DÖNEM : 20 CİLT : 71 YASAMA
YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ 59 uncu
Birleşim 20. 3. 1999 Cumartesi İ Ç İ N D E
K İ L E R I. —
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. — GELEN KÂĞITLAR III. —
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. — Bulgaristan’a gidecek olan
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e, dönüşüne kadar, TBMM Başkanı Hikmet Çetin’in
vekâlet edeceğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1943) B)GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1. — Konya Milletvekili Veysel
Candan ve 21 arkadaşının, yargı mensuplarının tabi olduğu mevzuatın gözden
geçirilerek yargıya güven artırıcı tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/312) IV. —
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI A)
GÖRÜŞMELER 1. — Kars Milletvekili Y.
Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşının, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
olağanüstü toplantıya çağrılmasının sivil darbe girişimi olarak
nitelendirdikleri ve demokratikleşme çabalarını engelleyici tutum sergiledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve
Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında verdikleri gensoru (11/22) V. —
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1. — Erzurum Milletvekili Lütfü
Esengün’ün, Aydın Milletvekili Yüksel Yalova’nın üyesi bulunduğu 54 üncü
hükümete ve partisine sataşması nedeniyle konuşması 2. — İstanbul Milletvekili Altan
Öymen’in, Aydın Milletvekili Yüksel Yalova’nın, ileri sürmüş olduğu görüşten
farklı bir görüşü kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması 3. — Aydın Milletvekili Yüksel
Yalova’nın, İçel Milletvekili Halil Cin’in şahsına sataşması nedeniyle
konuşması VI. —
SEÇİMLER A)
KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM 1. — Adalet Komisyonunda açık
bulunan üyeliğe seçim I. — GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te
açılarak iki oturum yaptı. Elektronik cihazla yapılan
yoklamalar sonucunda Genel Kurulda toplantı yetersayısı bulunmadığı
anlaşıldığından, 20 Mart 1999 Cumartesi günü saat 15.00’te toplanmak üzere,
birleşime 15.29’da son verildi. Yasin Hatiboğlu Başkanvekili Ali
Günaydın Hüseyin
Yıldız Konya Mardin Kâtip Üye Kâtip Üye No.
: 73 II. — GELEN
KÂĞITLAR 20.3.1999
CUMARTESİ Meclis
Araştırması Önergesi 1. — Konya Milletvekili Veysel
Candan ve 21 arkadaşının, yargı mensuplarının tabi olduğu mevzuatın gözden
geçirilerek yargıya güven artırıcı tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın
98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/312) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.3.1999) BİRİNCİ
OTURUM Açılma Saati
: 15.00 20 Mart 1999
Cumartesi BAŞKAN :
Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU KÂTİP ÜYELER
: Hüseyin YILDIZ (Mardin), Ahmet DERİN (Kütahya) BAŞKAN – Çalışmalarımızın
hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ederek, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 59 uncu Birleşimini açıyorum. ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yoklama
yapalım Sayın Başkan lütfen... BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
toplantı yetersayımız vardır; çalışmalara başlıyoruz. TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın
Başkan, nerede var efendim; başınızı kaldırın bir bakın... Salona bakar mısınız
efendim... ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın
Başkan, yeterli çoğunluk yoktur. BAŞKAN – Gündemdışı söz talebinde
bulunan arkadaşlarıma bu imkânı tanıyamadım, özür diliyorum. Doğrudan gündeme geçiyoruz. "Başkanlığın Genel Kurula
Sunuşları" bölümüne geçiyoruz. Sayın milletvekilleri,
Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum: III. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. —
Bulgaristan’a gidecek olan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e, dönüşüne kadar,
TBMM Başkanı Hikmet Çetin’in vekâlet edeceğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi (3/1943) 19
Mart 1999 Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Bulgaristan Cumhurbaşkanı Petar
Stoyanov'un davetlisi olarak 22-23 Mart 1999 tarihlerinde Bulgaristan'a resmî
bir ziyarette bulunacağımdan, dönüşüme kadar Cumhurbaşkanlığına, Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 106 ncı maddesi uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Hikmet Çetin vekâlet edecektir. Bilgilerinize sunarım. Süleyman
Demirel Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur. Şimdi, bir Meclis araştırması
önergesi vardır; okutuyorum: B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1. — Konya
Milletvekili Veysel Candan ve 21 arkadaşının, yargı mensuplarının tabi olduğu
mevzuatın gözden geçirilerek yargıya güven artırıcı tedbirlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/312) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Son günlerde, kamuoyunda yargının
siyasallaştığı noktasında kanaat oluşmaya başladığı bilinmektedir. Bunlara en
son örnek de Sayın Vural Savaş ve Sayın Nuh Mete Yüksel'in tutum ve
davranışları gösterilmektedir. Konuyu özetlemek gerekirse;
tahkikat safhasında gizli olması gereken bilgilerin basına sızdırıldığı ve
davayı etkileyecek yönde açıklamalarda bulunulduğu; yargıtay Başsavcısı Sayın
Vural Savaş örneğinde olduğu gibi, basın yayın yoluyla hakaret ederek tarafsızlığını
yitirdiği görülmektedir. Şu cümleler Sayın Savaş'a aittir: "Paralı ve çok
etkili dış güçlerle işbirlikçi, birbirlerine çamur atarak politika yapmayı
alışkanlık haline getiren tüm politikacılar" diyerek tarafsızlığını
yitirdiği ve tüm siyasîlerin kişilik haklarına saldırıda bulunduğu; yine bir
açıklamasında Sayın Savaş, Siirt İlimizi kastederek "yabancı ülkelerin
kışkırtmalarıyla devletimize karşı silahlı isyanlara katılmış kişilerin
bulunduğu bir yöre" nitelemesinde bulunmuştur. Ayrıca, tebliğnamenin 11 inci
sayfasında "suç işleyen siyasîleri cezalandırmaktan çekinen hâkimlerin
bulunduğu ülkelerde hukukun siyasallaşmasından söz edilebilir" diyerek
temyiz incelemesi yapacak Yargıtay ceza dairesi hâkimlerine açıkça bir telkin
ve tavsiye olmaktan öte, tehdit niteliğini taşıdığı; yani, özetle, temyiz
incelemesi yapan hâkimlere, mahkûmiyet cezasını onaylamazsanız siyasîlerden
korkan hâkimler olacaksınız tehdidinde bulunmaktadır. Yine, Sayın Savcı Savaş'ın çıktığı
bir televizyon programında, devam eden bir davayla ilgili olarak, sanığın
savunma kapsamında sunduğu mütalaaların dikkate alınmayacağı ve mahkûm olacağını
açıkça ifade etmesi, yargıyı önceden etkilemeye yönelik bir davranıştır. Yine, bazı davalar devam ederken
iddianameler duruşmada okunmadan çok önce devletin ajansı tarafından bütün
basın yayın organlarına fakslandığı gözlenmektedir. Yine, müzakerelerin gizli
olması Yargıtay Kanunu 30 ve 33 üncü maddelerinde özellikle vurgulandığı halde,
Yargıtay 8. Ceza Dairesinin mahkûmiyet kararını ne zaman ve nasıl onaylayacağı
konusunda basın yayın organlarında günler öncesinden yayınlanmıştır. Ayrıca Sayın Savaş'ın tatile
giderken dava dosyasını da beraberinde götürerek sanık avukatlarının dosyayı
incelemeye fırsat vermediği, yapılan tespitler arasındadır. Maalesef, benzer olaylar DGM
Cumhuriyet Savcısı Nuh Mete Yüksel için de söylenmektedir. Tahkikat safhasında
kanunca gizli kalması gereken bilgi ve belgelerin basına sızdığı, önyargılı ve
mahkemeleri yönlendirici açıklamalarda bulunduğu söylenmektedir. Son olarak, TBMM'de Sayın Yıldırım
Aktürk'ün, Yargıtay Başsavcısının TCK'nın 312 nci maddesiyle ilgili girişimleri,
Diyarbakır DGM'nin bir davayla ilgili olarak gerekçeli kararın yazımında hukuk
ihlalini ortaya koyması ve hükümetin başı olan Başbakana müracaatla TCK'nın 312
nci maddesindeki yeni düzenlemeyi durdurduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda anlattığımız gelişmeleri
toplumda bağımsız yargıya güveni zedeleyici gelişmeler olarak görmekte ve
endişe duymaktayız. Anayasada sayılan devletin temel niteliklerinden biri olan
hukuk devleti olma ilkesi çok önemli bir temel prensip olup, hiçbir yetkilinin
bunu sarsmaya hakkı yoktur. Yukarıda saydığımız zevat, bu hareket ve
davranışlarıyla yargıya güveni sarsıcı tutum ve davranış içerisindedirler. Bu sebeple: 1. Yargı mensuplarının bağlı
olduğu yasa ve yönetmeliklerinin yeniden gözden geçirilmesi ve ek alınacak
önlemlerin tespiti. 2. Hukukun siyasallaşmasını
önleyici ne tür tedbirlerin alınması gerektiği, 3. Yargıya güven artırıcı
ektedbirlerin tespiti, 4. Yargı-siyaset ilişkisinde durum
tespiti, 5. Yargı-medya ilişkileri, bilgi
ve belge aktarımında yapılan yasa ihlalleri ve benzeri konuların değerli
hukukçu bilim adamlarımız ve baroların görüşleri alınarak, Anayasanın 98,
İçtüzüğün 104 üncü maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz
ederiz. 18.3.1999 1. Veysel Candan (Konya) 2. Mustafa Köylü (Isparta) 3. Sıtkı Cengil (Adana) 4. Ahmet Karavar (Şanlıurfa) 5. Ahmet Demircan (Samsun) 6. Hayrettin Dilekcan (Karabük) 7. Bekir Sobacı (Tokat) 8. Osman Pepe (Kocaeli) 9. Sabahattin Yıldız (Muş) 10. Ekrem Erdem (İstanbul) 11. Ahmet Doğan (Adıyaman) 12. Naci Terzi (Erzincan) 13. Osman Yumakoğulları (İstanbul) 14. Ahmet Cemil Tunç (Elazığ) 15. Yakup Budak (Adana) 16. Zülfikar Gazi (Çorum) 17. Ramazan Yenidede (Denizli) 18. Hasan Dikici (Kahramanmaraş) 19. Hasan Hüseyin Öz (Konya) 20. Murtaza Özkanlı (Aksaray) 21. Mehmet Elkatmış (Nevşehir) 22. Abdullah Arslan (Tokat) BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur. Önerge gündemde yerini alacak ve
Meclis araştırması açılıp açılmaması konusunda öngörüşme, sırasında
yapılacaktır. Sayın milletvekilleri, gündemin
"Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz. IV. —
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE A)
GÖRÜŞMELER 1. — Kars
Milletvekili Y. Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşının, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasının sivil darbe girişimi olarak
nitelendirdikleri ve demokratikleşme çabalarını engelleyici tutum
sergiledikleri iddiasıyla BaşbakanBülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri
hakkında verdikleri gensoru (11/22) BAŞKAN – Bu kısımda yer alan Kars
Milletvekili Sayın Beyribey ve 30 arkadaşının, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
olağanüstü toplantıya çağrılmasını sivil darbe girişimi olarak
nitelendirdikleri ve demokratikleşme çabalarını engelleyici tutum
sergiledikleri iddiasıyla Başbakan Sayın Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu
üyeleri hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca
verdikleri ve Genel Kurulun 18.3.1999 tarihli 57 nci Birleşiminde gündeme
alınması kabul edilen (11/22) esas numaralı gensoru üzerindeki görüşmelere
başlıyoruz. Hükümet?.. Hazır. Görüşmelerde, İçtüzüğün 72 nci
maddesine göre, siyasî parti grupları adına birer sayın üyeye, hükümet adına
bir sayın üyeye ve şahısları adına iki sayın üyeye söz vereceğim. Konuşma süreleri; siyasî parti
grupları ve hükümet için 20'şer dakika, şahıslar için 10'ar dakikadır. Şimdi, söz alan üyeleri okuyorum:
Efendim, henüz gruplar adına bir talep yok; kişisel söz talebinde bulunan,
Sayın Aktürk ve Sayın Cin. İlk söz grupların, malumu
faziletleri. Şimdi, gruplardan acaba hangi grubumuz parmak kaldıracak, şöyle
bir geziniyorum. Efendim, DTP de grup oldu
zannediyorum; Sayın Yılbaş, isterseniz sizinle bir bismillah diyelim, yeni
grupsunuz. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, Sayın Cin söz istemiş, zaten grup başkanvekili. BAŞKAN – Kim istemiş efendim? KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Cin
söz istemiş, kendisi de grup başkanvekilidir; dolayısıyla, öncelikle ona söz
verin. BAŞKAN – Sayın Genç, yani, söz
olsun diye mi konuşuyorsunuz? KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır; siz,
söz olsun diye konuşuyorsunuz. BAŞKAN – Ben ismini okudum; ama,
kişisel söz talebinde bulunan diye takdim ettim. KAMER GENÇ (Tunceli) – Kişisel söz
talebinde bulundu; ama, şimdi grup başkanvekili, ben onu diyorum. BAŞKAN – Grup adına
konuşmayacaksa, nasıl getireceğim Sayın Genç. Yani, izin verin de ben bari
İçtüzüğü uygulayayım. KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, siz
yönetiyorsunuz da, yani... BAŞKAN – Efendim, gruplar adına
söz talebi var mı? ALTAN ÖYMEN (İstanbul) – Var
efendim. BAŞKAN – Efendim, Sayın Öymen
işaret buyurdular. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın
Başkan... BAŞKAN – DYP Grubu adına, Sayın
Gözlükaya. Evet, biz, bir kere başlayalım. Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun
görüşlerini arz ve ifade etmek üzere, Sayın Altan Öymen; buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA ALTAN ÖYMEN
(İstanbul) – Sayın Başkan, sayın arkadaşlarım; gensoru önergesi üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzdayım;
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. Öngörüşmeler sırasında
belirttiğimiz gibi, biz, bu gensoru önergesini mantıklı bulmuyoruz, ciddî
bulmuyoruz, reddedilmesi gerektiğine inanıyoruz. Seçime kadarki zamanda -ki,
artık, dört hafta kalmıştır- ülkemize yeni bir hükümet değişikliğinin
sorunlarını da eklemek istemiyoruz. Hele, hükümeti düşürüp arkasından da seçimi
erteleriz hesaplarını, fevkalade yanlış ve sakıncalı buluyoruz. Tabiî, bu demek değil ki, biz, bu
hükümeti ve bu hükümeti kuran koalisyonu, her tavrı dolayısıyla destekliyoruz;
bu, değişik bir şey. Daha önce, bu hükümetin kuruluşu sırasında da
belirttiğimiz gibi, bu hükümetin ve bu koalisyon partilerinin tavırlarıyla
ilgili olarak bazı sorunlarımız var. Bu sorunların başında, o zaman da
arkadaşlarımızın belirttiği gibi, yolsuzluklarla mücadele konusunda, gereken
dikkati ve azmin gösterilmemesi vardır. Bundan önce, öngörüşmeler sırasında
etraflıca anlatmaya çalıştım, bu Meclisimizin, bu yasama döneminin sırtında,
soruşturma açtırıp, sonra soruşturmaları aklamak gibi bir yük vardır. Daha bu
yasama dönemi başlar başlamaz bu mekanizma işlemeye başlamıştır; önce, Refah
Partisinin Doğru Yol Partisi Genel Başkanı hakkındaki soruşturma önergesi,
arkasından, Doğru Yol Partisinin Refah Partisi Genel Başkanı hakkındaki
soruşturma önergesi, sonra, bu önergelerin karşılıklı, bir silah gibi
kullanılarak bunların üzerinde bir hükümet bina edilmesi, sonra, o hükümetin
üyesi partilerin bu yolsuzlukları karşılıklı olarak aklaması... Bundan sonra
da, ikinci safhada, 55 inci hükümet kurulmuştur. 55 inci hükümet, aynı şekilde,
Doğru Yol Partisi Genel Başkanı hakkında soruşturma önergesi vermiş; o,
Anavatan Partisi Genel Başkanı hakkında soruşturma önergesi vermiş ve özetle,
üç yıl süreyle, bu soruşturma önergelerinin gölgesi altında kalmıştır ülkemizin
siyaseti; her köşede bu konuşulmuştur, her köşede bu iddia öne sürülmüştür.
Parti liderlerinin birbirleri hakkında bu soruşturma önergeleri dolayısıyla
söylediği sözler, koca koca kitaplar oluşturacak kadar fazladır. Ben, bir ara,
merak edip, bunları bir araya getirmiştim, hakikaten çok enteresan sözler
vardır. Fakat, günün birinde, bu koalisyon, geçen koalisyon sırasında da bu
önergelerin birdenbire işlemden kaldırıldığı görülmüştür; bunu, öngörüşmeler
sırasında anlattım. Arkadaşlar, bunlar, belki, İçtüzük
hükümlerine, Anayasa hükümlerine aykırı değildir, onlara uygun cereyan ediyor
işler; fakat, demokrasinin mantığına aykırıdır, demokrasinin dayandığı ilkelere
aykırıdır ve demokrasi açısından olmayacak şeylerdir. İşte, biz, bu olmayacak
şeylerin, akla hiç yakın gelmeyen, mantığa yakın gelmeyen bu şeylerin tekrar
etmemesi, bunların üstüne yenilerinin eklenmemesi, yeni taktiklerin, yeni
çelişkilerin, yeni çifte standartların, yeni mekanizmaların -bu gibi-
eklenmemesi lazım geldiği fikrindeyiz; bu hareketi de bunun için tasvip
etmiyoruz. Yalnız, şunu da bu arada belirtelim: Dediğimiz aklama paklama
sürecinin etkileri, hâlâ, bu hükümet zamanında da devam etmektedir. Şimdi, size bir noktayı
hatırlatıyorum: İki soruşturma önergesi kaldı geriye. Bu aklama anlaşmalarının
uygulanmasından sonra -herhalde o anlaşmalar yetişmedi- iki komisyonda, o
sırada karar alınmıştı. Yani, komisyon kararı, bu aklama anlaşmalarına uygun
bir şekilde çıkmamıştı, soruşturma önergelerine muhatap olan siyasetçilerin
Yüce Divana gönderilmesi yolunda çıkmıştı. Bunlardan biri, Kurtköy ihalesiyle
ilgili soruşturma önergesiydi, bir tanesi de, Sayın Yaşar Topçu hakkında bir
başka soruşturma önergesiydi. Bu önergeler, komisyonlara geldi, komisyonlarda
karar alındı "bunlar ciddîdir, muhakeme yoluna gitmeleri lazımdır, Yüce
Divana sevk edilmelidir bu arkadaşlarımız" diye karar çıktı. Şimdi, bu kararın, Anayasaya göre,
Meclis İçtüzüğüne göre, bir raporunun Meclis Başkanlığına iletilmesi lazım ve
Anayasanın 100 üncü maddesine göre, bu, acil meselelerden; hemen yapılması
lazım bu işin; İçtüzük de üstüne madde koymuş, yedi gün içinde, gelen raporun
-rapor gelecek çok acil bir şekilde- Meclise sevk edilerek, Meclis içinde
yedinci gün -hatta gün de tasrih etmiş- geldiğinden yedi gün sonra, bunun
Mecliste görüşülmesi lazım; ama, 17 Aralık 1998 tarihinde alınıyor karar
komisyonların bir tanesinde, bu kararın raporu hâlâ Meclis Başkanlığına
iletilmiş değil. Şimdi, Meclis Başkanı, bunun
üzerine, ocak ayının başında bir yazı yazıyor komisyon başkanlarına -bunlardan
Sayın Mesut Yılmaz'la ilgili komisyonun, bu Kurtköy ihalesiyle ilgili
komisyonun Başkanı Demokratik Sol Partili arkadaşımız Sayın Necati Albay'a bir
mektup yazıyor- diyor ki: "Bu rapor hâlâ gelmedi, halbuki Anayasa diyor
ki, iki ay süresi vardır komisyonun, iki ay biter bitmez bu raporun bana
gelmesi lazım; bu iki ay uzatılabilir; uzatılmış, onun sonunda bu raporun bana
gelmesi lazım; hâlâ gelmedi, gönderin şunu." Cevap yazıyor Başkan, diyor
ki: "Muhalefet şerhleri daha bana gelmedi, onun için raporu size
gönderemedim." Başkan yine yazıyor, diyor ki: "Muhalefet şerhlerinin
gelmesine gerek yok bu kadar uzadığına göre, muhalefet şerhi olmadan
gönderin." Ona da cevap alamıyor ve 17 Aralıktan bu yana rapor hâlâ ortada
yok, komisyonun kararının Anayasada, İçtüzükte yazılı olan şekilde işleme
konulması bir türlü mümkün olmuyor. Bu, bir soruşturma işleminin fiilen
durdurulması demektir, Anayasanın ve İçtüzüğün gereklerine rağmen. Gerçi,
burada bir yaptırım yok, müeyyide yok; yani, bir komisyon başkanı yazmazsa bu
raporu, yahut yazılmış raporu Meclis Başkanına vermezse Anayasada "acil
olarak" denildiği halde, ne olacak, bu yazılmamış, bunun tedbiri yok;
Meclis Başkanı da zaten bu tedbiri arıyor. Genel Kurulumuza doğrudan bir yazı
yazmış -bu da nadir görülen bir şey, okuyacağım şimdi oradan- bu yazıda diyor
ki: "Ne yapılacağı konusunda bir görüşme açılsın Mecliste." Şimdi,
böyle bir durum var. Sayın Necati Albay, komisyonun birinin başkanı o, Sayın
Yaşar Topçu'yla ilgili olan komisyonun Başkanı da Anavatan Partisinden
arkadaşımız Ordu Milletvekili Sayın Şükrü Yürür. Onlar burada mıdır bilmiyorum.
Ben, bu konuyu merak ediyorum, nasıl izah ediyorlar, başkanı bulundukları
komisyonlarda alınan bu kararla ilgili raporun, Anayasa ve İçtüzük hükümlerine
rağmen, Meclis Başkanlığına, üç ayı aşkın zamandan beri Meclis Başkanlığına
hâlâ intikal ettirilmemiş olmasını?..Başlangıçta "muhalefet şerhleri
gelmedi" diyorlardı, şimdi, geldi mi gelmedi mi, nasıl izah ediyorlar, çok
merak ediyorum. Eğer buradalarsa, rica edeceğim, kürsüden bunu açıklasınlar. Gerçi, grup adına söz hakkı burada
nizama konulmuştur; ama, İçtüzüğün 69 uncu maddesi, sataşma halinde kendilerine
söz imkânı verir. Beni, kendilerine sataşmış telakki edin. Daha ağır
kelimelerle sataşmaya üslubum pek müsait değil; ama, sataşmış telakki ederek
-eğer buradalarsa- bunu açıklasınlar; bu nasıl oluyor? Arkadaşlar, bu, yolsuzlukların
önlenmesi yolunda siyasî partilerin ve tabiî, hükümet partisinin göstermeleri
gereken hassasiyetle hiç bağdaşmayacak bir şeydir. Sadece kendilerinin değil,
bu partilerin genel başkanlarının da bu konuda söyleyecek sözleri olması
gerekir. Yani, bu bir partisel tutum mudur? Bir komisyon başkanı, bir komisyon
kararını böyle hasıraltı ediyorsa, bundan da sayın genel başkanların, o
komisyon başkanlarının genel başkanının haberi varsa, bu konuda belki bir tavır
almaları gerekir; bunu, burada onların da izah etmeleri gerekir. Bu bakımdan,
bu gensoru müzakereleri sırasında, Sayın Başbakan da konuşacaksa, herhalde,
kendisinin de bu konuya biraz açıklık getirmesi gerekir, eğer Sayın Yılmaz
buradaysa, onun da getirmesi gerekir. Arkadaşlar, daha komisyonlardaki
bu aklama paklama işleri, anlaşması sırasında şöyle bir noktaya varılmıştı,
daha doğrusu, bu anlaşmanın esası diye kamuoyuna izah edilirken, nasıl izah
edeceğiz bunu, bunun gerekçesi, diye bir formül ortaya konulmuştu. Hatta bu
formül, inanılacak şey değil ama, ilk bu aklamayı yapan iki komisyonun
raporlarına aynı kelimelerle geçirilmişti. Yani, bir yandan Sayın Çiller'i
aklayan, bir yandan Sayın Yılmaz'ı aklayan iki komisyon vardı; bunlar
toplanıyorlar, raporlarını yazıyorlardı; raporlarına son paragraf olarak bir
şey eklediler; ikisi de ayrı ayrı eklediler ama aynı metni eklediler. Bu metin
nasıldı, onu burada okuyayım... Bitiriyor raporu "Sayın Çiller'in" ve
"Sayın Yılmaz'ın Yüce Divana sevk edilmesine gerek yoktur" diyor ve
ikisi de hemen ikisi de aynı metne devam ediyor. "Parlamentoyu adlî
yetkileri kullanan organ olmaktan kurtaracak yeni bir yapılanmaya ihtiyaç
vardır. Anayasanın 100'üncü maddesi bu çerçeve içinde yeniden düzenlenmelidir.
Ayrıca, Parlamento gündeminde bulunan dokunulmazlık değişikliği (Anayasa madde
83) mutlaka gerçekleştirilmelidir. Başbakan, bakan ve milletvekilleriyle ilgili
suçlamaların yeri Parlamento olmamalıdır. Bağımsız yargı çözümü bu statüler
bakımından da gerçekleştirilmelidir." Bunun altında, tabiî, tüm komisyon
üyelerinin imzaları var. Bu komisyon üyelerinden de bir kısmı bugün
Parlamentoda; yeni oluşan grupların her birinden var bu üyeler arasında,
partilerden var; partilerden olup da şimdi imzacı olan arkadaşlarımızdan da var.
Herkes şunda ittifak ediyor ki, hele bu soruşturma hikâyeleri bu şekilde
yürümez olduktan sonra komisyonlar yoluyla, bu Anayasanın 83 üncü maddesiyle
100 üncü maddesinin mutlaka değiştirilmesi lazım ve hemen değiştirilmesi lazım.
Tabiî, bu sadece komisyon üyelerinin imzaları tahtında ortaya çıkmış bir
taahhüt değil, buna genel başkanlar da o zaman iştirak etmişlerdir. Bugünkü
Hükümet Başkanı Sayın Ecevit'in demeci vardır; "biz, 83'ü de, 100'ü de hemen
değiştirmek için elimizden geleni yapacağız" diyor, hatta, partilerle
temas edeceğini bildiriyor. Anavatan Partisi Grup Başkanvekilinin de aynı
şekilde beyanları var; hatta, geçen defa da işaret ettim, "bir hafta
içinde biz bu işi halledeceğiz" diyor. O bir hafta geçeli epey oldu. Bu arada arkadaşlar, bütün bu
hadise devam ederken, burada, bir şey daha oldu dün ve evvelki gün, bir gün
önce. Malum, Anayasanın 83 üncü maddesi ve 100 üncü maddesi değişecek; biri,
Meclisimizin gündeminde ikinci sırada, öteki, Anayasa Komisyonunun gündeminde.
İkisi de görüşülsün diye bir hareket bir türlü ortaya çıkmadı aylardan beri.
Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak burada çok uğraştık, hatta, burada eylemler
yaptık, dışarıda eylemler yaptık, yine bir hareket çıkmadı. Hele 100 üncü madde
komisyondaydı; Komisyon Başkanı Sayın Atilâ Sav burada; bu kararı alan
arkadaşlarımızı çağırdı; yani, ille 100 üncü madde değişmelidir diye imza atan
arkadaşlarımızı komisyona; büyük bir kısmı gelmedi, komisyonda çoğunluk olmadı,
100 üncü maddenin görüşülmesi mümkün olmadı. 83 üncü madde ise, dün, bu imzacı
milletvekillerimizin açtığı süreç içinde, tesadüfen ve hayırlı bir şekilde
buraya geldi birdenbire; çünkü, Meclis açılınca, başka bir şey olmazsa,
gündemdeki sıraya göre gidiliyor; ikinci sıraya gelindi, Komisyon Başkanımız
Atilâ Sav, kalktı geldi, oraya oturdu, görüşülmeye başlandı -iki gün önce
oluyor bu- görüşüldü; zaten kısa bir görüşmeydi hep belirttiğimiz gibi ve bu,
bir madde değişikliğiydi. 83 üncü madde, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
sınırlandırılmasını sağlayacak bir şekilde düzenlenmişti; fakat, bunun birinci
görüşmeleri sırasında, bazı arkadaşlarımız tereddüt izhar etmişlerdi; yani, bu
dokunulmazlık sınırlanıyor; ama, o sınırlanan şekli içinde, milletvekiline yine
de bir teminat verilsin, teminatı artırılsın diye. Bunu sağlayan partilerarası
bir teklif de vardı burada, o da görüşüldü, hatta Büyük Birlik Partisinden
arkadaşlarımız geldiler, onların da önergeleri vardı; ama, o partilerarası
komisyonca hazırlanan önerge, onların da tereddütlerini karşılayacak ölçüdeydi
ve o önerge de kabul edildi; yani, şimdi, bir tek, oylama kaldı iki gün önceki
görüşmeler sırasında. Tam o oylamaya geçileceği sırada, Sayın Başkan
"efendim, bu, gizli oylamadır, gizli oylama için tertibat almak lazım;
onun için -daha vakit vardı, saat 18.30 civarındaydı- bunu erteleyelim"
dedi, ertelendi. Dünkü birleşimde ise burada çoğunluk bulunamadı. İki defa
yoklama yapıldı, 174'e çıkıldı, 184'e çıkılamadı. Arkadaşlar, burada, hükümet
düşsün mü düşmesin mi yahut seçimler
ertelensin mi ertelenmesin mi konularıyla bununla ilgili oylamalar olduğu zaman
maşallah 400'ü aşıyoruz, 500'e doğru yaklaşıyoruz; ama, kendimizin vaat ettiği
bu soruşturma meselelerinde, yolsuzluğa karşı mücadele meselelerinde çok önemli
bir yeri olan Anayasanın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi konusunda 184'e
varamıyoruz; bu, büyük bir çelişkidir ve bu kolay kolay izah edilecek bir şey
değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Unutmamak lazımdır ki, Anayasa
değişikliğini öngören önerge, ilk defa Cumhuriyet Halk Partisi tarafından
verilmiştir; ama, buna, sonradan, diğer partiler de ayrı ayrı önergelerle
katılmışlardır ve katılan bu partilerin sonradan hazırladıkları metinlerin birleştirilmesi
gibi bir süreçten geçilmiştir. Bu da kolay olmamıştır; biri o şekli tercih
etmiştir, biri öteki şekli tercih etmiştir ve nihayet bunlar birleştirilmiştir,
altına, başta Meclis Başkanı, arkadan 4 parti lideri; Anavatan Partisi Genel
Başkanı Sayın Mesut Yılmaz, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın Tansu Çiller,
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Sayın Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi
Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal, partilerin Parlamentodaki temsilcileri,
sırasına göre imza atmışlardır. Bunun arkasına da, 292 milletvekili imza
atmıştır. Böyle bir önergenin görüşülmesi fırsatı geldiği zaman, burada, 184
oya çıkılamaması da, bu Meclisin yasama dönemi açısından büyük bir
şansızlıktır. Tabiî, iyi temennilerle bağlamak
bütün konuşmaları daha iyi bir şeydir. AHMET KABİL (Rize) – Siz kaç kişi
geldiniz? ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Biz epey
geldik; ama, benim asıl söylemek istediğim şudur: Bu iş ciddiye alınsa, hele...
Sayın Başkan diyor ki: "Gelecek celsede bu görüşülecek, şimdi, gizli oy
için hazırlık yapmam lazım." O zaman, parti liderleri, buna gerçekten
taraftar olan, hele komisyonlarda, bu aklama anlaşmasını imzalayan partilerin
liderleri harakete geçip, kendi mensuplarını buraya toplamak ve diğer
partilerle de uzlaşmak için bir çaba göstermeliydi. Asıl, bu, onlara düşerdi,
bu da gerçekleşmedi. Bu gensorunun oylaması yapılacak.
Orada, ister istemez, herkes girecek oy kullanacak; önergeyi verenler ve onu
destekleyenler, hükümetin düşürülmesini sağlamak için; biz dahil, diğer
arkadaşlarımız da böyle bir sonuç alınmaması için. Çünkü, biz "seçimler
yaklaşmıştır" dedik daha önceki gerekçemizde. Ben temenni olarak diyorum
ki, o toplantıda hiç olmazsa -ilgili İçtüzük maddesiyle Danışma Kurulu
toplanıyor- önerelim ve o sırada bütün arkadaşlarımız gelsin, şu 83 üncü
maddeyi buradan çıkaralım, bu Meclis, giderayak hayırlı bir iş yapmış olsun.
Hayırlı işler de çok yaptı tabiî, onları da sayabiliriz; ama, o kadar hayırlı
olmayan işler, o hayırlı işlerin üzerine bir gölge düşürdüğü için, yeni bir
hayırlı işe daha ihtiyaç var, o hayırlı işi yapalım. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Öymen, toparlar
mısınız efendim. ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Bu,
buradan, bütün parti liderlerimize, bütün grup başkanvekillerimize ve bütün
milletvekillerimize, hangi gruplardan, hangi yeni gruplardan olursa olsun, bir
çağrıdır Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına yapılmış. Öbür gün galiba gensoru
oylaması yapılacak. Danışma Kurulu yoluyla, 83 üncü maddenin de görüşülmesi
belki mümkün olur ve bunu, o gün sağlayabiliriz. Eğer yapabilirsek, çok iyi bir
iş yapmış oluruz. Ayrıca, tabiî, şu noktayı
belirtmek istiyorum: Demin, 69 uncu maddeye göre sataştım bazı arkadaşlarıma;
Sayın Necati Albay'a, Sayın Şükrü Yürür'e ve partilerin genel başkanlarına.
Eğer bu sataşmaya karşılık, Sayın Başkandan müsaade alarak, burada bir açıklama
yaparlarsa aydınlanmış oluruz. Nasıl, böyle, üç aydır rapor gönderilemiyor bir
türlü Millet Meclisi Başkanına, onu öğrenmiş oluruz. Ayrıca, bunların
muhatapları var tabiî; Sayın Yaşar Topçu, geçen birleşimlerden birinde,
Cumhuriyet Halk Partisi nerede diye soruyordu: Cumhuriyet Halk Partisi burada
da, kendisi nerede?! Eğer buradaysa, ona da sataşmış kabul edin, o da gelsin,
konuşsun. (CHP sıralarından alkışlar) Ayrıca, bu 83 üncü madde için o da
uğraşsın; mademki, komisyon yoluyla hakkında bir soruşturma yapılması mümkün
olmuyor, 83 üncü maddenin değiştirilmesi yoluyla, belki, adlî merciler önünde
bu soruşturmanın yapılmasını tercih edebilir kendisinin aklanması için. O
konuda da, burada hazır bulunsun 83 üncü madde görüşülecekse... Teşekkür ederim, saygılar sunarım
arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Öymen, teşekkür
ediyorum. Sayın Öymen, efendim, tahrike
rağmen, sataşmadan söz talebi yok; üzgünüm... ALTAN ÖYMEN (İstanbul) – Yok mu
efendim?.. ALİ RIZA BODUR (İzmir) – İltifat
saymışlar o zaman! BAŞKAN – Görüşlerini ifade etmek
üzere, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Mehmet Gözlükaya; buyurunuz
efendim. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA MEHMET GÖZLÜKAYA
(Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Altan Öymen'i
dinlediniz. Nasıl, bütçe görüşmeleri sırasında bütçeden başka her şey
görüşülürse, bugün, Sayın Öymen de, gensoru dışında birçok konuya temas
ettiler; ama, gensoruya iki cümleyle değindiler. Çok şükür ki, bu gensoruyu
desteklemediklerini ifade ettiler. Bunu şunun için söyledim: Bu
gensoru, o kadar, toplumun, Meclisin dikkatini çekmemiştir ki, ne burada
konuşacak sözcüler, konuşacak bir şey bulmaktadırlar ne de gruplar buna ilgi
göstermektedir. Usulen verilmiş, başka amaçlarla verilmiş bir gensorunun esas
görüşmelerini yapıyoruz. Ben, sözlerimin başında şunu ifade
etmek istiyorum: Bu gensorunun gerekçesi yok. Zaten, gerekçesinin olmadığını
da, gensoruyu verenler, öngörüşme sırasında belirlediler. Neyle; oylarıyla...
Bu gensoruya gerek yoktur... Önce "bu Meclisin açılmasına sebep olan genel
görüşmeye gerek yoktur" dediler; şimdi, bu gensoruya kadar geldik. Bu gensorunun bir tek sebebi
görünüyor önergede; Sayın Başbakan, Meclisin açılmasıyla ilgili genel görüşme
çağrısında bulunulduğu zaman, güya "bu, bir sivil darbedir" demiş;
bunun üzerine bu imzacı arkadaşlarımız bu gensoruyu vermişler. Sonra, Sayın
Başbakan burada dedi ki "bu, dilimin ucuna o zaman geliverdi; aslında, ben
darbelere karşıyım" anlamında bir laf ettiler. Değerli arkadaşlarım, gensoruların
bir ciddiyeti olmalı. Anayasamıza bu usul konulurken, bu denetleme yolu
konulurken herhalde şunlar düşünülmüş olmalı: Bir hükümet ki, ülkeyi yurt
dışında iyi temsil edemiyor, yurt dışında ülkenin itibarını zaafa uğratıyor;
bir hükümet ki, içeride vatandaşları birbirine kırdırıyor; yolsuzluklar almış
gitmiş; mafyayla işbirliği yapan bir hükümettir, bu hükümetin ayakta kalmaması
lazımdır anlayışıyla, gerekçeleriyle bir hükümet için gensoru önergesi
verilebilir; ama, burada böyle bir şey yok. Tek sebep, sadece "bir sivil
darbe" denmiş. Tabiî, asıl amaç ayrı. Bu gensoru verilip, Hükümet eğer
düşürülebilirse... Bunun düşürülüp düşürülmeyeceğini, bu gensoruyu verenler
dahi anladılar ki, bugüne kadar çıkan bütün grup sözcüleri bu gensoruya menfi
oy vereceklerini ve gensoruyla Türkiye'nin sorunlarının halledilemeyeceğini
açıkça belirttiler. Bu durumda, neticede, pazartesi günü bir oylama yapacağız;
inşallah, 276'yı bulmaları da mümkün olmayacak. Denilebilir ki, bu Hükümet düşmeli
midir düşmemeli midir? Doğru Yol Partisi olarak şunu açıkça söylüyoruz: Bu
Hükümet, Sayın Başbakanın da kabul ettiği ifadeyle, ülkeyi seçime sağ salim
götürsün; çünkü, artık, Türkiye'de, seçimden başka laf edilemez hale geldi ve
Meclis de çalışamaz hale geldi; tek çözüm, seçimdir. Bu düşünceyle, o günün
şartlarında, bu hükümete, Doğru Yol Partisi destek verdi ve işbaşına getirdi. Şimdi, ülkenin, acil, seçime
ihtiyacı olduğu kanaatindeyiz. Kanaatindeyiz; çünkü, Türkiye'de, seçim lafının
bir yıl daha yapılması, ülkeyi, çok büyük kargaşaya götürecektir. Ben, bu gensoruyu veren
arkadaşlarımıza veya haklarını Anayasa veya İçtüzük çerçevesinde aramaya
çalışan arkadaşlarıma herhangi bir şey söyleyecek değilim; ama, ben, bu
ülkenin, bundan sonra bir kargaşaya tahammülü olmadığı kanaatimi ifade etmek
istiyorum. Şurada, seçime 29 gün kaldı. Ayın 25'inde, seçim için, gümrüklerde
oy kullanılmaya başlanacak. Seçim yasalarımızda, oy kullanılmaya
başlanıldığından itibaren de seçimlerin ertelenmesiyle ilgili bir şey söz
konusu değil. Bu bakımdan, bu gensoru veya başka
türlü getirilebilecek önerilerin artık, önemi olmadığını belirtiyorum. Gelin,
hep birlikte, kaderimize razı olup, bu ülkeyi seçime götürelim diyorum. Aksi
halde, Türkiye'de, azmakta olan terörü önleyemeyeceğimizi, bozulmakta olan
ekonomiyi tamamen bozma yoluna gideceğimizi ve bunun vebali altında
kalacağımızı ifade ediyorum. Vicdanlarımıza danışırsak, yeni
bir hükümet buhranının da gereksiz olduğunu, hepimizin kabul edeceğini
sanıyorum; çünkü, gerçekten, bir ay için bir hükümet boşluğu doğacak, bir
hükümet kurulacak. Diyelim ki, bu hükümet gensoruyla düştü, yeni hükümeti kim
kuracak, belli değil, belirsiz. Nasıl kurulacak, ne zaman kurulacak, o da
belirsiz. O bakımdan, biz, bu gensoruyu hep birlikte reddedelim ve Meclisin de itibarını
koruyalım diyor, hepinize en derin saygılarımı sunuyorum. Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
(DYP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Gözlükaya, teşekkür
ediyorum. Efendim, Grup görüşlerini ifade
etmek üzere, Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Ömer Vehbi Hatipoğlu; buyurun.
(FP sıralarından alkışlar) FP GRUBU ADINA ÖMER VEHBİ
HATİPOĞLU (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şahsım ve Fazilet
Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Biz, bugün, burada, Başbakan Sayın
Bülent Ecevit ve Bakanlar Kuruluyla ilgili olarak verilmiş olan gensoruyu
müzakere ediyoruz. Konu hepinizin malumu; bu çatı altında, üç yılı aşkın bir
süredir birlikte görev yaptığımız 116 değerli arkadaşımız, demokratik ve yasal
haklarını kullanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisini olağanüstü toplantıya
çağırmıştır. Bu talep, Meclis Başkanlığınca da uygun görülmüş ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi 13.3.1999 günü olağanüstü toplantıya çağrılmıştır. Ancak,
Başbakan Sayın Bülent Ecevit, bu girişimi, bence, talihsiz bir değerlendirmeyle
"sivil darbe" olarak nitelendirmiştir. Sayın Başbakan, birçoğu bu
azınlık hükümetine güvenoyu vermiş bulunan arkadaşlarının davetini pekâlâ
anlayışla karşılayabilir, herhalde bu arkadaşların bize bir söyleyecekleri var
diye düşünüp, bu davete icabet edebilirdi; ama, Sayın Ecevit'in, kendisine
güvenoyu vermiş milletvekillerini dahi dinlemeye tahammülü yok. Doğrusu, onun
bu tahammülsüzlüğünü, öteden beri bildiğimiz nezaketiyle de telif etmemiz
mümkün değildir. Hükümet, bununla da yetinmemiş,
toplanan Meclisin çıkarmak istediği yasaların müzakeresini de engelleme yolunu
seçmiştir. İmzacı milletvekillerinin Meclis gündemine taşımak istedikleri
tasarıların hemen hemen tamamı, bu Başbakanın imzasını taşıyan tasarılar
olmasına rağmen, buna engel olmuş, böylece de, hükümet, demokratikleşmenin ve
özgürlüklerin önüne set çekmek gibi bir hatalı tavrı inatla sürdürmüştür. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi, olağanüstü toplantıya çağrıldığı
günden bu yana, gerek bu çatının altında yapılan müzakerelerde ve gerekse
çeşitli medya kuruluşlarında yapılan programlarda ortaya konan yorumlar bizce
son derece yararlı olmuştur. Bu müzakereler, bir yandan, partilerimizin
demokrasi anlayışının, kamuyou önünde bir kez daha açık seçik görülmesine neden
olmuş; öte yandan, hukukun siyasallaşmasının hangi boyutlara taşındığını gözler
önüne sermiştir. Biz, Fazilet Partisi olarak, ilk
günden beri tavrımızı net olarak ortaya koyduk, dedik ki: "Hem Meclisin
çalışmasına, demokratikleşmeyle ilgili yasaların çıkarılmasına evet, hem de
hukukî ve demokratik altyapısı sağlamlaştırılmış seçime evet." Ama,
çeşitli çevreler, bizim bu açık ve net tavrımıza rağmen, partimizin, seçimleri
istemediği şeklinde spekülatif haberler yaymaya çalıştılar ve bir yığın
ithamlarda bulundular. Ne dediler; "Fazilet Partisi seçimlerden
kaçıyor." Başka ne dediler; "Fazilet Partisi, Sayın Erbakan'ı ve
Sayın Tayyip Erdoğan'ı kurtarmanın peşinde." Türkiye Büyük Millet Meclisinin,
18 Mart 1999 Cumartesi günü yaptığı olağanüstü toplantıda çalışmaya devam
kararı vermesi üzerine, adeta bir bardak suda koparılmak istenen fırtınalarla
Fazilet Partisi hedef haline getirilmek istendi. Geride bıraktığımız bir hafta
içerisinde yaşanan olaylar, ülkemizde, zaman zaman, siyasetin ne kadar haksız
zeminlere kaydırılmak istendiğinin acı bir örneği olarak karşımızda
durmaktadır. Bunun içindir ki, Fazilet Partisi adına, aşağıdaki hususların bir
kere daha ifadesini gerekli görüyorum. Fazilet Partisinin,
demokratikleşme, Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesi ve Siyasi Partiler
Kanunuyla ilgili istekleri yeni değildir. Fazilet Partisinin bu istekleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin yeniden çalışmaya başlamasıyla ortaya çıkmış da
değildir. Fazilet Partisi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yeniden çalışmaya
başlamasına, bu yolda yeni fırsatların doğmasına vesile olabileceğini düşünmüş
ve bunun için yeniden çalışmaya devam isteğine destek olmuştur. Ortada,
kimsenin yadırgayacağı, yadırgaması gereken bir husus da yoktur. Fazilet Partisinin isteklerinin
yerine getirilmesi için seçimlerin ertelenmesine de gerek yoktu. Bugünkü
Hükümet ve onu oluşturan siyasî partiler bloku, Fazilet Partisinin bu noktadaki
isteklerine "evet" demiş olsalardı, geride bıraktığımız haftalar
içerisinde çok önemli mesafeler alınmış, hatta, bu isteklerin çok önemli bir
bölümü ikmal de edilmiş olurdu. Fazilet Partisinin 312'yle ilgili
talebi, bu maddenin tamamen ortadan kaldırılması doğrultusunda da olmamıştır.
Esasen, 312'yle ilgili değişiklik çalışmaları, bununla ilgili yasama
faaliyetleri çerçevesinde belirli bir noktaya da gelmiştir. Şu anda Hükümet,
önünü açsa, kendi hazırladığı 312 nci madde değişikliği, Mecliste yarım saatte
yasalaşacak noktaya gelebilir. Yine, Siyasî Partiler Kanunundaki
değişiklik ise, Fazilet Partisi için de; ama, onun dışında bütün partiler için
de önemlidir. Burada yapılacak olan, 1995'te gerçekleşen anayasa değişikliğine
paralel değişiklikleri, Siyasî Partiler Yasasında da gerçekleştirmektir. Bu
yapılmadığı için, ortada büyük bir hukukî boşluk vardır. Bu hukukî boşluk,
siyasî partilerin kaderleriyle ilgili olan boşluktur. İşte, bu boşluk bulunduğu
için, kimi partiler, meydanlarda vatandaşı tehdit etmeye kalkışmakta, "oy
verseniz de, falanca partiler kapanır" gibi, son derece çirkin oyunlara
başvurmaktadırlar. Böyle bir ortamda yapılacak seçimin kime ne faydası olacak?.
Bu arada, Sayın Genelkurmay
Başkanının nerede ve nasıl söylediği de pek anlaşılamayan bazı sözleri üzerinde
de durmak istiyorum: Sayın Genelkurmay Başkanımızın bu sözleri de maksatlı bir
sömürünün aracı haline getirilmek istenmiştir. Sayın Genelkurmay Başkanı,
seçimlerin ertelenmesinin karışıklıklara yol açabileceğinden endişe ettiğini
söylemiştir. Söz konusu olan, bir olasılıktır. Doğaldır ki, kaosu hiç kimse
istemez; ancak, ortaya konulan, bir ihtimale karşı duyulan endişedir. Eğer,
seçim ertelenecekse, bu iradeyi ortaya Türkiye Büyük Millet Meclisi koyar. (FP
sıralarından alkışlar) Bu Meclis, bu yolda karar verirken, herkesin düşüncelerini ve endişelerini
gözönünde de bulundurur; ancak, kararı, o verir. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin vereceği karara hiç kimsenin de itirazı olmaz. Türkiye Büyük Millet
Meclisi, cumhuriyetin de, demokrasinin de özüdür, özetidir, ruhudur; bu noktada
bir ihtilaf olması mümkün değildir; Sayın Genelkurmay Başkanı da dahil, hiç kimsenin bu konuda farklı
düşünmesi de mümkün değildir. Acı ve ibret numunesi olan, bu beyan değil, ama,
böyle bir beyanı Meclis iradesinin karşısına koymaya yeltenen birtakım
işgüzarların ortaya koydukları gaflettir, gayretlerdir. (FP sıralarından
alkışlar) Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; aradan geçen şunca zaman, Fazilet Partisinin tavrıyla ilgili
iddiaları geçersiz kılmıştır. Fazilet Partisi, seçimden kaçmaz. Biz, seçimden
niçin kaçalım ki? Asıl, seçimden kaçmak isteyen sizlersiniz. Her şey aziz milletin
gözleri önünde cereyan ediyor. Miting meydanlarında, hemşerim Mahsun Kırmızıgül
olmasa, çıkacak cesaretiniz yok; miting meydanlarında adam bulamıyorsunuz . Kim
seçimden kaçacak? (FP sıralarından alkışlar) İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir)
– Esasa gel... ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) –
Allahaşkına, bu meydanlara çıkıp da siz ne anlatacaksınız? Önce ANAP'lı
arkadaşlarıma sormak istiyorum; siz, ne anlatacaksınız? "Biz, sağın büyük
partisi olarak, merkez partisi olarak, Türkiye'yi yönetme cesaret ve yeterliliğine
sahip olamadığımız için 60 milletvekilli DSP'ye iktidar verdik" diye mi
anlatacaksınız? NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Adil
düzeni anlatacağız!.. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Devamla) – Hem, millet size niye oy versin
ki? Nasıl olsa, o oyları toplayıp gelecek ve yine alkışlar arasında, Ecevit'e
takdim edeceksiniz. Siz, allahaşkına, miting meydanlarında kendi partinize
mi yoksa Ecevit'e mi oy talep
edeceksiniz? Bunu, gerçekten merak ediyorum. İktidarlarınız dönemindeki zam,
zulüm ve kıyımları anlatarak mı milletten oy talep edeceksiniz? Yoksa, siz,
kapatılan imam hatip okulları, kilit vurulan Kur'an kursları, üniversite
kapılarından saçları başları yolunarak uzaklaştırılan başörtülü genç kızları,
şiir okuduğu için mahkûm edilen belediye başkanını anlatıp, milletin sizi
alkışlayacağını mı zannediyorsunuz! İşte meydan, işte sandık; hep birlikte
göreceğiz... Bütün bu görüşmeler boyunca,
sizin, benim de içtenlikle katıldığım bir ifadeniz oldu; dediniz ki:
"Millet seçim istiyor" doğru söylediniz. Evet, millet seçim istiyor;
ama, millet, altyapısı oluşturulmuş, demokratik altyapısı oluşturulmuş seçim istiyor.
Neden bu seçimi istiyor? Mevcut Hükümete ve onun destekleyicisi partilere
soruyorum: Millet, niçin seçim istiyor allahaşkına?! Millet sizden kurtulmak
için seçim istiyor, gayet tabiî, seçim istiyor; kendisini bunaltan ekonomik
politikalarınızdan kurtulmak için seçim istiyor; millet bu baskıdan, bu
zulümden kurtulmak için, gayet tabiî ki, seçim istiyor. Esnaf, evet esnaf seçim istiyor;
çünkü, siz, esnafa kepenk kapattırdınız; çünkü, esnaf, birçok günde siftah yapamadan dükkânını kapatmak zorunda
kalıyor; çünkü, siz, esnafa kan kusturdunuz, kan... Sizin reform diye çıkardığınız şu
vergi kanunları, esnaf, sanatkâr ve işadamlarını batırdı. Veresiye kazancından
peşin vergi alıyorsunuz esnafın... Götürü usule tabi küçük esnaf, evraklarla,
belgelerle uğraşmaktan, üç beş kuruşluk alışveriş yapamaz hale geldi, para
kazanamaz hale geldi. Bütün vergi mükelleflerine potansiyel suçlu gözüyle
baktınız. Bu Vergi Kanunuyla, alışverişi, ticareti öldürdünüz. İşadamları seçim istemekte haksız
mı; çünkü, onlar da sizin hükümetinizden bıktılar. İmalat yok, yatırım yok,
ticaret yok. Firmalar işçilerine 2001, 2002 yılının izinlerini, zorunlu
izinlerini kullandırıyorlar. Bu ülkede, sizin devri iktidarınızda binlerce
işyeri kapandı, var olan milyonlarca işsizin yanına yüzbinlerce işsiz daha
katıldı; çekler, senetler ödenmiyor, tahsil edilemiyor. Siz, çiftçi seçim
istiyor; doğru... Çiftçi de seçim istiyor, neden; çünkü, siz, çiftçinin
masraflarını kat kat artırdınız. Dünya petrol fiyatları düşerken,
siz, haftada bir zam yapmayı bırakın, haftada iki, haftada üç defa zam
yapıyorsunuz. 55 inci Hükümet işbaşına geldiğinde hampetrolün varil fiyatı 25
dolarken, şimdi 13 dolara düştü; peki, siz neden zam yapıyorsunuz? Siz, 93 bin
liralık benzini 243 bin liraya çıkardınız; benzini, mazotu üçe katladınız. Uzun lafın kısası, Türkiye'de,
insanlar, sizden, sizin ekonomi politikalarınızdan, sizin baskılarınızdan
bıktığı için seçim istiyor ve bu seçim de, elbette yapılacaktır. Kotalara getirdiğiniz
sınırlamalardan bahsetmiyorum, et ithalatıyla ilgili aldığınız kararlardan
bahsetmiyorum, hayvancılığı nasıl öldürdüğünüzden bahsetmiyorum; ama, siz,
esnafa da, işçiye de, memura da, emekliye de kan kusturtunuz. Şimdi soruyorum,
bütün bir halkı böyle batırdınız da, allahaşkına, siz, kimi kurtardınız? Bu
sorunun cevabını da bir bulmaya çalışın. Çalışmadan, bir emek harcamadan
devleti hortumlayanları siz kurtardınız. HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) –
Birbirlerini kurtardılar... ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) –
Ha, bir de birbirinizi kurtardınız, doğru. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; şimdi gelelim 312 nci maddeye. Bu Hükümet, gerçekten de,
demokratikleşmenin önünü tıkamak için elinden gelen gayreti göstermektedir.
Bunun en açık örneğini, Türk Ceza Yasasının 312 nci maddesinin değiştirilmesi
konusunda görmek mümkündür. Bilindiği gibi, bundan önceki hükümet döneminde,
Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesinin değiştirilmesine ilişkin yasa taslağı
Meclise sevk edilmiş, komisyonlarda hep birlikte görüşülmüş ve nihayet Genel
Kurula indirilmiştir. Bu Yasanın, Eşber Yağmurdereli'nin aldığı mahkûmiyet
kararı üzerine değiştirilmek istendiği malumunuzdur; ancak, bir süre sonra,
Hükümet, kendi hazırladığı bu yasa tasarısının görüşülmesini engellemek yoluna
girmiştir. Peki, ne oldu da bu tavır değişikliği gerçekleşti; bu sorunun
cevabını, birkaç gün önce bu çatının altında Sayın Yıldırım Aktürk ve Sayın
Hikmet Sami Türk'ün ifşaat niteliğindeki açıklamalarıyla öğrenmiş bulunuyoruz.
Eşber Yağmurdereli'yi kurtarmak için hazırlanan yasa tasarısı, Tayyip Erdoğan'ı
mahkûm etmek için rafa kaldırılıyor. Hani siz "kişiye göre kanun çıkmaz,
Erbakan'ı kurtarmak için kanun yapılmaz" diyordunuz. Kişiye göre kanun
çıkmaz diyerek FP'yi eleştirmeye kalkanlara sesleniyorum: Skandal niteliğindeki
bu ifşaatı dinledikten sonra, sizin, hiç mi yüzünüz kızarmadı allahaşkına?! (FP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Peki, ya bir başbakanın,
Cumhuriyet Başsavcısının, kapalı kapılar ardındaki telkinleri ve yine, skandal
niteliğindeki açıklamaları üzerine takındığı tavırlara ne demeli?! Şimdi,
kalkmış, bu yasanın değiştirilmemesi gerektiğini, bu yasa olmazsa, laik cumhuriyeti
korumada devletin acze düşeceğini buyuruyorsunuz; çıkıp, bu kürsüden bu yasanın
gerekliliğini savunuyorsunuz... Bu yasa tasarısı Meclise sevk edilirken,
komisyonlarda görüşülürken aklınız nedereydi? Yoksa, o zaman uyarı almamıştınız
da, ondan mı yürekli birer demokrat oluvermiştiniz?! Siz nerede, demokrasi
nerede, demokrat olmak nerede!.. (FP sıralarından "Bravo" sesleri) AHMET KABİL (Rize) – Ama, siz
karşıydınız... ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) –
Hem, bu iddiada da gerçeklik payı yoktur. Bu yasanın, laik cumhuriyeti korumakla
da hiçbir alakası yoktur. Şimdi, sayıyorum size: Haluk Gerger, Oral Çalışlar,
Fikret Başkaya, Eşber Yağmurdereli, Yaşar Kemal, Akın Birdal, laik cumhuriyeti
yıkmak teşebbüsünde bulundukları için mi bu yasadan mahkûm oldular, bu yasayla
yargılanıyorlar? Bu yasanın, ne zaman, nerede, hangi vatan evladının önüne,
hangi kurgu ve yorumlarla getirilip, konulacağını tahmin edebilmek bile
imkânsız hale gelmiştir. Böyle sübjektif ceza yasası olmaz. Evet, Tayyip Erdoğan'ın
mahkûmiyeti uğruna bu yasadan vazgeçtiniz. Vazgeçtiniz de ne oldu?.. Henüz 40
yaşındaki başarılı bir siyasetçi, şiir okudu diye ömürboyu siyaset yasağıyla
cezalandırılınca, bunu, siz içinize sindirebildiniz mi? Sayın Başbakan
sindiremediğini ifade buyuruyor. Vicdanınız müsterih mi allahaşkına?! Milletin
gözünün içine baka baka "oh oldu" diyebiliyor musunuz? HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) –
Diyorlar... Diyorlar... ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) –
Siz, kapalı kapılar ardındaki müzakereler sonucu bu yasayı değiştirmekten
vazgeçtiniz; ama, merak etmeyin, millet de kapalı sandıklara atacağı, o,
anasının ak sütü gibi helal oylarıyla Tayyip'e ve daha nice fikir ve siyaset
erbabına özgürlüğün kapısını aralayacaktır. (FP sıralarından alkışlar) Ne acıdır ki, bu yasa, uygulamada
sübjektif değerlendirmeler, indi mütalaalarla bir baskı rejimi kurmanın aracı
haline getirilmiştir. Demokratik tepkilerini, siyasal karar organına iletmek
isteyen insanların ortaya koydukları her eylem biçimi 312 kapsamına alınıp
mahkûm ediliyor. Peki, bununla nereye varılacak? El ele tutuşmak suç, şiir
okumak suç, düşüncesini ifade etmek suç, kitap yazmak suç, dernek kurmak suç,
vakıf yöneticisi olmak suç. Siz, bununla nereye varmak istiyorsunuz Allah
aşkınıza?!. Beyler, Türkiye'yi bir sağırlar ve
dilsizler ülkesi haline getirmek kimsenin işine yaramaz. Beyler, düşünceyi
yasaklamak çağdışıdır. Biz, hatalı, hatta yanlış düşüncelerin bile doğruyu
bulmaya katkısı olacağını bilerek tahammül etmeyi öğrenmek durumundayız. Hatalı
olanı dinlemeden doğru olanı nasıl tespit edeceğiz?!. Zaten, demokrasinin de en
temel özelliği bu değil midir? Tek tip insan, tek tip giysi, tek çeşit yemek,
tek tip düşünce olur mu?!. Olursa, buna demokrasi denir mi; olursa, buna
insanlık denilir mi?!. Böyle bir anlayışla ne toplumsal barış sağlanır, ne de
sevgi toplumu oluşur. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bu Hükümet, gerçekten de demokrasi özürlüdür. Kendisine destek
veren partilerin bile onun ara rejim hükümeti olduğu konusunda bir kuşkuları
yoktur. Seçim yasaklarının başladığı ve seçim güvenliğinden, yalnızca, Yüksek
Seçim Kurulunun sorumlu ve yetkili olduğu bir dönemde, Sayın Başbakan
genelgeler yayımlıyor; valilere, kaymakamlara, emniyet yetkililerine hafiyelik
görevi veriyor. Siyasetçilerin peşine düşün diyor; konuşmalarını izleyin, kayıt
altına alın, bir yanlış mı yaptılar hemen enselerinden yakalayıverin!.. Evet,
hazır savcılarımız idamlık iddianameler hazırlamaya başlamış, siz de boş
durmayın diyor valilere, kaymakamlara... Evet, siyaset tehlikeli bir meslek
haline getirildi. Kimin, yarın, nerede, hangi iddialarla suçlanacağı belli
değil. Hukuk rafa kaldırıldı. Siyasetçiler kurgu filmindeki gibi kurgulanmış,
beş, on, hatta yirmi yıl önce söyledikleri iddia edilen sözler dolayısıyla
itham ediliyor, suçlanıyorlar. Kol kırmak, kafa koparmak, idam sehpalarında
sallandırılmak tehditleri vakayi adiye haline getirildi. Peki, bu şartlar
altında nasıl seçim yapacağız?!. Ne diyeceksiniz millete; neyin seçimine
gidiyoruz diyeceksiniz?!. Siyasetçinin güvencesi ne?!. Sanmayın ki, kendi
adıma, kendi partim adına endişe duyuyorum. Bu güvence, yarın sizin için de
gerekli olacak. Bugün benim mum ışığıyla aradığım adaleti, hukuku, Allah
korusun, yarın siz, gün ışığında aramaya kalkışırsanız hiç şaşırmayınız. Ben,
bu güvenceyi, sadece Fazilet Partisi adına değil, bütün siyasî partiler adına
arıyorum. NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Seçim
yapmayalım mı demek istiyorsun?! ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) –
Seçimi yapacağız; gelin, altyapısını, demokratik kanunları, yasaları çıkaralım,
hemen seçim yapalım. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir)
– Sen seçime girmiyor musun? ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) –
Siz, seçimden kaçıyorsunuz; biz seçimden kaçmıyoruz. Siz, sadece seçimden
kaçıyor değilsiniz; demokrasiden kaçıyorsunuz, milletten kaçıyorsunuz;
milletten kaçıyorsunuz siz.(FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir)
– Kendine güven... ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bizim demokrasimiz özürlü bir
demokrasidir. Demokrasinin zaman zaman kesintiye uğradığı, uğratıldığı herkesin
malumudur. Bu nedenle de, muhtıra, darbe siyasî yasak gibi, demokratik bir
ülkede telaffuzu bile yakışık almayan sözcükler, ne yazık ki, günlük
konuşmalarımıza girmiş bulunuyor. Ben, bundan, bir siyasetçi olarak, utanç
duyuyorum. Zannederim ki, demokrat olduğunu iddia eden hiç kimse bu
sözcüklerden pek haz duymaz. Şimdi, deniliyor ki, Sayın
Erbakan'ın siyasî yasağını kaldırmak için mücadele veriliyor. Soruyorum size,
veriliyorsa ne oluyor? Dün, bugünkü Başbakanlık koltuğunda oturan zat siyasî
yasaklıydı; bugün Çankaya'da oturan Sayın Demirel siyasî yasaklıydı... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) FARİS ÖZDEMİR (Batman) – Başkan,
süre bitti. BAŞKAN – Üç yıl üç ay oldu, hâlâ,
Başkanlığa karşı nasıl hitap edileceğini öğrenme becerisini gösteremeyen
arkadaşlarım var; üzgünüm; umuyorum, 21 nci Dönemde daha dikkatli olur;
inşallah üçüncü okuyuşunda öğrenir... Buyurun efendim. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) –
Zannederim ki, demokrat olduğunu iddia eden hiç kimse bu sözcüklerden haz duymaz
dedim. Şimdi Cumhurbaşkanlığı köşkünde
bulunan Sayın Cumhurbaşkanımız da dün siyasî yasaklıydı; hatta, öyle bir siyasî
yasaklı dönemi vardı ki, gazetelerde Süleyman Demirel sözcüğüne ambargo
konulmuştu, o isim bile telaffuz edilemiyordu. Dün, siyasî yasaklı haline
getirilen, Zincirbozanlara sürgünlere gönderilen Demirel, bugün, Cumhurbaşkanı,
Sayın Ecevit de Başbakandır ve bu iki siyasetçi de, yasakların kaldırılması
için her türlü mücadeleyi yaptılar. Peki, Sayın Erbakan siyasî yasaklı olunca
mücadele etmeyecek mi; siyasî yasağı
kalkmayacak mı? Bugün yasaklı olan Sayın Erbakan'ın yarın hangi makamda
olacağını kim bilir? Kim karar verecek buna; mahkemeler mi karar verecek,
yoksa, bu aziz millet mi karar verecek; kuşkusuz, aziz millet karar verecek.
(FP sıralarından alkışlar) "Efendim, Fazilet Partisi
Sayın Erbakan'ın siyasî yasaklılığına karşı çıkıyor; o halde, Refah Partisinin
devamı mı?" Böyle gülünç iddialarla ortaya çıkıp, kimsenin kafasını
bulandırmaya kalkışmayın. Fazilet Partili her milletvekili, eğer, bugün, siyasî
yasaklı konumunda Sayın Ecevit olsaydı aynı mücadeleyi verirdi, Sayın Yılmaz da
olsaydı aynı mücadeleyi verirdi. Biz "bu ülkede siyasî yasak olmasın"
diyoruz. Ha, siz, siyasî yasak koymakla da
kalmamışsınız. Beyler, bir duygu sömürüsüne girecek değilim, buna bizim
ihtiyacımız da yok, gerek de yok; ama, yetmiş küsur yaşındaki bir siyasetçiyi,
otuz yıl bu ülkenin kaderi üzerinde -şöyle veya böyle, beğenseniz de beğenmeseniz
de- etkili olmuş bir siyasetçiyi, üç günde bir, onbeş yıl önce, yirmi yıl önce
yapıldığı iddia edilen kasetler yüzünden mahkemenin huzuruna çıkarıp, getirmek,
kime ne yarar sağlayacak allahaşkınıza? Siz, bundan mutlu oluyor musunuz? Ben
mutlu olmuyorum, acı duyuyorum. Buna Sayın Ecevit muhatap olsaydı, onun için de
acı duyardım. Bir milletvekili olarak, bir vefa borcunun gereği olarak, bu
siyasî yasakların karşısında direnmek gerektiğini ifade ediyorum. Bunun
partiyle, particilikle ne alakası var allahaşkınıza? Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; konuşmamı burada noktalarken, Meclisin açıldığı günden bu
yana, şu son toplantıdan bu yana, ifade edilen sözcükleri, ortaya konulan
tavırları, Türk siyasî nezaketiyle ve siyaset etiğiyle asla bağdaştırmadığımı
ifade ederek sözlerimi bitirmek istiyorum. Elbette bu ülkede birçok insan
olabilir, bu ülkede, Egesellere özenen insanlar da olabilir, bu ülkede idam
sehpalarından bahsederek, aba altından sopa göstererek milletin hür iradesi
üzerine ipotek koymaya yeltenenler de olabilir; ama, unutmayınız ki, bu ülkede,
demokrasiye aşık, inandığı uğurda hayatını feda etmekten asla vazgeçmeyecek
milyonlar da vardır diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Sayın Hatipoğlu, teşekkür
ediyorum. Demokratik Sol Parti Grubunun
görüşlerini arz ve ifade etmek üzere Sayın Temizel; buyurun. (DSP sıralarından
alkışlar) DSP GRUBU ADINA ZEKERİYA TEMİZEL
(İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Başbakan Sayın Bülent Ecevit hakkında verilen ve geçtiğimiz
günlerde gündeme alınan gensoru önergesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu
adına, söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, 16 Şubat
günü, bu Mecliste, 18 Nisan seçimlerinden sonra toplanılmak üzere ara verme
kararı aldıktan sonra, büyük bir çoğunluğumuz gibi, benim de içimde bir
burukluk vardı. Bu burukluk, çok büyük ölçüde 20 nci Dönem milletvekilleri
olarak görevlerimizi gereğince yapıp yapmadığımız, ülkenin çözüm bekleyen
sorunlarına gerçekçi yaklaşımlar getirip getirmediğimiz konularından
kaynaklanıyordu. Belki sizler de düşündünüz, hatta
yapılan konuşmalardan hâlâ düşündüğünüz de ortaya çıkıyor. Keşke şu yasaları
çıkartıp öyle tatile girseydik; 20 nci Dönem Meclisi, kendisinden beklenenleri
hiç değilse büyük ölçüde yerine getirseydi diye düşündünüz. Ancak, herhangi bir
şey yapma olanağı kalmamıştı. Bugün, bu Mecliste, şu yapılmadı,
bu yapılmadı diyen insanların çok fazla geriye değil, sadece dört hafta geriye
dönerek, Meclisin o günkü yapısına bir bakmalarını istiyoruz. Mecliste toplantı
yetersayısını sağlama olanağı kalmamıştı. Defalarca yapılan yoklamalar,
yoklamalardan sonra bir daha yapılan yoklamalar Meclisi çalıştırmaktan
alıkoydu. Bu koşullar altında ne yapılabilirdi: Bu koşullar altında yapılacak olan,
zaten, bir yıl önce alınmış seçim kararı gereği olarak Meclisin bir an önce
tatile girmesiydi ve seçimlerin de demokratik bir sistem içerisinde, sağlıklı
bir şekilde, esenlikle sağlanmasıydı, yapılmasıydı. Demokrasinin bir süreç
olduğunu, yeni kurulacak Meclisin çalışma bakımından bizden daha şanslı
olmasını dileyerek ve Mecliste sağlayamadığımız çoğunluğun, seçimlerden sonra
toplanacak Mecliste halk tarafından sağlanacağı inancıyla Meclisi tatile
soktuk. Evet, bu Mecliste sağlayamadığımız çoğunluğun, şu anda, birkaç gün
öncesini unutarak, çok ağır suçlamalara neden olarak ileri sürdüğümüz
görüşlerin, halk tarafından, önümüzdeki Mecliste sağlanacak olan çoğunlukla
giderilebileceğini umduk ve bu inancımızı da sürekli koruduk, hâlâ da
koruyoruz. Meclisten ayrılırken başka
arkadaşlar düşündüler mi bilmiyorum; ama, ben, inşallah, seçimlerden önce bu
Meclisi bir defa daha toplamak zorunda kalmayız diye bu Meclisten ayrıldım;
çünkü, İçtüzüğümüz, her ne kadar çok açık olarak belirtmiyorsa da, ancak
olağanüstü durumlarda -ki, Allah göstermesin, öyle durumları Türkiye'ye
göstermesin- öyle bir durum olması halinde Meclisin toplanmasını öngörüyordu.
Elbette ki, biz de, Meclisin, ülkenin böyle bir durumla karşılaşmasından sonra
toplanmasını kesin olarak arzu etmiyorduk. Değerli milletvekilleri, 20 nci
Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi çok yoğun şekilde eleştirildi; bundan sonra
da eleştirilmeye devam edecek; ancak, bu Meclisin sadece olumsuz tarafları
sergilenmemeli, olumlu olarak yaptığı işler de hatırlanmalı. 20 nci Dönem, çok
önemli çalışmalar da gerçekleştirdi. 20 nci Dönem Meclis, 4208 sayılı Karapara
Aklama Suçları Hakkındaki Yasayı gerçekleştirdi, 20 nci Dönem Meclisi Trafik
Yasasını çıkardı, 20 nci Dönem Meclisi Haller Yasasını çıkardı, Mera Yasasını
çıkardı, 4325 sayılı Olağanüstü Hal Bölgesi ve Gelişmekte Olan Yörelerde
Yatırımların Teşvikine Dönük Yasayı çıkardı, Sekiz Yıllık Temel Eğitim Yasasını
çıkardı, vergi reformunu çıkardı, vergi reformunu gerçekleştirdi; biraz önce,
anlamsız şekilde ve doğru olmayan bir şekilde eleştirilen Vergi Yasasını
çıkardı. Başlangıçta, şunu kendimiz de çok
açık olarak itiraf edelim ki, birçok konuda bu Mecliste mutabakat sağlanıyordu,
bu konularda sağlanan mutabakat çerçevesinde de Genel Kurul üreticiydi,
üretkendi, yasalar çıkartıyordu. Komisyonlardan tam mutabakat halinde geçirilen
bazı yasalar bir türlü Genel Kurulun gündemine, bu çıkartılan yasaların
dışında, maalesef alınmadı. Bu, birden bire oluşan olayı anlamak mümkün
değildi, Meclis üretimden düşürüldü. Bugün, özellikle 54 üncü hükümet döneminde
tam bir mutabakat içerisinde hazırlanmış olan gümrük yasasının Genel Kuruldan
geçirilmemesinin anlamını hâlâ kavrayabilmiş değilim. Hiç kimsenin tek bir
itirazı yoktu, neredeyse İçtüzüğün 91 inci maddesi uyarınca temel yasalar kapsamında,
geneli üzerinde konuşulup oylanacak bir yasaydı; ama görüşülmedi, neden
görüşülmedi?.. Bunun mutlaka ve mutlaka yanıtının verilmesi lazım. Bankalar yasası. Bankalar
yasasının hangi zorunluluklardan kaynaklandığını hepimiz çok çok iyi
biliyorduk, çok iyi biliyorduk. Nitekim, konuştuk, niye çıkarttığımız konusunda
veya niye çıkartılması gerekliliği konusunda mutabakat sağladık; peki, bu yasayı
niye görüşemedik Genel Kurulda? Defalarca şurada belirli sayıda insan oturdu,
çoğunluk sağlamaya çalıştı, toplantı yeter sayısını sağlayamadı. Bu görüşmeyi
yapmamakla Meclis ülkeye ne kazandırdı, bunun da yanıtını vermek gerek. Neler
engel oldu, Türkiye Büyük Millet Meclisinde tam mutabakat halinde hazırlanmış
olan Bankalar yasasının görüşülmesine? Değerli milletvekilleri, 20 nci
Dönem Meclisinin bir unvanı daha oldu, bilmiyorum, bu, gerçek anlamda bilimsel
bir araştırmaya veya tam bir tesbite dayanmıyor; ama, 20 nci Dönem Meclisi,
bana göre, en fazla soruşturma yapılan; fakat, en az sonuç alınan bir Meclis
oldu. Yolsuzluk, usulsüzlük iddiaları havalarda uçuştu, Meclis, zamanının büyük
bir kısmını bu soruşturmalara ayırdı; ancak, Meclisin bu konulardaki başarısı,
sivil yurttaş girişimleri kadar bile olamadı. Bu da, Meclisimizin, 20 nci Dönem
çalışmaları için, altı çizilmesi gereken bir olay. Ancak, 20 nci Dönem Meclisi,
demokrasimiz adına da sevinilecek bazı gelenekler oluşturdu; azınlık
hükümetleri demokratik sistemimizde yer buldu, uzlaşma kültürü gerçekten
gelişti, uzlaşıldı, birçok konuda uzlaşıldı. Şu anda, Başbakan hakkında ve
hükümet hakkında verilen gensorusunu görüştüğümüz 56 ncı hükümet de, bu kültür
gereği olarak oluştu, kuruldu. Türkiye Büyük Millet Meclisinde 61 üyesi olan
bir parti, 306 oyla güvenoyu alarak, ülkeyi seçimlere taşıma sorumluluğunu
üstlendi. Bugün "61 milletvekiliyle yarım yamalak hükümetler
kurulmuştur" diye Başbakanı eleştirenler, hükümete güvenoyu vermiş olan
306 milletvekilini yok sayıyorlar; demokratlık adına demokrasiyi çiğniyorlar.
306 milletvekilinin verdiği güvenoyuyla güvenoyu almış ve çalışmaya başlamış
bir hükümet, eğer ararejim hükümetiyse, bu insanların demokratlığından da,
demokrasi mücadelesinde de kuşku duymak bizim hakkımız. Birkaç gün önceki gensoru
görüşmeleri karşısında, Sayın Ecevit, Parlanmento çoğunluğuna karşı mücadele
etmekle suçlandı. Değerli arkadaşlar, Sayın Ecevit,
Parlamento çoğunluğuna karşı mücadele etmiyor. Sayın Ecevit, ülkenin istikrar
içerisinde yönetilmesi için mücadele ediyor. İstikrarsızlığın ve belirsizliğin,
ülkeyi, ekonomik olarak, sosyal olarak nerelere sürükleyebileceğini görüyor,
onun önünü kesmek için çabalıyor, onun mücadelesini veriyor. Ülkeyi esenlik
içerisinde seçimlere götürmeye söz vermiş biri olarak, kararlılıkla, verdiği
sözü yerine getirmeye çalışıyor. Böylece, verdiği bir sözü kararlılıkla yerine
getirmeye çalıştığı için, ülkenin bir belirsizliğe sürüklenmemesi için
uğraşması nedeniyle, gensoru verilen ilk Başbakan unvanını da kazanmış oluyor. Değerli milletvekilleri, bugün
gensorusunu görüştüğünüz bu hükümet ne yaptı; gerçekten bu hükümet ne yaptı?
Devletin yükümlülüklerini mi yerine getirmedi? 56 ncı hükümet kurulduğu zaman,
görev süresi olarak belirlenmiş olan dört ay içerisinde 24,5 milyar dolar borç
ödemesi söz konusu idi, bu yükümlülüklerini ocak ayında 6,8 milyar dolar, şubat
ayında 5,7 milyar dolar olmak üzere, kuruşu kuruşuna yerine getirdi. Mart ayı
boyunca 5 milyar dolar, nisan ayında da 6,7 milyar dolarlık bu yükümlülüklerini
yine yerine getirecek. Üstelik, bu yükümlülüklerin -yine bazı arkadaşlarımızın
gerçekten çok sorumsuzca ifade ettiği gibi- devletin devamlılığı gereği, ta
1977 yılının haziranından geldiği, bunun tutarının da 1,6 katrilyon lira
olduğunu burada ifade etmek istiyorum. Devlette bir devamlılık vardır ve
üstelik, devleti yönetenlerin kim olduğu, ne zaman yaptıklarına bakılmaksızın
bu yükümlülükler yerine getirilir. Dolayısıyla, bir hükümetin "şu kadar
fazla borç ödüyorsanız onu siz yaptınız" diye suçlanması gerçekten tutarlı
değildir. Peki, ne yaptı bu hükümet; buğday
üreticisine, pamuk üreticisine, şekerpancarı üreticisine, kısacası tüm
çiftçilerimize karşı yükümlülüklerini mi yerine getirmedi?! Aksine, 485 trilyon
lira kaynak yarattı ve bunu çiftçimize ödedi. Kalan yükümlülüklerini de, zamanı
geldiğinde, kuruşu kuruşuna yerine getirecek. Peki, ne yaptı bu hükümet;
binlerce kişiyi devlet kadrolarına mı doldurdu, geçici işçileri işten çıkarıp
kendi yandaşlarını mı işe aldı?! Aksine, daha önceki dönemlerde işe girmiş;
ancak, iş güvencesinden yoksun 50 bin dolayındaki geçici işçiyi sürekli hale
getirdi. Devlet kadrolarına alınacak insanlar için merkezî sınav sistemi
getirdi. Partizanlığı engelledi, kayırmacılığı engelledi. Peki, ne yaptı bu hükümet; devlet
kurumlarını mı işletmedi, hırsızlıklara, yolsuzluklara göz mü yumdu?! Değerli arkadaşlar, ne yaptı bu
hükümet; terörizmle gereği kadar mücadele etmedi mi; terörizme karşı devlet
kurumlarının çalıştırılmasında zafiyet mi gösterdi; onbeş yıldır yakalanmayan
terörist başının yakalanmasını siyasî malzeme aracı mı yaptı; bunu seçimler
için mi kullandı? Peki, ne yaptı bu hükümet;
dışarıda, Türkiye'nin itibarını mı zedeledi; dünya ekonomik krizinden ülkeyi en
az hasarla çıkarmak için 55 inci hükümet döneminden beri getirilen çabaları
devam ettirdi, onun dışında başka bir şey mi yaptı ve bunu da kararlılıkla
sürdürdü. Başkent Ankara'nın varlığını tüm
dünya yeniden hatırlamadı mı değerli arkadaşlar; artık, Batılıların, bugün
"bir Başkent Ankara vardır, oradan geçmek zorundasınız" demelerine
neden olmadı mı? Peki, ne yaptı bu hükümet;
enflasyonu mu azdırdı; yoksa, yıllardan beri ilk kez yüzde 50'lerin altına
inmesini mi sağladı; döviz rezervlerimizi mi eritti; yoksa, Haziran 1997'de 16
milyar dolar olan rezervlerimizin 55 inci ve 56 ncı hükümet dönemlerinde 21
milyar dolara yükselmesini mi sağladı; seçime gidiyorum diye popülist
davramışlar mı sergiledi; yoksa, ekonominin ve sosyal yaşamımızın gereklerini
yerine getirmekle mi yetindi; seçim ekonomisi mi uyguladı? Sağduyu sahibi hiçbir
milletvekili, bu konularda, ne Sayın Ecevit'i ne de hükümetini suçlayabilir.
Zaten, gensoruda da bu konularla ilgili hiçbir suçlama yok. Ne deniliyor
gensoruda "bazı milletvekilleri tarafından başlatılmış olan Meclisi
toplama ve genel görüşme istekleri, Sayın Ecevit tarafından 'sivil darbe
girişimi' olarak değerlendirilmiş." Peki, buna karşılık, Sayın Ecevit,
perşembe günü yaptığı konuşmada ne dedi: "Meclisin kısa süre önce büyük
bir çoğunlukla aldığı seçim kararını erteleyelim girişimini toplumun çok geniş
kesimi sorumsuzluk olarak algıladı, ben de o şekilde algıladım ve dilimin ucuna
gelen bu sözü söyledim." Değerli arkadaşlar, şimdi, bu
laflar, ben değil daha önce konuşan arkadaşlarım tarafından ifade edildi ve çok
net olarak denildi ki: "Sayın Ecevit, nezaketi Türk siyasî yaşamına
taşıyan, nezaketin siyasî yaşamımızda yer bulması için çabalayan liderlerimizden
birisidir. Yine Sayın Başeğmez'in deyimiyle,
demokrat kimliği ve kişiliğiyle şöhret bulmuş bir insandır. Hiçbir
milletvekilini incitecek, rencide edecek bir ifadeyi kullanmaz, kullanmamıştır
da; ancak, doğruları savunmaktan ve söylemekten de geri kalmaz. Yaşamı boyunca
antidemokratik uygulamalara karşı mücadele veren, demokratikleşme uğraşında
risk alan bir insanı, demokratikleşme çabalarının karşısında göstermek de,
hakkaniyetle bağdaşmaz. Biz, hangi nedenle olursa olsun,
parlamenter çalışmalardan koptuğunu ya da koparıldığını düşünerek tepki koyan
ya da çözüm üreten arkadaşlarımızın çabalarını, insanî bir davranış olarak
görüyoruz. Gerçekleştirilemeyen işlemlerin gerçekleştirilmesi konusundaki
çabalarını da anlayışla karşılıyoruz; ancak, şurada seçimlerin yapılmasına
sadece 29 gün kaldı. 29 gün sonra kurulacak Meclis, tüm bu çalışmaların hepsini
gerçekleştirebilir, zaten gerçekleştirmek de zorundadır. Üstelik, sağduyusuna güvendiğimiz
halk, bu Parlamentoyu, neyi istiyorsa, neyin gerçekleşmesini istiyorsa, onları
yapacak şekilde oluşturur, onları yapacak insanları getirir. Yani, bazı
konularda haklılığımıza güveniyorsak, halkın bunun gereğini yerine getireceğine
de inanmak zorundayız. Yani, Meclis, halktan alacağı güçle, halktan alacağı
taze güçle, mutlaka yapılması gerekenleri yerine getirir; demokrasiye inanç bu
demektir zaten. Bu çatı altında görev yapmak, elbette çok şerefli bir görevdir;
elbette ki şereflidir; ancak, halka hizmet etmenin yolu, mutlaka bu çatı
altında bulunmakla da sınırlı değildir. Halka hizmetin birçok yolu vardır,
birçok yöntemi vardır, onlar da gerçekleştirilir. Biz, hiçbir milletvekilinin
kırgınlığının, ülkeyi belirsizliğe sürükleyecek kadar büyük olmadığını
düşünüyoruz. Sayın Öymen konuşmasında, verilen
gensoruyu ciddî bulmadıklarını, hem daha önceki konuşmasında hem de bugün ifade
ettiler. Sayın Gözlükaya da, gensoru dışında burada her şeyin konuşulduğunu
söylediler. Doğru; çünkü, gensorunun üzerinde konuşacak herhangi bir şey
yoktur; ya hükümetin mevcut konumunu ortaya koymak suretiyle, ne yaptı bu
hükümet de gensoru veriyorsunuz diye sormak zorundayız ya da bu hükümetle hiç
ilgisi olmayan birtakım hesaplaşmaları buraya getirmek zorundayız. Başka ne
konuşulabilir ki böyle bir gensoru üzerinde? O nedenle, bu gensoru üzerinde,
biz de, fazla konuşacak bir şey bulamıyoruz; pek ciddî bulmuyoruz, kesin ciddî
bulmuyoruz; ancak, gensoru bahane edilmek suretiyle bazı gerçeklerin burada
saptırılmasını da, açık söylemek gerekirse, pek doğru bir hareket olarak
algılamıyoruz, doğru bulmuyoruz. 20 nci Dönemde, çoğunluk hükümeti,
sadece 54 üncü hükümet idi; yani, 54 üncü hükümet, bu Parlamentonun tek
çoğunluk hükümetiydi 20 nci Dönemde. Değerli arkadaşlarım, bu yasalar,
bugün çıkarılmadığı, dolayısıyla demokratikleşmenin engellendiği, önünün
kesildiği konusunda bu kadar söz söylenen bu yasalar, neden 54 üncü hükümet
zamanında, bu çoğunluk hükümeti zamanında çıkarılmadı? AHMET KABİL (Rize) – 312'yi niye
değiştirmediler? ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) – Bunun
yanıtını vermek gerek. Bütün bunların hepsini bir tarafa koyup da, sadece, şu
anda, 61 kişiyle kurulmuş bir hükümeti eleştiriyorsunuz; sonra da, 61 kişilik
bir hükümetin bu yasaları çıkarmadığı konusunda, onu yerden yere vurmaya
çalışıyorsunuz. Bunun, vicdanla bağdaşır, mantıkla bağdaşır bir yanı var mı?
Bir daha tekrarlıyorum, 54 üncü hükümet, bu Parlamentonun tek çoğunluk
hükümetiydi. Niye çıkarmadı?.. Niye getirilmedi, neden görüşülmedi buralarda?..
Bunların yanıtını vermeden, başkalarını sürekli suçlamak suretiyle belli
şeylerden kurtulacağınızı sakın düşünmeyin. Halk bunu görüyor, şurayı izliyor
ve verilmiş olan bu gensorunun da, bu Mecliste, nasıl büyük bir ilgiyle
izlendiğini de büyük bir ihtimalle görüyordur. Değerli milletvekilleri, uzlaşma kültürü,
demokratik kültürün bir parçasıdır. Azınlık, hükümeti kurdu, sorumluluk
üstlendi diye insanları eleştirmek, bu demokrasi kültürünün içerisinde yoktur.
Demokrasi kültüründe, hükümetler, yaptıklarıyla eleştirilir, yapmadıklarıyla da
eleştirilir; ama, uzlaşma kültürüne dayanarak sorumluluk üstlendi diye bir
hükümetin eleştirilmesi, gerçekten üzücüdür. Ben, yeni üstlendiğim misyon
gereği, vergiyle ilgili olarak defterimi kapattığımı zannediyordum; ama,
kapattım. Şu Parlamentoda, rekorlar kırarak bir vergi reformu tartıştınız,
konuştunuz; orada her konuda, her türlü yanıtı aldınız, halkın yararına olan
düzenlemeleri gördünüz; halk da bunların hepsini görüyor. Sadece çarpıtarak bu
hükümeti, geçmiş hükümeti eleştirmenin herhangi bir anlamı yoktur, zaten buna
da pek fazla kimse değer vermeyecektir. Değerli milletvekilleri, şu sözümü
bir defa daha tekrar etmek istiyorum: Biz, hiçbir milletvekilinin kırgınlığının
ülkeyi belirsizliğe sürükleyecek kadar büyük olmadığını düşünüyoruz. Herkes, bu
halka hizmet için, siyaset yapmak için mutlaka yeni yöntemler bulur, mutlaka
yöntem bulur. O nedenle de, gensoru oylamasında sağduyunun hâkim olacağına
kesinlikle inanıyoruz. 56 ncı hükümete, Ecevit Hükümetine
güvendiğimizi bir daha belirtmek suretiyle, hepinize saygılar sunuyoruz. (DSP
ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Temizel, teşekkür
ediyorum. Demokrat Türkiye Partisi Grubu
adına görüş ifade etmek üzere, Sayın Yılbaş; buyurun. (DTP sıralarından
alkışlar) Efendim, Grubunuz hayırlı olsun. DTP GRUBU ADINA MAHMUT YILBAŞ
(Van) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum; şahsınızda, Yüce Meclise saygılarımı
sunuyorum. Gerçekten, grup olarak kürsüyü
kullanmada bir ara verdik. Bu olağanüstü toplantının herhangi bir işe
yaramadığı düşünülüyorsa, bu, hiç olmazsa bizim açımızdan yersiz bir
değerlendirmedir; biz de böylece, seçime giderken bir grup kurmuş olduk. Sayın Başkanım, değerli
arkadaşlarım; bu gensoruda, Sayın Bülent Ecevit Başkanlığındaki 56 numaralı
hükümete verilen gensoru önergesinde imzam yok. Gündeme alınması konusunda da
olumlu oy kullanmadım; ancak, gündemdeki konuşmaları izlerken, bazı
düşüncelerin, burada, bir kez daha dile getirilmesinin yararlı olacağı, faydalı
olacağı veyahut da gerektiği inancıyla söz aldım. Şimdi, bir taraftan, gensoru
önergesine bağlı gerekçeye baktım; öbür taraftan da, Sayın Başbakan, gensoru
önergesi konuşulurken yaptığı konuşmada neler söylemiş, tutanaklardan onu
çıkardım. Yine kararsızdım; ancak, Demokratik Sol Partinin buradaki konuşmacısını
dinledikten sonra, buraya çıkıp, birtakım şeyleri ifade etmenin zaruret olduğu
sonucuna vardım. Herhalde, Sayın Sözcü, Meclisteki son konuşmasını yapması
sırasında, buradan İstanbul seçmenine de selam göndermeyi bir fırsat edindi;
onu da kullandılar. Gensorunun 20 nci Dönem
milletvekillerine mi verildiğini, yoksa, 56 ncı hükümete mi verildiğini ben
anlayamadım; çünkü, sürekli olarak, burada, 20 nci Dönemin faaliyetlerinden
bahsettiler ve bu arada da, tuttular, vergi yasasından söz ettiler. Vergi yasasında
kendisiyle çok karşı karşıya geldik ve ondan sonra da kamuoyunda... ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) –
Sayın Başbakan çıkıyor... Tahammülü yok. MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, bir kez daha, buraya gelmenin hikmeti olduğunu anladım. Sayın
Başbakan, bir grup başkanının hükümet hakkında neler söyleyeceğine önem
vermeden, hiç aldırmadan ve... İBRAHİM YAVUZ BİLDİK (Adana) –
Tokalaşarak gidiyor; sen işine bak!.. MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, demek ki, demokratikliğin ve demokrasinin sonu, böyle, laf
atmalara kadar gidermiş. Buraya geldikten sonra demokrasi konusundaki
tecrübelerini bir hayli geliştirmişler ve bu salonda, Genel Kurulda laf atmak
konusunda birinciliği kimseye bırakmıyor bu Demokratik Sol Parti Grubu. ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Senden
öğrendik! İBRAHİM YAVUZ BİLDİK (Adana)
– Sen işine bak! MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, Sayın Başbakan şunu söylüyor: "Ben, bu gensorunun niçin
verildiğini anlayamadım ve 1960'tan bu tarafa da Genel Kurulda, Mecliste en çok
sayıyla güvenoyu alan hükümet benim." Doğru; 306 milletvekili güvenoyu
vermiş; ama, yasalara göre güvenoyu bir tapu işlemi değildir ki. Bu milletin
iradesini, 306 milletvekili, sizlerle beraber tapu dairesine gidip de terkin
ettirmemişler ki... Verilen güvenoyu, sizleri izleyeceğiz, sizleri takip
edeceğiz ve o zaruretler içerisinde de, eğer başarılı olursanız, sizin
yanınızda olacağız anlamına gelir. Yoksa, bir terkin işleminde, irade
terkininde bulunmamıştır Yüce Meclis. Hele hele, şahsen ben -diğer
arkadaşlarımı bilmem- eğer Sayın Ecevit'in, kendisine güvenoyu vermemden iki ay
sonra çıkıp da bu Mecliste, Meclisin olağanüstü davetini bir sivil darbe olarak
vasıflandıracağını bilseydim, iki elim buradan olsun ki, ona, ben güvenoyu
vermezdim. Demek ki, güvenoyumuza layık bir yapıda değilmiş 56 ncı hükümet ve
Sayın Başbakan... A. TURAN BİLGE (Konya) – O zaman
305 olurdu... Sen vermezsen ne olurdu yani... MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Bu
mantıkla siz bir yere varırsınız; ama, orada kendinizi bütün olarak bulur
musunuz bulmaz mısınız bilmiyorum. Değerli arkadaşlarım, yine
bakıyoruz, Sayın Hükümet Başkanının, Sayın Başbakanın gensoru önergesi
verilmesine bakış açısına; diyor ki: "Ben, seçimle geldiğim bir yerde,
hiçbir zaman, kesinlikle demir atıp kalmadım. Seçimle geldiğim yerde,
istenmediğim zaman gereğini yerine getirdim." Bu, doğru. Sayın Ecevit'in,
Sayın Başbakanın geçmişine baktığımızda, bu, doğru. Hatta ve hatta, kendisine
herhangi bir işaret dahi gelmeden, hükümeti bırakıp gittiği de olmuştur; ancak,
değerli arkadaşlarım, acaba, o Ecevit, bu Ecevit mi, bugünkü Ecevit mi? Acaba,
bugünkü Ecevit, o zaman, seçimle geldiği yerde, istenmediği zaman çekip
gitmesini bilen Ecevit mi? İşte, bugün, bizleri tereddüte
sevk eden bu; çünkü, değerli arkadaşlarım... HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Allah
ıslah etsin sizi!.. MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Senin
gibi birisi olsaydım ıslaha muhtaçtım; ama, ıslah olacak bir tarafım yok benim.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Sizin
gibi!.. Sizin gibi!.. MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Yok,
hayır; ferdî oldu, çoğul hale getirmeyeyim. Liderinin peşinde koşan bir insan
eğer ıslah olmazsa, benim gibi özgür bir insanın ıslahını isteyen bir
zihniyetin takdirini, hem Yüce Meclise hem de Yüce Millete bırakıyorum. Değerli arkadaşlarım, bu konu,
gerçekten, altının çizilmesi gerekli olan bir mesele. Sayın DSP sözcüsü de
söyledi "gensoruya karşı Sayın Başbakanımız cevap verirken - bir sivil
darbe sözü tutturuldu- Sayın Başbakan ve biz, ülkede istikrar, ekonomik istikrar,
siyasî istikrar, sosyal istikrarı sağlamak için Genel Kurulun, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin çoğunluk talebine karşı olduk" dedi. Belki sayın sözcü,
yaş itibariyle o günleri çok iyi hatırlamazlar -çünkü, Mecliste çok genç
arkadaşımız var- ama, ben yaşta olanlar çok iyi bilirler; ülkede huzuru,
sükûnu, istikrarı sağlamak için zaman zaman yapılan hareketlerde, radyolarda
-televizyonlar yokken- verilen, okunan bildirilerde de aynı şeyler söylenirdi:
"Parlamenter rejimi... İstemeyerek, ülkenin huzurunu, ülkenin bütünlüğünü,
sosyal istikrarı sağlamak için mecbur kaldık rejime ara vermeye." Acaba,
sayın sözcü böyle bir alışkanlığı mı ifade etti; yoksa, böyle ara vermeler
şekil değiştirdi de, bunun sözcülüğünü ve uygulamasını Sayın Ecevit'e mi
bıraktılar? Bu nasıl zihniyettir arkadaşlar; hem adı demokratik olacak hem de
bu kürsüye gelecek demokrasiden bahsedilecek ve ondan sonra da, burada, keyifle
denilecek ki, Parlamentonun çoğunluğuna karşı, biz, siyasî istikrarı, ekonomik
istikrarı, sosyal istikrarı sağlamak için karşıyız... Bunun neresi
demokrasidir?! Değerli milletvekili arkadaşlarım,
kavramlar birbirine karıştı. Ülkenin, gerçekten, gözardı edilen durumu ve
sıkıntı olarak, gündemin birinci maddelerine, ikinci maddelerine oturtulan
konulardan başka, en fazla üzerinde durulması gereken husus bazı şeylerin
itiyat haline getirilmesi ve onun yarattığı mahzurun ne olduğunu bilmemek. Koca bir bakan, grup adına konuşan
bir kişi, gelmiş burada demokrasi dersi veriyor ve o dersi verirken de
kelimelerinin her biri demokrasinin karşıtı olan sözcükler. Eğer, bu
memlekette, bu ülkede istikrarı sağlayacaksa, Türkiye Büyük Millet Meclisi
sağlayacaktır! (DTP veFP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Eğer, bu ülkede huzur sağlanacaksa, bu Meclis sağlayacaktır! Eğer... Bir değerli arkadaşın -ki,
o zaman, Tüzük gereği söz söylemeye fırsatımız yoktu- bir sözcüğü oldu burada
"omuzlar üzerinde baş kalmayacak, koparılacaktır" dendi. Kendini ne
zannettiydi?! Bu söz, bu Meclisi, Genel Kurulu zaman zaman idare eden, o makamı
işgal eden bir kişiye yakışmaz! Artık, biz, demokrasi denilince,
demokrasinin ne olduğunu doğru dürüst anlamak ve anlatmak mecburiyetindeyiz;
anlamadığımız takdirde, anlatmadığımız takdirde, bir gün, bu halk, demokrasi
dersini, anlamak istemeyenlere, anlatmak istemeyenlere çok iyi anlatır. Değerli arkadaşlarım, zaman zaman,
yine gensoru görüşmeleri sırasında, dürüstlükten bahsedildi, doğruluktan
bahsedildi ve şeffaflıktan bahsedildi. Benim anlayamadığım bir konu var ve
nerede bunu söylediysem halkım, büyük bir infial ve suskunluk içerisine
giriyor. Düşünebiliyor musunuz, bir eski başbakan hakkında, ilgili soruşturma
komisyonunda oylama yapılıyor, karar veriliyor, Büyük Millet Meclisi Başkanının
defaatle istemesine rağmen, o komisyon, tutanakları ve aldığı kararı yazılı
hale getirip, Yüce Mecliste görüşülmeye getirmiyor... Acaba, o kimdir, o
milletvekili kimdir ve o milletvekili, acaba, genel başkanı tarafından nasıl
taltif edilmiştir? Listeye konmuş mudur; konmamıştır. İşte, değerli
arkadaşlarım, dürüstlük dersi vermek isteyenler, bu ülkeye örnek olmak
isteyenler... HALİL ÇALIK (Kocaeli) – DSP'ye
gelsinler... MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – lütfen, bu ülkeyi, insanlarını kör ve
sağır zannetmesinler. Bunun hesabını vereceklerdir ve bizler, vermeye mecbur
edeceğiz. Şimdi, bir de, seçimlere şu kadar
zaman kaldı, gensoru verilebilir mi?.. Bu gensorunun verilmesini önleyen bir
anayasal hüküm mü var allahaşkına, bir tüzük mü var?! Varsa, lütfen gelsin
arkadaşlarımız burada söylesin, desinler ki, siz, bu gensoruyu veriyorsunuz;
ama, Anayasanın filanca maddesine, İçtüzüğün filanca hükmüne göre, bu, olmaz
arkadaş. Gensoruyla, bildiğimizi kadarıyla_ Çünkü, öyle diyorlar, zaman zaman
da çıkıp öyle diyorlar "hayatta en kötü şey, okuduğunu anlayamayan,
yaşadığını anlayamayanlardır." (DSP sıralarından "doğrudur"
sesleri) O zaman, kendinize ve Başbakanınıza söyleyin. Değerli arkadaşlarım, 99 uncu
maddede böyle bir hüküm yok. Yüce Meclis, arzu ederse, isterse, arifeye kadar,
gelir, Meclisi toplantıya çağırır ve o arife gününe kadar, burada
konuşulmasını, görüşülmesini, Türk Halkının bilgisine, ıttılaına sunulmasını
istediği her şeyi getirebilir. Bunu önlemek kimsenin haddine değildir. Desinler, sivil darbe desinler ve
onunla da yetinmiyorlar, meydanlara çıkıp "işte, filanca zat tarafından
söylenen söz, halkın hissiyatının ifadesidir" diyorlar. O zaman denilir
ki, Sayın Başbakan, sana ne gerek kaldı; eğer, başkaları halkın duygularını ve
düşüncelerini ifade ediyor ise, sizin Başbakanlığınıza ne gerek kaldı... Değerli arkadaşlarım, bunların
hepsi, bir siyasî mücadele adı altında, kırk yıllık, kırkbeş yıllık siyasette
edinilmiş olan -müspet anlamda ifade etmiyorum- birtakım siyasî oyunların,
siyasî tecrübelerin sergilenmesinden başka bir şey değil. Nihayet, benim siyasî
hayatım, iki veya üç yıllık. Tabiî, kırkyedi yıllık insanlarla burada mücadele etme
gibi bir iddia içerisinde değilim; ama, şunu da gayet iyi biliyorum ki, hiç
olmazsa, kısa zamanım olduğu için, sevap torbamda benim bir şey yok, boş, bir
şey veremedim ben; ama, günah torbamda da bir şey yok, kötülük de etmedim. Değerli arkadaşlarım, kırkyedi
yıldır Türk siyasetinin önünde olanların, sevap torbalarında bir iki tane
kırıntıya karşılık, günah torbaları ağzına kadar dolu. Bu ülkenin önünü
tıkadılar, hâlâ da tıkıyorlar. Bugün, bir vesileyle, terörle ilgili bir konuda
varılmış olan aşamayı, güya, kendilerine mal etmeyenlerin; ama, bilvasıta, o
tekniğin, kırkyedi yıllık tekniğin, tecrübenin her türlü özelliğini kullanarak,
Başbakanlık önünde mikrofonlar kurdurup haber bültenciliği yapanların, bugün,
bu konuşmada, terörün son günlerde tırmanma gösterdiği konusunda bir tespitleri
olmuştur ve o tespiti de, değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
olağanüstü toplantıya davetinin nedeni olarak göstermiştir. Eğer, bir ülkede, o ülkenin
meclisi boşluk yaratıyorsa, o ülkenin meclisi sosyal, siyasal, ekonomik
çalkantılara sebebiyet veriyorsa, bunun nedeni ise, ara kaynağı ise, o
meclisin, herhalde, sonunun geldiği düşünülür; ama, biraz evvel sözcüler de
ifade etti, 20 nci Dönem, bugüne kadar birtakım işlemlerde bulunmuştur; en
azından, belki son zamanda badem ağacı çicek açmıştır ve burada, çile
çiçekleriyle birlikte özgürlük çiçekleri açmıştır. Geç olmuştur; ama, olmuştur.
Bu Meclis, mutlaka ve mutlaka, çile çiçeklerinin çektiğiyle, özgürlük
çiçeklerinin ürünlerini toplayacaktır, toplamalıdır; demokrasi adına
toplamalıdır, ülkenin geleceği adına toplamalıdır! (DTP, CHP ve FP sıralarından
alkışlar) Eğer, toplamadığınız takdirde... Değerli arkadaşlarım
"birtakım kanunlar var, nasıl olsa 21 inci Meclis o işi çözümler"
diyorlar. Tabiî, o meclise bugünden başarılar dilemek isterim; ama, listelere
şöyle bir baktığımda da, kimlerin ön sıralarda, liderleri tarafından
yerleştirildiğini, kimlerin bulunduğunu, avukatların... MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) –
Önseçimle gelenler de var... İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir)
– Sizi yerleştirmediler herhalde bir yerlere... MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Efendim,
Allah'a çok şükür, bizim öyle bir derdimiz yok. Biz küskün değiliz -tenzih de
ederim- olağanüstü toplantıya çağıran arkadaşlarımız, hiçbir şeye küskün değiller.
Belki, kendi genel başkanlarına ve onlara yakın olan kadrolara karşı biraz
kızgındırlar; ama, ülkeye küsme olmaz, millete küsme olmaz, devlete küsme
olmaz. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Yılbaş, buyurun
efendim; ek süre veriyorum. MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Bu
bilinci, en fazla, bu Genel Kurulu toplantıya çağıran o imza sahibi
arkadaşlarım taşımaktadır. Onun için, onlarla beraber, seve seve, o davete
imzamı attım ve sonucu mutlaka alınacaktır. Bütün Türkiye ve dünya, bunu
görecektir. Demokrasinin, son anda, nasıl ki selin önünden kurtarıldığını, 20
nci Meclis, 20 nci Dönem bunu gösterecektir. Hepinizi saygıyla selamlıyorum
efendim. (DTP, FP ve CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Yılbaş, teşekkür
ediyorum. Efendim, ben, izin isteyeceğim... Saat 17.10'da toplanmak üzere,
birleşime ara veriyorum. Kapanma
Saati : 16.52 Açılma Saati
: 17.10 BAŞKAN :
Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU KÂTİP ÜYELER
: Hüseyin YILDIZ (Mardin), Ahmet DERİN (Kütahya) BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 59 uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. Çalışmalarımıza kaldığımız yerden
devam edeceğiz. IV. —
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE A)
GÖRÜŞMELER (Devam) 1. — Kars
Milletvekili Y. Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşının, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasının sivil darbe girişimi olarak
nitelendirdikleri ve demokratikleşme çabalarını engelleyici tutum
sergiledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri
hakkında verdikleri gensoru (11/22) (Devam) BAŞKAN – Hükümet?.. Hazır, yerini
aldı. Anavatan Partisi Grubunun
görüşlerini arz ve ifade etmek üzere, Sayın Yüksel Yalova... TAHSİN BORAY BAYCIK (Zonguldak) –
Sayın Başkan, biraz evvel konuşan Sayın Yılbaş, yanlış bir beyanda bulundu,
tutanaklara geçmesi için bunu düzeltebilir miyiz? BAŞKAN – Sayın Yalova'yı kürsüde
bekletmeyeyim, talebinizi daha sonra
alayım efendim. Sayın Yalova, buyurunuz efendim. ANAP GRUBU ADINA YÜKSEL YALOVA
(Aydın) – Sayın Başkanım, muhterem milletvekilleri; Kars Milletvekili
Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşının, Başbakan Sayın Bülent Ecevit ve Bakanlar
Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi üzerinde Anavatan
Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi,
partim adına, şahsım adına, en üstün saygılarımla selamlıyorum. Değerli Başkanım, benden önce söz
alan değerli grup sözcüsü arkadaşlarım, Anavatan Partisinin de cevaplaması
gereken bazı sorular sordular. Sayın Altan Öymen'in -ki, hukuk devleti
kavramına, inancına saygı duyduğumuz bir parlamenterdir- partimiz genel
başkanıyla ilgili konuşmasını izlediğimde, kendisine sunabileceğim tek yanıt
şu: Cumhuriyet Halk Partisinin içinde bulunduğu durumu aşmanın, bu baraj
konusundaki korkuyu aşmanın tek çaresi olarak, alıştığı üslup itibariyle, Sayın
Mesut Yılmaz'ın Yüce Divana gönderilme arzusu olduğunu görmek, doğrusu
alıştığımız bir üslubun tekrarı oldu. Doğru Yol Partisi Grubu adına söz
alan Sayın Mehmet Gözlükaya "biz kaderimize razı olduk" dediler.
Kendilerine iyi şanslar diliyorum Doğru Yol Partisi olarak. DTP Grubu Başkanı Sayın Mahmut
Yılbaş, sözlerinin başında "seçime giderken" ifadesini kullandılar.
"Seçime giderken" ifadesinin DTP tarafından tekrarlanmış olması, Yüce
Meclisin kaç gündür burada vermiş olduğu daha önceki kararların uygulanması
yönündeki kararının doğruluğu konusunda bir başka delili teşkil etmekte. Bu arada, Fazilet Partisinin
sözcüsü Sayın Ömer Vehbi Hatipoğlu arkadaşım bazı sorular sordu, hukukun
siyasallaşması tehlikesine işaret buyurduktan sonra "bu meydanlara çıkıp
da siz ne anlatacaksınız" dedi. Şahsı
adına söz almış olsaydı, belki bu ricayı yerine getirmemezlik etmem anlayışla
karşılanabilirdi; ama, Fazilet Partisi Grubu adına söz aldığına göre
-bilmiyorum burada mıdır arkadaşım- ben, hem burada millî iradenin temsilcisi
siz saygıdeğer milletvekillerine hem de yarın çıkıp alnımızın akıyla o
meydanlarda değerli, aziz milletimize ne anlatacağımı, bu ricayı bir emir kabul
ederek, burada takdirlerinize sunmak istiyorum. Sayın Ömer Vehbi Hatipoğlu
arkadaşım, 312 nci maddeyi, demokratikleşme konusunu ve Siyasal Partiler
Kanununu kendi görüşleri çerçevesinde ifade buyururken, özellikle 55 inci
cumhuriyet hükümetinin uygulamalarıyla ilgili, Sayın Mesut Yılmaz'ın
başkanlığındaki hükümetin çalışmalarına ilişkin -Anavatan Partisinin hiçbir
şekilde kabul edemediği gibi milletimizin de hiçbir şekilde kabul edemeyeceği-
birtakım suçlamalarda bulundu. Ben, kendisine, sorduğu sorularla sınırlı olmak
kaydıyla, örneğin, 55 inci cumhuriyet hükümeti döneminde kapatılmış bir tek
Kur'an kursu olmadığını; ama, Refahyol Hükümeti döneminde kapatılan Kur'an
kursu sayısının 376 olduğunu önce hatırlatmak istiyorum. CEMALETTİN LAFÇI (Amasya) – Millet
biliyor; sen ne söylersen söyle. MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Sen
millete söyle onu... İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Yalan
söylüyorsun! MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) –
Yalan söylüyorsun! YÜKSEL YALOVA (Devamla) – İmam
hatip okulu konusunda ne yaptığınıza ilişkin onları da arz edeyim.
Hatırlarsınız, Sekiz Yıllık Eğitim Kanunu görüşülürken, ünlü 4 üncü maddesine
sıra geldiğinde -bütün milletvekilleri şahittir- 4 üncü maddede, o zamanki adıyla söylüyorum, Refah Partisi ile
Cumhuriyet Halk Partisi, o sekiz yıllık eğitim reformunun 4 üncü maddesinde
anlaşarak, mutabakat sağlayarak, 55 inci cumhuriyet hükümetinin Yüce Meclise
sunduğu, Genel Kurula sunduğu hükümet tasarısının değişmesini sağlamışlardı. Gene, o dönemden hatırlamamız
gereken, 29 Temmuz 1996 tarih ve 2458 sayılı Tebliğler Dergisinde 15 inci Millî
Eğitim Şûrası kararı yayımlandı; "Hoca sekiz yılı kabul etti"
şeklinde... O sekiz yıllık eğitimle ilgili kararlar, 29 Temmuz 1996, sayı 2458,
onu arz ettim. Başka, hiç unutmamamız gereken,
özellikle demokratikleşme iddiasını -ki, o, bizim de paylaştığımız bir
iddiadır- ileri sürüp de, bizi bu alanda suçlamaya çalışanların hiç unutmaması
gereken bir başka husus var, Başbakanlık Takip Kurulunun kurulmasıyla ilgili.
"Millî Güvenlik Kurulunda alınan kararların uygulanması" diyor.
"Türkiye'de şeriat hukukuna dayalı bir İslam cumhuriyeti kurmayı amaçlayan
aşırı dinci grupların demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan
cumhuriyetimize karşı oluşturdukları çok yönlü tehdidin önlenmesi amacıyla tedbirlerin
orta ve uzun vade içerisinde alınması" diyor, devam ediyor, bittiği yerde
de Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Başbakan imzası var. 9 Ocak 1997 tarih, 22872 sayılı
Resmî Gazeteyi unutalım mı; hayır unutmayalım; o zaman haksızlık ederiz 54 üncü
hükümetin icraatı konusunda. Başlığı şu: "Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi
Yönetmeliği." Karar sayısı: 96/8716. "Ekli Başbakanlık Kriz Yönetim
Merkezi Yönetmeliğinin yürürlüğe konulması Bakanlar Kurulunca 30.9.1996
tarihinde kararlaştırılmıştır" deniliyor; sağ alt köşede, Süleyman
Demirel, Cumhurbaşkanı, sol alt köşede de Prof. Dr. Necmettin Erbakan imzası
var. Değerli
arkadaşlarım, bugün, gensoruyla ilgili görüşmeler başlamadan önce bir Meclis
araştırması iradesi, talep olarak, Yüce Başkanlığa sunuldu; Anayasanın ilgili
maddeleri dayanak gösterilmiş, Fazilet Partisi Konya Milletvekili Sayın Veysel
Candan ve 21 arkadaşı imzalamışlar. Anayasanın ve İçtüzüğün ilgili maddelerine
göre bir Meclis araştırması açılsın deniliyor ve içinde, Yargıtay Başsavcısı
Sayın Vural Savaş, ve Sayın Nuh Mete Yüksel'in tutum ve davranışları dayanak
yapılmış. İşte, bir haftadır, ister genel
görüşme talebinin Sayın Meclis Başkanlığınca değerlendirilmesi olsun ister
genel görüşmeyle ilgili Yüce Parlamentonun buradaki hukuk yorumları olsun
isterse bu genel görüşme iradesinin ortadan bizzat kendileri tarafından
kaldırılarak, Meclis Genel Kurulunun tatil olmasına rağmen, 18 Nisanda seçim
kararı verilmiş bulunmasına rağmen, Meclisin seçimleri yenileme kararına
rağmen, aylar önce alınmış bu yasama organı iradelerine rağmen, 486 yasama
organı üyesinin iradesine rağmen yürütülen çalışmalar, içinde bulunduğumuz
dönemde -Ömer Vehbi Hatipoğlu arkadaşımın, hukukun siyasallaşması endişesine
katılırım- hukukun siyasallaşması konusunda tipik bir örnek teşkil etmiştir.
Peki, bir Meclis araştırması açılması talebinde bulunamaz mı sayın
milletvekilleri; elbette bulunur; ama, eğer hukuk devleti diyorsak,
demokratikleşme diyorsak, yasama organının sınırları nedir, gücü nedir,
muktedir olduğu konular nedir, yetki sahibi olduğu konular nedir, o soruların
yanıtını Anayasada bulmamız lazım; ama, aynı şekilde, yargı organının saydığım
özellikleri nedir, yine, Anayasada aramamız lazım. Bu açıdan baktığımızda,
Anayasamızın 138 inci maddesinin başlığı "Mahkemelerin bağımsızlığı"
başlığını taşır; görülmekte olan bir dava sırasında hiçbir makam ya da merciin
tavsiye ve telkinde bulunamayacağını amirdir. Bugün vermiş olduğunuz Meclis
araştırmasını dikkatle okudum; elbette, Türkiye'de demokratikleşmeyle ilgili
konularda yeni hukuk ürünlerinin kabul edilmesi düşüncesini, ortaya, her
milletvekili getirebilir, getirmelidir; ancak, siz, Anayasanın 154 üncü
maddesinde ayrıca düzenlenmiş olan, başlığı "Yargıtay" olan bir
anayasal organın, bir kurumun iç işleyişine ilişkin yasama organının yargılama
yapma yetkisini yasama organına tanırız derseniz, o zaman, bizim, bu Anayasayı
kaldırıp, özlemlerimize göre çare üretmemiz mümkün olabilir ki, o zaman da
bunun adı demokratik hukuk devleti, demokratik parlamenter rejim olmaz. Kaç gündür 312 nci madde diyor...
Sayın Ömer Vehbi Hatipoğlu arkadaşım "ayıp değil, evet, elbette Sayın
Erbakan'ı savunuyoruz" dedi. Biz ayıp falan demedik. Bir partinin genel
başkanlığını yapmış bir kişiyle ilgili; ama, orada bir ayrım var, siyasî
yasaklar meselesi... Anayasanın o değiştirilemez ilkelerine göre tanzim
edildiği takdirde siyasî yasak kavramında farklı bir yorum getirmeniz lazım;
buna rağmen, o genel başkanın yasaklarının kalkması konusunda siyasî mücadele
vermeniz hiç ayıp değil; ama, ayıp olan şu: Ben, geçen konuşmamda da arz ettim,
gensoru görüşmelerinin başlangıcında da arz ettim, 2 Nisan tarihinde, 55 inci
cumhuriyet hükümeti, meşhur 312 nci maddeye ilişkin bir hükümet tasarısını
takdim etmiş, takdirlerinize sunmuş. 14 Nisan 1998'de, Danışma Kurulunda önergesini
oylatmış, Genel Kurula gelsin, 252 nci sıradaki bu yasa tasarısı 10 uncu sıraya
gelsin demiş; ama, siz, aradan dört ay geçmiş, bu çağrılara kulak tıkamışsınız,
Meclisin gündeminin 10 uncu sırasına, bizim önerdiğimiz, 55 inci cumhuriyet
hükümeti olarak bizim önerdiğimiz 312 nci maddenin değil, hayvan haklarını
koruma kanunu tasarısının gelmesini istemişsiniz; ayıp olan bu. SITKI CENGİL (Adana) – Siz
neydiniz o zaman?! Yakışmıyor!.. YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Şimdi,
Fazilet Partisi derken, ben, şahsen bir güçlük içerisindeyim. Bilemiyorum,
Fazilet Partisinin Genel Başkanı Sayın Recai Kutan'ın hangi görüşüne, son bir
haftadır kamuoyunda yer alan hangi görüşüne itibar etmem lazım?! Sayın Recai
Kutan Beyefendinin o görüşleri değişmiştir; ama, her bir görüşü karşısında
değişen grup başkanvekilinizin görüşlerine mi itibar edeyim, yoksa, Genel
Başkan Yardımcılarınız Sayın Nevzat Yalçıntaş, Sayın Cemil Çiçek, Sayın
Abdülkadir Aksu, hatta, bugün de, Sayın Aydın Menderes'in görüşlerine mi itibar
edelim?! Oradaki strateji değişikliği, elbette, sizin kendi hakkınızdır, kendi
bileceğiniz iştir; ama, şimdi, şu 312'yi milletimize de doğru dürüst bir
anlatmamız lazım diye düşünüyorum... SITKI CENGİL (Adana) –
Anlatırız... Anlatırız... YÜKSEL YALOVA (Devamla) –
...Belki, içerisinde yaşadığımız hukuk kaosuna ya da özellikle yaratılmak
istenen hukuk kavramları kargaşasına bir ışık tutabilir düşüncesiyle. Bugün, çağdaşlaşma dediğimiz
vakit, çağdaş uygarlık dediğimiz vakit, bu ülkelerin hangileri çağdaş uygarlığı
temsil eder dediğimiz vakit, öyle bir kanaat oluşturulmuş ki, hemen, Avrupa
sayılır, ne bileyim, Amerika Birleşik Devletleri sayılır, hiç kimse, Orta
Afrika ülkelerini filan sayma zahmetine bile katlanmaz. ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) – O sekiz
yıllık eğitimde onları saydık... YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Eğer
Avrupa diyorsanız, aklınıza, ne bileyim, İngiltere gelir, Fransa gelir, Almanya
gelir... İsterseniz, ben, şimdi size sorayım, milletimize soralım:
"Almanya'nın, Türk Ceza Kanunumuzun 312 nci maddesinde düzenlediğimiz
hükümleri düzenleyen maddesi bizimkinden daha mı demokratiktir, yoksa, daha mı
az demokratiktir" diye bir soru yöneltsek, eminim ki, bu soruya muhatap
olanların ezici çoğunluğu "tabiî canım, Almanya Avrupa'nın göbeğindedir,
işte çağdaş dünyanın..." der. O zaman, ben, size, Türkiye'nin
ceza hukuku alanındaki uluslararası şöhreti, haysiyetli hukukçusu Prof. Dr.
Sayın Emin Artuk'un tercümesiyle, Alman Ceza Kanununun -bizim 312 nci maddemizi
karşılayan- 130 uncu maddesini -ki, halen yürürlüktedir- takdim edeyim: "Her kim, kamusal barışı
bozmaya elverişli bir biçimde; 1. Halkın bir kısmını diğerine
karşı kin ve düşmanlığa kışkırtır veya cebir veya keyfî muamelelere teşvik eder
veya, 2. Halkın bir kısmına sövmek,
istihkar veya iftira etmek suretiyle başkalarının insan haysiyetine tecavüzde
bulunursa, üç aydan beş yıla kadar hürriyeti bağlayıcı cezayla cezalandırılır. Her kim; 1. Halkın bir kısmını diğerine
karşı veya millî, ırkî, dinî veya bu unsurlar dolayısıyla kendini farklı
addeden bir gruba karşı kin ve düşmanlığa tahrik eden, bunlara karşı cebir veya
keyfî muamelelere teşvik eden veya halkın bir kesimini ya da kendisini farklı
addeden bir gruba sövmek, istihkar veya iftira etmek suretiyle başkalarının
insan haysiyetine tecavüzde bulunan yazıları; a) Neşrederse, b) Kamuya teşhir eder, asar,
takdim eder veya başka bir suretle ulaşılabilir hale koyarsa, c) 18 yaşından küçüğe sunar -5
yaşındaki, 10 yaşındaki çocuklarımızın parti mitinglerindeki halini
düşünürseniz- bırakır veya onun ulaşmasını mümkün kılarsa veya d) Meydana getirirse, abone
ederse, sevk ederse, stok ederse, sunarsa, duyurursa, reklamını yaparsa, Bu yazıları veya bunlardan elde
edilen parçaları (a), (b), (c) bentlerinde belirtilen şekilde kullanmak veya
böyle bir kullanımı başkası için mümkün kılmak amacıyla ithal veya ihraca
teşebbüs ederse veya, 2. Bu fıkranın birinci bendinde
beyan edilen muhtevayı radyo aracılığıyla yayarsa, üç seneye kadar hürriyeti
bağlayıcı cezaya veya para cezasına mahkûm olur." Ceza hukuku profesörlerinin
mukayeseli hukuk anlamındaki değerlendirmesi şu: Alman Ceza Kanununun bu 130
uncu maddesi aleniyeti dahi aramıyor; ama, Türk Ceza Kanunu aleniyeti arıyor,
bu suçun oluşabildiğine hükmedebilmek anlamında. Buna rağmen, 312'nin
dokunulamaz olduğunu filan hiç söylemiyorum; ama, bir şey söylüyorum; Türk Ceza
Kanununda, eğer 312'nin günahını bize yüklemeye çalışıyorsanız, o zaman, yine
bu Anavatan Partisinin iktidarları döneminde binlerce insanın mahkeme
kapılarında sürünmesini sona erdiren 163 üncü maddenin kaldırılmasıyla, 141 ve
142 nci maddenin kaldırılmasıyla ilgili sevapları da bizim hanemize yazmak
mecburiyetindesiniz diye düşünüyorum. Değerli milletvekilleri, yasama
-yürütme ilişkisinden hemen her sayın milletvekilinin şikâyetçi olduğu ortada.
Yasamanın daha bir hantal olduğu iddiası, sadece bize ait bir iddia da değil;
son yirmi yıla bakarsanız, o demokratik parlamenter rejimlerde, genellikle
yasama organının daha geride kaldığı söylenir. Peki, bir bakalım; bugün, çağdaş
dünyada, kişi başına elektrik tüketimidir gelişim teorilerine kaynaklık eden
veri: Amerika Birleşik Devletlerinde 13 bin; İngilteresinde, Almanyasında,
İtalyasında 9 ile 10 000 kilovatsaat arasında yıllık kişisel tüketim varsa -o
1993'te gerçekleşmiş rakamdır- bizde, Devlet Planlama Teşkilatının ilgili
kaynağına göre, her şey yerinde giderse, 1995 yılında 3 030 kilovatsaate
ulaşabileceğiz. Bu toplumda hukuk devletini
tartışıyoruz. Avrupa, yıllardır welfare state kavramını bırakmış, refah devleti
kavramını bırakmış Amerika Birleşik Devletleri, sanayi ötesi toplumları
tartışıyor; biz, hâlâ, hukuk devletini yerine getirirken, kendi siyasal
görüşlerimize, kendi partiiçi dinamiklerimize göre bir şeyleri legalize etmeye,
bir şeyleri lejitim (legitim) hale getirmeye çalışıyoruz. "Meydanlarda ne
söyleyeceksiniz" dedi. Ben kısaca arz edeyim. 55 inci cumhuriyet hükümeti
olarak, işte bu tespitlerden yola çıkarak, yani, dünya nerede, Türkiye nerede
sorusuna cevap arayarak, ne yapmışız; eğitim hamlesini gerçekleştirmişiz, binbir
güçlüğe rağmen ve maalesef, CHP ile Refah Partisinin 4 üncü madde ittifakına
rağmen. ALİ HAYDAR ŞAHİN (Çorum) –
Gensoruya gel. YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Enerji
hamlesi. Barajlar krallığı unvanı, eğer bir ülkede baraj sayısına göre bir
insana tevdi edilirse, 56 barajın ihalesini yapan o hükümetin başbakanına o
unvan verilir, eğer eski siyasal kültürümüzü devam ettirmek istiyorsak. Vergi reformu. Çetelerle,
mafyalarla... 1 085 çete mensubunun, mafya mensubunun bugün Türk adaletine
teslim edilmiş olmasından, bizim, aslında, Anavatan Partisi olarak, her yerde
övünç duymamız lazıma; Ama, yeter mi?!. Ama, biz diyoruz ki, bugün eğer hukuk
reformunu gerçekleştirmezsek, yargı reformunu gerçekleştirmezsek, şu hepinizin
şikâyetçi olduğu 1982 Anayasasına ilişkin, şu Meclis İçtüzüğüne ilişkin yasama
sürecini, oturup, uzlaşma kültürü içerisinde yerine getirmezsek, , kişi başına
düşen o 3 030 kilovatsaat yıllık elektrik tüketimini, biz, bu bilgi çağında
nasıl bir Amerika Birleşik Devletleri... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Biraz
müsamaha buyurursanız, çok sevinirim. BAŞKAN – Biraz dediğiniz, sanki,
böyle 5-10 dakika gibi bir şey oluyor. YÜKSEL YALOVA (Devamla) – 10
dakika olabilir efendim. BAŞKAN – Aman efendim... Aman
efendim... YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Sordunuz
diye söyledim. BAŞKAN – Aman efendim... Aman
efendim... YÜKSEL YALOVA (Devamla) – ...biz,
ABD vatandaşlarının tüketimine nasıl ulaştırırız; biz, Almanya'nın,
İngiltere'nin, vatandaşlarına reva gördüğü o gelir düzeyine nasıl ulaştırırız?.
Biz, onun için, baktık; dedik ki: Yıllardır bitirilemeyen şu enflasyon,
milletin cebine en büyük düşman. İşte, yüzde 50'lere iner dediğimiz vakit,
inmez denildi. Aradan 18 aylık 55 inci cumhuriyet hükümeti uygulaması geçti; enflasyonun, yüzde 100'lerden -1994 krizini
filan söylemiyorum, yüzde 150'leri kastetmiyorum- yüzde 50'lere
geldiğini görüyoruz. Peki, bu yeter mi; hayır, yetmez. Yapmamız gereken bir şey
var sayın milletvekilleri -bu dönemin son konuşmasını yaptığımın bilinciyle
söylüyorum, onun nezaketi içinde söylüyorum- yeni bir toplumsal mukavele
yapmamız lazım vatandaşlarımızla, parlamento olarak, yasama organı olarak. Bu
toplumsal mukavelede, bu toplumsal sözleşmede ne olmalı; her yıl, en az 500 bin
kişiye konut yapacak şekilde, 5 yılda, şu, her aileye bir konut hedefini
gerçekleştirmelidir. Parlamento, bu kararları alan merci olmalıdır; milyonlarca
işsizimize iş bulacak imkânları getirmelidir; işsizlik sigortasını
getirmelidir. Tarımda, cumhuriyet tarihinin köylüsüne hiç borcu olmayan
hükümeti 55 inci cumhuriyet hükümetiydi; ama, şimdi, tarım alanında,
hayvancılık alanında yapmamız gereken işler var. Orman konusunda, binlerce,
milyonlarca köylümüze tapuyu dağıttık. Gelin, şimdi, ormanların
özelleştirilmesi, orman vasfını kaybetmiş alanların çiftçinin, köylünün
kullanımına açılması sorununu çözelim; gelin, eğitimde, bu aldığımız reform
kararı gereği uygulamaları sürdürelim; gelin, çetelerle... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Saygı
sunayım, bitireyim... BAŞKAN – Buyurun. YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Değerli
milletvekilleri, Sayın Başkanıma, gerçekten teşekkür ediyorum. Hoşgörüsünü
suiistimal etmemek için, bu gensoruya; bu anlamsız, bu haksız, bu yersiz, bu ne
anlama geldiğini kimsenin anlayamayacağı, Parlamento tarihinde eşi menendi
bulunmayan gensoruya, Anavatan Partisi
olarak, başından bu yana karşı olduğumuzu ifade ediyorum Sayın Başkanıma ve siz
değerli milletvekillerime en üstün saygılarımı sunuyorum. (ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Yalova, teşekkür
ediyorum. V. —
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1. — Erzurum
Milletvekili Lütfü Esengün’ün, Aydın Milletvekili Yüksel Yalova’nın üyesi
bulunduğu 54 üncü hükümete ve partisine sataşması nedeniyle konuşması LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Sayın
Başkan, yazılı olarak da arz ettim, Sayın Sözcü tarafından, benim de üyesi
bulunduğum 54 üncü hükümete haksız isnatlar ve suçlamalar yapılmıştır. Ayrıca,
Partimize -Fazilet Partisine- suçlamalar vardır. Kısa bir süre içerisinde
cevaplandırmak için söz istiyorum. BAŞKAN – Efendim, yazılı talebiniz
vardı. Teyiden, tavzihen, tashihen mi bir de şifahen ifade buyurdunuz? LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Evet, aynen öyle efendim. BAŞKAN – Buyurun efendim; çok kısa
lütfen. (FP sıralarından alkışlar) ALTAN ÖYMEN (İstanbul) – Sayın
Başkan, ben de teyit edebilir miyim efendim; yazılı olarak vermiştim... BAŞKAN – Hayır, gerek yok efendim;
ben onun için sordum. Var efendim; hatta, sizin gönderdiğiniz tezkere daha da
büyük; ama, bu önce geldiği için, bunu öncelikle işleme koydum. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Sayın
Başkan, muhterem arkadaşlar; bugün, bir gensoru önergesinin görüşmelerini
yapıyoruz. İki gün önce, gensorunun gündeme alınıp alınmayacağına dair
görüşmeler yapıldı; Meclis iradesi, 240'a karşı 211 oyla, gensorunun gündeme alınmasına
karar verdi. Sayın Başbakan, Sayın Ecevit,
günlerden beri, bugüne kadar seçimle geldiği yerlerden seçimle gittiğini ki,
doğrudur; 1979 seçimleri hepimizin hatırında, seçimlerde yenilgiye uğrayınca
hemen istifa etmişti; ama, ne yazık ki, dünkü 240'la 211'i Sayın Başbakan bir
türlü görmek istemedi, 240'ın 211'den büyük olduğunu Sayın Başbakanın bilmesi
ve istifa etmesi gerekirdi. Bunu, bir girizgâh olarak arz ediyorum. Aslında,
bir önceki gün Meclisin tecelli eden iradesi karşısında, bugün, bu gensoru
görüşmelerinin yapılmaması, sayın hükümetin istifa etmiş olması gerekirdi. Sayın Yalova'nın sözlerine
gelince: 54 üncü hükümetin üyesi olmakla her zaman şeref duydum, ömür boyu da
şeref duyacağım. 54 üncü hükümet, ülkemize en hayırlı hizmetleri yapan,
milletimizin, işçimizin, köylümüzün, dargelirlinin, fakir fukaranın, sizin o
sessiz çoğunluk diye aldatmaya kalkıştığınız gerçekten sessiz çoğunluğun
hükümeti olmuştu. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar); ama,
başına neler geldi o sessiz çoğunluğun sesi, hükümeti olduğu için... O
rantiyeciler, o sermaye taraftarları, o kartel medyasının, daha görevi aldığı
gün kartel medyasının patronunun yanına giden başbakanın hükümetinin zamanında
o sessiz çoğunluğun başına ne haller geldi, hep gördük. Şimdi, mevzuu dağıtmadan şunu arz
edeceğim: Bizim zamanımızda 376 tane imam-hatip, Kur'an kursu kapatılmış. Bu
iddia gerçek dışıdır; ama, size, resmî, Diyanetten alınan rakamları arz
ediyorum: 1.1.1999 tarihi itibariyle, 18 ay içerisinde, 55 inci hükümet
zamanında, imam-hatip liselerinde okuyan talebe sayısı -Millî Eğitimin resmî
rakamlarıdır- 520 396'dan 178 046'ya düşmüştür; yani, 342 350 imam-hatip
öğrencisi çeşitli sebeplerle başka okullara nakledilmiştir ve imam-hatip
liselerindeki öğrenci sayısı üçte 2 nispetinde düşmüştür. BEKİR SOBACI (Tokat) – Ne kadar
övünseler azdır. LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – Kur'an kursları. Öyle kaideler, öyle
kurallar, öyle yasalar getirdiniz ki, ortaöğretimi bitirmeyen, yani 15 yaşını
bitirmeyen çocuk Kur'an kurslarına giremiyor. 1.1.1999 tarihi itibariyle, bizim
zamanımızda 584 966 olan Kur'an kurslarındaki öğrenci sayısı, 452 546 azalmak
suretiyle 132 420'ye düşmüştür. Bu vebal size yeter. Siz, milletin karşısında
bunun hesabını vereceksiniz. (FP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Bir başkası. 54 üncü hükümetin
Sayın Başbakanı hakkında burada konuşamazsınız. Burada konuşmak isteyen, önce
onun yasağının kalkmasına taraftar olur; erkekçe, o yasaklar kalkar, o Başbakan
da gelir, burada, sizin söylediğiniz isnatlara, iftiralara, yalanlara cevap
verme hakkını elde eder. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Yoksa, burada olmayan bir Başbakan için kalkıp söz söylemek erkekliğe de
yakışmaz, insanlığa da yakışmaz. Bunu da böyle bilin. (FP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Yüreğiniz varsa, gelin, Erbakan'ın
yasağını kaldıralım, burada her şeyi tartışalım. ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) –
Hani o yürek!.. Var mı? LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – Sayın
milletvekilleri, 312 nci maddeyle ilgili bizim bir sorumluluğumuz, vebalimiz
yoktur; aksine, sizin hükümet zamanında getirilen tasarıyı Danışma Kurulunda
biz destekledik, en arka sıradan en ön sıraya çektik ve görüşülmesi için biz
burada destek verdik; ama, ne zaman ki, Vural Savaş Sayın Başbakana geldi, emir
getirdi, talimat getirdi, o iş orada kaldı. Bu kadar basit... Siz, hiçbir şeyi
bu millete anlatamazsınız. Bekleyin, 18 Nisan geliyor; 18 Nisanda, 312 nci
madde kalksın mı kalkmasın mı, demokratikleşme olsun mu olmasın mı, bütün
bunların hepsinin hesabını millet sandıkta görecek. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Esengün, teşekkür
ediyorum. Sayın Öymen,
zatıâlinizi çağıracağım; yalnız, bir değerli arkadaşımın, daha önce, izin
verirseniz... Buyurun Sayın Baycık. TAHSİN BORAY BAYCIK (Zonguldak) –
Sayın Başkan, az evvel Demokrat Türkiye Partisi Sözcüsü Sayın Mahmut Yılbaş,
konuşmasında, hem sayın heyetimize hem de bizi televizyonlarından izleyen
vatandaşlarımıza yanlış bir beyanda bulunmuştur. BAŞKAN – Sizinle mi ilgili
efendim?.. TAHSİN BORAY BAYCIK (Zonguldak) –
Kendisiyle ilgili, grubuyla ilgili... Kendisiyle ilgili... BAŞKAN – Efendim, hayır; sizin
kendinizle mi ilgili yanlış beyanda bulundu, kendi grubuyla mı? TAHSİN BORAY BAYCIK (Zonguldak) –
Hükümetimizle ilgili... BAŞKAN – Efendim, siz, o zaman,
Hükümet üyesi misiniz; değilsiniz. Efendim, oturur musunuz lütfen. TAHSİN BORAY BAYCIK (Zonguldak) –
Grubumuzu ilgilendiriyor... BAŞKAN – Efendim, grup başkanı
değil, grup başkanvekili değil arkadaşlarımız... FİKRET UZUNHASAN (Muğla) – Sayın
Başkan... BAŞKAN – Buyurun canım... Buyurun
kardeşim... FİKRET UZUNHASAN (Muğla) – Grubu
temsilen bu izahatı yapmasına müsaade etmenizi arz ediyorum. BAŞKAN – Efendim, hayır; yani, bir
sayın üyenin, gruba vaki sataşma veya gruba ait olmayan bir yanlış bilgiyi,
gruba atfen bildirmiş bir insana karşı çıkma hakkı yok ki; grup başkanvekilleri
ne güne durur?!. MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Faziletli olmayanlardan başkasına, sataşmadan kimseye söz vermez... BAŞKAN – Öyle bir şey varsa
efendim, zabıtları inceleyin, ben dinleyeyim. TAHSİN BORAY BAYCIK (Zonguldak) –
Tutanakları aldık Sayın Başkan; tutanaktan söylüyoruz. BAŞKAN – Buyurun Sayın Yalova. YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın
Başkan, az önce konuşan Sayın Lütfü Esengün, benim, Sayın Erbakan'a iftira
ettiğimi söyledi; ben, sadece, Resmî Gazeteyi okudum; bir. İkincisi: Sayın Lütfü Esengün'ün,
Fazilet Partisi Grup Başkanvekili imzasıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına 2.6.1998 tarihindeki önerisini arz ettim. Bir husus efendim:
"Erkekseniz gelin" gibi bir tabir kullandı... BAŞKAN – O mertlik anlamına gelir;
siz bilirsiniz onu... YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Kadınlara
nasıl baktıklarının bir göstergesidir o. Hiç kimse, bizim erkekliğimizden şüphe
duymasın. Saygılar sunarım. (FP sıralarından
gülüşmeler) BAŞKAN – Ahali bilir; bazı
kavramlar böyle kullanılır. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Hodri
meydan... Er meydanı... BAŞKAN – Aman ha, burada hem
beylerimiz hem bayanlarımız var; hanımefendiler var, beyefendiler var... FİKRET UZUNHASAN (Muğla) – Sayın
Başkan, biraz önce Grubumuzdan bir arkadaşımızın anlatmaya çalıştığı Demokrat
Türkiye Partisi Grup Başkanı Sayın Mahmut Yılbaş'ın söylemiş olduğuna cevabı,
ben, Grup Başkanvekili olarak vermek istiyorum... BAŞKAN – Efendim, nedir, hangi
konudur; bana, lütfen, iki satır yazıp gönderin, deyin ki... YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Hakaret
etti efendim... FİKRET UZUNHASAN (Muğla) –
Hakaret... BAŞKAN – Bir dakika, beni dinler
misiniz efendim... Lütfen... Usulümüz şu: Bana, iki satır
yazıyla, sayın grup başkanvekili şu sözleriyle grubumuza ait olmayan bir fikri
bize izafe etmek suretiyle kamuoyunu yanılttı deyin, ben ona göre bir karar
vereyim. Şimdi, siz, hangi konuda istiyorsunuz, zatıâliniz tabiî bilemiyorsunuz,
ben de bilemiyorum. FİKRET UZUNHASAN (Muğla) – Peki,
size yazılı olarak göndereceğim. BAŞKAN – Onu bir tespit edin,
Başkanlığa gönderin lütfen. (DSP sıralarından "yerinden konuşsun"
sesleri) Efendim, yerinden konuşsun; ama,
bileyim ki nedir. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, biraz önce, Sayın Mahmut Yılbaş, konuşurken, benim bir sözüme atıfta
bulundu ve siz hemen oturumu kapattınız; yani
sataşmada bulundu, siz hemen oturumu kapattınız... (Gürültüler) BAŞKAN – Sayın Genç, size ben söz
vermedim ki... Siz başkanvekilisiniz, yapmayın... KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben
başkanvekiliyim; ama, Sayın Başkan, benim yaptığım bir konuşmayı yanlış
yorumladı. BAŞKAN – Güzel de, söz vermedim ki
size.. KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır,
biliyorum, söz vermediniz; sataşmadan
söz istiyorum ; yani, Sayın Mahmut
Yılbaş'ın benimle ilgili söylediği sözlerde sataşma var, ondan dolayı söz
istiyorum. BAŞKAN – Sayın Genç, ben takip
edemedim, zabıtları getirip bakayım. Zatıâlinizin bir talebi de geçmedi zaten.
(Gürültüler) Sayın Genç, ben oturumu kapatmadan önce zatıâlinizin bu yolda bir
talebi oldu mu ? KAMER GENÇ (Tunceli ) – Efendim,
siz, zaten, konuşmasını bitirir bitirmez hemen oturumu kapattınız. BAŞKAN – Yani, bir talebiniz
olmadı, onu diyorum ben. KAMER GENÇ (Tunceli) – Olmadı;
ama, fiilî imkânsızlıklar yarattınız. BAŞKAN – E, benim keramet... KAMER GENÇ (Tunceli) – Böyle olmaz
ki Sayın Başkan; yani, burada bir arkadaşımız konuştuktan sonra hemen birleşime
ara verip, çıkıp gidiyorsunuz. Olmaz ki!.. Burada ciddî sataşmalar var;
İçtüzüğe göre, sataşmadan dolayı aynı oturumda söz istemek lazım; ama, siz
burada fiilî imkânsızlık yarattınız, oturumu kapattınız. Yoksa, Mahmut
Yılbaş'ın ne olduğunu Van Valiliğinden
tanıyorum ben; yani, kimlere ne muamele yaptığını da biliyorum; ama,
burada olağanüstü haldeyken, olağanüstülüğü bilerek grup kurmanın da ne kadar
ahlakî olduğunu biliyorum; ama, bunlara bir cevap vermemiz lazım. Lütfen getirsinler, bana yaptığı
sataşmayı... BAŞKAN – Sayın Genç, Başkanlığa
yazılı talepte bulunun efendim. Efendim, kusura bakmayın, özür
dilerim, sizi beklettim; ama, Sayın Genç'in şeref verdiği toplantılarda böyle
şeyler olur. (Gülüşmeler) KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, her milletvekilinin sataşmadan dolayı söz isteme hakkı yok mudur?! BAŞKAN – Sayın Öymen, buyurun
efendim. 2. —
İstanbul Milletvekili Altan Öymen’in, Aydın Milletvekili Yüksel Yalova’nın,
ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüşü kendisine atfetmesi nedeniyle
konuşması. ALTAN ÖYMEN (İstanbul) – Sayın
Başkan, sayın arkadaşlarım; Anavatan Partisi sözcüsü arkadaşım Sayın Yüksel
Yalova, konuşmamda söylediğim sözleri tamamen amacı dışında yorumlamış ve bana,
söylediğim sözlerden farklı düşünceler izafe etmiştir. İçtüzüğün 69 uncu
maddesine göre buna cevap veriyorum. Özetle, anlayabildiğim kadarıyla,
diyor ki: Cumhuriyet Halk Partisi, iyi sonuç almasının çarelerini ararken
seçimlerde, Sayın Mesut Yılmaz'ı Yüce Divana gönderme arzusunu taşıyormuş.
Şimdi, biz, hiç böyle bir arzu taşımadık. Siyasî rakiplerini Yüce Divana
göndererek prim yapma arzusu bize ait bir merak değildir. Bu merakın kime ait
olduğu da, şuradaki zabıtlardadır. Burada, Sayın Çiller hakkında,
daha önce Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün ve arkadaşları tarafından verilmiş
olan bir soruşturma önergesi vardır; çok ciddî iddialar öne sürülmüştür;
kendilerinin belirttiğine göre, bunlar ciddî denilmiştir. Bu önerge, daha
sonra, Refahyol Hükümetinin kurulmasından sonra, tamamen tersine, buradaki
iddiaların tersine bir sonuçla soruşturma komisyonundan çıkmıştır; yani,
bunların doğru olmadığı sonucuna varmıştır komisyon. Şimdi, ya bu iddialar ciddî idi ya
da gayri ciddî idi;. "Ciddî ise niçin bu sonuç çıktı,, gayri ciddî ise
niye o önerge verildi" sorusu orada dururken, bir sene geçtikten sonra bu
soruşturma önergesinin sonuçlanmasından, Konya Milletvekili Ahmet Alkan ve 106
arkadaşının imzalarıyla, ANAP'lı ve DSP'li arkadaşların imzalarıyla, yine,
Sayın Tansu Çiller hakkında, aynı iddialarla bir soruşturma önergesi
verilmiştir. Tabiî, bu sefer, Doğru Yol Partisi de, yine, benzeri iddialarla,
İstanbul Milletvekili Meral Akşener ve 71 arkadaşının aynı iddialarıyla -mal
varlığı bütün bunlar- böyle bir önerge vermiştir; Ali Rıza Gönül ve 61 arkadaşı
yine vermiştir Sayın Mesut Yılmaz hakkında. Böyle bir, üç yıldan beri, biz,
rakibini soruşturma önergeleri yoluyla yıpratma merakının örneklerini burada
izlemekteyiz. Bu örneklerle hiç alakamız yok. Anavatan Partisi ile adını
andığım diğer partiler bu noktayı düşünsünler efendim. Bize gelince; bizim istediğimiz,
bu soruşturma müessesesinin herhangi bir şekilde işlemesidir. Dışarıdaki her
vatandaş hakkında olduğu gibi, siyasetçiler hakkında da, bakanlar hakkında da,
başbakanlar hakkında da, haklarındaki ciddî iddialar dolayısıyla soruşturma
mekanizmasının işletilebilmesidir ve sizin de güya kabul ettiğiniz gibi,
Anavatan Partisinin ve diğer ismi geçen partilerin kabul ettiği gibi, bunu
sağlamanın en doğru yolu, Anayasanın 83 üncü maddesiyle 100 üncü maddesini
değiştirmektir. Bunun için uğraş veriyoruz. Ben, burada yaptığım konuşmada,
bunun da çağrısını yaptım. İkincisi, burada söylediğim şudur:
İki komisyon var; biri, Anavatan Partili arkadaşımız Şükrü Yürür'ün
başkanlığındaki komisyon, Yaşar Topçu hakkındaki bir soruşturma hadisesi orada
sonuca bağlanmış; diğeri, Demokratik Sol Partili arkadaşımız Necati Albay
başkanlığındaki bir soruşturma komisyonu, o da Sayın Yılmaz hakkındaki bir
soruşturmayı yürüttü. Bu soruşturma komisyonlarında karar alındı; fakat,
raporlar üç aydır Meclis Başkanlığına gönderilmiyor. Bu, Anayasaya aykırıdır,
İçtüzüğe aykırıdır; bunun hesabının burada verilmesi lazım. Onun için, ben
dedim ki: Ben, bu arkadaşlara buradan sataşıyorum; tıpkı benim söz aldığım 69
uncu maddedeki gibi, bunu sataşma kabul edin, gelin, burada anlatın; nasıl
böyle geciktirebiliyorsunuz Anayasanın iki ay içinde tamamlanır, bir hafta
içinde Meclise sunulur dediği bir kararın raporunu Meclis Başkanlığına
iletmeyi, dolayısıyla bunun, bizim Meclisimize, Genel Kurula gelmesini... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Öymen, efendim,
sanki bir konuda müzakere açmışız gibi... ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Tabiî, ben
sadece açıklama yapıyordum; müsaade buyurursanız, son cümlemi söyleyeyim. BAŞKAN – Efendim, lütfen...
Lütfen... ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Tabiî
efendim. Belirtmeye çalıştığım gibi sayın
arkadaşlar, Sayın Yüksel Yalova'nın söylediği sözlerin bizim amaçlarımızla
falan alakası yok; ama, kendileri de, lütfen, bu soruşturma işleri nasıl sonuca
bağlanacak, özellikle şu son iki bahsettiğim komisyon var ya, onlar nasıl
olacak, arkadaşı Şükrü Yürür Beyefendiye soruversin; çünkü, ben, 69 uncu
maddeye göre buraya çağırdım, teşrif buyurmadılar. Ayrıca, Necati Albay arkadaşımız
da yine burada yok, anlaşılıyor; arkadaşları, ona da soruversinler: Nasıl
oluyor bu iş; Anayasanın ve İçtüzüğün amir hükümlerine rağmen, bizim, burada,
komisyonda alınan kararı görüşememizin sağlanması nasıl oluyor? Teşekkür ederim, saygılarımı
sunarım. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Öymen, teşekkür
ediyorum. Grup Başkanvekili Sayın Uzunhasan
burada mı? A. TURAN BİLGE (Konya) – Biraz
sonra gelir Sayın Başkan. BAŞKAN – Biraz sonra gelir...
Peki... Bana gönderdiği tezkerede
buyuruyor ki: Sayın Mahmut Yılbaş, konuşmasında, gensorunun oylamasında kabul
oyu kullanmadım, demişler. Halbuki... DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ
(Gaziantep) – Gündeme alınmasında... BAŞKAN – Gündeme alınması
konusunda... Yani, kabul oyu kullanmadım, demişler. Buyuruyor ki Sayın Grup
Başkanvekilimiz: "Halbuki, gensoru oylamasında; yani, gündeme alınmasında
kabul oyu kullandığı tutanaklardan bellidir." Peki, bu beyanın neresi bizim
grubumuzu rencide ediyor?! (DSP sıralarından gürültüler) TAHSİN BORAY BAYCIK (Zonguldak) –
69 uncu madde... BAŞKAN – 69 uncu madde gayet açık.
Rica ediyorum efendim... Rica ediyorum efendim... Yani, bir Grup Başkanvekili
"kabul oyu vermedim" diyor; kabul oyu vermiş. Vermişse tutanaklarda
var. Grubu neresi rencide ediyor, onu anlamadım?! A. TURAN BİLGE (Konya) – İzin
verin Sayın Başkan... IV. —
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE A)
GÖRÜŞMELER (Devam) 1. — Kars
Milletvekili Y. Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşının, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasının sivil darbe girişimi olarak
nitelendirdikleri ve demokratikleşme çabalarını engelleyici tutum
sergiledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri
hakkında verdikleri gensoru (11/22) (Devam) BAŞKAN – Grupların, gensoruyla
ilgili görüş ve ifadeleri tamamlanmıştır. Şimdi, kişisel söz talebinde
bulunan sayın üyeleri sırasıyla okuyorum: Sayın Yıldırım Aktürk, Sayın Halil
Cin. Birinci sırada bulunan Sayın
Aktürk'ü davet ediyorum. Buyurunuz. (FP sıralarından
alkışlar) Süreniz 10 dakikadır efendim. YILDIRIM AKTÜRK (Uşak) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan. Muhterem arkadaşlarım, hepinizi
muhabbetle selamlıyorum; gensoru hakkında kişisel görüşlerimi arz etmek üzere
huzurunuzdayım. Sayın Başbakanımızın da burada
olmasından mutluluk duyduğumu işaret etmek istiyordum ki, kendileri salonu terk
ediyorlar. DSP Grup sözcüsü olarak konuşmuş olan sevgili arkadaşım Sayın
Temizel en azından burada olursa, belki, sataşma mahiyetinde
nitelendirebileceği bir şeyler söylerdim ve o da cevaplardı, biz de
aydınlanırdık. Sayın Başbakanımızın şu iki
kelimemi dinlemesinde son derece yarar umuyorum. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, Genel Kurula hitap etsin. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli)
–Ciddiyetini kaybediyor... YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Sayın
Başbakan gensoruyla ilgili konuşmasında "gensoru, zamansız ve geçersizdir"
demiştir. BAŞKAN – Sayın Aktürk, Genel
Kurula hitap ediniz lütfen. YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Tabiî
efendim. Sayın Başkan, Sayın Başbakanın
gensoruyla ilgili görüşmesinden alıntılar yapıyorum; diyor ki:
"Arkadaşlarımızın sorunu kendi partileriyleydi. Benim fazla günahım yok,
bana niye dokunuyorsunuz?" Arkadan diyor ki: "Normal olarak, bir
hükümet hakkında gensoru verilebilmesi için, o hükümetin bazı somut hataları,
yanlışları bulunması lazım. Hükümetin tutumu ve uygulamalarıyla ilgili hiçbir
kusurdan söz edilmiyor." Buyursun, dinleseydi şimdi, kendilerine arz
edecektim kusurlarını... DEVLET
BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) – Bu kadar bakan var, dinliyor; buyurun. YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Şimdi,
yine, konuşmanın son kısmında bir şey söylüyor, ona önce bir ilişeyim;
"hükümet düşürülürse, Meclisin yasama çalışmaları da yeni hükümet
kuruluncaya kadar donacaktır, durdurulacaktır" diyor. Şimdi, bu zihniyetteki
bir Sayın Başbakanın "beni almayın buradan, yoksa her işi bloke
ederim" demesini, ben, ne demokrasiyle, ne hükümet Pprogramında... (FP
sıralarından alkışlar) HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Ne alakası
var!.. YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) –
Okuyorum, hükümet programında... HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Ne alakası
var!.. YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Ben
yazmadım sizin programınızı... "Seçimlerin çok yaklaştığı
bir ortamda yüklü bir Meclis gündemi önermenin gerçekçi olmayacağını biliyoruz.
O nedenle, Yüce Meclisten beklentilerimizi de sınırlı tutmaya özen
göstereceğiz." 5 inci sayfa; "Hükümetimiz, Türkiye Büyük Millet
Meclisiyle uyum içinde çalışmaya özen gösterecektir." Evet, sergiliyorsunuz
özeni!.. Hükümetin... Şu Yüce Meclisin
gelmiş 250 küsur oyuna karşı 130 oyunu hükümet kanadı esirgiyor, anayasa
değişikliği için. "Apo kararları" diye bilinen, vatandaşın da
hasretini duyduğu kararları çıkarmak için Meclisi engelliyorsunuz ve
"gidersek de Meclisi tıkarız" diyorsunuz. HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Kimse
engellemiyor... YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – İstifa
etmiş veyahut da düşürülmüş bir Sayın Başbakan, eğer, sorumluluk taşısa,
öncelikli yasalar için Meclise telkinde bulunması gerekir; bu Anayasa hükmüdür. Ben, bugün itibariyle, Sayın
Ecevit Hükümetinin programındaki bir tek cümleyi hâlâ alkışlıyorum; "Bakanlar Kurulumuz 38 kişi yerine 25
üyelikle sınırlandırılmıştır" diyor. Arkadaşlar, bu, benim bir takıntımdır
ve geldiğim günden beri de bunu söylüyorum. Teşekkür ediyorum, 25 kişilik bir
Bakanlar Kurulu; ama, gelelim benim güvenoyu verdiğim hükümete. Benim, 12 Ocakta güvenoyu verdiğim
programda, fazla abartmadan, ne deniliyor, ona bir bakalım: "Yapacağımız işler: Kamu
görevlilerinin sendikal haklarıyla ilgili yasa tasarısını çıkaracağız, Meclise
sunacağız" deniliyor.Ekonomistim, özellikle, hayatî mevzular olarak
parasal işleri düşünüyorum. İkinci zorunlu önlem bankalar yasasıdır, mutlaka
çıkacaktır; sosyal güvenlikle ilgili yasaların çıkarılması da üçüncü
önlemdir" deniliyor. Hükümeti kurduğunda, burada, mekik diplomasisiyle
bunu sağlamak için de son derece gayret gösteriyor. Kendisine saygıyla yaklışıyorum;
ancak, şimdi, hükümete destek olan iki ortağına gelelim: Bir bankalar yasası huzurunuza
geldiğinde, Sayın Mesut Yılmaz, 25 milletvekili arkadaşını alıp, İstanbul'da,
ANAP'ın seçim kampanyasının nasıl yapılacağı konusunda bir prezantasyon
toplantısında... NECDET TEKİN (Kırklareli) – Senin
Başkanın değil mi o? YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Evet,
benim Başkanım; zül duyuyorum; işte, onun için buralardayım. (FP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar; ANAP sıralarından gürültüler) ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) –
Nasıl konuşuyorsun; ayıp, ayıp!.. YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Yazıklar
olsun sana!.. YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Elinde
cep telefonuyla... BAŞKAN – Evet... Lütfen... YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) –
İstanbul'dan "çoğunluk sağlayabiliyor musunuz" diye hikâye
anlatıyoruz... (ANAP sıralarından gürültüler) YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Yazıklar
olsun sana!.. YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) –
Dinleyin de biraz öğrenin Sayın Yalova; tamam mı?!. Burada, 20 dakikanızın
hepsini israf ettiniz. YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sana
dinletmesini de öğreteceğiz. MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Millet de senden zül duyuyor. YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Bir defa
Uşak İline mi gittin?!. Bayramda bile gitmedin Uşak'a! Bütün kahrını biz
çektik! BAŞKAN – Sayın Yalova, rica
ediyorum... Sayın Aktürk, siz Genel Kurula
hitap edin lütfen. YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) –
Sevgili arkadaşlarım, ben bu anlamda, acıtıcı görüşmeleri, kapalı ANAP Grubu
toplantılarında 20 kere yapmış bir arkadaşınızım ve orada söylediğim bir
cümleyi tekrar ediyorum... YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Orada bunu
söyleseydiniz ya o zaman... BAŞKAN – Sayın Yalova, rica
ediyorum... YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Ben,
buraya, sizin keyfinize uygun, kendimi sizin tarafınızdan alkışlatacak şeyleri
söylemeye çıkmıyorum. Bu cümle zabıtlarda vardır, açar bakarsınız. YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Orada
söyleseydin ya!.. Söyleyebilseydin ya orada!.. Yüreğin yetti mi?!. BAŞKAN – Sayın Aktürk, siz lütfen
Genel Kurula hitap edin. YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Sayın
Güngör Mengi Sabah Gazetesinde ağırlıklı bir köşe yazarı; 24 Şubatta diyor ki:
"DGM'ler aynen devam etsin... DGM'ler sorununu çözecek anayasa değişikliği
için Cumhurbaşkanı Meclisi toplantıya çağıracak mı, diye Manila'da sordum: 'Bu
yetkimi kullanmayı düşünmüyorum. Meclis seçim için tatile girmiştir ve
toplanamaz. Toplansa bile, karar yetersayısını bulamama riski büyüktür' dedi.
Demirel'in cevabı, Başbakan Ecevit'in aynı konudaki görüşüyle örtüşüyor; ama,
mantık, böyle bir gerekçeyi kolay kabul edemiyor." Güngör Mengi kendi özfikrini açıklıyor:
"Türkiye'ye 15 yıl kan kusturan katile hak ettiği cezayı verecek olan
adaletin gölgelenmemesi, her şeyden, hatta seçimden bile daha önemli değil
mi?" Tarih 24 Şubat. Geliyorum, 27 Şubatta MGK
toplantısından sonra Fikret Bila'nın yazısına; diyor ki: "MGK toplandı.
Apo'nun DGM'de yargılanması sürecinde Türkiye'yi sıkıntıya sokacak ve bir gölge
düşmemesine dönük görüşler dikkate alındı. Millî Güvenlik Kurulunda, DGM'lerde
askerî üye bulundurulmaması, görüş birliğiyle sağlandı. Askerî üyeler de buna katıldılar.
Şimdi, Ecevit'e sordum: 'Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsunuz?' Cevap:
'Seçimlerden sonra anayasa değişikliği düşünülebilir veya anayasa değişikliğine
gerek olmadan askerlerin sicillerini, terfilerini düzenleyen yasa
değiştirilerek askerî yargıçların bir anlamda askerî bağları kesilebilir. Uzman
arkadaşlar bu konuda çalışacaklardır' dedi. " Şimdi, Fikret Bila'nın toparlayıcı
görüşü: "Özellikle Apo'nun yargılanmasına gölge düşmemesi konusunda
Ankara'nın da Avrupa kadar hassas olduğunun bir göstergesi bu olup bitenler.
Yani, ağırlıklı kanat da evet dedi; herkes istiyor. Keşke aynı hassasiyeti
milletvekilleri de gösterebilseler..." Ben de bu yazıları okuyorum...(FP
sıralarından alkışlar) Geliyoruz 28 Şubata...28 Şubatta
Güngör Mengi diyor ki: "Asker sizi aştı! ... uluslararası hukukun normları; Bağımsız yargıçların güvencesinde
adil yargılama; Savunma hakkının sonuna kadar
kullanıldığı şeffaf bir mahkeme istiyor. Bizimkinin uygunluğunu kabul
etmiyorlar. Perşembe günü yapılan Millî
Güvenlik Kurulu Asker ne der? korkusunun boş bir kuruntu olduğunu ortaya
çıkardı. Komutanlar, DGM'lerde asker üye
bulundurulmaması yönündeki görüşe katıldılar. Pek çok konuda önümüzü tıkayan
engel askerler değil, kafaları kuruntularla bunalmış siyasetçilerdir." (FP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) "DGM'leri çağdaş normlara
sahip hale getiren değişiklik Anayasada yapılacak ve Apo'nun yargılanmasına
yetiştirilecektir. Halk da bunu istiyor." MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Saygılı ol!Saygılı ol! YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sen seçim
bölgen Uşak'a bile bir defa gitmemişsin! Sen halktan ne anlarsın! YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) –
"Asker, artık bildiğiniz asker değil. Sizi aştı!" YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sen
üçbuçuk senede seçim bölgene bile bir defa gitmemişsin; ne anlarsın sen
halktan! YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – 15
kere gittim. Ağzını kapat! (ANAP ve DSP sıralarından gülüşmeler) YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Bir defa
bile gitmedin. Sen ne biçim milletvekilisin! MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Bunları neden önceden söylemedin?!. YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Hiçbir
yere gidemezsin öyle sataşmalarla! YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Haram
aldığın o para, haram, haram! O maaşlar haram! YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Şimdi,
geliyorum Sayın Çağan'ın durumuna: Sevgili arkadaşım Zekeriya Temizel burada
yok. Ben hükümete güvenoyu verdiğimde, anahtar mevkide, Maliye Bakanı olarak
Sayın Temizel oturuyordu. Çok kritik bir mevkidir; niçin: Vergi Yasası
çıkmıştır; uygulamasında bu arada ne yapılacağı, gerekiyorsa bazı tahsisat ve
tebliğlerde, yönetmeliklerde düzenleme şarttır. Ben, Sayın Çağan'a yeterince
güvenmediğimi, sosyal güvenlik reformuyla ilgili tutumlarından dolayı,
komisyonda, bir teknisyen olarak arz etmiş bir arkadaşınızım. Hükümetin bu
kompozisyonu değiştiğinde, benim için, bu hükümet, iş yaparlılığını
kaybetmiştir. YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Kendinden
başka kimseyi beğenmezsin ki! YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Benim
güvenoyu vermem söz konusu değildir; ancak... Bir itirazınız var mı?.. YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Kendinden
başka beğendiğin yok ki bu memlekette! YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Ancak,
bakın, Bilal Çetin... YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Kendinden
başka beğendiğine şahit olmadık ki!.. YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) –
"İşimiz çok zor. Seçim sonrasında gelecek hükümeti ekonomide tam anlamıyla
bir cehennem bekliyor." Kim demiş bunu: Hazine eski Bakanı Güneş Taner.
"Cehennem tablosu..." Işın Çelebi de aynı şeyi söylemiş.
Toparlıyor, diyor ki: "Taner
ve Çelebi'nin söylediklerinden çıkan şu: DSP ekonomiyi iyi yönetemiyor." NECDET TEKİN (Kırklareli) –
Nereden biliyorsun?!. YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) –
Dikkatinizi çekiyorum, ANAP'tan ağırlıklı iki bakan diyorlar ki: "DSP
ekonomiyi iyi yönetemiyor. İki ay gibi kısa bir sürede işler bozulmaya başladı.
Onun için, yeni dönemde de, ANAP koalisyonun küçük ortağı bile olsa, ekonomi
yönetimi bizde olmalı." Ekonomi niye bizde olmalı dediklerini, ayrıca,
başka bir seansta anlatabiliriz tabiî. "Ancak, Ecevit'in hiç de öyle
düşüneceğini sanmıyorum" diyor... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Aktürk,
toparlar mısınız. YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Sayın
Ecevit'in nezaketine hayran bir insanım. Kendisine aşırı saygı besliyorum... HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Belli
oluyor!.. YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Sayın
Temizel'in dürüstlüğüne ve ismi gibi tertemizliğine de inanan bir
arkadaşınızım. Benim, her zaman için, komisyondaki katkılarım da bu yöndeydi.
Bankalar Yasası için, Sermaye Piyasası Yasası için ne kadar çırpınıp da bu Genel
Kurula indiğim de belli. Daha evvelden de, hiç adaylar, listeler falan
açıklanmadan evvel de, bütçe çalışmalarında burada sizleri uyarırken de
yaptığım konuşmalar ortada. Sayın Ecevit nazik, demokrat... MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Yağ çekme! Almaz!.. YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Ancak,
adil olmak istiyorsa... YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Almaz,
almaz!.. Seni almaz!.. YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Şu 10
dakika içinde söylediklerime, muhtevaya... YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Almaz seni
Ecevit!.. YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) –
Vicdanlı bir cevap verir... YÜKSEL YALOVA (Aydın) –
Fazilete!.. Fazilete!.. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Bir
dakikayla tamamlıyorum. BAŞKAN – Efendim, lütfen... YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) –
...konuşmamın tutanaklarını getirir, şapkasını da -kasketi de var- önüne koyar
ve performansında bir eksiklik var mıymış, yok muymuş... A. TURAN BİLGE (Konya) – Sen
kendine bak! YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) –
Sayın, yani, âcizane bir milletvekilinin programda ne dediği vesaireyle ilgili
konularda "arkadaş haklıymış" diyebiliyor mu?.. Bu medenî cesareti ve
siyasî cesareti gösterirse, yarın da
güzide lider olarak aramızda yer alır. Son sözümü söylüyorum. ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – 18
Nisanda... YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Apo
ile ilgili güzel düzenlemelere engel olunduğunu düşünüyorum; kimler tarafından:
Destekçileri tarafından Sayın Ecevit'in. Sayın Ecevit'e bir haksızlık
yapılıyor. Memleket gözardı ediliyor. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Ne
demek istiyorsun sen, onu açıkla! YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Çünkü,
Apo yasalarını çıkarırsak, Sayın Ecevit güneydoğuya da barış getirmiş bir fatih
olarak 5 puan daha fark atacak. Saygılar sunuyorum. (Gürültüler) YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Ecevit
seni almaz. Sayın Başkan... MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın
Başkan... BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Aktürk. Buyurun efendim. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın
Aktürk, bu hükümetin kurulmasını destekleyen bizlere sataşmada bulundular. BAŞKAN – Ne dediler efendim? MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Güya,
Apo meselesine iki ortak engel olmuş; bu neyin nesidir, onu açıklasın. BAŞKAN – Efendim "Başbakana
haksızlık yapılıyor" dedi. Bu, gayet tabiî; bu, doğal bir tartışma. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Ama,
ne haksızlığı yapılıyor, onu açıklasın efendim. BAŞKAN – Sayın Gözlükaya, yapmayın
yani... Her söz için, sataşmadan söz verirsek, altından kalkamayız. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın
Başkan, biraz önce Sayın Aktürk, Türkiye Büyük Millet Meclisine hakaret eden,
Parlamentoyu kötüleyen gazete kupürlerini gelip burada okumayı kendisi tasvip
ediyor mu? Bunları burada okuması yüzkarasıdır. BAŞKAN – Hükümet adına, Sayın
Gürel, buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) Sürenizi başlattım; siz buyurun
efendim. DEVLET BAKANI ŞÜKRÜ SİNA GÜREL
(İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Başbakan Sayın Ecevit ve hükümetiyle ilgili verilen gensoru
önergesi hakkında hükümet görüşlerini sunmak üzere huzurunuzdayım; hepinize
saygılar sunarım. Sayın Başkan, sayın üyeler; belki
öncelikle, hükümetimizin hangi koşullarda ve hangi amaçlar doğrultusunda
kurulduğunu ve Yüce Meclisin güvenini kazandığını hatırlamakta fayda var. Yine
hatırlarsınız, 56 ncı cumhuriyet hükümeti kurulduğunda, seçim kararı alınmıştı.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin başka bir hükümet formülü üzerinde uzlaşamadığı
açığa çıkmıştı ve Sayın Ecevit Başbakanlığında bir Demokratik Sol Parti azınlık
hükümeti kurulması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin güvenini kazandı. Uluslararası koşullar ağırdı,
bugün de ağır ve 1999'un ilk dört ayında ödenmesi gereken iç ve dışborç
toplamı, 1998'in bütününde ödenenden daha çoktu ve 56 ncı Ccumhuriyet hükümeti,
Ecevit Hükümeti, bu ağır koşullara rağmen, devlet ciddiyetini temsil ederek,
ulusumuzun özgüveninin pekişmesini sağlayarak, bütün bu ağır koşullara karşın
başarıyla görev yaptı ve yapıyor. BAŞKAN – Sayın Bakan, bir dakikanızı rica edebilir miyim... Ben,
sizin sürenizi de durduruyorum. Sayın milletvekilleri, bir gensoru
önergesi görüşülüyor; yani, bir hükümet düşsün veya kalsın tartışması yapılıyor
ve Sayın Bakan da bir beyanda bulunuyor. Lütfen, sükûnetle dinler misiniz. Buyurun efendim. AHMET KABİL (Rize) – Duymadılar
Sayın Başkan. DEVLET BAKANI ŞÜKRÜ SİNA GÜREL
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Herhalde, değerli üyelerden
bazıları, aslında, bu gensoru önergesinin ne kadar ciddiyetle ve samimiyet
içerisinde verildiğinin farkında olarak başka konularla ilgileniyorlar! Yine, bizim hükümetimizin işbaşına
geldiği, görev aldığı dönemin başından beri, dünyanın büyük bir bölümü ve bu
arada ülkemizin dışticaretinin en yoğunlukla yapıldığı ülkelerden en önemlileri
ağır bir ekonomik bunalıma girmişlerdi ve hükümetimiz, ekonomi gemisinin
dümenini de, ehliyetle, güvenle, bu zor koşullar içinde, tutmaya devam
etmiştir, devam etmektedir. Bu arada, bir değerli üyenin, bir
grup temsilcisinin, sözcüsünün belirttiği bir noktaya, söylediği bir noktaya da
değinmem gerekiyor; çünkü, değerli üye şunu söyledi: "Petrol fiyatları
artmadığı halde, bu hükümet, petrol ürünlerinin fiyatlarına zam yaptı "
dedi. Oysa, mart ayı başında uluslararası alanda 10 dolar düzeyinde olan petrol
fiyatları, 19 gün içerisinde 3 dolar artmıştır ve 18 Mart günü 13 doları
geçmiştir. Oysa, değerli üyemizin uluslararası alandaki bu gelişmeleri
izlemeden böyle bir beyanda bulunmuş olmasını yadırgıyoruz; kendilerine,
uluslararası alandaki ekonomik gelişmeleri izlemelerini tavsiye ediyoruz ve
emin olsunlar ki biz izliyoruz ve gerekeni yapıyoruz. Bu arada, yine bu zor koşullar
altında, hükümetimiz, enflasyonun yıllardır inmediği bir düzeye inmesini
sağlamış, yüzde 50'nin altına inmesini başarmıştır ve yine faizlerin de epey
bir süredir inmediği bir düzeyin altına, yüzde 100'ün altına inmesini
gerçekleştirmiştir ve seçimden sonra, Türkiye'ye, sağlam uluslararası
desteklerin gelmesinin de temellerini atmayı başarmıştır. Üstelik,
hükümetimizin temel amacı, Sayın Başbakanın da gensoru önergesinin gündeme
alınıp alınmamasıyla ilgili oturumda yaptığı konuşmada belirttiği gibi, Yüce
Mecliste açıkladığı gibi, aslında, ülkemizi esenlik içerisinde seçimlere
ulaştırmaktır. Yine, Başbakan Sayın Ecevit'in belirttiği gibi, partizanlık
yapmadan, terörizmle mücadeleyi etkili bir biçimde sürdürerek, gerçekçi ve
doyurucu program ve politikalar uygulayarak, uluslararası alanda Türkiye'nin
saygınlığını en üst düzeye çıkararak, hükümetimiz görevini yapmış ve
yapmaktadır. Sayın Başkan, sayın üyeler; zaten,
bu gerekçesiz ya da gerekçesi pek açık olmayan gensoru önergesinde de, hükümete
bir kusur bulunduğunu görmek, göstermek de mümkün değildir. Yüce Meclisimizin değerli üyeleri,
öyleyse, geliniz, durumu içtenlikle değerlendirelim, samimî bir değerlendirme
yapalım. Bu gensoru önergesinin nedeni, hükümetimizin başarısızlığı değildir;
öylesine değildir ki, görünürde dahi ve buradaki görüşmelerde dahi, böyle bir
iddia öne sürülebilmiş değildir. Öyleyse, bu gensoru önergesinin verilmesinde
başka nedenler, başka güdüler, yani başka saikler aramak gerekir. Zaten,
bakınız, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda da bir gensoru
önergesini tartışıyor bir havada da değiliz; konuşmacılar, daha çok,
birbirlerine yaptıklarını öne sürdükleri ya da uğradıklarını öne sürdükleri
sataşmalar dolayısıyla belirli konulara heyecanla değiniyorlar ve bütün bu
değinilenlerin de hükümetimizin başarısı ya da başarısızlığıyla, hükümetimizin
icraatıyla yakından uzaktan bir ilgisi yok. Üstelik, son derece deneyimli
milletvekillerimizin yer aldığı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu, bu
Yüce Heyet, herhalde, seçimlere bir ay kala bu hükümet düşürülürse yeni bir
hükümetin kolayca kurulamayacağını ve seçimlere yeni bir hükümetle gitmenin pek
kolay olmadığını, çok uzak bir olasılık olduğunu da göremeyecek kadar
deneyimsiz olamaz. Bu gensoru önergesi kabul edilir,
hükümetimiz düşürülürse, kaybeden biri mutlaka olacaktır; ama bu, hükümetimiz
olmayacaktır. Elbette, taktikler, içtenlikten yoksun hamleler, sonunda
bazılarına bazı şeyleri kaybettirecektir. Bizim içten dileğimiz, bu hamleler,
bu taktikler yüzünden kayba uğrayanın ülkemiz olmamasıdır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
seçimler 18 Nisanda yapılacaktır; ama, seçimlerin 18 Nisanda yapılacağı, 18
Nisanda yapılıp bitecek bir seçim süreci demek değildir. Seçim süreci bugün
başlamıştır; çünkü, seçim bir süreçtir ve seçim süreci çoktan başlamıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi de, bir seçim yasasıyla, bazı icra ve yargı
yetkilerini Yüksek Seçim Kuruluna vermiştir ve Yüksek Seçim Kurulunun
belirlediği seçim takvimi içerisinde seçim süreci devam etmektedir; öylesine
devam etmektedir ki, sayın üyeler, 5 gün sonra, yani 25 Mart günü, yurt
dışındaki vatandaşlarımızın gümrük kapılarında oy kullanmalarıyla birlikte,
sandığa oy da düşecektir, sandığa oy da girecektir 5 gün sonra. A. TURAN BİLGE (Konya) – 4 gün
sonra. DEVLET BAKANI ŞÜKRÜ SİNA GÜREL
(Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 56 ncı hükümet, Ecevit
Hükümeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde her zaman hesap vermeye hazırdır
ve veremeyeceğimiz bir hesap da yoktur. Zaten hükümetler, parlamenter sistemlerde,
meclislerinin önünde hesap verirler; ancak, meclisler de, halkın temsilcileri
de, toplu olarak ve tek tek, halkın önünde hesap verirler, sınav verirler. Bu
sınavın yeri seçim sandığıdır ve zamanı da 18 Nisandır. Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür
ediyorum efendim. Efendim, hem kişisel söz sahibi
olarak hem de "son söz milletvekilinindir" kuralı gereği, Sayın Cin'i
davet ediyorum. Sayın Cin, sizi Sayın Bakandan
sonraya bırakışımın sebebi, o iki husus birden gerçekleşmiş olsun diye. Buyurun. (DTP sıralarından
alkışlar) HALİL CİN (İçel) – Teşekkür ederim
efendim. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, hepinizi saygılarımla selamlarım. Bu gensorunun yersiz ve haksız
olduğu dile getirildi. Bana göre, her şeyden önce, demokrasimizdeki yozlaşmayı
göstermesi, siyaset ahlakının, demokrasi ahlakının yasalarla belirlenmesine
Türk demokrasisinin büyük ihtiyacı bulunduğunu göstermesi bakımından, bu
gensoru, önemli bir fırsat olmuştur; Siyaseti talandan, yalandan, devleti soyulmaktan
kurtarma zaruretinin Türkiye'de ne kadar yüksek boyutlara ulaştığını göstermesi
bakımından, son derece yerinde olmuştur. Sayın Başbakan dürüstlüğüyle
tanınan bir politikacıdır. Siyasette esas itibariyle dürüstlük, cebine
dürüstlük, sözüne dürüstlüktür. Sayın Başbakanın cebine dürüstlüğü konusunda,
bütün Türkiye müttefiktir; sözüne dürüstlüğü konusunda da, meslektaşlarının birçoğunun
önünde olduğu, herkesin kabul ettiği bir husustur. Ancak, Sayın Başbakanın
sözüne dürüstlüğü konusundaki tutarlı çizgisinin şaşırtıcı bir değişme
gösterdiğine şahit oluyoruz. Sayın Başbakan, 1987 seçimlerine karşı olan ve
Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasını isteyen
milletvekillerine katılmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisini toplantıya çağırmayan
Başkanı, Anayasayı ihlalle suçlamıştı. Ülkenin çok acil ihtiyacı olan birkaç
kanunu çıkarmak, demokratikleşmenin önünü açmak için, Türkiye Büyük Millet
Meclisini 13 Martta toplantıya çağıran milletvekillerini "sivil
darbe" girişiminde bulunmakla suçlamışlardır. Her ne kadar, bunun, söz
gelişi, dilin ucundan kaçmış bir ifade olduğunu ileri sürmüşler, konuşmalarında
bunu beyan etmişlerse de, Parlamentoyu tıkayan icraatları, Sayın Başbakanımızın
güvenilirliğine gölge düşürmüştür. Hükümetin en acil işlerinden biri
pişmanlık yasasının çıkarılması; diğeri, DGM'lerin sivilleştirilmesi için
Anayasa değişikliğinin yapılmasıdır. Millî Güvenlik Kurulunun tavsiyesi de bu
yöndedir, ülkenin çıkarları da bu yöndedir. Yeni Meclisin, bu kanunu, en erken
iki üç ay içerisinde çıkarması mümkündür. Bu, büyük bir ihmal olur bugün
yapılmadığı takdirde. Hazır toplanmış bir Meclisten bu kanunu çıkarmak yerine,
onun önünü kanun gücünde kararnamelerle tıkamak, hükümetin sorumluluğunu
gerektirir. Hükümet, çalışmak isteyen Meclise, buyurun, biz hükümet olarak
programımızda ve milletvekilleri olarak, çoğunluğun istediği kanunları
çıkarmaya açığız, buna yardımcı oluruz, diyecek yerde, Sayın Başbakanın
dürüstlük ve güvenilirliğini daha büyük başarılarla taçlandırma şansına rağmen,
maalesef, bu konuda engelleyici bir tutum takınmışlardır. Sayın Başbakan 1995'te seçime 19
gün kala, şartları hazır olmadığı halde, Anayasaya aykırı hükümler içerdiği
için, 91 arkadaşıyla birlikte, 4125 sayılı Kanuna karşı Anayasaya Mahkemesine
dava açarak, kanunun iptaliyle tüm yYasanın yürürlüğünün durdurulmasını
istemişlerdir. Vaktim çok dar olduğu için, bu dava dilekçesinde Sayın
Başbakanın ve arkadaşlarının dile getirdikleri hususların hepsini veremiyorum;
ancak, sonuç kısmında yer alan şu ifade, bugün, 18 Nisan seçimleri için de
aynen geçerlidir: "Sonuç olarak, Anayasanın gerektirdiği yasal
düzenlemeler yapılmadan alınmış bir seçim tarihinden hareketle seçim
yapılmasının Anayasaya uyar yönü yoktur. Çünkü, seçim, oyların sandığa atılıp
sayılmasından ibaret, mekanik bir işlem değildir. Demokratik anlamda bir
seçimden söz edilebilmesi için, bütün düzenlemeleriyle, gerçek bir seçim
platformunun oluşmuş olması gerekir. Anayasaya uygunluk düzenlemeleri
yapılmadığı için, bu platform henüz oluşmamıştır" demektedirler. Görülüyor ki, Sayın Başbakan ve
arkadaşlarının 1995 seçimleriyle ilgili yasanın iptali için kullandıkları
gerekçeler, bugün için de, 18 Nisan seçimleri için de aynen geçerlidir. Ancak,
18 Nisan için siyasî konjonktür değişiktir; DSP'nin lehinedir; ama, bugüne
kadar bizim bildiğimiz ve saygı duyduğumuz Sayın Başbakan, ülkesinin
çıkarlarını partisinin çıkarlarından önde tutan bir siyaset ve devlet adamıdır.
Bugün, bunun aksini -Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalıştırılması açısından-
görmüş olmak, gerçekten, bir tezattır ve üzüntü vericidir. Sayın Başbakanın, demokrasinin
Türkiye'de kesintiye uğradığı dönemlerde yaptığı çıkışlar ve mücadeleler birçok
siyasetçiye örnek teşkil eder; ama, dikkat buyurunuz değerli arkadaşlarım, iki
günden beri gazete manşetlerinde yer alan, hürriyetçi demokrasiyi yok sayan
tavır ve beyanlara tepkisizliği ve bunları diğer bazılarıyla birlikte
tezlerine... Meclisi çalıştırmamaya, Meclisin çoğunluğunun burada görüşlerini
açıklamaya imkân vermemeleri, doğrusu hayretle karşılanmaktadır. Dünkü bir
gazetenin manşeti: "De-De (Derin Devlet) Seçim İstiyor..." Bu deyim,
Susurluk olaylarındaki antidemokratik güç odaklarını ifade etmek için
kullanılmıştı. Şimdi, Türkiye'de seçimlerin Meclis iradesiyle değil, derin
devletin emriyle yapılacağı kabul ediliyor. Demokrat liderler, demokrasiyi
yalnız kendi çıkarlarını koruyan bir araç gibi görürlerse, bu, demokrasi olmaz.
Demokratik sol bir hareketin başı
olarak Sayın Başbakan, siyaseti şahsî çıkar bataklıklarında kirletenlerle,
partisinin faydasına olsa dahi, birlikte olmamalıdır. Devlet ve millet parasını
koruma ve yerinde kullanma anlamına gelen dürüstlük konusunda Sayın Başbakana
söylenebilecek şey, sadece takdir duygularıdır; ancak, Türk Milleti, siyasî
yalanlarla, siyaseti harama feda etmiş olan siyasetçilerle artık bir yere
gidilemeyeceğini anlaşmıştır ve bazı liderlerin millete söylediklerine de artık
kimse inanmıyor; onun için, partileri, onbeş gün içinde, yüzde 24'lerden yüzde
12'lere düşmüştür. Gelin, siyaseti kirli çıkarların bataklıklarına gömenlerden
hesap soralım; bunun için, demokrasinin önünü açalım; böyle bir hareketin şeref
payesi, hükümetin olsun. Aziz arkadaşlarım, şimdi
söyleyeceğim hususlara dikkat buyurun. Her zaman, hepimizin bildiği gibi,
demokrasi, bir ahlak ve fazilet rejimidir. Şimdi, bakınız, 18 Nisan için bu
ahlak ve fazilet nasıl bir kokuşmuşluk çukuruna düşürülmüş ve bunun sonucu olarak
bu millet nereye gidecektir; bu millet siyasete ve siyasetçiye güvenebilecek
midir?.. ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) –
Güvensin... HALİL CİN (Devamla) – Dinle aziz
kardeşim! Hangi çukurun içinde olduğunu görürsün!.. Dinle!.. Bir siyasî partinin genel
sekreterliği, bir ildeki "ELM Danışmanlık" adını taşıyan bir büroya
talimat yazıyor; diyor ki: "O ilin bir milletvekili hakkında genel başkana
hitaben olumsuz görüş ihtiva eden bir mektup yazın." Talimat yerine
geliyor: "Çok iyi bir bürokrattır; ama, iyi bir milletvekili değildir.
Seçmenle fazla ilgilenmiyor. Milletvekili olması uygun değildir"
deniliyor. Görüş bu. ELM Danışmanlık, görevini yapıyor ve genel başkan,
verilmiş olan şeref sözlerine rağmen, milletvekilini listeye koymuyor.
Kendisine sorulduğunda da, ısmarlama mektuptaki görüşü gerekçe olarak ifade
ediyor. ELM Danışmanlık Bürosu sahibine şu çek veriliyor... Şu çek veriliyor...
(ANAP sıralarından gürültüler) Bu çek, bu çek... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) HALİL CİN (Devamla)
– Lütfederseniz Sayın Başkanım... BAŞKAN – Efendim, toparlar
mısınız... HALİL CİN (Devamla) – Bu çek
ödenmiyor ve ELM Danışmanlık Bürosu sahibi, iki gün önce bu milletvekiline
geliyor "değerli milletvekilim, ben, sana öyle bir haksızlık yaptım ki,
özür dilerim, ellerinden öpeceğim, beni affet" diyor. ELM Danışmanlığın
hazırladığı mektup bu, ELM Danışmanlığın yazdıkları gizli yazılar bunlar. Bugün, ayrıca, bu kokuşmuşluğa, bu
şerefsizliğe, bu ahlaksızlığa, bu siyasî... MAHMUT YILBAŞ (Van) –
Yozlaşmaya... HALİL CİN (Devamla)
– Yozlaşma da çok hafif deyim. Hakikaten, siyaseti bataklıklara
düşüren kirliliğe bir başkası ekleniyor. Hürriyet Gazetesinin 20 Mart 1999
Cumartesi tarihli nüshasında Sayın Emin Çölaşan... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) HALİL CİN (Devamla)
– Lütfederseniz toparlayacağım efendim. BAŞKAN – Efendim, tabiî, size süre
veriyorum; ama, toparlayın siz de lütfen. HALİL CİN (Devamla) –
Toparlayacağım efendim. "Bizde böyle olur aday
dediğin!.." İsmini açıklamıyorum, bakarsınız gazeteye. Bir sayın genel
başkan, bir büyük partinin genel başkanı Başbakan iken, soruşturma evrakının
altına soruşturma oluru verdiği, devleti 6 milyon dolar zarara sokmuş olan bir
bürokratı İstanbul 3 üncü bölgeden 4 üncü sıradan aday yapıyor ve pırıl pırıl
50 adamını liste dışına atmaktan asla bir... HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) –
Merhamet... HALİL CİN (Devamla) – Merhamet
filan değil efendim, en ufak bir duygu, en ufak bir vefa göstermiyor. Vefası
olmayanın imanı olmazmış arkadaşlar. İman, güvenilirlik demektir. (ANAP
sıralarından gürültüler) ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) –
Allah Allah!.. HALİL CİN (Devamla) – Ben senin
gibi listeye girenleri çok gördüm Ali. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Cin, efendim... KAMER GENÇ (Tunceli) – Sabaha
kadar konuşsun Sayın Başkan; güzel şeyler söylüyor, yararlanırız... HALİL CİN (Devamla) – Lütfunuz
olur efendim!.. BAŞKAN – Efendim, siz, Sayın
Genç'e bakmayın; "o sabaha kadar konuşsun" demesi, size sabaha kadar
konuşma imkânı vermez. HALİL CİN (Devamla) – Hayır;
istismar etmek istemem efendim sizin müsamahanızı. BAŞKAN – Lütfen, toparlayın... HALİL CİN (Devamla) – Demokrasi bu
mudur? Bu meşruiyetten yoksun, Makyavelci zalim davranışın sahiplerinden hesap
sormak adaletin icabı değil midir? İslamın Yüce Peygamberi "haksızlıklar
karşısında susan insan dilsiz şeytandır" diyor. (FP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Türk demokrasisinin önü, gerçek
çoğulcu, katılımcı anlayışın hâkim olmasıyla açılacaktır. Korkusuz, yasaksız,
hürriyetçi demokrasiye böyle geçilecektir. Siyasî partilerin yönetimi de
demokratik olmak zorundadır. Çağın en büyük filozofu Karl Poper "bütün
diktatörlükler ahlaksızlıktır" diyor. Bu ahlaksızlığı yapanlar,
Türkiye'nin önüne düşüp, eğer Türk siyasetinin mimarları ise, vay halimize!
(DTP sıralarından alkışlar) (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Cin... HALİL CİN (Devamla) – Bitiriyorum
efendim... Bitirdim... BAŞKAN – Hayır; siz yeni sayfalar
arıyorsunuz. HALİL CİN (Devamla) – Son şeye
getiriyorum... Bitirdim efendim... BAŞKAN – Efendim, lütfen...(ANAP
sıralarından gürültüler) HALİL CİN (Devamla) – Öngörüşmeler
sırasında ANAP Grubu adına konuşan Sayın Yüksel Yalova'nın şahsıma karşı
kullandığı ifadeyi ve şimdi de bana laf atan arkadaşlarımın hassasiyetine,
özellikle Yalova'nın nazik ve sanatçı kişiliğine yakıştıramadığımı burada
belirtmek istiyorum. Yalova, Aydın'da önseçim kararı
alındığı zaman Genel Başkanına, teşkilat başkanına neler söylemiştir; 50
arkadaşı biliyor. (ANAP sıralarından gürültüler) Kongreden sonra genel başkan
yardımcılığına seçilememesi üzerine Genel Başkanının gıyabında sarfettiği sözler
duygusallığın çok üzerine çıkmıştır; ben de biliyorum; ama, bütün bunlara
rağmen, partisinde belirli yerlere gelebilmek için susmanın, el etek öpmenin
vazgeçilmez olduğunu kendisi de bilir. Gerçi siyasette liyakat makamlarına
gelenler çoğu zaman aynı yollardan geçmişlerdir. MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Sayın Başkan... BAŞKAN – Sayın Cin... HALİL CİN (Devamla) – Otur otur
Sayın Ersümer. Otur... Elli yıl önce... MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Sayın Başkan... BAŞKAN – Buyurun efendim. MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Yani, böyle bir şeye nasıl izin veriyorsunuz?! HALİL CİN (Devamla) – Yarası olan
gocunur! MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Bunun gensoruyla ne alakası var?! BAŞKAN – Efendim, siz oturur
musunuz yerinize. HALİL CİN (Devamla) – Yarası
olan gocunur. Niye?.. Yaran mı var senin? MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Yaram yok. HALİL CİN (Devamla) – Yaran yoksa,
otur lütfen... MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Sayın Başkan... BAŞKAN – Efendim, siz yerinize oturun
lütfen. Yerinize oturun efendim. HALİL CİN (Devamla) – Türkiye'nin
en büyük sorunu siyasî ahlaktır. MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Sayın Başkan... BAŞKAN – Efendim siz yerinize
oturun. Efendim ben anladım... MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Siz buna müsaade edemezsiniz! BAŞKAN – Efendim yerinize oturun! MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Siz yanlış yapıyorsunuz! BAŞKAN – Efendim siz yerinize
oturun. HALİL CİN (Devamla) – Burada
milletvekili istediği şekilde konuşur. Hırsızlıkları örtemeyiz. MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Sayın Başkan, bir şeye siz şahitsiniz. BAŞKAN – Sayın Cin... Efendim bu
kadar... Yani, rica ederim... HALİL CİN (Devamla) – Bir şiir...
Siz şairsiniz efendim... BAŞKAN – Lütfen saygı sunun ve
bitirin. HALİL CİN (Devamla) – Peki
efendim. BAŞKAN – Hüsnüniyeti bu kadar
suiistimal olmaz canım. MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Sizin yaptığınız suiistimal Sayın Başkan. BAŞKAN – Efendim, oturun, ben
söyledim. MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Suiistimali siz yapıyorsunuz. BAŞKAN – Efendim, saygı sunup
inin. HALİL CİN (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, yarası olan gocunur, yarası olmayan dinler. MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Yarası olan da böyle konuşur işte. HALİL CİN (Devamla) – Sayın
Başkanın toleransını suiistimal etmemek için, Neyzen Tevfik'in elli yıl önce
söylemiş olduğu bir dörtlüğün... MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Sayın Başkan, saygı sunup inmesi lazım. HALİL CİN (Devamla) –... bazı
partilere ne kadar uyduğunu, bazı siyasetçilere ne kadar uygun düştüğünü
belirterek bitiriyorum. "Siyasetin yeni umdesi hak
kapanındır. Söz haykıranın mantık
şarlatanındır. " MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Üç sene sus, listeye giremeyince bağır. HALİL CİN (Devamla) – "Ele
geçmez bir paye kavuk sallamayınca, Kürsi-i liyakat yeteneksizlerin ve
el etek öpenlerindir. " Hepinize sevgiler saygılar
sunuyorum. Teşekkür ederim Sayın Başkan. (FP
ve DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Cin, teşekkür
ediyorum efendim. A. TURAN BİLGE (Konya) – Sayın
Başkan, bir daha teşekkür et. BAŞKAN – Efendim, kime ne kadar ve
nerede, nasıl teşekkür edileceğini bilirim; bildiğimi de bilirsiniz. 3. — Aydın
Milletvekili Yüksel Yolava’nın, İçel Milletvekili Halil Cin’in şahsına
sataşması nedeniyle konuşması YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın
Başkan... BAŞKAN – Buyurun Sayın
Yalova. YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın
Halil Cin konuşmasında benimle ilgili bir şeyler söyledi, müsaade buyurursanız
kürsüden, değilse yerimden_ Nasıl takdir buyurursanız. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir)
– Kürsüden konuşsun. BAŞKAN – Sayın Dedelek, yani, siz
davet edecekseniz, ben davet etmeyeyim. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir)
– Size saygımız sonsuz Sayın Başkan. BAŞKAN – Sayın Yalova, Sayın Cin
zatıâlinizden söz ederken, o üstün sanatkârane ifadeniz ve üslubunuzla başladı,
umarım yanıltmazsınız; buyurun. YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın
Başkanım, muhterem milletvekilleri; biraz önce söz alan Sayın Halil Cin'i
anlayışla karşılıyorum. Aydın'da önseçim dediği için kendimden
bahsetmek zorundayım. Aydın'da önseçimi ben istedim, benimle birlikte Aydın
Milletvekili Sayın Cengiz Altınkaya, ikimiz de Merkez Karar Yönetim Kurulu
üyesiydik, ikimiz de istedik, teşkilatlarımızın da istemesini sağladık. Bir
netice çıktı; öyle olabilirdi böyle olabilirdi, seçilirsek nasıl nasip
diyorsak, seçilemezsek de nasip demesini bilecek kadar erdemli bir insan
olduğumu düşünüyorum. Sayın Halil Cin, bu ülkede
rektörlük yapmış bir insandır; bir dönem de bu Yüce Parlamento çatısı altında
milletvekili sıfatıyla görev yapmıştır. Ben, kendisine hakkımı helal ediyorum,
hiçbir şey söylemeyeceğim; bundan sonraki hayatında başarılar diliyorum. Geçen
gün de hiç hakaret etmedim. Ben, Genel Başkanımın karşısında
kendimi kul, köle hissedip, belli bir noktadan sonra özgür olduğumu hiç
düşünemem. Ben, Genel Başkanımın karşısında her zaman, her konuda tartıştım;
ama, bizim siyaset ahlakımızda şuraya seçilince, buraya seçilemeyince gibi,
kendi siyasî konumumuza göre, birlikte kader birliği yaptığımız, mücadele ettiğimiz
arkadaşlarımızı kıskanmak, onları daha sonra da kötülemek gibi bir görgü
yoktur. Ben, hepinize saygılar sunuyorum.
(ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum. HALİL CİN (İçel) – Bizim de
yoktur. Sayın Başkan... BAŞKAN – Yok, Sayın Cin, aman_ Sayın Ersümer, gördünüz değil
mi?!. Bu kadar ... Bu iş böyle_ Nereye, nereye?!. Hayırdır
nereye?!. (Gülüşmeler) MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Oraya... BAŞKAN – Buraya?.. Hayır, ben... MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Sayın Başkanım, şunu arz etmek istiyorum. BAŞKAN – Buyurun. MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Tekraren de söylüyorum. Buradaki arkadaşımızın konuşmaları herkesi rencide
etmiştir Anavatan Partisi Grubunda; ama, arkadaşımız, özellikle beni göstererek
"yarası olan gocunur" tarzında bir beyanda bulunmuştur. Eğer, izin
verirseniz, yaranın nerede olduğunu izah edeyim. BAŞKAN – Yok, yok; hayır... Ben,
sizi, şunun için... Sayın Ersümer, görüyorsunuz, biz, bütün problemleri
usuletle ve suhuletle çözüyoruz diyecektim, kendime bir pay çıkaracaktım; siz
kendinize pay çıkardınız. MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Siyasette böyle oluyor efendim. BAŞKAN – Oturun lütfen, oturun...
Bu işler böyle olur. MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Ancak, size şunu belirtmek istiyorum: Gerçekten, beyanımda da ısrarlıyım.
Siz, burada, defalarca süre vererek, maalesef, biraz, o kürsüdeki adaletinizi
de suiistimal ettiniz. BAŞKAN – Aman, etmeyin efendim,
aman etmeyin!.. Şimdi, tabiî, gruplar, meselelere
hep kendi açısından bakıyor. İşte, bu grubun süresini uzatırsam öbürü kızıyor,
oranın süresini uzatırsam öteki kızıyor... Bu iş böyle gider Sayın Ersümer, bu
işler böyle gider; hiç üzülmeyin. MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– 18 Nisanda göreceğiz nasıl gittiğini... BAŞKAN – İnşallah, 19 Nisanda
burada olamayız; ama, 25 Nisanda, hep beraber, inşallah, buradayız. MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Eğer, imkân verirseniz, şu seçimi yaparsak!.. IV. —
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE A)
GÖRÜŞMELER (Devam) 1. — Kars
Milletvekili Y. Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşının, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasının sivil darbe girişimi olarak
nitelendirdikleri ve demokratikleşme çabalarını engelleyici tutum
sergiledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri
hakkında verdikleri gensoru (11/22) (Devam) BAŞKAN – Efendim, gensoru
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Görüşmeler sırasında,
Başkanlığımıza bir güvensizlik önergesi verilmiştir; okutup, bilgilerinize arz
edeceğim. Buyurun efendim. Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar
Kurulu üyelerine, Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya
çağrılmasını sivil darbe girişimi olarak nitelendirdikleri, demokratikleşme
çabalarını engelledikleri ve gensoru önergemizde ileri sürdüğümüz diğer
gerekçelerden dolayı güvensizlik duyuyoruz. Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar
Kurulu üyeleri haklarında, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 99 uncu
maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerince güvenoylaması yapılmasını arz ve
teklif ederiz. Saygılarımızla. 20.3.1999 Yıldırım Aktürk Feridun
Pehlivan Veli Andaç
Durak Uşak Bursa Adana Mehmet Tatar Refaiddin
Şahin Ahmet Alkan Şırnak Ordu Konya Zerrin Yeniceli Mehmet
Batallı Halil
Cin İzmir Gaziantep İçel A. Hamdi Üçpınarlar Cemal
Külahlı İrfan
Demiralp Çanakkale Bursa Samsun Şinasi Altıner Ali
Uyar Ergun
Özkan Karabük Hatay Niğde Mehmet Korkmaz Mustafa
Çiloğlu Necmettin
Dede Kütahya Burdur Muş İ. Turhan Arınç Demir Berberoğlu İzmir Eskişehir BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur. Sayın milletvekilleri, okunmuş
bulunan bu güvensizlik önergesinin oylanması, Anayasanın 99 uncu maddesinin
dördüncü fıkrasının uyarınca, bir tam gün geçtikten sonra, yani, 22 Mart 1999
Pazartesi günü yapılacaktır. Sayın milletvekilleri, gündemin
seçimlerle ilgili bölümüne geçiyoruz. VI. —
SEÇİMLER A)
KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM 1. — Adalet
Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim BAŞKAN – Adalet Komisyonunda boş
bulunan ve Anavatan Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için Kastamonu Milletvekili
Sayın Murat Başesgioğlu aday gösterilmiştir. Oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, saatleri
görüyoruz, 18.45; herhalde, bir başka işe başlamanın ve devam ettirmenin zaman
açısından imkânı gözükmüyor. Bu sebeplerle, alınan karar gereğince, kanun
tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 21 Mart 1999 Pazar günü saat
15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Kapanma
Saati: 18.45 BİRLEŞİM
59’UN SONU |
|