DÖNEM : 20 CİLT : 69 YASAMA
YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ 43 üncü
Birleşim 15 . 1 . 1999 Cuma İ Ç İ N D E
K İ L E R I. –
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. – GELEN KÂĞITLAR III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – Maden Tetkik ve Arama Genel
Müdürlüğünün Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına bağlanmasına ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1875) 2. – Eti Holding A.Ş. Genel
Müdürlüğünün Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı ile ilgilendirilmesine ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1876) 3. – Millî Prodüktivite Merkezi
Başkanlığı, Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz, ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğü
(TEKEL) ile Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünün (Çaykur) Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı ile ilgilendirilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1877) 4. – Millî Piyango Genel
Müdürlüğünün Maliye Bakanlığına bağlanmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi
(3/1878) 5. – Avrupa Konseyi Parlamenterler
Meclisi Türk Grubunda boş bulunan asıl üyelik için aday gösterilen
milletvekiline ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1879) 6. – Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilâtı Asamblesi Türk Grubunda boşalan asıl üyelik için aday gösterilen
milletvekiline ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1880) 7. – Avrupa Konseyi Parlamenterler
Meclisi Türk Grubunda boşalan asıl ve yedek üyelik için aday gösterilen
milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1881) 8. – Atina’da yapılacak olan
Güneydoğu Avrupa Ülkeleri Genç Politikacılar Toplantısına katılacak
milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1882) 9. – Kazakistan
Parlamentosunun vaki davetine TBMM’yi temsilen icabet edecek Parlamento
Heyetine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1883) 10. – TBMMBaşkanı Hikmet Çetin’in
İrlanda Meclis Başkanı Seamus Pattison’un davetine beraberinde bir heyetle
icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1884) IV. –
ÖNERİLER A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ 1. – Hükümet programı üzerindeki
görüşmelerde gruplar adına yapılacak konuşmalarda, konuşma sürelerinin iki
konuşmacı tarafından kullanılabilmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi V. – HÜKÜMET
PROGRAMI 1. – Başbakan Bülent Ecevit
tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun programı üzerindeki görüşmeler VI. –
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1. – Denizli Milletvekili Mehmet
Gözlükaya’nın, İçel Milletvekili Oya Araslı ile İstanbul Milletvekilleri A.
Ahat Andican ve Yılmaz Karakoyunlu’nun partisine sataşmaları nedeniyle
konuşması 2. – Ulaştırma Bakanı Hasan Basri
Aktan’ın, İçel Milletvekili Oya Araslı’nın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması 3. – Adalet Bakanı Selçuk
Öztek’in, İçel Milletvekili Oya Araslı’nın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması I. – GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te
açıldı. Erzurum Milletvekili Aslan Polat,
hayvancılığın sorunlarına, Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat
Dayanıklı, İstanbul'da meydana gelen radyasyon olayına, Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan
da, Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılara, İlişkin gündemdışı birer konuşma
yaptılar. Almanya'ya gidecek olan Maliye
Bakanı Zekeriya Temizel'e, Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay'ın vekâlet
etmesinin uygun görülmüş olduğuna, Bakanlar Kurulunu teşkile memur
edilmiş bulunan Muğla Milletvekili Yalım Erez'in, vaki temasları sonucu,
hükümeti kurma görevini yerine getirme imkânı bulamadığını bildirdiğine, Bakanlar Kurulunun yeniden teşkili
için, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 109 uncu maddesi uyarınca, İstanbul
Milletvekili ve DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in görevlendirildiğine,
seçilecek bakanların atanmaları yapıldıktan sonra, Bakanlar Kurulu listesinin
ayrıca gönderileceğine, Başbakanın teklifi üzerine, 3046
sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkındaki Kanunun 4 üncü
maddesi uyarınca, yedi devlet bakanının görevlendirilmesinin ve bunlardan
ikisine Başbakan Yardımcılığı görevinin verilmesinin onaylandığına; Türkiye
Büyük Millet Meclisince, seçim dönemi
bitmeden seçimlerin yenilenmesine karar verildiğinden, Anayasanın 114 üncü maddesi gereğince
Adalet, İçişleri ve Ulaştırma Bakanlıklarına bağımsız kişilerin Başbakan
tarafından atanmaları yapılarak bildirileceğinden, bu bakanlıklar dışındaki
bakanlıklara, Anayasanın 109 uncu maddesi gereğince ekli listede gösterilen
zevatın atandığına, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 20
nci seçim dönemi bitmeden seçimlerin yenilenmesine dair kararı çerçevesinde;
Adalet Bakanlığına Selçuk Öztek'in, İçişleri Bakanlığına Cahit Bayar'ın,
Ulaştırma Bakanlığına Hasan Basri Aktan'ın, Anayasanın 114 üncü maddesi
gereğince, Başbakan tarafından atanmış olduklarına, İlişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkereleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu. Anayasanın 114 üncü maddesine göre
atanmış bulunan Adalet Bakanı Selçuk Öztek, İçişleri Bakanı Cahit Bayar,
Ulaştırma Bakanı Hasan Basri Aktan andiçtiler. Komisyonun başkan, başkanvekili,
sözcü ve kâtip üye seçimine ilişkin (9/27) esas numaralı Meclis Soruşturması
Komisyonu Geçici Başkanlığı tezkeresi, Kahramanmaraş Milletvekili Ali
Doğan'ın, (9/27) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu üyeliğinden
çekildiğine ilişkin önergesi, Genel Kurulun bilgisine sunuldu. Adam öldürmek suçundan sanık
Süleyman Güney ile ilgili olarak Nevşehir Ağır Ceza Mahkemesinin 28.5.1997 gün,
1997/39 esas, 1997/47 karar sayılı dava dosyasının, gereği yapılmak için,
Adalet Bakanlığına iade edilmek üzere, Başbakanlığa gönderilmesine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi okundu; Başkanlıkça, Adalet Komisyonunda bulunan dosyanın
Başbakanlığa geri verildiği açıklandı. 14-17 Ocak 1999 tarihleri arasında
Atina'da düzenlenecek Güneydoğu Avrupa Ülkeleri Genç Politikacılar Toplantısına
vaki davete, 10 Ocak 1999 tarihinde
Kazakistan'da yapılacak genel seçimlere gözlemci sıfatıyla katılınmasına
ilişkin davete, İran Meclis Başkanının, TBMM
Başkanı Hikmet Çetin'i davetine, Birer parlamento heyetiyle icabet
edilmesine, Bazı milletvekillerinin izinli
sayılmalarına; İlişkin Başkanlık tezkereleri ile Bakanlar Kurulu programının
okunması, görüşülmesi ve güvenoylamasının, gündemin "Özel Gündemde Yer
Alacak İşler" kısmında yer almasına; Bakanlar Kurulu programı üzerinde
gruplar ve Hükümet adına yapılacak konuşmaların 40'ar dakika, kişisel konuşmaların
10'ar dakika olmasına; programın okunduğu, görüşüldüğü ve güvenoylamasının
yapıldığı günlerde başka konuların görüşülmemesine; Genel Kurulun, programın
görüşüleceği 15.1.1999 Cuma günü saat 10.30'da, güvenoylamasının yapılacağı
17.1.1999 Pazar günü saat 11.00'de toplanmasına; 13.1.1999 Çarşamba ve
14.1.1999 Perşembe günlerinde Genel Kurul çalışmalarının yapılmamasına ve
15.1.1999 Cuma günü 12.00-13.00 saatleri arasında çalışmalara ara verilmesine
ilişkin Danışma Kurulu önerisi; Kabul edildi. Görev bölümü yapmamış bulunan
(9/33) ve (9/34) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonlarının başkan,
başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimlerini yapmak üzere toplanacakları gün,
saat ve yerlere ilişkin Başkanlıkça duyuruda bulunuldu. Kabul edilen Danışma Kurulu
önerisi uyarınca "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer alan
Bakanlar Kurulu programı Başbakan Bülent Ecevit tarafından okundu. Bakanlar Kurulu programıyla ilgili
söz alma konusunda yapılan kura çekimi sonuçları açıklandı. Alınan karar gereğince, Başbakan
Bülent Ecevit tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programını görüşmek için 15
Ocak 1999 Cuma günü saat 10.30'da toplanmak üzere, birleşime 16.25'te son
verildi. Yasin
Hatiboğlu Başkanvekili Hüseyin
Yıldız Ali
Günaydın Mardin Konya Kâtip Üye Kâtip
Üye No. : 55 II. – GELEN KÂĞITLAR 14 . 1 .
1999 Perşembe Tasarı 1. – Uzman Jandarma Kanununun Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında
Kanun Tasarısı (1/869) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :
11.1.1999) Tezkereler 1. – Konya Milletvekili Nezir
Büyükcengiz’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık
Tezkeresi (3/1871) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1999) 2. – Ali Sezgin Hakkındaki Ölüm
Cezasının Yerine Getirilmesine Dair Başbakanlık Tezkeresi (3/1872) (Adalet
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1999) 3. – Mehmet Nuri Özen ve Hasan
Aşkın Haklarındaki Ölüm Cezalarının
Yerine Getirilmesine Dair Başbakanlık Tezkeresi (3/1873) (Adalet
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1999) 4. – Diyarbakır Milletvekili Ömer
Vehbi Hatipoğlu ve Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1874) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş
tarihi : 8.1.1999) BİRİNCİ
OTURUM Açılma Saati
: 10.30 15 Ocak 1999
Cuma BAŞKAN :
Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU KÂTİP ÜYELER
: Ali GÜNAYDIN (Konya), Hüseyin YILDIZ (Mardin) BAŞKAN – Çalışmalarımızın
hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ederek, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 43 üncü Birleşimini açıyorum. Sayın milletvekilleri, toplantı
yetersayımız vardır; çalışmalara başlıyoruz. Başkanlığın Genel Kurula sunuşları
vardır; sırasıyla arz ve takdim edeceğiz. Cumhurbaşkanlığı tezkereleri
vardır; okutuyorum: III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – Maden
Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğünün Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına
bağlanmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1875) 12 Ocak 1999 Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına İlgi: Başbakanlığın, 12 Ocak 1999
gün ve B.02.0.PPG.0.12-301/00832 sayılı yazısı. Başbakanlığa bağlı bulunan Maden
Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğünün, 3046 sayılı Kanunun 3313 sayılı Kanunla
değişik 10 uncu maddesine göre, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına
bağlanması, Başbakanın teklifi üzerine uygun görülmüştür. Bilgilerinize sunarım. Süleyman
Demirel Cumhurbaşkanı BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur. Diğer tezkereyi
okutuyorum: 2. – Eti
Holding A.Ş. Genel Müdürlüğünün Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı ile
ilgilendirilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1876) 12 Ocak 1999 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi: Başbakanlığın, 12
Ocak 1999 gün ve B.02.0.PPG.0.12-301/00831 sayılı yazısı. Başbakanlığın ilgili
kuruluşu Eti Holding AŞ Genel Müdürlüğünün 3046 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi
uyarınca, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı ile ilgilendirilmesi, Başbakanın
teklifi üzerine uygun görülmüştür. Bilgilerinize sunarım. Süleyman
Demirel Cumhurbaşkanı BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur. Diğer tezkereyi
okutuyorum: 3. – Millî
Prodüktivite Merkezi Başkanlığı, Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz, ve Alkol
İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TEKEL) ile Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünün
(Çaykur) Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile ilgilendirilmesine ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1877) 12 Ocak 1999 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi: Başbakanlığın, 12
Ocak 1999 gün ve B.02.0.PPG.0.12-301/00830 sayılı yazısı. Başbakanlığın ilgili
kuruluşları olan Millî Prodüktivite Merkezi Başkanlığı, Tütün, Tütün Mamulleri,
Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TEKEL) ile Çay İşletmeleri Genel
Müdürlüğünün (ÇAYKUR) 3046 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi uyarınca, Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı ile ilgilendirilmesi, Başbakanın teklifi üzerine uygun
görülmüştür. Bilgilerinize sunarım. Süleyman
Demirel Cumhurbaşkanı BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur. Diğer tezkereyi
okutuyorum: 4. – Millî
Piyango Genel Müdürlüğünün Maliye Bakanlığına bağlanmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi (3/1878) 12 Ocak 1999 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi: Başbakanlığın, 12
Ocak 1999 gün ve B.02.0.PPG.0.12-301/00829 sayılı yazısı. Başbakanlığa bağlı bulunan
Millî Piyango Genel Müdürlüğünün, 3046 sayılı Kanunun 3313 sayılı Kanunla
değişik 10 uncu maddesine göre, Maliye Bakanlığına bağlanması, Başbakanın
teklifi üzerine uygun görülmüştür. Bilgilerinize sunarım. Süleyman
Demirel Cumhurbaşkanı BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının tezkereleri vardır; okutuyorum: 5. – Avrupa
Konseyi Parlamenterler Meclisi Türk Grubunda boş bulunan asıl üyelik için aday
gösterilen milletvekiline ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1879) Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Avrupa Konseyi Parlamenter
Meclisi Türk Grubunda boş bulunan asıl üyelik için Fazilet Partisi Grup
Başkanlığınca, İzmir Milletvekili Prof. Dr. Sabri Tekir aday gösterilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620
sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (a) fıkrası uyarınca Genel Kurulun bilgisine
sunulur. Hikmet
Çetin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur. Diğer tezkereyi
okutuyorum: 6. – Avrupa
Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı Asamblesi Türk Grubunda boşalan asıl üyelik
için aday gösterilen milletvekiline ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1880) Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Avrupa GÜvenlik ve
İşbirliği Teşkilatı Asamblesi Türk Grubunda, İzmir Milletvekili Prof. Dr.
Sabiri Tekir'in istifası sonucu boşalan asıl üyelik için Fazilet Partisi Grup
Başkanlığınca Sıvas Milletvekili Abdüllatif Şener asıl üyeliğe aday
gösterilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (a) fıkrası uyarınca Genel
Kurulun bilgisine sunulur. Hikmet
Çetin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur. Diğer tezkereyi
okutuyorum: 7. – Avrupa
Konseyi Parlamenterler Meclisi Türk Grubunda boşalan asıl ve yedek üyelik için
aday gösterilen milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1881) Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Avrupa Konseyi Parlamenter
Meclisi Türk Grubunda Balıkesir Milletvekili Abdülbaki Ataç'ın ve Sıvas
Milletvekili Tahsin Irmak'ın istifası sonucu boşalan asıl ve yedek üyelik için
Doğru Yol Partisi Grup Başkanlığınca, Adana Milletvekili Cevdet Akçalı asıl üyeliğe,
Balıkesir Milletvekili Abdülbaki Ataç yedek üyeliğe aday gösterilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620
sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (a) fıkrası uyarınca Genel Kurulun bilgisine
sunulur. Hikmet
Çetin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur. Diğer tezkereyi
okutuyorum: 8.
– Atina’da yapılacak olan Güneydoğu Avrupa Ülkeleri Genç Politikacılar
Toplantısına katılacak milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1882) 13 Ocak 1999 Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Türkiye Büyük Millet
Meclisini temsilen 5 kişilik bir parlamento heyetinin 14-17 Ocak 1999 tarihleri
arasında Atina'da yapılacak olan Güneydoğu Avrupa ülkelerinin genç
politikacıları arasında diyalog geliştirmeyi amaçlayan Güneydoğu Avrupa
Ülkeleri Genç Politikacılar Toplantısına katılması, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 6 ncı
maddesi uyarınca Genel Kurulun 12.1.1999 tarih ve 42 nci Birleşiminde kabul
edilmiştir. Adı geçen Kanunun 2 nci
maddesi uyarınca, heyetimizi oluşturmak üzere siyasî parti gruplarınca
bildirilen üyelerimizin isimleri Genel Kurulun bilgilerine sunulur. Hikmet
Çetin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Hakan Tartan DSP İzmir Milletvekili Kâzım Arslan FP Yozgat Milletvekili BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur. Bir başka tezkere daha
var; okutuyorum. 9.
– Kazakistan Parlamentosunun vaki davetine TBMM’yi temsilen icabet edecek
Parlamento Heyetine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1883) Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Kazakistan Parlamentosunun
vaki davetine istinaden, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir parlamento
heyetinin 6-11 Ocak 1999 tarihleri arasında söz konusu davete icabet etmesi,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620
sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca, Genel Kurulun 12.1.1999 tarihindeki 42
nci Birleşiminde kabul edilmiştir. Heyeti oluşturmak üzere
siyasî parti gruplarının bildirmiş olduğu isimler, adı geçen kanunun 2 nci
maddesi uyarınca Genel Kurulun bilgilerine sunulur. Hikmet
Çetin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Adı Soyadı: Seçim İli: Hüsamettin Korkutata Bingöl Milletvekili Kâzım Üstüner Burdur Milletvekili Esat Bütün Kahramanmaraş
Milletvekili Mahmut Işık Sıvas Milletvekili BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi daha vardır; okutup, Heyetinizin
tasviplerine arz edeceğim: 10. –
TBMMBaşkanı Hikmet Çetin’in İrlanda Meclis Başkanı Seamus Pattison’un davetine
beraberinde bir heyetle icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1884) Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Dışişleri Bakanlığından
alınan 15 Aralık 1998 tarih ve AVGY-883 sayılı yazıda İrlanda Meclis Başkanı
Seamus Pattison'un, TBMM Başkanı Sayın Hikmet Çetin'i İrlanda'ya resmî olarak
davet ettiği belirtilmektedir. TBMM Başkanının, anılan
davete bir parlamento heyetiyle birlikte katılması hususu, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 6 ncı
maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur. Hikmet
Çetin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN – Tezkereyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Danışma Kurulunun bir
önerisi vardır; okutup, oylarınıza arz edeceğim: IV. – ÖNERİLER A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ 1. – Hükümet
programı üzerindeki görüşmelerde gruplar adına yapılacak konuşmalarda, konuşma
sürelerinin iki konuşmacı tarafından kullanılabilmesine ilişkin Danışma Kurulu
önerisi Danışma Kurulu Önerisi No. :154 14.1.1999 Hükümet Programı
üzerindeki görüşmelerde gruplar adına yapılacak konuşmalarda, konuşma
sürelerinin, iki konuşmacı tarafından kullanılabilmesi hususunun Genel Kurulun
onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür. Hikmet
Çetin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Lütfü Esengün Metin Öney FP Grubu Başkanvekili ANAP Grubu Başkanvekili Mehmet Gözlükaya Fikret
Uzunhasan DYP Grubu Başkanvekili DSP Grubu Temsilcisi Önder Sav CHP Grubu Başkanvekili BAŞKAN – Öneri üzerinde söz
talebi?..Yok. Öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri,
gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler'" kısmına geçiyoruz. V. – HÜKÜMET PROGRAMI 1. –
Başbakan Bülent Ecevit tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun programı
üzerindeki görüşmeler BAŞKAN – Bu kısımda,
Başbakan Sayın Bülent Ecevit tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun Programı
üzerindeki görüşmeler yer alacaktır. Görüşmelerde, İçtüzüğün 72 nci maddesine
göre, siyasî parti gruplarına, Hükümete ve şahısları adına iki sayın üyeye söz
verilecektir. Genel Kurulun 12 Ocak
1999 tarihli 42 nci Birleşiminde alınan
karar gereğince, siyasî parti grupları ve Hükümet adına yapılacak konuşmalar
40'ar dakika, kişisel konuşmalar 10'ar dakikadır. Bugün alınan karar gereğince
de, siyasî parti grupları adına yapılacak konuşmalar iki konuşmacı tarafından
kullanılabilecektir. Efendim, grupların
sırasının belirlenmesi, Danışma Kurulunda yapıldı. O belirlemeye göre; birinci
sırada Doğru Yol Partimiz, ikinci sırada Cumhuriyet Halk Partimiz, üçücü sırada
Anavatan Partimiz, dördüncü sırada Demokratik Sol Partimiz, beşinci sırada
Fazilet Partimiz görüşlerini arz ve ifade edecekler. Kişisel söz talebinde
bulunanlardan kurayla belirlediğimiz birinci sırada, Sayın Kahraman Emmioğlu,
ikinci sırada Sayın Tuncay Karaytuğ bulunmaktadır. Diğer isimleri, Divan Üyesi
arkadaşımız arz ve takdim edecekler. Buyurun efendim: İstanbul Milletvekili
Halit Dumankaya, Ankara Milletvekili Gökhan Çapoğlu, Sıvas Milletvekili Abdüllatif Şener, Uşak Milletvekili Yıldırım
Aktürk, Artvin Milletvekili Metin Arifağaoğlu, Samsun Milletvekili Adem Yıldız,
İstanbul Milletvekili Ali Talip Özdemir, Gaziantep Milletvekili Mustafa Taşar,
Malatya Milletvekili Miraç Akdoğan, Mardin Milletvekili Hüseyin Yıldız, Sinop
Milletvekili Kadir Bozkurt, Bitlis Milletvekili Safder Gaydalı, Eskişehir
Milletvekili Mustafa Balcılar, İçel Milletvekili Halil Cin, Yalova Milletvekili
Yaşar Okuyan, Bayburt Milletvekili Ülkü Güney, İstanbul Milletvekili Refik
Aras, Kayseri Milletvekili İbrahim Yılmaz, Ankara Milletvekili İrfan Köksalan,
Amasya Milletvekili Aslan Ali Hatipoğlu, Balıkesir Milletvekili Hüsnü
Sıvalıoğlu, Aydın Milletvekili Cengiz Altınkaya, Kars Milletvekili Selahattin
Beyribey, Kahramanmaraş Milletvekili Esat Bütün, Adana Milletvekili Yakup
Budak, Batman Milletvekili Musa Okçu, Adana Milletvekili Erol Çevikçe, Samsun
Milletvekili Latif Öztek, Ankara Milletvekili Rıza Ulucak, Adana Milletvekili
Ertan Yülek, Konya Milletvekili Necati Çetinkaya, Erzincan Milletvekili Mustafa
Kul, İstanbul Milletvekili Ahmet Güryüz Ketenci, Erzurum Milletvekili Ömer
Özyılmaz, Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Batman Milletvekili Faris Özdemir,
Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali
Şahin, İstanbul Milletvekili Ekrem Erdem, Bursa Milletvekili Altan
Karapaşaoğlu, Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya, Adana Milletvekili Sıtkı
Cengil, Kayseri Milletvekili Memduh Büyükkılıç, Konya Milletvekili Veysel
Candan, İzmir Milletvekili Sabri Ergül, Ankara Milletvekili Önder Sav, Hatay
Milletvekili Nihat Matkap, Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş, Malatya
Milletvekili Ayhan Fırat, Hatay Milletvekili Atilâ Sav, Ankara Milletvekili
Eşref Erdem, İzmir Milletvekili Birgen Keleş, Bursa Milletvekili Yahya Şimşek,
Ankara Milletvekili Seyfi Oktay, Tunceli Milletvekili Orhan Veli Yıldırım, İçel
Milletvekili Fikri Sağlar, Amasya Milletvekili Haydar Oymak, Tokat Milletvekili
Şahin Ulusoy, İstanbul Milletvekili Altan Öymen, Ankara Milletvekili Ersönmez
Yarbay, İstanbul Milletvekili Azmi Ateş, Erzurum Milletvekili Aslan Polat, Bolu
Milletvekili Mustafa Yünlüoğlu, Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı, Bitlis
Milletvekili Abdulhaluk Mutlu, Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş, Elazığ
Milletvekili Cemil Tunç, Kilis Milletvekili Mustafa Kemal Ateş, Trabzon
Milletvekili İsmail İlhan Sungur, Afyon Milletvekili Osman Hazer, Adıyaman
Milletvekili Ahmet Doğan, İstanbul Milletvekili Ali Oğuz, Karaman Milletvekili
Zeki Ünal, Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün, Kahramanmaraş Milletvekili
Hasan Dikici, Rize Milletvekili Ahmet Kabil, İstanbul Milletvekili Emin Kul,
Amasya Milletvekili Cemalettin Lafçı, Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey,
Konya Milletvekili Ali Günaydın, Isparta Milletvekili Mustafa Köylü, Erzincan
Milletvekili Naci Terzi, İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu. BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum. Sayın milletvekilleri,
şimdi, grupları sırasıyla kürsüye davet edeceğim; ancak, ricam şudur: Bugünün
özelliği var, hepimiz biliyoruz; süreler 40'ar dakikadır, iki arkadaşımızın
kullanması ihtimali vardır, iki arkadaşımız kullanırken, lütfen, kaçar dakika
konuşacaklarsa, sürelerini aralarında belirlesinler ve bunlara da uysunlar,
inşallah, saat 16.30'a kadar toparlama imkânımız olsun. Grupları sırasıyla davet
edeceğimi ifade etmiştim; şimdi, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini Sayın
Ufuk Söylemez ve Sayın Nevzat Ercan ifade edecekler; ama, ben Sayın Söylemez'i
davet ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar) Aranızda 20'şer dakika
belirlediğiniz ifade olundu; ancak, Sayın Söylemez, şunu arz edeyim ve size
söylerken tüm Genel Kurula karşıdır arzım: Bir sayın üyenin konuşmasından sonra
bir iki dakika idare ediyoruz, sonra öbür üye de... Ona bu defa imkânımız
yoktur. 20 dakikada... H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) –
2 dakika kala beni ikaz ederseniz... BAŞKAN – 2 dakika kala ben
arz edeyim efendim, inşallah, konuşmanızın insicamını etkilemiş olmam. Sayın Söylemez buyurun,
mikrofonunuz açık. DYP GRUBU ADINA H. UFUK
SÖYLEMEZ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Başkan, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin çok değerli üyeleri; konuşmama başlamadan önce hepinizi,
şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum ve bu
vesileyle, bizleri ekranları başında izleyen değerli vatandaşlarımıza da
saygılarımı sunuyorum. Değerli milletvekilleri,
bugün 56 ncı hükümetin programını görüşmek üzere toplandık ve ben Doğru Yol
Partisi Grubu görüşlerinin birinci bölümünü sizlere arz etmek üzere
huzurunuzdayım. Gerçekten, 56 ncı
hükümetin programına baktığımız zaman, kuruluş amacına uygun, aşırı iddialı
hedefler koymayan, gerçekçi ölçütlerle hazırlanmış bir program olduğunu genel
olarak söylemek mümkündür. Programın içerisinde, partizanlık yapmayacaklarından
ve seçim ekonomisi uygulamayacaklarından bahsetmeleri ve bunu taahhüt etmeleri
de, bizim için ayrıca memmuniyet verici ve olumlu bulunmuştur. Bunları söylerken,
özellikle bugünü kavrayabilmek, 56 ncı hükümetin hangi dengeler üzerinde
olduğunu görebilmek için dünü anlamamız lazımdır. Dünü anlamadan bugünü
kavramamız ve geleceğe bakmamızın da çok kolay olmadığını düşünüyorum. 56 ncı
hükümetin, şu anda, hangi ekonomik dengeler üzerinde durduğunu, seçim sonrası
kurulacak 57 nci hükümeti ne tür bir malî tablonun beklediğini, ne tür bir malî
hasarın olduğunu anlamamız ve kavramamız gerekiyor. Bir durum tespitinde, bir
malî hasar tespitinde, bir mizan çıkarılmasında, bir ders çıkarılmasında
gerçekten zaruret vardır. Şimdi, Türk ekonomisine
dışarıdan şöyle baktığımız zaman, gerçekten, bugün için umut veren bir tablo
olduğunu söylemek mümkün değil; olumsuz, sıkıntılı, resesyon göstergeleri olan,
oldukça vahim bir tablo var. Türkiye'nin dışpolitik hadiseleri, DYP Grubu adına
ikinci bölümde dile getirilecektir; ama, ben içeriye bakmak istiyorum: Otoyol
ihalelerinden özelleştirmelere, banka satışlarından enerji dağıtımına kadar
hemen her alanda ayyuka çıkmış yolsuzluk ve usulsüzlük iddaları, bir ahbap
çavuş kapitalizmi uygulamasının kötü sonuçları, mafyalaşmış ekonomik ilişkiler
ve sosyal ilişkiler, öte yandan, ekonomide altüst olmuş makro ekonomik
dengeler, küçülen bir Türkiye, çöken bir borsa, dışarıdan borçlanamayan bir
Hazine, yüzde 150 faizle bile zor borçlanan bir devlet ve duran ihracat,
gerileyen sanayi üretimi, işsizlik, işyeri kapatmaları ve adı konulmamış
giderek derinleşen ve yönetimi de gittikçe zorlaşan bir kriz... Böyle bir
tabloyu, ne ülkemiz ne çalışkan, fedakâr, namuslu Türk Milleti, hiçbirimiz hak
etmedik. Bu tabloya bakıp sormak
lazım: Ne oldu da, büyüyen, ihracatını artıran, borsası yükselen, üretimi
artan, dinamik, pırıl pırıl bir müteşebbisleri olan Türkiye'ye; ne oldu ve Türk
ekonomisi bu hale nasıl geldi, getirildi? Değerli arkadaşlarım,
Türkiye, dünyada yaşanan global krizden etkilendi; işte, o nedenle Türk
ekonomisi bu boyutlarda hasar gördü, ne yapalım demek gerçekten doğru değil,
haklı da değil. Türkiye'de yaşanan bütün bu olumsuzlukları, yönetilmesi giderek
zorlaşan bu krizi global krize havale etmek gerçekçi de değil; çünkü, Güneydoğu
Asya ülkelerinden Tayland'da, bundan onsekiz ondokuz ay önce ortaya çıkan,
bugün, neredeyse, yaralarını sarma noktasına gelinen global krizin aralık, ocak
ayında Türkiye'yi vurduğunu, bütün dengelerin bir ay içinde altüst olduğunu
söylemek doğru değil. Türkiye'nin bu nedenle küçüldüğünü, işsizliğin bu nedenle
arttığını, borsanın bu nedenle çöktüğünü, ihracatın bu nedenle durduğunu
söylemek doğru değil; çünkü, 55 inci hükümet, 1998 yılı programını açıkladığı
zaman, zaten, Türkiye'yi küçülteceğini ilan etmişti. Alın Hükümet Programını,
bakın, ne diyor: "Son üç yılda; yani, 1995, 1996, 1997'de ortalama yüzde
7,7 büyüyen, 8'den aşağı büyümeyen Türkiye'yi, biz, 1998'de yüzde 4
büyüteceğiz." Öyle diyor ve zaten öyle de oldu ve "iç talebi
kısacağız" diyor "enflasyonla böyle mücadele edeceğiz" diyor
"KİT fiyatlarına baskı yapacağız" diyor ve bu arada da "memur,
emekliye zam yapmayacağız, tarımsal kredi faizlerini 20 puan, esnafın
faizlerini 10 puan artıracağız ve Türkiye'de enflasyon mücadelesini böyle
yapacağız" diyor. Bunu yaparken, bunu söylerken, bu doğal sonuçları
görmemeleri ya ciddî bir bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor ya da makro ekonomik
politikalarda çok ciddî bir hata ve yanılgının uygulanmasından kaynaklanıyor
diye düşünüyorum. İç talebi kısarken,
istihdam, işsizlik gibi ciddî sorunu olan ülkemizde, bir anlamda, dışsatımın
önünü açmanız, dış kredilerle Türkiye'yi desteklemeniz gerekmez miydi?!. Ama,
siz, ihracatı durma noktasına getiren kur politikalarında, kuru nominalanchor dediğimiz;
yani, kuru sabitleyici çıpa olarak kullanırsanız, Türkiye'de ihracatın büyümesi
mümkün müdür?!. Bakın, değerli
arkadaşlarım, Türkiye'de, ihracat, 1994'ten itibaren, 1994, 1995, 1996, 1997,
son dört yıl, hep dolar bazında ortalama yüzde 15,5 büyümüştür ve ilk kez bu
yıl, Türkiye'de ihracat yüzde 1,5 büyüyebilmiştir; yani, reel olarak
gerilemiştir. Duran bir ihracat; Türkiye'nin en dinamik hadisesi
durdurulmuştur. Türk Lirasında, kura baskı yapılması nedeniyle, aşırı baskı
nedeniyle aşırı değerleme vardır; yani, Türk Lirası, gerçekçi bir biçimde
devalüe edilmemektedir. Buradan, şuna da açıklık getirmek istiyorum: Kimse
devalüasyon falan istemiyor; o, bir gecede aniden yapılan yüksek oranlı
devalüasyonların devri, modası çoktan geçti. Doğru Yol Partisi olarak bizim
ısrarla söylediğimiz ve uygulayageldiğimiz hadise, Türkiye'nin rekabet gücünü,
ihracatın önünü açan gerçekçi kur politikasıdır, reel kur politikasıdır. Biz
diyoruz ki, Türk parası, birçok yabancı para karşısında cinsine göre, dövizine
göre, yüzde 10 ile 12 arasında aşırı değerlenmiştir; bu, ihracatın önünü
tıkamakta, Türkiye'nin rekabet gücünü yitirtmektedir. 55 inci hükümetin ekonomi
yönetimi "efendim, biz, toptan eşya fiyatlarını esas alıyoruz" diyor;
toptan eşyada 54 çıktı, ne güzel, dolayısıyla biz, kuru yüzde 50 artırsak
Türkiye'de mesele kalmaz_ Öyle olsaydı, Türkiye'nin ihracatı durmazdı. Bakınız, toptan eşya
fiyatlarında da gerçekten kamuoyu önünde bir yanlış yapılıyor; bilerek
yapılıyorsa ayıp yapılıyor. Toptan eşya fiyatları halkımızın günlük yaşamını,
işçinin, memurun, köylünün, ev kadınının ve emeklinin evinde tenceresinde pişen
yemeğini, cebindeki parayı çarşı pazarda harcamasını, hayat pahalılığını
yansıtmaz. Doğrudur; toptan eşya fiyatları da bir enflasyon endeksidir ve
içinde neler vardır; selülozik boyalar vardır, testere makineleri vardır,
tutkallar vardır, bunlardaki fiyat artışı yüzde 50 olsa ne olur, yüzde 40 olsa
ne olur; ama, gelin bakalım, işçinin, memurun, emeklinin, evkadınının
çarşı-pazar enflasyonu dediğimiz gerçek tüketici enflasyonuna baktığımız zaman
bu çok farklı. Toptan eşyada da bu fiyatlara gerçekçi bir şekilde gelinmedi,
keşke, öyle gelinebilseydi. Zaten öyle olsaydı, toptan eşya ile tüketici
arasındaki fark bu kadar -15-20 puan- açılmazdı. Toptan eşyada, KİT ürünlerine
zam yapmazsanız, KİT ürünlerine yapılması gereken maliyetleri yansıtmaz, bunun
yerine KİT'leri borçlandırmaya kalkarsanız, görünüşte toptan eşya fiyatları
yerinde sayar; ama, KİT borçlarına baktığınız zaman bir aysberkin görünen
yüzünün altı gibi olur ve Türkiye'de bugün kamu iktisadi teşebbüslerinin,
işletmeci KİT'lerin iç ve dışborçları toplamının, maalesef, 4,5 katrilyona
çıktığını görürsünüz. 1997 Haziran ayında bizim devrettiğimiz hükümette,
işletmeci KİT'lerin toplam iç ve dışborçları 2 katrilyon civarındaydı, bugün
ise, maalesef, 4,5 katrilyona dayanmıştır. Bu, neye rağmen olmuştur; toptan
eşyada, 1997'de varil başına 23 dolar olan ham petrolün bugün 11-12 dolarlara
düşmesine rağmen olmuştur. Enflasyonda buna başarı demek mümkün değildir. Kuru, TEFE'yi esas olarak
artırırsanız varacağınız sonuç, duran ihracat, gerileyen bir bavul ticareti olur.
Enflasyonda gerçekçi olmayıp, TEFE'yi öne çıkarıp, halkın gündemini bambaşka
bir enflasyonla meşgul etmeye kalkarsanız, belki programda, kâğıt üzerinde,
yazdığınızı tutturursunuz; ama, ne çarşı pazardakini ikna edebilirsiniz, ne
kamu açıklarını azaltabilirsiniz, ne yüzde 150 borçlanmayı engelleyebilirsiniz,
ne çöken borsayı diriltebilirsiniz, ne de duran ihracatı artırabilirsiniz. İçborçlanmada
katrilyonlarca lira borçlanma var.
Bakınız; Türkiye'de, temmuz
ayından beri -ağustos, eylül, ekim, kasım, aralık, ocak- Hazinenin yaptığı son
13-14 tane içborçlanma ihalesini tek tek takip ettik. Bunlar arasında en düşük
borçlanma faizi yüzde 120, en yüksek borçlanma faizi yüzde 148,5'ti, ortalaması
yüzde 140'lara geliyor. Öyle bir Hazine düşünün ki, dünyada, bu kadar kısa
vadeye bundan daha yüksek faiz veren bir hazine yok. 54 üncü hükümet döneminde,
1997'nin ilk 6 ayında, yeni enstrümanları -TÜFE-X dediğimiz enstrümanları-
devreye sokarak, enflasyona endeksli, 2 yıl vadeli, büyük güçlüklerle, direnen
lobilere rağmen, ortalama 17 aya uzatabildiğimiz vadeler, maalesef, 1998 yılı
ekonomik uygulamalarında 7-7,5 aya düşmüştür; yazık, günahtır_ Peki, vadeler düştü,
faizlerde bir iyileşme var mı; ne gezer!.. Bütçe açığının, kamu açığının
giderek büyümesi, harcama reformu yapılmaması, sosyal güvenlik reformunun
Meclise bile getirilmemesi, bugün çok konuşulan; ama, 18 ay boyunca gündeme
getirilmeyen bankacılık reformunun getirilmemesi, tarımsal birliklerin
özerkleştirilmesinin adının bile anılmaması, bütçe açığını giderek büyütmüş,
Hazinenin, kamunun borçlanma gereğini artırmış, kamu, bu kaynaklara pahalı
elkoymuştur. "İyi ya,
rezervlerimiz iyi" diyebilirsiniz. Gerçekten de yüzde 150 faiz vererek,
sıcakparaya davetiye çıkarılarak, kısa vade, sıcakpara üçgeninde, Türkiye'yi
yüksek faize mahkûm ederek toplanan rezervler ne oldu; bakıyorsunuz, temmuz
ayında, yanlış zamanlama ve kapsamda çıkan bir vergi reformunun getirdiği
sirkülasyon ve dengesizlikler, arkasından bankalararası işlemlere getirilen
kısıtlamalar, forward ve swap işlemlerine getirilen vergiler, kısıtlamalar ve
yasaklar; yani, piyasa ekonomisiyle bağdaşmayan, zıtlaşan yasakçı yaklaşımlar
nedeniyle, temmuz ayında Rusya moratoryum ilan etmeden önce, Türk ekonomisinde
ciddî sıkıntılar başladı. 26,5 milyar dolara çıkan, övünülen rezervler, 31
Aralık itibariyle maalesef 19 milyara düştü. "Efendim, 19 milyara düştü;
ama, hâlâ da bu 19 milyar bize yeterlidir denilebilir. Doğrudur, rezervler,
geçtiğimiz son üç yılda da 16 ilâ 19 milyar dolar arasında oynamıştır; ama, siz
26 milyar dolardan 19 milyar dolara kadar inen 7 milyar dolarlık bir rezervi,
üç dört ayda Türkiye'den dışarı kaçırdınız. Buna, bu millet para ödedi; buna,
bu millet, bu Hazine yüzde 150 faiz ödedi. Bu rezervler bedava değil. Bu
rezervler, Türkiye'ye doğrudan gelmiş yabancı sermaye yatırımı falan asla
değil. Bir Malezya'ya bakın...Bir
yılda, 1995-1996 arası giden yabancı sermayenin onda 1'i Türkiye'ye gelmiyor.
Türkiye'den giden para, işte bu sıcak para. Bütün ikazlarımıza, bütün
iyiniyetli uyarılarımıza rağmen, henüz Rusya krizi çıkmadan, yanlış zaman ve
kapsamda çıkarılan Vergi Yasası nedeniyle Türk ekonomisi, bankacılık
işlemlerine getirilen kısıtlamalar, forward ve swap işlemlerine getirilen
yasaklamalar nedeniyle türbülansa girmiş, elbette global krizin de dolaylı
etkileriyle bu noktaya gelmiştir. Ancak, bugün, Türkiye'de yaşanan olayların,
ekonominin geldiği hadiselerin global krizden kaynaklandığını söylemek,
gerçekten doğru olmaz, haklı da olmaz. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de, övündüğümüz, yükselen bir borsa vardı. emergency market dediğimiz,
25-30 yükselen pazar içinde, Türk borsası pırıl pırıl parlıyordu. Dolar bazında
bileşik endeks 1.20, 1,30, 1.40 dolaylarına varmıştı; bugün 70 senttir. Ağustos ayından beri son altı ayın
ortalaması... BAŞKAN - Sayın Söylemez,
son 2 dakikanız efendim. H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla)
– Peki efendim. 2 400 civarında olan bir
borsayla karşı karşıyayız. Beşyüz bine yakın... MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli)
– Daha 8 dakikası var Sayın Başkan! BAŞKAN - Affedersiniz...Affedersiniz... İSMET ATTİLA (Afyon)
– Efendim, hatibin sözünü kestiğiniz için 1 dakika ilave edin! H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla)
– İlave süremi istiyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Sayın Söylemez,
buyurun efendim; özür dilerim. H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla)
– Teşekkür ederim. Başkan hak yemez... BAŞKAN - Özür dilerim
efendim. H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla)
– Değerli milletvekilleri, Türkiye'de beşyüz bine yakın küçük ve orta
ölçekli tasarrufçu "Haydi borsaya" diyen bir kısım Hükümet yanlısı
medyanın manşetlerine inanarak borsaya yatırım yaptılar. Temmuz ayında 4 500
olan borsa bileşik endeksi, son beş aydır 2 400- 2 500 ortalamasında. Dolar
bazında 1.20-1.40'lara çıkan endeks, bugün 70 sente düşmüştür; yani, oraya
yatırım yapan, yatırım yaptırılan, yönlendirilen bu beşyüzbin insan, birkaç
spekülatörün, manipülatörün, insider trading yapan insanların yönlendirmesiyle
servetlerinin yarısını yitirdi. Bunun hesabını kim verecek?..Yazık, günah değil
mi?..Milyarlarca dolarlık servet el değiştirdi. Bu para, yoğunlaşmaya, kartelleşmeye,
tekelleşmeye doğru aktı gitti. Bir kısmı da o krizden etkilenerek yurtdışına
aktı. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de, 1998 yılı içinde 3 tane banka ardı ardına devletleştirildi. Liberal
bir piyasa ekonomisini vaat eden 55 inci Hükümetin ekonomi yönetimi, devletçi
bir ekonomi politikasıyla karşımıza geldi. Bakınız, Türkbanka sermaye olarak
konulan 500 milyon dolar nerededir? Bankeksprese 300 milyon dolar para
yatırılmıştır, ortada, hesabını veren yoktur. Daha dün 1,7 milyar dolar mevduat
toplayan, bizim tahdit koymamıza rağmen, ikaz etmemize rağmen yüzde 32 ile
döviz mevduatı toplamasına izin verilen İnterbank bugün nerededir? Bu 3 bankada
riske edilen Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun parası toplam 2,5 milyar
dolardır; yazık, günahtır; bu para milletin parasıdır. 2,5 milyar dolar,
Türkiye'nin bir yıllık özelleştirme gelirinden fazladır. 2,5 milyar dolar,
Türkiye'nin bir yılda bulabileceği dışborçtan fazladır değerli arkadaşlarım.
Türkiye, 1997 yılında 2,9 milyar dolar dışborç bulabilmiş -bu yıl onu da
bulamamış- 1998 yılında, IMF ile yaptığı, ne tür bir anlaşma olduğu
anlaşılmayan bir anlaşma karşılığında 2,5 milyar dolar bile kredi bulamamıştır.
IMF ile anlaşma yapan her ülke kolaylıkla dışkredi bulabilirken, Türkiye,
haziran ayında, Rusya'da kriz filan yokken dahi, 1 dolar kredi alamamıştır.
Bunun adına, yanlış makro politika derler, yanlış ekonomi derler, yanlış
siyaset derler, kredibilite kaybı derler; bunun adına, hatalı makro ekonomik
hedefler derler. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'nin çektiği ekonomide, liberalizmde, gerçek anlamda şeffaflığı,
rekabeti ortaya koyamamasındandır. Türkiye'nin çektiği, Güneydoğu Asya
ülkelerinde olduğu gibi, tam ve eksiksiz bir demokrasiyi ihdas edememiş
olmasındandır. İlişkilerin, ekonomide ahbap çavuş kapitalizmi dediğimiz, crony
kapitalizmi dediğimiz mafyalaşmış ekonomik ilişkilere dönüşmesindendir. Korumaya, kayırmaya
dayanan, tekelleri ve kartelleri koruyan ve destekleyen bir yapıyı, biz, DYP
olarak reddediyoruz. Şeffaf, gerçek anlamda rekabetçi, piyasa giriş
engellerinin olmadığı, Rekabet Kurulu Kanunundan, Antitröst Kanununa kadar her
türlü yasal düzenlemenin yapıldığı, ihracata dayalı büyümeyi hedef alan,
küçülen değil, büyüyen bir Türkiye'yi hedef alan bir anlayışı ortaya koymak
zorundayız. Esnafı, köylüyü, memuru, emekliyi ezmeyen bir ekonomik anlayış,
kartelleşme ve tekelleşmeyi şiddetle reddeden bir ekonomik anlayışı, biz,
Türkiye'nin önüne koymak zorundayız. Her şeyin başına bireyi koyacağız. Her
şeyin başına liberal ekonominin felsefesi olan teşebbüs özgürlüğünü koyacağız,
insanın fikir ve inanç özgürlüğüne saygılı olacağız ve ahbap çavuş
kapitalizminin oyduğu bu rejimin altını mutlaka dolduracağız. Türkiye, tam ve
eksiksiz bir demokrasi içinde, liberal piyasa ekonomisi koşullarında mutlaka
daha iyiye gidecektir. Ben, vatandaşlarımıza da
seslenmek istiyorum. kimse umutsuz olmasın, biz, Türkiye'nin orta vadede,
geleceğinden umutluyuz. İnşallah üç ay sonra yapacağımız hür ve demokratik
seçimlerin sonucunda oluşacak bir DYP iktidarında -biz, gerçekten kararlı- hem
siyasî hem ekonomik alanda detaylı bir programı hayata geçireceğiz ve bu
ilkeler ışığında çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Ben, 56 ncı Hükümete,
Türkiye'yi seçime götüreceği bu zor ve sorumlu yolunda başarılar dilerken,
hepinize şahsım ve DYP Grubu adına sevgi ve saygılarımı sunar, teşekkür ederim
efendim. Sağolun. (Alkışlar) BAŞKAN – Sayın Söylemez,
teşekkür ediyorum efendim. DYP Grubunun ikinci sırada
söz hakkını kullanmak üzere, Sayın Ercan; buyurun efendim. (DYP sıralarından
alkışlar) DYP GRUBU ADINA NEVZAT
ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; 56 ncı hükümet
programı üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubum
ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
hükümetler sorunları çözmek için vardır; uyguladıkları politikalarla millî
ihtiyacı karşılarlar. 56 ncı hükümet kuruluşuna gelmeden önce, 55 inci hükümeti
tahlil etmek gerekir, ben de öyle yapacağım. Bu tahlil yapılmadan, 56 ncı hükümetin
mevcut şekliyle kuruluşunun sırrını anlamak imkânsızdır. Değerli milletvekilleri,
55 inci hükümet, önemli özellikleri olan bir hükümettir. Kuruluş itibariyle
önemli özellikleri olan bir hükümettir. Hükümetten ayrılışı itibariyle de
önemli özellikleri olan bir hükümettir. Her ikisi de demokrasi adına üzüntü vericidir.
METİN PERLİ (Kütahya) –
Muhteşem geldiler, muhteşem gittiler!.. NEVZAT ERCAN (Devamla) –
55 inci hükümet, kuruluşu itibariyle antidemokratik bir hükümettir. 55 inci
hükümet, kurdurulmuş bir hükümettir; atanmış bir başbakan ve atanmış bir
hükümet, ülkeyi birbuçuk yıl yönetme iddiasında bulunmuştur. Değerli milletvekilleri,
bizatihî kendisi sorun olan bir hükümetin, birbuçuk yıl içerisinde ülkenin
sorunlarına çözüm üretmesi mümkün değildi; çünkü, asıl sorun Hükümetin
kendisiydi; çünkü, bu Hükümet (55 inci hükümet) birbuçuk yıl siyasî meşruiyeti
tartışılan bir hükümetti ve bu Hükümet, Parlamento dışı güçlerin dayatmasıyla
kurdurulmuş bir hükümetti. O itibarla, bu Hükümetin
önceliklerinde tercih, kendisini iktidar yapan Parlamento dışı güçlerin
tercihleri olmuştur, halkın tercihleri değil ve bu Hükümetin, gerçekten de,
dayatanların tercihlerine yönelik icraatlarını ibretle izledik. Eğer, bu Hükümetin
birbuçuk yıllık icraatlarına özetle bakacak olursak, satır başlarıyla... Evet,
bu Hükümetin (55 inci hükümetin) birbuçuk yıllık icraatları, partizanlıktır,
yolsuzluktur, diyet ödemelerdir -altını çiziyorum- dayatmalardır, muhtıralardır,
devlet ihaleleridir, peşkeş çekmedir ve ekonominin bütün yükünü dargelirlinin
sırtına yüklemekten başka bir şey değildir. REFİK ARAS (İstanbul) –
Size göre... NEVZAT ERCAN (Devamla) –18
Nisan seçimlerinde de millete göre olacak. Nasıl kuruldu bu Hükümet;
millî irade gaspedildi. Bu Parlamentoda bir daha benzeri yaşanmasın. Evet, bu
Parlamentoda çok çirkin şeyler olup bitti. Bu Parlamento dışında oluşturulan bu
Hükümetten çıkar bekleyen güç odakları lobiler oluşturdu, havuzlar kuruldu ve
Parlamento yapısı ve aritmetiği değiştirilmek istendi; öyle de yapıldı. (DYP
sıralarından alkışlar) Millî iradeyi, Parlamentoda milletvekili transferleriyle
ayaklar altına alan bu hükümet, bu ayıbı örtemez. İhtirasları ve keseleri
dolmamış ekonomik iktidar, millî iradeye yan gözle bakan derin bürokrasi ve
çıkarlarını bu noktada gören dar görüşlü siyaset, bir demokrasi lekesi olarak
55 inci hükümeti doğurmuştur. İşte böyle doğmuştur 55 inci hükümet. Düşünün ki, bir cumhuriyet hükümetinin başbakanının,
pijamalı medya patronuna hulûs çekmesi unutulacak ayıplardan değildir. (DYP
sıralarından alkışlar) ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – At
bakalım, atabildiğin kadar at_ NEVZAT ERCAN (Devamla) –
Öyle mi?.. Siz kendinizi aldatıyorsunuz Sayın Güney. Gazete manşetlerinde
duruyor, arşivleri yok edemezsiniz Sayın Güney. ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) –
Konuşmuş olmak için konuşuyorsun_ NEVZAT ERCAN (Devamla) –
Değerli milletvekilleri, işte böyle transferlerle, dayatmalarla, baskılarla,
tehditlerle, şantajlarla, demokrasidışı birtakım yol ve yöntemlerle kurulan,
kurdurulan, atanan bu Hükümet, birbuçuk yıl iktidarda kaldı. Nasıl gelmişti bu Hükümet;
neler söylemişti; hangi sürecin içinden doğmuştu bu Hükümet, 55 inci hükümet?
Bu Hükümet kendisine nasıl bir misyon biçmişti; kendisine neleri görev
edinmişti? Hatırlarsanız, bu Hükümet: 1- İrtica tehdidini
ortadan kaldıracaktı, 2- Susurluk meselesini
çözecekti, 3- Enflasyonu düşürecekti. Değerli milletvekilleri,
bu Hükümet geldi, iktidar oldu; iktidar olur olmaz hemen "irtica
tehlikesi, tehdidi ortadan kalktı, sona erdi" dediler. Ne menem bir şeydi ki bu
irtica, nasıl bir şeydi ki, her derde deva_ Aslında, irtica, bizim tarihimizde,
siyasî tarihimizde ilk defa tartışılan bir konu değil, hep devrevî olmuştur.
Eğer Türkiye'de özel kararlar alınmak isteniyorsa, nedense, irtica, bir araç
olarak, zaman zaman kullanılmıştır. O tarihte de öyle olmuştur. Değerli milletvekilleri,
şimdi sormamız gerekir, eğer öyle değilse: Siz, Hükümet oldunuz, sizi birileri
Hükümet yaptı ve bir kaos, bir sunî bunalım, bir yapay bunalım, Susurluk
hadisesi, irtica tehlikesi, tehdidi gibi kopartılan yaygaralar, salınan
korkular, millette yaratılan endişeler ve onun içinden çıkan bir Hükümet. Nasıl
oldu da, Hükümet olur olmaz irtica tehdidi kendiliğinden sona erdi? Bunun
cevabını sizden almamız lazım. Çıkardığınız sekiz yıllık
eğitimin irtica ile ne ilgisi var? Size dayatıldı. Sekiz yıllık kesintisiz
eğitimin, sizin iradenizle, sizin inisiyatifinizle hazırlandığını, siz,
kendiniz bile söyleyemezsiniz. İstemeye istemeye, içinize sinmeye sinmeye;
hatta, Sayın Başbakan, o tarihte, grupta "içime sinmiyor; ama, iktidarda
kalmanın yolu, ancak bu yasayı çıkarmaktan geçiyor" diyebildi. ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) –
Demedi_ Demedi... NEVZAT ERCAN (Devamla) –
İte kaka, yasayı -millete rağmen- Meclise getirdiniz ve bu yasayı çıkardınız.
Doğru mu yaptınız?.. Yanlış yaptınız. Bunun hesabını millete vereceksiniz. Çok
yanlış yaptınız!.. Değerli milletvekilleri,
dünyanın, demokratik, gelişmiş, kalkınmış hiçbir ülkesinde, sizin buradan
çıkardığınız tarzda bir eğitim modeli uygulanmamaktadır. Tek tip insan
yetiştirmek, artık, çok gerilerde kalmıştır. Siz, böyle, Kenya'da, Uganda'da
bulunan, çok ilkel, gelişmemiş ülkelerin eğitim modellerini Türkiye'ye reva
gördünüz. Bunun sıkıntılarını çekiyoruz. Değerli milletvekilleri,
imam-hatip okullarının orta kısımlarını kapattınız, irticayı mı önlediniz;
yoksa, imam-hatip okullarının orta kısımlarını kapatmakla, bu okulları, birer
irtica yuvası olarak görüp, öyle mi değerlendirdiniz? Bunlar birer cumhuriyet
okuluydu. Teşhisleriniz yanlıştı. Çıraklık okullarını kapattınız, Anadolu
liselerinin orta kısımlarını kapattınız; eğitime büyük bir darbe vurdunuz ve
tek tip insan yetiştirmek gibi bir eğitim sistemini Türkiye'de uygulamaya
soktunuz. Dünyanın her yerinde,
çocuklar, genç yaşta, belirli yaşlarda -ya dördüncü sınıfta ya beşinci sınıfta
ya da en geç altıncı sınıfta- istidat ve kabiliyetlerine göre yönlendirilirken,
Türkiye'de, çocuklarımızı sekiz yıllık bir eğitime mahkûm ettiniz. Sekiz yıllık
süre, onbir yıl olsun, oniki yıl olsun, süre yönünden hiçbir itiraz yok.
Tartışılan süre değil; tartışılan, eğitimin, yönlendirmesiz ve kademesiz
uygulanış tarzıdır. İşte, sekiz yıllık kesintisiz eğitimi getirdiniz, irticaı,
irtica tehdidini ve tehlikesini ortadan kaldırdığınıza kendiniz de inanmadınız
ya, inandırmak istediniz herkesi. Sonra, irtica yasalarını gündeme getirdiniz,
dayatılan irtica yasalarını. Bir kısmını Meclisten geçirdiniz, bir kısmı
komisyonlardan geçti ve Meclisin gündeminde. Değerli milletvekilleri,
irtica kavramı, ne yazık ki, Türkiye'de, din kavramıyla özellikle yan yana
getirilmek istenmektedir maksatlı olarak. Bunu ayırmak lazım. Size sorarım
değerli milletvekilleri -ben hukukçuyum- ne Anayasamızda ne de yasalarımızda,
irtica diye bir suç yok. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğü, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin cumhuriyet olduğu,
demokratik olduğu, laik olduğu, hukuk devleti olduğu hepimizin müşterekleridir,
tartışılmaz; bu temel ilkelerin değiştirilmesi dahi teklif edilmez. Ancak,
birtakım mevhum tehlikelerden hareketle, birtakım tehlikeleri genelleştirerek
ve korkular salarak, eğer birtakım özel kararlar alınmak isteniyorsa, işte
orada, biz, sizlere dur diyeceğiz. Siz gösterin bize bakalım –irtica suçu var
diyenlere söylüyorum– siz gelin, bu kürsüden söyleyin, bizim Anayasamızda ve
hukuk sistemimizde kanunların suç saydığı irticayı, gelin, burada bir tarif
edin. Değerli milletvekilleri,
irtica, sadece dine nispet edilebilecek olan bir kavram değil. Bakınız, Yüce
Atatürk'ün söylediği gibi, millî egemenlik ilkesine karşı tavır, en büyük
irticadır. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Demokrasiyi vesayet altına sokmak,
millî iradeyi gasp etmek en büyük irticadır. Ülkeyi, kazanılmış haklardan,
yıllar öncesinden beri süregelen ve elde edilmiş, kazanılmış haklardan geriye
götürmek, demokrasi bazında, insan hakları, temel hak ve özgürlükler bazında
geriye götürmek, en büyük irticadır; irtica odur. İrtica, sizin
icraatlarınızdır, yaptıklarınızdır, millete rağmen. Değerli milletvekilleri,
Türkiye'de, aslında yüzelli seneden beri süregelen bir kavga var. Bu kavga,
millet olsun mu olmasın mı kavgası; halk iktidarından milleti uzaklaştırma
kavgası. Bu kavga, yüzelli yıldır sürüyor değerli milletvekilleri. Doğru Yol
Partisi, bu kavgada, millet iradesinden yana taraf olmuştur; her zaman, hak ve
haysiyet mücadelesini de büyük bir onurla vermiştir. Değerli milletvekilleri,
Susurluk meselesini çözecektiniz; iddialarınızdan biri de buydu. Susurluk
meselesini istismar ettiniz ve çok kötü kullandınız. Meydan meydan dolaştı
Sayın Başbakan. Susurluk'tan, evvela, bir iktidar postu çıkarmaya çalıştı;
sonra, bunlar, birilerini -parti liderlerini- tasfiye etmek gibi bir çabanın
içinde oldu. "Elimde kaset var, belge var" dedi; "verin"
denildi, vermedi. İktidar olmayı bekledi. Yirmi günü yeterli gördü iktidar
olduğunda. Değerli milletvekilleri, aradan birbuçuk sene geçti; ama "ben,
aldandım, aldattım" dedi, itiraf etmek durumunda kaldı. Değerli milletvekilleri,
ne hazindir ki, ne hazin bir tecellidir ki "benim elimde belge var, kaset
var" diyen Başbakanın o kasetinden, kendi partisinin sesleri, bakanlarının
sesleri çıktı; ayak izleri görüldü o kasetlerde. (DYP sıralarından alkışlar)
Şimdi, Eyüp Aşık'ın milletvekilliği düştü, kendi sırdaşı. "Benim bilgim
tahtında konuştu" dedi Eyüp Aşık. Devlet güvenlik mahkemesinde
yargılanıyor; bunlar bir şey ifade etmiyor mu sizce?!. ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) –
Kendileri istifa etti; o niye?!. NEVZAT ERCAN (Devamla)
– Bunlar bir şey ifade etmiyor mu? Devlet güvenlik mahkemesinde
yargılanıyor, suçüstü yakalandı; devlet güvenlik mahkemesinde... Değerli milletvekilleri... MEHMET KEÇECİLER (Konya) –
Sanık, mahkûm oluncaya kadar masumdur. SÜLEYMAN HATİNOĞLU
(Artvin) – O, hukuka inandığı için istifa etti. NEVZAT ERCAN (Devamla) –
...yolsuzluklar, suiistimaller... SÜLEYMAN HATİNOĞLU
(Artvin) – Siz de istifa edin. NEVZAT ERCAN (Devamla) –
...cumhuriyet döneminin en büyük talanı, en büyük vurgunu ve bu sebeple,
aslında, 55 inci hükümetin gidişi de hazin oldu, gerçekten, büyük bir oy
yüzdesiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 55 inci hükümeti, yolsuzluk
sebebiyle, ithamıyla düşürdü. ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) –
Atma!.. Atma!.. NEVZAT ERCAN (Devamla) –
Öyle düştü; bu Meclisin 314 güvensizlik oyu var, o güvensizlik oyunun sebebi de
yolsuzluktur; yolsuzluk ithamları sebebiyledir. Değerli milletvekilleri,
geçen birbuçuk yıl içerisindeki icraatınıza baktığımızda, olumlu hiçbir yanını
görmek mümkün değil. BAŞKAN – Sayın Ercan,
efendim, lütfen... Bir de bu Hükümetin programına bakar mısınız efendim. NEVZAT ERCAN (Devamla) –
Geleceğim efendim. BAŞKAN – Gelin efendim;
lütfen, gelin artık... METİN ÖNEY (İzmir) –
Seçimden sonra gelirsiniz... ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Gel
artık... Biraz da program üzerinde konuş. METİN ÖNEY (İzmir) – 55'e
takılıp kaldınız, 56'ya bir gelebilseniz... NEVZAT ERCAN (Devamla) –
Değerli milletvekilleri, ülkenin 55 inci hükümetten kurtarılması gerekiyordu,
biz onu yaptık; iktidarın, kimi odakların çıkar merkezi haline getirenlerin
ellerinden alınması gerekiyordu, biz onu yaptık. Zedelenmiş millî irade, refleksini
kullandı ve 55 inci hükümeti, bütün yaşatma ve dayatma gayretlerine rağmen
düşürdü hem de yolsuzluk ithamıyla. Sakıt hükümetin, düşürülen
Hükümetin doğurduğu boşluk, parlamenter rejimin gerekleri içinde
doldurulmalıydı. Ne var ki, 55 inci Hükümetin ardındaki kategorik iradeler,
yine kendilerinin emrinde olacak iktidar hesapları içine girdiler; topladılar,
çıkardılar, çarptılar, böldüler ve fakat, kutsal ittifakı bulamadılar. Doğru Yol Partisi, bugünkü
56 ncı hükümetin kuruluşunda demokratik bir tavır sergiledi, ilkeli bir yol
izledi. Sayın Genel Başkan, Sayın Cumhurbaşkanının vaki davetine icabet
ettiğinde, beş ilkede ısrarlı olduğunu ifade etti; ki, bunlardan ikisi çok
önemliydi. Birisi, demokratik, parlamenter rejim esas olduğuna göre, yani
partiler demokrasisi esas olduğuna göre, atanacak başbakan, görevlendirilecek
başbakan parti liderlerinden biri olmalıydı. Bu ilke doğrultusunda bu Hükümet
kuruldu. İkinci önemli ilke ise, 18
Nisanda mutlaka seçimlere gidilmeliydi. Öyle zannediyorum ki, Doğru Yol Partisi
Sayın Genel Başkanının ve partinin yetkili organlarının demokratik tavrı,
ilkeli tavrı, bir defa daha, bu Parlamentonun demokrasi ayıbı içine düşmesini
önleyebilmiştir ve birtakım hesapların da, Çankaya'ya dönük hesapların da ve 18
Nisan seçimlerinin ileriye dönük ertelenmesinin hesaplarının da geride
bırakılmasına sebep olmuştur. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli)
– Partiler kurtuldu, partiler... Demokrasi kurtuldu. NEVZAT ERCAN (Devamla) –
Evet, partiler kurtuldu doğrusu, gerçekten demokrasi kurtuldu, millî iradenin üstünlüğü
bir defa daha tescil edildi. Değerli milletvekilleri,
Türkiye, bir yıl sonra yeni bir yüzyıla girecek. Tabiî, insanlık, 2000'li
yılları, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler gibi evrensel değerlerle
karşılamaya hazırlanmaktadır. İnsanlığın yeni hedefi, daha çok demokrasi, daha
çok özgürlük ve daha çok insan haklarıdır; ama, ne yazık ki, bizim ülkemizde,
aslında, gelişmelerin bu ilkeler ışığında sürmesi, devam etmesi gerekirken,
mekanizma tersine işlemiştir. Vesayet altında bir demokrasi... Türkiye bundan
kurtulacak. Türkiye'nin yaşadığı bütün problemlerin çözüm yeri, adresi
demokrasi olduğuna göre, evvela, vesayet altından kurtulmuş bir demokrasi... Değerli arkadaşlar, temel
hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı değil, daraltıldığı değil; alabildiğine
bireylere bahşedildiği bir demokrasi... Sivil toplum örgütlerinin, kitle
örgütlerinin, demokratik kurallara, haklara uygun yetkilerini, görevlerini
kullanabilmesine imkân tanıyan bir demokrasi ve din ve mukaddes değerlerin,
irtica gibi bir mevhumla özdeştirmeden ve Türkiye'yi bir ararejim dönemine bir
daha itmeden gerçek ve tam demokrasi... İşte, Doğru Yol Partisinin
ikinci demokrasi programı, tam demokrasi için büyük değişimi hedefleyen ikinci
demokrasi programı. Bu demokrasi programı, çok büyük bir titizlikle, uzmanlar
tarafından, Sayın Genel Başkanımızın direktifleri, emirleri doğrultusunda
hazırlanmıştır. Satırbaşlarıyla burada
zikredebileceğim, devletin... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Ercan,
süreniz bitti efendim. NEVZAT ERCAN (Devamla) –
Sayın Başkan... ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) –
Teşekkür ederiz. Uygun bir zamanda dinleriz_ BAŞKAN – Buyurun efendim. NEVZAT ERCAN (Devamla) –
Teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Efendim, lütfen,
saygı sunar mısınız... Tamam, ben, süre vermiştim Sayın Ercan. Efendim bir hususu
öğrenmek istiyorum. Sayın Araslı, siz yalnız
başınıza mı kullanacaksınız süreyi? OYA ARASLI (İçel) – Evet
efendim. BAŞKAN – Yalnız şöyle bir
durum çıkıyor: Saat 12.00'de, malum, Genel Kurulun kararı istikametinde ara
vermemiz lazım. Acaba müsaade eder misiniz -ki "sözünüzü yarıda
kesmek" tabirini de kullanmıyorum- Anavatan Partisi Grubuyla yer
değiştirme imkânımız olsa, onlar 2 kişiyle... ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) –
Hayır... Hayır_ Değişmiyoruz. BAŞKAN –
Değişmiyorsunuz!.. NİHAT MATKAP (Hatay) –
Sayın Başkan, belki daha önce bitebilir... BAŞKAN – Efendim, saat
12.00'de benim birleşime ara vermem lazım. Sayın Matkap, beni
anlayışla karşılayın, lütfen... OYA ARASLI (İçel) – Sayın
Başkan, sürenin 10 dakika uzatılmasını öneriyorum eğer Yüce Meclis kabul
ederse... BAŞKAN – Efendim, hayır;
benim başka mazeretim var. Sayın Araslı, bunu siz de
biliyorsunuz... Rica ediyorum... O zaman, bir başka
başkanvekili gelip yönetebilecekse, onu rica edeceğim. OYA ARASLI (İçel) – Etsin
o zaman... AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) –
Uluç Bey orada efendim. ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) –
Zaman kaybetmeyelim efendim. BAŞKAN – Evet; Sayın
Araslı, saat 12.00'de ben sözünüze bizzarure ara vereceğim; bu şartlarla, zatıâlinizi,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun... OYA ARASLI (İçel) – Sayın
Başkan, bundan önce, Yüce Meclisin bütün görüşmelerinde uyguladığı usuldür;
biz, bunu yasalarda da yaptık; eğer, konuşmacı, tayin edilen saaate kadar
konuşmasını bitiremeyecek görünüyorsa veya başlanılan iş sonuçlanmayacak gibi görünüyorsa,
süreyi, sonuçlanana kadar uzatıyorduk; Yüce Meclisin Başkanının ve
Başkanvekilinin kişisel mazeretleri nedeniyle bugüne kadar bu uygulamadan hiç
vazgeçmedik. Onun için, çok rica ediyorum, sürenin 10 dakika uzatılması
hususundaki öneriyi Yüce Meclisin onayına sunun. BAŞKAN – Efendim, buna
imkânım yok benim. Arzu ederseniz buyurunuz; yoksa... OYA ARASLI (İçel) – Sizin
imkânınız değil; Yüce Meclisin, bu konuda bana anlayış göstermesi ve
gelenekleri terk etmemesini rica ediyorum. BAŞKAN – Sayın Araslı,
görüşlerinizin yarısını öğlenden önce, diğer yarısınıda öğlenden sonra ifade
etmenizin sakıncası ne? OYA ARASLI (İçel)–
Konuşmamın bütünlüğü bozuluyor efendim. Tıpkı bundan önce de işlerimizi yarım
bırakmamızı gerektiren gerekçeyle, sözümün kesilmemesini istiyorum. BAŞKAN – Efendim, başka
çarem yok Sayın Araslı. OYA ARASLI (İçel) – O
zaman efendim, oturumu kapatın lütfen. Oturumu kapatıp, daha sonra birleşimi
tekrar açalım. AHMET DOĞAN (Adıyaman) –
Oya sunun Sayın Başkan. BAŞKAN – Bırakın oylamayı
falan... Efendim, Gruplar muvafakat
ederse, birleşime ara veririm şimdiden; sonra devam ettiririm; bence sakıncası
yok efendim. Sayın Güney, şimdi ara
vermeye ne buyurursunuz? Yani, başka türlü çözemiyoruz_ ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) –
Olabilir Sayın Başkan. OYA ARASLI (İçel) – Saat
13.00'te başlayalım efendim. BAŞKAN – Sayın
Gözlükaya?.. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli)
– Mahzuru yok efendim. BAŞKAN – Sayın Baykal,
müsaade ediyor musunuz efendim? DENİZ BAYKAL (Antalya) –
Olabilir efendim. BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum. Gruplardan da gelen
temayüle göre, öğleden sonra saat 13.00'te yeniden toplanmak üzere, birleşime
ara veriyorum. Kapanma Saati : 11.35 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati
: 13.00 BAŞKAN :
Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU KÂTİP ÜYELER
: Ali GÜNAYDIN (Konya), Hüseyin YILDIZ (Mardin) BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 43 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. Sayın milletvekilleri, 56 ncı
hükümetin programının müzakeresine kaldığımız yerden devam edeceğiz. V. – HÜKÜMET
PROGRAMI (Devam) 1. –
Başbakan Bülent Ecevit tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun programı
üzerindeki görüşmeler (Devam) BAŞKAN – Şimdi, Cumhuriyet Halk
Partisinin sözcüsü Sayın Oya Araslı'yı kürsüye davet ediyorum. Sayın Araslı, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar) Zatıâlinize 41 dakikalık süre
verdim. CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (İçel)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 56 ncı hükümetin çalışma programı
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz
almış bulunuyorum ve sizleri, kendim ve Grubum adına, saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, 56 ncı
hükümetin ve programının sağlıklı bir biçimde değerlendirilebilmesi için, bu
hükümetin hangi süreçlerden geçilerek, hangi temeller üzerinde kurulduğunun
gözden geçirilmesi; hatta, zaman zaman, 55 inci hükümetin kuruluş günlerine
geri dönülmesi, 55 inci hükümetin kuruluş amaçlarının, bunların ne kadarının
gerçekleştiğinin ve niçin görevden düşürüldüğünün anımsanması gerekmektedir. 55 inci hükümet, 25 Kasım günü,
güvensizlik oyuyla düşürülmüştür. Cumhuriyet Halk Partisi, 55 inci hükümetin
düşürülmesinden hemen sonra, yeni kurulacak hükümetle ilgili bir model
önerisini Sayın Cumhurbaşkanına sunmuş ve kamuoyuna açıklamıştır; yani, Cumhuriyet
Halk Partisi, bazılarının iddia ettiği gibi, 55 inci hükümeti düşürüp çözüm
önermeyen bir parti konumuna asla girmemiştir. Cumhuriyet Halk Partisinin
önerdiği model, Türkiye Büyük Millet Meclisinin uzlaşacağı, parti liderleri
dışındaki bir milletvekilinin başbakanlığında kurulacak ve 55 inci hükümetin
uzantısı olmayacak yapıdaki bir hükümet modeliydi. Böyle bir modeli önerirken,
şu koşullarda, parti liderleri başbakanlığına dayalı modellerin yaratacağı
çekişme, gerginlik ve kamplaşmaları önlemeyi amaçlamıştık; ancak, bu model
başlangıçta benimsenmemiş ve bir ayı aşkın bir süre, Sayın Mesut Yılmaz ve
Sayın Bülent Ecevit'in hükümet kurmak için yaptığı sonuçsuz, anlamsız
temaslarla geçirilmiştir. Nihayet, 56 ncı hükümet, ilginç bir birlikteliği
beraberinde getirerek kurulabilmiştir; bu, DSP, ANAP ve Doğru Yol
birlikteliğidir; tıpkı, 1995 seçimlerinden sonra 53 üncü hükümeti oluşturan
birliktelik gibi. 53 üncü hükümet kurulurken, bu birliktelik zorlukla
gerçekleştirilebilmiş ve 3-4 aydan fazla sürdürülememiştir; çünkü, o sıralarda,
Doğru Yol Partisi, ANAP ve DSP, birbirlerini farklı politikaların savunucuları
olarak görüyorlardı. DSP, kendini solda bir parti olarak tanımlıyordu; ANAP ve
DYP ise, birbirlerini siyaset yelpazesinde sağın farklı yerlerine yerleştiriyorlardı;
bu nedenle DSP, ANAP ve DYP ikilisine verdiği desteği de pek içine
sindiremiyordu. Bu partilerin, siyasî ahlak ve
yolsuzlukla mücadele konusundaki tutumları da birbirine benzemiyordu. ANAP ve
DSP, 1995 seçimleri boyunca, DYP'yi yolsuzluklara karışmış olmakla itham
etmişlerdi, bu yolsuzlukların hesabını sormak istiyorlardı. DYP ise, yolsuzluk
olaylarına duyarlı bir tavır sergilemiyordu; 53 üncü hükümetteki çatlama da, bu
konudaki tutum farklarının bir sonucuydu. Bugün, 56 ncı hükümetin oluşumunda
bu üç parti yine birliktedir; ama, artık, bu birliktelik, hiçbirinde sıkıntı
yaratmamaktadır; çünkü, solda olduğunu zanneden DSP, aslında, solda olmadığını,
ANAP'la politikalarının çok rahatlıkla bağdaşabildiğini, 55 inci hükümetteki
onsekiz aylık işbirliğinde anlamış; hatta, bundan duyduğu sevinçle kendinden
geçerek, yasalardaki yasağı bir anda unutup, ANAP'la seçimlerde ittifak
yapılacağını ima edebilmiştir. DSP bununla da kalmamış, 56 ncı hükümeti
oluştururken, sağdaki DYP-ANAP birlikteliğinin mimarlığını üstlenerek, hâlâ
DSP'nin solda olduğunu sananlarca, dünyada sağı birleştiren tek solcu parti
olarak algılanmıştır. Bu üç partinin, bugün, kendileri
ve birbirleri için yaptıkları tanımların, aralarında gördükleri farkların
hiçbir anlamı ve değeri kalmamıştır; çünkü, üçü de birbirine benzeşmiş ve sağ
çizgide buluşmuşlardır. Bu buluşmayı sağlayan, 1995'ten bu yana ANAP ve DYP'nin
izlediği, DSP'nin de uygulanmasına destek verdiği ve zaman zaman ortak olduğu
politikalardır. Bu politikalar, zengini daha zengin yapan, yoksulu iyice
yoksullaştıran politikalardır. Bu politikalar, emeğiyle geçinen kesimlerin,
dargelirlilerin, memurun, işçinin, emeklinin, dulun, yetimin, esnafın,
çiftçinin sorunlarına hiçbir zaman çözüm getirmemiş olan politikalardır. Bu politikalar,
devlet malını özelleştirme adı altında haraç mezat eşe dosta satma
politikalarıdır. Değerli arkadaşlarım, DSP, ANAP ve
DYP birlikteliğini, bu ortak politikalar kadar, yolsuzluklar karşısındaki
duyarsız ortak tavırları da sağlamıştır. Çok gerilere gitmeye gerek yok, bir
süre önce, ANAP ve Doğru Yol Partisi milletvekilleri, birbirlerinin liderleri
ve bakanları hakkında soruşturma önergeleri vermişlerdi. Bu önergelerin bir
kısmından daha sonra -nedendir bilinmez- imzalar karşılıklı olarak geri çekilmiş
ve önergeler düşürülmüştür; bir kısmında ise bu yola gidilmemiş, önergeler
Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilerek, Meclis soruşturmaları
açılmıştır. Ne var ki, soruşturma komisyonlarında, bu iki partiden gelen
milletvekilleri, daha dün, cansiparane savundukları yolsuzluk iddialarının
-aradan geçen zamanda ne olmuşsa- birden, gerçek olmadığını fark etmişlerdir;
karşılıklı olarak, aynı anda, DSP'li milletvekillerinin de yardımıyla, Sayın
Çiller'i ve Sayın Yılmaz'ı aklayıvermişlerdir. Böyle bir aklamayı makul
gösterme gereksinimi başgösterince de, çareyi, suçu, Cumhuriyet Halk Partisine
yükleyecek bir açıklamada bulmuşlardır. Bu açıklama şudur: Sözde, Cumhuriyet Halk Partisi,
Sayın Çiller'i ve Sayın Yılmaz'ı Yüce Divana sevk ederek, seçimlere rakipsiz
girmek istiyormuş. Doğru Yol Partisi ve ANAP, bu oyunu bozmak için,
birbirlerinin liderlerini, komisyonlarda, karşılıklı -DSP'nin yardımıyla- olarak
aklamışlar; böylece, siyasal açıdan Meclis soruşturmasının kötüye kullanılması
önlenmiş. Doğru Yol Partisi, ANAP ve DSP, Meclis soruşturmalarının hukukî
açıdan önünü açmak için de, Anayasanın 100 üncü maddesinde değişiklik yapacak
ve bakanların yolsuzluk iddialarının Türkiye Büyük Millet Meclisinde değil,
doğrudan doğruya yargıda incelenmesini sağlayacakmış. Değerli milletvekilleri, ANAP ve
DYP'nin, bu açıklamaya kimi inandırdıklarını bilemiyoruz; ama, eğer kendi
sözlerine kendileri inanabiliyorlarsa, onlara birkaç hususu hatırlatmakta yarar
görüyoruz. Birincisi: Sayın Çiller ve Sayın
Yılmaz hakkında soruşturma açılmasına ilişkin önergelerde, hiçbir Cumhuriyet
Halk Partili milletvekilinin imzası yoktur; önergeleri imzalayanlar, Doğru Yol
Partili ve ANAP'lı milletvekilleridir. Bu durum bile, Cumhuriyet Halk Partili
milletvekillerinin, ANAP ve DYP liderlerini, kendi siyasî çıkarları için Yüce
Divana göndermek gibi bir hesabının olmadığını kanıtlamaktadır; ama, ANAP ve
DYP, Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerinin soruşturma açılması için oy
verdiğini öne sürerek, kendilerini haklı çıkarmaya çalışmaktadırlar. Cumhuriyet
Halk Partililer, elbette ki soruşturma açılması için oy vermişlerdir,
vereceklerdir de; çünkü, Cumhuriyet Halk Partisi, yolsuzluk iddialarının sonuna
kadar araştırılmasından yanadır; bunu, ilke ve amaç edinmiştir. Sen önergeyi
etraflıca düşünüp, ciddî bir değerlendirme sonucunda verdiğini uzun zaman iddia
edeceksin, sonra -nedendir bilinmez- fikrini birdenbire değiştireceksin, sonra
da "Cumhuriyet Halk Partisi önergeyi ciddiye aldı" diye onu
suçlayacaksın. Böyle bir suçlama ANAP ve Doğru Yol Partisine haklılık
kazandırabilir mi; asla. Böyle bir suçlamanın, suçlamayı yapanların ciddiyetini
kuşkulu hale getirmekten öte bir sonucu olamaz. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Biz
böyle bir şey demedik. OYA ARASLI (Devamla) – Değerli
milletvekilleri, soruşturmalarla ilgili DYP, ANAP açıklamaları karşısında
hatırlatmak istediğimiz ikinci husus şudur: Anayasamıza göre Meclis
soruşturmasıyla ilgili tartışma ve konuşmalar siyasî parti gruplarında
yapılamaz. Hatta, milletvekillerinin hangi doğrultuda oy kullanacağına ilişkin
kararları da bulunamaz. Anayasamızın 100 üncü maddesi bunu açıkça
yasaklamıştır. Doğru Yol Partisi ve ANAP yöneticileri, bu soruşturmalarda
Cumhuriyet Halk Partisinin oyununu bozmak için tavır aldıklarını açıklarken,
aynı zamanda, komisyonlardaki milletvekillerinin oylarını yönlendirdiklerini;
yani, Anayasayı tanımadıklarını, ona aykırı hareket ettiklerini de itiraf
etmektedirler. Bütün bunlar, minarenin, hazırlanan kılıfa sığmadığını,
sığdırılamadığını, sığdırılamayacağını da açıkça ortaya koymaktadır. Soruşturmalarla ilgili olan ve
DYP, ANAP, DSP birlikteliğini hazırlayan olaylar bu noktada da kalmamaktadır.
Sayın Mesut Yılmaz hakkında henüz Genel Kurula inmemiş bulunan bir soruşturma
dosyası daha vardır; komisyonda aklama olamamıştır; ancak, çıkan karar da bir
türlü Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına ulaştırılmamaktadır. Komisyon
kararının yazılıp, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlğına intikal etmesi
gerekmektedir; ama, Komisyonun DSP'li Başkanı bu gereği yerine getirmemekte ve
bir yerde, adaletin tecelli etmesini, yolsuzluğa yaptırım uygulanmasını
engellemektedir. Bu engellemenin herkesin gözü önünde yapıldığı bir ortamda da
Sayın Ecevit, yolsuzlukları takipte hukuk mekanizmasının önünü açacaklarını;
ancak, bazı sessiz engellerin var olduğunu ifade edebilmektedir. Bu sessiz
engellerin nerede olduğunu Sayın Ecevit elbette ki bizlerden daha iyi bilmek
durumundadır; ama, biz, kendisine, Sayın Mesut Yılmaz'la ilgili Meclis
Soruşturması Komisyonu Başkanı DSP'li Sayın Necati Albay'ın tavrının,
engellemelerin sessizine mi, seslisine mi bilemeyiz; ama, ta kendisine, en açık
örneği oluşturduğunu hatırlatmak istiyoruz. ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Ne acelesi
var? OYA ARASLI (Devamla) – Bu rapor
neden gönderilmemektedir? Bu raporun gönderilmemesi, acaba 56 ncı hükümetin
kuruluşunu kolaylaştıran bir pazarlığın gereği midir? Sayın Ecevit, 56 ncı
hükümet oluşumuna karanlık gölgeler düşüren bu olayın açıklamasını yapmalıdır,
yapmak zorundadır. Değerli bir milletvekilimiz
"ne acelesi var" diyor. Acelesi var Sayın milletvekilim, hele,
meydanlarda temiz topluma ulaşmak için dilekçe toplayanların acelesinin bizden
de daha fazla olması gerektiğini düşünüyoruz bu konuda. (CHP sıralarından
alkışlar) Sayın Ecevit bu açıklamayı
yapmadığı takdirde, hükümette birlikte hareket ettiği Doğru Yol Partisi ve ANAP
dışında kimsenin kendisine güven duymasını bekleyemez. Cumhuriyet Halk Partisi
de, soruşturma komisyonlarında ve önergelerinde yaşananlardan sonra,
birbirlerini sözde aklamış, ama özde paklayamamış bu partilerin karşılıklı ince
hesaplarla kirlenmiş bir platformda oluşturdukları 56 ncı hükümete bu
nedenlerle güven duymamaktadır. Cumhuriyet Halk Partisi, 20 nci yasama
döneminde, hükümet kuruluşlarında Meclis soruşturması önergelerinin belirleyici
bir konuma gelmiş olmasından da rahatsızdır. Değerli arkadaşlarım, burada, 56
ncı hükümetin kuruluşunda izlenen yöntemin de siyasal gelenek ve kurallara
uygun olmadığını anımsatmakta yarar görüyoruz. Sayın Yılmaz'ın ve Sayın
Ecevit'in sonuç vermeyen çalışmalarından sonra, hükümeti kurmakla Sayın Erez
görevlendirilmiştir. Sayın Erez, siyasî parti liderleriyle görüşmelerini
sürdürürken, Sayın Çiller, aniden, bir hafta önce Sayın Ecevit'e söylediklerini
unutup, onun Başbakanlığında bir azınlık hükümetini destekleyeceğini
açıklamıştır ve derhal bu doğrultuda temaslar başlamıştır. Erez hükümetinin
kurulması için Cumhuriyet Halk Partisine verilmesi söz konusu olan bakanlık
sayısına itiraz eden ANAP, Sayın Çiller'in bu çıkışından sonra, birden ve
nedense, hiç bakanlık alamayacağı Ecevit Azınlık Hükümetine şevkle razı
olmuştur. Değerli milletvekilleri,
anımsayınız, bunlar yaşanırken, Cumhurbaşkanının hükümeti kurmakla
görevlendirmiş olduğu Sayın Erez, hâlâ hükümetle ilgili kuruluş çalışmalarını
sürdürmekte ve güvenoyu alacağına inanmakta idi. Dünyada hiçbir parlamenter
rejimde bir başbakan adayı hükümet kurma çalışmalarını sürdürürken başka
adaylar ortaya çıkmaz ve bir yandan da onlar kuruluş çalışmaları yapmaz. Yeni
bir kuruluş çalışmasının başlaması için mevcut çalışmanın sona ermesi beklenir.
Bu, hem parlamenter rejimin, hem de siyasî gelenek ve nezaket kurallarının bir
gereğidir. Ancak, Sayın Çiller, parlamenter demokrasiyi kurtarmak, vesayet
altından çıkarmak için bu şekilde davrandığını söylemektedir. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Doğru
söylüyor. OYA ARASLI (Devamla) – Parlamenter
rejim, parlamenter rejimin geleneklerine aykırı davranışlarla ne kadar
kurtarılabilir, bunun da takdirini kendisine bırakmak istiyoruz. Doğru Yol Partisinin tavrı, DSP ve
ANAP'ı o kadar heyecanlandırmıştır ki, bu kural, gelenekler ve nezaketin
gerekleri bir anda unutulmuş ve bu üç parti, Sayın Erez çalışmalarını daha sona
erdirmeden, kendi aralarında kuracakları hükümetin görüşmelerine başlamıştır.
Cumhuriyet Halk Partisi, 56 ncı hükümetin kuruluş aşamasındaki bu yöntem
uygunsuzluklarından da rahatsızdır. Geçmişinde bu evreler bulunan 56
ncı hükümet, tarafsız bakanlar açısından da bazı sancı ve sorunlara yol
açmıştır. Bilindiği gibi, Anayasamızın 114 üncü maddesi, seçimin yenilenmesine
karar verilmesi halinde, bu kararın verilmesinden başlayarak beş gün içinde,
Adalet, Ulaştırma ve İçişleri Bakanlıklarına bağımsızlardan bakan atanmasını
emretmektedir. Bunun nedeni, yönetimin bu çok önemli noktalarında, seçim
arifesinde, yansızlığı sağlamaktır. Seçim kararının alınmasından sonra, 55 inci
hükümette Anayasanın 114 üncü maddesinin bu gereği yerine getirilmiştir. 56 ncı hükümet kurulurken, Sayın
Çiller'in, bağımsız bakanların atanmasında söz sahibi olmak istediği söylentisi
yaygınlaşmıştır. DYP, acaba, niçin böyle bir talepte bulunmak isteyebilir?
Sayın Temizel tarafından görevden uzaklaştırılmış bir bürokratın DSP
Hükümetinde Ulaştırma Bakanı yapılmasının ardında acaba hangi amaçlar gizli
olabilir? Adalet Bakanı ile Çiller ailesinin nasıl bir yakınlığı vardır? Bu
soruların yanıtları verilmeli ve açıklığa kavuşturulmalıdır. Aksi takdirde, bu
konudaki gizli hesaplar her zaman merak konusu olacak, gündeme gelecek ve 56
ncı hükümeti kuşkulu kılacaktır. Değerli milletvekilleri, şu husus
hiçbir zaman dikkatten uzak tutulmamalıdır: Bağımsız bakanların gizli parti
mensuplarından ve yandaşlarından seçilmesine yönelik tüm girişimler, Anayasanın
114 üncü maddede ifadesini bulan iradesinin aşılması anlamını taşıyacaktır. Değerli milletvekilleri, Sayın
Çiller, kayıtsız şartsız desteklediğini söylediği 56 ncı hükümete kuruluş
aşamasında bir müdahalede bulunmuştur. Bu müdahale, hükümetin Millî Eğitim
Bakanı Hikmet Uluğbay'ın tutumlarından DYP'nin rahatsız olduğu uyarısıyla yapılmıştır.
Sayın Ecevit bu uyarıyı dikkate almış ve hükümeti kurarken Sayın Uluğbay'ı bir
başka bakanlıkla ve Başbakan Yardımcılığıyla görevlendirmiştir. Bu husus,
belki, çok dikkatlice bakılmazsa, önemsenmeyebilecek bir husustur; ancak, Sayın
Çiller'in Uluğbay'la ilgili müdahalesinin nedenini "DYP, Uluğbay'ın
Bakanlıktaki bazı tutumlarına karşı hassas" şeklinde açıklaması, bu hususu
önemsememize yol açmaktadır. Uluğbay'la ilgili müdahale, acaba, uygulanacak
Millî Eğitim politikası ve başörtüsü konularında gizli bir pazarlığı da
beraberinde getirmiş midir? Bu konu henüz açıklığa kavuşmamıştır; ama, bu
konuda bizleri umutsuzluğa sevk edecek birtakım haberler gazete sütunlarında
yer almaktadır. Böyle bir müdahalenin gazete sütunlarına yansıyan haberler
doğrultusunda esiri olmayı, 54 üncü hükümetin; yani, Refahyol İktidarının
sonunu hazırlayan anlayışa yeniden davetiye çıkarmak olarak yorumladığımızı
belirtmeliyiz. Atatürk ilkelerinin, cumhuriyetimizin, özellikle onun laik
karakterinin korunması konusunda hassas olan ve bugünlerde bu hassasiyetini
çeşitli biçim ve yollarla ifade eden toplum kesimlerinin giderek artan gerilimi
dikkate alınmaksızın atılan bu geri adımın, Türkiye'nin, yakın gelecekte
birtakım yeni üzücü olaylarla yüzyüze gelmesine neden olmamasını dileriz. Değerli milletvekilleri, 56 ncı
hükümet, programında da ifade edildiği gibi bir seçim hükümetidir; ama,
kuşkusuz, seçime kadar olan üç ayı aşkın süre içerisinde, Türkiye'nin yönetimi
açısından yerine getirmesi gereken başka önemli görevleri de vardır. Bunların
başında, yolsuzlukla mücadele, çete-mafya işbirliklerini ve bunların devlet
örgütünün en üst kademelerine tırmanmış uzantılarını bularak ayıklamak
gelmektedir. 56 ncı hükümet programında bu konu, 55 inci hükümet döneminde
başlatılmış olan mücadelenin kararlılıkla sürdürüleceği şeklinde ifade
edilmiştir. Tabiî burada, hemen, akla, 55 inci hükümet döneminde başlatıldığı
iddia edilen mücadelenin hangi mücadele olduğu sorusu gelmektedir; çünkü, 55
inci hükümet döneminde, hükümetin başbakanının ve kimi bakanlarının yeraltı dünyasıyla
ilgili yoğun ilişkiler kurduğunu gösteren belgeler elden ele dolaşmıştır. Bu
belgeler, Eyüp Aşık'ın, zamanın Başbakanı Sayın Yılmaz'ın isteği üzerine,
Çakıcı'ya, tam yakalanması için hazırlık yapılırken, yer değiştirmesi amacıyla
haber verildiğini ortaya koymuştur. Bir ses bandından, işadamı Korkmaz Yiğit
ile kanun kaçağı Çakıcı arasındaki devlet ihalesine nasıl fesat
karıştırılacağına ilişkin konuşmaları tüm Türkiye dinlemiştir. İşadamı Korkmaz Yiğit, kimi
televizyon kanallarında yayınlanan görüntülü açıklamalarında, zamanın Başbakanı
Sayın Mesut Yılmaz ile Devlet Bakanı Taner'in, Türkbank ihalesiyle ilgili
olarak, kendisine, ihale fiyatı para ve kredi temini konularında nasıl destek
verdiklerini, yardım sağladıklarını ve yönlendirdiklerini anlatmıştır.
Kuşkusuz, bu çirkin ilişkilerde, muhalefetteyken eleştirmelerine rağmen, 55
inci hükümetin de benimsediği bir hükümet etme anlayışının büyük katkıları
olmuştur. Bu anlayış, yalnız, akrabalara ve tanıdıklara güvenme ve onları
kayırma anlayışıdır. Bu anlayış, sonunda, kanundışı ilişkilerin,
yapılanmaların, devletin en üst yönetim birimlerine kadar rahatlıkla
tırmanmasına yol açabilmiştir. Sonunda da, 55 inci hükümeti, mücadele etmek
zorunda olduğu mafya-çete-politikacı işbirliğinin bir parçası haline getirmiş,
bu işbirliklerinin ve çıkar ilişkilerinin içine çekmiştir. Cumhuriyet Halk Partisinin 55 inci
hükümeti düşürme nedeni, işte bu sonuçları doğuran yanlış hükümet etme
anlayışıydı. Cumhuriyet Halk Partisi, ortaya çıkan yolsuzluk kuşkusunun
sağlıklı bir biçimde soruşturulmasına imkân sağlamak istemişti; ama, 55 inci
hükümet bunu anlayamamıştır. Hâlâ, neden düşürüldüğünü sormakta, boş bir heves
için düşürüldüğünü iddia etmektedir. Aslında, neden düşürüldüğünü bildiğini
zannediyorum. Kuşkusuz, 55 inci hükümete, salt
sahip oldukları bu hükümet etme anlayışı nedeniyle düşürüldüklerini anlatmak
kolay olamaz; çünkü, 55 inci hükümet, bu anlayışın getirdiği yolsuzluklara
duyarsızdı. Cumhuriyet Halk Partisinin yolsuzluklar karşısındaki duyarlılığı
ise, ciddî bir duyarlılıktı. Göstermelik olarak veya birtakım hesaplarla
soruşturma önergesi verip, sonra, iddiaların asılsız olduğunu birden anladığını
iddia ederek eşzamanlı aklamalar yapmakta sakınca görmeyen ANAP ve yardımcısı
olan DSP'nin, Cumhuriyet Halk Partisinin bu ciddî duyarlılığını anlaması,
elbette ki, beklenemezdi. Bugün, 56 ncı hükümetin, yolsuzlukların üzerine, 55
inci hükümetin yaptığı gibi gitmemesini beklemek ve dilemek durumundayız. Değerli milletvekilleri, 56 ncı
hükümetin programındaki ekonomiyle ilgili bölüme gelince; burada da, 55 inci
hükümetin izlediği politikaların devam ettirileceği, enflasyonla mücadelenin ve
borçlanmaya dayalı ekonomik düzenin sürdürüleceği anlaşılmaktadır. Herkesin hatırlayacağı gibi, 55
inci hükümetin ekonomiyle ilgili temel iddiası enflasyonu indirmek olmuştur. Bu
amaca yönelik olarak da toplumdan büyük fedakârlıklar istenmiştir. Memur, işçi,
emekli, dul, yetim aylıkları enflasyonu indirmek uğruna düşük tutulmuş,
dargelirli toplum kesimleri çarşıya pazara gidemez, hatta yaşayamaz hale
düşürülmüştür; ancak, bunca fedakârlığa karşın, enflasyon, acaba, gerçekten
düşürülebilmiş midir?.. 55 inci hükümet, toptan eşya fiyatları endeksini esas
alarak enflasyonun 1997'ye nazaran düştüğünü iddia etmiştir. Çarşıdaki,
pazardaki vatandaş ise enflasyonun düşmediğini görmektedir. Tüketici fiyatları
endeksine göre de enflasyonda düşme yoktur. Halbuki, 55 inci hükümet döneminde
ciddî bir talep daralması başgöstermiş, dünyada varil başına petrol fiyatları
düşmüş, KİT ürünlerinin fiyatları baskı altına alınarak düşük tutulmuştur. Bu
üç faktör dahi, 55 inci hükümetin görev süresinde enflasyonun, belki de yarı
yarıya düşmesi için yetebilirdi; ama, ne yazık ki, enflasyonda düşme
yaşanmamıştır; çünkü, enflasyonun ekonomideki aksaklıkların sonucu olduğu, bu
aksaklıklar düzeltilmeden enflasyonla mücadelenin başarısız kalacağı
düşünülememiştir. Türkiye'de enflasyona neden olan
temel olay borçlanmadır. Borçlanma azalmadan enflasyon düşürülemez. 55 inci
hükümet ise, borçlanmaya dayalı ekonomik düzeni benimsemiştir. Artan borçlar
faizlerin yükselmesine ve bir finansman krizinin ortaya çıkmasına neden olmuş,
bu sağlıksız yapı bankacılık sisteminin de yozlaşmasına yol açmıştır. Türk
ekonomisi borç batağına saplanmıştır. Şu anda, devlet, yüzde 150 faizle
borçlanmaktadır. Hükümetin enflasyonun düştüğüne ilişkin iddiaları doğruysa, o
zaman böylesine büyük bir reel faizin ödenmemesi gerekmektedir. Böyle bir faiz
ödeniyorsa, enflasyonun düştüğü iddiaları doğru değildir. Ekonomide büyüme hızında düşme ve
küçülme de başlamıştır. 1999'un ilk üç ayında, belki de eksi büyümeye
geçilecektir. İhracat durmuş; başta tekstil,
konfeksiyon ve otomotiv olmak üzere pek çok sektör krize girmeye başlamıştır.
Fabrikalar kapanmakta ve işçiler işten çıkarılmaktadır. 55 inci hükümetin enflasyonla
mücadeleye yanlış bakış açısı toplumun pek çok kesimini perişan etmiştir.
Özellikle, tarım sektöründe çiftçilerimiz, üretim girdilerinin altında kalan
alıcı fiyatları ve destekleme alım fiyatları karşısında kan ağlamıştır. Akdeniz
bölgesinde domates üreticileri, tohumluğunun bir gramını, bir gram altından
daha pahalıya aldıkları domateslerini sokaklara atarak düşük fiyatları protesto
etmişlerdir; Silifke'de olaylar yaşanmıştır. Buğday destekleme alım fiyatları
pek çok yerde yetersiz kalmıştır. Zeytinde taban fiyatı yüz
güldürmemiştir. Pirinç, pancar, yerfıstığı, üzüm üreticileri, mısır
üreticileri, benzer sorunlar yaşamışlardır. Pamuk üreticisi, pamuğunu düşük
fiyatla satmak yerine, protesto amacıyla meydanlarda yakmıştır. Çukobirlik'in
160 bin lira baz fiyat verdiği pamuk, ancak 130-140 bin liradan
satılabilmiştir; tüccara ise, 90 ile 110 bin lira arasında fiyatla pamuğunu
satmak zorunda kalmıştır pamuk üreticisi. Hatay, İçel ve Adana'da pamuk
üreticilerinin durumu içler acısıdır. Yerfıstığında 320 bin lira
tabanfiyat açıklanmış, ithal ürünlerin rekabeti sonucu 100-130 bin liradan
satış yapılabilmiştir. Mısırda aynı durum vardır. Narenciye üreticileri, şu anda,
geçen yıl ürünlerini sattıkları fiyatın yarısına bile ürünlerini satacak alıcı
bulamamaktadır. Ofislerin kapısında beklettikleri
ürünlerini satamayan çiftçiler, bir de, kabaran nakliye ücretlerinin yükü
altında ezilmişlerdir. Bugün, geçimini sağlamak için
traktörünü satmak zorunda kalan pek çok sayıda çiftçi vardır. Veresiye de
alamamaktadırlar; çünkü, herkes, ödeme güçlerinin olmadığını bilmektedir. Kredi faizleri yüzde 175'e çıkmış,
gübre, tohumluk, tarım ilacı fiyatları, yüzde 100'ün çok üzerinde zam
görmüştür. 55 inci hükümet, yaşanan bu
ıstırapları yalnız seyretmekle yetinmiştir; çünkü, bu ıstıraplar yaşanırken,
borsacıların sorunlarını çözmeyi yeğlemiştir. 56 ncı hükümetin de, ekonomiye ve
enflasyona 55 inci hükümetten farklı bakmadığı programından anlaşılmaktadır. Bu
durumda da, çıkarılacak birtakım yasaların -örneğin bankalar yasası gibi-
Türkiye'nin ekonomisinin, toplumun ve kurumların sorunlarını çözmekte yetersiz
kalacağı ortadadır. Değerli milletvekilleri,
ekonomiyle ilgili konuları konuşurken, 56 ncı hükümetin, devlet hazinesine
kaynak temini amacıyla, 55 inci hükümetin yaptığı özelleştirmeler türünden
özelleştirme uygulamalarına girmemesini dilediğimizi de ifade etmeliyiz.
Anımsayacağımız gibi, 55 inci hükümet, POAŞ'ta bir özelleştirmeye kalkışmış,
sonuç, fiyasko olmuştur. Türkbankın satışında yanlışlık
yapılmıştır, usulsüzlük yapılmıştır, satışa fesat karıştırılmıştır. Diyarbakır'da et-balık kombinası
özelleştirmenin bir başka türü olarak kapatılmıştır ve bu bölge halkının
çalışma yaşamına dönük bütün beklentileri kararmıştır. İzmit'te SEKA fabrikası
kapatılmaya kalkışılmıştır; hem de depoları hammaddeyle doluyken ve yapılacak
pek çok iş almış durumdayken. Neyse ki, ortaya konulan tepki, Hükümetin bu
yanlış kararından dönmesini sağlamış ve vahim sonuçlar doğuracak bir felaket
önlenmiştir. Felsefesiyle, uygulamalarıyla
büyük sorunlar yaratan bu özelleştirmeler ve kapatmalar, yüzlerce işçinin işsiz
kalmasına yol açmıştır, bekleneni de getirmemiştir; çünkü, özelleştirmeler
yapılırken, düzenleyici kurumlar yaratılmadan bu işe kalkışılmıştır. Fiyatlar,
gerçek fiyatların altında tutulmuştur. Bu nedenle de, özelleştirmeler, devlet
hazinesine kaynak getirmek yerine, yük yüklemiştir. Bir yandan bu tür
özelleştirmelerle devletin varlığı özensizce elden çıkarılırken, diğer yandan
da holdinglerin elindeki batık bankalar devlete yamanmış, devlet hazinesinden
trilyonlar, mevduat güvencesi olarak bu batık bankaların kurtarılması için sarf
edilmiştir. Bu durumun en güzel örnekleri, Interbank, Bankekspres ve Türkbank
olaylarıdır. Halbuki, Bankalar Kanunu, bankaları, devletin gözetim ve denetimi
altına sokmuştur. Eğer, bu bankaların varlığı boşaltılırken, halkın yatırdığı
para holding şirketlerine aktarılırken bu denetim gerçekleştirilebilseydi,
kuşkusuz, devlet, bu yüklerden kurtulabilecekti. Değerli milletvekilleri, bu
bağlamda değinmek istediğimiz bir başka husus daha var. 55 inci hükümet, 56 ncı
hükümetin açıklanmasından hemen önce, 8 santral ve 14 elektrik dağıtım
bölgesinin, holdinglere satışını onaylamıştır. Gazetelerde yer alan bir haberdir
bu. Giderayak, yangından mal kaçırır gibi verilen bu onay, parlamenter rejimin
geleneklerine, yönetim yöntemlerine aykırıdır. Düşen bir hükümetin, kendisinden
sonra gelecek hükümetin iradesini bağlayacak ve uzun vadede çok ciddî sonuçlar
doğuracak işlemleri yapmaktan kaçınması gerekir; ancak, durum çok farklı
olmasına rağmen, bu gerekçelerle 1999 bütçesinin Genel Kurulda görüşülmesini
engelleyen 55 inci hükümet, sıra, devlet malını satmaya gelince, birden bu
düşüncelerini unutmuştur; inanılmaz bir duyarsızlıkla bu satışlara onay
vermekten kaçınmamıştır. 56 ncı hükümetin dikkatine bu olayı sunmakta yarar
görüyorum, belki, vakit çok geç olmamışsa bir önlem alır diye. Değerli milletvekilleri, 56 ncı
hükümetin programında eğitim konusuna özel bir önem verilmekte, 55 inci hükümet
döneminde sekiz yıllık kesintisiz eğitim uygulamaları alanında büyük mesafe
alındığı ve bu doğrultuda çalışmaların sürdürüleceği bildirilmektedir. Sekiz
Yıllık Eğitim Kanunu, tıpkı Vergi Kanunu gibi, Sayın Ecevit ve Sayın Yılmaz
bilmezlikten gelse ve bir teşekkürü bile çok görse de, Cumhuriyet Halk
Partisinin büyük katkılarıyla çıkmıştır; ancak, sonradan, din öğretimi
konusunda, sekiz yıllık öğretim felsefesine aykırı birtakım düzenlemeler, ilk
önce yönetmelikle gerçekleştirilmeye çalışılmış, olmayınca da, 55 inci hükümet
yasa değişikliği yoluna başvurmuştur. Dileriz, 56 ncı hükümet, sekiz yıllık
eğitim konusunda aynı yozlaştırıcı arayışlara kendisini teslim etmez. Yozlaştırılma bakımından, vergi
reformu adı altında çıkarılan yasanın kaderi de farklı olmamıştır. Cumhuriyet
Halk Partisi, vergi yükünün adil bir biçimde dağıtılmasını sağlamak amacıyla bu
yasanın çıkarılmasında da 55 inci hükümete büyük destek vermiştir; ancak,
sonra, 55 inci hükümet, faiz kazançlarına, borsacılara tanıdığı muafiyetlerle,
vergi yükünün, tekrar, işçinin, memurun, esnafın, çiftçinin sırtında kalmasına
yol açmıştır. Değerli milletvekilleri, 56 ncı
hükümetin programında dikkat çeken bu birkaç hususla ilgili değerlendirmeleri
yaptıktan sonra, 56 ncı hükümetin programıyla ilgili güven oylamasında
Cumhuriyet Halk Partisinin ret oyu kullanacağını açıklamak istiyorum. Ret
oyumuzun nedeni, 56 ncı hükümetin, politikalarıyla, 55 inci hükümetin bir
devamı oduğunu hükümet programında ifade etmesidir. 55 inci hükümeti hangi
nedenlerle düşürmüşsek, bu nedenlerle, 56 ncı hükümetin programına güvenoyu
vermeyeceğiz. Burada, şu hususa da dikkat
çekmeye gerek görüyorum. Doğru Yol Partisi, sabahtan beri, 55 inci hükümetin
yaptıklarını eleştirmiştir. Destek vereceğini söylediği hükümetin programında,
55 inci hükümetin uyguladığı programın uygulanmasına devam edileceği yazılıdır.
Şimdi, biz, merak ediyoruz, Doğru Yol Partisi, çok eleştirdiği 55 inci
hükümetin programını uygulayacağını söyleyen 56 ncı hükümete, bu güvenoyunu,
acaba, nasıl, hangi gerekçelerle ve hangi cesaretle verecektir! Kuşkusuz, bu,
kendi bilecekleri bir iştir, toplumun değerlendireceği ve nihaî kararını da 18
Nisanda seçim sandığında vereceği bir durumdur. Ret oyu kullanacak olmamıza
rağmen, Anasol-D İktidarını onsekiz ay desteğiyle ayakta tutan Cumhuriyet Halk
Partisine, bu özverili davranışı ve yardımı için, bir kez bile, teşekkür etme
gereğini duymamış olan Başbakan Sayın Bülent Ecevit'e ve 56 ncı hükümetin tüm
bakanlarına, Cumhuriyet Halk Partisinin geleneksel nezaketinin gerektirdiği
başarı dileklerimizi de sunmak istiyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
(CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Araslı, teşekkür
ediyorum. Anavatan Partisi Grubunun
görüşlerini birinci bölümde arz ve ifade etmek üzere... MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın
Başkan, ben de bir yazı göndermiştim; lütfeder misiniz... Sataşmayla ilgili... BAŞKAN – Efendim, tutanakları
istettim; değerlendireceğim. Zatıâlinize, tezkere... MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Ama,
tavı kaçar efendim, zamanı kaçar; iki cümleyle, sataşmaya... BAŞKAN – Efendim, zaman, zaten,
kaçıyor; zamanı durduramayız. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) –
Hayır, o zaman değil, bu zaman kaçar. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) –
Sataşma olduğu için efendim, sıcağı sıcağına cevap vermek istiyoruz. BAŞKAN – Efendim, aynı oturum
içerisinde... Başka bir oturumumuz yok; yani, birleşime ara verecek olursam,
ara vermeden önce değerlendiririm; siz üzülmeyiniz. Efendim, biz, bir taraftan
çalışalım... Anavatan Partisi Grubunun
görüşlerini birinci aşamada ifade etmek üzere, Sayın Ahat Andican... BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET
BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Efendim, söz verseydiniz... BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun
da bir sayın üyeyi çağırayım; grup sözcüsünü... BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET
BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Sataşmaya sıcağı sıcağına cevap
verseydi... BAŞKAN – Efendim, hiçbir şey
soğumuyor burada, hepsi sıcağı sıcağınadır; hiç üzülmeyin siz. Sayın Andican, buyurunuz efendim.
(ANAP sıralarından alkışlar) Sayın Andican, Başkanlığa gelen
nota göre zatıâliniz 20 dakika konuşacaksınız; öyle mi efendim?.. A. AHAT ANDİCAN (İstanbul) – Evet.
BAŞKAN – Peki; buyurunuz efendim. ANAP GRUBU ADINA A. AHAT ANDİCAN
(İstanbul)– Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 12 Ocak Salı günü, Başbakan Sayın Bülent Ecevit tarafından
Meclis gündemine sunulan 56 ncı hükümet programıyla ilgili, partimin
görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclise saygılar
sunuyorum. Sayın milletvekilleri, yaklaşık 45
günlük bir arayış sonrasında tek partili bir azınlık hükümeti olarak şekillenen
56 ncı hükümet, 18 Nisan seçimlerine kadar görev yapacaktır. Dolayısıyla, bu
hükümetin temel görevi, ülkemizi seçimlere kadar tutarlı bir şekilde yönetmek,
birlikte yapılacak olan genel ve yerel seçimlerin esenlik içerisinde
gerçekleştirilmesini sağlamaktır. Bazı siyasî çevreler, 56 ncı
hükümetin bir azınlık hükümeti olarak yeterince güçlü olamayacağını, önünde çok
kısa bir süre olduğu için de bir idareimaslahat hükümeti olacağı şeklinde
tanımlamalar yapmaktadır. Anavatan Partisi olarak buna kesinlikle katılmadığımızı
söylemek istiyorum. Öncelikle, 56 ncı hükümet,
Parlamentomuzun çoğunluk desteğiyle kurulma noktasına gelmiş bir hükümettir.
Dolayısıyla, ülkemizin çıkarları doğrultusunda yapacağı her hareket,
Parlamentonun çoğunluğunun desteğini arkasında bulacaktır. Bir diğer değinmek istediğim nokta
da, ülkemizde, siyasî anlayışın, 21 inci Yüzyılın eşiğinde yavaş yavaş
olgunlaştığı doğrultusundadır. Artık, toplumsal gelişmeyi ve ülke çıkarlarını
parti çıkarlarının önüne koyabilen, bireysel siyasî ihtirasların önüne
koyabilen politikacıların, eğer, bu düşüncelerini uygulamaya da intikal
ettirebilirlerse, azınlık hükümetleriyle de başarılı olabileceklerini
gördüğümüz bir döneme girmiş bulunuyoruz. Nitekim, 55 inci Mesut Yılmaz
Hükümeti, bu anlayışın Türk siyasetindeki ender örneklerinden birisidir.
Parlamentoda çok sınırlı ve çok değişken bir desteğe sahip olmasına rağmen,
eğitim reformu ve vergi reformu gibi Türkiye'nin geleceği açısından çok önemli
iki dönüşüm projesi gerçekleştirebilmiştir. Sınırlı bütçe imkânlarına rağmen,
özellikle, enerji, ulaşım ve iletişim alanlarında büyük yatırımlar yapılmasını
sağlamıştır. Özelleştirmenin başlangıcından, yani, 1985'li yıllardan itibaren
hiçbir zaman 500 milyon doları geçmeyen bir sınırın, bu hükümet döneminde, bir
yıl içerisinde, 2 milyar dolar gibi rekor bir düzeye çıktığını görüyoruz. Yine, hesapta hiç olmayan -tabiî,
Allah'ın takdiridir- içeride sel, deprem gibi felaketlere rağmen, dışarıda da
dünya tarihinin en büyük krizlerinden birisinin uzantılarının Türkiye'yi büyük
ölçüde etkilemiş olmasına rağmen, hükümet programında gündeme getirilmiş olan
enflasyon düzeyi ve ekonominin büyüme sınırları gerçekleştirilebilmiştir. Bütün bunları gerçekleştirirken de
-bir şeyin altını özellikle çizmek istiyorum- kesinlikle popülist yaklaşımlar
gündeme getirilmemiştir. Üç partili koalisyondan oluşan 55 inci hükümet, siyasî
uzlaşmayı, istikrar arayışını -altını çizerek söylemek istiyorum- pozitif
siyaset anlayışını ısrarla önplana çıkarmamış olsaydı, kesinlikle, böylesi bir
hizmet dönemini gerçekleştirme imkânını bulamayacaktı. 55 inci Mesut Yılmaz
Hükümeti, Türk siyaseti için çok önemli bir deneyim olmuştur, bir kazanım olmuştur,
siyasî uzlaşma kültürümüze ve demokrasimize büyük katkı sağlamıştır. Bu
nedenle, 56 ncı hükümetin programında belirtilen "hükümetimiz, sağlıklı
demokrasinin gereği olan uzlaşma kültürünü geliştirmeye çalışacaktır"
tanımlamasını takdirle karşıladığımızı belirtmek istiyorum. Bütün mesele, bunalım
demagojilerini ve içi boş sloganları, halkı yanıltılcı, yönlendirici araçlar
haline getirmemektir; milletimizin millî ve manevî değerlerini istismar ederek,
siyasetin temel araçları haline dönüştürmemektir; her toplumda olduğu gibi,
Türk toplumunda da var olan küçük farklılıkları agrandise ederek, büyüterek,
tahrik ederek ayrıştırıcı unsurlar haline dönüştürmemektir ve daha da önemlisi,
iktidarı ele geçirebilmek için her yolu mubah sayan bir anlayışa sahip olmamaktır.
Ne yazık ki, geçmişte örneklerini gördüğümüz bu tür yaklaşımlar sosyal
istikrarı bozmakta, toplumsal gerilimi artırarak kamplaşmalara ve ayrışmalara
yol açmaktadır. Türk toplumu, siyasette uzlaşmayı, sorunlara birlikte çözüm
aramayı ilke olarak kabul eden pozitif siyaset anlayışını aramaktadır ve buna,
fazlasıyla da layıktır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 1990'lı yıllarda Doğu Blokunun dağılmasıyla, Türkiye, bir uç
devleti olmaktan çıkmış, Avrasya coğrafyasının merkezine yerleşen etkin bir
bölge devleti haline dönüşmüştür ve tabiî, bu gelişme, Türkiye'nin önüne birçok
avantajları da getirmiştir, çözümlenmesi gereken, toplum olarak gerçekten
üzerine odaklanmamız gereken birçok sorunları da beraberinde getirmiştir.
Türkiye, Avrupa Türk dünyası ve İslam dünyası arasındaki muazzam imkânlar
sağlayan jeopolitik imkânlarının getirdiği avantajlara sahiptir ve ekonomisi,
bugün, dünyanın 17 nci sırasına yükselmiş bir güce sahiptir ve sosyal sermaye
diyebileceğimiz yetişmiş bir insan potansiyeline sahiptir. Türkiye'de görev
yapacak hükümetlerin, bu imkânları, ülkemizin millî çıkarları doğrultusunda ve
en iyi biçimde kullanmaları gerekmektedir. 55 inci Mesut Yılmaz Hükümeti,
dışpolitikanın temellerini bu anlayışa göre şekillendirmiştir. Nitekim, geçen ay
içerisinde uluslararası basında etkin bir yayın organında çıkmış bir makaleden,
izninizle, çok kısa bir alıntı yapmak istiyorum. Yazıda, 55 inci hükümetin, bir
azınlık hükümeti olmasına karşın, dış dünyada Türkiye'nin tezlerini kabul
ettirmekte çok kararlı davrandığını belirtiyor ve yazının başlığı da çok
enteresan; "Türkiye gücünü keşfediyor" Tekrarlamak istiyorum:
"Türkiye gücünü keşfediyor" Ardından, yıllardır Türkiye'nin başına
bela olan teröristbaşının, Suriye üzerine yapılan ciddî bir baskıyla, önce
Suriye'yi, daha sonra Rusya'yı terk etmek zorunda kaldığı vurgulanıyor;
İtalya'ya bir sığınma hamlesini gerçekleştirdiğini; ama, İtalya'nın,
başlangıçta önemsemediği ya da çözebileceğini sandığı bu sorunun, artık kendisi
için bir çıkmaz sokak haline dönüştüğünü ifade ediyor; bunda da, Türkiye'nin,
Türk Hükümetinin ve Türk Milletinin reaksiyonlarının önemli rol oynadığını
söylüyor. Ayrıca, evvelki yıl, Kıbrıs'a
yerleştirilmek üzere Rusya'dan alınan S-300'lerin, Türk hükümetlerinin kararlı
politikaları sayesinde, bu azınlık hükümetinin uyguladığı kararlı politikalar
sayesinde, bugün, Yunan hükümeti ve Rum kesimi tarafından
gerçekleştirilemediğini söylüyor ve Bakû-Ceyhan politikalarında, bu hattın
olmaması yönünde çalışan uluslararası dev firmaların, Türkiye'deki enerji
sektöründeki yatırımlardan dışlanmasıyla hizaya getirildiğini söylüyor ve Türk
cumhuriyetleriyle oluşturulan büyük boyutlu ilişkilerle, Türkiye'nin, Avrasya
siyasî dengelerinde çok önemli bir güç haline geldiğini söylüyor. Sonuç olarak söylediği şey şudur:
Türkiye'de bir azınlık hükümeti vardır, bir azınlık hükümeti tarafından
yönetiliyor; ama, kendi gücünü keşfetmiştir ve artık, Türkiye, Avrasya
coğrafyasında, dünya siyasetinde etkili bir güçtür, hesaba alınması gereken bir
güçtür; bunu söylüyor. 56 ncı hükümet programında, 55
inci hükümetin dışpolitika ilkelerinin korunacağı ve bölücü örgütle mücadeleden
başlayarak, Türkiye'nin kanını emen, Türkiye'nin aleyhine olan her türlü
organizasyonla mücadele edileceği bildirilmektedir. Bu görüşü takdirle
karşıladığımızı belirtmek istiyorum. Türkiye, dünyanın en sorunlu
bölgeleriyle komşudur ve etkin bir bölge devleti olarak, çevredeki bütün
sorunlarla ilgilenmek ve kendi ulusal çıkarları doğrultusunda çözümler üretmek
zorundadır. Balkanlarda bir daha alevlenen Kosova sorunu, Irak'ta yaşanan kaos,
Kafkasya'da çözüm bekleyen Azerî–Ermeni çatışması, Yunanistan ile ilgili
sorunlar, Kıbrıs ile ilgili sorunlar, bunların başlıcalarıdır. Ayrıca, Türkiye-Avrupa Topluluğu
ilişkileri, Türkiye-Türk cumhuriyetleri ilişkileri, Türkiye-İslam ülkeleri
ilişkileriyle, her boyutta en üst düzeye çıkarılması gereken süreçler devam
etmektedir. 56 ncı hükümet programında, bütün
bu ilişkilere yer verilerek gerekli siyasî açılımların sürdürüleceği mesajının
verilmiş olması, gerçekten memnuniyet vericidir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; enformasyon teknolojisindeki büyük gelişmeler, soğuk savaş
sonrasında ortaya çıkan siyasî konjonktürle beraber bir küreselleşme sürecini
başlatmıştır. Geleneksel ulus devlet yapılarını büyük ölçüde zorlayan bu
gelişme, özellikle, ekonomik alanda global bir karşılıklı bağımlılık sürecini
başlatmıştır. Gelişmekte olan ekonomilerin büyük oranda ihtiyaç duyduğu taze
para veya döviz sorununu uluslararası sermaye karşılamaktadır; ama, bir kriz
anında ya da kriz beklentisinde o ülkeleri hızla terk etmektedir. Nitekim, 55
inci hükümetin görev aldığı dönemde, yani, temmuz ayında, önce Pasifik'te
başlayan kriz daha sonra Rusya'ya gelmiş ve Rusya'nın tarihinde gördüğü en
derin kriz yaşanmıştır. Rusya'nın da Türk ekonomik yapılanması açısından,
dışticaret hacmi açısından ikinci partnerimiz olduğu hatırlanırsa, bu krizin
Türkiye'yi ne kadar etkilediği de kolayca anlaşılabilecektir. Bu krizin
başlamasıyla birlikte, geçen yılın ikinci altı ayında ülkeyi terk eden sermaye
miktarı, neredeyse, 7 milyar dolar civarındadır. Global krizin, özellikle, yükselen
pazar diye tanımlanan ülkeler için bir diğer faturası da, risk beklentisi
içerisinde olan global sermaye, uluslararası sermaye, artık, bu pazarlara kredi
açmakta beklentiye girmektedir ve bu kredi açma işlemini askıya almaktadır.
Nitekim, Türkiye'de de geçen yılın ikinci yarısında bu sıkıntı ortaya çıkmıştır
ve dışkaynak yetersizliği de iç piyasada faizlerin yükselmesine yolaçmıştır. Bu gelişmelere ilave olarak, 55
inci hükümetin, tümüyle siyasal gerekçelerle haksız ve hazırlıksız olarak
düşürülmüş olması sonrasında da dış dünyada bir siyasî istikrarsızlık imajı da
ortaya çıkmıştır. Bütün bu olumsuz gelişmelere karşın, Türkiye, 55 inci
hükümet, 1998 yılı başında ortaya koyduğu bütçe hedeflerini fazlasıyla
gerçekleştirmiş ve kamuoyuna söz verdiği enflasyon rakamlarını yakalamıştır;
bu, kanımca büyük bir başarıdır. Global kriz henüz sonlanmamıştır.
Daha, evvelsi gün Brezilya'da ciddî bir devalüasyon süreciyle başlayan bu kriz,
Latin Amerika'yı ve tüm dünyayı da etkisi altına almak üzere devam etmektedir.
İşte, bu noktada, 55 inci hükümet döneminde başlatılmış olan bu ekonomik
politikaların devam ettirilmesi gereklidir ve nitekim 56 ncı hükümetin hükümet
programında, bu programın aynen uygulanacağı konusunda söylenen sözler,
gerçekten, bizim memnuniyetimizi ortaya çıkarmıştır. Tabiî, kuşkusuz, anti
enflasyonist programların da kararlılıkla uygulanması lazımdır ve 56 ncı
hükümetin bunu sürdürmesi gerekmektedir; fakat, bir şey daha vardır, seçim
ekonomisi uygulanmaması gereklidir. Çünkü, seçim ekonomisi, küçük ve sınırlı
kitlelerin çıkarları için, bütün ekonominin ve bütün milletin geleceğinin
ipotek altına alınması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, 55 inci hükümet bunu
yapmamıştır, 56 ncı hükümetin de bunu yapmayacağını ifade etmiş olmasını
takdirle karşılıyoruz. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; aslında, negatif siyaset anlayışıyla "sen şunu yapmadın,
ben bunu yaptım" gibi bir anlayışı bu kürsülerde ifade etmeyi, Anavatan
Partisi temsilcileri olarak çok yeğlemiyoruz, kullanmıyoruz; ama, sabahki konuşmalar
sırasında, bir partimizin değerli sözcüleri, öylesine gerçekdışı beyanlarda
bulundular ki, onlara bir şey söylememek, sanki onların doğru şeyler söylemiş
olduğunu zımnen kabul etmek anlamına gelebilirdi. Onun için, izninizle,
sanıyorum sözcü arkadaşlar burada değiller; ama, bazı noktalarda kendilerine,
bazı hatırlatmalar yapmak istiyorum. Sayın DYP sözcüsü, konuşmasının
başlangıcında bir şey söyledi: "Geçmişi bilmeden gelecek
anlaşılamaz." Kesinlikle katılıyorum; çok doğru bir sözdür. İşte, bu
sözden yola çıkarak, bir şeyi gündeminize getirmek istiyorum, yakın geçmişten
bir hükümet programını ve alınan sonuçları gündeminize getirmek istiyorum.
Şöyle diyor hükümet programı: "Önümüzdeki yıl enflasyon yüzde 54, büyüme
hızı yüzde 5,5 olacak." O yıl; yani, 1994 yılında gerçekleşen enflasyon,
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük enflasyonu; yüzde 150. Büyüme hızı ise,
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kötü büyüme hızı; bırakın ülkenin büyümesini,
yüzde eksi 6 küçülmüştür. Bu, 1994 yılıdır ve o dönemde, bırakın ülkede kriz
olmasını, dışdünyada da kriz adına hiçbir şey yoktur. Sadece bilgisiz, sadece
umarsız, sadece tutarsız ekonomik politikalar, para politikaları ve maliye
politikalarıyla bu sonuç elde edilmiştir. Halk arasında bir söz vardır;
halkın sözü, gerçekten denenmiş, sınanmış sözdür, doğrudur. Deniyor ki:
"Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz." Geçmişte yaptığınız ortada
değerli dostlar, gelecekte ne yapacağınız da bundan belli. Allah bu milleti
sizin iktidarınızdan, tekrar iktidarınızdan korusun demekten başka bir şey
elimden gelmiyor. Aynı sözcü, 55 inci hükümet
döneminde dışarıdan para bulmakta zorluk olduğunu ve bunun, dünyadaki krizle
alakası olmadığını, 55 inci hükümetin tutarsız ekonomik politikalarından
kaynaklandığını söylüyor. Doğrudur, bu dışarıdan para bulamamakta Türkiye'yle
ilgili sebepler de vardır; fakat, sayın sözcünün zannettiği gibi 55 inci
hükümetle alakalı değildir. 1995 yılını hatırlamanızı
istiyorum. IMF'yle -Uluslararası Para Fonuyla- bir stand-by anlaşması
imzalanmış ve bu Hükümet, Türkiye adına, Türk Milleti adına, bu stand-by
anlaşmasının imzalanmasıyla, uluslararası arenalara sözler vermişti. Bu verilen
sözler hemen unutuldu, 1995 yılı içerisinde, biraz önce tanımladığım nitelikte
bir seçim ekonomisi için, Türkiye'nin uluslararası dış itibarı tamamen ayaklar
altına alındı ve Türkiye, bir anlamda, uluslararası piyasalar açısından, layık
olmadığı halde, sabıkalı bir ülke haline getirildi. Sonuç olarak da, adamların,
uluslararası piyasaların sütten ağzı yanmış, tabiî ki, yoğurdu üfleyerek
yiyorlar. Dolayısıyla, Türkiye'nin de bu
konuda suçu olmuştur; ama, bu suç, 55 inci hükümetin değil, aksine, 1994-1995
yıllarında bu ülkede ekonomiyi yöneten hükümetlerin suçudur. Ekonomiden sorumlu sayın sözcü,
crony kapitalizminin -İngilizcesi bu- yani Türkçe halk deyimiyle söylersek
ahbap çavuş kapitalizminin ya da sen ben bizim oğlan kapitalizminin 55 inci
hükümet döneminde gerçekleştirildiğini söylüyor, iddia ediyor. Değerli dostlar, bu tip bir yakın
çevre kapitalizminin ne zaman ve hangi boyutlarda uygulandığını anlamak için
çok uzağa gitmeye gerek yok. Sadece, Hazineden, gidip, 1993 yılından, Doğru Yol
Partisinin genel başkan seçimleri öncesinden başlayarak, 1996 yılı sonuna kadar
kimlere, hangi boyutlarda ve ne kadar kredi aktarılmıştır, teşvik verilmiştir,
bunun listesini almak ve bu listeyi bihakkın, vicdanlı bir şekilde, tarafsız
bir şekilde incelemek, Cumhuriyet tarihinde en büyük crony kapitalizmin ya da
sen ben bizim oğlan kapitalizminin ya da ahbap çavuş kapitalizminin ne zaman
uygulandığını göstermesi bakımından tarihî bir ders olur diye düşünüyorum. Yine, diğer DYP sayın sözcüsü de
"55 inci hükümet üç hedef ortaya koydu, üçünü de gerçekleştiremedi."
dedi. Neymiş bu hedefler: İrticayla mücadele, enflasyonla mücadele, Susurluk ve
çetelerle mücadele. Doğrudur; hedeflerin birkaçı bunlardı. İrtica diye bir suç
yokmuş! İrtica diye bir suç var; eğer, bu ülkeyi ya da bir ülkeyi din eksenli
olarak yöneteceğim, siyasetin eksenine dini yerleştireceğim diyorsanız, bu,
irticadır ve bir suçtur. Dolayısıyla, 28 Şubat 1997'de, altını çizerek
tekrarlıyorum, 28 Şubat 1997'de Refahyol Hükümeti liderlerinin onaylayarak
Türkiye'nin gündemine getirdikleri politikalar, irticayla mücadele politikası,
55 inci hükümet tarafından sürdürülmüştür. NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) –
1800'lerde de irtica söyleniyordu. A. AHAT ANDİCAN (Devamla) –
"Susurluk'u gerçekleştiremedi, Susurluk'la ilgili sözlerini..." NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) –
1800'lere git... A. AHAT ANDİCAN (Devamla) – Lütfen
dinler misiniz... "Susurlukla ilgili sözlerini gerçekleştiremedi"
diyor. NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) – Bunun
sonu gelmez... A. AHAT ANDİCAN (Devamla) –
Değerli sözcüye sadece şunu hatırlatmak istiyorum: Eğer, Susurluk'u sadece bir
araba kazası -içinden çıkılmış, ki, içinden çıkanları da incelerseniz çok
farklı şeyler ortaya çıkıyor- olarak alırsanız, doğrudur; ama, Susurluk bir
semboldür. Değerli konuşmacıya sadece şunu hatırlatmak istiyorum: Bu Hükümet,
bu azınlık Hükümeti, çetelerle yaptığı mücadele sonrasında, 1993-1996 yılları
arasında sahipsiz zannedilen bu ülkenin her köşesinde ortaya çıkmış çeteleri
bir bir adalete teslim etmiştir. 55 inci hükümetin onyedi aylık icraatı
içerisinde adalete teslim edilen çete mensubu sayısı 1 028, halk arasında
"baba" diye tanımlanan insanların sayısı da 20'nin üstündedir; hem
yurt dışında hem yurt içinde bunlar gerçekleştirilmiştir. (ANAP sıralarından
alkışlar) Bütün bunları unutmamak lazımdır. KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep)
– Söylediğinize inanıyor musunuz acaba?! A. AHAT ANDİCAN (Devamla)
– Böylesi negatif bir siyaset anlayışını, karalayıcı bir siyaset
anlayışını... KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) –
Söylediğine inanmıyorsun Sayın Andican... A. AHAT ANDİCAN (Devamla) –
Gerçekleri ifade ediyorum; böylesine, bu kürsülerden dile getirmek istemezdim;
ama, Doğru Yol Partisinin sayın sözcüleri beni mecbur bıraktılar. Şimdi, son olarak, geri dönüyorum
ve 56 ncı hükümete kesinlikle güven duyduğumuzu söylüyorum. Önlerinde üç ay
var. Üç ay, hem kısa, hem çok uzun bir dönemdir; çünkü, 21 inci Yüzyılda zaman
sıkışmıştır, yoğunlaşmıştır, bir gecede büyük değişiklikler olabilmektedir ve
Türkiye'de, Türk Milletinin beklentileri farklıdır, her kesimin farklı
beklentileri vardır, istekleri vardır, talepleri vardır; Türkiye dinamik bir
toplumdur, hızlı bir değişim göstermektedir. Dolayısıyla 56 ncı hükümetin işi
zordur, biliyorum; ama 56 ncı hükümet, ilkeli siyaset anlayışını beraber
yaptığımız arkadaşlardan oluşuyor ve bu ülkede gerçekten her dönemde siyasî
anlayışını ve siyasî tutarlılığını göstermiş bir Başbakan önderliğinde
kuruluyor bu hükümet, inanıyorum ki, bu üç ayın Türkiye için en tutarlı ve en
ilkeli biçimde geçirilmesini sağlayacaktır ve hiç kimsenin kaygı duymasına
gerek yoktur. İşlerinin zor olduğunu biliyorum, bu zorlukta kendilerine
başarılar diliyorum. Anavatan Partisi olarak, ülke yararına yapacakları her
şeyde, ülkenin, milletin geleceğini kurtarma uğruna yapacakları her şeyde,
ülkenin çıkarlarını koruma noktasında arkalarında olacağımızı söylüyorum,
programlarına katılacağımızı bildiriyorum ve parti olarak güvenoyu vereceğimizi
söylüyor, hepinize, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (ANAP ve DSP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Sayın Andican, teşekkür
ediyorum. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın
Başkanım, sayın sözcünün, Doğru Yol Partisine, geçmişteki kabineye... Zabıtlara
bakarsanız... BAŞKAN – Aman efendim... Sayın
Gözlükaya... Efendim, varsa talebiniz,
gönderin. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) –
Müsaade buyurun efendim. Geçmişteki Doğru Yol
iktidarlarına, sayın Doğru Yol sözcüsünün sözlerine atfı cürümde bulunmak
kaydıyla, "Allah korusun o iktidarlardan, sizin iktidarınızdan"
demiştir; bu ne demektir; bu sataşma değil de nedir Sayın Başkan... KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) –
Kendine söylüyor Sayın Gözlükaya, kendi kendine söylüyor. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın
Başkan, bu bakımdan söz istedik. BAŞKAN – Sayın Andican, teşekkür
ederim. Sayın Andican, bir gecede
beklenmedik değişikliklerin olabileceğini ifade ettiniz. Ben temenni ederim, o
beklenmedik değişiklikler gece değil gündüz olur. (FP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – Bunu
bilimsel olarak söyledi, siz başka manada konuşuyorsunuz. BAŞKAN – Anavatan Partisinin
görüşlerini ifade etmek üzere Sayın Karakoyunlu. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) –
Sayın Başkan, bize hiç söz vermeyecek misiniz? BAŞKAN – Talepte bulunun efendim,
talepte bulunun. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) –
Arkadaşımız talepte bulunuyor. BAŞKAN – Sayın Bedük... SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) –
Müzakerenin başından beri Doğru Yol Partisine yönelik yapılan bu kadar haksızca
ithamlara karşı söz istememize rağmen, bizi hiç dikkate almayacak mısınız? BAŞKAN – Sayın Bedük, zatıâliniz
yoktunuz, ben, Sayın Gözlükaya'ya talepte bulunun dedim efendim. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) –
Deminden beri size müracaat ediyoruz efendim. BAŞKAN – Efendim, ben Sayın
Gözlükaya'ya "talep gönderin" dedim; siz yoktunuz ki!.. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) –
Hayır, ben takip ediyorum; buradaydım... BAŞKAN – Efendim "talepte
bulunun" dedim; ne diyeyim yani?! SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) –
İstirham ediyoruz efendim... BAŞKAN – Sayın Bedük, ne
diyeyim?.. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) –
Bizleri dikkate almıyorsunuz efendim. BAŞKAN – Fesuphanallah!.. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) –
Devamlı olarak sataşma yapılıyor... BAŞKAN – Sayın Bedük, ben
"bir talebiniz varsa talepte bulunun" diyorum. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) –
Talebimiz vardı; bir türlü söz vermediniz; daha evvelden herkese söz
veriyordunuz. BAŞKAN – Efendim, kimseye söz
verdiğimiz yok... Sayın Bedük, tutanakları istettim efendim. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Bir
dakika efendim, müsaade eder misiniz... BAŞKAN – Buyurun. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın
Başkan, tavrınızdan... Ben cümlemi tamamlamadan Sayın Ahat Andican'a teşekkür
ettiniz. Bana "size sataşmada bulunulduğuna dair iddialarınızı yazılı
veriniz" diye söyleyip nokta koysaydınız, otururduk yazardık... BAŞKAN – Söyledim efendim. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Yani,
bize, Başkanlıkça bir nevi saygısızlık yapıldı. BAŞKAN – Efendim, konuşmadan nokta
belli olmuyor ki; ben sözümü bitirdim, bir talepte bulunun dedim. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – O
zaman, konuşanları dinlemediniz... BAŞKAN – Sayın Gözlükaya, ben,
zatıâlinize "talepte bulunun" dedim; talepte bulunun... SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) –
Sataşmayla ilgili talebe anında cevap vermek durumundasınız. BAŞKAN – Efendim, talepte bulunun
dedim, daha ne diyeyim yani?! SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) –
Olur mu?! BAŞKAN – Sayın Karakoyunlu;
buyurun efendim. 21 dakika süreniz var. ANAP GRUBU ADINA YILMAZ
KARAKOYUNLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi,
Anavatan Partisi adına saygıyla selamlıyorum. Sayın Bülent Ecevit tarafından
oluşturulmuş 56 ncı Cumhuriyet Hükümetinin Programı üzerinde Anavatan
Partisinin görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım; şahsen de sizlerin
hepinizi tek tek saygıyla selamlıyorum; ekranları başında bu programı, bu
görüşmeleri izleyen halkımızı da, aynı şekilde saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, burada
konuşmalarını yapan sayın sözcülerin hiçbirisi, 56 ncı hükümet programıyla
ilgili görüş beyan etmediler; genellikle 55 inci hükümete yönelen birtakım
görüşlerde ve eleştirilerde bulundular. Bir hükümet programının çok kısa
bir dönemde ve fevkalade önemli bir geçiş aşamasında ülkeye getirebileceği
faydalara katkıda bulunmaları beklenirken, 55 inci hükümetle ilgili olan
birikmiş asabiyetlerini ortaya koymalarını, çok sağlıklı bir müzakere biçimi
olarak değerlendirmediğimizi ifade etmek istiyorum. Sayın Ufuk Söylemez 55 inci
hükümetle ilgili olarak birtakım ekonomik meseleleri getirdi ve gündeme koydu;
fevkalade ateşli bir üslup içerisinde görüşlerini belirtti. Bu kadar mahirane
ve vukufla ortaya konulmuş olan görüşleri; kendisinin de üyesi bulunduğu 54
üncü hükümetin programının ve uygulamasının yansıtılması olduğundan, çok
isabetli görüşler olarak kabul ediyorum; ama, sürçülisan etti, sadece "55
inci hükümet" dedi. Dolayısıyla, Meclisin zabıtlarında kendi dönemine ait
olan fevkalade teşhislerinin ortaya konulmuş olmasını sırf zabıtlar tashihi
bakımından söylüyorum; yoksa herhangi bir polemik ihtiyacı ve endişesinde
değilim. Nevzat Ercan arkadaşımızın ortaya
koyduğu görüşlere gelince, o bahiste bir miktar tafsilata girmek ihtiyacını
hissediyorum. Değerli milletvekilleri, eğer,
sosyal bir olayda toplumsal değerleri kavramada zorluk çekerseniz, kendiniz
için önem taşıdığını zannettiğiniz detaylarda sadece kendinizi tarif edersiniz.
Dolayısıyla, Nevzat Ercan arkadaşımızın biraz evvel yapmış olduğu konuşma, bu
hukuk tarifinin tüm özelliklerini içeren nitelikteydi. Dolayısıyla, Sayın
Gözlükaya'nın, benim bu konuşmamdan ötürü, kendisini muhatap alarak sözümü
bitirdiğimde tekrar hitabete geçip "efendim, söz isterim" demesine
gerek kalmayacak; çünkü, ben Nevzat Beyi muhatap alarak söylüyorum. Değerli milletvekilleri, hukukun
temel ilkelerinden bir tanesi şudur: Eğer sistemin değerlerini ve
etkinliklerini tutarlı kılan ve zamana göre etkisini koruyan düzenleme türünü
muhafaza edebiliyorsanız, onun adına ilke denir; ama, bu ilke kendi içerik değerlerini
tartışırken, bir hükümete yönelebilecek olan eleştiride saptırmaya
yönelirseniz, o tarif kendinizi ikinci defa olarak bağlar. Dolayısıyla, evham
ile varsayım arasındaki farkı tefrik edebilecek maharette değilseniz, sadece
idrakla değil iyi niyetle de meseleyi ortaya koyabilecek kadar da hazırlıklı
sayılmazsanız, fehim ile vehim arasındaki farkı tefrik edemeyecek zihin
zaafıyla malul olursunuz. Dolayısıyla, evham ile vakıa arasındaki farkı tefrik
edemezseniz, Sayın Ercan'ın, burada, gelip söyledikleri olayları, kendi
açınızdan tekrar etmiş olursunuz. Dolayısıyla, yaşanmış olan
hadiselerden aldığınız ilhamlarla geliştirebileceğiniz eleştirileri ortaya
koymak yerine, bizzat hükümette bulunduğunuz, yaşadığınız olayları, âdeta
itiraf edercesine burada anlatırsanız, bu bir hükümet tenkiti değil; geçmiş
dönemden geleceğe aktarırken, kendinizin vicdan aklamasından başka bir şey
olmaz. (ANAP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar, 55 inci
hükümetle ilgili olarak yapılmış eleştirilere, elbette ki 56 ncı hükümetin
cevap vermesi söz konusu değildir. Dolayısıyla, 55 inci hükümetin içerisinde
görev almış milletvekillerinin, çeşitli vesilelerle kürsüye geldiklerinde,
yapılmış haksız ithamlara cevap vermeleri de doğal olacaktır. Meseleyi bu
açıdan değerlendirdiğiniz zaman, bu hükümetle ilgili olarak görüşlerimiz ile bu
hükümetin sonrasında ortaya çıkabilecek duruma ilişkin görüşlerimizi de, geçmişten
getirdiğimiz bir değer yargısı içerisinde tahlil etmek zorundayız. Bugünkü hükümet, 56 ncı hükümet,
azınlık hükümeti olarak ortaya çıkmıştır. Türkiye, kaba ölçüleriyle, yetmişbeş
yıllık cumhuriyet dönemi içerisinde 56 tane hükümet kurdu. 56 hükümetin
programı bu Mecliste okundu. Kaba ölçüleriyle, Cumhuriyet Halk Partisinin
tekparti modellerine göre kurulmuş olan hükümetlerini bir yana bırakırsanız
veya askerî müdahalelerin hemen akabinde kurulmuş olan, ya bizatihi askerî
idarenin yönetim olarak ortaya gelişi veya onların telkiniyle teşkil edilmiş
olan hükümetleri de bir yana bırakırsanız, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
tecelli eden, millet iradesiyle teşekkül etmiş hükümetlerin zaman aralığı otuz
yılı dahi bulmaz. Bu otuz yıllık dönem içerisinde, yirmi yılın eşdeğerini tek
partili hükümetler teşkil etmiştir; geri kalan kısmı da, aşağı yukarı onbir
oniki yıllık bir dönemde, koalisyon hükümetleri olarak oluşmuştur. Bu oniki
yıllık koalisyon hükümetleri dönemi içerisinde, 5 defa azınlık hükümeti kurulma
teşebbüsü gerçekleştirilmiştir. Bunlardan birisi, birincisi, gerçekten, siyasî
tarihimiz açısından, ne zaman azınlık hükümetinden söz edilse hepimizin
çehresinde tebessümlerin oluşmasına imkân veren bir hatırlatma olur; nitekim,
Irmak Hükümeti, kurulduğu zaman, kabinesindeki bakan sayısının yarısı kadar
dahi güvenoyu alamamıştı. İkinci olarak kurulmuş olan azınlık hükümeti, yine,
Başbakan Sayın Bülent Ecevit'in teşkil etmiş olduğu azınlık hükümetiydi ve
226'ya çok yakın bir oranda da oy almıştı; fakat, yine de güvenoyu alamadı.
Üçüncü olarak, güvenoyu alan azınlık hükümeti, Sayın Demirel'in kurmuş
olduğudur ve Millî Selamet Partisinin tam desteğiyle oluşmuştur. Dördüncüsü,
Sayın Çiller'in kurmuş olduğu ve Sayın Deniz Baykal'ın, parti genel başkanı
olmasını takip eden dönemde "kısa dönemli hükümet olmam" iddiasıyla
meseleye yaklaşımından kaynaklanan dönemi gidermeye yönelikti. Bu kısa tarihçeyi niçin veriyorum;
bunu şunun için veriyorum: Buradaki bütün azınlık hükümetleri, kurulurken, çok
ciddî hükümet programları teşkil ettiklerini ifade etmişler ve sanki bütün
seçim dönemini kapsayacak zaman aralığında iktidar olacaklarmışçasına neler
yapabileceklerini tadat etmişlerdir. İlk defa olarak, amacına uygun, kendisine
tayin edilmiş misyonun tarifleri içerisinde kalan ve zaman aralığını tarif
ederek hükümetinin ne olduğunu belirleyen azınlık hükümeti 56 ncı hükümettir;
Hükümet Programında, bu bahsi, son derece açık biçimde ortaya koymuştur. Ortaya
koyduklarının kendi içerisindeki detaylarını, elbette ki, bu eleştirilere
cevaben yapılacak konuşmalarda, Sayın Hükümet adına konuşmayı yürütecek olan
yetkili açıklayacaktır; ama, bu hükümet politikasının üç temel öğesi vardır:
Bunlardan birincisi, oluşumuna ilişkin değer yargılarıdır. 56 ncı hükümeti
teşkil eden Sayın Bülent Ecevit, kendisine, Başbakanlık görevi,
Cumhurbaşkanlığı tarafından tevdi edildiğinde, çözüm aramalarıyla ilgili
olarak, azınlık hükümeti kurmayı, siyasî parti liderlerine teklif etmişti. O
zamanki model dört koldan hücuma uğramış, âdeta, azınlık hükümeti kurulması
modeli, demokrasimize kan doğruyormuşçasına harekete geçilmiş bir suikast gibi
telakki edilmişti. Çok kısa bir süre sonra, aynı dört koldan saldıranlar, bu
defa, bir gecede fikir değiştirerek, bizzat Sayın Bülent Ecevit'e gidip bu
hükümeti kurması ricasında bulunmuşlardı. Değerli arkadaşlar, nasıl kuruldu,
niçin kuruldu meselesini tartışırken, polemik yapma ihtiyaç ve endişesiyle
söylemiyorum, ama, tartıştığımız, bulunduğumuz zeminin isabetle
değerlendirilmesi için, bugünkü durumun çok iyi yorumlanması, tahlil edilmesi
gerektiğine inanıyorum. Demokrasiyi benimsemiş bir
toplumun, birlik ve beraberlik anlayışı içerisinde olması kaçınılmazdır.
Dolayısıyla da, bu hükümetin programında, birlik ve beraberlik anlayışıyla
ilgili son derece önemli başlıklar seçilmiş ve fevkalade hassas ifadelerle
Sayın Meclisin takdirine sunulmuştur. Birlik ve beraberlik anlayışı,
sadece düşüncelerde ve çözümlerde mutlak birleşmenin sağlanmasıyla
gerçekleştirilmiş sayılmaz; o zaman, demokratik bir düzenin içerisinde
olduğumuzu iddia etmek mümkün olmaz; asıl önemli olan ve gerekli özelliği
taşıyan tarafı, düşüncelerdeki ve çözümlerdeki farklılıklara rağmen, ülkenin
esenliği ve ulusun mutluluğu için, demokrasinin bütün kurallarıyla ve
özgürlükleriyle işletilmesi gereğidir. Ancak böyle bir hoşgörülü yönetim
anlayışının sağlanması kaydıyla ve buna ilişkin gayretlerin bütünleştirilmesi
şartıyla, çabalar, iyi niyetli ve gerçekçi bir birlik ve beraberlik anlayışını
temin edebilir. İster sosyal demokrasi için çalışsın, ister liberal demokrasi
için çalışsın, ister merkez sağda olsun, ister merkez solda olsun, hangi
ideolojik ihtiyaç içinde mücadele verilirse verilsin, sonuçta, gayretlerin
tamamının, iyi işleyen bir demokrasinin gerçekleşmesine yönelik olması gerekir.
iyi işleyen bir demokraside de, birbirleriyle çatışan düşüncelerin ve çözüm
önerilerinin bulunması kaçınılmazdır. Peki, değerli milletvekilleri, iyi
işleyen bir demokrasinin temel değer yargısı budur da, ülkemizde olmasını
istediğimiz demokrasi tarifi budur da, ülkemizde gerçekleştirmek azminde
olduğumuz demokrasinin modeli nedir; onu da çok değerli bir şekilde tartışan
arkadaşlarımız çıktı. Oya Araslı Hanımefendinin işaret ettiği, toplumda uzlaşma
ihtiyacını ortaya koyan görüş, son derece saygıdeğer bir görüştür. Toplumsal
uzlaşma ihtiyacıyla bir araya geldik ve bir an evvel seçimlere giderek halkın
iradesinin tezahür edeceği, tecelli edeceği yeni Meclisi seçme imkânı üzerinde
tartışma açtık. Olaylara hoşgörüyle yaklaşan, eleştirilere tahammül gösteren,
karşıt düşünceleri saygıyla karşılayan, demokrasi disiplinine sabır ve bağlılık
göstermesi gereken Meclisimizde, Hükümet Programının böyle bir başlığı temel
hedef olarak almış olmasını takdirle karşıladığımızı ifade ediyorum. Değerli arkadaşlar, toplumsal
uzlaşma, anlaşmayı teslimiyetten ayıran bir gerçekçiliği ifade eder; rekabeti
de husumetten ayıran cesarette kendini gösterir; yine, eleştiriyi hasete
dönüştürmeyen erdemi içerir. Toplumsal uzlaşmadan beklenilen de budur; yani,
hoşgörü olarak felsefî, sosyolojik ve politik değerler taşır. Toplumsal
uzlaşmanın felsefesi, hoşgörünün evrensel değerleridir. Teolojilerin,
ideolojilerin veya politikaların farklılıklarının hoşgörüyü yok edemeyeceği
gerçeğine dayanır ve evrensel boyutun özelliği ve bütünlüğü de buradadır. Hoşgörünün
sosyolojik boyutu ise, her toplumda, hatta, her yerel özellikte diğerine göre
farklı müsamaha anlayışlarının olabileceğini kabul eder; ama, bu iki özelliği
sadece kendi siyasetinizin çıkarına alet edecek istikamette kullanmaya
başlarsanız, işte, felsefî ve sosyolojik boyutunda bütünleştiğimiz ve
varlığıyla övündüğümüz hoşgörü kavramını, suiistimalin içerisine itmeye
başlarsınız. Dolayısıyla, değerli arkadaşlarım, millet iradesiyle devlet
idaresini özgürlüğün ve disiplinin bileşkesinde bütünleştiren ve çağdaşlığın
hedefinde gerçekleştiren, genel kabulün tanımı olarak demokraside toplumsal
uzlaşmayı sağlamak hedefini benimsemiş olan 56 ncı hükümeti bu hedefini
gerçekleştirmesinde destekleyeceğimizi çok açıkça ifade ediyorum. Değerli arkadaşlarımız, elbette
ki, 20 dakika içerisinde, Türkiye'nin son derece önemli bir geçiş aşamasındaki
hükümet programını gerçekleştirme durumunda bulunan hükümeti tam manasıyla
eleştirmek, değerlendirmek mümkün değildir. Birkaç başlık üzerinde de kişisel
olarak durma ihtiyacını hissediyorum. Bu hükümet, ekonomi politikasını
uygularken, 55 inci hükümetin politikasına devam edeceğini ifade etmektedir.
Elbette ki, bu hükümetin ekonomi politikasıyla ilgili olarak alacağı kararların
uygulamasında kendisiyle birlikte çalışacak bürokrasinin destekleri de
fevkalade önem taşımaktadır. Gördüğümüz kadarıyla, Maliye ve Hazine bürokrasisi
açısından bu hükümetin herhangi bir sorunla karşılaşması söz konusu
olmayabilecektir; ama, ekonominin ve sosyal sektörlerin planlanmasından sorumlu
olan bürokrasiyle ilgili olarak bu hükümetin bir zorlukla karşılaşabileceği
endişesini hisseden gelişmeler son üç gün içerisinde fevkalade yoğun bir
şekilde gündeme getirilmiş ve kamuoyunun dikkatine sunulmuştur. Aşağı yukarı,
kendi bakanı dahil, kendi mesai arkadaşları dahil, yürütülmekte olan bütün
faaliyetleri siyasete teslim edilmiş bir kurum tanımlamasına götürerek ve bunu
en ağır, en galiz ifadelerle aşağılamayı meslek ittihazı haline getirmiş bir
kurumda Türkiye'nin ekonomik ve sosyal politikalarının planlamasında hükümetin
gerekli desteği görebileceği ve bürokratik varlıktan istifade edebileceğini
kuşkuyla karşıladığımızı ifade ediyorum ve sanıyorum ki, bu konuda da Sayın
Bakan gerekli tedbiri alacaktır. Bu hükümetle ilgili olarak diğer
bir konu üzerinde görüşümüz vardır; o da, eğitim politikasıyla ilgilidir. Değerli arkadaşlarımız, bu
Hükümetin izleyeceği ekonomi politikasını, Hükümet Programı gayet net bir
şekilde ortaya koymuştur. Özgürlükçü ve barışçı olduğunu
açıklamıştır. Millî birliğimizi ve bağımsızlığımızı ve demokrasiyi
güçlendireceğini tartışmasız ifade etmiştir. Atatürk ilkelerini ve
milliyetçiliğini devletimizin güvencesi saydığını anlatmıştır ve çağdaş
uygarlığın göstergesi olarak, yeni kuşakları demokrasi bilincinde
yetiştireceğini ifade etmiştir. 55 inci hükümet döneminde sekiz
yıllık kesintisiz eğitimle ilgili olan çalışmalarında temayüz etmiş olan çok
değerli Millî Eğitim Bakanımız, bugün, çok daha yetkili bir görevle tavzif
edilmiş olarak Kabinede yerini almaktadır; elbette ki, bu söylediği meselelerin
gerçekleştirilmesinde katkılarını devam ettireceğine de inanmaktayım. Kendisini
kırk yıldır tanırım. Bürokrat terbiyesi ve siyaset ahlakının mükemmel
terkiplerinde müstesna örnekler vermiş birisi olarak, meseleye de süratle el
koyup çözüm getireceğine inanıyorum ve bunu kendisinden de bekliyorum. Değerli milletvekilleri, Sayın
Bülent Ecevit, yaklaşık elli yıldan beri ülkemizin siyasetinde fevkalade önemli
ve onurlu görevler deruhte etmiş, fevkalade basiretli, dirayetli bir siyaset
adamımızdır. Aynı zamanda, Sayın Bülent Ecevit, elli yıldan fazla, uzun bir
zamandan beri de Türk kültüründe, Türk edebiyatında, Türk tefekkür yaşamında
yeri ve etkinliği olan bir siyaset adamımızdır; bir edebiyat ve kültür
ustasıdır. Böyle, elli yıldan beri, Türkiye'ye damgasını vurmuş yüksek bir
kültür ve siyaset ustasının hükümet programında, doğrusunu isterseniz, kültürle
ilgili birtakım şeyleri de okumak isterdim. Bu kitabın içerisinde sadece bir
"kültür" kelimesi geçiyor; o da "uzlaşma kültürü." Bu
"uzlaşma kültürü" deyimi, Sayın Ecevit'in fevkalade nazik
kişiliğinden kaynaklanan hassas kelime seçme üslubunun değerlendirmesidir.
Aslında, o, uzlaşma zarureti olanlara bir fırsat verilmesi şeklinde
değerlendirilmeliydi. Beni dinlediğiniz için,
huzurunuzda hepinize teşekkür ediyorum. Tekrar ediyorum, bu Programı
eleştirirken, geçmiş hükümeti eleştirmeyi meslek haline getirmiş olan
arkadaşlarımız, muhtemelen bundan sonra da aynı üslubu devam ettirmeyi
isteyeceklerdir; ama, kürsüye çıkan herkes, geçmişle ilgili olan muhasebeyi
yaparken, hukukun genel tarifinde yer alan mefhum ile mevhumu karıştırmamaya
fevkalade özen göstermelidirler. Nevzat Bey burada olsaydı
kendisine söyleyeceğim vardı... SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) –
Nevzat Bey burada. YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) –
Öyle mi... O zaman, Nevzat Beyciğim, bu
konuşmayı yapmadan evvel, bu partinin içerisinde bu meselelere fevkalade
vukufundan ötürü herkesin takdirini kazanmış olan mesela Ahmet İyimaya ile
mesela Necmettin Cevheri ile tartışabilmiş olsaydınız, meseleyi müzakereye
getirirken mefhum ile mevhum arasındaki farka düşmemiş olmanız gerekirdi. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) –
Evhamlı değildir yalnız, Sayın Karakoyunlu... YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) –
Bendeniz bıraktıktan sonra... Siz, zaten, mutat halde her dakika dönüyorsunuz
kürsüye ve bir sataşma olduğu gerekçesiyle söz talebinde bulunuyorsunuz. Ben,
sizi bu alışkanlığınızdan alıkoyacak herhangi bir şeyi burada gerçekleştiremem;
ama, burada, şunu söyleyeceğim: Meclislerde kürsüler, sadece parlamentoya,
yasama organına hitap etmek üzere kurulmuş bir mevki, bir zemin değildir; bu,
aynı zamanda da hükümeti muhatap alacak şekilde olmalıdır. Mirabeau'nun
söylediği gibi "hükümetine hitap etmeyen bir milletvekilinin, yasama
organına söyledikleri afakîdir." Biz de, zaman zaman, hükümete dönerek
konuşmak mecburiyetindeyiz; fakat, bugüne kadar, hükümeti muhatap alacak üslup
içerisinde konuşma erbabı bu kürsüye gelmediği için, biz, genellikle saat
ihtiyacıyla oraya bakıyoruz. Sayın Başkanlığımız bunu da bir vesile ittihaz
eder, şuraya bir saat koyarsa, biz de, bundan memnuniyet duyarız. BAŞKAN – Efendim, orada saat var
Sayın Karakoyunlu; ama, ne yapalım ki, kadran galiba biraz ufak. NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) –
Kalemli koymalıydı Sayın Yılmaz... YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) –
Sayın Başkanım, saatin mevcudiyeti değil, bizim rüyetimizin imkânı önemli.
Görmemiz mümkün değil; o itibarla arz ettim. BAŞKAN – Efendim, siz, sadece
önünüzü değil, çok ileriyi gören bir arkadaşımızsınız. YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) –
Değerli arkadaşlar, 56 ncı Hükümetin, bu ülkenin önemli geçiş döneminde
fevkalade büyük hizmetler yapacağına inanıyorum. Başta Sayın Başbakan olmak
üzere, bu Hükümeti oluşturan bütün değerli arkadaşlara görevlerinde başarılar
diliyorum; karşılaşabilecekleri bütün zorlukların giderilmesi için, bu
Parlamentonun herhangi bir siyasî parti ayırımı yapmaksızın bu desteği vereceği
temennisini burada ifade ediyorum; ama, Anavatan Partisi olarak, kendilerini
destekleyeceğimizi arz ediyorum; bu vesileyle, hepinizin bayramını tebrik
ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. Teşekkür ediyorum. (ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Karakoyunlu,
teşekkür ediyorum efendim. VI. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1. – Denizli
Milletvekili Mehmet Gözlükaya’nın, İçel Milletvekili Oya Araslı ile İstanbul
Milletvekilleri A. Ahat Andican ve Yılmaz Karakoyunlu’nun partisine sataşmaları
nedeniyle konuşması BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
Sayın Gözlükaya'nın bir talebi var; ben zabıtları da getirdim, tetkik ettim,
hatta kendilerinin tetkikine de imkân sağladım; ama, şu hükümet programı
tartışılırken gönlüm arzu ediyor ki, bu bayram öncesi günlerde, tatlı bir hava
içerisinde, biz, gruplarımız çalışmalarımızı sükûnet içerisinde sürdürelim. Sayın Gözlükaya, buyurun efendim,
2 dakika; ama, lütfen... MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Bu,
CHP'nin sataşmasıyla ilgili değil mi? BAŞKAN – Efendim, her ikisi
birden. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Ama,
efendim... BAŞKAN – Her ikisi birden efendim,
her ikisi birden. Lütfen... MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – O
zaman sözcülerimizin sataşmadan dolayı konuşma hakları mahfuz olsun. BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum
Sayın Gözlükaya; 2 dakikada -ne olacak yani- arkadaşlarımıza yanılmış
olduklarını söylersiniz, biter. Buyurun. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü Sayın Oya
Araslı'nın ve Sayın Anavatan Partisi sözcülerinin Doğru Yol Partisine vaki
sataşmaları sebebiyle söz aldım. Hepinize saygılarımı sunuyorum. Sayın Oya Araslı, Doğru Yol
Partisine serzeniş nevinden, biraz da, bu hükümete niye destek oluyorsunuz,
nasıl 56 ncı hükümete oy vereceksiniz... OYA ARASLI (İçel) – Sizin
bileceğiniz bir iş olduğunu söyledim efendim. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) –
...siz Ecevit'e neler söylediniz neler de sonra hükümetine nasıl razı oldunuz
gibi birtakım sözlerde bulundular. Biz, hükümet görüşmelerinin başladığı günden
bu yana, Sayın Ecevit'in vaki ziyaretlerinde, hiçbir zaman, Sayın Ecevit'in
şahsıyla ilgili bir şey söylemedik, hiçbir zaman kişilik lafı etmedik. OYA ARASLI (İçel) – Efendim,
sabahleyin burada söyledi sözcüleriniz. MEHMET GÖZLÜKAYA (Devamla) –
Ancak, bu görevlendirme Anayasanın özüne aykırıdır, demokrasiye aykırıdır;
birinci parti varken, ikinci parti varken -hadi yolsuzluk iddiasıyla
düşürülmüştür, verilmedi- üçüncü parti varken... ÜLKÜ GÜNEY
(Bayburt) – Onları karıştırmayın... MEHMET GÖZLÜKAYA (Devamla) –
...niye dördüncü partiye verildi dedik. OYA ARASLI (İçel) – Benim
anlattığım o değil. MEHMET GÖZLÜKAYA (Devamla) – Bunun
dışında kişilikle ilgili hiçbir şey söylemedik; bu bir. İkincisi: Şimdi, bu
görevlendirmeye itiraz ederken Sayın Erez'in görevlendirilmesine haydi haydi
itiraz edecektik. O zaman ne oluyordu; Parlamentonun ve partilerin şahsiyetleri
kayboluyordu. Siz, balıklama daldınız; Sayın Erez hükümetine, eşit bakanlık şartıyla,
nicelik ve nitelik sözleriyle gireceğinizi söylediniz. Şimdi, biz, 55 inci hükümeti
tenkit ediyoruz -tenkit ettiğimiz tarafları var, takdir ettiğimiz tarafları
var- ama, biz 55 inci hükümeti onyedi ay desteklemedik. Ayrıca, 55 inci
hükümeti anımsatacak bir hükümet modeline de "evet" demedik; çünkü,
biz, başından beri diyorduk ki, sorumlu bir lider başkanlığında hükümet
kurulmalıdır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) –
Sayın Başkan, Sayın Gözlükaya cümlesini bitirsin. BAŞKAN – Sayın Gözlükaya toparlar
mısınız lütfen. MEHMET GÖZLÜKAYA (Devamla) –
Toparlıyorum efendim, 1 dakika eksüre yeterli. Bu sebeple, Sayın Oya Araslı'nın
tenkitlerini kabul etmediğimizi ifade ediyoruz. Yalnız, şunu söyleyeyim: Tabiî,
Cumhuriyet Halk Partisi haklı; seçim zamanında hükümet olmak iyidir. Bu treni
kaçırdılar. Bu bakımdan telaşlanmış olabilirler. Ayrıca, Anavatan Partisinin sayın
sözcüsünün, özellikle Ahat Andican Beyin iddiaları, gerginliği artırıcı
iddialardır. Kendileri -bugünün hükümeti daha- dünün hükümetinin tenkidini
kabullenemezken, 1993-1994'lere gittiler. H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Zaman
aşımına uğramış o kısım. MEHMET GÖZLÜKAYA (Devamla) – Bu
bakımdan... Zaman olsaydı, sanıyorum, sözcülerimiz de size cevap
verebilirlerdi. Yalnız, şunu söyleyeyim: Biz,
enflasyonu yüzde 154'e -ekonomik tedbirler sebebiyle- çıkarmadık demiyoruz,
çıktı; ama, çok kısa bir sürede düştü, 5 Nisan ekonomik reform kararlarıydı;
ama, siz, yüzde 76'dan aldığınız enflasyonu yüzde 101'lerin üzerine çıkardınız
ve hâlâ, enflasyon yüzde 70-80'lerde. Değerli arkadaşlarım, Allah ve
Türk Milleti, bizim, gerek iktidar olduğumuz 1992, 1993, 1994, 1995 yıllarını
ve gerekse bundan önceki 54 üncü hükümeti arıyor; 55 inci hükümetten bıkmıştı,
çiftçi bıkmıştı, memur bıkmıştı, esnaf bıkmıştı. Türkiye'de yaprak
kımıldamıyor, yaprak_ O bakımdan, bu tenkitlerinizin
yersiz olduğunu belirtiyor, Sayın Başkana ve Yüce Meclise saygılarımı
sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Gözlükaya, teşekkür
ediyorum. 2. –
Ulaştırma Bakanı Hasan Basri Aktan’ın, İçel Milletvekili Oya Araslı’nın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması BAŞKAN – Efendim, iki sayın
bakanımızın, yine, renciden edilmiş olmaktan dolayı söz talebi var. Biri, Sayın
Adalet Bakanımız, biri de Sayın Ulaştırma Bakanımız. Ulaştırma Bakanımızla ilgili,
Sayın Araslı'nın, konuşmasında, kendisinin Sayın Temizel tarafından görevden
alınmış olmasına rağmen bu hükümette bakan yapılmasının arkasında acaba hangi
hesap vardır şeklinde -tutanakları getirttim- bir sorusu var. Bu istifham daha
da yaygınlaşabilir. Onun için, bu sözleri rencide edici telakki ediyorum ve
Sayın Bakana söz veriyorum. Efendim, Sayın Bakanlarımızı daha
işe başlamadan yıldırmayalım da_ Buyurun efendim; ama, lütfen,
konuşmanızı iki dakika içerisinde tamamlayın. ULAŞTIRMA BAKANI HASAN BASRİ AKTAN
– Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Biraz
önce, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Sayın Oya Araslı, bakanlığa
atanmamla ilgili olarak, şahsımı hedef alan, rencide edici bir söz
kullanmıştır. Öncelikle, üzüntülerimi ifade etmek istiyorum; zira, Türk
parlamento hayatında, görev değişikliğine maruz kalmış, daha sonra milletvekili
ve bakan olmuş birçok örnek mevcuttur ve bunun yadırganacak hiçbir tarafı da
yoktur; zira, bürokratik görevlere atanma ve görevden alınma, tamamen, birer
hükümet tasarrufudur, idarî tasarruftur ve ölçüleri, kriterleri de kişiden
kişiye değişmektedir. Hal böyle olunca,
bunun eleştiri konusu yapılmasını, doğrusu, yadırgadığımı ifade etmek
istiyorum. Esasen, önemli olan, bu görevi
tarafsızlıkla, dürüstlükle, liyakatle ve dirayetle yapıp yapmayacağımız
konusundaki kanaattir ve Sayın Başbakanın bu konudaki teveccühleriyle bu görev
bize tevcih edildiğine göre, bürokratik hayattaki yirmibeş yıla yakın
yaptığımız hizmetler, birikimlerimiz, bizim bu görevi -hiç şüpheniz olmasın-
dürüstlükle, tarafsızlıkla, liyakatle ve sadakatle yapacağımızın teminatıdır. Bunu,
açıkyüreklilikle ifade etmek istiyorum; bu üzüntü verici beyanınızdan dolayı,
gerçekten üzüldüğümü de vurguluyorum. Bu vesileyle, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (DSP, DYP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür
ediyorum. OYA ARASLI (İçel) – Sayın
Başkan... BAŞKAN – Buyurun efendim. OYA ARASLI (İçel) – Sayın Başkan,
lütfen, zabıtlara geçmesi amacıyla söylüyorum. Biz, bir soru sorduk; bugün
basında, dün basında yer almış olan bir sorunun yanıtının arayışı
içerisindeydik. H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) –
Gazetelerde yazan her şeye inanmayın. OYA ARASLI (İçel) – Sayın Bakanın
bu konuda herhangi bir alınganlığa girmesine gerek yoktur. Biz, o yanıtın
verilmesini bekliyorduk, kuşkuların azaltılması için. Kendisine de, bu doğrultuda
-katkıda bulunduğu için- biz de teşekkürlerimizi sunmayı arzu ediyoruz. BAŞKAN – Sayın Araslı, ilk elden
cevaplanmış oldu; zaten, siz de cevap bekliyordunuz. OYA ARASLI (İçel) – Evet efendim,
cevap için sormuştuk. BAŞKAN – İzninizi alayım efendim. Sayın Adalet Bakanımız... OYA ARASLI (İçel) – İncitmek
amacıyla değil, cevap almak amacıyla sormuştuk. BAŞKAN – Efendim, Sayın Bakan da
cevap verdi Sayın Araslı. Sayın Adalet Bakanına tevcih
edilen bir sual var: "Çiller Ailesiyle bir yakınlığınız var mı? Bu
atamanın arkasındaki gizli hesaplar nedir?" Şimdi, tabiî, bu bir sualdir; ama,
şüpheye dönüşebilir, şüphe de şaibeye dönüşebilir, onun için, bunu incitici
buldum. Buyurun Sayın Bakan... NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) – Bunu sual
olarak nasıl kabul edersiniz? Kabul edilir mi bu sual olarak?.. ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Ne diyorsun
yahu sen... BAŞKAN – Efendim, ben arkadan ne
söyledim... Beni takip etmiyorsunuz ki... NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) – Ediyorum
efendim. BAŞKAN – Etmediniz efendim... O
zaman, anlayamıyorsunuz. Bak, sualdir bu dedim... NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) – Anlıyorum
efendim... BAŞKAN – Dinler misiniz
beni!..Beni dinler misiniz lütfen!.. Bu, şimdi bir sualdir; şüpheye
dönüşür, şüphe şaibeye dönüşür diye bir beyanda bulundum. H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Bu,
sözcünün suali mi basından öğrendiği bir sual mi? Basındaki lafları buraya
aktarıyor... Hangi basının lafları?.. BAŞKAN – Yapmayın efendim... H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Hangi
basının lafı bu?.. BAŞKAN – Ben, hangi kelimenin ne
anlama geldiğini çok iyi biliyorum. H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Bu,
sayın sözcünün lafı mı, basından aldığı laf mı? BAŞKAN – Efendim, müsaade
buyurun... H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Hangi
basına inanıyor?.. BAŞKAN – Efendim, sayın üye böyle
bir ... H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Hangi
basının?.. BAŞKAN – Sayın Söylemez... H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) –
Tarafsız basın mı, objektif basın mı?.. ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Onları
nasıl ayıracağız?.. H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Doğru
medya mı, dürüst medya mı?.. BAŞKAN – Efendim, bir sayın üye,
yerli yersiz, kendi takdir etmiş, bir konuşma yapmış, Sayın Bakan da bundan
müteessir olmuş; ben de, bu teessürüne hak verdim, kendisine "buyurun
efendim" dedim. Yani, ne yapsaydım?!. Ne
istiyorsunuz?!. MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) –
Ayıp oluyor... Ayıp şeyler oluyor... Yazık!.. BAŞKAN – Efendim, ayıbın sahibi
ben değilim ki!.. MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) –
Ben sahibine söylüyorum zaten. H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) –
Değilsiniz; siz değilsiniz... BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum... H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Sahibi
değilsiniz; bizim muhatabımız sizsiniz. BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun
efendim. Lütfen, çok kısa... 3. – Adalet
Bakanı Selçuk Öztek’in, İçel Milletvekili Oya Araslı’nın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması ADALET BAKANI SELÇUK ÖZTEK – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; tabiî, hepinize saygılarımı sunuyorum. İlk olarak, şu hususu arz etmek
isterim: Acaba, bir siyasî parti liderine, bir hukukçunun uzmanlık alanına
giren şu veya bu hukukî konuda görüş bildirmesi onun tarafsızlığını ortadan
kaldırır mı kaldırmaz mı, bunun tartışmasına burada hiç girişmek istemiyorum;
ancak, atanmamın hemen akabinde, ilk gün, danışman sıfatı yakıştırıldı, ikinci
gün, bakıldı, ortada bir delil yok danışmanlık konusunda, iş, gizli danışmanlığa
intikal etti. MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) –
Ahlak anlayışı... H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – İşte,
basın bu... Objektif medya (!..) ADALET BAKANI SELÇUK ÖZTEK
(Devamla) – Üçüncü gün, bugün, anlaşılan, gizli danışmanlık konusunda da bir
şey bulunamadı ki, Sayın Çiller Ailesiyle ilişkiler çerçevesine dönüştü olay. Efendim, ben, burada, üç gün evvel
bir yemin ettim ve bu yemine bağlılık için de şunu arz etmek istiyorum: Hiçbir
siyasî parti liderine danışmanlık yapmadım. Hiçbir siyasî parti liderine gizli
danışmanlık yapmadım. Hiçbir siyasî parti liderine veya ailesine, yazılı veya
sözlü, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak, hukukî bir konuda veya genel bir
konuda, hiçbir şekilde, ne bir görüş ne bir mütalaa, bildirmedim. Bunu arz etmek isterim efendim. Teşekkür ederim. (DYP sıralarından
alkışlar) MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) –
Belki anlamışlardır... İnşallah... BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür
ediyorum. V. – HÜKÜMET PROGRAMI (Devam) 1. –
Başbakan Bülent Ecevit tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun programı
üzerindeki görüşmeler (Devam) BAŞKAN – Hükümet programı
üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz. Demokratik Sol Parti Grubu adına,
İzmir Milletvekili Sayın Piriştina; buyurun efendim. (DSP sıralarından
alkışlar) DSP GRUBU ADINA AHMET PİRİŞTİNA
(İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Başbakan Sayın Bülent Ecevit
tarafından kurulan 56 ncı hükümetin programına ilişkin Demokratik Sol Partinin
görüşlerini sizlere sunmak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Programa ilişkin görüşlerimizi,
hükümet programımızın niteliğine uygun bir biçimde, yani kısaca, sizlere arz
edeceğim. Her ne kadar bundan önceki konuşmacılar, siyasî parti temsilcileri,
55 inci hükümetimize sert eleştirilerde bulunmuş olsalar da, sözlerime, 55 inci
hükümetimizi kutlayarak ve teşekkürlerimizi bildirerek başlamak istiyorum. Öncelikle, 55 inci hükümeti
kuranları, ülkemizin o günkü zor koşullarında siyasal istikrarsızlığa meydan
vermeyerek bu oluşumu gerçekleştirdikleri için kutluyorum. Ayrıca, Sayın Araslı
tarafından Demokratik Sol Partinin 55 inci hükümet içindeki sol ağırlığı
yeterince görülmemiş olmasına rağmen, ben ve Grubumuz, eğitim ve vergi
reformlarını gerçekleştirdiği için, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya yatırım teşvik
programlarını hazırlayıp uygulamaya koyduğu için, enflasyonun hızını kesmeyi
başardığı için, başarılı dışpolitikası ve halkımıza götürdüğü hizmetler için
teşekkür ediyor ve kutluyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Demokratik Sol Parti olarak biz, ülkenin sorunlarına somut
çözümler götürmek için donanımlıyız. Bu çözüm önerileri, Demokratik Sol
Partinin program ve seçim bildirgelerinde en kapsamlı şekilde yer almaktadır ve
bundan sonra da geliştirilerek yer alacaktır; ancak, şimdi Yüce Meclisin
güvenine sunulan Demokratik Sol Parti Azınlık Hükümeti, sınırlı bir süre için
kurulan ve amaçlarını sınırlı tutan bir hükümettir. Bugün, güveninize sunulan
hükümetin başta gelen amacı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararlaştırdığı
gibi, ülkemizi, 18 Nisan 1999 tarihinde yapılacak genel ve yerel seçimlere
güven ortamında ulaştırmaktır. Seçimlere kadar, önümüzdeki kısa
zaman içerisinde, Yüce Meclis olarak, yine de, geleceği güvence altına alacak
temel adımları atmak zorundayız. Bu adımların başında, 1999 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısının yasalaştırılması gelmektedir. Bütün siyasal parti gruplarımızın ve
değerli milletvekillerimizin, bu tasarının yasalaşması için katkılarını
esirgemeyecekleri inancındayız. Yine, hükümet programında
öngörülen ikinci bir gerçekçi adım ise, bankalar yasası tasarısının Mecliste
görüşülüp yürürlüğe sokulmasıdır. Böyle bir tasarı, önemli bir boşluğu
gidermesinin yanı sıra, etkin bir denetim düzeninin kurulmasını da
sağlayacaktır. Hükümet programında üçüncü bir
yasal gereksinim olarak, sosyal güvenlik kurumlarına ilişkin yeni bir düzenleme
yapılması yer almaktadır. 55 inci hükümet döneminde, Çalışma Bakanlığımız,
çalışanlar yararına -tarım kesimi ve özürlüler dahil- neredeyse bütün
çalışanları güvenlik kapsamına alabilmek için önemli adımlar atmıştır. Şimdi,
sosyal güvenlik kurumlarımızın sağlıklı bir yapıya kavuşturulabilmesi için,
Yüce Meclisimize görev düşmektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hükümet programında, dünyadaki ekonomik bunalımdan ülkemiz
ekonomisinin en az düzeyde etkilenmesi için her çabanın gösterileceği ve
yabancı ülkelerdeki talep yetersizliği nedeniyle ortaya çıkan üretim
sorunlarının aşılması için gereken adımların atılacağı belirtilmektedir.
Dünyanın ve Türkiye'nin ekonomik konjonktüründe beklentilerin önem kazandığı bu
dönemde Demokratik Sol Parti Hükümetine güvenimizin tam olduğunu belirtmek
isterim. Gerekli önlemler alınarak ve adımlar atılarak, ülkemizin, küresel
bunalımdan gücünü koruyarak çıkarılacağına inanıyoruz. Türkiye, 56 ncı hükümet
döneminde de temel dışpolitika yaklaşımlarını sürdürerek dünyada ve bölgesinde
barış ve istikrarın güvencesini olduğunu gösterecektir. Türkiye'nin
uluslararası dayanışma ve işbirliğinde öncü konumu, inanıyoruz ki, Demokratik
Sol Parti Hükümeti döneminde de korunacaktır. Atandığı ilk günden başlayarak
devlet yönetiminde tasarrufa gösterdiği özen ve partizanlıktan uzak anlayışıyla
56 ncı hükümet, bundan sonraki uygulamalarının güvencesini şimdiden vermiştir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu olarak, 56 ncı hükümete olan
güvenimizin tam olduğunu bir kez daha belirtiyoruz. Daha önce, 55 inci hükümet
döneminde Demokratik Sol Partili bakanlarımızın gösterdiği etkinliği, bu kez,
DSP Azınlık Hükümeti olarak devam ettirmeleri dileğiyle hükümetimize candan
başarı dileklerimizi sunarız. Beni sabırla dinlediğiniz için
teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (DSP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Piriştina, çok
teşekkür ediyorum efendim. Fazilet Partisi Grubumuzun
görüşlerini ifade etmek üzere, Sayın Abdullah Gül. Sayın Gül, buyurun efendim. (FP
sıralarından alkışlar) FP GRUBU ADINA ABDULLAH GÜL
(Kayseri) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri ve aziz milletimiz;
şahsım ve Fazilet Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlayarak sözlerime
başlamak istiyorum. Grubum adına 56 ncı hükümetin
programı üzerine görüşlerimizi ortaya koymadan önce, başta Sayın Bület Ecevit
olmak üzere, Bakanlar Kurulunun tüm üyelerini tebrik ediyor ve kendilerine
başarılar diliyorum. Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
normal demokrasilerde karşılaşmayacağımız anormal bir hükümet modeliyle karşı
karşıyayız. Normal bir demokraside böyle bir hükümetin varlığı, rejimlerin
anormalleşmesinin alameti sayılırdı; bizde ise, doğal kabul ediliyor. Aslında, tabiî ki, Türkiye'de
demokrasinin raydan çıkması, demokratik ilke ve prensiplerden uzaklaşma ve
Türkiye'yi bugünlere getiren yol, ne yazık ki, 1995 seçimlerinden sonra ilk
defa Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanı seçilirken yapılmıştır ve bu hata,
maalesef, işte, bugünlere kadar gelmiştir. Dolayısıyla, bugün, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 550 üyesi içerisinde sadece 61 milletvekiliyle dördüncü
sırada olan sol bir parti, tek başına azınlık hükümeti kurma denemesi içerisine
girmiştir ve şu anda, güvenoyu için de karşımızdadır. Aslında, Türkiye'nin bugün geldiği
anormal durum, iki yıl öncesinde demokrasiye yapılan müdahalelerle başlamış;
Anavatan Partisi ve Demokratik Sol Partinin gönüllü aradönem taşeronluğuna
soyunmasıyla da, ülke, bu noktaya gelmiştir. Bu iki yıl içerisinde Türkiye'nin
ve aziz milletimizin yaşadığı maddî ve manevî sıkıntılar ve halkımızın çektiği
çileler, muhakkak ki, ileride, siyasî tarihçiler tarafından acı bir şekilde
dile getirilecektir. Bu döneme mührünü vuranlar ve sorumluluğunu üstlenenler,
şüphesiz ki, bunun hesabını, ayrıca, halk nezdinde de vereceklerdir. Sayın Başkan, bildiğiniz gibi,
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir hükümet, yolsuzluk ve ihalelere
fesat karıştırma iddiasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinde düşürülmüştür. İşte
bundan dolayıdır ki, Türkiye'de yeni bir hükümet kurma ihtiyacı doğmuş ve
halkımızın gözü önünde hükümet kurma çalışmaları yürütülmüştür. Esefle
belirtmek isterim ki, hükümet kurma çalışmaları, Sayın Cumhurbaşkanın da
inisiyatifinde, çok yanlış bir mecrada sürdürülmüştür. Bu çalışmalar, bütün
milletimiz tarafından ibret ve hayretle izlenmiştir. Bu süreçte, Sayın
Cumhurbaşkanı, izlediği tutumla, kendi siyasî geçmişi ve kendisinin geçmişte
başına gelenlerle çelişkilere düşmüş ve tezat içerisinde olmuştur. Sayın
Cumhurbaşkanının bu süreçteki davranışı, muhakkak ki, hafızalarda yer etmiştir.
Demokrasinin ilke ve prensipleri,
demokratik teamüller ve milletin iradesi bir yana bırakılarak, Başbakanın,
yolsuzluk iddiasıyla ve gensoruyla düşürülen hükümet içerisinden çıkarılmasına,
maalesef, özenle gayret edilmiştir. Demokrasinin ilke ve prensipleri
çiğnenmiş derken, söylemek istediğimiz açıkça şudur: Dünyadaki bütün
demokrasilerde oluşmuş bir gelenek vardır; hükümet kurma görevi, öncelikle en
büyük siyasî partiye verilir, eğer bu parti başarılı olmazsa, sırasıyla, diğer
parti başkanları bu görevi üstlenirler, ancak bundan sonra başka seçenekler ve
başka konsensüsler aranır. Maalesef, Sayın Cumhurbaşkanı, âdeta
yönlendirircesine inisiyatif kullanıp, önce, düşürülen hükümetin başbakan
yardımcısını, daha sonra da, yine düşürülen hükümetin bir bağımsız bakanını
görevlendirerek, milletin iradesine ters düşmüştür. Türkiye, birçok iç ve dış
sorunlarla karşı karşıya olduğu bir dönemi, maalesef, böylece heba etmiştir ve
neticede, düşürülen hükümetin içinden bir hükümet çıkarma çabaları sonuç vermiş
ve düşürülen hükümetin başka bir versiyonu, bu şekilde kurulmuştur. Değerli arkadaşlar, burada,
Anavatan Partisi sözcüsü Yılmaz Karakoyunlu arkadaşımız "niçin, siz, bu
kurulacak hükümeti konuşmuyorsunuz da, sadece 55 inci hükümeti
konuşuyorsunuz" dediler. İşte, onun için konuşuyoruz. Biraz sonra
söyleyeceğim. Sayın Ecevit de, hükümet programında, 55 inci hükümete sahip
çıkmışlardır, 55 inci hükümetin yaptığı icraatlarla övünmüşlerdir ve bütün
ortaklarına teşekkür etmişlerdir. Dolayısıyla, bu, bizim en tabiî ve en doğal
hakkımızdır. Kaderin şu garip cilvesine bakın
ki, Sayın Bülent Ecevit, 1978 yılında, 450 milletvekilinin 213'üne sahip
olmasına rağmen tek başına iktidar olamamıştır; fakat, aradan geçen yirmi sene
sonra, 550 milletvekilinin sadece 61 milletvekiline sahip olmasına rağmen,
Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisinin desteğiyle tek başına iktidar
olabilmişlerdir. YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Güç
budur... ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bu, güç
değildir. Şunun için güç değildir bu... Tabiî, siz bir sol parti olarak
-1950'den beri Türk Milleti sol partileri iktidara getirmemiştir; bu, milletin
seçeneğidir ve milletin iradesidir, ama- millet bize oy vermese de, millet bizi
seçmese de, millet bu iradesini sandıkta göstermese de, biz, işte böyle de
iktidar olmayı biliriz diyorsanız, bunu da içinize sindirebiliyorsanız, burada
bizim söyleyecek hiçbir şeyimiz yoktur. Sayın Ecevit'in güvenoyu için
karşımıza geldiği bu hükümetin bir başka garip cilvesi de şudur değerli
arkadaşlar: Sayın Ecevit, yine, 1978'de, tek başına iktidar olmak için
uğraşmıştı; başka bir partiden, kumar borcu olmayan 11 milletvekilini transfer
etmiş ve bunların hepsini bakan yapmak için, ilk defa, Bakanlar Kurulunun
adedini ciddî bir şekilde artırmıştı. NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) –
Maharetli o zaman... ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bugünkü
Kabinenin sayısının düşürülmesi, herhalde 550 milletvekilinin 61'ine sahip olup
Bakanlar Kurulunu oluşturmakta çekilen güçlük olsa gerekir kanaatindeyim. Sayın Başkan, programını
görüştüğümüz bu hükümet, Türk Halkının genel tercihlerini yansıtmaktan uzak,
ana gövdeyi temsil etmeyen bir hükümettir; çünkü, Türk Halkının en az yüzde
75'i sağ eğilimlidir ve sağ partilere oy vermiştir. Diğer bir deyişle, Türk Halkının
en az yüzde 75'i sol zihniyeti iktidara getirmek istememektedir. Bütün bunlara
rağmen, halktan, sağ değerler üzerine oy alan ve halkın karşısına sağ kimlikle
çıkan her iki partimiz -Anavatan ve Doğru Yol Partisi- bugün, elli sene sonra,
milletin iktidar yapmadığı bir zihniyeti, bu Mecliste, kısa dönemli de olsa,
iktidar yapmışlardır. Sayın Ecevit başkanlığında
kurulmuş olan bu hükümetin en belirgin vasfı, yolsuzluk suçlamalarıyla
düşürülmüş olan 55 inci hükümetin bir devamı olmasıdır. Bunu, Sayın Ecevit,
Başbakan Yardımcılığı yaptığı hükümetin ortaklarına, programda, şükranlarını
sunarak göstermiştir ve ayrıca, programda, 55 inci hükümetin savunmasını
yaparak icraatlarına da sahip çıkmıştır. Şimdi Sayın Ecevit'e soruyorum:
Başbakan Yardımcılığını yaptığınız 55 inci hükümetin neresini savunuyorsunuz?
Sorumluluğunu üstlendiğiniz ve damganızı vurduğunuz bu iki yıl içerisinde,
Türkiye'yi, demokratik alanda bir adım ileriye mi götürdünüz -bunu sorarken,
tabiî, partinizin isminin başında "demokratik" kelimesinin olduğunu
bildiğim için ve demokrasiye verdiğiniz önemi hatırlayarak soruyorum- yoksa,
insan haklarını mı iyileştirdiniz; ekonomiyi mi düzelttiniz; çilekeş milletin
hayat standardını mı yükseltiniz; işsizlere iş, açlara aş mı buldunuz? Tam
tersine, bir aradönem hükümeti olarak, önce, demokrasiye yapılan müdahaleyi
içinize sindirdiniz; sonra, birçok entrika, şantaj, tehdit ve transferlerle
sağlanan destekle kurulan hükümeti içinize sindirdiniz; kıyımları, fişlemeleri,
hukuksuzlukları ve yapılan yolsuzlukları içinize sindirdiniz. Kısacası,
döneminizde, Türkiye'de, demokrasinin sınırları daraltıldı, özgürlük alanları
kısıtlandı, insan hakları çiğnendi. Türkiye'de, insanlar, sermaye ve kurumlar,
aynen otoriter rejimlerde olduğu gibi tehdit edildiler, sindirildiler, taciz
edildiler. Anayasanın en temel ilkelerinden biri olan hukuk devleti anlayışı,
devri iktidarınızda kanun devleti haline dönüştürüldü. Başbakan Yardımcısı olduğunuz ve
insan haklarından sorumlu bakanlığı da uhdenizde bulundurduğunuz bu dönemde,
Anayasaya göre kanun hükmünde kararnamelerle bile düzenlenemeyen temel hak ve
hürriyetler, tebliğlerle ve kararnamelerle düzenlenmeye başlandı. Sayın Bülent Ecevit, o şükranla
andığınız 55 inci hükümet döneminde, binlerce devlet memuru, hiçbir mesnedi
olmayan iftira, isnat ve karalamalar sonucu kıyıma uğradı, sürüldü, terfi
edemedi ve mağdur edildi. Türkiye, kapkara bir dönemi
geçirmiştir. Bu dönemde, üstler astlar tarafından izlenmiş, odacılar kaymakam
ve valileri gözlemiş, memurlar eşlerinin kıyafetlerine göre takip altına
alınmış ve ayırımcılığa tabi tutulup sakıncalı hale getirilmiştir. İstibdat
dönemlerini andıran ispiyonculuk ve jurnalcilik yaygınlaşmış ve öğrenci
öğretmeninin, öğretmen öğrencisinin ajanı haline getirilmeye çalışılmıştır.
Böylece, sosyal barış, Türkiye'de derinden zedelenmiştir. O çok övündüğünüz
dönemde, baskının, zulmün, dayatmanın ve ayırımcılığın boyutları, 1960 ihtilali
sonrasındaki boyutları aşmıştır adeta. Türkiye'de, sizin Başbakan
Yardımcısı olduğunuz dönemde, üniversiteler, bilim ve özgürlük yuvası olmaktan
çıktı, baskının ve zulmün en yoğunlaştığı, yoğunlukla yaşandığı yerler oldu.
Hiç içiniz sızlamadı mı üniversite kapısında coplanan kızları görmekten? Kanun
ve hukuka aykırı şekilde masum kız çocuklarının anayasal eğitim hakları
zorbalıkla ellerinden alınırken, anne ve babalarının gözyaşını görürken hiç acı
hissetmediniz mi? 75 inci yılını büyük bir coşkuyla
kutladığımız cumhuriyetimizin kimi yurttaşlarını hedef göstermek gafletinde
bulunarak, bu ülkenin müstesna insanlarına ve bu ülkeye yurttaşlık bağıyla
bağlı insanlara "yarasa" diyen bir Başbakanın Başbakan Yardımcılığını
üstlenmekten hiç rahatsızlık duymadınız mı? Döneminiz, maalesef,
üniversitelerin bilimsel ve akademik çalışmalarıyla değil, akademisyenlerin,
öğretim üyelerinin baskılarla okuldan atıldıkları bir dönem olmuştur. Belki de,
dünyada ilk defa, büyük başarılarla kazanılan akademik unvanlar, doçentlikler,
profesörlükler, rütbe sökülür gibi, disiplin yönetmelikleriyle, sizin
döneminizde sökülmüştür ve dünyada eşine rastlanmayan bir durum ortaya
çıkmıştır. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinde onlarca profesör ve onlarca doçentin
başına gelen bu olaylar, Türk eğitim tarihine bir utanç sayfası olarak muhakkak
geçecektir. Bunu yapanlar ve bu haksızlığa karşı susarak bunun siyasî
sorumluluğunu üstlenenler de, ileride düştükleri durumu büyük bir mahcubiyetle
hatırlayacaklardır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; son dönemlerde hükümet eliyle yapılan kışkırtıcılık, bölücülük
ve tahrik, hiçbir aklıselim sahibinin izah edemeyeceği noktaya ulaşmıştır.
Bununla, Bursa'da bir süredir olup bitenleri kastetmek istiyorum. Bir ülkenin kendi
kendisine yapabileceği en büyük kötülük Bursa'da yapılmaktadır. Bir aydan beri,
Bursa'daki imam-hatip okullarındaki kız öğrencilerin başörtüsüyle uğraşmak,
çocuk yaştaki evlatlarımızı, babaları ve ağabeyleri yaşlarındaki polislerle
karşı karşıya getirmek ve onları sokaklarda sürükletmek, sıradan insanlar olan
anne ve babalarını günlerce sokaklara dökmek, sizler için en büyük mahcubiyet
olacaktır. İnsanların, özyurdunda garip, özvatanında parya haline getirildiği
Türkiye'de, Filistin benzeri manzarları ekranlara getirmek, kimin iktidarı
döneminde olmaktadır?! Burada Anavatan sıralarına da
seslenmek istiyorum: Bu meselelerle alakanız yokmuş gibi, bunlar sizi sanki hiç
ilgilendirmiyormuş gibi, sizin sorumluluk alanınızın dışındaymış gibi
davranmanız hiçbir işe yaramayacaktır. Bütün bu olup bitenlerin siyasî
sorumluluğu sizlerin omuzlarınızdadır; çünkü, bu hükümetin Başbakanlığını ve bu
hükümetin en büyük sorumluluğunu Anavatan Partisi yüklenmiştir. 55 inci hükümetteki icraatlardan
dolayı ödüllendirilerek Millî Eğitim Bakanlığından Başbakan Yardımcılığına
terfi ettirilen Sayın Bakana da sesleniyorum şimdi: Siz, birkaç gün önce, 9
Ocak 1999 günü, şehit öğretmenlerin eşlerine, annelerine ve babalarına
madalyalar taktınız; ülkenin bütünlüğünü korumak için bu milletin çocuklarına
en kötü şartlarda bile eğitim vermek için her türlü tehlikeyi göze alıp bölücü
örgüt tarafından şehit edilen öğretmenlerin annelerine, babalarına ve genç
hanımlarına madalyalar taktınız. Bütün televizyon ekranları ve basın bu
görüntüleri aziz milletimize aynen iletti. Şimdi size soruyorum Sayın Bakan;
başörtülü diye okul kapılarında polis zoruyla sürüklediğiniz o kızlara benzeyen
başörtülü annelere, başörtülü gencecik mahzun dul hanımlara ve hatta hatta,
eşini vatan için şehit veren sizin o "kara çarşaflı" dediğiniz şehit
eşine madalyaları takarken hiç vicdanınız sızlamadı mı! (FP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Oğullarını bu vatan için şehit veren
annelerin kızlarını üniversite kapısında başörtülü diye sürüklerken, Sayın
Ecevit, hiç başınızı iki elinizin arasına alıp düşünmediniz mi; bu olup
bitenler bu ülkede oluyor diye hiç, düşünmediniz mi! Bu ülkede, sadece
babalarını, evlatlarını, eşlerini ya da kardeşlerini ölüme gönderme
karşılığında mı başörtüsü yasal hale gelecektir! Siz mi hükümet programında
belirttiğiniz uzlaşma kültürünü getireceksiniz! Bütün bu icraatlarla övünen ve
bütün bu icraatlara damgasını vuran bir hükümet olarak ve bunun bir nevî devamı
olarak hükümet programında karşımıza getirdiğiniz uzlaşma kültürünü siz mi
getireceksiniz! Yine, hükümet programında diyorsunuz; bütün bu aradönemin,
taşeronluğuna soyunan siyasî partiler olarak siz mi sağlıklı demokrasinin
gereğini yapacaksınız! Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz... İşte iki senelik
icraatınız ve işte Türkiye'yi içine sürüklediğiniz kaotik durum... Şimdi, burada, büyük bir
samimiyetle, Doğru Yol Partili arkadaşlarıma da seslenmek istiyorum: Sakın ha,
Millî Eğitim Bakanını değiştirttik diye kendinizi kandırmayın. Bu kadar kıyım,
bu kadar sürgün ve millî eğitimde yapılan hukukdışı yapısal düzenlemelerle halk
çocuklarının istikbalini karartan bu Sayın Bakanın, zaten, millî eğitime
yapabileceği, verebileceği başka bir zarar kalmamıştı. Kendinizi kandırmayın.
(FP sıralarından alkışlar) Güvenoyu karşılığında, hangi yanlışın, hangi
haksızlığın düzeltilmesinin garantisini aldınız, esas bize onu söyleyin.
Yapacağını yapıp işini bitirmiş bir bakanın Başbakan Yardımcılığına terfiini
onaylamaktan başka aslında bir şey yapmadınız. Sayın Başkan, Anavatan Partisiyle
birlikte Sayın Ecevit'in çok övündüğü ve millete reform diye takdim ettiği ve
aslında Türk millî eğitimine vurduğu darbeye gelince... Sekiz yıllık kesintisiz
eğitim adı altında yaptığınız, aslında, beş yıllık ilkokulları, sadece, sekiz
yıllık hale getirmektir. Amacınız, kesinlikle, çocuklarımızın, çağdaş, ufku
açık, her türlü önyargıdan uzak yetiştirilmesi değildir. Böyle olsa, çağdaş
dünyanın eğitim sistemi yerine, cunta ve krallıklarla yönetilen geri kalmış
ülkelerin eğitim modellerini almazdınız. (FP sıralarından alkışlar) O nedenle,
sizin getirdiğiniz modelde bir öğretim kırıntısı varsa da, eğitimle alakalı
hiçbir şey yoktur. Şurası bir gerçektir ki, tüm
kalkınmış ülkelerde temel eğitim kısaltılmakta ve hatta beş yıldan dört yıla
indirilmektedir; bakarsanız, bütün dünyada bu böyledir. Sekiz yıllık sözde
kesintisiz ilköğretimle, bütün amacınız, ideolojik şartlandırmayı yapmak ve
Türk çocuklarının beynini yıkamaktır. Bunların doğruluğunu anlamak için,
müfredatlara getirdiğiniz değişikliklere bakın: Matematikten fiziğe, tarihten
coğrafyaya, sosyolojiden din dersine kadar, dünyanın hiçbir yerinde
görülmeyecek şekilde ideolojik metinler sıkıştırılmıştır, yerleştirilmiştir. İrtica ve gericilik adı altında
yapılan dayatmalar okul kitaplarına kadar sokularak çocuklarımızın psikolojik
baskı altına alınmaları sağlanmış ve tehlikeli bir bölücülük okullara kadar
taşınmıştır sekiz yıllık eğitim adı altında. Kesintisiz eğitim programı
çerçevesinde esas hedef alınan meslekokulları, kolejler ve Anadolu liseleri
köreltilmiş ve tek tip eğitime geçilerek, çocuklarımızın zenginlikleri ve
yetenekleri bastırılmıştır. Bütün bunlar, halkın büyük
fedakârlıklarla yaptırdığı imam-hatip okullarını kurutmak ve kapatmak adına
yapılmıştır; bu gayet açıktır, kimse kimseyi kandırmasın. Bu yapılırken de,
hiçbir vicdan ve hukuk göz önüne alınmamış ve bu ülkenin vatansever ailelerinin
çocuklarına, âdeta ayırımcılık yapılmıştır. Yapılan alenî baskı, psikolojik
savaş ve tahkir, had safhaya ulaşmıştır. Bütün bunlar yetmezmiş gibi,
üniversite sınav sisteminde, hukukla ve kazanılmış haklarla bağdaşmayacak bir
şekilde yapılan değişikliklerle de, hiçbir vicdan ve insafa sığmayacak şekilde
bu halk çocuklarının önü kesilmiştir. Bütün bunlar yapılıp, bu okullar
kurutulduktan sonra, sıkılmadan, gazetelere, âdeta zafer sarhoşluğu içerisinde
"imam-hatiplerin havası kalmadı" , "imam-hatiplere bu sene hiç
kayıt yaptırılmadı" , "imam-hatipler boşaldı" diye de, zafer
manşetleri attırılmıştır. Evet, bütün bunların faturasını
sizler ödeyeceksiniz Anavatan Partililer. Bunların siyasî sorumluluğu sizlerin
üzerindedir. 1940'lı yıllara rahmet okuttunuz. Din eğitimine, Kur'an öğretimine
vurduğunuz bu darbeyle, elli sene sonra, 1940'lar Türkiyesi yeniden
hortlatılmıştır. "Eğitim reformu" adı
altında getirdiğiniz taşımalı eğitimin çilesini, konforlu hayata alışkın
olanlar bilmezler. Ağzı süt kokan 7 yaşındaki çocukların, yuvalarından
alınarak, en ilkel şartlar altında, sabahın köründe saatlerce süren yolculuklar
neticesinde, 70-80 kişilik sınıflara doldurulup, vakti geldiğinde de aynı ilkel
şartlar altında evlerine gönderilmeleri midir eğitimdeki reform?!.. Sizin
reform dediğiniz bu taşımalı eğitimin çirkin yüzünü, son günlerdeki trafik
kazalarında kurban olan minnacık çocukların manzaraları ortaya koymuştur. Bırakın propagandayı -devlet
eliyle yapılan propagandayı- Türkiye gerçeklerini öğrenmek için -Türkiye yeteri
kadar açık bir toplumdur- Anadolu'nun mahrum şehirlerine gitmeye hiç gerek yok;
Ankara'nın Altındağ'ındaki, Mamak'ındaki okullara gidin, İstanbul'un
Sultanbeyli'sindeki, Bağcılar'ındaki okullara gidin, 70-80 kişilik sınıfların
halini görün! Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
Sayın Bülent Ecevit başkanlığında kurulan 56 ncı hükümet, 55 inci hükümetin tüm
icraatlarını sahiplenmiştir demin söylediğim gibi; yani, dürüstlüğüyle şöhret
bulmuş Sayın Ecevit, bugün, yolsuzluklar ve hırsızlıklar yüzünden düşürülmüş
bir hükümetin icraatlarına da sahip çıkmaktadır. Yolsuzluklarla dolu bir döneme
sahip çıkıp, ardından da makam otosu olarak Mercedes kullanmamakla övünmek,
sadece milletin gözünü boyamaktan başka bir şey değildir. Şimdi, herkesin gözü önünde
aylarca hazırlanılarak içi boşaltılan bankalar Merkez Bankasına devredilirken,
bundan haberiniz yok muydu; Maliye Bakanınızın haberi yok muydu?!.. Maliye
Bakanı, bu işler yapılırken, niçin, yeri geldiğinde imza atması gereken yerlere
imza atmaktan kaçındı? Vergi kanunu çıkarılırken, vergi kanununda bazı kişiler
ve holdingler için değişiklikler yapılırken, Maliye Bakanınız niçin onlara imza
atmaktan kaçındı? Muhakkak ki, bütün bunlardan haberiniz vardır; bütün bu
bankaların içi boşaltılıp, bunların maliyeti kamuya, millete yüklenirken,
bunlardan muhakkak ki haberdardınız; çünkü, siz, Başbakan Yardımcısıydınız.
Bütün bunları üstleneceksiniz; ondan sonra da, makam otosu olarak Mercedes
yerine başka bir arabaya binmekle, bunlardan, bu sorumluluklardan
sıyrılacağınızı zannedeceksiniz; o nedenle, Yüce Meclise sunulan 56 ncı hükümet
programında, yolsuzluklarla ve hırsızlıklarla mücadele konusuna hemen hemen hiç
değinilmemiştir. Şimdi, Sayın Ecevit'e buradan
soruyorum: 55 inci hükümet döneminde ayyuka
çıkan yolsuzlukları, adam kayırmaları, kamu kaynaklarının talan edilmesini
sahipleniyor musunuz? Başında olduğunuz bu hükümetle, bu konularla ilgili ne
gibi çalışmalar yapacaksınız? Bunlarla ilgili talimatlar verecek misiniz,
teftiş kurullarını harekete geçirecek misiniz? Bunların sömürüsünü yapın,
insanlara suç atın, çamur atın demiyorum; bu tip seviyesizliklere de düşmenizi
kesinlikle istemeyiz; ama, bu şaibeler ayyuka çıktı; bunları biliyorsunuz;
bunlar hakkında tahkikat, bunlar hakkında araştırma talimatları verecek
misiniz? Hükümet Programınızda bunlarla ilgili hiçbir şey yok. Bu talimatları
siz verirsiniz, sizden sonra gelen hükümetler devam ettirebilir. Karadeniz sahil yolu ihalesinde
olup bitenlerle ilgili teftiş yaptıracak mısınız; Başbakanlık Teftiş Kurulunu
harekete geçirecek misiniz? Başbakan Yardımcısı olduğunuz
hükümet döneminde Sarıyer Ormanlarını talan edenler hakkında soruşturma
açtıracak mısınız? Başta İstanbul olmak üzere,
Türkiye'nin turistik yörelerinde turizm alanlarının belirlenmesi sırasında
çekilen peşkeşlerin, yaratılan haksız kazançların hesabını soracak mısınız? Döneminizde, gazetelerde yer alan
körfez geçişi ihalesiyle ilgili neler yapacaksınız? Denizcilik Müsteşarlığındaki ihale
yolsuzluğuna, POAŞ ihalesine fesat karıştırılmasına, SEKA arazisinin bir
holdinge peşkeş çekilmesine razı olacak mısınız? İstanbul'daki Gökkafes Oteli
yolsuzluğuyla ilgili neler yapacaksınız? Sayın Ecevit, Kurtköy Havaalanı
ihalesiyle, Atatürk Havaalanının yeni pistlerinin ihalesiyle ve cep
telefonlarının lisans devri ihalesiyle ilgili soruşturmalar yaptıracak mısınız
ve bunlardan rahatsızlık duyacak mısınız? Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; bir yandan kendini "milliyetçi muhafazakâr" olarak
tanımlayan ANAP, öte yandan kendisine "milliyetçi sol" diyen DSP,
millî çıkarlarımıza uygun bir dışpolitika da üretmemiştir. Dış politikadaki her kritik
dönemeçte, Türkiye, 55 inci hükümetin temsil ettiği şaşkın dışpolitikanın
parantezi içine sıkışmıştır ve kalmıştır âdeta. Dışpolitikadaki en ciddî
kaygılar bu hükümet döneminde duyulmuştur. Türkiye'nin önüne imkân olarak çıkan
pek çok gelişmenin, bir müddet sonra Türkiye'nin kuşatılması sonucunu
doğurması, 55 inci hükümetin iradesizliği yüzünden olmuştur. Şu günlerde İncirlik'ten kalkan
uçakların Irak'ı bombalamasının doğuracağı sonuçlar da son derece ciddîdir.
Bakıyoruz ki, böyle bir olayla hükümetin âdeta hiç ilgisi yok! Bağımsız bir
ülkenin bir şehrindeki havaalanından kalkan uçaklar, komşu ülkenin insanlarını
bombalıyor ve bununla ilgili hiçbir irade beyanında bulunulmuyor. Şimdi bakın, hükümetler arasında
düşmanlıklar olabilir, hükümetler arasında çekişmeler olabilir; ama, halklar
arasında düşmanlıklar yaratmak!.. Bu, çok stratejik bir önem kazanır. Günü
gelir hükümetler barışır; ama eğer, halklar birbirine küstürülürse, halklar
birbirine düşman ettirilirse, bundan sadece o ülkeler zarar görür. Değerli arkadaşlar, burada, terör
örgütü başının Suriye'den çıkarılıp İtalya'daki konforlu villasına taşınması da
başarı olarak gösteriliyor. Size, iki ay önce, terör örgütü başının, onbinlerce
insanın katilinin, eli kolu serbest bir şekilde Roma'da olacağını söylesek, kim
inanırdı; kimse ihtimal vermezdi buna. Önce "yakalandı" denilmiştir,
sonra, şu oldu bu oldu denilmiştir; fakat, hepsinin ardından mahcubiyet
gelmiştir. Bugün, işte, serbesttir, eli kolu bağlı değildir, istediğini
yapmaktadır, gazetelere demeçler vermektedir, diplomatları kabul etmektedir ve
terör örgütü, âdeta siyasallaşmıştır. Hükümetin buradaki tavrı da çok
gariptir; önce, şehit aileleri, istismar edilmiştir, sokaklarda yürütülmüştür,
buralarda organize edilmiştir, yürütülmüştür. İtalyan mallarına boykotlar
konulmuştur, ondan sonra da "aman aşırı gittik" diyerek İtalyan
malları teşvik edilmeye başlanmıştır ve bütün bunlar da, dışpolitikada başarı
olarak ileri sürülmüştür. Sayın Başkan, Yüce Meclisin
değerli üyeleri; devlet kurumlarının çeteler tarafından kuşatılmış olmasının
Türkiyemizin güvenliği için ne büyük bir tehdit oluşturduğunu artık zikretmeye
gerek bile yoktur. Zaaf içine düşmüş bir devlet yapılanmasının, egemenlik
haklarımızı bile sıkıntıya sokma ihtimali olduğunu unutmamak gerekir. Sayın Ecevit'in Başbakan
Yardımcılığı yaptığı hükümetin çeteler karşısında mücadele etme iddiasının ne
derece boş olduğu, Sayın Eyüp Aşık'ın istifa zorunluluğuyla ortaya çıkmıştır.
Çetelerle ilişkileri konusunda haklarında iddialar olan, böyle üyeleri olan bir
hükümetin, çetelerle mücadele etme iddiasında bulunmasının da ne derece
anlamsız olduğu ortadadır. Çünkü, yakalanan birçok çete üyesinin ya 55 inci
hükümetin bazı üyeleriyle çekilmiş fotoğrafları vardır ya da bu hükümetin bazı
mensupları lehine kongre çalışmaları yapmışlardır ya da çeşitli beyanlarında,
bu hükümetin üyeleriyle organik bir ilişki içinde oldukları açıklanmıştır. Sayın Başkan, bugün müzakeresini
yaptığımız Sayın Ecevit başkanlığında kurulan 56 ncı hükümetin uygulayacağı
ekonomik politikaların da, bir önceki hükümet döneminde uygulanan politikaların
bir devamı olacağı açıktır. Bu nedenle, 56 ncı hükümetin ekonomik
politikalarını eleştirmek için, Sayın Ecevit'in de Başbakan Yardımcısı olarak
sorumluluğunu üstlendiği 55 inci hükümet döneminde yapılan yanlışlıkları burada
zikretmek, zannederim ki yanlış olmasa gerektir. Çünkü, bütün bunlar
üstlenilmiştir ve bunlar, aynen, bu kısa dönemde de devam ettirilecektir.
Aslında, tabiî, bütün bunları yapmak için, 55 inci hükümetin, iktidarı
devraldığı bir önceki dönemle mukayesesini yapmak gerekir; özelleştirmenin
nasıl şeffaf bir şekilde, her türlü şaibeden uzak gittiğine bakmak gerekir;
enflasyonun nasıl yüzde 75'e düştükten sonra, bu iktidar zamanında yüzde 102'ye
çıkarıldığına bakmak gerekir; faiz oranlarının, nasıl yüzde 130'lara
çıkarıldığına bakmak gerekir; devlet bonolarındaki vadelerin, 450 günden nasıl
çok kısa dönemlere, 100-150 günlere düşürüldüğüne bakmak gerekir; bütün bunlara
bakmak gerekir; ama, vakit müsaade etmeyeceği için muhakkak ki, ilerideki başka
toplantılarda bunlar hep konu olacaktır. Türkiye, bugün, gelir
dağılımındaki adaletsizliklerle, bir yanda çöplüklerden yiyecek toplayan, çoluk
çocuğunun gıdasını temin etmeye çalışan fakir vatandaşlarımızın görüntülerine
şahit olmakta, diğer yandan da lüks ve sefahat içinde gününü gün eden rantiye
sınıfının debdebeli görüntüleriyle yüz yüze gelmektedir. Bu demektir ki,
Türkiye'de iki Türkiye vardır; biri Bangladeş, biri İsveç; Türkiye böyle bir
tezatı yaşamaktadır. Türkiye nüfusunun ilk yüzde 20'sinin fert başına düşen
millî geliri 8 bin dolara ulaşırken, Türkiye nüfusunun diğer -en fakir- yüzde
20'sinin fert başına millî geliri 500 dolar civarındadır. Diyebilirsiniz ki,
bunlar bizim sadece iki yıllık icraatımızın neticesi mi; tabiî ki, sizin iki
yıllık icraatınızın neticesi değil; fakat, burada vurgulamak istediğim şudur:
Sizden önceki 54 üncü Refahyol Hükümeti döneminde bu gelir dağılımında, Devlet
İstatistik Enstitüsünün, Devlet Planlama Teşkilatının, Merkez Bankasının
göstergelerine, sendikaların ekonomik göstergelerine bakarsanız, bütün bunlarda
-az da olsa- bir iyileşme başlamıştı; ama, yine sizin döneminizin
göstergelerine bakarsanız, millî
gelirdeki bu adaletsizlik ve dağılım, daha da kötüye gitmiş, daha da
bozulmuştur. İki sene içerisinde memurun, işçinin, köylünün reel gelirlerinde
gerileme olmuştur; Türkiye'de bir fakirleşme söz konusu olmuştur; bunu,
rakamlarla açık açık görürsünüz. Bunların hiçbiri propaganda değildir, hiçbiri
de kendi kendimizi aldatmaca değildir. Bunun hesabını en iyi vatandaş
yapmaktadır, herkes yapmaktadır; çünkü, herkes, kuruşunun hesabını yapmaktadır,
esnaf da yapmaktadır. İki sene önceki
ekonomik canlılıkla, bugün yaprak kıpırdamayan piyasa, muhakkak bu
mukayeseyi yapmaktadır. İşte bu yüzdendir ki, Türkiye, seçime gitmemek
için çok uğraştı. Değerli arkadaşlar, 1997
bütçesinde bütçe giderleri içerisinde faiz ödemelerinin payı yüzde 28,9
civarında iken -ki, o Hükümette ben de görev almıştım- 1998 yılında yüzde 40'a
çıkmıştır; yani, faizlere ödenecek pay, yüzde 29'dan yüzde 40'a çıkmıştır bu kayıtlar,
sizin bize dağıttığınız bilgilerdir- yani, devletin, milletin alınterinden
topladığınız kaynakların çok daha büyük bir kısmı, bizim rantiye dediğimiz
kesime kaydırılmaktadır. Öte yandan, devletin personel ve sosyal güvenlik
harcamalarının bütçe giderlerindeki payı, 1997 yılında, yani bizim dönemimizde
yüzde 36 iken, bu oran, 1998 yılında yüzde
33 seviyelerine düşmüştür. Bu karşılaştırma bile, Türkiye'de dar ve sabit
gelirli vatandaşlarımızın gelirlerinin reel olarak azaldığını göstermektedir. Sayın Başkan, 56 ncı hükümetin
Başbakanı Sayın Ecevit'in de Başbakan Yardımcısı olarak en üst düzeyde
görev aldığı bu hükümette, 1998 yılında
Türkiye'de sayıları 500'ü geçmeyen aileye -evet, Türkiye'de sayıları 500'ü
geçmeyen aileye- faiz için ödediğiniz para, sayıları 30 milyonu bulan memur,
emekli, dul ve yetimlere devlet bütçesinden ödediğiniz paradan 1 katrilyon lira
daha fazladır. İşte, Türkiye'deki sıkıntı budur. Bakın, sizi, bunları niçin
düzeltmediniz diye suçlamıyoruz; sizi, bunları daha da kötüleştirdiniz diye
suçluyoruz; çünkü, bunlarda bir düzelme başlamıştı; elinizdeki kitaplarda bunu
açıkça göreceksiniz, grafiklerde açıkça göreceksiniz. Burada insafsızlık
yapmıyoruz, yılların birikiminin suçunu size yüklemiyoruz; ama, siz, düzelmeye
başlayan, iyileşmeye başlayan trendleri tekrar geri çevirdiniz ve tekrar,
Türkiye'deki bir avuç azınlığın lehine işletmeye başladınız; yani, halktan
topladığınızı rantiyeye vermişsiniz. Hatırlar mısınız Sayın Ecevit,
1970'li yıllarda "halkçı Ecevit" sloganlarıyla halktan oy almış ve
halkçılık yapmıştınız; ama, geçmiş hükümet döneminde uyguladığınız ekonomik
politikalarla halkçılığı bir kenara bıraktınız, halkın iniltilerini de hiç
dikkate almadınız; fakat, baskı gruplarının, sermaye gruplarının ve rant
kesimlerinin, maalesef, etkisi altına girdiniz. Türkiye, bugün 10,2 katrilyon
lirayı aşan içborç stokuyla, 95 milyar doları aşan dışborç stokuyla karşı
karşıyadır; yani, bugünkü değeriyle, çoğu kısa vadeli ve yüksek faizli olmak
üzere, 35 milyar doları içborç ve 95 milyar doları da dışborç olmak üzere
toplam 130 milyar doları aşan borç stoku, ürkütücü boyutlara ulaşmıştır. Bildiğiniz gibi, Türkiye'nin
uluslararası piyasalardaki kredibilitesinin düşük olması nedeniyle, dışarıdan
borçlanma imkânı da son derece kısıtlı hale gelmiştir. 1999 yılındaki bütçe
açığının da, en iyimser ihtimalle 9 katrilyon lirayı bulacağı tahmin
edilmektedir. Dışticaret açığının 6 milyar dolar olacağı, dışborç seviyesinin
de 9 milyar dolar olacağı öngörüldüğünde ve dışborç imkânının en azından yılın
ilk altı ayında olmayacağı da düşünülürse, önümüzdeki aylarda borç ödeme
darboğazıyla karşı karşıya kalabileceğimiz açıkça görülmektedir. Bunları niçin söylüyorum; bunları
şunun için söylüyorum: Aslında, 55 inci hükümet olarak, 56 ncı hükümete, bir
zamanların moda tabiriyle, enkaz devretmişsinizdir; yani, enkazı, siz, bir
hükümetinizden, bir cebinizden öbür cebinize devrettiniz ve bu enkaza da
icraatlarınız sebep oldu. 1999 yılının ilk üç ayında
devletin ödemesi gereken iç ve dışborçların toplam tutarı 16 milyar dolar
civarındadır; yani, içinde bulunduğumuz bu ay da dahil olmak üzere, 5 katrilyon
liradan daha fazla bir kaynağı bulmak zorundasınız. Sayın Ecevit, bize söyler
misiniz; bu vahim tabloyu hangi hükümetin ekonomi politikası yarattı, hangi
hükümetin; sizin de içinde bulunduğunuz hükümetin ekonomi politikası Türkiye'yi
bu noktaya getirmedi mi?! Yine bize söyler misiniz,
Hükümetiniz, hangi ekonomi politikalarıyla Türkiye'yi bu borç sarmalından
kurtaracaktır ve bunları düzeltme istikametine çevirecektir?! 55 inci hükümetin
ekonomi politikalarından farklı olarak hangi politikaları uygulayacağınıza dair
de hükümet programınızda hiçbir cümle olmadığı için, biz, tabiî ki sizin eski
icraatlarınızı esas almak durumundayız. Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün Türkiye'deki aktif nüfusun yüzde 20'si işsizdir;
üniversitelerimizden diplomalı işsizler yetişmektedir, Türkiye'de her üç
diplomalıdan birisi de işsizdir. Hükümetlerin en önemli görevlerinden birisi
de, işsizliği azaltıcı tedbirler geliştirmektir. Türkiye, her yıl en az bir
milyon kişiye yeni iş imkânı yaratmak mecburiyetindedir, bu ise, ancak yeni
yatırımlar yaparak olur; ama, görünen o ki, maalesef, 55 inci hükümette olduğu
gibi 56 ncı hükümetin de bu konuda söyleyebileceği fazla bir şey yoktur; bütün
bunlar bugünün acı gerçekleridir. Değerli arkadaşlar, 55 inci
hükümet ülkeyi her gün 20 trilyon lira faiz ödemeye mahkûm etmiştir; evet, bu
iki yıllık icraatlar neticesinde, Türkiye bugün, her gün, günde 20 trilyon
lirayı faiz ödemelerine aktarmaktadır; uyguladığı sıcak para politikalarıyla
ülke ekonomisini faiz ve döviz sarmalı içerisine sokmuştur. Bu nedenle, ekonominin
reel kaynakları üretime ve yatırıma aktarılmamış ve işsizlik had safhalara
ulaşmıştır. Bir kez daha tekrar etmekte yarar
olduğu kanaatindeyim, bu hükümetin uygulayacağı 55 inci hükümetten farklı
hiçbir ekonomi politika da yoktur. 55 inci hükümetin devrettiği ağır enkaz
nedeniyle ve bu Hükümetin farklı bir politika izleyemeyecek olması nedeniyle,
Türkiye, maalesef, 1999 yılını da kara bir yıl olarak geçirecektir. Değerli arkadaşlarım, gerek
Anavatan Partisi sözcüsü arkadaşlarım gerekse Demokratik Sol Parti sözcüsü
arkadaşlarım, 55 inci hükümetin iktidarda olduğu süre içerisinde enflasyonun
düşürüldüğünü ve enflasyon canavarının âdeta gemlendiğini söylemişlerdir.
Tabiî, medya gücünü yanına alarak, medya desteğiyle halka bu propaganda
yapılmıştır; ama, bunların hepsi geri tepmiştir. Niçin derseniz; Hükümetiniz
döneminde toptan eşya fiyatları endesklerindeki artış oranını enflasyon rakamı
olarak gösterdiniz. Halk toptancı değil ki! Halk, artık, haftalık, aylık
alışverişini yapamıyor; halk, millet, alışverişini günlük yapıyor; veresiye
yapar hale gelmiştir, alışveriş yapamaz hale gelmiştir, siz toptan fiyatlarla
uğraşıyorsunuz, toptan eşya fiyatlarını alıyorsunuz. Niçin, burada, tüketici
fiyatlarıyla, yani, halkın, sokaktaki vatandaşın karşı karşıya kaldığı
fiyatlarla karşımıza çıkmıyorsunuz?! Niçin toptancının, niçin en zenginlerin
fiyatlarıyla karşımıza çıkıyorsunuz?! Milletin karşısına, şu sokaktaki,
bakkaldaki, manavdaki, kasaptaki, marketteki fiyatlarla çıksanız ya... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Gül, kısa bir süre
daha veriyorum; lütfen, toparlar mısınız. ABDULLAH GÜL (Devamla) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan. Değerli arkadaşlar, bu açıdan
baktığınızda ve aslında enflasyonu oniki aylık olarak incelediğinizde,
Türkiye'de enflasyonun hiç düşmediğini göreceksiniz. Bütün uğraşmalara rağmen,
bütün bu durgunluğa rağmen, esnafın, tüccarın zararına mal satmasına rağmen,
milletin harcayacak parası olmamasına rağmen, enflasyonun, yine, yüzde 75
seviyesinde olduğunu göreceksiniz. Hele, oniki aylık enflasyona -yıllık
enflasyona- baktığınızda ise, iktidarınız döneminde, bunun yüzde 85 olduğunu
göreceksiniz; ama, işin çok daha acı tarafı vardır: Halkımızın temel
ihtiyaçlarına baktığınızda, yani, kıymanın fiyatına baktığınızda, yüzde 217
arttığını göreceksiniz; tavuk etine baktığınızda, yüzde 185 arttığını,
kurufasulyenin fiyatının yüzde 174 arttığını, ekmeğin fiyatının yüzde 100
artığını göreceksiniz; pirincin fiyatının yüzde 126 arttığını göreceksiniz;
zeytinin fiyatının yüzde 125 arttığını göreceksiniz; yani, vatandaşın acil
ihtiyaç maddesi fiyatlarının, ortalama yüzde 130 arttığını göreceksiniz;
dolayısıyla, övünülecek hiçbir şey yoktur. Fakat, burada, acı olan şudur
değerli arkadaşlar: Bütün ücret artışları, maaş artışları, bütçeler yapılırken,
hep toptan eşya fiyatları esas alınmıştır; sanki, memur, toptan alışveriş
yapıyor gibi... Bütün bunlar yanlıştır. Dikkatinizi çekmek istediğim bir
diğer husus da, rant diye ödediğiniz reel faizin dünyada eşi ve benzerinin
olmamasıdır. Müflis bir tüccar gibi davranarak, yüzde 40 reel faiz ödenmektedir
Türkiye'de bugün. Enflasyon düşürüldükten sonra ödenen faiz... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Gül, ikinci eksüre
verişim; toparlar mısınız lüften. ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bitirmek
üzereyim Sayın Başkan. Reel faiz yüzde 40 civarındadır ve
dünyanın hiçbir yerinde böyle bir ülke yoktur. Bu, işte, kaynak transferidir;
bu, işte, milletin gelirinin, milletin varlığının, milletin servetinin
sömürülmesidir ve maalesef, bu sömürüye, işte, bir sol parti de alet olmuştur
Türkiye Cumhuriyetinde. Değerli arkadaşlar, bütün
bunlardan dolayı ve bu Hükümetin kuruluşuna esastan ve usulden itirazımız
olduğu için, bunu Türkiye'ye yakıştıramadığımız için, 550 milletvekili olan bir
Parlamentoda, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin, 51 milletvekili olan bir sol
iktidara tesliminin yanlış olduğunu bildiğimiz için bu Hükümete güvenoyu
vermeyeceğimizi huzurlarınızda bir kez daha ilan ediyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Gül, teşekkür
ediyorum. Sayın milletvekilleri, saat
15.42'de toplanmak üzere, birleşime 7 dakika ara veriyorum. Kapanma Saati : 15.35 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati
: 15.42 BAŞKAN :
Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU KÂTİP ÜYELER
: Ali GÜNAYDIN (Konya), Hüseyin YILDIZ (Mardin) BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 43 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. Sayın milletvekilleri, 56 ncı
hükümetin programıyla ilgili müzakerelere kaldığımız yerden devam ediyoruz. V. – HÜKÜMET PROGRAMI (Devam) 1. –
Başbakan Bülent Ecevit tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun programı
üzerindeki görüşmeler (Devam) BAŞKAN – Sayın Başbakan, şimdi mi
konuşmak istersiniz efendim? BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (İstanbul)
– İzninizle... BAŞKAN – Estağfurullah. Sayın Başbakanı, grup görüşlerine
karşı beyanlarda bulunmak üzere kürsüye davet ediyorum. Buyurun Sayın Başbakan. (DSP ve
Hükümet sıralarından ayakta alkışlar, ANAP sıralarından alkışlar) BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (İstanbul)
– Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, televizyon ve radyolarında bizi izleyen
aziz yurttaşlarım; sözlerime başlarken, hepinizi içten saygılarla selamlıyorum. Hükümet programı üzerinde yapılan
görüşmelerin sonuna yaklaştığımız bir aşamada, bütün değerli grup sözcülerine
şükranlarımı sunarım. Bazı eleştirileri sert de olsa, haksız da olsa, çok
uygarca bir ortamda bu toplantı yapılmıştır. Bu da demokrasimiz açısından
kıvanç verici bir olgudur. Bu vesileyle, bu konuda bütün grupları, bütün
milletvekillerimizi yürekten kutluyorum. Ayrıca, gerek Anavatan Partisine
gerek Doğru Yol Partisine, Demokratik Sol Partiye, benim başkanlığımda bir
hükümet kurulması için gerekli desteği vermeleri, nedeniyle, şükranlarımı
sunuyorum. Özellikle, bir seçim ortamında, bir azınlık hükümetine ve partisine
başka iki partinin destek vermeyi vaat etmesi büyük bir güven belirtisidir. Bu
güvene layık olmak için gereken çabayı göstereceğiz ve yalnız Doğru Yol
Partisine ve Anavatan Partisine ve değerli genel başkanlarına değil, aynı
zamanda, bize güvenoyu vermeyecekleri açıklanan partilere de güven verebilmek,
onların da güvenini kazanabilmek için ben ve Bakanlar Kurulu üyesi arkadaşlarım
büyük özen göstereceğiz. Demokrasi, ancak uzlaşı ortamında
sağlıklı işler. Bu bakımdan, Türkiye'de son yıllarda olumlu gelişmeler, umut
verici gelişmeler yer almaktadır. Bundan ondokuz-yirmi yıl öncesine gelinceye
kadar, Türkiye'de, siyaset alanında sertlik vardı, sağ-sol kutuplaşması vardı,
cepheleşme vardı, kavga vardır; şimdi ise ülkemizde siyaset alanında giderek
uzlaşı ortamı yerleşiyor. 1996 yılında, ortanın sağında iki
parti Anavatan Partisiyle Doğru Yol Partisi, ortanın solunda bir partinin,
Demokratik Sol Partinin dışarıdan koşulsuz desteğiyle bir azınlık hükümeti
kurabilmişlerdi. Şimdi de ortanın sağında yer alan o iki partinin, dışarıdan
koşulsuz desteğiyle, Demokratik Sol Parti bir azınlık hükümeti kurabildi.
1997'de ikisi ortanın sağında, birisi de ortanın solunda üç partiden oluşan bir
azınlık hükümeti kurulabildi; bir sosyal demokrat partinin, gönülsüz de olsa,
dışarıdan desteğiyle kuruldu. "Bu Hükümet yürümez" deniliyordu. Üç
partiden oluşan bir azınlık hükümetinin Türkiye koşullarında yürümeyeceği, uzun
süre görevde kalamayacağı, çok kısa zamanda düşürüleceği veya çekilmek zorunda
kalacağı öne sürülüyordu. Oysa, o Hükümet (55 inci hükümet) birbuçuk yıl
görevini sürdürebildi ve başarıyla sürdürebildi. Cumhuriyetimizin bu yıl 76 ncı
yılını kutlayacağız. 76 yılda 56 hükümet değiştiği göz önünde tutulursa,
Türkiye ölçütleriyle, bir hükümetin birbuçuk yıl görevde kalabilmesi
azımsanacak bir olgu değildir. Ayrıca "bu Hükümet (yani, 55
inci cumhuriyet hükümeti) başarılı olamaz, kendi içinde anlayış ve uyum
sağlayamaz" deniliyordu. Oysa, bazı değerli grup yöneticileri, sözcüleri
onaylamasalar bile, kanımca, 55 inci cumhuriyet hükümeti çok başarılı oldu; tek
başına, salt çoğunlukla iktidara gelmiş bazı partilerin bile ele alamayacağı
konuları ele aldı; hazırlayamayacağı, hazırlayamadığı reformları hazırladı.
Bunlardan bir kısmını Büyük Millet Meclisinden geçirebildik, bir kısmı da Büyük
Millet Meclisine sunuldu ve önümüzdeki yıllarda, umarım ki, Büyük Millet
Meclisinin onayına mazhar olacak duruma geldi... Bu Hükümet döneminde, 55 inci
hükümet döneminde, çok iddialı ve kapsamlı bir Eğitim Reformu Yasası
hazırlandı. Bu, yalnız Sekiz Yıllık Zorunlu İlköğretim Yasasını içeren bir
reform değildi. Çağdaş iletişim teknolojisinin tüm olanaklarını Türkiye'nin en
ücra köyüne kadar götürecek bir program hazırlanmıştı ve bu program, süratle
uygulanmaya başladı. Ayrıca, meslekî ve teknik eğitime, öğretime verilen önem
artırıldı. Dar gelirli aile çocuklarının masrafları büyük ölçüde ailelerinin
üzerinden alınmaya başladı. Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da, özellikle, bölge
yatılı okulları, ilköğretim bölge yatılı okulları, pansiyonlu okullar hızla
çoğaltılmaya ve taşımalı eğitim, hızla, yurdun her köşesinde yaygınlaştırılmaya
başlandı. Burada, yolsuzluklarla ilgili
çeşitli iddialar dinledik. Oysa, 55 inci cumhuriyet hükümeti yolsuzluklara ve
çetelere karşı, mafyaya karşı en kararlı mücadeleyi veren hükümet oldu ve bunun
sonuçları alınmaya başlandı. Her gün, devlet içinde sağlanan uyum sayesinde ve
emniyet güçleri, güvenlik güçleri üzerinde her türlü siyasal baskı kaldırıldığı
için, güvenlik güçlerimiz, emniyet güçlerimiz de eskisinden çok daha etkili
çalışmaya, gerçek potansiyellerini ortaya koymaya muvaffak oldular. Daha önceki
hükümet döneminde, İçişleri Bakanlığ ve Emniyet Genel Müdürlüğü ile MİT
arasında, silahlı kuvvetler arasında, jandarmalar arasında ve değişik
istihbarat kuruluşları arasında uyumsuzluklar vardı, karşılıklı kuşkular vardı,
o yüzden bu değerli kuruluşların çalışmalarından gereken verim alınamıyordu;
fakat, 55 inci cumhuriyet hükümeti döneminde bu kurumlar arasında tam bir uyum
sağlandı; yani, yalnız Hükümetin içinde değil, Hükümetin dışında, ama ona bağlı
kuruluşlar arasında da tam bir uyum sağlandı. Bu arada koalisyonlara alıştık.
Gerçi, eskiden de Türkiye'de zaman zaman koalisyon hükümetleri, azınlık
hükümetleri kurulmuştu; ama bunları toplum pek özümseyememişti. Son yıllarda,
biz, ulus olarak koalisyonlara alıştık, çokpartili azınlık hükümetlerine
alıştık, şimdi de, eskiden yadırganan tekpartili azınlık hükümeti modeline
alışma sürecine girdik. Gerçi, hâlâ bunu istikrarsızlığın
nedeni gibi görenler var; ama kanımca, bu kimseler istikrarı yanlış yerde
arıyorlar, istikrarı sadece hükümette arıyorlar. Oysa, dünyanın demokrasileri
en kökleşmiş, ekonomileri, gelişmeleri en sağlıklı ülkelerinden bazılarında, o
arada, örneğin bazı kuzey ülkelerinde sık sık hükümet istikrarsızlığı olur, sık
sık üç partili, dört partili koalisyonlar veya birkaç partili azınlık
hükümetleri kurulur ve bunlar sık sık değişir. Örneğin Finlandiya'da yılda
ortalama bir kere hükümet değişikliği olur, Danimarka'da sık sık hükümet
değişiklikleri olur; fakat toplum bunu hissetmez bile. Neden?... Çünkü, kamu
görevlerinde, devlet yönetiminde istikrar sağlanmıştır; hükümetler değiştiği
zaman devletin kadroları değişmez, güvenlik içinde işlerini sürdürmeye devam
ederler. Ben, buna, siyasal yaşamımda, devlet yaşamımda her zaman büyük özen
gösterdim. Gerek Çalışma Bakanlığım sırasında gerek Başbakanlıklarım sırasında,
ben, görevi devralırken kimi bulduysam onunla çalıştım, o müsteşarlarla, o
genel müdürlerle, o özel kalem müdürleriyle, o şoförlerle çalıştım, kimseyi
yerinden etmedim ve bundan hiçbir zarar görmedim, aksine çok yarar gördüm;
çünkü, bu şekilde kendilerine güvence verilen kamu görevlileri, daha bir şevkle
çalışma, güvenlik duygusuyla çalışma olanağını bulurlar. Programımızda, bu anlayışı bir hükümet
politikasına dönüştürme kararını açıkladık bildiğiniz gibi ve hemen arkasından
yayımladığımız, bu Bakanlar Kurulunun yayımladığı ilk genelgeyle de, olur olmaz
atamalar yapılmaması, zorunlu -yasal açıdan zorunlu veya görevin gereği
bakımından zorunlu- durumlar dışında hiçbir atama yapılmaması, kamu
görevlilerinin yerlerinin değiştirilmemesi yolunda bir genelge yayımladık.
Dediğim gibi, devlet yönetiminde istikrarın başta gelen koşulu, hükümet
değişikliklerinden, iktidar değişikliğinden etkilenmeyecek bir bürokrasidir,
bir kamu yönetimidir. Yine, istikrarın bir başka koşulu
da kanımca, temel ulusal konularda ulusal birliğin sağlanmış olması, ulusal
konsensüs sağlanmış olmasıdır; yani, temel konularda ulusal politikaların
oluşturulması gerekir. Türkiye, bu bakımdan, şu aşamada, ancak bir ölçüde
başarılı bir sınav vermektedir -onu da gerçi küçümsememek gerekir- örneğin,
dışpolitikanın genel çizgisinde bir devamlılık vardır. Gerçi, hükümetten
hükümete üsluplar değişebilir, taktikler, stratejiler değişebilir; ama,
Türkiye'nin, iktidar değişikliklerinden fazla etkilenmeyen bir dışpolitikası
vardır. Hatta, o dışpolitikayı, muhalefetteyken eleştirenlerin, iktidara
geldikten sonra devam ettirdiklerini,
sürdürmeye devam ettirme gereğini duyduklarını gördük. O arada, örneğin Kıbrıs
konusunda tam bir ulusal birlik vardır ve ulusal birlik konusunda; yani, bölücü
akımlar konusunda da tam bir ulusal dayanışma, ulusal birlik vardır. Bunların
değerini küçümsememek gerekir. Bu arada, henüz, ülkemizde sosyal
adalet açısından tatmin edici bir düzen kurulamamış olmakla birlikte, artık
sosyal adalet kavramını da, sağlı sollu
bütün partiler özümsemiş, benimsemiş durumdadırlar. Bazıları, henüz bunu
uygulamaya geçirmeyi içlerine sindiremeseler, göze alamasalar bile, ilke olarak
artık sosyal adalete karşı çıkılamayacağı üzerinde bir genel anlayış birliği
vardır. Oysa, eskiden, 60'lı yıllarda, 70'li yıllarda "sosyal adalet"
sözü, sosyalistlikle eş tutulurdu, sosyalistlik de komünistlikle eş tutulurdu;
fakat, şimdi yalnız çalışan toplum çevreleri değil, yalnız çalışan halk
kesimleri değil, işverenler de, sanayiciler de, tüccarlar da ve sağlı sollu
bütün partiler de, sosyal adalet ilkesinin mutlaka gözetilmesi gereği üzerinde
birleşmişlerdir. Bu da, önemli, gelecek için umut verici bir işarettir. Ulusal politika bakımından laiklik
konusunda bir kısmî eksikliğimiz henüz
devam etmektedir. Türkiye Cumhuriyetinin temel unsuru, inançlara saygılı
laikliktir ve halkımızın çok büyük bir çoğunluğu bu laiklik anlayışını
özümsemiştir; ama, bazı çevreler, hâlâ dini siyasallaştırma çabalarından
tümüyle vazgeçmiş değillerdir; ama, vazgeçme yolunda kendilerini zorlamaya
başlamışlardır. Ben, çok geçmeden, o konuda da bir ulusal birliğin
sağlanabileceğini ve işte o zaman demokrasimizin çok daha sağlıklı
işleyebileceğini düşünüyorum. Demokrasinin verimli işlemesi için
yalnız uzlaşmacılık yeterli değildir; aynı zamanda, demokrasinin katılımcı
olması gereklidir. Bu bakımdan da, son yıllarda, son iki üç yılda, ülkemizde
çok umut verici gelişmeler yer almaya başlamıştır. Oysa, bundan yirmi, yirmibeş
yıl önceki Türkiye'de, katılımcı demokrasi çok kaygı uyandırırdı. Örneğin, 12
Eylül 1980 olayına bir hafta kala bir sendika kongresinde yaptığım konuşmada,
ben, demokrasinin bir seyirlik oyun olmadığını söylemiştim. "Demokraside
politikacılar sahada, halk tribünlerde olursa, demokrasi gerçeklik kazanamaz;
halk da, demokrasi kuralları içinde, hukuk devleti kuralları içinde sahaya
çıkmalı ve dayanışma içinde, demokrasiye sahip çıkmalıdır, siyaseti etkilemeye,
etkin biçimde siyaseti yönlendirmeye başlayabilmelidir" demiştim; o zaman
buna büyük tepkiler almıştım; hatta, o konuşmayı yaptığım için hakkımda
soruşturma da açılmıştı; ama, şimdi, işçisiyle, girişimcisiyle değişik toplum
kesimleri artık sahadadırlar; sahada; ama, hukuk devleti kurallarına uygun
biçimde, demokrasinin gereklerine uygun biçimde katılımcı demokrasinin çok
övünç verici örneklerini sergilemektedirler. Bu arada, bilindiği gibi, 1997
yılında, çok önemli, çok geniş tabanlı beş sivil toplum örgütü, yine, daha
önceki yıllarda tasavvur edilemeyecek bir dayanışma içerisine girmişlerdir; iki
rakip işçi konfederasyonu, İşveren Sendikaları Konfederasyonu, Esnaf ve
Sanatkâr Odaları Konfederasyonu ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin genel
başkanları bir araya gelmişlerdir; hem laik, demokratik rejime çok etkin
biçimde sahip çıkmışlardır hem de ekonomik ve sosyal konuları birlikte ele
alma, birlikte irdeleme ve yönlendirme yolunda adımlar atmaya başlamışlardır.
Bu, bence, Türkiye'de demokrasinin geleceği bakımından son derecede önemli bir
gelişme, bir işarettir. Eğer, bizim Demokratik Sol Parti
olarak öteden beri istediğimiz gibi, Anayasanın 82 nci maddesi değiştirilseydi,
bence demokrasimizin bir ayıbı olan o madde değiştirilebilseydi ve sendika
yöneticileri, meslek kuruluşlarının yöneticileri aynı zamanda milletvekili
olabilselerdi -ki, 1960'lı yıllarda, 1970'li yıllarda bile bu hakları vardı- o
zaman, bu katılımcı demokrasi çok daha etkin biçimde işlemiş ve Büyük Millet
Meclisiyle Meclisin dışındaki katılımcılık birbiriyle kaynaşır hale gelmiş
olacaktı. Önümüzdeki dönemde olsun, bu anayasa değişikliğinin artık yapılmasını
dilerim. Öte yandan, gençler arasında, hem
de üniversite öğrencileri arasında, küçük topluluklar, yer yer, hâlâ, 1970'li
yılların çağdışı kavgalarını, taşlı sopalı, silahlı satırlı çatışmalarını
sürdürüyorlar. Oysa, inanıyorum ki, eğer milletvekili seçilebilme yaşı 25'e
indirilmiş olsaydı, gençler, demokrasinin meşru çerçevesi içerisinde
tartışmalarını yapma alışkanlığını edinmiş olacaklardı, hiç değilse bu süreç
kolaylaşmış olacaktı. Öte yandan, demokrasi evden
başlar. Demokrasinin evden başlayabilmesi için de, kadın haklarının sağlam
güvencelere kavuşmuş olması ve kadınların büyük çoğunluğunun yeterli eğitim
görmüş olmaları gerekir. 55 inci Cumhuriyet Hükümeti döneminde, kadın-erkek
eşitliği, zaten cumhuriyetle, Atatürk döneminde, büyük ölçüde, dünyaya örnek
olacak ölçüde sağlanmış olan kadın-erkek eşitliği, daha da ileri ölçülere
vardırılmıştır. O arada, bu Sekiz yıllık zorunlu
ilköğretim sürecine girilmeden önce, Türkiye'de, kız öğrencilerin çoğu, beşinci
sınıftan; yani ilkokulu bitirdikten sonra okuldan alınırlardı; o yüzden de
yeterli eğitim göremezlerdi. Oysa, eğitim reformuyla, 1995'de uygulanmaya
başlayan eğitim reformuyla, artık kız çocukları da sekizinci sınıfın sonuna
kadar okuma olanağını buluyorlar. Dolayısıyla, çocuklarını da daha iyi
eğitebilecek duruma gelmeleri yolunda çok ciddî bir adım atılmış oluyor. Yine katılımcı demokrasinin
Türkiye'de daha sağlıklı işleyebilmesi için, yurtdışındaki vatandaşlarımızın,
Türkiye'deki seçimler için oy kullanma haklarının mutlaka tanınması gerekirdi.
1995 yılında yapılan anayasa değişikliğinin bir gereği olmasına karşın, Büyük
Millet Meclisinde grubu bulunan partiler, hiç kuşkusuz büyük iyi niyetle ortak
çalışmalar yaptılar; ama, maalesef, bir türlü bu ortak çalışmaların sonucu
zamanında Meclis gündemine gelemedi. O yüzden, 18 Nisanda yapılacak seçimlerde
de, maalesef, yurtdışındaki vatandaşlarımız, Türkiye'deki seçimler için oy
kullanamayacaklar. Buna haklı tepkiler gelmektedir; oysa, bu yurttaşlarımızın
çoğu, ileri, gelişmiş, demokratik ülkelerde, katılımcı demokrasinin en tatmin
edici biçimde uygulandığı ülkelerde yaşamaktadırlar. Onların bu deneyimini,
Türkiye'nin siyasal yaşamına aktarmakta büyük yarar olacaktı. Umarım, hiç
değilse 18 Nisan seçimlerinden sonra, demokrasimizin, katılımcı demokrasinin bu
eksikliği de giderilmiş olsun. Ben, öteden beri, toplumsal
katılımcılığa, demokratik katılımcılığa çok büyük önem veririm ve bu önem
verişimi sözde de bırakmadım. Örneğin, 1978 yılında, Başbakanken, bildiğiniz
gibi, dünyada çok ağır bir ekonomik bunalım vardı, petrol fiyatları yüzde 400
artmıştı. Türkiye'nin de, bir varil petrol alacak döviz bulmakta ciddî
güçlükleri vardı ve sokaklarda sağ - sol çatışmaları vardı. Biz, o ortamda,
Hükümet olarak, Türk - İş'le bir araya geldik ve kapsamlı bir toplumsal anlaşma
hazırladık, imzaladık ve uygulamaya başladık. Bu, yalnız, kamu sektöründeki,
kamu kesimindeki toplu sözleşmelerin çerçevesini belirleyen bir toplumsal
anlaşma değildi; bu, aynı zamanda, ülkenin bütün ekonomik ve sosyal
koşullarını, kurallarını birlikte saptamak üzere hazırlanmış, imzalanmış bir
toplumsal anlaşma metniydi. Başlangıçta, başka işçi kuruluşlarından ve işveren çevrelerinden
kuşkular geldi; ama, birkaç ay sonra, bunun, ne kadar olumlu olduğunu, ne kadar
iyi işlediğini gördüler "niye bizi de çağırmıyorsun" dediler. O
zaman, 1979 yılı başlarında, iki rakip konfederasyon -gerçi şimdi uyumlu
çalışıyorlar; ama, o zaman aralarında bir hayli ideolojik fark vardı; Türk - İş
ve DİSK- Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu ve Odalar Birliği -onların
üst düzeyde temsil edildikleri bir toplantıda- bir araya geldik ve
"Türkiye'yi ekonomik darboğazdan elbirliğiyle nasıl çıkarabiliriz"
konusu üzerinde bir anlaşmaya vardık. Bu beni çok mutlu kıldı; ama, bazı dış
etkenler nedeniyle engellendi maalesef; fakat, öyle bir uzlaşma olanağının
Türkiye'de gerek işçi gerek işveren kesimlerinde bulunduğunu görmek beni çok
umutlandırmıştı. Şimdi, Ekonomik ve Sosyal Konsey kuruldu; bu da çok
sevindirici bir gelişme. 55 inci cumhuriyet hükümeti döneminde birkaç kez
toplandı Ekonomik ve Sosyal Konsey. Tabiî, zaman içinde gelenekleri, kuralları
yerine oturuyor. Şimdi, eğer Meclisimizin güvenoyuna mazhar olursak, bayramdan
hemen sonra, Ekonomik ve Sosyal Konseyi dar çerçeveli bir toplantıya
çağıracağım ve Türkiye içinde bulunduğu ekonomik zorluklardan, dünyadaki krizin
etkisiyle sürüklendiği ekonomik zorluklardan nasıl çıkabilir, hem sağlıklı bir ekonomiyle
hem de sosyal adaletle nasıl çıkabilir, bunu, işçi ve girişimci kesimlerin
uyumuyla karara bağlayabileceğimizi umuyorum; en azından, bu yönde elimden
gelen çabayı göstereceğim ve gereken olumlu karşılığı da alabileceğime
inanıyorum. Eğer çalışan halk kesimleri, bu katılımcı demokrasi bağlamında
etkili duruma gelecek olurlarsa, o zaman, pazar ekonomisini vurgun ekonomisi
durumundan çıkarmak da son derece kolaylaşmış olacaktır. Bu arada, çalışma yaşamımızın ve
iş yaşamımızın son yıllarda çok büyüyen bir hastalığı da kayıtdışı ekonomi.
Kayıtdışı ekonomi, hemen hemen kayıtiçi ekonomiyle aynı miktarı bulmuş
durumdadır. Bu yüzden, çok sayıda işçi, hiçbir işçi hakkından ve sosyal
güvenlikten yararlanamamaktadırlar, her türlü iş güvencesinden yoksundurlar;
ama, bu kayıtdışı ekonominin zararını yalnız işçiler görmüyor, aynı zamanda,
kayıt içinde çalışmaya, devlete ve işçisine görevini yerine getirmeye özen
gösteren girişimciler de büyük zarar görüyorlar ve sıkıntı görüyorlar; çünkü,
bir haksız rekabetle karşı karşıya kalmış oluyorlar. Onun için, biz, 56 ncı
cumhuriyet hükümeti olarak, sınırlı süremiz içinde, kayıtdışı ekonomi alanının
olabildiğince daraltılması için gereken çabayı göstereceğiz. Bu arada,
dünyadaki ve özellikle Rusya'daki ekonomik krizin Türkiye'ye de yansıması
sonucu artan işsizlik sorununa, yine, işçilerle ve girişimcilerle birlikte
alacağımız kararlar doğrultusunda önlemler uygulamaya çalışacağız. Bu arada, kamu görevlilerinin
sendikal hakları, toplugörüşme hakları mutlaka yasalaşmalı ve yürürlüğe
girmelidir; bu, Anayasa gereğidir. Biz, 1995 yılında anayasa değişiklikleri
yapılırken, kamu görevlilerine de belli ölçüler içinde toplusözleşme ve grev
hakkı verilmesi için her çabayı gösterdik; ama, sonuç alınamadı; fakat, hiç
değilse, toplugörüşme hakkı tanındı. Ben, bunun da küçümsenemeyecek bir adım
olacağı kanısındayım; fakat, bildiğiniz gibi, bir partimiz bunu engelledi.
Oysa, eğer, sınırlı da olsa kamu görevlileri için öngörülen bu hak yürürlüğe
girse, uygulanmaya başlasaydı -örneğin, personel rejimini mutlaka değiştirmek
gerekiyor- personel rejimi de kamu görevlileriyle birlikte değiştirilebilirdi,
hazırlanabilirdi. Tabiî, bu haklardan yoksun kalınca, birçok kamu görevlisinin
huzursuzluğu da artıyor; âdeta, devlet ile devletin memurları karşı karşıya
geliyorlarmış gibi bir izlenim uyanıyor. Onun için, ben, bu konudaki
engellemeden vazgeçilmesini ve mümkünse, seçimlere gidilmeden önce, zaten,
maddelerinin yarısından çoğu kabul edilmiş olan bu yasa tasarısının da
Meclisten çıkarılmasını diliyorum, çıkarılabilmesini ve uygulanmaya
başlayabilmesini diliyorum. Biz, 56 ncı hükümet olarak,
sağlıklı, verimli bir devlet yönetimi için elimizden gelen çabayı göstereceğiz.
İktidar değişikliklerinden etkilenmeyen bir devlet yönetiminin, kamu
yönetiminin temellerini atmaya çalışacağız. 55 inci cumhuriyet hükümetinin çetelerle,
yolsuzluklarla mücadele konusundaki kararlılığını da aynen sürdürmeye özen
göstereceğiz. 55 inci cumhuriyet hükümetine, hiç değilse, bazı değerli
arkadaşlarınıza, bu çetelerle ilgili olarak, yolsuzluklarla ilgili olarak,
bence, haksız, çok haksız iddialar yöneltiliyor; oysa, bu hükümet, 55 inci
hükümet, dediğim gibi, çetelere ve mafyaya karşı, her türlü yolsuzluğa karşı
çok kararlı bir mücadele açmıştır; hiç değilse bunun hakkının verilmesi uygun
olur. Biz 56 ncı hükümet olarak o kararlılığı aynen sürdüreceğiz; ancak,
çetelerle ve yolsuzluklarla etkili biçimde mücadele edebilmek için bazı yasal
değişiklikler zorunludur. 55 inci cumhuriyet hükümeti, bu amaçla, çetelerle
mücadeleyi kolaylaştıracak ve daha etkili kılacak bir yasa tasarısı
hazırlamıştır; fakat, o da, maalesef, Meclis komisyonunda tıkanıp kalmıştır. O
yasanın mutlaka ve fazla gecikilmeksizin çıkarılması gerekir. Ayrıca, yargılama sistemimizde
bazı değişiklikler gereklidir; aksi halde bugünkü durumda, yargıcın önüne çok
sınırlı kanıt ulaşabilmektedir. Soruşturma kanalları çok dardır; o kanalları
açmak ve yargıya işlerlik getirmek durumunda, çetelerle ve yolsuzluklarla
mücadele çok daha kolaylaşmış olacaktır. Bu arada, açıktan bu kürsüde bugün
ifade edilmemiş olsa bile, acı gerçek o ki, soruşturma kurumu, son yıllarda
Türkiye Büyük Millet Meclisinde büyük ölçüde yozlaştırılmıştır; adalete göre
değil siyasete göre, siyasal çıkara göre işlem yapma eğilimi artmaktadır. Bunu
önlemek için mutlaka Anayasanın hem 83 üncü maddesini hem de 100 üncü maddesini
değiştirmek gereklidir. Bu, Büyük Millet Meclisinin saygınlığını korumak ve
yüceltmek için bence başta gelen bir koşuldur. Keşke mümkün olsa da seçimlere
gidilmeden önce bu iki Anayasa değişikliği de gerçekleştirilebilse. Değerli arkadaşlarım, bunları, 56
ncı hükümetin ve onu kuran partinin; yani, Demokratik Sol Partinin nasıl bir
devlet ve demokrasi anlayışını temsil ettiğini belirtmek için sizlere sunmakta
yarar gördüm. Bizim, hükümet olarak önde gelen
görevimiz, öncelikli görevimiz, hükümet programında da belirtildiği gibi,
Türkiye'yi 18 Nisan seçimlerine esenlikle ve güvenle götürmektir. Güven derken
yalnız can güvenliğini kastetmiyorum, aynı zamanda oy güvenliğini de kastediyorum;
çünkü, geride bıraktığımız seçim dönemlerinde çok sayıda oy çöplüklerden
çıkmıştır veya baskılar altında kalmıştır; o da millet iradesini büyük ölçüde
zedelemiştir. Biz, oy güvenliği için de gerekli tedbirleri almaya büyük özen
göstereceğiz. Nitekim, dün, Yüksek Seçim Kurulu Sayın Başkanıyla bu konuyu
görüştük. Bu konuda da çok ciddî hazırlıkları olduğunu görmekten mutluluk
duydum. Yine, Hükümet görevini
üstlendiğimiz gün ilk ziyaretimi, Emniyet Genel Müdürlüğüne yaptım. Orada da,
bir yandan trafik kazalarının azaltılması, bir yandan da seçimlerde can ve oy
güvenliği için alınan tedbirleri değerli yöneticilerden öğrendim. Çok iyi
hazırlıklar yapılmış durumda. Biz de, Hükümet olarak, bütün yetkililere, bu
konuda her desteği vermeyi görev bileceğiz. Bu arada, 18 Nisanda seçim yapılıp
yapılamayacağı, nedense, hâlâ tartışma konusu oluyor. "18 Nisanda
yapılmayacak, seçimler ertelenecek" diye havalarda bir bulut dolaşıyor. Bu
söylentiler, bu kuşkular nereden çıkıyor, anlayabilmiş değilim. Oysa, Büyük Millet
Meclisimiz, bildiğiniz gibi, bundan aylar önce, çok büyük bir oy çoğunluğuyla
ve özveriyle, nisan ayında seçimlerin yapılmasını kararlaştırmıştı. Artık, bu,
dönüşü olmayan bir süreçtir. Biz de Hükümet olarak, 18 Nisan seçimlerine
Türkiye'yi tam bir tarafsızlık içinde götürmek üzere üzerimize düşen her görevi
yerine getireceğiz. Tabiî, 18 Nisanda -yani, bir
erkene alınmış- seçim yapılmalı mıydı yapılmamalı mıydı; o karar doğru muydu,
değil miydi; bu tartışılabilir; ama, karar, karardır. Artık geri dönüşü yoktur.
Yalnız, bu vesileyle şunu
belirtmek isterim. 1983 güzünden beri, yani bir ara verişten sonra, demokrasiye
yeniden dönüldüğünden beri, Türkiye, sürekli olarak seçim ortamında yaşamıştır.
İstikrarsızlığın ve belirsizliğin başta gelen nedenlerinden biri de budur. Onun
için, artık, hiç değilse bundan sonraki dönemde, Türkiye'nin gündemine o kadar
kolaylıkla erken seçimin gelmemesini dilerim; fakat, dediğim gibi, 18 Nisanda
yapılması Meclis kararına bağlanmış olan seçimler mutlaka yapılacaktır, yapılmak
gerekir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ekonomide sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz. Bu sıkıntıların,
ekonomideki sıkıntıların, zorlukların dünya ve Rusya krizlerinden
etkilenmediğini söylemek, kanımca, gerçeklerle bağdaşmaz. 1997 sonlarında
Uzakdoğu'da başlayan kriz, önce Türkiye'yi fazla etkilememişti; ama, Rusya'ya
sıçradıktan sonra bir hayli etkiler duruma geldi; çünkü, Rusya, son yıllarda,
bizim, en büyük pazarımız ve en büyük iş ortaklarımızdan biri durumuna
gelmişti; fakat, Rusya ekonomisini hemen hemen çökerten kriz yüzünden, bizim,
bu ülkeye dışsatımımız (ihracatımız) büyük ölçüde azaldı, Rusya'dan dışsatım
gelirimizde yüzde 31,8 oranında azalma oldu. Uzakdoğu ülkelerine dışsatımımızda
da yüzde 46 oranında azalma oldu. Ona rağmen, dışsatım gelirlerimizde, geçen
yıl, mütevazı da olsa, bir artış sürdürülebildi. Bu da, hem 55 inci hükümetin
olumlu çalışmaları hem de bizim girişimcilerimizin dinamizmi sayesinde
sağlandı. Biz, Hükümet olarak, üretime ve
dışsatıma en ileri ölçüde, olanaklarımızın elverdiği en ileri ölçüde destek
sağlamaya kararlıyız. Zaten, bu konuda, 55 inci cumhuriyet hükümetinin
düşürüldükten sonra bile aldığı çok önemli, çok yararlı önlemler vardır; hem
onların takipçisi olacağız hem de olanak bulabilirsek, zaman bulabilirsek,
buna, gerekli başka önlemleri de eklemeye çalışacağız. Bu arada, özel sektörümüzü, dışa
dönük çalışma yapan, dışsatıma dönük çalışma yapan özel sektörümüzü pazar ve
ürün çeşitlemesine yöneltmek için de gerekli telkinlerde bulanacağız. Zaten,
eskiden de bu türlü telkinde bulunurduk; yani, bir iki ülkenin pazarına, o bir
iki ülkenin pazarının rahatlığına fazla güvenmeyip, daha geniş ölçüde dünyaya
açılmaya teşvik etmeye devam edeceğiz. Bu arada, Türk ekonomik yaşamının en
dinamik unsuru, en umut verici unsuru olan KOBİ'lere de elden gelen yardımı
yapmaya devam edeceğiz. Bu Hükümet döneminde -yani, öbür
gün güvenoyuna sunulacak olan Hükümet döneminde- dört ayda 24 milyar dolar iç
ve dışborç ödeyeceğiz. Bu, tabiî, son derecede ağır bir rakam, hele ekonomik
kriz döneminde. Ona rağmen, bunun üstüne, bu ay, örneğin, pamuk, fındık, zeytin
ve zeytinyağı üreticilerinin de alacaklarını ödeyeceğiz. Bütün başka ürünlerin
bedelleri ödenmiştir; bunlarda bir ufak gecikme, kısmî gecikme vardır; bu ay,
bu ürünlerin de bedelleri ödenecektir. Ayrıca, geçici işçilik sorunu bu
ay büyük ölçüde çözülmüş olacaktır. Bir kere, Köy Hizmetlerinde çalışan geçici
işçilerin tümü artık oniki ay çalışacak, dolayısıyla oniki ay köylere hizmet
verebilecek duruma gelmiş olacaklardır. Aynı zamanda, Tarım ve Köyişleri
Bakanlığına ve Devlet Su İşlerine bağlı geçici işçilerin de sorunu bu ay büyük
ölçüde çözülmüş olacaktır. Biraz önce kararnameyi imzaladım, bütün
bakanlarımızın imzaları tamamlandı; yani, artık, bu, bir sözden ibaret değil,
bir hükümet kararı, resmî hükümet kararı durumuna gelmiş olmaktadır. Tabiî, bu dünya ekonomik krizinin
etkisiyle ve Türkiye'nin uzun yıllardan beri birikmiş ekonomik sorunlarının
etkisiyle faizler enflasyona oranla bir hayli yüksek düzeydedir. Bu, ekonomik
açıdan rahatsız edici bir durumdur. Faiz ile enflasyon arasındaki açıklığı,
farkı -yani, enflasyon iniyor fakat faizler inmiyor ve hatta zaman zaman
yükseliyor- olabildiğince daraltmak Hükümetimizin başta gelen görevlerinden
biri olacaktır. Faizlerdeki yükselişin önemli bir nedeni, büyük miktarlarda
borç ödemelerinin ve dünya ekonomik krizinin yarattığı kaynak sorunudur.
Türkiye 1998 yılında tarihinin en büyük dışborç servisini 9 milyar dolar
ödeyerek yapmıştır. Bunu da çok geniş ölçüde iç piyasadan yapılan borçlanmayla
ödemiştir. Bunlara karşın, yıl sonunda yüzde 145'e kadar yükselen faizler, bu
yılın ocak ayında, hükümetimizin kuruluşundan hemen sonra yüzde 118'e kadar
inmiştir; bu inişin sürekli olmasını, devam etmesini diliyoruz. 1998 yılında Türkiye, dediğim
gibi, tarihinin en yüksek dışborç ödemesi zorunluluğuyla karşı karşıya
kalmıştır. Bu yükün altından kalkabilmek için de iç borçlanmaya ağırlık verme
zorunluluğunu duymuştur. O nedenle, iç borçlarda zorunlu bir artış meydana gelmiştir.
Türkiye, bu yılın ilk ayında, biraz önce söylediğim gibi 24 milyar dolar iç ve
dışborç taksidi ve faizi ödemek zorundadır. Buna rağmen, faizlerin yüzde 118'e
inebilmiş olması, kanımca, olumlu ve umut verici bir gelişmedir. Uzun yıllardan beri müzminleşen
enflasyon da, ilk kez 1998'de belirgin biçimde aşağı çekilmeye başlamıştır.
1997'de yüzde 99,1 olan tüketici fiyatları endeksi, 1998'de yüzde 69,7'ye
düşmüştür. Toptan eşya fiyatları endeksi ise, aynı dönemde yüzde 91'den yüzde
54,3'e gerilemiştir. Bu, evrensel ekonomik kriz döneminde küçümsenecek bir
başarı olmamak gerekir, sayılmamak gerekir. Bu gerçekleri gözden saklama
çabasıyla bazı muhalefet sözcüleri kendilerine göre, sanırım, bilimdışı bazı
ölçütler uygulamaya kalkışmaktadırlar. O kadar ki, bir Sayın Genel Başkan geçen
gün verdiği bir demeçle, kasıtlı olarak seçtiği bazı kalemlerden bir yapay
paket oluşturarak, 1998'de enflasyon hızını yüzde 132 olarak ilan etmiştir.
Aynı partinin biraz önce dinlediğimiz sözcüsü de, yüzde 132 ile de yetinmemiş,
Türkiye'deki gerçek faizi yüzde 217'ye çıkarmıştır. Bu tür hesaplamaların,
tabiî, ciddiye alınır yönü yoktur, vatandaşın moraline de fazla gölge düşürmek
insafsızlıktır kanısındayım. Bir konuyu genellikle vurgulamak
istiyorum sayın milletvekilleri, bankacılık sistemiyle ilgili spekülasyonlardan
bu milleti düşünen herkesin kaçınması, özenle, dikkatle kaçınması gerekir;
çünkü, bankacılıkta, bankalara yönelik güven unsuru son derecede önemlidir.
Bankalarla ilgili yalan yanlış bazı haberler ortaya çıkarsa, bu, bir halk terimiyle
belirtildiği gibi, şüyuu vukuundan beter olur. Onun için, buradan bir kez daha
açıklamakta yarar görüyorum, bankalardaki mevduata verilmiş olan yüzde 100
devlet güvencesi, kamu-özel ayırımı gözetilmeksizin, küçük-büyük banka ayırımı
gözetilmeksizin devam etmektedir ve devam edecektir; bundan da hiç kimsenin
kuşkusu olmamalıdır. Hükümet programında da
vurguladığım gibi, Yüce Meclisin, süratle bir bankalar kanunu çıkarması
gereklidir. Bu yasa tasarısı, zaten Meclisin gündemindedir. Bir an önce, bu konuda
kolaylıkla giderilebilecek olan anlaşmazlıkların giderilmesini ve bütçe
görüşmelerinin hemen ardından bankalar yasa tasarısının görüşülüp çıkarılmasını
Yüce Meclisten, Yüce Meclisin değerli üyelerinden rica ediyorum, diliyorum;
çünkü, aksi halde, bu çetelerle mücadele konusunda olsun, karapara aklama
konusunda olsun bankalar sisteminden yeterli yarar, yeterli etkinlik
sağlanamayabilir. Ayrıca, bankalar ihracata (dışsatıma) ve üretime yönelik
işlevlerini bugünkü sistemde yeterince gereğince yerine getiremiyorlar. Bu
yasanın çıkması, bu sakıncaların da giderilmesi bakımından ve dış finans
çevrelerine güven verebilmemiz bakımından son derecede önemlidir. Her şeye rağmen, Türk ekonomisi,
bütün dünyayı sarsan ekonomik krizden nispeten az etkilenen ülkelerden biridir.
Bu da, Türk toplumunun ve Türk iş âleminin dinamizmini göstermektedir. Krize
karşı, toplumda, çok övünç verici bir direnç vardır; biz, bu direncin etkili
hale getirilmesi için elimizden gelen çabayı sürdüreceğiz. Ayrıca, 55 inci
hükümet döneminde başlatılmış olan yaygın yatırım seferberliğini de, kaynak
sıkıntısına rağmen aksatmadan yürütmeyi bir borç bileceğiz. Herhalde, hükümet olarak, toplumun
karamsarlıktan kurtulmasını sağlamak için, devlete ve kendine güvenini
artırabilmesi için elimizden geleni yapacağız. 56 ncı hükümetin kuruluşuna
Anavatan Partisinden ve Doğru Yol Partisinden verilen desteğe ve güvenoyu
alırsak, Yüce Meclisin güvenine layık olmak için her çabayı göstereceğiz. Türkiye'de, Ankara'da bu hükümetin
kurulduğu günlerde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, Lefkoşa'da da bir hükümet
kuruluyordu... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) –
Bitirmek üzereyim Sayın Başkan. BAŞKAN – Arz edeyim efendim,
izninizle... BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) –
Lütfedersiniz... BAŞKAN – Buyurunuz efendim. BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) –
Teşekkür ederim efendim. ... bizden daha erken seçim
yapıldı ve bu seçimler sonucunda, birkaç gün önce, değerli devlet adamı Sayın
Doktor Derviş Eroğlu'nun Başbakanlığında yeni bir hükümet kuruldu. Buradan,
kardeş Kıbrıs Meclisine de, Hükümetine de en iyi dileklerimi iletmek isterim. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti,
akıl almaz engellerle karşılaştığı halde, Türkiye dışında hiçbir devlet
tarafından tanınmadığı halde, gerçek bir devlet kimliğini çoktan edinmiştir.
Türkiye'nin elbette yardımıyla; ama, büyük ölçüde kendi azmiyle kalkınmasını
sürdürmektedir ve kendisini tanımamakta direnen ülkelerin çoğunda bulunmayan
ölçüde gerçek bir demokrasi vardır Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde. Türkiye
dışında hiçbir devlet, diplomatik anlamda, o cumhuriyeti tanımaya yanaşmıyor;
ama, o 200 bin nüfuslu Kuzey Kıbrıs'ta, bugün 6 üniversite vardır. O 6
üniversitenin diplomaları da bütün dünyada tanınmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetini tanımamakta direnen ülkelerin, o Kuzey Kıbrıs'taki
üniversitelerde profesörleri, doçentleri görev yapmaktadır; yani, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyetinde yer alan gelişmelerle kıvanç duymak hepimizin hakkıdır. 55 inci hükümet döneminde, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler daha da
derinleştirilmiştir, ekonomilerimiz büyük ölçüde bütünleşmiştir ve gerek
Türkiye'nin gerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin ve Kıbrıslı Türklerin
gösterdikleri kararlılık sonucunda da, bildiğiniz gibi, ünlü Rus füzelerinin
Güney Kıbrıs'a götürülmesi, orada konuşlandırılması önlenmiş bulunmaktadır. Bu
da, 55 inci cumhuriyet hükümeti döneminde dış ilişkilerde sağlanan başarıların
bir somut örneğidir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) –
Bitirmek üzereyim efendim. BAŞKAN – Buyurun efendim; ben
tekrar süre verdim. BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) –
Teşekkür ederim. Değerli milletvekilleri, bu
Hükümet, inançlara saygılı laikliğe büyük özen gösterecektir. O vesileyle
-dikkat ederseniz- hiçbir tartışmaya, politikaya girmek istemedim, haklı haksız
eleştirileri yanıtlama gayreti içine de girmedim; ancak, bir konuya değinmeden
yapamayacağım; çünkü, burada yine dile getirildi. Doğru Yol Partisi Genel Başkanı
Sayın Tansu Çiller'in, 55 inci hükümet dönemindeki Millî Eğitim Bakanı Sayın
Hikmet Uluğbay'la ilgili herhangi bir dayatması ve isteği olmamıştır. Bunu,
kendisi "böyle bir isteğim olmadı" diye açıkladı, partisinin değerli
yöneticilerinden birçoğu açıkladı; ona rağmen, hâlâ, bu söylenti, gazeteler
öyle yazıyor diye Meclis kürsüsüne kadar getirildi. Sayın Hikmet Uluğbay, bir kere,
Millî Eğitim Bakanlığında kendisinden beklenen görevleri büyük başarıyla yerine
getirdi. Kendisi, aynı zamanda, çok iyi bir iktisatçıdır. Şimdi, Türkiye,
iktisadî bakımdan zor bir dönemden geçiyor; Maliye Bakanımız Sayın Zekeriya
Temizel'le birlikte Sayın Hikmet Uluğbay'ın bu sürece çok büyük katkıları
olacaktır. Onun için, Sayın Hikmet Uluğbay'ı, Başbakan Yardımcısı olarak, dış
ekonomik ilişkilerle görevlendirmekte yarar gördüm; ama, millî eğitimden de
koparmadık, millî eğitimle ilgili bütün kuruluşların eşgüdümünü kendisine
verdik. Yani, Millî Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Gençlik ve Spor Genel
Müdürlüğü, hepsi, Bakanlar Kurulunda, Sayın Hikmet Uluğbay'ın eşgüdümünde
çalışacaktır. Kaldı ki, Metin Bostancıoğlu arkadaşımız, bu Hükümetin Millî
Eğitim Bakanı da, o konuda, hepimiz kadar ve hiç kuşkusuz Hikmet Uluğbay kadar kararlıdır; bu konudaki kararlılığımızdan hiç
kimsenin kuşkusu olmasın. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun efendim. BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) –
Değerli milletvekilleri, ağır sorunlarla karşı karşıya olduğumuzun
bilincindeyiz; ama, yılgın değiliz; çünkü, ulusumuza güveniyoruz, işçilerimize
ve girişimcilerimize güveniyoruz, her zorluk karşısında, Atatürk'ten
esinlenerek, her engeli aşabileceğimize güveniyoruz ve kendimize güveniyoruz. Saygılar sunarım. (DSP
sıralarından ayakta alkışlar; ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Başbakan, teşekkür
ediyorum. 56 ncı hükümetin programıyla
ilgili olarak kişisel görüşlerini ifade etmek üzere, birinci sırada söz hakkı
bulunan Sayın Kahraman Emmioğlu; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Başbakan Bülent Ecevit tarafından sunulan
56 ncı hükümet programıyla ilgili olarak şahsım adına konuşmak üzere
huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bendeki şu duygular, zannediyorum,
sizlerde de, şu anda bizi izlemekte olan vatandaşlarımızda da mevcuttur: Her
yeni gelen hükümet, bir ümit ışığı olarak kabul edilir; fakat, bu hükümet, bir
istisna teşkil ediyor. Bu hükümetin bir istisna teşkil etmesi, yani ümit ışığı
olmayışı, bir seçim hükümeti olma özelliğinden kaynaklanmıyor; başka ve daha
önemli sebepleri var. Bu hükümet, azınlığın azınlığı bir
hükümettir; 55 inci hükümetin amipsel bir şekilde bölünmesinden meydana
gelmiştir ve 55 inci hükümetin matruşkasıdır, bizantiyen oyunların sonucu
olarak ve birtakım paranoyaların neticesine yaslanılarak kurulmuştur. "Ölümü
gösterip sıtmaya razı etmek" sözü, bu Hükümetin kuruluşunu bir ölçüde
açıklamaktadır. İçinde bulunduğumuz tarihi şartlar içinde bir aradönem
atmosferinde bu noksan vasıflarla teşekkül etmiş bir hükümetin, ümitleri
yeşertmesi de zaten mümkün değildir. Hükümetin bu vasıflarını biraz
açalım. 56 ncı hükümet, alışılagelmiş bir azınlık hükümeti değildir; bu
hükümet, azınlığın azınlığı bir hükümettir dedik. Bu hükümetin babası olan 55
inci Hükümet, bir azınlık hükümetiydi; ama, 200 milletvekilinden fazlasına
dayanıyordu ve Cumhuriyet Halk Partisi dışarıdan payanda veriyordu. Halbuki
şimdiki hükümet, 61 milletvekiline dayanıyor, 61 milletvekili ile hükümet
kurmak normal şartlarda imkânsızdır. Hükümeti kurma görevini ilk
aldığında, Sayın Ecevit, azınlık hükümeti kurmaktan söz etmiş, DYP de dahil
olmak üzere, bütün muhalefet, bunun imkânsızlığını yüksek sesle dile
getirmişti; ama, şimdi oldu!.. Şimdi, oldu!... Çünkü, burası Türkiye!.. Burada,
her şey olur mu dememiz gerekiyor şu anda. Zira, dünyanın hiçbir ülkesinde
böyle bir garibe hükümete rastlamamız mümkün değildir. Bu Hükümet, demokratik teamüllere
aykırı bir şekilde oluşturuldu. Allah'ın hikmeti!... Sayın Cumhurbaşkanı,
rahmetli Turgut Özal'ı nelerle kınamışsa, şimdiki Sayın Cumhurbaşkanımız
aynısını yapıyor. Ey koca Yunus, Allah rahmet eylesin, ne demişti; "Kişi
neyi kınarsa, başa gelegan olur." İşte bu söz yerine geliyor galiba. Fakat, insaflı olmak lazım.
Rahmetli Özal, o zamanki Demirel'e, şimdiki Demirel'in muhaliflerine yaptığını
yapmamıştı. Eh, konjonktürel durum!... Ülkemiz, konjonktürel insanların ülkesi
oldu... Neydi demokratik teamül: Vazife, Mecliste grubu büyük olan partinin
grup başkanına ya da genel başkanına verilirdi; vermedi. Bir de, basın toplantısında,
yıllık değerlendirmede, Sayın Cumhurbaşkanımız "istedi de vermedim
mi" dedi. Sayın Recai Kutan, ilk görüşmede, net olarak "eğer parti
liderine verirseniz benden başlamanız lazım" diyor. Daha ne desin "eğer
vermezsen gök kubbeyi başına yıkarım" mı deseydi. Tam bir Demirel klasiği,
no risk game teori; risksiz oyun teorisini bizantiyen tarzda oynadı Sayın
Demirel. Sayın Çiller'i çileden çıkaracak bir tercihle, Sayın Erez'i ileri
sürerek istediğini söyletti, sıtmadan sonra ölümü gösterdi; Sayın Çiller iki
kötü seçenekten ehvenini tercih etti, sıtmaya razı oldu. Neticede -bir sağ parti
tarafından, çok affedersiniz ANAP'ın hangi tarafta olduğunu bazen unutuyorum;
çünkü DSP sol partiyle öylesine içlidışlı ki, birbirinden ayırt etmek artık
imkânsız gibi. O yüzden, bir sağ parti diye yalnız DYP'yi kastetmiştim; ama,
evet ANAP'ın- iki sağ parti tarafından bir sol parti Meclisteki en küçük
partilerden biri, 61 milletvekiliyle iktidara getirildi. İHSAN ÇABUK (Ordu) – DTP'yi
unutma. KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Bu
olanlar, memleketi hükümetsiz bırakmamak veya "aman, mutlaka demokratik
bir hükümetimiz olsun" gibi düşüncelerle işlenmiş fiiller olsa bir
dereceye kadar mazur görülebilirdi; ama, emin olun, içim onlara pek ısınmıyor,
bazı şeyler sezinliyorum. Hep siyasî istikrardan bahsediliyor ve insanlarımızın
beyni, istikrar denilince, tek parti iktidarına kilitleniyor. Bana göre, en
ucuz istikrar formülüdür bu. Eğer zihinlerinizi bazı paranoyalardan
temizlerseniz, rahatlıkla çeşitli istikrar formülleri üretebilirsiniz. Demin,
Sayın Ecevit de, kuzey ülkelerinde, rahatlıkla istikrarın, çeşitli
koalisyonlarla devam ettiğini ifade etmedi mi; ama, kendisi, maalesef, bu
paranoyanın içerisinde; neler söylediğini biliyoruz. Nedir bu paranoyalar;
mesela bazı partiler "ben, şu partiyle koalisyona asla girmem"
diyerek, siyasî manevra alanlarını kısıtlıyorlar ve demokratik oluşumu da
önlüyorlar. Bu, demokrasimiz açısından çok bahtsız bir davranış olmuştur.
540'tan fazla üyesi olan Türkiye Büyük Millet Meclisimiz, 61 kişilik bir
partinin iktidarına böylece mecbur bırakıldı. Sırf paranoya sabebiyle; ama,
halk, dikkatle ve ibretle takip ediyor. 18 Nisan seçimlerinde de halkımız bu
basit oyunlara gerekli cevabı mutlaka verecektir, göreceksiniz... 56 ncı Hükümetin teşekkülündeki
önemli bir husus da şu: Sanki, 55 inci hükümet bir biyolojik safha geçirdi;
sanki amipin bölünüşü gibi bölündü de, eski hükümetten yeni bir hükümet çıktı.
Nasıl; Rusya'nın matruşkası gibi, Sayın Mesut Yılmaz'ı aldık, bir de baktık ki,
içerisinden Sayın Ecevit çıkıverdi gibi... Halbuki, Türkiye Büyük Millet
Meclisi, 55 inci hükümeti, ihaleye nifak karıştırdı, mafyalarla içlidışlı oldu
diye düşürmüştü. Bakanlar Kurulunun meselelerde müteselsilen sorumlu oldukları
gözardı edilerek ve DSP'nin 55 inci hükümetteki bütün bakanları muhafaza
edilerek kuruldu Hükümet; hayırlı olsun!.. Bütün bu gayri tabii nevzuhur
hadiseler bilinir ve herkesin gözleri önünde cereyan ederken, hükümet
programında aynen şu ifadeler var "55 inci cumhuriyet hükümetinin
güvenoylaması ile düşürülmesi üzerine çıkan hükümet sorunu sağlam gelenekler
-altını çiziyoruz- oluşturan demokrasimizin ürettiği bir çözümle
aşılmıştır" böyle diyor ve bizi tiye alıyor bu program. Demin ifade ettiğin hususların,
Allahaşkına, neresi sağlam gelenekler teşekkül ettiriyor!? Vah Türkiyem, vah!..
61 milletvekilinin hükümet oluşturması geleneği herhalde konjonktüreldir;
inşallah gelenek teşekkül ettirmez, inşallah gelenek oluşturmaz. Söz konusu Program, kendisini
tekhücrelilerin bölünmesine benzer bir bölünmeyle meydana getiren 55 inci
hükümetin övgü reçetesi; bu Program, 55 inci Hükümetin bir övgü reçetesi
mahiyetinde. Tabiî, bozacının şahidi şıracı olurmuş!.. Neymiş; 55 inci Hükümet,
yaklaşık 18 aylık görev süresi içinde eğitim ve vergi reformlarını
gerçekleştirmiş! Sekiz yıllık kesintisiz eğitimin nelere mal olduğunu ve
olacağını kestirmek şimdi daha kolay. Çocukları ilköğretim okullarında
okuyan velilerin büyük bir kısmı, dinlediğim velilerin hemen hemen hepsi aynen
şunu söylüyor: Beş yılı sekize çıkardınız; çocuklarımız yeni bir şey
kazanmıyorlar; bilakis, bir mesleğe uyum gösteremeyecekler diye de endişe
içinde. Taşımalı eğitim bir fecaate dönüşmüş. Milletin emek verdiği köy
okulları kapatılmış, yerine birkaç köyün çocuğunun karda, yağmurda, çamurda
nakil vasıtasıyla götürüldüğü okulların organizasyonu gibi bir külfet icat
edilmiş. Meslek okulları sapır sapır dökülüyor. Afrika ve eski komünist
ülkelerde uygulanan, Türkiye şartlarına hiçbir şekilde uymayan bu sistem asla
reform değil, belki deformdur. Bu konuda çok şeyler söylendi; ama, mevcut
Bakanlık da, inadım inat diyor. Yaptıkları işi düzeltmeye çalışmak yerine, bu
garip işlerin faydasına milleti inandırmaya çalışıyorlar. Gerçek reform
herhalde bizi bekliyor, Faziletin iktidarını bekliyor. Şahsiyetli, kaliteli,
Türkiye şartlarına uygun sekiz yıllık... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Emmioğlu, efendim,
lütfen, toparlar mısınız; zatıâlinize de 2 dakika eksüre veriyorum, başka
uzatma imkânım yok. Buyurun efendim. KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) –
Efendim, gayet tabiî, söylenecek çok şey var; ekonomiyle ilgili de bir cümle
söyleyeceğim. Gaziantepli işadamımız Abdülkadir Konukoğlu'nun sözünü burada
söyleyeceğim: "Şu anda piyasa geberik" diyor. Bir tek bu ifade yeter.
(FP sıralarından alkışlar) Bir de, New York Times'ın, Sayın
Ecevit için şu tespitini de söylemek istiyorum: "Çağdışı görüşlere bağlı
ve devletin müdahalesini yeğleyen bir kişi." Şu sırada, demin kendileri
söylediler, Köy İşleriyle ilgili, yolları yapmak üzere yeni bir kararname
imzalamış. Şu anda Anadolu'nun büyük bir kısmında iş yapmak mümkün değil, kış
kıyamettir; ama, herhalde, yalnız sıcak yerlere yardım gidecek ve esas olan
mesele ayrı; yeni kadrolar ihdas etmektir. Bir diğer husus, Sayın Ecevit,
ekonomiyi biraz daha öğrenecek galiba -haddimiz değil ama- çünkü, demin bir şey
ifade etti: "Enflasyon dünya krizinin altına düşüyor." Zaten düşer.
Neden; çünkü, dünya kriziyle fiyatlar öylesine düştü ki... Düşünün, petrol
fiyatları 20-24 dolardan 10 dolara kadar düştü. Eğer, 55 inci hükümetin bu
şansı olmasaydı, daha çok şeyler ortaya çıkacaktı; ama, görünüyor ki... ABDULLAH TURAN BİLGE (Konya) –
Allah yardım ediyor. KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) –
Evet, bu şans kendisine verilmiş oluyor; ama, ben, burada, Sayın Ecevit'in
ekonomi konusundaki bilgisini yeniden gözden geçirmesini isterim. Dışpolitika konusunda da küçük bir
şey söyleyecekdim; ama, süre nedeniyle söyleyemiyorum. Bu Programdaki, yani, Hükümet
Programındaki en doğru laflardan biri şu: "İnsan ilişkilerinde olduğu
gibi, siyasal ilişkilerde de en önemli etken güven duygusudur." (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Bir
dakikanızı... BAŞKAN – Efendim, en önemli etken
zamandır. REFİK ARAS (İstanbul) – Bravo
Sayın Başkan. KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) –
Sayın Ecevit'e verdiğiniz 8 dakikadan 1 dakika da bize lütfederseniz iyi olur. BAŞKAN – 1 dakika mı efendim?! KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – 1
dakika... BAŞKAN – Ben, zatıâlinize ilave
süre verdim efendim, yine veriyorum; buyurun. KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) –
Efendim, lafımı tamamlamak için ben istirham ettim. Teşekkür ederim Sayın Başkanım,
lütfettiniz. Tekrar ediyorum, buradaki en doğru
laf "insan ilişkilerinde olduğu gibi, siyasal ilişkilerde de en önemli
etken güven duygusudur" lafıdır. Doğrudur; biz, bu Hükümete güven
duymuyoruz. Teşekkür ederim ve hepinizin
bayramını tebrik ederim. Sevgiler, saygılar... (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Emmioğlu, teşekkür
ediyorum. Kişisel görüşlerini ifade etmek
üzere, Sayın Tuncay Karaytuğ; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) TUNCAY KARAYTUĞ (Adana) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; 56 ncı cumhuriyet hükümetinin programı üzerinde
kişisel görüşlerimi aktarmak üzere huzurlarınızdayım; bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, 24 Aralık
1995 seçimlerinden sonra oluşan 20 nci Dönem Parlamentosu, çeşitli hükümet
modellerinin tartışmalarıyla çalışmalarını başlatmış ve çok sayıda girişimden
sonra ANAP ile DYP, DSP'nin çekimser tutkalıyla bir araya getirilmesi sağlanmış
ve 53 üncü Hükümetin kuruluşu gerçekleştirilmişti. Kurulan bu ortak Hükümete
rağmen, her iki parti de birbirini acımasızca eleştirmiş ve özellikle,
liderler, birbirlerine kabullenilmesi mümkün olamayacak suçlamalar
yöneltmişlerdi. Sayın Çiller'in mal varlığıyla ilgili iddialarla başlayan,
Tofaş ihalesinin zarflarının konutta açılmasıyla devam eden suçlamalar toplumda
ciddî yankılar uyandırmış, DSP Grubunda, şimdinin Maliye Bakanı Sayın Zekeriya
Temizel konuyu zehir zemberek ifadelerle açıklamış ve bu işin Sayın Çiller'i,
mutlaka Yüce Divana gönderebileceğini ileri sürmüştü. Yine aynı şekilde,
şimdinin Başbakan Yardımcısı Sayın Hikmet Uluğbay, Tansu Çiller'le ilgili (9/4)
esas numaralı mal varlığı soruşturma komisyonunda çok ciddî muhalefet şerhleri
vermiş ve Sayın Çiller'in, Yüce Divanda yargılanması gerektiğinin altını
çizmişti. Bu dönemsellik içerisinde dürüst devlet adamı imajı çizmeye çalışan
Sayın Mesut Yılmaz, "çamurun üzerine oturmam" nidalarıyla ortalıkta
da gezinip durmuştu. Sayın milletvekilleri, 54 üncü
hükümetin gerdiği toplumsal ilişkiler nedeniyle ülkenin içerisine girdiği
darboğazdan çıkılabilmesi amacıyla girişilen 55 inci hükümet arayışlarına,
Cumhuriyet Halk Partisi, hiçbir beklenti içerisinde olmaksızın, bir memur tayini
talebinde dahi bulunmadan katkı vermişti. Sayın Yılmaz, kurulan bu hükümetin,
ülkeyi, 1997 Kasımında erken seçimlere götüreceğini söylemiş, ardından, 1998
Mart ayının daha uygun olacağını ileri sürerek zaman kazanmaya çalışmıştı. Daha sonra, Mesut Yılmaz'ın bu
solo programına Sayın Bülent Ecevit de katılmış "canım, gittiği yere kadar
devam eder; şimdiden hükümete ömür biçmeyelim" diyerek, bir azınlık
hükümeti olduğunu unutturmaya çalışmıştı. Hatta, antrenörlüğünü yaptığı Sayın
Mesut Yılmaz'a da "sen Deniz Baykal'ı bana bırak, ben onu tahrik eder,
zaman kazanırım" demekten de geri durmamıştı. Değerli arkadaşlar, 55 inci
hükümet ve onun başı, kendilerini seçeneksiz göstererek, her türlü fütursuzluğu
mübah gören bir anlayışla hareket etmiştir. Sayın Çiller'i Tofaş ihale
zarflarını evinde açtığı için topa tutan çok parçalı azınlık hükümeti
içerisinde yer alan bazı bakanlar, bir özel örgütlenme anlayışı içerisinde
hareket ederek, bazı işadamlarına imtiyazlar sağlamak amacıyla SİT alanlarını
imara açıp, bu işadamlarını banka ve medya patronluğuna özendirerek,
kendilerini seçimlerden galip çıkartacak formüller üretmekte bir hayli mesafe
katetmişlerdi. 55 inci hükümet, Türkbank skandalı
nedeniyle yıkıldı. Türkbank skandalı ise, Korkmaz Yiğit'e odaklandı. Korkmaz
Yiğit olayının düğüm noktası Türkbank skandalı gibi görünse de, gerçek düğüm
bir başka yerde yatıyor; o da, yine, 55 inci hükümetin Kültür Bakanlığından
geçiyor. Korkmaz Yiğit'in, Türkbank'ın yanı sıra bazı medya kuruluşlarını
almasının asıl nedeni, Çekmece Gölü su havzasında kalan çok büyük arazide
uygulamayı planladığı ve milyarlarca dolarla ifade edilen bir konut projesiydi.
Yiğit, aldığı banka ve medya kuruluşlarıyla, hem bu projenin tanıtımını yapacak
hem de milyarlarca dolarlık para akımını kendi bankası üzerinden
gerçekleştirecekti; ancak, su havzası içinde kalan bu arazi, SİT alanı ilan
edilmişti. İşte, 55 inci hükümetin Kültür Bakanlığı, bu aşamada devreye girdi;
Bakanlık üst düzey bürokratları, SİT alanı ilan eden kurul üzerinde baskı
kurarak, kararın değiştirilmesi için seferber oldu. Ünlü mimar Behruz Çinici,
karşı çıktığı için kurul üyeliğinden alındı, sonunda bu kararın değiştirilmesi
sağlandı. Bölgeyi SİT alanı olmaktan çıkaran karar Bakanlık makamını tatmin
etmedi; çünkü, kararda, nasıl ve kimlerin istekleri üzerine değişiklik
yapıldığı da yazılıyordu. Milyarlarca dolarla ifade edilen böyle bir rant
paylaşımıyla ilgili karar değişikliğinin Bakanlık makamının bilgisi olmadan
değiştirilmesi pek mümkün görünmüyordu. Bu işin organizasyonunda, Bakanla aynı
partide, bir zamanlar garaj operasyonlarıyla ünlenmiş bir partilinin, parti
yöneticisinin de adı anılmadan geçilmiyordu. Bu arada, kaderin şu garip
tecellisine bakın ki, Susurluk'ta bir kamyona çarpan Mercedesten fışkıran
devlet-çete-siyasetçi cerahati, burada, hükümet-çete-işadamı cerahati şeklinde
kendisini göstermiştir. Değerli arkadaşlar, 55 inci
hükümetin özelleştirmeden sorumlu devlet bakanı gibi görev yapan köşk-konut
arası işadamı Kamuran Çörtük, özelleştirme işlerinden sorumlu danışman firma
gibi görev yapan Alaattin Çakıcı, çetelerle koordinasyondan sorumlu devlet
bakanı gibi görev yapan Eyüp Aşık ve "beytülmala el sürdürmem" diyen
Başbakan Mesut Yılmaz, acaba, bu ahlak anlayışlarıyla, iktidarda daha ne kadar
kalabilecekti? Sayın milletvekilleri
"yapacak daha çok işimiz var, acelemiz var" diyen Sayın Mesut
Yılmaz'a buradan sormak istiyorum: Acaba, yapacak işleriniz arasında, daha kaç
banka, kaç televizyon, kaç gazete satışına aracılık etmek vardı? Ya tüm siyasal yaşamını dürüst
siyaset uğruna geçirmiş olan Sayın Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisinden
intikam almak duygusuyla mı Sayın Yılmaz'ın anlattıklarından bir anda tatmin
oldunuz? Ama, iyi huylu tarikatlardan sonra, herhalde, iyi huylu pazarlıklar da
geçerli olmaya başladı. Bu arada, ANAP ile DSP imzalarıyla Tansu Çiller'in
malvarlığının yeniden soruşturulması amacıyla oluşturulan soruşturma
komisyonunda, yine aynı saygın partilerin saygıdeğer milletvekillerinin
oylarıyla, Sayın Çiller'in malvarlığı üzerindeki şaibeler örtülmüştür. Aynı
tutarlılık ve ilkelilik ışığında da Sayın Mesut Yılmaz'ın malvarlığı üzerindeki
şaibeler örtülmüş ve yılların dürüst siyasetçi, devlet adamı Sayın Bülent
Ecevit, artık yeni bir sayfanın açılması gerektiğinden söz etmiştir. Hani, halk
arasında kullanılan "şamdan aklandı, pilav yağlandı" deyimini
çağrıştırırcasına, yeni bir sayfa, Türk siyasî yaşamında açılmış oluyordu. Bu
örtme, aklama operasyonları ve sonrasının mimarı olarak da Sayın Ecevit tarihteki
yerini almış oluyordu. Sayın milletvekilleri, bütün bu
gelişmelerden sonra, Sayın Cumhurbaşkanı, hükümet kurma görevini, artık,
ihaleye fesat karıştırmış olan Sayın Yılmaz'a veremezdi; onun yerine, kendi
namına, Mesut Yılmaz hesabına bir hükümet kurması amacıyla Sayın Ecevit'e
görevi verdi. Bu arada, Sayın Çiller, feryat figan, bu işe karşı çıkıp görevin
kendisine verilmesini istiyordu. Dürüst Ecevit ile uyumdaşı Yılmaz, Sayın
Cumhurbaşkanına, Yalım Erez Başbakanlığında bir hükümete destek vereceklerini
söyleyince, Sayın Demirel de Yalım Erez'e görevi vermiş, görevi güle oynaya
alan Yalım Erez, bu işin üstesinden gelmeye çalışırken, Sayın Çiller, kendisi
gibi, Yüce Divan korkusu içinde yaşayan Mesut Yılmaz'a, boz atlı Hızır misali
yetişerek, her işten sorumlu devlet bakanı aracılığıyla, şapkasından hükümet
formülleri çıkarmakla suçladığı Sayın Ecevit'in azınlık hükümetini
destekleyeceğini söylemişti. Sayın Ecevit, herkesin gözünün içine baka baka
destek vermeyi taahhüt ettiği Yalım Erez'in hükümet kurma işini başaramayacak
gibi göründüğünü söyleyip "bir iktidar uğruna ya Rab ne güneşler
batıyor" dedirtircesine bu teklifi kabul etmiştir. Sayın Çiller, Sayın Bülent
Ecevit'le yaptığı görüşmeden sonra çıktığı basın toplantısında, Millî Eğitim
Bakanı Sayın Hikmet Uluğbay'la ilgili, ses tonundan da anlaşılacağı üzre,
hassasiyetini dile getirmiş; ama, Sayın Bülent Ecevit, böyle bir hassasiyetin
olmadığını, böyle bir talebin olmadığını defalarca söylemiştir. Herhalde, Sayın
Ecevit, görmek istemediği, duymak istemediği konularda tüm duyu organlarını
kapatıyor. Sayın milletvekilleri,
tencere-kapak misali oluşan bu Hükümetten beklediğimiz, sadece, ülkemizi
seçimlere zamanında ve tartışmamız bir biçimde götürmesidir. Bu konuda başarılı
olmasını diliyoruz; ama, güvenmiyoruz. Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Karaytuğ, teşekkür
ediyorum. KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY
(İçel) – Sayın Başkan... BAŞKAN – Kültür Bakanı Sayın
Talay, buyurun. KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY
(İçel) – Sayın Karaytuğ'un konuşmasıyla ilgili görüşlerimi açıklamak için söz
alabilir miyim? BAŞKAN – Böyle bir usulümüz yok;
ama, bir sataşmadan söz ediyorsanız, hangi sözlerle sataştığını bana ifade
ediniz. KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY
(İçel) – SİT alanlarıyla ilgili ve "Kültür Bakanı" diyerek beni
kasteden konuşmasından dolayı... BAŞKAN – Efendim, o, Hükümet
Programına karşı bir görüştür. Rica edeyim ben... Olsa veririm Sayın Talay. Sayın milletvekilleri, bu suretle
görüşmelerimiz tamamlandı. Başbakan Sayın Bülent Ecevit
tarafından kurulan Bakanlar Kurulu hakkında güvenoylaması yapmak için... KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY
(İçel) – Sayın Başkanım, söz vermediniz; ama, yerimden birkaç cümleyle
düşüncelerimi... BAŞKAN – Sayın Talay, anlıyorum;
buyurun efendim. KÜLTÜR BAKANI M. İSTEMİHAN TALAY
(İçel) – Bu konuları, Sayın Deniz Baykal ve Sayın Adnan Keskin de dile
getirdiler. Kendilerine mahkemede dava açarak bunu ispat hakkını ileri sürdüm.
Aynı şekilde, Plan ve Bütçe Komisyonunda, Sayın Karaytuğ'un da bulunduğu bir
ortamda bütün bu konuları detayıyla açıkladım. Yaptığım açıklamada,
Küçükçekmece'deki SİT kararının, 1995 yılında alındığını, bir yıl, Ankara'da
Kültür Bakanlığında bekletildikten sonra, Sayın Fikri Sağlar döneminde bunun
iade edildiğini belirttim ve 1998 yılının 12 Mart tarihinde, bu kararın yeniden
alınıp Ankara'ya gönderilmesi üzerine, gerek Millî Savunma Bakanlığının gerek
Toplu Konut İdaresi Başkanlığının, bakanların bizzat yazdığı yazılarla, 350
kilometrekarelik bir alanın, hiçbir inceleme ve ayırım yapılmadan, genel olarak
SİT alanı yapılmasından dolayı, çok büyük haksızlıkların ortaya çıktığı ifade
edildiğinden dolayı, bu kararın ilamını bir süre beklettim. Bu geniş alan
içerisinde kimin arsası var, kimin yeri var, bu bizim hesabımızda değildir. Son
aldığımız kararla da, yetkiyi, tamamen kurumlara bıraktık ve istediği yeri,
istediği şekilde SİT alanı yapma hakkını, artık, kurumlar kullanabilecektir. BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür
ediyorum efendim. Sayın milletvekilleri, Başbakan
Sayın Bülent Ecevit tarafından kurulan Bakanlar Kurulu hakkında güven
oylamasını yapmak için, 17 Ocak 1999 Pazar günü saat 11.00'de toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorken, idrak edeceğimiz mübarek Ramazan Bayramının, Yüce Heyetinize
ve ulusumuza hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyor, hepimizin
ve hepinizin bayramını tebrik ediyorum. Kapanma Saati : 16.58 BİRLEŞİM 43’ÜN SONU |
|