımların yapılacağına söz verildi. Verilen sözlerden gerçekleşenler oldu, gerçekleşmeyenler oldu. Gerçekleşmeyen ve geç gerçekleşen sözler, devleti temsil eden valimizi ve milletvekillerini zor durumda bıraktı.

Değerli milletvekilleri, patlamanın olduğu tarih 3 Temmuz 1997, cam paralarının ödendiği tarih 25 Mart 1998, yani, ödeme on ay sonra yapıldı.

Yine, patlama sonucu, yüzlerce işçinin çalıştığı fabrika yok oldu. Kırıkkale’ye 15 kilometre uzaklıktaki Bedesten mevkiinde tekrar kurulmasına söz verilen imla işletmesini Kırıkkale iki yıldır bekliyor, hâlâ bir haber yok ve bu fabrikanın dolum tesisleri Elmadağ’a taşındı. Patlamadan darbeyi yiyen Kırıkkale bir darbe de böyle yedi. Bu konuda, Sanayi Bakanından, Kırıkkale halkı ilgi bekliyor.

Değerli milletvekilleri, patlama sonucu, SSK Hastanesi iki yıldır tamirde, hâlâ bitmedi; Kırıkkale esnafı çok zor durumda, sanayici zor durumda kaldı, Kırıkkale’ye yapılan sanayi yatırımları durdu. Patlamadan önce, 1991 yılında 2 603 dolar olan fert başına düşen millî gelir, beş yıl içerisinde, 1996 yılında 3 904 dolara çıkmıştı; beş yıl içerisinde 1 301 dolar fert başına düşen millî gelir artışı vardı Kırıkkale’nin.

BAŞKAN – Sayın Filiz, sürenize 1 dakika ilave ettim; buyurun efendim.

HACI FİLİZ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yine, 1995 yılında Türkiye’nin yüzde 7,2 gelişme hızına karşı yüzde 9,6 gelişme hızını, 1996 yılında ise Türkiye’nin yüzde 7 gelişme hızına karşı yüzde 12,5 gelişme hızını yakalayan Kırıkkale’nin, sel felaketleri ve bu patlama sonucunda -1997 yılında Türkiye’deki gelişme hızı yüzde 7,5 olurken- gelişme hızı eksi 4,8 oldu; yani, gelişmesi düştü.

Değerli milletvekilleri, bu afetler sonucu Kırıkkale’de fakirleşme olacağı belliydi. Gelişen, kazanan, devletine çok iyi vergi ödeyen Kırıkkale’de gelişme durdu ve gerilemeye başladı. Bunun önlenmesi için, o dönemde bir kanun teklifi verdim ve Plan ve Bütçe Komisyonu ve Maliye Bakanlığınca olumlu karşılanmasına rağmen, sonradan vazgeçildi. Aynı kanun teklifini tekrar verdim; inşallah, bu dönemde, hükümetimizce olumlu karşılanır ve Kırıkkale, yine, gelişen Kırıkkale olur, büyüyen Kırıkkale olur.

Sayın Başkanı ve Meclisi saygıyla selamlıyor, hepinize teşekkür ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Filiz.

Gündemdışı ikinci söz, tabiî afetlerle ilgili alınacak tedbirler hakkında söz isteyen Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan’a aittir.

Buyurun Sayın Ayhan. (FP sıralarından alkışlar)

2. – Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan’ın, tabiî afetlere karşı alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın’ın cevabı

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; tabiî afetler ülkemizde sık sık cereyan etmekte, büyük can ve mal kaybına sebep olmaktadır. Hemen, Erzincan’ı, Senirkent’i, Çorum’u, Amasya’yı ve birçok afet olan bölgeleri hatırlarsak, mal ve can kaybının boyutları hakkında yakın hafızamızı tazelemiş oluruz. Ayrıca, binaların dışında da, onbinlerce, yüzbinlerce dönüm tarım alanları, tarım ürünleri zarara uğramakta ve çiftçilerimiz de perişan olmaktadır.

Bu vesileyle, tabiî afetlerin bu bilançosuna baktığımız zaman, afet öncesi ve afet sonrası süratle tedbir almak gerekmektedir.

Afet öncesi tedbirler meyanında, afetle ilgili eğitim, bina bakımından malzeme ve inşaat teknikleri, sele karşı da, dere, çay yataklarının ıslah edilmesi, kanalların sık sık bakımının yapılması, göletler, sel kapanları ve benzeri, taşkınlara karşı, feyezana karşı koruyucu tedbirlerin alınması gerekmektedir. Yine, afete karşı tedbir meyanında da, iskân yerlerinin afete maruz kalma ihtimali olan yerlerden uzak tutulması gerekmektedir. Vadilerin açıldığı noktalara, derelerin yataklarına iskân verilmesi, buraların her zaman afete maruz kalma ihtimali dikkate alınırsa, fevkalade büyük zararlar meydana getirmektedir.

Türkiye’nin birçok ilinde sık sık afet olmaktadır, en son Kırıkkale’de olmuştur. Kırıkkalelilere geçmiş olsun diyorum, ölenlerin yakınlarına da başsağlığında bulunuyorum, taziyelerimi iletiyorum. Benim İlimde de, diğer illerde de sık sık afet olmaktadır. Sakarya’da, en son 25, 26, 27 Haziranda meydana gelen sel afetlerinde, 83 köyde onbinlerce dönüm, yüzbinlerce dönüm tarım arazisi afete maruz kalmıştır, sele maruz kalmıştır. Bunları ziyaret ettim, hakikaten, köylerin durumu perişandır. 1998’de de -geriye doğru- 1997’de de, 1996’da da, son üç dört senede peş peşe bu afetler meydana gelmektedir.

Yine, Zonguldak’ta, Bartın’da, Balıkesir’de, Denizli’de, Ordu’da, Giresun’da, Rize’de, Trabzon’da, birçok ilimizde sel afetleri sık sık rastladığımız afetlerdendir.

Bu afetler neticesinde, tabiî, süratle tedbir almamız gerekmektedir. Bendeniz, 1998’de, yine bir afetten sonra böyle bir konuşmamda ifade ettim ki, bilhassa sel afetine karşı, ilgili kuruluşların, Devlet Su İşlerinin, Köy Hizmetlerinin, süratle, her ilde, sele ve taşkına maruz kalan bölgelerde dere yataklarını ıslah etmesi, sel kapanları inşa etmesi ve drenaj kanallarının da her yıl bakımını yapması gerekmektedir. Küçük su yapılarına, maalesef, Devlet Su İşleri kaynak ayıramamaktadır, büyük barajların peşinde olduğu için, enerji problemleriyle mücadele ettiği için, küçük su projelerine illerimizde kaynak ayrılamadığı için... DSİ’nin, mazotu yoktur, dozeri yoktur, kepçesi yoktur, varsa çalıştıramamaktadır, dışarıda ihale edememektedir ve bu imkânsızlıklar sebebiyle de, illerimizde, yüzbinlerce dönüm tarım arazisinde trilyonlar heba olmakta, zayi olmakta, köylünün bir yıllık emeği mahvu perişan olmakta. Bizim kendisine yaptığımız yardım, sadece tohumluk yardımıdır, kredi ertelemesidir. Halbuki, tohumluğun, çiftçinin maliyeti içindeki payı yüzde 5 ilâ 10 mertebesindedir. Çiftçinin kullandığı mazot, kullandığı gübre, kullandığı ilaç, hepsi afetle beraber mahvolup gitmekte ve çiftçi de fakirliğe maruz kalmaktadır. Devlet Su İşlerinin, Enerji Bakanlığının, Bayındırlık Bakanlığının, Köy Hizmetlerinden sorumlu Bakanlığın, afete maruz bölgelerde, mutlaka, küçük su yapılarında koruma tedbirlerini alması, inşa etmesi, geliştirmesi öncelikle ele alınmalıdır.

Bir de, afet sonrası afet zararlarının tazmininde adaletli davranmak, iller arasında ayırım yapmamak gerekmektedir. Mesela, en son geçen yıl olan afetlerde, sağındaki solundaki illere yardım edildiği halde, maalesef, Giresun İline yardım edilmemiştir. Ben, o bölgeleri ziyaretimde, bu şikâyetleri tespit ettim. İlgili kuruluşların afetle ilgili tazmin çalışmalarında -fiilî hasar neyse tazmin edilecek- objektif ölçüler içinde afet tespit edilip ona göre kararname hazırlanması, ona göre tazmin listelerinin hazırlanması gerekmektedir; aksi halde, birtakım şehirlerimiz, illerimiz haksızlığa maruz kalmakta.

Yine, afetin, bilhassa sel, taşkın afetinin şehir merkezlerindeki tahribatı bakımından da, İller Bankasının şehirlerimizin kanalizasyonunu ve yağmur suyu...

BAŞKAN – Sayın Ayhan, sürenize 1 dakika ilave ettim.

Buyurun.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Teşekkür ederim.

Bilhassa şehir ve kasabalarımızda yağmur sularına karşı drenaj sistemleri olmadığından, kanalizasyon sistemleri de yeterli olmadığından, çok eski ve yetersiz olduğundan, ani sağanak yağmurlarda; yani, İngilizcesiyle “storm water” dediğimiz sağanak halinde gelen ani yağışlarda, bu sistemler suyu drene etmemekte ve şehir merkezlerini, ticarî merkezleri, meskenleri su basmakta, büyük mal kaybına, hatta, bazen can kaybına ve tahribata sebep olmaktadır. İller Bankasının, bu bölgelerde, afetle mücadele kapsamında, yağmur suyu drenajlarını da dikkate alarak, şehir kanalizasyonlarını ona göre dizayn etmesi ve süratle bunları inşa etmesi de, afetle mücadelede alınması gereken tedbirler meyanındadır. Bu istikamette alınacak tedbirler -biraz önce Kırıkkale adına konuşan değerli arkadaşımızın ifade ettiği gibi- afet sonrası tazminlerden çok daha ucuzdur; hep, buna maruz kalırız. Bunu önlemek için, mutlaka ön tedbirlerin, koruyucu tedbirlerin, teknik tedbirlerin alınması gerekir.

Teşekkür eder, hürmetlerimi arz ederim. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.

Hükümet cevap verecek mi efendim?..

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI KORAY AYDIN (Ankara) – Her ikisine birden cevap vereceğim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan. (MHP sıralarından alkışlar)

3. – Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın’ın; Kırıkkale Milletvekili Hacı Filiz ile Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan’ın, tabiî afetlere ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşmalarına cevabı

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI KORAY AYDIN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Kırıkkale Milletvekilimiz Sayın Hacı Filiz’in, Kırıkkale İlimizde meydana gelen üzücü sel felaketiyle ilgili yapmış oldukları gündemdışı konuşmasına cevap arz etmek üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle, Yüce Meclisimizin siz değerli milletvekillerini saygıyla selamlarım.

18 Temmuz 1999 Pazar günü saat 21.30’da başlayan şiddetli yağış 22.30 civarında sele dönüşmüş ve bu arada, Kırıkkale İl merkezi, Sanayi, Gündoğdu, Bahçelievler ve Kızılırmak Mahallelerini etkisi altına almıştır. Maalesef, bu olayda 4 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 2 vatandaşımız da yaralanmıştır. Olayın hemen akabinde Valilikçe oluşturulan İl Kurtarma ve Yardım Komitesi olaya anında müdahale ederek can ve mal kaybının artmasını önlemiştir.

Su baskını nedeniyle, bir süre trafiğe kapanan Ankara-Samsun yolu üç dört saat içerisinde kontrollü olarak trafiğe açılmıştır. Bu sel felaketi, il merkezinde 60 evin yıkılmasına, 10 ev ile 80 işyerinin orta hasar görmesine ve 440 civarında evin de hafif hasar görmesine sebep olmuştur. Ayrıca, 38 araç hasar görmüş ve 12 arıkovanı, 25 adet küçükbaş ile 2 adet büyükbaş hayvan selden telef olmuş, 6 852 dekar alanda da tarımsal ürün kaybı meydana gelmiştir; yaklaşık olarak, bu olaydan, 1 600 civarında vatandaşımız etkilenmiştir.

Olayın hemen ardından, Sağlık Bakanımız Sayın Osman Durmuş, gece saat 03.00 civarında olay mahalline gitmiş ve çalışmaları yerinde koordine etmiştir. 19 Temmuz Pazartesi günü sabahı da, bakanlığımın diğer yetkilileriyle birlikte Kırıkkale’ye ulaşarak çalışmaları mahallinde bizzat izledim.

Şu durumda, bölgede açıkta kalan aileler kamu lojmanları ile misafirhanelere yerleştirilerek afetzede vatandaşlarımızın yiyecek içecek ihtiyaçları karşılanmaktadır.

İki gün trafiğe kapanan Çelikli-Kırıkkale demiryolu ulaşıma açılmış ve taşkının yol açtığı moloz birikintileri büyük ölçüde temizlenmiştir. Diğer taraftan, belediye, Köy Hizmetleri, Karayolları ve İller Bankası ekipleri, koordineli olarak, yol ve altyapılarda meydana gelen zararların acil onarımını yapmaktadırlar. Ayrıca, bozulan il yollarıyla ilgili olarak da, verdiğim talimat üzerine, Karayolları Genel Müdürlüğü, en kısa zamanda yolları yeniden asfaltlayacaktır.

Kırıkkale Bayındırlık ve İskân Müdürlüğü ve Tarım İl Müdürlüğü ekipleri de, hasar tespitlerini bitirmek üzeredirler. Çiftçi, esnaf, sanayici ve bunun gibi grupların uğradıkları zararlar, diğer ilgili komisyonlarca da tespit edilmektedir. Yasaların öngördüğü yardımlar, yapılan tespitler sonucuna göre süratle değerlendirilecektir.

İl merkezinin su baskınlarından korunması amacıyla, alınması gereken kalıcı tedbirlerin belirlenmesi için, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce etüt proje çalışmaları başlatılmıştır; çünkü, yerinde yaptığım tespitlere göre, daha evvel 1972 yılındaki sel döneminde uğranan büyük kayıplardan sonra sel sularını kanalize etmek üzere yapılmış olan sel kanalları, daha sonra şehrin büyümesi nedeniyle, yeni oluşan bu mahallelere kadar ulaşamadığı için bu derecede büyük zararlar meydana gelmektedir. Bu kanalların bu bölgelere ulaştırılmasıyla ilgili olarak da, şu anda Devlet Su İşleri tarafından çalışmalar başlatılmıştır.

Kırıkkale İl merkezi ile Balişeyh, Delice, Sulakyurt, Irmak ve Yahşihan İlçeleri ve köylerindeki sel tahribatının giderilmesi için de, 4123 sayılı Yasanın 6 ncı maddesi uyarınca, İl Özel İdaresi ve Kırıkkale Belediyesinin gelirleri 3 kat artırılmaktadır.

Bakanlığımızın Afetler Fonundan, bölgeye, ilk gece 5 milyar, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ise 30 milyar ödenek hemen gönderilmiştir. Bu arada, Kızılay Genel Müdürlüğünce, bölgeye, 20 adet çadır, 100 battaniye, 1,5 ton gıda malzemesi ve 2 tane seyyar mutfak gönderilmiştir.

Valilik İl Kurtarma ve Yardım Komitesi ile Bakanlığımız arasında, hemen olayın akabinde kurulmuş olan yakın işbirliği nedeniyle, bölgenin ihtiyaçları anında karşılanmakta, yaraların bir an önce sarılabilmesi için de gereken tüm çalışmalar yapılmaktadır.

Arz eder, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bir de, afet zararlarının azaltılması için alınması gereken tedbirler üzerinde de Bakanlık olarak görüşlerimizi burada ifade etmek istiyorum.

Ülkemiz, doğal afet zararlarının azaltılması konusunda yasal mevzuat açısından en gelişmiş ülkeler düzeyindedir. Özellikle afet sonrasında, afetlerden etkilenen insanlara yapılan yardımlar açısından -Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya da dahil- ileri düzeydedir; çünkü, bu ülkelerde, afetlerden evleri yıkılan vatandaşlara, faizsiz ve 20 yıl vadeli yeni konut ve işyerleri yapılmasını öngören yasal düzenlemeler yoktur. Bu ülkelerde, devletin görevi, afetler olmadan önce önleyici ve koruyucu yasal düzenlemeleri yapmak, uygulamaya bu yönde kurallar koymak, uygulamayı denetlemek, bir afet sırasında ise, kurtarma, ilkyardım ve geçici barındırma hizmetlerini yerine getirmekle sınırlıdır.

Gelişmiş sigorta ve konut kredi sistemleri olan bu ülkelerde, devletin, afetten etkilenen bölgelere, sosyal ve ekonomik yönden yaptığı yardımlar, vergi indirimleri veya kısa süreli muafiyetler, bankacılık kredi sistemlerinde birkaç puanlık indirimler ve gerektiğinde de çok sınırlı bazı teşviklerden ibarettir. Ancak, bu ülkeler, afet sonrasında ilk yapılması gereken, kurtarma, ilkyardım ve geçici barındırma konularında, hem merkezî hem eyalet hem de yerel yönetimler düzeyinde çok gelişmiş insan, ekipman ve malzeme imkânlarına sahiptirler.

Ülkemiz, doğal afet zararlarının azaltılması konusundaki çalışmalara 1940’lı yıllarda başlamış olmasına ve yasal olarak gereken her türlü kanun, yönetmelik, tüzük, standart gibi mevzuata sahip olmasına rağmen, doğal afet zararlarını beklenen düzeyde azaltamamıştır.

Hızlı nüfus artışı ve göçler, denetimsiz şehirleşme ve sanayileşme, yoğun kaçak yapılaşma, her kademede bilgi ve eğitim eksikliği, afet bölgelerinde alan kullanımı planlaması, yapı sigortası, meslek sigortası, sertifikalı mühendislik gibi yöntemler ile yerleşme ve yapı denetimi mekanizmalarının geliştirilememesi, afet zararlarının azaltılması konusunda merkezî yönetim, yerel yönetim, özel sektör ve halkın, görev, yetki ve sorumlulukları arasında rasyonel dengelerin oluşturulamaması gibi nedenlerle, zaman içerisinde, doğal afet tehlikesi ve riski daha da artmaktadır. Buna karşılık, büyük afetler sonrasında yürütülen acil yardım, kurtarma ve zarar gören yerleşimlerin süratle yenilenmesi açısından, son yıllarda, ülkemizin kapasitesinde önemli gelişmeler olduğu, 1992 Erzincan depremi, 1995 Senirkent su baskını ve çamur akması, 1995 Dinar depremi, 1996 Amasya-Çorum depremi ve 1998 Batı Karadeniz su baskınlarıyla, yine, 1998 Adana-Ceyhan depremi sonrasında yapılan uygulamalarda açıkça görülmektedir.

Ayrıca, 1980’li yıllardan itibaren, kalitesi kontrol edilebilen hazır beton üretiminin hızla yaygınlaşması, yapı güvenliklerinin artmasında olumlu bir etken olarak değerlendirilebilir; ancak, bu olumlu gelişmelere rağmen, doğal afet zararlarının azaltılması çalışmalarının temel esası olan, afetler olmadan önce alınacak tedbirler ve yapılacak çalışmalarla, doğal afetlerin yol açacağı fiziksel kayıpları en küçük düzeyde tutmak mümkün olamamaktadır. Bu durumun temel nedenleri, Türkiye’de, doğal afet zararlarının, afetler olmadan önce yapılacak çalışmalar ve alınacak önlemlerle düşük düzeyde tutulması politikaları yerine, afetler olduktan sonra yara sarma politikalarına önem ve öncelik verilmesidir.

Ayrıca, Türkiye’de, ülkenin karşı karşıya olduğu deprem ve diğer afet tehlikesi halka mal edilememiş ve bu konuda yaygın ve etkili bilgilendirme ve bilinçlendirme programları başarıyla uygulanamamıştır.

Çok eski geçmişe sahip olmalarına rağmen, yürürlükteki yasa ve yönetmeliklere uymama, başta yerel yönetimler olmak üzere, her kademede alışkanlık haline getirilmiştir. Bu durumun en son örnekleri, İzmir su baskını, Erzincan ve Dinar depremleri, Batı Karadeniz su baskınları ve Adana-Ceyhan depreminde bütün açıklığıyla görülmektedir. Yasa ve yönetmeliklere uyulmamasının herhangi bir sorumluluğu da yoktur. Yasalarda mevcut olan yaptırımlar uygulanmamakta veya uygulanamamaktadır.

Türkiye’de, yerleşme ve yapılaşmaları etkili bir biçimde denetleyecek, yapı sigortası, meslek sigortası, sertifikalı mühendislik gibi çağdaş uygulamalara, ne yazık ki geçilememiştir. İmar Yasasında mevcut olan fennî mesuliyet sistemiyle ciddî bir yapı denetimi sağlamak, bugünkü haliyle de mümkün değildir. Türkiye’de, inşaat mühendisi, mimar, şehir plancısı, yerbilimci yetiştiren üniversitelerde, ülkenin sahip olduğu doğal afet tehlikesi ve riski ile afet zararlarının azaltılması konusunda temel bilgileri içeren eğitim de verilmemektedir.

Yapılması gereken çalışmalarla ilgili düşüncelerimi de, vakti tasarruflu kullanmak için maddeler halinde ifade etmek istiyorum.

3194 sayılı İmar Yasası, afet bölgelerinde çağdaş alan kullanımı planlaması esaslarını, planları yapan, yaptıran, plana aykırı hareket edenlerin sorumlulukları ve bunlara uygulanacak müeyyideleri de kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.

1580 sayılı Belediye Kanunu ve 3030 sayılı Büyük Şehir Belediyeleri Kanunu, yerel yönetimlerin, doğal afet tehlikesi ve riskinin belirlenmesi ve zararlarının azaltılması konusundaki görev, yetki ve sorumluluklarını ve aykırı hareket edenlere uygulanacak müeyyideleri de kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.

5442 sayılı İl İdaresi Kanunu ve 3360 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu, afet yönetimi ve yeniden inşa faaliyetlerine yerel yönetimlerin aktif biçimde katılımını sağlayacak ve bu hizmeter için yerel kaynakların da kullanımına imkân verecek şekilde yeniden düzenlenmelidir.

Yapıda denetim, sigorta ve sorumlulukları belirleyen yeni bir yasal düzenlemeye gidilmelidir.

Meslek odaları ve mühendislerin görev, yetki ve sorumlulukları ile ilgili mevzuat, odaların denetim esaslarını ve sertifikalı mühendislik kavramını yerleştirecek şekilde yeniden düzenlenmelidir.

Doğal afet tehlikesi ve riskiyle afet zararlarının azaltılması konusunda halkın bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi, sürekli, etkili ve yaygıneğitim programlarıyla uygulamalı ve dernek, vakıf, izcilik teşkilatları ve mahalle örgütleri gibi hükümetlere bağlı olmayan gönüllü kuruluşların bu faaliyetler içerisinde yer almaları sağlanmalıdır.

Mimar, şehir plancısı, mühendis ve yerbilimci yetiştiren üniversitelerin dört yıllık eğitim programları, Türkiye’nin sahip olduğu doğal afet tehlikesi dikkate alınarak yeniden düzenlenmelidir.

Afet tehlikesi ve riskinin belirlenmesi ve afet zararlarının azaltılması konusundaki araştırma-geliştirme faaliyetleri öncelikli konular arasına alınmalı, yaygınlaştırılmalı ve etkili biçimde desteklenmelidir. Bu faaliyetlere özel sektörün de katılımı sağlanmalıdır.

7126 sayılı Sivil Savunma Kanunu yeniden düzenlenmeli ve 1992 yılından sonra, ilk örneği Ankara’da geliştirilmiş olan, iyi eğitimli, iyi donatımlı, profesyonel sivil savunma birlikleri İstanbul, Erzurum, Samsun, İzmir, Adana, Diyarbakır gibi en az 6 bölgede kurulmalıdır. Ayrıca, meydana gelen afetlerde hiçbir görev yapmayan sivil savunma mükellefleri yerine, Batı ülkelerinde olduğu gibi, gönüllü sivil savunma birliklerinin teşkili yoluna gidilmelidir. Belediyelerdeki itfaiye teşkilatları, bir afet anında kurtarma ve ilkyardım da yapacak şekilde yeniden örgütlenmeli, donatılmalı ve eğitilmelidir.

Afet hizmetlerinin hızlı ve etkili bir şekilde yürütülmesi, her şeyden önce, kolay kullanılabilen hazır parasal kaynakların mevcudiyetine bağlıdır. Bu amaçlar için afetler, deprem ve sivil savunma fonları genel bütçe dışında tutulmalı, gelirleri artırılmalı ve kaynakları çeşitlendirilmelidir

Değerli arkadaşlar, yukarıda özetlenen ve yapılması gereken çalışmalarla ilgili olarak, Bakanlığımızca yeni bir afetler yasa tasarısı taslağı, ayrıca, afet zararlarının azaltılması amacıyla, imar mevzuatında yapılması gereken yeni düzenlemlerle ilgili yasa tasarısı ve yönetmelik taslakları, yine, yapıda denetim, sigorta ve sorumlulukları belirleyen yeni yasal düzenlemeler, ayrıca, afetler konusunda halkın bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesiyle ilgili yeni çalışmalar yapılmış durumdadır. Bu çalışmalar desteklendiği ve Yüce Parlamentodan geçirilebildiği takdirde, ülkemizde afet zararlarının azaltılması konusunda önemli adımlar atılmış olacaktır.

Arz ederim.

Hepinizi saygıyla selamlarım. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Gündemdışı üçüncü söz, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanununun aksayan yönleri hakkında söz isteyen Manisa Milletvekili Ekrem Pakdemirli’ye aittir.

Buyurun Sayın Pakdemirli. (ANAP sıralarından alkışlar)

4. – Manisa Milletvekili Ekrem Pakdemirli’nin, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanununun aksadığı iddia edilen yönlerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı

EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; sizleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanununun aksayan yönlerine tekrar dikkatinizi çekmek için rahatsız ediyorum. Sözlerime, sizlere saygı sunarak başlıyorum.

Bildiğiniz gibi, geçmişte, içine düştüğümüz anarşik ortamla mücadele için devlet güvenlik mahkemeleri 1973 yılında kurulmuş, sonradan kuruluş şekli Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle 1976’da bu mahkemelerin görevlerine son verilmişti. 1983 yılında Millî Güvenlik Konseyi tarafından devlet güvenlik mahkemeleri tekrar kurulmuş ve işlemeye başlamıştır.

Eski kanuna çok benzeyen yönleriyle Anayasamıza aykırı olmasına rağmen, yine aynı Anayasanın 15 inci maddesi gereği, mahkemenin kuruluş ve yargılama usulü kanununun Anayasaya aykırı olduğu iddia edilememektedir.

1980 öncesi anarşinin kucağına itilmiş Türkiye, bazı Batı ülkelerinde bulunan benzer kuruluşlarını ülkemize ithal etme mecburiyetinde bırakılmıştır. Terör, bugün de gündemdeki öncelikli yerini koruduğundan, bu mahkemelerin kaldırılmasını savunmak zordur.

Son yıllardaki uygulama göstermektedir ki, devlet güvenlik mahkemeleri, ülke güvenliği söylemiyle her türlü konuyu resen soruşturma kapsamına almakta ve çoğu kez konular soruşturma aşamasında kalmaktadır. Bu geniş kapsam, DGM’yi terörle mücadelede bir ihtisas mahkemesi olmaktan çıkarmış, insan haklarının ihlal edildiği bir yargı organı haline getirmiştir.

DGM savcısının terörle mücadele şubesine yazacağı bir yazıyla, sade bir vatandaş, bir sanatçı, bir işadamı, silahlı bir teröristin sorgulamaya götürülmesinde olabilecek bir tarzda terörle mücadele şubesine götürülür; bu gözaltına alma, görsel ve yazılı basında yer alır; muhabirlerin, haber yerine senaryo tercihleri oranında yazımlar yapılır. Bu tür bir gözaltına alma, insanların şeref ve haysiyetini aşındıran, yıpratan olay olmaktadır.

Yargımız içinde otokontrolün yok denilecek düzeyde olması, DGM savcısını yarı tanrı durumuna getirebilmektedir.

Devlet güvenlik mahkemelerinin yapısal ve yargılama usullerine ait, hukuk çevrelerinin de itirazları vardı. Yapısal değişikliği, Anayasada ve kuruluş kanununda değişiklikler yaparak ortadan kaldırdık. Şimdi, yargılama usullerinde bazı değişiklikler yaparak, bu mahkemeleri, terörle mücadelemizde, bir ihtisas mahkemesi haline dönüştürmemiz inancındayım.

Terörle mücadele şubesine çağrılacak olan insan, adından da anlaşılacağı gibi, teröre bulaşmış ve bu bulaşmışlığında kuvvetli emareler bulunan kişiler olmalıdır. Sade bir vatandaş, bir işadamı veya bir sanatçının, terörle mücadele şubesinde işi yoktur. Fikrî bir suç, düşünce suçu, terörle mücadelede soruşturulmamalıdır. Bu gibi insanlar mahkemeye davet ediliyorlarsa, normal usullere uygun olarak çağrılmalıdırlar.

Devlet güvenlik mahkemeleri, terör ve silahlı eylemlerle ilgili suçlar sahasına oturtulmalıdır. Bu kısıtlama, genel anlamda, yasama organında yapılmakla birlikte, savcılar da bu kısıtlamaya gitmelidir. İhbarları değerlendirerek soruşturma açmamak veya derinleştirmek kendi tercihidir. İhbarların sahihliği, muhbirin toplum içinde yeri, konuya taraf olup olmadığı dikkate alınarak bulunur. Muhbirden delil sorulur, delil yoksa, o konu kapatılır.

1980-1990 yılları arasında, ben yönetimdeyken, her gün birçok ihbar alırdım. İlk baktığım şey, altında adı, adresi var mı, yazıyı imzalamış mı; bunlar varsa, konuyu ciddî bulduysam, şoförümü, verilen adrese gönderir, şahsı kahve içmeye davet ederdim. Çoğu kez, ne böyle bir adres olurdu ne de böyle bir insan. Vatandaşlık görevini yapan kimseyle, konudan şu veya bu şekilde zarar görmüş bir kimsenin ihbarları aynı derecede muteber değildir.

Millî Güvenlik Konseyi zamanında çıkarılan bir kanunla da, açık adı, adresi ve imzası olmayan ihbarların dikkate alınmaması öngörülmüştü. Bu kanun, DGM’yi bugün de bağlar.

BAŞKAN – Sayın Pakdemirli, sürenize 1 dakika ilave ediyorum.

Buyurun efendim.

EKREM PAKDEMİRLİ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Kanaatimce, DGM’nin, aksayan ve yabancılar tarafından tenkite tabi tutulan dört yönü kalmıştır: Birincisi, siyasî ve fikrî suçlarla uğraşır olması; ikincisi, davaların uzun sürmesi; üçüncüsü, soruşturma safhasında, delilden ziyade, itiraflara ağırlık verilmesi; dördüncüsü, soruşturma aşamasında insan haklarının ihlalleridir. Birinci tenkiti, Türk Ceza Kanunun 312, 313 üncü maddelerinin ilgili fıkralarının, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanundan çıkarmak yoluyla; ikinci ve üçüncü tenkiti, DGM’nin bizatihi kendisi tarafından; dördüncü tenkiti de, yasama organı tarafından kanunda yapılacak bir değişiklikle ortadan kaldırabiliriz.

Bugün, ben ve bazı milletvekili arkadaşlarım, dördüncü tenkiti ortadan kaldıracak bir kanun teklifini Başkanlığa sunuyoruz; yeri geldiğinde kanun teklifine desteğinizi talep edeceğim.

Sabrınız ve dikkatiniz için teşekkür eder, saygılar sunarım efendim. (ANAP, MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Pakdemirli.

Hükümet cevap verecek mi efendim?

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) – Evet efendim.

BAŞKAN – Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk; buyurun efendim.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Pakdemirli’ye, açıklamaları için teşekkür ederim.

Sayın Pakdemirli’nin de, konuşmasında işaret ettiği gibi, devlet güvenlik mahkemeleri, belli bir gereksinmenin sonucunda Türk hukukunda yer almıştır ve belli bir evrimden geçmiştir, bu evrim devam etmektedir. Bir süre önce -hatırlayacağınız gibi- devlet güvenlik mahkemeleriyle ilgili olarak Anayasanın 143 üncü maddesinde önemli bir değişiklik yapmıştık, onunla ilgili uyum kanunu da çıkarılmıştı. O zaman da ifade ettiğim gibi, bu, Anayasada, demokratikleşme yolunda yapılan son çalışma değil, belki 21 inci Yasama Dönemindeki ilk çalışmadır. O nedenle, devlet güvenlik mahkemeleri, tartışma konusu olan yönleriyle de, bundan sonra da yine sürekli olarak, yasama organının dikkatleri içerisinde olacaktır. Bu bakımdan, devlet güvenlik mahkemelerinin, görevlerini en iyi biçimde yapabilmesi için, gerekenin ötesinde farklı usullere yer vermemek düşüncesindeyiz.

Sayın milletvekilimizin bugün Meclis Başkanlığına sunduğunu söylediği teklif, şüphesiz, Meclisin ilgili komisyonunda ve eğer orada kabul edilirse, Genel Kurulda değerlendirilecektir. Burada, şimdiden, herhangi bir görüş açıklamak istemiyorum; çünkü, o teklifi görmüş değilim; ama, söylediğim gibi, geçmişte, devlet güvenlik mahkemelerinin, görevini en iyi biçimde yapabilmesi için, birtakım farklı istisnaî hükümler gerekli görülmüştür. Bunları, gerçekten, o gereğin sınırları içerisinde tutmak zorundayız; çünkü, devlet güvenlik mahkemeleri, Türkiye’de önemli bir görev yapmaktadır; fakat, genel olarak, yasama organında da, belirli suçlarla etkili bir biçimde mücadele edebilmek için, onları devlet güvenlik mahkemelerinin yetki alanına verme eğilimi, geçmişte belirgin bir biçimde ortaya çıkmıştır. Devlet güvenlik mahkemelerinin görevi ve yetkileri, Anayasanın 143 üncü maddesinde belirtilmiştir. O çerçeve içerisinde, bu mahkemelerimizin görevlerini en iyi biçimde yapabilmesi için, gerekenin ötesinde farklı, istisnaî usullere başvurmaksızın, ne yapılması gerekiyorsa onun yapılması gerektiği düşüncesindeyiz.

Ben, ileride hem Bakanlık olarak bu yönde çalışmalarımız olacağını hem de sayın milletvekillerimizce yapılacak önerileri dikkatle değerlendireceğimizi ifade etmek istiyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Değerli milletvekilleri Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır; ancak, sunuşların uzun olması dolayısıyla, Kâtip Üyenin oturarak Yüce Heyetinizi bilgilendirmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Hikmet Uluğbay’ın istifasıyla boşalan Devlet Bakanlığına, Bursa Milletvekili Recep Önal’ın atanmasının uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/300)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : Başbakanlığın 22 Temmuz 1999 tarihli ve 10 662 sayılı yazısı.

İstifa eden ve istifası kabul edilen Hikmet Uluğbay’dan boşalan Devlet Bakanlığına, Bursa Milletvekili Recep Önal, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 109 ve 113 üncü maddeleri gereğince atanmıştır.

Bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonunun raporları vardır; okutup, ayrı ayrı bilgilerinize sunacağım:

IV.– KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Saymanlığının Ekim, Kasım ve Aralık 1998 Ayları Hesabına Ait Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (5/1) (S.Sayısı 56) (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ekim 1998 ayı başında mevcut para : 202 624 460 000

Ekim, Kasım, Aralık 1998 aylarında

Ziraat Bankasının aldığı para : + 13 091 085 415 000

Toplam : 13 293 709 875 000

Ekim, Kasım, Aralık 1998 aylarında

Ziraat Bankasının harcadığı para : – 13 121 014 449 000

Ocak 1999 başında bankada mevcut para : 172 695 426 000

Türkiye Büyük Millet Meclisi Saymanlığının Ekim, Kasım, Aralık 1998 aylarına ait hesapları incelendi;

Ekim 1998’de Ziraat Bankasındaki 202 624 460 000 TL mevcudu ile Ekim, Kasım, Aralık 1998 aylarında Hazineden 13 091 085 415 000 TL alınarak bankadaki hesaba yatırılan meblağ cem’an 13 293 709 875 000 TL olduğu, mevcuttan sarf olunan 13 121 014 449 000 TL tenzil edildikten sonra Ocak 1999 başında kasa mevcudunun 172 695 426 000 TL’den ibaret olduğu, Saymanlıktaki defterlerle sarf evrakının birbirine uygun bulunduğu görülmüştür.

Genel Kurulun bilgisine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa sunulur.

Başkan

Nazif Okumuş

İstanbul

ve Komisyon üyeleri

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

2. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Saymanlığının Ocak, Şubat ve Mart 1999 Ayları Hesabına Ait Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (5/2) (S.Sayısı 57) (2)

(1) 56 S. Sayılı Basmayazılı tutanağa eklidir.

(2) 57 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ocak 1999 ayı başında mevcut para : 172 695 426 000

Ocak, Şubat, Mart 1999 aylarında

Ziraat Bankasının aldığı para : + 15 096 365 098 000

Toplam : 15 269 060 524 000

Ocak, Şubat, Mart 1999 aylarında

Ziraat Bankasının harcadığı para : – 14 857 245 518 000

Nisan 1999 başında bankada mevcut para : 411 815 006 000

Türkiye Büyük Millet Meclisi Saymanlığının Ocak, Şubat, Mart 1999 aylarına ait hesapları incelendi;

Ocak 1999’da Ziraat Bankasındaki 172 695 426 000 TL mevcudu ile Ocak, Şubat, Mart 1999 aylarında Hazineden 15 096 365 098 000 TL alınarak bankadaki hesaba yatırılan meblağ ceman 15 269 060 424 000 TL olduğu, mevcuttan sarf olunan 14 857 245 518 000 TL tenzil edildikten sonra Nisan 1999 başında kasa mevcudunun 411 815 006 000 TL’den ibaret olduğu, Saymanlıktaki defterlerle sarf evrakının birbirine uygun bulunduğu görülmüştür.

Genel Kurulun bilgisine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa sunulur.

Başkan

Nazif Okumuş

İstanbul

ve Komisyon üyeleri

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum :

3. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Saymanlığının Nisan, Mayıs ve Haziran 1999 Ayları Hesabına Ait Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (5/3) (S. Sayısı 58) (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Nisan 1999 ayı başında mevcut para : 411 815 006 000

Nisan, Mayıs, Haziran 1999 aylarında

Ziraat Bankasının aldığı para : + 15 518 993 568 000

Toplam : 15 930 808 574 000

Nisan, Mayıs, Haziran 1999 aylarında

Ziraat Bankasının harcadığı para : – 15 673 819 803 000

Temmuz 1999 başında bankada mevcut para : 256 988 771 000

(1) 58 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Saymanlığının Nisan, Mayıs, Haziran 1999 aylarına ait hesapları incelendi;

Nisan 1999’da Ziraat Bankasındaki 411 815 006 000 TL mevcudu ile Nisan, Mayıs, Haziran 1999 aylarında Hazineden 15 518 993 568 000 TL alınarak bankadaki hesaba yatırılan meblağ ceman 15 930 808 574 000 TL olduğu, mevcuttan sarf olunan 15 673 819 803 000 TL tenzil edildikten sonra Temmuz 1999 başında kasa mevcudunun 256 988 771 000 TL’den ibaret olduğu, Saymanlıktaki defterlerle sarf evrakının birbirine uygun bulunduğu görülmüştür.

Genel Kurulun bilgisine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa sunulur.

Başkan

Nazif Okumuş

İstanbul

ve Komisyon üyeleri

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Meclis araştırması önergeleri vardır; okutuyorum:

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Sıvas Milletvekili Abdüllatif Şener ve 34 arkadaşının, bazı gizli bilgi ve belgelerin bazı aracı kuruluşlara sızdırılarak borsada haksız kazanç sağlandığı iddialarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/45)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

IMF ile yapılan görüşmelerdeki gizli belge ve bilgilerin bazı aracı kuruluşlara sızdırılması sonucu spekülasyon yapılarak haksız kazanç sağlandığı, bu noktada hükümetin sorumluluğu bulunduğu iddialarını araştırmak amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1- Abdüllatif Şener (Sıvas)

2- Hüsamettin Korkutata (Bingöl)

3- Bülent Arınç (Manisa)

4- Yakup Budak (Adana)

5- İsmail Kahraman (İstanbul)

6- Osman Yumakoğulları (İstanbul)

7- Hüseyin Kansu (İstanbul)

8- Yahya Akman (Şanlıurfa)

9- Hüseyin Arı (Konya)

10- Ali Coşkun (İstanbul)

11- Ahmet Demircan (Samsun)

12- Akif Gülle (Amasya)

13- Mahmut Göksu (Adıyaman)

14- Avni Doğan (Kahramanmaraş)

15- Mehmet Çiçek (Yozgat)

16- Musa Uzunkaya (Samsun)

17- Şeref Malkoç (Trabzon)

18- Mehmet Bekaroğlu (Rize)

19- Mehmet Bedri İncetahtacı (Gaziantep)

20- İsmail Alptekin (Bolu)

21- Mehmet Ali Şahin (İstanbul)

22- Ramazan Toprak (Aksaray)

23- Dengir Mir Mehmet Fırat (Adıyaman)

24- Ali Güner (Iğdır)

25- İrfan Gündüz (İstanbul)

26- Abdullah Veli Seyda (Şırnak)

27- Veysel Candan (Konya)

28- Lütfü Esengün (Erzurum)

29- Latif Öztek (Elazığ)

30- Suat Pamukçu (Bayburt)

31- Ahmet Derin (Kütahya)

32- Sabahattin Yıldız (Muş)

33- İlyas Arslan (Yozgat)

34- Mustafa Geçer (Hatay)

35- Ali Sezal (Kahramanmaraş)

Gerekçe :

28 Haziran-6 Temmuz tarihleri arasında İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında yaşananlar, dikkat çekici gelişme ve tartışmalara konu olmuştur. Söz konusu tarihler arasında borsa işlem hacminde yükseliş ve ani bir düşüş görülmüştür. 28 Haziran Pazartesi günü işlem hacmi, yaklaşık 63 trilyon TL iken, 2 Temmuz Cuma günü 173 trilyon TL’ye kadar çıkmış ve daha sonra tekrar 28 Haziran günkü işlem hacmi düzeyine inmiştir.

Borsa işlem hacminde, birkaç gün içinde üç katına çıkan bu iniş ve çıkış, piyasanın kendi dinamiklerinden kaynaklanan bir hadise olarak değerlendirilemeyecek özellikler sergilemiştir. Söz konusu günlerde, ekonomik göstergelerde olağanüstü bir gelişme yaşanmamış, hükümet de ekonomiyle ilgili şok bir paket açıklamamıştır.

Borsa işlem hacminde, elbette ani iniş ve çıkışlar olabilir, bu tür dalgalanmalar daha önce de yaşanmıştır; ancak, siyasî ve ekonomik gelişmelerle izah edilemeyen böyle bir şok artış ve düşüş, başka şüpheleri de beraberinde getirmiştir. Olaylar üzerine, borsada manipülasyon tartışmaları başlamıştır. Trilyonlarca liralık veya milyarlarca dolarlık vurgundan, kazançtan bahsedilmiştir. Bu trilyon liraları veya milyar dolarları, kim, nasıl kazanmış sorusu, değişik yorumların, tahlillerin yapılmasına neden olmuştur.

Hükümet ile IMF arasındaki görüşmelerde ele alınan senaryoların sızdırılması neticesinde, borsada hareketlenme yaşandığı ve bu mekanizma ile birilerinin büyük kazançlar sağladığı en yaygın kanaattir. Bu bilgilerin, önce üst düzey bir Hazine bürokratı -Devlet eski Bakanı Güneş Taner- ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz- aracı kuruluş olan Global Menkul Değerler A.Ş. zinciri içinde, daha sonra, doğrudan, Devlet Bakanı Hikmet Uluğbay-Mesut Yılmaz- Global Menkul Değerler A.Ş zincirini izleyerek sızdırıldığı iddia edilmiştir.

Devlet Bakanı Sayın Hikmet Uluğbay’ın 6.7.1999 Salı günü intihar girişiminde bulunmasıyla, konu, daha da yoğun olarak tartışılmaya başlanmış; bu intihar girişiminin borsadaki manipülasyonla bağlantısı olabileceği yorumları yapılmış; ancak, henüz, kamuoyunu tatmin edici bir açıklama yapılmamıştır.

Bu arada, ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’la Global Menkul Değerler A. Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kutman arasındaki akrabalık bağı, Mehmet Kutman ile Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Muhsin Mengütürk arasındaki iş ilişkileri de yoğun tartışma alanlarından birini oluşturmuştur.

Ekim 1997’de 3 yıllık bir dönem için SPK Başkanlığına atanan Muhsin Mengütürk’ün, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın kuzeni olduğu iddia edilen Mehmet Kutman’ın şirketi Global Menkul Değerlere müşavirlik hizmeti verdiği ve SPK Başkanlığına atanması öncesinde, doğrudan veya dolaylı olarak, bu şirketten yüksek ücretler aldığı iddiaları, borsadaki manipülasyon bağlantılı önemli bir soru olarak cevap beklemektedir.

Söz konusu, Yılmaz, Kutman ve Mengütürk’e ait iddiaların, hâlâ, makul bir izahı yapılamamıştır ve kamuoyunu tatmin edici, kamuoyunda oluşan tereddütleri giderici somut herhangi bir adım atılmamıştır. Oysa, borsada yaşanan belge skandalından bağımsız değerlendirildiğinde bile araştırılması gereken bu tuhaf ilişkilerin açıklanması için, mevcut hükümetin somut bir adım atmaması manidardır. Hükümet, Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Hikmet Uluğbay’ın intiharını, daha çok magazin boyutuyla ele alarak, ortaya çıkan bu ilişkileri, âdeta, örtme gayreti içine girmiştir.

IMF ile yapılan görüşmelerdeki gizli belge ve bilgilerin bazı aracı kuruluşlara sızdırılması sonucu, spekülasyon yapılarak haksız kazanç sağlandığı, bu noktada hükümetin sorumluluğu bulunduğu iddialarının TBMM tarafından araştırılması, kamuoyunun beklentileri doğrultusunda zarurî hale gelmiştir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Diğer önergeyi okutuyorum:

2. – Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç ve 20 arkadaşının, Elazığ İlinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/46)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Büyük boyutlara varan işsizlikle birlikte, kırsal kesimden şehir merkezine ve Türkiye’nin çeşitli bölgelerine yapılan göçler, son yıllarda hükümetlerin izlemiş olduğu ekonomik politikalar sonucunda, Elazığ, çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmıştır.

Elazığ, işsizlik, buna bağlı olarak da, hem yurt içine hem de yurt dışına verdiği nüfus göçüyle, son yıllarda yaşanan korkunç ekonomik durgunluğun getirdiği sıkıntılarla karşı karşıyadır. Elazığ’ın bugün içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik durumu tespit etmek, araştırmak ve alınacak çok yönlü tedbirleri ortaya koymak için, Anayasanın 98, TBMM İçtüzüğünün 102 nci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını saygıyla arz ederiz.

1- Ahmet Cemil Tunç (Elazığ)

2- Latif Öztek (Elazığ)

3- Yaşar Canbay (Malatya)

4- Suat Pamukçu (Bayburt)

5- Eyüp Sanay (Ankara)

6- Bahri Zengin (İstanbul)

7- Fethullah Erbaş (Van)

8- Abdülkadir Aksu (İstanbul)

9- Osman Yumakoğulları (İstanbul)

10- Ayşe Nazlı Ilıcak (İstanbul)

11- Şükrü Ünal (Osmaniye)

12- Mehmet Elkatmış (Nevşehir)

13- Faruk Çelik (Bursa)

14- Mahfuz Güler (Bingöl)

15- Mehmet Zeki Okutan (Antalya)

16- Abdüllatif Şener (Sıvas)

17- Ramazan Toprak (Aksaray)

18- Abdullah Veli Seyda (Şırnak)

19- Temel Karamollaoğlu (Sıvas)

20- Ali Güner (Iğdır)

21- Nezir Aydın (Sakarya)

Gerekçe:

Elazığ, Osmanlı döneminin en önemli ilim ve eğitim merkezi oluşu yanında, zengin bir kültür hayatına sahip bir ilimiz. Bu özelliğini, bugün de devam ettirmektedir.

Coğrafî açıdan da, Türkiye’nin doğusu ile batısı, kuzeyi ile güneyi arasında tam kavşak noktadadır. Eskiden bugüne kadar doğuya ve güneye mal ve hizmet sevki Elazığ üzerinden olmuş, gelecekte de olmaya devam edecektir.

Elazığ, doğal potansiyeli itibariyle bir tarım kentidir. Keban Barajının inşasıyla, önemli ölçüde tarım arazisi su altında kalmıştır.

Elazığ’ın, ekilebilir, tarıma elverişli 185 141 hektardan ancak 44 807 hektarı sulu arazidir.

Diğer bir potansiyel de hayvancılıktır. Son yıllarda uygulanan yanlış politika, yaşanan terör ve şiddet eylemleri, hayvan varlığını büyük ölçüde tüketmiş, hayvancılıkla uğraşan onbinlerce insan işsizlik ve yoksullukla karşı karşıya kalmıştır. Şu anda, hayvancılıkla uğraşanlar da, et ithalatının serbest bırakılması nedeniyle hayvanlarına alıcı bulamamaktadırlar.

Olağanüstü Hal Bölgesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde İstihdam Yaratılması ve Yatırımların Teşvik Edilmesi ile 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı, bilindiği gibi, 20 nci Dönem Yasama Meclisinde yasalaşmış; ancak, OHAL illerinden sadece Elazığ bu kanunun kapsamının dışında kalmış, Elazığ çok büyük bir ekonomik ve sosyal çıkmaza itilmiştir. Bu suretle, Elazığ’ın komşu ve bölge illeriyle rekabet şansı tamamen elinden alınmış, yeni yeni gelişen sanayi tamamen katledilmiş, müteşebbisin kolu kanadı âdeta kırılmıştır.

Elazığ’da mevcut istihdam, büyük oranda kamu kuruluşlarınca sağlanmaktadır. Bu açıdan, hükümetlerin kamu iktisadi kuruluşlarında yaptıkları her düzenleme Elazığ’ı doğrudan etkilemektedir. Özelleştirme programı çerçevesinde istihdam azaltıcı politikalar, Elazığ’da işsizliği korkunç boyutlara vardırmıştır. Et-Balık, süt, yem, çimento fabrikaları ile maden, bakır ve şark kromları işletmeleri gibi...

1974 yılında, Elazığ, illerarası gelişmişlik sıralamasında 8 inci sıradayken, bugün 35 inci sırada yer almaktadır. Önlem alınmadığı takdirde, ekonomik kayıp daha da artacak, sorunlar katlanarak artacaktır.

Ekilebilir tarım arazilerinin sulanarak tarımsal üretimin artırılması için, Kuzova Sulama Barajının hemen bitirilmesi, Kanatlı, Baltaşı, Hatunköy ve diğer sulama barajlarının inşaına vakit kaybetmeden başlanılması gerekmektedir.

Elazığ’ın sanayileşmesi, yeni sanayi yatırımlarının başlaması, yarım kalmış işletmelerin üretime başlaması için OHAL bölgesinde istihdam yaratılması ve yatırımları teşvik eden 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununda yapılan değişiklik kapsamına alınması gerekir.

2. Organize Sanayi Bölgesi ile 29.7.1996 tarihinde gerçekleşen Hayvan Ürünleri Organize Sanayi Bölgesinin faal hale gelmesi şarttır. Havaalanı ihtiyaca cevap verecek hale gelmelidir.

Göçü önlemek için köy, belde ve ilçelerin altyapı ihtiyaçlarının giderilmesi gerekir. TÜGSAŞ (Gübre Sanayii) ile Etibank Sodyum Bikromat tesislerinin çalıştırılması yolları bulunmalıdır.

Elazığ, yeraltı kaynakları itibariyle çok zengin bir ilimizdir. Zengin krom yatakları, bakır yatakları, çok kaliteli ve zengin mermer yatakları, Elazığ Merkez, Alacakaya, Karakoçan, Baskil, Keban, Kovancılar, Maden ve Palu için çok önemli kaynaklardır. İl merkezi ve ilçelerdeki sanayi sitelerinin bir an önce bitirilmesi gerekir. Elazığ’da mevcut bütün ekonomik kaynakları seferber ederek ekonomik ve sosyal darboğazı aşmak mümkün olacaktır.

Sonuç olarak, istihdamı azaltıcı politikaların uygulamaya başlamasından sonra işsizlik ve göçün çok ciddî boyutlara ulaştığı, önündeki engellerden dolayı sanayi yatırımlarının yapılamadığı Elazığ’ın sorunlarını araştırıp tespit ederek kalıcı çözümler üretmek için, Anayasanın 98 inci maddesi ve Meclis İçtüzüğünün 102 nci maddesi gereğince bir Meclis araştırması açılması son derece faydalı olur.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Diğer önergeyi okutuyorum:

3. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya ve 19 arkadaşının, ulusal kemik iliği bankası kurulması amacıyla Dr. Oktar Babuna tarafından başlatılan kampanya hakkındaki iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/47)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde ulusal kemikiliği bankası kurulmasını hedefleyen ve Dr. Oktar Babuna tarafından Mart 1999’da başlatılan kampanyanın Sağlık Bakanlığı tarafından durdurulmasıyla ortaya çıkan durumun ve kampanyayla ilgili birtakım iddiaların doğruluğunu araştırarak, alınacak tedbirleri görüşmek üzere, Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 104 üncü maddesi gereğince Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz. 14.7.1999

1- Musa Uzunkaya (Samsun)

2- Ali Coşkun (İstanbul)

3- İlyas Arslan (Yozgat)

4- Akif Gülle (Amasya)

5- Osman Aslan (Diyarbakır)

6- Kemal Albayrak (Kırıkkale)

7- Abdüllatif Şener (Sıvas)

8- Hüseyin Karagöz (Çankırı)

9- Fethullah Erbaş (Van)

10- Ramazan Toprak (Aksaray)

11- Faruk Çelik (Bursa)

12- Eyüp Fatsa (Ordu)

13- Celal Esin (Ağrı)

14- Osman Yumakoğulları (İstanbul)

15- Maliki Ejder Arvas (Van)

16- Avni Doğan (Kahramanmaraş)

17- Mehmet Altan Karapaşaoğlu (Bursa)

18- Özkan Öksüz (Konya)

19- Oya Akgönenç Muğisuddin (Ankara)

20- Aslan Polat (Erzurum)

Gerekçe:

Türkiye’nin ulusal kemikiliği bankasını kurmak ve Türk Milletini lösemi hastalığı tehlikesinden korumak amacıyla 1999 yılı mart ayında beyin cerrahı Dr. Oktar Babuna öncülüğünde büyük bir kampanya başlatıldı. Dünyada eşi benzeri görülmemiş ve Guiness Rekorlar Kitabına girecek bu kampanya, kısa zamanda çok büyük bir sivil hareket haline geldi. Türk Milletinin birlik ve beraberliğinin, toplumsal dayanışma ve özverisinin en güzel örneklerinden birini oluşturdu.

Ulusal kemikiliği bankası kampanyası, devlet tarafınden desteklenmiş olup, sivil insanlar tarafından da çok büyük bir ilgiyle karşılanmış bir kampanyadır. Bu kampanya ile ilk aşamada lösemi hastası Dr. Oktar Babuna’ya uygun bir kemik iliği vericisinin bulunması, daha sonraki aşamada ise, Türkiye’de ulusal kemikiliği bankasının kurulması hedeflenmekteydi. Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı, İstanbul Valiliği, İstanbul Üniversitesi gibi, devleti temsil eden kişi ve kurumlar tarafından desteklenerek, 160 000 doku tahliline ulaşan ve kemikiliği bankasının fiilen kurulmasını temin ederek, sayıları 8 000’e varan lösemili Türk vatandaşlarının ilik bulma ve yaşama şansını yüzde 70’lere çıkaran böyle bir kampanyanın, Sağlık Bakanlığı tarafından durdurulması, halkımız arasında hayret ve şaşkınlık ile karşılanmıştır.

Kampanyanın durdurulması sürecinde ortaya atılan birtakım gerekçelerin ispata ihtiyacı olduğu çok açık bir gerçektir.

Sağlık Bakanı Sayın Osman Durmuş’un ifade ettiği gibi, Dr. Babuna ve arkadaşları, bu kampanyayı bir çıkar sağlamak amacıyla mı yapmışlardır; ayrıca, kan örneklerinin gönderildiği yurt dışındaki laboratuvarların çıkarı düşünülerek mi bu kampanya yürütülmüştür? Bu tür iddiaların açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Ülkemizde, lösemi hastalarına yardım etmek için yıllardır faaliyet gösteren Lösemili Çocuklar Vakfının yakalayamadığı başarıyı, birkaç ay içinde yakalayarak, onu çok gerilerde bırakan böyle bir kampanyanın Türkiye’ye sağlayacağı imkânlar, kampanyanın durdurulmasıyla heba edilmiş ve sayıları 8 000’e varan lösemili Türk vatandaşlarının hayal kırıklığına sebep olmuştur, belki de onları ölüme mahkûm etmiştir.

Bizim Lösemili Çocuklar Vakfında lösemi tedavisi gören 8 çocuk son iki ay içinde hayatını kaybetmiştir. Bu ölümlere, ancak, ülkemizde kurulacak ulusal kemikiliği bankası sayesinde engel olunabileceği açıkça görülmekteyken ve bankanın kurulması aşamasına hızla yaklaşılırken, niçin bu durdurma kararı verilmiştir? Bu kararın alınmasındaki ana ve yan etmenler nelerdir? Sağlık Bakanlığının, bu kararı, bazı kuruluşların baskısı sonucu aldığı iddiaları ne ölçüde doğrudur? Bu kuruluşlar neyin ve hangi rantın mücadelesini yapmaktadırlar. Amerika Birleşik Devletlerinde ve Almanya’da tahlil edilen kanların sonuçları Türkiye’ye iade edildiğinde, toplanan veriler ulusal kemikiliği bankası oluşumu için yeterli olacak mıdır? Yeterli olmayacaksa, gerekli veri tabanına sahip olabilmek için tekrar bir kampanyaya ihtiyaç duyulacak mıdır? Bütün bu yaşananlardan sonra, böyle bir kampanyanın başarı şansı ne olacaktır? Ülkemiz insanları için hayırlı ve onurlu bir hizmeti hedef alan bu kampanyaya engel olmak için eldeki delillerin daha tatminkâr ve açık olması gerekmez miydi?

Yukarıda arz edilen konuların açıklığa kavuşturulması, Yüce Meclisimizin ve toplumumuzun bu manada tatmini için, Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince, Meclis araştırma önergemizin kabulünü saygılarımızla arz ederiz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım :

V. – ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. – (8/2) esas numaralı genel görüşme önergesinin görüşme günü ile gündemdeki yerine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

no. : 14 22.7.1999

Gündemin, “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmının 35 inci sırasında yer alan Osmanlı Devletinin kuruluşunun 700 üncü yıldönümü konusundaki (8/2) esas numaralı genel görüşme önergesinin öngörüşmelerinin Genel Kurulun 27.7.1999 Salı günkü birleşiminde yapılmasının ve bu birleşimde sözlü soruların görüşülmemesinin; genel görüşme açılması kabul edildiği takdirde, genel görüşmenin, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer almasının ve görüşmelerinin, Genel Kurulun 3.8.1999 Salı günkü birleşiminde yapılmasının, Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

Yıldırım Akbulut

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

Fikret Uzunhasan Ömer İzgi

DSP Grubu Başkanvekili MHP Grubu Başkanvekili

İsmail Kahraman Zeki Çakan

FP Grubu Başkanvekili ANAP Grubu Başkanvekili

Saffet Arıkan Bedük

DYP Grubu Başkanvekili

BAŞKAN – Okunan Danışma Kurulu önerisini, üzerinde söz talebi?.. Olmadığına göre, oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.

VI. – SEÇİMLER

A) KOMİSYONLARDA BOŞ BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonunda boş bulunan üyeliklere seçim

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonunda boş bulunan ve Doğru Yol Partisi Grubuna düşen 2 üyelik için, Batman Milletvekili Faris Özdemir ve Diyarbakır Milletvekili Salih Sümer aday gösterilmişlerdir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz?

BAŞKAN – Buyurun efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Şimdi, bugünkü gündem, Başkanlıkça düzenlenmiş bulunmaktadır; ancak, Yüce Genel Kurulun, 20.7.1999 Salı günü düzenlediği ve grup önerisi olarak gelen bir öneriyi kabul etmesi sonucunda, ortada 10 uncu sıraya kadarki tasarı ve tekliflerin görüşülmesi keyfiyeti vardır. Burada Genel Kurulun kararı, bugünkü basımda noksan yazıldığı intibaını uyandırmıştır. Şimdi, Genel Kurul aldığı kararda, salı, çarşamba, perşembe, cuma günleri neler yapacağını tek tek düzenlenmişti; ama, bugün, gündem dikkatli okunursa, salı ve çarşamba günleri herhalde geçtiği için ve bazı kanun tasarıları da görüşülüp bittiği için, bunları çıkarma ihtiyacını hissetmiş; o zaman, Genel Kurulun kararı ortadan kalkmış oluyor Sayın Başkanım; bir.

İkincisi, bakınız “10 uncu sıraya kadar” deniliyor; şimdi, öneride, 10 uncu sıraya kadar neler olduğu tespit edilmiştir.

BAŞKAN – Haklısınız Sayın Güven.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Burada “10 uncu sıraya kadar” dediniz mi, bugünkü gündemin 10 uncu sırasına kadar...

BAŞKAN – Aynı konu Başkanlık tarafından da tespit edilmiştir. Konuyu grup başkanvekilleriyle tekrar istişare edeceğiz.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Oldu efendim; teşekkür ederim.

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen İşler” kısmına geçiyoruz.

1 inci sırada yer alan, Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı; Bolu Milletvekili Avni Akyol’un, 22.6.1965 Tarihli ve 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Ek Bir Madde Eklenmesiyle İlgili Kanun Teklifi ile Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, Millî Eğitim Temel Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair ve 22.6.1965 Tarihli ve 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Ek Bir Madde Eklenmesiyle İlgili Kanun Teklifinin müzakeresine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4.– Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı; Bolu Milletvekili Avni Akyol’un, 22.6.1965 Tarihli ve 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Ek Bir Madde Eklenmesiyle İlgili Kanun Teklifi ile Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, Millî Eğitim Temel Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair ve 22.6.1965 Tarihli ve 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Ek Bir Madde Eklenmesiyle İlgili Kanun Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/496, 2/177, 2/184, 2/185) (S.Sayısı: 51) (1)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerinde.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Sayın Başkan, bir konuya açıklık getireceğim.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Ben, Millî Eğitim Komisyonu üyesiyim. Millî Eğitim Komisyonumuzun Genel Kurula sunmuş olduğu şu raporda -eldeki metinde- muhalefet şerhim yanlışlıkla yazılmamıştır. Zabıtlara geçmesi bakımından -eldeki imzalar buradadır- muhalif olduğum imza sirkülerinde beyan edilmiştir.

BAŞKAN – Peki, getirteyim efendim.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Zabıtlara geçmesi bakımından, bu yasa tasarısına...

BAŞKAN – Tamam efendim, tetkik ettireceğim.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – ... yani, Kur’an kurslarına sınır getiren yasa tasarısına karşı olduğumu...

BAŞKAN – Böyle bir usulümüz yok; anlaşıldı, çok teşekkür ediyorum.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Nasıl böyle bir usulümüz yok!.. Anlaşılmadı galiba!

BAŞKAN – Anlaşıldı Sayın Şener.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Yanlış geçmiş buraya.

BAŞKAN – Ben anladım; tettik ettireceğim ve sonra sizi bilgilendireceğim.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Komisyon tutanağını gönderiyorum Sayın Başkan.

(1) 51 S. Sayılı Basmayazı 21. 7. 1999 tarihli 36 ncı Birleşim Tutanağına eklidir.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Müsaade ederseniz açıklama yapmak istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, böyle bir usulümüz yok.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Nasıl düzelteceğiz Sayın Başkan; niye usulümüz yok?

BAŞKAN – Konuyu tetkik ettireceğim, Yüce Heyeti bilgilendireceğim.

Teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, geçen birleşimde, tasarının tümü üzerinde gruplar adına yapılan konuşmalar tamamlanmıştı. Şimdi, tasarının tümü üzerinde şahısları adına söz isteyen sayın üyelere söz vereceğim. Yalnız, şahıslar adına söz vermeden önce, şahısları adına söz talebinde bulunan değerli üyeleri de bilgilerinize sunacağım.

Tasarının tümü üzerinde şahısları adına, Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan, Tunceli Milletvekili Kamer Genç, İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş, Konya Milletvekili Veysel Candan, Aksaray Milletvekili Murat Akın söz istemişlerdir. Malumunuz olduğu üzere, sadece, ilk iki sıradaki sayın üyeye söz vereceğim.

Şimdi, söz sırası Sayın Ayhan’ın.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 51 sıra sayılı, Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda değişiklik yapan kanun tasarısının geneli üzerinde, şahsım adına söz almış bulunmaktayım.

Kanun tasarısı, vatandaşların din eğitiminin düzenlenmesiyle ilgili bir değişiklik getirmektedir. Hatırlanırsa, 1997’de Sekiz Yıllık Kesintisiz Eğitim Kanunu çıktıktan sonra, imam-hatip okullarının orta kısımları kapanmış, buna paralel olarak da, Danıştayın, Kur’an kurslarıyla ilgili yönetmeliği iptali neticesinde de, 1998 yazında ve 1999 yazında da, bugüne kadar, Kur’an kurslarında eğitim görmek isteyen vatandaşlarımız bu haktan mahrum edilmişti. Bunun sağlanması için, bu dinî eğitim imkânının getirilmesi için, hükümet, önümüze bir tasarı getirdi; bu tasarıyı tartışıyoruz. Bu tasarı ihtiyaca uygun mudur; müzakere ediyoruz.

Değerli arkadaşlar, din, fıtrî bir ihtiyaçtır ve cemiyette aslolan dindarlıktır. Bir Müslüman için aslolan da, Allah’a iman, tevhit akidesi ve salih ameldir, güzel ahlak ve harekettir. Dindarlık, toplumun gücüdür, kuvvetidir, insanlar için saadet kaynağıdır, cemiyet için de saadet kaynağıdır.

Sayın Cumhurbaşkanıyla beraber olduğumuz bir resmî seyahatte, Alman Cumhurbaşkanının hanımefendileriyle beraber yemekteydik. Kendileri, Cumhurbaşkanının hanımı olarak, refikaları olarak, sosyal faaliyetlerden bahsettiler; kiliseyle beraber çalıştıklarını, çocuklarını dindar olarak yetiştirmek için gayret ettiklerini, dinî terbiye üzerinde durduklarını ifade ettiler; Türkiye’deki dinî faaliyetler ve gelişmeler üzerinde de bilgi edinmek istediler.

Yine, rahmetli Ali Fuat Başgil Hocayı burada anıyorum. Kendisi “Gençlerle Başbaşa” isimli bir eserinde, ortaokul, liseyi Fransa’da okurken, kaldığı pansiyonun kiliseye ait bir pansiyon olduğunu öğrenince, pansiyon müdürünü -aynı zamanda, okulun fizik hocasıdır- ziyaret eder “ben, bir Müslümanım, burada kalmam mahzurlu mu acaba” der; bunu anlatır hatıralarında “Gençlerle Başbaşa” eserinde ve o fizik hocası, pansiyon müdürünün de “evladım, biz, dindar insanları severiz; senin dindar olman bir meziyettir, bundan endişe etme” diye ifade ettiğini anlatır. Yani, medenî toplumlarda dine bakış bu şekildedir.

Dinî hayatın icabı da, dinini öğrenme hürriyeti, dinini yaşama hürriyeti ve dinini tebliğ, davet ve öğretme hürriyetidir. Bunlar yoksa, bir toplumda din hürriyeti yok demektir; baskı vardır.

Türkiye Cumhuriyeti döneminde, dinî hayat, dinî eğitimle ilgili gelişmelere kısaca bakacak olursak, hemen hatırlayalım: 1924 Anayasası Madde 2: “Türkiye Devletinin dini, din-i İslamdır” deniliyor; yani, cumhuriyet, bir İslam cumhuriyeti olarak kurulmuştur. 1928 yılında “din-i İslamdır” lafzı Anayasadan çıkarılmıştır; yerine başka bir şey konulmamıştır. 1937’de de, laiklik umdesi, Halk Partisinin altı okuyla beraber, Anayasaya girmiştir.

Cumhuriyet döneminde, medreseler kapatılmış, onların yerine ilahiyat fakülteleri açılmış, imam-hatip okulları açılmış; ancak, bilahara, 1928-1929 yıllarında, bunlar da kapanmıştır; talebe yokluğundan kapandığı ifade edilmektedir. Okullarda dinî eğitim kaldırılmıştır, dinî eğitim yoktur. Dinî neşriyat üzerine baskı getirilmiştir. 1940’lı yıllarda, Matbuat Umum Müdürlüğünün bir tebliği, bir tamimi vardır; Türk Yurdu Dergilerinde ve diğer birtakım kaynaklarda bunları görmek mümkündür. Genel Müdürün tamimi, son zamanlarda, basında dinî mahiyette neşriyata rastlanmaktadır, tarihî hadiselerle ilgili olsa dahi, dinî neşriyattan süratle tevakki edilmesi, yani vazgeçilmesi ve dinî neşriyat yapılmaması şeklinde bir tamimdir. O dönem, basının, sansür ve baskı altında olduğu bir dönemdi; bu tamimin, ne kadar ağırlıklı bir tamim olduğunun takdir edilmesi için ifade ediyorum.

1945-1950 yılları arası, San Francisco Konferansından sonra, Türkiye’nin Batı demokrasileri cephesinde yer almasından sonra, Türkiye’de, çokpartili hayata geçiş, toplum hayatında yumuşama ve rahatlama, baskı dönemlerinin sona erme istikametinde gelişmeler meyanında, Cumhuriyet Halk Partisi kongrelerinde de “cenazelerimizi yıkayacak imam bulamıyoruz, camilerimize imam bulamıyoruz” diye şikâyetler artınca, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının sonuna doğru -hatırladığım kadarıyla, merhum Şemseddin Günaltay’ın Başvekâleti döneminde- ilk defa, rahmetli Ahmet Hamdi Akseki’nin riyaseti döneminde Kur’an kursları açılmaya başlanmış ve 1950 Demokrat Parti iktidarından sonra da, dinî hayat üzerinde baskılar kalkmıştır. 1950 öncesi, biliyorsunuz, ezan değiştirilmiş, ibadete, ibadet diline müdahale edilmiş, hac engellenmiş, eğitim yasaklanmış, gizli ve kaçak eğitim de cezalandırılmış; âdeta, karakollar, nerede, hangi evde dinî eğitim var diye bunların takipçisi haline getirilmişti.

1950 sonrası, bunun rahatladığını görüyoruz; dinî eğitim üzerinde baskının kalktığını, Kur’an kurslarının açıldığını, imam hatip okullarının, liselerinin açıldığını, yüksek İslam enstitülerinin açıldığını, ilahiyat fakültelerinin açıldığını ve sivil toplum kuruluşlarının, vakıfların, derneklerin geliştiğini görüyoruz; dinî neşriyatın geliştiğini görüyoruz; okullara din derslerinin konulduğunu görüyoruz. Bütün bu gelişmeleri sağlayan Adnan Menderes’i de burada rahmetle anıyorum.

1950 sonrası, okullara din dersleri konulurken, bunun Anayasaya aykırı olduğu istikametinde, o zamanki Profesör Bülent Nuri Esen tarafından Danıştaya müracaat edilmiştir -bazı kurumlara- fakat, bu, uygun görülmemiş, Türkiye şartlarında dinî eğitimin zarurî olduğu ifade edilmiş ve okullarda din dersi 1950 sonrası konulmuştur.

Yine, o dönemde, laiklik anlayışının dine baskıdan din hürriyeti manasına doğru genişletilmesi için neşriyatlarıyla hizmet eden Prof. Ali Fuat Başgil’i, Prof. Bülent Daver ve benzeri birtakım hukukçuları da burada şükranla anıyorum.

1960 ihtilali sonrası ise, dinî hayat üzerine tekrar baskıların yoğunlaştığı bir dönemdir. Bu dönem, Bediüzzaman Saidi Nursî’nin eserlerini, Risalei Nurları okuyan insanlar, dinî sohbet tertipleyen insanlar üzerinde büyük baskıların yapıldığı, evlerin basıldığı, insanların tevkif edildiği, tespihlerin, takkelerin toplandığı bir dönemdir. 1960 ihtilalinin bu izleri hiçbir zaman hafızalardan silinmeyecektir.

1973-1980 arası, dinî hayat üzerinde baskıların azaldığı dönemdir. Bilhassa koalisyon hükümetleri zamanında, gerek MSP-CHP hükümeti zamanında gerekse MSP-Adalet Partisi hükümetleri zamanında dinî hayat üzerinde baskılar azalmış, okullara ahlak dersleri konulmuş, dinî eğitim veren okulların açılmasını önleyen idarî tutumlar kaldırılmış ve dinî eğitim talepleri karşılanmıştır.

1980 sonrası ise, okullara din dersinin mecburî olarak konulduğunu, dinî hayat üzerinde baskıların azaldığını, sivil toplum kuruluşlarının geliştiğini görüyoruz -derneklerin, vakıfların, bunların finanse ettiği birtakım okulların, yurtların vesaire- ve bu dönemde bu rahatlığı getiren, din derslerini getiren Sayın Kenan Evren ve arkadaşlarını şükranla anıyorum ve merhum Turgut Özal’ı da şükranla, rahmetle burada anıyorum, kendi iktidarları döneminde bu rahatlamayı getirdikleri için.

BAŞKAN – Sayın Ayhan, sürenize 1 dakika ilave ediyorum efendim; buyurun.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Teşekkür ederim.

Ancak, Türkiye, bütün bu gelişmelerden sonra, 28 Şubat 1997’den sonra dinî hayat üzerinde yeni bir baskı dönemine girmiştir. 1940’lı yıllarda olduğu gibi, dinî hayat üzerinde baskı kurulması, 1946’dan sonra gelişen demokratik anlayış, 1950’den sonra gelişen çokpartili hayatın getirdiği millî hâkimiyet ve millî irade kavramlarının getirdiği, bu Meclisin iradesiyle ve buradan güvenoyu alan hükümetlerin rahatlattığı dinî hayat üzerinde, tekrar, 1940’lı yılların baskısını geri getirmek isteyen bir anlayışın hâkim olduğunu görüyoruz Batı Çalışma Grubunun raporlarında, birtakım uygulamalarda. Maalesef, bu mesele, bugün milletimizin karşı karşıya olduğu bir baskıdır, bir azaptır ve fevkalade çileli bir dönemdir.

İşte, şimdi, bu kanunu biz böyle bir vasat üzerinde tartışıyoruz. Tabiî, 28 Şubat Millî Güvenlik Kurulu kararlarını şöyle, o zamanki basına ve televizyonlara yansıyan, intikal eden ana unsuruları itibariyle hatırlarsak, irticayla mücadelede -irtica neyse, bunun tarifi yoktur kanunlarımızda- mevcut kanunlar ve yeni kanunlar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun efendim, tamamlayabilirsiniz.

Buyurun Sayın Ayhan.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Peki; teşekkür ederim.

Yine, genç nesillerin korunması adı altında, sekiz yıl kesintisiz eğitim kanununun çıkarılması, Kur’an kurslarının Millî Eğitim Bakanlığına devredilmesi gibi, Diyanet İşleri Başkanına dahi güven duyulmayan bir anlayıştır. Vakıflara ait okulların, yurtların Millî Eğitim Bakanlığına devredilmesi -yine 28 Şubat kararları meyanında- dinî okulların azaltılması, kamu kuruluşlarındaki dindarların görevlerinden uzaklaştırılması, irtica takip kurullarıyla ilde, ilçede hatta kaymakam ve valiler hakkında bile, çok alt birimden, çevreden birtakım ihbarların alınıp, kaymakam ve valiler hakkında “mürteci” damgasıyla işlem yapılması, maalesef, günümüzün meselesidir. Bana, bir vali “benim hakkımda çevremden böyle bilgi alınıyor” dedi; bir kaymakam “jandarma assubayı, jandarma kumandanı gelip, kaymakam bey, bu ay senin hakkında iyi rapor verdim” diye yarı şaka, yarı ciddî beyanda bulunduğunu ifade etti. İşte, idare üzerinde bu baskı bugün vardır; yani, kamu kuruluşlarında “mütedeyyin” veya “dindar” dediğimiz kişilerin görevden uzaklaştırılması ve buralarda çalışma imkânlarının olmaması, eğitim kurumlarında, kamu kuruluşlarında kıyafet üzerinde baskı; işte, yaşadığımız hadiselerdir.

Evet, bu kanun tasarısını bu vasat üzerinde tartışıyoruz. Ben, Muhterem Başkanın lütfunu daha fazla istismar etmek istemiyorum; imkân olursa müteakip maddelerde söz alacağım.

Değerli üyelerin bu şartlar altında, millî iradeyi temsil eden bir Meclis olarak -belki hükümetler baskı altında kalabilir; ama, Meclis baskı altında değildir; Meclis, milletin hür iradesiyle oluşmuştur- bu vasat üzerinde salim bir karar verilmesi için, bunları arz edeyim dedim.

Hepinizi hürmetle selamlarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.

İkinci söz, şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç’in.

Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, önümüze getirilen tasarıda, daha önce 4306 sayılı sekiz yıllık kesintisiz eğitim yürürlüğe girdikten hemen iki gün sonra, o gün o kanunu getiren hükümet bir yönetmelik yayımlıyor. Bu yönetmelikte “5 inci sınıfı bitiren öğrenciler için, hafta sonlarında ve yaz tatillerinde, Diyanet İşleri Başkanlığı Millî Eğitim Bakanlığının denetiminde Kur’an kursları açar” diyor. Buna karşı bir dava açılıyor; Danıştay 8. Dairesi diyor ki: “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 42 nci maddesinde, eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı, bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamayacağı, Tevhid-i Tedrisat Kanunuyla eğitimde birliğin sağlanmasının amaçlandığı, Millî Eğitim Temel Kanunuyla eğitimin çağdaş, laik ve bilimsel olması gerektiği hükme bağlanmıştır.” Getirilen bu yönetmelik, önce, bu hükümlere aykırıdır.

İkincisi, yönetmelikte yapılan bu değişiklikle, ilköğretimin beşinci sınıfını tamamlamış olanların tanımına yer verilmekte, böylece yukarıda alınan Sekiz Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasasına açıkça aykırı bir ilke kabul edilmiş olmaktadır. Yani, siz bir yandan, sekiz yıllık zorunlu eğitimi çıkarıyorsunuz, arkasından iki ay, iki gün sonra da bunu hemen deliyorsunuz; bu, ilkelere aykırıdır.

Değerli milletvekilleri, tabiî, son zamanlarda, Yüce Parlamentonun çatısı altında, hakikaten, yüce din duyguları gündemin 1 inci sırasına aktarılmaya çalışılıyor. Acaba, bu, Türkiye’nin hayrına mıdır, değil midir; tabiî bunlar tartışılabilir; ama, Türkiye bir hukuk devletidir.

Bir Tevhid-i Tedrisat Kanunu var ve Millî Eğitim Temel Kanunu var. Bu kanunlar, bizim Anayasamızda, anayasal bir değer olarak belirlemiş; özellikle Tevhid-i Tedrisat Kanununun Anayasaya aykırılık nedeniyle iptal edilmeyeceği belirtilmiştir. Dolayısıyla, bana göre, getirilecek her kanunun, bu Anayasa hükmündeki Tevhid-i Tedrisat Kanununun hükümlerine aykırı olmaması lazımdır.

Tabiî, Türkiye’nin kendine özgü bir konumu vardır. Türkiye, dünyada mücevherat değerinde bir coğrafyaya sahiptir, bunu herkes biliyor. Bu coğrafyada yaşayan insanların, acaba, nasıl bu coğrafyanın gerektirdiği büyüklüğe, bilime, ilime kavuşmasını engelleyelim de; bu kabiliyetli, bu dinamik insanlara, Türkiye’nin geleceğini, gelişmesini engelleyecek neler yapalım?..

Bakın, bugün gidin, Avrupa’da... Şimdi diyoruz ki, işte, tahkim kanununu getirelim. Siz, tahkim kanununu getirseniz de, Avrupalı size kredi vermez. Niye vermez; çünkü, Türkiye’nin iktisaden gelişmesini istemez; ama, gidin bir Arabistan’a, bir gidin; işte, bir Avrupa’ya deyin ki “biz cami yapacağız, cemevi yapacağız, dinî kurumları yapacağız” size bol kredi verirler; çünkü, bakın, Türkiye’de oynanan oyunları iyi kavramak lazım.

Değerli milletvekilleri, Türkiye bir hukuk sistemidir ve anayasal bir hukuk sistemidir. Türkiye’de çeşitli kültürlerden, çeşitli mezheplerden insanlar yaşamaktadır ve biliyorsunuz, bundan önce burada Diyanet İşleri bütçesi müzakere edilirken, bir arkadaşımız çıktı “ben, verdiğim vergilerle, Diyanet İşleri Başkanlığına verilen paraları helal etmiyorum” dedi. Burada bir arkadaşımız kürsüde dedi, o zaman bu salonda olan arkadaşlarımız var.

Şimdi, acaba buna niye ihtiyaç duyuluyor? Zaten mevcut kanunumuza göre, bakın, yani sekiz yıllık kesintisiz eğitimde ne oluyor; öğrencilerimize din kültürü ve ahlak eğitimi daha birinci sınıftan itibaren veriliyor; peki, niye acaba; yani, işte, yaz kursları, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Kur’an kursları açılıyor? Acaba bunun arkasında bir tuzak var mıdır? Bunları incelemek lazım.

Tabiî ki, birçok arkadaşınız, belki de partili arkadaşlarım bana kızabilirler; tabiî, ben... Peki, kendi arkadaşlarımdan da özür dilerim; yani, ben, tabiî, düşüncemi özgürce bu konuda da söylerken; ama, partime de zarar vermek istemiyorum; çünkü, tabanında, partimin tabanında çok inançlı, çok saygıdeğer insanlarımız vardır, o insanlara da benim düşüncelerimin yanlış anlaşılmaması ve partime de zarar vermemesi konusunda da kendimi ciddî bir baskı altında hissettiğimi de belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, mesele şudur: Bakın, şimdi bu kanun çıktığı zaman, genç dimağları Kur’an kursuna gönderecekler; ama, çağımız, bir bilim çağıdır, bilgi çağıdır. Artık çağımızda bilgiye patika yollarla ulaşamazsınız, otoyollarla ulaşabilirsiniz, jet hızıyla ulaşabilirsiniz. İnsan beyninin, hafızasının, belli bir aşamadan sonra yorgunluğu vardır. Bu kanun çıkacak; ama, ben, bu kanuna kabul oyu verenlerin, beşinci sınıfı bitiren çocuklarını ve torunlarını araştıracağım ve inanıyorum ki, yüzde 90’ı, çocuklarını o yaz Kur’an kurslarına göndermezler, fakir fukaranın çocuğu gitsin derler. (DSP sıralarından alkışlar) Peki, bunu getireceğimize, bunun yanında, devletin imkânlarıyla, o yaz kurslarında, fizik kursunu açalım, matematik kursunu açalım. (FP ve MHP sıralarından gürültüler) Açalım efendim, açalım...

Değerli milletvekilleri, öte tarafta, bakın, Tevhidi Tedrisat Kanununda, bütün eğitim, Millî Eğitim Bakanlığının denetimi altındadır. Bu, bir defa, Diyanet İşleri Başkanlığına verilmemiş ki... Onun için, ben, bunun Tevhidi Tedrisat Kanununa aykırı olduğunu... Bir de, Sekiz Yıllık Kesintisiz Eğitim Kanununu daha yeni çıkardınız; bir uygulayalım, üç beş sene kalsın değerli arkadaşlarım.

Bakın, Türkiye, hakikaten, 21 inci Yüzyıla girerken, artık, çocuklarımızı... Din kültürü ve ahlak eğitimi de tabiî ki önemli, her insanın bir inancı vardır; ama, bu inaçlarımızı, elbette ki, karşılıklı saygı sınırları içinde şey edeceğiz. Ama, bu memlekette çeşitli mezhepteki insanlar da vardır. Yani, o zaman, onların eğitimi ne olacak?.. Onları da bir düşünmek lazım. Yani, Türkiye’de Sünnî mezhebine göre bir din eğitimi yaptığınız zaman, burada, barışın şartlarını biraz ihlal etmiş oluyoruz. Başka mezheplerin de inançlarına saygı gösterilmesi gerektiğine inanıyorum.

AHMET ÇAKAR (İstanbul) – Hepsinin kitabı Kur’an-ı Kerim’dir.

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, Kur’an-ı Kerim’dir de, herkesin de kendine göre özellikleri vardır. Siz, onu öyle kabul ediyorsunuz da, başkalarının da kendine göre...

AHMET ÇAKAR (İstanbul) – Alevinin kitabı da Kur’an’dır, Sünnininki de Kur’an’dır, bütün mezheplerin kitabı Kur’an’dır.

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlarım, bakın, ben kendi düşüncemi söylüyorum.

AHMET ÇAKAR (İstanbul) – Karıştırma işleri...

KAMER GENÇ (Devamla) – Benim düşüncem yanlışsa, sizin düşüncenizin doğru olduğunu ben ne bileyim!

BAŞKAN – Lütfen hatibe müdahale etmeyiniz.

KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın, şimdi, burada, şu çatı altında her düşünceye yer vardır. Eğer, burada baskıcı bir rejim uygularsak, konuşmayalım isterseniz; yani, getirin, hiç konuşmadan kanunları çıkarın; ama, bizi de buraya seçip gönderen insanlar var, biz de onların düşüncelerini burada dile getirmek zorundayız. Tabiî ki, bu devletin kurucusu olan Yüce Atatürk de bir hedef göstermiştir, çağdaş uygarlık seviyesini göstermiştir. Çağdaş uygarlık seviyesine, biz, bu metotlarla uygulayamayız. Birbirimize müsamaha edeceğiz, birbirimize karşı hoşgörülü davranacağız. Benim düşüncem yanlış olabilir; ama, benim düşünceme göre getirilen bu tasarı yanlıştır -hükümet programında da bunu dile getirdim- Tevhidi Tedrisat Kanununa aykırıdır. Türkiye’de din eğitimi, zaten, layıkıyla yapılmaktadır; isteyen, kendi çocuğuna din eğitimi verebilir; ama, devletin parasıyla belli bir gruba böyle bir eğitim verdiğiniz zaman, o zaman, laiklik ilkesine de aykırı hareket edildiği konusunda ciddî bir kuşkum vardır; yoksa ki, ben, Yüce İslam Dininin bütün kurallarıyla herkese öğretilmesine karşı değilim; ama, Türkiye’de anayasal bir hukuk vardır ve Türkiye’de çeşitli kültürler vardır; bu kültürleri de öğretelim diyorum. Bunların hepsini öğretmeye kalktığınız zaman, bir yerde çıkmaza giriyor.

Bu itibarla, bu düşüncelerimi belirtmek için söz almış bulundum. Bu yasa çıkarsa, ben inanıyorum ki, Danıştay 8. Dairesinin bu yönetmeliği iptal için gösterdiği gerekçeler, Anayasa Mahkemesince, bu kanunun iptali için geçerli sayılacaktır, bu, Anayasa Mahkemesince iptal edilecektir; bunu belirttim.

Saygılar sunuyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.

Değerli milletvekilleri, Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu, görüştüğümüz tasarının Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda görüşüldükten sonra, Komisyonca düzenlenen raporu imzalarken, yanına “muhalifim” ibaresi koymuş; ancak, Sayın Üye, herhangi bir muhalefet şerhi vermemiştir. İmza ve “muhalif” ibaresi birbirine karıştığından “muhalif” ibaresi Sayın Göksu’nun adının altına yazılamamıştır; Yüce Heyetinizi bilgilendirmek ve tutanaklara geçmesi açısından düzeltiyorum.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI KURULUŞ VE GÖREVLERİ HAKKINDA

KANUNA BİR EK MADDE EKLENMESİNE DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. — 22.6.1965 tarihli ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

“EK MADDE 3. — İlk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu din kültürü ve ahlâk bilgisi dersleri dışında, Kur’an-ı Kerim ve mealini öğrenmek, hafızlık yapmak ve dinî bilgiler almak isteyenler için, Diyanet İşleri Başkanlığınca Kur’an kursları açılır. Bu kurslardaki din eğitim ve öğretimi kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcilerinin talebine bağlıdır. Ayrıca ilköğretimin 5 inci sınıfını bitirenler için tatillerde ve Millî Eğitim Bakanlığının gözetim ve denetiminde yaz Kur’an kursları açılır.

Kur’an kurslarının açılış, eğitim-öğretim ve denetimleri ile bu kurslarda okuyan öğrencilerin barındığı yurt veya pansiyonların açılış ve çalışmalarına dair hususlar yönetmelikle düzenlenir.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

FP GRUBU ADINA MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna ek bir madde ilave edilmek suretiyle yapılması söz konusu olan değişiklik vesilesiyle, 1 inci madde üzerinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, dün akşamdan beri görüşülmekte olan bu yasa tasarısı, Temeleğitim Kanununun 1997 yılındaki değişikliği vesilesiyle Türkiye’de iki yıldır yaşanan kamburlardan birini düzeltme maksadıyla Meclise sevk edilmiştir. Filhakika, 1997 yılı yaz tatiline girilirken, birçok grubun ısrarına rağmen, 8 gün 9 gece devam eden Plan ve Bütçe Komisyonu tartışmaları ve Genel Kurul tartışmalarının cem olduğu şu 1 260 sayfalık zabıt, kayda giren tutanaklar incelendiğinde görülecektir ki, o günkü grubumuz ve gruptaki birçok milletvekili arkadaşımız, bu yasanın çıkması halinde Kur’an kurslarımızın, hafızlık eğitiminin, yaz kurslarının ve diğer dinî eğitimin tamamen akamete uğrayacağını ifade etmişlerdi. O günkü zabıtlar ortadadır. Neden -merak ediyorum- bu ülkede kanunlar çıkarılırken, önce yanlış yapılır, sonra düzeltme mücadelesi verilir...

Bakınız, geçen yıl bir vergi reformu yasası çıkarıldı; millet, inim inim inliyor. Vergi yasasının getirdiği yıkımı ve tahribatı düzeltmek için belki çok acil bir yeni yasa çıkarılacak. Temel eğitim Yasası çıkarıldı; bununla milletin maddî ve manevî eğitimi perişan edildi. Kur’an kursları kapandı, yaz kursları perişan oldu ve Diyanetin en büyük kadro ihtiyacı durumu olan hafızlık müessesesi yok edildi. İşte, Diyanetin değerli yetkilileri burada. Yılda 20 000-22 000 civarında hafızlık eğitimi gören gencimiz, önümüzdeki öğretim yılında tek bir hafız, şu memlekette okuyamayacak hale getirildi.

Şimdi, siz -Allah uzun ömür versin- eğer, Kocatepe’den İsmail Çoşar veyahut da oradaki değerli imam arkadaşımız, emri hak tecelli eder de, göçer, yerine hayırlı bir halef halen yetişmemişse, kulaklarınızı doyuracak, rütbeli rütbesiz devlet adamlarını uğurlamak için gittiğimiz, en son uğurladığımız Kocatepe’de, Maltepe’de, Süleymaniye’de ve benzeri camilerde kulaklarımızı ve gönüllerimizi dolduracak o hafızı Kur’an’ları, merak ediyorum, nereden yetiştireceğiz?!

Değerli arkadaşlar, akşam, değerli bir parti sözcüsü arkadaşımız “biz, bu meseleyi burada çözüyoruz” dedi. Allah aşkına, gelen yasayla nereyi çözüyorsunuz?! Yani, şu yasa tasarısında, bize açıkça şunu söyleyebilir misiniz; hafızlığa, şu yaştan itibaren, yani, 10 yaşında, 11 yaşında... Değerli Sayın Müderrisoğlu’nun -meslektaşım ve muhterem hocamın- söylediği, hafızlık, bu meseleyle âdeta ölmüştür, Diyanetin arzu ettiği kadrolar yok olmuştur ve din eğitimi büyük bir yara almıştır; ama, açıkça ifade etmek lazım; bu yasa, sadra şifa bir yasa değil, sadece, günah savma yasasıdır; ama, bununla, milletin derdine deva olunmadığının burada açıkça bilinmesi gerekir.

Değerli arkadaşlar, bu konuda, ben, DSP’li arkadaşları anlayışla karşılıyorum; çünkü, 1997 yılında bu yasanın çıkması için, Cumhuriyet Halk Partisiyle elbirliği yaparak canhıraşane bir mücadele verdiler ve neticede, o günün Millî Eğitim Bakanı bu yasayı mutlaka çıkaracak... Koalisyonun bir ortağı da “bu yasa, siyasî hayatıma mal olsa da, mutlaka çıkacaktır” demişti ve çıktı. İşte sonucu ortada; Kur’an kursları perişan oldu -dediğim gibi- hafızlık gitti.

Ben, bu konuda, o günkü yapmış olduğu icraatıyla, verdiği desteğiyle, Anavatan Partisini de belki kısmen anlamak durumundayım; ama, seçim beyannamesinin 73 üncü sayfasında “Kur’an kursları öğrenimi problemini kesinlikle halledeceğiz” diyen koalisyonun bir değerli ortağının, mutlaka, bu meseleye bugün çözüm üretme konusunda kararlılığını bu Genel Kurulda göstermesi gerekiyor. (FP sıralarından alkışlar) Neden; çünkü, az önce ifade ettim; diğer partilerin bu konuda ödedikleri bedelleri de var. Hatta, o günkü Plan ve Bütçe Komisyonunun Başkanlığını yapan çok değerli bir arkadaşım, aynı vilayetten milletvekili adayı olan değerli bir kardeşim, muhtemeldir ki, bu yasanın kurbanı olarak bu dönem Meclise gelemedi. Belki onlar bir bedel ödediler; ama, benim, bu değerli arkadaşlarımın verdiği sözlere rağmen bir bedel ödemesini, doğrusu, gönlüm arzu etmiyor ve burada, ciddî bir kararlılığın gösterilmesi, izhar edilmesi lazımdı.

Değerli arkadaşlar, ben, şimdi, Değerli Bakandan, Sayın Komisyon Başkanından ve ilgililerden merakla soruyorum, zabıtlara geçmesi açısından soruyorum, diyorum ki, bu yasanız, 12 yaş ve 12 yaş altındaki çocuklarımızın hafızlık yapmasına imkân tanıyacak mı? Net olarak buradan bir açıklama yapabilir misiniz; hayır, böyle bir imkân burada yoktur ve hafızlık yapılamayacak.

İkincisi, yaz kursları... Yani, bir baba düşünün; 7 yaşında, 9 yaşında, 11 yaşında ve 13 yaşındaki çocuklarını camie gönderiyor, en büyüğünün himayesinde. Hoca efendi diyecek ki, 13 yaşındakini alırım; ama, gerisini götür dışarıya... Bunu demeye ve dedirtmeye şu Meclisin hakkı var mı?! (FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, burada, bu sorunu çözmek zorundayız. Burada, bu vatandaş, bugün, bu yasayla bizden çözüm bekliyor.

Sayın İsmail Köse kardeşimizle, geçtiğimiz yasama yılında iki ayrı teklif verdik ve bu tekliflerimizin, hakikaten, geçen yasama döneminde kabul edilememesi bir talihsizlikti. Komisyonlarda ciddî tartışmalar yapıldı ve mesele çözülemedi. O, ayrı bir konu; ama, bu yıl, enteresandır, protokol gayretiyle, arkadaşlarımızın teklifleri, komisyonda, ihtisas komisyonunda tartışılma imkânını bile bulamadı. Ne garip tecellidir!..

Ben, şimdi, merak ediyorum... Dün, değerli bazı arkadaşlarımız -İnanıyorum da, öyledir- bu Meclis vesayet altında değildir dediler. Hükümet protokolü de baskı altında hazırlanmadığına göre, bu protokolün altına imza atanlar, neden, esas görüşlerini burada egemen kılıp arzu edilen yasanın çıkmasına fırsat hazırlamıyorlar?..

Değerli arkadaşlar, bunun nedenini de, cevabını da, yine, hükümet ortaklarının ve özellikle, bu konuda yeni bir vebal yüklenici durumuna getirilmesini istemediğim MHP’li arkadaşlarımın konuya dikkatle eğilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani, bizim gibi, muhalefetin haklı talepleri gibi konuşup, DSP gibi oy kullanmak, doğrusu hiçbir arkadaşımıza yakışmaz. (FP sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler) Yani, bizim gibi konuşacak, muhalefetin ve Anadolu insanının talebi gibi konuşacak ve o istikamette oy kullancaksak, bu mesele, bugün, burada çözülür.

Şimdi, biraz sonra, değişiklik önergelerimiz tartışılacak değerli arkadaşlar. Umuyor ve temenni ediyorum ki, hiç olmazsa, yaz kurslarında... Bakınız, şurada, Temeleğitim Kanununun 18 ve 19 uncu maddeleri çok açık -akşam, Sayın Akyol temas ettiler- çok net olmasına rağmen, 18 ve 19 maddeleri çok açık bir hükmü ihtiva etmesine rağmen, ne garip tecellidir ki, hükümetimiz... “Türk millî eğitim sistemi, örgüneğitim ve yaygıneğitim olmak üzere iki ana bölümde kurulur; yaygıneğitim, örgüneğitim yanında veya dışında düzenlenen eğitim faaliyetlerinin tümünü kapsar” diyor 18 inci madde. Dolayısıyla, örgüneğitimin içinde olan yaz kursları, hatta, Diyanet İşleri Başkanlığının Kur’an kursları, esas itibariyle, örgüneğitim içinde de mütalaa edilememektedir; eğer, edilebilseydi, zaten, hafızlığın üç yıl devam ettiği bir noktada, onlara, en azından millî eğitim açısından bir kariyer kazandırmak mümkündü.

Yine, değerli arkadaşlar, aynı yasanın 40 ıncı maddesinde; yani, yaygıneğitimde “yaygıneğitimin özel amacı, millî eğitimin genel amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak örgüneğitim sistemine hiç girmemiş yahut herhangi bir kademesinde bulunan veya bu kademeden çıkmış vatandaşlara örgüneğitimin yanında veya dışında verilir” deniliyor.

BAŞKAN – Sayın Uzunkaya, sürenize 1 dakika ilave ediyorum; buyurun.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Örgüneğitimin yanında veya dışında verilen eğitimde -merak ediyorum- örgüneğitime mâni olmadığı halde, yaz kurslarının yasaklanma gerekçesini bize nasıl izah edeceksiniz?..

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Kim yasakladı?!.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Arkadaşlar, 12 yaşından küçükler gidebiliyor mu?!. Gidebilecek mi çocuğunuz?!.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Gidemeyecek!..

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Niye gidemeyecek?

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Kanun gereği gidemeyecek!..

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Ama, bu işi, size, bir eski bakan olarak yakıştırmak bizim için mümkün olabilir; ama, seçmeniniz için mümkün değildir.

BAŞKAN – Sayın Hatip, lütfen, Genel Kurula hitap ediniz.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bunun izahını hükümet yapmak zorundadır, ortakları yapmak zorundadır. Yani, eğitime mâni olan bir hali yok; niçin yasaklıyoruz?!.

Değerli bir konuşmacı arkadaşımız Genç, az önce “muhtelif kurslar var; açılsın” diyor. Zaten, o kurslar var Değerli Genç kardeşim; o kurslar var; yaz boyunca, yüzücülük, atıcılık, spor, hepsi var; ama, yasak, bir yasada var; o da Kur’an’ın okunması ve öğretilmesinde var. İşte diyoruz ki, bunu ortadan kaldıralım; diyoruz ki, bu mesele kökünden çözülsün. (FP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uzunkaya.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Umuyor ve temenni ediyorum ki, hükümetimiz ve değerli ortakları, bu sorunu halledecek ve inşallah, vatandaşımız, bu akşam, bu yasanın çıkması suretiyle rahat bir nefes alacaktır diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uzunkaya.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Değerli Başkanım, konuşmacı arkadaşımız, Milliyetçi Hareket Partimizin isminden ve seçim beyannamesinden bahsetmek suretiyle, şu andaki hazırlanmış olan yasa tasarısına ters düştüğümüzü ve böyle bir beyanda bulunduğumuzu ifade ettiler. İzin verirseniz, 69 uncu maddeye göre düşüncelerimi arz etmek istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Köse, buyurun; çok kısa bir açıklama yapmak üzere size söz veriyorum; çünkü, isminiz de zikredildi; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Haydi Sayın Köse, hayırlı bir şey söyle.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Biraz susmasını bilin be!.. Ayıptır ya!.. Ayıptır!..

KADİR GÖRMEZ (Kütahya) – Biraz dinlemesini öğren.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Köse.

KADİR GÖRMEZ (Kütahya) – Grup Başkanvekili konuşuyor burada... Biraz sakin olun.

BAŞKAN – Lütfen, karşılıklı konuşmayın efendim Genel Kurulda... Rica ediyorum...

Buyurun Sayın Köse.

VII. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın partilerine sataşması nedeniyle konuşması

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dünden bu yana, Türkiye Cumhuriyeti 57 nci hükümetimiz, vatandaşlarımızın inançları istikametinde yaşayabilmelerini sağlamak amacıyla, bu inançlarının kaynağını öğretecek Kur’an-ı Kerim’i öğrenmeleri bakımından, bugüne kadar yapılmış olan uygulamaları, toplumu rahatlatmak ve bu insanlarımıza faydalı bir hizmet yapmak amacıyla, bir kanun tasarısını Yüce Meclisin önüne getirmiştir. Kanun teklifimiz vardır; Milliyetçi Hareket Partisinin düşüncesi bellidir; yani, burada Grubumuzu tahrik ederek, Grubun düşüncelerine değişik şekilde baskı yapmak suretiyle veya basında, televizyonlarda yalan yanlış şeyler konuşmakla, düz oturup doğru konuşan Milliyetçi Hareket Partisine karşı bu düşüncenizi toplumda kabul ettirmeniz mümkün değildir. (MHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, Diyanet İşlerinin yönetmeliğini Danıştay iptal etmiş. Neyi iptal etmiş; Kur’an kurslarının 5 inci sınıftan sonra yapılmasını iptal etmiş. Neyi esas koymuş; 4306 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununu.

Milliyetçi Hareket Partisinin 2 milletvekili, geçen dönem bu Millî Eğitim Temel Kanununa ret oyu kullanmıştır ve düşüncemizi de diğer salonda söyledik. Yanlış olmuştur; ama, 28 Şubat 1997 tarihini unutan siyasetçinin, bu topluma daha çok büyük zarar vereceğini de unutmamamız gerekir. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, şimdi, önemli bir görev yapıyoruz. Kapanmış, 15 yaşından sonra ancak Kur’an kursuna gelebilecek olan vatan evladını, Müslüman Türkün çocuğunu, koalisyon hükümetinin ortakları, uzlaşarak... Bu hükümetin adı uzlaşma hükümeti. Evet, İslamın emri de uzlaşmadır, sevgidir, kardeşliktir. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Eğer, İslamı siyasete alet edersek, İslamı kendi şahsî düşüncemiz istikametinde burada ifade edersek, yanlış yaparız. İslam, bütün insanlığa gelmiştir ve bütün insanları sevelim diyoruz. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Peki, sevelim de niçin hırçınlaşıyoruz!.. “Kaşlarınızı çatmayınız” diyen Hazreti Peygaberimizdir. “Gülünüz; çünkü, sünnettir” diyen Hazreti Peygamberimizdir. Niye birbirimize karşı husumetle, kinle, hele, özellikle böyle çok önemli, mukaddesimiz üzerinde konuşma yaparken saldırgan bir düşünceyi bu kürsüden haykırıyoruz! Bizi dinleyen, Müslüman millet. Evet “laik devlet, Müslüman millet” diyoruz. Buna karşı olan kimse yok. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Şimdi, meseleleri burada istismar ederek, bu Yüce Milletin en hassas olduğu, canını bu yolda feda edecek... “Benim ekmeğim yok; ama, bana Kur’an’ı öğretecek müesseseyi ver diyor; benim hemşerimin ekmeği yok; işsiz... (FP sıralarından “Ver, ver” sesleri) Bir dakika kardeşim... Bir dakika... Milliyetçi Hareket Partisi kapatmadı kursları, kapatılmasına da vesile olmadı. İstismar etmeyin konuyu... (FP sıralarından “Sen de şimdi aç” sesleri)

BAŞKAN – Müdahale etmeyin, rica ediyorum.

İSMAİL KÖSE (Devamla) – Burada, bir kapı açıyoruz; bırakın, bu Müslümanın, inançlı insanın, samimî insanın evladı gitsin buraya; siyasetçiler olarak elimizi çekelim.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anayasasının 24 üncü maddesinde söz vermiş, diyor ki, din dersini ve ahlak bilgisini ortaöğretimde mecburen, ben, yapacağım; ancak, din eğitimini, isteyen ya da velisi istiyorsa, ona da, yine, ben müsaade edeceğim. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasası...

Peki, biz ne yapmışız: işte, arif olan anlar; biz de diyoruz ki, ilk defa, Türkiye’de Kur’an kursunu kanunla açıyoruz... (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Milliyetçi Hareket Partisinin ortak olduğu hükümet, şimdiye kadar, yönetmelikle yönetemediğiniz... Yönetmelikleriniz iptal edilmiş Danıştay mahkemelerinde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Köse, 5 dakikalık süreyi tamamladınız; lütfen, tamamlayınız.

İSMAİL KÖSE (Devamla) – İzin verirseniz, bağlayacağım Başkanım.

Şimdi, kanun getiriyoruz... Bir başka şey daha getiriyoruz; din eğitimini kanuna bağlıyoruz. Niçin; Anayasanın emri olduğu için. Yalnız, din bilgisi değil. Ama, meseleyi böyle çarpıtırsak, meseleyi istismar edersek, meseleyi bir siyasî partinin meselesiymiş, diğerlerinin hiç umrunda değilmiş şeklinde burada konuşursak, hem birbirimizi rencide ederiz hem Müslüman milletimizi rencide ederiz. Burada Türk Milletinin Müslüman olduğunu unutan hiç kimse, hiçbir siyasî parti yok. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Onun için, İslamı öğreteceğiz; İslamı kaynağından öğreteceğiz, hurafenin düşmanıyız; ama, İslamı öğrenen, devletinin, ordusunun ve müesseselerin düşmanı olmayacaktır!.. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Türkiye Cumhuriyeti Devletinin düşmanı olmayacaktır. Ha, bir taraftan da laiklik de, hiçbir zaman Müslüman milletimizin dinine düşman olmayacaktır. İşte, Milliyetçi Hareket Partisinin olduğu yer burasıdır. (MHP sıralarından alkışlar) Ne laiklik üzerinden din düşmanlığı yaptıracağız ne de din üzerinden devlet ve ordu düşmanlığı yaptıracağız.

Saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından “Bravo”sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Köse.

IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4. – Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı; Bolu Milletvekili Avni Akyol’un, 22.6.1965 Tarihli ve 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Ek Bir Madde Eklenmesiyle İlgili Kanun Teklifi ile Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, Millî Eğitim Temel Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair ve 22.6.1965 Tarihli ve 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Ek Bir Madde Eklenmesiyle İlgili Kanun Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/496, 2/177,2/184, 2/185) (S. Sayısı: 51) (Devam)

BAŞKAN – 1 inci madde üzerinde ikinci söz talebi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Ordu Milletvekili Sayın Cemal Enginyurt’un. Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA CEMAL ENGİNYURT(Ordu) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; bugün, gerçekten çok önemli bir kanun teklifini tartışıyoruz. Bu noktaya gelinmesini hiç kimse arzu etmezdi; lakin, birileri ipin ucunu başkalarının eline vererek, şimdi, kurtarılma derdine düşmüş ve kurtarılmayı da 57 nci hükümetten bekliyor. Yani, tabir biraz kaba olacak; ama, çocuk dünyaya gelmiş, çocuk önümüze koyulmuş, bu çocuk kimin diye soruyorlar.

Bunu, bu hale biz getirmedik. Bunu, daha önceki dönemlerinde “ya çıkacak ya çıkacak” mantığıyla, 28 Şubat süreciyle başlayan, haziran ayına kadar hiçbir işlem yapmayıp, maalesef, 4306 sayılı Yasa Meclisten geçerken sesi bile çıkmayarak, eğitimde devamlılık esastır anlayışından hareketle, Kur’an kurslarının kapanmasına vesile olanlardır.

Milliyetçi Hareket Partisinin bugünkü geldiği noktada hiçbir dahli yoktur. Milliyetçi Hareket Partisi, şu anda, bu kürsülerden, dinî motiflerle süslenmiş konuşmalar yapan ve hamasi nutuklar atarak İslamı hiç kimseye bırakmayanlar gibi de İslamı savunmamış, maalesef, çok acı; ama, bir zamanlar “ezan susmasın, bayrak inmesin” diye, bugün, ortalıkta İslam adına gezenlerin korkudan yataklarının altına saklandıkları günde, ortalıktan çekilmemişlerdir. (MHP sıralarından “Bravo”sesleri, alkışlar)

Fakat, bugün, görüyoruz ki, özellikle tahrik maksadıyla, yine, her zamanki oyun sergileniyor ve Türkiye’de, başarılacak güzel işlerin önünde engel olunmaya çalışılıyor.

57 nci hükümet, başörtü meselesini halletmeye çalışıyor; ama, birileri, inadına, bu meseleyi kaşıyarak, işi çözümsüzlük noktasına götürecek konuşmaları burada yapıp, insanları tahrik ederek, çözülecek meseleleri çözümsüzlük haline getiriyor. (MHP sıralarından alkışlar)

Kur’an kursları, burada çözülmek için gayret gösteriliyor. Sizlerin, daha önce kapattırdığınız, çocukların yaz Kur’an kurslarına bile gidemedikleri günlerden bugüne, 57 nci hükümetin mensupları, hiç olmazsa, bir, ara kapı açarak; ama, sizin günahınızı temizleyerek, hiç olmazsa, bir, ara kapı açarak, ilkokul 5 inci sınıftan itibaren yaz Kur’an kurslarını serbest bırakmak için bir kanun teklifiyle geliyor; yine, işi çözümsüzlük noktasına götürmek için, kanunun iptal edileceğini bile bile, sırf iptal edilsin de biz iptal ettirmiş olalım diyerek, ülkede çözümsüzlük olsun da bizim beslenme kaynağımız devam etsin diyerek, işi inatla devam ettiriyorsunuz. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Hepiniz biliyorsunuz ki, 57 nci hükümet, bu meseleyi ve birçok meseleyi halledecek. Önümüzdeki günlerde göreceksiniz; isteseniz de istemeseniz de, bu 57 nci hükümetin mensupları, inşallah, başörtü meselesini de halledecek ve eldeki tek sermaye olan başörtüsü de halledildikten sonra, sizi Vural Savaş’ın kapatmasına gerek bile kalmayacak. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar, FP sıralarından gürültüler)

Milliyetçi Hareket Partisi, seçim meydanlarında ne söylemişse, arkasındadır. Milliyetçi Hareket Partisi, bu milletin öz değerlerine, inançlarına, ülküsüne, sevdasına aşık bir partidir. Bu zamana kadar da, bu ülküsünden asla taviz vermemiş ve vatandaşının huzuru, refahı ve saadeti için elinden geleni yapmıştır; ama, görüyoruz ki, bu Mecliste, 57 nci hükümetle birçok mesele halloldukça (FP sıralarından “hangi, hangi” sesleri) oturduğunuz yerden feryat etmeye başladınız; çünkü, 57 nci hükümet, yapılacak ilk seçimlere gelindiğinde, bu milletin ekonomik, sosyal, kültürel, ahlakî ve dinî meselelerini çözdükçe, siz, Allah’ın izniyle sandığa gömüleceksiniz. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar; FP sıralarından alkışlar[!])

Benim, özellikle -böyle isyan ettikçe- öğrenmek istediğim bir şey var; hep aklıma takılır “imam-hatipler kapatıldı” diye feryat edersiniz; hep merak etmişimdir: Muhterem Hocamızın çocuğu Arı Kolejini bitirip ODTÜ’de okurken, sizin çocuklarınız kolejlerde okurken, çocuğunuzu imam-hatipte okutmak hiç aklınıza gelmedi de, şimdi mi imam-hatipleri düşünüyorsunuz?! (MHP ve DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Her daim, imam–hatipleri ve Kur’an kurslarını böylesine kullanırken, hiç, bu zamana kadar, o insanların, sömürüden başka, sömürmekten başka derdiyle ilgilenmediniz de, şimdi mi dertleriyle ilgilenmek aklınıza geldi?! İçtikçe Allah’a daha yakın olduğunu söyletip de mi bu meseleyi halledeceksiniz?! Hayatının belki de birçok devresinde Allah’ın divanına bile durmaktan aciz olanlar mı Kur’an kursları meselesini halledecekler?!

Buralarda nutuk atarak, özellikle de Milliyetçi Hareket Partisini, geçmişin Türk milliyetçisi olduğunu söyleyenler eleştirirken şunu iyi düşünmeliler: Ramazan ayında tutmadığınız orucun hesabını verin önce siz. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkanım, susturmanız lazım.

CEMAL ENGİNYURT (Devamla) – Onun için, Milliyetçi Hareket Partisinin de içinde ortak olduğu 57 nci hükümetin, bu meseleyi çözeceğine, bu Meclis ve Türk Milleti inansın. Yüce Türk Milleti şunu iyi bilsin ki, 57 nci hükümet, birilerinin, 28 Şubatta korkarak imzalayıp, haziran ayında kaçmasının ardından meydana gelen bütün olumsuzlukları çözecek ve bu milletin inançlarını en iyi şekilde temsil edecektir Allah’ın izniyle. (MHP sıralarından alkışlar) Ama, iş konuşmaya gelince, muhalefet olunca da güzel konuşuluyor. Bu kürsüdeki mikrofon da, nasıl olsa, süreniz müddetince açık. Seçmenlerinize de mesaj vereceğinizin idraki içerisindeyiz; çünkü, meydan meydan bu meseleyi konuştunuz, meydan meydan bu meseleyi söylediniz. Şimdi, yapacağınız tek şey, bu kürsüden, hiç olmazsa, memleketinizdeki insanınıza “bakın, biz, orada konuştuk, bağırdık, çağırdık; ama, MHP’liler engelledi; bu MHP’liler Müslüman değil” diyeceksiniz; biz, bunu biliyoruz; çünkü, geçmişte de dediniz bunu. Ama, bu millet, herşeyin en iyisini biliyor, en layıkını biliyor.

Milliyetçi Hareket Partisinin içinde bulunduğu 57 nci hükümet ve bu hükümetin Milliyetçi Hareket Partili milletvekilleri, Türk Milleti adına ve bağlı oldukları sorumluluk adına en doğrusunu yapacaktır diyor; hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN– Teşekkür ediyorum.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Şener.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın hatip, konuşmaları sırasında... (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Bir dakika, duyamıyorum... Lütfen...

Değerli arkadaşlarım, bir grup başkanvekili açıklamada bulunuyor; lüften, dinler misiniz.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın hatip, konuşmaları sırasında Grubumuza sataşmıştır; bunu da açıkça ima etmiştir. Onun için, düzeltmek için söz istiyorum.

BAŞKAN – Çok kısa, sadece 2 veya 3 dakika içerisinde, lütfen, başka bir sataşmaya sebep olmamak üzere; buyurun.

M. ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Sayın İsmail Köse 6,5 dakika konuştu.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, biraz önce, Sayın Köse’ye, MHP Grup Başkanvekiline 6 dakika müsaade verdiniz.

BAŞKAN – Buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli arkadaşımız heyecandan notlarını burada bırakmış galiba. (MHP sıralarından “öğren, öğren” sesleri)

Değerli arkadaşlarım, biraz önce, MHP adına konuşan sayın milletvekilimiz...

BAŞKAN – Sayın Şener, çok rica ediyorum, lütfen, yeni bir sataşmaya sebep vermeden ve Grubunuza vaki sataşmaya kısaca cevap verin.

M. ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) – Daha başlamadı; fal mı bakıyorsunuz Sayın Başkan!..

VII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2.- Sıvas Milletvekili Abdüllatif Şener’in, Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt’un gruplarına sataşması nedeniyle konuşması

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, biraz önce, bu kürsüden hitap eden, MHP adına konuşan sayın milletvekili baştan sona gerçekle bağlantısı olmayan, müphem, ithamlarla dolu bir konuşma yapmıştır. (MHP sıralarından gürültüler)

ALİ KESKİN (Denizli) – Hepsi gerçek...

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – “Kur’an kurslarını kapatanlar, imam hatip okullarını kapatanlar” diye hitap etmiştir. İmam hatip okullarını kapatanlar ortaklarınızdır, Kur’an kurslarını kapatanlar ortaklarınızdır. (FP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; MHP ve DSP sıralarından gürültüler)

SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul) – Türkiye’yi bu durumlara getiren sizlersiniz.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Ama, siz, bugün, Kur’an kurslarını kapatan, imam hatip okullarını kapatmak için bu Meclise “kesintisiz eğitim” diye getirilen kanun tasarısını gece sabahlara kadar bu Meclisten geçiren DSP Grubuyla, DSP milletvekilleriyle işbirliği halindesiniz, birliktesiniz.(FP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; MHP ve DSP sıralarından gürültüler)

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Okullar kapanmadı, açık.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – İmam hatip okulları kapatılmadı.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Onun için, bu sözlerin muhatabı, bugün sizin ortak olduklarınızdır.

BAŞKAN – Sayın Şener, lütfen Genel Kurula hitap edin efendim.

Lütfen, hatibe de müdahale etmeyin.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, baştan sona gerçekle bağlantısı olmayan... Ben imam hatip okulu mezunuyum...

KADİR GÖRMEZ (Kütahya) – Ben de imam hatip okulu mezunuyum; ama, senin kafanda değilim.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Hocanın oğlu da imam hatipten mezun olmuştur, imam hatip okulunda okumuştur.

Dolayısıyla, birilerinin çocuklarını imam hatip okuluna göndermediği halde, imam hatip okullarına veya Kur’an kurslarına sahip çıktığı gibi iddialar baştan sona yanlışlardan ve hezeyanlardan ibarettir. Ama, daha ilginç olanı şudur; hemen konuyu Vural Savaş’a ihale etme anlayışı... Son derecede yanlıştır. Meydanlarda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, kamuoyunda rekabetini yapamayan, demokratik rekabetini yapmayan; ama, partileri mahkemelerle vesairelerle... Rekabetten kendilerini uzak tutmak için, muhalefeti karşılarında görme anlayışına, hoşgörüsüne sahip olmayan zihniyet, Türk demokratik hayatının siyasal vazgeçilmez unsurları olarak partileri göremiyor demektir. (FP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bu görememe, muhalefetten rahatsız olma anlayışı büyük bir hastalıktır değerli arkadaşlarım; ama, maalesef, bu hastalık kürsüde tezahür etmiştir.

Muhalefeti Mecliste görme alışkanlığına, anlayışına sahip olmama; tek parti, muhalefetsiz iktidar olma anlayışı ancak diktatörlüklerde görülebilir. (FP sıralarından alkışlar) Ama, hükümetinizin anlayışı da budur. Sokaklarda, meydanlarda hak isteyen işçilere ve memurlara, neredeyse provokatör ifadeleriyle saldıranlar, bu hükümetin başında bulunanlardır. (DSP sıralarından “yalan söylüyorsun” sesleri) Gazeteler, televizyonlar, hepsi bunu yazmıştır. Bu, doğrudan doğruya, muhalefete tahammül edememe anlayışının bir ifadesidir. Maalesef, 57 nci hükümette bulunan bazı siyasî partilerimizin ve parti başkanlarının muhalefete rıza göstermeme anlayışı, karşısında muhalefeti görmekten rahatsız olma anlayışı, kendilerini sandıkta bitirecektir, sizi bu millet bitirecektir. (FP sıralarından alkışlar; MHP sıralarından “milletin sandığa kimi gömdüğü belli oldu” sesi, gürültüler)

Meydanlarda söylenenler, Meclisteki çoğunluğu Demokratik Sol Partinin emrine vermek değildir; yaptığınız budur, yanlışınız budur, düzeltmeniz gereken de budur.

Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar; MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

ÖMER İZGİ (Konya) – Sayın Başkan, Milliyetçi Hareket Partisine meydanlarda milletin verdiği yetkinin, Demokratik Sol Partinin emrine verildiği gibi bir izahta bulunulmuştur, ithamda bulunulmuştur. Müsaade ederseniz onu izah edeceğim.

BAŞKAN – Efendim, Grup Başkanvekiliniz biraz önce bu ve bunun gibi konulara açıklık getirdi.

Teşekkür ediyorum Sayın İzgi.

ALİ GEBEŞ (Konya) – Sataşma var Sayın Başkan.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4. – Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı; Bolu Milletvekili Avni Akyol’un, 22.6.1965 Tarihli ve 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Ek Bir Madde Eklenmesiyle İlgili Kanun Teklifi ile Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, Millî Eğitim Temel Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair ve 22.6.1965 Tarihli ve 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Ek Bir Madde Eklenmesiyle İlgili Kanun Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/496, 2/177, 2/184, 2/185) (S. Sayısı : 51) (Devam)

BAŞKAN – 1 inci madde üzerinde, grupları adına üçüncü söz talebi, Anavatan Partisi Grubu adına, İçel Milletvekili Ali Er’in.

Buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

KADİR GÖRMEZ (Kütahya) – Siz, Apo’nun mağaralarında fotoğraf çektirmeye devam edin.

(MHP ve FP sıraları arasında karşılıklı laf atmalar)

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım... (MHP sıralarından gürültüler)

KADİR GÖRMEZ (Kütahya) – Siz Apo’nun yanına gidin!.. Apo’nun yanına gidin!.. Apo çağırıyor sizi...

BAŞKAN – Sayın İdare amirleri... Sayın Çakar... Sayın Çakar... (MHP sıralarından gürültüler)

KADİR GÖRMEZ (Kütahya) – Apo çağırıyor sizi, Apo!..

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Yazıklar olsun size!..

BAŞKAN – Sayın Çakar...

Buyurun Sayın Ali Er.

ANAP GRUBU ADINA ALİ ER (İçel) – Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin saygıdeğer üyeleri, muhterem milletvekilleri; görüşülmekte olan yasa tasarısının 1 inci maddesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (ANAP ve MHP sıralarından alkışlar)

Muhterem milletvekili arkadaşlarım, demokrasinin beşiği olan güzel Türkiyemizin Türkiye Büyük Millet Meclisinde, hepimiz, karşılıklı birbirimizin fikrine saygılı olmak mecburiyetindeyiz; iktidar olacak, muhalefet de olacak, hepsi, karşılıklı birbirinin fikrine saygılı olacak. Herkes burada fikrini söyleyecek; ama, birbirimizle kavga etmeden bunları konuşacağız.

Muhterem arkadaşlar, bu görüşülmekte olan yasa tasarısı, Türk Milletinin, inanan insanların bir ihtiyacı idi. Biliyorsunuz, Anavatan Partisinin, geçmişte, gerçekten, inanan insanlara çok büyük hizmetleri oldu; 163 üncü maddeyi kaldırmakla, bu hizmetlerin en büyüğünü yapmıştı. 55 inci hükümet döneminde, sekiz yıllık kesintisiz eğitim yasası çıkarken, gerçekten, Türkiye’de bir hata yapıldı; Türkiye Büyük Millet Meclisinde, istemeyerek de olsa, bazı gruplar, bu yasa çıkarken bazı maddelerine karşı çıktılar. Keşke o gün, o maddelerin çıkmasına karşı olmasalardı, bugün şu görüştüğümüz tasarıyı görüşmüyor olacaktık.

Biliyorsunuz, 55 inci hükümetin getirdiği sekiz yıllık kesintisiz eğitim çıkarken, bir 4 üncü madde vardı. O 4 üncü maddede, şu bahsettiğiniz yasa aynen vardı; hatta, daha ileri şekilde vardı. Şimdi, hiç kimse alınmasın; yani, isteyerek olmamış olabilir; o günün Refah Partisi, Doğru Yol Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi, bu 4 üncü maddeye karşı çıktılar. Karşı çıkmamış olsalardı, o yasa o gün çıkacaktı ve bugün bu konuyu burada tartışmamıza hiç gerek kalmayacaktı. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, şunu söylemek istemiyorum... Yani, burada sizleri suçlamak falan istemiyorum. Yani, o gün olan bir hatayı burada izah etmek mecburiyetindeyiz ki, olay anlaşılsın. İşte, o yasanın 4 üncü maddesinin çıkmamasının arkasından, bugün bu ihtiyaç doğmuştur; bu, inanan insanların bir ihtiyacıdır. Onun için de, bugün, Anavatan Partisinden Bolu Milletvekilimiz Sayın Avni Akyol ile Milliyetçi Hareket Partisinden Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse, iki arkadaşımız, bu kanun teklifini vermiş ve neticede, bütün iktidar grubu -ANAP, DSP ve MHP- ittifak halinde bu kanunu Türkiye Büyük Millet Meclisine getirmiş oldular. Neticede bu, inanan insanlarımızın ihtiyacıydı.

Sizler daha ileri bir şey isteyebilirsiniz, bizler daha çok bir şey isteyebiliriz; ama -biraz önce arkadaşlarımız da bu kürsüde söyledi- konsensüs sağlanması gereklidir. Bu 57 nci hükümet oluşturulurken de, özellikle Anavatan Partisinin önerisiyle, bu yasanın görüşülmesi hususu anlaşma protokolünün içine konuldu; ama, üç partinin konsensüsüyle konuldu ve bugün de Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülüyor; inşallah hep beraber çıkaracağız.

Muhterem arkadaşlar, burada kavga etmemize hiç gerek yok. Şimdi, eğer insanlar, burada, kalkıp birilerine bir şey söylemeye kalkarsa, samimî söylüyorum ki, burada en çok sözü söyleme hakkına sahip olan Anavatan Partililer. Biraz önce de söyledim, 163’ü Anavatan Partisi kaldırdı bu ülkede; ama, Anavatan Partisi 28 Şubata getirmedi bu ülkeyi. (ANAP sıralarından alkışlar) 28 Şubata getirenlerin... Ben, her yerde söylüyorum; diyorum ki: “O bir hataydı, keşke getirmeseydiniz 28 Şubata.” Herkes, 28 Şubatın ne olduğunu biliyor. Ama, bugün, ben anlıyorum ki, inanıyorum ki, 28 Şubata getirenler de o hatalarını anladı. İnşallah, bir daha o hatalar tekrar edilmez.

Muhterem arkadaşlar, kavgaya dövüşe gerek yok. Burada bir hükümet, 57 nci hükümet var. Bu 57 nci hükümet, bir konsensüs içinde, bu yasaları getirmiş. Bir gün, siz iktidar olursanız daha iyisini, inşallah, getirirsiniz. Benim temennim o. Daha güzelini getirebiliriz; ama, bugünkü şartlarda, bugünkü ortamda, ancak bu getirilebiliyor, böyle çözülebiliyor.

Ben, bu yasa teklifini verdiği için Anavatan Partisi Bolu Milletvekilimiz Avni Akyol’a ve Erzurum Milletvekili İsmail Köse arkadaşımıza ve bu yasaya destek olan bütün DSP, MHP ve ANAP gruplarının üçüne de huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

Bu yasanın memleketimize, milletimize, özellikle Müslüman olan bu milletin evlatlarına hayırlı olmasını diliyor; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Er.

Şahısları adına, Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, DYP Grubu adına...

BAŞKAN – Efendim “grup adına önerilerinizi, lütfen, Divana gönderiniz” diye bir önceki oturumda da söyledim. Ben...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Efendim, şart mı yazılı göndermek yani.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, grup başkanvekillerinin, bugüne kadarki uygulamalarında, bu şekilde talep edildiği zaman, verildi. Sizin...

BAŞKAN – Peki efendim. Bir kere daha size gerekli hatırlatmayı yaparak ve grup adına söz taleplerinizi zamanı gelmeden önce Divana göndermeniz ricasıyla, grup sözcünüze 1 inci madde üzerinde söz veriyorum.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

TURHAN GÜVEN (İçel) – Teamül diye tutturuyorsunuz, kendiniz teamüle uymuyorsunuz. Şart mı yazılı göndermek canım.

DYP GRUBU ADINA NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarımız, çok önemli bir konuyu tartışıyoruz, görüşüyoruz. Görüştüğümüz konu, esasen, Anayasamızın 24 üncü maddesinde düzenlenmiş bir konudur. Eğer bu sorunu birlikte ele alacaksak, Anayasanın 24 üncü maddesini baz almalıyız; çünkü, sorunu özel olarak düzenleyen Anayasa hükmü 24 üncü maddenin dördüncü fıkrasıdır. Meseleyi bu madde açısından ele almak lazımdır. Orada görüldüğü gibi, din eğitimi ve öğretimi, din kültürü ve ahlak dersleri öğretimi dışındaki din eğitim ve öğretimi, yaş sınırına bakılmaksızın, küçüklerin kanunî temsilcilerinin tercihlerine bırakılmıştır. Parlamento, ele aldığı sorunu bu kriterle değerlendirmek zorundadır. Burada, Anayasanın öngördüğü bir yaş sınırlaması var mıdır yok mudur?

Değerli arkadaşlarım, burada, olay mecrasından taşırılarak, işi demagojiye vardırarak, birtakım aldatmaca, birtakım çarpıtmalar sergileniyor. Şimdi, size soruyorum, özellikle de Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna mensup arkadaşlarımıza soruyorum: Anayasanın 24 üncü maddesinde öngörülen din eğitimi ve öğretimine, isteğe bağlı olan din eğitimi ve öğretimine yaş sınırlaması kaydı var mıdır yok mudur; yoktur, var diyemezsiniz.

Değerli arkadaşlarım, peki, şimdi, açıkça tekrar soruyorum: Din eğitim ve öğretim hakkını, yaş sınırlaması koymaksızın, Anayasa tanıdığına göre, siz, nasıl oluyor da Anayasaya aykırı bir biçimde bir sınırlama getiriyorsunuz (DYP ve FP sıralarından alkışlar) ve ilköğretimin beşinci sınıfını bitiren bir öğrencinin ancak kursa gidebileceğini, yaz kurslarında dinî eğitim ve öğretim alabileceğini burada savunmaya çalışıyorsunuz? Bu mümkün mü? Dereden tepeden dolanıp konuşmaya gerek yok burada. Şimdi, açık konuşalım.

Parlamento, Anayasanın altındaki bir kuralla ve özellikle Temel Eğitim Kanunuyla bağlı değildir. Siz, burada, geliyorsunuz, gerekçe gösteriyorsunuz ve Danıştayın bir kararından söz ediyorsunuz; diyorsunuz ki: Danıştay bir karar verdi, Temel Eğitim Kanununu baz alıyor, işte 222 sayılı Kanunu baz alıyor, falanca, fişmanca kanunu baz alıyor. Yani, kanunla kanunu siz burada tartışıyorsunuz. Böyle bir hukuk mantığı anlayışı var mı yeryüzünde?

Orada siyasal tercih sizindi, biz sizi uyardık burada, o siyasal tercih yanlıştı “yapmayın” dedik; ama, U dönüşü sergilendi burada, bilhassa, sağ yelpazede olan Anavatan Partisine söylüyorum. Kesintisiz eğitimle ilgili görüşmelerde “erken yaşlarda başlaması gereken yabancı dil eğitimine, meslek ve sanat eğitimine ve din eğitimine zarar verirsiniz” dedik; Anavatan Partili arkadaşlarımıza seslendik “bu dayatmaya boyun eğmeyin” dedik; ama, onlar U dönüşü yaptı, dayatmaya boyun eğdi ve bu noktaya gelindi; ama, buna rağmen, eğer hukuktan biraz anlıyorsak, eğer bir nebze hukuk bilgimiz varsa, diyoruz ki, orada siyasal tercih olarak öngörülen beşinci sınıf sonrası çözümü, idarî işlemleri denetleyen Danıştayı bağlar, doğrudur; ama, Parlamentoyu bağlar mı? Yaş şartı aranmaksızın, çocuklarımıza, yaz tatillerinde, hafta sonlarında Kur’an kurslarına gitmeleri, dinî eğitim almaları gibi bir imkânı, bu Parlamento, yeniden bir yasal düzenlemeyle gündeme sokabilir mi? Aksini söyleyebilir misiniz?

Şimdi, Danıştaya sığınıyorsunuz, Tevhid-i Tedrisat Kanununa sığınıyorsunuz, öyle mi? Yapamayız bunu.

Değerli arkadaşlar, 28 Şubat süreci sonrası, irticayla mücadele adı altında birtakım tasarıları indirdiniz; peş peşe de gelecek. Şapka İktisası Hakkında Kanun, devrim kanunlarından biri değil mi? İşinize geldiği zaman devrim kanununda değişiklik ihtiyacını Meclisin gündemine sokuyorsunuz; ama, işinize gelmediği zaman, yani, Kur’an kurslarıyla ilgili bir düzenleme geldiği zaman, milletin isteklerine, arzularına uygun bir düzenlemeyi Meclisin gündemine getirdiğimiz zaman “devrim kanunu” gerekçesine sığınıyorsunuz. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Böyle bir şey olabilir mi?!

Kanunların kanunlara, tekrar ediyorum, kanunların kanunlara değil; siz, kanunların kanunlara uygunluğunu tartışıyorsunuz burada; ayıptır!.. Sınıfta bırakırlar sizi; daha hukuk fakültesinin birinci sınıfında, sınıfta bırakırlar.

Burada bir kanun yapacak bu Parlamento, siz, daha evvel bu Meclisten çıkmış bir kanunu dayanak göstererek, ona aykırı olamaz... Bu Meclis, hür iradesini ortaya koyar. Dün, eğer bu Meclis bir yasa düzenlemesi yaptı; ama, yanlış bir hüküm vazettiyse, bugün, bunu düzeltmek, Yüce Parlamentonun iradesinde olan bir husustur. Siz, kanunları kanunlarla kıyaslayarak, kanunun kanuna uygunluğu meselesini dayatarak olayı çarpıtıyorsunuz. Yanlıştır, ayıptır bu; yakışmıyor Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlarımıza, Anavatan Partili arkadaşlarımıza. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, kanunların kanunlara değil, kanunların Anayasaya uygun olması lazım. Şimdi, biz ne öneriyoruz... Ne uğraşıyorsunuz arkadaşlar; gelsenize, Sayın Köse, bu kürsüden söylesenize; desenize Milliyetçi Hareket Partililer, desenize Anavatan Partili arkadaşlarımız...

BAŞKAN – Sayın Ercan, bir dakikanızı rica ediyorum... Lütfen, sataşmaya sebep olmayacak şekilde konuşmanıza devam edin.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – ... desenize, Anayasa buna cevaz veriyor. Yani, yapacağınız kanunun Anayasaya uygun olup olmadığı noktasında düşünmelisiniz, bir önceki kanuna değil.

Şimdi, siz istiyor musunuz; ilköğretim çağına gelmiş, okula gitmek isteyen bir çocuğumuz, yaz tatilinde, okul tatil olduğunda veya hafta sonlarında, gitsin, camiye gitsin, hocasından elifbe öğrensin, 32 farzını öğrensin, dinini öğrensin, Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumayı öğrensin, namazı öğrensin, aptesi öğrensin, guslü öğrensin; bunları istiyor musunuz? (DYP ve FP sıralarından alkışlar) İstiyorsanız, bakın, biz hazırız; istiyorsanız, biz hazırız; Anayasa da zaten buna imkân veriyor.

Bir önerge verdik; diyoruz ki: İlköğretimin beşinci sınıfından karne alma şartını kaldırın. Zaten, Anayasaya aykırı bu, böyle bir sınırlama Anayasada yok; okuyun 24 üncü maddenin dördüncü fıkrasını. O zaman, gelin, beşinci sınıftan karne alma şartını kaldırın; ilkokula başlayan çocuğumuz, birinci sınıfta, ikinci sınıfta, üçüncü sınıfta, gitsin, camiye gitsin, kursa gitsin yaz tatillerinde, öğrensin dinini, diyanetini; dinî temel bilgileri alsın; var mısınız? Hadi bakalım... Değerli arkadaşlar, var mısınız? (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Varsanız, gelin, önergemizi destekleyin; ama, bir mazerete sığınmayın; demeyin; kimseyi de aldatmayın, kendinizi de aldatmayın.

Değerli arkadaşlarım, bir şeye sığınıyorsunuz, diyorsunuz ki: “Biz koalisyon ortağıyız.”

MEHMET ARSLAN (Ankara) – Kanun Meclise gelince cesaret buldunuz; daha önce neredeydiniz?!

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, daha önce de... (MHP sıralarından gürültüler) Bir saniye...

Sayın Başkan, müdahale edin. Vaktimi kullanmam lazım. Müdahale edin, durdurun efendim... Ne olur, rica ediyorum...

BAŞKAN – Lütfen, sayın hatibe müdahale etmeyin efendim.

(MHP ve FP sıraları arasında karşılıklı laf atmalar)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Sayın Çakar...

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Müdahale edin arkadaşlar.

Sayın Başkan, ben, bu aşamada konuşamam. Çok istirham ediyorum... Lütfen efendim...

BAŞKAN – Buyurun.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Daha evvel de, sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitimle ilgili yasa görüşülürken bu Mecliste, Doğru Yol Partisi önerge verdi; biz, önerge vermiştik. O zaman da demiştik; gelin, burada, ilköğretimin beşinci sınıfından karne alma şartını kaldırın. Önergemiz o istikametteydi. O önerge, o gün kabul görmedi. DSP’li ve ANAP’lı arkadaşlarımız bu önergeye ret oyu verdi.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, diyorsunuz ki burada, bazı arkadaşlarımız, bilhassa Milliyetçi Hareket Partisinden arkadaşlarımız diyor ki: “Koalisyon bir uzlaşma işidir.” Doğru, anlıyorum da, sizin bir kimliğiniz var.

BAŞKAN – Sayın Ercan, sürenize 1 dakika ilave ediyorum; buyurun.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Sizin bir kimliğiniz var ve millete temel taahhütleriniz var. (MHP sıralarından gürültüler) Değerli arkadaşlarım, bir siyasî partinin kimliği ve millete olan temel taahhütleri, koalisyon ortağı olmaya... Yani, onlar feda edilemez. (DYP ve FP sıralarından alkışlar; MHP sıralarından gürültüler) Doğru Yol Partisi etmez, edemez. O bakımdan, sizi uyarıyoruz ve gelin, hiç olayı çarpıtmayın; gelin önergemize destek verin...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Kamer Genç DYP’nin düşüncelerini söyledi Beyefendi.

BAŞKAN – Lütfen, hatibe müdahale etmeyin, efendim... Lütfen... (MHP sıralarından gürültüler)

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Ama, efendim, süremi kullanamıyorum, istirham ediyorum Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim...

Dikkate alacağım Sayın Ercan; buyurun.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Adil davranın efendim, adil davranın... Böyle olmaz ki...

BAŞKAN – Dikkate alacağım efendim; buyurun.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Siz DYP’nin görüşlerini söyleyin, lütfen... Milliyetçi Hareket Partisini Türkiye’de herkes biliyor; millet MHP’yi tanıyor.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Şimdi, bir çarpıtma da başörtüsü meselesinde... Yani, kaşımayın bunu bari... (MHP sıralarından “biz, ne kaşıyacağımızı iyi biliriz” sesi)

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Ercan, buraya gelerek niye konuşuyorsunuz?!

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Seçimlere öyle kimlikle girdiniz falan... Sonra da, bir kravat gibi cebe inip, bu ilk kimliklerinizden vazgeçtiniz. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sayın Başkan... Sayın Başkan...

ALİ GEBEŞ (Konya) – Sen kimliksiz mi girdin?! Senin kimliğin yok muydu sanki!

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Verin bana süreyi...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Ercan.

ALİ GEBEŞ (Konya) – Sen seçimlere kimliksiz mi girdin?!

MEHMET GÜL (İstanbul) – Artistlik yapma!.. Geç oradan hadi!.. Senin kimliğin ne be!..

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Hayır, bundan vazgeçmeyin istiyoruz... Bundan vazgeçmeyin istiyoruz. Şimdi...

MEHMET GÜL (İstanbul) – Politika yapma oradan, geç... Senin kimliğin var mı?!

BAŞKAN – Sayın Çakar... Milliyetçi Hareket Partisi Grubu İdare Amirine söylüyorum... Sayın Çakar...

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Şimdi, bir değerli MHP sözcüsü hocamız da dünkü konuşmasında “Kur’an kurslarını açıyoruz, hadi bakalım hayırlı olsun...”

MEHMET GÜL (İstanbul) – Artistlik yapma!.. Geç!..

BAŞKAN – Sayın Gül...

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Çok ayıptır. Kur’an kursları falan kapalı değil. Kur’an kurslarına hangi yaşta gidilip gidilmeyeceği sorunu var Türkiye’nin gündeminde. Yeni falan açıyor değilsiniz Kur’an kurslarını. 1924’ten beri Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatı, Kur’an kursları aracılığıyla orada dinî birtakım temel bilgiler vermektedir; hafızlık müessesesi o kurslarda yürütülmektedir; ama, onu da öldürdünüz tabiî. Ama, bu meseleyi gelip bu kürsüden “hadi, hayırlı olsun bakalım, Kur’an kurslarını açıyoruz” gibi bir aldatmacayı da, doğrusu, hocamıza yakıştıramadım, sizlere yakıştıramadım. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Sizi Allah’a havale ediyoruz, sizi millete havale ediyoruz.

Hepinize saygılar sunarım. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ercan.

Şahsı adına...

ÖMER İZGİ (Konya) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın İzgi.

ÖMER İZGİ (Konya) – Sayın DYP sözcüsü konuşmalarında Milliyetçi Hareket Partisinin adından bahsederek sataşmada bulundular; yaptıkları bu sataşmanın karşılanması gerekiyor. (Gürültüler)

BAŞKAN – Efendim, biraz sakin olursanız... Sayın Grup Başkanvekilini duyamıyorum.

Buyurun.

ÖMER İZGİ (Konya) – Sayın DYP sözcüsü, yaptıkları konuşmada, Milliyetçi Hareket Partisinin adından bahsederek, sataşmada bulundular; kendilerine açıklamada bulunmak için söz istiyorum.

BAŞKAN – Doğrudur Sayın İzgi.

69 uncu maddeye göre, size, sataşmadan dolayı söz veriyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Söz süreniz, sadece 2 dakikadır.

Buyurun.

Lütfen, yeni bir sataşmaya sebep olmayacak şekilde ve 2 dakika içinde toparlayın.

VII.– SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

3. – Konya Milletvekili Ömer İzgi’nin, Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan’ın p50artilerine sataşması nedeniyle konuşması

ÖMER İZGİ (Konya) – Emredersiniz Sayın Başkan; zaten, dikkat edecektim efendim. Uyarınıza teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; biraz önce, bu kürsüden bizlere hitap eden Sayın Ercan, konuşmalarında, bir kere, Danıştaydan çıkmış olan bir kararın yorumunda hatalı davranarak ya da kısmen çarpıtarak beyanda bulundular.

Danıştayın, 1997 yılında ve 1998 yılında, kendilerinin bakan oldukları zaman da yürürlükte olan ve ancak ilkokulu bitirenler için imkân tanınmış olan Kur’an Kursları Yönetmeliğinin yenilenmesi üzerine vermiş olduğu iki kararı var. 1997 yılındaki vermiş oldukları kararlarında... Elbette ki, Danıştay, yasalar bazında inceleme yapan ve bu arada, hukuk düzeyinde konuyu ele alan bir yüksek mahkemedir; verdiği kararlar da, bu düzeyde olur; ama, bu Danıştay kararı, kesin delil değil, kesin örnek de değil; ama, bu Danıştay kararı, Sayın Ercan’ın dediği gibi de değil.

Bakınız neler diyor: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 42 nci maddesinde, eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı, bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamayacağı, böyle bir halin öncelikle Anayasaya... (DYP sıralarından “doğru, doğru” sesleri)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖMER İZGİ (Devamla) – Biraz önce ifade ettim. Kesin delil değil, kesin örnek de değil; ama, bir yüksek mahkeme kararıdır.

BAŞKAN – Sayın İzgi...

ÖMER İZGİ (Devamla) – Eğer çıkacak olan bir yasa Anayasa Mahkemesine gidecek olursa, her iki kararda da sözü edilen Anayasaya aykırılık konusu, Anayasa Mahkemesinde, elbetteki ki, yüksek mahkeme kararı olarak ele alınacaktır. Bizim söylediğimiz bunlardır.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İzgi. Lütfen tamamlayın efendim.

ÖMER İZGİ (Devamla) – Emredersiniz efendim.

BAŞKAN – Estağfurullah.

ÖMER İZGİ (Devamla) – Sayın sözcü, ilkokul beşinci sınıftan sonra bu kurslara imkân veren yasanın, esasen halkın isteği olmadığına değindiler. Tartışılabilecek bir konu; ama, acaba, sayın sözcü bakan iken, yıllarca bu uygulama böyle devam ederken, niçin neşteri o zaman vuramamış da, Milliyetçi Hareket Partisi, sayın sözcünün partisinin iktidarda olduğu zamanlardaki uygulamaları, kapatılan bir durumda onu açmak istiyorsa, o zaman yapamadığını bugün yapalım diye neden diyor?! (MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Yok böyle bir şey! Olmayan şeyi ne yapalım?!

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın İzgi...

ÖMER İZGİ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

İlköğretimin bitiminden itibaren -yani, yıllardır uygulanan, beşinci sınıfı bitirenlere- tanınan bu hak, sekiz yıllık eğitim gündeme geldikten, yasalaştıktan sonra ortaokul sonunda uygulanır olmuştur. Sayın sözcünün partisi, sekiz yıllık eğitim Millî Güvenlik Konseyinde görüşüldüğünde acaba neden buna karşı gelmediler? O zaman görememişler miydi?! (MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın İzgi.

ÖMER İZGİ (Devamla) – Bu itibarla, sayın sözcünün, Milliyetçi Hareket Partisine yönelik yapmış olduğu konuşmaları kesinlikle reddediyorum; hepinizi, tekrar, saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, ismen sataşma var. (MHP sıralarından “yok, yok “ sesleri)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Ercan.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, bakan olduğum döneme ilişkin, sayın sözcünün_ (MHP sıralarından alkışlar [!])

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri_

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, eğer Mecliste konuşmacı engellenecekse, sizde onları engelleme durumundasınız.

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Bugüne kadar böyle birşey olmadı.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Muhalefet konuşmayacak mı?

BAŞKAN – Buyurun efendim.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın sözcü, bakan olduğum döneme ilişkin açıklamalarda bulundu. (MHP sıralarından alkışlar [!]; FP sıralarından “duyulmuyor” sesleri)

BAŞKAN – Evet efendim... Sayın Ercan, buyurun.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, müsaade ederseniz, mikrofondan hitap etsin.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Sayın Başkan, duyamıyoruz.

BAŞKAN – Buyurun efendim, yerinizden... Dinliyorum sizi.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, sataşmaya cevap verecek.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, bu hakkımı, bir madde üzerinde kullanacağım.

IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4. – Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı; Bolu Milletvekili Avni Akyol’un, 22.6.1965 Tarihli ve 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Ek Bir Madde Eklenmesiyle İlgili Kanun Teklifi ile Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, Millî Eğitim Temel Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair ve 22.6.1965 Tarihli ve 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Ek Bir Madde Eklenmesiyle İlgili Kanun Teklifleri ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/496, 2/177, 2/184, 2/185) (S. Sayısı: 51) (Devam)

BAŞKAN – Madde üzerinde, şahsı adına, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; kanun tasarısının 1 inci maddesinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Sözümün başında, benden önce konuşan arkadaşlarımızın belirttiği bir hususu tavzihte fayda var; ancak, şunu da ifade edeyim: Daha önceki konuşmamda, 28 Şubatla Türkiye’nin bir baskı dönemine girdiğini, dinî hayat üzerinde baskıların başladığını ifade etmiştim. 28 Şubat 1997 Millî Güvenlik Kurulu Kararları 18 maddedir. İrticayla mücadeleyi hükümete tavsiye eden bir karardır; emir değildir. 1990 öncesi de, rahmetli Özal’ın Başbakanlığı döneminde -kararnameyi yahut tavsiye kararını bizzat da gördüm- 22 maddelik Millî Güvenlik Kurulu kararı çıkmış; yine, irticayla mücadele. Rahmetli Özal, bunu, irtica potansiyel tehlike değildir diye kaldırmış, rafa koymuş. Bizim 54 üncü hükümetin, Refahyol hükümetinin de yaptığı budur. Biz, bunu uygulamadık; ama, maalesef, bizden sonra gelen 55 inci hükümet, Anavatan ve DSP, 28 Şubatın taşeronluğuna soyunduğu için (FP sıralarından alkışlar) içimizden hükümet çoğunluğunu kaybettiren milletvekili istifaları neticesinde, 55 inci hükümeti kurdu, devam etti. 56 ncı hükümet de taşeronluğa devam etti. Şimdi, 57 nci hükümetin taşeronluğu da mübarek olsun. (FP sıralarından alkışlar) Ben, tabiî, MHP’lilere üzülüyorum; millete verdikleri sözü, burada, torna edilerek çiğnemiş oluyorlar. (MHP ve DSP sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlar...

EROL AL (İstanbul) – Madde üzerinde konuş!

CEVAT AYHAN (Devamla) – Zaten, DSP için bir şey söylemiyorum; onların kökü, 1950 Halk Partisidir. Onlar için mazur görülür bu faaliyetler. (DSP sıralarından gürültüler)

Şimdi, değerli arkadaşlar...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Hukuku çiğniyorsunuz!

CEVAT AYHAN (Devamla) – Kızmayın... Kızmayın... Biz, size, vergi kanunlarında da söyledik. Cumhuriyet tarihinde ilk defa, Kur’an öğrenmeyi 12 yaşından küçük çocuklara yasak eden bir kanun çıkarıyorsunuz; mübarek olsun, altında kalacaksınız. (DSP sıralarından gürültüler, FP sıralarından alkışlar)

EROL AL (İstanbul) – Siz altında kaldınız!

CEVAT AYHAN (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlar, kızmayın, dinleyin.

Bu kanun tasarısı ne getiriyor; 12 yaşından küçük çocuklara Kur’an öğrenimini yasak ediyor. Bugün, 13 milyon evladımız, ilk ve orta öğretimde okuyor ve bunların 6 milyonu, 7 milyonu 12 yaşın altında, ilköğretimde. Bunlar, Kur’an öğrenemeyecekler; bu yasak getiriliyor. (DSP sıralarından gürültüler) Okullarda, din kültürü ve ahlak dersi var; Kur’an öğretilmez. Keşke öğretilse!.. Millî Eğitim, en güzel yapar bunu; tavsiyemiz de budur. Zavallı analar babalar, evladım dinî bir terbiye alsın diye elinden tutuyor, 7 yaşında, 8 yaşında, 10 yaşında mahallenin Kur’an kursuna götürüyor; bu yasak ediliyor.

Ben, Emniyet Genel Müdürlüğünün yanındaki caminin 1984’ten 1997’ye kadar dernek başkanıydım; Allah Özal’a rahmet etsin; o caminin yapılmasında da yolumuzu açtı. Orada, her sene, biz, mayıs ayında, ailelere duyurmak için “Kur’an kursu açılmıştır” diye büyük bez afiş asardık; ama, bu sene o bez afiş asılamadı. Niye; yasak! Şimdi, siz, bu yasağı, Danıştayın yasağını kanunlaştırıyorsunuz. İyi düşünün diye söylüyorum değerli arkadaşlar. İlk defa, Kur’an kurslarını yasaklıyorsunuz değerli arkadaşlar.

Şimdi soruyorum...

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sakalın var, sakalın; sünnetin var. Doğruyu konuş...

CEVAT AYHAN (Devamla) – Evet, ben doğruyu söylüyorum.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Yazıktır... Sakalın var, sakalın. Yazıktır yahu!

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Köse, değerli dostum, her yerde, teke tek, başbaşa, hepinizle konuşmaya hazırım. Doğru bilmediğim şeyi, idama gitsem de söylemem. Onu, bu arkadaşlar iyi bilirler.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Ayıptır...

CEVAT AYHAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakın, 12 yaşından küçük çocuk lisan kursuna gider, müzik kursuna gider, bale kursuna gider, opera kursuna gider, her yere gider; Kur’an kursuna gidemez.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Gidiyor... Gidiyor...

CEVAT AYHAN (Devamla) – Bunun ne manası var?! İşte, kanunda... Şimdi önergeyle getiriyorsunuz, ilkokulu bitirmeyen bu kurslara gidemez diye. Halbuki, komisyondan gelen tasarıda bu yok. İşte, önergeyi imzalamışsınız üç iktidar grubu. İşte, burada belgesi. (FP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Şimdi, 12 yaşından küçüklere yasaklıyorsunuz bunu. Biraz sonra konuşacağız. Yaptığınız, Anayasaya da aykırıdır.

İsterse, şimdi, 12 yaşından küçük çocuklar, İncille, Tevratla ilgili kursa gider, Kur’anla ilgili kursa gidemez; getirdiğiniz uygulama budur. Evet, bunu millete nazıl izah edeceksiniz? Soruyorum size.

Değerli arkadaşlar, millet soruyor: Bu hükümet kimin hükümeti; milletin hükümeti mi, 28 Şubat dayatmacılarının hükümeti mi?! (FP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Ayhan, sürenize 1 dakika ilave ettim efendim.

Buyurun.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Bakın, komisyondan gelen tasarıda, birinci maddede, 12 yaşından küçük çocuklara Kur’an kursu yasak değil. Herhalde, üç grup, bir yerden talimat geldi, kulak çekildi, acele önerge verdiniz; 12 yaşından küçükler gidemez diye yasak getiriyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, bunu nasıl izah edeceksiniz?! Millet, çocuklarına dinî terbiye vermek istiyor, siz bunu engelliyorsunuz. Anasol-D bunu engelledi, şimdi, Anasol-M de, bunu engellemeyi kanunlaştırıyor. İşte, bu hükümetin, daha başlangıçtaki sicili budur.

Değerli arkadaşlar, yaptığınız Anayasaya da aykırıdır. Değerli Grup Başkanvekili Nevzat Ercan kardeşimiz, çok güzel, vukufla burada izah ettiler. Bizim, Anayasaya aykırılıkla ilgili bir önergemiz de var; onu da çıkıp izah edeceğim. Bu yaptığınızın hiçbir hukukî mesnedi yok; insan haklarına aykırıdır. Uluslararası sözleşmeler, ana babaya, evladına dinî terbiye verme hakkını veriyor. Siz, bunu, böyle çıkarırsanız, evler, medrese, Kur’an kursu haline gelecek; herkes, evini bu hale getirecek. Karakollara bastırın, milleti tevkif edin; hadi bakayım, Eylül öncesi diktatör ve terör dönemini geriye getirin. Tebrik ederim[!]

Teşekkür ederim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.

Şahsı adına, ikinci söz talebi, Aksaray Milletvekili Sayın Murat Akın’ın; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakikadır.

MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesi hakkında şahsım adına söz almış bulunmaktayım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; başta Anayasa olmak üzere, yapılan birçok kanunî düzenlemelerde ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerde çocuklarımızın dinî eğitim ve öğretimi teminat altına alınmıştır. Devletin eğitim ve öğretim alanında üstleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, bu eğitim ve öğretimi, ana babanın kendilerinin felsefî inançlarına göre sağlayacağı muhakkaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dinsiz bir millet düşünülemez. Din, insanların fıtrî bir ihtiyacıdır. Dinsiz bir neslin bir milletin kaderini ne derece tehlikeye soktuğunu yıllardır acı tecrübelerle yaşayan Avrupa’nın, yeni neslin istikbalinden dehşete kapıldıkları için, gençlerini hak veya batıl inanç sahibi insanlar olarak yetiştirme hususundaki gayretleri, hepimizin malumudur. Demek ki, çıkış yolu inançtadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünya genelindeki istatistiklere göre bugün Türk Milletinin suç işleme oranı en aşağılarda ise, bunca malî, iktisadî ve hukukî sıkıntıya rağmen dinin ve inancın bunda büyük payı olduğu, inkârı mümkün olmayan bir hakikattir. Müzik, bale, dans, yabancı dil vesaire dersi almak isteyen bir çocuğa herhangi bir kanunî tahdit getirmek ne kadar doğru değilse, dinî hususlarda da, vicdanî ve ilahî bir keyfiyet olması hasebiyle, kanun maddesiyle tahdit getirmek en az o kadar doğru değildir.

Bu çerçevede, büyük çoğunluğu Müslüman olan Türk Milletinin, evlatlarına inancını, bağlı bulunduğu dini, Kur’anı öğretme ve o yönde eğitme hakkını kullanmak istemesinden daha tabiî ne olabilir. Bu hak, bir vatandaşımız için, yediği ekmek, içtiği su kadar mübrem bir ihtiyaçtır; yalnız fertlerin ihtiyacı değil, toplumun ihtiyacıdır. Toplumun sükûnetini temin edecek ahlak da buradan alınacak ilkeler çerçevesinde oluşacaktır. Ancak, bu ihtiyacın karşılanması önünde birtakım engellerin olması, mutlaka ciddîye alınması lazım gelen, geleceğimizi tehdit eden gelişmelere sebep olabilir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; maddeyle, parayla temin edemeyeceğimz ahlakî değerlerimizin yıkılması sosyal bir felakete dönüşebilir. Din duygusundan kaynaklanan nice güzellikler, yokluğu bir başka şeyle karşılanamayacak, ancak din duygusunun kazandıracağı hasletlerdir. Bu kaynağı, kuruttuğumuz, muhtaç olduğumuz bu değerleri, senede bir veya birkaç günü ayırarak, o günlerde yazılmış pankartlar üzerindeki yazılarla, bu millete kazandıramayacağımızı artık görmemiz gerekir.

Eğer, bu millet, devletine saygılı olsun, devletine vergisini versin, kanuna ve nizamlara saygılı olsun, öğretmenine değer versin, sarhoş olarak trafiğe çıkıp yolları kan gölüne çevirmesin, uyuşturucu müptelası olmasın, terörist olmasın, halka hizmeti Hakka hizmet bilsin, dürüst olsun, çalmasın, ormanları katletmesin, hukuka saygı göstersin, sadece insanları değil hayvanları dahi sevsin, birlik ve beraberliği bozmasın, başkasının malı, canı ve namusunda gözü olmasın ve daha nice iyiliklerin sahibi olsun istiyorsak, bu güzellikleri telkin eden dini öğrenmesinin önündeki engelleri kaldıralım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işçilerimize, memurlarımıza, rahat yaşayabilecekleri bir maaş veremedik; bari, onların, mevcut imkânlara kanaat etmelerini, sıkıntılara sabretmelerini telkin eden dinini öğrenmelerinin önündeki engelleri kaldıralım.

BAŞKAN – Sayın Akın, sürenize bir dakika ilave ediyorum.

Buyurun.

MURAT AKIN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; milletimize, bizim bütün ihtiyaçlarımızı düşünen, sıcak bir şekilde bizi kucaklayan bir devletin var duygusunu yaşatalım. Devlet, milleti için vardır. Bu millete inandığı dini beşikten mezara kadar ilim telkin ederken, bırakalım, isteyen bir Müslüman, beşikten mezara kadar ne zaman isterse dininin ilimleriyle meşgul olsun. Bu memlekette her yerde rahatça bulunan her çeşit kitabın okunmasına gösterilen müsamaha, Kur’anını okumak ve evladına okutmak isteyen Müslümana da gösterilsin. Bir Müslümanın çocuğuna Kur’an-ı okutmasının uyuşturucu gibi, kumar gibi yasaklar içerisinde mütalaa edilmesi, bu milleti derinden yaralayan ve rencide eden bir yanlışlıktır. Bu yanlışlığın yaşandığı geçmiş dönem, bu milletin hafızasından hâlâ silinmemiştir.

Milletin devletine bakış açısını düzeltecek...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akın.

MURAT AKIN (Devamla) – ...devlet ve millet kaynaşmasını temin edecek, çocuklarımıza Kur’an-ı Kerim’in okutulması ve öğretilmesiyle alakalı bu kanun tasarısının daha gelişmiş şekilde çıkacağını umuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, Anayasaya aykırılıkla ilgili bir önergemiz var, önce onun görüşülmesi var. Arz ederim.

BAŞKAN – Efendim, sabrederseniz ifade edeceğim.

Madde üzerinde verilmiş 6 önerge vardır. Önergeleri, önce geliş sırasına göre okutacağım, sonra da aykırılık sırasına göre işleme alacağım.

İlk önerge maddenin sadece birinci fıkrasında değişiklik öngördüğünden, önergeyi buna göre okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesine bağlı ek 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.

Ali Günay Ayşe Gürocak Esvet Özdoğu

Hatay Ankara Ankara

Ömer İzgi Zeki Çakan

Konya Bartın

“Madde 1.– İlk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu din kültürü ve ahlâk bilgisi dersleri dışında Kur’anı Kerim ve mealini öğrenmek, hafızlık yapmak ve dinî bilgiler almak isteyenlerden ilköğretimi bitirenler için Diyanet İşleri Başkanlığınca Kur’an kursları açılır. Bu kurslardaki din eğitim ve öğretimi kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcilerinin talebine bağlıdır. Ayrıca, ilköğretimin beşinci sınıfını bitirenler için tatillerde ve Millî Eğitim Bakanlığının denetim ve gözetiminde yaz Kur’an kursları açılır.”

BAŞKAN – İkinci önergeyi okutuyorum efendim:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısının 1 inci paragrafının “ayrıca” diye başlayan son cümlesinin “eğitim çağından itibaren tatillerde isteğe bağlı olarak Millî Eğitim Bakanlığının gözetiminde Diyanet İşleri Başkanlığınca Kur’an kursları açılır” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Akif Gülle Mehmet Çiçek Musa Uzunkaya

Amasya Yozgat Samsun

Tevhit Karakaya Abdüllatif Şener Eyüp Fatsa

Erzincan Sıvas Ordu

Hüsamettin Korkutata Fethullah Erbaş Ali Sezal

Bingöl Van Kahramanmaraş

Maliki Ejder Arvas Hüseyin Karagöz

Van Çankırı

BAŞKAN – Üçüncü önergeyi okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Ek Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısına ek madde 3’ün aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Musa Uzunkaya Akif Gülle Mehmet Çiçek

Samsun Amasya Yozgat

Mustafa Baş M. Bedri İncetahtacı Tevhit Karakaya

İstanbul Gaziantep Erzincan

Maliki Ejder Arvas Hüseyin Karagöz

Van Çankırı

“Ek Madde 3.- Anayasanın 24 üncü maddesine göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılan din ve ahlak eğitim ve öğretimi gereğince ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan ve zorunlu dersler arasında yer alan din kültürü ve ahlak öğretimi dışında, 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu ile öngörülen gözetim ve denetim altında Kur’an-ı Kerim ve meal dersleri ilk ve ortaöğretim çerçevesinde okullarda verilir. Diyanet İşleri Başkanlığınca, cami ve Kur’an kurslarında, tatillerde açılan Kur’an kursları için yaş sınırı aranmaz.

Hafızlık eğitimi, kız ve erkek öğrenciler için velilerin isteği üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı ile Millî Eğitim Bakanlığının belirlediği ve ilköğretim müfredatının uygulandığı kurumlarınca uygun görülen mekânlarda ilköğretimin süresi içerisinde yaptırılır.”

BAŞKAN – Dördüncü önergeyi okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısının birinci paragrafının ilk cümlesindeki “İlk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu din kültürü ve ahlâk bilgisi dersleri dışında” ibaresinden sonra gelmek üzere “isteğe bağlı olarak Kur’an-ı Kerim ve meali dersleri yanında Diyanet İşleri Başkanlığınca açılan Kur’an kurslarında Kur’an-ı Kerim ve dinî bilgiler almak isteyenler için Kur’an kursları açılır” ibaresinin ilavesini arz ve teklif ederiz.

Musa Uzunkaya M. Niyazi Yanmaz Nezir Aydın

Samsun Şanlıurfa Sakarya

Nevzat Yalçıntaş Mehmet Özyol İstanbul Adıyaman

BAŞKAN – Beşinci önergeyi okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı kanunun birinci fıkrasının ilk cümlesinde “hafızlık yapmak” ibaresinin “hafız olmak” şeklinde, aynı fıkranın “Ayrıca” diye başlayan son cümlesinde yer alan “ilköğretimin 5 inci sınıfını bitirenler” ibaresinin “ilköğretim öğrencileri” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

Ayvaz Gökdemir Saffet Arıkan Bedük Sevgi Esen

Erzurum Ankara Kayseri

Hacı Filiz Hüseyin Çelik Ahmet İyimaya

Kırıkkale Van Amasya

Nevzat Ercan Mehmet Said Değer Turhan Güven

Sakarya Şırnak İçel

İlyas Yılmazyıldız Mehmet Ali Yavuz

Balıkesir Konya

BAŞKAN – Son önergeyi okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

51 sıra sayılı Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin, din eğitimine yaş tahdidi getirmesi sebebiyle, Anayasanın 24 üncü maddesine aykırı olduğundan, İçtüzüğün 84 üncü maddesine göre reddini arz ederiz.

Cevat Ayhan Ali Oğuz Abdullah Veli Seyda

Sakarya İstanbul Şırnak

M. Bedri İncetahtacı Akif Gülle M. Altan Karapaşaoğlu

Gaziantep Amasya Bursa

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, okunan bu son önerge, tasarının 1 inci maddesinin Anayasaya aykırı olduğuna ilişkin, Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan ve arkadaşlarına aittir ve İçtüzüğün 84 üncü maddesine göre de en aykırı önergedir.

Şimdi, önergeyi bir kere daha okutacağım ve işleme koyacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

51 sıra sayılı Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin, din eğitimine yaş tahdidi getirmesi sebebiyle Anayasanın 24 üncü maddesine aykırı olduğundan, İçtüzüğün 84 üncü maddesine göre reddini arz ederiz.

Cevat Ayhan

(Sakarya) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükümet?..

KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükümet ve Komisyon önergeye katılmıyorlar.

Önerge sahibi sayın milletvekili, gerekçenin okunmasını mı arzu ediyorsunuz, yoksa konuşacak mısınız efendim?

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Ali Oğuz Beyefendi konuşacaklar.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Oğuz.

Konuşma süreniz 5 dakikadır efendim.

ALİ OĞUZ (İstanbul) – Muhterem Başkan, değerli arkadaşlarım; müzakere konusu ettiğimiz kanun tasarısı üzerinde önerge verdik. Bu önergenin Yüce Heyete arz ve izahı bakımından huzurlarınızda söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi, hürmetle, saygıyla selamlıyorum efendim.

Aziz arkadaşlarım, her şeyden evvel, şu kürsüde müzakere ettiğimiz konu, hepimizin üzerinde ittifak ettiği, Mukaddes Kitabımızın okunmasıyla ilgili tartışmadır. Aslında, bunun bir münakaşa konusu haline getirmesini de Yüce Heyete yakıştırmak mümkün değil; ama, sinirler gerilince, siz haklısınız biz haklıyız şeklindeki tartışmayla iş bu noktaya geliyor. Bunu, her şeyden evvel yadırgadığımı ifade etmek istiyorum. Halbuki, doğrularda ve gerçeklerde ittifak ederek, ne yapıp yapıp doğruları hâkim kılmak hususunda, hepimizin, mutlak, öncelikli bir kararı vardır; biz, buraya hizmet etmeye geldik. Bu hizmet, her şeyden evvel, birinci derecede, inançlarımıza, memleketimize, milletimize, bayrağımıza, vatanımıza yapacağımız hizmetlerden dolayıdır. Bunun da hemen başında mukaddesatımız gelir. Mukaddesatımızın da birinci adımı, önceliği mukaddes Kitabımızdır.

Gelen arkadaşlarımız, çok rahat bir şekilde “bunun okutulması hususunda engel tanımayalım” diye ifade ettiler, arkadaşlarımız da bunu ifade ediyorlar; ama, güçlükler varsa, arkadaşlarımız gelsin, engel olan şeyi burada lisanı münasiple söylesinler, onları mazur görürüz; ama, bir engel yoksa, gelin, burada, çocuklarımızın her yaşta Kur’an öğretimini almaları hususundaki gayretleri destekleyelim ve tasvip edelim. Arkadaşımız söyledi “baleye gitmek serbest, her türlü kursa gitmek serbest, niye Kur’an kursuna gitmek yanlış olsun” dedi.

Şimdi, Anayasada buna dair hüküm de var. Anayasanın, milletimizin manevî ve maddî değerlerinin ve imkânlarının geliştirilmesi, büyümesi ve onun yüceltilmesi hususunda devlete görev verdiği de, yine hepimizin malumudur. Hal böyle olunca, bize düşen görev, engel getirmek değil, bu engelleri kaldırmak ve bu husustaki mâni hükümleri bertaraf ederek, çocuklarımıza bu imkânı sağlamaktır. Bunu temin ederseniz, memleket ve milletimiz için çok hayırlı bir hizmeti yapmış oluruz ve burada da tartışılacak başka konu kalmaz. Arkadaşlarımız size özellikle söylüyorlar; diyorlar ki: “Şu yaştaki çocuk gidebilecek mi?” Hemen susuyorsunuz.

EROL AL (İstanbul) – Hayır...

ALİ OĞUZ (Devamla) – Niye susuyorsunuz; söyleyin açıkça ve deyin ki: “Evet, o yaştaki çocuklar da gidecektir.” Eğer, gitmeyeceğine dair hüküm varsa, engel varsa, bunu kaldırma hususunda size yardımcıyız diyelim ve bu işi halledelim diye düşünüyorum.

Değerli kardeşlerim, her şeyden evvel, şu verdiğimiz önerge, bunu aşacaktır, bu engeli kaldıracaktır.

Buna müspet, olumlu oy vereceğinizi ümit ediyor; hepinizi hürmetle selamlıyorum.

Sağ olun. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Oğuz.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Önergeyi kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Aykırılık derecesine göre ikinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Ek Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısına ek madde 3’ün aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Musa Uzunkaya

(Samsun) ve arkadaşları

“Ek Madde 3.- Anayasanın 24 üncü maddesine göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılan din ve ahlak eğitim ve öğretimi gereğince ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan ve zorunlu dersler arasında yer alan din kültürü ve ahlak öğretimi dışında, 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu ile öngörülen gözetim ve denetim altında Kur’an-ı Kerim ve meal dersleri ilk ve ortaöğretim çerçevesinde okullarda verilir. Diyanet İşleri Başkanlığınca, cami ve Kur’an kurslarında, tatillerde açılan Kur’an kursları için yaş sınırı aranmaz.

Hafızlık eğitimi, kız ve erkek öğrenciler için velilerin isteği üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı ile Millî Eğitim Bakanlığının belirlediği ve ilköğretim müfredatının uygulandığı kurumlarınca uygun görülen mekânlarda ilköğretimin süresi içerisinde yaptırılır.”

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

MİLLî EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükümet?..

KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Uzunkaya, gerekçesini mi okutayım, yoksa konuşacak mısınız efendim?

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Konuşacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır Sayın Uzunkaya.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Değerli Başkan, çok değerli arkadaşlar; tabiî, bizim bu yasa değişikliği önergemiz, aslında, bu yasa tasarısıyla gelmesinden endişe ettiğimiz, az önce de verilen bir değişiklik önergesiyle, yaz kursları hariç, hafızlık ve diğer Kur’an kursları dahil, 15 yaşından küçük olan çocukların, belki bu yasanın çıktığı bugünden itibaren, ellerinde Kur’an alfabesi, Kur’an cüzü, elif cüzü dediğimiz veya Kur’an-ı Hakîm’i taşıyan çocukların, âdeta -tabirimi lütfen kabul buyurun- elinde silah taşıyormuşcasına suçlu telakki edileceği endişemizdendir; çünkü, 75 yıllık cumhuriyet tarihinde ilk defa kanunla belli yaşın altındaki çocukların Kur’an okuması yasaklanmaktadır bu yasa tasarısıyla. Korkunç bir tehlike var burada.

Okullarda okutulan din dersleri, ahlak dersleridir, din kültürü ve ahlaktır ve biz, bu önerimizle, önce Millî Eğitim Bakanlığı nezdinde eğitim yapan tüm ortaöğrenim kurumlarında, ilköğretimde, çocuklarımızın Kur’an dersini, pedagojik formasyonu olan öğretmenlerimizin vermesini talep ediyoruz -ilahiyat mezunu, tıpkı imam-hatiplerde ders veren hocalar gibi- ilköğretim okullarında da, isteğe bağlı olmak üzere, ebeveynin talebine bağlı olmak üzere, Kur’an derslerinin okutulmasını talep ediyoruz. Bu süre zarfında, isteyen veya istemeyen öğrenciler, bu dersi almış veya almamış... Bilahara da, Diyanet İşleri Başkanlığı nezdinde yürütülen Kur’an kurslarının, arzu eden öğrencilere, yaygın eğitim içerisinde Kur’an dersi vermesi de ayrı bir talebimizdir.

Keza, az önce de arz etmiştim; hafızlık, Türkiye’nin en önemli meselesidir ve Diyanetin, bugün, yılda 2 000 civarında yapılmakta olan yeni camide, 2 000-2 500 civarında, emeklilik, ölüm ve kurum değişiklikleri sonucu boşalan kadrolarının, hafızi Kur’an, ehli Kur’an dediğimiz insanlarla doldurulabilmesi açısından da, Kur’an eğitiminin, hafızlık eğitiminin, mutlaka, Diyanet İşleri Başkanlığınca aksatılmadan yürütülmesi gerekmektedir.

Çok garip bir tecellidir ki, birinci sırada okutulan değişiklik önergesi bize göstermektedir ki... Çok net bir şekilde daha önceki konuşmamda endişemi ifade etmiştim; ama, şimdi sarahat kazandı. Her üç partinin de temsilcilerinin imzasını taşıyan birinci değişiklik önergesinde, maalesef, komisyonda görüşülmeyen, şiddetli tartışmalara konu olan bir değişikliği, hükümet ortakları şu anda getirmiştir.

Açıkça ve net olarak ilan ediyor ve söylüyorum: Hükümet, 15 yaşından küçüklere, Diyanet İşleri Başkanlığının Kur’an kurslarında, kesinlikle, okutulma, eğitim görmesini yasaklayan bir kanunu, bir tehlikeli yasayı, cumhuriyet tarihinde ilk defa -söylüyorum- kanunla yasaklanan bir Kur’an eğitimi yasasını bugün buradan geçirme sıkıntısıyla bu milleti karşı karşıya getirmiştir.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Yalan söylüyorsun.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, evet, hadise budur. Sadece, burada, şimdi neredeyse ecel gösterilmiş, sıtmaya razı edilme mücadelesi veriliyor. Nedir bu; 12 yaşına kadar yaz kurslarına müsaade veya yaz kursları 12 yaşından sonra, hafızlık eğitimi de 15 yaşından sonra. Allah aşkına, soruyorum: Hangi hafız, 15 yaşından sonra hafız olarak yetişmiştir? Açıkça ilan ediniz, deyiniz ki; bu memlekette Kur’an eğitimini, 18 yaşından sonra, kanunî reşit olma yaşından sonra okuyabilir, isteyen evinde okursa!..

Değerli arkadaşlar, biz, önergemizin kabul edilmesi, hafızlık eğitiminin yaptırılabilmesi, artı, devletin Millî Eğitim Bakanlığının denetiminde, okullarda pedagojik formasyonu olan öğretmenlerimiz kanalıyla da Kur’an derslerinin isteğe bağlı olarak okutulmasını talep ediyoruz ve bu konuda, hükümet ortaklarının tümünden, özellikle de...

BAŞKAN – Sayın Uzunkaya, 1 dakika ilave ediyorum.

Buyurun.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

...bu konuda söylemleriyle bize büyük yakınlık arz eden değerli grup mensubu arkadaşlarımızın, hangi... Açık olarak bir şeyi daha ifade edeyim; acaba, bir baskı mı var, bir talep mi var, gerçekten anlayamadım. Yukarıda bunlar tartışıldı. Yeni bir değişiklik önergesinin gerekçesini, hükümeti oluşturan partiler belki biraz sonra burada anlatacaklardır; ama, bu kadar tehlikeli bir gidişe bu ortakları zorlayan ciddî bir sıkıntı varsa, söyleyin, bu yasayı durdurarak önce o meseleyi görüşelim.

Hepinize saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uzunkaya.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Önergeyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir. (FP sıralarından gürültüler)

BEKİR SOBACI (Tokat) – Çekimser kalan arkadaşlar var; sayın.

ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Saydınız mı?.. Sayalım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, oylama yapıldı ve önergenin reddedildiğini de Başkanlık olarak ifade ettim.

ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – İtiraz ediyoruz oylamaya Sayın Başkan.

BAŞKAN – Ayrıca, Divan Kâtipleri arasında da bu konuda bir sıkıntı yok efendim.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesine bağlı ek 3 üncü maddenin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz.

Zeki Çakan

(Bartın) ve arkadaşları

“İlk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri dışında Kur’an-ı Kerim ve mealini öğrenmek, hafızlık yapmak ve dinî bilgiler almak isteyenlerden ilköğretimi bitirenler için, Diyanet İşleri Başkanlığınca Kur’an kursları açılır. Bu kurslardaki din eğitim ve öğretimi, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcilerinin talebine bağlıdır.

Ayrıca, ilköğretimin 5 inci sınıfını bitirenler için, tatillerde ve Millî Eğitim Bakanlığının denetim ve gözetiminde, yaz Kur’an kursları açılır.”

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, bir konuya açıklık getirmek istiyorum zabıtlara geçmesi açısından...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Ali Günay DSP Grup Başkanvekili, Ömer İzgi MHP Grup Başkanvekili, Zeki Çakan ANAP Grup Başkanvekili olarak bu önerge verilmiştir; sadece Anavatan Partisi Grup Başkanvekili olarak benim adım okunmuştur. Arkadaşlarla birlikte zabıtlara geçmesi açısından, üç grup başkanvekilinin ve diğer arkadaşların imzalarının tekrar okunmasını arz ediyorum.

BAŞKAN – Efendim, önergenin ilk okunuşunda, altındaki tüm imzalar okundu ve zapta geçti.

Teşekkür ediyorum.

Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükümet?..

KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Komisyonun ve hükümetin katılmış olduğu önergeyi...

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz; elektronik cihazla oylarsanız memnun oluruz.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

BAŞKAN – Karar yetersayısını arayacağım.

Değerli milletvekilleri, karar yetersayısının aranılması istenmiş olduğundan, önergenin işaretle oylamasını elektronik cihazla yapacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Oylama için 5 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullanıldığını, oyun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, karar yetersayısı vardır; önerge kabul edilmiştir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Kabul edilen önergeyle, maddenin birinci fıkrası kabul edildiğinden, diğer önergelerde de aynı fıkrada değişiklik öngörüldüğünden, bunları işleme koyma imkânım da kalmamıştır...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Ne münasebet efendim; farklılıklar var o önergelerde!..

BAŞKAN – Bu nedenle, kabul edilen önerge doğrultusunda, ek 3 üncü maddeyi, çerçeve 1 inci maddeyle birlikte oylarınıza sunacağım...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, farklı önergeler onlar...

BAŞKAN – ... ancak, bir açıkoylama talebi vardır; talebi okutuyorum; buyurun...

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Bir dakika Sayın Başkan... Önergeler farklıdır; lütfen, dikkat buyurun...

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Önergenin birinin...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, farklı önergeler, aynı değil...

BAŞKAN – Efendim, birinci fıkra kabul edilmiş olduğundan ve bütün diğer önergelerle de birinci fıkrayla ilgili değişiklikler önerildiğinden, Yüce Kurulun bu kararı, oylarıyla izhar edilmiş ve kesinleşmiş olduğundan, artık, bu fıkrayla ilgili önergeleri işleme koyma imkânım yoktur.

İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Böyle bir mantık olur mu Sayın Başkan!..

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, bizim önergemiz, sizin biraz önce oylamaya koyduğunuz önergeden farklı olmakla beraber, aynı maddenin bir başka varyasyonunu ortaya koyuyor; müsaade ederseniz, belki arkadaşlarımız...

BAŞKAN – Efendim, Yüce Heyetçe kabul edilen bir fıkra üzerindeki diğer değişiklik önergelerini işleme koyma imkânım yoktur. Teşekkür ediyorum Sayın Bedük.

Buyurun okuyun efendim:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesinin oylamasının ad okunmak suretiyle açıkoylama olarak yapılmasını arz ve teklif ederiz. 22.7.1999

BAŞKAN – Şimdi, açıkoylama talebinde bulunan sayın üyelerin burada bulunup bulunmadığını arayacağım.

Abdüllatif Şener?..Burada.

Akif Gülle?..Burada.

Mehmet Özyol?..Burada.

M.Altan Karapaşaoğlu?..Burada.

İsmail Özgün ?..Burada.

Osman Aslan?..Burada.

Yaşar Canbay?..Burada.

Ali Oğuz?..Burada.

Mehmet Ali Şahin?..Burada.

Tevhit Karakaya?..Burada.

Mahmut Göksu?..Burada.

Sacit Günbey?..Burada.

Cevat Ayhan?..Burada.

Nazlı Ilıcak?..Burada.

Fehim Adak?..Burada.

Ahmet Nurettin Aydın?..Burada.

Nurettin Aktaş?..Burada.

Alaattin Sever Aydın?..Burada.

Fethullah Erbaş?..Burada.

Değerli milletvekilleri, açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama için 5 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme girmeyen üyelerin, oy pusulalarını oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum. Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullanıldığını, oyun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, tasarının 1 inci maddesinin yapılan açık oylama sonucunu ilan ediyorum:

Kullanılan oy sayısı : 355

Kabul : 221

Ret : 133

Çekimser : 1

Böylece, bu açık oylama sonucunda madde kabul edilmiştir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Müteakip maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına Gümüşhane Milletvekili Lütfi Doğan; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır efendim.

FP GRUBU ADINA LÜTFİ DOĞAN (Gümüşhane) – Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısının yürürlük maddesiyle ilgili olarak, Fazilet Partisi Grubu adına görüşlerimi arz etmek üzere, yüksek huzurunuza çıkmış bulunuyorum; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Efendim, aslında Türkiye için bir yönüyle son derece önemli bir meseleyi konuşuyoruz; ama, arzu edilen bir neticeye varıldığını söylemek bendeniz için çok çetin oluyor; ancak, izin verirseniz, düşüncelerimi bir iki misalle arz etmek istiyorum.

Bunlardan birincisi; bendenizin çok yakından bildiğim, devlet kademesinde memuriyette bulunan bir şahıs, Belçika’da görevlidir. Çocuğu 4 yaşını tamamlayıp 5 yaşına giriyor. Çocuğunu, Belçika’da, Brüksel’de anaokuluna götürüyor, kaydettiriyor. Görevli kimseler soruyorlar “beyefendi, çocuğunuzu kaydettik; ama, sizin çocuğunuza Katolikliği mi öğretelim, Avangelişliği mi öğretelim? Hangisini istiyorsanız onu öğretelim.” Tekrar arz ediyorum; çocuk 5 yaşına girmiştir, anaokuluna veriliyor ve anaokulundaki görevliler, eğitimciler bu suali soruyorlar. Şahıs diyor ki: “Ben Müslümanım, İslam dinini öğretin.” Böyle söyleyince, görevliler diyor ki: “Efendim, özür dileriz, bizim programda İslam dinini öğretme diye bir bölüm yok; size yardımcı olamadığımız için özür dileriz.” Görevli şöyle devam ediyor: “Beyefendi, eğer siz arzu ederseniz, çocuğunuza moral dersi verelim.” Bu şahıs “peki, kabul ediyorum” diyor, bu iş böyle bitiyor. Birinci maruzatım bu.

Değerli arkadaşlar, ikinci maruzatıma geliyorum, ikinci maruzatım da şudur: Burada, yıllar önce bu konuyu bir daha arz etmiştim; ama, tekrar edeceğim. Takriben bundan 15-16 asır önce, bir devlet başkanı maiyetiyle birlikte ava çıkıyorlar. Ava çıkınca, çok az nesne -diyelim 2 tane keklik- vuruyorlar, başka bir şey de bulamıyorlar. Devlet başkanı diyor ki yetkililere; şu parayı alın, şu köye gidin, bu parayla tuz getirin, şu iki kekliği pişirip yiyelim, keklik veya benzeri bir kuş. Diyorlar ki; aman efendim, böyle, iki tane kekliği pişirmek için parayla tuz almaya gerek yok, bir avuç veya bir miktar tuz alır geliriz... Niye böyle düşündünüz? Diyor ki; bir ordu kumandanı, başkalarına ait bir bahçeden bir elma koparacak olursa, onun maiyetinde, yönetimi altında bulunanlar, o bahçedeki ağaçları kökünden yok ederler.

Şimdi, kıymetli milletvekilleri, aziz arkadaşlarım, arz etmek istediğim nokta şudur: Anayasada, din eğitimi ve öğretimi mecburî dersler arasında yer almıştır. Ayrıca, 24 üncü maddede, isteyen kimseler, isteğe bağlı olmak üzere, küçüklerin velileri istedikleri takdirde, din öğretimini istedikleri yerden alabilirler hükmü gayet açık ve Sayın Ercan arkadaşımız, bu konuyu, Anayasanın bu hükmünü beyan etti. Yine, yasada da yer almış, bu kadar açık yani.

Büyük milletimiz, dinine bağlı, mukaddesatına bağlı ve hepinize müteşekkirim, hepiniz de aynı duygu ve düşüncelerle bağlıyken, böyle bir kanunu getirip, kanunla “ancak 15 yaşını tamamladıktan sonra ve ilköğretimi bitirdikten sonra Kur’an-ı Kerim öğrenebilir” anlayışını, doğrusu, bu büyük milletimizle, bu Yüksek Parlamentonun mehabetiyle kabili telif bulmakta, bendeniz çok zorlanıyorum.

Şimdi, bu şekilde olacak olursa, zannediyorum ki -demin verdiğim misali arz ediyorum- yarın köyümüzde, kasabamızda, kazamızda zorluklarla karşılaşırız. “Efendim, kanunen yasaktır” der, kanunun metnini, muhtevasını, içeriğini anlamadan, birtakım zorluklar çıkar. O zaman yine Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu meseleler üzerine, tekrar tekrar, dönmek mecburiyetinde kalır.

Müsaade ederseniz, ben üçüncü maruzatımı arz ediyorum. 1937 yılında -Mustafa Kemal Paşa o zaman Cumhurbaşkanı, sadece isim olarak biliyoruz- babam askerden geldi, birçok komşu çocuklarıyla birlikte, beni Kur’an öğretmek üzere okutabilecek muallime verdiler ve çok rahat okuduk. Sıkıntılı durumlar da vardı; ama, buna rağmen, benim arkadaşlarım, fakir arkadaşınız da dahil, Allah’a çok şükür, zannediyorum 1939 yılında Kur’an-ı Kerim’i hıfzetme durumumuz oldu.

Şimdi, arz etmek istediğim nokta şudur: Bu iş serbest iken, bu milletin arzusu iken ve dinî bir vecibe iken, İslamın temeli iken, bunu, illa kanunla şu şekilde yapalım meselelerini bendeniz zait görüyorum. Ayrıca, hele bu mukaddes konuda birbirimizi incitmeye de zerre kadar mahal olmadığı arzusundayım; ama, bununla beraber, şimdi bu noktaya geldi, bir kanun maddesi kabul edildi.

Çözüm nedir; inşallah, en kısa süre zarfında, Anayasada olduğu gibi, isteyen, istediği şekilde; ama, devletin murakabesinde, pedagojik formasyonu haiz kimselerin öğretiminde Kur’an-ı Kerim’i öğrenebilmelidir yolunda, inşallah yeniden bir kanun tedvin buyurulur diye düşünüyorum ve bendeniz, Anayasaya uygun hale getirilir diye düşünüyorum.

Bir başka konu da şu: Evet, yarından itibaren, elbette, kanun yürürlüğe girer; girdiğini kabul ediyoruz. Böyle olunca ne olacaktır; Kur’an-ı Kerim öğrenecek. Kur’an-ı Kerim öğrenmek de milletimizin en büyük arzusudur. Dinimizin temelini öğreniyoruz.

Misal olarak söyleyelim: Kur’an-ı Kerim öğrenirken, çocuğun kapasitesine göre, şu söylenecektir: “Allah, Kur’an’da güzel konuşmayı emrediyor. O halde, insanlara güzel konuşalım.” Bu, zannediyorum ki, bugünkü medeniyetin de ilmin de aradığı, istediği; insanlığın ulaşmak istediği şeydir. Zaten, bu böyledir.

BAŞKAN – Sayın Doğan, sürenize 1 dakika ilave ettim efendim.

Buyurun.

LÜTFİ DOĞAN (Devamla) – Peki efendim.

İkinci olarak, Kur’an-ı Kerim’i öğretirken denilecektir ki: “Allah, Kur’anında şunu buyuruyor: “İnsan için sadece çalışmasının karşılığı vardır ve insan çalışmasının karşılığını mutlaka bulacaktır. İnsan, zerre kadar iyilik yaparsa, onun karşılığını bulacaktır; zerre kadar fenalık da yaparsa onun karşılığını bulacaktır.”

Yine, Allahü teâlâ, Kur’an-ı Keriminde buyuruyor ki: “Allahü teâlâdan, insanlar içerisinde layıkıyla korkan, Allah’a tazim eden ilim sahipleridir.”

Kur’an-ı Kerim, yine öğretiyor ki: “Oku.” O halde, 7 yaşındaki çocuk da okumalı, 8 yaşındaki çocuk da okumalı, 70 yaşındaki insanımız da okumalı ve Kur’an’ın talimine göre, bilgi, insanı Allah’a götüren ilahi bir nurdur. Bunların rahat öğretilmesinde zaruret olduğu muhakkaktır. Ben, eminim ki hepinizin düşüncesi bu; ama, birbirimizi anlamakta zorluk çekiyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LÜTFİ DOĞAN (Devamla) – Bundan dolayı müteessir olduğumu arz etmek ister; hepinizi saygılarımla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Doğan.

Madde üzerinde, gruplar adına ikinci söz talebi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Sayın Başkanım, Fazilet Partisi adına konuşan Değerli Hocamız Doğan “Kur’an-ı Kerim öğrenme yaşını 15’e çıkardınız” dedi; 15’e çıkmadı, 11’e düzeltildi. (FP ve DYP sıralarından “15 oldu” sesleri) 1 inci maddede 11 olarak düzeltildi.

BAŞKAN – Peki Sayın Topçu.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Önergeyle değişti. Önergenin farkında değilsin.

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Sayın Ahmet Çakar; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

MHP GRUBU ADINA AHMET ÇAKAR (İstanbul) – Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesinde bir ek madde, bugün, Kurulumuzda, iktidar ve muhalefet partilerinin görüşleriyle ortaya konulan farklı üsluplarla anlaşılmaya ve idrak edilmeye çalışılıyor. Bugün, çok önemli bir gün yaşıyoruz kanaatindeyim. Allah’ın binası olarak addettiğimiz gönüllerimizi kırmadan meseleyi tezekkür etmek, ifade etmek ve konuşmak yerine, ben güzelim sen çirkinsin üslubuyla, yüce milletimizin en hassas olduğu konuda, meseleyi biraz da sıkıntıya sokuyoruz.

Türk Milleti İslamla müşerref olduğu günden bugüne, Kur’an’ın hayata hâkim olması için nizamlı devletler kurmuş yüce bir millettir. Kur’an’ın üzerinde hiç kimsenin tartışmaya hakkı yoktur. Allah’ın ilmi olan, zamanlara ve mekânlara hükmeden Kur’an’ın üzerinde hiç kimsenin tartışmaya hakkı yoktur. (MHP ve FP sıralarından alkışlar) Lakin, onun eğitimi ve öğretimi hususunda, toplum hayatına tatbiki hususunda, fert bazında, toplum bazında ve devlet bazında meselenin özümlenmesi, anlaşılması, idrak edilmesi ve hayata tatbiki hususunda, bir milletin var olma ve yaşama hakkı adına, bunu istismar edenler ile bunu savunanların tarzları farklı olabilir. Bu içinden geçtiğmiz hassas günlerde, meseleye bu açıdan bakarak, bu ek 3 üncü maddeyi yorumlamak ve konuşmak mecburiyetindeyiz.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, İslamın mükellefiyetini omuzlarında taşımış ve cihana nam salmış olan Büyük Osmanlı İmparatorluğunun Birinci Cihan Harbinde mağlup ettirilmesinden veya öyle sayılmasından sonra kurulmuş; ama, millet varlığı üzerine, millî varlık üzerine kurulmuş olan -Selçuklu’nun, Osmanlı’nın devamı olan- Türk’ün devletidir.

Bu devlet hayatımızın süresi ve serisi içerisinde, batı emperyalizminin, doğu emperyalizminin ve güney emperyalizminin Türkiye üzerinde oyunları vardır. Bir yanda laiklik adına din düşmanlığı, bir yanda da laiklik düşmanlığı adına din istismarıyla, Türk Milleti baskı altına alınmak istenilmiştir. Bu ikilem içerisinde, bu çelişkiler içerisinde, Türkiye, 28 Şubata gelmiştir ve sonra da bugüne gelmiştir. O halde, meseleye, hassasiyetle yaklaşmak zorundayız.

Aynı toprağın, aynı vatanın, aynı milletin çocukları olarak, farklı partilerden de olsa, hepimiz burada buluştuk. Meselenin iyi tarafı var, daha iyi tarafı var. Bugün -iki yıldan beri- Kur’an kursları kapalı. Milliyetçi Hareket Partisinin içerisinde bulunduğu uyum, uzlaşma ve atılım hükümetinin ortaya koymuş olduğu bu ek 3 üncü madde, çok ciddî bir adım ve açılımdır. Birtakım yanlış değerlendirmeleri, yanlış anlaşılmaları veya milletimiz ve devletimiz aleyhinde oluşturulabilecek birtakım zararlı faaliyetleri engelleyebilmek için ortaya konulmuş olan birtakım tedbirlerin, milletimizin en hassas olduğu meselede, Kur’an, İslam ve din konusunda, alınan bu tedbirlerin milletimizi gerginleştirdiği bir vakıadır. İşte, bu 3 üncü madde, bir noktaya sıkışmış olan ve en hassasiyetle üzerinde durduğumuz meseleyi rahatlatmak ve yeni bir açılıma götürmek noktasında son derece isabetli ve son derece faydalıdır.

Burada, çok kıymetli hatipler konuştular, iktidar ve muhalefet partileri konuştular. Belagatle, iyi niyetle, fitneye ve gerginliğe yol açmadan konuşanları takdir ediyorum, başıma taç ediyorum; ama, küçücük meseleleri çok büyüterek veya vakti gelmeden söylenmeyecek olan şeyleri burada izah etmeye çalışarak çok ciddî gerginliklere yol açanları da kınıyorum.

Değerli milletvekilleri, bu madde, elbette ki burada oylanacak ve kabul edilecek. Bu madde belki en mükemmeli olmayabilir; ama, biz, bu mekânda, bu zamanlarda, birbirimizi daha iyi anlayarak, birbirimizin eksiklerini tamamlayarak ve bu hassas meseleyi idrak ederek, toplumun bütün katmanlarına, devletimizin bütün birimlerine izah etme imkânını bulduğumuz gün, daha güzel bir maddeyi de ortaya koyma imkânını ancak o zaman elde edebiliriz. (MHP sıralarından alkışlar)

Adım adım, bu meseleyi anlamak ve anlatmak zorundayız; bu görev, önce, bu devletin ve milletin en yüce kurumu olan Türkiye Büyük Millet Meclisine ve onun şerefli üyelerinin tamamına aittir. (MHP sıralarından alkışlar) Tarzlarımız farklı olabilir, anlayışlarımız farklı olabilir; ama, hepimiz, aynı dilin, aynı dinin, aynı imanın, aynı milletin çocuklarıyız. (MHP sıralarından alkışlar) O halde, kendisinin daha iyi bildiğini iddia edenler, o iyi bildiklerini, burada, Yüce Peygamberimizin hadisinde olduğu gibi, mülayemetle ifade etmeyi de bilmelidirler. Eğer, meseleyi, vaktinde ve zamanında ifade etmemek gerekiyorsa, meseleyi de ifade etmemek gerekir. Bugün, bu mekânda, Yüce Meclisin bu mekânında fevkalade görüşler ortaya konulmuştur, gerek iktidar tarafından gerekse muhalefet tarafından. Fakat, buluşmadığımız, buluşmak istediğimiz, ama, buluşamadığımız noktalar olabilir; bunları, olmazsa olmaz mantığıyla ortaya koymanın ve gerginleşmenin, gerginleştirmenin hiçbir anlamı yoktur.

Netice itibariyle, bu ek 3 üncü madde, evet, hafızlık konusunda, yüce İslamın eğitim ve öğretiminde, millî eğitimin birlik esasına göre, ilköğretimi bitirenler için bir madde var; ama, bir altında da “ilkokulu bitirenler için de yaz kursları açılır” diyor. (FP ve DYP sıralarından “beşinci sınıf...” sesleri) Özür dilerim... Beşinci sınıfı bitirenler için de bir madde ekleniyor ve bu maddeyle, yukarıdaki sıkışıklık aşağıda rahatlatılıyor.

Bakınız, sekiz yıllık zorunlu kesintisiz eğitim, Refahyol Hükümeti zamanında 15 inci Millî Eğitim Şûrasında kabul edilmiştir. Başbakan Sayın Necmettin Erbakan’dır, yardımcısı Sayın Çiller’dir, Millî Eğitim Bakanı Turhan Tayan’dır, Millî Eğitim Komisyonu Başkanı Mehmet Sağlam’dır. O tarihte kabul edilen, bu eğitim sisteminde olmayanı, bugün oldurmaya çalışıyorsak, burada hep birlikte kol kola girmeli ve bu maddeyi alkışlamalıyız. Daha iyisini yapmak istiyorsak da, birbirimizi anlayarak, birbirimizi kabul ederek, birbirimizin eksiklerini tamamlayıp, bütünleşmeyi kendimize şiar edinerek, ancak daha iyisini yapabiliriz.

BAŞKAN – Sayın Çakar, sizin sürenize de 1 dakika ilave ettim efendim.

Buyurun.

AHMET ÇAKAR (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

1 dakikayı da kullanmak istemiyorum. Böylece, Yüce Heyetinize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, sayın hatip 54 üncü Refahyol Hükümeti döneminde diye bir şûradan bahsetmiştir. Bu hükümetin Bakanlarından biriyim ben. Yapılan isnat doğru değildir, yanlıştır; 69 uncu maddeye göre düzeltme talep ediyorum.

BAŞKAN – Efendim, Refahyol döneminden bahsetti; Sayın Şener’den bahsettiğini duymadım.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Ama, o Kabinede ben Bakanım.

BAŞKAN – Efendim, bu talebinize 69 uncu madde çerçevesinde söz vermem mümkün değil. Teşekkür ediyorum.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Niçin Sayın Başkan?.. Niçin Sayın Başkan?..

BAŞKAN – Lütfen, Sayın Şener...

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, verilen bilgi yanlış. (MHP sıralarından “doğru, doğru” sesleri) İçinde bulunduğum hükümetle ilgili olarak yapılan isnat yanlış; yanlış bir şeyi bana isnat ediyor. Bunu düzeltme hakkı elbette...

BAŞKAN – Peki efendim, ifade ettiniz; Genel Kurul da zannediyorum tatmin oldu. Çok teşekkür ediyorum.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Tatmin olmadı Sayın Başkan... Sayın Başkan, bir dakika...

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan, o dönemin hükümet üyesiydi arkadaşımız da biz de. Biz, grup adına düzeltme istiyoruz.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, kürsüden söz vermeyeceğiniz anlaşılıyor; ama, yerimden düzeltmek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – 15 inci Eğitim Şûrası, Refahyol döneminde vuku bulmamıştır. (FP sıralarından “Sayın Başkan, kürsüden konuşsun” sesleri)

BAŞKAN – Efendim, sakin olursanız, Grup Başkanvekilinizi Genel Kurul dinleyecek. Rica ediyorum...

Buyurun.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – 15 inci Millî Eğitim Şûrasının Refahyol dönemiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bu, daha önceki hükümetler döneminde vuku bulmuş bir şûradır. Üstelik, millî eğitim şûraları, hükümete bağlayıcı kararlar getirmez. Bunlar, danışma niteliğinde görüşler getirirler. Bizim, sayın parti sözcüleriyle anlaşamadığımız nokta da budur. Onlar, istişarî bütün kurulları bağlayıcı görüyorlar, Anayasadaki yerine oturtturmuyorlar.

Arz ederim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Peki; çok teşekkür ediyorum Sayın Şener.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan... Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, sayın sözcü Doğru Yol Partisini de içerisine alacak şekilde, yanlış anlamaya neden olacak bir açıklamada bulunmuştur.

Doğru Yol Partisi zamanında sekiz yıllık zorunlu eğitimden yana olmuştur; doğrudur; çünkü, Doğru Yol Partisi, hem Devlet Planlama Teşkilatında ve Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında ve hem de şûralarda, sekiz yıllık zorunlu eğitimden yana olmuştur; ancak, Doğru Yol Partisi, geçtiğimiz dönem de dahil olmak üzere, sekiz yıllık zorunlu eğitimin kesintisiz olanına karşı çıkmıştır, şu Meclis salonunda cevap vermiştir, bunun mücadelesini de yapmıştır. Nitekim, bugün, Kur’an kurslarıyla ilgili eğer kapatma söz konusuysa, ilköğretimle ilgili, ilköğretim çağını bitirmiş olanlar ancak Kur’an kursuna gidebileceği hükmünden dolayı problem çıkmaktadır.

Biz, sekiz yıllık kesintisiz ilköğretimden yana değiliz, ona karşıyız; ama, sekiz yıllık zorunlu ilköğretim yapılmasından ve yönlendirmeden yanayız.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bedük.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Bir yanlış anlama var efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim. Anladım efendim... Zannediyorum Genel Kurul da tatmin oldu; sağ olun.

BEKİR ONGUN (Aydın) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Efendim...

BEKİR ONGUN (Aydın) – Sayın Başkan, zabıtlara geçmesi için söylüyorum;15 inci Millî Eğitim Şûrasında üyeydim... (FP sıralarından gürültüler)

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Böyle bir usul yok...

BAŞKAN – Efendim, böyle bir usul yok; çok rica ediyorum...

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Bir saniye...

BAŞKAN – Sayın Grup Başkanvekili, çok rica ediyorum... Lütfen...

BEKİR ONGUN (Aydın) – Sayın Başkan, bir dakika...

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Hangi maksatla konuşuyor Sayın Başkan?..

BEKİR ONGUN (Aydın) – Sayın Başkan, bir şey söyleyeceğim...

BAŞKAN – Efendim, bir şey söylemek gibi bir usul yok Genel Kurulda.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Var Sayın Başkanım.

BEKİR ONGUN (Aydın) – Sayın Başkan, arkadaşımızın verdiği bilgi doğrudur. 15 inci Millî Eğitim Şûrasının ben de bir üyesiyim. Bütün verdiği bilgiler doğrudur. Başka üye olan arkadaşlar da vardır.

BAŞKAN – Peki; çok teşekkür ediyorum. Anlaşıldı...

BEKİR ONGUN (Aydın) – Bütün bilgiler doğrudur; 15 inci Millî Eğitim Şûrasında karar alınmıştır.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Nevzat Ercan; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakika efendim.

DYP GRUBU ADINA NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, tasarıyı görüşüyoruz; tasarı acaba yeni ne getiriyor diye bakıyoruz, düşünüyor ve soruyoruz; bilhassa, tasarıyı getirenlere soruyoruz, tasarıyı getiren iktidar ortaklarına soruyoruz. Ne getiriyorsunuz; bakın, getirdiğiniz şu: Küçüklere, çocuklarımıza, 7 yaşındaki 8 yaşındaki çocuğumuza diyorsunuz ki, ilköğretim okulunun beşinci sınıfını bitirmeden siz din eğitimi alamazsınız kardeşim. Siz yaz tatillerinde bile, hafta sonlarında bile, okul tatil oldu ders yılı bitti; velisine, babasına, annesine -hiç dağıtmayalım konuyu- diyorsunuz ki: “Kardeşim git ilköğretim okulunun beşinci sınıfını bitir, karneyi al, tevsik et belgele ondan sonra git dinini diyanetini öğren.”

EROL AL (İstanbul) – Ne var bunda?!

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Kim diyor bunu; bunu, DSP diyor.

EROL AL (İstanbul) – Ne var bunda?!

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Eğer, ne var diyorsanız, mesele yok.

BAŞKAN – Lütfen, hatibe müdahale etmeyin.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – DSP açısından ne var, ne yok bende zaten bir tereddüt uyandırmıyor.

BAŞKAN – Sayın Hatip, siz de, lütfen, Genel Kurula hitap edin.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Demagojiye boğma, demagojiye boğma!

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Yani, sizin yönünüzden zaten bir tereddüt yok bende.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Madde üzerinde konuş.

EROL AL (İstanbul) – Kendi partin adına konuş.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Ama, asıl benim söylemek istediklerim iktidarın iki ortağına...

EROL AL (İstanbul) – Sana ne!..

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Yani, siz niye diyorsunuz ki, ilköğretim okulunun beşinci sınıfını bitir kardeşim, yaz tatilinde git camiye; hayır deme. Bakın Doğru Yol Partisi diyor ki, açık buradan, hiç böyle eveleme geveleme yok; yani, işi örtmeye çalışmayın, gizlemeye çalışmayın! (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

Doğru Yol Partisi diyor ki, Doğru Yol Partisi, benim milletimin çocuklarına diyor ki... Kim istiyorsa, zorla değil, Anayasa öyle emrediyor, 24 üncü maddenin dördüncü fıkrasını açın okuyun. İsteğe bağlı din eğitimini hem bir sınırlamaya tabi tutmamış hem de küçükse velinin iznine tabi tutmuş. Şimdi, küçük mü küçük... Ben Doğru Yol Partisi olarak, köydeki Ahmet efendiye Ayşe bacıma diyorum ki, eğer sen istiyorsan küçük çocuğunu; yani, ilköğretim çağına gelmiş çocuğunu... Yani okula başlıyor, diyorsunuz ki siz, matematik öğrenebilirsin 7 yaşında bu mümkün, coğrafya öğrenebilirsin bu mümkün, tarihini oku bu mümkün, sonra bale de öğrenebilirsin, yapabilirsin, bununla ilgili eğitim de al -alması da lazım zaten- müzik, spor falan, neyse yani_ Bunların hepsi mümkün, bunların hepsi Anayasaya uygun, bunların hepsi yürürlükteki yasalara uygun, mevzuata uygun; ama, iş, dinini öğrenmeye gelince “dur bakalım kardeşim, dur bakalım hele, çok erken bu daha...”

Yani, neden... İlköğretim okulunun 4 üncü sınıfına gidiyor çocuk; 6 yaşında gittiğini varsayın, 10 yaşında, köylerde 7 yaşında gittiğini varsayın, 11 yaşında. “Yok kardeşim...” Orada duvar örüyorsunuz. Kim örüyor bunu; siyasî yelpazenin sağında olduğunu iddia eden iki parti. (DSP sıralarından gürültüler; DYP ve FP sıralarından alkışlar) Ben, size seslenmiyorum. İki parti, siz, duvar örüyorsunuz, diyorsunuz ki: “Hayır.” Sizinle anlaşamadığımız nokta bu. Ha, siz, bunu burada yapamaz mısınız şimdi? Kardeşim, dayatan kim; sıkıntı ne; onu da biz bilelim, niçin yapamıyorsunuz? (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bu Meclis, kanun yapıyor, görüştüğünüz, kanun; yani, bir yönetmelik, yönerge filan değil, o birilerinin işi, siz, kanun yapıyorsunuz. Siz, kanuna, eğer, milletin arzuları istikametinde buraya gelip, yürekli tavrınızı koysanız, bir madde sevk ederiz veya önerdiğimiz önergeyi kabul edersiniz.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Mecbur muyuz sizin önergenizi kabul etmeye.

BAŞKAN – Sayın Karahan, lütfen_

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Bakın bakalım, ilköğretim çağını bitirmeden de çocuk, yaz tatilinde gidebiliyor mu camiye gidemiyor mu; onu soruyoruz size.

SALİH DAYIOĞLU (İzmir) – İlkokulda din dersi var zaten.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Siz bunu istiyor musunuz MHP’li arkadaşlarımız, Anavatan Partililer?!. Biz, diyoruz ki, ilköğretim okulunu, karne almayı beklemeyelim, gelin, ilköğretim çağına gelmiş çocuk, gitsin, temel birtakım dinî bilgileri öğrensin. “Öğrenmesin bu yaşta!..” O, sizin bileceğiniz bir iş; o, sizin yapacağınız bir iş.

EROL AL (İstanbul) – Öğreniyor, öğreniyor.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım_

SALİH DAYIOĞLU (İzmir) – Zorunlu din dersi var Sayın Ercan.

BAŞKAN – Lütfen müdahale etmeyin.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Dinleyin beni.

Şimdi, bakın, sizin nasıl bir çelişki içinde, nasıl farklı bir tavır içinde olduğunuzu çok yakın, taze bir önergeyle ortaya koymaya çalışacağım. Bu tasarı, Millî Eğitim Komisyonunda görüşülüyordu. Şimdi, Komisyon Başkanlığına bir önerge verilmiş. Bu önergenin altında, DYP’li Sayın Ayvaz Gökdemir’in imzası var, Mahmut Nedim Bilgiç’in imzası var, DYP’li; ama, bu önergede, ayrıca, Milliyetçi Hareket Partili değerli milletvekili arkadaşlarımızın da imzaları var: İrfan Keleş, Çankırı Milletvekili, MHP’li; İbrahim Halil Oral, Bitlis Milletvekili- , MHP’li; Bozkurt Yaşar Öztürk- Milliyetçi Hareket Partili. Bu arkadaşlarımızın imzası var bu önergede ve bu önerge, eminim ve biliyorum ki, Sayın İsmail Köse de o komisyonun üyesi, onun bilgisi doğrultusunda düzenlenmiş bir önergedir.

İLHAMİ YILMAZ (Karabük) – Ayvaz Gökdemir niye imzasının arkasında durmadı?!

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Şimdi, bakınız, bu önergeyle ne istiyorsunuz siz? Bu önergeyle, bizim istediğimizi istiyorsunuz; aslında, milletin istediğine siz komisyonda tercümanlık yapıyorsunuz; ama, bir süre, bir zaman dilimi içinde yapıyorsunuz; birilerinden talimat gelmeden önceki özgür düşüncenizle yapıyorsunuz. (MHP sıralarından gürültüler, DYP ve FP sıralarından alkışlar)

Bakın, diyorsunuz ki: Görüşmekte olduğumuz tek maddelik tasarıda geçen “hafızlık yapmak” tabirini “hafız olmak”... Tamam, onu öyle düzeltelim diyorsunuz; ama, birinci fıkranın son cümlesinin de, ayrıca “ilköğretim öğrencileri için de tatillerde ve Millî Eğitim Bakanlığının denetim ve gözetiminde yaz Kur’an kursları açılır” diyorsunuz. Diyorsunuz; burada, 5 inci sınıfı bitirme şartını kaldırıyorsunuz; doğru yapıyorsunuz. Sonra, bir şeyler oldu, bir yerlerden bir şeyler geldi, telefonlarla görüşmeler oldu; ortağınız mı dayattı, birileri mi dayattı... Sonra, döndünüz bu görüşünüzden ve sonra da, aman millet duymasın, bilmesin diye, komisyon çalışmalarını basına ve medyaya da kapattınız, milletten gizlemeye çalıştınız. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

Şimdi, siz, bu kürsüye geliyorsunuz, medyaya falan burayı kapatamıyorsunuz; ama, başka bir biçimde bu kürsüden örtmeye çalışıyorsunuz, başka şeyler tartışıyorsunuz, işi başka noktalara çekmeye çalışıyorsunuz; diyorsunuz ki, yok Temeleğitim Yasası, yok şu yasa, bu yasa... Kanun bu, kanun!.. Bu kanun, önceden çıkmış bir kanuna dayanılarak yapılmaz. O kanunda yanlışlık varsa, bu kanunla düzeltirsiniz. Size şimdi bir şey öneriyorum: Allah indinde de beşer indinde de vebal altındasınız. Anavatan Partili ve Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlarıma sesleniyorum; bu vebalden kurtulmanın bir yolu var. (Gürültüler) Bakınız -zaman tükenmek üzere- İçtüzük, size bu fırsatı veriyor. İçtüzüğün 89 uncu maddesine göre, tekriri müzakere talebi var. Az önce, Genel Kurulda görüşüp oyladığınız 1 inci madde üzerinde bir tekriri müzakere yoluyla, içerisine düştüğünüz bu yanlıştan dönme imkânınız var ve sonra...

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Yanlış değil, doğru... Doğru...

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, ben DSP’den alıyorum bu doğruları; hiç MHP’den, ANAP’tan falan çıkmıyor “bu doğrudur” diye...

YÜCEL ERDENER (İstanbul)– Oy verdiler...

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Böyle bir şey var mı?!

Değerli arkadaşlar, sizi, zaten, ANAP’ı da MHP’yi de, Ecevit’e, onun DSP’sine teslim olmuş gibi görüyorum. Böyle görmek de istemiyorum, böyle bir şey de olmasın istiyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Sizin partiniz kimlik arayışı içerisindedir...

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Ömer İzgi Bey, MHP sözcüsü, benimle ilgili, bakan olduğum döneme ilişkin çok yanlış şeyler söyledi. (MHP sıralarından “Doğru söyledi” sesleri) Baksın Danıştay kararlarına...

ÖMER İZGİ (Konya) – Evet... Burada...

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Hangi tarihlerde verilmiş bu Danıştay kararları? Hangi tarihlerde verilmiş? Danıştay hangi tarihte vermiş? 1998 yılında, içerisinde bulunduğum Refahyol Hükümeti iktidarda mı? Bak bakalım hele, hangi tarihte verilmiş, söyler misin burada?

ÖMER İZGİ (Konya) – Ben öyle bir şey demedim Sayın Bakan...

BAŞKAN – Sayın Ercan, lütfen, Genel Kurula hitap edin efendim.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Refahyol Hükümeti zamanında, 28 Şubat sürecine girildi, ondan sonrasında, nasıl gitti, kimler götürdü falan, bunları burada tartışacak değiliz; bunları, daha ayrı zeminlerde tartışırız sizinle, o tarihî sorumlulukları falan, onları gündeme getiririz; ancak, diyanetten sorumlu Devlet Bakanlığı görevimden ayrıldığımda, 6 000 civarında Kur’an kursu teslim ettik size. 6 000 civarında... Şimdi, benim elimde...

A. TURAN BİLGE (Konya) – Kaç tanesini kapattınız Sayın Bakan?

NEVZAT ERCAN (Devamla) – 6 000 civarında Kur’an kursu teslim ettik .

Bu Kur’an kurslarında, benim dönemimde, ilkokulu bitiren çocuklarımız, hem hafızlık eğitimini -kesintisiz, aralıksız, üç yıl gibi eğitimi- orada yapabilir, tamamlayabilir ve asrı saadetten beri sürüp gelen, günümüze kadar, hafızlık müessesesini böylece yaşatabiliriz, o imkânlar bizim dönemimizde vardı; hem de, aynı zamanda, benim dönemimde, Türkiye’nin hiçbir yerinde, köyünde, camilerde, yaz tatillerinde, hafta sonlarında sırf dinî eğitim almak için, ilköğretimin 5 inci sınıfını veya ilkokulun 5 inci sınıfını o tarihlerde bitirecek, diploma alacak veya karne alacak şeklinde de bir uygulama yok, öyle bir şey de yok, herkes gidebilir, öğrenebilir. Sizin, şimdi, yaptığınız şu: “Biz, Kur’an kurslarını falan açıyoruz...” Yapmayın, milleti aldatmayın. Bugün, 3 700 adet Kur’an kursu vardır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NİDAİ SEVEN (Ağrı) – Millet sizi iyi tanıyor.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ercan.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – 1 dakika ilave edin Sayın Başkan.

BAŞKAN – İlave etmiştim efendim.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Yalnız, sekiz yıllık kesintisiz eğitimle 15 yaşında ancak gidebilir diye bir düzenleme yaptınız. Şimdi, Kur’an kursları öğrenciden mahrum kaldı.

BAŞKAN – Sayın Ercan, teşekkür ediyorum.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – 3 700 adede indi. Evvela...

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ercan.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Allah indinde de millete cevap vereceksiniz.

Çok teşekkür ediyorum, sağ olun. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) – Sayın Başkan, sataşmadan dolayı söz istiyorum.

ÖMER İZGİ (Konya) – Sataşmadan dolayı söz istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun.

ÖMER İZGİ (Konya) – Sayın Nevzat Ercan, yapmış oldukları konuşmada, benim, kendilerine, biraz önceki yaptığım konuşmada, sanki, Danıştay 8. Dairesinin verdiği kararlarda “siz bakandınız ne yaptınız” dediğim gibi bir anlayış içinde olmuşlar. Ben öyle demedim, zabıtlar gelince, incelenince de görürler. Dediğimi tekrar ediyorum, benim dediğim “Sayın Bakan zamanında, ilkokul 5 inci sınıftan sonra Kur’an kursları yapılabilirken, şimdi bu sınırı kaldıralım diye çaba gösterdikleri halde, o gün neden neşter vurmadılar” idi.

MAHMUT NEDİM BİLGİÇ (Adıyaman) – Öyle bir problem yoktu; sekiz yıllık kesintisiz eğitim çıkmamıştı daha.

ÖMER İZGİ (Konya) – İkincisi, Danıştay 8. Dairesinin kararlarına, bakan olunsa da olunmasa da ne etkisi olur; bağımsız yargı kararıdır, bakanı ilgilendirmez, bakan etki yapamaz. O bakımdan, öyle bir şey demem...

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Buyurun.

İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) – Sayın Başkanım, bahsedilen, zikredilen önergede ismim olduğundan, sataşmadan dolayı söz istiyorum. (DYP sıralarından gürültüler.)

BAŞKAN – Efendim, bu şekilde söz vermem mümkün değil.

İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) – Fakat, şahsıma herhangi bir dayatmanın olmadığını belirtmek istiyorum.

MAHMUT NEDİM BİLGİÇ (Adıyaman) – İmzanız var!..

TURHAN GÜVEN (İçel) – Kendi imzasını inkâr mı ediyor Sayın Başkan?

BAŞKAN – Yerinizden kısa bir açıklama yapabilirsiniz.

Buyurun efendim.

İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) – Ama, Meclisimize...

BAŞKAN – Buyurun efendim, sizi dinliyorum.

İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) – Verebilecek misiniz...

BAŞKAN – Hayır... Hayır... Açmaya gerek yok, duyuyor Genel Kurul. (MHP sıralarından “mikrofonu aç” sesleri)

İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) – Sayın Başkan, önergede ismi olan milletvekillerinden birisiyim; ama, önergede eski bakanlarımızdan Sayın Ayvaz Gökdemir’in de ismi var; ama, vermiş olduğu önergenin arkasında duramayacak kadar medenî cesaret göstermeden sahayı terk edip gitmiştir kendisi. (MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; DYP sıralarından gürültüler)

Ayrıca, Sayın Bakan önergeyi verirken, önergede olan konulara imza atanlardan birisiyim; ama, gerek Sayın Başkanvekilimiz gerekse partim adına konuşan diğer hatipler, bu hükümetin bir konsensüs hükümeti olduğunu, bir diyalog hükümeti olduğunu belirttiler. Burada da, hükümetin getirmiş olduğu tasarıda, bütün siyasî partilerin ortak fikirde anlaşmasını ve bunun da bir diyalog olduğunu kabul ederek, vermiş olduğumuz önergenin dışında bulunmuşuzdur.

Bu önergeye imzasını atıp orada bulunmayan bakanın adına sözcüsünün konuşmasını da çok doğru bulmadığımı belirtmek istiyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

AYVAZ GÖKDEMİR (Erzurum) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Gökdemir.

Siz de yerinizden efendim... Hayır; siz de yerinizden...

Buyurun.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, hasta...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, sataşma değil mi bu?!

BAŞKAN – Efendim, buyurun lütfen... Genel Kurul duyuyor efendim.

Buyurun. (DYP sıralarından “Sataşma var” sesleri)

AYVAZ GÖKDEMİR (Erzurum) – Sayın Başkan, burada sataşma var. Medenî cesaretten bahsederek adımı zikretti...

BAŞKAN – Lütfen, müsaade ederseniz, oradaki mikrofonu açayım, Sayın Gökdemir oradan ifade etsin efendim.

Buyurun. (MHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, burada sataşma var. Medenî cesaretten bahsediliyor; cesaret orada, burada değil.

İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) – Sayın Başkan, ben adaletinize güvenerek, buradan, sesimi yükselterek konuştum, aynı hususta mikrofonu açmanızı doğru bulmuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

MAHMUT NEDİM BİLGİÇ (Adıyaman) – Sataşma bu kardeşim, sataşma...

BAŞKAN – Değerli milletvekili... Buyurun... Lütfen, çok kısa ve bir sataşmaya sebep olmayacak şekilde.

AYVAZ GÖKDEMİR (Erzurum) – Kısa arz edeceğim efendim.

BAŞKAN – Sadece 1 dakika...

AYVAZ GÖKDEMİR (Erzurum) – Sayın Başkan, hiç ilgili olmadığım bir konuda, şahsen, cesaretsizlikle, attığı imzanın arkasında duramamakla itham edildim. (MHP sıralarından “Doğru, doğru” sesleri) Bu 129 kişiyi, bu 550 kişiyi ve Türk Milletini, benim korkak bir adam olup olmadığım hususunda Cenabı Hak’kın önünde şahit gösteriyorum. (MHP sıralarından gürültüler)

Bu sözü, bir çaresizliğin ifadesi olarak söylediği kanaatindeyim, kendisini mazur görüyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

AYVAZ GÖKDEMİR (Erzurum) – Vaka şudur efendim:

BAŞKAN – Tamam, Sayın Gökdemir, anlaşıldı mesele...

AYVAZ GÖKDEMİR (Erzurum) – Müsaade buyurun.

Ben teklif etmedim, kendileri talip oldular; imza attılar, sağolsunlar, götürüp Başkana da verdiler; fakat, sade bir meselede tasarı geri çekilmek istenildi “İçtüzük müsait değil” denildi. Sonra, fiskoslar, telefon trafiği oldu, altkomisyon kurmaya geçtiler. O vaka üzerine, Başkana, Komisyonun iradesi üzerine vesayet konulmuştur, sizi protesto ediyorum dedim; o vesileyle çıktım...

BAŞKAN – Anlaşıldı Sayın Gökdemir.

Teşekkür ediyorum.

AYVAZ GÖKDEMİR (Erzurum) – Ben söz isterken, bana, savunma için söz lütfettiğinizde masalara vuran Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna da bütün hakkım helal olsun, sağolsunlar. Herkes kendine yakışanı yapar. (DYP ve FP sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)

SEDAT ÇEVİK (Ankara) – Ne hakkın var?!. Ne hakkın var?!.

KADİR GÖRMEZ (Kütahya) – Sen ülkücüler sayesinde geldin, bakan oldun.

İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) – Arkasından da çıkıp, televizyonlarda şov yapıyorsun.

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, madde üzerinde, şahsı adına, Gaziantep Milletvekili Sayın Bedri İncetahtacı; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, aslında biz, Türkiye üzerinde, Türkiye’nin meseleleri üzerinde tartışma yapıyoruz. Her siyasî parti, Türkiye’ye kendi siyasî açısından yaklaşmayı denemektedir. Bugün yapılan şeyi tek bir cümleyle özetlemeye kalkarsak, şunu söylememiz mümkündür: Dünyada ancak 19 uncu Yüzyılda ve 20 nci Yüzyılın Hitler ve Mussolini dönemlerinde yapılmaya kalkışılan bilginin mahkûm edilmesi anlayışının tekrarını görmekteyiz. (FP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, ben Kur’an-ı Kerim’in ilahî yönü üzerinde durmak istemiyorum. Aslında, iman meselesi Allah ile insan arasında özel bir meseledir, kimin iman sahibi olup olmadığı bizi ilgilendirmez. Bazı insanlar iman etmemiş insanlardan doğarlar, bazı insanlar da iman etmiş annenin ve babanın çocukları olduğu halde iman etmezler. Bizi ilgilendiren konu, Kur’an’ın iman objesi olarak değil, bir bilgi objesi olarak ele alınmasıdır. Bugün yapılan bu hareketle, siz, Türk aydınının kendi milletinin neye inandığını, niçin inandığını öğrenmesinin önüne geçiyorsunuz; bu büyük bir cinayettir. (FP sıralarından alkışlar)

Bakınız, değerli DSP’li milletvekili arkadaşlarıma seslenmek istiyorum. Sizler, Batı aydınlanmasını gayet iyi bilen insanlarsınız. Size bir örnek vermek istiyorum. Batı aydınlanmasının özünde var olan büyük düşünürleri bir ele alın; mesela, bir Voltaire’i ele alın, mesela bir Jean Jacques Rousseau’yu ele alın. Siz onların İncil’i öğrenmeden bu bilgilere sahip olduğunu düşünebilir misiniz. 20 nci Asrın yetiştirdiği en büyük İngiliz filozoflarından ve kendisi bir ateist olan Bertrand Russell, İncil üzerinde eğitim görerek bugünlere gelmiştir, bu felsefî düşüncesini ortaya koymuştur. Bakınız, yine, büyük edebiyatçı Kafka, Yahudi olmasına rağmen, Çekoslovakya’da başından geçen olayları açıklayabilmek için İncil eğitimi görmüştür.

Değerli milletvekilleri, dünyanın hiçbir yerinde, Türkiye’de olduğu gibi, o ülkenin aydınları kendi milletine yabancılaşmamıştır. Biz, Türkiye’de öyle garip şeylere rastlıyoruz ki; mesela, milletin dini üzerinde konuşmak isteyen, yazı yazmak isteyen bir değerli bilimadamı şu ifadeyi kullanabiliyor Türkiye’de: “Bu yıl Kurban Bayramı hac mevsimine rastladı.” Bu garabet cümleler, işte, hep, bu eğitim çarpıklığından kaynaklanmaktadır. Bugün, siz, buna, devam etmesi için izin veriyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin en büyük meselesi, Türk insanının özgür yetişmesidir. Özgürlüğün önündeki bütün engelleri kaldırmak zorundasınız. Özgür insan, büyük işleri başaran insandır. Bakınız, Türkiye’nin önündeki büyük işleri başarabilmek için büyük adam yetiştirmek zorunluluğumuz vardır. Ziya Paşa ne diyor: “Zira, darbı meseldir, küçük adamlarla büyük işler yapılmaz.” Sıradan insanlarla büyük işler yapamazsınız, Türkiye’nin bu devasa problemlerini çözemezsiniz, kendi milletinin inancına yabancılaşmış, kendi milletinin inancını bilmeyen insanlarla Türkiye’ye hizmet edemezsiniz.

Değerli milletvekilleri, bakınız, bugün, Türkiye’de hâlâ taklide dayalı, hâlâ işin özünü vakfetmemiş, işin özüne vukufiyet kesb etmemiş insanlara sormak istiyorum; dünya kültürüne, dünya medeniyetine hangi katkıda bulundunuz bu geçen süre içerisinde, hangi katkılarda bulundunuz? Hiçbir katkıda bulunulmadı bu anlayışla.

Biz, bu memlekette özgür insan yetiştirmek istiyoruz ve özgür insanların önündeki bütün engelleri kaldırmak istiyoruz ve size, şu soruyu da sorarak sözlerimi tamamlamak istiyorum: Annelerin özgür olarak doğurduğu çocukları hangi hakla köleleştirmek istiyorsunuz; hangi hakla onların eğitim haklarını ellerinden almak istiyorsunuz? Bu yaptığınız iş, ne demokrasiye ne eğitim anlayışına uygundur. (FP sıralarından alkışlar)

Bakınız, bir madde daha var; ben, hepinizi bu yapılan kanun üzerinde tekrar düşünmeye davet ediyorum. Türkiye’de insanlar -Uğur Mumcu’nun dediği gibi- bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi oluyorlar. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu konumu hepimizin iyi bilmesi gerekir.

BAŞKAN – Sayın İncetahtacı, 1 dakika ilave ettim efendim.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

O açıdan, üzerinde tekrar düşünecek kadar bir vaktimiz var. Lütfen, Türkiye’nin önünde bulunan ve özgürlüğümüzü kısıtlayan hiçbir engele müsaade etmeyelim. Türkiye’nin önünü açalım ve Türkiye’yi, devletiyle, milletiyle bir bütün haline getirmeyi başaralım.

Hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde, şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Konuşmayacağım efendim.

BAŞKAN – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya.

Buyurun Sayın Uzunkaya. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır efendim.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Değerli Başkan, çok değerli milletvekilleri; tabiî, tüm toplumun merakla beklediği ve yaz tatilinin büyük bir kısmının da geçtiği şu günlerde, başta yaz kursları olmak üzere, Kuran kurslarımızın tümünde bir çıkış yolunu millet olarak bekliyor idik ve bu milletin Parlamentosu, maalesef, milletinin derdine, dertlerine, taleplerine tercüman olabilmek yerine, nereden kaynaklandığı doğrusu burada ifade edilmeyen, esasen, biraz önce kabul edilen şu önergenin -ki, bu önergenin benzeri Millî Eğitim Komisyonunda tartışılmış ve enteresandır, iktidar partisi mensubu olan birkısım milletvekili arkadaşlarımızın da ret oyuyla reddedilmişti- benzeri olan önerge, Millî Eğitim Komisyonunda reddedilen önergenin aynısıdır ve bunu reddederken de, iktidarın ortağı olan çok değerli milletvekili arkadaşlarımızın oradaki onurlu hareketlerini burada takdir ediyor ve tekraren de burada o partinin bu onurlu tavrını beklediğimi ifade ediyorum. Orada aynı şeyler söylendi, ifade edildi.

Bakın, ciddî bir sıkıntıyla milleti karşı karşıya getiriyoruz. Bir kere, bu yasanın getirdiği nedir, söyleyeyim. Bugün tartıştığımız yasa, uygulamadan gelen bir milletvekili arkadaşınız olarak söylüyorum, Diyanet İşleri Başkanlığının açmış olduğu 70 000 küsur camideki kurslara devam eden veya bir kısmında etmeyen öğrencilerimizin yıllık ortalama, takribî rakamı, yıllara göre, 1,5 milyon ile 2 milyon arasındadır; işte ilgili arkadaşlar burada. Yani, bu çocuklarımızın, devam edenlerin de yüzde 80’i 7 ile 12 yaş arasıdır; yani, 7 yaş ile 12 yaş arası yüzde 80’dir. Daha altında ve daha üstünde olanların oranı ise yüzde 20’dir. Şimdi, sizler, 12 yaşından büyük çocuklara imkân tanıyorsunuz. Bu imkân tanıdığınız çocukların miktarı takriben yüzde 15 civarındadır; çünkü, yüzde 5’i de 7 yaşın altındadır. Türkiye’ye, bugün getirebildiğiniz, 200 000 çocuğun Türkiye genelinde camilere gidebileceği; yani, 12 ile 15 yaş arasında 200 000 çocuğun Türkiye genelinde camilere gidebileceği bir imkândır; ama, bunun yanında ne yapıyorsunuz biliyor musunuz; kanunla -tekrar ediyorum, cumhuriyet tarihinde, ilk defa, kanunla- 12 yaşından küçük olan çocukların Kur’an okumasını menediyorsunuz, yasaklıyorsunuz ve dünkü birkısım gazetelerde olduğu gibi, İstanbul Şile’de bir aile basılıyor, 3 kişi cezaevine alınıyor veya jandarma nezaretinde karakola götürülüyor; İstanbul’un Şilesinde yaşanan bir olay. Benzerlerini bugünden itibaren Türkiye’nin dört bir tarafında yaşamak ve görmek mümkün.

Ben başta bir şey söyledim, değerli bir grup başkanvekili arkadaşımız benim sözümden neden alındı, bilmiyorum; esasen bir önceki yasama döneminde kendileriyle beraber biz yasa teklifi verdiğimizi, kendilerini burada onurla teyit ederek söyledim ve bu konuda da DSP’yi mazur gördüğümü söyledim; çünkü, DSP’nin tavrı baştan beri bu konuda netti; karşılığında halk, DSP’ye -hayret ettiğim bir şekilde- 18 Nisanda bir teveccüh göstermiş; (DSP sıralarından gürültüler) ama, bunun yanında, o hükümet ortağını da, neredeyse, barajın kenarlarına indirivermişti.

Bizim burada istediğimiz şey şuydu: Değerli hükümetin iki sağ ortağı diye bilinen, tabanları itibariyle aynı özlemin taşındığı noktada, bu milletin isteklerine nasıl tercüman olmamak konusunda ısrarlı davranıyorsunuz. Üzerinizde ne kadar büyük baskı var ki, 65 milyonun talebini, burada, bir çizgide ve bir kalemde ret noktasına geldiniz.

BAŞKAN – Sayın Uzunkaya, sizin sürenize de 1 dakika ilave ettim.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, açıkça söylüyorum, şu, 65 milyonun özlemiydi. Demin Nevzat Ercan Bey kardeşimizin çok ciddî bir vukufiyetle ifade buyurduğu gibi, açıkça, Anayasaya, meri kanunlara, Medenî Kanunun 265 ve 266 ncı maddelerine, Temeleğitim Kanununun, mevcut kanunun 17, 18 ve 20 nci maddelerine, Anayasanın 24 ve 42 nci maddelerine aykırı olan bir dayatmayı, hangi nedenle olduğunu bilemediğimiz bir mantıkla bu millete dayatıp kabul ettirmeye bugünkü iktidar gücünüzle gücünüz yetse de ilanîhaye buna gücünüzün yetmeyeceğini, Anadolu’da her evin bir Kur’an kursu haline getirilmesine bununla meydan verdiğinizi, belki, devletin kolluk güçleriyle bu insanları karşı karşıya getirmenin tarihî vebalini de omuzunuzdan atamayacağınızı hatırlatmak istiyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uzunkaya.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK ve SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN – Kürsüden mi konuşacaksınız?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK ve SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Evet.

BAŞKAN – Buyurun. (MHP Sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK ve SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkan, çok kıymetli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, hakikaten, Türk Milletinin çok hassas olduğu, hassas olduğu kadar da önem verdiği bir konuyu tartıştık, tartışıyoruz. Tabiî, bu tartışma noktasında -Komisyon Başkanı olarak- 4 konuşmacı, isim vermeden Komisyon Başkanına atıfta bulundular ve bir arkadaşımız, dünkü bir telefon trafiğinden söz etti. Bu gelişmelerin telefon trafiğiyle hiçbir ilgisi yoktu, kendisine de bunu ifade ettim; çünkü, bu tartışmalar olduğu zaman, Komisyon Başkanı olarak hiç dışarı çıkmamıştım, salondaydım. Komisyon Başkanı olarak insanların ihtiyacı da olur, dışarı da çıkar; bu bir.

İki; bir başka konuda, yine Sayın Bakanımız, Komisyon Başkanına atıfta bulundu. Ben, şunu ifade etmek istiyorum: Benim, ondokuz yıldır, din eğitimi ve öğretimi konusundaki, Türkiye’de ve Türkiye dışında da din eğitimi öğretimi, genel eğitim öğretim üzerindeki kanatimi, orta yolda çözüm arayan bir ilim adamı, eğitimci olduğumu, burada fikir beyan eden arkadaşlarım başta olmak üzere, dünya âlem bilir. Onun için, dünya âlemin bildiği bir şeyi yeniden ilama da gerek duymuyorum; çünkü, mesele, Türk Milletinin hassas olduğu bu konuda istismara varmadan, vardırmadan orta bir yolda anlaşarak, uzlaşarak, bu milletin önünü açmaktır. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Onun için, Komisyon Başkanı olarak değil, otuzdört yıldır millî eğitimin bütün kademelerinde hizmet yapmış, eser vermiş ve özellikle de bu konuya bir hobi olarak da eğilen bir arkadaşınız olarak söylüyorum, diyorum ki: Evet, bunlar hassas konulardır; hasas konular, ne olur, siyaset malzemesi yapılmaktan arındırılsın, onun dışında düşünülsün.

Onun için, şuraya geliyorum; hep tartışıldı; bugüne kadar, ilkokulu bitirmeyenler Kur’an kursuna gidebiliyor muydu? (FP sıralarından “Gidebiliyordu” sesleri)

Hayır. Müsaade edin...

İlkokulu bitirmeyenler gayri resmî olarak Kur’an kurslarına devam ederlerdi; bu bir. (FP sıralarından gürültüler)

AHMET DERİN (Kütahya) – Aynı şey...

MİLLî EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Devamla) – Müsaade edin... Müsaade edin..

İki; ilkokulu bitirmeyenler, gayri resmî olarak devam ederlerdi ve hatta, ilköğretim çağını aştığı için, Kur’an kursuna devam edip, ilköğretim çağını aştığı için zor durumda kalan insanların, bir işe girmek istediklerinde “hani diploman” denildiği zaman -ben, ilkokul öğretmenliği de yaptım; şu anda üniversiteden ayrıldım, geldim; ortaokulda, lisede çalıştım- ilkokul diploması almak için nasıl kapı kapı dolandıklarını biliyorum.

222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun 59 uncu maddesinde var. Bu daha önce de vardı “ilkokulu bitiremeyenler” diye, şimdi, temel eğitim sekiz yıla çıktıktan sonra, sekiz yıllık zorunlu eğitimle, bu sınır, eski ifadeyle ortaokul seviyesine çekildi. Bu hükümet ne yaptı: Bir yıllık boşluktan sonra, ihtiyacını, bu milletin hassas olduğu noktaları göz önünde bulundurarak, nasıl ilkokul 5’ten sonra öğrencilere imkânlar konuluyordu, bugün bu imkânların yolunu araladı ve yaz kurslarında, tatillerde, öğrencilerin...

İlköğretim 4 üncü ve 5 inci sınıflarda alınan din kültürü ve ahlak bilgisi dersi var. Biraz önce bir konuşmacı “tarih öğretiliyor, coğrafya öğretiliyor, din öğretilmiyor” dedi. Ben, özellikle bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Tarih de 4 üncü sınıftan başlıyor, sosyal bilgiler de, din kültürü ve ahlak bilgisi de; ama, bizim üzerinde durduğumuz konu, burada tartışılan konu, bu çocuklara, Kur’an’ı daha iyi, doğru öğrenmelerinin yolunu göstermek, imkânını vermektir, bir imkânı belli bir noktaya çekmektir. Onun için, kayıtlara yanlış geçmemesi için düzeltiyorum. Tamamen Komisyonumuzun inisiyatifi altında olmuştur. Orada farklı önergeler gündeme gelmiştir. Komisyon Başkanı olarak, Bakan, hükümet adına getirdiği önergeyi “geri çekiyorum” dediğinde “İçtüzüğümüz gereği mümkün değildir” dedim; onun üzerine yeni önergeler verildi, önergeler oylandı ve neticede, Hükümetten gelen tasarı, Komisyonumuzdan geçti.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Anlaşıldı...

MİLLî EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Devamla) – Onun için, benim ısrarla üzerinde durduğum ve Allah nasip ederse, belki bu Komisyonda da, burada da... Çünkü, İslam, kolaylık dinidir “kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, ürkütmeyin” dinidir...

HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Başkan, sen ne yapıyorsun?!.

MİLLî EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Devamla) – Tenviri öne alan bir dindir, barış dinidir ve her şeyden önce de, İslam, ümmeten vasaten, yani, orta ümmettir; aşırılıklardan uzak, doğru yolda, insanların belli bir noktada ulaştığı bir dindir. Bunu, şu veya bu şekilde değil; ama, bir noktada uzlaşarak, “olması lazım gelen” ile “olabilir”i birbirinden ayırarak; “olmasa da olur” ile “olmasa da olmaz”ı birbirinden ayırarak bir noktaya gelmemiz lazım diyorum.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Olayı saptırma...

MİLLî EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Devamla) – Bunun için şunu da arz etmek istiyorum: Tabiî, eğitim, öyle bir anda, hele din olursa, çözümü zor bir konu. Niçin zor; tarih boyunca eğer din doğru anlaşılmamışsa, doğru anlatılmamışsa, her zaman sıkıntı olmuştur. Onun için, dinin doğru anlatılması, doğru öğretilmesi, belki bir noktada barışın sağlanması, insanların kardeşliğinin pekişmesi için zarurîdir. Çünkü, bu olmadan... O kadar hassas konu ki, din, aynen iki tarafı keskin kılıç gibidir. Eğer, o ayar tutturulamazsa, iki tarafı da keser. İki tarafını da kestirmeden, ne ifrat ne tefrit... Onun için, orta yolda, inşallah, bu millete hizmet yolunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, inanıyorum ki, biz, bir yerde buluşacağız, bir yerde, ortak noktada, aynı hedefe varacağız; çünkü, hepimizin inancı da bu, inanıyorum ki, hepimizin hedefi de bu.

21 inci Yüzyıl, bilgi çağıdır, ilim çağıdır. Bilgi çağına, ilim çağına girerken, insanlara yasak konularak bir yere varılmaz. Çünkü, milattan önce 6 ncı Yüzyılda, Lao-Tsu diyor ki: “Ne kadar yasak koyarsanız koyun, insanlar, mutlaka onun bir hilesini bulur.” Ben diyorum ki ve Milliyetçi Hareket Partisi olarak diyoruz ki; bu milleti, 21 inci Yüzyıla, aydınlık yarınlara hep beraber... Çünkü, bu insanlar bizim. Bu insanları yetiştirmek için imkânlar neyi gerektiriyorsa, o imkânları kullanalım; ama, bunu yaparken de, kavgaya, sürtüşmeye, zıtlaşmaya düşmeyelim. Bugün böyle olur, yarın daha iyisi olur. Onun için, yarınların iyi olması, daha mükemmele varmak için, daha iyiyi yakalayabilmek için, bu milletin, bu Meclisin çok şeyleri çözeceğine inanıyorum.

Böyle bir günde, biraz önce yaşananların yaşanmamasını temenni ediyor, bu tasarının, Yüce Türk Milletine hayırlı uğurlu olmasını ve başlangıç olmasını diliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

Değerli milletvekilleri, madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

2 nci madde üzerinde verilmiş 5 önerge vardır; madde bir fıkradan ibaret olduğu için, yalnız ilk 4 önergeyi işleme koyacağım.

Önergeleri, geliş sırasına göre okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı yasa tasarısının 2 nci maddesinin “Bu kanun, 1.1.2000 tarihinden itibaren uygulanır” şeklinde değiştirilmesini arz ederiz.

Musa Uzunkaya Nezir Aydın Lütfi Yalman

Samsun Sakarya Konya

Suat Pamukçu Yaşar Canbay

Bayburt Malatya

BAŞKAN – İkinci önergeyi okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı yasa tasarısının 2 nci maddesinin “Bu Kanun yayımı tarihinden itibaren üç yıl sonra yürürlüğe girer” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş Mehmet Bedri İncetahtacı Celal Esin

Van Gaziantep Ağrı

Osman Aslan Ali Sezal Lütfü Esengün

Diyarbakır Kahramanmaraş Erzurum

Veysel Candan Mahfuz Güler Cevat Ayhan

Konya Bingöl Sakarya

BAŞKAN – Üçüncü önergeyi okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı yasa tasarısının 2 nci maddesinin “Bu Kanun yayımı tarihinden itibaren iki yıl sonra yürürlüğe girer” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş Ali Sezal Şükrü Ünal

Van Kahramanmaraş Osmaniye

Mustafa Geçer Mahfuz Güler Lütfü Esengün

Hatay Bingöl Erzurum

Veysel Candan Cevat Ayhan

Konya Sakarya

BAŞKAN – Dördüncü önergeyi okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı yasa tasarısının 2 nci maddesinin “Bu Kanun yayımı tarihinden itibaren dört yıl sonra yürürlüğe girer” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş Cevat Ayhan Mahfuz Güler

Van Sakarya Bingöl

Lütfi Yalman Mahmut Göksu

Konya Adıyaman

BAŞKAN – Efendim, okunan son önerge, aynı zamanda en aykırı önergedir.

Komisyon katılıyor mu önergeye?

MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükümet?..

KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükümet ve Komisyon önergeye katılmıyorlar.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Söz istiyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Ayhan. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; fevkalade mühim bir kanun tasarısının müzakeresi devam ediyor.

Değerli arkadaşlar, 1 inci maddede kabul edilen önergeyle, açık seçik bilelim ki, hafızlık eğitimi almak isteyenler, 15 yaşından sonra, 16 yaşında başlamak üzere, bu eğitimi alabilirler; yani, 8 inci sınıfı bitirmeden hafızlık eğitimi almak mümkün değil. Yaz kurslarında da dinî bilgi almak için, 12 yaşını bitirmek; yani, 5 inci sınıfı bitirmek gerekmektedir. Halbuki, mevcut olan 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununda, Millî Eğitim Bakanlığının uygun göreceği kurslara, yaş tahdidi olmadan, ilköğretim çağındaki çocukların gidip, eğitim almaları, öğretim almaları mümkündür. Yarın, bir hükümet, bir Millî Eğitim Bakanı, arzu ederse, Kur’an kurslarını da bunların içine dahil ederek, ilköğretimin herhangi bir yaşında, bu eğitimi alma hakkını verebilirdi.

Şimdi, biz, cumhuriyet tarihinde, bu Meclisin tarihinde, ilk defa, hafızlığı, 15 yaştan önce yasaklıyoruz; 1 400 yıllık bir müesseseyi yıkıyoruz bu kanun tasarısıyla; bunu iyi bilmek lazım. Bu kanuna oy verenlerin, bunu iyi düşünmesi lazım; bunun hesabını da iyi düşünmesi lazım. İkincisi, dinî bilgiler almak isteyenlerin de, 12 yaşından önce dinî bilgi almasını yasaklıyoruz.

A. TURAN BİLGE (Konya) – Alıyor efendim...

CEVAT AYHAN (Devamla) – Alamaz efendim. Verdiğiniz önerge, burada, önümdedir. İsterseniz okuyayım “ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu din kültürü ve ahlak dersleri dışında...”

A. TURAN BİLGE (Konya) – “Dışında” diyor ama, bak...

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Efendim, siz, ilköğretimde, ortaöğretimde Kur’an-ı Kerim’i öğretmiyorsunuz; bilmiyorsanız öğrenin bunu! Siz, sadece, din kültürü veriyorsunuz. (DSP sıralarından gürültüler) Din kültürü veriyorsunuz, ahlak bilgisi veriyorsunuz, Konfüçyüs’ten bahsediyorsunuz. Ben size Müslümanlığın öğrenilmesini söylüyorum. Bu millet Müslümandır elhamdülillah ve Müslüman kalacaktır; siz bunu engelliyorsunuz; yaptığınız budur.

GÖNÜL SARAY ALPHAN (Amasya) – Biz de Müslümanız...

CEVAT AYHAN (Devamla) – Yaptığınız, din düşmanlığıdır, İslam düşmanlığıdır. Niye bunu açıkça söylemiyorsunuz?! (FP sıralarından alkışlar; DSP sıralarından gürültüler)

EROL AL (İstanbul) – Ne alakası var?!. Senin yaptığın din düşmanlığıdır.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Evet, DSP bunu yapabilir; ama, MHP ile Anavatan da bu kervana katılmış. (MHP ve ANAP sıralarından gürültüler)

Evet bunu yapıyorsunuz. İşte önergeniz; kabul edilen madde buradadır. Bilgi vereyim size; dinleyin. (DSP sıralarından “düzgün konuş” sesleri)

Düzgün konuşurum ben her zaman. Siz, düzgün dinleyin... Düzgün dinleyin... Düzgün dinleyin...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Saygılı ol... Utan...

BAŞKAN – Sayın Ayhan, bir dakika...

Sayın Ayhan, lütfen, önergenizi izah eder misiniz Genel Kurula efendim.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, yapılan budur. Onun için, bu kanun tasarısından geri dönme imkânı vardır. Muhterem Ercan da ifade ettiler, tekriri müzakereyle, gelin, geri dönün; bu Meclisin tarihinde Kur’an öğrenimini yasaklayan bir kanunu çıkarıp, bu lekeyi alnımıza vurmayın diyorum.

Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar; DSP, MHP ve ANAP sıralarından gürültüler.)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Ayhan, o sözünüzü geri alır mısınız...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) – “Din düşmanlığı” ne demek; öyle ifade olur mu?!.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkanım, değerli konuşmacı... (Gürültüler)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, biraz sükûnetle dinlerseniz...

Buyurun efendim.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Hassas bir konunun görüşüldüğü bir anda, birkısım arkadaşlarımızın... (“Duyulmuyor Sayın Başkan” sesleri)

BAŞKAN – Efendim, oturduğunuz yerdeki mikrofonu açayım.

Buyurun.

DEVLET BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) – Sözünü geri alsın Başkanım.

KADİR GÖRMEZ (Kütahya) – “Din düşmanlığı” sözünü geri alsın Sayın Başkan.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkanım, Fazilet Partisi sözcüsü...

BAŞKAN – Sözcü değil efendim, önerge sahibi...

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – ...Önerge sahibi, burada, milletin iradesiyle gelmiş ve bugün kapatılmış- kapatılmasına vesile olanları kınıyorum- olan bir Kur’an kursunu açmak için, hükümetin üç ortağından biri olan DSP’yi din düşmanı ve aynı hükümetin ortağı olmamız dolayısıyla bizi ve Anavatan Partisini de bu kervana katılmış olmakla suçlamıştır. Bu sözünü geri almasını rica ediyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Yüzünde, Hazreti Peygamberimizin sünnetini taşıyan bir insan ve şimdiye kadar saygı duyduğum bu insan, sözünü geri almadığı takdirde, kendisini çok küçük düşürecek sözler sarf edeceğimi bildiriyorum Sayın Başkanım. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar; FP sıralarından gürültüler)

Sayın Başkanım, bu kanun tasarısı üzerinde, Yüce Milletimizin hafızasını yanıltma noktasında olanları da zatı âlinizin ikaz etmesini istirham ediyorum. Bu kanun tasarısı Kur’an kurslarını kapatmıyor, kapatılan Kur’an kurslarını açıyor, din eğitiminin önünü açıyor. Kimsenin yalan söylemeye hakkı yoktur. (FP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Anlaşıldı efendim. Teşekkür ediyorum.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Rahatsız olduğunuz bir hükümete girip de kimseyi suçlamayın. (MHP ve DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri!..

ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Ilıksoy.

ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Sayın Başkan, önerge üzerinde söz alan Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan arkadaşımız, şahsımızı ve partimizi hedef alarak sataşma yapmıştır; o nedenle, tutanaklardan o cümlenin çıkarılmasını özellikle istiyorum.

Eğer, burada, biz, ayırımcılık yaparsak, din düşmanlığı yaparsak, rejim düşmanlığı yaparsak, Türkiye’nin birliği, bütünlüğü bozulur. Bunu bozmaya hiçbir partinin ve kişinin hakkı yoktur. Bu hususun bilinmesini istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Söz istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Aslan.

KADİR GÖRMEZ (Kütahya) – Özür dilesin Sayın Başkan.

EROL AL (İstanbul) – Başkanım, buraya çıkıp özür dileyecek.

BEYHAN ASLAN (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önerge sahibi Sayın Cevat Ayhan, önergelerini açıklamak için çıkmışlardır; ancak, ne yazık ki, önergesini açıklayacak yerde, milletin iradesiyle, Yüce Türkiye Büyük Millet Meclisine teşekkür eden parlamenterlere ve bu Meclisin bir değerli grubu olan ve bugüne kadar yaptıkları hizmetlerle yüce İslam dinine hizmet eden bir parti grubunu, Anavatan Partisi Grubunu din düşmanlığıyla itham etmiştir. Bunu teessüfle karşılıyoruz ve sözünü geri almasını istiyoruz. Sözünü geri almadığı takdirde, kendisini de din düşmanı ilan edeceğim. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

KADİR GÖRMEZ (Kütahya) – Sayın Başkan, özür dilesin...

EROL AL (İstanbul) – Hem din hem de devlet düşmanlığı yapıyorsun...

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Önergeyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge, kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum efendim; buyurun... (DSP ve MHP sıralarından “Sözünü geri alsın” sesleri, sıra kapaklarına vurmalar)

EROL AL (İstanbul) – Sayın Başkan, sözünü geri alsın hatip; yani, bu işin cezası yok mu?..

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, müsaade eder misiniz...

KADİR GÖRMEZ (Kütahya) – Hayır, sözünü, mikrofondan geri alsın, Başkan...

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, bir dakika müsaade eder misiniz. Bir hatibin, sözünü geri alması, ancak kendi iradesiyle ortaya çıkacak bir şeydir. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

MEHMET NURİ TARHAN (Hatay) – Onun iradesi yok ki!..

BAŞKAN – Eğer, Sayın Ayhan, öyle bir düşüncede ise, kendisi, zaten, onun gereğini yapar... (DSP ve MHP sıralarından “Sor, Başkan” sesleri)

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Ayhan.

Sayın Ayhan, yeni, bir sataşmaya sebep olmadan ve Yüce Genel Kurulun isteği doğrultusunda sözünüzü geri almak üzere size söz verdim.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Ne sözünü geri alması Sayın Başkan!..

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Teşekkür ederim.

Sözümü tavzih etmek üzere söz aldım Muhterem Başkan.

Elbette, bu memleketin yüzde 99,9’u Müslümandır, herkes Müslümandır; Müslümanlık hiçbir partinin inhisarında değildir. Bendeniz, bu Mecliste 1991’den beri çalışırım. Gerek komisyonlarda gerek Genel Kurulda ve halkla temaslarımda “Müslümanlık kimsenin inhisarında değildir” diye hep bunu söylerim; ama, lütfen, bir düşünün, yaptığımız iş, Kur’an öğretimini 12 yaşın altında, hafızlığı da yasaklamaktır...

BAŞKAN – Sayın Ayhan, şimdi onun izahına geçmeyelim de, konuyla ilgili lütfen...Çünkü, o konu, epeyce konuşuldu.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Bir dakika, Sayın Başkan, müsaade ederseniz sözümü tamamlayayım.

Sözüm maksadı aşıp da... Sizi, hiçbirinizi ben, din düşmanı olarak görmüyorum, hepiniz benim Müslüman kardeşlerimsiniz; ama, yaptığımız işin görüntüsü budur, yorumu budur...

BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum Sayın Ayhan...

CEVAT AYHAN (Devamla) – ...İslam âleminde de, Türkiye’de de bu böyle yorumlanır ve bu Meclise uygun bir karar değildir; bir daha düşünün diye ikaz mahiyetinde söyledim. Elbette ki, hiçbiriniz din düşmanı değilsiniz, hepiniz Müslümansınız; ama, bu yanlışı yapma hakkımız yoktur.

Bunu arz edeyim dedim. Teşekkür ederim. (FP sıralarından alkışlar; DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

OĞUZ AYGÜN (Ankara) – Özür dilemesini de bilmiyor...

BAŞKAN – Diğer önergeyi işleme koyuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı yasa tasarısının 2 nci maddesinin “Bu Kanun, yayımı tarihinden itibaren üç yıl sonra yürürlüğe girer” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş

(Van) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu ?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz.

BAŞKAN – Hükümet ?..

KÜLTÜR BAKANI M.İSTEMİHAN TALAY (İçel) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, gerekçesini açıklayacak mısınız? Okutayım mı, yoksa konuşacak mısınız?

MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Söz hakkı yok.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Konuşacağım efendim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Erbaş.

NECATİ ALBAY (Eskişehir) – Konuşamaz Sayın Başkan....

BAŞKAN – Mikrofonu açtım; buyurun efendim.

FİKRET UZUNHASAN (Muğla) – Sayın Başkan, önergeye Hükümet katıldı efendim, konuşamaz...

BAŞKAN – Efendim, Komisyonun çoğunluğu yok; dolayısıyla, iradeleri aynı yönde ortaya çıkmadığı için söz verdim.

Buyurun.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bizler, bir kanun çıkardık. Bu kanunun bir ek maddesinde, Kur’an öğrenimini, belli kişiler için beş yıl geriye attık; yani, 5 inci sınıfa kadar okuyanlar, okuduktan sonra, Kur’an-ı Kerim öğrensinler dedik, tamam. Sizin iradeniz odur, siz böyle kabul etmişseniz, biz de kabul etmiyoruz; hür bir Meclis, herkes de fikrini söylüyor. Neticede, çoğunluğun dediği oluyor.

Ancak, benim sözüm, Demokratik Sol Partiye. (DSP sıralarından gürültüler)

EROL AL (İstanbul) – Sayın Başkan, gerekçe bu mu?

FETHULLAH ERBAŞ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bizler... (DSP sıralarından “gerekçeni açıkla” sesleri)

OĞUZ AYGÜN (Ankara) – Gerekçe bu mu?

FETHULLAH ERBAŞ (Devamla) – Evet, açıklıyorum.

BAŞKAN – Sayın Erbaş, lütfen, Genel Kurula hitap edin ve önergenizi açıklayın; yoksa, sözünüzü kesmek zorunda kalacağım.

FETHULLAH ERBAŞ (Devamla) – Önergemizi açıklıyoruz efendim.

Önergemizin esası, Türkiye, Anavatan Partisine çok müteşekkirdir; çünkü, birçok yasakçı kanunu belirli dönemlerde kaldırmıştır; bizler, onlara teşekkür ediyoruz; ama, şimdiki bu yasaklamaları da kabul etmiyoruz.

Milliyetçi Hareket Partisine, bizim diyecek bir şeyimiz yok; ancak, Demokratik Sol Parti, bu yasaklarla, bu yasakçı zihniyetle hiçbir yere gidemez; çünkü, ismi demokratiktir. Demokratik demek, insanların önündeki her türlü yasağı kaldırmak demektir.

Ben çocuğumu bilgisayar kursuna gönderiyorum; daha yaşı 9.

FARUK DEMİR (Ardahan) – Bekaa Vadisine gönder, çocuğunu oraya gönder!..

FETHULLAH ERBAŞ (Devamla) – Efendim, bu tür laf atmaların cevabını veririm, olmaz...

BAŞKAN – Sayın Erbaş, lütfen, önergenizin gerekçesini açıklamak üzere Genel Kurula hitap ediniz, rica ediyorum.

FETHULLAH ERBAŞ (Devamla) – Evet efendim.

Bizim Yüksek Mahkememizin Başkanı Nazmi Sezer, 37 nci kuruluş yıldönümünde “Zorba Devletten Hukukun Üstünlüğü” adını taşıyan kitabını, gerçek demokratlara şu sözlerle ithaf ediyor: “Öteki benim eşitimdir diyen, birbirlerine meydan okuyarak saygı duyan, bir başkasının hak ve özgürlüğü çiğnendiğinde, kendi hak ve özgürlüğü çiğnenmişçesine, çiğnenenlere karşı başkaldırma bilincini kazanmış özgür demokratlara.”

Bizler demokrat insanlarız. Yani, demokrat insanların, kişilerin, 11 yaşına kadar Kur’an öğrenemezsin, dinini öğrenemezsin, baleyi öğrenemezsin, matematik öğrenemezsin, fizik öğrenemezsin... Ortaçağda mıyız birader?!. Bu olmaz. Onun için, ben şunu söylüyorum: Bu kanun, üç yıl geriye gitsin, üç yıl sonra yürürlüğe girsin; hiç olmazsa, bu üç yıl içerisinde, belki insaf sahibi demokratlar gelir de, bu kanunu değiştirirler, çocuklar yeniden... (DSP sıralarından “Gericilik... Gericilik...” sesleri)

Bilimin gericilikle ilgisi yok. Öğrenmekten korkmayın... Dini öğrenmekten korkmayın...

SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul) – Biz korkmuyoruz.

FETHULLAH ERBAŞ (Devamla) – Demokrat olun... İsminiz gibi demokrat olun...

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Erbaş.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Önergeyi kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı yasa tasarısının 2 nci maddesinin “bu Kanun yayımı tarihinden itibaren iki yıl sonra yürürlüğe girer” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş

(Van) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükümet?..

KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükümet ve Komisyon önergeye katılmıştır.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Komisyonun çoğunluğu var mı efendim?

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Çoğunluk yok...

BAŞKAN – Var efendim, var...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın efendim, sayın... Çoğunluk yok Sayın Başkan.

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Komisyonun çoğunluğu olduğuna, hem Komisyon hem de Hükümet katılmış olduğuna göre, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutmadan önce, grup başkanvekillerinin de görüşlerini almak istiyorum. Çalışma süremiz konusunda, grup başkanvekillerinin acaba bir önerileri ve düşünceleri var mı efendim? (DSP, MHP ve ANAP sıralarından “yok, yok” sesleri)

Peki, o zaman, çalışma süremizi, bu kanun tasarısının bitimine kadar uzatmayı Genel Kurulun tasvibine sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı yasa tasarısının 2 nci maddesinin “bu Kanun 1.1.2000 tarihinden itibaren uygulanır” şeklinde değiştirilmesini arz ederiz.

Musa Uzunkaya

(Samsun) ve arkadaşları

BAŞKAN – Önergeye Komisyon katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükümet?..

KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Maddeyi kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum :

MADDE 3. – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Mukadder Başeğmez.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlayarak başlıyorum sözlerime.

Tarih, bugünkü tartışmaları belki şöyle yazacak: “Mecliste büyük kavgalar oldu, münakaşalar oldu, hararetli tartışmalar oldu.” Hemen her hayatî konuda, toplumsal konuları ilgilendiren konularda Mecliste tartışmalar olmuştur. Bu tartışmaları, bu münakaşaları, televizyonları başında halkımız da izliyor. Bu, uzun müddet kırgınlıklara vesile olmaz. Bu, konunun hararetinden ve öneminden kaynaklanıyor. Arkadaşlarımızın her biri, mesele üzerinde hassasiyet gösteriyor. Bilhassa, dikkat ettim, Doğru Yol Partisi, Fazilet Partisi, Anavatan Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi ciddî, hararetli tartışmalar yapıyor, zaman zaman neredeyse birbirine girecek; ama, Demokratik Sol Parti pusuya yatmış bekliyor, bizi seyrediyor. (FP sıralarından alkışlar)

BURHAN BIÇAKÇIOĞLU (İzmir) – Uzlaşmacı!..

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) - Bu işte bir bityeniği var, bu işte bir yanlışlık var. Herhalde, Demokratik Sol Partinin iradesi, arzusu ve siyaseti doğrultusunda bu kanun çıkıyor ki, onlar sessiz, rahat, biz birbirimize giriyoruz.

SÜLEYMAN YAĞIZ (İstanbul) - Uzlaşmacı!..

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Olayın esprisi burada... Neyse; şimdi, sizi de harekete katmış bulundum.

Değerli arkadaşlar, İsveç’te, herhangi bir uzman, öğretmen belgesi olan kimse, coğrafya dersi verebilir, matematik dersi verebilir. İsveç Hükümeti 10 kişi şartı arıyor maddî yardımda bulunabilmek için. Diyor ki “10 taleben var mı; var. Al sana adam başı 30 000 frank eğitim yardımı yapıyorum.” Eğer “Kur’an öğretiyorum” diyorsa veya “İncil öğretiyorum” diyorsa, 10 kişi şartı aramıyor “dinî bir meseledir” diyor; orada şartı hafifletiyor “4 kişi var mı” diye soruyor; “4 talebe topladım” diyorsa, ona eğitim yardımı yapıyor.

Daha ileri, başka bir şey söyleyeyim: Eğer, camiden bir belge alıp, İsveç’te, sigortaya arabanızı sigortalamak isterseniz “bak, camiden belge aldım” diye; risk değerlendirmesine tabi tutuyor ve “öyle mi; öyleyse, siz, alkol almazsınız, kaza riskiniz az; yüzde 30 indirim yapıyorum” diyor; böyle durumlar var dünyada.

Şimdi, olaylara dışarıdan, empati yoluyla, taraf olmaksızın, önyargısız, bakacak olursak bazen daha kolay çözümler buluruz.

Bir dış seyahatte, yabancı bir diplomat, bir arkadaşımıza “efendim, siz filan partiden seçilmişsiniz; sonra, falan partiye geçmişsiniz, neden? Biz, sizi buraya filan partiden davet ettik; ama, buraya gelene kadar partiniz değişmiş” dedi. Doğru Yol Partili kökenli bir arkadaştı; tabiî, isim vermek istemiyorum...(DSP sıralarından “ver, ver” sesleri, gürültüler) Dedi ki: “Efendim, onlar Refah Partisiyle hükümet kurdu, onun için ben istemedim, bunu protesto için ayrıldım.” “Neden istemediniz” dedi. “Çünkü, Refah Partisi Müslümanlığa fazla şey yapıyordu” dedi; o da “ne yapıyordu” dedi. “Fazla önem veriyordu” dedi.

HASAN FEHMİ KONYALI (Ordu) –Fazla önem vermedi!..

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Yabancılar yalın konuşur ve yalın sorar. “Efendim, siz Müslüman mısınız? “ dedi. “Evet” deyince, “Memnun oldum, benim oğlum da Müslümandır” dedi. (FP sıralarından alkışlar; DSP sıralarından gürültüler)

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Gerekçeyle ilgili konuş...

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Bunu şunun için anlatıyorum...

BAŞKAN – Sayın Başeğmez...

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Buyurun efendim...

BAŞKAN – Sizi, madde üzerinde konuşmaya davet ediyorum.

Geçen maddede konunun önemine binaen çok tolerans gösterdim. Bu Genel Kurul salonunda uzun boylu tartışılmasına imkân vermek için, gerek grupları adına gerek şahısları adına söz alan bütün arkadaşlarımıza Başkanlık olarak azamî toleransı gösterdim.

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Bana da gösterin efendim.

BAŞKAN – Bir dakika; müsaade eder misiniz...

Diğer madde üzerinde birtakım önergeler de verildi; ama, bu madde yani, bu kanunu kimin yürüteceği konusu, zannediyorum, önergeyle de değiştirilecek bir husus olmadığına göre, sizi, bir kere daha, İçtüzüğün ilgili maddesini de hatırlatmak suretiyle, madde üzerinde konuşmaya davet ediyorum ve rica ediyorum.

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Madde nedir efendim “Bu Kanunu Bakanlar Kurulu yürütür.”

Peki, soruyorum, nasıl yürütür?! (FP sıralarından gülüşmeler) Yani, çocuk ilkokul 5 inci sınıftan sonra değil de 4 üncü sınıftan sonra Kur’an okuma gayreti içine girdiyse, köye jandarma mı gönderecek Bakanlar Kurulu; nasıl yürütecek bu kanunu?! (FP sıralarından alkışlar, DSP sıralarından gürültüler)

A. TURHAN BİLGE (Konya) – Onların hepsini tartıştık.

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Onun için de konuşuyoruz efendim. Halkla karşı karşıya geldiği zaman ne diyecek? Halkın çocuklarını mı kovalayacak camilerde; polis mi göndereceğiz, jandarma mı? Biz onları tekparti döneminde geride bırakmamış mıydık; onlar geçmemiş miydi? Şimdi bu işler niye geliyor başımıza?

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Şeriat devleti değil, hukuk devleti; yasalar uygulanacak.

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Şimdi ne yapıyoruz; esas itibariyle bir hürriyet mi getiriyoruz, genişleme mi, bir liberalizm mi; yoksa, daralma mı; olayı nasıl anlıyoruz? 12 yaşına kadar, çocuğun okuma hürriyetini elinden alıyorsunuz; ondan sonra, ona imkân sunduğunuzu zannediyorsunuz! Dışarıdan bir yabancı olarak gelip baksam; bunlar ne tartışıyor böyle?.. Vatandaş çocuğunu nerede, nasıl, hangi yaşta, ne şekilde okutsun; bunu tartışıyorlar. “Size ne” derim ben; bize ne, niye karışıyoruz? Hürriyetler rejiminde tahdit koymanın âlemi ne? Tom Miks okuyabilir, Teksas okuyabilir, Zagor okuyabilir, He Man okuyabilir; Kur’an okuyamaz!.. Size ne? Hangi yaşta, nasıl... (DSP sıralarından gürültüler)

Efendim, halkınızı, milletinizi tanımadan kanun çıkarırsanız, uyuşmazlık olur. Siz bilirsiniz ki, halkımız, çocuğuna “namaz kıl, Kur’an öğren, oruç tut” demeye, çocuk 7 yaşındayken başlar.

FARUK DEMİR (Ardahan) – Çadır devletinde mi yaşıyoruz?

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Bakın, burası çadır devleti filan değil; burası uygar bir devlet olmak yolunda.

Beyler, bizim, burada, halkımızın maddî, manevî taleplerine karşı kısıtlayıcı karar almamız neye yol açıyor biliyor musunuz? (DSP sıralarından gürültüler) Bir dakika dinleyin; size, zararlı şeyler söylemeyeceğim. Batı Trakya’da 150 000-200 000 Türk var, orada yaşıyorlar; onların talepleri var. Biz burada birtakım alanlarda kısıtlama yaptığımız zaman, orada, o insanlar Yunan Hükümetinden herhangi bir talepte bulunamıyor ve biz burada diplomatik zafiyete uğruyoruz, orada insanlarımızın haklı taleplerini dava edemiyoruz. (FP sıralarından alkışlar)

Size söyleyeyim; internet çıktı, televizyon çıktı, bilgisayar çıktı; bu tür kısıtlamalarla kimse kimseye mani olamaz. Halkımız, kendi inançları doğrultusunda ilerleyecektir; fakat, biz niye malul olalım; niye demokrasi hastalığına düşelim; niye hürriyetleri kısıtlayıcı olalım; mesele budur.

Değerli arkadaşlar, hayır; bu tür baskılar zaman zaman totaliter devletlerde olmuştur. Todor Jivkov’u hepimiz hatırlıyoruz, Belene kamplarını hepimiz hatırlıyoruz; çocuklara “isminizi değiştireceksiniz, sünnet olmayacaksınız” denilince, bütün halkımız orada ne sıkıntılar çekti; bu, böyle bir şey değil; ama, yine de, manevî alanda kısıtlama getirdiği için milleti huzursuz eder. Manevî bakımdan huzursuz olan bir toplumda, araştırmalar göstermiştir ki, yangın daha çok çıkıyor, trafik kazası daha çok oluyor.

Daha açık bir şey söyleyeyim: Halkımız sokaklarda memuruyla, işçisiyle; aç adam Kur’anı nasıl okuyacak, nerede okuyacak yahu! Önce, gelin, şu ekonomiyi düzeltin. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından gürültüler) Önce ekonomiyi düzeltin.

OĞUZ AYGÜN (Ankara) – Maddeyle ne ilgisi var?

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Şimdi, entresan bir şey var...

Beyler, sayın milletvekilleri, MHP sözcüleri buradan güzel sözler söylediler, veciz ifadelerde bulundular “olması lazım gelenle olabilir olanı ayırt edelim” dediler. Sizi anlıyoruz, sizi, bütün hassasiyetimizle anlıyoruz, gerçekten anlıyoruz efendim. Olması lazım gelenle; yani, daha iyi şeyler olabilir; ama, şimdilik ancak bu kadara gücümüz yetiyor diyorsunuz. Bunu anlıyoruz; fakat işin kolayı var; burada Parlamentonun çoğunluğu var; yüzünüzü bu tarafa döndüğünüz zaman, olması lazım olan olur; hiç korkmayın! (FP ve DYP sıralarından alkışlar; MHP sıralarından gürültüler)

Sevgili arkadaşlarım, siz, niye böyle koro halinde bağırıyorsunuz?! Yanlış bir şey söylemiyorum; ama, isterseniz -gecenin son esprisi olsun- şu sözlerime bağırabilirsiniz, kızabilirsiniz: Dayatmalar karşısında tereddüt göstermek hayır getirseydi Fazilet Partisine getirirdi, bize getirirdi. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından gülüşmeler) Açıklıkla ifade ediyorum; demokratik direniş göstermek gerekir. (FP sırlarından alkışlar) Bunu, tarihi tecrübeyle öğrenmiş bulunuyoruz. (Gülüşmeler) Sevgili MHP’liler, şimdi bu sözüm de size; Ecevit’e ram olmak hayır getirseydi, Sayın Mesut Yılmaz’a getirirdi; bu kadar fenâfil Ecevit olmayın!

Hakkınızı helal edin; eyvallah. (FP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Necati Çetinkaya; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA MEHMET NECATİ ÇETİNKAYA (Manisa) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce, Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, tartıştığımız konu, hepimizin ve daha doğrusu yüzde 99,9’u Müslüman olan bir ülkenin buradaki temsilcileri durumunda olan değerli arkadaşlarımızın hepsinin, parti mefhumu gözetilmeksizin, büyük hassasiyetle üzerine eğildiği ve tıpkı, Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in buyurduğu “ilmi beşikten mezara kadar öğreniniz” emri... Dikkat buyuracak olursanız, hiçbir şekilde yaş mefhumu gözetilmeksizin, beşikten mezara kadar... Bu, hepimizin, Türkiye Cumhuriyetinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, 65 milyonun temsilcisi olan buradaki değerli arkadaşlarımızın hepsinin hassasiyetle üzerinde eğilmesi gereken bir konu.

Değerli arkadaşlar, gayet tabiî ki, hepiniz bu konunun bilinci içindesiniz. Hassas bir konu. Batı müsteşriki diyor ki “ekmek, su olmadan yaşayabilirsiniz” ama, benim manevî duygularımı benden alırsanız, beni yaşatamazsınız. Bu, bu kadar önemli bir konu.

Onun için, ben diyorum ki, burada 550 milletvekili, bu konunun hassasiyetinde, bilincinde; çünkü, zaten, devamı olduğumuz 23 Nisan 1920’deki Türkiye Büyük Millet Meclisinin o günkü Başkanı Mustafa Kemal Atatürk, İstiklal Marşının kabulü sırasında, Hamdullah Suphi İstiklal Marşını okurken, kendisi, başta, ayakta olmak üzere, 15 dakika İstiklal Marşını alkışlamıştır. Ne diyordu İstiklal Marşı;

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli;

Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli,

Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli

Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. (“Bravo” sesleri, alkışlar)

Evet, ebediyen inleyecek. Teşekkür ederim; işte, hassasiyet bu...

Geliniz değerli dostlar, doğruyu bulalım; kavgasız gürültüsüz. Biraz önce şu Mecliste gördüğüm manzara... Açıkça söylüyorum, yıllarca devlet yönetiminde görev yapmış bir arkadaşınız olarak diyorum ki: Bu Meclisin mehabeti, 550 arkadaşımızın hassasiyetle üzerinde durması gereken bir konudur; çünkü, bütün Türkiye ve bütün dünya bizi izliyor. Birbirimize nasıl tavır takınacağımızı bilmemiz gerekir. Grup başkanvekili arkadaşlarımızın, ancak Başkandan izin alarak kendi grubu adına konuşması gerekir. Yoksa, kavga ederek bir yere varamayız. Doğruyu, birbirimizi sabırla dinleyerek ancak bulabiliriz. Siz de söyleyeceksiniz, ben de söyleyeceğim, öbürü de söyleyecek; konuşarak bir yere varabiliriz. Yoksa, Yunus Emre’nin dediği gibi:

“Biz gelmedik davi için” Biz, kavga için gelmedik...

“Bizim işimiz sevi için” Sevgi için...

“Dostun evi gönüllerdir,

Gönüller yapmaya geldik.” Biz gönülleri yapmaya geldik. Kimin; 65 milyon insanın gönlünü yapmaya geldik.

Bakınız, biraz önce doktor hanım da oradaydı, Dışişleri Komisyonu üyesi birçok arkadaşımız oradaydı, Alman Dışişleri Bakanı Mösyö Fischer geldi ve orada karşılıklı konuştuk. Alman milletvekili kalktı, dedi ki: “Bakınız, bizim oradaki demokrat anlayışımızı gördüğünüz zaman, acaba, siz de onu yapabilecek durumda mısınız; biz bunun diyaloğunu yapmaya geldik.” Değil mi efendim; öyle dedi. Ne dedi; dedi ki: “Bakınız, biz, sizlere camiler verdik...”

Değerli arkadaşlar, 1967’de, Türkiye’nin en genç müsteşarı olarak Essen’e gitmiştim. Almanya’ya gittiğimizde, adam, kilisesini getirmiş “senin camin yok, benim kilisem fazla; buyurun, cami olarak kullanın” diyor. İşte, karşılıklı saygı bu, inanışa saygı bu, uygulama bu.

Biz, yurt dışına, İngiltere veya Amerika’ya, bir sene kalsın, görgüleri ve bilgileri artsın diye idareciler gönderdik.

Değerli arkadaşlar, benim mahiyetimde çalışan bir arkadaş döndü, dedi ki: Sayın Valim, cuma namazına gittiğimde baktım ki 8 yaşındaki çocuğum orada -uygulama; yürütmenin uygulaması- camiin avlusunda duruyor. “Evladım burada ne arıyorsun; seni kim getirdi” diye sordum -bulunduğu kolejle oranın arası 20 kilometre mesafe; Barthan’da- dedi ki “efendim, okul ‘bugün sizin dinî gününüz; ben, seni kapının önüne kadar getiririm, ister o görevi yaparsınız, ister yapmazsınız -adam da orada bekliyor; tekrar, çocuğu gerisin geriye alıp, götürecek- benim görevim, devlet olarak, seni oraya götürmek; Musevi olsaydın havraya götürürdüm, Hıristiyan olsaydın, pazar günü kiliseye götürürdüm’ diyor.”

Değerli arkadaşlar, ben diyorum ki, Anayasamızın 24 üncü maddesi bir sınırlama getirmemiştir, bir yaş tahdidi getirmemiştir. Ne deniliyor; deniliyor ki: “Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır.” Hiçbir yaş tahdidi var mı allahaşkına?!

Size soruyorum -burada, aramızda, çok değerli, saygı duyduğum ilim adamı arkadaşlarımız var; yurtdışında lisansüstü eğitim yaptılar; gördünüz- dünyanın hiçbir yerinde dinî eğitim ve öğretim yaş tahdidiyle kısıtlanmış mıdır; hayır. Şimdiye kadar Türkiye’deki uygulamada, kimse bu konuda bir rahatsızlık duydu mu?

Ben, Konya milletvekiliyken Konya’ya gidiyordum; yolda, bir benzin istasyonunda durdum, vatandaşla hasbıhal ediyorum. Size bütün samimiyetimle söylüyorum, bir vatandaş tarlasından koşarak geldi yanıma “sayın valim, sizden bir şey rica ediyorum; sizden bir şey istemiyoruz; bırakınız allahaşkına, ben, çocuğumu rahatlıkla Kur’an kursuna istediğim zaman gönderebileyim” dedi.

OĞUZ AYGÜN (Ankara) – 1 yaşında da gider mi?!

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakınız...

Sayın Hocam, Değerli Aygün, bakınız, zaten 1 yaşında o çocuk gidemez; ama, onun, hangi yaşta çocuğunu göndereceği bellidir. Siz de biliyorsunuz ki, 1 yaşındaki çocuk zaten konuşmayı çözememiştir.

Değerli arkadaşlar, o sebeple sizlere diyorum ki, bu, bizi birbirimize bağlayan bir manevî çimentodur. Bakınız, Profesör Halit Bey vardı, kendisi Belgrad müftüsüydü ve profesördü. Bursa valiliğim sırasında ziyaretime geldi -size bir şey söylemek istiyorum, çok önemlidir bu- ve “bizim Hüsrev Bey Camiinde üçyüzaltmışbeş gün, her gün Hatmi Şerif indirmek üzere, orada, devamlı hafızlar kıraatta bulunur. Birinci Dünya Savaşı, Hüsrev Bey Camiinin 100 metre ilerisinde, oradaki Sırp Prensinin öldürülmesiyle cereyan etti. Bombalar yağdı, yine durmadı, komünist rejimi sırasında yine durmadı ve hâlâ devam ediyor. Peki, bunun özelliği ne?..”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çetinkaya.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Bir cümleyle bağlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, lütfen, Genel Kurulu selamlayın; çok teşekkür ediyorum.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – “...İşte, sizi orada ayakta tutan bu manevi değerleriniz; Balkanlarda, yıllarca, evladı fatihana bekçilik yaptı ‘ben Türküm’ diye gurur duydu...”

Ben, bunları yüce tasviplerinize arz ediyor, saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Madde üzerinde, şahsı adına, Kayseri Milletvekili Abdullah Gül; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır efendim.

ABDULLAH GÜL (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bu tasarının son safhasına geldik; dolayısıyla, tahmin ediyorum son konuşmayı yapıyorum. Belki, benden sonra konuşacak bir arkadaşım var; bilemiyorum. O açıdan, soğukkanlı bir şekilde, bunu, bir kez daha gözden geçirmeyi uygun buldum.

Bu tasarı nedir: Aslında, bu tasarı, bildiğiniz gibi, üç senedir Türkiye’nin içerisinde yaşadığı olağanüstü bir dönemin neticesi olarak gelmektedir ve hepimiz bilmekteyiz ki, bu veya buna benzer birçok kanunlar Meclise gelmiştir veya gelecektir ve bunlar da, bir irtica programı çerçevesi içerisinde ele alınmaktadır. Dolayısıyla, önce, bunu bir köşeye koymamız gerekiyor.

İkinci nokta da şudur: Samimi konuşmak gerekir. Burada, kimseyi aldatmamalıyız; kendi kendimizi de hiç aldatmamalıyız. Bu yapılan konuşmalar, bana, evvelki sene, sekiz yıllık eğitimle ilgili kanun çıkarken yapılan konuşmaları hatırlattı. Çok değerli Anavatan Partili arkadaşlarım, burada, bu kanunun faydalarını izah ederlerken -ki, o zamanı hepiniz hatırlayacaksınız- “bu kanunlarla, esas amaç, imam hatip okullarını kapatmaktır” dediğimizde, arkadaşlarımız “hayır, böyle bir şey değil; daha iyi eğitim olacak” demişlerdi. Şimdi, evet, bu okullar kapatılmadı; ama, hepiniz farkındasınız ki, bu okullar kurutuldu; hepimiz bunun farkındayız. Şimdi, buna taraftar olanımız olabilir, bunlar faydalı değildir diye düşünen arkadaşlarımız olabilir -haklı olarak- ama “hayır, bu doğru değildi, bu okullar kalmalıydı” diyen arkadaşlarımız da olabilir. Kendi kendimizi aldatmayalım dediğim nokta bu.

Burada, iktidar partisinden arkadaşlarım güzel konuşmalar yaptılar; ama, şunun farkında olalım: Biz, bugün, burada, aslında, Türkiye’de Kur’an öğretimini dolaylı bir şekilde kurutmak istiyoruz. Niçin; niye böyle bir korku olsun? Bu, çok tartışma götürecek bir konu, ona girmeyeyim, vakit de yok; ama, bir kez daha dikkatinizi çekmek istediğim nokta şu: Anayasa, böyle bir temel hak ve hürriyeti tanıyor. Medenî Kanunumuzun 256 ncı -tahmin edersem- maddesi, ana ve babaya veriyor çocuklarla ilgili din eğitimini, onların hakkıdır diyor. Burada, Avrupa’dan misal vermeyi de, doğrusu, ben, utanç vesilesi kabul ediyorum; çünkü, oralardaki sunday okularını, çocukların nasıl ellerinden tutulup kiliselere gittiğini geldiğini birçok arkadaşımız, hepimiz biliyoruz.

Burada, tasarıda da üstelik şöyle bir şey var: Deniliyor ki, yaz günü, yaz tatilinde ve bir mecburiyet yok... Olabilir; üstelik, Anayasada mecburiyet var. Bunun tartışması çok yapılmıştı. Burada böyle bir mecburiyet yok; yani, diyoruz ki, arkadaş, ana baba isterse çocuğunu verecek, istemeyen vermeyecek. Peki, böyle bir duruma biz niçin kısıtlama getirelim; niçin yasak getirelim. İstemeyen anne ve baba, bunu uygun görmeyen anne ve baba, çocuğunu göndermeyecek bu okullara; ama, isteyen anne ve baba, benim çocuğum Kur’an öğrensin diyorsa ve bu da yazın olacaksa, buna niye engel olalım; şimdi, mesele bu. Şöyle diyebilirsiniz: İşte, ilkokulu, 5 inci sınıfı bitirdikten sonra gitsin diyoruz... Peki de, arkadaşlarım burada anlattılar, misaller verdiler “karate öğrenmek için, bale öğrenmek için, müzik öğrenmek için, bu kurslar için bir yasak yokken, niçin, Kur’an öğrenmek için yasak olsun” dediler; yani, vicdanlarımızı dinlemek zorundayız. Bazı taktik şeyler yapılabilir; ama, stratejik şeylerde uzlaşma ve taviz olmaz değerli arkadaşlarım; çünkü, bu fırsat geçecek. Türkiye’de bir de facto durum yaratılıyor. Adı Ahmet ve Mehmet olan, sorulduğunda da “ben Müslümanım” diyen, ama, Müslümanlıkla veyahut da İslamla ilgili hiçbir özelliği olmayan, bilgisi olmayan; üstünde, onunla ilgili herhangi bir işaret taşımayan insanlar yetişsin deniliyor; bu programların amacı budur; kendi kendimizi kandırmayalım...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gül.

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Sayın Başkanım, bir cümleyle bitiriyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bu, şöyle bir sıkıntı da getirecektir, Bakanlar Kuruluna ve bu işi uygulayanlara: Hani, bazı kulüpler vardır “18 yaşından küçükler giremez” diye...

HASAN FEHMİ KONYALI (Ordu) – Hepsi var.

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bu, fiilî olarak, yarın, camilerin önüne, Kur’an öğreten yerlerin önüne “12 yaşından küçükler giremez” diye bir levha astırma noktasına kadar -çünkü, birçok kötü niyetli var- böyle sıkıntılı durumlar doğuracaktır. Bunu bir kez daha düşünelim vakit varken. Hükümet, Komisyon bunu çekebilir niyetiyle bunları söyledim.

Hepinize saygılar sunarım. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, 3 üncü madde üzerinde verilmiş 5 önerge vardır. Madde 1 fıkradan ibaret olduğu için, ilk 4 önergeyi işleme alacağım.

KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) – Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan. (DSP sıralarından alkışlar)

KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükümet olarak, şu anda, işlemeyen, çalışmayan ve halkımızın istekleri doğrultusunda, bir an evvel, bir çözüme ulaştırılması gereken isteğe bağlı din eğitimini düzenlemek amacıyla bu tasarıyı sevk ettik ve bu tasarının tartışmaları sırasında bazı sözcülerin, konuyu, değişik özellikleriyle, hatta konunun dışına taşacak bir biçimde değerlendirmeleri sonucunda, esas, gözden uzak hale getirilmeye çalışıldı; ama, esas şuydu ki, 1980 yılında Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği maddelerden dolayı, yaklaşık ondokuz yıldan beri, isteğe bağlı din eğitimi bir yasal güvenceye sahip değildir ve herhangi bir hukukî temele dayanmamaktadır. Bunu gidermek için çıkarılan yönetmelik de Danıştay tarafından iptal edilince, bu boşluk, sonuçta, çocuklarımızın din eğitimi almalarını engelleyen bir durum yaratmıştır. İşte, hükümetimiz, bunu gidermek için, bu yasa tasarısını sevk etmiştir.

Değerli arkadaşlarım, İslam ve İslamın temeli olan Kur’an-ı Kerim hepimiz için mukaddestir. Bu, hiç kimsenin veya hiçbir siyasî grubun inhisarında değildir. Böyle kutsal ortak değerlerimizi, inançlarımızı, farklılıklarımızı ortaya koymak için kullanmak, bir din sömürüsüdür ve dinin siyasete alet edilmesidir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Oysaki, dinimiz, birleştiricidir; Allah sevgisini, insan sevgisini toplumda yaratan ve bizi birbirimize bağlayan inançlarımızın bütünüdür. Birbirimizi farklı göstererek, hatta, din düşmanlığıyla suçlamak gibi, Allah’ın da kabul etmeyeceği bir yargıyı burada sergilemek (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) İslamın gerçek anlamıyla kesinlikle bağdaşmaz.

Din, bu kadar yüce bir değer, toplum için bu kadar önemli bir kavram ve inanç. Elbette, bunun eğitiminin bir disiplin içinde yapılması, bir sistem içinde yapılması da, konunun ve dinin önemiyle orantılı bir biçimde ele alınması gereken bir durum.

Elbette, anayasalar, yaştan bahsetmezler; elbette, anayasalar, detayları anlatmazlar; ama, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetinin Anayasası, birçok konuda olduğu gibi, dinin toplumdaki yerini de kabul ederek, benimseyerek, dinin, ilkokul ve ortaokullarda mecburî eğitim ve diğer durumlarda da isteğe bağlı eğitim biçiminde düzenleneceğine ilişkin hükümleri getirmiştir. Böyle Anayasası olan ve bu Anayasanın getirdiği kurallar içerisinde din eğitimini sürdüren bir toplumda, bir iktidarın, bir hükümetin, dini engellemek, dini yasaklama gibi bir tavrı veya tutumu olabilir mi?!. (DSP sıralarından alkışlar) Böyle bir düşünce, abesle iştigaldir. Birbirimizi acımasızca eleştirirken, aslında, sahip olduğumuz birçok değeri de erozyona uğrattığımızın farkında olmak zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyetinin hiçbir döneminde, dine veya gerçek anlamda müminlere baskı olmamıştır; ancak ve ancak, dini, kendi maddî veya siyasî çıkarları için kullananlar, zaman zaman, toplumdan veya devletin koyduğu yasalardan ve kurallardan şikâyet etmişlerdir. Gerçek anlamda mümin olan ve inançlarına bağlı vatandaşlarımızın, hükümetin icraatıyla, mevcut, anayasal, laik sistemimizin uygulamalarıyla hiçbir biçimde karşıtlığı veya onunla bağdaşmayan bir düşüncesi yoktur ve bu, burada ortaya çıkan Parlamentonun gruplarının gücüyle de halkımızın kararıyla da pekişmiş vaziyettedir.

Bu duygularla, hükümetimizin, bu yasayı, bu uygulamaları, en iyi biçimde, çocuklarımızın belli bir disiplin içerisinde ve onlara, İslam Dinini ve Kur’an-ı Kerim’i en güzel şekilde öğretecek biçimiyle gerçekleştireceğini ifade ediyor; hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Madde üzerinde, şahsınız adına, Sayın Çetinkaya, söz talebiniz var; ikinci söz olarak, konuşacak mısınız efendim?

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Konya) – Vazgeçtim.

BAŞKAN – Samsun Milletvekili, Sayın Musa Uzunkaya; buyurun efendim.

Konuşma süreniz 5 dakikadır.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; görüşülmekte olan yasa tasarısının son maddesi olan yürürlükle alakalı olarak şahsım adına görüşlerimi ifade etmek üzere huzurlarınızdayım; hepinize saygılar sunuyorum.

Şimdi, baştan beri tartışılan bu yasa tasarısı bir şeyi ortaya koydu ve bu anlamda da belki hükümete teşekkür etmek lazım diye düşünüyorum; seçim öncesi ve seçim sonrası tüm söylenenler ile takriben 6-7 saattir burada tartışılanları, millet, terazide, basiretiyle, ferasetiyle, eğer hafıza kaybına uğramamışsa, o günkü bantları da yeniden karıştırarak, tarih içinde, bizi, bu Meclisi yargılayacak. Biraz sonra kullanacağınız oylar da yargılanacak ve belki, ben, az önce bir arkadaşımla konuşurken bu hükümete teşekkür etmek lazım dedim; muhtemeldi ki, bu 4 üncü maddeden önce bir ek madde daha getirebilirlerdi; bu yasakları çiğneyenler müebbeden hapse, ebeveynlerinin de idamla yargılanmasına diye bir karar da çıkabilirdi. (FP sıralarından alkışlar)

OĞUZ AYGÜN (Ankara) – Ne alakası var!

MUSA UZUNKAYA (Devamla ) – Değerli arkadaşlar, bundan sonraki uygulamaların...

Ne alakası var, değil. Bugünlerde bile, yasa çıkmadan yaşanan olayları basında hep beraber izliyoruz arkadaşlar.

OĞUZ AYGÜN (Ankara) – Hayalî!..

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Evet, hayalî değil... Gerçekleri, hayal midir değil midir, göreceksiniz.

OĞUZ AYGÜN (Ankara) – Gerçeklerle konuş.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Ama, bu hükümetin, 54 üncü hükümetten sonra devam edegelen uygulamaları; yani, 28 Şubat süreci itibariyle başlayan uygulamaları içerisinde farklı şeyleri beklemek mümkün değildir. Bir umudumuz vardı; acaba diyorduk, hakikaten, 57 nci hükümet, ortakları itibariyle, birisi 18 Nisandan ciddî ders almış olarak, birisi de vaatlerinin samimî takipçisi olarak, hakikaten bu milletin arzuları istikametinde bu süreci keser, milletin arzularına, derdine, temennilerine tercüman olabilir mi diye bekledik, millet olarak bekledik, intizar ettik ve bugün, bu saate geldi.

Şimdi, bu hükümet, elbette bu yasayı yürütecek. Bu yasayı, benim teklifimde, ilgili bakanın yürütmesi temennim var. Tabiî, onlar, müzakere edilemedi; belki edilecek; belki komisyonun kabul değerlendirmeleriyle hiç tartışılamayacak; ancak, şunu rahatlıkla söylemek mümkündür; bu yasanın uygulamasında, ülkede, ciddî sıkıntılar olabileceği endişemi, burada ifade ediyorum.

Değerli Komisyon Başkanımız dedi ki, millet, hilei şeriyeye başvurur, yasaklar oldukça çıkış yolları arar. Allahaşkına, bu milleti niye yasaklarla boğarak, kendi kendine de yeni çıkış yolları aramaya mahkûm ediyoruz, birkısım zorluklarla karşı karşıya getirmek durumunda oluyoruz.

Değerli arkadaşlar, bu hükümet_

OĞUZ AYGÜN (Ankara) – Hiç üzme kendini, bu millet, çok büyük millettir; idrak edemediğiniz kadar büyük millettir.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Elbette, bu milletin büyüklüğüne güveniyoruz. Keşke, bu milletin büyüklüğüne yaraşır anlamda, Parlamento da büyüklük jestini koyabilseydi, bu tavrı ortaya koyabilseydi. (DSP ve MHP sıralarından “Sayın Başkan, Parlamentoya hakaret ediyor” sesleri)

Değerli arkadaşlar_

BAŞKAN – Sayın Uzunkaya, Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosu hakkında, bu manada konuşmaktan sizi menediyorum ve sözünüzü geri almanızı rica ediyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Sizin de içinde bulunduğunuz bu müesseseyi küçültücü ifadelerde bulunmaya, hele, o kürsüde milletvekili sıfatını taşıyan hiçbir arkadaşımın hakkı yoktur. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Buyurun.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Sayın Başkan, ben, Parlamentoyu küçük düşürmek anlamıyla onu söylemedim. Millet büyüktür. (DSP ve MHP sıralarından “sözünü geri al” sesleri)

BAŞKAN – Düzeltin o zaman.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Bu milletin “egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” dediği o sözün arkasında, bu millet, bu milletin Parlamentosundan yasasının böyle çıkmasını istedi, bunun içindir ki, bu Parlamentonun 550 milletvekilinin 411’ini, aynı duygularla, bu Parlamentoya taşıdı; o yönden, bu millet büyüktür, Parlamento da büyüktür. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

Özellikle söylüyorum, bu değerleri vaat etti bu partiler. Ben, baştan beri, sözlerimde bir şey söyledim; DSP’yi bu konuda mazur görüyorum dedim; çünkü, vaadi yoktu, seçimde böyle bir talebi yoktu, bu yasayı düzelteceğim diye bir isteği de yoktu. (DSP sıralarından gürültüler)

OĞUZ AYGÜN (Ankara) – O senin kuruntun!

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, diğer partilerin vaatleri vardı...

OĞUZ AYGÜN (Ankara) – Takip bile edememişsin Demokratik Sol Partiyi!

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – ANAP’ın vaatleri vardı, MHP’nin vaatleri vardı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uzunkaya.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Bunun çözümlenmesini bu millet bekliyordu. Aksine, bu yasa ağırlaştırıldı.

Saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uzunkaya.

Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

3 üncü madde üzerinde verilmiş 5 adet önerge vardır; ancak, madde 1 fıkradan ibaret olduğu için, ilk 4 önergeyi işleme koyacağım.

Önergeleri, geliş sırasına göre okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı yasa tasarısının 3 üncü maddesindeki “Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür” ibaresinin “Bu Kanun hükümlerini Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı yürütür” şeklinde değiştirilmesini arz ederiz.

Musa Uzunkaya Ali Oğuz Suat Pamukçu

Samsun İstanbul Bayburt

Yaşar Canbay Eyüp Fatsa Lütfü Esengün

Malatya Ordu Erzurum

BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı kanun tasarısının 3 üncü maddesinde bulunan “Bakanlar Kurulu yürütür” ibaresinin “Diyanet İşleri Başkanlığı” şeklinde değiştirilmesini arz ederiz.

Mukadder Başeğmez Cevat Ayhan Aslan Polat

İstanbul Sakarya Erzurum

Süleyman Metin Kalkan Turhan Alçelik M. Zeki Okutan

Hatay Giresun Antalya

Fahrettin Kukaracı Fethullah Erbaş Mahfuz Güler

Erzurum Van Bingöl

BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı kanun tasarısının 3 üncü maddesinde bulunan “Bakanlar Kurulu yürütür” ifadesinin “Diyanet İşleri Başkanlığının bağlı olduğu Devlet Bakanlığı yürütür” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Cevat Ayhan Mehmet Bekaroğlu Mehmet Bedri İncetahtacı

Sakarya Rize Gaziantep

Şükrü Ünal Celal Esin Osman Aslan

Osmaniye Ağrı Diyarbakır

Mahfuz Güler

Bingöl

BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı yasa tasarısının 3 üncü maddesinin “Bu Kanun hükümlerini Millî Eğitim Bakanı yürütür” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş Mahfuz Güler Mehmet Bekaroğlu

Van Bingöl Rize

Mustafa Kamalak Hüseyin Kansu Cevat Ayhan

Kahramanmaraş İstanbul Sakarya

Seyyit Haşim Haşimi Lütfü Esengün

Diyarbakır Erzurum

BAŞKAN – En aykırı önerge bu olması hasebiyle, görüşmelere bu önergeden başlıyoruz.

Komisyon katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükümet?..

KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum...

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, Sayın Bakan hem “katılıyorum” diyor hem de önergenin aleyhinde oy kullanıyor. Yani, bu olmuyor...

BAŞKAN – Önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı kanun tasarısının 3 üncü maddesinde bulunan “Bakanlar Kurulu yürütür” ibaresinin “Diyanet İşleri Başkanlığı” şeklinde değiştirilmesini arz ederiz.

Mukadder Başeğmez

(İstanbul) ve arkadaşları

BAŞKAN – Önergeye Komisyon katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükümet?..

KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum...

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkan, Hükümet önergeye katılırsa, tasarı geri çekilmiş olur...

BAŞKAN – Sayın milletvekili, Hükümet ile Komisyonun bir önergeye katılmış olması demek, sayın milletvekillerinin aynı yönde hareket etmeleri manasına gelmez. Milletvekilleri, serbest ve hür iradeleriyle oylarını kullanıyorlar. Hükümet ve Komisyon katılıyor, çoğunluk katılmıyor.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkan, onu söylemiyorum; Komisyonun katılması tamam da, Hükümetin katılması ne demek?!. O zaman, tasarı reddedilmiş olur...

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir efendim.

Diğer önergeyi okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı kanun tasarısının 3 üncü maddesinde bulunan “Bakanlar Kurulu yürütür” ifadesinin “Diyanet İşleri Başkanlığının bağlı olduğu Devlet Bakanlığı yürütür” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Cevat Ayhan

(Sakarya) ve arkadaşları

BAŞKAN – Önergeye katılıyor mu Komisyon?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükümet?..

KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 51 sıra sayılı yasa tasarısının 3 üncü maddesinin “Bu kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür” ibaresinin “Bu kanun hükümlerini Diyanetten sorumlu devlet bakanı yürütür” şeklinde değiştirilmesini arz ederiz.

Musa Uzunkaya

(Samsun) ve arkadaşları

BAŞKAN – Önergeye Komisyon katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükümet?..

KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) – Katılıyoruz.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: 3 üncü maddeyi kabul edenler... Etmeyenler... 3 üncü madde kabul edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, tasarının tümünü oylamadan önce, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre, oyunun rengini belirtmek için, lehte ve aleyhte birer kişiye söz vereceğim. Konuşmalar kısa, açık ve gerekçeli olacaktır. Konuşmanın süresini de Başkanlık olarak ben takdir edeceğim.

Birinci sırada, aleyhte, Sayın Abdüllatif Şener vardır.

Buyurun.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Hüsamettin Korkutata konuşacak Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Korkutata, buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 2 dakikadır. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, süre, 5 dakikadır... Teamül 5 dakika.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başkanın takdirine güveniyorum, öncelikle bunu belirteyim.

Saatlerdir, biz, burada, gözümüzü kırpmadan, lehte ve aleyhte konuşan bütün arkadaşları dinledik. Çok şey söylendi; millet de anlamıştır, doğrunun, yanlışın kim tarafından söylendiğini de millet algılamıştır.

Yetmişbeş yıllık cumhuriyet döneminde ve bindörtyüz küsur yıllık İslam tarihinde ve Türk tarihinde ve belki dünya tarihinde “çocukların belli bir yaşta okumaması” diye bir kanun çıktığını ben hatırlamıyorum; tarihçilere sordum, onlar da hatırlamıyor ve dolayısıyla, bu, bir ilk kanundur. Siz, bir ilke imza atıyorsunuz. Bu bir ilktir, imza atıyorsunuz ve dolayısıyla, tarihe geçtiniz; ama, ne acıdır ki, kara bir leke olarak tarihe geçtiniz değerli arkadaşlar. (FP sıralarından alkışlar)

Evet, değerli arkadaşlar, din, Allah’ındır; onun rehberi ve uygulayıcısı da Yüce Peygamberdir. Bu konuda ne söylenmesi gerekiyorsa, aklımıza ne geliyorsa, bunların hepsi de söylenmiş ve yazılmıştır. Cenabı Allah’ın ilk emri “oku” emridir. Hazreti Peygamber “yedi yaşında çoçuklarınıza Kur’an okutunuz, dinini öğretiniz, namaz kılmasını öğretiniz, dinin temelini öğretiniz” diyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Korkutata.

Lütfen, Genel Kurulu selamlayın; mikrofonunuzu açtım, süreniz bitti.

Buyurun Sayın Korkutata.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Devamla) – Sayın Başkan, bir konuyu anlatacağım; 2 dakika...

BAŞKAN – Lütfen, teşekkür edin efendim.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Devamla) – Evet, tabiî, konuşmamıza Sayın Başkanın müsaade etmemesini kınıyorum şahsen. Eğer oyumun rengini belirtiyorsam, buna inanarak bazı şeyleri söylemem gerekiyordu. Yani, oyumun rengini nasıl belirteceğim 1 dakikada? Bunun için, gerçekten, söylemek istediklerimi söyleyemediğim için üzgünüm.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Korkutata, bir dakika... Ayrılmadan önce, lütfen, hangi madde üzerinde söz aldığınızı bildiğinize göre, oyunuzun rengini belirtmeniz lazım. Oyunuzun rengini belirtin, ondan sonra ayrılın lütfen; çünkü, bu maddeye göre söz alan bir milletvekilinin, oyunun rengini kürsüden belli etmesi lazım.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Devamla) – Oyum aleyhtedir, bunu biliyorsunuz.

BAŞKAN – Biz bilmiyoruz efendim, şimdi öğrendik.

Teşekkür ediyorum.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Devamla) – Zaten, sebebini belirtmeme de müsaade etmediniz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Korkutata.

Lehinde, Aksaray Milletvekili, Sayın Murat Akın.

Sizin de süreniz 2 dakikadır efendim.

Buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 1 inci maddesi komisyondan geldiği şekilde kabul edilmiş olsa idi, hiç değilse, ilkokula devam eden çocuklarımızın, ilkokul dersleri yanında, dinî derslerini, bilhassa, müzakere edilen husus, okunması müzakere edilen -Kur’an-ı Kerim mealini öğrenmeye pek vakit olmaz; ama- Kur’an-ı Kerimimizi öğrenme imkânı olacaktı.

YÜCEL ERDENER (İstanbul) – Kaç yaşında gitsin ?..

BAŞKAN – Lütfen, müdahale etmeyin hatibe efendim.

MURAT AKIN (Devamla) – Ancak, burada yapılan, verilen bir önergeyle tasarı değişikliğe uğradı ve değişik haliyle kabul edildi. Dolayısıyla, çocuklarımızın ilkokul çağında Kur’an-ı Kerim’i öğrenmesine mâni olucu bir hüküm -neredeyse, biraz sonra kabul edildiğinde- onaylandığı takdirde, kesin bir hal alacak.

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) – Tutarsın bir hoca, öğretirsin...

MURAT AKIN (Devamla) – Şimdi, size soruyorum: Maksat, Kur’an-ı Kerim’in okunması. Kur’an-ı Kerim’de okunma ile bildirilen emir, nazil olan emir “ikrâ” diyor; yani “oku” diyor. Nasıl oku; “Allah’ın ismiyle oku” diyor. Ama, deseydi ki -sizlerin düşündüğü gibi- ikrâ, illâ sünnike isna aşere, yani 10 yaşından sonra oku deseydi, haklıydınız. Sizin, Kur’an-ı Kerim’in ahkamını değiştirmeye imkânınız, gücünüz yeter mi?

Sayın Oğuz Aygün Bey, ikide bir laf ediyor. Soruyorum, kendisi Adalet Partisi milletvekiliyken, kaç yaşında Kur’an-ı Kerim’i öğrenmiş, kaç yaşında camie gitmiş?

BAŞKAN – Sayın Akın... Sayın Akın...

MURAT AKIN (Devamla) – Kendisi köyünü söylemekten utanıyordu, Keskin’e gittiği zaman Ayaşlıyım diyor, Ayaş’a gittiği zaman Keskinliyim diyordu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akın...

MURAT AKIN (Devamla) – Bunu kabul etmeyen bir insan, Müslümanların kitabını Müslümanların okumasına nasıl müsaade edecek?.. Buraya gelen hiçbir hatip...

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Akın; süreniz bitti, mikrofonu sadece oyunuzun rengini belirtmeniz için açabilirim. Lehte söz aldığınıza göre, lütfen oyunuzun rengini belirtir misiniz.

MURAT AKIN (Devamla) – Hayhay.

Şimdi, komisyondan gelen şekliyle, ben, oyumun rengini...

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Oyunun rengini söyle!..

MURAT AKIN (Devamla) – Sabredin, söyleyeceğim.

...belirtmek için söz istediğimde, böyle bir talebimin olduğunu sabah saat 10.00’da bildirdim. Sabah 10.00’da beyan ettiğimde Komisyondan geldiği şeklindeydi, şimdi değiştiği için oyum aleyhtedir; öğrendiniz mi şimdi.

Hepinizi saygıyla selamlarım.

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, tasarı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, çalışmalara kaldığımız yerden devam etmek ve saat 20.30’da toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.55

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 20.30

BAŞKAN : Başkanvekili Nejat ARSEVEN

KÂTİP ÜYELER : Hüseyin ÇELİK (Van), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

 

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 37 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER(Devam)

5. – Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/429) (S. Sayısı : 52) (1)

BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Değerli milletvekilleri, komisyon raporunun okunup okunmamasını oylarınıza sunuyorum: Raporun okunmasını kabul edenler... Etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Ahmet İyimaya konuşacaklardır.

BAŞKAN – Tasarının tümü üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Amasya Milletvekili Sayın Ahmet İyimaya; buyurun efendim.

Konuşma süreniz 20 dakikadır Sayın İyimaya.

DYP GRUBU ADINA AHMET İYİMAYA (Amasya) – Değerli Başkanım, Yüce Parlamentonun saygıdeğer üyeleri; şu anda görüşülmekte olan yasa tasarısı, Devlet Denetleme Kurulunun görev alanını, denetim alanını genişleten bir muhteva taşımaktadır. Soruna tek yönlü yaklaşabiliriz, ideolojik açıdan ele alabiliriz -bilinçle kullanıyorum, laiklik değil- laikçilik açısından yaklaşabiliriz veya bir dayatma, irtica paranoyası açılarından yaklaşabiliriz. Bu tür yaklaşımlar belki heyecanlarımızı, duygularımızı, coşkularımızı kabartabilir; ancak, yasamaya tam anlamıyla hizmet etmiş olmayız, yürütme organının yanlışlarını doğrulara çekmiş olmayız. Ben, bugün, bu sorunu, ideolojinin miyop gözlüğüyle değil, bilimin hassas merceğiyle, gözüyle tartışmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Devlet Denetleme Kurulunun, parlamenter sisteme has bir anayasada yeri var mıdır; şu andaki düzenleme, mevcut Anayasamıza uygun mudur; yine, 21 inci Asra çok az bir gün kala, eşikte, bunun bu şekilde tanzimi örgütlenme özgürlüğü bakımından yerinde midir sorularının açık ve net şekilde tartışılması, değerlendirilmesi lazımdır.

Değerli arkadaşlar, konuşmamın belki daha geleceğinde sarf etmem gereken bir değerlendirmeyi baştan ifadeyi, sizin değer yargılarınızla da buluşmayı sağlamak bakımından gerekli görüyo-

(1) 52 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

rum. Bugün, Devlet Denetleme Kurulu, parlamenter sistemde bir sistem hatasıdır ve parlamenter rejimlerle yönetilen ülkelerin ve anayasaların hiçbirinde, bir tanesinde dahi -Türkiye hariç- mevcut değildir.

Parlamenter sistemin mantığıyla meseleye yaklaşıldığında, idarenin başında olan Cumhurbaşkanımızın tarafsızlığı ve sorumsuzluğu kuralını hemen hatırlayacaksınız. Tarafsız ve sorumsuz cumhurbaşkanı, idarenin içinde; ama, siyasetin üstünde ve dışında bir önemli organdır. Devlet Denetleme Kurulunun üzerine Anayasayla yüklenen görevleri tek tek saydığınız, gözden geçirdiğiniz zaman, cumhurbaşkanını aktif tartışmanın içine bu kurum yoluyla çekiyorsunuz; o halde, tarafsız ve sorumsuz cumhurbaşkanını, bu alanda yetkili kılarak denetim mekanizmasının başına getiriyorsunuz. Zaten, Anayasa müzakerelerine indiğimiz zaman, Danışma Kurulunda ve Konseydeki tartışmalarda bu noksanlığı rahatlıkla görebiliyorsunuz. Türkiye’nin yetiştirdiği çok değerli bürokrat Cahit Tutum, bunun sisteme aykırılığını ileri sürdüğünde, dönemin Anayasa Komisyonu Başkanı bir profesör “bunun doğru olduğunu; ama, zorunlu olarak savunduklarını” açıkça ifade etmişler ve “benim bir güçlük içerisinde olduğumu söylediler; itiraf ederim, güçlük çekiyorum, bunu saklamaya lüzum yok ve bunu burada savunmaya mecburum” diyerek, bu gerçeği dile getirmiştir.

Aslında, Devlet Denetleme Kurulunun geliş nedenlerinden bir tanesi de, seçilmişlere güvensizlik zihniyetidir ki, o dönemin anayasa koyucularında, kurucularında, zabıtlara intikal eden zihniyetler olarak Parlamento belgelerinde yer almıştır.

Değerli arkadaşlar, Devlet Denetleme Kurulu, Anayasadan önce yasayla kurulmuş, anayasası sonradan çıkarılmış bir kurumdur ve işleyişine baktığınız zaman, demokratik, anayasal rejimlerde öngörülemeyecek standartları, işlevleri ortaya koyduğu rahatlıkla görülebilecektir. Gerçekten, Devlet Denetleme Kurulunun, Devlet Başkanı ve önceki Cumhurbaşkanımız Kenan Evren döneminde denetlediği, araştırdığı, rapore ettiği olay veya sorun sayısı 112; merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal döneminde araştırdığı, denetim konusu kıldığı olay sayısı 13 ve değerli Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel döneminde el attığı sorun sayısı 70’tir.

Sorunların kendilerine baktığınız zaman, Devlet Denetleme Kurulunun, konumuyla ilgili olmayan meselelerle uğraştığını rahat rahat gözleyebiliyorsunuz. Mesela, Sadi Bülent Çınar’ın cenaze töreni, onun incelenmesi Devlet Denetleme Kurulunun bir görevi sayılabilmiştir.

Gerçekten, yolsuzluklar, demokrasi, yeniden yapılanma konularında da araştırmaları vardır. Ben, bizzat içerik değerlendirmesini yaptım. Bu araştırmalar, herhangi bir üniversitedeki mastır seviyesini geçmeyen araştırmalardır; enstitülerle rahat rahat yerine getirilebilen, ikame edilen ihtiyaç karşılamaları değerindedir.

Değerli arkadaşlar, bu sorunu, tüm boyutlarıyla huzurlarınıza, diğer maddelerde de tevali eden müzakerelerle önünüze getirerek, bir siyaset muhasebesi yapmanızı veya yapılmasını temenni ediyorum. Bugün, Devlet Denetleme Kurulunun, toplumun önemli olaylarında, denetilmesi veya araştırılması gereken etkileyici olaylarda, tam bir refleks içerisinde olduğu söylenemez; bu, doğaldır; Cumhurbaşkanının tarafsızlığı ve sorumsuzluğundan kaynaklanıyor; onun için, bu doğal gibi görünüyor; ama, bir hususu vurgulayalım. Bakınız, geçen dönemde, bu Parlamento, çok büyük iddiaları, ithamları ve belki de gerçekleri bünyesinde taşıyan Susurluk olayını araştırma yoluyla denetledi, ceza yargılamalarına konu oldu. O günlerde, şu andaki Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit ve o günlerde, şu andaki koalisyonun küçük ortağının Genel Başkanı Sayın Mesut Yılmaz, Susurluk olayının, Devlet Denetleme Kurulunun gündemine alınması gerektiğini, demeçlerle, beyanlarla kamuoyuna sundular; tabiî, ilgili makama da bu beyan ulaştı.

Şu anda, yine, kamuoyunda, muhtevasını, doğruluk derecesini bilmediğimiz, belki de itham olunan kişilerin yanlışlıkla onurlarını zedeleyen, belki de hakları mağdur olan insanların zararlarını ortaya çıkarabilecek olan bir borsa vurgunu iddiası söz konusu. Biz de, Parlamento yoluyla, Anayasanın 108 inci maddesi çerçevesinde, ilgili yasanın ilgili hükümleri çerçevesinde, Cumhurbaşkanımızın bu yetkisini kullanmasını ummak zorundayız; çünkü, yürütmenin başı, ne dışdenetim organlarını ne de iç teftişi işletebilmiş değildir.

Arkadaşlar, ben, buradan şu noktaya gelmek istiyorum: Şu anda Anayasaya uygunluk adı altında görüşmekte olduğumuz tasarının getirdiği tercih doğru mudur? Yani, yapmamız gereken, Anayasının 108 inci maddesindeki bir hükmünü, yasaya indirmemiz gereken bu düzenlemeyi yerindelik bakımından doğru mu yapıyoruz? Bunu tartışmak zorundayız.

Değerli arkadaşlar, bana göre, şu andaki sorun, Devlet Denetleme Kurulunun, başkanlık sistemine ait olan ve o sistemde doğruluk gösteren bir müessese olarak, Anayasada, parlamenter sistemin anayasasında bulunmaması gerekir.

Hızla gayret gösteriyoruz; Tahkim Yasası diyoruz, öbürü diyoruz ve Anayasa değişikliği gayretlerini izhar ediyoruz. Aslında, kendi bilincine, sistem hassasiyetine sahip olan Parlamentonun, bu Anayasa kusurunu düzeltmesi, evleviyetle, 108 inci maddeden Devlet Denetleme Kurulunu tasfiye etmesi ve belki de, ombudsman sisteminin tartışmaya alınması düşünülebilir.

Değerli arkadaşlar, bu yasa tasarısının görüşülme zamanı şu zaman mıdır? Bu suali Yüce Parlamentoya tevcih ederken, maddelerin sırasında yapacağım, vakıfların denetim zaruretine karşı olduğum veya o kanaatte bulunduğum veya partimizin o kanaati taşıdığı gibi bir yanlış kanıya ulaşmayınız. Ancak, değerli arkadaşlar, eğer bu müessese gerçekten başkanlık sistemine ait bir müesseseyse, eğer bu müessese Anayasadan çıkarılmak zorundaysa, eğer bu müesseseyi tasfiye etmek zorunda isek, durup dururken, bu tasarıyı, yani, Devlet Denetleme Kuruluna, vakıfları denetleme yetkisi tanıyan -esasen Anayasada mevcut olan- bu tasarıyı şu günde niye görüşüyoruz? Yıl 1982; Özal’ın devri gelip geçti, bu uyarlama yapılmadı; kanun hükmündeki kararnameyle Devlet Denetleme Kurulu düzenlendi, değiştirildi, bu uyarlama yapılmadı; Demirel iktidarı döneminde bu uyarlama yapılmadı; Anayol’da yapılmadı, Refahyol’da yapılmadı, Anasol’da yapılmadı; niçin, Anasol-M’de yapılıyor? Bu sualin cevabını doğru vermek lazım, mertçe vermek lazım, açıkça vermek lazım.

Acaba, iktidar partileri, bir Anayasa tutarlılığı, Anayasaya uygunluk sağlama hassasiyeti içerisinde mi bunu yapıyorlar? Sanmıyorum arkadaşlar. 1995 yılında, bu Parlamento, uzlaşmacı siyasetin örneğini vererek, Anayasayı değiştirdi ve kimi yeni müesseseler getirdi; o Anayasa değişikliklerinin uyum gerekleri yerine getirilmedi. Eğer, illâ, bir Anayasa hükmünün, kanununda yer almayan maddesinde uyarlama gayreti veya saikı veya düşüncesi veya siyaseti öne alınıyorsa, buyurunuz, Anayasanın 69 uncu maddesinde, 68 inci maddesinde, siyasal partileri, siyasal örgütlenme özgürlüğünü yeniden tanzim ettik; hâlâ uyarlamayı yapmadık ve bugün, sistemin refleksi, hassasiyeti harekete geçirilse, 12 Eylül rejimine karşı beyanlar, Siyasi Partiler Kanunumuzun 97 nci maddesine göre partiyi kapatma sebebidir. Siyasî Partiler Kanunundaki anayasal uyarlamaları yapmayan veya yapma yönünde bir girişimi olmayan bir iktidar zihniyetinin, Anayasaya uygunluk kastıyla bunu getirdiği varsayılamaz. Seçim mevzuatıyla ilgili uyarlamalarımız var, 1995 yılında yapılan değişiklikler sebebiyle, halen yapılmadı. Yine, devlet memurlarına, kamu görevlilerine sendika hakkını tanıyan Anayasa hükmü yerine getirilmedi. Durup dururken, bu maddeyi, şu anda görüşmenin gereğini, ben, anlayamıyorum; tahlil edebiliyorum; ama, gerçek sebep neyse, o açıklanırsa, elbette ki, bizim de, ona göre, tutumlarımız, tavırlarımız ve anayasal değerlendirmelerimiz söz konusu olabilir.

Düşünüyorum, gelecekte seçilecek bir cumhurbaşkanına, acaba, toplumu, özel alanı, denetim yoluyla kendisine sunma veya servis yapma gayreti mi var? Yoksa, toplum mühendislerinin “virgülüne dokunmadan bunu yasalaştırın” şeklinde, haberdar olamadığımız; fakat, basına yansıyan -demeçlerle, gazete manşetlerine yansıyan- bir zihniyetin, Yüce Parlamento mecburî ifası makamına mı ikame edilebiliyor?

BAŞKAN – Sayın İyimaya, sürenize 1 dakika ilave ettim.

Buyurun efendim.

AHMET İYİMAYA (Devamla) – Teşekkürler, sağ olun.

Çok değerli, anayasa hukukunda engin, özgürlükler hukukunda ve demokratik sistemde deneyimli Bakanıma sormak istiyorum: Eğer, bu tasarı, Bakanlar Kurulunca hazırlanmışsa, elbette ki, sistemimizin tasarısıdır, Parlamentonun müzakereye salih bir tasarısıdır. Yine, soruyorum: Eğer, bu, bürokratlara veya bir bürokrata hazırlatılmışsa, yine, bu sistemin tasarısıdır, Bakanlar Kurulumuzun tasarısıdır. Ama, arkadaşlar, belli mahfillerde, belli yerlerde hazırlanmış; ama, Anayasanın 88 inci maddesi bir kılıf, imzalar tamamlama unsuru olarak benimsenmişse, o tasarı, ne Türk Milletinin tasarısı ne Bakanlar Kurulunun tasarısıdır; hiç kimsenin tasarısı değildir.

EROL AL (İstanbul) – Neresi o?

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Böyle bir usulümüz yok; sataşma usulümüz yok.

AHMET İYİMAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, sözlerimin sonunda, Yüce Parlamentoyu saygıyla selamlarken, konunun, sorunun diğer yönlerini, diğer maddelerde cevaplandıracağım. Suali her zaman sorabilirsiniz; cevap verme veya vermeme özgürlüğü benim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır Sayın Şahin.

FP GRUBU ADINA MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Meclisimizin saygıdeğer üyeleri; Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında Kanunda değişiklik isteyen hükümet tasarısı hususunda, Fazilet Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Efendim, değişiklik tasarısı ne getiriyor; elinizdeki tasarıda da gördüğünüz gibi, 2443 sayılı Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasına bir bent ilave ediyor. Bu ilaveyle, Devlet Denetleme Kurulu, vakıflar üzerinde de, inceleme, araştırma ve denetleme imkânını elde etmiş oluyor.

Değerli arkadaşlarım, kanunların da üstünde bir üstün hukuk normu olan Anayasanın 108 inci maddesinde, zaten, Devlet Denetleme Kurulunun niçin kurulduğu, görevlerinin ne olduğu açıkça yazılı. Anayasanın 108 inci maddesine göre, Devlet Denetleme Kurulu, idarenin hukuka uygun işlem yapıp yapmadığını denetlemek için kurulmuştur. Tabiî, bu görevini ifa edebilmek için, tüm kamu kurum ve kuruluşlarında, sermayesinin yarıdan fazlası kamuya ait olan kuruluşlarda, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında, bu arada, işçi ve işveren meslek kuruluşlarında ve bununla birlikte, kamuya yararlı dernek ve vakıflarda da inceleme, araştırma ve denetleme yetkisine sahiptir. Bunu şunun için söylüyorum: Zaten Anayasada, vakıflarla ilgili, tabiî, kamuya yararlı vakıflarla ilgili Devlet Denetleme Kurulunun bir inceleme, araştırma, denetim yetkisi var. Nitekim, zannediyorum, kanunda olmamasına rağmen, Devlet Denetleme Kurulu, son olarak Diyanet Vakfını da, Anayasadaki bu yetkiye dayanarak inceledi.

Bu açıklamayı yaptıktan sonra, ülkenin çözüm bekleyen sorunlarını, Parlamentonun kanun çıkararak çözmesi beklenirken, acaba, alelacele neden bu kanun tasarısı Parlamentonun önüne geldi diye insan sormadan edemiyor.

Değerli arkadaşlarım, Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında Kanunda değişiklik içeren bu tasarının sevk edilmesinin, bize göre bir görünen sebebi var, bir de görünmeyen sebebi var; yani, bir açık olan, bir de gizli olan sebebi var. Açık olan sebebi nedir dersek; bu, gayet net şekilde tasarıdan okunabilir, iki cümledir; genel gerekçede “Anayasanın 108 inci maddesinde Devlet Denetleme Kurulunun vakıflarda da her türlü araştırma, inceleme ve denetleme yapması öngörülmüş iken, 2443 sayılı Kanuna vakıflar yazılmadığından bir boşluk hâsıl olmuştur. Tasarı ile bu boşluk giderilmekte, Anayasa ile Kanun arasında uyum sağlanmaktadır.” deniliyor.

Değerli arkadaşlarım, önce hemen şunu söyleyeyim: Bu Kanun 1981 yılında yürürlüğe girmiş; yani, Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında Kanun, 1982 Anayasası çıkmadan önce yürürlüğe girmiş olan bir kanundur. Dolayısıyla, bu Kanunda, Anayasada vakıflar var iken, unutulmuş falan değil. Çünkü, o sırada zaten 1982 Anayasası yok ki, vakıflar bu Kanunda unutulmuş olsun da bu Kanunda bir boşluk meydana gelsin. O bakımdan, bu gerekçe dahi, biraz sonra izah edeceğim gizli maksadı örtmek için yazılmış gibi geliyor bana; Sayın Bakan kusura bakmasınlar.

Şimdi, deniliyor ki, uyum... Hiç şüphesiz, Anayasaya uymayan kanunlarımız varsa, Anayasaya uygun hale getirmek gerekir. Bu çabayı gösteren herkese de, Anamuhalefet Partisi olarak destek veririz; Hükümetin bu konudaki çabalarına da, hiç şüphesiz ki, desteğimizle, arka çıkarız. Ancak, biraz önce Sayın İyimaya’nın da ifade ettiği gibi, uyum noktasında öne almamız gereken başka yasalarımız yok mu? Mesela, Siyasî Partiler Kanunu... İyimaya da ifade ettiler. Türkiye’de çokpartili parlamenter rejim hâkim değil mi ve Anayasaya göre de, siyasî partiler, demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları. Bakınız, değerli kardeşlerim, arkadaşlarım, Anayasada siyasî partilere üye olma yaşı 18, Siyasî Partiler Kanununda, hâlâ, 21. Anayasada üniversite öğretim üyelerinin ve öğrencilerinin siyasî partilere üye olma yasağı kalkmış; ama, Siyasî Partiler Kanununda, hâlâ, devam ediyor. Başka; mesela, yankuruluş yasağı, Siyasî partiler Kanununda devam ederken, Anayasada 1995 değişikliğiyle kalkmış. Yurtdışında temsilcilik açma yasağı Siyasî Partiler Kanununda devam ediyor, Anayasada kalkmış ve en önemlisi, siyasî partilerin kapatılmaları ve kapatılma sonuçlarıyla ilgili, 1995 anayasa değişikliği, yeni düzenlemeler getirmiş. Bu konuda, siyasî partileri güvenceye kavuşturmak amacıyla, yeni birtakım düzenlemeler gelmiş; ama, Siyasî Partiler Kanununda, hâlâ, Anayasaya aykırı birtakım yasaklar ve kapatılma nedenleri devam ediyor. Şimdi, asıl, demokrasiyi güçlendimemiz lazım; siyasî partileri güvencesiz bırakamayız; siyasî partilerin güvencesiz olduğu bir ülkede demokrasi de güvencesizdir. Biz, Hükümetten, böylesine, şu anda hiç gereği olmayan bir tasarıyı değil de, uyum sadedinde, işte, bunun gibi önemli kanun tasarılarını Meclise sevk etmesini beklerdik.

Şimdi, ben, sormak istiyorum: Acaba, 57 nci cumhuriyet hükümetine göre, siyasî partiler demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları değil mi? Bu hükümet buna inanmıyor mu? Siyasî partilerin akibetini bir kamu görevlisinin iki dudağı arasında tutmak, hâlâ tutmaya devam etmek, acaba hükümete zevk mi veriyor? Bunları sormak hakkımızdır.

Keşke, bu hükümet, bu tür, demokrasiyi daha da güçlendirecek ve Türkiye’de siyasetin önünü daha da açacak tasarılarla önümüze gelebilseydi!

Biraz önce belirtim. İşte, uyum; “uyum sebebiyle gönderdik” diyor, gerekçede de bu var. Peki, görünmeyen sebebi ne?

Hemen şunu da söyleyeyim, biraz önce de ifade ettim: Mademki Anayasanın 108 inci maddesinde Devlet Denetleme Kurulunun vakıflarla da ilgili bir denetim imkânı var, Anayasada bu yazılı, hiç şüphesiz ki, bunu, ilgili kanuna yansıtmak da gerekir; ancak, Anayasaya uygun olarak, Anayasaya paralel olarak yansıtmak gerekir.

Bunun ne anlama geldiğini biraz sonra ifade edeceğim. Asıl, biraz önce bir soru sormuştum, buna cevap vermeye çalışayım. “Bu kanunu sevkin, acaba, görünmeyen gerekçesi ne?” diye bir soru sormuştum.

Değerli arkadaşlarım, bu tasarı -zaten görüyorsunuz, Başbakan Mesut Yılmaz- 25.3.1998 tarihinde Parlamentoya sevk edilmiş. İşte, o tarihten iki gün sonra, bir gazetede -yani, ne oluyor; 27 Mart 1998- manşet şu:” İrticaya Karşı Önlem Paketi.” Bununla ne ilgisi var diyeceksiniz. İzin verirseniz bir iki cümle okuyayım:” Başbakan Mesut Yılmaz, 27 Martta yapılacak Millî Güvenlik Kurulu toplantısına sunacağı irticayla mücadele paketini açıkladı.” İşte, bu mücadele paketinin içerisinde, 2443 sayılı Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkındaki Kanun da var.

Bir irtica paketiyle geldi. Şimdi ben -kusura bakmasın- sayın bakanıma sormak istiyorum. Vakıfların, Devlet Denetleme Kurulunca da denetlenmesinin irticayla ne ilgisi var? İkinci bir soru daha sormak istiyorum: Şu ana kadar, irticaî faaliyetleri sebebiyle kaç vakıf kapatıldı, kaç vakıf hakkında soruşturma açıldı, kaç tanesi feshedildi? Bu rakam çok mu yüksekti de, önlem alabilmek için böyle bir tasarıyı sevk etme ihtiyacını hissetiniz? Sormak istiyorum: Vakıflar denetimsiz mi?

Medenî Kanunun 78 inci maddesine göre, vakıflarla ilgili tüzüğün 19 ve 20 nci maddelerine göre, zaten, vakıflar, en geç iki yılda bir mutlaka denetlenir. Şimdi, Sayın Bakan, zannediyorum, bu kürsüye gelecek “hiçbir alakası yoktur, bu tasarının irticayla hiçbir alakası yoktur” diyecek. O zaman, bu tasarının irtica paketi içerisinde ne işi var? Tabiî, bu konuda bizi aydınlatmasını bekliyorum.

Ayrıca, Anayasada, kamuya yararlı dernek ve vakıflar Devlet Denetleme Kurulunun yetkisi içerisinde iken, sadece, bu tasarıda “kamuya yararlı” ibaresini çıkararak, vakıfları (f) bendi olarak kanunlaştırmak istiyorsunuz. Bu bile, sizin gizli amacınızı ortaya çıkarması bakımından herhalde kâfidir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, hiç şüphesiz, her kurum, her kuruluş denetim içerisinde olmalıdır. Biraz önce ifade ettiğim gibi, zaten, vakıflar da denetleniyor. Bu tür yaklaşımlar, yani, irticayla mücadele ediyoruz diye vakıflar üzerinde yeni denetim mekanizmaları kurmak, zannediyorum, bu ülke için iyi olmuyor, kötülüğüne oluyor. Niçin; hamiyetsever, kendisi kadar başkalarını da düşünen, diğer insanlara mal varlıklarını tahsis etmek suretiyle yardımcı olmak isteyen insanları potansiyel bir tehdit olarak göstermekle, o insanların vakıf yoluyla mal varlıklarını tahsisine engel olursunuz, caydırırsınız, o insanları tereddüte düşürürsünüz.

Hemen şunu da belirteyim: Vakıflar yoluyla, sivil toplum örgütleri yoluyla mal varlıklarının bir bölümünü, toplumun, insanların istifadesine sunan insanlar, devlete de en büyük iyiliği ve yardımı yapmış oluyorlar. Devletin erişemediği birtakım hizmetleri, yapamadığı birtakım hizmetleri, birtakım hayırsever insanlar, vakıflar kanalıyla yapıyorlar; devletin önemli bir yükünü paylaşmış oluyorlar. Devletin, bu tür, vakıflar kanalıyla hayır işleyen kişileri, daha fazla denetim mekanizması içerisine almak değil, aslında bunlara madalya vermesi lazım; siz bizim yükümüzü alıyorsunuz diye. İşte, 1999 yılı bütçesi çıktı. Bütçe ne; içborç faizi artı maaş, eşittir bütçe. Var mı yatırım yapacak ödeneğiniz? Bütçenizde, fakir, fukara, yoksul insanlara, burs bekleyen öğrencilere, yurt bekleyen öğrencilere yardım edebileceğiniz ne kadar paranız var? Bu yükü birtakım insanlar paylaşıyorlarsa, herhalde bunlara teşekkür etmesi gerekir devletin.

Değerli arkadaşlarım, diyeceksiniz ki: Yahu, bu vakıflar içerisinde, vakıf yöneticileri içerisinde suç işleyen insanlar olamaz mı?! Olur tabiî, olabilir; ama, bu ülkede yasalar var, savcılar var, hâkimler var, gerekeni mutlaka yaparlar; ama, kurunun yanında yaşı da yakarsak, pire için yorganı da yakarsak, çok önemli bir hizmet kapısını sıkıntıya sokmuş oluruz, tereddüte düşürmüş oluruz, önünü kesmiş oluruz diye endişe ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, insanımızı ürkütmemeliyiz, incitmemeliyiz ve tereddüte düşürmemeliyiz.

Bakınız, 4 Ekim 1926’da Medenî Kanun yürürlüğe girdi. Medenî Kanun yürürlüğe girdiğinde, Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyetine devredilen vakıf sayısı 30 000’e yakındı. Dikkatinizi çekmek istiyorum; 1926 yılında yürürlüğe giren Medenî Kanunda “vakıf” kelimesi geçmedi, bunun yerine “tesis” kelimesi kullanıldı. Peki ne oldu “tesis” kelimesi kullanıldı da “vakıf” kelimesi yerine? 1967 yılına kadar “tesis” kelimesi kullanıldı, 67’de 903 sayılı Kanunla “vakıf” kelimesi yeniden Medenî Kanuna avdet etti, “vakıf” kelimesi Medenî Kanuna kazandırıldı. Bakın, ifade ediyorum: 1926 ile 1967 arasında, 41 yılda, Türkiye’de kurulan vakıf, yani, tesis sayısı sadece, 50’dir. Yani, her yıla ortalama 1 vakıf düşmektedir. Tereddüte düşürülmüştür hayırsever insanlar. Daha sonra, 1967 yılında “vakıf” kelimesi, “vakıf” mefhumu olduğu gibi Medenî Kanuna yansıyınca, bakın, sadece 1977 yılına kadar, yani, 10 yıl içerisinde kurulan vakıf sayısı 455’tir; şimdi, 10 bine yakın vakıf kurulmuştur.

O bakımdan, biz, insanlarımızı ürkütmemeliyiz, incitmemeliyiz, caydırmamalıyız. Biz, vakıf sayılarını daha da artırmalıyız. İnsanımızın yardımseverlik meziyetlerini, toplumun yararı için kullandırmaya sevk etmeliyiz.

Değerli arkadaşlarım, hepiniz de biliyorsunuz ki, çok zengin bir kültüre sahibiz; âdeta, bir vakıf medeniyetinin mensuplarıyız. Geçmişimizden bugüne kadar gelen vakıf eserleri hâlâ iftihar kaynağımızdır. Hamdolsun, insan sevgisinin, kendisi kadar başkalarını da düşünme erdeminin en güzel örneklerine sahibiz.

Vaktim de çok daraldı; ama, bilgilerinize sunmak istiyorum. Size, bir vakıf senedi... Bunu, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinden aldım. Bizim insanımızın, kültürümüzün, vakıfla neleri yapmak istediğinin en çarpıcı örneğidir. Bu, Fatih Sultan Mehmet Hanın bir vakfiye senedidir. Birkaç cümle okumak istiyorum:

“Ben ki İstanbul Fatihi abd-i aciz Fatih Sultan Mehmet, bizatihi alun terimle kazanmış olduğum akçelerimle satun aldığım İstanbul’un Taşlık mevkiinde kain ve malûmu’l-hudut olan 136 bap dükkânımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakfı sahih eylerim. Şöyle ki:

Bu gayrı menkulâtımdan elde olunacak nemalarla İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki, ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezerler. Bu sokaklara tükürenlerin, tükrükleri üzerine bu tozu dökeler ki, yevmiye 20’şer akçe alsunlar; ayrıca, 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasp eyledim.

Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar bilâistisna her kapuyu vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar; var ise şifası, ya da mümkün ise şifayab olalar. Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin Darülacezeye kaldırılarak orada salâh bulduralar.

Maazallah herhangi bir gıda maddesi buhranı da vâki olabilir. Böyle bir hal karşısında bırakmış olduğum 100 silah, ehli erbaba verile. Bunlar ki, hayvanat-ı vahşiyenin yumurtada veya yavruda olmadığı sıralarda Balkanlara çıkıp avlanalar ki, zinhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalar.

Ayrıca, külliyemde bina ve inşa eylediğim imarathanede şehit ve şühedânın harimleri ve İstanbul fukarası yemek yiyeler. Ancak, yemek yemeye ve almaya bizâtihi kendûleri gelmeyûp yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle.”

Şimdi, tabiî, böylesine bir insan sevgisi ve kendisinden daha fazla başkalarını düşünen anlayış karşısında hayranlığımızı ifade etmeden geçemeyiz. Bu tür vakıfların banilerine de hayır dua etmeden, hiç şüphesiz ki, geçemeyiz.

Değerli arkadaşlarım, bu anlayışın devamını sağlayacak ruh yapısının devamı için de, ne gerekirse mutlaka yapılmalıdır. Bu ülke bunu yapmalıdır; bu milletin temsilcisi Parlamento da bu doğrultuda hareket etmelidir. Özellikle, çocuklarımızı, yarının Türkiyesini emanet edeceğimiz büyüklerimizi bu havayla, bu anlayışla, bu manevî havayla yetiştirmek, onları maddî ve manevî bakımdan en mükemmel şekilde topluma kazandırmak, herhalde vazifemizdir. Yahya Kemal Beyatlı’nın dediği gibi, maziye bağlı ati nesiller yetiştirmek her halde, görevimiz olmalıdır diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, zamanım bitmek üzere.

BAŞKAN – Sayın Şahin, 1 dakika daha ilave ediyorum.

Buyurun efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Evet, 1 dakika ilave ettiniz, 1,5 dakikam var o zaman Sayın Başkan.

Şimdi, Devlet Denetleme Kurulunun Kurulması Hakkındaki Kanuna bir bent ilave ediliyor. Demin, Anayasadaki bir düzenlemenin ilgili kanuna da yansıtılmasının doğru olacağını, anamuhalefet partisi olarak da buna destek vereceğimizi ifade etmiştim; ancak, tasarı Anayasayla uyum halinde değil. Ne deniliyor Anayasada “kamuya yararlı dernek ve vakıfları denetler.”

EROL AL (İstanbul) – “Derneklerle...”

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Evet “derneklerle vakıfları denetler.”

Şimdi, bu “le”, “ve” midir diye münakaşa edildi.

Değerli arkadaşlarım, eğer, Anayasa koyucu “kamuya yararlı” tamlamasını sadece dernekler için kullanmış olsaydı, “Vakıflarla kamuya yararlı derneklerde” derdi. O bakımdan, bu “kamuya yararlı” tamlaması hem derneklerin hem vakıflarındır. O bakımdan, bu tasarı eksik gelmiştir.

Biz, anamuhalefet partisi olarak, Komisyonda önerdik, şimdi de değişiklik tekilflerimiz var. Eğer, Anayasaya paralel şekilde bir değişiklik yapılırsa, böyle bir tasarının kanunlaşmasına destek veririz; ama, aksi halde, Anayasa da aykırı, bu kanunun 1981’deki genel gerekçesine de aykırı böyle bir düzenlemeye anamuhalelefet partisi olarak destek vermemiz mümkün değildir.

O bakımdan, ben, hükümetin bu konuda, Anayasa uygun bir düzenleme yapılması konusunda Genel Kurulda gerekli hassasiyeti göstereceğine inanıyor, hepinizi yeniden sevgiyle, saygıyla, muhabbetle selamlıyorum efendim. (FP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şahin.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, konuşmacı “Mesut Yılmaz irtica paketini açtı” diyerek Grubumuza satışmada bulunmuştur; müsaade ederseniz bir açıklama yapmak istiyorum.

ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Hayır efendim, öyle bir şey yok, alınganlık yapıyorlar.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Hayır efendim, aynı şekilde sataşmıştır.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Efendim, gazetede var.

BAŞKAN – Yerinizden buyurun efendim.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; görüşmekte olduğumuz 52 sıra sayılı, Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısında, hepinizin bildiği gibi, Devlet Denetleme Kurulunun görev alanına vakıflar da alınmaktadır. Bu tasarıdan dolayı bu kadar alınganlık göstermenin sebeplerini, şahsen ve Grup olarak biz, anlamış değiliz; ancak, özellikle, konuşmacı “irtica paketini Mesut Yılmaz açtı” diyerek, bir gazete haberinden de bahsetmiştir. 54 üncü hükümet Refahyol hükümetidir; Mesut Yılmaz, 55 inci hükümetin Başbakanıdır.

Bakın, size bir yazı okuyacağım: “28.2.1997 tarihli Millî Güvenlik Kurulu kararlarının 13 Mart 1997 günü Bakanlar Kurulunda öncelikle müzakere edildiği malumlarınızdır. Bu müzakerede alınan, irtica ile etkin bir şekilde mücadele edilmesi kararı mucibince, Millî Güvenlik Kurulunun Bakanlar Kurulumuza bildirdiği hususların bir kopyası ilişikte bilgilerinize sunulmuştur.

Bu konuların önemle dikkate alınarak, Anayasamızın Türkiye Cumhuriyeti Devletinin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olması temel ilkeleri çerçevesinde, bakanlığınızı ilgilendiren konularda, konuyla ilgili kısa, orta ve uzun vadeli tedbirlerin dikkat ve ihtimamla alınması, malî destek ve yasa değişikliği ihtiyaç gösteren tedbirler varsa bunlar hakkında da Bakanlar Kurulunca gereğinin yerine getirilebilmesi için Başkanlığa bilgi verilmesini rica ederim.

Prof. Dr. Necmettin Erbakan

Başbakan”

Dolayısıyla, 54 üncü hükümette irticanın tehlikeleriyle ilgili gerekli açışı, zaten, Başbakan Sayın Profesör Erbakan yapmıştır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakan.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Şener.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Grup Başkanvekili, sayın hatibin konuşmasıyla ilgili hiçbir şey söylemedi; fakat; sayın hatibin konuşmasını da yanlış anladılar.

ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Hep yanlış anlarlar zaten.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Geçen dönemde -yani, 20 inci yasama döneminde- beş, altı tane kanun tasarısı hükümet tarafından, irticayla mücadele paketi diye Meclise gönderilmişti. Bunu, Sayın Başbakan da böyle açıklamıştı, hükümetin bakanları da böyle açıklamıştı, basın da böyle yazmıştı. Sayın hatibin kürsüde ifade etmiş olduğu husus buydu. Bunu yanlış değerlendirdiler, çok farklı bir mecraya çektiler. Söylediği konu da farklı bir boyuttadır. Anayasanın ilgili hükümleri okunursa, bunun bakanlara bildirileceğinin belirtildiği görülür.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gruplar adına üçüncü söz, Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Sühan Özkan’ın.

Buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Özkan, süreniz 20 dakikadır.

ANAP GRUBU ADINA SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli üyeler; 2443 sayılı Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkındaki Kanuna madde ilavesi hakkındaki tasarı üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına görüşlerimi bildirmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum; Yüce Heyeti derin saygılarımla selamlıyorum.

Öncelikle, vakıf müessesesi ve vakfın gördüğü fonksiyon ve bugüne kadar geçirdiği istihaleler açısından biraz geriye giderek kısaca bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Hepinizin bildiği gibi, vakıf müessesesi, bugüne kadar, özellikle Osmanlıda, tamamen fıkıhtaki esaslara dayanan bir müesseseydi. Osmanlıdaki bütün millî ve mahallî mahiyet arz eden kanunnamelerde ve buna benzer hükümlerde vakıflarla ilgili geniş bir değerlendirmeye rastlamıyoruz. Osmanlıda vakıf müessesesi, daima, bir hususî hukuk müessesesi olarak kalmakla beraber, geçirdiği istihaleleri itibariyle, giderek idarî bir mahiyet almaya başlamış ve nihayet, bir amme müessesesi şeklinde devlet teşkilatı içine girmiş ve yerini almıştır.

Şimdi, yaptıkları hizmetin genellikle ve ağırlıklı olarak kamu hizmeti mahiyetini alması ve mevzuunun umumî ve kolektif ihtiyaçlarla alakalı olması ve bu alaka ve genişliğin giderek artması, netice itibariyle, devletin, tabiî ve zarurî bir şekilde müdahale etmesi zorunluluğunu doğurmuştur.

Osmanlı vakıflarının geçirdiği bu istihale, büyük bir kısmının inkılap ettiği ve hâlâ muhafaza ettiği amme hizmeti gören müessese mahiyeti, hukuk tarihimize mahsus bir hususîlik sayılabilir.

Uluslararası hukuk platformlarındaki vakıf anlayışının aksine, Osmanlı İmparatorluğunda müessesenin ulaştığı bu mahiyet, vakıfların, hakikatte, amme hizmetlerinin büyük bir kısmını üzerlerine almaları ve bu suretle, sahalarının ve tesirlerinin artmasıyla açıklanabilir.

Bugünkü amme hizmetleri gören müesseselerin birçoğunun vakıf tesisatıyla kurulmuş olması, vakıf eserlerinin millî servetin ve medeniyet eserlerimizin mühim bir kısmını teşkil etmesi, müessesenin sosyal ve idarî hayatımızda çok önemli bir yer tutmasını intaç etmiştir.

Şimdi, müessesenin, kısaca, İslam hukukundaki yerine bir bakacak olursak, İslam hukukunda da, müessesenin mahiyeti ve tarifinde ihtilaflar mevcuttur, farklı görüşler mevcuttur. Özellikle, biraz daha konuyu özelleştirmek istersek, Hanefî fıkhına baktığımız zaman, vakıf müessesesi hakkında müçtehitler farklı görüşlere sahiptir; ama, bu görüşlerin toplandığı iki esas, iki ana görüş vardır. Bunlardan bir tanesi, vakfın bir ariyet anlaşması olduğuna dair olan görüştür ki, bunun temsilcisi İmamıazamdır. Bu görüşe göre, vakıf iradesinden her zaman rücu edilebilir; çünkü, aksi vukuunda, ekonomik ve sosyal hayatın, özellikle miras müessesesinin düzenlenmesinde sıkıntılar doğabilir. Bu, daha ziyade, olaya ekonomik mülahazalarla yapılan bir bakış şeklidir.

Yine, aynı içtihadı yapanların arkasında gelen daha farklı müçtehitlerin bazı görüşleri vardır ki, bunların birleştiği temel nokta, daha hukukî bir noktadır. Bunlar, vakıf müessesesini ıskatî bir tasarruf olarak değerlendirirler ve ıskat edilen mal, bu iradeyle, artık geriye dönmez ve vakfın malı olarak, vakıf amacına uygun bir şekilde kullanılmaya devam eder.

Yine, bir üçüncü görüş, teberruî olarak vakfın gelişmesidir, teberruî bir tasarruf olarak gelişmesidir. Bu tasarruftan da rücu caiz değildir.

Ama, netice itibariyle, bütün bunlardan sonra, önemli olan, vakıflarla görülen faaliyetlerin, vakıfların gördükleri hizmetlerin, giderek bir amme hizmetine inkılâp etmesidir. Bugün, Türk hukukunda da -yaygın olan görüş- belli bir gayeye tahsis edilen, umuma açık amme menfaati mülahazasıyla yapılan faaliyetler olarak değerlendirilir vakıflar. Onun için, vakıflar, amme hizmeti görür, amme düzeniyle alakalıdır ve amme düzeniyle alakalı olan vakıfların amme denetiminde olmasında büyük fayda vardır. Bugün gelinen nokta da budur. Benden önceki konuşmacılar “vakıflar denetleniyor” dediler. Evet, Medenî Kanunun ilgili maddelerine göre denetleniyorlar; ama, 108 inci maddenin öngördüğü bir anayasal kurum olarak Devlet Denetleme Kurulu, bu denetlemeyi anayasal bir yetki olarak zaten bugüne kadar yapıyordu, yapagelmiştir; ama, bu sefer, eksik olan ilgili kanuna bir madde ilaveyle Anayasaya uyumunu, uyum yasasını bu anda, burada konuşuyoruz.

Şimdi, bu istihalelerden sonra, bu gelişmelerden sonra, neden vakıflarla ilgili kanun huzurlara geldi, zamanı mıdır, şu anda gündeme gelmesinin bir gereği var mıdır diye, arkadaşlarımız bazı, itirazlarda bulundular ve tabiî, bütün bunların içerisinde en önemlisi de, irtica paketi içerisinde bir kanun tasarısı olarak değerlendirdiklerini ifade ettiler. Tabiî, bu kendi değerlendirmeleridir. Hadiseye böyle bakarsak, 21 inci Dönemde, bugüne kadar Mecliste görüştüğümüz birçok yasa, muhalefet grupları tarafından hep aynı itirazlarla karşılandı; yani, bir dayatma sonucu olarak Meclis gündemine gelen yasalar olarak değerlendirildi. Dört yıldızlı iradelerin baskıları sonucunda buraya geldikleri konusunda değerlendirmeler yapıldı. Bu konu, değerli grupların ve değerli grupların bu değerli sözcülerinin tamamen kendi düşünceleridir; ama, burada misakımillî sınırları içerisinde nasıl bir dayatma var ise, bunun iddiacıları, bu dayatmayı burada açıklamak zorundadırlar. Yani, Yüce Parlamento, 21 inci Dönemin seçilmiş insanları, burada ne gibi bir dayatmayla karşı karşıya, neden korkarak, neden ürkerek bu yasaları hızla, geceyarılarına kadar çalışarak çıkarmak zorundadırlar; bunun, iddiacıları tarafından burada açıklanması lazımdır; yoksa, bunlar, havada kalan iddialar olabilir. Burada, havada kalan iddiaları herkes ortaya koyabilir; bizim Grubumuzdan arkadaşlarımız da çıkıp ortaya koyabilir, Milliyetçi Hareket Partisi Grubundan arkadaşlarımız da ortaya koyabilir, DSP Grubundan arkadaşlarımız da ortaya koyabilir; ama, ortaya koyduğumuz iddiaları sağlam esaslarla desteklemezsek, bu iddialar, burada, yalnızca ve yalnızca birtakım münakaşalara, birtakım ihtilaflara ve hatta giderek birtakım kavgalara neden olur. Bu Parlamentonun görevi, hiç şüphesiz ki, kavga etmek değildir. Bu Parlamentonun görevi, bugüne kadar eksik kalmış veya biraz evvel grup sözcülerinin itiraz ettikleri gibi, geç kalmış bütün yasa tasarı ve tekliflerini, çıkarabildiği ölçüde, elinden geldiği ölçüde çıkarmak ve kamu yararına yasalaştırmaktır. Bu çaba için burada bulunuyoruz.

Onun için, ben, değerli sözcülerin bu konudaki görüşlerine, özellikle, katılamadığımızı ifade etmek istiyorum ve bunun, giderek, getirilecek her kanun tasarısında ileriye sürülecek bir iddia olarak, bir gelenek haline gelmesinden endişe ettiğimi ifade etmek istiyorum; çünkü, son derece tehlikeli bir gelişme olur. Burada, herkes, hür iradesiyle, kendini seçen kişilere karşı sorumlu olarak bir görev yapmaktadır ve herkes, en az değerli grupların temsilcileri kadar bu görevin sorumluluğunda, bilincinde ve şerefindedir. Onun için, bu konudaki eleştirilerimizi insaf ölçülerine çekip, sadece pozitif hukuka, mevcut yasalara, Anayasaya aykırılıklara ve özellikle kamu yararı noktalarında yoğunlaştırmamızın daha doğru olacağını düşünüyorum.

Özellikle, bu konuda derin vukufiyyetine büyük saygı duyduğum Sayın İyimaya’nın “acaba görünmeyen bir sebep mi vardır veya bir sivil alanın ileride seçilecek birisine, denetime açılması faaliyeti midir bu yasa tasarısının çıkarılması” eleştirisini, hakikaten, çok hayretle karşıladım. Kendisi, çok engin bir hukukçu, engin deneyimleri olan, gerçek anlamda bir anayasa mimarı, anayasa mühendisi; ama, bana göre, bu yaklaşımı çok insafsız ve şu anda, Değerli Fazilet Grubunun bu konudaki düşüncelerinden biraz fazla etkilenmiş gibi geliyor. Ben, kendisinin, bu kürsüde, daha ziyade, anayasa yorumuna ilişkin hukukî mütalaalarını duymak istiyorum bir hukukçu olarak.

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Öbür maddelerde yapacağız.

SÜHAN ÖZKAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli üyeler; netice itibariyle bir uyum yasasıdır. Bu, şu anda, Anayasanın 108 inci maddesiyle uyum sağlamak üzere huzurlarınızdadır ve kanunlaştırılması için yüksek tensiplerinize arz edilecektir.

Ben, vakıf müessesesinin hakikaten çok önemli bir müessese olduğunda ta Osmanlıdan bu yana Türk toplumsal hayatında, Türk sivil hayatında, örgütlenme hayatında çok önemli fonksiyonlar ifa ettiğinde, değerli gruplarla hemfikirim. Biraz evvel, Fazilet Partisi Grubunun değerli sözcüsünün bahsettiği vakfiyeyle ilgili, ben de bir şeyler söylemek isterim. Hakikaten, dünya sivil hayatına, sosyal hayatına örnek teşkil edecek bir vakfiyedir Fatih Sultan Mehmet Hanın Vakfiyesi. O vakfiyedeki bir maddeye de, izin verirseniz, burada değinmek istiyorum; mealen söylemeye çalışacağım: Muhtaçlara, gece karanlıkta evlerine yiyecek götürülsün vakfiyemden; bu yiyeceği götüren kişi, yiyeceği alacak kişinin kapısına bıraksın, birbirlerini görmesinler, birbirlerini tanımasınlar ve bu vakfiyeden, kimin nasıl yararlandığını, ancak kendisi bilsin deniliyor.

Ben, bütün vakıf anlayışının Osmanlıdan beri böyle gelen vakıf anlayışının, bundan sonra da bu anlayış çerçevesinde devam etmesini temenni ediyorum ve Anavatan Partisi Grubu olarak tasarıya olumlu oy vereceğimizi beyan ederek, Yüce Heyeti derin saygılarımla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özkan.

Gruplar adına, Demokratik Sol Parti Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Mehmet Özcan; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA MEHMET ÖZCAN (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 52 sıra sayılı Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Anayasamızın 108 inci maddesinde, Devlet Denetleme Kurulunun görevleri sayılırken, vakıflarda da her türlü araştırma, inceleme ve denetleme yapması öngörülmüş ve fakat 1.4.1981 tarih ve 2443 sayılı Kanuna vakıflar da yazılmadığından, bir boşluk meydana gelmiştir. Yüce Kurulumuza sunulan bu tasarıyla, söz konusu boşluk giderilmek istenilmekte, Anayasa ile kanun arasında uyum sağlanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, hukuk devletinin ve demokrasinin temel koşulu, temel ilkesi, denetim kurullarının sağlıklı çalışmasıdır. Demokrasilerde, gerçek kişiler, tüzelkişiler ve devlet organlarının tümü, yasal olarak belirlenmiş denetime tabidirler. Denetimin olmadığı yerde, özgürlükler değil anarşi ve yozlaşma ortaya çıkar. Söz konusu kanun tasarısında, vakıfların, Devlet Denetleme Kurulunca da denetlenmesi öngörülmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; vakıflar, Türk - İslam kültürünün vazgeçilmez sosyal kurumları olarak en başta gelir. Türk - İslam toplumlarının refahı, huzuru ve güvencesi olarak yüzyıllardır varlığını sürdürmüş olan vakıflar, ülkemizin, töremizin, ahlakımızın oluşmasında en büyük rolü oynamışlardır. Temelinde hayır, fedakârlık, yardımlaşma ve kaynaşma kavramları bulunan vakıflar, yoksulun, kimsesizin, çaresizin sığınağı, sığınacağı yer olmuştur. Türk hukukçularının tanımlamasına göre vakıf, menfaatı insanlara ait olmak üzere, bir mal varlığını, Allah’ın mülkü olarak saklamak, temlik ve temellükten yasaklamaktır. Bu tanıma göre, vakfedilen mal, kişisel mülkiyetten çıkarak Allah’ın mülkü haline gelecek ve bu malın sahibi olan bir kişi bulunmadığından, o mal üzerinde herhangi bir tasarruf yapılamayacaktır; ancak, bu malın sağladığı menfaatlar bir amaca özgülendiğinden, bu amaçla ilgili olanlar da o menfaatlardan yararlanacaklardır. Sadece insanlar için değil, göçmen kuşlar için, güzel kokulu nebatlar için bile vakıflar kurulduğu düşünülürse, atalarımızın bize bıraktığı kültür zenginliğini anlamamıza yeterlidir sanıyorum.

Ülkemizin her köşesini süsleyen vakıf eserleri, toplumsal tarihimizin şaheserleri olup, geleceğimizin manevî güvencesidirler. Nasıl, zaman içinde her kurum, kuruluş değişime uğruyorsa, uğradıysa, vakıflar da, değişen yaşam koşullarıyla birlikte gelişme göstermişlerdir. Vakıfların günümüzde hem sayıları artmış hem ilgi ve konuları çoğalmıştır. Eğitim, sağlık, kültür, ulaşım, çevre, din ve benzeri alanlarda vakıfların hizmetleri, rolleri, sayılamayacak kadar çoğalmıştır. Devletin bugün aslî görevleri sayılan sosyal, kültürel, bayındırlık hizmetlerini, geçmişte vakıfların üstlendiği bir gerçektir. Vakıflar sayesinde pek çok tarihî eser meydana getirilmiştir geçmişte. Cumhuriyet döneminde ise, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilerek günümüze kadar ayakta kalmaları sağlanmıştır bu büyük şaheserlerin.

Atalarımızın daha Anadolu’ya gelir gelmez kurup geliştirdiği bu örnek kurumlar, Batı dünyasında, gelişmiş ülkeler tarafından, 20 nci Yüzyılda hayranlıkla karşılanmış, gıptayla anılmaktadır. Hemen burada belirtmeliyim ki, Türk-İslam uygarlığının Batı dünyası karşısındaki en büyük üstünlüklerinden biri, vakıf anlayışının, bu Anadolu topraklarında yer etmesidir.

Günümüzde sivil toplum örgütlerinden olan kooperatif, dernek gibi tüzelkişilerde yaşanan sıkıntılar, ne yazık ki, son zamanlarda vakıflarda da yaşanmaktadır. Gerçek vakıf anlayışının yozlaştırılarak, siyasî, ticarî, ekonomik ve benzer çıkarlar için istismar edilmiş olması, ne yazık ki, vakıfların tümünü şaibe altına almıştır.

Kuruluş statüsü olmayan, yeterli mal varlığı bulunmayan, kurucularının gerçek niteliği bilinmeden yardım toplayan dernekler gibi, üyelerden yardım uman vakıfların, amacından da, adından da saptırıldığı, artık bilinen bir gerçektir. Oysa, vakıf, vakfedenin, kendi isteğiyle, birkısım mallarını ya da belirli ekonomik değerlerini ya da haklarını belirgin bir amaçla hayır ve hasenata tahsis etmesidir. Vakıf kurumu, özünde, başkasından yardım beklemez ve yine, vakıf, günlük siyasî ve ticarî menfaatların vasıtası hiç olamaz. Derneklerin sahip olmadığı avantajlı yasal koruyuculuk vakıflarda olduğu için, pek çok kurnaz, açıkgöz, art niyetli kişi veya grup, vakıf adı altında, çıkara yönelik ortaklıklar tesis etmiş bulunuyorlar. Son zamanlarda, ilçelere, beldelere kadar büyük patlama yapan vakıf furyasının denetlenmesi, âdeta, olanaksız hale gelmiştir. Yine, herkesçe bilinmektedir ki, adı ve tabelası olup da gireni çıkanı belli olmayan, ne iş yaptığı anlaşılmayan pek çok vakfın durumu vatandaş gözünde merak konusudur.

Kuruluşunda noter ve mahkemelerin izni dışında, işleyişlerinde, Vakıflar Genel Müdürlüğünün ve yargının denetimi, son derece yetersiz kalmaktadır. Özellikle eğitim kurumlarında, eğitim alanında kurulan vakıf okul ve üniversitelerinin, vatandaştan yardım, devletten katkı istemesi, vakıf kavramıyla hiç de uyuşmayan gelişmelerdir.

Burada, gerçekten, çok büyük katkılar yapan, Türk eğitim dünyasına çok büyük katkı yapan vakıfların varlığını da belirtmek isterim. Karşılıksız burslar vererek, barınma olanağı sağlayarak, pek çok çocuğumuzun, gencimizin geleceğini kurtaran Türk Eğitim Vakfının otuziki yılda 80 000’i aşkın öğrenciye burs verdiğini hatırlatmak gerekiyor. Maddî desteğe gereksinimi olan, başarılı teknik ve endüstri meslek liselerine, meslek yüksekokullarına, yüksekokul ve üniversitelere, master ve doktora öğrencilerine burslar verilmektedir. Bunun yanı sıra, her yıl, doğal afetlerde zarar gören ailelerin çocuklarına, özürlü ya da yetiştirme yurtlarında barınan öğrencilere burs kontenjanı ayrılmaktadır. Daha, Türk Eğitim Vakfı gibi, gerçekten, ülkemizin yüz akı olan vakıf kuruluşlarını burada tek tek saymak olanağı yok; ancak, şunu temenni edebiliriz ki, bu türden Türkiye’nin yüz akı olan vakıfların çoğalması, elbette herkesin dileğidir.

3294 sayılı Kanuna göre kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları da il ve ilçelerdeki faaliyetlerini büyük başarıyla sürdürmektedirler. Türk Medenî Kanununda “kanuna, ahlaka, adaba veya millî menfaatlara aykırı olarak veya siyasî düşünceyi veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek gayesiyle kurulmuş olan vakıfların tesciline karar verilemez” hükmüne rağmen, herkesçe bilinen, herkesin marufu ve meşhur olan vakıfların da, yıllarca ülkemizde faaliyet gösterdiğini herkes biliyor.

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Büyük Atatürk, ulusal ve kutsal değerlerimizin siyasî çıkarlar uğruna istismar edilmesini önlemek için, kendi zamanında, bu tür kötü niyetli girişimlere izin vermemiştir. 3 Mart 1924 yılında yapılan yasal düzenlemeyle, evkaf işleri, Vakıflar Genel Müdürlüğüne bırakılmış; değişen hükümetlerin vakıflar üzerinde siyaset yapması önlenmek istenmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün, yaklaşık 5 000 civarında kayıtlı vakıf bulunmaktadır. Medenî Kanunumuza göre kurulan vakıflar, ayrı, bağımsız ve tüzelkişiliğe sahiptirler. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğünün, bunlar üzerinde yönetim yetkisi olmayıp, yalnızca vakıf senetlerine göre uygunluk denetimi yetkisi bulunmaktadır. Binlerce vakıf ve şubelerinin, sayıları çok sınırlı olan müfettişlerce normal denetimlerinin bile yıllarca süreceği hesaplanırsa, Devlet Denetleme Kurulunun yapacağı katkının önemi daha iyi anlaşılır.

Vakıf kurumunun dernekleşmesini önlemek ve vakıfların istismar edilmesine mâni olacak tebliğler 1997 ve 1998 yıllarında yayımlanmışsa da, kalıcı çözüm sağlanamamıştır. 1982 Anayasasının 33 üncü maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan hükme göre “dernekler, 13 üncü maddedeki genel sınırlamalara aykırı hareket edemeyecekleri gibi; siyasî amaç güdemezler, siyasî faaliyette bulunamazlar, siyasî partilerden destek göremez ve onlara destek olamazlar, sendikalarla, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve vakıflarla bu amaçla ortak hareket edemezler.” Ne var ki, Anayasada 1995 yılında yapılan değişiklikle, bu madde yürürlükten kaldırılmış bulunmaktadır. Aynı maddenin son fıkrasında “bu madde hükmü vakıflara ve bu nitelikteki kurulaşlara da uygulanır” ifadesi yer aldığından, dernekler gibi, vakıfların da siyaset yasağı Anayasamızda kaldırılmış bulunmaktadır.

İşte bu noktada, vakıfların ticarî ve siyasî istismar vasıtası yapılması ihtimali, kültürümüzün bu ulvî kurumunu, günümüzde, ne yazık ki, şüpheler altında tutmaktadır. Ata mirası vakıfları şaibeden kurtarmak, millî kültürümüze en büyük hizmet olacaktır. Zaten, Anayasamızın 108 inci maddesi “idarenin hukuka uygunluğunun, düzenli ve verimli şekilde yürütülmesinin ve geliştirilmesinin sağlanması amacıyla, Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak kurulan Devlet Denetleme Kurulu, Cumhurbaşkanının isteği üzerine, tüm kamu kurum ve kuruluşlarında ve sermayesinin yarısından fazlasına bu kurum ve kuruluşların katıldığı her türlü kuruluşta, kamu kurumu niteliğinde olan meslek kuruluşlarında, her düzeydeki işçi ve işveren meslek kuruluşlarında, kamuya yararlı derneklerle vakıflarda, her türlü inceleme, araştırma ve denetlemeleri yapar” hükmü gereği, ilgili yasaya “vakıflar” ibaresini koymamızı emretmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye’nin kalkınması için, Türkiye’nin aydınlık geleceği için, vakıfları kurtarmak için, vakıfların, mutlaka, sağlıklı ve amacına uygun şekilde denetlenmesi bugün bir zorunluluktur. Bu tasarının kanunlaşmasına destek vermek, vakıfseverliğin gereği ve millî kültürümüze en büyük hizmet olacaktır; ancak, şunu da belirtmeden geçemeyeceğim ki, vakıfların gerçek denetimini, vatandaşlarımızın uyanık duyarlılığı, uyanık bilinci yapacaktır; bunu belirtmek istiyorum.

En derin saygılarımı sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Şahsı adına, Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Son ikibuçuk yıldır en çok konuşulan hususlardan birisinin de vakıflar olduğunu biliyoruz. Her şeyden önce vakıf üzerinde biraz durmak istiyorum.

Vakıf nedir? Vakıflar, insan ekseni etrafında dönüp dolaşan bir hizmet kuruluşudur. Yeryüzünde insanı mutlu edecek ve çevreyi koruyacak ne kadar iyi ve güzel haslet varsa, çağlar boyu, hepsi, vakıfların hizmet alanları içerisinde yer almıştır. Vakıfların hedef kitlesi, insan; amacı, huzuru yakalamaktır.

Kâinatı yaratan Yüce Allah, tüm mahlukatı, insanın hizmetine sunmuş; insanın da insanlığın hizmetine koşmasını, rızai ilahî kazanmasının bir basamağı saymıştır. “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydası olandır” ilkesini kendisine rehber edinen ecdadımız, İslam tarihi boyunca hayır hizmetlerini vakıf müesseseleriyle kurumlaştırmıştır. Peygamber Efendimizin Fedek Çiftliğini vakfederek başlattığı bu gelenek bir çığ gibi büyümüş, yardımlaşma ve dayanışma duygusu kurumsal bir disiplin altına alınmıştır.

İnsanların faydası olması için bir malı Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla sahiplenme ve sahiplendirmeden sonsuza kadar menederek bağışlamak demek olan vakıf, insan hayatının korunması, geliştirilmesi, toplumsal düzenin her türlü yozlaşmadan korunması, hayatın güzelleştirilmesi gibi ulvî amaçlara matuftur. Bu maksatla, vakıf yoluyla, Osmanlı döneminde camiler, çeşmeler, kervansaraylar, yollar, köprüler yapılmış ve tarih boyunca vakıflar, bugün merkezî ve yerel yönetimin üstlendiği görevleri yerine getirmişlerdir. Aslında vakıf, bir kimsenin kendi rızasıyla servetinden bir bölümünü ayırarak kamunun hizmetine sunmasıdır. Burada, insanî bir haslet olan rızaya dayalı paylaşma esastır, hasbîlik önplandadır. Bu sayede, Allah’a ait olan servet, O’nun rızasına uygun bir amaca tahsis edilmek suretiyle doyuma ulaşılmakta, dünyada ve ahrette mutluluğa ulaşmak amaçlanmaktadır. Vakıflardaki bu temel özellik, bizim millet olarak vakıf kültürümüzün temel ilkesini oluşturmaktadır. Ne yazık ki, son dönemlerde yapılan hukukî düzenlemeler, geleneğimizdeki vakıf uygulamaları dikkate alınmadan vaki hukuk sistemi içerisinde yapılmıştır. Bir başka deyişle, vakfın temelinde var olan ruh yeni düzenlemelere yansıtılmamış, vakıfların kurulması, özden yoksun, kuru bir şekil şartına bağlanmıştır. Böyle olunca, vakıf düşüncesinde bugün sapmalar yaşıyoruz. Bugün görüştüğümüz bu kanun tasarısı, bu sapmalardan bir tanesidir.

Değerli arkadaşlarım, görüşmelerin başında, bir grup başkanvekili arkadaşımız, bu tasarının irtica kanunu olmasından dolayı, sözcü arkadaşımız da aynı şekilde irtica kanunu diye isimlendirilmesinden dolayı duydukları rahatsızlığı ifade ettiler. Ben de bu kelimeden hoşlanmıyorum, irtica kanunu denilmesinden hoşlanmıyorum; ama, gelin görün ki, bizim hoşlanmamamız veya sizin hoşlanmamanız bir şey ifade etmiyor; bu kanun tasarısı ve bu tasarının da içinde bulunduğu paket, basında günlerce, irtica kanunu, irtica paketi olarak söylenmiş, söylenedurmuş. Bugüne kadar bu tasarı bu şekilde de tanındığı için, ister istemez sözcü arkadaşlar, bu tasarıyı irtica kanunuyla tavsif etmek durumunda kalıyorlar.

Yine, grup başkanvekili arkadaşımız, altında 54 üncü hükümetin Başbakanı Sayın Erbakan’ın imzasının bulunduğu bir belgeyi okudu. Çok doğru; bu belge, doğru bir belge; ama, 54 üncü hükümet zamanında vakıflarla ilgili, özellikle irticaî kanunlarla ilgili hiçbir kanunî düzenlemenin yapılıp Meclise gönderildiğine, Türkiye’de hiç kimse şahit değildir. Böyle bir şey yapılması istenmiş olabilir; ama, 54 üncü hükümet zamanında, ne bu kanun tasarısı ne bir başka kanun tasarısı, hazırlanıp Meclise gönderilmiş, görüşülmesi temin edilmiş değildir; böyle bir kanun yok, ne vakıflarla ilgili ne başka kanunlarla ilgili.

Çok değerli arkadaşlarım, bu tasarıyla, Devlet Denetleme Kurulunun, vakıfları denetlemesi isteniyor. Vakıflar denetlenmiyor mu; vakıflar denetleniyor, Vakıflar Genel Müdürlüğünün 100 civarında müfettişi, 5 000 civarındaki vakfı denetliyor; iki yılda bir denetleme zorunluluğu var. Aslında burada düşünülmesi, konuşulması, görüşülmesi gereken husus şudur: Biz devlet olarak, bir vakıf kurmayı ve bu vakıfla yurttaşlarına hizmet etmeyi düşünen insanlara güven duyuyor muyuz duymuyor muyuz? Asıl bu meselenin temelinde, ben, bir güvensizlik duygusunun yattığı kanaatindeyim. Bir polis memuruna güvendiğimiz kadar, bir jandarmaya güvendiğimiz kadar, bir devlet memuruna güvendiğimiz kadar, vakıf kurmaya kendisini hazırlamış, vakıf kurmuş ve bu yolla ülkesine, memleketine hizmet eden insanlara güven duyduğumuz takdirde, bu problemlerin kendiliğinden halledilebileceği kanaatindeyim.

Bu, ilk düzenleme de değildir; 21 Eylül 1997 tarih ve 25117 sayılı Resmî Gazetede bir tebliğ neşredildi, 55 inci hükümet döneminde ve bu tebliğle, vakıf kurulması zorlaştırıldı. Bunların hepsini okuyup vaktinizi almak istemiyorum; ama, kurucular hakkında öyle soruşturmalar yapılıyor ki, sanki, bu adam, Millî İstihbarat Teşkilatında görev alacak. Yine, genel kurulu yapıldığı zaman, Türkiye’nin en büyük gazetesinde ilan edilecek, Resmî Gazetede yayımlanacak; hesapları denetlenecek, Resmî Gazetede yayımlanacak, gibi zorlaştırıcı hükümler, vakıfların kurulmasının engellenmesine matuf çalışmalardır; bunu, sanıyorum, çok kolay anlamak mümkündür.

Zaten, basından da izlediğimiz kadarıyla, çok sık, Türkiye’de vakıfların çok fazla kurulduğundan şikâyet edilir. Halbuki, rakamlara baktığımız zaman, bunun böyle olmadığını görüyoruz. Osmanlıdan cumhuriyete kadar kurulan vakıf sayısını, biraz önce, arkadaşımız 30 000 diye ifade etti; 35 000’i arşivlerde var, 40 000 civarında vakıf kurulmuş. Cumhuriyetten 1967 yılına, 1969 yılına kadar bir boşluk var, kimse vakıf kurmamış; ama, 903 sayılı Kanunun kabulünden sonra, imkânlarını halkın istifadesine sunmak için, bu memleketi, bu milleti seven insanlar, servetlerini ayırmak suretiyle, kendi paylarına düşen hizmetleri görmenin çabası içerisinde olmuşlar. Şimdi biz, bu düzenlemelerle, bunun önüne geçmeye çalışıyoruz. Peki, bugüne kadar, hangi vakıf, hangi suçu işlemiş ve yargıda cezasını görmüştür; yok böyle bir şey.

12 Eylülden sonra, haklı haksız, sağda, solda, bazı tutuklamalar olmuş, mağduriyetler artmış; birkısım insanlar, bir araya gelmek suretiyle, bu mağduriyete uğrayan insanlara yardım etmek için vakıf kurmuşlar. Daha sonra, neden yardım ettiniz gerekçesiyle, bu vakıfların soruşturmaya tabi tutulduğunu, bu vakıf mensuplarının yargılandıklarını ve daha sonra da beraat ettiklerini görüyoruz; sağdan, soldan veya başka bir düşünceden, hiç önemli değil. Önemli olan, sivil hayatta insanların yapmaya çalıştıkları hizmetler hususunda, devletin ve insanların, bu insanlara güven duymasıdır.

Değerli arkadaşlarım, bugün bizler, özellikle, vakıf anlayışının topluma mal edilmesinin çabası içerisinde olmalıyız diye düşünüyorum.

BAŞKAN – Sayın Tunç, sürenize 1 dakika ilave ediyorum efendim.

Buyurun.

AHMET CEMİL TUNÇ (Devamla) – Vakıf ruhunun canlanması ve yaygınlaşması, toplumsal dokunun sağlıklı örülmesine de sebep olacaktır. Birlik, beraberlik, dayanışma duygusunun kolektif hale getirilmesi, sosyal, kültürel ve siyasal bütünlüğümüzün de temelini oluşturacaktır. Vakıfların tarihî misyonuna kavuşması, bugün arzu edilen ademimerkeziyetçi ve çoğulcu, katılımcı yapılanmayla da örtüşmektedir.

Biz, vakıfları çok önemsiyoruz; çünkü, vakıf terbiyesinden geçmiş bir insan topluluğunun oluşturacağı siyaset modeli, hoşgörü, çokseslilik, katılımcılık üzerinde yükselecektir.

Bu duygularla, görüşülmekte olan bu kanun tasarısının aleyhinde oy kullanacağımı belirtir, Yüce Meclise saygılarımı sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tunç.

Değerli milletvekilleri, çalışma süremiz hemen hemen bitmek üzeredir; daha, şahısları adına bir konuşmacı ve ayrıca, Hükümet adına da söz talebi bulunmaktadır.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 23 Temmuz 1999 Cuma günü saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 21.59

 

 

 

VIII. — SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. — Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın’ın, Siirt 50 nci Yıl SSKHastanesinin sağlık personeli ihtiyacına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’ın yazılı cevabı (7/96)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Yaşar Okuyan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla. 22.6.1999 Ahmet Nurettin Aydın Siirt

Sorular :

1. 54 üncü Hükümet döneminde hizmete açılan ve 200 bin insana hitap etmesi amaçlanan Siirt 50 nci Yıl SSK Hastanesi, aradan üç yıl geçmesine rağmen, tabip ve diğer sağlık personeli yetersizliği nedeni ile yeterli hizmet verememektedir. Halen sadece iki pratisyen hekimin bulunduğu hastaneye Dahiliye, Kadın Doğum, Göz, KBB, Çocuk, Üroloji vb. dallarında uzman doktor atamayı düşünüyor musunuz?

2. Siirt İline bağlı ilçelerde SSKsağlık istasyonları kurmayı planlıyor musunuz? Sağlık istasyonlarını oluşturuncaya kadar, sirgortalıların devlet hastanelerinden yararlandırılmalarını sağlayacak mısınız?

3. Siirt 50 nci Yıl SSK Hastanesinden, hastanenin uzman doktor kadrosu tamamlanıncaya kadar, uzmanlık gerektiren durumlarda devlet hastanesine sevk yapma olanağını sağlamayı düşünüyor musunuz?

4. SSK’da bulunmayan ilaçların dışarıdan alınabilmesi için eczanelerle anlaşma yapmayı düşünüyor musunuz?

5. 65 yatak kapasitesine sahip olan Siirt SSK 50 nci Yıl Hastanesi hangi tarihten itibaren yatan hasta kabul edebilecektir?

T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Sosyal Güvenlik Kuruluşları Genel Müdürlüğü 22.7.1999 Sayı : B.13.0.SGK.0.13.00.01/3995-017465

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 29.6.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/96-466/01813 sayılı yazınız.

Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın tarafından hazırlanan “Siirt 50 nci Yıl Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesinin sağlık personeli ihtiyacına ilişkin” 7/96 Esas No.’lu yazılı soru önergesi Bakanlığımızca incelenmiştir.

Sosyal Sigortalar Kurumu Siirt 50 nci Yıl Hastanesinde 2 tabip, 1 diş tabibi, 14 hemşire, 5 ebe, 6 laborant, 9 sağlık teknisyeni görev yapmaktadır.

Sağlık Bakanlığı norm kadro kıstaslarına göre kurum sağlık tesislerinin verimli çalışabilmesi için toplam kadro sayısının 66 000 olması gerekirken bugün kurum sağlık tesislerinde 45 000 personel ile hizmet verilmeye çalışılmaktadır. Diğer bir anlatımla kurum sağlık tesislerinin 21 000 kadroya daha ihtiyacı bulunmaktadır.

Türkiye genelinde 1997 yılı rakamları ile bir hekime 801 kişi düşerken, Sosyal Sigortalar Kurumunda bir hekime düşen kişi sayısı 3 582’dir.

Sosyal Sigortalar Kurumu bugün, Sağlık Bakanlığı normlarına göre 22 000 personel açığı ile hizmet vermektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde bulunan Sosyal Güvenlik Reformu Kanun Tasarısında kurum için yeni kadroların ihdasını öngören düzenlemeler de yer almaktadır.

Sözkonusu tasarının kanunlaşması halinde, kurum sağlık tesislerinin doktor ve diğer sağlık personeli ihtiyacı da büyük ölçüde karşılanmış olacaktır.

Diğer taraftan, Sosyal Sigortalar Kurumu Siirt Kurtalan sağlık istasyonu 1998 Aralık ayında hizmete geçirilmiştir.

Kurumca sağlık tesisi açılmasında baz alınan kıstaslara göre, ancak 1 000 aktif sigortalısı bulunan yerlerde sağlık istasyonu açılması için çalışma yapılabilmektedir.

Siirt İli ilçelerinin aktif sigortalı sayıları sağlık istasyonu açılmasına yeterli olmadığından, bugün için anılan ilçelerde kurumca sağlık istasyonu açılması konusunda çalışma yapılması mümkün bulunmamaktadır.

Bakanlığımız, Sağlık Bakanlığı, Bağ-Kur Genel Müdürlüğü ile Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü arasında imzalanan 16.1.1997 günlü protokol kapsamına Türkiye genelindeki tüm devlet hastaneleri alınmıştır.

Protokol kapsamında bulunan yerlerde kurum sağlık tesisinin olması halinde, Sağlık Bakanlığı yataklı sağlık kuruluşlarına sigortalı hastalar bu tesisten sevk ile gönderilmektedir.

Mesai saatleri dışında ve resmî tatil günlerinde devlet hastanelerine başvuran sigortalılardan ancak sağlık durumu acil tedavi gerektirenlerin tedavisi yapılmakta, bunun dışında kalan vakaların gerekirse mesai saatlerinde kurum sağlık tesisinden sevk edilmeleri gerekmektedir.

Kurum sağlık tesisinin bulunduğu yerlerde sigortalı hastaların öncelikle bu sağlık tesisinin olanakları ölçüsünde muayene, tetkik ve tedavisi sağlanmaktadır.

Ayrıca, Bakanlığımız ile Sağlık Bakanlığı arasında 12.3.1984 gününde imzalanmış bulunan protokol gereğince hastanelere sevki gereken hasta, işçi ve bakmakla yükümlü oldukları kimseler, o yörede Sosyal Sigortalar Kurumu hastanesinin bulunmaması halinde sağlık ocağı tabibi tarafından en yakın devlet hastanesine sevk edilmektedir.

Siirt İlinde 5.7.1999 tarihinden geçerli olmak üzere Merkez İlçede Merkez Eczanesi ile Baykan İlçesinde de Erdoğan Eczanesi ile sözleşme imzalanmıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

Yaşar Okuyan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı

2. — Bursa Milletvekili Teoman Özalp’in, basit usulde vergilendirme sistemine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın yazılı cevabı (7/105)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki belirttiğim sorularımın Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunu arz ederim.

Saygılarımla. 25.6.1999 Teoman Özalp Bursa

Sorular :

1. Basit usulde vergileme sisteminin yaklaşık bir milyon mükellef tarafından anlaşılamadığı konusunda tarafıma müracaatlar olmaktadır. Mükellefler tarafından bu hususun anlaşılabilmesi için ne gibi tedbirler almayı düşünüyorsunuz?

2. Küçük sermayeli esnafımız ile tüm odalarımız mevzuatla boğuşur hale getirilmiştir. Mevzuatın daha anlaşılır hale getirilmesini düşünüyor musunuz?

3. Basit usulde vergilendirmeye tabi mükelleflere dönük uygulamanın 30.6.1999 tarihinde bitecek olması, bu mükellefleri sıkıntıya sokacaktır. Mevcut uygulamanın 31.12.1999 tarihine kadar uzatılması gerekmektedir. Bu hususta ne düşünüyorsunuz?

T.C. Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü 22.7.1999 Sayı : B.07.0.GEL.0.44/4425-181-031472

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığının 7.7.1999 tarihli ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/105-503/1902 sayılı yazıları.

Tarafımdan cevaplandırılmak üzere, Bursa Milletvekili Sayın Teoman Özalp tarafından ilgi yazı eki 1/1-36 sayılı yazılı soru önergesinde belirtilen hususlarla ilgili Bakanlığımız cevabı aşağıda açıklanmıştır.

4369 sayılı Kanunla yapılan değişikliklerden biri de “Basit Usulde Vergilendirme” esasına geçilmesidir. Bununla; kayıt dışı ekonominin kontrol altına alınması, belge düzeninin yerleştirilmesi ve vergilendirmede gerçek kazancın esas alınmasının sağlanması amaçlanmıştır. Bu amacın gerçekleştirilmesi çerçevesinde kaldırılan götürü usulden farklı olarak basit usulde vergilendirilen mükelleflerin belge düzenlemeleri gerekmektedir.

1. 4369 sayılı Yasa uyarınca 1.1.1999 tarihinden itibaren yaklaşık olarak 800 bin mükellef götürü usulden basit usulde vergilendirme usulüne geçmiştir. Uygulamaya yeni geçilmiş olması nedeniyle gerek belgelerin basımı, dağıtmı ve kullanımında gerekse kayıtların tutulmasında bazı aksamalar yaşanmıştır. Sözkonusu aksaklıkların giderilmesi amacıyla Bakanlığımızca ilgili meslek odalarıyla da yakın diyalog kurularak 215 ve 225 Seri No.’lu Gelir Vergisi Genel Tebliğleri ve 21.12.1998 tarih ve 48838 sayılı genel yazımızla gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Bu çerçevede; mükelleflerin 31.12.1999 tarihine kadar gün sonunda düzenleyecekleri tek fatura ile günlük hasılâtlarını belgeleyebilmelerine imkân sağlanmıştır.

Basit usulde vergilendirme esası ile ilgili sorunların kısa süre içerisinde çözüme kavuşturulması, konunun göreceli olarak eğitim olanaklarından daha az yararlanabilmiş geniş mükellef kitlesi tarafından kolayca anlaşılması ve benimsenmesi için ilgili meslek odalarıyla koordineli bir şekilde çalışmalara devam edilmektedir.

2. Vergileme ilkelerinden birisi de basitlik olup, gerek vergi yasa tasarısı çalışmaları sırasında gerekse de Bakanlığımızca yapılan düzenlemelerde bu ilke dikkate alınmaktadır. 4369 sayılı Kanunun yasalaşma sürecinde de bu ilkeye azamî dikkat gösterilmiş mükelleflere ve odalara en az külfet getirilmesi sağlanmıştır.

Basit usulde vergilendirilen mükelleflerin ve bu mükelleflere vergilendirme konusunda hizmet sunan meslek odalarının bu yükümlülüklerini daha kolay yerine getirmelerini sağlamak amacıyla konu ile ilgili düzenlemeler uygulama sonuçları çerçevesinde değerlendirilmekte ve gözden geçirilmektedir.

3. Basit usulde vergilendirilen mükelleflerin yeni düzenlemeye intibak edebilmeleri ve gerekli hazırlıkları yapabilmeleri için 1.1.1999 tarihinden 30.6.1999 tarihine kadar belge vermedikleri günlük hasılâtları için gün sonunda tek bir fatura düzenleme uygulaması 30.6.1999 tarih ve 23741 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 225 Seri No.’lu Gelir Vergisi Genel Tebliği ile 31.12.1999 tarihine kadar uzatılmıştır.

Bilgilerine arz ederim.

Sümer Oral Maliye Bakanı

3. — Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün, zeytin ve zeytinyağı üreticilerinin sorunlarına ve zeytinyağı borsası kurulup kurulmayacağına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun yazılı cevabı (7/132)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletinizi saygılarımla arz ederim. 23.6.1999

İsmail Özgün Balıkesir

Soru 1. Ülkemiz zeytin ve zeytinyağı sektöründe büyük sıkıntılar yaşanmaktadır. 1998-1999 döneminde çitfçilerimiz fiyatların düşük olmasından dolayı zarar etmiş hatta zeytinci zeytinini toplamamış dalında bırakmıştır. Gerekli tedbirler alınmadığı takdirde zeytin ve zeytinyağı işi giderek yok olacak zeytinlik alanlar betonlaşacaktır? Bu şartlar altında zeytinyağı sektörünün içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtulması için ne gibi tedbirler alınmaktadır? Sorunların tartışılıp çözüme kavuşturulması amacıyla üretci, sanayici, ihracatçı ve devlet kuruluşlarını bir araya getirecek Türkiye Zeytinyağı Konseyi kurulması düşünülüyor mu?

Soru 2. Balıkesir İlimizin Türkiye zeytinyağı üretimine katkısı büyüktür ve en kaliteli zeytinyağı Balıkesir’in Körfezinde Ayvalık, Edremit, Havran, Gömeç ve Burhaniye ilçelerinde üretilmektedir. Balıkesir İlinin 1998 yılı zeytinyağı üretimi, 36 313 ton olup, Türkiye toplam zeytinyağı üretiminin 1/6’sını oluşturmaktadır. Zeytinyağı Balıkesir borsasının kotasyonunda bulunmakla birlikte sadece zeytinyağına özgü “Zeytinyağı Borsası”nın kurulmasının ilimiz ve ülkemiz ekonomisi bakımından yararlı olacağ düşüncesinden hareketle Balıkesir’de zeytinyağı üretiminin en fazla olduğu Ayvalık, Edremit yöresinde bir “Zeytinyağı Borsası” kurulması konusunda ne düşünülmektedir? Bu konuda bir çalışma var mıdır?

Soru 3. Zeytinyağı için üretcilere kiloda 40 cent destekleme primi verileceği söylenmiştir. Bu primler ne zaman ödencek?

T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği 19.7.1999 Sayı : B.14.0.BHİ.01-189

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 7.7.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/132-572/02013 sayılı yazınız.

Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün, “Zeytin ve zeytinyağı üretcilerinin sorunlarına ve zeytinyağı borsası kurulup kurulmayacağına” ilişkin olarak tarafımdan cevaplandırılmasını istediği (7/132) esas no.’lu yazılı soru önergesiyle ilgili cevabımız ekte takdim edilmiştir.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

Ahmet Kenan Tanrıkulu Sanayi ve Ticaret Bakanı

Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün Yazılı Soru Önergesine İlişkin Cevap Metni

1. 1998/99 döneminde Marmarabirlik tarafından 750 000 TL/Kg fiyatla 32 818 ton zeytin alımı yapılmıştır. Geçen yılın alımına göre % 70 fiyat artışı gerçekleşmiştir. Marmarabirlik üreticiye olan borçlarını gecikmeksizin tamamen ödemiştir.

Yine, 1998 yılında ülkemiz zeytinyağı üretiminde de var yılı olmuştur. 180 000 ton rekolte, 20 000 ton stok devri olmak üzere toplam arz 200 000 ton olarak gerçekleşmiştir.

1998 yılında zeytinyağı üretiminin var yılı olmasına karşın dünya ve ülkemiz fiyatlarındaki düşüklük, yüksek üretim maliyetleri ve satış sorunları karşısında, üreticinin korunması, aynı zamanda zeytinyağı ihracatçısının ve sanayicisinin rekabet edebilir fiyatlarla zeytinyağı alabilmesini sağlamak amacıyla zeytinyağında prim sistemi uygulanması gerekli görülmüştür. Bu amaçla sektörün temsilcileriyle de çeşitli toplantılar yapılarak çalışmalar sonuçlandırılmıştır. 26.11.1998 tarihli ve 98/12122 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla zeytinyağında prim uygulamasına geçilmiştir.

Öte yandan prim siteminin yanında gerek Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birliğinin gerekse Güneydoğubirliğin zeytinyağı alımları yaparak piyasayı düzenleme işlevlerini yerine getirebilmesi için ihtiyaç duyulan finansman ayrıca sağlanmıştır.

Zeytinyağı alım sezonunun açılmasını takiben Avrupadaki arzın beklenilenden düşük gerçekleşmesi nedeniyle dış piyasada zeytinyağı fiyatları yükselmeye başlamış ve bu durum iç piyasa fiyatlarına da yansımıştır.

Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birliği 320 000 TL/Kg başlangıç fiyatından zeytinyağı alımlarına başlamıştır. Piyasadaki fiyat yükselmelerine paralel olarak birlik tüm alımlarını 450 000 TL/Kg fiyatla gerçekleştirmiş ve ürün bedelinin tamamını üreticilere ödemiştir. Böylece primli fiyatla birlikte geçen yılın fiyatına göre ortalama % 114 artış sağlanmıştır.

Öte yandan, bu dönemde ihracatta önemli miktarda artış sağlandığından stok sorunu yaşanmamaktadır.

Bu arada zeytinyağı üretcileri, sanayici ve ihracatçılarının biraraya gelerek problemler ile çözüm önerilerini ortaya koymaları ve bunarı ilgili kamu kuruluşlarına iletmeleri imkân dahilindedir.

2. Ayvalık-Edremit yöresinde “Zeytinyağı Borsası” kurulması konusu Bakanlığımızca incelenmektedir. Bu aşamada konuyla ilgili olarak bilgi ve görüşler toplanmaktadır. Dünya Bankasının kredi desteğiyle Bakanlığımız koordinatörlüğünde pamuk ve buğday için 7 borsanın geliştirilmesi projesinden olumlu sonuç alınması halinde, zeytinyağı da dahil olmak üzere bazı diğer tarım ürünleri için ihtisas borsası kurulması hususu değerlendirilecektir.

3. Bütçe disiplini içinde kaynağı yaratılarak pamukta olduğu gibi üreticiye dünya fiyatları ve maliyetler dikkate alınıp dolar bazında belirlenecek primin 1999 yılı bütçesine konulan ödenekle karşılanması hedeflenmiştir. Üreticiye 40 Cent/Kg prim ödenmesi kararlaştırılmış ve bunun için 30 trilyon ödenek tahsis edilmiştir.

Prim uygulamasına yönelik olarak kurulmuş olan komisyonlar çalışmalarını sürdürmekte olup, Ziraat Bankasına 1.5 trilyon lira kaynak aktarımında bulunulmuştur.

4. — Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın’ın, Siirt-Şirvan Cevizli Beldesi köy ve mezra yollarının yapımına ve Köy Hizmetlerine bağlı geçici işçilerin kadro sorununa ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’ın yazılı cevabı (7/146)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Köy Hizmetlerinden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Mustafa Yılmaz tarafndan yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla. 28.6.1999 Ahmet Nurettin Aydın Siirt

Sorular : 

1. Siirt İli Şirvan İlçesine bağlı, çevre köy ve mezraları ile birlikte 6 000 vatandaşımızın yaşadığı Cevizlik Beldesine ulaşım sağlayan herhangi bir yol bulunmamaktadır. 21 inci yüzyıla girerken insanların binek hayvanı sırtında hastası ile yaşlısı ile saatlerce şehir merkezlerine yürümek zorunda kalması ülkemiz adına utanç verici bir durumdur. Cevizlik Beldesi köy ve mezralarının yollarının yapımı için 1999 yılı bütçesinden para ayırmayı düşünüyor musunuz?

2. Kamu yatırımları açısından geçtiğimiz bütçe döneminde son sırayı alan Siirt İlimiz, bu bütçe döneminde Siirt Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünün atılım yapabilmesi için gerekli ödenekleri alabilecek midir? Bu ödeneklerle İl Müdürlüğümüzün makina parkını geliştirmeyi düşünüyor musunuz?

3. Siirt İlimizde her yıl sorun olan Köy Hizmetlerine bağlı geçici işçilerin kadro ve istihdam sorunları bu yıl da sorun olmaya devam edecek midir?

T.C. Devlet Bakanlığı 21.7.1999 Sayı : B.02.0.010/031.4204

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığı Genel Sekreterliğinin 7.7.1999 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/146-620/2136 sayılı yazısı.

Siirt Milletvekili Sayın Ahmet Nurettin Aydın’ın soru önergesi incelenmiştir.

Nahiye yol bağlantısından Bindan, Karahisar, Kayalı, Gürgencik (12.5 Km. 9 bin Bindalı ve mezraları (4 Km) yine nahiye yol bağlantısından hat ve toplu mezarlar yolu toplam (5.5) Km’dir.

Köy yolu bağlantısından Oya ve köy yolu bağlantısından Keşmetaş Bistan yollarının tamamı geçmiş yıllarda tesviyeli olarak açılmış ve 1999 yılında da bu yollardan Oya, Keşmetaş, Bistan-Kayahisar, Kayalı yollarının bakım-onarım çalışmaları tamamlanmıştır.

Hat ve toplu mezarların yolu olmayıp ileriki yıllar programında değerlendirilecektir.

Bahsekonu yolların yaz-kış ulaşıma açılabilmesi, TCK yol ağında bulunan Cevizlik nahiye yolunun TCK tarafından ulaşıma elverişli hale getirilmesinden sonraki köy ve mezra yollarında gerekli çalışmalar daha iyi bir şekilde yapılacaktır.

Genel Müdürlüğümüzün makine yenileme ve dengeleme projesi kapsamında ihaleler yapılmışıtr. Makinaların teslim alınmasını müteakip, ilin köy yolu ağı dikkate alınmak suretiyle makine parkı takviye edilecektir.

Genel Müdürlüğümüz bünyesinde çalışan mevsimlik işçilerin çalışma süreleri daha önceki yıllara oranla daha fazla artırılmış ve 4.1.1999 tarihinde başlayan çalışma sezonu halen devam etmektedir.

Bunun yanında mevsimlik işçiler için kadro çalışmaları yakın zamanda başlayacaktır.

Bilgilerinize arz ederim.

Mustafa Yılmaz Devlet Bakanı

BİRLEŞİM 37 NİN SONU