DÖNEM : 21 YASAMA YILI : 1

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 5

 

26 ncı Birleşim

29 . 6 . 1999 Salı

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. — GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. — GELEN KÂĞITLAR

III. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. — 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1) (S. Sayısı : 3)

2. —1997 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait GenelUygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1997 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/122, 1/3) (S. Sayısı :8)

3.—Katma Bütçeli İdareler 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/2) (S. Sayısı :4)

4.—1997 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1997 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/123, 1/4) (S. Sayısı :9)

IV. —SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. —Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, 19, 20, ve 21 inci dönem milletvekillerinden çifte vatandaşlığa sahip olanlara ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in yazılı cevabı (7/13)

2. —Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun, yaş çay alım fiyatlarının ne zaman açıklanacağına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun yazılı cevabı (7/14)

3. —Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde doğal afetlerden zarar gören çiftçilerin sorunlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in yazılı cevabı (7/41)

I.—GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 10.00’da açılarak beş oturum yaptı.

Birinci, İkinci ve Üçüncü Oturum

1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/1; 1/2; 1/3, 3/122; 1/4, 3/123) (S. Sayıları :3, 4, 8, 9) görüşmelerine devam olunarak;

Kültür Bakanlığı,

Millî Eğitim Bakanlığı,

Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK),

Üniversiteler (53 adet),

Maliye Bakanlığı,

1999 Malî Yılı Bütçeleri ile 1997 Malî Yılı Kesinhesapları kabul edildi;

Gelir bütçesi üzerindeki görüşmeler tamamlandı ve 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının 3 üncü maddesine kadar kabul edildi.

Ali Ilıksoy

Başkanvekili

Hüseyin ÇelikMehmet Ay

VanGaziantep

Kâtip ÜyeKâtip Üye

Dördüncü ve Beşinci Oturum

Anayasanın 93 üncü ve İçtüzüğün 5 inci Maddesine göre 1 Temmuz 1999 Perşembe günü tatile girmesi gereken Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma süresinin ikinci bir karara kadar uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/1; 1/2; 1/3, 3/122; 1/4, 3/123) (S. Sayıları :3, 4, 8, 9) görüşmelerine devam olunarak;

1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının kalan maddeleri ile 1999 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerinin kabul edildiği ve açık oylamalarının, 29.6.1999 Salı günkü birleşimde, son konuşmalardan sonra yapılacağı açıklandı.

29 Haziran 1999 Salı günü saat 10.00’da toplanmak üzere, birleşime 03.36’da son verildi.

Nejat Arseven

Başkanvekili

Burhan OrhanMelda Bayer

BursaAnkara

Kâtip ÜyeKâtip Üye

No. : 20

II. — GELEN KÂĞITLAR

29 . 6 . 1999 SALI

Tasarılar

1. — Yedek Subay, Yedeğe Ayrılmış Subay ve Astsubay Kanunu Tasarısı (1/377) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

2. — Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/378) (Millî Savunma ve Adalet komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

3. — Askerlik Kanunu Tasarısı (1/379) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

4. — Kara Avcılığı Kanunu Tasarısı (1/380) (Adalet ve Tarım, Orman ve Köyişleri komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

5. — Harp Araç ve Gereçleri ile Silah, Mühimmat ve Patlayıcı Madde üreten Sanayi Kuruluşlarının Denetimi Hakkında Kanun Tasarısı (1/381) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Millî Savunma komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

6. — Silahlı Kuvvetler İhtiyaç Fazlası Mal ve Hizmetlerinin Satış, Hibe, Devir ve Elden Çıkarılması; Diğer Devletler Adına Yurt Dışı ve Yurt İçi Alımların Yapılması ve Eğitim Görecek Yabancı Personel Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı (1/382) (Millî Savunma, Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

7. — Savunma Sanayii Güvenliği Kanunu Tasarısı (1/383) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

8. — Askerî Havaalanları Çevresinde Uygulanacak İnşaat ve Her Türlü Mania Sınırlamaları Hakkında Kanun Tasarısı (1/384) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

9. — Topyekûn Savunma Sivil Hizmetleri Kanunu Tasarısı (1/385) (Adalet ve İçişleri komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

10. — Türk Silahlı Kuvvetleri Stratejik Hedef Planının Gerçekleştirilmesi Maksadıyla Gelecek Yıllara Sari Taahhütlere Girişme Yetkisi Verilmesi Hakkında Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/ 386 ) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

11. — Uzman Erbaş Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/387) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

12. — Çevre Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/388) (Adalet ve Plan ve Bütçe ve Çevre komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

13. — Yargıtay Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesine ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye Ekli Cetvelde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/389) (Adalet ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

14. — Türk Silahlı Kuvvetlerinde İlk Nasıp İstihkakına İlişkin Kanun Tasarısı (1/390) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

15. — 78 Sayılı Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Ekli Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/391) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

16. — Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanunu Tasarısı (1/ 392) (Çevre ve Adalet ve Tarım, Orman ve Köyişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

17. — Hayvanları Koruma Kanunu Tasarısı (1/393) (Adalet ve İçişleri ve Çevre komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

18. — Muhafazasına Lüzum Kalmayan Evrak ve Malzemenin Yok Edilmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/394) (Dışişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

19. — Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/395) (Adalet komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

20. — Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun İki Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/396) (Millî Savunma ve İçişleri komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

21. — Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/397) (Anayasa ve Millî Savunma komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

22. — Türk Bayrağı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/398) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

23. — Türk Ceza Kanunu ile Cezaların İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/399) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

24. — Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/400) (Millî Savunma ve Adalet komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

25. — Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/401) (Millî Savunma ve Adalet komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

26. — Türkiye Cumhuriyeti Ordusu Subay, Askerî Memur ve Muadilleriyle Astsubayların Giyeceğine Dair Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/402) (İçişleri ve Millî Savunma komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

27. — İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/403) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

28. — Millî Güvenlik Kurulu ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanununa İki Ek ve Bir Geçici Madde Eklenmesi ile Devlet Memurları Kanununun 36 ncı Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/404) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

29. — Adalet Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/405) (Adalet ve Anayasa ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

30. — Sosyal Sigortalar Kanununun 9 uncu Maddesine Bir Fıkra Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı (1/406) (Dışişleri ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

31. — Seferberlik ve Savaş Hali Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/407) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

32. — Türk Vatandaşları Hakkında Yabancı Ülke Mahkemelerinden ve Yabancılar Hakkında Türk Mahkemelerinden Verilen Ceza Mahkûmiyetlerinin İnfazına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/408) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

33. — Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/409) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

34. — Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/410) (Anayasa ve Adalet komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

35. — Avukatlık Kanununa Bazı Maddelerin Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı (1/411) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

36. — Türk Bayrağı Kanununun 3 üncü Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/412) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

37. — Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa Bir Ek Madde ile Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin Kanun Tasarısı (1/413) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

38. — Uzman Erbaş Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/414) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

39. — 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine, Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına ve Kanuna Toplu Yapı ile İlgili Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı (1/415) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

40. — Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı (1/416) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

41. — Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/417) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

42. — Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu Tasarısı (1/418) (Adalet ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

43. — Türkiye Emekli Subaylar, Emekli Astsubaylar, Harp Malulü, Gaziler, Şehit Dul ve Yetimleriyle Muharip Gaziler Dernekleri Hakkında Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı (1/419) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

44. — Avda ve Sporda Kullanılan Tüfekler, Nişan Tabancaları ve Av Bıçaklarının Yapımı, Alımı, Satımı ve Bulundurulmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/420) (Adalet ve Tarım, Orman ve Köyişleri ve İçişleri komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.6.1999)

45. — Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Adının ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Tasarısı (1/421) (Anayasa ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

46. — Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/422) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

47. — Harp Okulları Kanunu Tasarısı (1/423) (Millî Savunma ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

48. — Sermaye Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılması ile Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları, Ticaret Borsaları ve Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı (1/424) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

49. — Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/425) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

50. — 22 Ocak 1990 Tarihli ve 399 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/426) (Anayasa ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

51. — 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 125 inci Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/427) (Anayasa ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

52. — Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/428) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

53. — Devlet Denetleme Kurulu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/429) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

54. — 1700 Sayılı Dahiliye Memurları Kanununun 23 üncü Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı (1/430) (Anayasa ve İçişleri komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

55. — Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanuna Ek Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı (1/431) (Dışişleri ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

56. — Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun Tasarısı (1/432) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

57. — Denizlerde ve Yurt Yüzeyinde Görülen Patlayıcı Madde ve Şüpheli Cisimlere Uygulanacak Esaslara İlişkin Kanun Tasarısı (1/433) (Adalet ve İçişleri ve Plan ve Bütçe ve Millî Savunma komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

58. — Yedeksubaylar ve Yedek Askerî Memurlar Kanunu ile Askerlik Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/434) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

59. — Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/435) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

60. — Terörle Mücadele Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/436) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

61. — Askerlik Kanunu ile Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/437) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Millî Savunma komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

62. — Türkiye Emekli Subaylar, Emekli Astsubaylar, Harp Malulü, Gaziler, Şehit Dul ve Yetimleri ile Muharip Gaziler Dernekleri Hakkında Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/438) (İçişleri ve Millî Savunma komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

63. — Hazır Gıda İaşesi Kanunu Tasarısı (1/439) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

64. — Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun Bazı Maddeleri ile Madalya ve Nişanlar Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/440) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

65. — Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/441) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

66. — Tütün ve Tütün Mamulleri Kanunu Tasarısı (1/442) (Tarım, Orman ve Köyişleri ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

67. — İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/443) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

68. — Cezaların İnfazı Hakkında Kanunda ve Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/444) (Plan ve Bütçe ve Adalet komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

69. — Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/445) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

70. — Köy Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ile Aynı Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı (1/446) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.6.1999)

71. — Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/447) (Anayasa ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

72. — Yükseköğretim Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/448) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

73. — Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanunda Değişiklik Yapılması ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerin Eki Cetvellerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/449) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

74. — Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılması ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı (1/450) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

75. — Askerî Uçak veya Gemi Kazalarında Uçucu Personel ile Gemi Personelinin Hukuki Sorumluluklarının Tespiti ve Tazminat Davası Açılması Usulü Hakkında Kanun Tasarısı (1/451) (İçişleri ve Adalet ve Millî Savunma komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

76. — Askerlik Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı (1/452) (Plan ve Bütçe ve Millî Savunma komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

77. — Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı (1/453) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

78. — Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/454) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

79. — Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/455) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

80. — Kanunî Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/456) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan ve Bütçe ve Adalet komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

81. — Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı (1/457) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

82. — Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda, Uçuş, Paraşüt, Denizaltı, Dalgıç ve Kurbağa Adam Hizmetleri Tazminat Kanunu ve 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunda ve Uzman Erbaş Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/ 458) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

83. — Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/459) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Millî Savunma komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

84. — Hâkimler ve Savcılar Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/460) (Anayasa ve Adalet komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

85. — Nakdî Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/ 461) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

86. — Uzman Erbaş Kanununun 5 inci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı (1/462) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.6.1999)

Teklifler

1. — Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanuna İki Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/85) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.6.1999)

2. — Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/86) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.6.1999)

3. — İstanbul Milletvekili Tansu Çiller ve 3 Arkadaşının; Kamu Görevlileri Sendikaları Kanun Teklifi (2/87) (Adalet ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.6.1999)

4. — Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük, Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan ile İçel Milletvekili Turhan Güven’in; Özürlüler Kanunu Teklifi (2/88) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.6.1999)

5.– İzmir Milletvekili Işılay Saygın’ın; 1005 Sayılı İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatanî Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/89) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.6.1999)

6. — Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük, Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan ile İçel Milletvekili Turhan Güven’in; Türkiye Otelciler Birliği Kanunu Teklifi (2/90) (Adalet ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 21.6.1999)

7. — Bursa Milletvekilleri Ali Rahmi Beyreli ile Hayati Korkmaz’ın; Türkiye Akreditasyon Konseyi Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Teklifi (2/91) (Plan ve Bütçe ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.6.1999)

8. — Mardin Milletvekili Metin Musaoğlu ve 11 Arkadaşının; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/92) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.6.1999)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati :10.00

29 Haziran 1999 Salı

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Levent MISTIKOĞLU (Hatay)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 26 ncı Birleşimini açıyorum.

Sayın milletvekilleri, 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.

III. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. — 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1) (S. Sayısı : 3) (1)

2. —1997 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait GenelUygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1997 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/122, 1/3) (S. Sayısı :8) (1)

3.—Katma Bütçeli İdareler 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/2) (S. Sayısı :4) (1)

4.—1997 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1997 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/123, 1/4) (S. Sayısı :9) (1)

BAŞKAN – Programa göre, 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki son görüşmelere başlıyoruz.

Komisyon?.. Hazır.

Hükümet?.. Hazır.

Bu görüşmelerde, gruplar ve hükümet adına yapılacak konuşmalar 45'er dakika, bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir; İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre yapılacak kişisel konuşmalar ise 10'ar dakikadır.

Şimdi, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okutuyorum:

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Oktay Vural; Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Yılmaz Karakoyunlu; Demokratik Sol Parti Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Recep Önal, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker; Doğru Yol Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Tansu Çiller; Fazilet Partisi Grubu adına, Kayseri Milletvekili Sayın Abdullah Gül, İstanbul Milletvekili Sayın Ali Coşkun.

Şahısları adına: Ankara Milletvekili Sayın Sedat Çevik, Erzurum Milletvekili Sayın Mücahit Himoğlu, Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak, Sıvas Milletvekili Sayın Abdüllatif Şener.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Oktay Vural.

Buyurun Sayın Vural. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarılarının tümü hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun son düşüncelerini aktarmak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyete saygılar sunuyorum.

Meclis Genel Kurulunda, bütçelere ilişkin değerlendirmeler altı gün sürmüş, Plan ve Bütçe Komisyonunda da onbir gün müddetle tartışılmıştır. Bu çalışmalara katılan tüm değerli milletvekillerine, sayın bakanlara, bütçenin hazırlanmasında emeği geçen fedakâr tüm kamu görevlilerine teşekkür ediyoruz. Şüphesiz, bütçe kanunu tasarılarına ilişkin Meclisin yoğun çalışma temposunun da, takdire şayan olduğunu ifade etmek gerekir.

Sayın milletvekilleri, 18 Nisan 1999 seçimlerinin üzerinden henüz iki ayı aşkın bir zaman geçmiştir. Bu seçimlerin akabinde kurulan 57 nci hükümet, daha önce de ifade edildiği gibi, esas itibariyle geçici bütçe uygulamasına son vermesi ve devletin bütçesiz kalmaması amacıyla, bütçeyi yeniden Meclis gündemine getirmiş ve yılın ilk beş ayındaki gelişmelere göre revize etmiştir. Bu çerçeve içinde 57 nci hükümetin programında yer alan hedeflere göre hazırlanmış, tercihlerimizi tam manasıyla yansıtan bir bütçe olmadığı da açıktır. Bu hususun her türlü tartışmadan vareste olduğu da vakıadır.

Meclis Genel Kurulunda görüşmeleri bugün tamamlanacak bütçe hakkında iktidar ve muhalefet milletvekilleri olarak, gerek partimiz gerekse şahsımız adına yaptığımız her konuşmada hemen hemen her konuyu dile getirdik. Bu tartışmalarda, zaman zaman hükümetin içinde yer alan bazı siyasî partilerin daha önceki hükümetlerde yer almış olması, 57 nci hükümetin daha önceki hükümetlerin devamı olduğuna karine gösterilmiştir. Eğer bu tür yorumlar yaparsak, bu Meclis içinden çıkaracağımız her türlü hükümet formülü, daha önceki hükümetlerin devamı olarak değerlendirilebilecektir. Bu durumda, Meclisten çıkacak her hükümet formülünde yer alan daha önce iktidar olmuş siyasî partileri, ülkeyi daha önceki ekonomik politikalarıyla nasıl gerilettiği, bir güvensizlik ortamına nasıl sürükledikleri, enflasyonu üç rakama nasıl çıkardıkları, nasıl bir yönetim krizine soktukları, devleti nasıl yönetemedikleri gibi, daha birçok hususta eleştirmemiz mümkün olabilecekti.

Milliyetçi Hareket Partisi dışında tüm partilerin ülke yönetiminde rol almış olduğu dikkate alındığında, Milliyetçi Hareket Partisinin yer aldığı her hükümet formülünü daha önceki hükümetlerle eşdeğer tutmak, o dönem içerisinde, şu veya bu şekilde oluşmuş sıkıntıların veya eleştirilerin hedefi haline getirmenin haksız bir değerlendirme teşkil edeceği açıktır.

Milliyetçi Hareket Partisi 18 Nisan 1999 seçimlerinin en başarılı partisi olarak Meclise girmiş ve tartıştığımız ekonomik ve siyasî sıkıntıların doğumunda hiçbir rolü olmamış bir siyasî partidir. Milliyetçi Hareket Partisinin gerek koalisyon ortaklığı gerekse tek başına iktidarında ekonomik ve sosyal sıkıntıların büyük birçoğunun çözüm yoluna kavuşturulacağı da tabiîdir.

20 nci Dönem Meclisinin 55 inci hükümetine taktıkları adlardan harf değiştirmek suretiyle Milliyetçi Hareket Partisine atfedilmesini de, siyaset, dilbilgisi ve mantık yanlışlığına bağlıyoruz. (MHP sıralarından alkışlar) 1999 yılı bütçesi üzerinde yapılan eleştirilerin çoğu, ülkemizin bugüne kadar karşılaştığı meselelerle ilgilidir. Bu konuda herkesin bir sorumluluğu olduğu açıktır. Aslında, gerek ekonomik durum ve gerekse siyasî yapı hakkında söylenen her şey, 18 Nisan 1999 seçimlerinden önce ifade edilmişti. Yüce Türk Milleti de, 18 Nisan seçimlerinde hükmünü verdi; bazı siyasî partilerin oyunu azalttı, bazılarınınkini artırdı, Milliyetçi Hareket Partisinin oylarını ise en fazla artırdı. Partilerin oy oranlarında meydana gelen değişikliklerin derecesi, yeni siyasî dönemin özelliklerini belirlemenin yanında, seçim öncesinde politika ve söylemlerin onaylanma derecesini de gösterir.

Bugün, yine, seçimler öncesinde söylenenler, yeni bir program ve anlayışla göreve başlamış 57 nci hükümete eleştiri konusu olarak dile getirilmiştir. Sırf eleştirmek amacıyla hükümete yönelik değerlendirmeler, 18 Nisan seçim sonuçlarının yeterince anlaşılmadığını göstermektedir. Şüphesiz, 57 nci hükümetin yaklaşımlarını ve uygulamalarını hükümet programı çerçevesinde eleştirmek de haklı bir yaklaşım olacaktır.

Sayın milletvekilleri, bugüne kadar, ekonomik ve siyasî gelişmelerden ve eleştirilerden partilerin ve siyasetçilerin çıkarması gereken derslerin olduğu da açıktır. Osmanlı cihan devletinin 700 üncü kuruluş yılını kutladığımız 1999 yılında, Osmanlının iktisaden daralmasına, dünya ticaret yollarının Atlantik kıyılarına kaymasının yol açtığını dikkate alarak, Yavuz'un Mısır seferine çıkmasının basit bir fütuhat isteğinden oluştuğunu ileri sürmek mümkün müdür? Osmanlı cihan devletinin gerileme dönemine yol açan ikinci Viyana bozgununun sebeplerini incelediğimizde, merkezî otoritenin zayıflamış olduğu, devlet yönetiminde kuralların bozulmuş olduğu, sık sık padişahların değişmiş olduğu, bürokrasinin arttığı, yönetime, devleti kendi menfaatlarına kullananların geldiği ve bütçe açıklarının, işsizliğin giderek artması, paramızın değer kaybetmesi gibi ekonomik sıkıntıların had safhada olduğu ortamı gözardı edebilir miyiz? Meselelere bu boyutta bakmadan, olayın, sadece iç dinamiğini ve neticesini bir sebep olarak ele almakla tarihten ders aldığımızı, bir siyasetçi olarak halka nasıl anlatacağız?

Cumhuriyetimizin ilk döneminde altyapı eksikliği, banka sisteminin olmaması, özel sektörün bilgi ve tecrübe eksikliği gibi iç faktörlerin devletçi bir ekonomik politikasının tatbiki zorunluluğu doğurduğunu unutmamız mümkün müdür? 1980 öncesinde iki petrol şokuna uyum politikasını ertelemek yerine, zamanında gerçek devalüasyon, kamu harcamalarının azaltılması ve özel tasarrufların artırılmasından müteşekkil olan bir uyum politikası tatbik edilmiş olsaydı, tarihî gelişiminde binde 6 olan gayri safî yurtiçi hâsıla yüzde 1 daha fazla artacaktı ve 1970'lerden sonra ortaya çıkan ödemeler dengesi sıkıntısıyla karşılaşılmamış olacaktı.

1970'lerin sonunda meydana gelen sanayi verimliliğindeki düşüş önlenebilseydi, gayri safî yurtiçi hâsıla artışına yüzde 1,4 daha eklenmiş olacak ve toplam artış yüzde 3'e ulaşabilecekti.

Petrol şoklarına rağmen, yüksek büyümenin devam ettirilmesinin başarılı bir ekonomi politikası olduğuna dair savunmayı, bu simülasyonların ışığında nasıl değerlendirmemiz gerekmektedir? Bu değerlendirmeyi yaparken, siyasî yapının içerisinde bulunduğu durumun etkilerini dikkate almamamız mümkün müdür?

1980'lerin başında meydana gelen bankerler krizinden ders almış olsaydık, 1994 ve 1998'deki bankalar krizine gelir miydik?

1994 krizinin temelinde yatan nedenlerden biri de, 1986'dan itibaren iç borçlanmaya giderek ağırlık verilmesi değil midir? 1994 krizinin ağırlaşmasında, zamanında gerekli uyarıları dikkate alan bir politika tatbik edilmemesinin rolü yok mudur? Döviz baskısının gözardı edilmesi, Türk Lirasının aşırı değerlenmesini görmemenin krize bir etkisi olmamış mıdır?

Global krizi zamanında algılayıp, doğru tedbir alsaydık, ekonomik sıkıntılarımız bu kadar artar mıydı? Reel sektörde oluşan krizdeki sıkıntıların çözümü için finansal kesimde tedbir almaya yönelir miydik?

Vergi politikasının gelir yönünü dikkate alıp, ekonomik ve sosyal yönünü ihmal ettiğimizde, bugün, Vergi Kanununda iyileştirme yapma telebimizin gerekçesini neye bağlayabiliriz?

Sayın milletvekilleri, yukarıda ifade ettiğim ekonomik sonuçların neticesini ve sebebini tek bir boyuta indirgemek ve bu sonuçlara göre yönetimleri yargılayarak, siyasî bir muhalefet söyleminin unsuru haline getirmek, meselelere yanlış teşhis koymaktır.

İdeolojik, siyasî ve idarî kavgalar zihnimizi o kadar meşgul etmiştir ki, iktisadî sorunlarımızın sebep ve sonuç ilişkileri yok olmakta ve ciddî bir tedbir almamızı engellemektedir.

Siyasî hayatımızın uzun zamandır aksayan ayaklarından birini oluşturan anlamsız ve amansız iktidar-muhalefet çatışmalarını, artık, bir kenara bırakmamız gerekiyor. Salt eleştiriye yönelik muhalefetin zararlarını gördük. Bu yaklaşım, olumlu uyarıları kamufle edebiliyor; buna rağmen, iktidarın bu uyarıları seçerek değerlendirme sorunu içerisinde olduğu da tabiîdir.

Sırf eleştirmek amacına yönelik bütçe üzerindeki bazı konuşmalarda, daha önce iktidar ortağı olan iki siyasî partiden biri "iç borçlanmada stopaj getirip sonra indirdiniz" diye suçlama yapıp, diğeri "stopajla vergilendiren biziz" diyebilmiştir. Bankaların kredi vermek suretiyle kaydî para oluşturabilmesinin enflasyonla ilişkisini kavramayıp veya unutup, yeni yasanın sektörü düzenlemesini, bankaların sadece kredi hacmini daraltmak olarak algılayıp eleştirmek de bu yaklaşımın neticesidir.

57 nci hükümetin, Milliyetçi Hareket Partisinin görüşleri doğrultusunda, özelleştirme politikasının sonuçlarının istenilen hedefe ulaşmamış olmasına yönelik haklı tespitini bile eleştirmek, bu anlayışın sonucudur. Bu bakış açısı, bütçe tartışmalarında KİT açıklarının kamu tarafından yüklenilmesinin maliyetini dikkate almadan, özelleştirmeden elde edilen geliri, özelleştirmenin net bir artısı olarak değerlendirebilmiştir.

KİT borç ve açıklarının kamu tarafından yüklenilmesini bir kamu harcaması olarak görmeyip, sadece geliri dikkate almak ne kadar objektif bir değerlendirme teşkil eder? Bütün bunlara rağmen, eleştiriler yapılırken, ortaya konulan bazı çözüm yollarının olumlu bir katkı sağladığını da belirtmem gerekiyor.

İçerisinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntılar bir vakıadır; bunlar bir neticedir. Bu noktalara gelişimizin sebeplerini iyi tespit etmek şarttır. Bu bakımdan, faiz oranlarındaki artış gibi neticeleri, KİT açıklarının artışını değil, bu artışa ve açığa götüren sebepleri, ortamı, varsa idarenin kusurunu açık olarak ortaya koymak gerekir. Sebepleri kavramadan, sadece sonuçları etkileyerek amaca ulaşabileceklerini düşünenler "ekmek fiyatını indirdik" diyerek çıkarmak zorunda kalmalarını veya faize bakış açılarıyla uygulamalarını iyi hatırlamalıdırlar.

Bütün kötü ekonomik sonuçları bugünkü hükümete eleştiri olarak yönetmek, ondan sonra da siyasete yeni bir üslup getirmenin gerekliliğinden bahsetmek pek mütenasip değildir.

Şüphesiz, yıllardan beri devam eden kamu kesiminin borçlanma politikasının zorunlu bir sonucu olarak 1999 yılı bütçesinin, Milliyetçi Hareket Partisinin tercihlerini tam yansıttığını da iddia etmemiz de mümkün değildir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 57 nci hükümetin programını iddiadan ve heyecandan yoksun görmeyi, 18 Nisan 1999 seçim sonuçlarının kendilerinde oluşturduğu hayal kırıklıklarının, halk tarafından çökertilmiş siyaset anlayışlarının, kendilerinin kaybolmuş heyecanlarının tabiî bir neticesi olarak görmekteyiz. (MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Bir uzlaşma ve koalisyon programı okunurken, Cebeci Asrî Mezarlığının bile Meclisten daha umutlu olduğunun iddia edilmesi karşısında kendilerine biçtikleri rolü, doğrusu yorgunluklarına bağlıyoruz! (MHP sıralarından alkışlar) Eğer, 20 nci Dönemdeki kavgaları, didişmeleri, sataşmaları, kişisel suçlamaları kendilerinin bir heyecanı neticesi olarak görüyorlarsa, Milliyetçi Hareket Partisinin böyle bir heyecan içerisinde olmadığı açıktır. Bizler, Yüce Türk Milletine ve devletine hizmet etme fırsatını bulmanın heyecanını yaşıyoruz.

18 Nisan 1999 seçimleri sonuçlarını iyi değerlendirmeyip, günümüzde halkımızın istediği siyasetin izlerinden yoksun bir anlayışın, Milliyetçi Hareket Partisinin içerisinde bulunduğu siyasî heyetin programını, yeni bir yüzyıla taşımakta yetersiz kalacağını iddia etmesi çelişkidir. Altaylardan esen yellerin keşişlemelerinin etkilerini bilecek kadar meteoroloji uzmanı olanların, kendi gemilerini alabora eden rüzgârın etkilerini tahmin edip gemilerini kurtaramamaları çelişkidir. (MHP sıralarından "Bravo sesleri, alkışlar) Gemilerini batıranların, 18 Nisan seçimlerinde karaya oturtanların, bu sonuçlara, kaptanlarının devletlü bir devlet adamı olmamasının yol açtığı da siyaset tarihinin bir tespitidir. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisinin siyaset anlayışı, bütçenin tümü üzerindeki ilk konuşmamda arz edilmişti. Tekrarlamakta fayda görüyorum ki, Milliyetçi Hareket Partisi, siyaseti, milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin menfaatı için yapmaktadır. Bizim için önemli olan, milletimizin içerisinde bulunduğu sıkıntıları çözüm yoluna sokmaktır. (MHP sıralarından alkışlar)

Milliyetçi hareket davası ve mücadelesi, sadece 129 kişinin milletvekili yapılması için yürütülmüş değildir; milyonlarca seçmen, sadece bunun için oy vermiş de değildir. Bu Mecliste bulunan Milliyetçi Hareket Partisi kadrosu içerisinde, Genel Başkanımız dahil, gelen tüm milletvekillerinin tek amacı vardır, bu millete hizmet etmek.

Bu hususlar dikkate alındığında, Milliyetçi Hareket Partisinin mücadelesini, kısa vadede, Meclis aritmetiğini kullanarak, Meclis Başkanlığını veya Başbakanlığı almaya indirgemek, mücadelemizin mahiyetini ve hedefini anlamamak demektir.

Şüphesiz bütün bu hususları gerçekleştirmek imkânı da mevcutken, nefsini yenmeyi başarabilmiş olmanın büyüklüğünü değerlendirmemiş olmalarını yadırgıyoruz. Mevcut hükümetin 18 Nisan 1999 seçimleri sonucunda Türk Milletine verdiği mesaja uygun olarak kurulması, Milliyetçi Hareket Partisinin, seçim sonuçlarının kendisine yüklemiş olduğu görev ve sorumluluğu yerine getirmiş olmasının bir neticesidir. Amacımız, bu koalisyonun oluştuğu şartlar ve program içerisinde, her türlü katkıyı sağlayarak, insanlarımızın meselelerini çözüm yoluna sokmaktır.

Sayın milletvekilleri, kendi eylemleriyle ve yaklaşımlarıyla kendilerini ülke yönetiminden dışlayanların, Milliyetçi Hareket Partisinin yeni hükümet içerisinde yer almasını kendilerinin dışlanması olarak algılamaları, seçimlerden doğru sonuç çıkarmak değildir. Milliyetçi Hareket Partisi, hiçbir siyasî partiyi dışlayarak ülkemizin meselelerinin çözülebileceğine inanmamaktadır. Bu, iktidar kadar, iktidar-muhalefet ilişkisi bakımından da böyledir.

İşbirliği açısından aradığımız tek ölçü, cepheleşme, zıtlaşma olmadan, hoşgörü ve işbirliği anlayışı içerisinde uzlaşarak, ülkemize ve milletimize hizmet etme imkânıdır. Ancak, bugüne kadar karşılaştığımız sorunlara ve çözüm yollarına bakışta, teşhiste, doğru tespit yapabilmiş olmayı da bir işbirliğinin altyapısı olarak değerlendiriyoruz. Yüce Meclis çatısı altında bulunan bütün partilerin milletvekillerinin, ülkemize ve milletimize hizmet etme arzusu ve çabası içinde olduğuna da inanıyoruz.

Sayın milletvekilleri, bütçe hakkında, her türlü analizi yapmış bulunmaktayız. Bununla beraber, bütçe üzerinde birkaç tespit daha yapıp, bir genel değerlendirmeye geçmek istiyorum.

Bütçelerin önemli bir fonksiyonu, gelir dağılımına ilişkindir. Bildiğiniz gibi, Milliyetçi Hareket Partisinin seçim beyannamesinde özenle vurguladığı yoksullukla mücadele programı, seçim beyannamemizin esaslarından birini teşkil etmektedir. Ancak, bütçelerimiz, son on yılı aşkın bir süredir, mal ve hizmet üretiminden ziyade belirli kesimlere kaynak aktarma aracı haline dönüşmüştür. Bununla ilgili sorunlara, içborçlanmanın yapısı içerisinde değerlendirmeler yapmış bulunmaktayız. Sonuçta, bütçenin gelir dağılımını düzenleme fonksiyonu, neredeyse işlemez hale gelmiştir.

Eğitim ve sağlık gibi hizmetlere bütçeden ayrılan düşük paylar da gelir dağılımındaki bozulmayı ağırlaştırmaktadır. Zira, bilindiği gibi, devlet tarafından sunulan eğitim ve sağlık hizmetleri, toplumun orta ve düşük gelirli kesimlerine yaygın olarak ulaştığı ölçüde gelir dağılımını dolaylı olarak düzeltme araçlarıdır.

Yoksullukla mücadele, stratejik bir öneme sahiptir. Yoksulların sesini dinleyebilmek için, eğitim, bilgi akımı, yeterli sağlık hizmeti, krediye ulaşmak fırsatı ve bilgisi vermek gerekmektedir. Uzun zamandan beri süregelen büyük şehirlere göç hareketi, bu şehirlerimizin eğitim ve sağlık hizmetleri başta olmak üzere, temel kamu hizmetlerinde ciddî yetersizliklere sebep olmaktadır. Bu da, yoksullukla mücadeleyi etkilemektedir. Yetersiz kalan altyapının, ihtiyaçlara cevap verebilecek düzeye getirilmesi için yerel yönetimlere, kaynak ve yetki aktarılmasını sağlayacak yerel yönetim reformunun gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, insan haklarına ve demokratikleşmeye büyük önem verdiğimizi ifade etmiştik. Şüphesiz, biz, meselenin sadece normatif hukuk yönünün değil; fakat, aynı zamanda, buna yönelik hakların kullanılmasının altyapısının da son derece önemli olduğunu düşünüyoruz. Ulaşım ve iletişim altyapısının genişlemesi ve çağdaşlaşmasının, gerek insanlarımızın gerekse fikirlerimizin mobilitesini temin etmekte, hürriyetlerimizin kullanılmasında çok etkin olduğunu gözardı edemeyiz. Bütçe içinde, devletin görev tanımları içinde yer alan bu hizmetlerin yerine getirilebilmesi için ayrılan kaynakların yeterli olduğunu ifade etmek mümkün değildir. Bu bakımdan, bu hizmetlerin özel sektör tarafından yap-işlet veya yap-işlet-devret yaklaşımıyla rekabet ortamı içinde yerine getirilmesinin temini gerektiği açıktır.

Sayın milletvekilleri, bu bütçe müzakeresi vesilesiyle, bütçenin yapısına, niteliğine, niceliğine ilişkin ekonomik ve sosyal yapımızla ilgili söylenmesi gereken her şey ifade edilmiş bulunmaktadır. Gündemimizde bulunan meseleler ve bunların çözüm yolları hakkında hepimizin bir fikri vardır. Bunların, acilen çözüme kavuşturulmasının da kaçınılmaz olduğu bir vakıadır; bu sorunlarla gelecek yüzyıla taşınmamız mümkün değildir.

Bu Meclisin, gündemimizdeki kısa vadeli sorunları çözmek kadar, üçüncü bin yılın eşiğinde rekabet gücü yüksek bir Türkiye'yi oluşturmanın, lider ülke Türkiye sevdasını gerçekleştirmenin, ülkemizi, önümüzdeki yüzyıla hazırlamanın da görevleri içine girdiğini düşünerek, makro yaklaşımlarımı ortaya koymak istiyorum.

Kalkınma mücadelemiz devam etmektedir. Ülkemizin, diğer ülkeler karşısında yeterince kalkınmamış olması, hepimizi, bunun sebebi hakkında soru sorma ve bu sorulara da çeşitli cevaplar bulma gayretine yöneltmiştir. Ekonomik kalkınmanın farklılaşması neticesi ortaya çıkan bu duruma temel sebep olarak, kimi zaman tabiî kaynakların bolluğu, kimi zaman tasarruf meyilinin yüksek oluşu, kimi zaman tabiî kaynakların azlığı, kimi zaman ucuz işçi temini, kimi zaman da özel sektör kararlarına müdahale gibi hususlar olduğu öne sürülmüştür. Aslında, tabiî kaynakların bolluğundan bahsederken, petrol bakımından zengin ortadoğu ülkelerinin, diğerlerine nazaran neden gelişememiş olduğunu izah edemeyiz veya en zengin petrol ve maden yataklarına sahip eski Sovyetler Birliğinin başarısızlığını hangi sebebe bağlayabiliriz?..

Ziraî imkânları az olan Japonya'nın, en verimsiz ziraî işletmeye sahip olması, buna karşılık, geniş ziraî imkânlara sahip Amerika Birleşik Devletlerinin, ziraî verimlilikte dünyanın en iyisi olması gerçeği karşısında, kaynak kıtlığının, verimliliği artıran bir unsur olduğu ne kadar savunulabilir?..

Amerika Birleşik Devletlerinde tasarruf meylinin düşük olmasına rağmen, dünyanın en fazla rekabet gücüne sahip ülkesi olması gerçeği karşısında, tasarrufu kalkınmanın tek kaynağı olarak yorumlamak ne derece doğru olur?..

Serbest piyasa ekonomisinde, özel sektörlerin kararına müdahale etme, rekabeti azaltan tek etken olabilir mi?..

Silah sanayiinin gelişmesi, ekonomik gelişmenin garantisi sayılabilir mi?.. Bu durumda, dünya savaşında kaybeden ve silahsız kalan ülkeler, kazananlar karşısında neden daha hızlı bir gelişme göstermiştir?..

Ekonomik kalkınmayı, yukarıda ifade ettiğim bu sebeplerden yalnızca birine bağlamamız oldukça zordur. Şüphesiz, bu hususların bazıları, ülkelerin kalkınmasında avantaj ve dezavantaj şeklinde rol oynamış olabilir; ancak, ekonomik kalkınmanın sebeplerine daha derinden baktığımızda, sadece yukarıda sayılan sebeplere izafe edilemeyeceğini görürüz.

Genel açıdan bakıldığında, ekonomik alanda kalkınmanın, rekabet gücüne sahip gelişmeler neticesinde olduğu tespitini yapmamız mümkündür. Rekabet gücü temin eden gelişmeler ise, sahip olduğumuz veya satın aldığımız kaynakların daha iyi kullanılmasını öğrenmekle sağlanabilir.

Rekabet edici özelliği olan gelişmelerin yüzde 60'ının, kaynakların daha iyi kullanılmasını öğrenmekle oluştuğu, diğer yüzde 40'ının da, bu kaynaklara yatırım yapmakla sağlandığı tespit edilmiştir. Bu yolla meydana gelen sanayileşmenin, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ayırımını doğurduğunu unutmamak gerekir.

Sahip olunan bilgi birikimi, kaynaklarımızın daha iyi kullanılmasını öğrenmemiz, kaynak bulma sorununu da çözmüştür. Petrol arzında, 1960'larda bir azalma varken, bugün, 2 katının üstüne çıkmıştır; tarımda da aynen böyledir; tarımda verimlilik artmıştır. Hızlı nüfus artışı karşısında, kaynakların tükeneceğine dair yüzlerce yıldır iddialar ortaya atılmıştır. Ancak, bugüne kadar, insanoğlunun kullandığı kaynaklar yok olmamıştır. Kaynaklarımızı daha iyi kullanmayı öğrenmemiz, ekonomik ve sosyal kalkınma modelimizin rekabet gücümüzü artırmaya yönelmesine bağlıdır.

Ekonomik politikalar ve ticarî kurallar, piyasa ekonomileri çerçevesine giderek harmonize olmaktadır. Sosyal açıdan bakıldığında ise, ülkeler, geleneklerine, ekonomik gelişme derecelerine ve felsefik inançlarına dayanan sosyal uzlaşma ile bir değer sistemi içinde yaşamaktadırlar. Bu bakımdan, ekonomik ve sosyal boyutların tamamını kavrayan bir toplumsal uzlaşma ve refah fonksiyonunda kalkınma mücadelesinin yapılması, başarı için gereklidir.

Modern ekonomide, ülkeler, sadece ürün ve hizmetleriyle değil; aynı zamanda, beyinleriyle mücadele ederler ve rekabet ederler. Bir ülkenin eğitim sistemi meydana getirmesi ve eğitim yoluyla işgücüne bilgi aktarması, rekabet gücü elde etmek için hayatî derecede önemlidir. İleri ve orta teknoloji ürünleri, 1976'da dünya ticaretinin yüzde 33'ünü teşkil ederken, bugün yüzde 54'ünü teşkil etmektedir. Bu husus dikkate alınarak, eğitim sistemimizin, nitelik, nicelik ve içerik bakımından topyekûn yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, yeni bir ekonominin, yeni bir politikanın, yeni bir toplumun doğumuna yol açan gelişmeler yaşadığımız bir gerçektir. Gelecek, bir bakıma bizlerin, toplum ve ticaret hayatı olarak kendi kararlarımıza ve hareketlerimize bağlı olabilecektir. Yeni global durum, dünya ekonomisini altüst etmektedir. Rusya, bir anda, damping politikasıyla, alüminyumdan gübreye kadar dünya fiyatlarını etkileyebilmektedir. Çin'deki insanların üçte 2’sinin önceliği, daha fazla çalışmak suretiyle zengin olmaktır; devrimin devam etmesini isteyen sadece yüzde 4'tür. Çin'de, yüksekokuldan mezun olanlar, Amerika Birleşik Devletlerinden daha fazladır ve daha ucuza çalışmaktadır. Hong Kong, Hindistan ve diğer ülkelerden milyonlarca insan, klavyeleriyle birbirine bağlanmaktadır. Yeni ekonomide bilgi, ürettiğimiz her şeye, üretim yöntemimize tatbik edilebilecek hale gelmiştir. Yeni ekonomide katmadeğerin çoğu beyin tarafından üretilecektir. Bugün de ziraî ve ticarî birçok iş, bilgili insan işi haline gelmektedir. Bugünün sanayi işletmeleri de ziraî işletmeleri de eski ekonomiden farklıdır; otomasyon her alana girmiştir; artık, ürünler bile akıllı hale gelebilmektedir. Yeni ekonomide, ürünlere yeni fikirler eklemek ve yeni fikirleri ürüne çevirmek, en önemli faaliyet alanı olmaktadır. Tüketici veya üretici olalım, yeni fikirler, yeni ekonomide zenginliğin kaynağını teşkil edecektir.

Sayın milletvekilleri, Osmanlı Devletinin dağılmasına yol açan sebeplerden biri de iktisaden daralmaya neden olan deniz ticaret yollarının keşfiyle kara ticaret yollarının önemini kaybetmesi olduğunu ifade etmiştim. Çağımızda yeni ticaret yolları oluşmaktadır. Yeni ekonomi anlayışında dünyayı bir müşteri olarak gören üreticiler, ihtiyaçlarını giderme arayışı içinde olan tüketiciler için elektronik ortam, vazgeçilmez bir araç halini almaktadır. Elektronik ticaret, artık, yeni bir ticaret yolu olarak karşımıza çıkmış bulunmaktadır. Bu ticaret yolundan ülkemizin yeterince pay alabilmesi, faydalanması, kalkınma mücadelemizin başarıya ulaşması açısından önemlidir.

Ülkemizin, enformasyon teknolojileri altyapısının tamamlanması için Telekom’un rekabete açılması, elektronik zarf ve kripto sistemlerinin geliştirilmesi, millî mevzuatın hazırlanması, kamu ve özel sektör koordinasyonunun temini, işyeri açma ruhsatı, vergilendirme ve tüketici hakları gibi konularda yeni düzenlemelerin yapılması şarttır.

Sayın milletvekilleri, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin çabası ve sıkıntıları içindeyken, değişimin ortaya çıkardığı yeni ekonomide, ülkemiz insanlarının refahını artırmak için yeni stratejiler ve yeni politikalar gereklidir.

Oluşan bu ekonomik yapılanmada, bilgiye hâkim olan ülkeler en üstte, sanayileşmiş ülkeler ortada ve tarım ülkeleri de en altta yer alacaktır.

Bilgi, zenginlik ile fakirlik arasındaki farkı belirleyen en önemli parametredir. Böyle bir üçlü yapı oluştuğunda en önemli soru, bu yapılar arasındaki ilişkilerin nasıl olacağıdır. Acaba, bilgi toplumu olan ülkeler mi dünyayı yönetecektir; acaba, yeni bir sömürge düzeni mi oluşmaktadır?

19 uncu Yüzyılda, Avrupa, gelişmekte olan ülkelerden elde ettiği hammaddeleri ülkelerinde kullanarak, ürettikleri ürünleri tekrar o ülkelere satmak suretiyle hâkimiyetlerini uzun yıllar devam ettirmiştir. Ancak, sanayi toplumunda, fabrikayı ülke içinde tutmak oldukça kolay olmuştur; ama, bilgi toplumunda, bilgiyi saklamak o kadar kolay mümkün olmayacaktır. Telif hakları ve mevzuatlarına rağmen bilgiye kolaylıkla ulaşılabilmektedir. Bilginin dolaşımını ve ulaşımını kolaylaştıran teknolojiler sayesinde, ülkelerin, güçlü ülkeler sıralamasının en üstlerine çıkma umutları daha fazla olacaktır.

Bütün bu gelişmeler, kalkınma mücadelesinde önemli avantajlar meydana getirmektedir. Yeni oluşan üçlü güç yapısında sıçrama yapmak mümkündür; önemli olan, üçüncü bin yılı görmek ve ona hazırlanmaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; globalleşmenin, ülkelerarası rekabet mücadelesinde gelişmekte olan ülkeler aleyhine sonuçlar çıkardığı görülmüştür. Bu olumsuz rekabet şartları içinde güçlü olmamız, şartları iyi değerlendirmemize, sorunları iyi algılamamıza ve zamanında tedbir almamıza bağlıdır. Bununla beraber, globalleşme, dünyanın herhangi bir ülkesindeki krizin ülkemize uzanması sonucunu doğurması kadar, ülkemizin, kültürel, ahlakî yapısına, birliğimize yönelik tehditlere maruz kalması neticesini de doğurmaktadır. Bu çerçevede, uyuşturucu, karapara aklama, aile yapısını zayıflatmaya, manevî değerlerimizi dumura uğratmaya yönelik tehditler, stratejik olarak ele alınmalıdır. Globalleşme vetiresinin hız ve süreklilik arz ettiği dikkate alındığında, tehditlerin geçici olmasını beklemek doğru değildir. Bilginin, dolaylı veya dolaysız, savaşlarda oynayacağı rol dikkate alındığında, yeni gelişmelerin savunmamız açısından ne derece stratejik olduğu ortaya çıkmaktadır. Artık, fizikî güç kadar, bilgi kullanmak da, askerî gücün önemli bir unsuru haline gelmiştir. Bu bakımdan, bize yönelik tehditleri yok etmek için, bilgi savaşlarına hazırlıklı bir savunma ve güvenlik konsepti gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, özellikle, finansal ve endüstriyel pazarlarda gözlenen hızlı değişmeler, kamu ve özel sektörün, işlevlerini yeniden tanımlamasını zorunlu kılmaktadır. Kamu ve özel kesimin yeniden yapılanma arayışlarının temelinde yatan neden, hiç şüphesiz ki, iktisadî alanda müşterinin, siyasal alanda ise vatandaşın taleplerine cevap verme arzusudur.

Gelişmiş Batı ülkelerinde devlet, emreden bir kuvvet olmaktan çıkarak, vatandaşına hizmet eden bir örgüt biçimine dönüştürülmüştür. Başka bir ifadeyle, vatandaş, idare edilen veya kamu hizmetinden yararlanan kişi olmaktan çıkıp, müşteri konumuna çekilmiştir. Bu anlayışla, vatandaş, bireysel bir tüketici veya kamu hizmetlerinin saygın bir müşterisi olarak devletten belirli standartta hizmet isteme hakkına sahiptir.

Bu açıdan bakıldığında, kamu yönetim sistemimizin, yukarıda bahsedilen çerçeve içinde yer alabilmesi için, yeni bir yüzyılın eşiğinde, bürokratik, hantal veya baskıcı olmak yerine, güçlü, aynı zamanda müşfik ve insanî bir devlet yönetim anlayışını yerleştirmesi kaçınılmazdır.

Günümüzdeki verimsiz bürokratik yapıyla, toplumun beklentilerine cevap verme imkânı kalmamıştır. Bu sebeple, topluma ve vergi ödeyen her bir ferde, kaliteli hizmet sunulması maksadına yönelik, verimli ve etkin bir devlet yönetim anlaşıyı gerekmektedir. Bunun için, mevcut kurumlar, açıkça tanımlanmış, ölçülebilir amaçları olan sistemlerle yenilenmeli ve bunlar, söz konusu amaçların gerçekleştirilmesinden sorumlu tutulmalıdır. Her kamu biriminin hizmet etmeye çalıştığı müşteriler açıkça belirlenmelidir. Muğlak ve keyfî düzenleyici sistemler, basit ve etkin yasa ve kurumlarla değiştirilmelidir. Devlet, yapma faaliyetinin dışına çıkarılarak, yaptırma ve yönlendirme faaliyetlerine yönelmelidir.

Sayın milletvekilleri, birlik ve bütünlüğümüzü korumak, vatandaşlarımızın refahını artırmak, uluslararası planda vatandaşlarımızın çıkarını savunmak, uluslararası sistem içerisinde devletimizin prestijini artırmak, uluslararası sistemin politik ve ideolojik örgütlenmesinde etkin olmak için, güçlü bir devlet olmamız gerekmektedir.

Dünyada meydana gelen gelişmeler ışığında, üçüncü bin yılda güçlü bir devlet olma ülkümüzün hedefe ulaşması, 21 inci Dönem Meclisinin sorumluluğu içindedir. Halkımız, bu görevi bize vermiştir. İktidar-muhalefet zıtlaşması olmadan, günümüzün sorunlarını çözmek, ülkemizi geleceğe hazırlamak zorundayız.

Sayın milletvekilleri, hızlı bir değişimle karşı karşıya bulunduğumuz açıktır. Değişim, yeni fırsatlar ve yeni tehlikeler demektir. Bu fırsatları değerlendirmemizin, değişimi doğru bir şekilde algılamaktan, değişime ayak uydurmamızdan geçtiği açıktır. Buna göre, yeniden yapılanmalıyız.

Meclis olarak, Meclis araştırma imkânlarını, değişmin boyutlarını, neler yapmamız gerektiğini tespit etmeye, geleceğimizi hazırlamaya yönelik kullanmamız gerekmektedir. Bu araştırmaların ışığında ortaya çıkacak tespit ve tedbirler, hükümetlerin, öncelikleri belirlemesine imkân verecektir.

Sayın milletvekilleri, son derece önemli iç ve dış sorunlarla karşı karşıyayız. Bu sorunlarımızı ağırlaştırmadan çözüm yoluna sokmak, bu Meclisin ortak sorumluluğu içindedir. Bizleri bir arada tutan, birlik ve beraberliğimizin çimentosu olan millî ve manevî değerlerimizi, siyasetin günlük tartışması içine sokmamamız gerekmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, millî ve manevî değerlerimizin karalanmasına da, istismarına da karşıyız. Kişisel yaklaşımları bu değerlere saldırı vesilesi sayanları uyarıyoruz. Devletimizin kurumlarını, toplumumuzun değerleriyle çatıştırma amacı, başarıya ulaşmayacaktır. (MHP sıralarından alkışlar) Türk Devleti, tüm kurumlarıyla, cumhuriyetimizin temel niteliklerini, milletimizin değer ve inançlarını, bütünlüğümüzü ve birliğimizi korumaya muktedirdir.

Sayın milletvekilleri, ekonomik ve siyasî istikrarın birbirlerini etkilediği, tarihimizin bize öğrettiği bir derstir. Enflasyonun süreklilik kazandığı ülkemizde, son on yılda üç resesyon ve bir kriz yılı yaşanmıştır. Buna rağmen, ekonomi, söz konusu dönemde yüzde 4,1 oranında büyümüştür. Eğer, ekonomide istikrar sağlanabilseydi, büyüme hızımız yaklaşık yüzde 7,5 olacak ve dünyanın en büyük on ekonomisi içinde bulunacaktık. Bu da, siyasî istikrarsızlığın ekonomik performansımızı ne kadar olumsuz etkilediğini ortaya çıkarmaktadır. Böylece, son on yılda meydana gelen refah kaybı söz konusu olmasaydı, en azından, gelir dağılımının iyileştirilmesi, işsizliğin azaltılması imkânları doğacaktı.

Sanırım, bu temel gösterge, bize, siyasî istikrarsızlığın ekonomik maliyetinin ne kadar yüksek olduğunu anlatmaya yeterlidir. Bilinen sorunlara, bilinen çözümleri getirmek yerine, sürekli iktidar kavgası, parti menfaatı ve seçim hesaplarıyla ekonomiye büyük zarar veren politikaları tatbik etmekte tereddüt etmeyen siyaset anlayışının, artık, gerçeği görmesi gerekmektedir. Bu bakımdan, 57 nci hükümetin, siyasî istikrarı temin edecek uzlaşmacı anlayışının, ekonomik meselelerimizin çözümünü kolaylaştıracağına yürekten inanıyoruz.

Sayın milletvekilleri, 1999 malî yılı genel ve katma bütçeleri, 2000'li yıllara giriş öncesinde son bütçemiz olmaktadır. Yeni yüzyılda, gerek yurt içinde gerek dünya küresinde pek çok gelişme ve değişme ortaya çıkabileceği gibi, bütçelerimiz yönünden de yeni sorunlar ve bu arada yeni fırsatlar söz konusu olabilecektir.

BAŞKAN – Sayın Vural, son 5 dakikanızı kullanıyorsunuz efendim.

OKTAY VURAL (Devamla) – Teşekkür ederim efendim.

Ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel hayattaki gelişmeler, bütçelerimizi ve bütçeye bakış açımızı da değiştirebilecektir. Artık iktisadın tanımı da, sınırsız bilgiyle, sınırsız ihtiyaçların giderilmesi şeklinde değişmektedir. Bu çerçevede, bütçelerimizin, çeşitlenerek artabilecek toplumsal ihtiyaçlara cevap verecek, içeride ve dışarıda ortaya çıkacak olağanüstü ekonomik, malî ve sosyal şartlara ve krizlere zamanında müdahale etme gücü tanıyacak kaynaklara ve esnekliklere sahip bulunması önem taşımaktadır. Bütçelerimiz, bu özellikleri taşıdığı ölçüde devlete duyulan güveni, devlet-toplum kaynaşmasını pekiştirebilecektir.

Sayın milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, 1999 malî yılı bütçesinin, tercihlerimizi tam olarak yansıtmadığını ifade etmemiz mümkündür; ancak, bu bütçenin uygulanmasında açıklığa, şeffaflığa, hakkaniyet ölçülerine uygunluğuna tercihlerimizi yansıtacağımıza inanıyoruz.

Ekonomik ve sosyal sorunlarımızın çözümüne ilişkin tespit ve eleştiri yapan muhalefetin ılımlı yaklaşımları, işbirliği istekleri, toplumsal kaynaşmanın kaynağı olacaktır.

Kaynakları, israftan uzak, gerçek ihtiyaçları için en etkin şekilde harcayan ve harcamalarla ilgili bilgi ve belgeleri Parlamentonun ve kamuoyunun denetimine her zaman açık tutan bir devlet yönetim anlayışı içinde olacak 57 nci hükümetin Yüce Meclise sunduğu 1999 malî yılı bütçesine, Milliyetçi Hareket Partisi olarak kabul oyu vereceğiz.

Bütçenin hayırlı hizmetlere vesile olmasını Cenabı Hak'tan diler, Yüce Heyeti saygılarla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Vural.

Sayın milletvekilleri, şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Yılmaz Karakoyunlu'da.

Buyurun Sayın Karakoyunlu. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA YILMAZ KARAKOYUNLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu salon, bu kıyafetine büründüğü ilk günden beri her kürsüye çıktığımda, reel zamanı, gerçek zamanı ve azalan faktöre göre de kullanılan zamanı gösteren bir saatin şuraya konulması konusunu hep gündeme getirdim. (Alkışlar) Oraya asılıncaya kadar, her vesileyle kürsüye çıktığımda bunu ifade edeceğim. Bugün de kendi kronometremi getiriyorum, burada bunu takdim etmek gibi şeyimiz yok.

BAŞKAN – Sayın Karakoyunlu, Meclis Başkanımızın verdiği söz istikametinde, saat ısmarlanmıştır efendim.

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, 125 yıla yaklaşan bir parlamento geleneğimiz var. Birinci Meşrutiyet Meclisleri ilk açıldığı zaman, halk "nihayet devlet ile millet, dertleşebileceği bir dergâha, bir millî mabede kavuştu" diyorlardı. Bugün, bu millî dergâhta devlet ile milletin dertleştiği bir noktadayız.

Bundan 200-210 yıl kadar önce, Fransız İhtilalinden sonra, Meclise giren kralın askerlerini kovan Mirabeau kürsüye çıktı ve şöyle dedi: "Bütçe, artık, kralın iki dudağının arasındaki bir israf hükmü değildir; milletin, hukukunu aradığı ve hakkını aldığı, adaletin sarf hükmü olacaktır. Bu sarf ve insaf, ulusal egemenliğin iradesidir."

Demek ki, yaklaşık 200 yıllık bütçe hakkı ve 125 yıla yaklaşan parlamento geleneğimiz içerisinde, bu asrın son bütçesini tartışıyoruz. Bu vesileyle, mensup olmaktan iftihar duyduğum Anavatan Partisi ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, devlet ile milletin dertleşmesi ne demektir? Bu dertleşmedeki hak teslimi ne anlama gelir? Bu hak tesliminin kantarı nedir? Bu kantarın kefelerinde ne vardır ve bu kantarın ibresi nedir?

Değerli arkadaşlarım, devlet ile milletin dertleşmesi demek, millet haklarının teslimi ve hükümlerine riayetinin yerine getirilmesidir. Millet, devletinden haklarının teslimini, özgürlüklerinin hükmüne riayetini ister; millet de bu haklara ve bu özgürlüklere sadakat içerisinde hükmeden bir devletin milleti olmakla onur duyar. Demek ki, kefenin birinde devletin temel ilkeleri ve nitelikleri, diğerinde de milletin vazgeçilmez hakları ve özgürlükleri vardır.

Cumhuriyetimizin ilkeleri ve nitelikleri Anayasada belirtilmiştir. Bunlar, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olmaktır ve bu ilkeler kesindir, nitelikler doğrudur. Devletimizin bu nitelikleri ve ilkeleri karşısında da, yine, Anayasamızın teminat altına aldığı, milletimizin temel, vazgeçilmesi imkânsız hakları ve özgürlükleri vardır. Bu özgürlükler, düşünce ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü ve serbest teşebbüs özgürlüğüdür. Buradaki haklar adil, özgürlükler vazgeçilmezdir.

Nasıl ki devlet, milletinden kendi temel ilkelerine ve niteliklerine sadakat bekliyorsa; millet de devletinden kendi hak ve özgürlüklerine, vazgeçilmez haklarına ve özgürlüklerine, aynı anlayış ve sadakat içerisinde riayet bekliyor. O halde, devletin idaresi ile milletin iradesini bütünleştirebildiğimiz noktada, bu devlet ve millet dertleşmesini sağlamış oluruz.

Bugün, devletin idaresi ile milletin iradesini, şu egemenliği temsil ettiğimiz milletin iradesi ile devletin idaresini birleştirme noktasındayız. Hepimizin vicdanını rahatlatan hüküm budur. Yurttaşlık onurumuza, bu hükümle, cumhuriyetimiz, mana ve değer kazandırmıştır; çünkü, cumhuriyetimizin temel ilke ve nitelikleri, milletimizin hak ve özgürlüklerini sağlamanın teminatıdır.

Son günlerde, durup dururken devlet ile milletin arasındaki ilişkilere nifak sokmaya yeltenen teşebbüsler olmuştur. Din ve vicdan özgürlüğümüze sınırlama getirileceği, milletin huzurunu bozmak üzere bu sınırlamaların kapsamının giderek genişletileceği şeklinde, abartılı ifadelere dayalı, hayal mahsulü raporların vehimleri ortaya konmuştur ve millet ile devlet arasındaki huzurlu ve sükûnlu ilişkinin bozulacağı ifadelerine yer verilmiş, elaltından, bunlar, bir nevi nifak tohumu gibi dört bir yana saçılmıştır.

Din ve vicdan özgürlüğümüzün teminatı Anayasamızdır. Nasıl ki, cumhuriyetimizin demokratik niteliği ve ilkesi, düşünce özgürlüğümüzün, ifade özgürlüğümüzün teminatını teşkil ediyorsa, yine, Anayasamızın, cumhuriyetimizin temel niteliği ve ilkesi olarak derpiş ettiği laiklik ilkesi de, aynı şekilde, din ve vicdan özgürlüğümüzün teminatını teşkil etmektedir. Din ve vicdan özgürlüğümüzün teminatını teşkil eden bu hüküm Anayasamızda bulunduğu müddetçe, Türk Milletinin elinden bu hakkın alınmasına yönelik hiçbir hareketin amacına ulaşma ihtimali yoktur. (ANAP, MHP ve FP sıralarından alkışlar) Asla unutmamamız gereken bir şey varsa, o da, dinimizin en güçlü ve gerçek koruyucusunun, millet iradesine dayanan cumhuriyetimizin ve Meclisimizin olduğudur. Biz, Anayasamızda, bunu, hüküm altına aldık.

163 üncü maddeyi Anavatan Partisi kaçırmıştı ve Anavatan Partisi 163 üncü maddeyle ilgili olarak gerekli bütün önlemleri aldı ve kaldırdı. Bugün, yeniden 163 üncü maddenin getirileceği ve din ve vicdan özgürlüğümüze tahditler, sınırlamalar konulacağı şeklindeki ifadelerin hiçbirisi mümkün değildir. (ANAP, MHP ve FP sıralarından alkışlar) Anavatan Partisi, 163 üncü maddeyi geri getirmeye yönelik olan her teşebbüsün karşısında dimdik duracaktır ve bu Yüce Meclisin sağ kanadından sol kanadına kadar, bütün milletvekillerinin, aynı anlayış, aynı cesaret, aynı direniş ve aynı Anayasa sadakati içerisinde, cumhuriyete bağlı kalarak, bunun getirilmesine engel teşkil edecektir, buna fırsat vermeyecektir.

Değerli arkadaşlar, her vesileyle, âdeta, bir millî tekbir gibi semaya yükselttiğimiz İstiklal Marşımızda, millet marşımızda, dininin temelini ifade eden tek millet biziz, tek devlet biziz :

"Ruhumun senden ilahî, şudur emeli;

Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli,

Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli

Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli." (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, ülkemizde 78 000 adet cami ve mescit var; -kabaca, 375 000 deyiniz-demek ki, günde, her gün, 375 000 defa, Ezanı Muhammedî, okunmaktadır. Hâlâ, mana dünyamızı bu ilahî idrakle aydınlatmaktayız ve 375 000 defa, günde, semaî ilahî kelimeyi şahadetle yankılanmaktadır. Millî Marşında kelimeyi şahadeti cihana haykıran bir devletin dinine karşı olmasını düşünmek mümkün müdür?! (ANAP, MHP ve FP sıralarından alkışlar) Böyle bir yalan akla sığar mı?! Böyle bir yalanın arkasına girerek, mevcut huzuru ve sükûnu bozmaya yönelik nifak hareketlerinin tasvip edilmesi mümkün mü?! Kimin yazdığı belli olmayan bir rapor vehmiyle, Türk Silahlı Kuvvetlerini, milletine karşı, dinine karşı düşman olarak göstermenin hakka, adalete, insafa, vicdana sığacak yanı var mı?!

Değerli arkadaşlar, bu tip meseleler zaman zaman gündeme geldiğinde, dirayetle, basiretle, soğukkanlılıkla, hem Anayasamızın yurttaşımıza tanıdığı özgürlüklerin ifade ettiği mana derinliğini hem de cumhuriyetimizin teminat altına almış olduğu ilkelerinin vermiş olduğu huzuru birlikte değerlendirerek, gerekli cevabı verecek durumda olduğumuzu biliyoruz.

Büyük değişikliklere hazır olmanın gerektiği bir zaman aralığı içerisindeyiz. Türk Milleti, yeni yüzyıla, sadece talihli olanların, sadece hazırlıklı olanların, bu tarihe, ulaşabileceğinin de farkındadır. Dolayısıyla, Türk Milletinin kaderini ve karakterini, yeni yüzyılda, bu hazırlığın niteliklerine göre biçimlendirmek durumundayız. Yeni yüzyıla üç beş ayımız kaldı. Yeni yüzyıl, yeni değerler ve imkânlarla güçleniyor ve zenginleşiyor. Demek ki, yeni yüzyıl, yeni bir mücadele kapısı açmaktadır ve bu mücadele disiplini içinde olmak zorundayız. Bu disiplinin gereği ve tek kelimeyle ifadesi eğitimdir arkadaşlar.

Eğitimde yeniden yapılanma girişimlerimiz, geçtiğimiz sene, aşağı yukarı bu mevsimlerde, sabahlara kadar süren Meclis müzakereleriyle bir disiplin altına alınıp, belli hedefler doğrultusunda benimsenen yeni yasalarla biçimlendirilmeye çalışıldı. Sekiz yıllık kesintisiz eğitim, bu Meclisin, zaman zaman çok kavgalara, kırgınlıklara sebebiyet vermesine rağmen, sabahlara kadar, fevkalade dikkatli ve disiplinli çalışması sonunda çıktı; ama, eğitim dünyamızın 21 inci Yüzyıla ilişkin hedeflerini sadece sekiz yıllık kesintisiz eğitimle sınırlı tutmak gibi bir mecburiyetimiz yok veya sadece sekiz yıllık kesintisiz eğitimde gerekli olan yapısal altyapıyı gerçekleştirdiğimiz tesellisi içerisinde olamayız. Yeni yüzyıl, yeni anlayışlarla meselelere bakılmasını gerektirmektedir.

20 nci Yüzyılın başına geldiğimiz zaman, Türk Milleti, nüfusunun çok önemli bir kısmını savaşlarda kaybetmişti ve kadınlarımızın da çok önemli bir kısmı okuma yazma bilmiyordu. Atatürk, 20 nci Yüzyılın başında, Türkiye Cumhuriyetinin, devletinin, milletinin bu okur yazarlık problemini çözmek için harf inkılabını yaptı ve arkasından da bununla ilgili olarak, millet mektepleri açarak, okur yazarlık katsayısını yükseltecek bütün mekanizmaları işletti. O zaman en önemli mesele harf okur yazarlığı idi. 21 inci Yüzyıla gidiyoruz, artık, Türkiye'nin, harf okur yazarlığıyla ilgili bir problemi yok. Aşağı yukarı dünyanın en iddialı ülkeleri seviyesinde, nüfusumuzun harf okur yazarlığı problemi çözülmüş durumdadır; ama, 21 inci Yüzyıl, artık, bilgisayar okur yazarlığı problemini çıkarmıştır karşımıza. O halde, yeni yüzyılda bilgisayar okur yazarlığına kavuşmak mecburiyetimiz vardır ve bunun için de sekiz yıllık kesintisiz eğitime ilave olarak, bilgisayar destekli eğitim programına gerekli önemi vermek mecburiyetindeyiz.

Hepimizin dilinde, “BDE” deyip duruyoruz; Yani,bilgisayar destekli eğitim. Eğer, içeriğindeki değerlere uygun ve geleceğe yönelik hedeflerimizi karşılayacak nitelikte sağlanmaz ve öğrencilerimiz bilgisayar okur yazarlığına kavuşturulamazsa, yeni yüzyılın karşımıza çıkaracağı problemleri yenmekte zorluk çekebiliriz.

Bu konuda 650 milyon dolar civarında bir kredi temin edildiği söyleniyordu ve geçen gün Sayın Işın Çelebi, burada yaptığı konuşmada, bunun ancak 2 milyon dolarlık kısmının kullanıldığını söyledi. Eğer, 650 milyon dolarlık bir imkânın bulunduğu yerde 2 milyon dolarla iktifa ediyor, yetiniyor isek, sekiz yıllık kesintisiz eğitimden beklediğimiz sonuçlara varmanın gerektirdiği bilgisayar destekli eğitim konusundaki ihmalimizi anlayışla karşılamak mümkün değildir. Üzerinde en fazla ihtimam göstermemiz, özen göstermemiz gerekli olan hedeflerden bir tanesi budur.

Değerli arkadaşlar, hükümet politikasıyla ilgili olarak zaman zaman gündeme gelen konularda ve bakanlıklar detayında yapılan tartışmalarda çok çeşitli eleştiriler geldi. İlgili bakanlar, bu kürsüde o eleştirilere cevap verdi, çoğu isabetli, doğruydu, haklarını teslim etti, çoğu ise gerçek değildi, millî boyuttan siyaset boyutuna yansıtılmış nitelikteydi ve dolayısıyla da bu cevaplar yeteri ölçüde açılamadı, karşılanamadı.

Doğru Yol Partisi adına konuşan, Parti Lideri Prof. Dr. Sayın Tansu Çiller Hanımefendi, benim yaptığım tespitlere göre 27 eleştiri geliştirmiş durumda. Bu 27 başlıktan -buna, başlık demek zorundayım; çünkü, içeriği yeteri kadar zenginleştirilmediği için, konu tanımlamasına getiremiyorum- 3 tanesi isabetli bir eleştiridir ve bu eleştiriyi getirmiş olmasından dolayı, Yüce Meclis, kendilerinin hakkını burada teslim etmelidir. Ancak, eleştirilerden 6 tanesi, kendinden sonra yapılmış olan diğer 6 eleştiriyle sıra sistematiğinde çeliştiği için, bunları ayıkladım. Zamanı da tasarruf ihtiyacı içerisinde olduğum için, geri kalan 7 eleştirisiyle ilgili cevaplar arz ediyorum.

Kendileri burayı teşrif etmediler, Grubundan da temsilci olarak Başkanvekilleri yok, değerli milletvekillerine hitap etmek durumundayım.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Biz varız; anlıyoruz.

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Daha şimdiden "varız varız" tarzında, mutlaka kendisine çok ağır eleştiriler getirilecek ve cevap hakkı kullanılacakmış gibi bir üslup takınılmasına rağmen, hemen ifade etmeliyim ki, hak teslimindeki adaletim ne ise, mukabil eleştiri ifadesindeki nezaketim de aynı şekilde olacaktır. (ANAP, MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Tansu Hanımefendinin eleştirilerini kendi sistematiği içerisinde alıyorum; fakat, bunların içerisinde en önemlilerinden birine hemen temas etmek durumundayım. Tansu Hanımefendi, "eğer, APO davasında bir yargı kararı alınır ve o alınan yargı kararı karşısında siz onu değiştirirseniz, ben bunun sizden hesabını sorarım, hesabını sorarım" diye meselenin üzerine gitmiştir. Son günlerin duyarlı meselesinde fevkalade önemli, retoriği zengin, sofistikesiyse hassaslıktan kendini hemen belli edebilir bir cümleyle ortaya çıkıyor.

Değerli arkadaşlar, Apo Suriye'de bulunduğu zaman, 55 inci hükümetin başkanı, Anavatan Partisi Genel Başkanı Sayın Mesut Yılmaz, Suriye'nin yakasına yapıştı ve "bunu defet" dedi.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Yok ya!. Güldürüyorsun bizi, vallahi güldürüyorsun.

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla)– O tarihten itibaren Apo ülkeden defedildi ve yakalanma süreci başladı. Bunun yakalanması, 56 ncı hükümete nasip oldu ve 56 ncı hükümetten 57'ye geçtiğimiz zaman, bu işin yargılaması başladı.

Ne ilahî tesadüftür ki arkadaşlar, bugün adaletiyle dünya hukuk tarihinde fevkalade müstesna bir yer tutan, fikirleri hür, vicdanları hür, iradeleri hür Türk yargıçları Apo'yu yargıladı ve bu sabah "sanık, ayağa kalk" diyerek, 30 bin kişinin katili, bu terör başına vicdanının hürlüğüyle verdiği kararı tefhim etti: İdam! (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, bundan sonra karar, sizin elinizdedir.

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Yargıtayda_

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Dolayısıyla, 55 inci hükümetin, o dönemdeki Başbakanına, 56 ncı hükümetin Başbakanına bu meseleye büyük bir dikkatle, ciddiyetle sarılarak terör başını yakalayan, adalete teslim eden herkese, huzurlarınızda şükranlarımı arz ediyorum.

Değerli arkadaşlar, Sayın Çiller'in eleştirilerinden bazıları üzerindeki görüşlerimi beyan edeceğimi ifade etmiştim. Sayın Çiller, geçici bütçe düzenleyerek, altı aydan beri gayri ciddî bir malî uygulamanın içinde olduğumuzu söylüyor.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, bizim maliye hukukumuzun içerisinde, ne Anayasamızda ne Muhasebei Umumiye Kanunumuzda ne de onlara herhangi bir detay kazandıracak mevzuatımızın içinde “geçici bütçe” diye bir tabir yok, böyle bir terminolojimiz de yok. Sadece, vaktinde çıkarılmamış olan bir bütçenin yanı sıra, belli bir zaman aralığını kapsamak üzere harcama yapmak, gelir toplamak yetkisini veren geçici bir kanunumuz var.

Bu kanun ilk defa uygulanmıyor, ilk defa geçici bütçe tatbikatının içerisinde değiliz; 55 inci hükümetin düşürülmüş olmasından kaynaklanan özel bir durumdur. 55 inci hükümet bütçeyi zamanında çıkarmış ve normal prosedüründen geçerek, normal bir bütçe kanunu şeklinde kanunlaşması için gerekli olan bütün düzenlemeleri yapmıştı. Ancak, mevcut sistemin içerisinde, şimdi burada bulunmayan bir başka partinin teşebbüsü ve şimdi bulunanların da desteğiyle 55 inci hükümet düşürülünce, yeni bir bütçeyi uygulamak, onu onaylamak, o tarihin siyaseti içerisinde uygun görülmediği için bu uygulamaya geçilmişti. O halde, 55 inci hükümetten zamanında gelmiş bir bütçe, çıkamayınca, Meclis, geçici olarak bu bütçeyi çıkarmak durumunda kalmıştı. Bunu, bir hükümetin eleştirisi gibi takdim etmek, bütçenin bu koşullarda olmasına dair alınan Meclis kararını çok saygıdeğer bulmamak şeklinde yorumlanabilir.

Tansu Hanımın yapmış olduğu eleştirilerden bir tanesi de, yüzde 10'dan fazla zam verilmez diye, hükümeti, mevcut memur maaşları üzerinde köşeye sıkıştırma ihtiyacıdır.

Değerli arkadaşlar, hukuk felsefesinde çok güzel bir hüküm vardır, der ki: Emsal ile karar ittihaz edildiğinde, hükme isabet anlamına gelmez. Tansu Hanımın emsal olarak aldığı uygulama, kendi uygulamasıdır; çünkü, kendisi de "memura sıfır bile zam verilmez" demiş ve sıfır bir zam bile vermemişti.

Şimdi, o emsalden hareket etmek suretiyle yüzde 10 olduğu bile telaffuz edilmemiş bir meseleyi eleştirmek noktasına getiriyorsanız, bu, yaklaşımınızdaki önemli bir millî boyutu, sadece kendi partinizin siyaset boyutuna dönüştürmek olur.

Sayın Çiller'in hükümetinin kurulduğu 1993'ten_

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hangi senenin bütçesinde "yüzde 0" dedi Tansu Hanım?

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – 1994 senesinde söyledi ve vermedi.

BAŞKAN– Yerinizden müdahale etmeyin efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama, yanlış konuşuyor Başkanım. O, işçilerle ilgili_

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Ben anlatayım efendim, ben konuşmamı söyleyeyim.

BAŞKAN – Sayın üye kendi fikrini söylüyor.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Memura sıfır zam vermedi.

BAŞKAN – Sayın Genç, yerinizden müdahale etmeyin lütfen.

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – 1993'te maaşlar reel olarak yüzde 2 oranında azalmış, 1994'te yüzde 22 oranında azalmış ve 1995'te_

İSMET ATTİLA (Afyon) – Yanlış anlatıyor.

BAŞKAN – Efendim, yanlış doğru... Sizin sözcünüz de ona cevap verir.

KAMER GENÇ (Tunceli) –Millet dinliyor; anında bunun yanlış olduğunu belirtirsek_

BAŞKAN – Efendim, Sayın üyenin kendi kişisel kanaati değil; Grubu adına konuşuyor. Niye müdahale ediyorsunuz...

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Değerli arkadaşlar, eldeki istatistiklere göre, rakamları ifade ediyorum. Dolayısıyla, böyle bir emsalden hareket etmek suretiyle getirilmiş eleştirinin isabetli olmadığını söylüyorum. Eğer, bunun dışındaki sayılar sistemiyle -varsa- nasıl olsa, son konuşmacı olarak, Sayın Çiller, buraya geldiğinde, bunları ifade ederler; ama, ben, size, sayılar olarak arz edeceğim.

Değerli milletvekilleri, diğer bir nokta, Tansu Hanımın, devletin parası birtakım bankalara veriliyor şeklindeki iddiasıdır.

Değerli arkadaşlarım, bu doğru değildir. Devletin bütçesinden, kimse, bir kuruş çıkarıp da bir başkasına vermiş değildir. Bir kavram kargaşası yaratılmıştır ve sanki, devletin bütçesinden belli imkânlar alınıp başkalarına veriliyormuş gibi izlenimler, intibalar yaratılmak istenmiştir. Sistemin işlemesi, mevduat sigortası fonudur ve sistem, zaten, bu amaçla, bu ihtiyaçla ortaya konulmuştur. Dolayısıyla, devletin önemli bir kaynağının transfer edildiği şeklindeki eleştiri sağlıklı değildir. Peki, bu sistemde eleştirilen ve çok büyük kaynak aktarıldığı söylenen bankalarla ilgili olan problem ne zaman doğmuştur; o da, 1994 krizidir. Dolayısıyla, müsebbibinin kim olduğunu ifade etmeden, bir sürecin gelişmesinde varılan sonucu, sadece sonuçtaki nokta doğrudur gibi takdim etmek, nasıl bir açıkla karşılaştığımızı ve nasıl bir siyaset üslubuyla memleketimizin önemli meselelerini tartıştığımızı ortaya koyar.

Tansu Hanım, ihracatın finansmanı için, son derece önemli bir öneride, bir eleştiride bulunmuştur. Kendisi burada yok; ama, gıyabında hakkını teslim ediyoruz. Eximbankın ihracat finansmanıyla ilgili olarak kaynaklarının takviye edilmesine yönelik eleştirisi, doğru bir eleştiridir; ancak, tavsiyesi doğru değildir. O halde, sistemde değerlendirmeyi nasıl yapmamız gerekiyor; eğer, tespit doğruysa, eleştiri doğruysa; fakat, tavsiye isabetli değilse, tavsiyenin isabetli olmayışını gerekçe göstererek eleştirinin doğruluğundan uzaklaşmamız mantıklı değildir. Eleştirinin doğruluğunu kabul etmemiz ve ona göre de önlem almamız gerekmektedir. Umarım, hükümet, Tansu Hanımın, geçtiğimiz günlerde tafsil ettiği bu konudaki eleştirisinde işaret ettiği sağlıklı tespitlerine dayanarak gerekli ilhamları alır ve ihracat finansmanına yönelik olarak o düzenlemeleri yerine getirir.

Bendeniz, mesela, kabaca bir öneri verebilirim ve diyebilirim ki, sistem, kendi içerisinde, para politikasını ihlal etmeden, para politikası araçlarından yararlanmak suretiyle, buna çözüm üretebilirdi. Doğru Yol Partisine mensup çok değerli hazine bakanlarımız vardı; kendileri burada olsaydı, daha teferruatlı olarak bilgi arz edecektim; zamanımı tasarruf etmek ihtiyacındayım, bu itibarla, hızlı olarak gidiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Tansu Çiller'in Vergi Yasasıyla ilgili olarak getirdiği bir eleştiri var. Bütçe vesilesiyle, diğer arkadaşlarımız da, diğer muhalefete mensup arkadaşlarımız da, çok sık olarak bu konuyu getirdiler. Hatta, iktidara mensup bazı arkadaşlarımız, Maliye Bakanlığı bütçesinin görüşmeleri sırasında, mesele vergiye intikal ettiği vakit, onlar da değişik eleştiriler getirdi. Artık, 21 inci Yüzyılda yeni bir kapitalizm tarifi var ve o kapitalizm tarifi içerisinde, vergi sistemi en önemli başlığı oluşturmakta. Global kapitalizmin yaşadığı krizlerle ilgili olarak ortaya konulmuş olan gerekçeler doğrudur; ama, 21 inci Yüzyıl için turbokapitalizmden bahsedilmekte. Turbokapitalizm, sermayenin namuslu terakümü esasına dayanıyor; yani, doğru, dürüst, vergisini zamanında ödeyen mükellef anlayışına dayanmakta. Türkiye, 1950 yılından beri, Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi ve Vergi Usul Kanunu reformundan bu yana, sürekli, dürüst mükellef peşinde koşmuştur; ama, bugüne kadar, bu konuda istenilen başarıya da ulaşılamamıştır. Dürüst mükellef kavramı, yeni yüzyıldaki mükellef tarifinin en önemli unsurunu oluşturuyor.

Değerli arkadaşlar, Türkiye, vergisini veren için cehennem, vergisini kaçıran için cennet bir ülkedir. Böyle bir ülkenin içerisinde, bütün yurttaşları, namuslu esaslar içerisinde vergi vermeye yöneltecek olan bir düzenlemenin getirdiği fevkalade önemli imkânları, bir kalemde, alelıtlak vergiyle ilgili endişelerimiz ve eleştirilerimiz vardır diye bir kenara bırakmayı sağlıklı bir yaklaşım olarak görmüyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

Demokratik Sol Partiden, benden sonra konuşacak iki arkadaş var; ikisi de, vergi ve finansman konusunda uzman arkadaşlardır. Elbette ki, bu Vergi Yasasını getirenlerle ilgili olarak görüşleri ve takdirleri ifade edeceklerdir; ancak, ben, bu Yüce Meclisin adalet ahlakına ve disiplinine sığınarak, bir konuyu ifade etmek mecburiyetinde hissediyorum kendimi.

Zekeriya Temizel, Türk maliyesinin, bilgisiyle, tecrübesiyle, dürüstlüğüyle ve görev ahlakının üstünlüğüyle daima saygıyla anılacak şahsiyetlerinden birisidir ve onun gıyabında, burada bulunmadığı zamanda getirilmiş olan eleştirilerin, kendisine karşı yapılmış bir haksızlık olduğunu düşünüyorum ve turbokapitalizmin yaşayacağı gelecek yüzyıl için, bugünden sağlıklı bir vergi yasası için sabahlara kadar süren gayretli çalışmalarından ötürü, kendisini, gıyabında takdir ediyor ve burada hürmetlerimi belirtiyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, herhangi bir siyasî partiye bir iltifat sadedinde söylemiyorum; bir hakkın teslimi anlayışıyla söylüyorum.

İSMET ATTİLA (Afyon) – Şahsıyla ilgisi yok, devletle ilgili... Kanun devletin...

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Dolayısıyla, Vergi Yasasında, ufak tefek birtakım değiştirmeyi gerektirebilecek yanlışlıklar, hatalı düzenlemeler söz konusu olabilir; onları, buraya geliriz, muhalefete veya iktidara mensubiyetimizden kaynaklanan üsluplarla değil, devletin Vergi Yasasında düzenlemeyi gerektirecek ihtiyaçları doğrultusunda ortaya koyarız ve tartışırız. Dolayısıyla, Vergi Yasasıyla ilgili eleştiriler arasında, Sayın Çiller'in, 7 milyar dolar da bu vesileyle gitti tarzındaki eleştirisine de küçük bir cevap vermek istiyorum.

Dikkat ediniz, kullandığım kelimelerin hiçbirisinde hiç kimseyi istihdaf eden bir ifade yok, sadece, kendi ifadelerine mukabil doğru anlayışı için, mevcut durumun ne olduğunu anlatma arzusu var.

Devletin imkânlarıyla 7 milyon doların ziyan olduğu izlenimini veren eleştiri gerçekçi değildir, ekonominin gerçeğiyle çelişmektedir. Burada önem taşıyan nokta, piyasanın tarifidir. Artık, finans piyasaları için, iyi piyasa, kötü piyasa deyimi kalktı; likit piyasa ve likit olmayan piyasa deyimleri var. Dolayısıyla, meseleyi likit olan veya likit olmayan piyasa anlayışında değerlendirdiğiniz zaman, bu dışarıya çıktığı ifade edilen 7 milyar dolar, likit bir piyasa olmasının imkânlarından yararlanarak çıkmıştır. Şimdi, şükretmek zorundasınız ki, 55 inci hükümet, Türk ekonomisini likit bir piyasa haline getirmiştir. Likit piyasalarda dışarıya böyle fevkalade zamanlarda çıkan kaynaklar, yine aynı anlayış içerisinde geriye doğru dönüp gelebilirler.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin içinde bulunduğu meselelerle ilgili olarak, dünyadaki büyük krizden etkilenmiş olmayı, zaman zaman gerekçe olarak ortaya getirdik, tartıştık. Meseleye bir Asya krizi başlığı altında bakıp ve sadece, kısmîleştirilmiş bir krizin içerisinden Türkiye'nin, dışticaret hacmi ve millî geliri çerçevesinde etkilenemeyeceğini ifade eden bir eleştiri başlığını doğru ve gerçekçi bulmamız mümkün değildir.

Türkiye'de, evet, krizin adı Asya krizidir; ama, kriz Asya krizi değil, global krizdir; Rusya'ya, Brezilya'ya; Brezilya aracılığıyla bütün Latin ülkelerine, oradan Amerika'ya ve sonuçta dünyaya sirayet etmiş bir krizdir. Global manada bir krizdir. Sadece "Asya krizidir" diye kısmi bir tarif içerisinde küçümseyerek, Türkiye'deki ciddî sıkıntıları, bu noktada görmezliğe getirmeyi doğru bulmadığımı söylüyorum.

Türkiye, 210 milyar dolar civarındaki millî geliriyle, 25-26 milyar dolar civarındaki ihracatı ve 45 milyar dolar civarındaki ithalatıyla global krizden etkilenebilecek seviyede üstün bir ekonomi karakteristiği göstermektedir; yani, bir ekonomi profesörünün, Sayın Çiller'in, bilgisi ve tecrübesiyle, bu ikisi arasındaki farkı tefrik etme imkânı elindeyken, sırf bu kadar önemli bir millî boyuttaki meseleyi, yine DYP siyaseti boyutunda ele almasını sağlıklı bulmadığımızı ifade ediyorum.

Değerli arkadaşlar, bundan yirmi sene evvel, Sosyal Sigortalarla, sosyal fonlarla ve güvenlikle ilgili olan meseleler hiç tartışılmazdı; çünkü, yirmi sene evvel sosyal güvenlik kurumları, bu ülkenin tasarrufçu kurumları arasında yer alırdı, hatta, o kadar ki, yirmi sene evvel devletin yapacağı yatırımlar için gerekli tasarruflar bulunmadığında, sosyal güvenlik kurumları olarak Sosyal Sigortalar ile Emekli Sandığının birikmiş fonları, o zamanın yüzde 3, yüzde 4 gibi mütevazı faizleriyle Devlet Yatırım Bankasına yatırılır ve devletin yapacağı yatırımlarda tasarruf-yatırım dengesinin kurulması için kullanılırdı. 1990 senesine kadar, bu konuda herhangi bir aksama olmaksızın yürüdü. 1991 seçimlerinden sonra, sırf, popülist politikalarla emeklilik yaşının aşağıya çekilmesine yönelik uygulamadan sonra, çok ciddî sosyal güvenlik kurumları finansman sıkıntılarıyla karşılaşmaya başladık. Eğer, 1991 senesinde sosyal güvenlik kurumlarının elindeki fonları yüzde 3,5, yüzde 4 seviyesinde reel bir faizle işletmiş olsaydık, 1991 senesinde çıkmış olan kriz, 2000 senesine kadar hiçbir kriz sebebiyeti olmayacak şekilde sağlam kaynaklara dayalı olarak günümüze gelecekti. Dolayısıyla, 1998'de karşılaştığımız bu olay, 1991 yılında gerekli fon değerlendirme basiretini, dirayetini göstermemiş olmaktan kaynaklanmaktadır.

Bugün, meseleyi, sanki, bu gelişmişlikten, bu süreçten geçmemişiz gibi ele alıp, sadece bir yaş meselesine ve dar parantezine sığdırarak bakarsak, sağlıklı olmayız. Anavatan Partisi, başından beri, sosyal güvenlikle ilgili olan reformu, sadece basit bir yaş tashihi şeklinde görmemektedir; meselenin çok geniş kapsamı vardır. Sosyal sigorta sistemi başka bir şeydir, sağlık sistemi başka bir şeydir, sağlık hizmetlerinin arz edildiği hastane hizmetleri başka bir şeydir, işsizlik sigortası başka bir şeydir, sendikal hakların çağdaş anlayışlara uygun olarak yeniden düzenlenmesi başka bir şeydir.

İşçi sendikaları ile işveren sendikaları arasındaki ülkeseverliğin getirdiği ortak anlayış nedeniyle bir türlü meselelerin ortaya çıkmayışını hem işçi sendikalarımızın hem işveren sendikalarımızın vatanperverlikleriyle izah etmekten ötürü kendilerini tebrik ediyorum; ancak, zaman içerisindeki bu ihtilafın istenmeyen boyutlara ve sonuçlara dönmesini engellemek bakımından da, çalışma hayatımızı bütünüyle değerlendiren bir reforma ihtiyaç vardır. Sadece bütçe vesilesiyle 38 yaş, 48 yaş, 58 yaş, 68 yaş gibi bir sayı sistematiğini yükseltmeye yönelik eleştiriyi sağlıklı bulmuyorum. Bizim mesuliyetimiz, çalışma hayatını, sosyal güvenlik hayatını, biraz evvel söylediğim çok başlı ve çok iddialı sorunları çözmeye yönelik ortak bir reform paketi gibi düşenmemiz gerekecektir.

Değerli arkadaşlar, hepiniz dinlediniz, sonuç itibariyle, ortaya konulan eleştirilerde, birbirlerine çok benzer şeyler dikkatinizi çekti. Bu eleştirileri yazıp, bulmakta, ifade etmekte, eleştirileri gündeme getirenlerin büyük sıkıntıları olduğunu zannetmiyorum; çünkü, bir tarihte, kendileri iktidardayken muhalefette olanlar, bunları kendilerine eleştiri olarak yöneltmişti. Şimdi, kendileri muhalefette, bugün iktidar olanlara fi tarihinde kendilerine yöneltilmiş olanları, böyle, cımbızla seçerek ve birbirlerini retorik cümlelerle âdeta inci dizer gibi, gerdanlık dizer gibi yanyana getirerek koymak, neredeyse, Millet Meclisimizin eleştiri sistematiği haline geldi; burada değişen bir şey yok; sadece, değişen, işin tiyatrosu, işin operası; ama, kimisi soprano, kimisi bas, kimisi bariton, kimisi mezosoprano olarak geliyor, burada, aynı eleştirileri tekrar ediyor. O halde, eleştirilere, sadece eleştiri başlığı açmakla yetinmemek, onu, temas edilmiş konu ciddiyetine ve zenginliğine ulaştırabilmek için önerilerini de beraber getirmiş olmak lazım.

Geçtiğimiz müzakereler sırasında, ciddî bir şekilde tereddütle karşılaştığım bir manzarayı da ifade etmek istiyorum. Bir değerli hazine bakanı ile bir başka değerli hazine bakanı faiz sisteminin bileşik faizle nasıl yapılabileceğinin tartışması üzerinde dakikalarca bu kürsüyü işgal ettiler.

Değerli arkadaşlar, ticaret lisesindeki malî cebir dershanesi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi arasındaki farkı eğer tefrik edemiyorsak, yeni yüzyıla, yeni yüzyılın finansman zorluklarına karşı ne muhalefet ne de iktidar olarak hazırlıklı olduğumuzu ifade etmek mümkün değildir. Dolayısıyla, asıl meseleler üzerinde takip edilmesi gerekli, bizlerin ne olduğunu ortaya koyan ve o çerçeve içerisinde ciddiyetle meseleyi tartışan bir üslup yerine ille “benim zamanımda yirmiyedi gün faizin bileşiği şu kadardı, senin zamanında buydu" diye ticarî hesap bilmecesi çözmeye yöneltirsek, bu işin sonucuna varmamız mümkün olmaz.

Değerli arkadaşlar, bundan yaklaşık üç dört sene evvel ya da 20 nci Dönemde, kürsüye her çıktığında konuşmalarının nükteleriyle ve zaman zaman da önemli hitabet orijinalitesi sergilemek suretiyle hafızalarımıza yer etmiş bir siyasî lider vardı; Prof. Dr. Necmettin Erbakan. Sayın Erbakan, Başbakanlığında -ki, o sıralarda, denk bütçe mekanizmasının işletilmesiyle ilgili bir iftihar sergilenir idi- Türkiye'de meselelerin nasıl tartışılması lazım geldiğini...

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Burada bulunmayanları eleştirmemek gerektiğini siz söylediniz.

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Gıyabında takdir ifade ediyorum, eleştirimi getirmiyorum.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Söylediklerinizi hatırlatıyorum.

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Dolayısıyla, çok güzel şeyler söylerdi. Nitekim, Cumhuriyet Halk Partisinin, o tarihte, denk bütçeyle ilgili olan eleştirilerine, Sayın Erbakan, kürsüye çıktığı vakit fevkalade güzel bir cümle söylemişti; o cümleyi aynen alıyorum: "Bir ifadenin muhtevası maksadı aşıyorsa, ne maksat makuldür ne de muhteva makbul." Dönemin CHP muhalefeti, bu söz üzerine fevkalade protestolar ortaya koydu. O tarihte Refah Partisine mensup milletvekili arkadaşlarımız da, Genel Başkanlarının, mana itibariyle doğru, kullanımı da tam zamanında yapılmış bu cümle isabetini ayakta alkışladılar -ben de itiraf ediyorum arkadaşlar, cümle çok hoşuma gittiği için ben de alkışladım- ve bunun üzerine de, Cumhuriyet Halk Partisi, yapılan eleştirilerin şiddetini artırdı. O tarihte Sayın Erbakan diyordu ki: "Bir meseleyi kendi boyutunda doğru teşhis etmek, eleştiri ahlakı için vazgeçilmez kuraldır. Bu, aynı zamanda, kürsü disiplini için de geçerlidir."

Şimdi, değerli arkadaşlar, ben, Fazilet Partisine mensup değerli milletvekili arkadaşlarıma dönsem ve "Ey Fazilet milletvekilleri, siz, bu memleket için hiçbir konuda çare olamazsınız, siz, sadece bir felaketsiniz" desem, herhangi bir şekilde, kendilerinden tepki beklememem söz konusu olabilir mi? Veya bu kürsüye çıkıp da, hükümet eleştirilirken, henüz bütçesi çıkmamış, bütçesi üzerinde tartışılmakta olan bir hükümete "kırk yıllık geleneğiniz bu üslup içerisindedir ve bu felaketi sürdürüyorsunuz" desem, değerli Fazilet milletvekillerinin beni tasvip etmesi mümkün mü? Bu ne kadar garip ve ne kadar Meclis disiplini ya da Sayın Erbakan'ın -Allah selamet versin- ifadesiyle, Meclis disiplininin kürsü disiplinine ve ahlakına aykırıysa, aynı ifadenin burada söylenmiş olması ve hükümete tevcih edilerek ifade edilmesi son derece yanlıştır. Hiçbir şekilde, muhalefet milletvekillerini çaresiz ve bir felaket gibi görmek durumunda değiliz. Ben, Fazilet Partisinin değerli milletvekillerini, bu Meclisin halk tarafından seçilmiş ve bu Meclis çalışmalarına her vesileyle katkıları olabilecek, millet iradesinin mümessili çok değerli parlamenterler olarak görüyorum; ama, eski bir Maliye Bakanımızın, bu kürsüye gelip, o tarihlerde genel geçerlikteki ifadelerin manasına ve bırakacağı tesire imrenerek bu eleştiriyi getirmesini, doğrusu hayretle karşıladığımı ifade etmek istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Karakoyunlu, sürenizin bitmesine 5 dakika kaldı.

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Değerli arkadaşlar, herhalde, eski maliye bakanımızın bu kürsüde bir felaketle hükümlenen cümlesinden rahatsız olmuş olacak ki, ikinci konuşmayı yapan değerli Cemil Çiçek arkadaşımız "siyaset bir fazilettir" diyor, cinas sanatını kullanarak bunu söylüyor. Dediği doğrudur. Sayın Çiçek, siyaset gerçekten bir fazilettir, insana ait bir hizmettir ve millete adanmış bir hizmettir. Ancak, herhangi bir şekilde, millete adanmış bu hizmetin yerine getirilmesi sırasında kullanılacak ifadeler de, hükümete sıradan eleştiri önermek veya göndermek şeklinde olmaktan çok, işaret ettiğiniz manada fazilete riayet ederek yerine getirilmek durumundadır. (ANAP ve MHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, Sayın Çiçek, Bankalar Düzenleme ve Denetleme Kuruluyla ilgili olarak burada yaptığı konuşmasında son derece ağır eleştiriler getirdi. Ancak, yine, hukuk felsefesinin bir kuralına işaret ederek, kendisine bir şey söylemek istiyorum:

Sayın Çiçek, eğer bir sürecin evveliyatına değil, son gündeki malumatına bakarak eleştiri getirirseniz, bu istenmeyen durumun ortaya çıkmasına sebebiyet verirsiniz. Diyorsunuz ki: "Bankalar Düzenleme ve Denetleme Kurulu teşkil edilmek suretiyle, Hükümet, bütün ülke kaynaklarını üç beş zadegâna peşkeş çekecek bir dukalık teşkil etmektedir."

Bakınız, bu maddeyle ilgili olarak, size, kısa açıklama sunmak zorundayım. Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda Bankalar Yasası Tasarısı tartışılırken, 3 üncü maddeye ilişkin olan eleştirilerin en fazla yoğunlaştığı noktalarda, sürekli olarak, sizin şimdi eleştirdiğiniz konunun madde haline gelmesini isteyenler, Fazilet Partisine mensup değerli arkadaşlarımızdı; hatta, o kadar ki, bu noktada, sizin eleştirdiğinizin yerine getirilmesini temin etmek için, yasada muhalefet şerhi bile koymuşlardı. Muhalefet şerhini alanlar, sizin söylediğinizin tam tersini söylüyordu ve bu kanunun burada müzakeresi sırasında Sayın Altan Karapaşaoğlu bu görüşmeleri yapmak durumunda iken, kürsüye Sayın Cevat Ayhan çıkmıştı; şimdi, her ikisi de burada olmadığı için çok üzgünüm; ama, her ikisi de burada olsaydı, 3 üncü maddede sizin eleştirdiğiniz sistemin tam tersini ortaya koymaya yönelik olarak çalıştıkları; fakat, Karapaşaoğlu ile Ayhan arasında da irtibat iyi kurulamadığı için, aynı meselede, üç Faziletlinin üç değişik görüş ortaya koyduğu tespit edildi; zabıtlara bakabilirsiniz; Altan Bey burada olsaydı, Ayhan Bey burada olsaydı, ortaya çıkabilecekti.

O halde, değerli arkadaşlar, sayısal sistemin içerisinde, neyi vardır, neyi yoktur diye tartışmanın güzellik değerlerini Sayın Cemil Çiçek konuşmasında aynen bu ifadelerle söylüyor.

Değerli arkadaşlar, Sayın Çiçek dostumuza izafe edilen değer cemildir. Cemil, hayra yönelik güzellik demektir ve tek başına mana ifade edecek şekilde kullanılabilir. Köken itibariyle "cemal"den gelir; dinimizde de, inancımızda da, fevkalade önemli, hayırlı güzellikleri ifade kabiliyetidir ve tek başına mana ifade etmesinden daha önemlisi, kendisinden beklenen o mürekkep manayı sağlamasıdır; yani, zikr-i cemildir, fikr-i cemildir ve zihni cemildir. Zikr-i cemil dediğiniz, fikr-i cemil dediğiniz, zihni cemil dediğiniz şey o kadar önemlidir ki, eğer, Sayın Çiçek dostumuzda bu cemale teşekkül edip de temessül etseydi, o kadar ağır asabiyet cümlelerini burada dinlemek durumunda olmayacaktık. Kendisi, kendisinden beklenen o cemil üslup içerisinde konuşabilirdi; fakat, burada yaptığı konuşmayı, gerçekten hayretle karşılıyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, fikr-i cemil, bir şeyin gerçeğinin doğruluk cesaretiyle ortaya konulması hadisesidir. Zikr-i cemil, o doğruluk cesaretini ortaya koyma kabiliyetinin gerçek değerini aksettirme halidir. Zihn-i cemil de, bunun hakkını sahibine teslim etme ahlakı ve disiplinidir.

Şimdi, Sayın Cemil dostumuzun eleştirilerine baktığınız zaman, bu eleştirilerden...

BAŞKAN – Sayın Karakoyunlu, size 3 dakika veriyorum, toparlar mısınız efendim.

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Lütufkârsınız...

Dolayısıyla, herhangi bir şekilde bu hususu tespit etmemiz mümkün değil.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – 3 dakika mı?

BAŞKAN – Efendim, Milliyetçi Hareket Partisi, 3,5 dakika erken bitirdi. Zamanı aşmam.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Yani, partilerin ayrı tüzelkişilikleri yok mu Sayın Başkanım?

BAŞKAN – Sizin de ihtiyacınız olduğu zaman veririm Sayın Şener.

LATİF ÖZTEK (Elazığ) – Sağ olun Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Değerli Başkanım, sayın milletvekilleri; aslına bakarsanız, Sayın Çiçek dostumuza bu cemil yakışır ve dediğim gibi, evsafı cemiliyle de, hiç şüpheniz yok ki, bir vesileyle gelecek, maksadının bu olmadığını bu kürsüden söyleyecektir.

Değerli arkadaşlar, Sayın Başkanımızın bana lütfetmiş olduğu son 3 dakikayı son derece önemli bir konuda kullanmak istiyorum.

Gerek Bütçe Komisyonunda yapılan görüşmelerde gerekse Türkiye Büyük Millet Meclisinde Bütçe Kanunuyla ilgili müzakerelerin izlenmesi sırasında, yeteri kadar haklarını teslim edemediğimiz bir kesim var. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşunun 700 üncü ve cumhuriyetimizin 75 inci yılını idrak ettiğimiz bir 365 günden geldik, geçtik. Bu dönemde, 75 yıllık cumhuriyetimizin kültürünü, yerel düzeyden ulusala, ulusal düzeyden evrensele götüren ve bunun için gecesini gündüzüne katan, her türlü gayreti, her türlü zahmeti yüklenen sanatçılarımız var. Türk kültürünü, evrensel kültürün, yararlanan veya yararlanılan ögesini haline getirmek, öyle zannedildiği kadar kolay bir hizmet değildir. Bu hizmeti tereddütsüzce yüklenen ve bundan sonra da yüklenerek, Türk kültürünü, dünya üzerinde, muhteşem örnekleriyle sergileyecek sanatçılarımıza karşı şükranlarımı arz etmek istiyorum. Şairlerimizi, öykücülerimizi, romancılarımızı, bestecilerimizi, operacılarımızı; sopranolarımızı, baritonlarımızı, baslarımızı, balerinlerimizi, baletlerimizi, dekoratörlerimizi, kostümcülerimizi; geleneksel sanatımıza ruh ve heyecan katan hattatlarımızı, tezhip ustalarını, tezyin ustalarını; göznurlarını toprağın hücresine işleyen çini ustalarımızı, seramik ustalarımızı, minyatür ustalarımızı, huzurunuzda, cumhuriyetin Meclisinde, şükranla anıyor ve cumhuriyet zabıtlarına, bu çok değerli sanatçılarımızın haklarının teslim edilmesi gerektiğinin ifadesini, şahsım ve mensup olduğum Anavatan Partisi adına tescil etmek istiyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

Beni dinlediğiniz için, hepinize şükranlarımı arz ederim. 1999 yılı bütçesinin, ulusumuza ve ülkemize hayırlı olmasını temenni eder, hepinize derin saygılar sunarım.

Lütufkârlığınız için, size, ayrıca teşekkür ederim Sayın Başkanım. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karakoyunlu.

Şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Recep Önal'da. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Önal, konuşma sürenizi ikiye mi böleceksiniz?

RECEP ÖNAL (Bursa) – Evet efendim.

BAŞKAN —Buyurun.

DSP GRUBU ADINA RECEP ÖNAL (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarılarının tümü üzerinde, Demokratik Sol Partinin görüşlerinin bir bölümünü sizlere sunmak amacıyla söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1997 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarıları, beş gündür -bugün altıncı gün- Yüce Meclisimizde, yoğun bir çalışma programıyla, gece gündüz, hafta sonu demeden görüşülmektedir. Ülkemizi, temmuz başında bütçeye kavuşturmak amacıyla, aynı yoğun tempo, Plan ve Bütçe Komisyonumuzda da yaşanmıştır.

Yüce Meclisimiz, demokrasilerin en temel olgularından biri olan bütçe hakkını kullanmaktadır. Yasama organı, halkımız adına vergi toplama ve harcama yapma yetkisini yıl sonuna kadar hükümetimize verirken, gerekli özeni göstermekte, bu yetkinin amaç, ilke ve sınırlarını, ülkemiz ve halkımız çıkarlarının gerektirdiği biçimde ve titizlikle belirlemektedir.

Bu bütçe yeterli midir değil midir değerlendirmesini yapabilmemiz için, öncelikle, bu bütçe, hangi ortamın, hangi koşulların bütçesidir, ona bir bakmamızda yarar bulunmaktadır. Türk ekonomisi, kronik enflasyon içinde durgunluk yaşamaktadır. 1998 yılı ortalarında başlayan duraklama, kasım ayından itibaren daralmaya dönüşmüştür. Mayıs sonu itibariyle, enflasyon, tüketici fiyatlarıyla yüzde 63, toptan eşya fiyatlarıyla yüzde 50 olmuştur. Daralmanın arttığı bir dönemde, nisan ayında, imalat sanayii üretiminin artmaya başlaması, olumlu bir gelişmedir. Dış alepteki daralmaya bağlı olarak, dışsatımımız azalmaktadır; ancak, dışalımdaki azalmanın daha büyük boyutta olması sonucu, dışticaret açığımız gerilemektedir. Sermaye ve aramallar dışalımındaki azalış, yeni önlemler alınmadığı takdirde, daralmanın sürebileceğine işarettir. Global finansal kriz, reel ekonomiyi de etkisi altına almaya başlamıştır. Ekonomimizdeki durgunluğun temelinde, iç ve dış talepte karşılaşılan gerileme yatmaktadır. Talep daralması, üretim ve istihdamı etkilemektedir. Global ekonomik kriz ve bunun uzantısı olarak, özellikle Rusya Federasyonunda yaşanan kriz nedeniyle dışsatımımızda meydana gelen daralma, durgunluğun başlıca nedenini oluşturmaktadır.

Ekonomideki durgunluğun bir başka nedeni de, yurdumuza gelen turist sayısında büyük bir azalma görülmesidir. Esas olarak, politik ve psikolojik kaynaklı bu gelişmenin içtalebe ve istihdama yansıması, büyük boyutlara ulaşmaktadır.

Vergi reformunun global ekonomik kriz ortamıyla çakışması, bunun olumlu sonuçlarının halkımıza anlatılmasını, iş çevrelerine benimsetilmesini güçleştirmiştir. Buradan kaynaklanan yersiz güvensizlik ortamı sonucu, özel kesim yatırımlarında ve içtalepteki daralma, ekonomideki yavaşlamanın bir başka nedenini oluşturmaktadır.

Kamu hazinesi, malî piyasalarda en büyük alıcı durumundadır. Bu yoğun ve büyük talep sonucu, malî piyasalarda yüksek reel faizler oluşmaktadır. Yüksek reel faizler, bir yandan girişimcilerimizin yatırım planlarını geciktirmelerine, ertelemelerine yol açmakta, öte yandan, kısa vadede risksiz para kazanmanın cazibesini artırdığından, girişimcilerin işletme sermayelerini bile malî piyasalara yönlendirmelerine yol açmakta, böylece, hem arz daralmakta hem de içtalep azalmaktadır.

Ülke kaynaklarının finansal kesime akması, üretim ve yatırıma gitmemesi, reel ekonomiyi ve istihdamı daraltmaktadır. Üretim ve dışsatımın gerçekleştirilmesi ve sürdürülmesi, faizden para kazanma yöntemine göre oldukça çabayı ve risk üstlenmeyi gerektirdiğinden, yeni girişimler engellenmektedir.

Bu psikolojik ortam sonucu oluşan sahne "yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan" örneğinde olduğu gibi, nedenler ve sonuçlar ilişkisinin bir karmaşa içine düşmesine yol açmaktadır.

Ekonomideki, siyasetteki ve toplum yaşamındaki kötülüklerin anası olan enflasyon, en önemli sorunumuzdur. Enflasyonun görünüşteki nedeni, kamu kesiminin, borç-faiz sarmalı içine düşmüş olmasıdır. Borç-faiz sarmalının temel nedeni ise, kamu kesimi finansman açıklarıdır. Kamu kesimi finansman açıkları, uygulanan yanlış politikalar sonucu üst üste yığılmış ve yapısal önlemlerin alınmaması durumunda, altından kalkılamaz boyutlara ulaşmıştır.

Giderek artan kamu açıkları, büyük ölçüde iç borçlanmayla finanse edilmektedir; çünkü, son vergi düzenlemeleriyle vergi oranlarının önemli ölçüde düşürülmesi, devletin öz geliri olan vergilerin reel artışını durdurmuştur; ancak, bu, geçici bir durumdur. Vergi oranlarının azaltılması, orta ve uzun vadede üretimi teşvik edecek, istihdamı ve ulusal geliri artıracaktır.

Kayıtdışı ekonominin daraltılması, vergi tabanının genişletilmesi, vergi idaresinin ve denetiminin etkin işleyişinin sağlanması, vatandaşımızın vergi bilincinin yükseltilmesi, devletin kendi özkaynağına dönmesini sağlayacaktır.

Yüksek kamu açıkları, büyük ölçüde iç borçlanmayla karşılanmaktadır; çünkü, dış borçlanma olanaklarımız, giderek daralmıştır. Bu, bir yandan siyasal istikrarsızlık, öte yandan, global ekonomik krizin yabancı fonları ürkek hale getirmiş olmasıyla ilgilidir.

Ülkemiz risk priminin sürekli artması sonucu, giderek dış borçlanmanın vadesi kısalmakta, maliyeti ise, altından kalkılamaz boyutlara ulaşmaktadır.

Kamu kesiminin para ve sermaye piyasalarından sürekli ve aşırı finansman kaynağı talebi, faiz oranlarının düşmesini engellemektedir. Kamu açıklarının giderek büyümesi, bir yandan, para arzı artışını zorlamakta, öte yandan, fiyatlar üzerinde artış baskısı yaratmaktadır.

Hükümetin, takdir edilecek biçimde, Merkez Bankası kaynaklarına başvurmaktan kaçınması, buna özen göstermesi; Merkez Bankasının da, piyasaya çıkabilecek aşırı likiditeyi anında emmesi, likiditeyi ve fiyatları dengede tutabilmektedir.

Enflasyonun kontrol altına alınabilmesi için, kamu açıklarının azaltılmasından başka bir çözüm yolu bulunmamaktadır. Biriken, giderek yığılan kamu açıklarının azaltılmasının yolu da, yapısal, köklü reformların gün geçirilmeden yapılması ve kararlılıkla uygulanmasıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 21 inci Dönem Meclisimiz, temel ulusal konularda uzlaşmanın güzel bir örneğini vermektedir.

Ulusal birlikte, demokrasiye gerçeklik kazandırılmasında, yarar ve yükümlülüklerin hakça paylaşımında, yönetimin dürüstlüğünde, güçlü ve saygın bir Türkiye özleminde, bu yüce çatı altında temsil edilen tüm partiler amaç birliği içindedirler. Bu heyecanı her gün yaşamaktayız. İşte hükümet kuruldu, arkasında 351'lik destek var, muhalefet yapıcı, ülke yararını esas alan bir anlayış birliği ve uzlaşma sonucu işte anayasa değişikliği, işte Bankalar Yasası, işte bütçe yasaları. Herkes, yitirilen zamanı kazanmak için, elbirliğiyle, özveriyle, ülkemiz yararı için en iyisini yapmaya çalışmaktadır.

Sorunlarımız yok mu; var. Güçlüklerimiz yok mu; onlar da var. İşçimiz, köylümüz, memurumuz, esnaf ve sanatkârımız, dışsatımcımız, girişimcimiz sıkıntı içinde değil mi; evet; ama, hepsinin üstesinden geleceğiz.

Kendimize güvenimiz var, kararlılığımız var. Nüfusumuzun yarıdan fazlası genç. Her alanda; bilimde, teknolojide, yönetimde yetişmiş insanımız var. Sadece ülkemiz içinde değil, yurt dışında da iş kuran, yükümlülük alan ve ileri dediğimiz ülkelerin insanlarıyla kalite ve verimlilikte dişe diş rekabet edebilen dinamik ve yaratıcı girişimcilerimiz var.

Neyimiz yok; finansal kaynağımız yok; yok değil, yetersiz. Sanki, görünmez bir el, zengin doğal kaynaklarımıza, ülkemizin gururu insan kaynağımıza bakıp, ülkemizin dinamizmine bakıp, önümüzü tıkamaya, gelişmemizi durdurmaya çalışıyor. Bir gün, bakıyorsunuz, terör çıkmış, binlerce genç insanımızı, trilyonlarca liralık kaynağımızı elimizden alıp götürüyor; bir başka gün "ülke riskiniz yüksek" denilerek yurt dışından fon akışı engelleniyor, Avrupa Birliğine girişimiz için önümüze barajlar kuruluyor. Doğal afet gibi bir global ekonomik kriz çıkıyor, elimizdekini, avucumuzdakini götürüyor. Ülkemize yeni dışkaynak girmediği gibi, milyarlarca dolar borcumuzu, yenisini almadan geri ödememize yol açıyor.

İşte, 20 nci Yüzyılın son bütçesi, bu ortamın bütçesi. Gelecek altı ayda halkımızdan isteyebileceğimiz özveri bu kadar, halkımıza sunabileceğimiz hizmet de bu kadar.

Gereksinmelerimiz sonsuz kadar çok; eğitime, sağlığa, yola, suya, elektriğe, bilime, kültüre, araştırmaya ve teknolojiye, bilgi çağına yatırım yapmamız gerekiyor, kabına sığamayan girişimcilerimize yeni kaynak bulmamız gerekiyor.

Bizim hiç kusurumuz yok mu; var. Yanlışlar yapmışız, bu yanlışlar birikmiş, yığılmış ve karadelik de denilen bu birikim, bir aysberg gibi, gelmiş, 21 inci Dönem Meclisinin ve 57 nci cumhuriyet hükümetinin önünde durmuş.

Nedir bu yanlışlarımız; birlikte bir göz atalım. Onu bunu hedef almadan, ileride aynı yanlışları yinelememek için bir özeleştiri yapalım.

Yanlışımız ne; tek kelimeyle popülizm. Oy avcılığı için, halkımıza şirin görünmek için yanlış üzerine yanlış koymuşuz, geleceğimizi yükümlülük altında bırakmışız.

Önceliklerimizi, iyi belirlememişiz, sıraya iyi koymamışız; halkımızın gerek duyduklarını, ülkemizin gereksinmelerini değil, gösterişli yatırımları tercih etmişiz; savurganlık almış yürümüş.

Tarım destekleme fiyatlarını desteksiz ilan ederek çiftçimizin gözünü boyamaya kalkmışız.

Kamu bankalarına, bir gün gelir öderiz deyip zarar etme görevi vermişiz; ödemeyip, görev zararı karşılıklarının çığ gibi büyümesine yol açmışız.

1930'lardan bu yana ülke kalkınmasının gözbebeği, sanayicimizin okulu olmuş KİT'lerimizi batırmak için elimizden ne geliyorsa onu yapmışız; teknolojilerini yenilemelerine izin vermemişiz, işletme sermayesi için bankalara yönlendirmişiz, politik arpalıklar olarak kullanmışız; talan ettikten sonra da, zarar ediyorlar diyerek haraç mezat satmaya kalkmışız.

Bugün doğan bebeği bile borçla doğar hale getirmişiz.

Halkımızı, 100 gün, 500 gün programlarıyla aldatıp, daha sonra, kamyona yüklenip götürülebilen temeller atmışız.

Sıcakparaya kucak açmışız, kayıtdışı ekonomiyi özendirmişiz, karaparadan medet ummuşuz.

Adaletin hızlı, az giderli, etkin işleyişini sağlayacak yargı reformunu gerçekleştirmek yerine, çek-senet mafyası oluşmasına seyirci kalmışız.

Yolsuzluk yapanların, halkımızı soyanların bu yüce çatı altında dokunulmazlıklara sığınmasına göz yummuşuz.

Kamu görevlilerini, liyakatı olanlardan değil, bize kul köle olanlardan seçmeye çalışmışız.

Kadınlarımızın başörtüsüne el atmışız; bunu bir siyasal görüşün simgesi haline getirmişiz. Şimdi de güzel Türkçemizi istismar etmeye başlamışız.

Vergi reformuyla vergi oranları düşürüldüğü halde, 18 Nisan Seçimlerinde köy kahvelerine "vergi oranları ya inecek ya inecek" diye afişler asmışız. Atatürk'ü istismar etmeye kalkışmışız, dini istismar etmeye kalkışmışız.

Ancak, halkımız uyanmış, yalanı, yalancıyı görmüş, 18 Nisanda yumruğunu masaya vurmuş, herkese haddini bildirmiştir.

“Seçimlerde Sayın Ecevit birinci parti olarak çıkamaz; bu hükümeti kuramaz, emaneti geri verecek" demişiz; DSP birinci parti olmuş, hükümet kurulmuş. "Bu Meclis kanun yapamaz"demişiz; Yüce Meclis işlemekte, kanun bir yana, anayasa değişikliklerini bile yapmaktadır.

Şimdi de "bu ekonomi yaz ortalarında batar" deyip, felaket tellallığına devam ediyoruz, ülkemize haksızlık ediyoruz. Oysa, Türk insanının morale, heyecana, teşviğe ihtiyacı var.

Bu kürsüden "kamu kurumlarına, bakanlıklara damgamızı vuracağız" diyenler var; kolay değil. Bilmelisiniz ki, damga halkın elinde, halk sabırlıdır; ama, damgayı nereye vuracağını da gayet iyi bilir. (DSP sıralarından alkışlar)

Biz, sorunların hepsini aşarız; çünkü, halkımızdan aldığımız güce dayanıyoruz. Kör kuruşa muhtaç bir durumdayken devlet bütçesini yağlı kurşundan başkasına harcatmayarak Kurtuluş Savaşını başaran bu halk, bu karadelikleri süratle kapatacak, finans darboğazını aşacak ve refah ve mutluluğa ulaşacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz iktidarız; yerinde, gerektiğinde az ve öz konuşuruz. Ülkenin gerek duyduğu yasalar bir an önce çıksın diye, zamanı kazanalım, ülkemiz kazansın diye Plan ve Bütçe Komisyonunda en az biz konuştuk; seçmene selam, televizyon başındaki vatandaşımıza selam demedik; işimize, elde ettiğimiz sonuca baktık; ama, seçmenimiz bizi uyardı; dedi ki: Bazıları meydanı boş buldu, mangalda kül bırakmıyor; cevapsız bırakmayın.

Engin bir hoşgörümüz var. Herkes konuşsun, eteğindeki taşı döksün; yeter ki, ülkemiz zarar görmesin.

Son yıllarda, yurdumuzda sürekli olarak rantiyeden söz edilmektedir. Rantiye kim; yatırım yapılabilir büyüklükte parası olup, bunu, üretim yerine faizde değerlendirenler için söylüyorsak, doğru; kentsel rantların üzerinde oturanları kastediyorsak, yine doğru; ancak, bu bir yabancı kelime -bildiğiniz gibi- ve daha çok, emekliler, geleceğinin güvencesi bir göz evini kiraya vererek veya dişinden tırnağından artırdığı küçük tasarruflarını değerlendirerek gelirine katkı sağlamaya çalışan insanlar için kullanılır.

Bildiğiniz gibi, tasarruf kutsaldır. Ülkenin tasarruf potansiyelinin yüksekliği ve oluşan tasarrrufların değer yitirmeden ve en kısa zaman boyutunda yatırımlara yöneltilmesi, ülke kalkınmasının hızlanmasıyla doğrudan ilgilidir. Onun için, bireysel ve kurumsal tasarrufların artırılması, bu tasarrufların yastık altında saklanması yerine bankalara, malî kurumlara yatırılmasının özendirilmesi temel amaçlarımızdan biri olmalıdır. Bu nedenle, gelin, gerçek tasarrufçuyu, orta tabaka halkımızı, aldığı üç kuruş faiz, düşük bir kira geliri nedeniyle kötü rantiye kavramı içine almayalım; onu, son yıllarda içine ittiğimiz suçluluk kompleksinden kurtaralım.

Bankalar Yasasıyla ilgili olarak da birkaç söz söylemek istiyorum. Bankalar Yasasında -gördünüz- en çok konuşanlar kimlerdi; yine, zamanında banka denetimini engelleyenlerle, bir zamanlar banka denetimi sonucu haklarında işlem yapılmış olanlar oldu.

Bankalar Yasasında uyardık; dedik ki: "Gelin, 7 kurul üyesinin üstün niteliklerini ayrıntılı olarak belirleyelim. Bu üyeleri seçerken kuruluşlar aday göstermesin, bunu hükümet belirlesin; meslekî taassuba, bağnazlığa yol açmayalım. Kurulun 7 üyesi gerçek banka yönetiçisi, gerçek banka denetçisi olsun, bağımsız idarî otoriteler yaratalım; ama, denetimini sağlam esaslara bağlayarak, yönetim yozlaşmasını önleyelim." Bunlardan bazıları oldu, birçoğu acelemize geldi. Şimdi, bankamatikten para çekmekten öte, bankayla, banka denetimiyle ilgisi olmayanların kurul üyesi olmak için çalmadık kapı bırakmayacaklarını göreceğiz. Ancak, bu kurul üyeliği, konuyu bilmeyenler için ateşten bir gömlek gibidir. Davul birinin sırtında tokmak başkasının elinde olmaz. Onun için, adaylığa heveslilerin iki kez düşünmesinde, hükümetimizin de, kurul üyelerinin seçimini yaparken çok dikkatli olmasında yarar bulunmaktadır.

Bankalar Yasası, malî piyasalar reformunun ilk adımıdır. Arkadan, Sermaye Piyasası Yasası, Ticaret Yasası, Halka Açık Ortaklıklar Yasası gelecektir.

Sosyal Güvenlik Yasası, sosyal güvenlikteki farklılıkları giderecek, özel emeklilik fonlarının özendirilmesi ile hem ekonomiye kaynak aktarılacak hem de karadeliklerden biri kapanmış olacaktır.

Arkadan, kamu savurganlığını önleyen yasalar, kamu harcama reformu gelecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ekonomideki büyüme ve istihdamın yeniden yükseliş trendine girebilmesi için, bir an önce, bu olumsuz psikolojik şartlanmanın kırılması, güven ortamı yaratılarak girişimcilerimizin geleceğe umutla bakabilmelerinin sağlanması gerekmektedir. Bunun için, öncelikle, devletin malî piyasalardan fon talebi daraltılarak özel kesimin kredi olanakları geliştirilmelidir. Bu, kamu borçlanma gereğinin azaltılmasına ve bunun sonucu olarak da, reel faiz oranlarının düşürülmesine bağlıdır.

Kamu finansman gereksinmesinin azaltılması, bir yandan maliyet ve vade yönünden uygun koşullu dışkredi bulunmasını, öte yandan yapısal reformların hızla yapılmasını gerektirmektedir.

Dışsatım özendirilmelidir. Özendirme, bu kesime daha çok kaynak ayrılmasını gerektirmektedir.

Üretimde verimlilik ve kalitenin yükseltilmesi, gerçekçi kur politikasının izlenmesi, dışsatımda rekabet gücümüzün artırılması ve sürdürülmesi yönünden yaşamsal önem taşımaktadır.

Bunlar yapılmaksızın görülebilecek geçici iyileşmeler, uzun dönemli gerçek olumlu gelişmeler konusunda beklentilerimizde bizi yanılgıya düşürmemelidir.

Ekonominin bütünündeki bir canlanma, öteki sektörlerde de zincirleme üretim ve istihdam artışlarına yol açacaktır; ancak, ekonomimizin tüm sektörlerinin bu geçiş döneminde fazla hasar görmeden varlıklarını sürdürebilmeleri ve ekonomik büyümeye bir an önce katkı sağlayabilmeleri için, bu sorunlara ayrı ayrı eğilinmesi ve çözüm önlemlerinin sektörel düzeyde ayrı ayrı düşünülmesi ve uygulanması gereklidir.

Düğüm noktası yapısal reformlardır. Yapısal reformlar, ekonominin önünü açmada kritik bir önem taşımaktadır. Bu nedenle, malî sektör, özelleştirme, sosyal güvenlik, kamu harcamaları reformları, sorunları çözecek biçimde ele alınmalıdır.

Toplumun gerçek ihtiyaçlarının belirlenmesinde geniş bir katılım sağlanmalı, bu reform çalışmalarının her aşamasında konuyla doğrudan ilgili sivil toplum örgütlerinin görüşlerine başvurulmalıdır. Bu önlemler alınırken, ekonomik ve sosyal konseye gerçek bir ağırlık kazandırılması, ileride hayal kırıklığı ile karşılaşılmaması yönünden büyük önem taşımaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime son vermeden önce, Bütçe Kanun Tasarılarının hazırlanmasında emeği geçen tüm kamu personeline; bütçelere son şeklini veren Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan ve üyelerine; bütçe görüşmeleri nedeniyle ülkemiz sorunlarını tartışan, çözüm yollarını gösteren, daha açık bir anlatımla, halkımız adına yönetimi denetleme yetkisini kullanan siz değerli milletvekillerine; görüşmeleri kamuoyuna yansıtan basınımızın ve medyamızın değerli çalışanlarına, Demokratik Sol Parti Grubunun en içten teşekkürlerini sunuyorum.

20 nci Yüzyılın son bütçe yasasının, ekonomik istikrarın sağlanmasında, halkımızın yaşam düzeyinin yükseltilmesinde etkin bir araç olarak kullanılmasını ve hükümetimizin, bu amaç ve hedefler doğrultusunda halkımızın refah ve mutluluğu için, ülkemizin esenliği için yapacağı çalışmalarda başarılar diliyorum.

1999 malî yılı bütçesinin, ülkemiz ve halkımız için hayırlı olması dileğiyle, Yüce Meclise şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına en derin saygılarımı sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Önal.

Sayın milletvekilleri, cep telefonları disiplini iyi gidiyor; ama, bazı sayın üyeler, içeriye girerken açık bırakıyorlar. Tekrar rica edeceğim; cep telefonlarınızı kapatın lütfen.

Şimdi, söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker'de; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA MASUM TÜRKER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclisi Demokratik Sol Parti Grubu adına saygıyla selamlıyorum.

Bugün burada görüşmekte olduğumuz 1999 yılı bütçesi, aslında, bize, Türkiye'nin geleceğiyle ilgili bazı verileri vermektedir; ama, 13 gün Plan ve Bütçe Komisyonunda, 6 gün de Yüce Mecliste tartıştığımız bu bütçeyle ilgili verileri vermek, bu konuda konuşulanları tekrar gündeme getirmek, sizlere de haksızlık olur.

Ben sözlerime, bu 13 günlük ve 6 günlük süreler boyunca ve bu arada kamuoyunda, 55 inci hükümetin gerçekleştirdiği çok ciddî bir reformla ilgili olarak yöneltilen eleştirilerin ne kadar haksız olduğunu dile getirerek başlamak istiyorum.

Bilindiği gibi, 55 inci hükümet zamanında gerçekleştirilen vergi reformu, aslında 20 nci Dönem milletvekillerinin başarısıdır. Eğer, bir kanun tasarısı yasama organında görüşüldükten sonra kabul edilmişse, bunda, iktidar partileri kadar, eleştirerek katkıda bulunmuş muhalefet partilerinin de katkısı vardır. Ne var ki, seçime gidildiği sırada, Vergi Yasası eleştiri konusu yapıldı. Eleştiri konusu yapılan bu Vergi Yasasıyla ilgili öyle şeyler söylendi ki, önemli haklar elde eden, önemli imkânlar elde eden kişiler, şikayet eder hale getirildi; çünkü, bir seçim dönemi yaşıyorduk ve o söylenenlerle vatandaşın kandırılabileceği sanılıyordu. Oysa, durum farklıdır. Vergi reformuyla, uzun yıllardır vergi ödeyen ve kayıtdışılıkla suçlanan esnaf kesimine önemli olanaklar sağlanmıştır. Eğer bu vergi reformu yapılmamış olsaydı, şubat ayında, götürü vergiye tabi esnaf, 3 milyon vergi yükümlüsü, birinci taksidi olan 700 küsur milyonu ödeyecekti. Esnaf bunun bilincindeydi. İş âlemi -özellikle son günlerde- birdenbire "bu vergi reformu ekonomiyi tıkıyor" demeye başladı ve ekonominin canlanması için “malî milat” denilen olgunun, Nereden Buldun Yasasının muhakkak kaldırılması istenmeye başlandı.

Değerli arkadaşlar, Nereden Buldun Yasası, vergi sistemimize vergi reformuyla girmemiştir; 1994 yılında 4008 sayılı Yasayla, Vergi Usul Kanununun 30 uncu maddesinin yedinci bendinde yapılan değişiklikle girmiştir. O tarihte, Vergi Yasasındaki bu değişikliği gerçekleştirenler, şimdi bunu unutup, burada, bu kürsüde "siz Nereden Buldun Yasasıyla ekonomiyi tıkadınız" diye 55 inci ve 56 ncı hükümetlere hücum etmişlerdir. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar "peşin vergiyi kaldıracaksınız" dediler, "bu peşin vergiyi niye getirdiniz" dediler; peşin vergiyi kendi dönemlerinde uyguladıklarını unuttular. Peşin vergi kavramı 1982 yılından beri Türk vergi sistemi içindedir; bunun tarihî bir gelişimi vardır. Getirilen nedir; peşin vergiyi, bir evvelki yılın matrahına bakıp, ona göre hesaplamak yerine, 3 ayda bir bilanço esasına göre hesaplamaktır.

Değerli arkadaşlar, eğer, geçici vergi, vergi reformuyla getirilmemiş olsaydı, eski sistem uygulansaydı, bu ekonomik krize rağmen, mart ayından itibaren 500 trilyon lira ödenmeye başlanacaktı. Oysa, geçici vergi, gerçekleşen bilançoya göre getirildiği için, 287 trilyon lira vergi tahakkuk etmiştir. Bu konuda, iş âlemine getirilen şey şudur: "Sen al, hesabını kitabını yap, ona göre geçici vergini öde."

Çıkıp diyorlar ki "satış vadeli yapılıyor." Vergi Usul Yasasında, çıktığı 1950 yılından beri, vadeli satışları, vadesine göre reeskont edip -iskonto ettirerek- gider yazma olanağı vardır. Bu maddeyi unutup, bugün yeni gelmiş gibi savunmak, vergi reformunun şimdi birazdan söyleyeceğim yararını, bu ülke için önemli yararını inkâr etmektir.

Vergi kanunlarında, özellikle Türk vergi sisteminde, 12 Eylülden sonra, herkesin suskun olduğu, dışarıda gezip, kendini özgür zannedip, sesini çıkarmadığı dönemde, üniter vergi sisteminden seküler vergi sistemine geçilmiştir; yani, beyan esasına göre vergi toplama esasından vazgeçilmiş, stopaj esasları getirilmiştir. Bu sistemin yanlışlığını, cesaretle ve iradeli bir şekilde Meclis kürsüsüne getirmeyi düşünen, hatta kanun halinde, tasarı halinde getiren değerli bakanımız Doğru Yol Partisi sıralarında oturmaktadır ve o tarihte yaptığı bütün açıklamalarda, vergi sisteminin üniter olması için büyük bir çaba harcamışlardır. Dedikleri doğrudur, o tarihte hazırladıkları bütün tasarılar doğrudur. Şimdi tartıştığımız, hani, gazetelerde "Ayşe teyze beyanname mi verecek, Kemal amca beyanname mi verecek" dedikleri, faiz gelirleriyle ilgili beyanname verilmesi hususu da, 55 inci Hükümet dönemindeki vergi reformunda getirilmemiştir; 1994 yılında, hükümetin, üniter vergi sistemini tesis etmek amacıyla getirdiği, ancak, beş yıllık süreyle uygulamadığı bir vergi kanunu maddesidir. Sen, o maddeyi getireceksin, bunun gerekli olduğuna karar vereceksin "uygulaması beş yıl sonradır" diyeceksin, sonra, bunu uygulayan hükümete "sen, vatandaşı ezdin" diye çıkacaksın! (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Yok böyle şey... Yok böyle şey...

Değerli arkadaşlar, Sayın İsmet Attila'ya teşekkür ediyorum. Dün, hakkı teslim etti, yapılan bir yanlışı teslim etti. Dedi ki: "Peşin vergi ağırlaştırılmıştır." Yani, peşin verginin var olduğunu 1982 yılından beri, bu kürsüde, tescil ettirmiştir. Sağ olun, âlicenapsınız, gerçeği söylediniz.

Değerli arkadaşlar, malî milat diyorlar; bu ülkenin dışına 80 milyar dolar gittiğini söylüyorlar; hem de nerede söylüyorlar: Televizyon ekranlarında. Ne hazindir ki, o televizyon ekranında cevap hakkını aynı anda telefonla kullanmak isteyen ve o tarihlerde vergi reformunu burada savunan dönemin Maliye Bakanı Zekeriya Temizel'i, işadamları ve uzmanlar arasına almıyorlar; sonra görüşürüz diyorlar. Neden; çünkü, benim şimdi soracağım soruyu, sanıyorum ki, uzman olarak Sayın Temizel de soracaktı. Bu kişiler, bu ülkede, yurtdışına gitmiş 80 milyar doların varlığını biliyorlarsa, bu insanlar vatanseverse, bu insanlar bu parayı kullananları tanıyorsa, haksız rekabete neden olan, vergisini ödeyen işçinin, memurun, serbest meslek erbabının, esnafın hakkını çiğneyen bu insanlara nasıl hoşgörüyle bakıyorlar?! (DSP sıralarından alkışlar) Aslında, işin gerçeği, böyle bir 80 milyar yurtdışına gitmemiştir, gidemez de; çünkü, gidecek, tedavülde o kadar para yoktur; bunu bilmek lazım; ama, bir gerçek var: 30 Eylüle geldiğimiz günlerde, Türkiye'den, 7 milyar dolar yurtdışına gitmiştir, gidecektir. Niçin gidecektir; çünkü, uluslararası sermaye, kısa vadeli kullandığı parayı, kritik zamanlarında, anında geri çeker. Bizim Asya krizi diye konuştuğumuz, Rusya krizi diye konuştuğumuz, Türkiye'ye de sirayet ettiğini söylediğimiz krizin temeli, hepimizin bazen şikâyet ettiği, bazen karşı koyduğu, bazen talip olduğu, her zamana göre farklı düşünce gösterdiği yabancı sermaye dediğimiz, kısa vadeli, borsada oynayan, çeşitli şekillerde gelen 7 milyar dolar yurtdışına çıkmıştır. Ülke, eğer 1998 yılının eylül ayında Rusya gibi, Asya gibi bir krizi yaşamadıysa, 20 nci Dönem Meclisinin çıkardığı vergi reformu sayesinde olmuştur. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Neden vergi reformu sayesinde olmuştur; çünkü, o tarihte 4,8 milyar dolar hesaba yatmıştır ve o 4,8 milyar dolarla yaşanacak muhtemel kriz önlenmiştir. Türk Lirası yatanın dolar karşılığı da 2 milyar dolardır. Şimdi buna itiraz edebilirsiniz, itiraz etmek için dışardan baskı yapılacaktır. Şu Meclisin içinde oturanların hiçbirisinin, nereden buldun endişesi yoktur; çünkü, verginizi beyan ettiniz, çünkü geliriniz bellidir. Nereden buldunu kendine dert edinenler, burada bu derdi olanlar, karaparayla uğraşanlardır. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Türkiye Cumhuriyetinin Meclisi, Türkiye Cumhuriyetinin insanları karaparanın yanında yer alamaz, almamalıdırlar. (DSP sıralarından "Onlara, onlara" sesleri)

Değerli arkadaşlar, şimdi, vergiyle ilgili konuşmak kolay, ben şimdi başka bir hususu dile getirmek istiyorum. Vergi konusunda yasal bir düzenleme yapılmadan, Maliye Bakanlığının açıklaması gereken iki husus var. Burada değerli maliye bakanları var, bu işi benden de daha iyi bilirler. Birinci husus, Emlak Vergisi beyanıyla ilgili, halen Maliye Bakanlığınca tebliğle düzeltilebilecek olan hatanın yapılmasıdır. O tarihte, Sayın Temizel’e -hatırlıyorum- bir açıkoturumda sordular: "Yeniden değerleme katsayısı geliyor, ne olacak?” Verilen cevap şu idi, hem dönemin Gelirler Genel Müdürü hem bakanı: "Yeniden değerleme katsayısı onikiye bölünecek, her ay için ayrı uygulanacak.” Çünkü, mükellef, kasım ayında bir değer beyanına davet edilmişti; değer beyanına davet edilen mükellefi, ocak ayında yeni bir değerle vergilendiremezsin. Bu, bir tebliğle düzenlenebilecek bir olaydır. Bunu, Maliye Bakanlığı düşünür, eğer o zamanki amaç olmuyorsa, bir maddeyle düzeltilir. Emlak Vergisiyle ilgili bu konuda yapılan ısrar ve yanlışlık, belki de Vergi Yasasının kötü gözükmesine neden olan bir husustur.

İkincisini dile getirmek istiyorum: Gelirin tanımıyla getirilen nereden buldun uygulamasını, 1994 yılındaki vergi değişikliklerinde yetki verilenler dışında, şu anda denetleyemezler. Yani, gelirin tanımını değiştirmekle, gelirin o anlamda denetimi yaygınlaştırılmamıştır. Vergi Usul Yasasında, yasa koyucu demişki: "Bunu yalnız merkez denetim elemanları denetleyebilir." O tarihte -yine hakkını teslim etmek lazım- Sayın Attila'ya baskı yapıldı “mahallî denetim elemanları da konulsun...”

İSMET ATTİLA (Afyon) – Hayır, öyle bir baskı olmadı.

MASUM TÜRKER (Devamla) – Hatırlıyorum. Olmaması gerektiğini söyledi.

İSMET ATTİLA (Afyon) – Biz, baskıyla iş yapmayız.

HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Nereden biliyorsun; yanında mıydın?!

MASUM TÜRKER (Devamla) – Efendim, ben o çalışmalara katıldım, biliyorum.

BAŞKAN – Hatibin sözünü kesmeyin efendim.

MASUM TÜRKER (Devamla) – Değerli arkadaşlar, mahallî denetim elemanları bu devreye sokulmadığı sürece, nereden buldun yasası o kadar korkutucu değildir. Bununla da ilgili, Maliye Bakanlığının gerekli tebliği düzenlemesi, gerekli açıklamayı yapması gerekir. Bu konudaki açıklamalar yapıldığı zaman, başka ne iddia ediyoruz biz, bunu düşünmek lazım.

Bu arada, belki Sayın Genel Başkanımızın, koalisyon ortaklarımızın muhtelif zamanlarda söyledikleri “özüne dokunmadan, yaşayan bu verginin nasıl olacağı konusunda gerekli değişiklikleri yapalım” görüşüne katılıyorum.

Şimdi, gelelim bir görüşe... Bu vergi reformu, otomotiv sektörünü engellememiştir. Otomotiv sektörü 1994'lü yıllarla amortismana getirilen kıstla engellenmiştir. Eğer o tarihte, aralık ayında aldığınız otomobillerin amortismanını gün esasına getirecek uygulamayı -halen devam eden uygulamayı- getirirsek, otomobillerde, eskiden bir satış patlaması olan aralık, kasım aylarındaki patlamayı göremeyiz. Hesap edilirse, otomotiv sektörünün 1996'dan bu yana uygulanan bu maddeden dolayı olan gerilemesini görürler. Bazı şeylere çok iyi dikkat etmek lazım.

Değerli arkadaşlar, bir konuya daha açıklık getirmek lazım. 57 nci hükümet şu anda görevdeyken, 56 ve 55 inci hükümetlere bu vesileyle yöneltilen, ama, 18 Nisanda artık halkla hesabı görülmüş bir dönemde yükletilen "bankalara 250 milyar dolar verdiniz" görüşü yanlıştır.

Sayın Karakoyunlu aktardı, tekniğini aktardı; ama, ben, size bazı tarihler vereyim:

İnterbank'ı batıran sahibine, İnterbank hangi tarihte geçmiştir; şubat sonu, mart başı 1996. Kimse o tarihteki sorumlu, önce hesabı kendisine sorsun. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Bankekspres, Bankekspresi batıranın eline hangi tarihte geçmiştir; Mart 1997'nin ilk haftası. O dönemde kimse hükümet, kendisi düşünsün; batma noktasına gelebilecek olan bir kişinin bu bankayı alması için, bankanın ona devrine nasıl müsaade etmiştir?!

Değerli arkadaşlar, Türk Ticaret Bankasına gelince, Türk Ticaret Bankasına 30 Mayıs 1997 tarihinde el konulmuştur. 30 Mayıs 1997 tarihinde, 55 inci hükümetin koalisyon kurması bile gündemde değildir.

ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) – Önemli değil, içi ne zaman boşaltıldı, içi?..

MASUM TÜRKER (Devamla) – İçini boşaltanlara kimin yetki verdiği önemlidir. (DSP sıralarından alkışlar)

ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) – İçi ne zaman boşaltıldı?..

MASUM TÜRKER (Devamla) – Türk Ticaret Bankasının, kimin zamanında boşaldığı önemlidir. (DSP sıralarından alkışlar)

HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) – Tarihi önemli, tarihi...

MASUM TÜRKER (Devamla) – Yani, hazine, her zaman, yapılan alım satımları denetlerken, banka sahibi olacak kişilerde özellik ararken, hatta, bazı kişilerin banka sahibi olamayacaklarını -başka nedenlerle- söylerken, hatta, Fazilet Partili arkadaşlar, o nedenle burada şikâyet ederken, bu kişilere nasıl verdiler?!

ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) – Fazilet Partisi yeni kuruldu, daha hükümet de olmadı.

MASUM TÜRKER (Devamla) – Hayır, hayır; burada, geçen gün söylediler.

BAŞKAN – Yerinizden müdahale etmeyin efendim.

MASUM TÜRKER (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Vergi Kanunuyla başladım...

BAŞKAN – Sayın Türker, siz de Genel Kurula hitap edin lütfen.

MASUM TÜRKER (Devamla) – Tabiî efendim, ben Genel Kurula hitap ediyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de dört kriz yaşanmıştır:

1980 bir krizdir. Bu konuda, o tarihlerde eleştirenler, konvertibiliteye geçişle ilgili eserler hazırlayanlar, haklı bir şekilde eleştirmişlerdir.

1987'de hafif bir kriz yaşanmıştır. O kriz dolayısıyla, kimler, kimler, o günkü dolar iniş ve çıkışından para kazanıp sigorta şirketi kurdu; o günkü gazete sayfalarında yazılıdır.

1994 yılında kriz olurken, dünyada kriz yoktu. (DSP sıralarından alkışlar) Dünyada kriz yoktu ve birdenbire, dolar, 14 500 liradan 42 000 liraya fırlamıştır beş ay içinde; yüzde 300 devalüasyon... Bu devalüasyona rağmen, ihracatta, sonradan da artış olmamıştır.

Değerli arkadaşlar, gönül istiyor ki, dünyadaki gelişmelere uygun, Türkiye'nin gelişmelerine bakalım. Dünyada, sosyalizmi kapitalizme yaklaştırmak, vahşi kapitalizmi ehlileştirmek yönünde ciddî çalışmalar vardır. Nitekim, bu çalışmalar içinde, Türkçe'ye "ahbap çavuş kapitalizmi" diye tercüme edilen kapitalizm türünün de lanetlendiği bir dünyada yaşıyoruz.

Bu kapitalizmden uzaklaştırıldığı zaman, 57 nci hükümet, koalisyon protokolünde, hükümet programında ve bu bütçede, yepyeni bir kavram getirmiştir. Getirdiği kavram, başıbozuk, serbest değil, ahbap çavuş değil, rekabetçi pazar ekonomisine dayanan sosyal içerikli bir ekonomik model uygulayacağıdır, bunu getirmiştir. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu, yeni bir dünya modelidir, Türkiye'nin kurtuluşu belki de burada olacaktır; çünkü, bu modelde, işçiyi, esnafı, köylüyü, dargelirliyi ezemezsiniz.

Eğer, bütçe görüşmelerindeki bakanlarımız dinlenseydi; örneğin, Sanayi Bakanımız, bu kürsüde şunu söyledi. "Yan sanayii geliştireceğiz" dedi; çünkü, bu ekonomik modelin bir gereğidir. Tabiî, Allah deyip ilgilenenler varsa, onlara da boş zamanımızda anlatırız!.. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin geleceği, çocuklarımız içindir. Biz, burada, bütçe görüşmelerinde, geleceğe doğru perspektif çizmeliyiz; geçmiş geçmiştir. Kötü yöneten bile bu ülkenin taşına bir harç koymuştur. Onun için, bu ülkenin yönetimine kim katılmışsa katılsın, ismini vererek eleştirmek değil, bugün, Parlamentoda olmayan parti liderini bile şükranla anabiliyoruz biz.

BAŞKAN – Sayın Türker, son 2 dakikanız efendim.

MASUM TÜRKER (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Türkiye'nin geleceği için, çocuklarımız için önemli bir perspektif çizmek istiyorum; bu bir örnektir, bundan sonraları için. Pet şişelerle ilgili çözüm bulunmamıştır; çevre kirlenmektedir. Dünya, bu çevre kirliliğine karşı, şişe kullanımına geçmektedir, cam şişeye geçmektedir. Türkiye cam sanayii, sektöründe dünyada beş büyük firma arasında, beş büyük kuruluş arasında yer almaktadır. Devlet, Meclisiyle, yürütmesiyle, yargısıyla, her yönüyle dünyada tek beşin arasına giren bu sektöre bir taraftan sahip çıkacak, bir taraftan, çocuklarımıza kirletilmiş bir çevre bırakmamak için pet şişe kullanımına sınırlama getirecektir, getirmelidir. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Bu hükümet getirmezse, bundan sonraki hükümetler getirmelidir; çünkü, biz gideceğiz, çocuklarımız gelecek buralara. Onlara bırakacağımız toplumda kirlilikleri bırakmamalıyız. Şişe şeffaf olabilir; ama, bakiyesi, tortusu kirlidir; unutmayalım.

Değerli arkadaşlar, sosyal rekabet ekonomisiyle belirli işlemler yapılırken, bu Meclise, geleceğe yönelik bir öneri getirmek istiyorum. Bugüne kadar, ülkenin bölünmez bütünlüğü ve toprakları uğruna şehit olmuşların ailelerinin, er, erbaş, subay ve polisin, gazi olmuşların, şehitlik ve gazilik mertebesinden sonra unutulduklarını hepimiz biliyoruz. Bu kişilere, yeni bütçe kanununda getirilen -kapıda durup, özel kanunla ücretimi, maaşımı artırın beklentisi yerine- katsayı sistemiyle, o şehit olan erbaş, polis, subay, assubay ve erin yaşasaydı alabileceği maaşa eşit maaş verilmeye devam edilmelidir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Çünkü, bu ülke, şehitlerine, gazilerine sahip çıktığı sürece geleceğine de sahip çıkar. Bu, geleceğe yönelik bir perspektiftir. Bu bütçe bağlanmıştır; ama, bundan sonraki bütçeler için bir perspektif vermekteyiz.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Elinizi tutan mı vardı; komisyon üyesisin, vereydiniz ya! Niye vermediniz?

HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) – Korucuları da unutma.

MASUM TÜRKER (Devamla) – Evet, biz, komisyon üyesiyiz; biz, hükümet üyesiyiz...

BAŞKAN – Sayın Türker, 1 dakika veriyorum; toparlar mısınız efendim...

MASUM TÜRKER (Devamla) – ... ama, bir şeyi biliyoruz; bildiğimiz şey şu: Hayat dönüyor, yenilikler bitmiyor. Orada bitirdiğimiz yeniliklerin üzerine, bugün, yeni bir düşünce eklenmiştir. Siz de bir düşünce ekleyin, sahip çıkalım, gelecek sefer de onun peşinde koşalım. Çünkü, düşünceyi, söylediğin saatten sonra geliştiremeyecek zihniyete de karşıyız. O zihniyet, daima, düşünceyi geliştiren, düşünceyle öne atlayabilen bir düşünceyse ülkenin önünü açar, ülkenin geleceğiyle ilgili çizgiyi sağlıklı çizer.

Biz, Demokratik Sol Parti olarak, hakça düzenin kurulmasını, paylaşılmasını, inançlara saygılı bir laik düzenin gerçekleştirilmesini, ulusal birliğin kurulmasını ve her şeyden evvel, bu ülkede eşitliğin sağlanmasını, 57 nci hükümetin kendi görüşleriyle geleceğe yönelik perspektifler çizmesini ve Tanrıdan, ömrünün 5 yıl olmasını dileyerek, hepinize, Demokratik Sol Parti adına saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Türker.

İSMET ATTİLA (Afyon) – Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN – Hangi konuda söz istiyorsunuz?

İSMET ATTİLA (Afyon) – Sayın konuşmacı, maliye personeli tarafından tarafıma baskı yapıldığını söyledi.

BAŞKAN – Size "âlicenap" dedi efendim.

İSMET ATTİLA (Afyon) – Hayır...Hayır... Daha sonra...

BAŞKAN – "Âlicenap" dedi; bence iltifat etti.

İSMET ATTİLA (Afyon) – Sayın Başkanım, konuşmasının daha sonraki kısmında, vergi denetmenlerinin tarafıma baskı yaptığını ifade etti.

BAŞKAN – Sayın Attila, yerinizden, çok kısa olarak; buyurun.

İSMET ATTİLA (Afyon) – Sayın Başkanım, bu konuda, vergi denetmenleri ve Maliye Bakanlığı personeli, hiçbir zaman tarafıma herhangi bir baskıda bulunmamıştır. Bu, konuşmacının, Maliye teşkilatına ve personeline yaptığı bühtandır, bunu reddediyorum. Hiç kimsenin tarafımıza ve partimize baskı yapması da söz konusu değildir.

Arz ederim.

BAŞKAN – Estağfurullah efendim.

Sayın Türker'in de böyle bir kastı yoktu efendim.

A. TURAN BİLGE (Konya) – Yanlış anladınız.

BAŞKAN – Şimdi söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Tansu Çiller'de.

Buyurun Sayın Çiller. (DYP sıralarından ayakta alkışlar)

Sayın Çiller, konuşma süreniz 45 dakika.

DYP GRUBU ADINA TANSU ÇİLLER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclisi ve televizyonları başında bizi izleyen çok değerli vatandaşlarımı şahsım ve Grubum adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Ülkemiz için istikrar arıyoruz. Yaşanan siyasî ve ekonomik istikrarsızlık, herkesi ürküten bir boyuta varmıştır. Hemen ifade edelim ki, aradığımız ve ihtiyaç duyduğumuz istikrar, baskı altında sağlanmış veya sağlanılması düşünülen bir stabilizasyon değildir; durağanlık, bunun adı olur. Durağanlık ise, Türkiye coğrafyasında, yok olmak demektir. Bizim aradığımız istikrar, hem dinamik hem de sürdürülebilir bir istikrar olacaktır. Türkiye'nin ihtiyacı olan da budur; bunun zemini ise demokrasidir. İstikrarsızlığın nedenlerini, öncelikle ve özellikle hükümet politikalarının oluşma biçiminde aramıyorsanız, yani buna gücünüz yetmiyorsa, bunu göze alamıyorsanız, toplumun sosyolojik dokusuna ve ekonomik yapının doğal dinamiklerine dayatmadan başka elinizden bir şey gelmez.

Siyaset kurumunun çözüm üretme iradesini işletmek yerine, kutsanmış bir statükonun icraı tercih edilirse, bu tutum, iş yapmak niyetinde olmayan bir siyasetçi için kolaycı bir yöntem sayılabilir. Temel sorunların hepsini "bu, devlet meselesidir" diyerek bir yerlere havale eder, ekonomik daralmayı dünya krizine, kaynak bulmayı IMF'ye havale eder ve bunun içinden sıyrılabilirsiniz; ancak bu, elbette çağdaş ve demokrat bir yönetim tarzı olmaz. Çağdaş bir toplumun, bir ülkenin bir iktidarı için böyle bir yönetim standardı da kabul edilemez.

Bugün seçimlerden yeni çıkmış ve millî iradeye dayanan bir hükümet vardır; bunu, demokrasimiz açısından bir kazanım, bir onarım, yeni bir başlangıç olarak görüyorum. Ancak, bugünkü iktidarın büyük çoğunluğunun, ekonomi yönetimindeki etkin çoğunluğunun ve bugün hükümette konuşan çoğunluğunun, seçim öncesinde ülkeyi idare eden ve sorunları siyasî, ekonomik ve toplumsal boyutta bu ciddî çıkmaza getiren Anasol İktidarı olduğu gerçeği, milletin elbette gözünden kaçmamaktadır. Hal böyle olunca da, bugün kurtarıcılığa soyundukları her çıkmazın veya sorunun dün mesulü oldukları gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz. O zaman, milletin ağzından da elbette şu sualler eksik olmuyor: Bugün şikâyet ettiğiniz meseleleri, dün, siz bize birer reform olarak göstermediniz mi? Daha dün, seçim öncesinde 55 inci hükümetin ortakları olan Anasol, milletin vermediği iktidara, büyük çaplı milletvekili transferleriyle elkoymadınız mı? Millî irade gasp edilmedi mi? Acaba buradan bize bir iktidar şansı doğar mı diye, demokrasinin tahrip edilmesine çanak tutulmadı mı? Hal böyle olunca, bugün hangi demokratlıktan, hangi insan haklarından dem vurup, kimi kime şikâyet ediyorsunuz?

Bilinmelidir ve görülmelidir ki, hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlük, neyi koruma adına ortaya çıkarsa, onu tahrip eder. Böyle bir arenada, ne doğru olan kazanır ne de haklı olan, sadece güçlü olan kazanır. Hiç kimse unutmasın ki, böyle bir arenada, güçlü olarak kalabilmek de mümkün değildir; çünkü, eğer gemi batıyorsa, o gemide, sizi boğulmaktan kurtaracak tek bir kamara da bulamazsınız. Dün, sistemin mevcut yapısından çıkar sağladıklarını düşünen, 55 inci ve 56 ncı hükümetlerin bütün yanlışlarını ayakta alkışlayanların, bugün, herkesten çok feryat ediyor olmaları, bundandır. Geminin rotası yanlıştır. Bu yanlışlığı düzeltmek ve gemiyi doğru rotaya oturtmak, siyasetin hem görevi hem sorumluluğudur. Bu sorumluluk, münhasıran siyaset kurumuna aittir; rota bizim işimiz değil, kaptan köşkündekilerin işi, demeyen bir siyaset anlayışına aittir.

Yabancı misyon temsilcilerine bile "Türkiye'yi kim yönetiyor" sorusunu sordurabilen bir ayıpla, bir beceri eksikliğiyle yoğrulmuş bir iktidar, muasır medeniyet hedefini nasıl yakalar? Şimdi, millet cevap bekliyor.

Bugünkü iktidarın da büyük ortağı olan Anasol iktidarına, seçim öncesindeki hükümet dönemlerinde, devletin tehdit altında olduğuna ilişkin bilgiler, brifingler gerçekten verilmiş midir? Gerçekten, devleti ele geçirmek isteyenler var mıdır? O gün yaptıklarınız yanlış idiyse ve size verilen o brifinglerden ve bilgilerden sonra, bu meseleyi ihmal ettiyseniz, bu meseleyi millete nasıl anlatacaksınız? Yok, dün bir ihmal yoktu ise, bugün çıkıp, biz doğruyu yaptık, laik cumhuriyetimiz için tehdit yok, devleti ele geçirmek isteyen de yok, biz, seçim öncesi bize verilen bilgileri reddetmekle doğru yaptık; niye demiyorsunuz, niye diyemiyorsunuz?! (DYP sıralarından alkışlar)

Bir zamanlar da, devleti çete ilan etmiştiniz. O zaman da, devleti, onun güvenlik güçlerini çete ilan ederseniz, bu ülkenin savunma refleksini tahrip edersiniz dedik. Kim yanlış yaptıysa, gelin, hep birlikte yakasına yapışalım dedik. "Biz iktidara gelelim, 20 gün içerisinde çözeriz" dediniz; millet, hâlâ bekliyor. Hani, siz, çetelerle mücadele için, 55 inci hükümetteyken yepyeni bürokratik ekipler kurmuştunuz?! Yıllarca, telefonlarımız dinleniyor diye dolaştınız. Telekulak olayı patlak verdi, şimdi, gelip, İçişleri Bakanlığında, kendi atadıklarınızı, üstelik de kurtarıcı edasıyla, kendiniz görevden uzaklaştırıyorsunuz. Bunlar, sizin, İçişleri Bakanlığına getirdiğiniz ekip değil miydi?! "Karanlık, devletin içinde" ne demek? Ağır bir itham. Son iki yıldır iktidar olan siz değil misiniz?! Yoksa, siz de mi, sabah iktidar, öğleden sonra muhalefet rolüne soyunuyorsunuz!.. (DYP sıralarından alkışlar) Madem, devlet içinde bir karanlık var; siz, iki yıldır ne yapıyorsunuz?! Yoksa, iktidarda siz değil miydiniz?!

Her alanda, bu ülkeyi yaz-boz tahtasına çevirdiniz. Bütün bunlara ve sistem tartışmalarına neden olan gelişmelerin yaşandığı tarihten bu yana, dışarıya nasıl bir fotoğraf verdiğimize bir bakın ve dış dünyanın bizi nasıl algıladığına bir bakın. G-8'lerin Kıbrıs konusundaki dayatmalarını görüyorsunuz. Ne diyorlar; gelin, önşartsız olarak masaya oturun... Bu ne demektir; tarihî iddia ve tezlerinizi bırakın, benim dediğime razı olun demektir. Şimdi ne olacaktır; bizim hükümetimiz, bu öneriyi, bu haliyle, elbette reddedecektir. Peki, Yunanistan ne yapacak; dünyayı arkasına almış bir şekilde, karşımıza dikilecek; görüntü: Sözde çözüm isteyen bir Yunanistan ve masaya oturmayan bir Türkiye... Bu noktadan sonra yapılacak şey, elbette direnmektir; ama, herkes dikkat etmeli. Karşımızda, Kosova meselesinde güç kullanmış bir uluslararası kamuoyu var; arkalarına o rüzgârı almış olarak karşımıza dikildiler, önşartsız masaya oturtmak dayatmasını bu ortamda getirdiler. Bu nedir; bu, Kosova konusundaki uluslararası dayanışmanın, Kıbrıs'ı da kapsayacak şekilde genelleştirilmesi, genişletilmesidir. Şimdi, o gücü arkasına almış ve Kıbrıs meselesine yönlendirilmiş bir görüntü veriyor. Şayet, Kosova ile Kıbrıs arasında kurulan paralelliği bozamazsanız, onbinlerce insanın hayatına mal olan bir soykırım ile Kıbrıs'ta 25 yıldır yaşanan barışın farkını dünyaya anlatamazsanız, ülkenin çıkarlarını gereği gibi koruyamazsınız. Zamanlamaya dikkat edelim; Türkiye'nin kendi içine kapandığı bir döneme denk geliyor.

En az bunun kadar vahim olan bir diğer faktör de, içinde yaşanan ekonomik krizdir. Daha düne kadar, 21 inci Yüzyılın yıldız ülkesi olarak tarif edilen Türkiye, bugün içinden çıkamadığı sorunlar nedeniyle, her türlü diplomatik saldırıya açık hale gelmiştir. Hükümet, ekonomiyi de IMF'nin kucağına bırakmış gözüküyor. Bu, bizi, ulaslararası dayatma zemini konusunda daha da fazla endişeye sevk ediyor. Devletin gücü zaafa uğradıkça, dışarıdaki hasımlarımıza gün doğar. Henüz kıskaca alınmış değiliz; ancak, gidiş oraya doğru.

Bu kıskaca düşmemenin tek bir yolu vardır; o da, kendi evimizin içini düzene sokmaktır. Çözülecek, tartışılacak ne sorun varsa, ne mesele varsa, yeri burasıdır, Meclistir; bir başka yer aramayın.

İçeride birlik ve beraberliği sağlam ve gerçekçi temeller üzerinde yeniden tesis etmiş, ekonomisine çekidüzen vermiş ve dünya ile dünyanın anladığı dilden konuşmaya başlamış, demokrasinin standartlarını çağdaş normlara oturtmuş, ahbap-çavuş demokrasisini geride bırakmış bir Türkiye, bu tuzaklara düşmez.

Kimse, eleştirilerimizi politik hesaplara dayandırmasın. Ulusal bir meseleyle karşı karşıyayız. Aslolan, Türkiye'nin çıkarlarının gereği gibi korunabilmesidir. Bunun kimin tarafından yapıldığının da, sonuç itibariyle hiçbir önemi yoktur.

Şayet, bu noktaya nasıl geldiğimizi doğru anlayamazsak, korkarım ki, başka konularda da aynı oldubittilerle yüzyüze kalırız ve korkarım ki, bunların Türkiye'ye faturası çok ağır olur.

Türkiye'nin fotoğrafı dedim... Uluslararası camianın, böylesine bir blok halinde aleyhimize teşekkül etmesine sebep olan işte bu fotoğraftır. Bazen içpolitika, sadece içpolitika değildir, özellikle günümüz dünyasında, özellikle Türkiye'nin içinde bulunduğu diplomatik ilişkiler kuşağında içpolitika, dışpolitika ayırımını yapamazsınız. Şayet yabancı delegasyonların, Türk dışpolitikasını kim yönetiyor sorusuna muhatap olmuşsanız, sizin, hükümet olarak, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını koruma yeteneğiniz sorgulanır hale gelmiş demektir. Bırakınız Türkiye'nin ulusal çıkarlarını korumayı, Türkiye'yi medenî dünyada temsil yeteneğiniz sorgulanıyor demektir.

Yiğitlik bizde kalsın misali "biz Avrupa defterini kapattık" diyenler ve Avrupa kamuoyunu, âdeta, Yunan diplomasisine terk edenler, şimdi bu dış dayatma karşısında ne yapmayı düşünüyorlar? Bu rahatlık içerisinde, değil dünyaya, başka gezegenlere de kafa tutabilirsiniz. Siz kafa tutarsınız, başkaları işlerini görür. Büyük devlet olmak, sonuçsuz kafa tutmak değil, gereğinde elini masaya vurmak ve dediğini yaptırabilmektir. (DYP sıralarından alkışlar)

Hadisenin ciddiyeti konusunda hükümeti uyarıyorum. Bu çağdaş devlete yakışan, demokrat, kararlı, meselelere kendisi elkoyan, sadece ve sadece Mecliste çözen bir iktidar görüntüsüyle, dünyaya derdinizi anlatma zahmetine girmediğiniz takdirde, ağır bedeller kaçınılmaz olabilecektir.

Mesele sadece Kıbrıs ile de sınırlı kalmayacaktır. Siz, tıpkı içpolitikada olduğu gibi, sorunu bir yerlere havale etme tutumunuzu dışpolitikada da sürdürdüğünüz takdirde, Kuzey Irak'ta her türlü oldubittiyi kabullenmek zorunda kalırız. Orada yeni bir seçim yapılıyor, hiç merak ediyor musunuz; neyi seçiyorlar?.. Neyi kurumlaştırıyorlar?.. Neyi siyasallaştırıyorlar ve neye, uluslararası bir kimlik kazandırıyorlar? Türkiye'nin Kuzey Irak konusundaki geleneksel duyarlılığına ne oldu?..

Washington'da Talabani ve Barzani ile ilk defa bir araya gelindiğinde, state department'ın dışişleri bakanlığının çağrısı üzerine, Türkiye'nin dışlandığı bir toplantı olduğunda 55 inci hükümeti uyarmıştık. Sözde sadece barış sağlamaya dönük bir teşebbüs, bölgede seçim yapılmasını gündeme getirmiş bulunuyor. Yarın neler olacak... Denizaşırı güçlerin, Ortadoğu coğrafyasıyla oynanmasına seyirci kalınamaz. Kalınırsa, açık ve net olarak ifade ediyorum, güneydoğuda onbeş yıldan beri verdiğimiz mücadele boşa gider.

Ekonomide bir ahbap-çavuş kapitalizmi kuruldu, siyasette bir ahbap-çavuş demokrasisi icat edildi; yetmedi, Türk dünyasıyla ilişkilerimiz şapka ve cepken giyme seromonilerine indirgendi. Özbekistan ile yaşanan politik kriz, bir ilkesizliğin ve ufuksuzluğun eseridir.

Bir şeyi anlamak istemediniz, defalarca ikaz ettik; ama, anlamak istemediniz. Avrupa defterini kapatmış bir Türkiye'nin, Avrupa'dan dışlanmış ve Avrupa'da saygınlığı kalmamış bir Türkiye'nin, Avrupa Birliğinin siyasî organlarından temsil yeteneği ve itibarı bu kadar zayıflatılmış bir Türkiye'nin, Balkanlarda adı geçmez, ne orada geçer, ne Barzani'ye ne Talabani'ye sözü geçer ne de Türk dünyasında, tarih ve kültürüne orantılı yeri olur. Daha da üzücü olanı, gelip, burada "Avrupa defterini kapattık" dersiniz "gölge etme başka ihsan istemez" dersiniz; sonra, dönüp, Schröder'e gizli mektup yazıp, farklı çizgi çizersiniz; ama, sonuçta hiçbir şey değişmez.

Değerli milletvekilleri, içeride daralmaya başlamışsanız, dışarıda da daralırsınız; dışarıda daralmadan kurtulmak istiyorsanız, önce, içerideki darlığı aşmanız gerekir. Şimdi, bu daralmaya ve çözümlere bir kez daha işaret edeceğiz.

Duyuyoruz, bu ülkeyi neyle idare edeceğiz; elbette ki, bürokratlarla ve memurlarla. Bugün, görülüyor ki, bu memurlara verilecek ücret artışı yüzde 10'lardı -evet, öyle telaffuz edilmişti- şimdi, yüzde 20'lerde. Deniliyor ki: "Siz ne verdiniz?" Açıklayalım; 1993'te ortalama maaş artırımı yüzde 69,6, 1994'te -en zor krizin olduğu ortam- yüzde 61, 1995'te yüzde 84, 1996'da yüzde 94 artış, 1997'de yüzde 116; işte, Doğru Yol Partisinin kriz döneminde verdiği rakamlar. (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, gelelim, yıl 1998, iktidar oldunuz 1997'de. 1998'de TÜFE yüzde 99,3, memura verdiğiniz yüzde 70, yüzde 30'luk -kaba hesaplarla, farklı hesapları da olabilir- bir değer kaybı. Geliyoruz 1999'a ve açık bir biçimde TEFE'nin yüzde 63 olduğu ilan edilmiş; TÜFE, tüketici fiyatları yüzde 63 denilmiş, daha da yukarı çıkacak. Neden; benzin zamları, çeşitli zamlar gündemde, ardı ardına geliyor, böyle bir ortamda ilk altı ay için yüzde 30, bu ikinci altı ay için en az yüzde 40 vermezseniz, bu memuru ikinci kez ezersiniz. Peki, bu daralmayla, Türkiye'yi ve bu sorunlu meseleleri, kiminle ve nasıl idare edeceksiniz? Sadece 1 milyon 600 bin kişi yok memur olarak, bu artıştan etkilenecek olan, aynı zamanda, 5 milyona yakın insan var. Bunlar, SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığıdır. Bunların emekli maaşından faydalananlar da 5 milyona yakındır. Yaklaşık, aileleriyle birlikte, 20-30 milyonluk bir kitleyi ilgilendirecek sizin verdiğiniz ücret artışları. Böyle bir daralmayı Türkiye'ye yeniden dayatma durumunda mı olacaksınız?

Şimdi, Anasol'u zaten millet tanıyor. Ben dönüyorum ve tekrar soruyorum, Anasol-M'nin M'si ne diyecek bu işe, M'si ne diyecek bu işe; millet size nasıl oy verdi... (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, deniliyor ki, bunun için kaynak... Evet, biz, size kaynakları yeniden söyleyelim. Yüzde 10 faiz düşüşü sağlasanız, bunun getireceği miktar 1,5 katrilyon; işte, size, yüzde 20'nin üzerinde fazladan vereceğiniz yüzde 20, yüzde 40 eder; bu da, yüzde 30'luk reel kaybı telafi etmeyecektir. Peki, bundan, aynı zamanda, SSK emeklilerinin, Bağ-Kurluların, Emekli Sandığındakilerin de, aynı vereceğiniz orandan etkileneceğini bilmiyor musunuz, karşınızda 20-30 milyonluk bir kitlenin olduğunun farkında değil misiniz? Bu Anasol'un Anasol-D'ye yaptığının ne olduğu bellidir; şimdi, Anasol'un M'ye de aynı şeyi yapmasına müsaade mi edeceksiniz? (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, deniliyor ki: "Efendim, biz, bankalara hibe yapmadık, bütçeden bir şey gitmedi." Evet, sadece 5-6 banka hibe olmuştur, bunların tabela değeri 70-80 milyon dolardır. Sizin ne hakkınız var milletin malını başkalarına hibe etmeye? İşte, bunun adı da, ahbap-çavuş kapitalizmi, Türkiye'yi buraya getiren de budur. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Kaynak mı arıyorsunuz; ilk önce oraya bakın. Başka kaynak mı arıyorsunuz; şu özelleştirmede, POAŞ ve Türkbank ihaleleri olmasaydı eğer, orada yapılan yolsuzluklar ayyuka çıkmasaydı eğer, işte, size kaynak, gidin oraları düzeltin. Bir fedakârlık istenebilir. Bu fedakârlığı bir yıl için istersiniz. Bu yılı siz üçüncü yıla taşırıyorsunuz, seneye ne vereceksiniz, memura ne söz veriyorsunuz, hangi umut var karşısında? Bunu anlamak mümkün değil.

Bakın, asgarî ücretlerde de, bu yıl ikinci yarı için yüzde 19'luk bir ücret artışının gündemde olduğu söyleniyor, bu böyleyse vahimdir. Bakın, 1996'da yüzde 101 verilmiştir asgarî ücrete, 1997'de yüzde 108 verilmiştir, 1999'da yüzde 63'lük bir artış; bunu anlatmaya, hesap vermeye mümkün değil yanaşamazsınız; çünkü, iğneden ipliğe yeni zamlar geliyor. Bakın, sadece petrole; bir şok zamla benzine yüzde 10 zam yapıldı, yüzde 5 artı yüzde 10 -aynı maddelere değil- ama, süper benzin yüzde 4 artı yüzde 9 oranında artmıştır mesela. İğneden ipliğe gelecek ÖTV'yle -yeni bir vergiyle- de yepyeni şeyler... Bütün bunların içerisinde Türk Hava Yolları var, tekel maddeleri var, çay var. Bütün ulaşıma ilişkin... Demiryollarının gündemde olabileceği söyleniyor. Her kesime zam geldiği bir ortamda, memura böyle yaparsanız, memurun yapacağı şey de, ilaçlarından kesmek olur, evladının mamasından kesmek olur, her şeyde bir düşüş yaşandığı bir Türkiye'deyiz. Şimdi, bütün bunların hepsinden sonra, bir de bir düzeltmeye daha gelelim.

Denildi ki burada, 3 tane bankanın içini boşalttık. Boşalttınız, evet. Bu, bütçeden gitmedi, bu, Mevduat Sigorta Fonundan gitti. Peki, bu Mevduat Sigorta Fonu milletin parası değil mi? Burada yüzde 40, yüzde 60 kamu bankalarının payı yok mu? Eğer limit geçilirse, Merkez Bankası avansına başvurulmayacak mı? Bunları bilmiyorsanız o zaman öğretelim, yapamayacaksanız da bırakın bilenler gelsin, yapsın. (DYP sıralarından alkışlar) Bütün bunların hepsini birtakım demagojiyle bir kenara bırakmak mümkün mü?

Şimdi, gelelim sosyal güvenlik meselesine. Değerli arkadaşlarım, çok vahim bir yanılgı içerisinde ikinci bir adımın atıldığını görüyoruz ve üzülerek görüyoruz. İlk önce, çok büyük bir olaya kısaca değineceğim. Bizim ekonomi geleneğimizde, emeklilik yaşında, kadınlarımızın daha öncelikli emekli olmaları geleneği, âdeta, iktisat kültürümüze yerleşmiştir. Düşündüm, baktım, acaba, hakikaten, 62 yaş olarak kadın ve erkekleri, bu hükümet, 57 nci hükümet aynı seviyeye getirip, kadınlarımızı bu kadar mağdur edebilir mi? Düşündüm ve üzülerek söylüyorum ki, evet, bu hükümet yapabilir. Niye yapabilir; bir kadın bakanı dahi şuraya layık görmeyen bu hükümet, elbette kadınlarımızın böyle bir eksikliğini tamamlayamayacaktır. (DYP sıralarından alkışlar) Burada bu kadar değerli hanımlarımız var, bir kadın işlerinden mesul, kadınların meselesinden mesul bakanın dahi kadın olarak seçilemediği bir iktidarın, çağdaşlıkla veya Atatürk'ün ilkelerine veya Atatürk'ün devrimlerine yakışan bir kültürle kurulduğunu söylemek mümkün müdür? Soruyorum size, mümkün müdür? Mümkünse, bunu tasvip ediyorsanız mesele yok. (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, çıkıyorsunuz "biz batıyoruz" diyorsunuz. İki yıldır, bu ülkede iktidar olan bu iktidar değil miydi, bu hükümet değil miydi, başkaları mıydı yoksa?! Şimdi, gelinmiş, deniliyor ki -üzülerek söylüyorum- hem kadınlarda hem erkeklerde 62 yaş... Gelinilen nokta bu. Uganda'da 65 yaşında emekli olunuyormuş, Türkiye bile Uganda kadar olamamış. Uganda'da 65 yaşında değil 55 yaşında emekli olunuyor, yaşama beklentisi 43 ile 46 yaş arasında değişiyor. Siz, Türkiye'yi Uganda'ya mı benzeteceksiniz. Yani, ilk önce ölecekler, ondan sonra mı olacak?.. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

Şimdi, emekli yaşına bakalım... Efendim, dünyanın her yerinde 65'teymiş... Bizim emeklilerimizin, emekli maaşı alanların, ortalama yaşam süresinin, ömrünün ne olduğunu biliyor musunuz; 65'tir. 62 yapacaksınız, ahirette emeklilik diyeceksiniz.

Şimdi, bunları da biz söylemedik; biz, bunları söylemedik; şimdi, kimin söylediğine geleceğim. Yıl 1995. Şu, Anavatan Partisinin çıkardığı broşür: "Mezarda emekliliğe hayır." (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

NEVZAT ERCAN (Sakarya) –8 yılda da öyle...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – O zaman, Mesut Bey izahında açıkça şunu diyor: "Eğer bu kanun çıkarsa ve bilhassa, çalışma günü 7 000 küsur -bugün getirdiğiniz tasarı 10 000 küsur, 11 000'e yaklaşıyor- gün olursa, on yıl sonra, yirmi yıl sonra, insanların mezar taşlarına şöyle yazılacaktır: 'Eğer yaşasaydı, onbeş sene sonra emekli olacaktı.' Onun için, bu tasarıyı son gücümüzle destelemek bir yana, reddeceğiz." (DYP sıralarından "Vay, vay" sesleri, alkışlar; FP sıralarından alkışlar)

Şimdi, bununla da kalınmıyor, yine aynı broşürde deniliyor ki: "Bu Hükümetin bu tasarısının, Meclis komisyonlarından ve Meclis Genel Kurulundan bu şekliyle geçmemesi için her türlü mücadeleyi vereceğiz." Kim diyor bunu; Genel Başkan Mesut Bey ve Anavatan Partisi. "Bu görev bizim; ancak, işçilerin, emeklilerin ve onların eş ve çocuklarının haklarına ve geleceklerine acımasızca bu saldırıyı yapanların sahibi olan bu hükümeti ve onun IMF'den kumandalı şaşkın Başbakanını, siz, işçilere havale ediyorum; siz, ne yapacağınızı iyi bilirsiniz." Şimdi, millet ne diyecek; IMF'den kumandalı şaşkın ve gölge başbakanı bize havale edin mi diyecek; bize havale edin mi diyecek?! (DYP sıralarından alkışlar)

Bütün bunları Anasol'un yaptığı malum. Peki, Anasol'un M'si ne diyor bu işe, ben onu soruyorum; Anasol'un M'si ne diyor bu işe?! (DYP sıralarından "Bravo" sesleri alkışlar, FP sıralarından alkışlar; MHP sıralarından gürültüler)

Biz, sizi, inanın, böyle bir akıbetten korumaya çalışıyoruz.

BAŞKAN – Efendim, Sayın Çiller, Genel Kurula hitap eder misiniz. Sataşmaya sebebiyet veriyorsunuz. (DYP sıralarından gürültüler)

TURHAN GÜVEN (İçel) – Tabiî ki, Genel Kurula hitap ediyor; kime hitap edecek.

BAŞKAN – Karşılıklı konuşuyorlar Sayın Güven... Ben görüyorum buradan, karşılıklı konuşuyorlar. (DYP sıralarından gürültüler)

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, yine, yanlış yoldalar; şimdi gelelim esas çözüme...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Müsaade edin konuşsun.

BAŞKAN – Grup başkanıyla karşılıklı konuşuyorlar.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Bir kişiden bahsetse...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Evet, devam ediyoruz, devam ediyoruz... Şimdi gelelim esas çözüme...

BAŞKAN – Başkanın ikaz etme hakkı olduğunu biliyorsunuz Sayın Güven.

RASİM ZAİMOĞLU (Giresun) – Sayın Başkan, taraflı olma lütfen.

BAŞKAN – Tarafsız olduğumu da biliyorsunuz.

OĞUZ TEZMEN (Bursa) –Hayır... Hayır...

TURHAN GÜVEN (İçel) – O zaman, müdahale etmeyin.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi gelelim esas çözüme. Bakın, yine bu işi çözmesini bilemiyorsunuz. Meseleyi, siz, eğer yaş meselesine bağlarsanız, bunun sonucunun bütçeye kaç yıl sonra aksedeceğini, Türkiye ekonomisinin dengelerine kaç yıl sonra aksedebileceğini biliyor musunuz; biliyor musunuz?!. (DSP sıralarından "Biliyoruz" sesleri) Söyleyin o zaman, söyleyin!.. (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, farkında mısınız ki böyle bir düzenlemeden sonra geçiş dönemi beş yılsa, ancak beş yıl sonra bunun nimetleri alınacak; onu biliyor musunuz?!. Özellikle beş yıl sonra alınacak. (DSP sıralarından gürültüler)

A. TURAN BİLGE (Konya) - Daha iyi ya işte, memleket batıyor...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, Türkiye'nin bugünkü meselesini... Peki, bugün, 30 milyar dolarlık dışborç ve içborç var ikinci altı ay içerisinde; siz, onu nasıl ödeyeceksiniz? Şu altı ayı da düşünün ilk önce bir; altı ayı bir düşünün.

Şimdi, esas çözüm nedir; bakın, esas çözüme geliyorum. Esas çözüm, bugün, asgari ücretten brüt olarak alınan toplam prim kesinti oranı yüzde 34'tür. Bu, dünyanın hiçbir yerinde yok ve böyle olduğu için de, uygulamada, ayrıca bu prim oranlarının kesintisi yüzde 50'ye kadar çıkıyor. Bunun neticesinde de, bu kadar yüksek kesinti olduğu için, 4,5-5 milyon işçi kaçak. Gidin, onlardan, ilk önce, primleri toplayın; işverenden primleri toplayın. Bunun ne kadar olduğunu biliyor musunuz? Neyse, bu defa başını sallayan yok Allah'tan; onu da söyleyelim 1,7 katrilyon. (DYP sıralarından alkışlar)

İşte, şimdi, sadece size, bunun çözümlerini de söyleyelim. Bankalar Kanununu çıkardınız. Bakın, Bankalar Kanunundaki eksikliklerin birçoğuna işaret ettik; ekonomiye daralma getirecektir, açıkça söylüyorum; yalnız, siyasetten arınmak için, bu atamalarda, özellikle dikkat edilmesini, hiç olmazsa Anasol-M'nin M'sine bırakalım, onların denetimine bırakalım. (DYP sıralarından alkışlar) Eski milletvekilerini, eğer atamaya kalkışırsa, bunun siyasetten arınmışlığı, hiçbir biçimde dünyanın gündemine de gelemez.

Şimdi, bugünkü ekonomik meselelerin sorununu, devamlı, krize bağlıyorsunuz. Dünya krizinin bununla ilgisi yoktur, tekrar ediyorum; Asya krizinin etkisi yüzde 2'dir dışticaretimize; 1998'in ikinci çeyreğinde başlamıştır; Rusya krizini, çok daha iyi bir biçimde kullanarak, tam tersine seferber edebilirdik Laleli'yi... Petrol fiyatlarındaki düşüş -23 dolardan 13 dolara- belki de bu döneme yapılmış en büyük iyilikti; 1 milyardan fazla bir gelir, âdeta hibe edildi ve Avrupa'nın ve hiç IMF'ye başvurmamış Malezya'nın, bugün, çok ciddî bir kalkınma sürecine girmiş olması da, bu meseleyi gündeme getirecektir.

Ancak, bütün bunlara ilişkin olarak, bugün, Türkiye'nin içinde olduğu bir sıkıntının, tümüyle Türkiye'nin gündeminden kalkması için, sizlerin yaptığı bir yanlışa, bugün, bir kez daha işaret etmek istiyorum. Yıl 1994-1995, bu gün, IMF'nin önüne oturmuşsunuz, ellerinizi kavuşturmuşsunuz, kaynak bekliyorsunuz. Yıl 1994-1995, Türkiye'yi, bütün bu içborç krizinden tümüyle çıkaracak bir teklif dünyanın ufkunda yok "PTT'nin T'sini, gelin, özelleştirelim" dedik. O zaman için, daha Balkanlarda yok bu, Doğu Avrupa'da yok, Almanya'da bu fikir uyanmamış. Türkiye'de yapılan ekspertiz 35 milyar ile 40 milyar dolar arası. Geldiniz, bugünkü Sayın Başbakanın da imzasıyla, bunu, Anayasa Mahkemesine götürdünüz, iptal ettirdiniz. Niye; Türkiye'nin millî egemenliği tehdit altına alınırmış[!] O, bugün gelmiş olsaydı eğer, bugün, Türkiye'nin ne içborç ne dışborç kıskacı vardı. Halen, bugün, onu yapamayan Türkiye... Bütün Doğu Bloku ülkeleri yapmış... Türkiye kaynak sıkıntısıyla karşı karşıyayken, şimdi, tahkim yasasını anayasa değişikliği olarak getiriyorsunuz ve bizden de destek isteyeceksiniz; ama, biz, o desteği vereceğiz; çünkü, önemli olan Türkiye'dir; önemli olan Türkiye'dir. (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, ekonomik stagflasyon, çok ciddî boyutlardadır. Tekrar ediyorum, Doğru Yol Partisinin iktidarında; 1995, 1996, 1997 yıllarında yüzde 7,8 ortalamayla dünya birincisi olan Türkiye, bugün, bilinerek aşağı çekilmiştir. Bugün, sanayideki bir miktar yükselmeden, hemen umutlanmayın; yanlıştır bu. Göreceksiniz, sonbaharda, ciddî olarak, dış dengeler bozulacaktır iç dengelerin üzerine; bunu yazın ve benden hesap sorun; bunu bir kenara yazın ve benden sorun. (DYP sıralarından alkışlar) Bu daralma...

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) – Yüce Divan soracak!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Bağımsız yargıda, her zaman her zaman, her yerde hesap vermeye hazırım; ama, yeter ki, siyasetten arındırın şunu. (DYP sıralarından alkışlar) Dediğimize, orada da geliyorsunuz, dediğimize orada da geliyorsunuz. (DSP sıralarından gürültüler)

Evet, KOBİ'ler dendi; bakın, KOBİ'ler... Evet, evet, bir yanlış yapmışım, düzeltiyorum şimdi; yüzde 11-12'lik bir aylık faizle, KOBİ'lerin aylık olarak kapanması şartıyla, faizleri yüzde 276'ya gelir; ben, yüzde 250 demiştim; bunu düzeltiyorum, yüzde 276'dır. KOBİ Kararnamesi... O kararnameyi, bizim bakanımız çıkarmıştır; Doğru Yol Partisinin bir bakanı çıkarmıştır; sadece 4 bin civarında KOBİ bundan faydalanmıştır. KOBİ'lerin sayısının Türkiye'de ne olduğunu biliyor musunuz; 200 000'dir, 200 000 KOBİ vardır. 200 000 KOBİ, ticarî olarak eğer gidip de kredi alırlarsa, faiz yüzde 276'dır, aylık olarak yüzde 11-12 arasında alırlarsa. Bütün KOBİ'ler bundan mustarip, bize anlatıyorlar bunları; bir boş vaktiniz olursa size de anlatırlar.

Enflasyon ciddîdir, yüzde 50 ve 63. Her gün bir başka şeye zam geliyor, hiç olmazsa, bu enflasyon oranının tespitini bir bağımsız kurula vermek... Mesela değişik kurullar olabilir, TOBB olabilir, TÜRMOB olabilir; ama, bunların hepsini bir bağımsız kurula çekirdek enflasyon olarak hesaplattıralım. Yani, ithalattan, mevsimsel hareketlerden arındırılmış olarak bu çekirdek enflasyona bakarsanız eğer ve bugünün imalat sanayiinin, özel imalat sanayiinin fiyat artışları olarak bakarsanız, onun da aylık yüzde 4'leri aştığını görürsünüz; bu da, enflasyonun gerçek olarak yüzde 60'ların da çok üstünde olduğuna; hatta, 70'lerin üzerinde olduğuna işaret edecektir.

MF'ye teslim olmaktan vazgeçin; vazgeçin şu IMF'ye teslim olmaktan. Bakın, Chicago'nun Nobel ödüllü İktisat Profesörü Miller açık bir biçimde demiş ki: "Unutun şu IMF'yi, bırakın onları; sizin daha iyi imkânlarınız var, daha bilgili insanlarınız var; bırakın bunları." 40 milyar geldi, 50 milyar geldi, yok 10 milyar getireceğiz, 2 milyar getireceğiz... Bütün bunları söylerken, bütün dünyanın ayağa kalktığını görüyoruz.

Şimdi, ben, size şunu söyleyim; bırakın IMF'yi de bakın turizme. Turizmde, eğer yüzde 10 gelir artışı alsanız, ne kadarlık bir gelir yükselmesi olur, Türkiye'nin gündemine girer biliyor musunuz; 1 milyar dolar. Eğer, Türkiye'yi yüzde 10 aşağı inmekten kurtarsanız, kaç milyar tasarruf edersiniz biliyor musunuz; 2 milyar dolar. Alın, şu inmiş olayı yukarı çıkarın; size, milyarlarca dolar, IMF'nin getireceğinden çok daha fazla, çok daha fazla... Beklemeyin. Tekrar ediyorum, büyümeden vazgeçerseniz ve bu kurdan, bu kur politikasından vazgeçmezseniz, Türkiye'nin çok ciddî sıkıntıları önümüzdeki günlerde hemen gelecektir.

Özelleştirme durmuş durumda; bırakın IMF'yi bakın özelleştirmeye; bırakın IMF'yi... Altı aydır özelleştirme yapılmıyor Türkiye'de. Bu, POAŞ ve Türkbank skandallarından sonra, Anasol-D ve şimdiki iktidar devam ediyor; tek bir özelleştirmeyi -birkaç gayrimenkulün dışında- yapabilmiş değildir. Bunları, size, zaman zaman, hatta, rakamlarıyla da vermeye hazırım. Ancak, bugün, daha önemsediğim dışticaret rakamlarına dikkat çekmeyi bir görev addediyorum.

Bakın, dışticaret rakamlarında, Türkiye, ilk kez dışa yönelik büyümeden vazgeçmiştir; bunu vahim görüyorum. 24 Ocak kararlarında ve hatta 5 Nisan kararlarında, Türkiye, daima, büyümeyi dışa yönelik tercih etmiş ve dışa yönelik büyüyen bir sanayileşme stratejisini seçmiştir. İlk kez, Türkiye, bu dönemde, böyle bir stratejiyi -vazgeçilmiş bir konumda- âdeta içe kapanmayı yeğlemektedir.

Bakın, tekstilde ihracat düşüşü yüzde 27; tarımda çok ciddî; tütünde yüzde 71'lik bir ihracat daralması; fındıkta yüzde 41; yaş sebze ve meyvede yüzde 41'lik ihracat daralması; demir ve çelikte yüzde 17'lik... Böyle ortamda -özellikle yanlışların altını çiziyorum- bir örnek, pamukta uygulanan prim sisteminin yanlışlığıdır; halen vermediniz şu 20 senti, halen vermediniz, halen... Halen millet bekliyor, şu 20 senti bekliyor, halen bekliyor. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Çiller, bir dakikanızı rica edebilir miyim.

Sayın milletvekilleri, sabahki çalışama süremiz dolmuştur; ancak, kürsüde bulunan hatibin sözlerini bitirene kadar süreyi uzatmak istiyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Buyurun efendim.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – En büyük mesele ihracatta finansmandır. Biraz önce söyledim, yüzde 250'leri aşan KOBİ kredi faizleriyle Türkiye'nin bir yere varması mümkün değildir. Libor+20 ve üstüyle bir şey yapılması mümkündür ve böyle bir ortamda kur politikasının mutlak ve mutlak değiştirilmesi gereği vardır; mutlaka, tüketici fiyatlarına yeniden endekslemek gerekli olacaktır.

Şimdi, esas itibariyle en büyük tehlikeye dikkat çekmeyi bir görev addediyorum. Bakın, Türkiye'de nisan ayı itibariyle sanayide bir miktar büyüme oldu; onunla birlikte, anında, ihracatımızdaki düşme -2,1 milyar dolardan 1,8 milyara dolara- devam ederken, ithalat da nisan ayı itibariyle aylık 2,8'den 3,3'e çıktı. Bu nedir; bu, tehlike çanlarıdır. Neden; Türkiye'de -dış açık konusuna biraz sonra geleceğiz- iç açık çok ciddî boyutta, bütçede var. Şimdi, ufak bir büyümeyle dışticaret açığının da ne denli büyüyebileceğinin açık göstergesi bir ayda hemen ortaya çıktı. Peki, o zaman, büyümeden vazgeçelim diyeceksiniz; hayır; büyümeden değil, kur politikasından vazgeçeceksiniz. Kur politikasıyla ihracatı mutlaka stimüle etmek bir millî görevdir; bakın söyleyeyim; aksi takdirde hem iç açık hem dış açık büyüyerek devam ederse Türkiye'yi çok ciddî sıkıntılar bekler.

Tarım sektöründeki daralmaya, memur ve emeklilerden sonra -zaten 20-30 milyonluk bir kitleye hitap ediyorsunuz, tarımda ise çalışan nüfusun yüzde 46'sıdır- buradaki daralmaya da işaret etmek istiyorum; çok ciddîdir, vahimdir.

Şimdi, her yer stoklarla dolu. Böyle bir ekonomi yönetimi Türkiye'nin tarihinde nadir olmuştur. Böyle bir şeyi düşünmek dahi istemiyorum. Bu kadar yönetim bozukluğu içerisinde... Pamukta, ayçiçeğinde, fındıkta stok olduğu gibi, şeker fabrikalarında da 1,5 milyon ton şeker stoku var; ayrıca, tütünde dört yıla yetecek stok... Bunların hepsini biz aşağı indirmiştik, hepsini... Hepsini... Bütün bunlarla birlikte fiyatlara ve maliyetlere bakıyoruz; vahim. Faizleri yüzde 32 ile 42 arasında bıraktık, yüzde 76'ya çıkarılmıştır. Gübrede sübvansiyon yüzde 50 idi, yüzde 10'lara düştü, yüzde 19-17'ler civarında. Vergi Yasası ayrı yükler bindirdi, Hal Yasası ayrı yükler bindirdi ve tabiî afetlerden de korunamayan bir ziraî kesimle karşı karşıyayız.

Böyle bir ortamda, acaba ne verildi diye bakıyoruz; hububata, buğdaya yüzde 51 verilen bir ortam!.. Her şeye, iğneden ipliğe zam ve hububata yüzde 51!..

Bakın, şimdi, rakamların bazılarını özellikle kamuoyunun önüne getiriyorum. 1995'te buğdaya verilen yüzde 94; 1996'da yüzde 157; 1998'de bu düşüyor ve en nihayet 1999'da yüzde 51'e kadar düşüyor; enflasyon oranının altında devam ediyor.

Şimdi, böyle bir ortamda -daha da vahimine geleceğim- tüccar, borsaya girip almıyor; niye almıyor; çünkü, o kadar büyük yanlışlık yaptınız ki; gidiyorsunuz, Toprak Mahsulleri Ofisini bir regülatör olmaktan çıkarıp bütün ürünlerin alıcısı haline getiriyorsunuz; o stokları satamayınca, yer kalmayınca, tutup, en kritik dönemde piyasaya sürüyorsunuz ve piyasaya sürünce de o üreticiyle rekabet eder konumuna geliyorsunuz, daha pahalıya alan tüccar da zarar ediyor; niye girsin. Bunları bilmiyorsanız eğer, bırakın da bilenler gelsin canım. Bırakın da bilenler gelsin... (DYP sıralarından alkışlar, DSP sıralarından gürültüler)

Şimdi, bütçeye bakıyoruz: Vergi Yasası; Vergi Yasasıyla birlikte düşen bütçe gelirleri.. İlk dört ay itibariyle verginin artışı yüzde 43,7; buna mukabil, harcamalarda, giderlerde yüzde 81'lik bir artış..

Hani bu Vergi Yasası büyük reformdu, ülkeyi batmaktan kurtarmıştınız?!.. Çıkıp böyle demediniz mi, millete böyle demediniz mi; o oyları böyle almadınız mı?!. Ne dediniz: "Ülkeyi batmaktan kurtardık..." Madem doğru, şimdi niye değiştiriyorsunuz bunu?!. Bu Vergi Yasasını biz mi çıkardık! Birkaç kişi birşeyler söyledi; biz mi çıkardık yani bu Vergi Yasasını!.. Bu Vergi Yasasını çıkarmayın diye, defalarca uğraştık; madem doğru, niye değiştiriyorsunuz; madem yanlıştı, niye yaptınız?! Malî milat eğer yanlışsa, niye değiştirmiyorsunuz; doğruysa eğer denildiği gibi, kim diyor size değiştirin diye; ama, mutlaka şu geçici vergiyi kaldırın; kaldırın şu geçici vergiyi!.. Kaldırın şu geçici vergiyi!..

Ha, karapara meselesi... Bakın, karapara meselesinin, aklanmasına karşı olan tasarıyı biz çıkardık. Kumarhaneleri ilk kapatan yasayı bu Meclisten biz çıkardık...Karaparayla böyle mücadele edilir. Ha, açıkların şeffaflaştırılması... Fonları, Başbakanlığın emrinden alıp, -ben kendi emrimden alıp- Maliye denetimine biz verdik. Biz verdik bunları...

ZEKİ EKER (Muş) – Parsadan'a verdiniz!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Bunları biz verdik; çıkıp da, vermedin deyin...Nakit teşvikleri biz kaldırdık. Biz kaldırdık... Bunların hepsi şeffaflaşma; ama, gelip malî miladı çıkaracaksınız...

YÜCEL ERDENER (İstanbul) – Seçmen niye ceza verdi size öyleyse?!.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun efendim.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Evet.

Kısaca, son bir şey söyleyerek, milletvekillerine, bir başka şeyi işaret etmek istiyorum: Bugün tarihî bir karar alınmıştır; Abdullah Öcalan hakkında alınmıştır, İmralı'da; yargı ölüm cezası vermiştir. (DYP, FP ve MHP sıralarından alkışlar)

Hepiniz biliyorsunuz, bu Meclisten devlet güvenlik mahkemelerine ilişkin bir değişikliğin çıkmasını istediniz, Meclis çıkardı; zamanlaması belki yanlıştı, belki dış baskı var gündemini getirdi; ama, her şeye rağmen Meclis çıkardı. Şimdi, herkesin boynu, bu karar karşısında kıldan incedir. Adalet yerini bulmuştur; ama, bu kararın uygulanması konusunda da, milletin büyük bir hassasiyet içinde olduğunu hepimiz biliyoruz. Böyle bir ortamda herhangi bir baskıyla, yargının vermiş olduğu bu karar şu veya bu biçimde uygulanmazsa ve bunun uygulanmaması meselesini de başka yerlere havale ederseniz, bu millet gelir sizden hesap sorar, biz de bu kürsüden gelip sizlerden hesap sorarız. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Çünkü, Adalet Bakanlığında, idam cezasının müebbet hapse çevrilmesine ilişkin çalışmaların yapıldığını duyuyoruz. Bu, bununla ilgili olabilir veya olmayabilir; ama, uyarıyı yapmayı bir vicdan ve bir memleket görevi olarak görüyoruz.

Hepinize saygılarımı sunuyor, bütçenin hayırlı olmasını diliyorum. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çiller.

Sayın milletvekilleri, saat 14.00'e kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati : 13.08

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Levent MISTIKOĞLU (Hatay)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 26 ncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Sayın milletvekilleri, 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının tümü üzerindeki son görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. — 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1) (S. Sayısı : 3) (Devam)

2. —1997 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait GenelUygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1997 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/122, 1/3) (S. Sayısı :8) (Devam)

3.—Katma Bütçeli İdareler 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/2) (S. Sayısı :4) (Devam)

4.—1997 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1997 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/123, 1/4) (S. Sayısı :9) (Devam)

BAŞKAN – Söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına Kayseri Milletvekili Sayın Abdullah Gül'de.

Buyurun Sayın Gül. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA ABDULLAH GÜL (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 57 nci hükümet tarafından hazırlanan ve Yüce Meclise sunulan bütçe kanununun tümü üzerindeki görüşlerimizi açıklamak için huzurlarınızdayım; Fazilet Partisi ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmamın başında, bu bütçenin, ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum ve bu bütçeyi uygulayacak olan hükümete de başarılar diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçeler, hükümetlerin topluma vaatlerini ortaya koyan ve uygulayacakları ekonomik ve sosyal politikaları belirleyen belgelerdir; yani, başka bir deyimle, hükümetin ekonomik ve sosyal önceliklerinin ne olduğunu ve hükümetin neyi yapıp neyi yapmayacağını halka sunan belgelerdir. Parlamento geleneğimiz, bu görüşmelerin sadece rakamlar üzerinde olmadığını göstermiştir ve bu fırsattan, Türkiyenin, ülkenin, ekonomik, sosyal ve siyasî manzarası ele alınmaktadır.

Şimdi, Plan ve Bütçe Komisyonu ve Genel Kuruldaki uzun bir çalışma neticesi sona ermiştir, maraton bitmiştir ve bugün, ben de, Partim adına, partici mülahazaların dışında, geleceğe kaygıyla bakan ve gelişmeleri dikkatle izleyen bir eda içerisinde, bütçe üzerindeki görüşlerimi açıklayacağım.

Sayın Başkan, üzülerek tespit ettiğimiz nokta şu ki, Türkiye'nin giderek kronikleşen ekonomik ve sosyal problemlerini iyileştirecek, halkımıza umut verecek ve geleceğe güvenle bakmasını sağlayacak bir heyecan ve kararlılık, bu bütçe içerisinde ortaya konulamamıştır; 57 nci hükümet, halkımızda var olan karamsarlığı ve endişeleri giderecek ekonomik ve sosyal tedbirleri alamamıştır.

Türkiye, her geçen gün, içinden daha da çıkılmaz bir ortama sürüklenmektedir. Peki, bunun sebebi nedir; gayet açıktır ki, güvensizlik. Milletin, halkın güveni yoktur. Türkiye'de uzun yıllardan beri arzu ettiğimiz açık ve net bir Meclis çoğunluğuna sahip bir hükümet işbaşındadır. Bu kadar açık bir çoğunluğu olan bir hükümetin, Türkiye'deki siyasî istikrarsızlığı da sona erdirmesi gerekirdi; fakat, maalesef, karamsarlık devam etmektedir, güvensizlik devam etmektedir ve toplumun beklediği bir iyimserlik yayılmamaktadır. Sebep gayet açıktır -dediğim gibi- 57 nci hükümet, gerek temel tercihleri gerekse Türkiye'nin bugünü ve geleceğini şekillendirme bakımından hem Sayın Mesut Yılmaz'ın 55 inci hükümetinin hem de Sayın Ecevit'in 56 ncı azınlık hükümetinin bir devamı görünümündedir.

İki yıldan bu yana uygulanan temel ekonomik ve sosyal politikalarda bir değişiklik olmayacağı daha şimdiden bellidir. 18 Nisan seçimlerinden sonraki hükümet oluşumu ile daha önceki hükümet arasında değişen, sadece bir isim farkı vardır. Daha önceki hükümetteki Demokratik Türkiye Partisinin yerine Milliyetçi Hareket Partisinin ikame olmasından öteye bir değişiklik, bu hükümetin çatısında gözükmemektedir.

Halkımıza yönelik sürdürülmekte olan baskı ve sindirme politikaları ve halkımızı gittikçe daha da fakirleştirecek ekonomik uygulamalar, daha önceki 55 inci ve 56 ncı hükümetlerde olduğu gibi devam edeceğe benzemektedir.

Bu noktada, üzülerek belirtmek durumundayım ki, iki senedir uygulanmakta olan bu temel politikalara, en azından, müdahale etme durumunda olan koalisyon ortağı Milliyetçi Hareket Partisi, sanki, seçimlerden, ikinci büyük parti olarak çıkmak suçmuş gibi bir psikoloji içerisine girmiştir.

MEHMET ŞANDIR (Hatay) – Bunu nereden biliyorsunuz Abdullah Bey, nasıl söylüyorsunuz?..

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bunu, şunun için söylüyorum. Bunu, inanın ki, kötüniyetli olarak söylemiyorum; bunu, sizden beklentilerimiz olduğu için söylüyorum.

MEHMET ŞANDIR (Hatay) – Bizi savunmak size mi düşüyor!..

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Hayır, yeri geldiğinde... (MHP sıralarından gürültüler) Bakın, yeri geldiğinde sizi savunmak bize düşecek, bizi savunmak da size düşecek, açık söylüyorum...

BAŞKAN – Sayın Şandır, yerinizden konuşmayın lütfen.

KADİR GÖRMEZ (Kütahya) – İyiniyetinizi gördük...

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bakın, göreceksiniz; bu hükümet içerisinde, her şeye rağmen... (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, hatibi dinleyin lütfen.

KADİR GÖRMEZ (Kütahya) – Meclis Başkanlığı seçimlerinde iyiniyetinizin ne olduğunu gördük.

MEHMET ŞANDIR (Hatay) – Bizimle ilgili hassasiyetinize teşekkür ediyoruz!..

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bakın, değerli arkadaşlar, size bir şey söyleyeyim: Sizden olan bu beklentilerimizden dolayı, ben, bunu söylüyorum. Aslında şunu söylemeniz daha uygun olurdu: "içi bizi yakar, dışı sizi yakar." Bunu söyleseniz daha iyi yapardınız, açık söyleyeyim.

BAŞKAN – Sayın Gül, lütfen, Genel Kurula hitap eder misiniz.

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bu hükümet içerisinde, her şeye rağmen tek ümit olan Milliyetçi Hareket Partisi, gerek hükümetin kuruluşunda gerek Hükümet Programında ve gerekse de bütçede, halkın kendisine verdiği desteğin gereğini ortaya koyamamıştır ve büyük bir teslimiyetçilik içerisinde olmuştur. Daha ötesi, Türkiye'de iki yıldan beri uygulanmakta olan siyasetteki baskı ve sindirme programlarının sorumluluğuna ortak olmayı, maalesef, tercih etmiştir. Bu hükümetin hiçbir politikasında Milliyetçi Hareket Partisinin rengini ve etkisini görmemek, inanın ki, bizleri bile üzmüştür.

ALİ GEBEŞ (Konya) – Bekleyip göreceksiniz... Sabredeceksiniz...

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bunlar samimî duygularım. Bakın, burada, sakın, şöyle görmeyin: Yani, sizi yıpratıcı veyahut da sizi rencide edici bir konuşma yapmak niyetinde olmadığıma samimî olarak inanın; ama, sizden, halkın da, bizim de beklentileri var bu hükümet içerisinde. Bunları hatırlatmak da bir siyasetçi olarak, benim görevim değerli arkadaşlar. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son ikibuçuk yıldır ülkemizde yaşananlar, toplumun hemen hemen tüm kesimlerini rahatsız etmiş ve demokratik kurumlara ve kurallara olan güveni sarsmıştır. Türkiye, çağdaş, demokratik ve gelişmiş olan ülkelerin aksine, gittikçe daha kapalı, daha otoriter ve daha tutucu bir yapıya bürünmektedir. Şurası muhakkaktır ki, Türkiye, bugün, parlamenter demokrasinin etkisini yitirdiği bir görünüm arz etmektedir. Çoğumuz, çeşitli vesilelerle, Meclisi temsilen birçok toplantıya katılıyoruz. Beraber olmaya çalıştığımız dünyanın meclislerinde yapılan konuşmalar, oradaki gündemler, inanın ki, çok farklı bizden. Biz ise, sadece enerjimizi tüketmekle, birbirimizi yıpratmakla ve birbirimizi provoke etmekle vakit kaybediyoruz.

Daha geçenlerde, burada gördüğüm birkaç arkadaşımla beraber Batı Avrupa Birliği Asamblesinde katıldığımız toplantıda konuşulan konu şuydu: "Parliamentary scrutiny" diyorlar; yani, Meclisin hâkimiyeti, Meclisin, bütün olayları tam sahiplenmesi ve herşeyin Meclis kontrolünden geçmesini konuşuyor bütün Avrupa. Gelin görün ki, bizde, maalesef, durum çok farklı değerli arkadaşlar. Geçen ikibuçuk yıl içerisinde Türkiye'nin geldiği noktaya bakalım : Bu süre içerisinde dünyadaki gelişmelerin tam tersine, Türk demokrasisinin standartlarının düşürüldüğü, siyasetin gücünün azaldığı, Parlamentonun, giderek sembolik temsil meclisi haline dönüştüğünü görüyoruz.

İnsan, kendi ülkesi adına, bu medeniyet yarışının ne kadar dışında kaldığını görmekten dolayı büyük bir üzüntü duyuyor. Bu görünümlü olan bir ülke, parlamenterler demokrasisiyle yönetilen ülkeler katagorisinde sayılamaz. Anayasamızca tavsiye niteliğinde olan bir kurulun tavsiyelerinin, fiiliyatta bir emirmiş gibi telakki edilmesi, ülkemizdeki siyaset alanının ne kadar daraltıldığını açıkça göstermektedir. (FP sıralarından alkışlar)

Bugün hükümetimizin Mecliste çok açık ve net bir çoğunluğu var; yani, Meclis inisiyatifi açıkça elinizde; yalnız, Meclisin inisiyatifi yok. Meclisin inisiyatifini kullanmak da sizin elinizde değerli arkadaşlar; çünkü, çoğunluğunuz var ve arkanızda böyle bir yapıcı muhalefet var, açıkça söylüyorum.

Bu de facto durum, hiçbirimizin arzu etmeyeceği kapalı ve baskıcı bir yapıya doğru gidişin en bariz göstergesidir. Bu, toplumun sessizleşmesi anlamına gelir; bu, toplumun sindirilmesi demektir ve bu, klasik bir Ortadoğu ülkesi haline dönüş demektir, iki senedir Türkiye'de yapılanlar ve iki senedir Türk siyasetindeki gelişmeler.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bugün ülkemizin bu noktaya gelmesi, halkından korkan, halkına güvenmeyen vehimlerle hareket eden bir devlet yönetimi anlayışının ürünüdür. Bugün, ülkemizde, toplumunu tanımayan, insanını bilmeyen, vehimlerin ürünü olan raporlar yayınlanmaktadır. Zaman zaman bu tip raporların nasıl ciddiye alındığını ve politikalara temel teşkil ettiğini de görmekteyiz. Hiçbir bilimsel ve sosyolojik gerçeğe dayanmayan bu raporlar doğrultusunda hareket etmenin, bir gün, Türkiye'yi, sizlerin dahi arzu etmeyeceği demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı, düşünce ve ifadelerin yasaklandığı bir ülke haline dönüştürülmesi tehlikesi vardır.

Değerli arkadaşlarım, bugün, Türkiye üzerinde psikolojik bir harp devam ettirilmektedir. Ne yazık ki, açık toplumun simgesi olan gazeteler ve televizyonlar da, bu psikolojik harbin gönüllü aletleri durumuna düşmüşlerdir. Bugün, gazete ve televizyonların görünümü, acı verici bir görünüm içerisindedir. Bugün, belli mikraklardan, belli odaklardan kaset alan gazete ve televizyonların, yarın o mihraklardan, başlıklarına dikte almaları, başlıklarının dikte ettirilmesi tehlikesi söz konusudur. Aslında, bugün Türkiye, bu noktaya gelmek üzeridir de. Birçok gazetecinin, yazarın, aydının nasıl susturulduğunu; yine, birçok yazarın hangi şartlar altında yazı yazdığını herkes bilmektedir.

Bakın, şimdi, size, her gün bu kürsüden dinlediğiniz, arkadaşlarımın dile getirdiği, gazete manşetlerinde gördüğünüz, televizyonlarda izlediğiniz, Türkiye'nin ufkunu daraltan misalleri vermeyeceğim; bugün size vereceğim misal, bu kürsüden olacak :

Değerli arkadaşlar, beş ay önce, Sayın Genel Başkanınızın Başbakanlığında 56 ncı hükümet kuruldu. Anamuhalefet Partisi adına, size demokratik bir katkıda bulunmak için, Grubum adına bu kürsüde konuşma yaptım. Bu kürsüde yaptığım konuşma, bugün Fazilet Partisinin kapatılma davası içerisindedir. Bakın, savcının dosyaya koyduğu deliller, bu Mecliste, bu kürsüde yapılan konuşmalardan, tutanaklardan alınmıştır ve kalemlerle de, suç unsurları konuşmam işaretlenmiştir. Şimdi, çoğunuz yeni arkadaşlarım olduğu için merak edebilirsiniz. Bakın, ne demişim ve nasıl suç sayılmış : Değerli arkadaşlar, size, Türkiye'nin gelmekte olduğu ve geldiği noktayı göstermek istiyorum. O gün, muhalefet partisi olarak aynen şöyle söyledim: "55 inci hükümetteki icraatlarından dolayı ödüllendirilerek, Millî Eğitim Bakanlığından Başbakan Yardımcılığına terfi ettirilen Sayın Bakana da sesleniyorum şimdi; siz birkaç gün önce, 9 Ocak 1999 günü şehit öğretmenlerin eşlerine, annelerine ve babalarına madalyalar taktınız. Ülkenin bütünlüğünü korumak için, bu milletin çocuklarına, en kötü şartlarda bile eğitim vermek için, her türlü tehlikeyi göze alıp, bölücü örgüt tarafından şehit edilen öğretmenlerin annelerine, babalarına ve genç hanımlarına madalyalar taktınız. Bütün televizyon ekranları ve basın, bu görüntüleri, aziz milletimize aynen iletti.

Şimdi, size soruyorum Sayın Bakan : Başörtülü diye, okul kapılarında polis zoruyla sürüklediğiniz, o kızlara benzeyen başörtülü annelere, başörtülü gencecik mahzun dul hanımlara ve hatta hatta eşini vatan için şehit veren, sizin o 'kara çarşaflı' dediğiniz şehit eşine, madalya takarken, hiç vicdanınız sızlamadı mı?(FP sıralarından alkışlar)

Oğullarını, bu vatan -o günkü konuşmam- için şehit veren annelerin kızlarını, üniversite kapılarında, başörtülü diye sürüklerken, Sayın Ecevit, hiç, başınızı, iki elinizin arasına alıp düşünmediniz mi; bu olup bitenler, bu ülkede oluyor diye hiç düşünmediniz mi? Bu ülkede, sadece, babalarını, evlâtlarını, eşlerini ya da kardeşlerini ölüme gönderme karşılığında mı başörtüsü yasal hale gelecektir." Bu konuşmayı ben işaretlemedim suç unsuru diye.

Değerli arkadaşlar, burada demek istediğim nokta şudur: İşte, Türkiye'nin geldiği nokta budur. Bir milletvekilinin, bu kürsüden yaptığı konuşma, suç delili sayılabiliyorsa, siz gerisini düşünün... Bu ülkenin vatandaşlarının, aydınlarının, yazarlarının, gazetecilerinin halini düşünün...

Siyasetin bu kadar baskı altına alındığı, siyasetçinin sahasının bu kadar daraltıldığı bir ülkede, hükümet olmanın da, başbakan olmanın da itibarı nedir; bunu da size havale ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)

Hükümetin ortağı sayın milletvekilleri, bunlar, yargıya intikal etmiş meselelerdir, bizi hiç ilgilendirmez diyemezsiniz. Mahkemeler, tabiî ki, Meclisin çıkardığı kanunlara göre karar vermek durumundadır; ama, demokratikleşme paketi çerçevesinde, Siyasî Partiler Kanununun eksik maddelerini çıkarmayarak, partilerin üzerinde Demoklesin Kılıcını sallandırmak, hepinizin -hükümet tarafı olmak üzere başta sizin- hepimizin mesuliyeti altındadır.

Bugün, Türkiye'de, herkesin konuştuğu konu, demokratikleşmedir. Aslında, geçen hükümetimiz, demokratikleşme paketini Meclise sevk etti; altında, Sayın Genel Başkanınızın, Sayın Başbakanın imzası var; komisyonlardan geçti, Mecliste yerini aldı. Gelin, geçen günlerde gösterdiğimiz konsensüsü burada da gösterelim ve Türkiye'nin önünü açalım, Türkiye'yi, övünebileceğimiz bir ülke haline getirelim, demokratikleşme paketlerini çıkaralım ve bunun da şerefi, önce sizlere ait olsun.

Bugün, Türkiye'de, devletin, sürekli, vatandaşından endişe ettiği ve şüphelendiği bir yapı gelişiyor; maalesef, devleti yönetenlerin bu yanlış tutumları, toplumsal gerginlikleri besliyor. Oysa, devlet, gerginlik üretme değil; bilakis, gerginlikleri azaltma ve vatandaşını daha iyi anlama durumunda olmalıdır. Gelin, bakın ki, Türkiye'de her şey tersine gidiyor. Aslında, halk, toplum basiretli davranıyor. Toplum, aslında, denge istiyor; fakat, öbür taraftan, büyük bir kışkırtma, büyük bir provokasyon aldı başını, gidiyor. İşte, Türkiye'nin geldiği nokta budur değerli arkadaşlar.

Şimdi, üzülerek görüyoruz ki, estirilen son irtica fırtınasıyla ulaşılmak istenilen bir amaç vardır; yeni yasaklar, yeni kısıtlamalar ve sözümona temizlikler söz konusudur. Milliyetçi, mukaddesatçı, dindar insanlara karşı yeni bir kıyım ve yeni bir sindirme harekâtı başlatılmaktadır. Bunun için, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, geçen dönem, kadük olduğu için çıkarılamayan, sözümona irtica yasalarının, Bakanlar Kurulu kararıyla Meclise sevk edildiğini, üzülerek görüyoruz.

Değerli Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlarım, uzlaşmanın ve fedakârlığın bir sınırı vardır. Sizleri, şimdiden uyarıyorum ve inanıyorum ki, Anavatan Partisi gibi, kendinizi reddedecek durumlara düşmeyeceksiniz. Milletin büyük çoğunluğunun kabul etmeyeceği ve Türkiye gerçekleriyle uyuşmayan bu kanunların çıkmasına, bu Mecliste, hep beraber engel olacağız. (FP sıralarından alkışlar) Türkiye'yi sıkıntılara sokacak, sosyal dokuyu tahrip edecek, fedakâr ve cefakâr milletimizi derinden yaralayacak bu tür yapılanmalara bu sağduyulu Meclis fırsat vermeyecekir.

Sayın milletvekilleri, gelin, bu Meclisin üstünlüğünü hep beraber gösterelim. Rahmetli Turgut Özal'ın, ihtilal dönemi sonrası, Türkiye'ye kazandırdığı hürriyetleri ve oluşturduğu demokratik ve sivil anlayışı yeniden diriltelim. Bugün onu nasıl rahmetle anıyorsak, gün gelir, Türkiye'yi hak etmediği bu konumdan çıkaranları da bu millet rahmetle anar.

Sayın Başkan, Türkiye'nin başında yeteri kadar problem vardır. Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en önemli dönemlerinin birisini yaşamaktadır. Önümüzdeki günlerde, Türkiye üzerinde, uluslararası baskıların ve dayatmaların artacağını görmemek de mümkün değildir. Böyle bir ortam içerisindeki ülke, birlik ve beraberliği artıracak, millî ve manevî bağları kuvvetlendirecek ve sosyal dokumuzu sağlamlaştıracak strateji ve politikalar geliştirmelidir.

Dış politikadaki gelişmeleri gözönüne aldığımızda, buna ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu hep beraber göreceğiz. Çünkü, uzun yıllardan beri, Türkiye, dış politikada bugünkü kadar yalnızlığa düşmemiştir. Âdeta, iç politikadaki gelişmelere paralel olarak, dış politikada da bir içe kapanma söz konusudur.

İslam ülkeleriyle, zaten kâğıt üzerinde yazılı olmaktan ileriye gitmeyen ilişkilere, başta Avrupa olmak üzere, Batı dünyasıyla ilgili son gelişmeler de eklenince tam bir dışlanmışlık söz konusu olmaya başlamıştır.

Menfaatlarımız ve çıkarlarımız söz konusu olsa da, Müslüman bir ülkeyle işbirliğinde atılacak adım, irtica ve gericilik gölgesi altında kalmıştır. Buna bir misal isterseniz, gayet açık; işte, İran üzerinden Türkiye'ye getirilmesi söz konusu olan Türkmen doğalgazı. 54 üncü hükümet zamanında anlaşmaları yapılan, Türkmenistan ve İran hatları tamamlanan, Doğubeyazıt sınır arasındaki ihalesi tamamlanıp, temeli atılan, daha sonra Sıvas-Kayseri-Ankara-Konya hatlarının ihalesine çıkılan doğalgaz projesi, maalesef, çeşitli mülahazalarla iptal edildi. Halbuki, bu proje, 2000 yılında devreye girecekti. Şimdi, 2000 yılı yaklaştı, altı ay sonra 2000 yılı. İrtica gölgesi altında kalmasaydı, altı ay sonra, bu dediğim şehirler başta olmak üzere, Türkiye'nin birçok yerine doğalgaz gelecekti.

Peki, şimdi soruyoruz, ne oldu değerli arkadaşlar? Erzurum, Sıvas, Kayseri, Konya, Ankara enerjisiz kalmış, Türkiye'nin enerji ihtiyacı karşılanamamış; bu, kimin umurunda!..

Halbuki, 1997 yılında, Amerika Birleşik Devletleri bile, bu proieye yaptığı itirazı, sadece kayıtlara geçirmek için yapıyordu; çünkü, kendisi de, bütün Amerikan şirketlerinin, Körfez üzerinden İran'la petrol alışverişi yaptığını biliyordu.

Biz ise, kamuoyunu, Bakü-Ceyhan hattı, Hazar altgeçidi, Gürcistan güzergâhı diye oyalayıp durduk.

BAŞKAN – Sayın Gül, 22 dakikalık süreniz bitti, 1 dakika daha vereyim, toparlar mısınız efendim.

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlar, dışpolitikadaki bu başarısızlığımız, Türk cumhuriyetleriyle de geçerlidir. Türkiye'nin önemli meseleleri olan, Ermenistan, Kıbrıs ve bölücülük meselelerinde, Türk cumhuriyelerindeki gelişmeler çok dikkat çekici bir yönde olmaktadır.

Balkanlar'da etkinliğini göstermesi gereken Türkiye, Kosova meselesinde, savaş uçaklarını ve havaalanlarını kullandırmasına rağmen, maalesef, bugün, Yunan ve Rus askerleri Kosova'ya ulaşmıştır; fakat, Türkiye ulaşamamıştır; niçin ulaşamamıştır; Yunanistan'ın, kendi sahasından, Türk kuvvetlerinin gitmesine müsaade etmemesinden dolayı.

Bunu tahmin etmemek mümkün değildi, eğer, dışpolitikada hamasilikten kurtulunmuş olsaydı. Bugün, çok tehlikeli bir gelişme de odur; reel politikadan başka bir politikanın takip edilinmemesi gereken dış politikada, hamasî nutukların atıldığını görmekteyiz. Bu görünümlere, ancak Libya, Irak gibi otokratik ülkelerde rastlanabilir.

Bugün, Türkiye, büyük bir yalnızlık içerisine girmiştir; sadece Batı âleminde değil, Doğu âleminde de bu geçerlidir. Halbuki, bir sene kadar önce, Türkiye, 600 milyon nüfusu temsil eden 8 ülkenin devlet başkanlarını İstanbul'da toplamayı becerebilmişti. Türkiye, kendisine alternatifler, kendisinin sadece bir bölgeye bağlı olmadığını göstermeye çalışmaktaydı; ama, görünen şey odur ki, iki senedir Türkiye'yi yöneten bu hükümet, aynı politikaları devam ettirecektir.

Şüphesiz ki, bunları konuşmaya ve bunları beraber eleştirmeye, önümüzde çok günler vardır; fakat, şunu unutmayın ki, bu ülke hepimizin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ABDULLAH GÜL (Devamla) – ...ülkesidir. Bu ülkenin kötüleşmesi hepimizi etkiler. O açıdan, burada partizan fikirlerin üzerinde, Türkiye'nin birliği ve beraberliği içinde, hep beraber hareket etmemiz gerekmektedir değerli arkadaşlar.

Bütçenin hayırlı olmasını temenni ediyorum ve başarılar diliyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gül.

Şimdi, söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Ali Coşkun'da.

Buyurun Sayın Coşkun. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Coşkun, süreniz 23 dakikadır.

FP GRUBU ADINA ALİ COŞKUN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi, Fazilet Partisi Grubu ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

1999 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının görüşmelerinin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Biraz sonra, Yüce Meclisimiz bu tasarıyı oylayarak son kararını verecektir.

Bütçe, hükümetlerin ilgili yıl hakkındaki niyet mektubu olup, ülke ekonomisinin nasıl yönetileceğini ve beklentileri ortaya koyan, uyulması zorunlu bir belgedir; ancak, çoğu zaman, hükümetin takdim biçimi, bütçeye sadakati ve bütçe görüşmeleri, bir formalitenin yerine getirilişi şeklinde cereyan etmektedir.

Aslında, bütçe üzerindeki görüşmeler sırasında, gerek komisyonda gerekse Mecliste, çoğu kez, ülkenin karşı karşıya bulunduğu sorunlar ve milletin sıkıntıları ortaya konarak, çözüm yolları da beraberinde gösterilmekte ve muhtelif reçeteler sunulmaktadır. Ne yazık ki, 55 inci ve 56 ncı hükümetler, bu reçetelere itibar etmemiş; muhalefetle hiçbir meseleyi paylaşmamıştır. O kadar ki, Anamuhalefet Partisi olarak "bir gün daha çalışıp, 1999 bütçesini Meclisten geçirelim; Bankalar ve Sosyal Güvenlik Yasa Tasarılarını çıkaralım" teklifimiz dikkate alınmamış; ülkemiz, geçici bütçeye mahkûm edilerek, ekonomik durum daha da perişanlaştırılmıştır.

Maalesef, hükümetler, muhalefet partilerinin haklı tekliflerine bile uymamayı, iktidar olmanın önşartı görmekte, bu sebeple de muktedir olamamaktadırlar.

Değerli milletvekilleri, bu Meclis, Türkiye'yi 21 inci Asra taşıyacaktır; önümüzde kısa bir zaman dilimi kalmıştır. Yüce Milletimize vekâleten, hepimiz büyük sorumluluk taşımaktayız. Ülkemiz, ekonomik, sosyal, kültürel ve ahlakî kirlenmelerle, yozlaşmalarla istikrarsız bir dönemden geçmektedir. İçeride ve dışarıda büyük sorunlarla karşı karşıyayız. Her konuda bir kriz dönemi yaşamaktayız. Ülkenin gündemi, halktan kopuk, suni meselelerle doldurularak, gerçekler gizlenmeye çalışılıyor ve sorunların çözümleri erteleniyor.

Değerli milletvekilleri, bütçenin tümü ve maddeleri hakkında belirtilen görüşlerden de iyice ortaya çıktığı gibi, bu bütçe, öngörülen hedefleri gerçekleştirme imkân ve şansına sahip değildir; zira, gerçekleri yansıtmamaktadır. Kaldı ki, bütçeye esas olan hedefleri tayin edecek hükümet programı da, bunca sıkıntılara, sorunlara rağmen, bir tespitler paketi olup, çözüm getirmeyen, güven vermeyen çaresizlik belgesidir.

1998 Ekiminde, bütçeyi 23,7 katrilyon lira gider, 18 katrilyon lira gelir ve 5,5 katrilyon lira açık öngörerek sunan 55 inci ve 56 ncı hükümetler, 57 nci hükümetin de omurgasını teşkil etmektedir. Ne yazık ki bu hükümetler, gerçekler karşısında altı ay sonrasını bile görememişlerdir. Üzülerek belirtelim ki, bu hükümetlerin ekonomiden sorumlu bakanları, ya sorumluluk duygularını yitirmişler ya da ekonomik miyoplik içerisinde hareket etmişlerdir.

Bu bütçe, gelişmiş ülkelerde görülen denk bütçe imkânından çok uzak olmanın yanı sıra, sağlam, güvenilir gelir kaynaklarına da sahip değildir. Devletteki israfı önleyici, harcama reformunu çağrıştıracak işaretleri de taşımamaktadır. Bu bütçe, borç ödeme bütçesidir. Yatırımlara yüzde 5 gibi ihmal edilir bir pay ayırarak, kalkınma politikaları terk edilmiştir.

Sonuçta, bütçenin gideri 27,3; geliri 18, açıkları ise 9,3 katrilyon lira olarak belirlenmiştir. Bu açık, bütçe gelirlerinin yüzde 50'si civarında olup, gayri safî millî hâsılaya oranı, 1997'de yüzde 7,6; 1998'de yüzde 7, bu yıl ise 11,7 değerine yükselmiştir. Ürkütücü bir durumla karşı karşıya bulunmaktayız. Bütçe açığı 10 katrilyon lirayı aşma eğilimindedir.

Endişemiz odur ki, gayri safî millî hâsılanın temelini oluşturan sanayi, tarım, hizmet sektöründe meydana gelen çöküş sonunda, bütçede hedeflenen gelirlerin de elde edilmesi mümkün olmayacaktır. Dayatmacı, piyasayla inatlaşarak çıkarılan Vergi Yasası, bu perişan tablonun önemli bir unsuru haline gelmiştir. Kaldı ki, bu borçlanma politikaları devam ettikçe, faiz ödemeleri, dolayısıyla, bütçe açıkları yönünden de hedefin tutulamayacağı ortadadır. Bütçe giderleri içerisinde, personel giderleri 6,9; diğer cari giderler 2,4; yatırım harcamaları 1,4; transfer harcamaları 16,6 katrilyon lira olarak yer almıştır. Bu giderler içerisinde, görüldüğü gibi, transfer harcamaları yüzde 61 nispetinde, en büyük payı oluşturmaktadır. Transfer harcamalarının ise, 10,3 katrilyon lirası faiz ödemeleri 2,4 katrilyon lirası sosyal güvenlik harcamaları, 3,9 katrilyon lirası da diğer transfer harcamalarıdır.

Görülüyor ki, tüm gelirlerin yüzde 92'si transfer harcamalarına ayrılmıştır; bir başka açıdan, 14,2 katrilyon lira olan tüm vergi gelirlerinin yüzde 89’u faize ve sosyal güvenlik harcamalarına gitmektedir. Bu tablo, devletin israf ve borç batağı içerisinde olduğunun belgesidir.

Bu bütçe, halka, sıkıntı, çile ve açlık vaat etmektedir. Bu bütçe, hayat pahalılığının, işsizliğin ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin daha da artacağının habercisidir. Bu bütçe, ekonomide büzülmenin, küçülmenin, daralmanın bütçesidir. Bütçe, bir taraftan IMF'ye şirin gözükmeye çalışan, diğer taraftan da IMF reçetelerine karşı davranışları içeren çelişkilerle dolu bir bütçedir. Yetkililer, seçimden sonra milyarlarca dolar kredi hayaliyle beyanatlar vermişlerdir; ancak, ne IMF ne de diğer finans kurumları, laf cambazlığına, rakam kurnazlığına inanmazlar. Nitekim, IMF de, diğer finans kurumları da inanmamışlardır ve IMF umudu gelecek bahara kalmış durumdadır.

Değerli milletvekilleri, 21 inci Yüzyılın eşiğinde, devletimiz, hâlâ toplusözleşmeler yapan en büyük işveren durumundadır; özellikle, birçok sanayi dalında ana girdileri üreten ekonomik işletmelerden elini çekip aslî görevlerine dönememiştir. Böyle bir dönemde, konsolide bütçe, ekonomimizi çok yakından etkileyen bir unsur olmaya devam etmektedir. Ekonominin bugünkü görünümüyle, ülkemizin geleceği ipotek altına sokulmuştur. Sorumluları, yaptıkları yanlışlıklarla, vebalden kurtulamayacaklardır.

Değerli milletvekilleri, ekonominin nabzının attığı piyasadan sizlere özet bir tablo sergilemek istiyorum : Ekonomik hayatımıza, son yıllarda, güvensizlik, istikrarsızlık ve yolsuzluk hâkim olmuştur. Suni gündemlerle, ekonominin çöküşü, işsizlik, pahalılık, halkın sıkıntıları unutturulmaya çalışılmaktadır. Piyasada, had safhada durgunluk yaşanmaktadır. Piyasada para yoktur, olan paranın da kıymeti yoktur. Senet - çek protestoları, değer olarak, bir önceki yıla göre yüzde 140'ın üzerinde artmış olup, piyasada icra işlemleri hızla devam etmektedir.

Esnaf ve KOBİ kuruluşları başta olmak üzere, tüccar, sanayici, borsacı sıkıntıdadır; iç ve dış talepte daralma devam etmektedir. Memur, çiftçi, işçi, dul, yetim, emekli, esnaf, özet olarak dargelirli, geçim sıkıntısı içinde, perişan haldedir; gelirleri enflasyonun altında kaldığı için, acil, zarurî ihtiyaçlarını bile alamaz hale gelmişlerdir. Böylesine çekilen geçim sıkıntıları talep potansiyelini de azalttığı için, piyasa durgunluğu giderek büyümektedir.

Memuru enflasyona ezdirmeyeceğiz diyen hükümetler, dargelirlilerin hayat pahalılığı altında can çekiştiğinin farkında değiller mi? Para babalarına, geceyarısı zenginlerine, bankalara katrilyonları verenlerin, yoksulluk sınırında yaşayan memura verecek kaynak bulamaması, cidden ibret vericidir. Kaldı ki, memur ve işçiden kesilen zorunlu tasurruflar da hâlâ geri ödenmemektedir. Şimdi, size soruyorum: Asgarî Ücret Komisyonunda belirlenen ve 1 temmuzda yürürlüğe girecek olan, yüzde 20 zamlı, 93 milyon 600 bin lira brüt, yaklaşık 68 milyon lira net asgarî ücretle bir kişi yaşayabilir mi; adalet anlayışınız bu mu?!

Değerli milletvekilleri, ekonominin itici gücü olan sanayi, 1999 ilk çeyreğinde yüzde 9,7 küçülmüştür; yatırımlar durma noktasındadır. İnşaat, demir-çelik, otomotiv, tekstil, konfeksiyon, deri, gıda sektörleri başta olmak üzere, tüm sektörlerde, kapasite kullanım oranları düşmektedir. Üretimde ve ekonomide küçülme yaşanmaktadır.

Millî sanayi, yok pahasına, hızla el değiştirmekte, yabancıların ve mafyanın eline geçme tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır.

İhracat duraklamış, öldüresi dış rekabete, artan maliyetlere ve yüksek faize karşı koymak zorlaşmıştır.

Banka kredileri büyük ölçüde durmuştur; mevcutlar geri çağrılmakta veya yeni teminatlarla bağlanarak, akıl almaz çok yüksek faizler uygulanmaktadır.

Enflasyon, işletme sermayesini eritip bitirmiştir. Yüzlerce işyeri kapanmakta veya küçülmektedir.

1998 yılında tarımdaki yüzde 7,6 büyümeye rağmen, kuraklık sebebiyle bu yıl, yüzde 30 civarında gerileyen mahsulün maliyetinde, başta akaryakıt, gübre ve ilaç olmak üzere, fevkalade yükselişler meydana getirmiştir. Hububat fiyatlarına 54 üncü hükümet zamanında yapılan yüzde 83 artışa rağmen, 55 inci hükümet zamanında yüzde 60, şimdi ise yüzde 50,9 zam yapılabilmiştir.

Bugün, çiftçimiz, geçimini zor sürdürmekte, mazota, gübreye, ilaca olan borçlarını ödeyemediği gibi, Ziraat Bankasından kullandığı 80 trilyon lira civarındaki krediyi de geri ödeyememekte ve icra kapılarında sürünmektedir.

KİT kuruluşlarımız kadar önemli olan tarım satış kooperatifleri de büyük sıkıntılar içindedir. Bütün tarım ürünleri, su ürünleri, orman ürünlerinin yanı sıra, son yıllarda hızlı bir gelişme sergileyen beyaz et ve yumurta konusunda, tavukçuluk sektörü başta olmak üzere, hayvancılık, sıkıntılar, çaresizlikler içindedir.

Ormanlarımız harap olurken, erozyonla mücadele yetersiz kalmaktadır. NASA'nın 1980'de yayımladığı rapora göre, Allah korusun, bu gidişle, Türkiye 2035 yılında çölleşecektir.

Değerli milletvekilleri, bu hükümetler, yanlışlıklarda ısrar ederek ülkeyi bu hale getirmişlerdir ve ne yazık ki, yanlışı doğru sanarak dayatmacı tutumlarına devam etmektedirler; bunu hem bankacılıkta hem de bütçe görüşmelerinin bazı maddelerinde tekrar yaşadık. Zira, doğrulara inanmamaktadırlar. Temel sorun, halka rağmen halkı yönetme zihniyetidir; yani, millî irade hiçe sayılmaktadır.

Birkaç örnek verecek olursak... Bu yanlışlıkların başında, birincisi, sekiz yıllık ve daha fazla süreli yönlendirmeli eğitim yerine, kesintisiz zorunlu eğitim dayatmasıyla, altyapısı hazır olmayan Türk millî eğitimini mahvetmişlerdir ve bu yanlışlıkta ısrar edilmektedir.

İkincisi, piyasayla inatlaşarak, dayatmacı zihniyetle, muhalefetin oniki ay önce komisyonda ve Mecliste yaptığı uyarılara aldırmadan verilen makul önergeler bile, iktidarın çoğunluk kanadınca reddedilerek, beşli sivil inisiyatif grubunun alkışlarıyla çıkarılan vergi yasasıdır; bununla da ekonomi mahvedilmiştir. Şimdi, alkışçı beşli sivil inisiyatif de dağıldı. Gerçekler karşısında, bu kez, değişiklik için yalvarıyorlar.

En dikkat çekici gelişme ise, bu yasayı destekleyerek imzalayan Sayın Cumhurbaşkanının tavrı yanında, yasanın en üst sorumlusu 55 inci hükümetin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz'ın kehanetidir. Buyuruyorlar ki, bu yasa A'dan Z'ye değişmelidir. Adama şimdi sormazlar mı "daha önceleri neredeydiniz" diye!.. (FP sıralarından alkışlar) Bu yasaya karşı çıkanlar vatan hainliğiyle suçlanmamışlardı mıydı?.. Şimdi ne oldu?!. Yazık değil mi bu millete, bu devlete!.. Vicdanlarınız hiç mi sızlamıyor? Nüfusun üçte 1'ini açlık sınırının altına mahkûm ettiniz.

Değerli milletvekilleri, bunlarla da kalmadı; bu hükümetler, milletimizi, ebet müddet saydığı, uğruna şehit olmayı en kutsal görev bildiği devletiyle küskün hale getirmiştir. Uzlaşı hükümetleri dedikleri dönemde, kesimler ve bölgeler arasındaki sosyal barışın zedelenmesine zemin hazırlamışlardır. Bu dönemde, siyasî otorite, baskı gruplarının vesayeti altına girmiştir. Devlete borç veriyoruz; bu sebeple, hükümetleri ve kadroları biz tayin ederiz zihniyeti siyasete hâkim olmuştur. Oysa ki, demokrasilerde sermayeyle temsil yoktur arkadaşlarım. (FP sıralarından alkışlar) Demokrasiye, insan haklarına, özgürlüklere gölge düşürülmüş; birçok alanda, âdeta, devlet terörüne göz yumulmuştur.

Bakınız, Şair Eşref bir şiirinde ne diyor:

"Gam değil, amma bu mülkün böyle elden gitmesi

Git gide zulmetmeye elde ahali kalmıyor."

Hukuku siyasallaşmakta, ülke, 1940'lı yılların tek parti döneminde yaşanan resmî ideolojinin baskısı altına sürüklenmektedir. Demokratik cumhuriyet özlemimiz, giderek, bürokrat cumhuriyete dönüşmekte; Türkiye Büyük Millet Meclisine ve milletvekillerine yapılan haksız saldırı ve oluşturulan kamuoyu zemininde, siyasî otoritenin birçok yetkisi, oligarşik, bürokratik kurumlara devredilmektedir.

Milletimiz, başta YÖK olmak üzere, bazı üniversitelerimizde süregelen kanunsuzlukların, zulmün ve zorbalıkların önlenmesini hükümetten acilen beklemektedir. Mekânsız, duvarsız, sanal üniversitelerin kurulduğu internet çağında, yasakçı devlet anlayışıyla, özellikle kılık kıyafet yasaklarıyla mı cumhuriyeti, laik devlet yapısını koruyacaksınız?

Yetkililere bir kez daha sesleniyoruz: İnsafa geliniz; milletin inançları ve düşünceleri doğrultusundaki beklentilerini hiçe sayarak, mevcut bunalımı daha da tırmandırmayınız.

İrtica kampanyaları, kaset savaşları, sahte rapor yaygarası arasında geçen dönem hükümetin Meclise sevk etmediği, tarihin derinliklerinde yerini muhafaza eden bazı yasalar, yeniden, alelacele Meclise sevk edilmiştir.

Şimdi, soruyorum; 55 inci ve 56 ncı hükümet, hangi gerekçelerle bu yasaları sevk etmedi? Siz, bu yasalardan ne medet umuyorsunuz?

9 uncu Senfoniyi dinlemekle, tarihimizde önemli bir yeri olan 10 uncu Yıl Marşını ideolojik marş haline getirmekle çağdaş olmayı eşdeğer görenler, şimdi de, ülkeyi, yeni yasaklarla, baskılarla mı kurtaracaklarını zannediyorlar?! (FP sıralarından alkışlar) Üstelik, bu olumsuz gelişmelerin faturasını sinsice şerefli Türk Silahlı Kuvvetlerimize çıkarmak isteyenlerin, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün sözlerinden de ders almadıkları gözüküyor.

Bakınız, Aziz Atatürk ne diyor: "Bir ordunun cevheri ne olursa olsun siyasete karışırsa, birlikte hareket ve savaşma yeteneğini temelinden kaybeder ve vatanın savunma gücünü hiçe indirir. Siyasete karışmış bir ordunun, karışmadan önceki disiplini ve savaşma yeteneğini yeniden kazanabilmesi için çok zaman ister. Şüphe yok ki, tek amacı, vazifesi, düşüncesi ve hazırlığı vatan savunmasıyla sınırlanmış olan bu topluluk, memleketin siyasetini idare edenlerin en nihayet verecekleri kararla faaliyete geçer."

Genelkurmay Başkanlığı da bu hususta defalarca açıklama yapmadı mı? Hiç kimse kaçmasın, bir yerlere sığınmasın, bütün sorumluluk ve yetki hükümettedir. Önümüzdeki günlerde, 57 nci hükümeti oluşturanların samimiyetlerini de göreceğiz.

Geliniz, cumhuriyetimize, tarihimize, kültürümüze, cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e, devletin ilkelerine, milletin mukaddeslerine sahip çıkalım, saygılı olalım; fakat, 21 inci Asra girerken, konuları saptırmadan, tabulaştırmadan, her olayı yaşanan zeminde ve mekânda değerlendirelim.

Geliniz, halka huzursuzluktan başka hiçbir şey kazandırmayan sunî olayları gündemden çıkaralım. Türkiye'nin gündemini, bizi millet yapan öz değerlerimiz üzerinde yükselen istikrar içinde kalkınma hedefine çevirelim.

Geliniz, siyasî istikrar ve sosyal barışı sağlayarak toplumla barışık devlet anlayışının gerçekleşebilmesi için, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına aykırı antidemokratik yasaların değiştirilmesini sağlayalım. Devletin yeniden yapılandırılarak aslî görevlerine döndürülmesini sağlayalım.

Geliniz, şahsiyetli ve tutarlı dışpolitikayla, dünyada dilenen değil, dinlenen Türkiye idealini gerçekleştirelim.

Geliniz, ekonomik mevzuatımızı serbest piyasa ekonomisine uyumlu hale getirip, malî piyasalara derinlik ve güvenlik sağlayalım. Sosyal güvenlik reformunu çıkaralım. Vergi yasalarındaki piyasayla inatlaşarak çıkarılan, sermayeyi ürküten, yatırımcıyı küstüren, dargelirliyi inciten maddeleri hızla değiştirelim. Ahlakı ve aile kurumunu çökertme tehlikesine bürünen hayat pahalılığını önleyelim. Piyasayı ürkütmeden, kayıtdışı ekonomiyi kontrol altına alalım. Rant ekonomisinden üretim ekonomisine geçişi hızla sağlayarak, tüccarın, borsacının, sanayicinin karşılaştığı finansman terörünü önleyelim. Üretimi, yatırımları başlatıp, işsizliğe çare bulalım. Yolsuzlukları, rüşveti, hırsızlıkları önleyerek, devleti israf ve borç batağından kurtaralım.

Geliniz, üretileni, yani gayri safî millî hâsılayı, adaletle paylaşarak gelir dağılımındaki yozlaşmanın önlenmesini sağlayalım. Teknolojik yeniliklerden de yararlanıp kaynakların etkili ve verimli kullanılmasını hedefleyerek, kamu borçlanma gereğinin küçültülmesini sağlayalım. Sermayede ayırımcılığı önleyerek, teşviklerde, özellikle ihracat ve ekonomi yatırımlarını, KOBİ yatırımlarını destekleyelim.

Özet olarak, biz, sizin geçmişte sergilediğiniz yıkıcı muhalefeti yapmak istemiyoruz. Bunu, ne çekingenlikten ne de ürkeklikten söylüyoruz. Bugün, ülkenin birlik ve beraberliğe ihtiyacı var. Onun için arz ediyoruz. Milletin sevgiye, hoşgörüye, huzura ihtiyacı var. Anamuhalefet partisi olarak, doğrular yanında yer alırken, yanlışlarla, ne pahasına olursa olsun, temel hak ve özgürlüklerden taviz vermeden mücadele edeceğimizi, milletin huzurunda, altını çizerek bir defa daha belirtmek istiyorum.

Emrivakilerle, Meclisi, sayısal çoğunluğunuza sığınarak, geçmişteki gibi hiçe sayar, bizi sert muhalefete mecbur ederseniz şüphesiz ki, sorumluluğu da size ait olacaktır.

Bu bütçe içimize sinmediği için, gelinen bu noktada, anamuhalefet partisi olarak önemli bir uyarı mahiyetinde ret oyu vereceğimizi bildiririm.

Sakarya'da sel felaketinden dolayı mağdur olan halkımıza geçmiş olsun der, hükümetimizin bir an önce yaraları sarması için, Sakarya'yı deprem kapsamına alması dileğimizle, bütçenin hayırlara vesile olmasını diler; hepinizi saygıyla selamlarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Coşkun.

Sayın milletvekilleri, grupları adına konuşmalar bitmiştir.

Şimdi, şahıslar adına konuşmalara geçiyoruz.

Lehinde, Ankara Milletvekili Sayın Sedat Çevik; buyurun efendim.(MHP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır efendim.

SEDAT ÇEVİK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisimizi en derin saygılarımla selamlarım.

Ekonomide, siyasette ve gereken her alanda bir türlü başarılamayan bütün esaslı reformları, inşallah, bu bütçeyle hükümetimiz gerçekleştirecektir.

Sosyal ve ekonomik hayatta ferdiyetin, teşebbüs gücünün, üretkenlik ve verimliliğin yanı sıra, sosyal adalet ile fırsat eşitliğinin hâkim olduğu ileri bir refah toplumu olma idealimizi başaracağız. Temel gayemiz, Türk Milletinin maddî ve manevi gelişmesinin önündeki bütün engelleri kaldırmak olacaktır. Bu nedenle, bütçeyle ilgili konuşmamda, ekonomiyi millî gücün bir unsuru olarak istikrarlı, rekabetçi, büyüyen ve güçlü bir ekonomi; küresel ekonomik sistemin önde gelen ve faal aktörlerinden biri olan millî bir ekonomi; esas itibariyle, devlet tarafından değil serbest teşebbüs tarafından yürütülen bir ekonomi; teşebbüs gücünü kısıtlayan değil, teşvik eden bir ekonomi; içe kapalı ve korumacı değil, dışa açık ve yenilikçi bir ekonomi; gizli işsizliğe yol açan değil, istihdam sağlayan bir ekonomi; kolay ve spekülatif kazanç sağlayan ranta dayalı değil, yatırım ve üretime dayalı bir ekonomi olarak anlamalı ve uygulamalıyız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe gelirlerimizin çok önemli bir bölümünü sağlayan vergi yasalarımız, kısa vadede gözden geçirilmeli ve vergi denetimlerine önem verilmelidir. Kayıtdışı ekonomi asgarî seviyeye indirilerek, verginin tabana yayılması, herkesin malî gücüne göre vergi verdiği adaletli bir sistemin kurulması esastır.

Orta vadeli programlar çerçevesinde vergi gelirlerini artırıcı önlemler alınmalı, idarî ve yasal düzenlemeler yapılarak, özelleştirmeler hızla uygulanmalı ve kamu açıkları azaltılarak, para politikaları üzerindeki hazine baskısı kaldırılmalıdır. Özelleştirmelerden elde edilecek gelirler, toplumsal kesimlere hızla geri döndürülecektir.

Merkez Bankası, hükümetimizin belirleyeceği iktisadî amaçlar çerçevesinde kullanacağı araçları özgürce seçmeli, şeffaflık ilkesine paralel olarak uyguladığı politikaların sonuçlarını kamuoyuna ilan etmelidir. Böylece, piyasalara güven verilmeli ve istikrar sağlanmalıdır.

Hükümetimizin en önemli meselesi, bence, enflasyonla mücadelede, kamu açıklarının azaltılmasıyla birlikte, alınacak tedbirleri taviz vermeden ve kamuoyu desteğiyle uygulamasıdır. Siyasî irade, bu konuda çok önemlidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; harcama politikalarında, vatandaşa hizmetin ulaştırılmasında etkinlik sağlanarak, savurganlık ve israfın önüne geçilmelidir. Etkin yasal ve idarî denetimlerle suiistimaller önlenmelidir.

Devlet ihaleleri, halka açık ve şeffaf bir şekilde yapılmalıdır. Yatırım projelerinde ise, öncelikler ve kriterler yeniden tespit edilmeli, yarım kalmış yatırımlardan başlamak üzere, kalan yatırım stoku da hızla eritilmelidir.

Tarım kesimindeki vatandaşlarımızın refah seviyelerinin yükseltilmesi amacıyla, küçük çiftçilerimizi ve öncelikli ürünlerini gözetecek bir ürün destekleme uygulamasına gidilmeli, taban ve tavan fiyatlar üç ay önceden açıklanmalıdır.

Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatifleri gibi, çiftçilerimizi destekleyen kurumlar yeniden yapılandırılarak, tarım sektörünün gerçek anlamda, tam desteklenmesi sağlanmalıdır.

Şekerpancarı üreticilerimiz için uygulanan kota gözden geçirilip, arazi kotasına çevrilmeli ve şekerpancarı üreticilerimizin teslim ettikleri ürün bedelleri bir ay içerisinde ödenmelidir.

Tarım ile sanayi entegrasyonu sağlanmalı ve kaynakların en etkin kullanımı gerçekleştirilmelidir.

Ormancılık ve orman köylülerimizin desteklenmesi amacıyla, talep eden gerçek ve tüzelkişilere, belirli şartlar ve sürelerle bedelsiz arazi tahsisi yapılarak, özel ormancılık geliştirilmelidir.

Toplumumuzun büyük bir kesimini ilgilendiren, esnaf, sanatkâr ve küçük sanayiciye tahsis edilen kaynaklar artırılmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomide rekabet korunarak, tekelci oluşumlarının önlenmesi, istihdam yaratılması, gelir dağılımındaki dengesizliklerin giderilmesi, yeni girişimcilerin ekonomiye kazandırılması, sosyal barışın korunması ve bölgelerarası dengesizliklerin giderilmesi amacıyla, özellikle KOBİ'lerimiz desteklenmelidir.

Belirli yerlerde, belli sektörlerde yoğunlaşma sağlanarak, sektörel merkezler oluşturulmalı ve bu merkezlerde yapılacak yatırımlar teşvik edilmelidir.

Yabancı sermayenin çekilebilmesi, yerli ve yabancı yatırımcıların bir araya getirilmesi ve etkin tanıtım yapılabilmesi için kamu ve özel sektörün birlikte temsil edileceği bir kurul oluşturulmalıdır. Türk insanının gelir düzeyi yükseltilerek, çağa uygun hayat seviyesi elde edilmeli ve lider ülke Türkiye idealine ulaşılmalıdır.

Türkiye'nin jeopolitik konumu, tarihî ve kültürel mirasının yükümlülükleri çok güçlü ve yeterli bir millî savunma sistemi kurulmasını ve bunun idame ettirilmesini zorunlu kılmaktadır.

Ülkemizin çevresini siyasî ve ekonomik açıdan istikrarlı bir jeopolitik iklime dönüştürmek için yoğun bir çalışma temposu ortaya konulmalı, bölgesel işbirliği alanlarına da daha fazla önem verilmelidir.

Bir devlet politikası mahiyetini kazanmış olan Avrupa Birliğine tam üyelik hedefi yönünde çabalar devam ettirilmelidir. Tam üyelik hedefimizin Avrupa Birliği yönetimince de deklare edilmesi sağlanmalı, tam üyelik sürecine karşılıklı işbirliği ve anlayışı hâkim olmalı; ayrıca, üyelik takvimi de belirlenmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şehitlerimizin kanları pahasına vatan yaptığımız bu toprakların ayaklarımızın altından kayıp gitmesini önlemek, tabiat zenginliklerimizin ve çevrenin korunması için ekolojik ve çevre koruma teknolojileri geliştirilmelidir. Ekonomik gerekçelerle çevreye duyarsız davranılmasına veya alınacak tedbirlerin ertelenmesine fırsat verilmemelidir. Çevre endüstrisi teşvik edilmeli, enerji problemleri çevreye duyarlı en gelişmiş tekniklerin kullanımıyla çevre sorunları meydana getirilmeden çözülmelidir. Çevreyle ilgili birçok kurum ve kuruluşlar arasında yaşanan görev ve yetki çatışmalarına da son verilmelidir. Çocuklarımıza bırakacağımız en önemli mirasımız olan çevreye, bütçemizden ayıracağımız pay mutlaka artırılmalıdır.

Turizm konusunda, biliyorsunuz, ülkemizde yaşanan büyük bir kriz vardır. Bu nedenle, turizmin çeşitlendirilmesine ve değişik alanlara yayılmasına da önem verilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz da -şahsım adına söz aldığım için- seçim bölgem olan Ankara'dan bahsetmek istiyorum. 21 inci Yüzyıla girerken, Başkentimize 40-50 kilometre mesafede bulunan yerleşim birimlerimizde yaşam koşulları gerçekten çok ağırdır. 40 000 nüfuslu Şereflikoçhisar İlçemizin sağlıklı bir içmesuyu dahi bulunmamaktadır. Köy yollarımızın çoğunda, ulaşım istenilen ölçüde sağlanamamakta; bırakın karlı bir günü, yağmurlu bir günde dahi köyden köye, köyden ilçeye ulaşım sağlanamamaktadır. Bu nedenle, her şey çok değerli milletimiz için olduğuna göre ve aziz insan Atatürk'ün de "köylü milletin efendisidir" düsturundan hareketle, özellikle Köy Hizmetlerimizin ve bununla ilgili bakanlıklarımızın bu konuya el atmasını da canı yürekten diliyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, 1999 yılı bütçemizin, hükümetimize, milletimize hayırlı olmasını diler, Yüce Meclisimize en derin saygılarımı sunarım. (MHP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çevik.

Şimdi, söz sırası, aleyhte, Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak'ta. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

YAKUP BUDAK (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. Bugün, hükümetin getirmiş olduğu 1999 malî yılı bütçe tasarısının son konuşmasını yapıyoruz; biraz sonra da, Yüce Genel Kurul kararını verecek; inşallah, memleketimiz için hayırlara vesile olur.

Tabiî ki, getirilen kanun tasarısına baktığımız zaman, aynı zamanda, Türk ekonomisinin içerisinde bulunduğu durumu da çok açıklıkla görüyoruz. Zaten, kanun tasarısını baştan sona kadar okumaya da gerek yok demiyorum; şüphesiz, okuyacağız, değerlendireceğiz; ama, sayın bakanlarımız, gerek Plan ve Bütçe Komisyonunda gerekse Meclisin Genel Kurulunda, âdeta, geldiler, "yapamadık, edemedik; ne yapalım, elimizdeki imkânlar buydu, ekonominin hali budur" diye gerçek fotoğrafı ortaya koydular. Zannedersiniz ki, bu fotoğrafı ortaya koyanların, bu fotoğrafın oluşmasında, çekilmesinde, meydana gelmesinde hiçbir katkıları ve dahlleri yok. Aslında, bu tabloyu ortaya koyanlar, ekonomiyi bu hale getirenler, geçmiş dönemlerde, 55 inci, 56 ncı hükümetler döneminde, son olarak da, yeni başlayan 57 nci hükümet döneminde bu konularda karar veren insanlardır. Mesela, hükümetin en fazla sığındığı, ekonominin içerisinde bulunmuş olduğu bu sıkıntının en büyük sebeplerinden birisi de, ne yapalım ki, Uzakdoğu'da meydana gelen krizdir. Bu kriz olmasaydı, sanki, Türk ekonomisi bu hale gelmeyecekti!

Öyle hatırlıyoruz ki, 55 inci hükümet zamanında ekonomiden sorumlu devlet bakanlarımız, bu kürsüden, değişik gazetelerde ve değişik ekranlarda "efendim, aslında Uzakdoğu krizi bizim için bir nimettir, fırsattır, bizim için büyük bir kazanç olacaktır; İstanbul, finans merkezi haline gelecektir; 300 milyar, 400 milyar dolar yola çıkmış geliyor" gibi ifadelerle kamuoyunu yönlendiriyorlardı. Şimdi bu tabloyu meydana getirenler, 300 - 400 milyar doların Türkiye'ye doğru yola çıktığını ifade etme kehanetinde bulunanlar, hangi yüzle geliyorlar da "ekonomi böyle bir sıkıntının içerisinde, Ortadoğu krizi Türkiye'yi bu hale getirdi" diyebiliyorlar?! (FP sıralarından alkışlar)

Onun için, meseleyi, sanki, meselenin sahibi değilmiş gibi, kenardan gazel okuyan insanların edası ve tavrıyla ele almak, hiçbir zaman, cumhuriyet hükümetlerine yakışmaz. Onun için, herkesin sorumluluğunu bilmesi, o sorumluluğunun gerektirdiği oranda da, konuşurken, milleti yanıltacak, ekonominin dengelerini bozacak şekilde değil, memleketimizin gerçeklerini ortaya koyacak, ona göre de kararlı bir tutum sergileyecek davranışları ortaya koyması gerekir.

Bütçenin üzerinde durmaya gerek yok. Bütçede birtakım rakamlar getirilmiş; bu rakamları getirenlerin de bu rakamlara inandıklarına inanmıyorum. Değerli bir Başbakanımızın güzel bir ifadesi vardı, onun benzetmesiyle söylemek istiyorum; âdeta, bu bütçe, Nasrettin Hoca'nın türbesine benziyor; koskoca bir kapı, koskoca bir kilit; ne duvarı var ne direği var ne tavanı var; sadece rakamlar yan yana getirilmiş, bütçe diye Yüce Kurulun huzuruna sunulmuş; ondan başka bir şey yok.

İsterseniz bir göz atalım... Bütçe gelirlerinin en sağlam gelirleri, biliyorsunuz, vergi gelirleridir. Onun dışındaki gelirler de... Zaten, hükümet, peşinen, bütçemin 9,3 katrilyon lirası açıktır diyor. Yani, 27 katrilyon liralık bütçenin yaklaşık 10 katrilyon lirası açık. Geriye kalıyor 17 katrilyon lira. Bu 17 katrilyon liranın da 10,3 katrilyon lirasını ben faizlere ödeyeceğim diyor. Uzmanlar "geçen yıllardaki, bu hükümetlerin, uygulamalarından dolayı da bunun 10,3'te kalması mümkün değildir; 12-13 katrilyona ulaşacaktır" diyorlar. Dolayısıyla, vergi gelirlerinin, neredeyse tamamı faize gidiyor; fakat, burada, değerli bakanlarımız konuşurlarken "efendim, işte, bu bütçeyle şu hizmeti yapacağız, bu hizmeti yapacağız" diyorlar... Acaba, bu bütçeyle, hükümet, ekonomi politikalarını, toplumun değişik kesimlerine, hangi kaynakları, hangi yollarla aktaracak; o noktada hiçbir şey yok. Yapacağız, edeceğiz, şöyle olacak, böyle olacak... Zannedersiniz ki, bu hükümetin dışında görünmez bir el gelecek, ekonomiyi düzeltecek, memleketin imkânlarını ve kaynaklarını değişik gelir kesimlerine dağıtacak... Çünkü, bütün işler öyle oluyor; başkaları, görünmez bir el, Meclisin gündemini de hükümetin gündemini de tespit ediyor ya; zannediyorum, yine aynı şekilde olacak. (FP sıralarından alkışlar) Nereden bulacaklar şimdi bunu?!

Bu hükümetin bütçe tasarısında ne var?.. İşçi var mı, memur var mı, emekli var mı, köylü var mı, çiftçi var mı, sanayici var mı? Hiçbirisi yok. Çıkıyorlar "efendim, Atatürk demiş ki, köylü milletin efendisidir" diyorlar. Hani, köylü, bu milletin efendisiydi! Köylü var mı burada?! Köylü var mı; bu hükümetin programında hiç köylü oldu mu?! Geçen yıl verilen fiyatlar, bu yıl verilen fiyatlar, çiftçimizin yüzünü mü güldürmüştür; yoksa, çiftçimize, tarlasını, takımını, traktörünü sattıracak hale mi getirmiştir...

Bugün, Türkiye'nin en verimli topraklarının oluşturduğu Çukurovamızda çiftçi, 600-700 milyona satmak istemediği tarlasını 300 milyona satmak istiyor; alan yok. 4 milyarlık traktörleri 1,5 milyara satmak istiyor; alan yok. Bundan sonra da getirilmiş "efendim, işte, çiftçiye, şu yatırımı yapacağız, bu yatırımı yapacağız" deniliyor. Zaten, tarıma verilen önemi de rakamlarla ortaya koyacak olursak, bütçenin binde 5'i neye ayrılmış; Tarım Bakanlığına ayrılmış. Bunun yüzde 90'ı da nereye gidiyor; cari harcamalara gidiyor, personel ödeneklerine gidiyor. Geriye kalan ne; 12-13 trilyon var. Çiftçiye 12-13 trilyon vereceksiniz; rantiyeciye geldiği zaman, faiz ve finans kurumlarına geldiği zaman, bu memleketin kanını, iliğini sömürenlere geldiği zaman 14 katrilyon vereceksiniz! (FP sıralarından alkışlar) Memleketin efendisi diyeceksiniz, milletin efendisi diyeceksiniz, çalışana, üretene, emek verene, emeğiyle geçinene 14 trilyon vereceksiniz, öbür tarafta, rantiyeye gelince de 14 katrilyon vereceksiniz ve bunun adı da cumhuriyet hükümetlerinin bu millete güzel bir hediyesi olacak!

Tabiî, biz, bundan fazlasını da aslında beklemiyorduk; çünkü, bu Anasol Hükümeti, Anasol Hükümetleri -geçmişte de bir D'si vardı, biraz sonra arkadaşlarım itiraz edebilirler, şimdi Anasol-M Hükümeti oldu; bundan önce de tamsol hükümeti vardı- bu sol hükümetler geldiği zaman, nedense, memleketin, ekonominin hali bu noktaya geliyor. Onun için, bu tabloların değişmesi için, kararlı, istikrarlı hükümetlere ihtiyaç vardır. Kendi içerisinde tutarlı olmayan, birinin dediğine kendi diğer bakanı inanmayan hükümetlerin hazırlayacağı kanun tasarılarının ekonomimizi düzlüğe çıkarması mümkün değildir. Biz, bunu içimize sindiremiyoruz. Böyle dediğimiz zaman bazı arkadaşlarımız garip garip bakıyorlar. Bu kanun tasarısını geçen yıl hazırlayan Maliye eski Bakanı da -rantiyeye o zaman 9 katrilyon ayrılması öngörülmüştü- bir toplantıda "ben, bu hazırladığım bütçeyi içime sindiremiyorum" diyordu. Yani, bir Maliye Bakanı içine sindiremiyorsa hazırladığı bir bütçeyi, millet nasıl sindirsin, Yüce Genel Kurul nasıl sindirsin, sanayici nasıl sindirsin, işçi nasıl sindirsin, emekli nasıl içine sindirsin!.. (FP sıralarından alkışlar)

Şimdi, emeklilerle ilgili bir konumuz var. Efendim, ne yapalım; Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur, sosyal güvenlik kurumları batma noktasına gelmiştir; kurtaracak olan nedir; yaşın, şuradan alınıp, buraya getirilmesidir.

Muhterem arkadaşlar, acaba, Türkiye'deki SSK'yı bu hale getiren, emeklilerin yaşı mı olmuştur, yoksa, o kurumları yöneten insanların verimsizlikleri mi olmuştur, beceriksizlikleri mi olmuştur; yoksa, prim tahsil etmekteki, işverenleri gözetmet için gösterdikleri ihmaller mi olmuştur?

Şimdi, yine, sosyal güvenlik kurumlarının yıl sonu itibariyle 2,4 katrilyonluk bir açığının olacağı ifade ediliyor. Ben, bu kadar olacağını zannetmiyorum; ama, olduğunu kabul edelim. Bir tarafta, emeğiyle üretmiş, otuz sene, kırk sene çalışmış, bu memlekete alınterini vermiş, evlat yetiştirmiş, gücünü kuvvetini bu ülkeye harcamış, 60-70 yaşına gelmiş insanlarımız var; onlara 2,4 katrilyonu, bütçe açığıdır diye çok görüyoruz; ondan sonra da, bu memleketin kaymağını yiyen insanlara 12-13 katrilyonu, gözümüze hiçbir şey görünmeden çekip veriyoruz! (FP sıralarından alkışlar)

Bu pastayı bölüştürürken, adaletli bölüştürseniz olmaz mı yani! Türkiye'de, neticesi itibariyle, bu 12-13 katrilyonluk pastayı yiyecek olan 2 000 kişidir, yani 200 ailedir. 200 aileye 14 katrilyon vereceksiniz, 32 milyonluk SSK'lı kesime ise 2,4 katrilyonu çok göreceksiniz; ondan sonra, emekçiden yanayız diyeceksiniz, köylüden yanayız diyeceksiniz, halktan yanayız diyeceksiniz, bu milletten yanayız diyeceksiniz!.. Siz kimden yanasınız; önce, onu ortaya koymanız lazım! (FP sıralarından alkışlar)

Tabiî ki, bunu sözlü olarak ifade etmeniz yetmez, getirmiş olduğunuz bütçe, rantiyeden yana olduğunuzu ortaya koyuyor, holdinglerden yana olduğunuzu ortaya koyuyor, bu milletin kanını ve iliğini bu zamana kadar sömürenlerden yana olduğunuzu ortaya koyuyor. Siz kendinizi nasıl ifade ederseniz edin, gazetelerin sütunlarında, televizyonların ekranlarında, radyoların mikrofonları başında, ister halkçıyız deyin ister solcuyuz deyin; ama, bal gibi, getirdiğiniz bütçe tasarısıyla, rantiyecisiniz ve rantiyeye hizmet ediyorsunuz! (FP sıralarından alkışlar) Onun için de, milletimiz, hiçbir şey beklememektedir.

Geçen gün, Adana'da, bir kahvehaneye gitmiştim, emeklilerin bol olduğu bir kahvehaneye gitmiştim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Allah razı olmadı...

BAŞKAN – Sayın Budak, süreniz bitti; toparlar mısınız efendim.

Buyurun.

YAKUP BUDAK (Devamla) – Yaşlı bir amcamız, emeklimiz -SSK emeklisi, onu da ifade edeyim- "sayın milletvekilim, bizim bir Başbakanımız var; böyle, irtica gözlüğünü falan gözüne taktığı zaman, bir hanım milletvekiline karşı bütün grubuyla birlikte haddini bildirebiliyor, âdeta titreyerek, kükreyerek; acaba, bu Sayın Başbakanımız, bizim gibi emeklileri ezen şu enflasyon canavarını, pahalılık canavarını ezmek için, haddini bildirmek için de bir kükrese olmaz mı" dedi! (FP sıralarından alkışlar)

Onun için, ben, Sayın Başbakanımıza diyorum ki: Bir hanımefendiyi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarırken gösterdiğiniz cesareti, metaneti, kükreyişi, şu enflasyonu yurt dışına çıkarmak için, şu tasarının dışına çıkarmak için niye göstermediniz?!

Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Budak.

Hükümet adına, Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral.

Sayın Bakan, 45 dakikanın tamamını siz mi kullanacaksınız efendim?

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) – Evet.

BAŞKAN – Buyurun efendim. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI SÜMER ORAL (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1999 yılı bütçe kanunu tasarıları, 4 Haziran 1999 tarihinde Plan ve Bütçe Komisyonuna gelmiş; burada onbeş gün bir müzakereye tabi olmuş, 19 Haziran gününe kadar incelenmiş ve altı günden bu yana da, Genel Kurulumuzda enine boyuna değerlendirmeye tabi tutulmuştur.

Plan ve Bütçe Komisyonu, 1999 yılının beş aylık uygulamalarını ve yıl sonu projeksiyonlarını dikkate alarak, bütçenin ödenek büyüklüklerini ve gelir tahminlerini yeniden değerlendirmeye tabi tutarak, bütçeyi, güncel boyutlarına çekmiştir. Komisyona 23,6 katrilyon lira olarak gelen bütçe, Komisyondan 3,7 katrilyon lira ilaveyle 27,3 katrilyon liralık bir ödenek büyüklüğüyle çıkmıştır. Böylece, bütçe açığı da, 5,5 katrilyon liradan, ödenek bazında 9,2 katrilyon liraya ulaşmıştır. Bir bakıma, 28 Mayısta göreve gelen 57 nci hükümet, böylece, 1 Temmuzdaki açığı 9,2 katrilyon olan bir bütçeyle işe başlamış olmaktadır.

Bütçenin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu yeni yapıya kavuşturulmasında büyük katkıları bulunan Plan ve Bütçe Komisyonunun kıymetli üyeleri ve siz değerli milletvekilleri ile bütçenin teknik hazırlıklarına katılmış, başta Devlet Planlama Teşkilatımız, Hazine Müsteşarlığımız, Dışticaret Müsteşarlığımız ve Maliye Bakanlığı olmak üzere, devletimizin tüm diğer mensuplarına huzurlarınızda teşekkür etmeyi bir görev kabul ediyorum.

Bu yılki bütçe müzakerelerinin en çarpıcı yönü, 1999 yılı bütçe müzakereleri ile 2000 yılı bütçe hazırlıklarının, âdeta aynı tarihlere isabet etmiş olmasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1999 yılı bütçe tasarılarını kabul etmesinin hemen ertesi günü; yani, 1 Temmuz 1999'dan itibaren, tüm bakanlıklarda, 185 gün sonra ulaşacağımız 2000 yılının bütçe çalışmalarına başlanacaktır.

İçinde bulunduğumuz yıla kadar, 1920 yılından bu yana geçen süre içerisinde 16 geçici bütçe uygulanmıştır. 1920 yılında uygulanan bütçeyi bir tarafa bırakırsak, bu geçici bütçe, bugüne kadar uygulanan 15 bütçenin en uzun dönemlisi olmuştur ve altı ay sürmüştür. Böylece, 1 Temmuz 1999'dan itibaren, ülke, normal bütçesine kavuşacaktır.

Bilindiği gibi, bütçeler, devletin en önemli belgesidir. Bütçeden daha önemli, devletin, bir başka belgesi yoktur ve 1999 yılı bütçesi, gayri safî millî hâsılamızın yüzde 34,4'ü bir büyüklüğü kapsamaktadır. Dolayısıyla, ekonomide büyük bir ağırlığa sahiptir.

Bütçenin temel yapısı ve ekonomik dağılımları hakkında geniş bir bilgiyi bütçenin sunuşunda sizlere arz ettiğim için, bu konulara girerek değerli vaktinizi daha fazla almak istemiyorum.

Bütçeler, gayri safî millî hâsılanın çok büyük bir bölümünü yönlendirmesine rağmen, bugün, ekonomik politika aracı olarak etkinliklerini bir hayli kaybetmiştir. Bunun nedeni de, faiz, personel giderleri ve sosyal güvenlik ödemelerinin, bütçeyi, önemli olarak tıkamış olmasıdır; iktisadî politika aracı olarak, elastikiyeti sınırlı bir hale dönüşmüştür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 76 yıllık cumhuriyetimizde, 20 nci Asrın son bütçesini tartışırken, bugün, üzerinde hassasiyetle duracağımız en büyük hedefimiz, makroekonomik istikrarın tesisidir. Bunu sağlayarak, yatırım ve üretim şevk ve heyecanını yaratmak; yatırım yapan, üreten, ihracat yapan, gerçek ekonomik dinamizmine kavuşan bir Türkiye gerçekleştirmektir. İnsan haklarına saygılı, makroekonomik dengelerini sağlamış, itibarlı, uygar dünyanın çağdaş üyesi bir Türkiye olmak zorundayız. 21 inci Asra böyle bir yapıyla girecek bir Türkiye, büyük milletimizin hem talebidir hem hakkıdır.

Türkiye, son üç dört yılını seçim tartışmalarıyla geçirdi. Milletimiz, artık, bu tartışmaların geride kalmasını; bunun yerine, Türkiye'nin sorunlarının teker teker çözülmeye başladığını görmek istiyor. Hiç kuşku yok ki, önümüzde ciddî güçlükler vardır; ama, bunlar, üstesinden gelinemeyecek sorunlar değildir. Ülkemizin, çok değerli beşerî ve maddî varlıkları vardır. Güçlükler, iki üç yıllık istikrar ortamında çözüme kavuşturulabilecek meselelerdir. Bugün, işte bu ortam ve fırsat doğmuştur.

Hükümet, acil sorunların çözülmesi ve yapısal reformların gerçekleştirilmesi, kronik enflasyonun, süratle tek haneli düzeye indirilmesi, istikrarlı bir büyümenin sağlanması, sosyal devlet anlayışıyla, gelir bölüşümünün iyileştirilmesi, refahın topluma yayılması, bölgelerarası gelişmişlik farklarının azaltılması, kaynakların etkili ve verimli kullanılmasını esas alan ve rekabetçi bir pazar ekonomisi anlayışına dayanan ekonomi ve maliye politikalarını özenle uygulamakta kararlıdır.

Ekonomik istikrar, bütçe açıkları azaltılarak, faiz dışı bütçe fazlası yaratılarak, kayıtdışı ekonomiye karşı etkili önlemler alınarak, sosyal güvenlik kurumlarının ve birliklerin açıkları giderilerek, bütçe disiplini güçlendirilerek sağlanacaktır. Bu şekilde, ekonomide beklenen güven ortamı yaratılacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonominin en büyük sorununun, kamu maliyesinin içinde bulunduğu durum olduğu bilinmektedir. İstikrarlı bir büyümenin önündeki en ciddî engelin, kaynak yetersizliği olduğu açıktır. Kamu açıklarının küçültülmesi ve malî dengelerin kalıcı bir biçimde yeniden kurulması gerekmektedir. Büyüme ve istikrar için, gönüllü tasarrufların ve vergi gelirlerinin sürekli artırılması gerekmektedir. Ancak, yurtiçi kaynaklarımızdaki gelişme hızının, kalkınma gereksinmemiz için yeterli olmadığı da ortadadır. Bu nedenle, ülkemizin kalkınmasının sağlıklı finansmanını güvence altına alabilmek için iç ve dış piyasalara güven verecek, ciddî, kararlı ve tutarlı politikalar izlemek zorundayız. Bütçeler, bu yönde atılmış önemli bir adımdır.

İstihdam yaratan özel sektör yatırımlarının teşviki konusunda, her türlü önlem alınacak, yatırımı ve dışsatımı engelleyen tüm mevzuat yeniden düzenlenecektir.

Haksız rekabeti önlemek amacıyla, kayıtdışı ekonomi alanı olabildiğine daraltılacaktır.

Ülkemizin en temel ekonomik sorunu, iç borçlarımızın vadelerinin kısalığı ve faiz oranlarının yüksekliğidir. Devletin iç borçlanması, malî piyasalarda, rekabet etkinliğini reel sektör aleyhine bozmayacak ve reel faizlerin ekonominin taşıyamayacağı düzeye tırmanmasını önleyecek bir anlayışla yürütülecektir.

Sosyal güvenlik reformuyla, sosyal güvenlik sisteminin açıkları ekonomiye yük olmaktan çıkarılacaktır. Yaşam düzeyi iyileştirilecek, emekli yaşı ve en az çalışma süreleri, ülke ekonomisinin taşıyabileceği gerçekçi düzeylere yükseltilecektir.

Kamu harcamalarında savurganlığı önleyecek, ihalelere gölge düşürmeyecek, yolsuzluklara olanak tanımayacak, kamudan haksız kaynak transferlerine yol açmayacak gider reformu yapılacaktır. Gider reformu gerçekleştirilirken, İhale Yasası başta olmak üzere, Kamulaştırma, Sayıştay Yasası gibi yasalar, çağdaş ilke ve uygulamalara göre düzenlenecektir.

Sorunları biliyoruz, çareleri de biliyoruz; geçmişin tartışmalarına takılıp kalmak yerine, geçmişin derinliklerinden ve uygulamalarından yararlanarak geleceğe bakmak zorundayız. Kaybedecek vaktimiz yoktur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde de, 1999 yılı bütçesi üzerinde ve o bütçe vesilesiyle genel ekonomik durum üzerinde görüşlerini ifade eden değerli grup sözcülerinin değindiği noktalar hakkında görüşlerimi ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşımız, İzmir Milletvekili Oktay Vural, bütçelerin bir fonksiyonunun da gelir dağılımı olduğunu, ancak, son yıllarda bu özelliğin büyük ölçüde kaybolduğunu ifade ettiler. Gerçekten, benim konuşmamın bir bölümünde de vardı; bütçeler, bu özelliğini, bir süreden beri büyük ölçüde kaybetmiş bulunuyor.

Bunu, tabloya baktığımızda da çok net bir şekilde görürüz. Mesela, 1985 yılında, sadece bütçedeki faiz, personel ve sosyal güvenliğin bütçe büyüklüğündeki ağırlığı yüzde 40 iken, bu, bugün, yüzde 73,5'lere gelmiştir ve bunu koyduğunuz zaman, bunun dışında bütçeye yerleştirebileceğiniz fazla bir kaynak kalmıyor. Bunu, bir de vergi gelirleriyle mukayese edelim dersek, 1985 yılında, sadece bu üç kalem (-personel, sosyal güvenlik ve faiz-) vergi gelirlerimizin yüzde 56'sını meydana getirirken, 1990'da yüzde 91'ini, 1995'te yüzde 109'unu, 1998'de yüzde 124'ünü ve 1999'da da, bütçe bazında, yüzde 137'sini alıp götürmektedir. Böyle bir yapıda, gayet tabiî, bütçe de etkinliğini büyük ölçüde kaybetmiş oluyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün, burada, gece saat 03.30'lara kadar, bütçe kanunu tasarılarının maddelerinin müzakerelerini izledik. Bütçenin takdimi sırasında da, değerli arkadaşımız Yılmaz Karakoyunlu, bütçenin metodolojisindeki bazı aksaklıklar üzerinde durdular. Gerçekten, son derece haklı bir konuya değindiler.

Bütçe kanunları, normalin üzerinde maddeleri ihtiva ediyor. Biz, bu konuya eğilerek, bütçeyle ilgili olmayan kanunları ayrı bir kanunda toplamaya karar verdik ve bu çalışmayı da, öyle sanıyorum ki, 2000 yılı müzakerelerinden önce Meclisten geçireceğiz. Eğer, bunu gerçekleştirirsek, bütçe kanunlarının 15-20 madde içerisinde kalacağı, diğerlerinin ise, esasen, Anayasaya göre de bütçede yer almaması gereken hususların, ayrı bir kanunda yer almasına gayret sarf edeceğiz.

İstanbul Milletvekili Masum Türker arkadaşımız, vergi kanunlarından bahsettiler. Bir süredir, gerçekten, vergi kanunları Türkiye'de tartışılıyor; çeşitli zeminlerde tartışılıyor, Parlamentoda tartışılıyor, iş çevrelerinde tartışılıyor, medyada tartışılıyor. Tartışılması da son derece doğaldır. Şüphesiz, bu tartışmalar da, aynı zaviyeden bakılarak, aynı açıdan da yapılmıyor; bu da normaldir, herkes aynı şekilde düşünme durumunda değildir; ama, bunları tartışırken de, geçen sene kanunlaşan düzenlemelerin bir maddesini dahi değiştirmem şeklinde bir yaklaşım da, bana göre, doğru değildir; çünkü, vergi kanunları, esasında dinamiktir ve içinde bulunduğu ortama ve ortamın konjonktürüne göre değişir, ona da uyması gerekebilir. Bizim, hükümet olarak, düşündüğümüz, bu kanunları tekrar bir değerlendirmek, gelen görüşleri almak, bunlar içerisinde, ne yapılabilir; eğer, hakikaten, konjonktüre uymayan, şartlara uymayan yönleri varsa, bunları ele alırız şeklinde olmuştur. Şimdi, meseleye, bana göre, doğru bakmak da budur.

Yalnız, burada, vergi konuşulurken, karapara ile vergi sistemine girmeyen para zaman zaman karıştırılıyor. Vergi sistemine girmeyen parayı karapara olarak vasıflandırmak doğru değildir. Karapara, konusu suç olan bir fiilden kaynaklanıyorsa, o karaparadır; ama, vergi sistemine girmeyen paranın olup olmadığı konusunda da kesin bir şey söyleyemeyiz. Yani, bunun miktarı şudur, efendim, kesinlikle yoktur, hepsi beyan edilmiştir, milatla birlikte ortaya çıkmıştır gibi kesin bir kanaat de, bana göre, doğru değildir. İşte, bütün bu vergi kanunlarıyla ilgili söylenenleri değerlendirip, doğruyu bulmaya çalışıyoruz, ekonomiye göre doğruyu bulmaya çalışıyoruz; çünkü, vergi kanunlarına sadece gelir açısından bakamayız. Evet, hiçbir hükümet, hatta hiçbir ülkede yaşayan kurum, kayıtdışı ekonomiyi daraltmamak istemez, mutlaka daraltacaktır; çünkü, sağlam ve aslî kaynak budur; ama, vergi alayım derken, ekonominin gidişatını da kontrol etmeniz lazım; yani, oranın canlı olması lazım. Eğer, ekonomi devamlı canlı olursa, üretirse, kıymet yaratırsa, pulüvalü dediğimiz kıymeti yaratırsa, onun vergisini de alma imkânı vardır. O açıdan değerlendirmek lazım; yapılan da odur. Yoksa, bir başka peşin fikirli katılık içerisinde, biz de değiliz, kimsenin de olmaması lazım; en doğruyu bulmak peşindeyiz.

Burada, bir de, kısa bilgi vermek istiyorum. Sayın Türker, bu sektörün içinden gelmiş fevkalade değerli bir arkadışımızdır ve görüşlerini de, mutlaka, değerlendirip, bu düzenlemelerde onlardan da yararlanacağız; ancak, geçen sene kanunlaşan düzenlemelere göre hesap edilen geçici vergi miktarı, eski uygulamaya göre hesap edilecek geçici vergi miktarından fazladır. Rakam da telaffuz edebilirim; ama, bu yeni düzenlemeye göre hesap edilen geçici verginin miktarı, eski düzenlemeye oranla bir hayli fazladır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Çiller "bugün, ülkemizde kriz vardır" dediler. Biz, kriz yoktur diyoruz. Ekonomide, Rusya krizinden ve bunun yol açtığı iç ve dıştalep azalması nedeniyle, bir süredir yaşanan bir daralma söz konusudur. 1999'un mart ve nisan aylarından sonra da, ekonomide hafif bir canlanma yavaş yavaş görülmeye başlamıştır.

Oysa, bu krizden nasıl çıkılır konusunda, elde olan fevkalade pratik birtakım tedbirlere de değindiler. Gerçekten, bu tedbirleri görünce, 1999 nisan ve mayıs aylarında, dünyada hiçbir kriz yokken, Türkiye, acaba nasıl bir krize girmiştir diye, ben düşünmesem dahi, toplumun büyük bir kısmının düşünmesini önlemeniz mümkün değildir.

IMF ile olan ilişkilerde; kesinlikle IMF'ye teslim olma diye bir şey söz konusu değildir. Türkiye, bugüne kadar IMF ile 16 defa anlaşma imzalamıştır. Bugün, Türkiye, kendisine bir çekidüzen vermek durumundadır, birtakım tedbirler almak durumundadır. Bu tedbirleri, Türk ekenomisi için almak durumundadır, Türkiye için almak durumundadır. Çünkü, biraz evvel verdiğimiz rakamlarla Türkiye'nin bir yere gitmesi söz konusu değildir. Bunlar alınacaktır ve bunlar, IMF istiyor diye de alınmayacaktır. IMF ile anlaşmalarda, daha henüz müzakereler devam ediyor; ama, Türk ekonomisi, kendisi için gerekli birtakım tedbirleri alırken "aman efendim, bunları IMF için alıyorsunuz" gibi bir iddianın, bana göre, pek haklılığı da yoktur, gerçekliği de yoktur.

Sayın Çiller, sosyal güvenlik reformu tasarısıyla ilgili yaptığımız çalışmalara değindiler. Bilindiği gibi, bu konuda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımız bir tasarı metni hazırlamıştır; belki, buna, taslak demek daha doğru olur. Bu, içinde bulunduğumuz haftada ekonomik ve sosyal konseyde de görüşülecek; ama, Türkiye, uzun süreden beri, sosyal güvenlik sisteminin finansman açığını karşılamakta Türk maliyesinin, Türk bütçesinin çektiği sıkıntıyı konuşuyor. Bundan yedi sekiz sene evvel bütçeden hiç ödenek ayrılmazken, bugün, gayri safî millî hâsılanın yüzde 3'ü kadar bir ödenek bu sistemin finansmanına harcanıyor. Buna bir çare bulunması lazım. Ona bir adım atılmış; herşeyden evvel, buna bir hayırlı olsun denilmesi veya iyi bir adımdır denilip, bunun o açığı kapatmada yeterli olmayacağı üzerinde durmak gerektiği yerde, cımbızla çekilir gibi, hanımlarımızın 62 yaşına takılındı. Oysa, güzel bir adımdır, fevkalade yerinde bir adımdır; ama, nereden akıllarına geldi bilemiyorum, Uganda örneği geldi. Ben Uganda'da emeklilik yaşının 62 olduğunu bilmiyorum, tahmin ediyorum, Sayın Çiller de bilmiyor; ama, bildiğimiz bir husus var. Biz, bu reform tasarısını düzenlerken, aldığımız örnek ülke, Uganda falan, Afrika ülkesi değil -Tansu Hanımın da Avrupa Birliğine girmek için çok büyük gayret sarf ettiğini biliyoruz- Avrupa Birliği ve OECD ülkeleri olmuştur.

Şimdi, bakınız, bazı örnekler vereyim: Almanya'da emeklilik yaşı kadın ve erkek için aynı ve 65'tir. Uganda değil bu, Almanya'da. Aynı şekilde, Fransa'da 60, Amerika'da 65'tir. Bu tartışılabilir; bu olmalı mı olmamalı mı; ama, bunu, hemen Uganda'dır demek, bu müesseseye karşı çok samimî yaklaşmamak anlamına gelir.

Ayrıca, sosyal güvenlik sisteminin aktüeryal esaslarına dayandırılması gerektiğinden ,emeklilik yaşı 62 olarak gösterilmiştir.

Sayın Başkan, ayrıca, Sayın Çiller, memur maaşları konusunda da bazı örnekler verdiler. Bilindiği gibi, 1999 yılının ikinci altı aylık döneminde memur maaşlarına uygulanacak artış henüz hükümetimiz tarafından tespit edilmedi. Bunu tespit edecek tek merci hükümettir ve hükümetin dışında bir başka yerde de bunun bağlanması mümkün değildir. Bu tespit edilirken, her şeyden evvel ülkenin imkânları, bütçe dengeleri ve enflasyon dikkate alınacak ve gayet tabiî, memurlarımızın içinde bulunduğu durum göz önüne alınacaktır. Memurlarımıza çok büyük imkân vermeyi ve onların satın alma gücünü artırmayı hepimiz isteriz; ama, bunların hepsi bütçe ve bütçenin dengeleriyle sınırlı. Koalisyonu oluşturan üç partinin değerli genel başkanları, bu konuyla ilgili olarak "bu maaş artışlarıyla memurumuz enflasyona ezdirilmeyecektir ve bütçe dengeleri bozulmayacaktır, bütçe dengeleri gözetilecektir" dediler.

Sayın Çiller "biz, geçmişte, 1994'te ortalama yüzde 61, 1995'te de 84,4 oranında bir artış sağlamıştık" dedi; bunlar doğrudur; maaş artışlarını ifade ederken bunları söylemek şarttır; ama, yeterli değildir. Bunu bir şeyle mukayese edeceksiniz; ilave satın alama gücü vermiş misiniz, enflasyonla mukayese etmiş misiniz?

Şimdi, bakınız, 1994'te maaş artışı olarak yüzde 61 verilmiş; ama, o yıl enflasyon yüzde 106 ve memurlara ikinci altı ayda verilen farka rağmen, reel gerileme yüzde 22; o zaman, bunu da söylemek lazım; rakamı söylemek bir şey ifade etmez ki, bununla mukayese edeceksiniz. Bakın, biz "enflasyonun üzerinde reel fazlalık verelim" diyoruz. Burada eksi 22. O gün verilebilir miydi, verilemez miydi, onu tartışmıyoruz, o günün şartlarında belki verilemezdi; ama verilen çok yüksek diyerek, övünme vasıtası yapılmaz, onu ifade etmek istiyorum Yüce Genel Kurula.

1995 yılına baktığımızda, ortalama maaş artışı olarak yüzde 84 verilmiş; ama, aynı dönemde enflasyon yüzde 93,6; maaş artışına rağmen, reel eksi 4,7 gerileme var.

O bakımdan, zihinlere yer edebilmesi için, bunları hep doğru şekilde kullanmamız lazım; çünkü, aksi takdirde kamuoyuna karşı doğruları söylemede bir miktar sıkıntımız olur.

Şimdi, önümde -fazlaca durmak istemiyorum- büyüme konusunda da bir grafik var. O grafikte de son on yıla yakın bir dönemde, aşağı yukarı 1993'ten bu yana, büyümenin sıfırın altına indiği bir yıl vardır; yani, bu da bir şampiyonluk vesilesi olarak ele alınabilir. Bunlar üzerine de fazla gitmek istemiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin ciddî sorunlarını çözmek amacıyla, yapısal reformları gerçekleştirme de dahil, her türlü çözümü üretmek ve uygulamak kararlılığındayız. 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisiyle birlikte, 21 inci Yüzyıla girerken, bilgi çağını yakalamak, mutlu, refah içinde ve güçlü bir Türkiye'ye ulaşmak temel hedefimizdir. Hükümet, bu hedef doğrultusunda, vereceğiniz destekle, üzerine düşenleri yapmak azminde olacaktır. Ülkenin içinde bulunduğu şartlar ve burada ortaya konulan görüşler dikkate alınarak, bütçe uygulaması titizlikle uygulanacaktır.

Bütçelerimizin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını dilerim, Allah hepimizin yardımcısı olsun.

Sayın Başkan, size ve değerli milletvekili arkadaşlarıma saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri "son söz milletvekilinindir" kuralına göre bir sayın milletvekiline söz vereceğim.

Söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini sırasıyla okuyorum: Erzurum Milletvekili Sayın Mücahit Himoğlu, İstanbul Milletvekili Sayın Yılmaz Karakoyunlu, Kocaeli Milletvekili Sayın Mehmet Batuk söz istemişlerdir; ancak, bir kişiye söz verebiliyorum.

Şimdi, söz sırası, Erzurum Milletvekili Sayın Mücahit Himoğlu'nda.

Buyurun Sayın Himoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

MÜCAHİT HİMOĞLU (Erzurum) – Sayın Başkan, bu Parlamentonun çatısı altında, 139 saat 44 dakika, gece-gündüz demeden, milletine çalışmasıyla hizmet eden değerli parlamenterleri ve televizyonları başındaki aziz vatandaşlarımızı saygı ve sevgiyle selamlarken, bu çatı altında, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Ulu Önder Atatürk ve onunla birlikte, burada mücadele eden ve Hakkın rahmetine kavuşan devlet adamlarımızı ve milletvekillerimizi, bu vatan için şehit düşmüş ecdadımızı rahmetle anıyorum. (Alkışlar)

Bu Parlamentonun içerisinde, gördüğüm kadarıyla, iki nokta üzerinde durmak istiyorum. Birinci nokta, iktidar; ikinci nokta, muhalefet. İktidar, doğruyu yapmaya, güzeli yapmaya, halkın refah ve huzuru için elinden geleni yapmaya yönelik çalışmalar yapar. Muhalefet ise, tenkidini eder; ancak tenkidi bir yerde yaptığı zaman, onun, Türkiye menfaatına olan tenkitlerinin bileşkesi, bize, doğru olarak gelir. Doğru, bir tanedir, paydada da doğru mevcuttur. Ancak, tenkidi tenkit yapmak için, bu televizyonda, buralarda “belki ben sürçülisan eylesem, belki siz” diyerek birbirimize sataşmalarımız olabilir. Ancak, bunu, ben de buradan, izah ediyorum ki, TV'leri başındaki aziz vatandaşlarımız bilsin ki, dışarıda, kol kola, berebar çay içiyoruz. (MHP sıralarından alkışlar) Onun için -biz, buraya geldiğimizde- yeni parlamenterleri kandile benzetiyorum; DSP'de var, topyekûn MHP'de var, Anavatanda var, Fazilette var, Doğru Yol Partisinde var bunlar. Kandil dönemi gibi geldik buraya; ancak, bizlerin kandilini -üç dört dönem önce buralarda tadıp da, ondan sonra da- zembile döndürmeye, aşkımızı, şevkimizi kırmaya da kimsenin hakkı yoktur. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Buradaki çok kıymetli parlamenterlerimizin, bizim, üçüncü dönemi yaşayan, bu Parlamentodan emekli olduktan sonra kendi kabuğuna çekilip, anılarıyla gözyaşı dökenlere, mendil dönemini yaşadığımız dönemlere bizler de, ancak, ulaşacağız; o da, Allah'ın nasibiyle olacaktır.

Şimdi, burada, iktidar muhalefet arasında, Galatasaray-Beşiktaş maçı gibi, birbirini yenme arzusunda olmadan, ancak, Abraham Lincoln'ün dediği gibi, dostunu bir adım geçene hazımsızlık doğmasın diye, dostunun doğrularını alkışlayan insanların, şu şahsiyetlerin, buradaki mevcudiyetinin çok olduğunu görüyorum, bununla da gurur duyuyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Bazıları diyor ki : “Türkiye'yi acaba kimler idare ediyor?” Bazıları -dışarıda çay içtiğimizde- diyor ki : “Niçin sessiz kalıyorsunuz?” Biz, bu Parlamentoya, vizyon, ilke, dürüstlük getirmek için sessiz kalıyoruz. Arkadaşlar, Türkiye'yi, Türkiye'de kim idare ediyor sorusuna, Türkiye'yi üst kimliği Türk olanlar idare ediyor. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) Bu, böyleydi; bundan sonra da, böyle devam edecek. Dünya durdukça, ebet müddet, yine, böyle olacaktır.

Şimdi, çok kıymetli parlamenterler, bir iki şeyin üzerinde durmak istiyorum: Türklerin Anadolu'daki tarihi 1071'de başlar; 1453 İstanbul'un fethi, Viyana kapıları... Ancak, Birinci Dünya Savaşı sonrası çöken Osmanlı, misakımillî sınırları içerisine geldiği zaman, bazı hafızalarımızın yenilenmesi gereken hususları arz etmek istiyorum.

Bu, Osmanlı misakımillî sınırlarından önce, işgale uğrayan Osmanlının, o millî motivasyonunu sağlayan, Tacettin Dergâhında, gelmeden önce Kastamonu Nasrullah Camiinde vaazını veren, Tacettin Dergâhında yazmasını yazan Mehmet Akifleri, Kahramanmaraş'taki Sütçü İmamları, Çanakkale Conkbayır'daki Nafiz Çakmakları hatırladığımız zaman, onların tek bir arzusu, tek bir motivasyonu vardı: Mustafa Kemal Atatürk'le beraber Türkiye Cumhuriyetini kurtarmak için, Lazı, Çerkezi, Abazası, Sünnîsi demeden, tek bir şey için, bu vatanın bölünmez bütünlüğü için şehit oldular, kanlarını albayrağa verdiler. Kanlarını albayrağa verdikleri zaman, o bayrak sevgisiyle beraber yanıp tutuştular, şehit naaşlarını namerde çiğnetmediler.

Şimdi, biz, bu vaziyette olan insanlara "millî" diyoruz. Millîlere Mevlana gözüyle bakıyoruz, Yunus gönlüyle seviyoruz. Mevlana gözüyle baktığımız, Yunus sevgisiyle sevdiğimiz insanlara millî diyoruz, bunları devamlı kucaklıyoruz; bu Parlamento da zaten bu ilkeler doğrultusunda. Ancak, vatanın bölünmez bütünlüğüne karşı, dışgüçlerin aleti olarak hareket edenlere de bu Parlamento yavuzca ayakta duracaktır. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın parlamenterler; bu geçtiğimiz yılın, ecdadımızın, karınca misali... Dün gazetede, kırmızı karıncanın, geldiği yerin fotosentezini yapıp, tekrar geriye döndüğünü ifade eden bir yazı okudum. Biz de diyoruz ki, ecdadımızın dünkü mirasını hafızamızda yenileyelim; yarına, 21 inci Yüzyıla, el ele, gönül gönüle, kol kola gidelim; kardeşlik sevgisini paylaşalım; hissiyatı aklın önüne geçirmeyelim, akıl, hissiyatın önünde olsun, mantık düşünceleri içerisinde hareket edelim.

Bu düşünceyle, burada değerli vakitlerinizi almadan, bu bütçemizin ülkemize, milletimize, Yüce Parlamentomuza hayırlar getirmesini Yüce Allah'tan niyaz eder, hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Himoğlu.

Sayın milletvekilleri, 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının, 1997 Malî Yılı Genel Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarısının, Katma Bütçeli İdareler 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının ve 1997 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açıkoylamalarını yapacağız.

Her dört kanun tasarısının açıkoylamasının da, sırasıyla ve elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Açıkoylamalar, elektronik cihazla yapılacaktır. Oylama için 5 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar varsa, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, hangisini oyluyorsunuz?

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Önce hangisini oylayacaksınız Sayın Başkan?

BAŞKAN – Sırasıyla okudum efendim; ilk sırada 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısını.

1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açıkoylanması işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Süremiz dolmuştur efendim.

Sayın milletvekilleri, şimdi, ikinci oylamaya geçeceğiz.

İkinci oylama, 1997 Malî Yılı Genel Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarısının açıkoylaması. Bunun için de, oylama için 5 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Açık oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, ikinci işlem de bitmiştir.

Şimdi, üçüncü işleme geçiyoruz.

Katma Bütçeli İdareler 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasına başlayacağız.

Bilindiği üzere, oylama için 5 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin, teknik personelden yardım istemelerini; bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâlet için oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını taşıyan oy pusulalarını, yine, oylamada öngörülen 5 dakika içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, üçüncü oylama işlemi de bitmiştir.

Şimdi, dördüncü oylama işlemine geçiyoruz.

1997 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açık oylamasına başlıyoruz.

Sayın milletvekilleri, yine, oylama için 5 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin, teknik personelden yardım istemeleri; bu yardıma rağmen sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini, kendi ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, tasarıların açık oylama sonuçlarını okuyacağım ve daha sonra, Sayın Başbakan Bülent Ecevit, Genel Kurula bir teşekkür konuşması yapacaktır.

Arz ederim.

1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylaması:

Kullanılan oy sayısı:445

Kabul:322

Ret:123

1997 Malî Yılı Genel Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarısının açık oylaması:

Kullanılan oy sayısı:467

Kabul:391

Ret: 73

Çekimser: 3

Katma Bütçeli İdareler 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylaması:

Kullanılan oy sayısı:470

Kabul:327

Ret:143

1997 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açık oylaması:

Kullanılan oy sayısı:466

Kabul:390

Ret: 74

Çekimser: 2

(DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, altı aydır geçici bütçeyle idare edilen Türkiye, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin geceli gündüzlü, âdeta bir maraton içerisinde çalışması sonucunda, özlenen ve gözlenen bütçesine kavuşmuş oldu. Bütçe çalışmaları, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan 5 siyasî partinin grup başkanvekillerince sağlanan mutabakat çerçevesinde, 6 gün gibi kısa bir sürede tamamlanmıştır.

Sayın milletvekilleri, bu maratonda gerek sayın milletvekilleri gerek bakanlıkların değerli bürokratları gerekse Türkiye Büyük Millet Meclisinin cefakâr ve vefakâr elemanları büyük bir sınav vermiştir. Disiplin içinde çalışan değerli arkadaşlarıma teşekkür ediyor; bu vesileyle, 1999 malî yılı bütçe kanunu tasarıları ile 1997 malî yılı kesinhesap kanunu tasarılarının, ülkemize ve milletimize hayırlar vesile etmesini diliyorum.

Teşekkür konuşması yapmak üzere, Sayın Başbakan söz istemişlerdir.

Buyurun Sayın Başbakan. (DSP sıralarından ayakta alkışlar; MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinde büyük oyçokluğuyla kabul edilen 1999 yılı bütçesine değerli katkıları dolayısıyla, Büyük Millet Meclisinin tüm üyelerine şükranlarımı sunuyorum, kendilerini kutluyorum. Bu bütçenin, ulusumuza ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.

Dünya ve o arada Türkiye, Uzakdoğu'da başlayan ekonomik krizin olumsuz etkisiyle, bir daralma sürecinden geçmektedir. Türkiye'nin geniş ölçüde bundan kaynaklanan bazı ekonomik sıkıntılarının bulunduğu, Türkiye'nin ekonomisinin bir darboğazdan geçmekte olduğu doğrudur; fakat, ben inanıyorum ki, bu bütçenin kazandıracağı yeni solukla ve hükümet ile Meclisin uyum içinde çalışması durumunda, Türkiye, ekonomideki bu duraklama, bu daralma sürecini kolaylıkla aşabilecektir.

Türkiye'nin büyük potansiyeli vardır, iyi yetişmiş bir işçi kitlesi ve çok yetenekli bir girişimciler kuşağı vardır; ayrıca, Türkiye'nin, küçümsenemeyecek doğal kaynakları, zenginlikleri vardır, çalışkan bir halkı vardır. Bunları gereği gibi değerlendirdiğimiz takdirde, Türkiye'nin, bu ekonomik sıkıntıları süratle geride bırakacağına inanıyorum. Hiç kimsenin, Türkiye'nin ekonomik durumuna ve geleceğine karamsarlıkla, geleceğe yönelik bir karamsarlıkla bakmaya hakkı yoktur. Milletimiz, ulusumuz, çok daha güç durumları esenlikle aşabilmiştir. Ben, Türkiye'nin ve Türk ekonomisinin geleceğine, her zaman olduğu gibi şimdi de, umutla ve inançla bakıyorum.

Tekrar, bu bütçenin milletimize hayırlı olmasını diliyorum, saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından ayakta alkışlar; MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başbakan.

Gündemde bulunan konuları sırasıyla görüşmek için, 30 Haziran 1999 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 16.18

 

 

 

IV. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, 19, 20 ve 21 inci Dönem milletvekillerinden çifte vatandaşlığa sahip olanlara ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in yazılı cevabı (7/13)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Dışişleri Bakanı Sayın İsmail Cem tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Kemal Albayrak

Kırıkkale

1. 19, 20 ve 21 inci Dönemde TBMM üyelerinden çifte vatandaşlığa sahip olan üyelerin kimler olduğunun bildirilmesi,

2. İstanbul Milletvekili Merve Kavakçı’nın Amerikan vatandaşı olduğuna dair belge var mıdır? Ne zaman almıştır?

T.C.

Dışişleri Bakanlığı28.6.1999

Siyaset Planlama Genel Müdürlüğü

Sayı : SPGY/380-280

Konu : Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 31.5.1998 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/13-112/00643 sayılı yazıları.

Kırıkkale Milletvekili Sayın Kemal Albayrak’ın ilgide kayıtlı yazılı soru önergesinin yanıtı ilişikte sunulmuştur.

Gereğini izinlerine saygılarımla arz ederim.

İsmail Cem

Dışişleri Bakanı

Soru 1. 19, 20 ve 21 inci Dönemde TBMMüyelerinden çifte vatandaşlığa sahip olan üyelerin kimler olduğunun bildirilmesi.

Yanıt : Bu konu Bakanlığımın yetki alanına girmemektedir.

Soru 2. İstanbul Milletvekili Merve Kavakçı’nın Amerikan vatandaşı olduğuna dair belge var mıdır?Ne zaman almıştır?

Yanıt : Merve Kavakçı’nın Amerikan vatandaşı olduğuna dair bilgiler Houston Başkonsolosluğumuzca 11 Mayıs 1999 tarihinde ABDDallas Göç ve Vatandaşlık Bürosundan temin edilerek Bakanlığımıza iletilmiştir. Belgelerin incelenmesinden adıgeçenin 2 Mayıs 1992 tarihinde “Green Card”a hak kazandığı, 5 Mart 1999 tarihinde ise yemin ederek ABD vatandaşlığını edindiği anlaşılmaktadır.

ABDGöç ve Vatandaşlık Dairesinden alınan bilgisayar çıktıları ve yemin metninin bir örneği ilişikte sunulmuştur.

Bu belge ve bilgiler İçişleri Bakanlığı ve Yüksek Seçim Kurulunun talebi üzerine Bakanlığımızca temin edilmiştir.

 

 

2. – Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun, yaş çay alım fiyatlarının ne zaman açıklanacağına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun yazılı cevabı (7/14)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ankara

Aşağıdaki sorularımın Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını talep etmekteyim.

Gereğini saygılarımla arz ederim. 20.5.1999

Mehmet Bekaroğlu

Rize

Bilindiği gibi başta Rize İli olmak üzere Doğu Karadeniz Bölgesinde 200 000 ailenin geçim kaynağı çaydır. Özellikle Rize’liler için çay tek geçim kaynağıdır. Uygulanan yanlış politikalar; bölgenin tek ürüne mahkûm edilmesi, ÇAYKUR’un partizanca kullanılması sonucu sürekli zarar etmesi, özel sektörün güçlendirilip denetlenmemesi, çay ithalatına izin verilmesi, Bölgede sanayi ve ticaretin gelişmesi için herhangi bir tedbir alınmaması... Bölge insanının baba ocağında geçimini sağlamasını imkânsız hale getirmiştir. Bu nedenle son yirmi yılda sadece Rize İlinden 100 000 kişi göç etmiştir.

Bu çerçevede aşağıdaki sorularımın cevaplandırılmasını talep ediyorum.

Sorular :

1. 1999 yılı yaş çay kampanyası açılmış ve ilk sürgün alımları nerdeyse bitmek üzere olmasına rağmen henüz yaş çay alım fiyatları açıklanmamıştır. Yaş çay alım fiyatları ne olacak ve ne zaman açıklanacak?Rize Ziraat Odası yaş çay maliyetini 204 000 TL. olarak hesaplamıştır. Açıklanacak yaş çay alım fiyatları bu rakama yakın olacak mı?

2. 1999 yılı yaş çay paraları ne zaman ödenecek, bir ödeme planının açıklanması düşünülüyor mu?

3. 1998 yılında değişik yollarla (ithalat, sınır ticareti, yolcu beraberinde zati eşya, kaçakçılık) ülkeye 70 bin ton civarında kuru çay girdiği ve bu durumun çay sektörüne büyük bir darbe vurduğu bilinmektedir. Ucuz ithal çay dolayısıyla önemli bir çay stoku ile sezona girilmiştir.

ÇAYKUR ve özel sektörün depolarında ne kadar kuru çay stoku var. Yabancı çayın gelmesinin önlenmesi için hangi tedbirler alınmıştır?

4. Partizanca uygulamalara alet olan ÇAYKUR’un açıkları Devlet tarafından kapatılmaktadır. Ancak çay üretiminin % 30’unu yapan özel sektör kuru çaya zam yapılmaması dolayısıyla zor durumda kalmıştır. Rize Ticaret Odası 1999 yılı için, % 40’ı derhal olmak üzere, kuru çaya % 70 oranında zam yapılmasını istemiştir. Buna rağmen kuru çaya ancak % 17 civarında zam yapılmıştır. Bu açık Hükümet tarafından mı giderilecek, Hükümet özel sektörün açığını da gidermek için bir yöntem geliştirecek mi?

5. Basında “Kanser Tarlaları” başlığı ile Doğu Karadeniz çayının radyasyonlu olduğuna dair yayınlar yapıldı. (Milliyet 10-11 Mayıs 1999) Bu haber doğru mu? Doğru değil ise Hükümetiniz herhangi bir işlem yaptı mı? Bu haber yalanlandı mı?

Rize çayını baltalamak ve ithal çaya kapı açmayı amaçladığına inandığımız bu tür yayınların önlenmesi için hangi tedbirler düşünülüyor?

T.C.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı25.6.1999

Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği

Sayı : B.14.0.BHİ.01-153

Konu : Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 31.5.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/14-121/00675 sayılı yazınız.

Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun “Yaş çay alım fiyatlarının ne zaman açıklanacağına” ilişkin olarak tarafımdan cevaplandırılmasını istediği (7/14) esas nolu yazılı soru önergesiyle ilgili cevabımız ekte takdim edilmiştir.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

Ahmet Kenan Tanrıkulu

Sanayi ve Ticaret Bakanı

Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun Yazılı Sorularına İlişkin Cevaplarımız

Cevap 1. 56 ncı Hükümet döneminde ÇAY-KUR Genel Müdürlüğünün Bakanlığımın ilgili kuruluşları arasında olması nedeniyle, yaş çay alım fiyatları Bakanlığım tarafından açıklanmıştır.

1999 yılı yaş çay kampanyasında ürün alımına 3 Mayıs 1999 tarihinde başlanmış ve 26 Mayıs 1999 tarihinde yaş çay alım fiyatları;

1. Sürgün (Mayıs-Haziran Dönemi) : 118 000 TL./Kg.

2. Sürgün (Temmuz-Ağustos Dönemi) : 130 000 TL./Kg.

3. Sürgün (Eylül-Ekim Dönemi) : 130 000 TL./Kg.

olarak belirlenmiş ve kamuoyuna duyurulmuştur.

Cevap 2. ÇAYKUR Genel Müdürlüğünce hazırlanan 1999 yılı yaş çay bedeli ödeme planı çerçevesinde, ürün bedellerinin ödenmesine, birinci sürgün alımlarının bitmesine müteakip, Mayıs ve Haziran ayı birleştirilerek Temmuz ayında başlanacaktır.

Cevap 3. 1998 yılında sınır ticareti, Kıbrıs üzerinden “Zati Eşya Muafiyeti”, ithalat ve kaçakçılık yoluyla Türkiye’ye yabancı menşeli çay girişi olmuştur.

Ülkemiz çaycılığı açısından endişe verici boyuta ulaşan yabancı çay girişinin önlenmesi için;

a) Daha önce sınır illeri İl Değerlendirme Kurullarında olan sınır ticaretine izin yetkisi, bu kuruldan alınarak Dış Ticaret Müsteşarlığının yetkisine bırakılmış ve 23.12.1998 tarihinde alınan Bakanlar Kurulu Kararı ile çay sınır ticareti kapsamından çıkarılmıştır.

b) Kıbrıs üzerinden, yolcu beraberinde “Zati Eşya Muafiyeti” kapsamında çay girişinin yasaklanması için, Bakanlığımızca, Dış Ticaret Müsteşarlığı ve Gümrük Müsteşarlığı nezdinde girişimde bulunulmuş olup; 1 500 DEM’lik muafiyetin çay için kullandırılmaması ve bu kapsamda girişi yasak olan mallar kapsamına alınarak bu yoldan yabancı menşeli çayların yurda girişinin yasaklanması istenmiştir.

c) Kaçakçılık yoluyla yurda çay girişinin önlenmesi konusunda da resmî kurum ve kuruluşlar nezdinde girişimler sürdürülmektedir.

Cevap 4. 25 Mayıs 1998 tarihinden bu yana yaklaşık bir yıldır zam yapılmayan ÇAYKUR mamullerine 17 Mayıs 1999 tarihinde % 18 zam yapılmıştır. Zamlar ekonomik koşulların öngördüğü çerçevede yapılmaktadır. Zamların yapılmasında partizanca bir düşünce sözkonusu değildir. Maliyet-Fiyat dengesi dikkate alınarak, gerek görüldüğünde zam yapılacaktır.

Cevap 5. Milliyet Gazetesinde 10-11 Mayıs 1999 tarihinde yayınlanan “Kanser Tarlaları” başlıklı haber üzerine; Türkiye Atom Enerji Kurumundan (TEAK) daha önce ölçüm yapmış iki uzman, Rize’ye çağrılarak geniş kapsamlı radyasyon taraması yapılmıştır.

Yapılan ölçüm sonuçları, yetkili uzmanlarca Basın ve Televizyon yoluyla kamuoyuna duyurulmuştur. İlgili gazete haberinde sözü edildiği gibi, insan sağlığını olumsuz etkileyen hiçbir bulguya rastlanmamıştır. Ayrıca, Milliyet Gazetesine 18.5.1999 tarih ve 486-4898 sayılı tekzip yazısı gönderilmiş olmasına rağmen adı geçen gazete bu tekzibi henüz yayınlamamıştır.

Süresi içerisinde yayınlanmayan bu tekzip için TEAK uzmanlarınca düzenlenen rapor geldiğinde, Rize Sulh Ceza Mahkemesinde basın yasasında belirtilen sürede yasal başvuru yapılacaktır.

3. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde doğal afetlerden zarar gören çiftçilerin sorunlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in yazılı cevabı (7/41)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıda sunduğum soruların Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda delaletinizi saygı ile arz ederim. 4.6.1999

Prof. Dr. Sacit Günbey

Diyarbakır

1. Başta Diyarbakır olmak üzere Güneydoğu Anadolu Bölgesinde meydana gelen dolu felaketi ve yaşanan kuraklık nedeniyle çiftçilerin büyük bir maddî sıkıntı içine düştükleri, basında çıkan haberlerden ve yerinde yaptığım incelemelerde tarafımdan tespit edilmiştir. Bölgede 7 milyon dekar buğday ve mercimek ekili alan kuraklıktan etkilenmiş, 200 trilyonluk zarar olduğu tahmin edilmekte.

Zarar gören çiftçilere faizsiz tohumluk temini, Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçlarının ertelenmesi, gerekiyorsa bölgenin afet bölgesi ilan edilmesinde zaruret vardır.

Bu konuda hükümetin bir çalışması var mıdır?

2. Geçtiğimiz yıl bölgemizde pamuk üreticileri maalesef pamuğu 80-100 bin liradan satmak zorunda kalmışlar, fabrikalara satış yapanlar henüz 10 sent olarak ödenen teşvik primini alamamışlardır.

Bu teşvik primi ödenecek mi? Ödenecekse ne zaman ödenecek?

T.C.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı29.6.1999

Araştırma Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı

Sayı : KDD.SÖ.1.02/1316

Konu : Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 21.6.1999 gün ve B.02.0.KKG.0.12/106-7-10/2668 sayılı yazınız.

İlgide kayıtlı yazı ekinde gönderilen Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’e ait yazılı soru önergesine ilişkin Bakanlığımız görüşü ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp

Tarım ve Köyişleri Bakanı

Yazılı Soru Önergesi

Önerge Sahibi Milletvekili : Sacit Günbey

Diyarbakır Milletvekili

Esas No. : 7/41-236

Soru 1. Başta Diyarbakır olmak üzere Güneydoğu Anadolu Bölgesinde meydana gelen dolu felaketi ve yaşanan kuraklık nedeniyle çiftçilerin büyük bir maddî sıkıntı içine düştükleri, basına çıkan haberlerden ve yerinde yaptığım incelemelerde tarafımdan tespit edilmiştir. Bölgede 7 milyon dekar buğday ve mercimek ekili alan kuraklıktan etkilenmiş, 200 trilyonluk zarar olduğu tahmin edilmekte.

Zarar gören çiftçilere faizsiz tohumluk temini, Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçlarının ertelenmesi, gerekiyorsa bölgenin afet bölgesi ilan edilmesinde zaruret vardır.

Bu konuda hükümetin bir çalışması var mıdır?

Cevap 1. Diyarbakır İlinin Merkez, Karaköy, Çınar, Eğil ve Silvan İlçelerine ait 99 köyünün 37 500 dekar ekili alanı (buğday, arpa, mercimek, nohut, pamuk) dolu afetinden, 601 500 dekar ekili alanı (buğday, arpa, mercimek, nohut, pamuk) da kuraklık afetinden Mayıs ve Haziran aylarında % 15-70 oranında zarar gördüğü ilgili Valilikten Bakanlığımıza intikal eden; ön tespitlerden anlaşılmıştır.

5254 sayılı Kanuna göre; çeşitli afetlerden en az % 40 oranında zarar gören ve durumları İl İhtiyaç Komisyonlarınca belirlenen çiftçilere hububat ekili alanları için tohumluk yardımı yapılabilmekte ve tohumluk borçları ertelenebilmektedir.

Söz konusu İl’de hasar tespit çalışmalarına başlanılmış olup, kesin tespit çalışmaları sonucunda alınan İl İhtiyaç Komisyon Kararına göre, zarar gören çiftçilerin ziraî kredi kuruluşlarına olan tohumluk borçları 10.4.1999 tarihinde yayımlanmış olan 99/12637 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı çerçevesinde 1 yıl faizsiz olarak ertelenecektir. Tohumluk taleplerinin karşılanabilmesi amacıyla tohumluk Kararname Taslağı da hazırlanmış olup, bu konuda çalışmalar devam etmektedir. Kararnamenin yayımlanmasından sonra Komisyon Kararındaki tohumluk talepleri karşılanacaktır.

Soru 2. Geçtiğimiz yıl bölgemizde pamuk üreticileri maalesef pamuğu 80-100 bin liradan satmak zorunda kalmışlar, fabrikalara satış yapanlar henüz 10 sent olarak ödenen teşvik primini alamamışlardır.

Bu teşvik primi ödenecek mi? Ödenecekse ne zaman ödenecek?

Cevap 2. Sanayi ve Ticaret Bakanlığından aldığımız bilgilere göre;

1997 yılında uzak doğuda başlayıp, tüm dünyaya yayılan ekonomik kriz nedeniyle pamuk ürünü de dahil hammadde fiyatlarında büyük düşüşler yaşanmıştır.

Bu durum karşısında, ülkemiz üreticisini korumak amacıyla, pamuk ürününde 10.9.1998 tarihli, 98/11637 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla prim sistemine geçilmiştir. Bu Kararın uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar ise muhtelif tarihlerde çıkarılan tebliğlerle saptanmıştır.

5.3.1999 tarihli ve 23630 seri no.lu Resmî Gazetede yayımlanan 5 seri no.lu uygulama tebliği ile kamu kaynaklarının üretici olmayan kişilere kullandırılmasını önlemek amacıyla bir denetim mekanizması oluşturulmuştur.

Bu çerçevede, İlçe Pamuk Prim Uygulaması Komisyonlarınca belgelerin uygunluğu incelenerek, uygun görülenler T.C. Ziraat Bankası Genel Müdürlüğüne iletilmekte ve anılan Genel Müdürlükçe de talepler geliş tarihine göre sıraya konulmakta ve ödemeler de bu sıraya göre yapılmaktadır.

Dolar kuruna bağlı olarak, değişken olmakla birlikte toplam pamuk prim tutarı 85 trilyon TL. civarındadır. Bugüne kadar, Hazine imkânları dahilinde 55 trilyon TL. tutarında destekleme primi ödemesi yapılmış ve bu kapsamda Güneydoğu Anadolu Bölgesi illerindeki üreticilere toplam 8 trilyon TL.’lık pamuk destekleme primi ödenmiştir. Bunun 3,4 trilyon TL.’si kooperatif ortağı olmayan üreticilerdir. Kalan prim tutarının, Güneydoğu Anadolu Bölgesini ilgilendiren dilimi de dahil ödemesine, Hazine imkânları çerçevesinde süratle devam edilecektir.

Türkiye Büyük MilletMeclisi

GÜNDEMİ

26 NCI BİRLEŞİM

29 . 6 . 1999 SALI

Saat : 10.00

1

BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

2

ÖZEL GÜNDEMDE YER ALACAK İŞLER

X 1. —1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1) (S. Sayısı :3) (Dağıtma tarihi :23.6.1999)

X 2. — 1997 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1997 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/122, 1/3) (S. Sayısı :8) (Dağıtma tarihi : 23.6.1999)

X 3. —Katma Bütçeli İdareler 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/2) (S. Sayısı :4) (Dağıtma tarihi :23.6.1999)

X 4. —1997 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1997 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/123, 1/4) (S. Sayısı :9) (Dağıtma tarihi : 23.6.1999)

(X) Açık oylamaya tabi işleri gösterir.

3

SEÇİM

4

OYLAMASI YAPILACAK İŞLER

5

MECLİS SORUŞTURMASI RAPORLARI

6

GENEL GÖRÜŞME VE MECLİS ARAŞTIRMASI

YAPILMASINA DAİR ÖNGÖRÜŞMELER

7

SÖZLÜ SORULAR

8

KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE

KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

BUGÜNKÜ PROGRAM

Öğleden evvelÖğleden sonra Akşam

Saat :10.00-13.0014.00-20.0021.00-Program bitimine kadar

40 —BÜTÇENİN TÜMÜ ÜZERİNDE SON KONUŞMALAR

(M.H.P., ANA.P., D.S.P., D.Y.P., F.P.)

– 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile

1997 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarının

açık oya sunulması.

– Hükümet adına konuşma.

 

TUTANAĞIN SONU