Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 20 CİLT : 68 YASAMA YILI : 4

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

38 inci Birleşim

29. 12 . 1998 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. — GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. — GELEN KÂĞITLAR

III. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

1.—Erzurum Milletvekili Aslan Polat’ın, Doğu Anadoluda kış turizminde karşılaşılan problemler ve kış turizmindeki gelişme olanaklarına ilişkin gündemdışı konuşması

2. — Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya’nın, sınır ticareti muvacehesinde İran’dan elma ithal edildiğine, bunun da ülkemizdeki elma üreticilerini çok büyük sıkıntıya düşürdüğüne ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Rifat Serdaroğlu’nun cevabı

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. —İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş ve 20 arkadaşının, mevzuata aykırı şekilde yapılan telefon dinleme olaylarının kimler tarafından, ne zaman ve nasıl yapıldığının saptanması ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/304)

C)TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. —Romanya’ya resmî ziyarette bulunan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e refakat eden heyete katılan milletvekilline ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1859)

IV.—ÖNERİLER

A)DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1.—786 sıra sayılı 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeleri Kanunlaşıncaya kadar Devlet Harcamalarının Yapılmasına ve Devlet Gelirlerinin Tahsiline Yetki Verilmesine Dair Kanun Tasarısının gündemdeki yerine ve gündemin 4 üncü sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

2.— 30.12.1998 Çarşamba ve 31.12.1998 Perşembe günleri Genel Kurul çalışmalarının yapılmamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

V.—GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A)GÖRÜŞMELER

1.—İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 13 arkadaşı, Zonguldak Milletvekili Necmettin Aydın ve 19 arkadaşı, Konya Milletvekili Veysel Candan ve 12 arkadaşı, Kocaeli Milletvekili Necati Çelik ve 23 arkadaşı, Kütahya Milletvekili Emin Karaa ve 22 arkadaşı, İzmir Milletvekili Işın Çelebi ve 25 arkadaşı, Zonguldak Milletvekili Tahsin Boray Baycık ve 22 arkadaşı ile Hatay Milletvekili Fuat Çay ve 25 arkadaşının, özelleştirme uygulamalarıyla ilgili usulusüzlük ve yolsuzluk iddialarını araştırarak alınması gereken tedbirleri tespit etmek amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve (10/19, 29, 40, 88, 98, 127, 150, 166) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu (S. Sayısı :743)

VI. —KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.—Kütahya Milletvekili Mustafa Kalemli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Tansu Çiller, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile 292 milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83 üncü Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/676) (S. Sayısı :232)

2. —1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeleri Kanunlaşıncaya Kadar Devlet Harcamalarının Yapılmasına ve Devlet Gelirlerinin Tahsiline Yetki Verilmesine Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/860) (S. Sayısı :786)

VII. —SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.—DSPGrup Başkanvekili Sinop Milletvekili Metin Bostancıoğlu’nun, Adana Milletvekili İ. Ertan Yülek’in partisine sataşması nedeniyle konuşması

VIII.—SORULAR VE CEVAPLAR

A)YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.—Şırnak Milletvekili Bayar Ökten’in, TELEKOM’a alınan personele ilişkin sorusu ve Başbakan Mesut Yılmaz’ın yazılı cevabı (7/6540)

2.—Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün, Balıkesir Sosyal Hizmetler İl Müdürünün başka bir ile atanmasının nedenine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin yazılı cevabı (7/6558)

3. —Aksaray Milletvekili Sadi Somuncuoğlu’nun, bazı kuruluşlar tarafından düzenlenen Demokratik Eğitim Kurultayında yapılan konuşmaları içeren kitabın incelenip incelenmediğine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın yazılı cevabı (7/6561)

4. —Mardin Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, öğrenci taşıma servislerine ödenecek paralara ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın yazılı cevabı (7/6562)

5.—Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, Turkcell ve Telsim ile yapılan Gelir Paylaşımı Sözleşmesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Ulaştırma Bakanı Arif Ahmet Denizolgun’un yazılı cevabı (7/6568)

6.—Hatay Milletvekili Süleyman Metin Kalkan’ın, TRT ve Anadolu Ajansında yapılan atamalara ve çalışan personel sayısına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Cavit Kavak’ın yazılı cevabı (7/6576)

7.—İstanbul Milletvekili Azmi Ateş’in, üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağına ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın yazılı cevabı (7/6604)

8. —İçel Milletvekili D. Fikri Sağlar’ın, Güneydoğuda bozulmuş BCG aşısı kullanıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Halil İbrahim Özsoy’un yazılı cevabı (7/6607)

9.—Ağrı Milletvekili M. Sıddık Altay’ın;

—Ağrı Havaalanı pistinin uzatılması projesinin 1999 yılı programına alınıp alınmayacağına,

—THY uçuş filosunda bulunan uçaklardan birine “Ağrı” adının verilip verilmeyeceğine,

İlişkin soruları ve Ulaştırma Bakanı Arif Ahmet Denizolgun’un yazılı cevabı (7/6610, 6611)

10.—Ağrı Milletvekili M. Sıddık Altay’ın, TBMM’nin 20 nci Dönem yasama ve denetim faaliyetlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (8/6636)

I. —GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açıldı.

Tekirdağ Milletvekili Fevzi Aytekin’in, Kubilay’ın Menemen’de şehit edilişinin 68 inci Yıldönümü münasebetiyle gündemdışı konuşmasına, Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay,

Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, GAP’ın ülke ekonomisine etkileri ve bu projenin devamı için önümüzdeki bütçelere gerekli kaynakların konulmasına ilişkin gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı Mehmet Salih Yıldırım,

Gaziantep Milletvekili Mehmet Bedri İncetahtacı’nın, Antep fıstığında kanserojen madde bulunduğuna dair yapılan spekülasyonlara ilişkin gündemdışı konuşmasına, Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa Rüştü Taşar,

Cevap verdiler.

Bakanlar Kurulunun yeniden teşkili için, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 109 uncu maddesi uyarınca, Muğla Milletvekili E. Yalım Erez’in görevlendirildiğine, seçilecek bakanların atanmaları yapıldıktan sonra, Bakanlar Kurulu listesinin ayrıca gönderileceğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi,

Başbakanlığın :

TBMM İçtüzüğünün 78 inci maddesine göre, Genel kurul ve komisyonlarda bulunan tasarılardan bazılarının görüşülmesine devam edilmesine ilişkin tezkereleri ile,

Bazılarının görüşülmesine devam edilmesine dair ilgi yazının işlemden kaldırılmasına ilişkin tezkeresi,

(9/31) esas numaralı Soruşturma Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimine ilişkin tezkeresi,

İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in (9/29),

Afyon Milletvekili Yaman Törüner’in (9/31),

Esas numaralı Soruşturma Komisyonları üyeliklerinden çekildiklerine ilişkin önergeleri,

Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Genel Kurulun 29.12.1998 Salı günkü birleşiminin saat 13.00’te başlamasının ve bu birleşimide sözlü sorular ile denetim konularının görüşülmeyerek, kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Danışma Kurulu önerisi ile,

Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin 31.12.1998 tarihinden itibaren altı ay süre ile uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi, yapılan görüşmelerden sonra,

Kabul edildi.

Gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında bulunan (10/19, 29, 40, 88, 98, 127, 150, 166) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporunun (S. Sayısı :743) görüşmeleri, Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından ertelendi.

(9/33) ve (9/34) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonlarına, siyasî parti gruplarının güçleri oranında verebilecekleri üye sayısının 3 katı olarak gösterdikleri adaylar arasından adçekmek suretiyle üye seçimi yapıldı; başkanlıkça, komisyonların başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yapmak üzere toplanacakları gün, saat ve yere ilişkin duyuruda bulunuldu.

Grupların da mutabakatıyla, özelleştirme uygulamalarıyla ilgili Meclis araştırması komisyonunun 743 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşmeyi yapmak ve alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 29 Aralık 1998 Salı günü saat 13.00’te toplanmak üzere, Birleşime 17.11’de son verildi.

Uluç Gürkan

Başkanvekili

Ünal Yaşar Haluk Yıldız

Gaziantep Kastamonu

Kâtip Üye Kâtip Üye

 

II.—GELEN KÂĞITLAR

25.12.1998 CUMA No. :47

Rapor

1. — 1999 Mali Yılı Genel ve Katma Bütçeleri Kanunlaşıncaya Kadar Devlet Harcamalarının Yapılmasına ve Devlet Gelirlerinin Tahsiline Yetki Verilmesine Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/860) (S. Sayısı: 786) (Dağıtma tarihi : 25.12.1998) (GÜNDEME)

28.12.1998 Pazartesi

Yazılı Soru Önergeleri No. :48

1. — Mardin Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, Emlak Menkul Değerler tarafından Başbakanlık emrine tahsis edilmek üzere araç satın alındığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6667) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.12.1998)

2. — Çankırı Milletvekili İsmail Coşar’ın, TBMM’nin 20 nci yasama dönemindeki faaliyetlerine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/6668) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.12.1998)

3. — Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, İstanbul eski belediye başkanının posterini dükkânına asan bir şahsın mahkûm edildiği yolundaki habere ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/6669) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.12.1998)

4. — İzmir Milletvekili Metin Öney’in, Devlet birimlerince veya bunların dışındaki kişilerce dinlenen telefonların kasetlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/6670) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

5. — Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, İlkokulu üç yıl önce bitiren çocukların altıncı sınıfa kayıtlarının yapılmadığı iddiasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6671) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

6. — Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Konya-Akşehir İlçesi Savaş Köyünde bulunan tarihî bir hamama ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/6672) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.12.1998)

7. — Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Konya-Akşehir Yayla Kasabası sağlık evinin personel ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/6673) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

8. — Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Balıkesir-Kütahya arası posta treninin Soma’dan geçip geçmeyeceğine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/6674) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

9. — Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın, Bursa Valisinin İmam Hatip Lisesi öğretmen, öğrenci ve velileri üzerinde baskı uyguladığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6675) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

10. — Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Konya-Kadınhanı İlçesi Hacı Mehmetli Köyü Sağlık Evinin ne zaman hizmete açılacağına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/6676) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

11. — Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Konya yöresindeki pancar üreticilerinin ürünlerine ucuz fiyat uygulandığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6677) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

12. — Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Konya-Akşehir İlçesi Karabulut Köyü çiftçilerinin sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6678) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

13. — Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Konya-Akşehir İlçesi Engilli Köyü yoluna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6679) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

14. — Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, TÜMTİS ‘in aranmasına ve bazı yöneticilerinin gözaltına alınmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6680) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

15. — Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, Meriç Deltasındaki Gala Gölü’nün korunmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6681) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

16. — Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, TÜREV’in faaliyetlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6682) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

17. — Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, Muğla Erkek Öğrenci Yurduna ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6683) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

18. — Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, Eğitime Katkı Payı Fonu’nda biriken paraların nerelerde kullanıldığına ve denetimine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6684) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

19. — Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, pamuk üreticilerinin sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6685) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

20. — Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, Kars SSK Hastanesinin doktor ve hizmetli ihtiyacına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/6686) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

21. — Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, edebiyat fakültelerinden lisans diploması alan öğrencilerin lise öğretmeni olmalarını engelleyen bir Y.Ö.K.kararına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6687) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

22. — Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, İdil Kültür Merkezi’nin kurucusuna gözaltında işkence yapıldığı iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/6688) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

23. — Bursa Milletvekili Turhan Tayan’ın, zeytin bedellerinin ne zaman ödeneceğine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/6689) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1998)

29.12.1998 Salı

Tasarı No. : 49

1. — Balkan Ticareti Geliştirme Bölge Merkezi Kuruluş Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/862) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1998)

Sözlü Soru Önergesi

1. — Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, Berlin’de düzenlenen Türk Kültürünü Tanıtma etkinliklerine katılan sanatçılara ilişkin Kültür Bakanından sözlü soru önergesi (6/1252) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1998)

Yazılı Soru Önergeleri

1. — Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, kısa dönem dövizle askerlik yapan kişilere ilişkin Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/6690) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.12.1998)

2. — Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, üniversitelerden ilişiği kesilen öğretim üyelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6691)(Başkanlığa geliş tarihi : 22.12.1998)

3.— Erzincan Milletvekili Naci Terzi’nin, gözaltındaki bir işadamına işkence yapıldığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/6692)(Başkanlığa geliş tarihi : 22.12.1998)

4.— Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, yeni hizmete açılan okullara ve taşımalı eğitim uygulamasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6693) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

5. — Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, Almanya-Berlin’de düzenlenen Türk Kültürünü Tanıtma etkinliklerine ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/6694)(Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

6. — Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Konya-Akşehir-Polatlı karayolunda Karabulut Köyü civarında meydana gelen kazalara ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/6695)(Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

7. – Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, Erzincan İlinde yatırım programında yer alan yol projelerine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/6696) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1998)

8.— Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün, doktorların çalışma şartlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/6697)(Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1998)

9. — Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, başörtüsü nedeniyle idare aleyhine açılan davalara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/6698)(Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1998)

10. – Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, Bursa Valisinin yayımladığı başörtüsü yasağı ile ilgili genelgeye ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/6699)(Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1998)

11.— Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, üretim ve pazar kapasitesinin artırılmasına yönelik önlemlere ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/6700) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1998)

12.— Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, açılmış olan memur sınavının iptal edilip edilmediğine ilişkin Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/6701)(Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1998)

13. — Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, Başbakanlık Merkez Teşkilatında istisnaî kadrolara atanan kişilere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6702)(Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1998)

14. — Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, üniversitelerde yaşanan olaylara karşı alınan tedbirlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6703)(Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1998)

15. — Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Yozgat-Boğazlıyan-Uzunlu kasabasında bir şahsa ait arazilerin tapularının verilmemesinin nedenine ilişkin Devlet Bakanından (Işılay Saygın) yazılı soru önergesi (7/6704)(Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1998)

16. — Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Yüksek Askerî Şûra kararlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6705)(Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1998)

17.— Konya Milletvekili Hasan Hüseyin Öz’ün, R.T.Ü.K. tarafından iptal edilen yerel televizyonların frekans ihalelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6706) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1998)

18.— İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, ITU’ın Türkiye’ye ayırdığı uydu yörüngelerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/6707)(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1998)

19.— Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, İstanbul Üniversitesi ve Y.Ö.K. hesaplarının bulunduğu bankalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6708) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1998)

20.— Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün, et, kasaplık hayvan, peynir ve tereyağı ithaliyle ilgili kararnameye ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/6709)(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1998)

21.— İçel Milletvekili Saffet Benli’nin, Samsun-Ankara karayolunda meydana gelen kazalara karşı alınacak tedbirlere ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/6710)(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1998)

22. — Mardin Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, Meksika’daki Büyükelçiliğimizde meydana gelen yolsuzluklar hakkında yapılan işlemlere ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/6711)(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1998)

23. — Mardin Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, BOTAŞ’ın mavi akım projesine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/6712)(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1998)

24. — Erzincan Milletvekili Mustafa Yıldız’ın, Erzincan’da okulların çalışma saatlerinin iftar saatine göre ayarlandığı iddiasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6713)(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1998)

Meclis Araştırması Önergesi

1. — İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş ve 20 arkadaşının, mevzuata aykırı bir şekilde yapılan telefon dinleme olaylarının kimler tarafından ne zaman ve nasıl yapıldığının saptanması ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/304) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1998)

Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri

1.— Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin’in, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünde çalışan mevsimlik işçilere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/6533)

2.— Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün, Sıvas Demir Çelik İşletmesi A.Ş.’nin özelleştirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6536)

3.— Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş’ın, Devlet veya Vakıf yüksek öğretim kurumlarındaki öğretim elemanlarının ve öğrencilerin sayısına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6537)

4.— Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş’ın, Trabzon Kalkınma Vakfının faaliyetlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6539)

5.— Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Abdullah Öcalan’ın devlet bursu alıp almadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6542)

6.— Erzincan Milletvekili Naci Terzi’nin, G.Ü. Mühendislik- Mimarlık Fakültesinde bir araştırma görevlisinin verdiği dilekçelerin işleme konulmadığı iddiasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6543)

7.— Diyarbakır Milletvekili Yakup Hatipoğlu’nun, Diyarbakır Alatosun beldesinin doktor, sağlık elemanı, derslik ve öğretmen ihtiyacına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6546)

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 13.00

29 Aralık 1998 Salı

BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ

KÂTİP ÜYELER : Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Abdulhaluk MUTLU (Bitlis)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 38 inci Birleşimini açıyorum.

Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; çalışmalarımıza başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz verdim.

"Sınır ticareti muvacehesinde, İran'dan elma ithal edildiği görülmektedir. Bu, ülkemizdeki üreticileri çok büyük sıkıntıya düşürmektedir. Elma ithalatıyla ilgili, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda gündemdışı konuşmak istiyorum" diye talepte bulunan, Denizli Milletvekili Sayın Gözlükaya'yı davet edeceğim.

Sayın Gözlükaya?.. Yok.

III. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

1.—Erzurum Milletvekili Aslan Polat’ın, Doğu Anadolu’da kış turizminde karşılaşılan problemler ve kış turizmindeki gelişme olanaklarına ilişkin gündemdışı konuşması

BAŞKAN – Gündemdışı söz, Doğu Anadolu'da kış turizminde karşılaşılan problemler ve kış turizmindeki gelişme olanakları konusunda söz isteyen, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat'a verilmiştir.

Buyurun Sayın Polat. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğu Anadolu'da kış turizmi ve gelişme olanakları konusunda gündemdışı söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Ekonomik ve sosyal yönlerine ülke geneli açısından bakıldığında, net olarak negatif yönleri ağır basan bu bölge, 2 bin ilâ 3 bin metre yükseklikteki konumu, dağları, yaylaları, uzun süren kış şartlarıyla, kış turizminin gelişmesine son derece elverişli bir coğrafî yapıya sahiptir.

Erzurum-Palandöken, Kars-Sarıkamış, Bitlis-Altınkanbur ve Bingöl-Kurucadağ olmak üzere, 4 bölgede kayak spor merkezi mevcuttur.

Kalkınma planı hedeflerine uygun olarak, Devlet Planlama Teşkilatı tarafından, 1993 yılında, Erzurum–Palandöken kış sporları merkezi ve turizm master planı çalışması yaptırılmış ve uygulamaya konulmuştur. Master plana göre, önümüzdeki on yılı aşkın süre içerisinde, aşamalı olarak yapılacak yatırımlarla, Palandöken, bir uluslararası kış sporları ve turizm merkezi olabilecektir.

Kış turizmi, turizm pazarlarında gittikçe artan oranda talep edilen turizm türleri arasında bulunmaktadır. Kış turizminde, tatil imkânlarını değerlendirmek isteyen çeşitli yaş gruplarından insanlar, kısa sürede ulaşabilecekleri kış turizm merkezlerine yönelmektedirler.

Konaklama, ulaşım, iletişim gibi altyapı hizmetlerinin, kış koşullarında sürekli ve kullanıma hazır tutulması gerektiği gibi, özellikle kayak pistleri, telesiyej ve teleski imkânlarının sağlanması ve kalitesinin de yüksek tutulması gerekmektedir.

Kış turizmi, odağında kayak sporunun bulunduğu bir turizm olup, kayağa uygun, kaliteli karın varlığı ve karın uzun bir süre yerde kalması da, kış turizmi açısından oldukça önemlidir.

Doğu Anadolu Bölgemiz, kışın, dört ilâ altı ay süreyle karlarla kaplı kalmaktadır. Bu süre, esasen, geleneksel yaz mevsimi turizm türlerinin süresine de eşittir.

Turizm sektörünün bir özelliği de, genellikle maddî yönden güçlü olan kişilerin yaptığı harcamaların orta ve düşük gelir grubunda olan kimselere gitmesiyle sosyal dengenin tesisine önemli katkıda bulunması; yine, pratik bir kural olarak, gecelemeli veya gecelemesiz yapılan turizm harcamalarının yaklaşık yüzde 50'sinin bölge halkına gelir olarak yansıdığı da kabul edilmektedir.

Turizm sektörü, turistik ihtiyaçların karşılanmasında ekonominin bütün sektörlerinden yararlandığı gibi, bazı sanayi kollarını içine almakta, bazılarına kendi ihtiyaçlarına göre şekil vermekte, bir kısmını da yeniden meydana getirmektedir.

Ülkemizde, şu an, kayak merkezlerinde 5 bin yatak arzı bulunmakta, planlaması süren 25 bin yatakla, bu sayının 30 bine yüksetilmesi öngörülmektedir. Mevcut yatak arzının yüzde 20'si bu bölgede olmasına rağmen, planlanan yatak arzının yüzde 60'ı bu bölgede gerçekleştirilecektir.

Ülkemizde mevcut 17 kayak merkezinde 13 başarı faktörü üzerinden yapılan değerlendirme sonuçlarına göre; birinci sırada 22 puanla Uludağ, ikinci sırada 17 puanla Palandöken, dördüncü sırada da 14 puanla Sarıkamış gelmekteydi; fakat, en son, 1998 yılında, yeniden, yerinde yapılan değerlendirmeler neticesinde, 13 başarı faktörü üzerinden yapılan değerlendirmelerde, birincinin Sarıkamış (28 puan), ikincinin Palandöken (27 puan), üçüncünün de Eciyes (24 puan) olarak sıralandıkları görülmektedir.

Bu bölgelerden Palandöken kış turizm merkezi; Erzurum Havaalanına yalnız 6 kilometre mesafede olması; işletmeye açık olan 630 yataklı beş yıldızlı oteline ilave olarak, 400 yataklı ikinci bir otelin bu yıl işletmeye açılmış olmasıyla 1 030 yatak arzına sahip olması; ayrıca, takriben 40 milyon dolar harcanarak bitirilmesi planlanan, 700 yataklı, beş yıldızlı üçüncü otelin de gelecek yıl hizmete girecek olması; yine, bu yıl hizmete açılan, saatte 1 500 kişi taşıma kapasitesini haiz gondol lifti, 4 telesiyej, 1 teleski ile 5 600 kişi/saatlik mekanik tesisleriyle, şu an dahi ülkemizin en önemli kış turizm merkezi olmuştur; fakat, bu bölgenin çok önemli sorunları da mevcuttur:

1 - Mevcut askerî havaalanına ilave olarak yapılan, 4 trilyon 329 milyar TL keşif bedelli yeni sivil havaalanı terminal binasının bir an önce bitirilerek hizmete açılması ve havaalanının, kışın her türlü hava şartlarında inişe açık hale getirilmesi.

2 - Mevcut Erzurum (Hınıs) Boğazında planlanan hedefe ulaşıldığı için, takriben 10 kilometre batısında bulunan Konaklı bölgesinin kış turizmine açılması gerekmektedir. Bu bölgede 14 adet otel tahsis alanı mevcut olup, bunlardan 5 adedinin tahsisi yapılmış, gerisi de yapılacakken, Akdeniz Bölgesindeki turizm alanlarındaki dağıtıma yapılan itiraz üzerine, tüm Türkiye'deki turizm alanlarıyla beraber bu bölgedeki tahsis işlemi de durmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, süreniz bitti; size 1 dakika eksüre veriyorum; yalnız, uzatmayacağım sürenizi.

Buyurun.

ASLAN POLAT (Devamla) – Fakat, unutulmamalıdır ki, bu bölgede arazi ihalesi mümkün olmayıp, ancak tahsisle verilebilmektedir.

Ayrıca, bu bölgeye altyapı ödeneği olarak 1998 yılında tahsis edilen 400 milyar TL'nin ancak 50 milyar TL'sinin gönderilmiş olması da bölgede üzüntüyle karşılanmıştır. Yine de, Özel İdare Müdürlüğü ve diğer kamu teşkilatlarının çalışmalarıyla, büyük bir özveriyle, yol, su, elektrik gibi altyapı tesislerinde önemli bir gelişme sağlanmış; fakat, mekanik tesisler tüm otellerin katılımıyla müştereken yapılacağı için, tüm tahsisler yapılmadan bu altyapı tesislerine başlanamamaktadır. Onun için, bu otel tahsislerinin acilen yapılması ve baharla beraber inşaatlara başlanması şarttır. Ayrıca, çıkarılan teşvik kanununun bu bölgede yeterli işlerlik kazanabilmesi için, olağanüstü hal bölgelerinde sanayide uygulanan yüzde 50 elektrik indirimi, Doğu Anadolu'nun tümünde, sanayi ve turizm alanında acil olarak uygulamaya konulmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Polat; süreniz bitti. Bugün, programımız biraz yoğun; ancak 1 dakika eksüre verebildim.

ASLAN POLAT (Devamla) – Peki efendim.

Saygılarımı sunarım.

2. — Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya’nın, sınır ticareti muvacehesinde İran’dan elma ithal edildiğine, bunun da ülkemizdeki elma üreticilerini çok büyük sıkıntıya düşürdüğüne ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Rifat Serdaroğlu’nun cevabı

BAŞKAN – Sayın Gözlükaya yoktu; şimdi geldiler. Sayın Gözlükaya, elma ithalatıyla ilgili konuşma yapacaktır.

Buyurun.

Süreniz 5 dakikadır.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elmacının sorunlarıyla ilgili gündemdışı söz aldım; Sayın Başkana teşekkür ediyorum, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bildiğiniz üzere, Türkiye'de, tarım ürünleri içerisinde, elma, gerçekten, çok olan, son yıllarda da üretimi gittikçe artan bir ürünümüz. Yalnız, geçen yıl, ne acı ki, elma üreticilerimiz, İran'dan sınır ticareti sebebiyle ve Arjantin'den ithal edilen elma sebebiyle büyük zarara uğramışlardır. O günlerde 40-50 bin liraya mal olan elma, maalesef, 20 bin liraya alıcı bulamamış; hatta, bazı elmacılar, bunu, çöplüğe atmak, bazıları da hayvan yemi olarak satmak, kullanmak durumunda kalmışlardır ki, bunların fiyatları da 10 bin liraya kadar düşmüş; elmacılar, çok büyük zarara uğramışlardır.

Bu sene de, maliyeti 90 bin lira civarında olan elma, ekim ayında, süper elma 150 bin, birinci kalite elma 120 bin ve ikinci kalite elma 100 bin liradan alıcı bulurken, maalesef, iki aydan bu yana, elma alıcıları, tüccarlar dahi bu bölgelere -Denizli, elma üretiminde önde gelen illerimizden, özellikle Çivril İlçemiz elmacılıkla geçinen bölgelerimizden birisidir- gelmez olmuşlardır ve 90-100 bin liraya mal olan elmanın 100 bin liraya ancak alıcı bulabildiği belirtilmektedir, görülmektedir. Sebebini araştırdığımızda, olayın, tamamen, sınır ticareti muvacehesinde İran'dan elma gelmekte olduğunu, bunun bir kısmının, fabrikaların konsantre için evvelce yaptıkları anlaşmalar gereği geldiği; ama, konsantre miktarında birtakım aşmalar olduğunu bilerek, bunun iç tüketimde de kullanılacak şekilde piyasaya çok miktarda sürüldüğü ve bu bakımdan, Türk elmasının fiyatlarının düştüğü belirtilmektedir; görülmektedir. Bu bakımdan gündemdışı söz aldım.

Biz biliyoruz ki, 55 inci Hükümet çiftçiye şaşı bakar. Geçen yıl şaşı bakmıştır; üzümcüler, elmacılar, pamukçular -özellikle pamukçular- çok büyük mağduriyete uğramışlardır; keza, tütüncüler, istedikleri zaman paralarını alamamışlardır; ama, giderayak, istirham ediyoruz, diğer çiftçilerimiz yaşadı, elmacılarımız geçen seneki ıstırabı yaşamasınlar. Pamukçumuz halen bu ıstırabı yaşıyor; 200 bin liradan piyasa açıldı, 110 bin liraya pamuk satılacak; fakat, depolarda pamuk bekliyor. Bu bakımdan, en azından elmacımız bu zarara tekrar girmesin. Geçen yıla nazaran üretimimizde de büyük düşüşler vardır.

Hükümet indinde, gümrükten sorumlu Devlet Bakanımız Sayın Rifat Serdaroğlu'yla şifahî görüştük; ilgilendiler; kendisine teşekkür ediyorum; sanıyorum biraz sonra da burada geniş bir açıklama yapacaklar; fakat, şunu belirtmek istiyoruz ki; elma ve diğer ürünlerle ilgili sınır ticaretinin suiistimal edilmemesi ve gerçekten, geçimini elma veya diğer ürünlerden sağlayan insanlarımızın, vatandaşlarımızın hayatiyetlerini devam ettirebilmeleri gerekmektedir. Hükümetten ve ilgili bakanlardan ilgi bekliyoruz, tedbir bekliyoruz.

Bu duygularla, Yüce Meclise saygılar sunuyorum; teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gözlükaya.

Gündemdışı konuşmaya Sayın Rifat Serdaroğlu cevap vereceklerdir.

Buyurun.

DEVLET BAKANI RİFAT SERDAROĞLU (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Gözlükaya'nın ifade ettiği gibi, geçen hafta sonu kendisiyle görüştük; konuyu inceledik. Şimdi bilgileri arz ediyorum.

1998 yılının ekim ayının sonuna kadar, Esendere Gümrük Müdürlüğünden 86 ton, Gürbulak Gümrük Müdürlüğünden 104 ton olmak üzere, toplam 190 ton elma, sınır ticareti kapsamında getirilmiş. Yaklaşık on onbir aylık bir sürede 190 ton elma... Bu, gerçekten, o ilin ihtiyaçlarına yeterli olan bir rakam. Yani, sınır ticareti kapsamında olması gereken kadar bir ithalat yapılmış; fakat, kasım ve aralık aylarında -aralık ayının 25'ine kadar aldığımız rakamlarda; ki, Sayın Gözlükaya'yı doğruluyor- yaklaşık 1 500 ton civarında elma, sınır ticareti kapsamında, Türkiye'ye ithal edilmiş.

Konuyu sınır valilerimizle görüştük. Yaklaşık dört gündür bu görüşmelerimiz devam ediyor. Sadece bir ilimizde 3 800 tonluk uygunluk belgesi verilmiş. Bu, tabiî, o sınır ilimizde yaşayan bütün vatandaşlarımızın, orada, sabah, öğle, akşam elma yeseler dahi tüketemeyecekleri kadar çok ciddî bir oran. Bu, elbette ki, bizim elma üreticilerimizi fevkalade rahatsız eden, onların ekonomik açıdan kaybına sebep olan bir olay.

Sınır ticaretine, 55 inci cumhuriyet hükümeti olarak, sınırdaki vilayetlerimizin ihtiyaçlarına cevap verecek ölçüde olumlu bakıyoruz; ama, onun ötesinde, elbette ki, kendi üreticimizi korumak, Hükümet olarak birinci derecede görevimizdir. Bu açıdan, konuda esas yetkili olan, Dış Ticaret Müsteşarlığının bağlı olduğu Devlet Bakanlığıdır. İlgili Bakan arkadaşımız Sayın Çelebi ile bu konuda uzun görüşmeler yaptık. Bugünkü tarih itibariyle bütün sınır valilerimize şöyle bir yazılı talimat gitti; bunu, Sayın Gözlükaya'ya da arz edeceğim: "İşbu yazımız tarihinden itibaren -bugünkü tarih itibariyle- sınır ticareti yoluyla elma ithalatı için uygunluk belgesi düzenlenmemesi ve valiliklerince daha önce düzenlenmiş belgeler kapsamında söz konusu ürünün fiilî ithaline izin verilmemesi" hususu, talimat olarak bütün valilere verilmiştir. Yani, bu 1 500 tonun bakiyesi olan, uygunluk belgesi verilmiş elma da girmeyecek Türkiye'ye. Üreticimiz, böylelikle zarara uğramamış olacak.

Gerçekten, haklı ikazı için, Sayın Gözlükaya'ya çok teşekkür ediyorum; bu konuda ikazda bulunan diğer milletvekili arkadaşlarıma da teşekkür ediyorum.

55 inci cumhuriyet hükümetinin çiftçiye şaşı baktığını ifade etti Sayın Gözlükaya; katılmak mümkün değil; görme bozukluğu olanlar 55 inci cumhuriyet hükümetine şaşı bakıyor; onu kabul edebilirim.

Tekrar teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Gündemdışı konuşma cevaplandırılmıştır.

Gündemdışı üçüncü söz "55 inci Hükümet, 29 Kasım 1998 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla, Slovak ve Çek Cumhuriyetlerinden canlı hayvan ve hayvan ürünleri ithalini gerçekleştirecek yönde karar almıştır. Bu karar, başta Doğu Anadolu olmak üzere tüm Türkiye'yi hayvancılık yönünden olumsuz yönde etkileyecektir; hayvancılığa, daha önce de olduğu gibi, büyük darbe vuracaktır. Bu konu ve Ardahan İlimizde mazot ithalinin serbest bırakılması konusunda gündemdışı söz istiyorum" diye talepte bulunan Ardahan Milletvekili Sayın Saffet Kaya'ya verilmiştir.

Sayın Kaya?.. Yok.

Sayın Kaya, herhalde bugün de mesainin 15.00'te başlayacağını zannettiği için, gelememiştir.

Bu itibarla, gündemdışı konuşmalar bitmiştir.

Bir araştırma önergesi vardır; okutuyorum:

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. —İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş ve 20 arkadaşının, mevzuata aykırı şekilde yapılan telefon dinleme olaylarının kimler tarafından, ne zaman ve nasıl yapıldığının saptanması ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/304)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

1982 Anayasasının 22 nci maddesi, haberleşme özgürlüğünü tanımış ve güvence altına almıştır.

22 nci maddeye göre "herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır."

Haberleşme özgürlüğünün sınırları vardır ve bu sınırlar da aynı maddede belirlenmiştir. "Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça, engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir."

Anayasanın bu hükmüne göre, "özel hayatın gizliliği" çerçevesinde, haberleşme özgürlüğü, bu arada, elbette, telefonla haberleşme özgürlüğü de korunmuş bulunmaktadır. 22 nci maddede öngörülen istisnalar dışında, yani, usulüne uygun hâkim kararı ya da acil durumlarda yetkili merciin emri olmadıkça kişiler tarafından da dinlenemez.

Haberleşme özgürlüğü İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesince de koruma altına alınmış, İnsan Hakları Divanı ise, kararlarında istisnaları dar yorumlayarak haberleşme özgürlüğünün alanını genişletmiştir.

Politik amaçlı telefon dinleme nedeniyle, İnsan Hakları Avrupa Divanı, iki davada Fransa'yı mahkûm etmiştir. Bunun üzerine, Fransa, telefon dinlenmesini önlemek amacıyla bir yasa çıkarmak zorunda kalmıştır.

Ülkemizde de haberleşme özgürlüğünün ihlali suç sayılmıştır ve TCK'nın 195-200 üncü maddelerinde düzenlenmiştir.

Anayasanın öngördüğü istisnalar dışında telefon dinleme, telefon görüşmelerini banda kaydetme ve bunları açıklama, özel yaşamın gizliliğine dokunma, haberleşme özgürlüğünün de ihlali demektir ve suç oluşturmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde basına yapılan açıklamalarda, bu özgürlüklerin açık biçimde ihlal edildiği ve suç işlendiği anlaşılmaktadır. Hukukdışı olan bu eylemlerin kimler tarafından, ne zaman ve nasıl yapıldığının saptanması, suçluların ortaya çıkarılması ve gerekli önlemlerin alınması için, Anayasanın 98, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca konunun araştırılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1. Ercan Karakaş (İstanbul)

2. İ. Önder Kırlı (Balıkesir)

3. Ali Topuz (İstanbul)

4. Ali Rıza Bodur (İzmir)

5. Erdoğan Yetenç (Manisa)

6. Bekir Kumbul (Antalya)

7. Altan Öymen (İstanbul)

8. Ahmet Güryüz Ketenci (İstanbul)

9. Yahya Şimşek (Bursa)

10. Tuncay Karaytuğ (Adana)

11. Bekir Yurdagül (Kocaeli)

12. Ali Dinçer (Ankara)

13. Mustafa Yıldız (Erzincan)

14. Algan Hacaloğlu (İstanbul)

15. Hilmi Develi (Denizli)

16. Mehmet Moğultay (İstanbul)

17. Nezir Büyükcengiz (Konya)

18. Veli Aksoy (İzmir)

19. Fikri Sağlar (İçel)

20. Mehmet Sevigen (İstanbul)

21. Ayhan Fırat (Malatya)

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusunda öngörüşme, sırasında yapılacaktır.

Başbakanlığın Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:

C)TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. —Romanya’ya resmî ziyarette bulunan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e refakat eden heyete katılan milletvekiline ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1859)

25.12.1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

3-4 Aralık 1998 tarihlerinde Romanya'ya resmî bir ziyarette bulunan Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel'e refakat eden heyete, Samsun Milletvekili Murat Karayalçın'ın da iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasamızın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

Mesut Yılmaz

Başbakan

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:

IV.—ÖNERİLER

A)DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1.—786 sıra sayılı 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeleri kanunlaşıncaya kadar Devlet Harcamalarının Yapılmasına ve Devlet Gelirlerinin Tahsiline Yetki Verilmesine Dair Kanun Tasarısının gündemdeki yerine ve gündemin 4 üncü sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No : 151 Tarihi : 29.12.1998

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 294 üncü sırasında yer alan, 786 sıra sayılı 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeleri Kanunlaşıncaya Kadar Devlet Harcamalarının Yapılmasına ve Devlet Gelirlerinin Tahsiline Yetki Verilmesine Dair Kanun Tasarısının bu kısmın 3 üncü sırasına alınmasının ve 4 üncü sıraya kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasının Genel Kurulun onayına sunulması, Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

Hikmet Çetin

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

Salih Kapusuz Ülkü Güney

FP Grubu Başkanvekili ANAP Grubu Başkanvekili

Mehmet Gözlükaya Metin Bostancıoğlu

DYP Grubu Başkanvekili DSP Grubu Başkanvekili

Nihat Matkap

CHP Grubu Başkanvekili

BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

V.—GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI

VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A)GÖRÜŞMELER

1.—İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 13 arkadaşı, Zonguldak Milletvekili Necmettin Aydın ve 19 arkadaşı, Konya Milletvekili Veysel Candan ve 12 arkadaşı, Kocaeli Milletvekili Necati Çelik ve 23 arkadaşı, Kütahya Milletvekili Emin Karaa ve 22 arkadaşı, İzmir Milletvekili Işın Çelebi ve 25 arkadaşı, Zonguldak Milletvekili Tahsin Boray Baycık ve 22 arkadaşı ile Hatay Milletvekili Fuat Çay ve 25 arkadaşının, özelleştirme uygulamalarıyla ilgili usulsüzlük ve yolsuzluk iddialarını araştırarak alınması gereken tedbirleri tespit etmek amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve (10/19, 29, 40, 88, 98, 127, 150, 166) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu (S. Sayısı :743)

BAŞKAN – Genel Kurulun 10.11.1998 tarihli 16 ncı Birleşiminde alınan karar gereğince, bu kısmın 1 inci sırasında yer alan, özelleştirme uygulamalarıyla ilgili usulsüzlük ve yolsuzluk iddialarını araştırarak alınması gereken tedbirleri tespit etmek amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/19, 29, 40, 88, 98, 127, 150, 166) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 743 sıra sayılı raporu üzerindeki görüşmelere başlayacağız.

Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Alınan karar gereğince, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

İçtüzüğümüzün 78 inci maddesi, Bakanlar Kurulunun herhangi bir sebeple çekilmesi halinde, yeni Bakanlar Kurulu güvenoyu alıncaya kadar, Anayasa ve İçtüzük değişiklikleri hariç, kanun tasarı ve tekliflerinin komisyonlarda ve Genel Kurulda görüşülmesinin erteleneceğini; ancak, Bakanlar Kurulunun öncelikli olduğunu bir yazıyla Başkanlığa bildirdiği kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine devam olunacağını hükme bağlamıştır.

İçtüzüğün bu hükmü ve daha önce bilgilerinize sunulan Başkanlık tezkereleri uyarınca, bu kısımda yer alan kanun tasarı ve tekliflerini, gündemdeki sıralarına göre görüşmeye başlıyoruz.

VI. —KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.—Kütahya Milletvekili Mustafa Kalemli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Tansu Çiller, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile 292 milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83 üncü Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/676) (S. Sayısı :232)

BAŞKAN – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83 üncü Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifinin ikinci müzakeresine başlayacağız.

Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

2. —1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeleri Kanunlaşıncaya Kadar Devlet Harcamalarının Yapılmasına ve Devlet Gelirlerinin Tahsiline Yetki Verilmesine Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/860) (S. Sayısı :786) (1)

BAŞKAN – Biraz önce kabul edilen Danışma Kurulu önerisi gereğince, 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeleri Kanunlaşıncaya Kadar Devlet Harcamalarının Yapılmasına ve Devlet Gelirlerinin Tahsiline Yetki Verilmesine Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.

Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Raporun okunmasını kabul edenler_ Kabul etmeyenler_ Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Tümü üzerinde, gruplar adına söz isteyen var mı? Şimdiye kadar, gruplardan söz talebi gelmedi.

Şahısları adına, Sayın Recep Kırış, Sayın Aslan Polat, Sayın Yıldırım Aktürk, Sayın Halit Dumankaya, Sayın Veysel Candan söz istemişlerdir.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan, Hükümet konuşmayacak mı?

BAŞKAN – Efendim, Hükümet konuşmayabilir; öyle bir usul yok. Bu, geçici bütçe.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Takdim etselerdi_

BAŞKAN – Sunuş konuşması yapmayabilir. Yani, bu, normal bir kanun tasarısı; daha doğrusu, geçici bir kanun; böyle bir şey yok; ama, isterse...

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Ama, bilgi versinler Meclise efendim.

BAŞKAN – Normal kanun prosedürüne tabi. Daha önceden, tabiî, Hükümet, önce, bütçe kanunu tasarısına başlanılırken bir takdim konuşması yapıyordu; ama, bu, bir geçici bütçedir. Şimdiye kadar, uygulamalarda böyle olmuştur; gruplar konuşur veya Hükümet, istediği her zaman konuşabilir.

Gruplar adına söz isteyen yoksa, şahıslara geçiyorum efendim...

NİHAT MATKAP (Hatay) – Grubumuz adına, Sayın Algan Hacaloğlu konuşacak efendim.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Algan Hacaloğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika efendim.

CHP GRUBU ADINA ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Plan ve Bütçe Komisyonunda 27.10.1998 tarihinde başlanılan 1999 yılı konsolide bütçe görüşmeleri, diğer bütün bakanlık bütçeleri görüşülerek, Maliye Bakanlığı bütçesi dışında, 24 Kasım gününe kadar tamamlandı. Daha evvel yapılmış bulunan program gereğince, 24 Kasım günü, Maliye Bakanlığı bütçesi görüşülecek, bütçe yasa tasarısı maddeleriyle değerlendirilecek, bağlanacak, bitirilecek ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna sunulacak idi. O noktaya gelinceye kadar, muhalefet partilerinin Plan ve Bütçe Komisyonundaki üyeleri, bütün bakanlık bütçeleri üzerinde gerekli eleştirilerini yaptılar, önerilerini sundular, önergeler verdiler. O zeminde, iktidar partilerine mensup milletvekillerinin sayısal üstünlüğünün katkısı ve muhalefet partileri milletvekillerinin anlayışı çerçevesinde, bütün eleştirilere rağmen, bir hoşgörü ortamında, Plan ve Bütçe Komisyonunda bütün bakanlık bütçeleri kabul edildi ve Maliye Bakanlığında noktalandı.

25 Kasım gününde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, ihaleye fesat karıştırmak ve yolsuzluk iddiaları çerçevesinde, 55 inci Anasol-D Hükümetine, gensoru önergesiyle güvensizliğini bildirdi; bir anlamda, Hükümet, istifa etmek, gensoruyla düşürülmek noktasına geldi.

8 Aralık gününde, 55 inci Hükümetin Bakanlar Kurulu toplantısında, 1999 yılı için geçici bütçe tasarısı hazırlandı, kabul edildi; ancak, bu tasarı Meclise sunulmadı, on gün bekletildi. 18 Aralık gününde, bir çağrıyla, geriye bırakılmış olan Maliye Bakanlığı bütçesi görüşülmek üzere, Plan ve Bütçe komisyonunda çalışmalar tekrar başlatıldı; ancak, o çalışmalara -bir anlayış çerçevesinde- Hükümetin talebi, Komisyon Başkanının değerlendirmesi çerçevesinde o akşam ara verildi; 21 Aralık günü de, 1999 yılı genel ve katma konsolide bütçe görüşmelerine devam edilmeyeceği ve yerine, geçici bütçe uygulamasına gidileceği ifade edildi.

Değerli arkadaşlarım, geçici bütçe, ülkemizde 7 defa çıkarılmıştır. 1949, 1965, 1970, 1974, 1988, 1992 ve 1996 yıllarında ülkemizde geçici bütçe uygulamaları olmuştur; ancak, bugüne değin uygulamaların ortaya koyduğu bir gerçek vardır; sadece, Anayasamızda bütçenin çıkarılmasına ilişkin yer alan özel kurallar çerçevesinde, süreler içerisinde, bütçe kanununun çıkarılmasının imkânsız olduğu durumlarda geçici bütçenin çıkarılması söz konusu olmuştur, olabilir.

1987 yılında, dönemin hükümeti, hükümet adına, dönemin Maliye ve Gümrük Bakanlığı, 16 Eylül 1987 tarihli ve 20768 sayılı yazısıyla, Danıştaydan, Kasım 1987 erken seçim kararı nedeniyle bütçe kanununun seçim sonrası yeni kurulacak hükümete bırakılmasının uygun olup olmadığını sormuştur. Danıştay 1. Dairesi, 1987/335 esas nolu kararıyla -aynen karardan okuyorum- şöyle demiştir: "Erken seçim kararı alınması, Bakanlar Kurulunun düşürülmüş olması ya da istifa etmiş bulunması gibi durumlar, bütçelerin ve millî bütçe tahmin raporlarının öngörülen sürede Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmamasını haklı kılacak bir neden olarak kabul edilmemiştir. Anayasanın 162 nci maddesinin açık hükmü karşısında, işbaşındaki Bakanlar Kurulu, durum ne olursa olsun, yeni hükümetin kurulmasını beklemeden, Anayasa buyruğuna uyarak, 1988 yılı bütçe tasarılarını zamanında Türkiye Büyük Millet Meclisine sunmak zorundadır."

Bunu kim diyor; Danıştay 1. Dairesi. Ne zaman diyor; on yıl evvel, bir hükümetin "acaba, bütçe görüşmelerini erteleyebilir miyiz" diye sormuş olduğu bir soruya yanıt olarak diyor.

Değerli arkadaşlarım, peki, on yıl sonra, 1998 bütçesinde ne oldu: Hükümet, kendine özgü gerekçelerle, kendinden kaynaklanan sakıncalar nedeniyle, bütçe görüşmelerinin uygulamasında, sürecinde, bir süre imkânsızlığını bilerek yaratarak, kasıtlı bir davranışla, 1998 bütçesinin -Anayasal hüküm olmasına rağmen- görüşülmesini engellemiştir. Bu uygulamasıyla, Anasol-D Hükümeti, Anayasayı ihlal etmiştir. Bunu ben söylemiyorum; bunu, emsal olan, Danıştayın 1. Dairesinin gerekçeli kararına dayanarak, yorumlayarak söylüyorum.

55 inci Hükümet tartışmalara tahammül edememiştir. İçimize sindirmediğimiz bu bütçenin, onsekiz yıllık neoliberal rant ekonomisinin bir uzantısı olarak önümüze getirilmiş olan 1998 yılı bütçesinin, iktidar partilerine mensup 25, muhalefet partilerine mensup 15 üyeden oluşan Plan ve Bütçe Komisyonunda ve her halükârda Hükümetin iradesinin üstün olduğu bir platformda dahi tartışılmasını içine sindiremeyerek ve Genel Kurula indirildiği zaman yeni bir tartışma zemini yaratacağı endişesiyle bütçenin görüşmelerini engellemiş, bütçeyi geri çekmiştir. Esasında, bu son söylediğim cümleler bana ait cümleler değildir; yani, bütçe görüşmelerinden duyulacak rahatsızlığa ilişkin tespitler, tamamen o görüşmelerde ifade edilmiş, zabıtlara geçmiş olan hususlardır.

Değerli arkadaşlarım, ekbütçe, doğal olarak, zamanaşımı ortaya çıktığı için önümüzdedir. Ekbütçeyi görüşmek, değerlendirmek ve önümüzde kalmış olan iki üç günlük süre içinde uygulamaya geçirmek zorundayız; ancak, bir iki tespitimi de yapmak istiyorum:

Bilindiği gibi bütçeler, Anayasamız gereğince, kendi özel hukuku ve kuralları çerçevesinde tartışılır, değerlendirilir ve yasalaştırılır. Bütçe kanunuyla, bütçeyle ilgili olmayan hususların düzenlenmesi Anayasanın 161 inci maddesi gereğince imkânsızdır, olanaksızdır. Geçici bütçeler de, her ne kadar Anayasamızda ve diğer hukukumuzda açıkça belirtilmiş bir kavrama ve çerçeveye sahip olmamakla beraber, bütçe çerçevesinde kabul edilen yasalardır ve o bağlamda, geçici bütçelerde de Anayasanın bütçeye ilişkin amir hükümleri geçerlidir. Yani, nasıl ki bütçe yasalarıyla ilgili düzenlemeler Anayasanın 161, 162 ve 163 üncü maddeleriyle düzenlenmiş ise, geçici bütçe de aynı çerçevede ele alınmalıdır. Anayasa Mahkemesinin 1983/9 esas nolu kararı ve 1984/1 sayılı 26.11.1984 tarihli kararı, bütçe kanununa, bütçeyle ilgili hükümler dışında hiçbir hükmün konulamayacağını "bütçeyle ilgili hükümler" deyimini, malî nitelikteki hükümler anlamında değil; bütçenin uygulanmasıyla ilgili, uygulamayı kolaylaştırıcı ve açıklayıcı hükümler olarak anlaşılmasını öngörmektedir.

Bu çerçevede önümüze getirilmiş olan geçici bütçenin 5 inci maddesiyle kapsanmakta olan, 1998 yılı içerisinde Meclisimizde kabul edilen vergi tasarısının belirli maddelerini değiştirmek, ilave etmek, çıkarmak şeklindeki düzenlemeler Anayasaya aykırı bir yaklaşımdır. O nedenle, eğer, 5 inci madde Yüce Meclisimizce kabul edilirse, o maddeye yönelik olarak Anayasa Mahkemesine yapılabilecek herhangi bir anayasaya aykırılık iddiasıyla ilgili başvurunun çok ciddî, çok temel gerekçesi doğacaktır; çünkü, Anayasa Mahkemesi, bundan evvel, defaatle, birçok kereler, bu türden bütçe yasalarına yapılmış olan ilaveleri, anayasaya aykırılık nedeniyle, iptal etmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bilindiği gibi, geçici bütçe, bir avans niteliğinde düzenlemedir. Yani, bu bütçeyle Hükümetimize, devletin zorunlu harcamalarının yapılması için bir olanak tanınacaktır. Yalnız, her ne kadar, geçici bütçenin savunulmasında, Sayın Maliye Bakanımız "biz geçici bütçe getirerek yeni bir gelenek yaratmak istiyoruz. Düşürülmüş bir hükümet olarak, bizden sonra kurulması kaçınılmaz olan yeni bir hükümetin bütçe yapma iradesine bir engel oluşturmak istemiyoruz" demişse de, geçici bütçenin çerçevesi içinde yer almakta olan gerek 5 inci madde gerekse 6 ncı madde çerçevesindeki düzenlemeler, esasında, bundan sonra gelecek olan hükümetlerin iktisat politikası uygulamalarına yönelik tercihlerine -eğer o mantık geçerliyse- ciddî bir engellemedir veya bir anlamda, gelecek hükümetlerin iktisat politikaları sürecindeki iradesine ipotek koyma anlamına çok rahatlıkla gelebilir. Dolayısıyla, buradaki mantık hatasının da altını çizmek istiyorum.

Geçici bütçe, 3 üncü maddesiyle, yılbaşında, enflasyon altında yıllardır ezilmekte olan ve 1998 yılında da enflasyon altında ezilen memurlarımızın, emeklilerimizin, kamu çalışanlarının ve orada oluşacak kriterlere göre toplusözleşmelerini yapacak olan işçilerimizin özenle, dikkatle bekledikleri bir düzenlemeyi öngörmekte. Düzenleme, memurlara yapılacak olan zam için bir genel ödenek çerçevesi yaratmakta ve bu konudaki kararı Bakanlar Kuruluna bırakmaktadır. Konunun Bakanlar Kuruluna bırakılması doğru bir yaklaşımdır; ancak, defaatle, Hükümetin, enflasyonun indirildiğine ilişkin, memurların, işçilerin, emeklilerin, çalışanların enflasyon altında ezdirilmediklerine ilişkin yapmış olduğu değerlendirmeler, Hükümetin, memurlarımıza yönelik yapacağı düzenleme konusunda, bizi, kuşku duyma konumuna çekmektedir. Zaten, Hükümet bu konudaki niyetini, sunmuş olduğu ve geri çektiği 1999 yılı tçesinde de ortaya koymuştur. 1999 yılı bütçesiyle, Hükümet, kamu çalışanlarına yüzde 25'lik bir zam öngörmüştür. Yüzde 25 zam, memurun, emeklinin, kamu çalışanlarının enflasyon altında ezilmesi demektir. Biz, Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri olarak, Plan ve Bütçe Komisyonunda, bütçe çekilmeden evvel, Maliye bütçesi görüşmelerinde, zammın yüzde 40 olarak düzenlenmesini öngörmüş, bu konuda bir önerge vermiştik. Önergemiz, ne yazık ki, bütçenin geri çekilmiş olması nedeniyle uygulamaya konulamadı.

Ancak, herkesin şunu bilmesini istiyorum: Enflasyon konusunda, Hükümet tarafından birçok platformda dile getirilen rakamlar yanıltıcıdır. Bütün Batı ülkelerinde, enflasyon, uyumlaştırılmış tüketici fiyat endeksleriyle ölçümlenir. Devlet İstatistik Enstitüsünün, bütün milletvekillerine dağıttığını zannettiğim bir kitapçığında da bilimsel olarak ifade edildiği gibi, enflasyonun yüksek düzeyde oynadığı bizim gibi ülkelerde, enflasyonun, fiyat artışlarının refah düzeyine baskısını, etkisini gerçek anlamda ölçümlemek için, yıllık ortalama fiyat endeksleri kullanılır. O nedenle, eğer, yıllık ortalama fiyat endeksleri karşılaştırması yaptığımızda, Kasım 1998 sonu itibariyle son bir yıllık tüketici fiyat endekslerindeki yıllık ortalama artış yüzde 87,9 olmuştur; oysa, 1997 yılında bu rakam yüzde 83,5'tir. Yani, son bir yılda enflasyon azalmamış, artmıştır. Bu nedenle, Hükümetten istirham ediyoruz, bu konuda önerge de vereceğiz, ilgili madde üzerinde arkadaşım söz alacak; ama, lütfen -diğer politikalarınızı başka platformlarda tartışacağız, bütünüyle katılmadığımız iktisat politikalarınızı değerlendireceğiz- en azından, bu geçici bütçeyle, memurlarımızın, emeklilerimizin, çalışanlarımızın, işçilerimizin nefes almalarına imkân verin.

Bu duygularla, hepinize saygılar sunuyor, geçici bütçenin hayırlı olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Hacaloğlu.

Gruplar adına başka söz talebi var mı?

Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Abdüllatif Şener; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Şener, süreniz 20 dakika.

FP GRUBU ADINA ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi, DSP ve DTP'den oluşan 55 inci Yılmaz Hükümetinin huzurlarınıza getirdiği bu kanun tasarısı üzerinde görüşmelerimizi sürdürüyoruz.

Bu, 1999 bütçesine ilişkin bir kanun tasarısıdır; diğer bir ifadeyle, geçici bütçe kanunudur. 31 Aralık 1998 gününe kadar 1999 bütçesinin Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçirilmesi gerekiyordu. O halde, burada, niçin asıl bütçeyi değil de bir geçici bütçe kanunu tasarısını görüşüyoruz sorusu önemli bir sorudur. Bu konuda değişik gerekçeler ileri sürebilir; Hükümet de, kendine göre birtakım mazeretler ve gerekçeler ortaya koyabilir; ancak, hemen belirtmek gerekir ki, aslında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunduğu, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşmelerine başlanılan 1999 bütçesini, Hükümetin, Genel Kurula getirecek cesareti yoktu, Genel Kurulda bu bütçe rakamlarını tartışması mümkün değildi, kamuoyu karşısında hesabını vermesi mümkün değildi. Bu bakımdan, yoğun bir bütçe müzakeresi içerisinde, Hükümetin onsekiz aydır milleti ezen, bunaltan, mahveden politikalarının, Genel Kurulda, canlı yayınlarda milletin huzurunda tartışılmasını arzu etmedikleri için, bundan çekinmiş oldukları için, bu geçici bütçe kanunu tasarısını görüşüyoruz.

Aslında, 55 inci hükümet, yeni kurulmuş bir hükümet olsaydı, daha yeni işe başlamış olsaydı, elbette, getirmiş olduğu rakamların fecaati karşısında mazur sayılabilirdi, enkaz rakamları devraldığını söyleyebilirdi; ama, yeni kurulmuş bir hükümet değildir. 1997 bütçesinin ikinci altı aylık dönemi bu Hükümet tarafından uygulanmıştır, 1998 bütçesini yine Anavatan Partisi, DSP ve DTP'den oluşan Sayın Yılmaz Hükümeti hazırlamıştır ve uygulamıştır, 1999 bütçesini de Meclise sunan yine Sayın Yılmaz Hükümetidir; ancak, belirttiğim gibi, 1999 bütçesini görüşmeye cesaret edememişlerdir; çünkü, 1999 bütçesi, verileriyle ve sonuçlarıyla birlikte, tamamen bu Hükümetin eseridir, onsekiz aydır milleti ezen, mahveden Yılmaz Hükümetinin, bir yıl daha bu milleti ezme ve bunaltma kararının açık ilanıdır.

Bu Hükümetin kuruluş biçimi, onsekiz aydır yaptıklarının temel dayanağıdır. Bu Hükümet sandıktan çıkmamıştı, milletvekili transferleri suretiyle kurulmuştu, millî irade çarpıtılarak kurulmuştu, bazı güç odakları, bu Hükümetin kurulmasına destek vermişti; onun için, icraatlarıyla, bütçeleriyle milleti ezdiler, onsekiz ay boyunca perişan ettiler, destekçileri, yandaşları da abat ettiler; bütçelerinin özeti budur. (FP sıralarından alkışlar)

Bu Hükümeti düşüren gensoru önergelerinin gerekçesi ise, onsekiz aylık icraatlarının, bütçelerinin âdeta özetidir. Nedir bu Hükümeti düşüren gensoru önergesinin gerekçesi; yolsuzluklardır. Nitekim, onsekiz ay boyunca, Türkiye'nin bir numaralı gündem maddesi yolsuzluklar olmuştur, soygunlar olmuştur, vurgunlar olmuştur. Yine, gensoru önergesinin gerekçesi nedir; çete-mafya ilişkilerinin, Hükümete kadar, bakanlara kadar, Başbakana kadar uzanmış olmasıdır. Nitekim, onsekiz ay boyunca ortaya çıkan hadiseler göstermiştir ki, devlet ihaleleri, çeteler tarafından, âdeta, paylaştırılırcasına ihale edilmiştir; özelleştirmelere, yine, çeteler ve mafyalar karar vermiştir.

Bu güç odaklarına dağıtılanlar nereden kaynaklanmıştır; milletin alınteri, elemeği yağmalanarak, âdeta peşkeş çekilmiştir.

İşte, onsekiz aylık Yılmaz Hükümetinin, icraatlarıyla, bütçeleriyle ortaya getirdiği tablo bundan ibarettir.

Şu anda görüşmekte olduğumuz tasarı, sadece geçici bütçe kanunu tasarısı değildir. Geçici bütçe, bildiğiniz gibi, önümüzdeki yıla ait bazı aylarda devlet gelirlerinin tahsiline, giderlerinin yapılmasına izin veren bir kanun tasarısı niteliğindedir, geleceğe dönüktür; ancak, bugün görüşmekte olduğumuz tasarı, aynı zamanda, bir ekbütçe kanunu tasarısıdır; yani, tasarının 4 üncü maddesinde açıkça görüldüğü gibi, kendi getirdikleri 1998 Bütçe Kanununa ilave, ödeneklerin yetmediğini ifade eden bir yama niteliğindedir. Böylece, bu Hükümet, bu İktidar, cumhuriyet tarihinde bir ilke imza atmıştır; geçici ve ekbütçeleri aynı kanun tasarısında cem etmişlerdir. "Kendi hazırladığımız ve uyguladığımız 1998 yılı bütçesi gerçekçi çıkmadı, ödemeler yetmedi, iddialarımız fos çıktı, kusura bakmayın" deselerdi, ayrı bir ekbütçe kanunu getirselerdi, daha dürüst bir davranış olurdu.

Değerli arkadaşlarım, bütçeler, devletin gelecek bir yıldaki gelir ve gider tahminlerini gösteren belgelerdir; hükümetlerin yapmayı istedikleri, düşündükleri hizmetleri gösterir; kimlerden toplayıp kime dağıtacaklarını gösterir, Hükümetin neyi yapıp neyi yapmak istemediğini gösterir; doğrudan doğruya hükümetlerin tercihlerini gösterir. Bütçe uygulamaları sonuçlarıysa, kimden toplayıp kime dağıttıklarını ve ne yapıp ne yapmadıklarını gösterir.

Bu Hükümetin hazırlayıp uyguladığı 1998 yılı bütçesi, Meclise sunup görüşmediği 1999 yılı bütçesi, şu anda tartışmakta olduğumuz geçici ve ekbütçe tasarıları özü itibariyle aynıdır. Onun için, ben, burada, bu üçünü birbirinden ayırmak suretiyle değerlendirmeler yapmayı gerekli görmüyorum; her üç belge de bu Hükümetin onsekiz aydır ne yaptığını ne yapmadığını, kimi abat edip kimi berbat ettiğini, açıkça göstermektedir ve aynı politikalara devam edeceğinin ilanıdır. (FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, onsekiz aydır Yılmaz Hükümetinin icraatta bulunduğu dönemde Türkiye'de kimler kaybetti, kimler kazandı: İşbaşına gelir gelmez ilk altı ayda, Hükümet, korkunç bir enflasyonist politika izlemiştir; fiyatları patlatmıştır, yüzde 78'le devraldığı tüketici fiyatlarını üç rakamlı hale getirmiştir, cumhuriyet tarihinin en korkunç üçüncü en yüksek enflasyonunu bu ülkeye yaşatmıştır, bütün dar ve sabit gelirlileri enflasyonist politikasıyla ezmiştir; arkasından, başka bir yörüngeye, çizgiye girmiş, enflasyonla mücadele adı altında talebi kısmaya yönelik uygulamış olduğu politikalarla, yine, dar ve sabit gelirlileri ezmeye devam etmiştir; enflasyonist politika izlerken de dar ve sabit gelirlileri ezmiş, perişan etmiştir, enflasyonla mücadele edeceğim derken de yine dar ve sabit gelirlileri ezmiştir, perişan etmiştir. İşte Hükümetin temel tercihi bu olmuştur.

Kimler kazandı, kimler kaybetti; bu İktidar döneminde memurlar kazanmışlar mıdır değerli arkadaşlarım; evet, TEFE ve TÜFE diye iki ayrı enflasyon göstergesi var; toptan eşya fiyatlarını yıllık hedefler olarak ilan edip, sanki, memurlar, bir kamyon dolusu un, bir kamyon dolusu şeker alıyormuşçasına, enflasyon hesaplarını toptan eşya fiyatlarından yapmışlardır ve ücret artışlarını da toptan eşya fiyatları üzerinden yapmışlardır. Bunun sonucunda memur ezilmiştir ve mutfak bir yangın yerine dönmüştür; üstelik, hedefler de sürekli aşılmıştır, enflasyonun altında maaş artışları yapılmıştır memura. Nitekim, DPT'nin yayımlamış olduğu raporlar bunu doğrulamaktadır. Memur maaşlarında reel olarak yüzde değişmelere baktığımızda, memur maaşları 1995 yılında yüzde 5 civarında azalmışken, 1996 ve 1997 yılında, yani, Refahyol Hükümetinin vermiş olduğu maaş artışlarıyla, maaş zamlarıyla, memur maaşları 1996'da yüzde 7,6; 1997'de de yüzde 16,5 artmıştır. 1998'de ise, bu Hükümetin icraatta bulunduğu dönemde memur maaşları reel olarak yüzde 0,7 azalmıştır.

Birbuçuk yıl boyunca, kümülatif olarak, enflasyon, bu İktidar döneminde yüzde 150'ye yakın bir düzeye ulaşmıştır ve memur bu Hükümet döneminde enflasyona ezdirilmiştir, perişan edilmiştir ve şimdi 1999 yılında uygulanacak olan geçici bütçeyle de memura yüzde 25 vereceğiz demektedirler; yani, şu ana kadar onsekiz aydır ezdiğimiz, perişan ettiğimiz memuru, biz 1999'da işbaşında kalırsak ezmeye devam edeceğiz demek istemektedirler; yani, 55 inci Yılmaz Hükümetinin devri iktidarında memur kaybetmiştir.

İşçiler de kaybetmiştir. Refahyol döneminde, 500 bin kamu işçisiyle, davullu zurnalı, toplu iş sözleşmeleri yapılmıştır; ancak, bu İktidar döneminde, enflasyon rakamları altında ve ekonomik krizin vurduğu darbeyle işçiler de perişan olmuştur ve bu İktidar döneminde uygulanan yanlış politikalar sebebiyle, milyonlarca işsize yüzbinlerce yeni işsiz eklenmiştir. Dolayısıyla, onsekiz aydır işbaşında bulunan 55 inci Yılmaz Hükümeti döneminde işçiler de kaybetmiştir.

Memurlar, işçiler kaybetti; ama, acaba emekliler kazandı mı diye düşüneceksiniz; önümüzde rakamlar var; maalesef, 55 inci Yılmaz Hükümeti döneminde emekliler de kaybetmiştir. Yine Devlet Planlama Teşkilatının rakamlarına göre, Emekli Sandığı emeklilerinin maaşları 1996'da yüzde 22, 1997'de yüzde 8 artmışken, bu İktidar döneminde, 1998'de, Emekli Sandığı emeklilerinin maaşı yüzde 6 reel azalmıştır.

SSK emeklilerinin maaşları da, yine aynı şekilde 1996 ve 1997 yıllarında Refahyol döneminde yapılan zamlarla yüzde 20 ve yüzde 13 reel artmış; ama, bu İktidar döneminde, SSK emeklilerinin maaşı da yüzde 7 reel olarak azalmıştır.

Bağ-Kur emeklileri de Refahyol döneminde yüzde 58 ve yüzde 27 reel iyileştirmeye ulaşmıştır. Ancak, Yılmaz Hükümeti döneminde Bağ-Kur emeklileri de kaybetmiştir ve maaşları yüzde 7 azalmıştır. Açıkça görülen tablo ortadadır. Bu İktidar, memurlara kaybettirmiştir. Bu İktidar, işçilere kaybettirmiştir. Bu İktidar, tüm emeklilere kaybettirmiştir.

Acaba, köylü ve çiftçi bu Hükümet döneminde kazandı mı diye bakıyoruz; maalesef, köylü ve çiftçi, bu Hükümet döneminde kaybetmiştir. Kaybedenler arasına, bir başka zümre, bir başka gelir grubu olarak, köylüler ve çiftçiler de eklenmiştir. 1997 ve 1998 tarım maliyetleri ve ürün bedelleri kıyaslandığında, bu, açıkça görülecektir.

Üretim dönemi fiyatları itibariyle, bu İktidar döneminde, mazot, bir yıllık, yüzde 90 civarında zam görmüştür; gübre fiyatları, yüzde 113 ile yüzde 250 arasında artmıştır; ziraî ilaç fiyatları, yine, üretim dönemleri itibariyle, 1997'den 1998'e, yüzde 133 ile yüzde 170 arasında artmıştır ve bu İktidar, ilk işbaşına geldiğinde temel icraat olarak, ziraî kredi faizlerine yüzde 77 ile yüzde 174 arasında zam yapmıştır.

Bütün tarımsal girdiler, köylüyü, çiftçiyi mahvedecek derecede yükseltilmiş ve artırılmıştır; ancak, ürün bedellerine baktığımızda, bu İktidarın, köylüyü ve çiftçiyi de mahvettiğini açıkça görürüz. Buğday yüzde 60 artmış; yaş çay yaprağı yüzde 56, şekerpancarı yüzde 50 ancak zam görebilmiş. Hem enflasyonun altında rakam hem de tarım girdilerindeki zamların, şişkinliklerin yarısını bile karşılamayan fiyat artışları... Üstelik, şekerpancarı, 4 400 lirayken, Refahyol döneminde, yüzde 150 zamla 11 000 liraya çıkarılmıştır...

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Biz çıkardık!..

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Ama, bu İktidar, 16 500 lira vermek suretiyle, yüzde 50 ancak artırmıştır; yani, Refahyol'un 3 verdiğine Yılmaz Hükümeti 1 vermiştir ve hâlâ, pancar söküm avansları da ödenmemektedir.

Aynı şekilde üzüm, aynı şekilde pamuk üreticisi de, bu İktidar döneminde perişan edilmiştir, mahvedilmiştir. Pamuk, geçen seneki fiyattan alıcı bulamamaktadır. Pamuk üreticisi, âdeta, tarlasından kovulmuştur, ezilmiştir, mahvedilmiştir.

Fındık üreticisi, Refahyol döneminde gülmüştü; 106 bin ton alım yapılmıştı Refahyol döneminde, paraları da düzenli olarak ödenmişti. Ancak, bu İktidar, bunun yarısı kadar alım yapmamıştır; alımlar yapılmadığı için, fındık üreticisi tüccarın eline düşmüştür; fiyatlar yarı yarıya düşmüş, yarı yarıya azalmıştır. Üstelik, devlet, aldığı fındıkların parasını da üreticiye henüz ödememiştir.

MUHAMMET POLAT (Aydın) – Zeytinyağı...

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Yine, zeytinyağı üreticisi de bu İktidar döneminde mahvedilmiştir, perişan edilmiştir. Birkaç tüccar kazansın diye ithalat kapıları sonuna kadar açılmış ve Türkiye'deki zeytin üreticisi, âdeta, tarlasından kovulur duruma getirilmiştir.

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Fındık paraları...

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Evet, fındık paraları verilmez, diğerleri ödenmez... Bu İktidarın köylüye bakışı budur. Bu Hükümet, 29 Kasım 1998 günü bir kararname çıkarmış ve bu kararnameyle, Refahyol dönemindeki bir temel icraatı değiştirmiştir. Refahyol döneminde, canlı hayvan, et, tereyağı ve peynir ithali yasaklanmıştı, Türkiye'de hayvancılık yapanların yüzü gülmüştü, köylünün yüzü gülmüştü; ancak, bu Hükümet, çıkarmış olduğu kararnameyle, üç ay önceden başlamak üzere, et, tereyağı, peynir ithalini serbest bırakmıştır. Neden üç ay önceden yürürlüğe giriyor kararname?! Yoksa, bazı tüccarlar ithalatını daha önceden yaptılar da, meşruiyetini geriden mi sağlıyorsunuz?! Ama, bu karar, Türkiye'de hayvancılığı mahvedecek, çökertecek, yanlış bir karardır.

Evet, değerli arkadaşlarım, bu İktidarın onsekiz aylık döneminde, bütün bu kesimler mahvolmuştur; en fazla perişan olan kesimlerden biri de esnaf ve sanatkârdır, işadamlarıdır ve sanayicilerdir. Esnaf kepenk kapatmaktadır; çekler, senetler ödenemez olmuştur ve ekonomik kriz, esnafı, sanatkârı, sanayiciyi, işadamını vurmuştur, perişan etmiştir. İşyerleri kapanıyor, içeride talep daralması, dışarıda talep daralması, âdeta iflaslar yaşanıyor. Bu iflaslar, sadece son birkaç ayda ortaya çıkmamıştır; onsekiz aydır uygulanan yanlış ekonomik politikaların Türkiye'yi getirdiği nokta iflaslardır, kapanan işyerleridir, sokağa bırakılan çalışanlardır. Bu, doğrudan doğruya Hükümetin izlemiş olduğu yanlış politikaların ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Daha ilk göreve geldikleri andan itibaren, sermayeyi rengine göre ayırıp bölücülük yapmak kimsenin haddine olmaması gerekirdi; ama, Anadolu sermayesi, âdeta tehlike ilan edilmiştir ve bu yanlış, ayırımcı tutum ve davranışlar sonucunda, bugün, Anadolu'da sanayileşme çabası içerisinde bulunan illerde üst üste kurulan, açılan fabrikalar batma noktasına gelmiştir. Kamu borçlanma faiz oranları yüzde 150'ye çıkmışken, elbette ki, ülkedeki bütün tasarrufları devlet emerse, toplarsa, sanayici de, işadamı da kendi işini çevirebilmek için düşük maliyetli kredi bulamayacaktır. İşte bu temel yanlışlar, doğrudan doğruya, Hükümetin, İktidarın, onsekiz aydır işbaşında bulunan Yılmaz Hükümetinin icraatlarıdır.

Değerli arkadaşlarım, kaybedenleri sıraladım; onsekiz aydır bu ülkede -tekrar ediyorum- memurlar kaybetmiştir; onsekiz aydır bu ülkede işçiler kaybetmiştir; onsekiz aydır bu ülkede Bağ-Kur emeklisi, Emekli Sandığına tabi emekli ve SSK emeklisi kaybetmiştir; onsekiz aydır bu ülkede köylü kaybetmiştir, çiftçi kaybetmiştir, hayvancılıkla uğraşanlar kaybetmiştir ve onsekiz aydır bu ülkede esnaf ve sanatkârlar kaybetmiştir, işadamları kaybetmiştir.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) – Kazanan da var!..

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şener, süreniz bitti; ancak, 1 dakika eksüre vereceğim, daha fazla vermeyeceğim. Rica ediyorum, tamamlayınız.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – 1997'de Türkiye ekonomisi yüzde 8 büyümüştür, 1998'de yüzde 4,5 büyümüştür. Başbakana soruyorum, ekonomiden sorumlu tüm bakanlarına soruyorum: Bir ülkede ekonomi büyürken herkesin kaybetmesi mümkün müdür?! Herkesin kaybetmesi mümkün müdür?!

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Kim kazanmıştır?

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Memur kaybetti, işçi ve emekli kaybetti; köylü, esnaf, sanatkâr ve işadamı kaybetti. Bu ülkede onsekiz aydır kim kazandı? (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Çete ve mafya...

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Vurguncular, soyguncular, işbirlikçiler, çeteler ve mafyalar kazanmıştır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından "Bravo" sesleri ve alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şener.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Rıza Akçalı; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA RIZA AKÇALI (Manisa) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, geçici bütçeyle ilgili bir müzakere yapıyoruz. Halbuki, bir taraftan, hükümet kurulmasıyla ilgili çalışmalar devam ediyor; bir başbakan adayı, siyasî partileri dolaşıyor ve burada, acilen çıkarılması gereken yasaları ortaya koyuyor, bunların isimlerini alt alta yazıyor. Her nedense, bunların içerisinde, bütçe diye bir kanunun çıkarılması yok. 55 inci hükümet, güvensizlik oyuyla düştükten sonra, yine, birtakım yasaları gündeme getirdi; acilen bunları çıkaralım Meclisten diye siyasî parti gruplarını dolaştı. Her ne hikmetse, orada da 1999 bütçe yasasının çıkarılması yok. Peki, Türkiye, bütçesiz idare edilebilecek hale mi geldi?! O zaman, hiç kimsenin önceliğinde bütçe yoksa, başka yasalar Türkiye için öncelikli ise, demokrasinin vazgeçilmez temel işlevi olan ülkenin bütçesini hazırlamak, tartışmak, müzakere ederek neticeye bağlamak, çağdaş, gelişmiş demokrasilerin en temel özelliği ise ve en ciddî tartışmalar bütçe üzerinde yapılıyor ise, bugün, böylesine bir bütçe tasarısının Mecliste konuşulmasından kaçmanın anlamını acaba Hükümet açıklayabilecek mi? 1999 için bir bütçe hazırlığı, Plan ve Bütçe Komisyonunda tamamlanmıştı; güvensizlik oylaması, gensoru oylaması yapılmadan bir gün önce bütçe kanunu tamamlanıyordu; ama, o gün ara verildi, gensoru oylaması beklendi, daha sonra da bütçe yasasının getirilmesinden vazgeçildi.

Şimdi, altı aylık bir bütçeyle Türkiye bir belirsizliğe itilmek isteniyor. Makro dengeleri zaten altüst olmuş; ama, bu yetmezmiş gibi, yeni belirsizlikler içerisinde yetkiyi tamamıyla Bakanlar Kuruluna veren, bir anlamda Meclis denetimini, Meclis inisiyatifini devredışı bırakan, hatta, 18 Nisan seçimlerinden sonrasını da ipotek altına alan anlayışta hazırlanan bir geçici bütçe. Bunu anlamak mümkün değildir.

Tabiî, bu bütçeyi burada konuşmak, elbette doğru. İyi de, bugün Türkiye'de bütçeden daha önemli işler var. Türkiye'nin gündeminde, bugün, rakamlar üzerinde konuşmaktan daha fazla ihtiyaç duyduğumuz temel birtakım yaklaşımları ortaya koymakta, sanıyorum ki zaruret var.

55 nci Hükümet, onsekiz ay önce, bir temel misyonla göreve gelmişti : Bir, irticayla mücadele; iki, çetelerle mücadele; üç, enflasyonla mücadele. Bakıyoruz, irticayla mücadele konusunda, bu süre içerisinde irticaî -bizzat Genelkurmay Başkanlığının tespiti- faaliyetlerin arttığı tespiti 55 nci Hükümetin hanesine yazılmış durumda.

İkincisi, çetelerle mücadele; temel misyon olarak ortaya koydukları ikinci konu bu. Orada da, çetelerle ahbap-çavuş ilişkileri içerisinde suçüstü yakalanma çıktı işin sonunda. Çakıcı-Eyüp Aşık kasetleri, ağabey-kardeş münasebetleri; Başbakanın bilgisi dahilinde defalarca yapılan görüşmeler; daha sonra, Korkmaz Yiğit ile Çakıcı arasındaki münasebetlerin kasetleri; daha sonra, Başbakan ile Korkmaz Yiğit arasındaki sıkı fıkı ilişkiler ve Türkbank ihalesinde ihaleye fesat karıştırılma iddiasıyla gündeme getirilen bir gensoruyla, 315 güvensizlik oyuyla düşürülen bir Hükümet...

Burada, keşke bunlar yanlış olsaydı, keşke bunlar yalan olsaydı, keşke bunlar düzmece olsaydı demek geçiyor içimizden; ama, bir tarafta, milletvekilliği düşmüş, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılanan -bu ilişkilerinden dolayı- bir Eyüp Aşık var; beri tarafta -ihaleye fesat karıştırıldığı için- hakkındaki iddialarla Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından tutuklanmış bir kişi var. İhalenin bir tarafı tutuklu -ihaleye fesat karıştıranların- ama, diğer tarafı, güvensizlik oyuyla ve ihaleye fesat karıştırılması iddiasıyla Mecliste mahkûm edilmiş.

Şimdi, böyle bir tablodan sonra, Türkiye, yeni bir dönemi arıyor, yeni bir istikrar dönemini arıyor. Bu döneme baktığımızda, bu 315'lik irade, her ne hikmetse, Türkiye'yi yönetmeye ehil görülmüyor; yine, Türkiye'yi yönetmek üzere, başbakanlık görevi, bu hakkında yolsuzluk iddiası olan Hükümetin üyelerine aktarılıyor; yani, 55 inci Hükümet, bir şekilde tekrar diriltilmeye, 55 inci Hükümetin omurgası, ekseni muhafaza edilerek, tekrar görev yaptırılmaya çalışılıyor. Türkiye'de bu tabloyu görüyoruz.

Bunun anlamı, Meclis iradesini, Meclisin millet adına kullandığı bu iradeyi veto etmektir. Bu, Meclisin parlamenter, demokratik hayatına suikast anlamına gelir.

Şimdi, efendim, düşürenler bir araya gelip de bir formül ortaya koyamıyorlar... Düşürenlere bir inisiyatif verdiniz de bir formül ortaya koyamadılar mı?! (DYP sıralarından alkışlar) Bundan önceki görevlendirmeler hangi formülü ortaya koymuşsa, şu andaki görevlendirme hangi formülü ortaya koymuşsa, düşüren irade de aynı formülü ortaya koyar, ondan daha şanslı, ondan daha fazla imkân içerisinde bir hükümet oluşturabilir; ama, bunu ortadan kaldırırsanız, böyle bir inisiyatifi vermezseniz, ondan sonra da kalkıp "efendim, bir araya gelip de hükümet oluşturamıyorlar" derseniz... Bunu, belki birtakım gerekçelerle izah etmeye çalışabilirsiniz, "ben yaptım oldu" diyebilirsiniz "verdimse ben verdim" de diyebilirsiniz; ama, bunlar, hakkı hak olmaktan çıkarmaz. Bunları tarih kaydedecektir. Tarihin kaydı içerisinde, gerçekler, hak, demokrasi çizgisinde meseleye bakış ortaya konacaktır. Elbette, burada, Doğru Yol Partisi olarak bizim de kendi misyonumuzdan aldığımız ruhla ortaya koyduğumuz tavır, bir kere daha, açıklıkla meydana çıkacaktır. 1977'de söylediğimiz gibi, o günkü genel başkanımızın söylediği gibi bir haysiyet mücadelesi yapıyoruz. Haysiyet mücadelesi yapmayanların yaşamaya hakları yoktur; bunu söylemeye devam ediyoruz.

Beri taraftan, bu düşüren iradeye inisiyatif vermiyorsunuz, bir bağımsız başbakan tayin ediyorsunuz, bu bağımsız başbakanla hükümet kurulması çalışmalarını başlatıyorsunuz; ama, bunun hemen arkasından bir başka açıklama yapıyorsunuz...

METİN ÖNEY (İzmir) – Muhatap biz değiliz.

RIZA AKÇALI (Devamla) – ..."10 Ocak geldiği gün, bir geçici seçim hükümeti kurmayacağım, kurdurmayacağım" diyorsunuz.

Bunun tercümesi nedir? Bunun tercümesini bir yapalım isterseniz. Bir taraftan diyorsunuz ki: 55 inci Hükümet, sen rahat ol, sen işine devam edebilirsin; yeni kurulacak hükümet eğer senin doğrultunda olmazsa, senin ekseninde olmazsa, senin omurgana sahip olmazsa, bunu reddetme hakkın var; çünkü, sen seçimlere kadar görev başındasın, bunun teminatıyım.

Beri taraftan, düşüren iradeye de diyorsunuz ki: Siz de zorluk çıkarmayın, güçlük çıkarmayın, her şeye karşı çıkmayın; yoksa, düşürdüğünüze mahkûm olmak zorunda kalırsınız. Yani, kırk katır mı, kırk satır mı; bunun arasında bir tercih yapınız.

Şimdi, bir görevlendirme yapıldı. Bu görevlendirme, bağımsız bir milletvekiline yapıldı. Bu görevlendirmeyle ilgili isim önemli değil; ama, işin prensibiyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum...

Ondan önce şunu söylemek istiyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi bir seçim kararı aldı, 18 Nisanda seçim yapılacak; 500 milletvekili katıldı, 12'si ret, geri kalanı kabul dedi.

Şimdi, soruyorum: Herhangi bir basın mensubu veya üçüncü bir kişi, milletvekili arkadaşlarımıza, 18 Nisanda seçim yapılacak mı diye sorduğu zaman ne cevap veriyor arkadaşlarımız; "vallahi, iyi saatte olsunlar bilir, biz bilemeyiz." İşte, bu hale gelmiş bir Meclis, kendi meşruiyet alanını daraltmış bir Meclis... Halbuki, verilecek cevap şu olmalı: Elbette 18 Nisanda seçim yapılacak; çünkü, o kararı alan benim iradem, bu Meclisin iradesi ve o iradeyle de 18 Nisanda seçimi yapacağız. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) İşte, bunu diyemediğimiz zaman, yığınakta yanlış yapmışız demektir, yığınakta hata yapmışız demektir ve oradan yeni yanlışlıkların kapısını açmışız demektir. Bu olaylar karşısında, bu gelişen hadiseler karşısında, bu görevlendirmeler karşısında, duruşunuz eğer demokrasinin yanındaysa, duruşunuz eğer demokrasiden, parlamenter sistemin geleneklerinden, kurallarından yanaysa, buna itirazlarınız olacaktır, bunu içinize sindiremeyeceksinizdir; ama, eğer, 28 Şubatı temel veri olarak kabul ettiyseniz, bunu içinize sindirmişseniz, o zaman, önünüze gelecek her hükümet formülüne kayıtsız şartsız evet diyeceksinizdir; yok, eğer -bu ikisinden- nerede olduğunuza karar verememişseniz, o zaman, bir gün evet diyeceksiniz bir gün hayır diyeceksiniz, ne diyeceğiniz belli olmayacaktır.

Şimdi, değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; bir görevlendirme yapılmıştır, bununla ilgili birkaç cümle söylemek istiyorum.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Bütçeden bahset...

RIZA AKÇALI (Devamla) – Bütçeye de geleceğiz, bütçeye de geleceğiz... Bunlar, bütçeden daha önemli Türkiye için.

BAŞKAN – Müdahale etmeyelim...

RIZA AKÇALI (Devamla) – Eğer bütçe önemli olsaydı, buraya 1999 bütçesini getirirdiniz, günlerce konuşurduk, her bakanlık bütçesiyle ilgili görüşlerimizi ortaya koyardık. Demek ki, bütçe önemli değil. Bütçe gündemde yok, hiç kimse bütçeyi konuşmuyor. Bütçe, ne Hükümetin gündeminde var, ne yeni hükümet kuracak bakanların gündeminde var. Onun için, ben de, bu gündemle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Bütçenin konuşulacak bir tarafı yok zaten. Bütçeye, geçen seneki rakamları, daha doğrusu, bütçenin altı aylık rakamını alıp koymuşsunuz, birtakım başka inisiyatifleri almışsınız; bu arada, promosyona yine bir imkân sağlayacak şekilde, cezalarını 77 fiyatlarında tutmuşsunuz... Bunlar olmuş, bunları yapmışsınız. Bunun yanında, 1998 bütçesindeki faizlerden ve carî giderlerden dolayı ödeyemediğiniz, açıkta kalan kısmını da, bir ek bütçe yapmadan, bu bütçenin içerisine ilave ederek, sözde bir muhasebe hilesiyle kapatmaya çalışmışsınız. Bunlar var bütçenin içerisinde. Yedek ödenekleri, haddinden fazla artırarak, partizanca harcamalara kullanmak üzere bir kenara koymuşsunuz. Bütçede bunlar var; ama, bana göre, Türkiye'nin bugünkü temel meselelerindeki tavrımız, yaklaşımımız, bu Parlamentoyu daha sivil yapmak üzere, bu Parlamentonun kendi meşruiyet alanını genişletmek üzere alacağımız tavır, bunların hepsinden çok daha önemli.

İşte, bir başbakan adayı, 1 Mayısta Trabzon'da bir konuşmayla perdeyi açıyor ve diyor ki: "Türkiye'nin sorunlarının ve değişiminin önündeki tek engel ve en büyük engel bugünkü siyasal anlayıştır. Siyaset, maalesef, bugün, devlet imkânlarını bölüşmenin, paylaşmanın, haksız kazanç sağlamanın ve haksız tayin yapmanın bir aracı haline gelmiştir..." Uzayıp gidiyor. "Ya değişim ya ölüm. Siyaset, bugün, işsiz güçsüz, mesleksiz insanların işi haline gelmiştir. Bugün siyaset diye icra edilen zavallılık, liderlerin kısır tartışmasından kaynaklanmaktadır." Ondan sonra diyor ki: "Zihnim berrak, ne yapmam gerektiğini biliyorum; yürümem gerekiyor."

Gazeteciler, kiminle yürüyorsun diye soruyor; "Benim ekibim var, ekiple yürüyorum" diyor. Ekip diye saydığınız kimdir diyorlar. "İşte; DİSK, Türk-İş, TOBB, TESK, TİSK; ben onlarla beraberim. Arkamda değiller, yan yanayız. Ben onların dediklerini dile getiriyorum. Bu, bir takım oyunudur, takım işidir" diyor.

Yüce Meclisin değerli üyeleri, şimdi, size soruyorum; genel başkanlar, sizlere soruyorum: Sizler bu takımın üyesi misiniz? Sizler bu takımın neresindesiniz; içinde var mısınız, yok musunuz? (DYP ve FP sıralarıdan "Bravo" sesleri, alkışlar)

Çiftçiler, memurlar, emekliler, dullar, yetimler, Anadolumuzun yiğit ve mert insanları, esnaflar; sizler bunun içerisinde var mısınız; bu ekibin içerisinde sizler de yoksunuz. Öğrenciler, sizler de yoksunuz. Demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olan siyasî partiler, sizler de bu takımın içerisinde, bu ekibin içerisinde yoksunuz.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Onlar hiç yok zaten, onlar hiç sayılmıyor.

RIZA AKÇALI (Devamla) – Yine, 13 Kasım Odalar Birliği Konsey Toplantısı...

HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Siz var mısınız?

RIZA AKÇALI (Devamla) – Biz olmadığımız için itiraz ediyoruz, siz itiraz etmiyorsunuz da onun için söylüyorum. İşte, biz, bu yanlışlığa itiraz ediyoruz.

BAŞKAN – Müdahale etmeyelim efendim.

RIZA AKÇALI (Devamla) – Dinleyin, ölçüleri koymaya çalışıyorum. Sivil toplum kuruluşları, elbetteki siyasetten talepleri olan kuruluşlardır, siyasetle ilgili birtakım görüşlerini ifade edebilirler, siyasetle ilgili etik anlamda sözler söyleyebilirler; ama, sivil toplum kuruluşlarının hükümetler yıktığı, hükümetler kurduğu, Başbakanlar tayin ettiği rejimin adı demokrasi olmaz. O, olsa olsa ara rejim olur, olsa olsa sanal demokrasi olur. (DYP sıralarından alkışlar)

Devam ediyorum. 13 Kasım Odalar Birliği Konsey Toplantısı; "Başbakanlığa adayım, hodri meydan" ve alkışlanıyor.

Değerli milletvekilleri, bir kişi, bir bağımsız milletvekili çıkıyor, Başbakanlığa aday olduğunu, Başbakanlığa talip olduğunu söylüyor ve alkışlanıyor. Her nedense, bu Parlamentoda bulunan siyasî partilerin genel başkanları -hepsi yüzde 20'ler civarında oy almış genel başkanlar- Başbakanlığı talep edemiyorlar, kınanacaklarından korkuyorlar ve talep ettikleri zaman da "canım, bu Başbakanlık hırsı da niye bu kadar çoktur" gibi bir eleştiriye tabi kılınıyorlar. Bunu içinize sindirebiliyor musunuz? Bu Parlamentonun üyesi olarak, bir siyasî partinin üyesi olarak, parlamenter demokrasinin, partiler demokrasisinin cari olduğu bir sistemin üyeleri olarak bunu içinize sindirebiliyor musunuz? Biz, demokrasi noktasından, bunu içimize sindiremiyoruz. (DYP sıralarından alkışlar)

Bu "hodri meydan" sözünden sonra, günler geçiyor, çeşitli toplantılarda bu talep tekrarlanıyor; deniyor ki: "Ben Başbakanlığa adayım, ben Başbakanlığa adayım." Daha sonra, 23 Aralığa geliyoruz. 5'li inisiyatif adına, o gün, Rıdvan Budak çıkıyor, Bayram Meral çıkıyor, Refik Baydur çıkıyor ve diyorlar ki: "Evet, birçok Başbakan adayı var, hepsi iyi de, en iyisi Yalım Erez; biz onu istiyoruz." Aynı gün, gazete manşetleri "Yalım Erez Başbakan gibi" diyor küçücük yazıyla ve beklenen saat geliyor, o gün saat 16.00'da Yalım Erez'e Başbakanlık görevi veriliyor.

Şimdi, soruyorum bu Parlamentoya: Başbakanların tayininde Yüce Meclis nerede?!.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Akçalı, süreniz bitti, 1 dakika eksüre veriyorum; buyurun.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Konuşmasını bitirsin Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum, 1 dakikadan fazla veremem.

RIZA AKÇALI (Devamla) – Ondan sonra, büyük bir güvenle, büyük bir edayla çıkıyor ve diyor ki: "Ben, 40 yılda yapılamayanları 30 günde yapacağım."

Bunun tercümesini yapalım: 40 yıldır bu Parlamentoya gelen bütün genel başkanlar, bütün milletvekilleri beceriksizdir, bu kanunları çıkaramamıştır. Ben, geleceğim, 30 günde bu 40 yılın beceriksizliğini sileceğim...

Değerli milletvekilleri, bunu içinize sindirebiliyor musunuz, böyle bir hakarete sizler layık mısınız; bunu sormak istiyorum.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – 5 günlük mesaisi var, gerisi seçim zaten.

RIZA AKÇALI (Devamla) – Ve yine, Sayın Erez'in Başbakanlık görevindeki meşruiyetini, sizlerin sorgulamasına açmak istiyorum. Yönetimlerdeki meşruiyetin kaynağı seçimdir, halktır, seçmendir. Eğer, siyasî partiler, siyasî parti mensupları, siyasî parti genel başkanları belirli reyi aldılar ve belirli çoğunluğa sahip oldularsa, bu yönetme hakkının meşruiyetini elde etmiş olurlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Süreniz bitti Sayın Akçalı, kusura bakmayın...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Cümlesini tamamlasın arkadaşımız...

BAŞKAN - Olur mu canım! Herkese 1 dakika eksüre verdim. Rica ediyorum...

TAHSİN IRMAK (Sıvas) – 1 dakika süre daha verin Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, rica ediyorum... Ben söyledim, ikaz ettim; 1 dakika veriyorum... O zaman burayı yönetemeyiz. Buyurun, siz yönetin.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Cümlesini tamamlasın Sayın Başkan.

BAŞKAN - Olmaz efendim... Rica ediyorum... Hayır.

TAHSİN IRMAK (Sivas) – Sayın Başkanım, ramazan hayrına verin

BAŞKAN - Hayır, kesinlikle... Rica ediyorum...

RIZA AKÇALI (Devamla) – Çok az kalmıştı Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, hayır... Maddede çıkıp konuşacaksınız.

RIZA AKÇALI (Devamla) – Çok az kaldı efendim.

BAŞKAN - Sayın Akçalı, bakın, ben burayı tarafsız yönetmek zorundayım. Şimdi, ben, kendi partimin milletvekillerine özel bir statü uygulayamam ki. (DYP ve FP sıralarından "Bravo Başkan" sesleri, alkışlar)

DSP Grubu adına, Sayın Metin Şahin; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

DSP GRUBU ADINA METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; geçici bütçe üzerinde Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi, Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, yaklaşık bir aydır, 1999 bütçesini hangi koşullarda görüşeceğimizi tartışmaktaydık; ancak, bugün, artık bu tartışmaları geride bırakarak, altı aylık geçici bütçeyi yaşama geçirmek üzere bir arada bulunuyoruz ve umuyorum, akşam da, bunu en iyi şekilde sonuçlandıracağız.

Bu olaya, yani geçici bütçe olayına, bazı arkadaşlarımızın yaptığı gibi öfkeyle, polemikle ya da karamsarlıkla yaklaşmayacağız; aksine, geçici bütçeyi serinkanlılıkla ele alacağız ve neden geçici bütçe yapıldığının haklılığını ortaya koymaya çalışacağız.

Hepinizin bildiği gibi, bütçeler, devletin genel ve katma bütçeli kuruluşlarının bir yıl süreyle yapacağı harcamalarını, yani giderlerini ve gelirlerini gösteren belgelerdir. Bu belgeleri şekillendiren en temel husus, bütçeyi hazırlayan hükümetin politik yaklaşımları, tercihleri ve öncelikleridir. Özetle, bütçeler, hükümetlerin kendilerini yansıtan belgeleridir; bir anlamda, hükümetlerin programının maddî dayanağıdır. Konuya böyle yaklaşıldığında, 1998 yılı bütçesinin başarıyla uygulanmasında esas olan ilke ve hedeflerin 1999 bütçesinde de yer aldığını bilmekteyiz.

Bu temel tespitleri gözler önüne serdikten sonra, bir de, ortaya çıkan son gelişmeleri şöyle gözden geçirmek gerekiyor:

Ülkede her şey olumlu giderken ve 1999 yılı bütçesi Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülürken, Cumhuriyet Halk Partisi, Fazilet Partisi ve Doğru Yol Partisi bir gensoru vererek 55 inci Hükümeti düşürdü. Bu durumda, tabiî, ortaya tuhaf bir hal çıkmıştı... Neden; çünkü, Hükümet, Parlamentoda çoğunluğunu kaybetmişti; bir taraftan da bütçesinin görüşülmesi gibi bir durumla karşı karşıya bulunuyordu. Yani, Hükümet hem çoğunluğunu kaybetmişti hem de bu bütçeyi savunup, bunun arkasında durarak Parlamentoda yasalaştırma gibi bir zorunlulukla karşı karşıya kalmıştı. İşte, böyle bir çelişkinin ortaya çıkması nedeniyle bütçenin görüşülmesi devam edemedi ve bir geçici bütçe hazırlama mecburiyeti ortaya çıktı.

Değerli arkadaşlar, geçici bütçe yapılması bugünkü ortamda doğrudur ve yerindedir. Aksini düşündüğümüzde, yani eleştiri yapan diğer partilerin tutumlarıyla olayı değerlendirdiğimizde, şöyle bir soru ortaya çıkıyor: 55 inci cumhuriyet hükümetinin bütçesini eğer destekliyor ve onaylayalım diyorsanız; yani, bir anlamda politikalarını onaylıyor iseniz -çünkü, giriş konuşmamdaki ifadelerimde bunu anlatmaya çalıştım- bir bütçe, bunu hazırlayan hükümetin siyasî belgesidir. Siz, siyasî belgesini onaylamaya kalktığınız bir hükümeti eğer Parlamentoda düşürdüyseniz, nasıl oluyor da "onun bütçesini destekleyelim" diyorsunuz ve nasıl "bunu geçirelim" diyorsunuz?! Gerçekten, bunu anlamak mümkün değildir değerli arkadaşlar. Bu, gerçekten bu kadar açık ve çıplaktır. Eğer bir hükümete güveniyorsanız bütçesine de güveneceksiniz, eğer bir hükümete güvenmiyorsanız "bütçesini de çıkaralım" demenizin, çok samimî ve doğrultu tutarlılığı bakımından uygun olmadığı kanısındayım.

Değerli arkadaşlar, geçici bütçeler -daha önce ilk konuşmayı yapan arkadaşımız da ifade etti- Türkiye'de ilk kez yapılıyor değildir, daha önce 12 kez geçici bütçe yapılmış ta 1920'lerden başlamak üzere ve en sonuncusu da 1996 bütçesi, gerçek anlamda sonuçlandırılamamış ve geçici bütçe olarak uygulamaya konulmuş. O nedenle, bu konuda geçmiş örnekler var ve bugün biz de, daha önce 12 kez yapılmış olan geçici bütçelerden bir yenisini, yani 13 üncüsünü yapacağız.

Değerli arkadaşlar, Hükümetin düşürüldüğü bu ortamda geçici bütçe yapılmasını gerektiren önemli bir diğer husus da, siyasî nezakettir. Çok yakında kurulması beklenen bir hükümetin önüne kendi programıyla uyumlu olup olmadığı belli olmayan bir bütçeyi koymak ve al, bunu uygula demek, herhalde doğru bir tutum olmazdı. Bu bakımdan, Hükümet, Komisyon görüşmelerinde de ifade ettiği gibi, gerçekten siyasî bir nezaket örneği göstermiş ve bunun bir gelenek olarak Parlamentoda yer almasını istemiştir. Bu tutumu nedeniyle, gerçekten, Hükümeti kutlamak gerektiğini düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, yeni hükümet, yani 56 ncı hükümet eğer kısa süre içerisinde kurulursa, yeni bütçeyi de -yani 1999 yılı bütçemizi- eğer mevcut şekliyle benimserse, bunun Parlamentodan geçirilmesi çok zaman almayacaktır; sanıyorum Plan ve Bütçe Komisyonunda bir günlük bir çalışmayla ve Genel Kurulda da -Genel Kurulun takdir ettiği bir sürede- on onbeş günlük bir süre içerisinde bu bütçe sonuçlandırılacaktır. Bu bakımdan, endişeyi gerektirecek bir durum yoktur.

Değerli arkadaşlar, şu anda görüştüğümüz geçici bütçe, 1999 yılı bütçesi, yani esas bütçemiz kanunlaşıncaya kadar, devlet harcamalarının yapılmasına ve devlet gelirlerinin tahsiline olanak ve yetki vermektedir. Bu yetki, 30 Haziran 1999'a kadardır; yani, altı aylık bir geçici bütçe olarak uygulanacaktır.

Bu geçici bütçeyle, önümüzdeki altı aylık sürede, personel maaş ödemeleri yapılabilecektir; sosyal güvenlik kuruluşlarının ihtiyaçları karşılanacaktır; borç faiz ödemeleri sürdürülecektir; gerekli diğer transferler yapılabilecektir; sürdürülen yatırımlar ile yeni yatırımlara ödenek ve kaynak kullandırılabilecektir; harcamayı gerektiren diğer hususlar için ise, Maliyeye yeterli yedek ödenek tahsis edilmektedir. Görüldüğü gibi, bu geçici bütçede tüm ihtiyaçlar gözetilmiştir ve yeterli ölçülerde yer almıştır.

Bu geçici bütçeyle tahsis edilen altı aylık ödenekler toplamı, 11 katrilyon 889 trilyon 194 milyar Türk Lirasıdır. Asıl bütçede öngörülen ödenekler ise -hatırlanacağı üzere- 23 katrilyon 650 trilyon Türk Lirasıydı. Görüldüğü üzere, geçici bütçeyle tahsis edilen miktar, asıl bütçede yer alan miktarın yüzde 50'sinden biraz fazla durumdadır; yani, bu yönüyle de bütçede herhangi bir kısıntı söz konusu değildir; ödeneklerde yeterli bir ölçü konulmuştur, tutturulmuştur.

Umuyoruz ki, bu geçici bütçe bugün sonuçlanacak ve tüm çalışanlar ile emekliler yeni yıla zamlı maaşla gireceklerdir.

Ayrıca, bu geçici bütçeyle, Hazineye, 1 Ocak 1999–30 Haziran 1999 dönemine ilişkin olarak, altı aylık ödenekler toplamının yarısına kadar net borçlanma yetkisi verilmiştir. Yine, sermayelerinin yüzde 50'den fazlası belediyelere ait iştiraklerin uluslararası bankalardan borçlanmaları halinde, Hazine garantisi, 500 milyon Amerikan Dolarıyla sınırlandırılmıştır.

Bir başka husus: Bu geçici bütçeyle, 1998 yılı mahsulü pamuk ve zeytinyağına verilmesi kararlaştırılan prim ödemelerinin yapılması ve hayvancılığı desteklemek üzere 5 trilyon liraya kadar ödeme yapılması için Bakanlar Kuruluna yetki verilmektedir. Böylece, pamuk ve zeytinyağı üreticilerimizin ve hayvan yetiştiricilerimizin herhangi bir mağduriyete düşmemeleri güvence altına alınmıştır.

Bu geçici bütçeyle, ihracatın desteklenmesi amacıyla, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasından Eximbanka kaynak aktarmaya olanak sağlanmıştır. Böylece, dolaylı olarak, Eximbankın yetersiz olan sermayesi güçlendirilmiş olacaktır.

Değerli arkadaşlar, bu geçici bütçe tasarısının 6 ncı maddesiyle, Türkiye'de yıllardır sorun olan geçici işçilerin çalışma sürelerinin artırılması amacıyla, 30 trilyon lirayı aşmamak üzere ödenek tahsisi konusunda Maliye Bakanlığına ve dolayısıyla Bakanlar Kuruluna yetki verilmiştir.

Bugüne kadar bazı kurumlarda çalışmadan ücret alan ve "geçici işçi" adıyla çalışanların olduğu kısmen doğrudur; ancak, biz şimdi, hizmetine ihtiyaç duyulan, sosyal güvenlik haklarından sınırlı olarak yararlanan geçici işçilerimizin oniki aya kadar çalışmalarına, bir ölçüde çare üretmiş oluyoruz.

Bilindiği gibi, sosyal bir yara olan geçici işçi sorununu çözmek için, geçtiğimiz yaz bir yasa çıkarmıştık ve 16 bin dolayındaki geçici işçimizi, Millî Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğümüzün bünyesindeki kuruluşlarda sürekli olarak çalışabilme olanağına kavuşturmuştuk.

Şimdi, geçici bütçede yer alan bu düzenlemeyle ve Maliye Bakanlığımızın belirleyeceği usuller dahilinde, 30 bin dolayındaki geçici işçimizi de huzurlu ve verimli bir çalışma ortamına kavuşturmayı hedefliyoruz. Sanıyorum, tüm parti gruplarımız da bu konuya olumlu yaklaşacaklardır.

Değerli arkadaşlar, özetlememiz gerekirse, 1999 yılı için getirilen geçici bütçe, asıl bütçe kadar yeterli ödeneğe sahiptir. Hizmetler aksamayacaktır. Çalışanlarımız ve emeklilerimiz, normal bütçe döneminde olduğu gibi, maaş ve ücretlerini, 1 Ocak 1999'dan geçerli olmak üzere zamlı olarak alacaklardır.

Değerli arkadaşlar, 1999 yılına, böyle geçici bütçeyle değil, normal bütçeyle girilmesini, Demokratik Sol Parti olarak elbette ki bizler de arzu ederdik; ancak, buna imkân verilmediğini ve 55 inci cumhuriyet hükümetinin haksız ve zamansız düşürüldüğünü herkesin kabul etmesi gerekir. Bu haksızlığa ve yanlışlığa karşı, 55 inci cumhuriyet hükümetinin, gerek içeride ve gerekse dışarıda sorunları dikkatle takip edip çözümler üretmesini, görevden hiç ayrılmayacakmış gibi son ana kadar büyük bir sorumlulukla ve özenle ülkemiz ve halkımız için çalışmasını takdirle karşılıyoruz.

Değerli arkadaşlar, konuşmamın bu aşamasında, Demokratik Sol Parti Grubu üyeleri olarak 55 inci hükümetle birlikte çok emek verdiğimiz, önemli mesafeler aldığımız ve üzerinde hassasiyet gösterdiğimiz bazı konuları, yakında göreve başlaması beklenen 56 ncı hükümetin dikkatine sunmak istiyorum.

Enflasyonla mücadele olumlu sonuçlar vermektedir ve enflasyon yüzde 50'lere inmiştir. Bu mücadelede, bugüne kadar titizlik gösterilen bütçe disiplininden ayrılınmamalıdır.

Sekiz yıllık kesintisiz eğitimde sağlanan olumlu gelişmeler takip edilmeli, daha da ileriye götürülmelidir.

55 inci hükümet zamanında, yani gerek 1997'de gerekse 1998 yılında, üreticimize, ürün bedellerinin, geciktirilmeden ve aksatılmadan ödendiğini unutmamak gerekir. 1999'da da, çiftçilerimizin ürün bedelleri, aksama olmaksızın ödenmelidir.

Esnaf ve sanatkârlarımıza, KOBİ'lere ayrılan krediler, sonuna kadar kullandırılmıştır. 1999'da, yükseltilen limitler de dikkate alınarak, bu kaynaklar, sonuna kadar kullandırılmaya devam edilmelidir.

Güneydoğu ihmal edilmemelidir. Terörün açtığı yaraların sarılması sürdürülmeli, bu bölgede yaşamın normale döndürülmesi çalışması aksatılmamalıdır.

Organize suç örgütlerine, yani çetelere, mafyalara ve bölücü teröre karşı yapılan başarılı mücadele aynen sürdürülmelidir.

Bütün dünya, büyük ve güçlü Türkiye gerçeğini öğrenmeye başlamıştır. Bu saygın ve çok yönlü dışpolitika mutlaka sürdürülmelidir.

Sayın milletvekilleri, yukarıda saydığım politikaların başarıyla yürütülebilmesi için gerekli maddî olanaklar -geçici de olsa- bu bütçede vardır. Demokratik Sol Parti Grubu olarak, 1999 yılı geçici bütçesine olumlu oy vereceğiz.

Demokratik Sol Parti Grubu olarak, sayın milletvekillerimizin ve sevgili yurttaşlarımızın yeni yılını kutluyor ve hayırlı ramazanlar diliyoruz.

Hepinize saygılar sunarım. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şahin.

ANAP Grubu adına, Sayın Esat Bütün; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

ANAP GRUBU ADINA ESAT BÜTÜN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyor, içinde bulunduğumuz mübarek ramazan ayının ve yaklaşan yeni yılın Türk Milletine hayırlar getirmesini diliyorum.

Gerçekten, bugün bir kere daha ortaya çıkmıştır ki, muhalefet ne yaptığını bilmiyor; bir taraftan, ülkenin sorunlarını kucaklayıp çözüme götüren 55 inci Hükümeti düşürüyor, diğer taraftan, buraya geliyor, diyor ki "bütçeyi niye getirmediniz?" Biliyorsunuz, bütün bütçe oylamaları, aynı zamanda güvenoyu niteliğindedir. Şimdi siz, düşürdüğünüz Hükümetin burada bütçesini onaylayarak tekrar güvenoyu verirseniz, bu durumda, daha önce düşürdüğünüzdeki gerekçeyi nasıl izah edeceksiniz?!

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Güvenoyu vereceğimiz belli değil; görüşülsün.

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Burada, aslında, 55 inci hükümet, Meclis iradesine saygı göstererek ve gelecekteki hükümetlerin de inisiyatiflerini engellememek için gerçekten centilmenlik örneği göstererek, Meclisin öncelikle ittifakını, uzlaşmasını aramış, bu noktayı bulduğu anda bütçeyi getirmek istemiş, ama, bunun olmadığını görerek, kendi durumunu da bilerek, bütçeyi getirmemiş, ülkeyi bütçesiz bırakmamak için geçici bütçeyi getirmiştir. Şimdi bu gerçekler ortadayken, bizi, burada "neden Hükümet geçici bütçe getirdi" diye eleştirmeniz, gerçekten bugün Türkiye'deki sıkıntıların da bir diğer nedenidir.

Hükümeti düşürdünüz, hükümet kurma planınız yok; neden düşürdüğünüzü bilmiyorsunuz; çünkü "bütçeyi getir" diyorsunuz.

NECMİ HOŞVER (Bolu) – Yolsuzluktan düştü, yolsuzluktan...

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Oradan konuşmanın anlamı yok. Siz, zaten her zaman, ne yaptığınızı bilmiyorsunuz. Biraz önce, çıktınız, yıllardır demokrasi kahramanı yaptığınız "Baba" dediğiniz insanı burada eleştirdiniz; artık, onu savunmak da bana kaldı. (ANAP sıralarından alkışlar)

NECMİ HOŞVER (Bolu) – Baba'yı size verdik, Baba sizin olsun artık.

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Öyle diyemezsiniz. Bir taraftan "Demokrat Partinin, Adalet Partisinin devamıyım" diyeceksiniz, işinize geldiği zaman sahip çıkacaksınız; diğer taraftan, işinize gelmediği zaman inkâr edeceksiniz; bu, doğru değildir.

Bakın, 1995 yılında, Sayın Cumhurbaşkanı, o zaman, Sayın Tansu Çiller'e, hükümet kurma görevini, azınlık olmasına rağmen verdi, azınlık hükümetini tasdik etti; ama, güvenoyu alamadı, tekrar yeni bir hükümet kuruldu. Bugün için de geçerli olan budur; Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasada yazılı olan yetkileri gereğince, hükümet kurulmasıyla ilgili atamayı yapmıştır, bütün cumhurbaşkanlarının yaptığı gibi bugün de yapmıştır. Nitekim, Sayın Ecevit'e vermiştir; kuramamıştır, iade etmiştir. Bugün Sayın Yalım Erez'dir; eğer Parlamento çoğunluğuna dayalı bir hükümet kuramazsa, o da iade eder; bir başkasına verir. Bu, gayet demokratik bir yoldur; ama, muhalefet, şimdi, bir plansızlık, bir dağınıklık içinde köşke çıktığında, gerçekten alternatif bir koalisyon ortaya koydu da, Cumhurbaşkanı görev vermediyse... O zaman konuşma hakkınız yok; orada başka burada başka şekilde konuşulmasını doğru bulmuyorum.

ASLAN POLAT (Erzurum) – 280 imza verilmişti; o, ne olacak?

ESAT BÜTÜN (Devamla) – 280 imzayı, güvenoylamasında gördük; 281 kabul oyu aldı 55 inci hükümet, ret oyu 256'da kaldı; yani, 280 demekle 280 olmuyor ki...

ASLAN POLAT (Erzurum) – O zaman imza verenlere sor...

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Onu siz kendi arkadaşlarınıza soracaksınız.

Diğer önemli bir olay da... Gerçekten ben bugün burada, ülke sorunlarını kapsayan teknik bir konuşma yapacaktım; ancak, muhalefetin birtakım açıklamalarına, 55 inci hükümetle ilgili olaylara da cevap vermek istiyorum.

Şimdi, ülkemizin en büyük sorunlarından bir tanesi, bildiğiniz gibi, enflasyondur. Geçtiğimiz bütçelerde, Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel Başkanı, bütün bütçe konuşmasını enflasyon konusu üzerine yönlendirmişti ve konuşmasının tamamı âdeta oydu; ama, bu konu bugün gündeme gelmiyor. Neden; çünkü, enflasyon konusundaki düşüş açık ve nettir. Bugün, bakın, tüketici fiyatları endeksi yüzde 70'lere, toptan eşya fiyatları endeksi yüzde 50'lere düşmüştür; her şeye rağmen düşmüştür, dünyadaki krize rağmen düşmüştür, Türkiye'nin ekonomik daralmasına rağmen düşmüştür ve enflasyon konusu bugün gündeme gelmemiştir. Bu enflasyon düşüşü sürerkenken, hâlâ, enflasyon yüksektir demek, diğer taraftan, gerçekten teknik bir kişi olduğuna inandığım Fazilet Partisi sözcüsünün "cumhuriyet tarihinin en yüksek enflasyonu bu Hükümet döneminde" demesi, yine, Doğru Yol Partisini kayırma anlamına geldi; 1994 yılında yüzde 149 olduğunu unuttu herhalde veya onu görmezlikten geldi; bu mübarek ramazan günü de bunu tabiî burada hatırlatmak istiyorum

ASLAN POLAT (Erzurum) – Esat Bey, sözcü "üçüncü" dedi, sen üçü anlayamadın; tutanaklarda var, değiştirme ifadesini.

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Yok yok "en yüksek enflasyonu" dedi.

Diğer taraftan, gerçekten, bugün Türkiye'deki ekonomik durumumuz, bildiğiniz gibi, sağlıklıdır demek, doğru değil. Bir ülkenin iktisadî büyüme ve kalkınmasının hızı, seviyesi, o ülkede uygulanmakta olan makro iktisat, eğitim, dışticaret, sanayileşme politikalarına, o ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerine bağlı olmakla birlikte, dünyadaki ekonomik değişme ve gelişmelerle de yakından ilgilidir. Bu etkenler, dışticaret, sermaye akımları, döviz kurları, faiz politikaları ve genel iktisat politikalarını doğrudan etkilemektedir.

Türkiye, yüksek enflasyonla 1979 yılından itibaren karşılaşmıştır. O günden bugüne kadar -ondokuz yıldır- enflasyon, yüzde 40'larla yüzde 50'ler arasında devam etmektedir. Latin Amerika ülkelerinde bile, daha dün dağılan Sovyet bloğundaki ülkelerde bile enflasyon düşürülürken, ülkemizde enflasyonun düşürülememiş olması, gerçekten çok çarpıcı ve üzüntü verici bir örnektir.

Bugün, dünyada gelir dağılımındaki adaletsizlik devam etmekte; buna karşılık da dünyada globalleşme meydana gelmektedir. Dünyada bir taraftan ekonomik entegrasyona, diğer taraftan iktisadî ve siyasî globalleşmeye gidildiği bir ortamda, gelir dağılımındaki adaletsizlik de derinleşerek artmaktadır. Dünya nüfusunun 6 milyara yaklaştığı, dünya ticaretinin de 30 trilyon dolara ulaştığı günümüzde, maalesef, gelir dağılımındaki adaletsizlik de aynı büyüklükte artmaktadır. Gelişmiş 26 ülkenin nüfusu dünya nüfusunun sadece yüzde 16'sına tekabül ettiği halde, bu 26 ülkenin, dünya üretiminin yüzde 81'ini gerçekleştirdiği, fert başına millî gelirinin de 6 ilâ 23 bin dolar olduğu bir gerçektir. Dünya nüfusunun geriye kalan yüzde 84'ü, dünyadaki üretimin sadece yüzde 19'una sahiptir.

20 nci Yüzyılın son çeyreğinde ve 21 inci Yüzyılın başında teknoloji ve haberleşmedeki baş döndürücü gelişmelerin sonucunda dünya iyice küçülmüştür. Küreselleşme "ekonomik ve siyasî sınırların giderek ortadan kalkması ve neticesinde maddî ve manevî değerlerin millî sınırları aşarak dünya çapında yayılmasıyla, ülkeler ve milletler arasındaki iktisadî, siyasî, sosyal ve kültürel temas ve etkinliklerin artmasıdır" diye tarif edilebilir.

İktisadî küreselleşmenin en başarılı olduğu sahalar, yatırım, üretim ve finans piyasalarıdır. Bu gelişmelerin sonucu, iktisadî serbestleşme, serbest pazar ekonomisi, siyasî anlamda demokratikleşme, normalleşme ve hukukun üstünlüğü kavramlarını insanlığın ortak değeri olarak ortaya çıkarmıştır.

Bir ülkenin ekonomik performansını belirleyen, ne teknoloji ne de doğal kaynaklarının zenginliğidir, iktisadî örgütlenmesidir. Bugün, dünyadaki kamu harcamalarının büyük bir çoğunluğuna baktığımızda, ülkeler arasında yine farklılıkları görürüz. Kamu harcamalarında OECD ortalaması yüzde 41 civarında, Avrupa Birliği ortalaması da yüzde 51 civarındadır. Az gelişmiş ülkelerin tamamına yakınında kamu harcamalarının tamamını devlet finanse etmektedir. Ülkemizdeki kamu harcamalarının gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 35'ler civarındadır. Bu da göstermektedir ki, Türkiye, en kısa zamanda, kamu harcamaları konusunda dünya ortalamasını yakalamak zorundadır.

Bugün, dünyadaki gelişmiş ülkelerde kamu harcamalarının yüzde 50'si, yüzde 60'ı, mahallî idareler ve yerel yönetimler tarafından yapılmaktadır. İşte burada, 55 inci hükümetin bir başarısı daha ortaya çıkmıştır, sizin engellediğiniz bir başarısı daha ortaya çıkmıştır; mahallî idareler reform yasa tasarısı hazırlanmıştır. Eğer siz, özellikle Cumhuriyet Halk Partililer -sözleşme gereği, Hükümet zaten yılbaşında anlaşarak istifa edecekti- muhalefetin ve çetelerin isteğine uyup, 55 inci hükümeti düşürmeseydiniz, mahallî idareler reform yasası çıkacaktı ve Türkiye de kamu harcamalarında dünya ortalamasına yaklaşacak ve kamu harcamalarının yüzde 50'sini mahallî idarelere bırakacak, yani, artık Türkiye'nin Ankara'dan yönetilemediği gerçeği karşısında yetkiler mahalline devredilecekti; bunu engellediniz.

Diğer bir önemli husus, bildiğiniz gibi -yine, özellikle, burada iki muhalefet partisine sesleniyorum; yine yaptıklarını bilmiyorlar- şimdi burada yüksek enflasyondan, kamu kesimine, kamu çalışanlarına az para verilmesinden bahsedenler, daha 1991 seçimlerine giderken, o dönemde dengeleri sağlanmış olan sosyal güvenlik dengelerini altüst ederek, birkaç oy uğruna, oportünistçe meydanlara çıktılar, dediler ki: "Biz, emeklilik yaşındaki sınırlamayı kaldıracağız." Kaldırdınız da ne oldu; gencecik insanlar, 38 yaşında bayanlar, 43 yaşında tam olgunluk çağında erkekler emeklilikle karşı karşıya kaldılar. Ne yaptınız; 1992 yılında, sosyal güvenlik kuruluşları fazla verirken, açık vermeye başladı ve bu beş yıllık açık 3 katrilyon lirayı buldu.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Kim yaptı bunu?

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Bunu, DYP ve o zamanki SHP şimdiki CHP iktidarları yaptı.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Başbakan kimdi, başbakan?

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Şimdi burada kalkıp ekonomideki dengesizliklerden bahsederken geçmişte yaptıklarını unutanlar, milletin de unuttuğunu zannediyorlar.

Bugün, eğer siz, bu 3 katrilyon lirayı, kazanılmış gelirlerden alınan vergi gelirlerinden değil, yüzde 100'leri aşan faizlerle borçlanarak ödüyorsanız, bunu halktan, daha acı faturayla, o genç yaşta emekli ettiğiniz insanlardan, daha acı faturayla çıkarıyorsunuz demektir; çünkü, bu borçlanmadan kaynaklanan 3 katrilyon liranın karşılığında, ranta 4 katrilyon lira para aktarmak zorunda kalıyorsunuz; bunu da, yeniden halktan çıkarıyorsunuz demektir.

İşte siz, 55 inci hükümeti zamansız ve plansız düşürerek, bu sosyal güvenlik reformunu da engellediniz. Eğer bu sosyal güvenlik reformu çıkmış olsaydı, bugün bütçemizde oluşan en büyük kara delik kapanmış olacaktı. 1998 yılında 1,4 katrilyon lira ayrılan bu sosyal güvenlik açıklarına, 1999 yılı bütçesinde 2,5 katrilyon lira civarında bir ödenek ayrılması planlanmaktadır.

Şimdi siz, ülkenin gündemini kaybettirdiniz, ülkenin hükümetini düşürdünüz, ülkenin bütçesini engellediniz, ondan sonra çıkıp burada...

ASLAN POLAT (Erzurum) – İnanıyor musun bu dediklerine?

ESAT BÜTÜN (Devamla) – ...kamu çalışanlarına az para veriliyor, bütçeyi neden getirmediniz deme hakkınız yoktur. Diğer taraftan, hükümet düşürme gerekçelerindeki davranışlarınız da doğru değildir. Hükümetin düşmesini en başta çeteler istedi; çağrı yaptılar Fransa'dan. Arkasından, o bahsettiğiniz kasetlerden önce çetelerle mücadele başlamıştı. Failî meçhul cinayetler bugün işlenmemektedir; onlar rahatsızlık duydular, onlar çağrı yaptılar...

ASLAN POLAT (Erzurum) – Kiminle görüştüler?

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Kiminle görüşülürse görüşülsün, kiminle ne yapılırsa yapılsın, önemli olan onların üzerine gidilmesidir. Onların üzerine gidiliyor mu?..

MEHMET GÖZLÜKAYA ( Denizli) – Korkmaz Yiğit ile...

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Korkmaz Yiğit ile görüşenler ve ne için görüştükleri ortadadır. Mahkemeye gitmiştir, cevabını mahkeme verecektir. Eğer Hükümet, Korkmaz Yiğit'in üstüne gitmeseydi o bant çıkmazdı. Zaten banttaki ilk konuşmasında da -dikkat ederseniz- "korkarım ki bu bant yayınlanmak zorunda kalmaz" diyor. Şantajla, Hükümete bir tertiple hazırlandığı ortadadır. O tertibi yapanlar halk tarafından görülmüştür; onun hesabını da halka vereceklerdir.

Diğer taraftan, 55 inci Hükümet, bildiğiniz gibi, gerçekten, sermaye piyasalarını yakından ilgilendiren Bankalar Kanunuyla ilgili düzenlemeleri getirecekti. Hepiniz burada çıkıyor rant ekonomisinden bahsediyorsunuz, bir taraftan da bütün bankaları 1994 yılındaki krize getirdiğiniz noktada devlet güvencesine alarak âdeta, ne yaparsanız yapınız, o çete olarak itham ettiğiniz kişiye banka kurma yetkisini verip, bankaya içini boşalttırmasının da hesabını, o karar gereğince devlet ödeyecek. Bütün bankaların mevduatları 1994 yılından itibaren devlet güvencesinde. Âdeta, güvence vererek, birtakım şeylerin içini boşalttırma imkânını sağlıyorsunuz ve 55 inci Hükümet bunun çaresi olarak Bankalar Kanunuyla ilgili yeni düzenlemeleri getiriyor; işte, gündeme geldi. Bunu ortaya koymadınız, bunu engellediniz.

Şimdi buradan çıktınız dediniz ki, bu Hükümet döneminde engellendi, kamu çalışanları ezildi. Kamu çalışanlarının ezilmesine ve ülkede demokrasinin yerleşmesine engel, siz oldunuz.

55 inci Hükümet 1995 yılında, Anayasa gereği, kamu çalışanlarına sendika kurma hakkı veren kanun tasarısını getirdi; komisyonlardan geçirdi, Genel Kurulda aylarca çalıştı. Aylarca engellediniz, desteklemiş gözükerek engellediniz.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Geri çektiniz.

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Geri çekmedik, hâlâ gündemin ikinci sırasında, görüşülmeyen kanun tasarı ve teklifleri arasında. Geri çekmedik, haydi, buyurun, gelin görüşelim; ama, öyle destek vermiş gibi köstek olmayacaksınız.

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Gelin, görüşelim.

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Bakınız, Cumhuriyet Halk Partisi, o kamu çalışanlarıyla ilgili kendi vermiş olduğu teklifi daha sonra reddederek, açıkça engelledi; ama, Doğru Yol Partisi, Fazilet Partisi engellemez gözükürken engellediler. Nasıl engellediniz; buraya, üç kişi, beş kişi gelerek.

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Niye geri çektiniz.

YUSUF BAHADIR (Trabzon) – Siz, geri çektiniz.

BAŞKAN – Efendim, müdahale etmeyin, rica ediyorum.

ESAT BÜTÜN (Devamla) – 26 madde görüşüldü. 26 maddenin her birinin görüşülmesi yaklaşık 10 dakika sürüyor. Demek ki, yaklaşık 1 saatte 6 madde görüşülmüşse, 26 madde yaklaşık 4-5 saatte görüşülmüş. Geri kalan, 44 saat görüşülmüş; bu sürenin büyük bir bölümünde CHP, Fazilet Partisi ve Doğru Yol konuşmuş. Sadece Doğru Yol Partisi sözcüleri, gereksiz yere konuşmasalardı, sadece ilgili olaylarda ve 5 saat daha az konuşsalardı, kamu çalışanlarıyla ilgili sendika yasası çıkardı.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – İkişer dakika konuştuk, insaf kardeşim.

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Olur mu, bir çok madde de konuştunuz. Tutanaklar orada, zaman orada.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Niye geri çektiniz o zaman.

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Geri çekmedik; getireceğiz.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Siz oturmadınız...

BAŞKAN – Efendim, müdahale etmeyin.

Sayın Bütün, siz de, lütfen kimseye sataşmadan konuşun.

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Varsanız, getireceğiz; hemen başlayacağız. Bakanımız da oturacak, ben de komisyon sözcüsü olarak ilk oturumda oturacağım. Buyurun, hodri meydan; çıkaralım.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Biz geleceğiz, geleceğiz... Buyurun getirin.

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Kimin geleceğine, millet iradesi karar verecektir, millet karar verecektir. Sizin "geleceğiz" demenizle buraya gelinmez.

Şimdi, toplugörüşme hakkı Anayasada yazılı; Anayasadaki bu toplugörüşme hakkına rağmen, kendi yaptığımız anayasal düzenlemeye rağmen, siz, bile bile -o zaman Anayasa değişikliğini bu şekilde kabul edenler ve Anayasadaki değişikliğe göre kanun teklifi verenler- bunu engellediniz. Eğer, bugün, kamu çalışanları toplugörüşme haklarını almış olsalardı, işte, sizin "ezildi" dediğiniz o kamu çalışanları, Hükümetle toplugörüşme yapabilecek, kendi haklarını rahatlıkla savunabilecek olgunlukta ve yetenekteydi. En büyük hak, örgütlenme hakkıdır. Eğer, toplum örgütlenmişse, kamu çalışanları örgütlenmişse, haklarını alabilecek durumdadır; ama, siz, Meclis iradesini sokağa teslim ettiniz; sokakta temsil ediliyor gözüken, ama, temsil edilmeyen memurları, kamu çalışanlarını engellemek için o kanun tasarısını engellediniz.

Tarımda, 55 inci Hükümete söz söylemek için, gerçekten, bu mübarek günde, laf bulamıyorum. Bakın, işte, burada, tarımda alınanlar var: 1995 yılında 246 bin ton hububat alınmış; 1996 yılında, Refahyol döneminde 1 milyon 556 ton hububat alınmış; 1997 yılında, Anasol-D Hükümeti döneminde 5 milyon 907 bin ton -yani, yaklaşık 3,5 katı- hububat alınmış; 1998 yılında -ki, bu, kasım ayı itibariyle- 7 milyon 840 bin ton hububat alınmış; yani, Refahyol döneminin 5 katı alınmış ve her salı günü parası trink ödenmiş; hatta, öyle yapılmış ki, Refahyol döneminde ödenmeyen gübre paralarının 20 trilyonunu da bu Hükümet ödemiş. Şimdi, burada, çıkıp, çiftçi kaybetti, memur kaybetti, işçi kaybetti, çalışanlar kaybetti demenin, bu gerçekler karşısında doğru olmadığına inanıyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bütün, süreniz bitti; size de 1 dakika eksüre veriyorum.

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Tabiî, şimdi -sözlerimi burada bitirirken- 55 inci Hükümet centilmenlik yapmıştır, bütçeyi getirmemiştir; bir de, kendi gücünü de görmüştür. Önümüzdeki günlerde bir hükümet kurulacak; o hükümet, isterse, 55 inci Hükümetin hazırladığı bütçeyi komisyonda istediği şekilde değiştirebilir ve kendi görüşüne göre ortaya koyabilir, istemezse onu getirebilir, çok kısa zamanda gelir ve ülke bütçesiz kalmaz.

Bu duygu ve düşüncelerle, geçici bütçenin ülkemize, çalışanlara hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bütün.

Şahısları adına, Sayın Recep Kırış?.. Yok.

Sayın Aslan Polat, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 786 sıra sayılı Geçici Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlarım.

Hükümetin, 1999 yılı bütçesini geri çekip, bu geçici bütçeyi Meclise sunmasındaki gerekçeler hiç de tutarlı değildir. Hükümetin geçici bütçeyi sunmasındaki genel gerekçesinde "güvensizlik oyuyla düşürülmüş bir hükümetin kendi yaklaşımını yansıtarak hazırlamış bulunduğu bütçenin yasalaşması yönündeki faaliyetlerini sürdürmesi demokratik gerekler açısından uygun olmayacaktır" denilmekte ve devam edilerek "yerini yakın gelecekte yenisine devretmesi kesinleşmiş bir hükümetin gelecek hükümetin yetkilerini gasp etmesi anlamına da gelecektir" denilmektedir.

Bu gerekçelere karşı bizim şu itirazlarımız doğru olmaz mı:

a) Demokratik geleneklerden bahsediyorsunuz. Hangi demokratik ülkede, 40'a yakın milletvekilinin, bir hafta içerisinde şu veya bu sebeple bir partiden istifa ettirilip başka partilere geçmesi sağlanır ve bunun neticesinde bir hükümet kurulur.

b) 55 inci Hükümet, CHP ile yaptığı anlaşma gereği, 1998 yılı sonunda istifa edip yeni bir hükümetin kurulacağını kamuoyuna açıklamamış mıydı? O takdirde, yeni kurulacak hükümetin yetkileri -bu mantığa göre- gasp mı edilmiş olacaktı?

c) Yine, 18 Nisan 1999 tarihinde genel seçim kararı Yüce Meclisçe alındığına göre, en çok üç–üçbuçuk ay sonra ikinci bir hükümet kurulacağına göre, onun da yetkileri gasp mı edilecekti?

Çok net olarak görülmektedir ki, bu sebeplerden hiçbiri gerçekçi değildir. Gerçek sebep, Hükümet, kendi içine dahi sindiremediği, Plan ve Bütçe Komisyonunda müdafaadan bunaldığı bir bütçeyi Genel Kurula getirmekten çekinmiş; Genel Kurulda tüm halkın huzurunda ve takriben üç hafta sürecek bir tartışmayı göze alamamıştır. Nasıl savunsunlar ki, getirecekleri bütçede vergi gelirleri 14 katrilyon 535 trilyon görülmesine karşılık, yüzde 90 faiz oranlarına göre hesapladıkları faiz giderleri 8 katrilyon 890 trilyon tutmakta ki, bu haliyle vergi gelirlerinin yüzde 61'inin faize gittiği görülmekte; fakat, şu an, Hükümetin yüzde 145'lerle borçlandığı, son dört yılın ortalamasınının yüzde 120 olduğu dikkate alınırsa, bu rakamın 11,8 katrilyona çıkacağı, o zaman vergi gelirlerinin yüzde 81'e yakınının faizlere gideceği; yine, getirilen bütçe rakamlarına göre, bu yıl içinde ödenecek bono artı tahvil tutarlarının 15 katrilyon 422 trilyon TL olacağı; yani, tüm toplayacağınız vergiden takriben 1 katrilyon daha fazla ödeyecek borcunuz olduğu, bu bono artı tahvil borcunuzu ve 5 katrilyon 520 trilyon olarak gösterilen bütçe açıklarını kapatmak için, yine bono artı tahvil olarak 21 katrilyon 112 trilyon TL'lık borçlanma yapılacağını; yani, 1999 yılında takriben 80 katrilyon olacağı hesaplanan gayri safî millî hâsılanın 1/4'ü miktarında dış borçlanma imkânı olmadığı için iç borçlanma yapılacağı, bu büyük oranda iç borçlanmada da hükümet zorlanacağı için, içborç faizlerinin yüzde 150'lerden yüzde 200'lere sıçraması olanakları görülecekti.

Yine, kamu kesimi içborç stoku 1989 yılında 5 milyar doların altındayken, 1998 Kasım ayı itibariyle 10,2 katrilyon, takriben 33 milyar dolar olduğu, 9 yılda 6,6 kat dolar bazında arttığı, bu gidişin gidiş olmadığı; 1999 yılı için öngörülen 8,890 trilyon faiz ödemesinin ki, bu miktar yüzde 90 faize göre hesaplandığı için tutturulması kesinlikle mümkün değildir, yine de bütçenin yüzde 38'ine tekabül etmektedir; bu oran, yine 1996 yılında da yüzde 38 iken, 28 Şubat süreci sonucu düşürülen 54 üncü Hükümetçe 1997 yılında yüzde 29'a düşürüldüğü ve yine, Şubat 1997'de, bono faizlerinin yüzde 85'lerde seyrettiği de belirtilecekti.

Yine, bu Hükümetçe 1999 yılında yatırımlara bütçenin yüzde 5,96'sının ayrıldığı, geçen yıl yatırımlara verileceği söylenen 400 trilyon liralık özelleştirme gelirlerinin neden verilmediği, 1998 yılı Yatırım Programında yer alan 5556 proje için, 1998 fiyatlarıyla 34 katrilyon 84 trilyon lira gerekirken, faizlerden lütfedip ayırabildikleri 1 katrilyon 410 trilyon TL ile ne yapmak istedikleri -aslında bu miktarın, geçen yıl özelleştirme gelirleriyle 1,4 katrilyon olan rakamın aynı olduğu- bu yüksek enflasyon ortamında faizler katlanarak artarken, yatırımların neden yerinde saydığı sorulacaktı.

Yine, Karayollarına 1998 yılında yatırımlara 149 trilyon TL ödenek ayrılırken, 1999 yılı için ayrılan 147,3 trilyon TL'lik yatırım ile ne yapmak istedikleri öğrenilecek ve bu bütçeyle yatırımlara ödenek aktarılamaz, mevcut müteahhit hakedişleri ödenemezken, yeni otoyol ihaleleri yapmak istemekteki heveslerinin gerçek sebepleri sorgulanacaktı.

Yine hem sosyaldemokrasiden bahsedip hem de Çalışma Bakanlığındaki SSK ihalelerinin -100 milyar TL'nin üzerinde olanlarının- önceleri yüzde 1 ile sonraları -bizim büyük itirazımız üzerine- yüzde 6,5 ile OYAK İnşaata verilmesini, Milli Eğitim Bakanlığı, okul ihalelerinin de 4306'ya tabi olanlarının takriben 200 firmaya verilmesi, dolayısıyla devletin en önemli iki kurumdaki ihalelerini toplam 201 firmayla sınırlandırmalarını, o zaman 66 bin civarında olan müteahhit firmaların -ki, bunların 29 bin civarındaki mühendis kökenlidir- ne yapacakları; bu uygulamayı bir de sosyal demokrasi açısından bize izah etmeleri istenecekti.

1998 yılında yüzde 157,5 artırılmasına rağmen, ödenek yetiremedikleri için 295 trilyon daha -ekbütçeye koydukları bir maddeyle- faize para öderken, rantiye kesiminin indirim oranının -enflasyondan arındırma oranının- yüzde 78,7 alındığını, dolayısıyla 1998 yılı için indirim oranıyla 11 milyar 734 milyon TL'nin altında gelir elde eden rant kesiminden faiz gelirleri için mart ayında beyanname verilmeyeceğinin nedenleri sorulacak, memur maaş katsayısı için yüzde 56+10 oranında uygulanan zam oranının neden rant kesimi için yüzde 78,7 olarak alındığını, bu ayırımın sebeplerinin sorgulanacağı, bu rant aşkının nereden geldiği irdelenecekti. 30 milyon TL aylık alan bir asgarî ücretliden vergi alırken, rant kesiminden 11,7 milyar TL'nin altında gelir elde edenlerden beyanname alınmayışının kanunî gerekçeleri değil de, sosyal gerekçeleri sorulacaktı.

Getirilen geçici bütçeyle, 1998 malî yılı bütçe kanunlarının (A) işaretli cetvellerine ait başlangıç ödeneklerinin 30.6.1999 tarihine kadar, 1 ay için, personel giderleri için 1/7; yedek akçe için 1/2; faiz, sosyal güvenlik için 1/8; Maliye, Hazine diğer transferleri için 1/6; yatırımlar için 1/10; diğer bütçe giderleri için de 1/8 kadar harcama yapmaya genel katma bütçeli daireler yetkili kılınmıştır.

Buradaki rakamlardan memur maaş katsayısı artışının yüzde 25 civarında olacağı görülmektedir. En önemlisi, 1999 yılının tümü için 90 trilyon TL düşünülen yedek akçenin her ay için 48,5 trilyon TL olarak ayrılmasını, altı ay bu ödenek böyle kullanıldığında 291 trilyon TL edeceğini, bunun da, tamamen, 18 Nisan seçimleri için bol keseden kullanılacak seçim yatırımı olduğunu ve yine, en az ödenek oranının 1/10 ile yatırımlar için ayrılmasını da bu Hükümetin yatırım alerjisine bağlamak mümkündür.

2 nci maddeyle, yeni yatırımlar konusunda, ancak derhal ihalesinde fayda ve zaruret görülen yatırımlar ve tabiî afetler sonucu hâsıl olabilecek hasarların telafisi için, yeniden girişilecek işler için Bakanlar Kurulundan yetki izni alınması istenmekte. Bu durumda, Doğu Anadolu'da inşaat mevsimindeki kısalık gözönüne alınırsa, haziran ayından sonra yapılacak normal ihalelerle, daha işe başlar başlamaz, bir iki ay içinde kış geleceğinden, bu maddenin açık manası, 1999 yılı için doğuya yatırım yok demektir.

3 üncü maddeyle, personel maaş zamlarının Bakanlar Kurulunca yapılacağı, bunun da ayrılan ödeneğe göre yüzde 25 olacağı belli oluyor. Neye göre; 1999 yılında olacağı varsayılan yüzde 44,4 TEFE yıllık ortalamaya göre. Tabiî, bu Hükümet iki yıldır memurlara verdiği o muhteşem zamlarla, tüm memurları toptan alışveriş yapan tüccar sandığından, memur maaş zamlarını hep toptan eşya fiyatlarına göre tahmin ediyor; fakat, 1999 yılı için İstanbul Ticaret Odasının TEFE ortalama tahmini dahi yüzde 70 ve Kasım 1998 sonu itibariyle 12 aylık ortalama TÜFE'nin yüzde 87,3 olduğu düşünülürse verilen miktarın gerçekten ne kadar uzak olduğu anlaşılır.

5 inci maddenin (a) fıkrasıyla, vergi kanununun yürürlük tarihinden önce ihraç edilmiş bulunan devlet borçlanma senetleri ile vadesi 1 yıl ve daha uzun olan aynı neviden menkul kıymetler netice olarak 1 yıl süre, 3 aya, yüzde 51 oranı yüzde 25'e ve vergi alacağı oranı 1/3'ten 1/5'e indiriliyor. Niçin bu uygulama yapılıyor; rant kesiminden ocak, şubat, mart ayları içerisinde tahsil edilecek 7,2 katrilyonluk ödeme içerisinde yer alan faizler ki, yaklaşık 2,8 katrilyondur, bunlara kolaylık sağlamak için "memur ve asgarî ücretli için yarım puan dahi vermem" diyen Hükümet için rantçı kesime yok yok tabiî!..

BAŞKAN – Sayın Polat, sizin de süreniz bitti; size de, 1 dakika süre veriyorum; lütfen, bitirin efendim...

ASLAN POLAT (Devamla) – Geçici işçiler için getirilen 6 ncı madde tamamen seçim istismarıdır. 1998 malî yılı bütçesinde seçim öngörülmezken getirdikleri 52 nci madde ile;

"a) Geçici işçiler ilgili kalemdeki ödenekleri aşmayacak sayıda ve sürede istihdam edilebilirler.

b) Geçici işçilere bütçede tertiplenen ödeneği aşacak şekilde fazla çalıştırma yapılamaz ve bütçenin başka tertiplerinden işçi ücreti ve fazla çalışma ücreti ödenemez.

c) (Maliye Bakanlığınca) vize işlemi yapılmaksızın geçici işçi istihdam edilemez ve ödeme yapılamaz" denilirken, seçimi görünce, hemen değişip "1998 yılında istihdam edilecek geçici işçiler için 52 nci madde sınırlamalarına tabi olmaksızın 30 trilyon TL'yi aşmamak üzere Maliye Bakanı ek vize verebilir" denilirken, 55 inci Hükümet, çok açık bir şekilde seçim istismarı yapmaktadır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Polat.

Maliye Bakanı Sayın Zekeriya Temizel; buyurun.

Süreniz 20 dakika efendim.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; aslında, gönlümüz, Geçici Bütçe Tasarısıyla değil de, 1999 Malî Yılı Bütçe Yasa Tasarısıyla huzurlarınıza gelmek isterdi; ancak, huzurunuza, avans nitelikli Geçici Bütçe Yasa Tasarısıyla gelmiş bulunuyoruz. Sözlerime başlarken, Hükümetim adına hepinize saygılar sunuyor, halkımızın da huzurlu bir ramazan geçirmesini diliyorum.

Değerli milletvekilleri, geçici bütçeye neden gerek duyuldu? Geçici bütçe uygulaması sorunlar yaratır mı? Elbette ki bunlar, bu Mecliste, gelenekleri oluşturmak için ayrıntısıyla tartışılması gereken konular. Yalnız, bu konulara girmeden önce, acımasızca eleştirildiğimiz için, 1998 yılı bütçe uygulamalarının da sizlere hesabını vermek zorunlu oldu.

Öncelikle, belirtmeliyiz ki, ülkemizdeki gelişmelerle ilgili tüm ekonomik verilere, sağlanan saydamlıktan ötürü herkes tarafından ulaşılabilmektedir. Türkiye'nin bütün ekonomik göstergeleri açıktır; para, borçlanma, enflasyon, özelleştirme... Bütün bunların hepsi önceden kamuoyuna açıklanmakta, daha sonradan da uygulama sonuçları rahat bir şekilde test edilmektedir. Dolayısıyla da, Hükümeti eleştirmek için kullanılan bütün verilerin hepsi, işte bu verilerdir.

Ekonomik göstergelerimizin bu kadar yakından bilinmesi nedeniyle zaten, çok değişik yorumlardan ötürü, çok büyük tartışmaların içerisine giriyoruz. Halbuki, gerçeği sadece tek tarafından değil, bardağın sadece boş tarafını değil, hem dolu hem de boş tarafını gösterdiğimiz zaman, ortalıkta pek fazla tartışılacak bir konunun olmadığını da çok açık bir şekilde topluma göstermiş oluruz.

Değerli milletvekilleri, 55 inci Hükümet 1998 yılı bütçesini sunarken, Türkiye ekonomisinin nereye gittiğini rakamlarla çok somut ortaya koymuştu. Önlem alınmadığı tardirde de, Türkiye ekonomisinin, özellikle 2000 yıllarına çok sağlıksız bir yapıda gireceğini, belki de altından kalkılamayacak sosyal olayların doğabileceğini çok net olarak ifade etmiş idi. Bunu ortadan kaldırmak için de üç yıllık bir istikrar programı uygulanmasını öngörmüştü. Bu üç yıllık istikrar programıyla, Türkiye'nin temel sorunu olan enflasyonu indirmeyi de temel amaç olarak getirip bu istikrar programının başına yerleştirmiştir.

Enflasyon maliyeti göze alındığında, bir yılda da tek haneli rakamlara indirilebilir demiştik o zaman; ancak, toplumu ağır bir maliyetle karşı karşıya bırakmak yerine, maliyeti olabildiğince dengeli dağıtarak ve zamana yayarak, indirilmesi olasılığının olduğunu, dolayısıyla, bu yöntemin daha sağlıklı bir yöntem olduğunu ifade etmiştik. Gerçi, o zaman da üç yıllık istikrar programı çok acımasız bir şekilde eleştirilmişti; ancak, bugün, o gün çok ağır bir şekilde eleştirilen üç yıllık istikrar programının daha insancıl olduğu, daha uygulanabilir olduğu sadece ekonomistler tarafından değil, uluslararası kuruluşlar tarafından da kabul edilen bir olgu haline gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, 55 inci Hükümetin istikrar programı uygulamasının ilk yılı, maalesef, dünyada ekonomik krizin yaşandığı bir yıla rastladı. 1998 yılında ne oldu? 1998 yılında, dünya, Asya krizinin etkisi altına girdi. Bu kriz sonucunda, dünya üretim artış hızı 1997'deki 4,2 oranındaki artıştan 2,2'ye, ihracat hacmindeki artış hızı da 9,9'dan 3,3'e indi; yani, ihracat hızındaki artış üçte bir oranında azaldı.

Krizin, 1998'de, Rusya'ya da büyük etkileri oldu. Kısa vadeli borçları yüksek olan ve borç ödeme sorunu yaşayan Rusya, 1998 ortalarında rubleyi devalüe etti ve moratoryum ilan etti. Asya bölgesinde ve Rusya'da kriz sonucu ortaya çıkan talep daralması, bu ülkelere mal satan sanayicileri, ihracatçıları çok büyük ölçüde etkiledi ve bunların üretimlerinde büyük düşüşler oldu.

Türkiye, Asya krizinin global krize dönüştüğü bu ortamdan, istikrar programı uygulayarak, ağır da olsa, tüm yükümlülüklerini yerine getirerek, faiz dışı fazla vererek, bütçe açığını azaltarak, olabildiğince az etkilenerek çıkabilmiştir. Eğer, 55 inci Hükümet ekonomik politikalarla ne yaptı diye soruyorsanız, en azından, ülkeyi, 1998 krizinin içerisine olduğu gibi, savunmasız bir şekilde bırakmadı; bunu, çok somut olarak söyleyebiliriz.

Bununla birlikte, yabancı yatırımcıların gelişmekte olan piyasalardan çıkması, Türkiye'den de çekilmeleri sonucunu doğurdu. Yabancı yatırımcıların gerek borsa gerek iç borçlanma piyasalarından çekilmeleri, faiz oranlarının yükselmesine, hisse senedi fiyatlarının da düşmesine neden oldu. Bütün bu olumsuzluklara karşın, Türkiye, potansiyel büyüme oranı civarında bir oranı gerçekleştirebildi ve yüzde 4,5 oranında büyüdü. Bunun ötesinde, dış finansman zorluklarına karşın, ödemeler dengesinde de darboğaza girmedi.

1998 Ocak-Ekim döneminde dışticaret açığımızda bir önceki yılın aynı dönemine göre 1,2 milyar dolarlık bir düzelme oldu. Dışticaret açığı 17,9 milyar dolardan 16,7 milyar dolara geriledi. İhracatın ithalatı karşılama oranı da yüzde 54,3'ten yüzde 56,1'e yükseldi.

Burada açıklığa kavuşturulması gereken bir nokta var değerli arkadaşlar: Madem dışticaret açığımızda karamsarlığa neden olacak bir kötüleşme yok, peki, piyasalardaki sıkışıklığın nedeni ne? Neden fabrikalar kapanıyor ya da neden fabrikalar izinlerini erkene almak suretiyle, işçilerini, çalışanlarını izne çıkarıyorlar? Olaya sadece rakamlarla bakarak böyle bir teşhis koyarsak; yani, ödemeler dengemiz açısından herhangi bir sorun yok, ihracatımız da artıyor dersek, soruna yanlış teşhis koymuş oluruz. 1998 yılında bir önceki yıla göre dışticaret dengemizde 1,2 milyar dolarlık bir iyileşme oldu, bu doğrudur; ancak, bu 1,2 milyar dolarlık iyileşme, Asya ve Rusya ile yapılan ticaretteki 1,1 milyar dolarlık kötüleşme, bozulma, diğer ülkelere yapılan ticaretteki 2,3 milyar dolarlık iyileşme arasındaki farkla ortaya çıktı. Yani, OECD ülkelerine yaptığınız ticarette herhangi bir tıkanma yok, o yürüyor, 2,3 milyar dolarlık da artış var; ancak, bazı pazarlarda 1,1 milyar dolarlık kayba uğramışsınız. Bu 1,1 milyar dolarlık kayba uğrayan pazarlar hangisi; çok büyük ölçüde, Uzakdoğu'ya ve Rusya'ya mal satan Anadolu'daki KOBİ'ler; dolayısıyla, büyük ölçüde sıkıntıya girmişler. 1998 yılının ocak-ekim döneminde, bir önceki yılın ay dönemine göre, Asya ülkelerine ihracatımız yüzde 46,2 oranında, Rusya Federasyonuna yapılan ihracatımız da yüzde 31,8 oranında azalmış. Bu ülkelere yapılan ihracatın belirli sektörlerde yoğunlaşması -özellikle de Uzakdoğu'dan- bu ülkelerin maliyetlerine bakmaksızın dampingli ihracatlarından Türkiye'nin de pay alması sonucunda bazı sektörler önemli ölçüde sıkıntıya girmişler. İşte değerli arkadaşlar, eğer, Hükümetimiz bu koşullar altında ne yaptı, bu ekonomi politikalarıyla bu sorunların altından nasıl kalktı derseniz, sonuç bu. Tüm bu daralmalara karşın, tüm bu olumsuzluklara karşın, yine de, Türkiye'yi, olabildiği kadar, bir dışticaret krizine, bir ödemeler dengesi krizine sokmadan çıkardık. Bu gerçekler de, saydamlığa kavuşmuş olan rakamlarla zaten herkesin önünde duruyor; dolayısıyla, bardağın en azından bu kısmına da bakmakta büyük yarar var.

1997 yılının haziran ayında 23,6 milyar dolar olan brüt uluslararası rezervlerimiz yıl sonunda 27,2 milyar dolara, 1998 Haziran ayında da 34,3 milyar dolara yükseldi değerli arkadaşlarım. Temmuz ayı sonunda 36,6 milyar dolara çıkan toplam brüt rezervlerimiz, temmuz ayı ortalarından itibaren başlayan krizin sonucu, 33 milyar dolara kadar indi, doğru; ancak, daha sonra, malî milat uygulamasının da katkısıyla tekrar 35,9 milyar dolara çıktı. 4 Aralık itibariyle; yani, bundan yirmibeş gün öncesi itibariyle brüt rezervlerimiz 31,9 milyar dolar; yani, 32 milyar dolar düzeyinde seyretmektedir.

Değerli milletvekilleri, 55 inci Hükümetin 1998 yılı hedefleri açısından en iddialı hedefi, enflasyon oranının indirilmesi şeklinde ileri sürdüğü hedef olmuştur. Hükümetimiz, 1998 yılı Programının açıklanması sırasında, toptan eşya fiyatları endeksinin, 1998 yılı sonu itibariyle yüzde 50'ye inebileceğini söylemişti. 1998 yılında, toptan eşya fiyatları ve tüketici fiyatlarındaki artışlar, şubat ayından itibaren, 1997 yılının altında seyretmeye başlamıştır. Kasım ayında toptan eşya fiyatlarındaki yıllık artış, geçen yılın aynı ayına göre 29,8 puan azalışla, yüzde 88,4'ten yüzde 58,6'ya inmiştir. Bu rakamları biz de kullanıyoruz, sizler de kullanıyorsunuz; bunlar, kesin olarak, farklı rakamlar değil. Onbir aylık kümülatif artış; yani, 1998 yılının birinci gününden başlayıp bugüne kadar gelen fiyat artışları ise 30,7 puan azalarak, yüzde 81,2'den yüzde 50,5'e gerilemiştir. Yıl sonu toptan eşya fiyatlarındaki artış oranının, aralık ayındaki artışın kasım ayı civarında gerçekleşmesi halinde -elbette ki, bu bir tahmin- yüzde 56'lar dolayında gerçekleşeceği kesinleşmiştir. Demek ki, Hükümetimiz, enflasyon hedefini, 1998 için öngörmüş olduğu enflasyon hedefini, 6 puanlık bir sapmayla gerçekleştirebilmiştir. Değerli arkadaşlar, bu, yıllardan beri, Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı en düşük sapmadır.

1998 yılı bütçesinde yıl sonu itibariyle yüzde 50 olarak gösterdiğimiz, hep, toptan eşya fiyatları endeksiydi. Bir defa daha tekrar ediyorum; toptan eşya fiyatları endeksiydi. Oysa, kamuoyunda, elbette ki, bazı arkadaşlarımızın da haklı olarak dile getirdikleri gibi, tüketici fiyatları endeksinin konuşulması ve bunun dikkate alınması gerekirdi; ancak, değerli arkadaşlar, tüketici fiyatları endeksindeki sapma da, yıl sonu itibariyle, aynen toptan eşya fiyatlarındaki sapma düzeyinde gerçekleşecektir. Tüketici fiyatları, kasım ayından, geçen yılın aynı ayına göre 23 puan azalışla, yüzde 95,8'den yüzde 72,8'e inmiştir. Dokuz aylık kümülatif artış ise 25,1 puan azalarak, yüzde 89,4'ten 64,3'e gerilemiştir. Tüketici fiyatlarının yıl sonundaki yüzde artışının yüzde 70'ler dolayında gerçekleşmesi beklenmektedir. Halbuki, programımızı açıklarken bunun da yüzde 68'ler dolayında olacağını söylemiştik; demek ki, bunda da 4 puanlık bir sapmamız var.

Değerli milletvekilleri, konu buraya gelmişken -1999 yılı bütçesini görüşmüyoruz, geçici bütçe olduğu için- 1998 yılında bu enflasyon rakamlarına karşın memurumuza ne verdik; Hükümetimiz, memuruna vermiş olduğu, çalışanlarına vermiş olduğu sözü tuttu mu; bunu, rakamlarıyla açıklamak istiyorum. Biraz önce açıkladım; kümülatif; yani, kasım ayı sonu itibariyle kümülatif toptan eşya fiyatları artışı 50,5; tüketici fiyatları endeksiyle artış 64,3; ortalama fiyat artışları TEFE'de yüzde 75, TÜFE'de 87,3. Bir defa daha tekrar ediyorum; yanlış anlaşılmasın: Kümülatif ile ortalama birbirinden farklıdır; hesaplama yöntemleri de farklıdır. Ortalama enflasyon hesabında aynı döneme bir yıl öncesinde isabet eden miktar çıkarılır, yeni yılın rakamları girer, bir önceki yılın; dolayısıyla, bir önceki yılda; yani, yaşanılan yılda değil de bir önceki yılda enflasyon oranları fazlaysa tüketici fiyatlarında, o takdirde ortalama enflasyon yüksek çıkar; bu doğaldır; ancak, biz, hiçbir zaman kıyaslamalarımızda ortalama enflasyonu kullanmayız. Buna karşın, 1998 yılında kümülatif artışların toptan eşya fiyatları endeksinde değil, tüketici fiyatları endeksinde yüzde 72 olacağını, ortalama fiyat artışının da yüzde 85 dolayında olacağını kabul ediyoruz zaten.

Bu dönem içerisinde memurlarımıza ne zam yaptık? Bu dönem içerisinde, yani, 1998 yılı içerisinde, kamu çalışanlarının ücretlerinde -aynı veriler kullanılmak suretiyle- kümülatif yüzde 79 oranında, ortalama da yüzde 82,2 oranında zam yapıldı. İşte, değerli arkadaşlar, bardağın boş tarafını ve dolu tarafını birbiriyle kıyaslamak yerine, aynı verileri kullanarak aynı şeyleri kıyasladığınız zaman karşınıza böyle bir sonuç çıkar. Demek ki, kümülatif artışları kullandığımız zaman, memurlarımıza, kamu çalışanlarına yüzde 79, ortalamayı kullandığımız zaman, yüzde 82,2 zam yaptık. Halbuki, zamların yapılması sırasında somut olarak kümülatiflerin kullanıldığını, dolayısıyla, maaş artışlarının az bulunduğunu hepimiz biliyoruz. Böyle aldığımız takdirde, kümülatif olarak kamu çalışanlarına verdiğimiz miktar, kümülatif fiyat artışlarının üzerindedir; toptan eşyada da üzerindedir, tüketici fiyatları endeksinde de üzerindedir; ancak, ortalama olarak yapılan maaş artışları, ortalama fiyat artışlarının altında kalmıştır. Bu, yaklaşık 2 puan düzeyindedir. 55 inci Hükümet, daha önceden vermiş olduğu sözünün arkasındadır. Bu 2 puanlık farklılık ortalamada olmasına karşın, kesin olarak telafi edilecektir değerli arkadaşlarım.

Değerli milletvekilleri, 1998 yılı bütçesi, son yıllarda, özellikle sapmalar açısından en olumlu sonuçlar veren bir bütçe olmuştur. 1998 yılı bütçesini bağlarken, bütçe açığının yüzde 8,1 olacağını söylemiştik. Bütçe açığı yüzde 7,1 olarak gerçekleştirildi; yani, bütçe açığı azaltıldı. Aynı şekilde, faiz dışı fazlamızın gayri safî millî hâsılaya oranının yüzde 3,9; yani, 1,9 katrilyon lira olacağını söylemiştik; yıl sonu itibariyle 2,4 katrilyon lira ve gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 4,6 olarak gerçekleşti.

Saate baktığımda, 1998 yılı değerlendirmelerinin hepsine giremeyeceğimi gördüm çok somut olarak; ancak, şunu söylemek istiyorum: 1998 yılında Hükümetimiz ekonomik hedef olarak neyi koyduysa, aşağı yukarı bütün hedeflerinde, şimdiye kadar olan sapmalar çerçevesinde, en düşük sapmalarla gerçekleştirmeyi sağlayabildi.

Burada biraz önce bir değerli konuşmacı çok somut olarak şunu söyledi: "Bütçe, aynı zamanda ekbütçe niteliği de taşıyor." Değerli arkadaşlar, 1998 yılı bütçesinde sapan iki kalem var. Bunlardan bir tanesi, kamu çalışanlarına yapılan ödemeler, ücretlerle ilgili; bir diğeri de faiz ödemeleri. Bunların ödenmesiyle ilgili olarak yıllardan beri gelen uygulamayı hepiniz biliyorsunuz. Bunların 1998 yılı bütçesiyle ilgilendirilmemesi de mümkündü. Nitekim, geçici bütçeyi getirirken bu maddeyi biz koymadık. O zaman ne olurdu; o zaman, 1998 yılındaki faiz ödemelerimiz bu miktar kadar az gözükürdü. Halbuki, çok açık bir yüreklilikle, nitekim, gerçek anlamda bir uzlaşma sağlanarak bu hüküm getirildi; 1998 yılında bir faiz ödemesi varsa, o, 1998'in hesaplarına girsin; gelecekte, kıyaslamalarda da çok net olarak söyleyelim. Bunlar, eğer 1998 yılı bütçesine konulmaz ise, sadece faiz ve ücret, ödenek aranılmadan yapılan ödemeler, o zaman, 1999 yılı bütçesine girecek ve 1999 yılını, haksız olarak bu alanda fazla ödeme yapmış olarak gösterecek. Dolayısıyla, bu düzenleme bir ekbütçe değildir. Takdir elbette ki Yüce Meclisindir; ama, hesapların düzeltilmesi anlamında böyle bir düzenlemeye karşı çıkmayı pek fazla anlamlı bulamadık; ama, yine de, takdirin sizlere ait olduğunu söylüyorum.

Değerli milletvekilleri, özellikle, Hükümetimizin tarımsal destekleme alımlarıyla ilgili olarak ödemelerine ağır eleştiriler getirildi. Gerçi, arkadaşlarımız buna yanıt verdiler; ama, birkaç kelimeyle şunu söylemek istiyorum: Şu anda, destekleme kapsamında bulunan ürünlerden sadece fındık ve pamuk için, belirli bir miktarda ödenecek çiftçi alacağı kalmıştır. Bunun ötesinde, şu ana kadar gerçekleşmiş çiftçi alacağından ödenmeyen tek kuruş kalmamıştır. Fındıkla ilgili ödemelerde, hemen yılın ilk günlerinde, özellikle birliklere geri dönüşlerde, tamamen bu alanda kullanılmak suretiyle ve ekbütçeden sağlanacak olanaklarla karşılanılacaktır. Dolayısıyla, şimdiye kadar destekleme alımı yapıp ya da tabanfiyatı belirleyip de, bunları belirli bir düzeyde tutmak yerine, üretilen bütün ürünü alıp, parasının ödenmesi gibi bir gerçek de şu anda önümüze getirilmiş bulunmaktadır.

1998 yılında, Toprak Mahsulleri Ofisine, şeker fabrikalarına, Tekele, Çaykura bütün ödemelerin tamamı yapılmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz bitti; size de 1 dakika veriyorum efendim.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli milletvekilleri, son olarak, geçici bütçeyle ilgili daha önceden çok ayrıntılı değerlendirmeler yaptığım için, tek bir konuya değinerek bitirmek istiyorum.

Sayın Hacaloğlu "bütçe görüşmelerini erteleyebilir miyiz" diye Danıştaya görüş sorulduğunu ve Danıştayın bunu reddettiğini söyledi. Hayır, 1998 yılında, Hükümet "bütçe görüşmelerini erteleyebilir miyiz" diye sormadı. "Görüşemeyeceğimiz bir bütçeyi sunmamız gerekir mi gerekmez mi" diye sordu. Danıştay da "evet, Anayasanın gereğini yerine getirin, bütçenizi sunun; ancak, unutmayın ki, yakın gelecekte yerini başka birisine devredecek olan bir hükümet, gelecek olan hükümeti, çok büyük ölçüde bağlayacak büyük girişimlerde bulunamaz" dedi; kararın esası da bu. Dolayısıyla, geçici bütçe, hiçbir şekilde, devleti, ödemeleri açısından herhangi bir zor durumda bırakmayacak, devlet geleneğine de aykırı düşmeyecektir.

Bu çerçeve içerisinde, temennimiz, elbette ki, 1999 yılı bütçesinin çok kısa süre içerisinde bitirilip, bir ay içerisinde, yapılan ödemelerin de ondan mahsup edilmesi şeklinde olmalıdır. Bu umutla, Türkiye'nin bu tür sorunların altından, artık, geleneklerini oluşturarak çıkacağı umuduyla, bütçenin hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Son şahsî söz, Sayın Yıldırım Aktürk'ün efendim.

Buyurun.

Süreniz 10 dakika efendim.

YILDIRIM AKTÜRK (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Muhterem arkadaşlar, geçici bütçenin tümü üzerinde, şahsî görüşlerimi arz etmek üzere huzurlarınızdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Mesaisini çok takdir ettiğim Sayın Maliye Bakanımızın bir ifadesinden söze başlayacağım: "1998 yılında şeffaflık ve saydamlık ilkesiyle, bütün dünyaya da çok güzel mesajlar verdik" dediler. Maalesef, buna, biraz eksik bir üslupla katılmam mümkün; şöyle ki: İki ana başlık; birisi, kamu bankaları, diğeri, tarımsal destekleme alımlarıyla ilgili olan biten, 1998 yılı bütçe büyüklükleri içerisinde görülmemektedir. Rötarlı bir şekilde, iki üç sene sonra bir nüfusa kaydediliyor ve dış dünya da bu meseleyi algılıyor. Ben, bu meselenin ne kadar ağır ve çarpıcı olduğunu şöyle bir rakamla ifade edeceğim, ondan sonra çok fazla rakam kullanmayacağım.

Sadece Ziraat Bankasının, Halk Bankasının ve Tekelin meselelerinin 1998 faaliyetleri içerisinde gösterilmesiyle, 1998 yılı bütçesi, 2,9 katrilyon ilave açık verip, 3,7 katrilyon açık yerine 6,7 katrilyona bağlanır. Bu, millî gelirin yüzde 7,1'ine değil, konsolide bütçe açığı olarak yüzde 12,6'sına tekabül eder; kamu kesimi borçlanma gereği olarak da yüzde 14'ler mertebesinde bir rakamdır. İşte, zaten, enflasyonun hakikaten düşmemesinin temel sebebi de budur. Bir noktada, eğer, ciddî bir algılama yapılırsa, Türk ekonomisinde kamu sektörü açığını küçültemezseniz, enflasyonu da disiplin altına almanız söz konusu değildir. Birinci söylemek istediğim husus budur.

Muhterem arkadaşlar, ben, konuşmamda, ağırlıklı olarak, şu önümüzdeki üçbuçuk ayda bir şeyler yapılırsa, en azından seçim sonrası ekonomimizi, Türkiyemizi daha sağlıklı bir ortama kavuşturma doğrultusunda neler yapılabilir, onu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Birinci arz etmek istediğim husus -bunu, özellikle ANAP Grubundan arkadaşlar gördüler, diğer bazı arkadaşlarla da komisyonda paylaştım- seçim öncesi sendromu diye bir hadise yaşayacağız. Seçim öncesine iki güzel örnek; birisi 1994 yılı mahallî idareler seçimi; yani, yılbaşından 29 Marta kadarki dönem; diğeri de, son yaşadığımız baskın seçim, kasım ayından 1995 Aralık sonuna kadarki dönem. Bu faiz grafiğine bakılırsa, her iki dönemde de, faizler, başlangıç noktasına göre alıp başını gidiyor. Şimdi, acıklı ve maalesef can alıcı bir husus: Şu anda yüzde 130'larda, yüzde 140'larda olan faiz oranının, üç ay içinde, seçim sandığı önümüze geldiğinde, yüzde 250'lere varma istidadının çok kuvvetli bir göstergesidir bu. Onun için, çok ciddî bir şeyler yapılması lazım; yoksa, önümüzdeki birkaç ay içinde, şu anda yaşadığımız günleri arayacağız.

Arkadaşlarımız faizler meselesine değindiler ve çeşitli rakamlar verdiler. Ben sadece şunu söyleyeyim. 1999 yılı bütçesi gelseydi eğer, onun içerisindeki varsayım, maalesef, o kadar gerçeklerden uzak bir noktaya gelmişti ki, 1999 yılında, faizlerin ortalama yüzde 120 olduğunu varsaysanız, devletin borçlanma ortalama maliyeti olarak, sadece bu faktör, 1999 yılı bütçe açığını 10 katrilyona taşıyordu. Onun için, benim şahsi görüşüm, burada imkân olsa bile, 1999 yılı bütçesine, bir hafta gibi uzun bir değerli zamanımızı harcamamak, mkünse, beş altı günümüzü, çok daha kritik olan bir sosyal güvenlikle ilgili yasayla, yerine göre bir mahallî idarelerin reformuyla ilgili yasayla değerlendirmek.

Muhterem arkadaşlar, kamu bankaları ve tarımsal destekleme meselesi, olmazsa olmaz, çözüme kavuşturulması şart olan şeyler. IMF ile stand-by anlaşmasından söz ediliyor, manşetler atılıyor, deniliyor ki: "Hemen hükümet kurulsun, 10 milyar dolar hazır." Ama satır aralarını okuduğunuzda, IMF'nin arzu ettiği, disiplinli ve ameliyat olmuş bir ekonomi. Ameliyatın da birinci şartı, banka sektörü reformu. Banka sektörü reformunda da birinci şart, içi doldurulmuş bir bankacılık sektörü reformu; yani, kamu bankalarının bugünkü hüviyetinde işlerine devam etmesi söz konusu olmamalı. 3 koalisyon ortağı, her birine bir kamu bankası verdiğimizde -ben bunu üç sene evvelinden söylemeye başladım- maalesef, öyle bir noktaya geldik ki, bugünkü rakamlar dudak uçuklatıyor. Sadece Ziraat Bankasının 1,8 katrilyon, Halk Bankasının 1,4 katrilyon çözümlenmesi gereken birikmiş problemi var, 160 trilyon da sermaye artışı söz konusu.

Tarımsal desteklemeden bahsedeceğim ve bir tek Tekeli örnek olarak vereyim. Tekel, maalesef, iki sene evvel ekim kararıyla gereksiz yere üretilen 100 bin ton fazla tütünü almak durumunda kalmıştır bu sene; ama, nasıl almıştır -yüksek bir fiyat da vermiştir- Maliyeye, Hazineye ödemek durumunda olduğu vergi borcunu takarak. Bugün, tek başına Tekel'in problemi 700 trilyondur. Bu böyle geldi, böyle gidemez... İşte bunların kökünü kurutacak mekanizmaları kurarsak, o zaman hastayı ameliyat etmiş oluruz.

Muhterem arkadaşlarım, yıllardır kullandığım -1980'lerden beri- bir karga-tavuk teşbihi var; çok yakınımda olan birikimli arkadaşlar, bundan çok istifade ettiklerini söylerler, onun için bunu sizlerle paylaşacağım: Türk ekonomisini iyiye götürmenin yolu tavukları çoğaltıp, kargaları yok etmektir. Tavuk, üretken, prodüktif, temel, özellikle KOBİ'lerde, sanayimizde, ticaretimizin içinde, esnafımız, çiftçimizdir; burada, yumurtlayan ve et tutan tavuklar var; özel sektörümüzün içinde de bir miktar karga olabilir, onu geçiyorum; ama, kargaların asıl birikimi kamu sektörünün içinde.

Şimdi, size bir misal vereyim: Sanayi darboğaza giriyor; tekstilde, otomotivde, deride vesairede işçi çıkarmaları söz konusu; toplusözleşmelerin en yoğun dönemindeyiz. Eğer, bu işçiler oralardan çıkarılırsa, siyasîlerimizin üzerinde bir baskı olacak ve bunları kamu sektörünün nüfusuna kaydedeceğiz; ama, ne olarak; tavuk olarak değil, karga olarak; verimsiz, ödemeleri yapılan; ama, üretkenliği sıfıra yakın olan elemanlar olarak. İşte, bu adımları attığımız sürece, Türk ekonomisinin başı dertten kurtulmayacaktır. Bu prosesi tersine çevirebilirsek, ki, onun da metodu var; en güzeli, mahallî idare reformundan başlayarak, bu adımı atmaktır. Bir an evvel, devletin, özellikle, Ankara'daki fazlalığını, yağlarını eritecek şekilde mahallî idarelere intikal ettirmek ve orada da, personel harcamalarını toplam bütçe büyüklüğü içerisinde üçte 1'le sınırlayan ciddî bir mekanizma getirmek ve böylece, eğer, istihdam fazlası varsa, bunun, zamanla, kargadan tavuğa dönüşecek şekilde, kamu kesiminden özel kesime, BİT'lere vesaireye, üretken adreslere dönüşmesini sağlamak. Türkiye'nin ilacı, tılsımı, geleceğinin de anahtarı buradadır. Bunu yaptığı gün, enflasyonu da yüzde 10'lara indirmiş olur, büyümesini de istikrarlı bir şekilde yüzde 8'lerin üzerine çıkarmış olur, Asya kaplanlarının yirmi senedir yaptığını yapar hale gelir.

Muhterem arkadaşlar, Sayın Yalım Erez'in, en azından şu üçbuçuk ayı çok verimli kullanma arayışını, çırpınışını takdirle karşılıyorum; buna, hepimizin destek olması gerektiğini düşünüyorum. Eğer, bu 3,5 aylık mesaimiz, bihakkın bizlerin de ileride iftihar duyacağımız katkılara vesile olursa; özellikle, mahallî idare reformunu çıkarır, Bakanlar Kurulundan da kanun kuvvetinde kararnamelerle bütün bakanlıkların kuruluş kanunlarını bu kanuna uyduracak şekilde değiştirirsek, bankalar yasasını çıkarırsak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, süreniz bitti; size de 1 dakika süre veriyorum.

YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – ...sosyal güvenlik reformunu, sadece göstermelik bir başlık olarak değil, içi de dolmuş bir şekilde, ileriye dönük, zafiyeti ciddî şekilde giderecek halde çıkarırsak; bankacılık reformunun içinde kamu bankalarının ıslahına da yer verirsek; sermaye piyasası reformunu da yaparsak; 250 maddelik bir gümrük yasası için de şu Meclisimizden Bakanlar Kuruluna bir yetki yasasıyla, 1 maddelik, işaret verirsek, memleketimiz, üç gün içinde bu güzelliğe de kavuşur; bunun gibi, Meclisimizin eseri olan; ama, maalesef, kadük olmak durumunda kalacak olan çeşitli yasaları da, belki kanun kuvvetinde kararname çıkarma yetkisiyle Hükümetimizin halletmesini sağlayabiliriz; ama, şu güzel ramazan ortamında, inşallah, sahurlara kadar çalışarak bu söylediklerimizden bir kısmını fiilen bir ay içinde yapma şansımız olacağına ben de kuvvetle inanıyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aktürk.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki müzakereler sona ermiştir.

Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Maddelere geçilmesi kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

1999 MALÎ YILI GENEL VE KATMA BÜTÇELERİ KANUNLAŞINCAYA KADAR DEVLET HARCAMALARININ YAPILMASINA VE DEVLET GELİRLERİNİN TAHSİLİNE YETKİ VERİLMESİNE

DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. – Genel bütçeli dairelerle katma bütçeli idareler, 1 Ocak 1999 tarihinden 30 Haziran 1999 tarihine kadar geçecek dönemde, 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunları “A” işaretli cetvellerine dahil başlangıç ödenekleri dikkate alınmak suretiyle her ay için;

a)Personel ödeneklerinin yedide biri,

b)Hazine Müsteşarlığı transfer tertibinde yer alan faiz ödenekleri ve bunların genel giderlerine ilişkin ödenekler ile Hazine Müsteşarlığı ve Maliye Bakanlığı Bütçesinden sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılacak yardım tertiplerindeki ödeneklerin sekizde biri,

c)Maliye Bakanlığının 930.08.3.356.900 tertibinde yer alan ödeneğin yarısı,

d) Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığının diğer transfer tertiplerinde yer alan ödeneklerin altıda biri,

e)Yatırım ödeneklerinin onda biri,

f)Tüm kuruluşların diğer bütçe tertiplerindeki ödeneklerinin sekizde biri,

Hesabı ile bulunacak miktara kadar harcama yapmaya yetkili kılınmıştır.

2820 sayılı Siyasî Partiler Kanununun Ek Madde 1 ve Geçici 16 ncı maddelerine göre siyasî partilere 1999 yılının tamamı için olmak üzere, yapılacak yardımın hesaplanmasında, 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunundaki genel bütçe gelir tahmininin % 65 fazlası esas alınır.

1998 yılı sonu itibariyle tamamlanmış proje ve faaliyetler için 1999 yılında harcama yapılmaz.

Yürürlükteki hükümler uyarınca genel ve katma bütçe gelirlerinin yıllık olarak tarh, tahakkuk ve tahsiline devam olunur.

Bu Kanuna göre yapılacak harcamalar ile tahsil olunacak gelirler 1999 Malî Yılı Bütçelerine maledilir.

BAŞKAN – Tasarının 1 inci maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Hilmi Develi, Fazilet Partisi Grubu adına Sayın Ertan Yülek; şahısları adına Sayın Yıldırım Aktürk, Sayın Halit Dumankaya ve Sayın Abdüllatif Şener söz istemişlerdir.

Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Hilmi Develi; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA HİLMİ DEVELİ (Denizli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 1999 Yılı Geçici Bütçe Yasa Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; sizleri, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Dünyada 1980'li yılların ikinci yarısında soğuk savaşın sona ermesiyle siyasî alanda tek kutuplu bir yapıya doğru gidilmiş, ekonomik alanda ise, küreselleşme sürecinin yanında, bölgesel bütünleşme hareketleri hız kazanarak, Avrupa Birliği, NAFTA ve Pasifik Bölgesi önem kazanmış ve dünya ekonomisinde üç kutuplu bir yapı ortaya çıkmıştır. Bu yapı sonunda, artık, hiçbir ülkenin diğer ülkelerdeki gelişmelerden soyutlanması ve dünyadaki ekonomik gelişmelerden soyut tek başlarına sağlıklı politikalar oluşturmaları mümkün görünmemektedir.

Dünya ticaretinde Tayland para biriminin Amerikan Doları karşısında değer kaybetmesi, 1998 yılının ikinci yarısında Rusya Federasyonunda meydana gelen ekonomik çöküş ve dünya finans sektörünün burada önemli ölçüde para batırması, dünyada yayılan ekonomik bir kriz getirmiş ve bundan bütün ülkeler etkilenmiştir.

Ülkemiz açısından önem taşıyan, Rusya Federasyonuyla yapılan bavul ticaretinin etkilenmesidir. Yılda 10 milyar dolar civarında gerçekleşen ihracat, bu kriz sonrası azalmış, 4 milyar dolara düşmüştür.

İktidarda bulunan Anasol-D Hükümetinin zamanında önlem almaması, krizin başladığı tarihlerde bu krizin Türkiye'yi -geç de olsa- etkilemeyeceği söylemleri, daha sonra gelinen noktada, maalesef, ihracatı bu söylediğim rakamlara getirmiştir.

Alınan bu kararların -gecikmeli de olsa- uygulanmasına baktığımızda, gerçekten, temel ekonomik önlemlerden yoksun olduğu görülmektedir. Ülkemizde ihracatın lokomotifi durumundaki tekstil sektörünün ve diğer reel sektörlerin bugünkü olumsuz konuma gelmesinde, büyük ölçekte bu alınan ve geciken önlemler yatmaktadır.

Reel sektör, dünya pazarlarında yüzde 3-4 faizle döviz kredisi kullanabilirken, ülkemizdeki döviz kredi faizleri en az yüzde 16-18, hatta yüzde 25'lere varan oranlardadır, ki, bu sektörler, bu faizlerle dünya pazarındaki rekabet güçlerini yitirmişlerdir. Bankaların vadesi gelmemiş kredi borçlarını istemeye başlaması, üreticilerin aldığı yarayı derinleştirmiştir; üretim kapasiteleri düşürülerek ve zorunlu izinler başlatılarak, krizi aşmaya çalışmaktadırlar. Tekstil ve diğer sektörlerde ihracat yapan şirketlerin yaklaşık yüzde 30'u kapanmış, toplusözleşmelerde sıfır zam önerileri nedeniyle huzursuzluk çanları çalmaya, şirketler el değiştirmeye başlamıştır. Resmî verilere göre 130 bin dolayında işçi işinden olma noktasına gelmiştir.

Bazı çevreler sıkıntıların ana nedenini, biraz önce belirttiğim Uzakdoğu Asya krizi ve Rusya'da yaşanan global ekonominin getirdiği olumsuzluklara bağlamaktadırlar. Oysa, ülkemizdeki ekonomik krizin ana nedeni, ülkemizde yıllardır uygulanan sağ siyasetler ve 17 aydır Anasol-D Hükümetinin uygulamış olduğu ekonomi politalarındaki çelişkilerdir.

Kamu kesiminde borçlanma önü alınamaz bir hale gelmiştir. Yüzde 132'den yüzde 150'ye çıkan Hazine borçlanması, yaklaşık 966 milyon dolar yük getirmiştir. İhalede satılan nominal 666 trilyon liralık bononun yüzde 15'lik kısmı ek faizin yüküdür. Kamu açıklarının kısa süreli yüksek faizli iç borçla kapatılması, yatırımların giderek azalması, büyüme hızının çok düşük düzeylerde kalması, yıllardır tekstilde uygulanan yanlış politikaların da sonucu, özellikle, kısa süreli yüksek faizli kredilerle yatırım yapma anlayışını getirmiştir.

Hazinenin borçlanmasının yıllık bileşik faizi yüzde 145 dolayındadır ve reel faiz yüzde 40'ı bulmaktadır. Kamu bankaları da Türk Lirası mevduatına yüksek meblağlar için aynı faizi vermekte, kendilerine maliyeti yaklaşık yüzde 190'larla, yüzde 200'ü bulmaktadır. Bu maliyetlere, devletin kendilerine verdiği görevleri yerine getirmek için katlanmaktadırlar. Zayıf, küçük ve özel bankalar ise, döviz tevdiatına yüzde 15 ile yüzde 20 oranında vermekte, bazen, yüzde 25'ler, yüzde 30'larda vermiş oldukları da bilinmektedir.

Toptan eşya fiyatlarındaki yüzde 60'lık artış dikkate alındığında, döviz kurlarının enflasyona uygun olarak değiştiği kabul edilebilir; ancak, daha yüksek bir enflasyonun kabulü halinde, döviz kurunun geride kaldığı; yani, Türk Lirasının reel olarak değerlendirildiği sonucuna varılır. Bu konu, ihracat ve sermaye hareketlerinde ters etkiler yarattığından tartışmaya açık bir konu haline gelmiştir.

Hazine borçlanması üzerindeki faiz maliyetinin düşürülmesi, reel sektörün yeniden canlanması için dış kaynakların yeniden mobilize edilmesinden başka çare gözükmemektedir. Bunun için, herşeyden önce, piyasalara güven verecek, tutarlı, ciddî hükümet politikalarının oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Türkiye'nin, piyasalarda, yükselen piyasalardan farklı bir kabul görmesi için, kamu maliyesine, iç borç sorununa kalıcı çözümler getirildiğine piyasaları inandırması gerekmektedir.

1998 Mart ayına kadar yüzde 8'in üzerinde büyüyen gayri safî millî hâsılanın, nisan-haziran döneminde yüzde 4, temmuz-eylül döneminde yüzde 1,9 olduğu görülmektedir. Son dönemde sanayi yüzde 1.1 -ki, bir yıl önce bu rakam yüzde 11.5 idi- tarım ise, olağandışı bir dönem yaşamaktadır, şu andaki rakamlara göre de, yüzde 5.7 noktasındadır.

1998 Ocak-Eylül döneminde taşkömüründe, tekstilde, karton sanayiinde, bazı tip gübrelerde, gazyağı ve benzinde, demir-çelik ve imalat sanayiinde önemli üretim düşüşleri yaşanmıştır. Eylül ayı sonu itibariyle kapasite kullanım oranı, bir yıl önesine göre, yüzde 80.9'dan, bu yıl, yüzde 77.6'ya düşmüştür.

İçborç stoku 11.1 katrilyona yaklaşmış, böylece, TL cinsinden ifade edilen para stokunu aşmıştır. 1997 Haziranından 1998 Ekim sonuna kadar yüzde 143 oranında artma olmuştur. Dışborç stoku ise, 100 milyar dolar düzeyindedir; yarıya yakın kısmı özel sektör borçlanmasını temsil etmektedir. Dışkaynak girişiminin duraklaması, iç kredi kullanımında görülen göreceli daralmanın yanında, reel sektördeki darboğazı yaratan bir diğer faktör olmuştur. Anasol-D Hükümetinin uygulamaya koyduğu bu son ekonomik sıkıntılarla ilgili ekonomik önlemlerin, gerçekten, büyük holdinglere yönelik bir karar olduğunu görmek mümkün. Çünkü, alınan bu önlemlerin, getirilen bu önlemlerin KOBİ'lere, esnaf ve sanatkârlara ciddî anlamda bir şey verdiğinden söz etmek olası değildir.

Anayasamızın 162 nci maddesi gereğince, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan, 27.10.1998 tarihinden 25.11.1998 tarihine kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşmelerine devam edilerek bitme noktasına gelen 1999 yılı bütçesi, bilindiği gibi, gensoruyla düşürülen Hükümetçe, yeni kurulacak hükümeti bağlamamak gerekçesiyle, Komisyondan geri çekilerek, yerine, görüşmekte olduğumuz bu geçici bütçe getirilmiştir.

Bütçeler, harcamaların yapılması ve gelirlerin toplanması için hükümetlere izin veren yasalardır. Devlet hizmetlerinin aksamamasına ve devlet gelirlerinin toplanmasına yöneliktir. Devlet hizmetlerinin devamlılığı esas olduğuna göre, devlet harcamalarının yapılmasına ve devlet gelirlerinin tahsiline esas olacak bu tasarının çıkması gerekmektedir. Zaten, bu düşünceden hareket eden Hükümet, askıya aldığı bütçe görüşmelerine tekrar başlamış; ancak, bilinmeyen, anlaşılmayan gerekçelerle, getirdiği gün, geri çekme noktasına gelmiştir.

Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülen ve sonuçsuz kalan 1999 yılı Bütçe Yasa Tasarısının tamamlanarak, kanunlaşmasına, Türkiye ekonomisini disiplin altına alacak malî önlemlerin alınmasına ihtiyaç varken, geçici bütçe, Türk ekonomisinin sorunlarına bir çözüm getirmeyecek, makro dengeler üzerinde olumsuz etkiler yapacak ve özellikle borçların ödenmesinde sıkıntı yaşanacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1999 Yılı Geçici Bütçe Yasa Tasarısına baktığımızda, özellikle 1 inci maddede, A işaretli cetvellerine dahil başlangıç ödenekleri dikkate alınmak suretiyle, her ay için personel ödeneklerinin yedide birinin ayrılacağı hükme bağlanmaktadır. Bu maddeyle, kamu kesiminde çalışan memurlar ve emeklilerle, bunların dul ve yetimleri yine sıkıntıya, açlığa, sefalete, yoksulluğa itilmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Develi, süreniz bitti, size 1 dakika daha veriyorum.

HİLMİ DEVELİ (Devamla) – Bitiriyorum.

Anasol-D Hükümetinin bu kesime vereceği söylenen yüzde 25 zam gerçekten yetersizdir. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, memurlarımıza, emeklilerimize, dul ve yetimlerimize en az yüzde 40 artış getirilmesinin, bu kesime bir soluk aldıracağını düşünüyoruz. Bu anlamda hazırlamış olduğumuz önergeyi de biraz sonra takdim edeceğiz.

1999 yılının, ülkemize, Parlamentomuza, tüm insanlara barış ve mutluluk getirmesini diliyorum. Bütçe yasasının ulusumuza yararlar getirmesi dileğiyle, sizleri Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyor, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Develi.

Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Ertan Yülek; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Yülek, süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA İ ERTAN YÜLEK (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkanım, daha evvelki bir konuşmamda, burada konuşma yapmanın müşkülâtından bahsetmiştim. Bu kadar büyük paralar sarf edilerek yapılan böyle bir salonda, hatibin önünde bir saatin olmayışı gerçekten bir eksikliktir.

O bakımdan, teknolojinin bu kadar geliştiği bir devirde, ilgili arkadaşlar bir tedbir alırlar da önümüze bir saat koyarlarsa, çalışma veya konuşma süremizi daha iyi ayarlamak mümkün olur; bir kere daha hatırlatıyorum.

Efendim, Fazilet Partisi Grubu adına, 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeleri Kanunlaşıncaya Kadar Devlet Harcamalarının Yapılmasına ve Devlet Gelirlerinin Tahsiline Yetki Verilmesine Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum.

1 inci madde, esasında, bütün bakanlıkların ve 1999 yılı -eğer gelseydi- bütçesinin hemen hemen tamamını içine alan bir maddedir. Dikkat buyurulursa, bu madde, bir bütçe içerisinde yer alan bakanlık, bakanlık olmasa da, bakanlıklar içinde ve kuruluşlar içinde gizlenmek suretiyle, her kalemde ne kadar harcanacağına işaret eden ve bu konuda, Hükümete, geçici olarak yetki veren bir maddedir.

Bu maddenin her bendine baktığımızda, mesela, personel ödeneklerinin yedide 1'ini, Hazine Müşteşarlığı transfer tertibinde yer alan faiz ödenekleri ve bunların genel giderlerine ilişkin ödeneklerin sekizde birini, Maliye Bakanlığının transfer harcamalarında yer alan kalemin ise, her ay, 1998 yılı bütçesinin yarısı kadarını ve burada dikkati çeken diğer bir husus -bu çok önemli bir madde, daha doğrusu bent, onun üzerinde duracağım- yatırım ödeneklerinin onda birini diyor ve bilahara devam ediyor. Dolayısıyla, bir bütçenin tümü üzerindeki, geneli üzerindeki bütün altbaşlıklar burada yer almış bulunmaktadır.

Sayın Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; Sayın Maliye Bakanımız, bir bakıma şanslı bir bakan, bir bakıma şanssız bir bakan. Şanslı bakan; çünkü, 1999 yılı bütçesini, Sayın Maliye Bakanı, müteaddit defalar beyan ettiği, içine sindiremediği bütçeyi buraya getirseydi, herhalde, bütçe üzerinde yapılan, bu hükümet üzerinde yapılan tenkitler, eleştiriler fevkalade ağır olacaktı ve bunun cevabını da vermek mümkün olmayacaktı. Ancak şöyle mümkün olabilirdi: "İçimize sindiremediğimiz bir bütçedir ve bundan başkasının da yapılması mümkün olmayan bir bütçedir" denilerek geçiştirilecekti.

1999 yılının bütün bu menfîlikleri, aksaklıkları, elbette 1998 yılından, hatta, 1997'nin 6 ncı ayından sonra 55 inci Hükümetin uygulamış olduğu fevkalade yanlış, zengini daha zengin eden, adaletsiz, insafsız bir ekonomik politikanın neticeleridir. Bu kelimeleri seçerken, inanın ki, yüreğim sızlayarak seçiyorum, keşke, bu kelimeleri seçmeseydim diyorum; ama, bu Hükümetin ortaklarından birisinin isminin başında "Demokratik Sol" kelimeleri olmasına rağmen -belki de "despotik sol" demek lazım, Sayın Ecevit'in son zamanlardaki çıkışları nedeniyle- tamamen halkın aleyhine, belli bir grubun lehine olarak bütün uygulamalarını yapmış olmasıdır. Biraz sonra, bunları, rakamlarla sizlere ifade edeceğim.

Arkadaşlar, bakın, rakamları ne kadar değiştirirseniz değiştirin, değiştiremediğiniz rakamlar, birtakım doğruları ifade ederler. Şimdi, Devlet İstatistik Enstitüsünün, çok basit bir istatistikle, enflasyonla alakalı rakamlarını söylüyorum: Bakın, Devlet İstatistik Enstitüsü, 1997 yılının başından itibaren ve 1998 de dahil olmak üzere ortalama tüketici enflasyonunu vermiş; yani, enflasyon şuna indi, buna indi demeye lüzum yok ki... İşte, arkadaşlar, bakın, şu nokta nokta giden alt taraftaki rakamlar 1997'nindir; 1997'nin ortasına kadar yüzde 78 civarında olan enflasyon, 1998'in ortasından itibaren yıl sonunda yüzde 100'ü geçmiş, yüzde 101 olmuş, ondan sonra da inmeye başlamış; ama, bakın, hâlâ 1997'nin 11 inci ayını yakalayamamışız. Buyurun... Yani, bu hakikat var iken "ben enflasyonu indirdiydim, şunu yaptıydım, bunu yaptıydım" demenin alemi var mı? Yani, milleti, siz, ölümle korkutacaksınız, sıtmaya razı edeceksiniz; bunun değeri budur...

Arkadaşlar, hemen başka bir hadiseye geçiyorum. Bakınız, gerçekten insanın yüreğini sızlatan; yani burada hangi partiden olursa olsun, hepimizi üzen bir grafiği size göstermek istiyorum. Sayın Maliye Bakanı defalarca söyledi; bakın, bütçemizin; yani 100 liralık bir bütçe harcamasının içerisinde ekonomideki faiz giderlerini gösteriyor. Burada 1994'te yüzde 33 imiş, 100 liranın 33 lirası; 1996'da 100 liranın 33 lirası, 1996'da 100 liranın 38 lirası, 1997'de, 1996'da yapılan 54 üncü Hükümetin bütçesiyle, bakın, bu, yüzde 28,5'a inmiş. Sonra, 1998'de yüzde 40'a çıkmış. 1999'da da teorik olarak yüzde 38'e iniyor gibi görünüyor; ama doğru mudur, onu, biraz sonra size izah edeceğim.

Ben, bunu, Plan ve Bütçe Komisyonunda gösterdiğim zaman, çok değerli, her zaman esprilerine gerçekten değer verdiğim Sayın Aktürk "bu, şişman bir kimsenin, karnını içeri çekerek fotoğraf çektirmesine benziyor" dedi; yani 54'üncü Hükümetin faiz indirmesi için. Ben de "doğru; ama, ne olur, giderayak, madem fotoğraf çektiriyorsunuz, bu hatıra fotoğrafında siz de karnınızı içeri çekseydiniz de, bu, yine yüzde 39 - 40 olacağına yüzde 28 olsa idi" dedim. Peki, yüzde 28 olsa idi ne olacaktı biliyor musunuz arkadaşlar? 23,5 katrilyon lira bütçenin tutarı, yazın bir tarafa, bunun yüzde 38'i 8-9 katrilyon lira yapıyor. Eğer bu 10 puan inseydi, 2,3 katrilyon lira daha az faiz ödenecekti. 2,3 katrilyon lira demek ne demek biliyor musunuz; 1999 yılında yapılacak tüm yatırımlar 1,4 katrilyon liradır; yani, o 65 milyon insanın okulu, suyu, yolu, hastanesi, her şeyi için ayrılan para 1,4 katrilyon liradır. 10 puanlık bir fark 2,8 katrilyon lira ediyorsa, bu, çok şeyleri ifade ediyor. Bu, 8 milyar dolar yapar. Şu ana kadar Türkiye'de yapılan 2 bin kilometre otoyol için, eğer, siz, 10 milyar doların üzerinde bir harcama yapıldığını düşünürseniz, demek ki, bununla, Türkiye'de şu ana kadar yapılan otoyol kadar otoyol yapardınız veya bu 2,8 katrilyon lirayla, Türkiye'deki 10 bin kilometre demiryolunun üçte birini yapardınız; bu kadar önemlidir.

İşte, bu Anasol Hükümeti, milleti bu hale getirmiştir ve kimlere hizmet ettiğini de, sizlere, başka bir grafikle ifade etmek istiyorum. Bakın, o, yıllarca halktan yana, fakirden yana, memurdan yana, işçiden yana olduğunu söyleyen Sayın Ecevit'in iktidarda olduğu dönemdeki grafiğe bakın arkadaşlar: Şu elimde gördüğünüz grafikte, yine, yıllar itibariyle, bütçeden, memurlar ile emeklilerine, işçi emeklilerine ve Bağ-Kur emeklilerine verilen paraya bakınız. Biraz evvel de söyledim, 1996'da bütçenin yüzde 38'i faize giderken, yüzde 33'ü, saymış olduğum bu insanlara gitmiştir. Hemen arkasına bakıyorsunuz, bu oran, 1997'de yüzde 36'ya çıkmış; yani, fakir, fukara diyebileceğimiz memurlara, memur emeklisine, Bağ-Kur emeklisine ve işçi emeklisine gitmiş; ama, nereden alınmış; bakınız, grafikte çok açık ve net olarak görünüyor, faizlerden alınmış. Peki, ne olmuş? Bakınız, bir yıl sonra iktidar değişmiş, o gariban diyebileceğimiz insanların gelirleri yine düşmüş, öbürlerinin gelirleri yine yükselmiş ve bu böyle devam ediyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yülek, süreniz bitti; size, 1 dakika daha eksüre veriyorum efendim.

Buyurun, bitirin.

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – 1 dakikada bitiriyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Grup Başkanvekilimiz Sayın Abdüllatif Şener konuşurken, bir beyanda bulundular; dediler ki "işçi kaybediyor, çiftçi kaybediyor, memur kaybediyor, herkes kaybediyor." Peki, Türkiye de yüzde 3-4 civarında büyüdüğüne göre, kazanan kim? Arkadaşlar, bugün, Türkiye'deki reel anlamda faiz yüzde 50'dir. Hesabını yapın. Eğer, enflasyon, önümüzdeki altı ay içerisinde yüzde 50 olacaksa ve bugün de faizler yüzde 120, yüzde 130 ise, aradaki -toplayın, bölün- yüzde 50 net reel faizdir. Bu insafsızlıktır arkadaşlar. Buna hiçbir ekonomi dayanamaz; buna, hiçbir insanın yüreği dayanamaz; hiç kimse dayanamaz. Kime gidiyor? Türkiye'deki 500 aileye, bilemediniz 1 000 aileye, yüzde 150 faizler giderken, çiftçiye yüzde 50, memura yüzde 50, bilmem kime şu kadar... Peki, nereden geliyor bu; 65 milyon insandan... Onların fakirleşmesi pahasına, 500 kişiye gidiyor. Buna, hepimizin "dur" deme mecburiyeti vardır.

BAŞKAN – Sayın Yülek, süreniz bitti.

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Bu adalet değildir. Buna biz razı olsak, Allah razı olmaz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz.

VII. —SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.—DSPGrup Başkanvekili Sinop Milletvekili Metin Bostancıoğlu’nun, Adana Milletvekili İ. Ertan Yülek’in partisine sataşması nedeniyle konuşması

METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun.

METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Yülek, adını da belirterek "despotik sol" kelimesini kullanıp, Partime sataşmıştır. İzin verirseniz, sataşmaya cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN –Peki. Yeni bir sataşmaya meydan vermemek koşuluyla, buyurun.

Size 3 dakika süre veriyorum.

METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Meclise geldiğim günden beri, değil cümleleri seçmek, kelimeleri dahi seçerek kullanma özenini göstermiş bir arkadaşınızım. Birtakım komisyonlarda, kelimeleri, amacını aşan şekilde kullanan ya da bir parlamentere yakışmayacak şekilde kullanan milletvekillerini de nazik bir şekilde uyarmaya çalışmışımdır. Bunlardan biri de Sayın Yülek'tir. Sayın Yülek, her nedense, kendisine yakışmayan, bir parlamentere yakışmayan şekilde, haksız bir şekilde saldırıda bulunmaktadır.

Sayın Bülent Ecevit, ülkemizde olduğu kadar bütün dünyada da, kişiliğiyle, sol tavırlarıyla ve halktan yana politikalarıyla tanınmış bir kişi olmasına rağmen, uygulamalarını despotik olarak belirtmek ve despotik olarak açıklamada bulunmak, haksızlık olmak bir yana, o haksızlıkta bulunan kişi bakımından ayıptır da.

Sayın milletvekilleri, 55 inci Hükümet döneminde, mevcut Hükümetin uygulamalarından, köylünün, esnafın, emeklinin, memurun şikâyeti, geçmiş dönemlere oranla azalmıştır; çünkü, politikalar, köylüden, işçiden yana konulmuştur, halktan yana konulmuştur.

Tarımda yıllardır ihmal edilen sigortalılık, bu dönemde gelmiştir. Diğer politikaların tamamı da, işçinin, köylünün, esnafın yanındadır. Geçmiş dönemlerde; yani, Refahyol döneminde ya da ondan önceki dönemlerde, halktan yana politikalar ortaya konulmadığının delili, işçileri temsil eden konfederasyonların, Türk-İş'in, DİSK'in, Hak-İş'in, esnafı temsil eden Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonunun, işvereni temsil eden Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonunun ve diğerlerinin, Sayın Ecevit'in yanında tavır almasının nedenini birtakım kişilerin anlaması gerekir. Onun Başbakanlığı, ülkeye istikrar, ülkeye faydalar getirecek idi; ancak, bu engellenmiştir.

BAŞKAN – Efendim, size üç dakika süre verdim; süreniz doldu.

METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Ama, ben inanıyorum ki, halk, bunun cevabını, 18 Nisanda verecektir.

Saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bostancıoğlu.

VI. —KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2. —1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeleri Kanunlaşıncaya Kadar Devlet Harcamalarının Yapılmasına ve Devlet Gelirlerinin Tahsiline Yetki Verilmesine Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/860) (S. Sayısı :786) (Devam)

BAŞKAN – Şahsı adına, Sayın Yıldırım Aktürk?..

YILDIRIM AKTÜRK (Uşak) – Kullanmayacağım efendim.

BAŞKAN – Sayın Halit Dumankaya?.. Yok.

Sayın Abdüllatif Şener, buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geneli üzerinde Grubumuz adına yaptığım konuşmada, Hükümetin, onsekiz ay boyunca tercihlerinin ne olduğunu vurguladım; kime kazandırdığı, kime kaybettirdiği üzerinde durdum.

Sayın Bakanın, burada, konuşması sırasında altını çizdiğim bir cümlesi oldu; dediler ki "55 inci Hükümet, 1998 bütçesiyle ilgili hangi hedefleri belirlemişse, o hedefleri yakalamıştır; hedeflerden sapma yoktur." Aslında, benim söylemek istediğim nokta da buydu; yani, Hükümetin, hedeflerinin ve tercihlerinin tutmuş olmasıydı ve bu tercihlerin, bu hedeflerin, onsekiz ay sonra Türkiye'yi getirdiği noktayı açıklamaya çalıştım.

Bütün, üreten, çalışan, elinin emeğini, alnının terini ülke kalkınmasına harcayan kesimler, reel olarak gelir kaybına uğrarken, Türkiye'de kim kazanıyor? Ekonomi, yüzde 8, yüzde 4,5 büyürken, bütün kesimlerin kaybetmesi mümkün olmadığına göre, birileri kazanıyor. İşte, bu kaybedenler ve kazananlarla ilgili çizgi, Hükümetin tercihleridir ve bu tercihler, Türkiye'yi, onsekiz ay sonra, bugünkü noktaya getirmiştir. Bütçe rakamları da bunu gösteriyor; 1997, 1998, 1999 bütçe rakamlarına baktığınızda, bu Hükümetin tercihlerini görüyorsunuz.

Personel ödeneklerine bakıyoruz, 1997 yılında Refahyolun hazırlamış olduğu bütçede, personel ödeneklerindeki artış yüzde 115'tir, 1998'de yüzde 86'ya düşüyor, görüşülmeyen 1999 bütçesinde, bu Hükümetin hazırladığı bütçede yüzde 56'ya düşüyor. Bütçe içerisindeki payı ise, Refahyol döneminde yüzde 26'ya çıkıyor, 1998 ve 1999'da yüzde 25'e düşüyor; yani, memuru tercih etmiyor, personel ödeneklerini artırmıyor.

Yatırımlar da aynı şekilde; Refahyol bütçesinde yüzde 152 artarken, bu Hükümetin hazırlamış olduğu bütçelerde, artış oranı yüzde 62 ve yüzde 46'ya düşüyor. Bütçe içindeki payı ise, Refahyol döneminde yüzde 7,5'e çıkarken, daha sonraki bütçelerde, bu Hükümetin bütçesinde yüzde 6'ya düşmektedir. Yatırımların gayri safî millî hâsıla içindeki payı da aynı şekilde azalmıştır. Buna karşılık, Hükümetin, tercihlerini faizden yana gösterdiği açıktır. Refahyol döneminde faizin bütçe içerisindeki payı azalırken, Yılmaz Hükümeti döneminde, faizin payı, bütçe içerisinde de, gayri safî millî hâsıla içerisinde de artmıştır. Bu, doğrudan doğruya, Hükümetin izlemiş olduğu politikaların bir sonucudur ve aynı zamanda, Hükümetin tercihlerinin bir sonucudur.

Burada, enflasyon, Hükümetin temel mücadele alanıydı; bu bakımdan olaya bakmak gerekir ve "enflasyonla mücadelede Hükümet başarılıdır" demek de doğru değildir. Enflasyonla mücadelede maliyetleri kime yıkıyorsunuz; bu, son derece önemli bir noktadır. Sıkıntıyı kimin üzerinde bırakıyorsunuz; bu konudaki tercihiniz nedir? İlk altı ayda enflasyon patlatılmıştır, maliyetleri ve sıkıntısı, dar ve sabit gelirlilerin üzerine yıkılmıştır; sonra, talep daralmasıyla, enflasyonla mücadele ediyoruz derken de, yine, maliyetler, dar ve sabit gelirlilerin üzerine yıkılmıştır. Üstelik, TEFE rakamlarının verilmesi son derece yanlıştır. Toptan eşya fiyatlarındaki düşüş, esnafın, sanatkârın, iş çevrelerinin işlerinin kötü gitmesinden, ödenmeyen çekler, senetlerden dolayı mallarını yok pahasına satmalarından dolayıdır. Onun için "TEFE fiyatları düşüyor, enflasyonla mücadele ediyoruz" demek, yanlış bir göstergedir, yanlış bir yer göstermedir. TEFE düşüyorsa, şu andaki ekonomik sıkıntıdan dolayı esnaf battığı için, işyerleri kapandığı için düşüyor, enflasyonla mücadele edildiği için düşmüyor.

Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şener.

Şahsı adına, Sayın Aslan Polat; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.

1 inci maddeyle ilgili birkaç konu üzerinde konuşacağım. Bunlardan bir tanesi, yatırımların 1/10 olarak alınması ve yatırımların izninin Bakanlar Kuruluna bırakılması. Burada en önemli konu şu: Her ne kadar "kış ayı geldiği için ödenekler harcanmıyor; onun için, biz, ödenekleri az koyduk" diye, Maliye Bakanı, Plan ve Bütçe Komisyonunda kendisini müdafaa etse de, bunun, Doğu Anadolu için en büyük önemi şudur: Doğu Anadolu'da, biliyorsunuz, inşaat sektörü çok kısadır. Siz, haziran ayına kadar ihaleleri Bakanlar Kurulunun yetkisine bırakırsanız, haziran ayından sonra normal ihaleleri yapmaya kalkarsanız, temmuz ayında yapacağınız ihaleler, ekim ayında da kar yağacağı için, azamî iki ikibuçuk aylık bir çalışma mevsimi kalır; çünkü, bizim orada oniki ay çalışma süresi yoktur. Onun için, diyorum ki, Doğu Anadolu'da yapılacak bütün yatırımlar -her zaman bunu söylüyoruz- mart veya nisan ayında mutlaka ihaleye çıkarılmalıdır ve nisan ayında da fiilen inşaatlara başlanmalıdır ki, zaten, hepsi beşbuçuk altı ay olan inşaat mevsiminde, gerekli çalışma yapılsın ve doğuda yatırımlar yerine ulaşsın; yoksa, hedefine ulaşmıyor. Koyduğunuz ödeneklerin bile normal şartlarda üçte biri ödenemeden geri gelirken, sizin bu uygulamanız da, bu sene, 1999 yılında, eğer böyle devam ederse, Doğu Anadolu'ya ayrılan yatırım ödeneklerinin en az yüzde 50'den fazlası ödenemez, geri gelir ve yine, Türkiye'nin en çok yatırım fakiri olan Doğu Anadolu, bu maddeyle de yatırım fakiri olarak kalır.

İkinci bir madde daha var; burada, 1998 yılında yedek akçeye ayrılan ödeneğin yarısını; yani, hemen hemen 48,5 trilyon lirasını her ay kullanabilir bu Hükümet diyorsunuz. Bu, tam, seçim yatırımı için konulan bir maddedir. Niye; bakın, açık söyleyelim, geçen sene 1998 yılı bütçesinde seçim görülmezken, 52 nci maddeyle, geçici işçiler için bir sürü sınırlama getirdiniz; yok efendim, Maliye Bakanından vize alınmadan verilemez; adam/ay sayısını geçemez falan filan dediniz; ama, nasıl ki bu sene seçimi önünüzde gördünüz, hemen, 52 nci maddeyi getirdiniz ve -bütçede de vardı; hiçbir manası yoktur- 30 trilyon liraya kadar, hükümetler, isterlerse geçici işçi çalıştırabilirler dediniz. Şimdi, biz, geçici işçilerin çalıştırılmasına değil, yapılan uygulamadaki istismara karşıyız ve bunu size belirtiyoruz. Siz, seçim gördüğünüz zaman, bütün dengelerinizi, bütün hesaplarınızı karıştırıyorsunuz.

Bu maddeyle, yedek akçe olarak ayırdığınız parayı da, tamamen, seçim yatırımları için kullanacaksınız; eğer böyle kullanacak olursanız, bir ayda 48,5 ila 50 trilyon liradan, altı ay içerisinde, hemen hemen 290- 300 trilyon lira civarında -eğer hükümette de siz kalırsanız; çünkü, Sayın Cumhurbaşkanı "büyük ihtimalle, eğer Sayın Erez hükümet kuramazsa, Hükümeti devam ettireceğim" diyor- olan bu parayı, tamamen, seçim yatırımları için kullanacağınız son derece tehlikeli bir maddedir.

Bir başka konu da; biraz önce gündemdışı konuşmamda da belirttiğim halde vakit kalmamıştı, söyleyememiştim, onun için onu da kısaca belirtmek istiyorum: Şimdi, en önemlisi, Doğu Anadolu'da, şu anda bizim Erzurum yöresinde, kış turizmi için bazı arazilerin otel yapımına tahsisi meselesi var. Yine, Akdeniz'de, Antalya'daki kıyı yörelerindeki birtakım arazi tahsisleri için Turizm Bakanı hakkında verilen birtakım gensorular ve soruşturma önergeleri bahane edilerek, Doğu Anadolu'da Palandöken Dağlarındaki 14 adet otel yerinin -Konaklı yöresindekinin 5 tanesi yapılmıştı- 9 tanesinin tahsisi yapılamadan tahsisler durduruldu. Şimdi, bunun önemi ne biliyor musunuz; önemi şu: O Konaklı yöresindeki ihalelerde, ancak altyapıları bütün oteller müşterek yapacaklar; eğer, bütün otellerin tahsisi yapılmazsa -müşterek olarak altyapı yapılacağı için- tahsis alan diğer oteller de inşaata başlayamıyorlar. Doğu Anadolu'da, tam 5 bin kişinin iş alacağı, 70-80 trilyon lira civarında olan bu yatırım -özel sektör yatırımıdır- sırf bu Hükümet dönemindeki yanlış uygulamadan dolayı -yani, Akdeniz'deki tahsisler bahane edilerek, burada tahsisler yapılmadığından- Doğu Anadolu'nun en önemli kalkınma dinamiği olan bu konu gündeme gelememiştir ve doğuda çok büyük problem olmuştur. Bu Hükümetten şunu dilerim ki; Bakanlar Kurulu hemen özel bir karar alsın; Doğu Anadolu'daki, Palandöken'deki otel yerlerinin tahsislerini Akdeniz Bölgesinden ayırsın ve bu tahsisleri bir an evvel yaparak burada yatırımları başlatsınlar; çünkü, bu yatırımlar tamamlandığı zaman, DPT'nin verdiği raporlara göre, şu anda, bütün bir yıl için, Erzurum'a 71 bin turist gelirken, sadece kış turizmi dolayısıyla 119 bin kişi gelecek; onbeş sene sonra da, bu otellerin yapımı tamamlandığı zaman, bu rakam 450 bine ulaşacaktır. Onun için, sizin yapacağınız en büyük iş -bir şey yapmıyorsanız- hiç olmazsa bu tahsisleri yapmanızdır. Doğu Anadolu'daki bu tahsislerden dolayı otellerin yapılmasına mani olmayın.

Sayın Başkanım, bir şey daha söyleyeceğim, süre var mı?

BAŞKAN – Efendim, 1 dakika daha var; buyurun.

ASLAN POLAT (Devamla) – Burada en önemli olarak şunu söyleyeceğim: Biz, bugün, bu enflasyon oranlarında falan niye ayılamıyoruz biliyor musunuz; çünkü... Gerçekçi rakamları biraz da şu tutanaklardan okuyalım: Mesela, bakın, şunlar Hazine Müsteşarlığının 27.11.1997'deki tutanakları. Sayın Güneş Taner geldi, Plan ve Bütçe Komisyonunda dedi ki "Güneydoğu Asya'da olan -burada aynen var- kriz bizi hiç etkilemeyecek. Güneydoğu Asya'da olan kriz, Rusya'yı da vuracak; ama, bizi vurmayacak. Güneydoğu Asya'dan kaçan paralar bize gelecek; 30, 40, 50, 60 milyar dolar rezervimiz olacak. Bunların karşılığı olan Türk Lirasını bulamayacağız; hangi kasalara bunları koyacağımızı düşünüyorum!" İşte, Güneş Taner'in ifadeleri... Şimdi, hazineden sorumlu bir Devlet Bakanı, eğer bir konuda bu kadar tutarsız olursa, bu kadar görüşü kıt olursa, ondan sonra gelecek enflasyon da işte böyle olur! Siz dersiniz yüzde 58, halk da yüzde 80, yüzde 90 der; halkın dediği doğru olur ve siz buradan ne rakam derseniz deyin, halk gerçekleri görür ve size inanmaz.

Yine de beni dinlediğiniz için, hepinize saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Polat.

Sayın milletvekilleri, aslında, hatibin yaptığı konuşmalar, hem Komisyon ve Bakanlar Kurulu sıralarından hem de buradan tam anlaşılamıyor; onun için, ses sisteminde bir düzeltme yapacağız.

Madde üzerindeki konuşmalar bitmiştir.

Maddeyle ilgili bir önerge var; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan geçici bütçe tasarısının 1 inci maddesinin; (a) bendindeki oranın "yedide bir"den "altıda biri" olarak; (b) bendindeki oranın "sekizde bir"den "altıda biri" olarak; (e) bendindeki oranın "onda bir"den "sekizde biri" olarak değiştirilmesi için gereğini arz ederiz.

Saygılarımızla.

Algan Hacaloğlu Ali Topuz

İstanbul İstanbul

Ayhan Fırat Birgen Keleş

Malatya İzmir

Atilâ Sav Yusuf Öztop

Hatay Antalya

Ahmet Güryüz Ketenci

İstanbul

BAŞKAN – Aslında, bu önergede, Sayın Hacaloğlu, Sayın Topuz ve Sayın Develi Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleri oldukları ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporuna bu hususta muhalif kalmadıkları için, burada, onların imzalarını kabul etmiyorum; çünkü, bunlar, Genel Kurulda Komisyon raporuna aykırı konuşamazlar, önerge de veremezler; ancak, öteki arkadaşların sayısı yeterli olduğu için, önergeyi işleme koyuyorum.

Efendim, Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım, geçici bütçeler de, normal bütçeler gibi, Anayasa hükümlerine tabidir. Bu bakımdan, gider artırıcı önergenin işleme konulmaması görüşündeyiz; bu nedenle, katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, bu önerge, personel harcamalarında 2 katrilyon 45 trilyon liralık bir artış öngörmektedir. Dolayısıyla, geçici bütçe bile olmuş olsa, Genel Kurulda böyle bir gider artırıcı önergenin yürürlüğe konulmaması gerektiğini düşünüyoruz.

BAŞKAN – Evet, aslında, önergenin dayandığı bir gelir kaynağı da yok.

Hükümet ve Komisyon önergeye katılmıyor.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge reddedilmiştir.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, bu ifade tam yerine oturmadı; bu, avans niteliğindedir. Devletin normal gelirini burada...

BAŞKAN – Efendim, işleme koyduk zaten; ama, Sayın Genel Kurul bunu tasvip etmedi.

Maddeyi, Komisyondan gelen haliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... 1 inci madde kabul edilmiştir.

Genel istek üzerine, saat 17.05'e kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati : 16.37

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 17.05

BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ

KÂTİP ÜYELER : Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Abdulhaluk MUTLU (Bitlis)

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 38 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Sayın milletvekilleri, çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2. – 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeleri Kanunlaşıncaya Kadar Devlet Harcamalarının Yapılmasına ve Devlet Gelirlerinin Tahsiline Yetki Verilmesine Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporu (1/860) (S. Sayısı : 786) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet hazır.

1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeleri Kanunlaşıncaya Kadar Devlet Harcamalarının Yapılmasına ve Devlet Gelirlerinin Tahsiline Yetki Verilmesine Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesi kabul edilmişti.

Şimdi, 2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. – 1998 ve daha önceki yıllarda taahhüde bağlanmış yatırım ihalelerine ve emanet suretiyle yapılmakta olan işlere ait ödemelere 1 inci madde ile belirlenen sınırlar dahilinde devam olunur. Derhal ihalesinde fayda ve zaruret görülen yatırımlar ve tabiî afetler sonucu hasıl olabilecek hasarların telafisi amacıyla yeniden girişilecek işler için Bakanlar Kurulu daire ve idarelere taahhüde girme yetkisi verebilir. Genel ve katma bütçeli kuruluşların yatırım programında ödenekleri toplu olarak verilmiş yıllık projelerinden makine-teçhizat, büyük onarım, idame-yenileme ve tamamlama projelerinin detay programları ile alt harcama kalemleri itibariyle tadat edilen ve edilmeyen toplulaştırılmış projelerinin alt harcama kalemleriyle ilgili işlemlerde 1999 Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Kararın 6 ncı maddesi hükümleri uygulanır.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Algan Hacaloğlu?..Yok.

Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Abdüllatif Şener; buyurun efendim.

Konuşma süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının 2 nci maddesine gelmiş bulunuyoruz. Bu geçici bütçe kanun tasarısının 2 nci maddesiyle, yatırımlarla ilgili bazı düzenlemeler yapılmaktadır. Bu vesileyle, ben, mevcut iktidarın, yatırım politikaları, hedefleri ve gerçekleşmeleri üzerinde durmak istiyorum.

Maalesef, yatırımlar, 55 inci Yılmaz Hükümeti döneminde, gerek gayri safî millî hâsılaya oranı itibariyle gerekse bütçe içerisindeki payı itibariyle azalmıştır. Yatırımı sevmeyen, yatırımı azaltan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bütün veriler değerlendirildiğinde, bu, farklı bir yorum yapmaya imkân vermeyecek derecede açık bir şekilde görülmektedir. Yatırım harcamalarının bütçe giderlerine oranı incelendiğinde, bu, hemen görülüyor. 1997, yani Refahyol dönemi bütçesinde yatırımların bütçe giderlerine oranı yüzde 7,4 iken, bu oran, 1998’de ve 1999’da, bu Hükümetin bütçelerinde yüzde 6,2 ve yüzde 6 olarak düşürülmüştür.

Yine, bir başka gösterge olarak, yatırım harcamalarının gayri safî millî hâsılaya oranını incelediğimizde de aynı şeyi tespit ediyoruz. 1996 bütçesinde bu oran yüzde 1,6 iken, Refahyol dönemi bütçesinde, yani 1997 bütçesinde yüzde 2 olarak artmıştır; 55 inci Hükümetin hazırladığı 1998 ve 1999 bütçelerinde ise yüzde 1,8 olarak azaltılmıştır.

Yatırım artış oranlarında da aynı gelişmeyi, aynı tabloyu, aynı görüntüyü açıkça görmek mümkündür. Özellikle, 1998 yılı verileri, yatırım bütçesi önemlidir; çünkü, 1998 bütçesinde görülen yatırım ödeneklerinin 300 trilyonu kesintisiz eğitime aittir; 400 trilyon lira da özelleştirmeden yatırımlara devredilecek miktar vardı; bu 400 trilyon, hiç kullanılmamıştır, bütçeye gelmemiştir, yatırımlara ayrılmamıştır; geriye kalan 1 katrilyon ise, sadece 960 trilyon olarak harcanmıştır, bunun da 300 trilyonu kesintisiz eğitime giden miktardır. Geriye 660 trilyon kalmaktadır ki, 1997 ile 1998 bütçeleri karşılaştırılacak olursa, işte, bu 660 trilyon liralık 1998 yatırımları ile 590 trilyon liralık 1997 yatırımları kıyaslanmalıdır. Bu da, açıkça, net olarak şunu göstermektedir: 1998 yılında yatırımlar, bu iktidar tarafından, reel olarak yüzde 40 azaltılmıştır. Onun için, sözlerime başlarken dedim ki, Yılmaz Hükümeti, yatırımları sevmeyen, yatırımları azaltan bir hükümettir.

Aslına bakarsanız, benzer bir konuşmayı 1998 bütçe görüşmeleri sırasında, yine kürsüden ifade etmiştim ve sektörler itibariyle 1998 bütçesinin hangi sektördeki yatırımı yüzde kaç azaltığını o gün tek tek sıralamıştım; tekrar aynı sıralamayı yapıyorum: Bu bütçeyle, tarımdaki yatırımlar yüzde 34 azalacaktır demiştim, madencilikteki yatırımlarda yüzde 26 azalma var, imalatta yüzde 9 azalma var -enerjide yüzde 17’lik fazlalık var- ulaştırmada yüzde 38 azalma var, turizmde yüzde 20 azalma var, konut yatırımlarında yüzde 75 reel azalma var, eğitimde, zorunlu eğitim hariç, diğer bütün eğitim kademelerinde yüzde 26 ilâ yüzde 35 arasında reel azalma var, sağlıkta yüzde 10 reel azalma var, iktisadî yatırımlarda yüzde 20-25 azalma var; sosyal ve diğer altyapı yatırımlarında, içmesuyunda yüzde 25 azalma var, kanalizasyonda yüzde 54 azalma var ve diğer bütün altyapı harcamalarındaki yatırımlarda da büyük bir azalma var diye, 1998 bütçesi üzerinde yaptığım konuşmada, bu listeyi sıralamıştım ve daha sonra kürsüye gelen Sayın Başbakan “eski Maliye Bakanının söyledikleri külliyen yalandır. Bu rakamlara, özelleştirmeden gelecek yatırım ödenekleri dahil değildir” demişti. Şu an yıl sonuna gelinmiştir; 1998 bütçesi uygulanmıştır, kapanmak üzeredir ve bu 400 trilyon kullanılmamıştır. Üstelik, 1 katrilyon da, tam değil, biraz eksik kullanıldığına göre, bu verdiğim liste, biraz daha reel yatırımları artırmak kaydıyla, aynen doğrudur; o gün de bugün de...

Şimdi, aynı şeyi, Hükümetin Meclise sunduğu 1999 bütçesi hakkında da söyleyebiliriz. 1999 bütçesini görüşmüyoruz; ama, bu geçici bütçe kanunu tasarısında, elbette ki, 1999 yılında yapılacak harcamalarla ilgili, yatırıma ne kadar para harcanacağıyla ilgili düzenlemeler var. O halde, 1999 bütçesinde yatırımlar reel olarak arttı mı azaldı mı diye baktığımızda, reel olarak büyük bir azalma var. 1998 bütçesinde azalma var, 1998 bütçesine göre 1999 bütçesinde de reel azalma var. Tarımda yüzde 40, madencilikte yüzde 39, enerjide yüzde 58, ulaştırmada yüzde 38 azalma var -yalnız, elimizdeki rakamlara, tabiî, özelleştirme de dahil edildiği için bu rakamlar yüksek; ama, özelleştirme hariç kıyaslandığında, yine reel azalma var- turizmde yüzde 39 azalma var, konutta yüzde 31 azalma var, eğitim yatırımlarımda, yine değişik eğitim kademelerine göre yüzde 39 ilâ yüzde 76 arasında reel azalmalar var, iktisadî yatırımlarda yüzde 37 azalma var, içmesuyunda yüzde 82 azalma var, kanalizasyonda yüzde 99 azalma var; diğer, kırsal alan planlaması, yerleşme, şehirleşme, çevre, esnaf, sanat ve küçük sanayilerde de, yine aynı şekilde reel azalma olduğunu görmekteyiz.

Dolayısıyla, bu tablolar incelendiğinde, Hükümetin, hazırlamış olduğu veya Meclise sunmuş olduğu her iki bütçede de, yatırım ödeneklerine fazla itibar etmediğini, yatırım diye özel bir önem atfettiği harcama kalemi oluşturmadığını, aksine, yatırımların düşürülmesini, azaltılmasını bir politik hedef olarak belirlediğini söyleyebiliriz. Bu bağlamda da, Hükümetin hedefleri ile gerçekleşmeler arasında uyum vardır diyebiliriz; çünkü, Hükümetin tercihleri ortadadır, Hükümetin programı ortadadır, hedefleri ortadadır. Bu hedeflerde yatırım yoktur, bu hedeflerde çalışana, üretene kaynak yoktur; bu hedeflerde, doğrudan doğruya, rant geliri elde edenlere büyük kaynak transferleri vardır. Bunlar, İktidarın onsekiz aylık tercihleri olmuştur. Onsekiz ay boyunca, hazırlamış oldukları iki ayrı bütçede de, bu tercihi açık, belirgin, farklı yorumlamaya elverişli olmaksızın net bir biçimde ortaya koymuşlardır. Bu bakımdan, şunu arz etmek istiyorum ki, halka dayanmayan, halkın iradesine ve taleplerine göre icraat yapma niyetinde olmayan siyasî iktidarların hazırladıkları bütçelerde de halkın talepleri, tercihleri ve beklentileri görülememektedir.

Bu bakımdan, 18 Nisan 1999’un, millî iradenin tekrar tecelli edeceği ve bu iradenin taleplerinin ve beklentilerinin Meclise yansıyacağı bir dönüm noktası olmasını diliyor ve hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şener.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Algan Hacaloğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi, 2 nci maddenin görüşmeleri aşamasında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.

Önce, iki konuya değinmek istiyorum: Biri, Sayın Bakan konuşmasının son paragrafında, Danıştay 1. Dairesinin 1987/335 sayılı kararına ilişkin bir değerlendirme yaptı. Kendilerine, bizim elimizdeki kararın kopyasını sundum. Bizim elimizdeki kararda, bir hükümetin, seçim kararı alınmış olsa dahi, gelecek olan hükümeti beklemeden evvel, Türkiye Büyük Millet Meclisine, bütçeyi hazırlayarak sunmasının, gelecek hükümetin iradesini engelleme diye bir anlayış olmadığını, aksine, bunun gereğini yapmanın anayasal bir yükümlülük olduğunu ifade etmektedir; bunu zapta geçirmek istedim.

İkinci husus olarak, enflasyona ilişkin kısa bir saptama yapmak isterim. Tartışmalar, bilinen alanda yapılıyor; herkes, neyin ne anlama geldiğini artık öğrenmiş durumda. Halk için refah düzeyinin, özellikle çalışanlar üzerindeki fiyat artışlarının yükünün tüketici fiyat endeksleriyle belirleneceği açık. Bunun da ortalama endeksle yapılması, yani yıllık ortalamanın temel alınması çok makul bir çerçeve; biz, onu söylüyoruz; ama, ondan öte, gerçekten, dargelirli insanlarımızın, memurlarımızın enflasyon altında hangi konumda olduklarını belirlemek için, günlük yaşamlarında yer tutan, yaşamlarının vazgeçilmez harcamalarındaki fiyat artışlarının dikkate alınması gerekir. Örneğin, son bir yılda -kasım ayı itibariyle- kıymanın fiyatı yüzde 104, ekmeğin fiyatı yüzde 100, çayın fiyatı da yüzde 114 artmıştır ve bu artışlar, petrol fiyatlarının, malum, varil başına 20 dolardan, hatta, onun üzerindeki fiyattan 10 doların altına indiği bir konjonktürde ve KİT’lerin fiyatlandırma sürecine yapılan kontrollü bir baskıda oluşmuştur. Yani, KİT ürünlerinin fiyatları, bir yılda, örneğin, şekerde yüzde 21, elektrikte yüzde 58, telefon giderlerinde yüzde 25 artmış; KİT fiyatlarına baskı yaratıldığı halde. Neye karşılık; KİT’leri zarar ettirmek pahasına; çünkü, görüyoruz, 1997’de ve 1998’de, KİT’lerin kamu kesimi borçlanma gereği içindeki yükü, ondan evvelki iki yıla göre eksi konuma geçmiştir, yük haline gelmiştir; oysa, 1995’te ve 1996’da, yük olma konumundan çıkmışlar, kâr eder konuma geçmişlerdi. Demek ki, Hükümetimiz, kamu fiyatlarını bastırmış. Neye karşılık; içborçlanmayı artırmak; neye karşılık; içborçlanma sonucu belirli kesimlere yüzde 150 veyahut da yüzde 130-140 düzeyinde borçlanarak belirli rantiye kesimlerine kaynak aktarmak pahasına.

Bir krizden söz ediliyor... Kriz var mı yok mu?.. Eski Bakanımız Sayın Güneş Taner “Türkiye, bu krizden en az etkilenmiştir. Bu krizin devam etmesi halinde bu krizin sarsacağı tahmin edilen 16 ülkeden biri Türkiye olmayacaktır” demiştir.

Sayın Bakanımız Işın Çelebi ne demiş: “Biz, bütün gelişmeleri değerlendirdik, krizin varlığını tespit ettik, ona göre politikaları belirledik ve olumlu sonuçları aldık, alacağız.” Yani, Hükümetin, ekonomiden sorumlu iki temel bakanına göre, yılın başında bütün önlemler alınmıştı, krize neden yoktu; ama, gelin görün ki, Türkiye ekonomisinde belirli sıkıntı var ve belirli kesimler gerçekten haykırıyor. Şişe Cam Genel Müdürü, “sanayicinin reel faize dayanacak gücü kalmadı” diyor. Çok bilinen bir diğer sanayici ne diyor: “Türk sanayii repoya ve bir avuç bankacının keyfine feda edilemez.” Esasında, konumu, durumu, bazı repo alanlarından, rant alanlarından daha uzak kalmış gerçek sanayiciler gibi bu krizden etkilenmeyen bazı kesimler, büyük sermayenin belirli bölümleri, Sayın Rahmi Koç, Sayın Sakıp Sabancı, TÜSİAD Başkanı ne diyor: “Eğer böyle devam ederse, 1999 yılında yoğun olarak işçi çıkarmalarına yönelebiliriz.” Hangi ortamda deniliyor; 500 büyük firmanın -bilinen rakamlarla- kârlarının yüzde 53’nün, ikinci 500 firmanın kârlarının ise yüzde 70’nin faiz gelirlerinden oluştuğu bir ortamda deniliyor.

Evet, kriz vardır. Kriz, yanlış, yanlı neoliberal rant ekonomisi politikalarının sonucu olarak vardır; finans sektöründe başlamıştır, malî sektörde başlamıştır, giderek reel sektörleri kuşatmıştır, emekçiyi, üretimi, sanayiciyi çökertmek üzeredir.

Esasında, yıllardır, yatırımlar, fabrikalar, üretim, sanayici, emekçi ve çalışanlar uygulamadaki politikalar altında ezilmiş, bunun doğal sonucu olarak da yatırımlar düşmüştür. Benden evvel konuşan değerli arkadaşımız yatırımlara ilişkin bazı rakamlar verdi. Ben de şunu ifade etmek istiyorum: Kamu yatırımlarının bütçe içindeki payı 1997 yılında yüzde 7,5 iken, 1998 yılında yüzde 6,2’ye düşmüştür ve 1998’in birinci çeyreğinde yüzde 8,1 oranında artan toplam yatırımlar, ikinci çeyrekte yüzde 2,3 azalmış, üçüncü çeyrekte yatırımlardaki düşme eksi 5,1’e çıkmıştır.

Kısaca, ülkemizde hâkim olan tekelci piyasa yapılanması, kayıtdışı ekonominin yaygınlığı, karapara ve çeteleşmenin ekonomiyi kuşatmış olması, devletteki yaygın savurganlık ve enflasyon lobisinin etkinliği, ülkenin gerçek üretim ve gelişme potansiyelinin engeli olarak, eşitsizliğin, işsizliğin, verimsizliğin kaynağı olarak -bu anlamda- istikrarsızlığın kaynağı olarak önümüzde durmaktadır.

Genelde, bu bütçenin bir faiz bütçesi olduğuna hep değindik, rakamlar verdik. ANAP’lı sevgili bir arkadaşımız, geçen yıl grup adına yaptığı bir konuşmada rakamlarla güzel bir tablo çizmişti, grup sözcüsü olduğu halde o tabloyu çizmişti, faizlere ne kadar para aktarıldığını ifade etmişti. Şimdi, ben şöyle bir anımsatma yapıyorum: Şu anda, 1998 yılı itibariyle, faizlere ödenen parayla 8 Atatürk Barajı yapılabilir. Keza, faizlere ödenen toplam para, yatırımların tam 6,5 misli; ama, bir kritik şeye dikkatinizi çekmek istiyorum; giderek, içborçlanmanın faiz yükünün içborçlanma stokuna olan oranı rakamı büyümekte. Bu rakam, 1998 yılı itibariyle yüzde 48’dir. Bu rakam dört yıl evvel yüzde 23 idi. Giderek alan daralmakta ve eğer, bu politikalar böyle devam ederse, gelecek yıl, eğer, öngörüldüğü şekilde bir borçlanma, yani, bu politikaların sonucu borçlanma devam ederse, bilinmelidir ki, gelecek yıl, her 100 liralık içborçlanmanın 65 lirası faize gidecektir. O nedenle, hepimizin şapkamızı önümüze koymamız lazım. Bu sistem tıkanmıştır, bu siyaset anlayışı tıkanmıştır, bu ekonomik politikalar tıkanmıştır ve yeni politikalar, yeni farklı siyasetin yaşama, uygulamaya geçirilmesi gerekir. O da reel ekonomidir, sosyal demokrat siyaset anlayışıdır ve sosyal devlet anlayışıdır.

Ben, sözlerimi toparlarken, ilk konuşmamda belirtmediğim bir duygumu iletmek istiyorum. Yüce Parlamentonun tüm üyelerinin, tüm yurttaşlarımızın yeni yılını kutluyorum. 1999 yılında, ülkemizde, eşitlik, özgürlük ve adaletin önündeki bütün engellerin kalkmasını, laik, demokratik, sosyal hukuk devletinin eksiksiz yaşama geçirilmesini, ülkemize her alanda hoşgörü ve barışın gelmesini diliyorum.

Bu duygularla, saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Hacaloğlu.

Şahısları adına, Sayın Halit Dumankaya?.. Yok.

Sayın Veysel Candan, buyurun.

Süreniz 5 dakika Sayın Candan.

VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1999 yılı geçici bütçesinin 2 nci maddesi üzerinde kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum.

Tabiî, aslında, bu geçici bütçenin, Bakanlar Kurulundan Sayın Mesut Yılmaz imzasıyla sevk edilmesi bir talihsizliktir; çünkü, Hükümet, 314 güvensizlik oyuyla düşürülmüş ve ihaleye karışan taraflardan biri tutuklu, biri de bakanlık koltuğundan olmuş; en azından, bu tasarının, Başbakan Yardımcılarından birinin imzasıyla gelmesi gerekirdi. Başta yanlış yapıldığı için, siyasî istikrarsızlık olduğu için hatalar da birbirini izlemektedir.

Aslında, bu geçici bütçe de, hükümet kuruluncaya ve gerçek bütçe ortaya konuluncaya kadar mevcut Hükümete bazı maddelerde, harcamalarda yetki veren bir avans kanunudur. İçeriğine baktığımız zaman, yürürlük ve yürütmeyle birlikte 8 madde olmasına rağmen, esasında, faizden alınan Gelir Vergisinin uzatılması ve azaltılması noktasında toplanmakta; ayrıca geçici çalışan DSİ ve Köy Hizmetleri işçilerinin devamlı olması için 30 trilyonluk bir kaynak aktarılması, memur maaş katsayılarının düzenlenmesi, Hazine uygulamaları, siyasî partilere yapılacak, 1998 bütçesine göre, yüzde 65’lik yardım için Bakanlar Kuruluna bu süre içerisinde bir harcama yetkisi vermektedir; işin tamamı, özeti budur.

Sayın Bakanı dinlerken, dünyadaki ekonomik krizden bahsettiler, örnekler verdiler, özellikle de Rusya’dan etkilendiğimizi ifade ettiler ve daha sonra da, Sayın Bakan, bütçe uygulamaları ve temel prensipleri hakkında mutat, kitaplarımızda yazılı bentlerden birtakım rakamlar verdiler. Aslında, burada, Hükümetin bu krizde yapması gerekenlerin konuşulması gerekir diye düşünüyorum. Tabiî, burada, mesela ben iki tane somut, radikal örnek vermek istiyorum: Ülkeye devamlı sıcak para girişi olmakta, şu anda döviz rezervlerinin 20 milyar doların altına indiği gözlenmektedir ve sıcak para Türkiye’den dolar bazında yüzde 40 kâr götürmektedir; yılbaşında getirdiği parayı TL’ye çevirerek, yıl sonunda tekrar dolara çevirmek suretiyle Türkiye’den götürdüğü para dolar bazında yüzde 40’tır. Aynı şekilde, dış kredilerde de devlet soyulmaktadır. Devlet bankaları, dış kredi adı altında birtakım usulsüzlüklerle karşı karşıyadır; en azından bunlarla ilgili birtakım rakamlar veya tedbirler getirilebilirdi.

Elimde devletin yayınladığı bir tablo var: Bütçe toplamı; 1997’de 7 katrilyon 991 trilyon, 1998’de 14 katrilyon 793 trilyon, 1999’da 23 katrilyon 650 trilyon; yani, 7, 14, 23 katrilyon. Personel Giderleri, yuvarlak olarak söylüyorum; 1997’de 2 katrilyon, 1998’de 3,5 katrilyon, 1999’da 6 katrilyon. Yatırım; 1997’de 590 trilyon, 1998’de 1 katrilyon, 1999’da 1,4 katrilyon. Faiz Ödemelerine baktığımız zaman; 1997’de 2 katrilyon 278 trilyon, 1998’de 5 katrilyon 900 trilyon ve 1999’da da 8 katrilyon 890 trilyon.

Şimdi, bu tablo bize neyi gösteriyor? Sayın Bakan geldi, burada “8 eksi puanla, yüzde 50 ile enflasyonu yakaladık” dedi. Bu, bir muhasebe düzenlemesidir; yani, yüzde 50 enflasyon... Türkiye’de, devlet, şu anda, aylık yüzde 12,5, yıllık yüzde 150’yle borçlanıyor. Yani, devletin yüzde 150’yle borçlandığı yerde, enflasyon yüzde 50 demenin bir mantığı yok.

Değerli arkadaşlar, bu bütçe açık vermeyecek; tabiî, geçicidir; çünkü, sadece gelirler toplanıyor.

Şimdi, bakın, gelirler; 1997’de 5 katrilyon 750 trilyon, 1998’de 10 katrilyon 800 trilyon, 1999’da da 18 katrilyon 130 trilyon. 1997’deki açık 2 katrilyon 241 trilyon, 1998’deki açık 3 katrilyon 993 trilyon, 1999’daki açık 5,5 katrilyon, bugünkü tarih itibariyle de açık 6,7 katrilyon. Bir de, açık olan 5 katrilyonluk borçların faizini de eklediğimiz zaman, rakamlar ürpertici noktalara gelmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Candan, süreniz bitti.

Size de 1 dakika eksüre veriyorum.

Buyurun.

VEYSEL CANDAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi, bu bütçe gelmeseydi ne olacaktı; 23 katrilyon 650 trilyonluk bir bütçe gelecekti ve bunun, 8,9 katrilyon faiz gideri vardır. Değerli arkadaşlar, aynı bütçe içerisinde yatırım 1,4, açık da 5,2’dir. Yani, aslında, buraya bütçe getirdik demenin de bir manası yoktur.

Bakın, kamu kuruluşlarının yatırım için talebi 10 katrilyondur; devletin vermeye imkânı 1,4 katrilyondur; yani, karşılama oranı da yüzde 14’tür.

Değerli arkadaşlar, bu şartlarda, Türkiye’de siyasî istikrarı sağlamadıktan sonra, Cumhurbaşkanı düşünce tarzını, demokrasiye bakışını değiştirmedikten sonra, bir siyasî parti başkanına “burası yol geçen hanı mı” dedikten sonra, bir diğerine de nasıl hükümeti kuracağını sormayı akıl etmedikten sonra, bir Cumhurbaşkanı kendini hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan hem Bakan saydıktan sonra, Türkiye’deki bu siyasî istikrarsızlıklar, ekonomik istikrarsızlıkları da beraberinde getirecektir diye düşünüyorum; ama, bütün buna rağmen, menfilere rağmen, bütçenin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Abdüllatif Şener, konuşacak mısınız?

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Konuşmayacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.

Süreniz 10 dakika.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda, 1999 yılı içerisinde, 1999 yılı bütçesi çıkana kadar hükümetlere avans niteliğinde harcama yapma yetkisi tanıyan bir maddenin üzerinde konuşuyoruz.

Madde özet olarak ne diyor: 1998 ve daha önceki yıllarda taahhüde bağlanmış yatırım ihalelerine ve emanet suretiyle yapılmakta olan işlere ilişkin ödemelere devam edilir; olay bu. Dolayısıyla, geçici bütçelerde yeni yatırımlara başlanmaz; çok acil bir durum söz konusu olduğu zaman da, Bakanlar Kurulu, acil yatırımları -tabiî afetler halinde- başlatabilir. Madde bundan ibaret, başka bir şey yok; zaten, yatırımlara devamın, geçici bütçe çıkarmanın mantığı da budur. Şimdiye kadar çıkmış bütün geçici bütçelerde de aşağı yukarı aynı şeyler konulmuştur.

Şimdi, bu maddenin üzerinde konuşulurken, ister istemez, Hükümetin 1998 yılı uygulamaları eleştiriliyor; ancak, değerli arkadaşlar, aynı şeyleri değişik şekilde tekrar ettiğimizi, sizlerin çıkıp, özellikle halef selef olan iki bakanın birisinin bir rakamları burada tekrar edip, biraz sonra birisinin gelip aynı rakamları yeniden başka bir ifadeyle kullanmasını, başka bir milletvekilinin ben şu kararın sonucunu şöyle yorumladım dedikten sonra, gelip “hayır, o karar değil, bak, onun hemen arkasından bir tane de idarî dava daireleri kararı var; nitekim, Danıştay Başkanı, o kararı, esas kararı orası versin diye, idarî dava dairelerine göndermiş” demek zorunda kalıyoruz. Bu, tabiî ki, bütün bu tartışmaların hepsini ilkelleştirmeye başlıyor bir süre sonra. Ne tartışıyoruz başından beri burada; diyoruz ki, geçici bütçenin sunumu veya görüşülmesiyle ilgili olarak anayasal bir zorunluluk veya Anayasaya aykırılık var mıdır yok mudur?

Bütçelerin, anayasa ilkesi gereği, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulması anayasal zorunluluktur, 55 inci hükümet bunu yerine getirmiştir, komisyonlarda görüşülmeye başlanmıştır, bütçe, artık, Meclisin malı olmuştur, devam edip etmeme hükümleri, artık, İçtüzüğe tabidir; dolayısıyla, düşmüş olan bir hükümetin bütçesinin görüşülüp görüşülmeyeceği konusu da, Meclisin oluşturduğu teamüllere göre gidecektir, olay bu. Bunun üzerinde konuşsanız ne olacak, konuşmasanız ne olacak.

Maliye Bakanlığının, Danıştaydan sorduğu mütalaa, ya nasıl olsa görüşmeyeceğiz bu bütçeyi, gönderelim mi, göndermeyelim midir. Danıştay da demiş ki, gönderin kardeşim, Anayasanın amir hükmüdür, gönderin; ama, oradaki görüşmeler ayrı bir olay. Sonra, Dava Daireleri Kurulu “tamam gönderdiniz, Anayasanın gereğini yerine getirdiniz; ama, bunu görüşürken de, düşmüş bir hükümet olduğunuzu göz önünden uzak tutmayın” demiştir. Devlet teamüllerini oluşturmuş. Bunu, artık, konuşsanız ne olacak, konuşmasanız ne olacak, neyi değiştireceksiniz? İşte, iki tane karar da ortalıkta. Türkiye, geçici bütçe kanunları konusunda şöyle bir kitap yayınlamak zorunda kalmış, ilk defa yapılan bir olay değil ki, birikimi var, geleneği var, her türlü uygulaması var.

İkinci konu, faizler ve borç faizleri. Zaten, Fazilet Partili değerli arkadaşlarımızla Plan ve Bütçe Komisyonundaki konuşmalarımızda da sık sık tekrar ederiz karşılıklı olarak. Ödenen faizlerin kimin tarafından borçlanıldığına bakıldığı takdirde, kimsenin kimseye söyleyecek pek fazla bir lafı kalmaz zaten. Ne yapacaksınız yani...

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sizin borçlarınız.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) – Bakın, 1998 bütçesi içerisinde Temmuz 1996 ile Haziran 1997 arasında yapılan iç borçlanmalardan 1,8 katrilyon lira faiz ödemişiz.

REFİK ARAS (İstanbul) – Yani, yüzde 80’i...

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) – 1,8 katrilyon lira. Evet... Kuruşu kuruşuna... Hangi tarihte yapıldığı belli, ne kadar faiz ödendiği belli. Ben, şimdi, kalkıp da “kardeşim, bu faizlerden ben sorumlu değilim” diyebiliyor muyum. Bu tartışmaların bir yararı yok; yararlı olan, peki, biz, bu borç belasından, borç faizi belasından, bu bütçeyi nasıl kurtarırız... Hangimizin içine siniyor; sizin de sinmiyor, bizim de sinmiyor. Geldik; duvara dayanmak üzere Türkiye... 9 katrilyon lira faiz ödemesiyle bütçe getirip de, arkasından, ülkeyi yönetiyorum iddiasında bulunmak mümkün mü; siz de bulunamazsınız, biz de bulunamıyoruz.

Yalnız, yatırımlar konusunda bir haksızlıkla karşı karşıyayız. 1998 yılı bütçesinde, doğru, 400 trilyon lira, özelleştirmeden gelecek olan paralardan yapılacak yatırım vardı; bu, Türkiye’de ilk defa olarak, kaynağını bulduktan sonra yatırıma başla ilkesini getiriyordu. Bütçede bir hüküm daha vardı; yatırım tutarının en az yüzde 10’u kadar ödeneği olmadığı zaman da, yatırıma başlama.

Bütün bu ilkeleri göz önüne alarak, 1998 yılı içerisinde, doğru, özelleştirme yapılmadığı için bazı yatırımlara başlanamadı; ama, yedek ödeneklerden toplam 100 trilyon lira ilave olarak yatırımlara pay verildi.

Değerli arkadaşlar, burada önemli olan, yatırımlara bütçeden verilen paralar da değildir; toplam kamu yatırımlarına bakın. Üstelik, Türkiye’nin yatırımları, bugün, sadece bütçe olanaklarıyla da götürülmüyor. Bütçe olanakları olmadığı zaman Türkiye’de yatırım mı yapılmıyor; Türkiye, 1998 yılında, dışarıdan kaynağını bulmak suretiyle, 6 milyar dolarlık yeni yatırıma başladı; 6 milyar dolarlık... Bu, hesaplarınızda yok. Dolayısıyla, eğer, oturup da, yatırımlardan bahsediyorsak, toplam kamu yatırımlarına bakmamız gerekiyor. Toplam kamu yatırımlarına baktığınız takdirde, 1997 yılında gayri safî millî hâsılaya oran olarak 5,9 olan kamu yatırımlarının, 1998 yılında 6,2’ye çıktığını görürsünüz.

Yani, bu rakamları gelip de burada tekrar ettiğimiz zaman bu sonuç çıkıyor, siz tekrar ettiğiniz zaman başka sonuç nasıl çıkıyor, bunu anlayamıyorum; ama, bunları, ısrarla, böyle tekrar etmenin manası yok; ortalıkta bir gerçek var, bu rakamların hiçbirisi gizli değil. Ama, açık açık söyleyelim: Doğru, bütçeden yatırımlara çok büyük ölçüde kaynak tahsis edemiyoruz; ama, Türkiye yatırımlarına dışarıdan kaynak buluyor; dışarıdan kaynak buluyor, borçlanıyor ve yapıyor. Dolayısıyla, bütün bunların hepsini kesin olarak gözardı edemezsiniz.

Enflasyon rakamları konusu... Bunu, artık, tartışmanın manası kalmadı. Ben çıkacağım “yüzde 50,8’e indi” diyeceğim, siz çıkacaksınız “inmedi” diyeceksiniz. Peki, yani, bunun bir hakeminin olması lazım.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Halkın kullandığını kullanalım Sayın Bakanım, ortalama TÜFE’yi kullanalım.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) – Tamam, halkın kullandığı yüzde 71; bütçede yüzde 68 dedik, yüzde 71 gerçekleşiyor; ona da evet; ama, bir gerçeği kabul edelim artık: Şu olayı Türkiye kaldıramıyor -Sayın Candan’a o nedenle zaten katılıyorum- Türkiye’de faizlerin yüzde 150’lerde -şu anda yüzde 130’lara kadar indi; ama- yüzde 130’larda seyrettiği, reel faizin yüzde 50, yüzde 40’lar dolayında olduğu bir yerde enflasyonun şu düzeye inmesiyle övünmek o kadar mümkün değildir, kabul ediyorum; çünkü, bu, oldukça ağır bir sorumluluktur; ama, bunun altından kalkabilmenin üç tane temel yolu vardır. Bu yolların, özellikle dünyanın geçmekte olduğu şu ekonomik sistem içerisinde çok hassasiyetle kullanılması gerekir; bunu siz de kullanmaya kalksanız aynı hassasiyeti göstereceksiniz, biz de aynısını gösteriyoruz. Bir günden bir güne kılıçla keser gibi bunu kesemiyorsunuz, İskender’in düğümünü çözemiyorsunuz bu şekilde. O nedenle, elinizle, mümkün olduğu kadar kesmeden, bu olayı çözmeye çalışıyorsunuz. O nedenle, gerçekleri olduğu gibi tartışalım, o zaman çözüm önerilerini çok daha rahat görürüz.

Gördüğünüz gibi, çok farklı şeyler söylemiyoruz; ama, bunları söylerken de oturup, sadece bir tarafı suçlayarak bu olayın üzerine gitmiyoruz. Türkiye, gerçekten, altından kalkamayacağı bir içborç ve faiz yüküyle karşı karşıyadır. Bunun çözüm yollarını ekonomiyle uğraşan herkes, üç aşağı beş yukarı bilir; biliniyor da; ama, bunun uygulanması için koşulların, özellikle dünya koşullarının da bu kadar kritik olduğu bu zamanda, çok iyi bir şekilde kullanılması lazım.

Burada bir geçici bütçe yapıyoruz. 1999 yılı bütçesini getirmekten asla ve asla çekinmezdim ve burada her kuruşunu da kesin olarak savunurdum; savunurdum; yarın, belki de yeniden, aynı bütçenin aynı rakamlarıyla gelinecek buraya ve savunulacak. Türkiye’nin şu koşullar içerisinde “şunun yerine şunu şöyle yapın, daha iyi yaparsınız” dediğiniz takdirde, herkes öpüp başına koyar bunu. Önce neyi neyle çözeceğimizi ortaya koyalım; çözdüğümüz zaman pek fazla bir sorunumuz kalmıyor ki... Bunlar sorun; yirmi yılın, yirmibeş yılın getirdiği sorunların oturup da bir ayda, iki ayda veya bir yılda çözümlenemediğini sizler de gördünüz.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Yalım Bey çözecekmiş!.. “30 günde çözeceğim” diyor.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Yeni Başbakan söylüyor...

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) – O nedenle, değerli arkadaşlar, yani, Türkiye’nin sorunlarını ortaya koyarken sorunları gizlemiyoruz. Türkiye’nin sorunları gerçekten gizlenmiyor; ancak, Türkiye’nin sorunları altından kalkılamayacak sorunlar değil, kesin olarak, altından kalkılamayacak sorunlar değil; ancak, bu konuda gerçek anlamda bir işbirliğine de ihtiyaç var.

Çıkarılması gereken yasaları beraberce çıkardık. Sizin hükümetiniz döneminde gümrük yasasını beraberce yaptık. Ben de o komisyonda görevliydim. Üzerinde bütün partilerin tam mutabakatı var, bir tek muhalefet şerhi yok o yasanın üzerinde. Niye çıkarmıyoruz?.. Bugün gümrüklerimizin doğru dürüst işlememesi yüzünden, Uzakdoğu’nun dampingli ürünleri, gelip Türkiye’deki üretimi olduğu gibi kesti. Türkiye’de konfeksiyon ihracatı yapılıyor; buna karşılık, tekstil sanayiinde korkunç bir işsizlik başladı. Niye; çünkü, konfeksiyonun aramalı, hammaddesi olduğu gibi dışarıdan, dampingli olarak ve gümrüklerden çok büyük ölçüde giriyor. Dahilde işleme rejimi kapsamında içeriye mal getiriyorsunuz, dışarıya gitmesi gereken bütün ürünlerin hepsi iç piyasaya sürülüyor, ondan sonra tekstil sektörü çöküyor. Bütün bunların hepsini bile bile, gümrük kanununu, burada, şu Mecliste, her şeyiyle mutabık kalınmış bir kanunu tutmanın sorumluluğunu nasıl kaldırırız, onu bilmiyorum.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sizin Genel Başkanınız bizi ziyarete niye gelmiyor?

BAŞKAN – Yahu, neyse artık...

METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sen orada kalmışsın, sen oradasın daha!

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) – Değerli arkadaşlar, uyguladığımız veya konuştuğumuz bir geçici bütçe, bir avans kanunu. Bu avans kanunu kendi mantığı içerisinde çıkarıldıktan sonra, özellikle Türkiye’nin sorunlarına yönelik ve özellikle gerçekten aciliyet gösteren birkaç yasayı seçimlerden önce bu Meclisin mutlaka çıkarması gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz bitti. 1 dakika daha veriyorum; lütfen, bitirin efendim.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) – Bunu kimin söylediği önemli değil, kimin hazırladığı da önemli değil. Eğer o yasaların içerisinde içinize sinmeyen birtakım şeyler varsa, onları da düzeltmeye bu Meclis zaten hazır.

Değerlendirmelerin bu çerçeve içerisinde yapılmasını bir kez daha arz eder, hepinize saygılar sunarım.

Teşekkür ederim. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Şahsı adına son konuşmayı yapmak üzere, Sayın Ertan Yülek; buyurun efendim.

Süreniz 5 dakikadır Sayın Yülek.

İ. ERTAN YÜLEK (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; kısaca, 1999 yılı geçici bütçe kanunu tasarısıyla alakalı 2 nci madde üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, Sayın Maliye Bakanımız Zekeriya Temizel Bey, birtakım haklı serzenişlerde bulundu ve tabiî, bir noktada da vazifelerini yapmadığını da beyan etti. Nedir o; mesela, en basiti, tedbir almadığını... Efendim, damping şeklinde Türkiye’ye mallar gelirken, Hükümet niye duruyordu, niye tedbirini almadı? Hükümetler korkuluk mu? Birincisi bu.

İkincisi, hemen arkasından söylüyorum, gümrük kanunu dediler. Evet, ben teşekkür ediyorum kendisine; gerçekten, gümrük kanunu, bir alt komisyonda, Sayın Maliye Bakanımızın Başkanlığında, çok uzun bir emeğin mahsulü olarak ortaya çıktı, birkaç eksiğiyle; zannediyorum ki, o da Genel Kurulda düzeltilirdi; çok iyi de bir kanun tasarısı olduğu kanaatindeyim.

Peki, bugün bazı maddelerini kaldırma durumunda olduğumuz Vergi Kanunu için kırkbeş gün, iki ay sarf edilirken, neden ilgili gruplar o kanun tasarısını getirip de burada kanunlaştırmaya çalışmadılar? Var mı bunun cevabı? Eğer getirilseydi, herhalde geçirilirdi. Demek ki, hükümetler şikâyet mercii değildir. Hükümetler, icradır; hükümetler yapma mevkiindedirler. O bakımdan, tabiî, bu şikâyetlerin hiçbiri geçerli değildir.

Bakınız, biraz evvel söylendi. 1997 yılında, 1998 yılı bütçesi görüşülürken ekonomiden sorumlu Sayın Devlet Bakanının yaptığı konuşmanın zabıtları burada. Diyor ki: “Asya kaplanları denilen, işte, başta Kore olmak üzere, Malezya, Tayland, Endonezya gümbür gümbür düşmüştür -zabıttan okuyorum- ve bunun sonucunda -falan falan yerlere geliyor- iki ülke, Türkiye ve Rusya Federasyonudur” diyor. “Şimdi, bu piyasalar içerisinde herkesin ortak görüşü, Türkiye ve Rusya Federasyonunun ne olacağıdır” diyor ve devam ediyor, diyor ki: “Eskiden problemimizin döviz olmadığından yakınan Türkiye, birdenbire döviz fazlası ve artan döviz fazlasının, ülkesinde olan kronik ve yüksek enflasyona daha da yüksek enflasyonist baskı getirmesinden dolayı tahmin etmediği, görmediği, hayatında karşılaşmadığı bir tehlikeyle karşı karşıya gelmektedir. İşte, bu manada, biz, IMF’den teknik bilgi istedik. Dedik ki, bu gibi ortamlarda ne yapacağız? Yani, bugüne kadar, öbür taraftan ne yaptığımızı biliyoruz -yani, para yokken ne yaptığımızı biliyoruz- ama, içerisinde yaşıyoruz bu kadar senedir de, dövizimin 30 milyar rezervlerden, 40 milyar, 50 milyar, 60 milyar dolar gibi yerlere gelmesi ihtimali içerisinde, biz bu paraları ne yapacağız.” Şimdi, allahaşkına, işte bir bakın, Hükümet içerisindeki uyumsuzluk, Hükümetin ekonomiyi bilmediği veya bilmeyen kimselere teslim ettiğinin delili...

Sayın Başbakanımız bir beyanda bulundular, dediler ki: “Her kim dünyadaki krizden Türkiye etkilenmedi diyorsa, o, ekonomi bilmiyordur, cahildir.” O zaman, Sayın Başbakana sormak lazım: Siz, cahil bir kimseye ekonomiyi nasıl teslim ettiniz? İşte rakamlar; bu bir.

Diğer taraftan, arkadaşlar, Maliye Bakanımızın huzurunda, bir hususu daha belirtmek istiyorum. Şimdi, bakın, büyüme yatırımla olur; eğer, bir ülke enflasyonla mücadele ediyorsa, yatırımları da düşürür. Nitekim, bu Hükümet de öyle yapmıştır, yatırımları düşürmüştür. “Dış kaynaklarla yapılanlar hariç” dediler. Peki, ben şunu soruyorum şimdi: O zaman, bu Hükümet, geçmişte, hangi yüzle bir sürü otoyol temeli attı? Kaynağı var mı; yok. Hatta, bakanlar... Bakın, bu Muhterem Meclisin tasvibinden geçen 1998 yılı programında, Ankara-Pozantı Otoyolunda bir dipnot var. Diyor ki: “Fizibilite etütleri yapılmadan, parası bulunmadan...” Sayın Maliye Bakanımız “yüzde 10 kaynağı tahsis edilmeden, ortaya çıkmadan hiçbir ihale yapılamaz” diyor. Peki, bu ihale niye yapıldı? Niye yapıldı? Birilerine birtakım menfaatlar sağlamak için mi? Elbette bunu sormak durumundayız. Daha bunun gibi bir sürü yatırımlar var.

Para yok... Bütçede yatırımlar... Haklı olarak, hükümet -ki, herkesin bildiği bir kaide bu- enflasyonu düşüreceği zaman, birtakım yatırımlardan fedakârlık edilir. Hangi yatırımlardan fedakârlık yapılacağı da bellidir; getirisi olmayan ve ekonomiye de büyük katkısı bulunmayan yatırımlardan fedakârlık yapılır. Bu Hükümet ise, giderayak, bir sürü...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yülek, süreniz bitti efendim.

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Yatırımla ilgili efendim... Maddeyle ilgili doğrudan doğruya.

BAŞKAN – Peki, 1 dakika daha veriyorum.

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Dolayısıyla, şimdi, ister istemez insanın aklına bir şey geliyor... Ben, buradaki Maliye Bakanımız için demiyorum, Hükümetin bir üyesi olarak, birtakım yerlerde, kararnamelerin altında imzası var; ama, biz, burada bütçeyi görüşüyoruz. Yani, Türkiye, bu kadar sıkıntı içerisindeyken, en basit veyahut da iktisat fakültelerinin birinci sınıfında öğrenilen bilgiler ortadayken, eğer, bir hükümet çıkar da, her yer alev alev yanarken, ha babam ha babam yatırımlar yapar ise, bunun sebebini elbette düşünmek lazım. O sebep nedir; işte, bu Hükümet, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, suiistimalden dolayı en çok soruşturmaya tabi olan hükümet üyelerine sahip hükümettir. Onun için, arkadaşlar, elbette, yatırımlar bir ülke için fevkalade önemlidir; ama, yatırımları yerli yerinde kullanmak ve ondan verim almak da hükümetlerin birinci derecede vazifesidir. Belli kimselere rant vermek için, belli kimselere gelir getirmek için yatırım yapmak, hiçbir zaman doğru bir hareket değildir diyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yülek.

Madde üzerindeki müzakereler bitmiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. – 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 154 üncü maddesi uyarınca, aylık gösterge tablosunda yer alan rakamlar ile ek gösterge rakamlarının aylık tutarlara çevrilmesinde uygulanacak aylık katsayısını, memuriyet taban aylığı göstergesine uygulanacak taban aylığı katsayısını yeniden belirlemeye; 29.12.1997 tarihli ve 97/10498 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı eki listelerde yer alan kurum ve kuruluşların hizmet sözleşmesi esaslarında, anılan Bakanlar Kurulu Kararı ile tespit edilmiş bulunan taban ve tavan ücretleri ile 6.6.1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Kararnameye bağlı “Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslar”ın değişik 3 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan tavan ücretini ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (II) sayılı cetvele dahil pozisyonlarda sözleşmeli olarak çalıştırılan personelin sözleşme ücret tavanını artırmaya; kanunlar, kanun hükmünde kararnameler ve yürürlükteki mevzuat uyarınca bütçe kanunları ve eki cetvellerde tespiti gereken diğer katsayı, miktar ve limitleri belirlemeye ve 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu ve eki cetvellerde yer alan kamu personelinin malî haklarına ilişkin miktar ve limitleri artırmaya, 2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun uyarınca aylık ödemelerine esas alınan gösterge rakamı ile 1005 sayılı “İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatanî Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanun” uyarınca aylık ödemelerine esas alınan gösterge rakamını ve vatanî hizmet tertibinden bağlanmış aylıkların gösterge rakamlarını artırmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir.

BAŞKAN – Madde üzerinde grupları adına söz isteyen?..

Buyurun Sayın Şener.

Süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının 3 üncü maddesi, personele ilişkindir; memurların ve diğer kamu görevlilerinin özlük haklarıyla ilgili düzenlemedir. 1999 yılı bütçesi çıkıncaya kadar yapılacak uygulama burada düzenlenmiş bulunmaktadır.

55 inci Yılmaz Hükümetinin, kamu çalışanlarına ne vermeyi düşündüğü, ne vermeyi düşünmediği veya onsekiz aydır ne verdiği, ne vermediği ortadadır. Bunu, bütçeleri göstermektedir, uygulamaları göstermektedir ve şu tasarı ve bu tasarıya bağlı olarak da Hükümetin yapmış olduğu açıklamalar göstermektedir. Açıkçası, Hükümet, kamu personeline vermeyi düşünmemektedir; enflasyonun üzerinde ücret artışı sağlamayı düşünmemektedir, enflasyona ezdirmeyi düşünmektedir. Neden; çünkü, bu, mevcut Hükümetin, devrik Hükümetin bir tercihidir, onsekiz aydır da tercihini bu yönde kullanmıştır ve bundan sonrası için de tercihinin bu yönde olacağını bu tasarıyla ve yaptığı açıklamalarla ilan etmiş bulunmaktadır.

Elbette, kamu çalışanlarından, onların özlük haklarından bahsettiğimiz zaman, enflasyon konusuna girmemek mümkün değil. Her ne kadar, Sayın Bakan “benzer şeyleri, değişik üsluplarla da olsa, tekrar tekrar gelip, bu kürsüden konuşmayalım” diyor; ama, ülkenin sıkıntıları ve dertleri buradan konuşulmadan politika üretmek mümkün değildir, program üretmek mümkün değildir, kamuoyunu tatmin edici açıklamalara ve uygulamalara hükümetleri yönlendirmek mümkün değildir. Eğer, konuşulmasın deniyorsa “yanlışlarımızı eleştirmeyin” anlamına gelir. Aynı şeyleri de söylemiyoruz, farklı şeyleri söylüyoruz; ama, farklı bakış açılarından söylüyoruz ve burada muhalefetin üslubuyla söylenen şeyler işin gerçek yüzüdür. Yani, yılsonu itibariyle enflasyon yüzde 58’dir demek, memuru ezme kararının bir neticesidir ve de faiz ödemelerinde, Hazine borçlanmalarında reel faiz miktarını artıran bir unsurdur. Bir taraftan, yüzde 150 ile borçlanacaksınız, devlete borç para verip, faiz geliri elde edenlerin reel gelirlerini artıracaksınız, diğer taraftan, belirlediğiniz yüzde 58 toptan eşya fiyatları endeksine göre de memuru enflasyona ezdireceksiniz, ücret artışı sağlamayacaksınız. Başından beri vurgulamış olduğum nokta bu; Hükümetin tercihini ortaya seriyor. Toptan eşya fiyatları, enflasyonun göstergesi değildir; enflasyon, ifade edilecekse, tüketici fiyatlarıyla ifade edilmelidir. Muhalefetin ısrarla söylediği budur; iktidar da ısrarla “biz, toptan eşya fiyatları artışını düşürüyoruz” diyor. Toptan eşya fiyatlarındaki artışın düşüşü, esnafın, sanatkârın, işadamının tezgâhını kapatma noktasına gelmiş olmasından dolayıdır; ödenmeyen çeklerini ve senetlerini ödeyebilmek için elindeki mallarını, maliyetinin altında satmasından kaynaklanmaktadır. Bu, enflasyon göstergesi olmaz, enflasyon göstergesi, tüketicinin yaptığı alışverişlerde kullandığı fiyatlardır.

O halde, tüketici fiyatlarıyla değerlendirdiğimizde -ister yıllık ortalamaları alın isterseniz yıl sonu gerçekleşmeleri alın- çalışanlar, başta kamu görevlileri olmak üzere, enflasyona ezdirilmiştir, perişan edilmiştir ve 1999 yılı için de, devrik Yılmaz Hükümetinin açıkladığı rakamlar, kamu çalışanlarını enflasyona ezdirmeye yöneliktir.

Şimdi, burada, hemen, gerekçeleri de açıktır “imkânlarımız bu kadar; memurumuza, diğer kamu görevlilerimize fazla veremiyoruz; keşke imkânlarımız fazla olsa da versek” deniliyor.

Değerli arkadaşlarım, Hükümetin, kamu açıklarını azaltma ve faiz ödemelerinin bütçe içindeki payını azaltma kararlılığı ortaya çıkmamıştır. Sayın Bakan “evet, bu faizlerden hepimiz, birlikte şikâyetçiyiz; ne yapalım da bütçedeki faiz yükünü azaltalım; bunu tartışalım, bunu konuşalım” diyorlar; ama, bunu, Hükümetin ömrü sona erdikten sonra söylüyorlar. 18 aylık uygulamaları da dikkatlice incelediğimizde, bu Hükümetin, faizlerle, faizlerin bütçe içindeki yüküyle mücadele diye bir iradeyi ortaya koymadığı açıktır.

54 üncü Refahyol Hükümeti döneminde “faizlerin bütçe içerisindeki payı azaltılacaktır” diye, bu konuda kesin bir irade vardı, kesin bir kararlılık vardı ve bu kararlılık, bu irade sebebiyle ortaya konulan program, politikalar, bütçe içerisinde faizlerin yükünü azaltmıştır ve bu sebepten dolayıdır ki, 54 üncü Refahyol Hükümeti döneminde, çalışana ve emekliye enflasyonun üzerinde verilmiştir, tarım kesimi desteklenmiştir; esnaf, sanatkâr, işadamı, yüzü gülen çevreler haline gelmiştir; ticaret, kesbî kazanç artmıştır; ama, şimdi tam tersi oluyor. Neden oluyor; çünkü, 55 inci Sayın Yılmaz Hükümeti, bütçe içerisinde faizin oluşturduğu ağırlıkla, yükle mücadele etme iradesini, kararlılığını ve programını ortaya koymamıştır.

Biraz önce, Sayın Bakan “bütçede yatırımların miktarı azalmıştır; ama, sadece bütçe rakamlarına bakmak yeterli değil, toplam kamu yatırımlarına bakmak gerekir” diyerek, bütçe dışında kamuyu gösterdi. Verdiği rakamlar doğrudur; ama, o toplam kamu yatırımları içerisinde de, ağırlıklı olarak mahallî idarelerin yatırımları olduğunu hemen fark edeceklerdir. Yani, Sayın Bakanı bile, rakamsal olarak, Fazilet Partili belediyelerin yapmış olduğu yatırımlar kurtarmaktadır. (FP sıralarından alkışlar)

Bütçe açıklarıyla mücadele edilmeden, faiz ödemelerinin yüküyle mücadele etme iradesini ortaya koymadan, elbette, kamu çalışanlarına fazla ücret vermek mümkün olmaz; bu iktidarın zihniyeti ve tercihi de bunu ortaya çıkarmaktadır.

Bütçedeki açıklara baktığımızda da, maalesef, yine, 55 inci hükümetin bu konuda sağlıklı bir irade ve programı ortaya koymadığı görülmektedir. Her ne kadar, gayri safî millî hâsılaya oranı itibariyle 1997’ye göre çok küçük bir miktar düşme var gibi görülse de -burada da, Sayın Bakanın izlediği yöntemi izleyeceğim- toplam kamu kesimi borçlanma gereğine bakın. Buraya baktığınızda, daha önceki dönemlerde, Refahyol döneminde kâr eden KİT’ler, bu dönemde, 55 inci hükümet döneminde batırılmıştır, zarara sokulmuştur. KİT’lerden kaynaklanan açıkları da dikkate aldığınızda, gayri safî millî hâsılaya oranı itibariyle 1998 yılında kamu açıkları yüzde 8,7’ye çıkmıştır.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – KİT’ler 1986’dan beri zarar ediyor.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – 1986’dan beri zarar etmiyor. KİT’ler 1996’da ve 1997’de kâr etmişlerdir; 1998’de, Hükümetiniz, İktidarınız, zarara sokmuştur.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Hayır...

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Devlet Planlama Teşkilatının rakamları önümde, açıkça gösteriyor.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Komisyona gel, vereyim...

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – 1996 yılında kamu kesimi borçlanma gereği yüzde 8,8 iken, 1997’de, Refahyolun uygulamış olduğu programlar sonucunda, kamu kesimi borçlanma gereği düşürülmüş ve 7,6’ya çekilmiştir; ama, şimdi 55 inci hükümet döneminde bu rakamlar tekrar 8,7’ye fırlatılmış, 1999 itibariyle de 8,3’e çıkarılmıştır. Dolayısıyla, burada bir yanlışlık var; önceliklerde yanlışlık var, iradede yanlışlık var, programlarda yanlışlık var. Memura veremiyoruz, diğer kamu görevlilerine veremiyoruz; elbette veremezsiniz, bu iradeyi göstermediğiniz sürece, ortaya, verebileceğiniz hiçbir şey çıkmaz.

Sayın Bakan “1998 bütçesindeki faiz ödemelerinin 1,8 katrilyonu, 1997’den, sizin dönemden kalmadır” dediler. 1997, 55 inci hükümete ait dönem; yani, ikinci dönemden kalan miktar daha fazladır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şener, süreniz bitti efendim.

1 dakika daha eksüre vereyim size, buyurun.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – 1998’de 6,2 katrilyon faiz ödenmiştir, bu faizlerin üçte 2’si kendi dönemlerinde yapılan borçlanmaların faizidir. “Sizden 1,8 katrilyon faiz ödemesi devraldık” diyor. Refahyol dönemi hükümeti, zaten, önceki hükümetten de ona yakın bir rakam devralmıştı; ama, şimdi bu Hükümetin kendi rakamlarına göre, daha sonraki hükümete devrettiği faiz miktarı 9 katrilyondur. Bu bakımdan, irade önemli, tercihler önemli, bir iktidarın ne yapmak istediği önemlidir. Bu iktidar, kamu çalışanlarına vermek istemiyor; faizlerin yüküyle mücadele etme iradesini ortaya koymamıştır, çabasını ortaya koymamıştır, programını ortaya koymamıştır ve bütün sorunlar da, 18 aydır bu noktadan dolayı ortaya çıkmıştır diyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şener.

Şahısları adına Sayın Halit Dumankaya?.. Yok.

Sayın Altan Karapaşaoğlu, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika Sayın Karapaşaoğlu.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan geçici bütçeyle ilgili, ücretleri düzenleyen 3 üncü madde hakkında şahsî görüşlerimi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, biliyorsunuz, burada, devlet bütçesinden karşılanan -devletin çeşitli kurumlarında çalışan kendi memurları başta olmak üzere- ücretlerin düzenlenmesinde Bakanlar Kuruluna tam bir yetki veriliyor. Tabiî, bu, gelecek hükümeti bağlayıcı birtakım hükümler ihtiva ediyor. Ayrıca, seçim öncesi iktidarı tarafından, sınırlar zorlanmak suretiyle kullanılabilecek olan bu yetki, birtakım olumsuzlukları da gündeme getirecektir. Tabiî, bu, insanın aklına “acaba, bu yönetim birtakım siyasî manevralardan sonra devam edecek de, onun için mi böyle bir düzenleme yapıldı” demeyi getiriyor.

Bugüne kadar sıkıntı içerisinde bırakmış olduğumuz ücretli kesime haklarını arayamayacakları bir mekanizmayı da bırakmış bulunuyoruz. Halbuki, onları da, haklarını arayacak noktada bulundurmamız gerekiyordu.

Tabiî, bu uygulamanın bütçe disiplinini bozan bir uygulama olduğunu bütün arkadaşlarımız kabul ediyorlar. Burada en önemli unsur şudur: Geçici bütçeler bütçe bütünlüğü içerisinde birtakım olumsuzlukları seçimden sonraki döneme bıraktıkları için, bu bütçe de, zararları, sıkıntıları, milletin üzerine getirecekleri sıkıntıları da seçim sonrasına, belli bir döneme, yani, dar bir döneme, altı yedi aylık bir döneme sıkıştırmış olacaktır. Bundan dolayı da, bu yasa tasarısının mahzurları vardır.

Tabiî, Türkiye Cumhuriyeti içerisinde birbirini nakseden, birbirini doğrulamayan birtakım düzenlemeler var. Bu geçici bütçe düzenlemesi de bu meyanda bir düzenlemedir. Bir toplumun geleceğini ilgilendiren, bir toplumu bir yıl boyunca, hatta, geleceği boyunca etkileyecek olan bütçenin böyle bir tutarsızlık taşıması da, o toplum üzerinde kötü birtakım neticeleri getirir.

Tabiî, çeşitli yasalarımızda da bu konuda birtakım olumsuzluklar var. Hazır, fırsatı gelmişken, çok dikkatimi çeken bir hususu, bizim toplumumuzu da yakından ilgilendiren bir hususu bilgilerinize arz etmek istiyorum: Biliyorsunuz, Anayasamız, 1982 Kasımında kabul edilmişti. Anayasamız, bazı güzel düzenlemeler getirmişti insan hakları konusunda, özgürlükler konusunda; ama, Anayasamızdan bir yıl, birbuçuk yıl önce düzenlenmiş olan bazı yönetmelikler var ve bu yönetmeliklerin bütünü, tamamı Anayasamızın ruhuna aykırı olduğu halde, hâlâ yürürlükte kalmaya devam ediyor. Mesela, bunlardan bir tanesini söyleyeyim ki, millî eğitimle ilgilidir. Bugün, Bursa’da bazı okullarda talabeleri sokağa döken, onların ailelerini sokağa döken, onlara polisin copla işkence yapmasına kadar varan neticeleri getiren ve toplumun huzurunu bozan millî eğitimle ilgili bir düzenleme var. İşte, bu düzenleme Anayasanın kabulünden önce tanzim edilmiş, bir ihtilal hükümeti tarafından tanzim edilmiş, askerî bir yönetimin baskılarını, arzularını, isteklerini üzerinde taşıyan bir yönetmeliktir. O yönetmelik 17 yıldan bu tarafa uygulanmamış, toplumun üzerinde uygulanmamış; ama, maalesef, bugün uygulanmaya başlanmıştır, 18 inci yılda uygulanmaya başlanmıştır.

Değerli arkadaşlar, düşünebiliyor musunuz, bir toplumun vicdanında makes bulmayan bir yönetmelik uygulanmak suretiyle toplum rahatsız ediliyor. Bunu, içinde bulunduğunuz, şu anda iktidarda bulunduğunuz sizlere de ithaf ediyorum.

METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Demek ki, görev yapmamışsınız!..

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Devamla) – Belki, bizim dönemimizde de gözden kaçmış olabilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Karapaşaoğlu, süreniz bitti efendim.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Devamla) – 1 dakika eksüre verirseniz Sayın Başkan...

BAŞKAN – Aslında, bundan sonra da eksüre vermeyeceğim.

MEHMET ALTAN KARAPAŞOĞLU (Devamla) – Arkadaşlarım bu noktaya getirdikleri için, bunu devam ettirmek istiyorum.

Bizim dönemimizde de uygulanmadığı için, toplum üzerinde sıkıntıları hissedilmemiş; ancak, sizin döneminizde, bilhassa bugünlerde, bunun, sizler tarafından, sizin Hükümetiniz tarafından ısrarla uygulanmasının istenmesi, topluma huzursuzluk getirmiştir.

Değerli arkadaşlarım, işte, bizim hükümetlerimizin uygulamalarında, toplumumuzu rahatsız eden bu gibi düzenlemelerin gözden geçirilerek düzeltilmesi gereğine inanıyorum. Sayın Bakanımızın da, inşallah, bu yönetmeliği, Anayasamızın doğrultusunda, tekrar gözden geçireceğine inanıyor, Genel Kurul üyesi değerli arkadaşlarımıza saygılarımı sunuyorum.

Bakınız, Anayasamızın belli maddeleri ihlal edildikten başka 42 nci maddesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 26/1 maddesi, 26/3 maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek Protokolündeki 2 nci maddesi, Türk Ceza Kanununun 1 inci maddesi -daha sayabilirim- Türk Ceza Kanununun...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Süreniz bitti efendim. Buyurun... Teşekkür ederim.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Devamla) – 1 dakika müsaade edin, bitireyim.

BAŞKAN – Tamam, bitti artık. Sabahtan beri böyle uygulama yapıyoruz.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Devamla) – Bütün bu maddelerin düzeltilmesi gereğine inanıyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim.

METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Yönetmeliklere uymuyorsunuz... Uyun!..

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – O yönetmelikler kamu vicdanında makes bulmuyorsa uyulmaz, suça teşvik ediliyorsa uyulmaz.

BAŞKAN – Tamam efendim, burada konuştunuz; lütfen, karşılıklı konuşmayın.

METİN PERLİ (Kütahya) – Yönetmeliği çıkaran siyasî irade de uygulamamış ki onu...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli üyeler; konumuz geçici bütçe olmasına rağmen, bir değerli milletvekili arkadaşımız bütçeyle ilgisi olmayan bir konuyu Meclisin gündemine getirmiştir. Ben, bu gündeme getirilişi biraz üzüntüyle karşıladım. Neden üzüntüyle karşıladım...

METİN PERLİ (Kütahya) – Bursalılar çok üzgün, siz de üzülün.

BAŞKAN – Efendim, müdahale etmeyin.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Devamla) – Efendim, dinlemek lütfunda bulunursanız, niye üzüldüğümü anlayacaksınız, belki sizler de üzüleceksiniz.

Üzüldüm diyorum, şunun için üzüldüm: Türkiye Büyük Millet Meclisi, kanun ve hukuk rejiminin sahip çıkılacağı, sürdürüleceği bir ortamdır. Bu çatının altında, bir değerli milletvekili çıkıyor, Meclisten çıkan kanunlar ve onlara dayanılarak oluşmuş bir mevzuata, uygulaması yapıldığı için eleştiri getiriyor ve kurallar rejimi yerine, anarşiyi davet eden, kanuna karşı çıkmayı özendiren bir davranışın savunuculuğunu yapıyor. Üzüldüğüm nokta bu. (DSP sıralarından alkışlar) Sokaktaki herhangi bir vatandaşımız yapsa, anlayışla karşılarım. Yasa koyucu olma işlevini ve yetkisini almış bir değerli milletvekili, gelecek, hukuk rejiminin savunulması gereken, kalesi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde kanundışı davranışları özendirecek ve bunlara prim verecek; hatta ve hatta, bazı arkadaşlarımız -eğer basın doğru yazıyorsa- okula gidip, siyasî parti kimliğiyle, kurallara uyulmaması için arka çıkacak.

Değerli arkadaşlar, Türkiye sorunları yaşıyorsa, siyaseti...

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Çözün diyoruz.

MİLLî EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Devamla) – ...siyaset sahnesinde tutmayın.

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Nereden tespit ettiniz, nereden biliyorsunuz?

BAŞKAN – Bir dakika...

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Hükümet elinizde. Nereden biliyorsunuz onları? Siz hayallerle uğraşıyorsunuz.

BAŞKAN – Bir dakika... Size söz verdim mi?.. Bir dakika efendim!.. Allah Allah!..

MİLLî EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Devamla) – Bakın, sizin ufkunuz o kadar dar ki, kullandığım kelimeleri ve cümleleri anlamak dahi istemiyorsunuz; bırakın anlamayı, anlamak dahi istemiyorsunuz.

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Ne alakası var!

MİLLî EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Devamla) – Eğer basın doğru yazıyorsa, dedim.

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Siz ne söylediğinizi bilmiyorsunuz.

BAŞKAN – Arkadaşınız bir şey söyledi, Sayın Bakan cevap veriyor. Bir susun bakalım...

MİLLî EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Devamla) – Bütün bu konjonktür ve bütün bu davranış biçiminiz, Türkiye’de, Fazilet Partisinin değerli bazı milletvekillerinin demokrasiyi, daha, içine sindirememiş, hazmetmemiş olduğunun da en güzel sergilenmesidir. (FP sıralarından gürültüler)

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Siz jakobensiniz.

OSMAN HAZER (Afyon) – Demokrasiyi sen sindir içine.

MİLLî EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Devamla) – Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Siz vatandaşı dinlemiyorsunuz, vatandaş da sizi dinlemiyor.

BAŞKAN – Sayın Şener, konuşma sırası sizde; konuşacak mısınız? Konuşacaksanız buyurun.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Bakanın konuşmasıyla ilgili...

BAŞKAN - Efendim, sıra sizde; buyurun, konuşun.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Şener, işte, sıra sizde, buyurun.

METİN PERLİ (Kütahya) – Demokrasiyi Sayın Bakandan mı öğreneceğiz; geç, konuş kardeşim.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkanım, ben de söz hakkı talep ediyorum. Zira, Sayın Bakan beni itham ettiler ve okula gidip, yönetmeliklere uyulmaması konusunda beyanda bulunduğumu söylediler.

BAŞKAN - Rica ediyorum, sataşmaya meydan vermemek ve konuya bağlı olmak üzere, buyurun Sayın Şener.

Süreniz 5 dakika efendim.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz önce Sayın Bakanın yaptığı konuşmada kullandığı üslubu, her ne kadar ses tonu yumuşak idiyse de, ifade biçimlerini yadırgadığımı belirtmek istiyorum.

Sayın Bakanın, burada, kalkıp da demokrasiden söz etme hakkı olduğunu zannetmiyorum; özellikle, Fazilet Partililerin demokrasi konusundaki görüşlerini, kanaatlerini ve demokrasiye bakış açılarını değerlendirme hakkının kendilerinde olacağını zannetmiyorum.

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Sicil memuru bunlar!

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Bir kere, Fazilet Partisi, ilk kurulduğu günden itibaren, demokrasi ve insan haklarını temel parti programı haline getirmiş bir partidir. Türkiye’de gerçek anlamda demokrasinin olması gerektiğini, halkın iradesinin ve arzularının siyasî iktidarın kararlarında dikkate alınması gerektiğini vurgulayan bir siyasî partidir.

Halka karşı duyarsız, taleplerine karşı duyarsız, menfaatlarına karşı duyarsız; ama, bazı güç odaklarının ortaya çıkardığı baskılar ve sonuçlarda millî iradeyi değiştirerek, Mecliste çok sayıda milletvekilinin transferiyle ortaya çıkmış bir Hükümette görev alan Sayın Bakanın, buradan, Fazilet Partililere demokrasi dersi vermeye kalkmaya hakkı yoktur. (FP sıralarından alkışlar)

Bütçeniz ortada ve kuruluş biçiminiz ortadadır; yıkılış gerekçeleriniz de ortadadır. Bu bakımdan, bütçe münasebetiyle de sürekli söyledik, üzerinde görüştüğümüz maddeler sebebiyle de söyledik. Bu Hükümetin de, bu İktidarın da gündeminde vatandaşın arzuları yok, bu Hükümetin gündeminde vatandaşın menfaatları yok, vatandaşın beklentileri yok; sadece, rantiyecilerin kârları var. Soygunlar, vurgunlar, aynı zamanda, bu onsekiz aylık dönemin de bir numaralı gündem maddesi olmuştur.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – O, sizin hüsnükuruntunuz.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Bu tablo, bu sahne, hangi siyasî partinin demokrasiye, insan haklarına, millî menfaatlara, halkın menfaatlarına nasıl baktığını gösteren açık bir tablodur diyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şener.

Madde üzerindeki konuşmalar bitmiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4. — a) Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan, 1998 Malî Yılı Bütçe Kanununun 35 inci maddesindeki hükümler dairesinde; 1 Ocak 1999-30 Haziran 1999 dönemine ilişkin olarak bu Kanunun 1 inci maddesinde verilen ödenekler toplamının yarısına kadar net iç borçlanma akdine yetkilidir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasınca Hazineye açılacak avans limitinin hesabında 1998 malî yılı bütçe başlangıç ödenekleri toplamına bu kanun ile verilen ödeneklerin eklenmesi ile bulunacak tutar esas alınır.

b) 1998 Malî Yılı Bütçe Kanununun 38 inci maddesinin (j) fıkrasının ilk bendi; “Yılı içinde belediyeler ve bağlı kuruluşları ile özel statüye sahip kamu hizmeti gören ve sermayelerinin % 50’sinden fazlası belediyeye ait olan iştirakler ve ilgili mevzuat gereği tüzel kişiliği haiz yerel yönetim birlikleri için, uluslararası ticarî bankalardan borçlanmak suretiyle temin edilen dış finansmanla ilgili olarak Hazine garantisi verilecek ve devredilecek dış kredi tutarı 500 milyon Amerikan Doları ile sınırlıdır” şeklinde uygulanır.

c) T.C. Ziraat Bankası ve T.C. Halk Bankası’nın çeşitli kanun ve kararnamelerden doğan ve bütçe ödenekleri ile karşılanamayan 31.12.1998 tarihi itibariyle mevcut görev zararlarının % 15’ini geçmeyen kısmının tasfiye edilmesini teminen özel tertip devlet tahvili ihraç edilebilir. Bu tahviller, iç borçlanma ile ilgili maddedeki limit dışında olup; vade, faiz ve diğer şartları ile görev zararı tutarlarının tespitine ilişkin usul ve esaslar Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakanın teklifi üzerine Başbakan tarafından belirlenir.

d) 1.1.1999 tarihinden başlamak üzere Avrupa Birliğine üye ve Ekonomik Parasal Birliğe katılacak devletlerin Euro’ya geçmesine bağlı olarak kamu sektörü dış borç ve borç yönetimi anlaşmalarına ilişkin düzenlemeleri yapmaya Hazine Müsteşarlığı’nın bağlı olduğu Bakan yetkilidir. 1.1.1999 tarihinden önce ve 1999 yılı içinde ulusal para birimi cinsinden akdedilmiş sözleşmelerde veya hukukî işlemlerde yer alan hükümlerin aynen korunması şartıyla, para birimi faiz ve komisyon gibi konuların Euro cinsinden yenilenmesi, değiştirilmesi ve bozulmasına ait işlemler Damga Vergisinden müstesnadır.

e) 1998 yılı ürünü pamuk ve zeytinyağına prim ödemesi yaptırmaya ve 5 trilyon lirayı geçmemek üzere hayvancılıkla ilgili destekleme ve kredi ödemelerinde bulundurmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir.

f) 88/12944 sayılı Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu Hakkındaki Kararın değişik 3 üncü maddesinin (d) fıkrasında belirtilen gelirler, ihracatın desteklenmesi kaydıyla T.C. Merkez Bankası tarafından fonun gelir hesabından doğrudan Hazine İç Ödemeler Saymanlığı aracılığı ile T. İhracat Kredi Bankası A.Ş.’ne (Eximbank) aktarılır. Aktarılan bu tutarı Hazine Müsteşarlığının teklifi ile Eximbank’ın sermayesine sayılmak üzere bütçeye gelir, ödenek ve gider kaydetmeye ve bu fıkra kapsamında uygulamaya ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanı yetkilidir.

g) 1998 malî yılında “Bütçeden Mahsup Edilecek Ödemeler Hesabına” borç yazılmak suretiyle ödenmiş bulunan faiz harcamaları ile, ödenek yetersizliği nedeniyle gider kaydedilemeyen 100 personel giderlerine ilişkin tertiplere bu tutarlar kadar ödenek kaydetmeye Maliye Bakanı yetkilidir.

BAŞKAN – Yalnız, maddenin (c) bendinde “T.C. Ziraat Bankası ve T.C. Halk Bankası” diye geçiyor; “T.C. Halk Bankası” ibaresinin “Türkiye Halk Bankası” şeklinde olması lazım.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Algan Hacaloğlu; buyurun.

Süreniz 10 dakika Sayın Hacaloğlu.

CHP GRUBU ADINA ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.

Türkiye’nin, 1998 yılı sonu itibariyle, dışborçları yaklaşık 100 milyar dolar, içborç stoku yaklaşık 43 milyar dolar, toplam borcu ise 143 milyar dolar. Bu rakamlar, genel bütçesi, konsolide bütçesi 60 milyar dolar olan, 1998 yılında gayri safî millî hâsılası 205 milyar dolar olan Türkiye için yüksek rakamlardır. Oransal olarak bakıldığı zaman, Avrupa’nın bazı ülkelerinde kamu borçlarının gayri safî millî hâsılaya oranlarının Türkiye’den yüksek düzeylere ulaştığını, Avrupa Birliğinin Maastricht kriterlerini aştığını biliyoruz; ama, iç borçlanmaya ilişkin limitler hakkında yetkiyi içeren bu maddeyi görüşürken, Türkiye’nin onsekiz yıllık neoliberal rant ekonomisi politikalarının bir sonucu olarak getirilmiş olduğu içborç, yüksek faiz ve yüksek enflasyon kıskacındaki durumunda bir iki gerçeği bilgilerinize sunmak istiyorum.

Esasında, Sayın Bakanın dediği gibi, Türkiye’de bilinmeyen bir şey yok. Benim vereceğim rakamlar da devletin arşivlerinden, herkesin bilgi kaynağı olan kaynaklardan. Öyle olması da gerekiyor; ama, değişen bir şey yok. Rakamları sürekli söylüyoruz, muhalefet olarak tespitler yapıyoruz; ama, icraatta değişen bir şey yok.

Rakamlara geleceğim; ama, güncel olduğu için, bir hususun altını çizmek istiyorum. Türkiye’de, sıkıştığımız zaman, sürekli “biz şu, şu, şu reformları yapacağız, o reformlar yapılmadığı için Türkiye’nin önü açılamıyor” diyoruz; ama, sözü edilen reformlara tek tek baktığınız zaman, özünde, temelinde, ciddî olarak ele alınırsa, atılması gereken adımlar olduğunu görüyorsunuz; ama, nedense, örneğin, bankalar reformunda olduğu gibi, belirli maddeleri, 3 temel, önemli maddesi Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş olmasına rağmen -iptal edilmiş olmasından kaynaklanan durum çerçevesinde, eğer bankalar iflas ederse- iflas hususunun banka sahibine rücu edilmesini öngören, üç yıl evvelki maddenin iptal edilmiş olmasına rağmen, bugüne kadar düzeltilmemiş olmasını, reformcu bir anlayışla nasıl izah edebileceğinizi, ben saptayamıyorum.

Yine, bugün, bankalar kesiminde asgarî 16 tane banka -bir bölümü içi boşaltılarak, bir bölümü ciddî sıkıntı halinde- 64 üncü madde kapsamında devletin gözetimi altında ve bu bankaların, devletin gözetimine, 64 üncü madde kapsamı içerisinde alınmasını öngören hususa bakan yetkisini veren madde Anayasa Mahkemesince iptal edildiği halde, bu boşluk üç yıl doldurulmamış. Ancak, ihaleye fesat karıştırmak ve yolsuzluk nedeniyle, Meclisin yüksek iradesiyle bir gensoruyla düşürüldükten sonra “biz bankalar reformunu yapacağız” diye ortaya çıkmanın fazla bir anlamı var mı acaba; gerçekten merak ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin içborçlarına ilişkin rakamlar biliniyor. 1997 yılında 5,1 katrilyon olan içborç stoğu katlanarak artıyor; 1998’de 11 katrilyon. 1999 için Hükümetin öngördüğü, ama, geri çekilen bütçedeki dengelere bürokrasimizin arşivinde yer alan rakamlara göre, eğer 1999 yılı içinde ortalama kamu kâğıtlarının, borçlanma kâğıtlarının bileşik faizi ortalama yüzde 90 olacak olursa, 22,8 katrilyonluk bir iç borçlanma gereği doğacak. Düzeltiyorum; biraz evvelki rakamlar da, yıllık iç borçlanma rakamları; yani, iç borçlanma rakamı, yüzde 90 faizi tutturursak, katlanacak ve yaklaşık 23 katrilyon TL’ye tırmanacak.

Değerli arkadaşlarım, şu anda bileşik faizler yüzde 140-150 ve geçen gün, IMF’nin Türkiye Masası Şefi Sayın Hardy bir açıklama yaptı. Malum, bazı dış kesimlerde Türkiye’nin konumuna verilen önem, zaman zaman değişebiliyor; Kuzey Irak’ta operasyon yapılıyor; Amerikan Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin Dışişleri Bakanını aramıyor,Türkiye’nin Cumhurbaşkanını arıyor. Burada da, IMF’nin Türkiye Masası Şefi ahkâm kesiyor, diyor ki: “Eğer şimdiye değin uygulanmakta olan politikalar devam ederse ve hükümet kurulursa, biz size para veririz.” Tabiî, bu şekilde tespite, nereden, nasıl cüret ediyor, bu hakkı nasıl elde ediyor, bilemiyorum. Belki de, bu yetkiyi kendisinde görmesinin nedeni, Hazineden sorumlu Sayın eski Devlet Bakanımızın, Sayın Hardy’yi yanına alıp, basın toplantısı yapıp, Sayın Hardy’ye, ekonominin ne kadar iyi durumda olduğunu tevsik ettirmesi, Türk toplumunu onun ağzından ikna etmeye çalışmasından kaynaklandı.

Değerli arkadaşlarım, tabiatıyla, IMF ile masaya oturulmalı. Türkiye’nin bu sorunu, onsekiz yıldır devam etmekte olan sorunu, sözde üç yıllık istikrar politikalarıyla çözümlenemeyeceği için, ciddî olarak, ne yapacağınızı bilerek, oturup, uluslararası piyasalardan, orta ve uzun vadeli, önemli miktarda -20 milyar dolar düzeyinde- bir kaynağı aktararak, içborçların, karşılıklı kabul edilebilir mekanizmalar ve enstrümanlarla vadeye yayılmasının bir yönteminin geliştirilmesi ve bunu, bir yıllık bir şok program uygulamasıyla yaparak, Türkiye’de, onsekiz yıldır bozulmuş olan dengeleri yerine oturtmak lazım.

Son günlerde, bu mealde bazı konuşmalar var. Bir ara bunun sözü edildi. Sayın Bülent Ecevit’in “kimse, bizim, IMF kapısına gidip de para istediğimizi zannetmesin; 16 milyar dolar isteneceği gibi bir konu bizim gündemimize gelmedi; kimse de hayal kurmasın” diye bir tespiti vardı; oysa, Sayın Maliye Bakanımız “IMF’yle, her halükârda bir anlaşma yapılacak” demişti; şimdi de, niyet mektubundan söz ediliyor.

Değerli arkadaşlarım, şu gerçeği kabul edelim: Türkiye’de emekçinin ve sanayicinin sorunlarının aynı kulvarda göğüsleneceği, Türkiye’de hem sosyal adaletin hem üretimin önünün açılacağı ve Türkiye’de yıllardır rant çevrelerine kaynak pompalamaktan öte bir işlevi olmayan mevcut politikaların aşılmasının sağlanacağı bir düzenleme, ortak bir kararlılıkla ele alınmalıdır. Ama, bir gerçek ortaya çıkmıştır: Bu, sağ iktidarlarca yapılamaz; bu, yıllardır sürdürülmekte olan sağ iktisat politikalarıyla gerçekleştirilemez; bunun için, topluma güven verecek, sosyal demokrat özdeki, sosyal demokrat siyasetle uygulamaya konulacak politikalara ihtiyaç vardır. Tabiî o zaman gerekli reformları konuşacağız, tabiî o zaman hem emeği hem üretimi hem sanayiciyi yücelteceğiz, Türkiye’yi içbarışa ve sosyal barışa taşıyacağız.

Hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Hacaloğlu.

Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Abdüllatif Şener; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 4 üncü madde, borçlanma akdine yetki verilmesiyle ve borçlanmayla ilgili diğer hükümlerle alakalıdır. Bu bağlamda, yine, ben, onsekiz ay işbaşında kalmış bulunan 55 inci Yılmaz Hükümetinin borçlanma politikaları üzerinde durmak istiyorum.

1998 bütçesi Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülürken, bir madde üzerinde önemli bir tartışma olmuştu. Bildiğiniz gibi, eski bütçelerde, bütçe ödeneklerinin belli bir oranında borçlanma yetkisi veriliyordu hükümete. İlk kez 1998 bütçesinde, net içborç kriteri kullanılmak suretiyle, borçlanmaya sınır getirildiği iddia edilmişti. O günkü konuşmam sırasında, buradaki karmaşık yapısı içerisinde, net içborç kriterinin borçlanmaya sınır getiremeyeceğini, borçlanmayı sınırlandıramayacağını ve zaten bu Hükümetin 1998 programında 10,5 katrilyon iç borçlanma bulunduğunu ifade etmiştim.

Şimdi, aradan bir yıl geçti; bir yıl sonra, Hükümetin uygulamaları sonucunda geldiğimiz noktayı dikkatlerinize arz etmek istiyorum: 4 katrilyon civarında aldıkları içborç stoku, bugün 11 katrilyona çıkmıştır. Refahyol İktidarı 28 milyar dolar olarak içborç stokunu devralmıştı ve bu stoku yine 28 milyar dolar civarında devretmişti; ama, birbuçuk yıl sonra, Sayın Yılmaz Hükümeti, şu anda, içborç stokunu 36 milyar dolara çıkarmıştır. Bu, açık, net bir görüntüdür ve içborçların hangi noktaya geldiğini gösteren bir rakamdır.

Sayın Bakan “1998 faiz ödemelerinin 1,8’i, 1997’de sizin borçlanmalarınızdan kalandır” dedi; ama, kendilerinin verdikleri düşürülmüş rakamlara göre daha sonraki hükümete 9 katrilyon faiz ödemesi devrettiklerini söylemedi, ifade etmedi. Üstelik, eğer verdiği bilgi doğruysa, 1998 yılı içerisinde kendi borçlanmalarının faizi olarak ödedikleri 4,4 katrilyon liranın anlamı şudur: Sadece 4,4 katrilyon dahi, bütçe içindeki ağırlığı itibariyle, 1997 bütçesindeki faiz ödemelerinin bütçeye oranından daha büyük bir rakamdır. Onun için, borçlanma ve faiz ödeme konusunda devleti nasıl iflasa sürüklediklerinin açık kanıtı ortadadır; verilen, görünen rakamlardır.

Neden 55 inci hükümet Türkiye’yi bu noktaya getirmiştir; bunun en belirgin sebebi, devletin borç yüküyle mücadele iradesinin olmayışıdır, böyle bir tercihi ortaya koymamış olmalarıdır ve buna yönelik de hiçbir program yapmamış olmalarıdır.

Refahyol İktidarı, ilk günden itibaren, faizleri düşürmek ve vadeleri uzatmak düşüncesi içerisinde ortaya bir program koymuştu, bir irade koymuştu; bu sebepten dolayı, kamutek hesabı getirildi; dövizli borçlanmayla, üç yıl vadeli 2 milyar dolar civarında borçlanma yapıldı; bu, reel yüzde 10 faizi ifade eder. Bugün, bu Hükümetse, hiçbir irade ortaya koymadığı için, yüzde 150 reel faizle borçlanma durumuna getirmiştir ülkeyi.

Diğer taraftan, yine Refahyol döneminde, yüzde 10 faizli bedelsiz ithalat hesabıyla 2 milyar DM gelmiştir; tüketici fiyatlarına endeksli iki yıl vadeli yeni bir borçlanma uygulamasına geçilmiştir ve bu irade sonucunda, gerek bütçe içerisinde gerek gayri safî millî hâsıla içerisinde, faiz ödemeleriyle ve borçlanmayla ilgili ciddî bir mücadelenin ortaya konulduğu ve iradenin gösterildiği anlaşılmaktadır.

Faizin gayri safî millî hâsılaya oranı, 1996 yılında Refahyol İktidarından önce hazırlanan bütçede 10 iken, 1997 yılında Refahyol İktidarının hazırladığı bütçede 7,7’ye düşmüştür; ama, bu İktidarın bütçelerinde, hazırladığı her iki bütçede de yüzde 7,7’den tekrar yüzde 12’ye çıkmıştır.

Faizin bütçe giderleri içerisindeki oranı ise, Refahyol’dan önceki yılda, yani 1996 yılında yüzde 38 iken, Refahyol bütçesinde 1997’de yüzde 28’e düşürülmüştür ve yine bu İktidarın iki bütçesinde yüzde 28’den yüzde 40’lara çıkarılmıştır.

Faizin vergi gelirlerine oranı da aynı tabloyu sergilemektedir; yüzde 48’e düşürülen faiz ödemelerinin vergi gelirlerine oranı, bu İktidarın bütçelerinde yüzde 66 ve yüzde 61 olmuştur. Ocak-ekim 1998 sonu itibariyle, bu İktidarın 1998 yılı bütçe uygulaması sonucunda, ekim ayı sonu itibariyle vergi gelirlerinin yüzde 72’si faiz ödemelerine gitmektedir. Edirne’den Hakkâri’ye kadar Türkiye’nin her tarafında kurumlardan alınan vergiler, gümrüklerde alınan vergiler, gelir vergileri, vatandaşın tuz, ekmek, peynir, şeker alırken KDV’dir diye fiyatlara karıştırılarak ödediği vergilerin toplamının yüzde 72’si, bu İktidar tarafından, faiz ödemesi olarak rantiyecilere aktarılmaktadır. İşte, tercihlerin olmayışı, programın olmayışı, iradenin olmayışı, Türkiye’yi bu noktaya getirmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bir taraftan iç borçlanma faizleriyle ve diğer taraftan da iç borçlanmadaki vadelerle mücadele ve bunları en uygun noktaya çekme iradesi, belirttiğim gibi, Refahyol döneminde ortaya konulmuştu. Nitekim, 1996’nın ilk altı ayında yüzde 147 olan iç borçlanmadaki ortalama -stopaj hariç- bileşik faiz oranı Refahyol döneminde, 1996’nın ikinci yarısında, hemen 23 puan düşürülmüştür, 1997 yılının ilk altı ayında da ortalama olarak yüzde 97,4’e düşürülmüştür; ama, bu İktidarın işbaşına geldiği 1997 yılının ikinci altı ayında, iç borçlanma faiz oranları, yüzde 97’den yüzde 115’e çıkmıştır; 1998’in ilk yarısında ise yüzde 106 olmuştur. 1998’in ikinci yarısındaysa, yüzde 150’yi aşan iç borçlanmalardan söz ediyoruz ve bunu tartışıyoruz.

Diğer taraftan, iç borçlanmadaki veya genel olarak borçlanmadaki faiz oranları kadar, vadeler de önemlidir, hatta vadeler daha da önemlidir. Belçika, gayri safî millî hâsılasının yüzde 104’ü kadar içborç stokuna sahiptir; ama, kısa vadeli borçların miktarı yüzde 25 civarındadır. Refahyol İktidarı, bu vadeler konusunda da tavrını ve iradesini ortaya koymuştur. Kısa vadeli borçların borç stoku içerisindeki oranı, 1996’da yüzde 48 iken, 1997 yılında yüzde 38’e düşürülmüştür ve Refahyol döneminde yüzde 38’e düşürülen içborç stoku içerisindeki kısa vadeli borçların oranı, 1998’de bu İktidar döneminde, yüzde 48’e çıkarılmıştır; 10 puan daha fazla bir düzeye ulaştırılmıştır. Son borçlanmalarla birlikte bunun yüzde 50’yi geçmiş olması muhtemeldir.

Değerli arkadaşlar, iç borçlanma vadelerine baktığımızda da bu tabloyu teyit edecek net görüntüler vardır. 1995’in ikinci yarısı ile 1996’nın ilk yarısında -Refahyol’dan önce- iç borçlanmadaki vadeler 152 gün iken, 1996’nın ikinci yarısı ile 1997’nin birinci yarısında, yani Refahyol döneminde, 337 güne çıkmıştır; bu İktidar dönemindeyse, 251 güne tekrar düşmüştür. Ne borç faizleriyle mücadelede ne de vadelerde, bir irade ve kararlılık ortaya konulmamıştır.

Bir taraftan da “enflasyon oranları düşüyor” diye müjde veriliyor; yani, reel faiz ödemelerini artırıyorlar, rantiyeye giden kamu kaynaklarının miktarını artırıyorlar. Enflasyonla mücadelede başka bir tercih kullansalardı, çalışanlar, üretenler kazanır; ama, enflasyon yine düşerdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şener, süreniz bitti; 1 dakika eksüre veriyorum. Rica ediyorum efendim, hemen bitiriverin.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – 1999 bütçesini görüşmüyoruz; ama, oradaki 9 katrilyon liralık faiz ödemesi de yanlıştır, hilelidir; çünkü, ortalama borçlanma faizi yüzde 90 olarak hesaplanmıştır. Şu anda yüzde 150’lerle borçlanıldığına göre, ortalama faiz oranı yüzde 120’yi bulduğu takdirde, 1999 yılına bu İktidarın devredeceği borç faiz miktarı 12 katrilyon liradır; 12 katrilyon lira devretmeye hazırlanan bir İktidar... Bu rakam baştan sona yanlış zaten.

1999’da içborçlanmanın gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 26,8 olarak belirlenmiş; 1998’de ise, bu, 20,8’dir. 6 puanlık daha fazla bir içborçlanma yapacaksınız, buna karşılık, faizi daha az belirleyeceksiniz!.. Borçlanılacak miktar ve ödenecek faizle ilgili 1998-1999 orantısını verdiğiniz takdirde, bu 9 katrilyonun yanlış olduğu anlaşılmaktadır.

Hepinizin bilgisine sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Yıldırım Aktürk, buyurun efendim.

Süreniz 5 dakika.

YILDIRIM AKTÜRK (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Muhterem arkadaşlar, geçici bütçenin 4 üncü maddesinin (a) ve (c) fıkraları üzerindeki görüşlerimi arz etmek üzere huzurunuzdayım.

Bendeniz, Meclisimizin oluşturduğu İç ve Dışborçlar Araştırma Komisyonu Başkanlığını yapıyorum sekiz haftadır. Onun için, bu konulara biraz daha yakînen girme fırsatım oldu.

Kısa vadeli avans meselesi... Hazinemiz, geçmişte, 1211 sayılı Kanunla, 1994 yılına kadar, ödeneklerinin yüzde 15’i mertebesinde bir avansı Merkez Bankasından kullanıyor idi, avans lafzına uygun olarak ve yılı içinde geri ödemek kaydıyla. 1994’ten itibaren -çıkarılan bir kanun değişikliğiyle- bu oran önce yüzde 12’ye, 1996’da yüzde 10’a, 1997’de yüzde 6’ya ve 1998’de yüzde 3’e indirildi. Bu rakamları, bütçe ödeneklerine oran olarak verdim. Toplam borçlanma içinde bu avans imkânının 1994’teki payı yüzde 15 idi; bu, azaltılarak, 1996’da yüzde 5’e, 1997’de yüzde 2’ye ve 1998 yılında yüzde 1,7’ye düşürüldü. 1997 yılı temmuzunda Hazinemiz, tek taraflı bir protokol yaptı Merkez Bankasıyla, dedi ki: “Parasal disiplin sağlayacağım; ben, Hazine olarak, kısa vadeli avans kullanım imkânından feragat ediyorum.” Şimdi, bu, güzel görünüyor; hatta, dış dünyaya da, Merkez Bankamız ile Hazinemiz, el ele, parasal disiplin resmi verdiler; ama, bir de madalyonun öbür yüzüne bakalım:

Şimdi, Hazinemiz sıkışmış nakde, ya piyasaya çıkıyor bonolarla, tahvillerle veyahut da yerine göre, Hazineden sorumlu Bakanımız, elini Ziraat Bankasının kasasına uzatıyor, bir görev veriyor orada, diyor ki: “Fonunuzu kendiniz bulun.” Ziraat Bankası böyle bir görevi aldığında, fonlamada, piyasa faizlerini yüzde 20 civarında daha yukarıya çekerek para buluyor ve sonunda da dönüp dolaşıp, bizim önümüze, ciddî, birikmiş görev zararları çıkıyor.

Hazinemiz, Merkez Bankasındaki bu avans imkânından kendisini alıkoyarken, çok güzel, bir perhiz niyeti olan şişman bünyeli bir hasta psikolojisiyle davranıyor; ama, öbür tarafta bir ziyafet var; devamlı, çok yüksek faizli kaynağı alıp kullanacak -affedersiniz- yan şeylere, bir nevi imkânlara, çizgi altı dediğimiz imkânlara başvuruyor. Eğer Hazinemiz bu borçlanma limitlerine de sadık kalsaydı bütçemizde yazdığımız gibi ve -buna quasi fiscal diyoruz; yani, Merkez Bankasına başvurmuyor; ama, onun dışında diğer banka sistemine de- bu şekilde özellikle kamu bankalarını zedelemeseydi, o zaman bunu mantıklı karşılardım.

Özünde benim söylediğim şu: Bugünlerde, faizi aşağıya çekmek için elimizdeki bütün imkânları seferber etmemiz lazım. Bunlardan bir tanesi de, Hazine kısa vadeli avansının tekrar en azından yüzde 15’lere çıkarılması ve böylece piyasaya alternatif olarak en azından bir rekabet unsurunun getirilmesi hadisesidir.

Kamu bankaları olayına geliyorum: Ziraat Bankasının -biraz evvel de açıkladım- (c) fıkrasında yer alan görev zararı 1,8 katrilyondur; Halk Bankasının 1,4 katrilyondur; bunların toplamı 3,2 katrilyon ediyor. Bunun yüzde 15’ini, yani 490 trilyonunu -şimdi burada dikkatinizi çekiyorum- iç borçlanmayla ilgili maddedeki limit dışında, bir nevi Hazineden karşılıyoruz; geriye yüzde 85’i kalıyor yüzde 15’ini karşıladığımıza göre; bu rakam da 2,7 katrilyondur muhterem arkadaşlarım; bugünkü fiyatlarla 10 milyar dolar demektir. Bunun nereye kaydedileceği, hangi nüfusa kaydedilecek bir bebek olduğu, henüz meçhuldür. Burada da çözüm, kamu bankalarının acilen özelleştirilmesidir. Meclisimiz bir karar almıştı Özelleştirme Yasasının içinde; iki sene evvel, 28 Kasımda, iki seneliğine bunun süresini uzattık ve geçen 28 Kasımda süre doldu. Ne yaptınız dediğimizde -Hazinemize, Merkez Bankamıza, Maliyemize; kimse bundan sorumlu- hiçbir şey yapılmadığını görüyoruz. Dört yıllık özelleştirme görevi verilmiş kamu bankalarına, sorumlu devlet bakanlarımız maalesef bir adım atmamışlar. İşte -üzülerek söylüyorum-son dakikada bu işle görevlendirilmiş bir devlet bakanı “onbeş gün içinde ben bunu yaparım” diye ortaya çıktı. Bunun daha ciddî bir şeklide ele alınması lazım. Özünde de formülüm, Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Emlak Bankasının, 6 ilâ 8 parçaya ayrılarak, bölgesel bankacılık mefhumuna uygun bir şekilde özelleştirilmesi lazım. O konuda daha geniş aydınlatıcı bilgiler de verebilirim.

Sabrınız için teşekkür ederim. (ANAP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aktürk.

Sayın Halit Dumankaya?.. Yok.

Sayın Abdüllatif Şener?.. Yok.

Sayın Veysel Candan, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakika efendim.

VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1999’da uygulanacak geçici bütçenin 4 üncü maddesiyle ilgili olarak görüşlerimi ifade edeceğim. Oraya gelmeden önce, Sayın Maliye Bakanımızın, tutanaklarda bir cümlesi var: “Yasaların değişmez yasa, anayasaların değişmez anayasa olduğunu söylemek mümkün değildir” diyor; çok doğru bir tespittir. O bakımdan, Millî Eğitim Bakanı, biraz önce, bazı milletvekili arkadaşlarımızı yasalara uymamakla itham ettiler; eğer bazı illerimizde YÖK’le ilgili, üniversiteyle ilgili birtakım sıkıntılar varsa, milletin Meclisinde, yani burada bu kanunların yeniden düzenlenmesi lazım gelir diye düşünüyorum.

Hazine, 1999 yılında 6,2 milyar dolar dışborç ödeyecektir; bu dışkaynak bulunmazsa, yine 1999’da 21,1 katrilyon tahvil satacaktır. Bunların bugünkü değerden faiz oranları, yıllık yüzde 150’dir; öyle tahmin ediyorum ki, yeni hükümetle yüzde 200’ü bulacaktır ve buraya getirilemeyen 1999 bütçesindeki açık 5,5 katrilyondur; eğer bu açık da içborçlanmayla ödenecek olursa, 1999’da faize giden para 10 katrilyonu da aşmış olacaktır.

Değerli arkadaşlar, temmuz ayı itibariyle, bir ekonomi dergisinde yayımlanan bazı rakamları vermek istiyorum: Enflasyon, 1997 Temmuzunda yüzde 75, 1998’de yüzde 93; büyüme hızı, 1997’de 8, 1998’de 4; içborç, 1997’de 4,5 katrilyon, 1998’de 8 katrilyon; dolar, 1997 Temmuzunda 147 500 lira, 1998 Temmuzunda 302 500 lira; bütçe açığı, 1997 Temmuzunda 700 trilyon, 1998’de 3,1 katrilyon; asgarî ücret, 1997’de 140 dolar, 1998’de 91 dolar.

Şimdi, Sayın Maliye Bakanımız burada “sorunların altından kalkılabilir, şüphesiz ki çözüm önerileri de biliniyor” diyor; ama, kanaatimce, bu tablo ya yanlış biliniyor ya da yanlış uygulanıyor.

“Kanun tasarı ve teklifleri hazır” deniliyor. O zaman, bu tasarıların Meclisten geçmesi için partilerarası konsensüs sağlanmalıdır.

“Yatırıma para bulamıyoruz, yabancı kaynakla yatırım yapıyoruz” deniliyor. Doğru; ancak, biraz önce konuşan Grup Başkanvekilimizin de ifade ettiği gibi, Türkiye’nin millî bir borçlanma politikası, maalesef, mevcut değildir. Aldığımız borçları nereden aldığımızı, ne zaman ödeyeceğimizi de, tam ve sağlıklı olarak, maalesef, bilmemekteyiz.

Şimdi, 4 üncü madde, Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Devlet Bakanına birtakım yetkiler veriyor. Burada, (a) bendinde ifade edilen içborçlanma yetkisi, demin de ifade ettiğim gibi, doğru dürüst kullanılmıyor. Önceden ne kadar borçlanılacağı açıklanıyor, devlete faizle para verecek insanlar da kendi tedbirlerini alıyor; bu yanlış önlenilmelidir. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasınca Hazineye açılacak avans limitiyle ilgili dengeyi -biraz önce Sayın Aktürk ifade ettiler- dikkatli tutmak gerekir.

(b) bendinde, dış krediyle ilgili olarak, Hazine garantisi verilecek ve devredilecek dış kredi tutarı 500 milyon dolarla sınırlandırılmaktadır.

Devlet bankalarını KİT Komisyonunda incelediğimiz zaman, devletin garanti olmaması gereken, Hazinenin garanti olmaması gereken yatırımlara veya birtakım hizmetlere, devletin, maalesef, siyasî iradeyle garanti olduğunu ve bu paraların da battığını gördük ve devlet bankaları, bunları, batık kredi bölümüne devamlı aktarıyorlar.

Ayrıca, (c) bendinde, Ziraat Bankası ve Halk Bankasının görev zararına ilişkin usul ve esaslar, Hazinenin bağlı olduğu Bakanın teklifiyle Başbakanca belirlenir, denilmektedir. Burada da, Ziraat Bankası da batmıştır, iflas etmiştir; Halk Bankası da batmıştır ve iflas etmiştir. Çok enteresan bir örnek vermek istiyorum: Ziraat Bankasından yüklü miktarda kredi alan ve geçmiş hükümetlerde bakanlık yapan bir arkadaşımızın göreve gelir gelmez ilk yaptığı iş, bankaya olan takribî 20 trilyon borcunu düşük faizle yirmi yıl uzatmış olmasıdır. Bu da gösteriyor ki, devlet bankalarını kaynak olmaktan çıkarmak lazım.

Yine, (e) bendinde, 1998 yılı ürünü pamuk ve zeytinyağı prim ödemesi öngörülmektedir; bu, gayet doğaldır. Ayrıca, 5 trilyonu geçmemek üzere de hayvancılığı desteklemeye Bakanlar Kurulu yetkili kılınmaktadır; bu da, olumlu bir adımdır.

Ayrıca, 4 üncü maddenin (f) bendinde, özetle söylemek gerekirse, Eximbankın sermayesi artırılmaktadır; ancak, basına intikal ettiği kadarıyla, Eximbank kredisi kullanacak firma adedi de, maalesef, el parmakları kadar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Süreniz bitti; size 1 dakika daha vereyim efendim.

VEYSEL CANDAN (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkanım.

1 milyar dolarlık bir sermaye öngörülüyor. Bakınız, çok enteresan; bunun 100 milyon dolarını bir holding alıyor, 50 milyon dolarını da yine bir holding alıyor. Yani, bu madde buradan bu haliyle geçtiği zaman da, ancak bir iki kişi istifade ediyor.

Biraz önce Aktürk’ün de ifade ettiği gibi, devlet bankalarının hepsi özelleştirilmelidir; tabiî, Türk Ticaret Bankasında yaptığımız gibi çeteyle vesaireyle de karışmadan. Kamuoyunda güven sağlayacak bir ortamda devlet bankalarının özelleştirilmesinin faydalı olacağı kanaatindeyim.

Saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Madde üzerindeki konuşmalar bitmiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Müteakip maddeyi okutuyorum:

MADDE 5. — a) 1999 yılı içinde ödenmesi gereken gelir vergisi, kurumlar vergisi ve geçici vergi yönünden bu Kanunun yürürlük tarihinden önce ihraç edilmiş bulunan devlet borçlanma senetleri ile vadesi bir yıl ve daha uzun olan aynı neviden menkul kıymetler, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 279 uncu maddesinin 4369 sayılı kanunla değiştirilmeden önceki hükmüne göre değerlenir.

b) 1999 malî yılında 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun;

1. 81 inci maddesinin 5 numaralı bendinde yer alan 1 yıl süresi 3 ay, % 51 oranı % 25,

2. Mükerrer 75 inci maddesinde yer alan vergi alacağı oranı, menkul kıymet yatırım fonları katılma belgeleri kâr payları için 1/5,

olarak uygulanır.

c) 2.7.1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı (6) sayılı tarifenin, yabancılara verilecek ikamet tezkeresi harçlarına ilişkin hükümleri, Dışişleri Bakanlığınca mütekabiliyet esası göz önünde tutularak belirlenecek ülkelerin uyrukları yönünden 1999 malî yılında uygulanmaz.

d) 3.6.1949 tarihli ve 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununa 25.5.1995 tarihli ve 4108 sayılı Kanunla eklenen geçici 23 üncü maddenin (a) fıkrasındaki süre, fıkranın üçüncü paragrafı hariç, diğer hükümler için 31.12.1999 tarihine kadar uzatılmıştır.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Veysel Candan; buyurun efendim.

FP GRUBU ADINA VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1999 yılında uygulanacak Geçici Bütçe Kanunu Tasarısının 5 inci maddesi üzerinde Fazilet Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî ki, bu geçici bütçenin, bir avans kanunu niteliğinde olduğunu ifade etmiştim. Geçici bütçelerde birtakım değişiklikler yapılacaksa, aynen yapılır; yapılmazsa, 1998 değerleriyle konu takip edilir. Kanaatimce, geçici bütçenin en mühim maddesi, malî açıdan halkımızı, milletimizi, devletimizi, hazineyi ilgilendiren maddesi, bu maddedir.

Değerli arkadaşlar, bu maddede birtakım değişiklikler yapılmaktadır. Bu nedir; 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 279 uncu maddesinin 4369 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki hükmü uygulanır. Nerede uygulanır; 1999’da ödenmesi gereken Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi, geçici vergi yönünden. Ne zaman uygulanır; yürürlük tarihinden önce ihraç edilmiş olan devlet borçlanma senetleri, ayrıca, vadesi bir yıl ve daha uzun aynı cins menkul kıymetler... Açıkladığımız zaman bunun anlamı şudur: Devlet, kredi aldığı kişi ve kurumların faizden elde ettikleri gelirlerin vergisini alma süresini uzatıyor; yani, faiz geliri elde edenlerin ödeyecekleri verginin süresini uzatıyor ve kısmen de vazgeçiyor. Ayrıca, vadesi bir yıl ve daha uzun olanlar da kapsam içine alınıyor. Yani, bu maddenin içerisinde, Hükümetin “içeride ve dışarıda kriz var; dışarıdan kredi bulamıyoruz, içeride de zorlanmayalım” mantığı vardır ve tutanaklarda aynen bu vardır: “Geçmişe işletirsek, uzatma yapmazsak sistem çöker.” Bu, faiz gelirine af demektir.

Biraz önce değerli konuşmacılar da ifade ettiler, krizden etkilenmemek, özellikle Rusya krizinden... Sayın Bakan da ifade ettiler. Ne yazık ki, bizim purolu bakan ile şişman bakan -milletvekilimiz gayet güzel ifade ettiler- ekonomiyi, maalesef, hiç etkilemeyeceği fikrini vermek suretiyle belirli çevrelerde de puan almak amacıyla çok yanlış yönlendirme yaptılar.

Ekonomimizde krizden en fazla memur, işçi, çiftçi, küçük esnaf etkilenirken, esnaf peşin vergi vermeye devam ederken, asgari ücret vergi dışı bırakılmazken, onlarla ilgili, bu tasarıya hiçbir madde ilave edilmezken, devlete para veren, tefecilik yapan birçok holdinge destek vermek anlamını taşımaktadır ve maalesef, bu kriz de, bu çevrelerin işine yaramıştır; bunlar, kriz tellallığı yapmak suretiyle devleti, hükümeti ekonomik açıdan daha da köşeye sıkıştırmaya çalışmaktadır.

Maliye Bakanlığının yayımladığı bir kitapta -aynen ifade ediyorum- “gerçek geliri vergilendirirken mükellefin vergi ertelemesi haline dönüşen finansman giderlerinin defaten gider yazılması da önlenmektedir” Sayın Bakanımız, bunu, bütçe sunuş konuşmasında ifade etmişlerdir.

Devlete para satan bütün holdinglerin tamamının aşağı yukarı bankaları da var. Bankaların, holdinglerin devlete fahiş fiyatla -yüzde 150, yüzde 200’ ler oranında- para satarken, vergi uzatımı veya indirimi yapmanın bir anlamı ve mantığı yoktur. Eğer talebimizi sorarsanız, bu maddenin komisyonda görüşülürken -tutanaklarda dikkatle takip ettim- tamamen çekilmesi de talep edilmektedir. Aslında bizim talebimiz de bu yöndedir.

Bu bütçe geçici olmasına rağmen, bu Hükümetin Sayın Maliye Bakanı da bütçeyi geri çekerken “gelecek hükümetlerin ekonomi politikalarını bağlar. O bakımdan, biz geçici bütçe getiriyoruz. Danıştayın içtihadî kararları vardır. Gasp anlamına gelir. Kurulacak bir hükümet varken, bir hükümet, bu tür, ileriye yönelik, bağlayıcı kararlar alamaz. Geçici bütçelerde bu tür maddeler, aynı zamanda Danıştayın içtihadî kararlarına da aykırıdır” denilmesine rağmen, kanaatimizce, bu maddeler, işçiyi, memuru, küçük esnafı içine alacak şekilde, vergi kanunu içinde olmalıdır. Yani, ekonomiden, sıkıntıdan kim etkileniyorsa, onlar da içine alınmalıdır diye düşünüyorum.

Aslında, bu geçici bütçe içerisinde, bu değişiklik yerine, Bankalar Kanununu değiştirin. Sayın Bakan öneri istiyordu. “Hep geliyorsunuz buraya... Tabiî ki, ben de bu bütçeyi içime sindiremiyorum” diyor -basına intikal etti- haklı olarak. Teklif istiyordu; işte, Bankalar Kanununu değiştirin.

Ekonomik krizin sebeplerinden biri de bankalardır. Sanayiciler, yüksek faizle verilen krediler... Ve çok enteresandır; bankalar bazen günü gelmeden talep ediyorlar; faizde değişiklik olduğu zaman, hemen fiyatları, faizleri de değiştiriyorlar. Yani, bir bankacı, bir sanayiciyle istediği gibi oynama şansına sahiptir ve isterse onu batırabilir; devletleri batırdığı gibi...

Şirketlere kredi verdiklerini gösteren bankalar, maalesef, kurdukları bankaları da paravan şirketlerle aktarmaktadırlar. Yakın zamanda Korkmaz Yiğit’in bankasında yaşadığımız bir olaydır. Bu noktada, aslında hem bu Hükümetin hem de geçmiş hükümetlerin büyük vebali vardır. Gelişigüzel banka kurma izni vermek, aslında, devleti dolandırmaya zemin hazırlamaktır.

Benim notlarımda var. KİT Komisyonunda bankaları incelerken, Halk Bankasını incelerken de gördük; devletin başının en yakını, Kıbrıs’ta açtığı bankaya 4,5 milyon dolar aktarmıştır ve ödememiştir. Dahasını söyleyeyim: Bir krediyi tartışırken, Sayın Genel Müdüre Komisyonda “bu insan, Vakıflar Bankasını dolandırmış ve icraya gitmiş, Ziraat Bankasını dolandırmış, icrayla takip ediliyor; siz, aynı anda, Halk Bankasından, bu insana -icralıyken, iflaslıyken, devletin bir bankasına borçluyken- neden 20 milyon dolar daha kredi verdiniz dediğim zaman, bana verdiği cevap şudur: “Efendim, biz, usulüne göre kredi veririz.” Halbuki, o “usul” dediği de, ekspertiz raporları da, hepsi düzmeceydi, devlet resmen dolandırılmıştı.

Değerli arkadaşlar, şimdi, Sayın Bakanın ifadelerini tutanaklardan buraya aktarmaya çalışıyorum. “Yaptığımız düzenlemeler, özellikle ekonomide gerek iç gerek dış konjonktürden kaynaklanan olumsuzlukların karşılanması amacıyladır, onun için biz, bu maddeyi getiriyoruz” diyor. Yani, hem dışarıda hem içeride... “Ancak, güzel de, bunu getirirken, niye işçiyle, memurla, küçük esnafla ilgili olanı getirmediniz” diye millet soruyor.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bakınız, bu maddenin getirdiği rakam şudur: tahsil edilecek 7,2 katrilyon liralık ödeme içerisinde faiz tutarı 2,8 katrilyon liradır. Yani, bu maddeyle konuştuğumuz rakam 7 katrilyon lira ve 2,8 katrilyon lira da faizdir. Şimdi, bunlar ne yapılıyor: “1999 başında geçici vergi beyannamesi içine girecektir” diyor Sayın Bakan. Dolayısıyla, burada, devlet, gecelik faiz öderken, repoya faiz öderken, paralarını, katrilyonlarını daha sonraki yıllara aktarmak suretiyle, buradaki bu maddeyle büyük zarara uğrar; kaldı ki, tablolar açık, tabloları okuduğumuz zaman, Sayın Bakanımız “bunları tekrar edip durmayın, bu sinir bozucu şeyleri de söylemeyin” diyor; ama, konuşmadığımız zaman da neyi konuşacağız, neyi aktaracağız?!.

Şimdi, Sayın Bakan yine tutanaklarda diyor ki: “Geçmişe işletilmesi kurumlar arasından ağır yük getirir, sistem bunun altından kalkamaz ve orada düzeltme de yapıldıktan sonra, 1 Ocak 1999 tarihinden önce ödenmesi gereken faiz gelirleri geçmişe işletilmeden uzatılıyor arkadaşlar.”

Yani, şimdi düşünün, devlet, bunu, bir amaçla yapmaktadır -belki burada satırlar arasında gizlidir- yapılan; devlet, sadece, içborçlanmayı tekrar sağlıklı yapabilmek içindir; içeriden aldığı kredileri, içborçlanmayı, kendini garanti altına almak için yapmaktadır. Burada devletin zararı katrilyonlarla ifade edilmektedir.

Şimdi, özetle söylemek gerekirse, bütçe tasarısı içerisinde vergi yasasının bazı maddelerinin devlet aleyhine düzenlenmesi doğru değildir.

Değerli arkadaşlar, bu bentleri ifade ettikten sonra, yine bu maddeyle 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun (b) bendinde de değişiklik yapılmaktadır; bu da, borsayla, borsada satılan hisse senetleriyle ilgilidir

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Candan, süreniz bitti; size 1 dakika eksüre veriyorum.

VEYSEL CANDAN (Devamla) – ...ve “1 yıl süresi 3 ay, yüzde 51 oranı yüzde 25” denilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, siyasî değil, kişisel kanaatlerimi ifade etmek istiyorum: Bazı çevrelerin iç, dış kriz bahanesiyle devlet imkânlarını daha çok kullanma alışkanlığına doğru gittiklerini gözlemekteyiz; kendi beceriksizliklerini devlete ödetmeye çalışmaktadırlar; daha baştan işçi çıkarma tehdidiyle Hükümeti köşeye sıkıştırmaya çalışıyorlar.

Aslında, tabiî ki, Sayın Bakanın ifade ettikleri gibi, devlet bankaları doğru dürüst kredi vermiyor; işte, Evcil’e verilen kredilere baktığımız zaman, 175 milyon dolar, 50 trilyon... Ama, bakıyoruz, görüştüğümüz bu tasarının 1 inci maddesinde “yedide biri” demek, ocak ayında memura yüzde 25 zam demektir; bu da, aynen IMF’nin Hükümete verdiği bilgi, belge ve görüş istikametindedir. Bu rakamlara da baktığımız zaman, Sayın Taner ile IMF yetkilisi masaya oturduklarında bu noktada anlaşmışlardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Candan; süreniz bitti efendim.

VEYSEL CANDAN (Devamla) – Niye kestiniz?..

BAŞKAN – Efendim, sabahtan beri arkadaşlarımıza hep fazladan süre veriyoruz; en azından yarım saat fazladan çalışıyoruz.

VEYSEL CANDAN (Devamla) – Yüce Heyetinize teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Şahısları adına Sayın Yıldırım Aktürk?.. Konuşmayacaklar.

Sayın Halit Dumankaya?.. Yok.

Sayın Abdüllatif Şener, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz madde vergilere ilişkin bazı düzenlemeleri içermektedir. Hemen bu bağlantıda ifade etmek isterim ki, bu İktidar, vergi politikalarında başarılı değildir, vergi performansı iyi değildir ve diğer taraftan, ülkeyi yaz boz tahtasına çevirmişlerdir; çıkarılan vergi kanunlarıyla panik oluşturdular; sonra, geri adım atıp, yaptıklarını bozdular ve Hazineyi zarara uğrattılar.

Vergi performansıyla ilgili olarak şu rakamı vermek istiyorum: Refahyol döneminde vergi gelirlerindeki artış üç rakamlı hale gelmiştir ve daha önceki dönemlerde hiçbir zaman bu düzeye ulaşmamıştır; sadece 1994 ile 1995 yıllarında ekonomik kriz nedeniyle alınan ilave vergiler sebebiyle, bu yıldaki rakamlar karşılaştırmaya elverişli değildir. Ocak 1996’dan haziran 1996’ya kadar Refahyoldan önceki dönemde vergi gelirlerindeki artışlar yüzde 84, yüzde 90 civarında seyretmiştir. Refahyolun iktidara gelişiyle birlikte, Temmuz 1996’dan itibaren, temmuzda yüzde 100,7, ağustosta 102,9, eylülde 103,8, ekimde 103,7, kasımda 105,8, aralıkta 103,7 artış olmuştur. 1997 yılında da aynı artış sürmüş ve 1997’nin ocak ayında yüzde 104,8, şubatta yüzde 116, martta yüzde 106, nisanda yüzde 116, mayısta yüzde 102 ve haziranda yüzde 101 olmuştur; yani, Refahyolun bir yıllık döneminde, bütün aylar itibariyle, vergi gelirlerindeki artış, bir önceki dönemi göre yüzde 100’ün üzerinde olmuştur. Bu üç rakamlı artış devam etmektedir; ancak, 55 inci Yılmaz Hükümeti döneminde vergi gelirlerindeki artış oranı, doğrudan doğruya Refahyol döneminde uygulamaya sokulan devlet tahvili ve bono stopajından kaynaklanmaktadır.

Vergi gelirleri artışındaki ikinci bir sebep de, bu İktidarın işbaşına gelir gelmez uygulamış olduğu Akaryakıt Tüketim Vergisidir. Fakir fukarayı vuran, dargelirliyi vergi baskısı altına alan, haksız ve adaletsiz bir vasıtalı vergi olan Akaryakıt Tüketim Vergisine yapmış oldukları zamlar da, aynı şekilde vergi artış oranını belirleyen iki etmendir. Ocak-ekim 1997 itibariyle vergi gelirleri toplamı 3,6 katrilyon olmuştur, yüzde 100’ün üzerindeki bir artışı ifade etmektedir. Bu İktidarın aynı döneminde, yani, ocak-ekim 1998’de 7,3 katrilyonluk bir vergi tahsilatı yapılmıştır, rakamsal olarak baktığınızda, burada da artış oranı yüzde 103’tür; fakat, Refahyol döneminde uygulanan devlet tahvili, bono stopajından gelen 516 trilyon lirayı çıktığınızda, bir de, akaryakıtın tüketim vergisi zammıyla ortaya çıkan 215 trilyon lirayı çıktığınızda 6,6 katrilyon kalmaktadır ki, dolayısıyla, bu İktidarın, ocak-ekim 1998 arasındaki gerçek vergi artışı yüzde 82’dir. Bu bakımdan, diyorum ki, vergi performansı iyi değildir.

Diğer taraftan, bu İktidar, 55 inci Hükümet, ülkeyi yaz boz tahtasına çevirmiştir; tehdit edici, suçlayıcı ve baskı altında tutucu bir devlet anlayışını ortaya çıkarmıştır reform yasası denilen yasayla birlikte; ama, bu yasadaki önemli pek çok maddeyi de, bazı çevrelerin bastırması sonucunda geri çekmiştir. Bunlardan birincisi, 1999 bütçe kanununun 68/3 maddesinin (e) bendidir. Bu bent, şimdi tartışmakta olduğumuz geçici bütçe tasarısının 5 inci maddesinin (a) bendiyle aynıdır. Burada ne yapılmak isteniyor: Vergi Usul Kanununda devlet borçlanma senetleri ve bir yıldan uzun vadeli benzer menkul kıymetler alış bedeliyle değerlendirilmekteydi ve biz, iktidarda iken Meclise sevk ettiğimiz bir kanun tasarısında, bunu, borsa rayiciyle değerlendirme esasını getirdik, vergi reform yasasında da aynı düzenleme yapıldı; ancak, vergi reform yasası denilen yasada, bu hüküm “hem kanundan önce ihraç edilen senetlere hem de sonraki senetlere uygulanacak” olarak düzenlenmiştir ve bunun bu şekilde düzenlenmiş olmasından dolayıdır ki, piyasa patlamıştır ve faizler fırlamıştır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şener, 1 dakika daha eksüre veriyorum; lütfen, toparlar mısınız.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Bu yanlış düzenleme sebebiyle Hazine zarara uğramıştır. Şimdi, bu kanun tasarısıyla, kanunun yayım tarihi de aşılarak, 1.1.1999’dan önce ihraç edilen tüm kâğıtlar alış bedeliyle değerlendirilecek hale getirilmektedir ve böylece, vergi kaybı ortaya çıkarılmaktadır; yani, aynı düzenlemeyle hem faizler patlatılmıştır, faiz ödemeleri artırılmak suretiyle hazine zarara sokulmuştur hem de geriye işleyecek şekilde geri adım atılmak suretiyle de, gördüğünüz gibi, vergi gelirlerinde azalmaya sebep olunmuştur.

İkincisi, 1999 Bütçe Kanunu Tasarısının 68/3 maddesinin (f/1) bendidir; bu da, tartıştığımız Geçici Bütçe Kanunu Tasarısının 5 inci maddesinin (b) bendiyle düzenlenmiştir, bu da, borsanın baskısı sonucunda ortaya çıkmış bir değişikliktir; dolayısıyla, hep geri adım, önce rahatsız etme, borsayı vurma, değerlerin düşmesine sebep olma, arkasından yeni düzenleme yapma gibi, zigzaglarla, istikrarsızlıkla yüklü bir vergi politikası uygulanmıştır.

Stopajlarla ilgili konu, Refahyol’un...

(Mikrofon elektronik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, tamam. Teşekkür ederim Sayın Şener.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Vaktim olmadığı için, hepinize teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Aslan Polat, buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, 5 inci maddede esas olan nedir; finans çevrelerinin içerisinde bulunduğu krizden bahsedilerek, Vergi Usul Kanununun 279 uncu maddesinin 4369 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki hükmüne göre, tahvillerin değerlendirilmesidir. Burada ben detayına girmeyeceğim, Abdüllatif Bey bunun detayına girdi.

Buradaki konu ne; 7,2 katrilyon liralık bir ödeme var, bu ödeme içerisinde 2,8 katrilyon liralık faiz ödemesi var, bu faiz ödemelerine bir kolaylık getiriliyor. Getiriliyor, getirilmiyor, ben bunun münakaşasına girmeyeceğim. Bu finans çevreleri, zaten bir problem olduğu zaman -onların avukatları da çok, onların hukukçuları da çok- onlar kendilerine çözüm buluyorlar. Esasında benim burada getirmek istediğim konu, yine bu geçici bütçede bir madde var, orada “hayvancılık için 5 trilyon lirayı geçmemek üzere bir teşvik getirilir” deniliyor.

Şimdi, ben, esas bu nokta üzerinde biraz konuşacağım: Bu Hükümet, İktidara geldikten sonra, onsekiz aydır “birtakım projeler uygulayacağım; hatta, 54 üncü Hükümet döneminde hazırlanan projeleri de uygulayacağım, doğuda hayvancılığı geliştireceğim” demesine rağmen, ciddî hiçbir tedbir almadı. Sadece, bundan bir hafta, on gün kadar önce, Bakanlar Kuruluna -nasıl olsa gidiyor- 10 trilyon liralık bir teşvik kararnamesi gönderilmek istendi; fakat, esasında, ondan daha tehlikeli olan ve benim, bugün, burada, üzerinde konuşmak istediğim husus, 29 Kasım tarihinde çıkan, Resmî Gazetede yayımlanan ve et ithaline müsaade eden kararnameyle ilgili.

Arkadaşlar, eğer, bir daha canlı hayvan ve kesilmiş et ithaline müsaade edilecek olursa -isterseniz, buna “Avrupa Topluluğunun şartları” deyin, ne derseniz deyin- Doğu Anadolu’yu terk edin, gidin demektir. Siz, o zaman, Doğu Anadolu’da hayvancılığı öldürürseniz, ne PKK’nın önüne geçebilirsiniz ne huzursuzluğun önüne geçebilirsiniz ne de o büyük, artan göçlerin önüne geçebilirsiniz. Siz, ne burada, Ankara’da ne İstanbul’da ne de Bursa da rahat oturamazsınız; tüm doğu boşalır ve buralara gelir. Bunun da en büyük sebebi şudur: 1984-1985’lerden sonra, Doğu Anadolu’da, hayvancılık, 1/3 oranında fiilen azalmıştır ve Türkiye’nin her yerinde ilerleme olmasına rağmen, Doğu Anadolu’da, hayvancılıkta gerileme olmuştur.

Şimdi, beni en çok şüphelendiren, bizi etkileyen husus şudur: Hükümet, bu kararnameyle, 29 Kasım tarihinin üç ay öncesinden geçerli olmak üzere canlı hayvan ithaline müsaade ediyor. Bu da gösteriyor ki, demek ki, birileri, etleri getirmişler, birtakım depolara, gümrüklere koymuşlar, onlar bu müsaadeyi bekliyorlar. Önümüzdeki kurban bayramını da bahane ederek, ithal edilen bu hayvanlar doğuya gelecek olursa, Doğu Anadolu’da hayvancılığı da öldürürsünüz, Doğu Anadolu’da yaşam şartlarını da öldürürsünüz. Böyle, 5 trilyonluk yardım size olsun, 10 trilyonluk yardım da size olsun; ama, yeter ki, bir daha, canlı hayvan ve kesilmiş et ithaline müsaade edilmesin.

Şimdi, bir şap hastalığı bahane edilerek, üçer, dörder aylık erteleme var; fakat, bana öyle geliyor ki, bu 29 Kasımdaki kararnamenin içeriğine baktığınız zaman, üç ay öncesinden geçerli olmasından dolayı da -üzerine bastırarak söylüyorum- birtakım etler gelmiş ve Tarım Bakanlığının personeline de büyük bir baskı var. Korkuyorum ki, bu Hükümet de, giderayak, tam da böyle kimsenin mesuliyetinin belli olmadığı anda böyle bir kararnameyi çıkarıp, Doğu Anadolu’nun candamarlarının kesilmesine sebep olacaktır. Bu, bizim için hayatî bir meseledir.

Bir başka nokta da şu: Belediyeler ve sermayesinin yüzde 50’sinden fazlası belediyelere ait olan iştiraklerin, 500 milyon Amerikan Dolarına kadar borçlanmalarına Hazinenin kefil olması meselesi.

Bakın, şimdi, burada bir konu daha var, bunu da anlatmak zorundayım; mecburum anlatmaya: Şimdi, bilhassa Doğu Anadolu’da -batıyı bilmem- seçim zamanı geldiğinde birtakım belediyeler kasıtlı olarak borçlanmalarla bazı yatırımlara giriyorlar, bunu oya tahvil ediyorlar; onlar gittikten sonra gelen belediyeler o eski borçları ödemek için çok büyük zorluk içerisine düşüyorlar. Bir misal vereyim: Bir ay önce, bizim Kâzım Karabekir Belediyemizin 42 milyarlık istihkakının 27 milyar lirası İller Bankasınca borca kesildi, belediyeye 15 milyar lira gönderildi ve bu ramazan günü, bu kış günü, belediyede işçiler para alamadılar; caddelerde akşama kadar geziyorlar... Tebessüm etmeyin, bunu biraz düşünün; eksi 30 derece soğukta senin oğlun kömür yok diye evinde kalsa ne olacak?!. Ha, bunun için, bunun istismarına gidilmesin. Bilhassa, şu belediyelere öyle bir sistem getirilsin ki, kendi dönemlerinde ödeyecekleri kadar borçlansınlar, kendi dönemlerinde ödeyemeyeceği borca girip de, ondan sonra gelenlerden o paralar kesilip, onlar, işçilerinin maaşlarını ödeyemez duruma getirilmesin; çünkü, bu son derece mantıksız ve çözümü zor bir durum meydana getiriyor.

Bu arada bir şey daha söyleyeceğim...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Evet, süre bitti; ama, zaten o kadar çok konuşuyorsunuz ki, size çok da süre verdik.

NABİ POYRAZ (Ordu) – Tamam...

BAŞKAN – Peki, buyurun; 2 dakika daha süre veriyorum.

ASLAN POLAT (Devamla) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Şimdi, arkadaşlar, biz konuştuk diyorlar da, burada çok konuşmak da bazen... Biz, bunu kasten konuşmuyoruz. Şimdi, burada bir şey konuşulmasın, Plan Bütçe Komisyonunda konuşulmasın... Ya nerede konuşulacak?!.

NABİ POYRAZ (Ordu) – Anlaşılmıyor... Yavaş, yavaş...

ASLAN POLAT (Devamla) – Bakın arkadaşlar, şimdi size bir şey söyleyeyim. En önemli vergi kanununu getirdiniz... (ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Arkadaşlar, bir dakika, konuşulanı anlamıyoruz.

ASLAN POLAT (Devamla) – Plan Bütçe Komisyonunda 30 maddesini görüşülmeden geçirttiniz. Şimdi, geçici bütçe geliyor; esas bütçeden kaçındınız, burada müdafaa etmekte zorlandınız. Bir geçici bütçe getirdiniz, onun bile burada bir gün konuşulmasından çekiniyorsunuz. Ee, bu kadar üzülüyorsanız, bu kadar müdafaa edemiyorsanız, bütçe getirmeyin. Bırakın, bütçelerini müdafaa edenler gelsin ve şöyle müdafaa etsinler.

Hepinize saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Polat. Sağ olun.

Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki konuşmalar bitmiştir.

Maddeyle ilgili bir önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeleri Kanunlaşıncaya Kadar Devlet Harcamalarının Yapılmasına ve Devlet Gelirlerinin Tahsiline Yetki Verilmesine Dair Kanun Tasarısının 5 inci maddesine (e) fıkrası olarak aşağıdaki hükmün eklenmesini arz ve teklif ederiz.

“e) 566 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci maddesindeki süre 31.12.1999 tarihine kadar uzatılmıştır.”

Kemalettin Göktaş Hacı Filiz Abbas İnceayan

Trabzon Kırıkkale Bolu

Cemal Alişan Yıldırım Aktürk Ali Topuz

Samsun Uşak İstanbul

Veysel Candan M. Salih Katırcıoğlu Mustafa Balcılar

Konya Niğde Eskişehir

İbrahim Çebi Fevzi Arıcı

Trabzon İçel

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, İçtüzüğümüzün 87 nci maddesinde “görüşülmekte olan tasarı ve teklifin konusu olmayan sair kanunlarda ek ve değişiklik getiren yeni bir kanun teklifi niteliğindeki değişiklik önergeleri işleme konulmaz” deniliyor.

İkinci kısım “görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon metninde bulunmayan, ancak, tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılır” diyor.

Ben, şimdi, tabiî, bu önergenin getirisi nedir, götürüsü nedir, bilmiyorum bunu; ancak, kendi inisiyatifimi kullanmıyorum, Komisyona soruyorum: Sayın Komisyon, siz, bu dördüncü fıkraya göre bu önergeyi işleme koyduğum zaman Komisyonun salt çoğunluğunu toplayabilecek misiniz?

İ. ERTAN YÜLEK (Adana) – Üyeler burada; toplayabilir.

BAŞKAN – Bir dakika efendim...

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI BİLTEKİN ÖZDEMİR (Samsun) – Sayın Başkan, söz konusu önerge, ne içeriği itibariyle, işaret buyurduğunuz birinci fıkra dolayısıyla, görüşülmekte olan kanunla ilgilidir; ilgili olduğu takdir edilse bile, Komisyonumuzun salt çoğunluğu oluşmadığı için katılamamaktayız.

Arz ederim.

BAŞKAN – Evet; bu itibarla ben de önergeyi işleme koyamıyorum.

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Sayın Başkan, bir şey söylemek istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, konuşulacak bir şey yok. Aslında ben de istiyorum önergeyi işleme koymayı; ama, bu önemli bir konu. Siz, bir kanun hükmünde kararnamenin hükmünü eğer bir geçici bütçeyle ertelerseniz, bundan sonra buralarda bütçeleri çıkarmak mümkün değil. Rica ediyorum... Şimdi yapacağımız hatalı bir uygulama, gelecekte çok çıkmaz sonuçlar doğurabileceği için, her şeyi kendi usul ve gelenekleri içerisinde hükme bağlamak zorundayız, karar vermek zorundayız.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Yerinden bir şey söyleyecek Sayın Başkan.

BAŞKAN – Bu itibarla, bunu işleme koymadım dedim. İşleme koymadığım bir önerge üzerinde konuşma hakkını da vermiyorum.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Konuşma hakkı değil, yerinden bir şey söyleyecek Sayın Başkan.

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Sayın Başkan, yerimden...

BAŞKAN – Peki, Kemalettin Bey, yerinizden bir cümle söyleyin.

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Şimdi, Sayın Başkan, bu, 1 Ocak 1999’da yürürlüğe girecek. Burada, bir tarih ertelemesi var. Zaten (b) fıkrasında da, ilaçta patentin yürürlüğe girmesiyle ilgili tarih ertelemesi var; yani, (b) fıkrasında bir tarih uzatması vardı. Biz, bu (e) fıkrasıyla, patentle ilgili süreyi bir yıl uzatacağız. Patentin Türkiye’de yürürlüğe girmesinden itibaren, yerli ilaç sanayii büyük bir sekteye uğrayacaktır, ilaç fiyatları müthiş bir şekilde pahalanacaktır. (DYP sıralarından “Doğru söylüyor” sesleri) Türkiye’de tekelleşme olacaktır.

BAŞKAN – Efendim, doğru söylüyorsa, komisyonlarda geçirseydiniz, getirip Genel Kurulda çıkarsaydınız; yani, bunun usulü bu.

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Sayın Başkan, Türkiye’de tekelleşme artacaktır. Şu Parlamentoda bütün milletvekilleri...

BAŞKAN – Sayın Göktaş, söylediklerinize aynen katılıyorum.

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Ee, o zaman...

BAŞKAN – Bunun, bu patent hakkının bir an önce böyle yürürlüğe girmesinin de haksız olduğunu da kabul ediyorum; ama, ben de burada bir usul uygulamak zorundayım. Keşke, Yüce Meclisimiz, arkadaşlarımız, bunu komisyonlarda geçirselerdi...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Komisyonun çoğunluğu var Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, bir teklif olarak komisyondan geçirin, getirin buraya.

Evet, maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

BAŞKAN – Kabul etmeyenler...

Efendim, geçti artık... (FP sıralarından gürültüler)

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Hayır, Sayın Başkan... Söyledim...

BAŞKAN – Efendim “kabul edenler” dedikten sonra söylediniz. Rica ediyorum...

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Lütfen... Sayın Başkan...

BAŞKAN – Madde kabul edilmiştir.

6 ncı maddeyi okutuyorum:

MADDE 6. – Bu Kanunda yer alan hükümler saklı kalmak üzere 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunları hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Ancak, konsolide bütçeye tabi kurum ve kuruluşların hizmet ihtiyacı veya genişlemesi nedeniyle, 1998 yılında istihdam ettikleri geçici işçilerin çalıştırılma sürelerinin artırılmasına ilişkin 1999 yılı Ocak ayı sonuna kadar Maliye Bakanlığına intikal ettirdikleri talepleri Bütçe Kanununun 52 nci maddesindeki sınırlamalara tabi olmaksızın; 30 trilyon lirayı aşmamak üzere ve anılan Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenecek esas ve usuller çerçevesinde Maliye Bakanlığınca ek vizeye bağlanabilir. Süre uzatımına ilişkin adam/ay vizesinin gerektirdiği ödenek ihtiyacını kuruluşların hizmet tertiplerine aktarmaya Maliye Bakanı yetkilidir.

Bu Kanunun uygulanmasından doğan aksaklıkları gidermeye, hizmetlerin gerekli kıldığı tedbirleri almaya ve bütçe işlemlerini yapmaya Maliye Bakanı yetkilidir.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Ertan Yülek. (FP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Yülek.

Süreniz 10 dakika efendim.

FP GRUBU ADINA İ. ERTAN YÜLEK (Adana) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; tabiî, bazı arkadaşlarımızın aceleceliğini anlıyoruz; ama, 31 Aralığa daha bir gün var. Dolayısıyla, 1999 yılının ilk altı ayını içine alan ve bütün Türkiye ile bütün insanımızla alakalı böyle bir kanun tasarısı üzerinde, herhalde, 5’er 10’ar dakika görüşmek de çok fazla değildir. Onun için, zannediyorum ki -her halükârda, bu gece bitecek bu; çünkü, öyle karar alınmış- biraz daha sabırlı olunursa, bazı hakikatleri de söyleme imkânımız olur.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bu 6 ncı madde, esasında bir madde ama, göründüğü kadar -bir madde olduğu kadar- masum bir madde değil. Bu, aşağı yukarı, bütçe kanun tasarısının -80 ilâ 100 madde zannediyorum- tamamını içine alan bir madde; çünkü, 1998 yılı bütçe kanunu tasarısındaki bütün maddelerin ilk altı ayda geçerli olduğunu söylüyor bu madde ve keza, 1999 yılındaki geçici bütçeyle alakalı uygulamaların da Maliye Bakanı tarafından düzenleneceğini ifade ediyor. Dolayısıyla, bir paragraf veya iki fıkradan ibaret, dörtte bir sayfa bile tutmayan bu madde, üzerinde oldukça durulacak bir maddedir; ancak, tabiî, geçici bütçelerin şansı veya onu getirenlerin şansı, 70-80 maddeyi görüşmeden bir tek maddeyle, bundan evvelki yıl uygulamalarının, o bütçe kanununda bulunan maddelerin önümüzdeki geçici bütçe süresi içerisinde kullanılmasını amir kılıyor; yani, bu madde o. O kadar basit bir madde değil arkadaşlar. Yalnız, dikkat buyurulursa, burada bir husus daha getiriliyor, deniyor ki, bu kanun hükmü dışındakiler, geçen senedekiler geçerli; ancak... Burada dikkat buyurun, geçici işçilerle alakalı bir ilave istisna getirmiş. Arkadaşlar, bakınız, bu, esasında, üzerinde durulacak bir maddedir.

Geçici işçi nedir; geçici işçi, işlerin her zaman olmadığı zamanda, daha doğrusu, işlerin olduğu zamanda mevcut kadronuzla o işi göremediğiniz takdirde, ilave birtakım işçiler almak suretiyle, o kritik dönemi, tabiri caizse, o pik dönemi atlatmaktır. Dolayısıyla, öyle sektörler vardır ki, bu sektörlerde, siz, geçici işçiden vazgeçemezsiniz; geçtiğiniz zaman ne olur; biraz evvel, Sayın Yıldırım Aktürk’ün belirtmiş olduğu tavuk ve karga misali olur; yani, siz, tavukları öldürürsünüz, kargaları beslersiniz; et aldığınız, yumurta aldığınız tavuklar ölür; etinden, tüyünden, hatta, sesinden bile istifade edemediğiniz kargalar çoğalır anlamındadır.

Bakın, ben, Türkiye Şeker Fabrikalarında Genel Müdürlük yaptım arkadaşlar. Geçici işçi ne zaman alırız; ağustos veya eylül ayından itibaren pancar sökümü başlar ve bazı fabrikalarda iki ay, bazı fabrikalarda üç ay ve maalesef, kapasitenin çok düşük olduğu, ekimin fazla olduğunda altı aya kadar süren bir hasat değil de fabrikanın çalışma süresi olur. Niye maalesef diyorum; çünkü, şeker fabrikalarında, normal olarak, üç ayda şekerpancarını işlemeniz lazım, bilemediniz dört ayda işlemeniz lazım; işlemediğiniz takdirde şekeri kaybedersiniz; yani, verimi düşer. Pancar sökümüne başladığınız zaman, fabrikalar çalışmaya başladığı zaman ne olacak; falan yerde kantarınız var, kantarınızı açtınız, kantarınıza işçi lazımdır; onu alacaksınız, mecbursunuz. Peki, mevsim kapandı, pancar kantarı kapandı, fabrikalar kapandı; bu işçiyi ne yapacaksınız? İki şey var; ya bu işçiye çalışmadan ücret ödersiniz veya “belli bir süre sizi dışarıda bırakıyorum, bilahara, zamanı geldiğinde alacağım” dersiniz; doğrusu budur. Eğer böyle yapmazsanız... Bakın, Anayasada bile hüküm var “Çalışmayana ücret ödememek lazımdır. Ücret, yapılan işin karşılığıdır” deniyor. Peki, siz, yaptıracak işiniz olmadığına göre -yok- ne yapacaksınız; o zaman, bu işçiyi çıkaracaksınız; eğer alırsanız, öderseniz, bu, hakkaniyete uygun olmaz. Bu, sadece Türkiye Şeker Fabrikalarında değil, Orman İdaresinde vardır, Köy Hizmetlerinde vardır, Devlet Su İşlerinde vardır, Karayollarında vardır... Mesela, Devlet Su İşlerinin sulama zamanı yaz aylarıdır, elbette muvakkat işçi alacaksınız; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün yol yapımı yaz aylarındadır. Peki, yaz geçti kış geldi. Yazın dahi, fazla işçinizi, dozerine, greyderine, kamyonuna mazot bulamadığınız için çalıştıramıyorsunuz, işçiye para ödüyorsunuz; bir de kış geldiği zaman buna ödemeye devam edeceksiniz! Bu doğru değildir.

Bakınız, bunun doğru olmadığına ilişkin 1998 yılı bütçesinde ve 1999 yılı bütçesinde amir hükümler var. 1998 Malî Yılı Bütçe Kanununun 52 nci maddesinde bu iş disipline edilmiş. Burada birçok madde var, tek tek okumak istemiyorum; mesela “Geçici işçileri, bütçelerinin ilgili harcama kalemindeki ödenekleri aşmayacak sayıda ve süre ile istihdam edebilirler. Maliye Bakanlığınca vize işlemi yapılmaksızın geçici işçi istihdam edilemez ve ödeme yapılamaz.” Bu niye; geçici işçilerle alakalı olan çalışma rejiminin düzenlenmesidir. Nitekim, Anayasada “Çalışma rejimleri kanunlarla düzenlenir” deniyor. Memurların da, işçilerin de çalışma rejimleri kanunlarla düzenleniyor; geçici işçilerin çalışma rejimlerinin de kanunlarla düzenlenmesi için, ne şekilde düzenleneceğine dair, burada 52 nci maddede amir hükümler var. Şimdi, Sayın Maliye Bakanımız haklı olarak dediler ki ‘’bütçe, şart kanunudur.” Doğrudur... Peki; bütçe şart kanunudur diye siz bütçeyi getirmiyorsunuz; iyi de ediyorsunuz; peki, o zaman, gelecek hükümetleri böyle bir maddeyle niçin şart altına sokuyorsunuz? Bakın, çok açık bir mantıkla söylüyorum arkadaşlar; yani, bu, hepimizin memleketidir, hepimizin işidir. Bu İktidarın ne kadar kalacağı da belirsizdir; işte görüyorsunuz.

Şimdi, benim buradaki endişem, mademki, disipline edilmiş bir 52 nci maddeyle... Siz, 6 ncı maddede diyorsunuz ki, 1998 yılındaki bütün maddeler geçerlidir -tamam, kaç madde; 70 madde, 80 madde- ancak, 52 nci madde şartları, bunun dışındadır.

Şimdi, arkadaşlar, 52 nci madde de bir düzenleme getiriyor, bir disiplin getiriyor, keyfîliği ortadan kaldırıyor; inanın, siyasetçileri baskı altından kurtarıyor, bürokratları baskı altından kurtarıyor, bir rejime bağlıyor. Siz, bu rejimi ortadan kaldırırsanız, emin olun, rahatsız olur ve birçok kimseyi de rahatsız edersiniz. Belli bir kimseyi, siz, memnun edelim diye çalışırken, büyük bir grubu, büyük bir ilkeyi de yaralamış olursunuz. Hele hele hep bütçe disiplininden bahseden ve hele hele bir şart kanundan bahseden ve bilhassa bütün ömrünü bürokraside geçirmiş ve hakikaten de bürokraside geçirdiği o hayatını da disiplinli bir şekilde, ilkeli bir şekilde geçiren bir Maliye Bakanımızın, 52 nci maddeyi bu şekilde istisna tutmasına akıl erdirmek mümkün değildir; hiç kimsenin de buna akıl erdirmesi mümkün değil, bakın, hiç kimsenin... Onun için, diyorum ki, arkadaşlar, gelin bu maddenin bu fıkrasını çıkaralım ve ileride bütün hükümetlerin başına dert olacak birtakım hususları, şimdiden, bir ilkesizlikle, bir oldubittiyle veya üzerinde düşünmeden kabul ederek kötü bir başlangıcın sebebi olmayalım.

Bakın, biraz evvel söyledim; günlerce görüşeceğimiz hadiseyi, dört beş saatte görüşüyoruz ve dört beş saatte karara bağlamaya çalışıyoruz. Peki, arkadaşlar şu anda bu kanunu nerede ise ittifak halinde kabul ederken, karara bağlamada bu kadar titiz davranıyoruz da, böyle bir ilkesizliğe ve böyle bir kötü başlangıca imkân verecek bir fıkraya niye karşı değiliz diyorum?

Onun için, ben, Maliye Bakanından da rica ediyorum...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yülek, süreniz bitti.

İ.ERTAN YÜLEK (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

...yani, kendi geçmişi, şu ana kadarki kendi bütçe disiplin anlayışı da zannediyorum beni teyit edecek ve değerli arkadaşlarımızın anlayışının da bundan farklı olmayacağını düşünerek, hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yülek.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Mehmet Gözlükaya; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Gözlükaya, süreniz 10 dakikadır.

DYP GRUBU ADINI MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz yasa tasarısının 6 ncı maddesiyle ilgili Doğru Yol Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinize saygılar sunuyorum.

6 ncı maddede, üzerinde durduğumuz iki konu var; birincisi, maddenin ilk cümlesinde “Bu Kanunda yer alan hükümler saklı kalmak üzere 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunları hükümlerinin uygulanmasına devam olunur” deniyor.

Burada bütün hükümlerin uygulanacağı söylenirken, bizim tereddüt ettiğimiz husus şudur. Kartel, medya dediğimiz bazı basın organları, promosyonun yasak olmasına rağmen, bu yasayı ihlâl ederek tabak-çanak dağıtmaya devam ediyorlar. Biliyorsunuz ki, 4226 sayılı Yasaya göre, gazeteler, kültürel yayınlar dışında promosyon dağıtamazlar. Bakanlığın uyarısına rağmen, maalesef, bu uyarıya uymamışlar, mahkemelere verilmiş, mahkemeler bu hükmü Anayasaya aykırı buldukları için Anayasa Mahkemesine gitmişler; ama, Anayasa Mahkemesi iptal talebini geri çevirmiş; ama, Resmî Gazetede gerekçeli kararını yayımlamamış ve promosyon bu şekliyle devam ediyor.

Şimdi, 6 ncı maddenin ilk cümlesi, 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunları hükümlerinin hepsi aynen devam edecek derken, burada, 4077 sayılı Yasanın 25 inci maddesiyle tespit edilen cezaların 1998 ve 1999 yıllarında da aynen devam edeceği ifade ediliyor diye düşünüyoruz.

1997 yılı için bu maddeye aykırı hareket edenlere, ilkin, 10 milyar lira ceza veriliyor. Kampanyanın, Sanayi Bakanlığının ihtarına rağmen devam etmesi halinde, her sayı için, ayrıca, 1997 yılında 1 milyar lira para cezası uygulanıyor; aynı yıl içerisinde tekerrürü halinde, bu cezalar 2 misli uygulanmaktadır.

Şimdi, 1998 ve müteakip yıllarda ise bu cezalar, 4077 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin altıncı fıkrası uyarınca, Türk Ceza Kanununun ek 2 nci maddesi hükümlerine göre artırılması gerekmektedir. Türk Ceza Kanununun ek 2 nci maddesine göre, cezanın artırılmasıyla ilgili bir hesaplama yaptık: Yüzde 102 misli artırılması lazım görünüyor; ama, Bütçe Kanununa konan bir hükümle, 1998 yılı Bütçe Kanununun 71 nci maddesinin (a) fıkrasının üçüncü bendinin üçüncü paragrafına konulan bir hükümle cezaların artışı engellenmiştir: “4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunda gerekli değişiklik yapılıncaya kadar Kanunun 25 nci maddesinin altıncı fıkrası uyarınca 1998 yılı içinde belirlenecek para cezaları 1997 yılı için uygulanan miktarları aşmamak üzere uygulanır” der. Bu, 1999 bütçesi için de aynen alınmış.

Şimdi, hal böyle olunca, anlaşılıyor ki, bu promosyonlara verilecek cezalar 10 milyar lirayı -1 milyar lira sayı başına- geçmeyecek şekilde görünüyor. Bu, şu demektir: Eğer, bu hüküm istisna edilmeden aynen uygulanacak olursa, bu tabak çanak verilmeleri şu veya bu şekilde dolambaçlı yollardan devam edecektir; bunun önlenmesi mümkün değildir. Eğer gerçekten bu cezalar çok görülüyorsa, ilgili yasanın aslında bir değişiklik yapmak lazım iken, bütçe kanununa bu hüküm konulmuştur; buna itiraz ediyoruz, bunun yanlışlığını belirtiyoruz. Burada devletin büyük para cezalarını almamaktan dolayı zararının olduğunu belirtiyor ve buna karşı olduğumuzu ifade ediyoruz.

Ayrıca, yine, bu maddede itiraz ettiğimiz ikinci bölüm de şudur: Geçici işçiler için altı aylık 30 trilyon liralık bir kaynak aktarıldığı anlaşılıyor. Burada dikkatimizi çeken husus şu: Geçici işçiler, malum olduğu üzere, zarureten kullanılan; yani her mevsimde değil de belli mevsimlerde kullanılan işçilerdir; aşağı yukarı her bakanlıkta vardır, birçok bakanlıkta vardır en azından. Köy Hizmetlerindeki geçici işçiler için düşünülen bu husus, anlaşılıyor ki, geçici işçi bulunan bütün bakanlıkları kapsayacak. Şimdi düşünebiliyor musunuz, kışın hiçbir görev yapmayacak olan geçici işçiler bu hüküm kapsamına alınıyor, kadroya da alınmıyor, 12 nci aydan itibaren çalışmalarına devam edecekler gibi görünüyor. Bu, bize, bütçeye bir yük getirecek diye düşünüyoruz. Bunun, seçim için alınmış bir karar olduğunu buradan ifade ediyoruz. Eğer hakikaten geçici işçilere bir çözüm bulmak istiyorsak, bir yasayla bu konuyu kökünden halletmemiz lazım ve geçici işçilere bir sınırlama getirelim, mevcut geçici işçileri de kadroya alalım; ama, bu yapılmıyor. Şimdi 30 trilyon liralık bir imkân tanınıyor. Eğer bunu bütün bakanlıklara sâri kılacak olursanız, gerçekten kışın veya kullanma zarureti olan mevsimlerde kullanılacak işçiler kullanılamaz hale gelirler diye düşünüyoruz. Bu bakımdan, buna da karşı olduğumuzu ifade ediyoruz.

Bunun -bu hükmün, maddenin bu kısmının- ayrıca, bütçe disiplinine aykırı bir durum olduğunu da ifade ediyorum.

Geçti, ama, bir de şu hususu belirtmekte fayda var: 5 inci madde, bize göre çabuk geçti; Anayasaya aykırı hükümleri vardır. Dikkat ederseniz, 5 inci maddenin (a), (b), (c) ve (d) fıkraları Anayasaya aykırıdır. Vergi kanunları bütçe yasalarıyla düzenlenmez. Bütçe yasaları bir yıllıktır; vergi kanunlarıysa, bunlarda yapılacak değişikliklerse devamlılık arz eder. Bu bakımdan, 5 inci madde, Anayasanın amir hükümlerine aykırıdır. Bunu, burada belirtiyoruz. Anayasa Mahkemesinin de bu yönde birçok kararının olduğunu ifade ediyoruz.

Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gözlükaya.

Sayın Komisyon Başkanı söz istiyorlar; buyurun.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI BİLTEKİN ÖZDEMİR (Samsun) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, geçici işçilerle ilgili olarak, muhtelif partilerimize mensup sayın milletvekili arkadaşlarım, kamuoyunda yanlış çağrışımlara yol açabilecek bazı değerlendirmeler yaptılar; düzetmek için huzurlarınıza gelmiş bulunuyorum, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de kamu yönetiminde konsolide bütçeye dahil kurum ve kuruluşlarda çeşitli istihdam tarzlarından bir tanesi de, hizmetlerin mahiyetleri dikkate alınarak, geçici surette işçi çalıştırılmasına ilişkin bulunanıdır. Çalışma düzenleri ve sistemleri bir türlü rayına oturtulamamış kesim bu geçici işçilerimizdir.

Geçici işçilerimiz, her yıl “acaba, kamu yönetimleri bizi tekrar işe alacaklar mı” diye, daha ocak ayının başından tereddütle hayatı yaşamaya başlarlar ve yıl boyunca, çalışma süreleri üzerindeki belirsizlikler nedeniyle büyük bir aile dramı yaşarlar.

Şimdi, ilk defa şu düzenlemeyle Maliye Bakanlığının önereceği ve Bakanlar Kurulunca belirlenecek ilkeler dahilinde, yine, bütçede öngörülen belli ödeneklerle kısıtlı olarak, hizmetin nitelikleri ve çalıştırılma mahalleri, kurumun hizmet özellikleri topluca dikkate alınarak, işçilerimizin hangi statü içerisinde, ne şekilde çalıştırılacakları belirlenecek ve herhangi bir siyasî etkinin tesirinde kalmadan, yozlaşmış uygulama kökünden düzeltilecek ve mümkün olduğu ölçüde, çalışanlarımız, geçici işçilerimiz, daha uzun sürelerle çalışma imkânına kavuşacaklar ve önlerindeki bu karamsar, belirsiz, düzensiz çalışma altyapısı düzeltilmiş olacaktır.

Şimdi, bütün bu amaçları sağlamaya yönelik böyle bir düzenlemenin -huzurunuzda da- Yüksek Genel Kurulunuzca tasvip göreceğinden emin bulunuyorum. Binaenaleyh, Hükümetin getirdiği ve Komisyonumuzda da enine boyuna değerlendirilen bu konunun bir yozlaştırma unsuru yerine, bir düzeltme ve kökünden, kalıcı bir iyileştirme olarak algılanması gerektiğini mütalaa ediyorum. Bu nedenlerle de, bu çalışmanın, bu düzenlemenin geçici işçilerimize iyilikler getireceğine inanıyorum.

Geçici işçilerimizin çalışma sürelerine gelince: Zaten, 12 ay çalıştırılan geçici işçilerimiz sürekli işçi niteliğini kazanmış olurlar. Şu halde, 12 aydan daha kısa süreli; ama, belli düzen içerisinde, mevsimlik itibariyle çalıştırılacak işçilerimizin geçici işçi statüsü içerisinde istihdamlarına devam olunacaktır. Bu nedenle, bu düzenleme yerindedir ve aslında, disipline edici anlayışın bir ürünüdür ve işçilerimiz için de hayırlı olacaktır. Ben, bu konuda böyle bir düzenlemeyi getirdiği için Hükümeti de tebrik ediyor, bu doğru düzenlemenin de tasviplerinize mazhar olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özdemir.

ANAP Grubu adına, Sayın Rüşdü Saracoğlu; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA RÜŞDÜ SARACOĞLU (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçici bütçe kanun tasarısının 6 ncı maddesi üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini bildirmek için söz almış bulunuyorum; öncelikle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Bu maddede getirilen esas düzenleme, 1998 malî yılı bütçesinde konulmuş bulunan kısıtlayıcı hükümlerin geçici bütçe döneminde de sürmesini sağlamaktır. Bu hükümler, bütçe disiplinini sağlamaya dönük hükümlerdir ve bu hükümlerin devam etmesinde de, Anavatan Partisi olarak, büyük yarar görmekteyiz; bütçe disiplininin sağlanmasına yardımcı olacak hususlardır.

İkinci olarak da, yapılan düzenlemeyle, geçici işçilerle ilgili bir düzenleme yapmaya Maliye Bakanına yetki verilmektedir. Bu düzenlemeyi de destekliyoruz; doğru ve yerinde bir düzenlemedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu vesileyle -şimdiye kadar bütçe müzakerelerini oldukça yakından ve dikkatli bir şekilde izledim- yapılan müzakereler ve ortaya konan bazı görüşlerle ilgili düşüncelerimi de müsaadenizle dikkatinize getirmek istiyorum.

Konuşmalarda faizler konusu sıkça dile getirildi. Doğrudur, ülkemizde faiz oranları hakikaten yüksektir; reel faizler yüksektir, bütçedeki faiz ödenekleri her sene giderek artmaktadır. Ancak, ülkemizin karşı karşıya bulunduğu piyasa koşullarını da tamamiyle gözardı ederek, bu faiz olgusunun değerlendirilmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum.

Bakınız, bu kürsüden söylendi; “reel faizler, dolar bazında yüzde 50, yüzde 40, yüzde 30” denildi. Bu bahsedilen rakamlar, Türkiye’de satılan devlet içborçlanma senetlerinin, vadesi geldiğinde gerçekleşen, dolar bazında getirileridir. Ben burada rakamları münakaşa etmiyorum; fakat, Türkiye Cumhuriyetinin yurtdışına eurobondlar, tahviller ihraç ettiğinde karşı karşıya kaldığı faizler çok daha düşüktür. Bu eurobondları alanlar, yabancı bankalar olduğu gibi, Türk bankalarıdır, Türk finansal kurumlarıdır; aynı, bizim, devlet içborçlanma senetlerini alan kurumların Türk bankaları veya yabancı bankalar olduğu gibi.

Değerli arkadaşlarım, aradaki en önemli fark, bu iki enstrümanın farklı hukuklara tabi olmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye’deki devlet içborçlanma senetleri Türkiye Cumhuriyeti hukukuna tabidir, yurt dışında sattığınız eurobondlar Londra hukukuna, New York hukukuna, Frankfurt hukukuna tabi kâğıtlardır.

Bakın, biraz önce 5 inci maddeyi Yüce Heyetiniz onaylayarak, daha önce Vergi Kanunuyla getirilmiş olan bir yanlışlığı düzeltti; yani, Türk hukukuna tabi kâğıtlar satıldığı tarihte, bu kâğıtların üzerinde olmayan bir vergi getirilmişti, Yüce Heyetiniz bu verginin kaldırılmasını, en azından ertelenmesini uygun gördü; ki, doğru bir yaklaşımdır.

Bu da, sizlerin dikkatinizi çekmek istediğim ikinci noktayı önplana çıkarıyor; o da, risk olgusu. Bu gibi kanun maddeleri, Türkiye’de yatırımcının karşı karşıya kaldığı riskleri çok büyük miktarda artırmaktadır. Yarın öbür gün, birisi, ben bu kâğıtların faizini ödemiyorum da diyebilir. Dolayısıyla, biz, yapılan bütün bu beyanların, bir anlamda, faturasını hep birlikte, maalesef, ödemek zorundayız.

Üçüncü husus: Burada, bankalara sıkça yüklenildi; yüksek faizler, rant kesimi, rantiyeci gibi bankacılık sektörü birtakım suçlamalarla karşı karşıya bırakıldı.

Ben size bir şey söylemek istiyorum; rakamlara lütfen iyi bakınız. 1998 yılının 3 aylık temmuz-eylül döneminde, Türkiye’den çekilen paranın miktarı, Türkiye’den çıkan paranın miktarı 7,2 milyar dolardır. 7,2 milyar dolar nedir derseniz, haziran sonu itibariyle, yani bu çıkışın başlamasından önceki tarih itibariyle, Türkiye’de bankacılık sisteminin sahip olduğu tüm parasal kaynakların yüzde 13’üdür;3 ay içinde çıkmıştır.

1994 krizinde, 4 bankanın battığı krizde bankalardan çekilen mevduatın miktarı, toplam mevduatın yüzde 13’ü idi. 1991 krizinde, Körfez krizi sırasında sıcak savaş başladığı zaman Türkiye’den, bankalardan çekilen paranın miktarı, bankacılık sektörünün kaynaklarının yüzde 11’i idi; yani, bankacılık sistemi bugün belki de tarihindeki en büyük şoklardan birisiyle karşı karşıya kalmıştır ve bu parayı da ödemiştir. Dolayısıyla, bankacılık sektörünün o kadar fazla da üzerine gelmeyin.

Bakın, 1992 Ocak ayından 1998 Haziran ayına kadar 6,5 yılda portföy yatırımları yoluyla Türkiye’ye giren yabancı sermayenin yüzde 65’i, 3 ayda çıkmıştır. 6,5 yılda aldığınız toplam yabancı sermayenin yüzde 65’i, 3 ayda çıkmıştır.

Burada, sanıyorum hepimizin, konuşmacıların pek çoğunun gözardı ettiği bir husus vardır. Gözardı ettikleri husus da şudur: 32 sayılı Kararın, ülkemizi içinde bulundurduğu ekonomik koşullardır. Bu koşullarda aklınıza gelen her tedbiri alamazsınız. Ne yazık ki bu koşulların neler olduğunu, 32 sayılı Kararın getirdiği rejimin, siyaset ve siyasetçiler üzerine, politika tercihleri üzerine ne gibi kısıtlamalar getirdiğini çok az kimse anlayabildi, çok az kimse takdir edebildi.

Bugün, siz, herhangi bir şekilde piyasaları ürküttüğünüzde, piyasalar, ilk tercih olarak Türk Lirasından dövize yöneliyorlar; fakat, dövizi Türk bankalarında tutuyorlar; ama, 32 sayılı Kararın içeriği bu kadar değil. Piyasaları biraz daha ürküttüğünüz takdirde, o piyasalar, Türk finansal sisteminden çıkıyorlar, yurt dışındaki bir başka finansal sisteme gidiyorlar. Bunu, bugün için, 32 sayılı Karar rejimi altında durdurmanız da mümkün değil. Nasıl durdurursunuz, buna nasıl mani olursunuz ben size söyleyeyim: 34 sayılı kararı getirirsiniz; yani, ikinci 17 sayılı Karar rejimini getirirsiniz, o rejim altında buna mani olursunuz. Aksi takdirde, 32 sayılı Kararın getirdiği politika tercihlerinin sizlerin, bizlerin üzerine getirdiği kısıtlamalara tabi olduğumuzu aklımıza koyarak, burada, politika önerilerinde bulunmamız daha doğru bir yaklaşım olur diye düşünüyorum.

Kaldı ki, önce Asya krizi, takiben de Rusya kriziyle birlikte, bütün dünyanın, bütün dünya yatırımcılarının risk tercihi risk aleyhine döndü. Herkes riskten kaçıyor, bugün için de kaçıyor. Bu, Türkiye’nin yarattığı özel koşullardan değil, Allah için, kendi kendimize yarattığımız özel koşullar da var, onları, bir başka gün münakaşa ederiz; ama, bugün için, dış konjonktürün ülkemize getirdiği bir şoktur. Dolayısıyla, burada, 1999 yılında neler yapılabileceğini irdelerken, faizlerin neden bu seviyelere çıktığını irdelerken, bu gibi global koşulları, dünya konjonktürünün yarattığı koşulları da, lütfen, hepimiz, aklımızda tutalım diyorum.

Beni dinlediğiniz için hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Saraçoğlu.

Şahsı adına, Sayın Yıldırım Aktürk.

Buyurun efendim, süreniz 5 dakika.

YILDIRIM AKTÜRK (Uşak) – Sayın Başkan, muhterem arkadaşlar; ben, Plan ve Bütçe Komisyonunda da, geniş bir tartışmanın sonunda, muhalefet şerhi yazarak görüşümü arz ettim. Sayın Komisyon Başkanımız Biltekin Özdemir’in buradaki ifadesinin biraz eksik olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki, Komisyon raporundan alıntı yapıyorum. “1998 yılında fiilen çalıştığı tespit edilen geçici işçilerin 1999 yılında çalıştırılma sürelerinin 1998 malî yılı Bütçe Kanununun 52 nci maddesindeki sınırlamalara tabi olmaksızın artırılmasının seçim öncesinde uygun bir yaklaşım olarak değerlendirilemeyeceği, aynı zamanda, öngörülen düzenlemeyle 52 nci maddeyle getirilen disiplinden uzaklaşıldığı görüşü dile getirilmiştir.” Bu görüş, Komisyonda yaygın bir şekilde dile getirildi.

Muhalefet şerhimden bazı pasajları okuyorum: “52 nci madde, bir sene evvel, aynı Komisyonun, aynı üyelerin 1998 yılı Bütçe Yasasına yazdıkları bir maddedir, titiz bir çalışma neticesidir ve özellikle şu hususu içermektedir: ‘Maliye Bakanlığı, vize işlemleri yapılmaksızın geçici işçi istihdam edilemez. Yukarıdaki 52 nci madde hükümlerine aykırı uygulamalardan dolayı itâ amirleri ve tahakkuk memurları ile ödenek üstü harcama yapan saymanlar sorumludurlar.” Yani, çok ciddî bir şekilde, olaya korse giydirilmiştir ve disiplin sağlanmış idi. Şimdi 52 nci madde by-pass ediliyor. Burada yapılan, mevsimlik işçilerin, oniki aya kadar sürelerini tamamlamak, bunlara ücret ödemek hadisesidir ve buna Bakanlar Kurulu yetkili kılınmaktadır.

Muhterem arkadaşlarım, seçim öncesi, bir Bakanlar Kurulu, bu yetkiyi maalesef, sonuna kadar kullanacaktır, bu da çok yanlış bir zamanlama olacaktır, üzerindeki baskıdan dolayı.

Şimdi, biz Millî Eğitim Bakanlığında hizmetli personel imkânı getirdik ve bu işçilerden uygun olanlarını oraya alalım dedik; inanınız, yarısına yakını, şartlar uygun olduğu halde müracaat etmedi. Sebebi, burada oturarak veyahut da kısa dönemde çalıştıklarında aldıkları toplusözleşme ücretlerinin dört aylık, beş aylık bölümü, oniki aylık memur, hizmetli maaşından fazla idiydi de onun için. İkincisi, ATM’lerden para alarak çalışmak istedikleri için. Denildi ki -aynen gecekondu edebiyatı gibi- seçim geliyor, bir siyasî baskı yapalım, bu beş ayı oniki aya çıkaralım. Maalesef, buna, Köy Hizmetlerinden sorumlu Sayın Bakanımız da alet oldu; ekranlarda, bunu, duygu sömürüsü meselesi yaptı ve buna, diğer sayın bakanlar da “biz de isteriz” şeklinde katıldılar.

İzlemeyenleriniz için bir sahne çiziyorum: Ekranda bir tarafta Sayın Mustafa Yılmaz, öbür tarafta orman yangın söndürme işçisi, kucağında da altı yaşında çocuğu. Diyor ki: “Ben beş ay çalıştım, çıkarıldım, şimdi geçimimi sağlayamıyorum, bu çocuğumu satacağım” Şimdi, Sayın Mustafa Yılmaz’ın tablosu: Hemen not defterini çıkarıyor, o işçiye “senin ev telefonunu alayım, çocuk satmak falan yok. Ben bu işi 4 Ocakta halledeceğim” diyor. Şimdi de Meclisten geçiyor. Bu yaklaşım neticesi işçi kardeşimiz diyor ki: “Geçen ay elime 300 milyon lira geçti, ancak bir buzdolabı alabildim, daha düşük fiyatlısı da yok” Piyasanın ne kadar pahalı olduğunu gösteriyor.

Sevgili arkadaşlarım, peki, sokakta gezen, bir aylık değil, bir haftalık geçimini sağlayamayan işçi kardeşlerimizi kim düşünecek?

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Ormanda aynı ücrete çalışan sigortasız çok işçi var.

YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Muhterem arkadaşlarım, Köy Hizmetlerinde, Tarım ve Köyişleri Bakanlığında, Bayındırlık ve İskân Bakanlığında mevsimlik işçiye daima ihtiyaç olacaktır. Eğer böyle bir uygulama başlatırsak, yarın, dört aylığına, diyelim ki, bir kar küreme, bir yangın söndürme için işçi aldığınızda, onlara da oniki ay maaş vermek mecburiyetinde kalacaksınız. -Sayın Cumhurbaşkanımızın bile, yıllık bilançosunu çıkardığında, birkaç sene evvel erken emeklilik konusunda aldığı kararın çok yanlış olduğu ifadesini saygıyla karşılıyorum- İnanınız, buna imza atanlar, kendilerini üç dört sene sonra aynı kuyunun içinde bulacaklardır ve bunun sorumluluğunu taşıyamayacaklardır.

Muhterem arkadaşlar, Anayasamızın 55 inci maddesinde “Ücret emeğin karşılığıdır” deniliyor. Emeğin karşılığı olmayan bir ücreti, Anayasal olarak vermeye hiç kimsenin hakkı yoktur. İkincisi, 128 inci maddede özetle deniliyor ki: “Bu kurallar kanunlarla belirlenir” İşte, bütün detayıyla burada belirlenir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, zamanınız bitti, size 1 dakika eksüre veriyorum.

YILDIRIM AKTÜRK (Devamla) – Kesinlikle, Bakanlar Kuruluna yetki devredilemez. Bu da Anayasanın 128 inci maddesine aykırıdır.

Muhterem arkadaşlarım, burada harcanan kalem, altı aylığına 30 trilyondur. Biz, yangın var sanayimizde, KOBİ’lerimizde dedik; 35 trilyonluk bir paket oluşturuldu; Hükümetimiz sadece 8 trilyonluk nakit bulabildi. Bir Eximbanka KOBİ’ler için 8 trilyonu, dişimizden tırnağımızdan artırıp da verdiğimiz bir dönemde, altı aylığına 30 trilyonluk hovardalığı yapmaya hiç kimsenin cüret etmemesi lazım.

Saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aktürk.

Sayın Halit Dumankaya?.. Yok.

Sayın Abdüllatif Şener?..

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Konuşmayacağım efendim.

BAŞKAN – Konuşmayacaksınız.

Sayın Cevat Ayhan, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; Geçici Bütçe Kanunu Tasarısının 6 ncı maddesi üzerinde şahsen söz aldım, hepinizi hürmetle selamlarım.

Bu madde, çeşitli kamu kuruluşlarında geçici işçi olarak çalışanların daimî işçi haline getirilmesiyle ilgili bir maddedir. Ne yapıyoruz onu iyi düşünelim. Plan ve Bütçe Komisyonunda bunu enine boyuna konuştuk; ama, pek zarif Başkanımız, burada politik beyanlarda bulundu. Aslında, kendisinin de bizim gibi düşündüğüne inanıyoruz; kendisinin devlet görgüsü, tecrübesi o istikamette düşünmesini gerektirir.

Şimdi, size soruyorum: Kamu kuruluşlarında geçici işçi ihtiyacı kalkıyor mu? Yani, bir başka maddeyle “kamu kuruluşları hiçbir zaman geçici işçi istihdam edemez” diye bir hüküm getiriyorsak, bu arkadaşlarımızı, 30-40 bin işçiyi daimî işçi haline getirelim. Çalışmadan para veririz, çalışarak para veririz o aynı konuşulur; ama, kamu kuruluşlarında geçici işçi ihtiyacı hiçbir zaman kalkmayacaktır. Ormanda, Tarımda, Köy Hizmetlerinde mevsimlik işçi ihtiyacı var. Makineleri araziye sevk ettiğiniz zaman da geçici işçi ihtiyacınız var. Haa, bu işçilere çalışmadıkları zaman da bakacaksanız, bu da güzel bir sosyal transferdir; ama, ben size teklif ediyorum: Bu sayıyı 40 bine değil de, 500 bine çıkaralım; çünkü, özel sektör 500 bin işçi çıkardı. Bu insanlar asgarî ücretle çalışan insanlardır. 1992 yılında, ilimin bir köyünü ziyaretimde, o köydeki bir geçici işçi -bir kamu kuruluşunda- dedi ki: “Sayın milletvekili, biz, dokuz ay çalışıyoruz, sekiz ay çalışıyoruz, işsiz kalıyoruz.” 1992’nin parasıyla “ne alıyorsunuz” dedim “11 milyon lira alıyoruz” dedi. 1992’nin parasıyla yıllık ortalama 7 milyon lira. Köylüler oradan seslendiler: “Arkadaş, benim, değil 11 milyon lira, 11 kuruş gelirim yok. Ne hakkın var, burada çalışmadan para almaya.” Vatandaşın meseleye bakışı budur. Burada merhamet kanatmayalım.

Yıldırım Bey ifade ettiler, KOBİ’lere, kalkınmanın temeli olan dinamik gücüne 7-8 trilyon lirayı zor buluyoruz; Hükümetin, siyasî kadronun eline de, seçime giderken 30 trilyon lirayı veriyoruz... Biliyoruz ki, bir bakan, 1991 seçimlerinde, küçücük iline 2 500 geçici işçi aldı. Türkiye’yi de, bu kalitede, bu kalitesiz siyaset batırıyor, ondan sonra itibarımız neden düşüyor!..

Şimdi, yüzde 150 faizle borçlanıyoruz. Merkez Bankası değerli eski başkanı ifade ettiler: “Efendim, 7,5 milyar dolar dışarıya çıktı; borçlanma, yüksek faizler bundan doğuyor.” Doğru; ama, bu israfı yaparsak, biz, bu faizleri nasıl önleyeceğiz? Borç ihtiyacını azaltmadıkça, faizleri düşürmeniz mümkün değil Devletin kamu kuruluşlarının borçlanma ihtiyacını azaltması lazım; bu da tasarrufla olur, israfla olmaz. Dikkatinize arz edeyim dedim.

Teşekkür ederim. Hürmet ederim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.

Efendim, madde üzerindeki konuşmalar bitmiştir.

Maddeyle ilgili bir önerge var; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Geçici Bütçe Kanun Tasarısının 6 ncı maddesinin ilk cümlesinin “Bu kanunda yer alan hükümler saklı kalmak üzere 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunları hükümlerinin (71 inci maddesinin (a) fıkrasının üçüncü bendinin son paragrafı hariç) uygulanmasına devam olunur” şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Turhan Güven Saffet Arıkan Bedük Ali Şevki Erek İçel Ankara Tokat

Nurhan Tekinel Mehmet Gözlükaya

Kastamonu Denizli

BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI BİLTEKİN ÖZDEMİR (Samsun) – Efendim, Genel Kurulun takdirlerine arz ediyoruz.

BAŞKAN – Sayın Hükümet?..

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, Genel Kurula kısa bir bilgi arz etmek isterim.

Burada yapmış olduğumuz yasalar, bazen, tahminlerimizin çok çok ötesinde bazı sonuçlar doğurmaktadır. Tüketiciyi Koruma Yasası kapsamında getirilmiş olan ceza düzenlemeleri için de “her yıl memur maaş katsayısı” oranında artacak denilmiştir. Dolayısıyla, 100 milyon liradan, 10 milyar liraya kadar değişen bu cezalar -promosyonla ilgili cezalar 10 milyar liradır biliyorsunuz- memur maaş katsayısıyla artırıla artırıla, 1997 yılına gelene kadar 29 kat artmıştır. Promosyonla ilgili cezaların, şu anda uygulanacak ceza limiti 290 milyar liradır. Tekerrürü halinde 2 kat olarak uygulanan bu cezalar da -ki, tekerrür zaten söz konusudur- demek ki, 290 X 2 = 580 milyar lira olarak uygulanmaktadır.

580 milyar liralık ceza uygulaması, aslında, cezanın vazgeçiriciliği ilkesinin neredeyse sınırlarına falan gelinmiş bir olaydır. Ceza çok ağır olduğu zaman, artık, vazgeçiriciliğinden bahsetmek mümkün değildir. Aynı madde içerisine, bir bakkal ve terazisi de girmektedir -gerçi o, 20 milyar liradan değil de, 5 milyon liradan başlamaktadır ve neredeyse 30 milyon liraya kadar çıkmıştır- buradaki promosyon cezaları da buna gelmiştir.

Dolayısıyla, eğer bu uygulama -ki cezaların uygulanmasıyla ilgili durdurma maddesinin bütçe kanununa konulması gayet doğaldır; çünkü, bu bütçe geliridir. Bütçe gelirlerinin uygulanmasına ilişkin olarak (C) cetveliyle zaten yetki verilmektedir- devam ettiği takdirde, belirli bir süre sonra ödenemeyecek düzeylere gelme ihtimali vardır.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Yapmasınlar o zaman...

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Ben bu rakamları bilginize sunuyorum -tabiî ki, yapıp yapmamaları konusu tamamen onların takdirinde- karar verirken, niçin karar verdiğimizin bilinmesinde fayda gördüğümden dolayı arz ediyorum ve takdirlerinize sunuyorum efendim.

BAŞKAN – Yani, bu cezayı vermek istemeyenler suç işlemesinler.

Hem Hükümet hem Komisyon, promosyon cezalarına ilişkin önergeyi takdirlerinize arz ediyor.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Maddeyi, kabul edilen önerge doğrultusundaki değişik şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

7 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 7. – Bu Kanunun 4 üncü maddesinin (g) fıkrası 30.12.1998 tarihinde, diğer maddeleri 1.1.1999 tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz isteyen yok.

Şahısları adına, Sayın Halit Dumankaya?.. Yok.

Sayın Abdüllatif Şener?.. Konuşmayacaklar.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

8 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 8. – Bu Kanunun;

a)Türkiye Büyük Millet Meclisi ile ilgili hükümlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı,

b) Cumhurbaşkanlığı ile ilgili hükümlerini Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri,

c)Sayıştay Başkanlığı ile ilgili hükümlerini Sayıştay Birinci Başkanı,

d)Diğer hükümlerini Maliye Bakanı,

Yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz isteyen yok.

Şahısları adına, Sayın Halit Dumankaya ve Sayın Abdüllatif Şener söz istemişlerdi; ancak, konuşmayacaklar.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Tasarının tümü üzerindeki müzakere bitmiştir.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Biliyorsunuz, açık oylama, milletvekillerinin adı, soyadı, seçim çevresi yazılı oy pusulalarının kupalara atılması veya elektronik cihazın çalıştırılması veyahut da adı okunan sayın milletvekilinin yerinden kalkarak, kabul, ret veya çekimser oyu kullanması suretiyle yapılabiliyor.

Şimdi, açık oylamanın şeklini oylarınıza sunacağım.

Açık oylamanın, kupaların sıralar arasında dolaştırılması suretiyle yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Bu cihazı niye yaptınız?!

BAŞKAN – Efendim, öyle gerekti. Kupaların dolaştırılması suretiyle yapılmasında bir zarar var mı yani...

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Bu cihaz ne işe yarıyor Sayın Başkanım?!

BAŞKAN – Beyler, bu da bir usul. Siz karar veriyorsunuz; her zaman onu kullanmak zahmetine katlanmayabilirsiniz canım. Allah... Allah...

Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Kupalar sıralar arasında dolaştırılsın.

(Oylar toplandı)

BAŞKAN - Salonda olup da oyunu kullanmayan sayın milletvekili var mı?.. Yok.

Oy verme işlemi bitmiştir.

Kupalar kaldırılsın.

(Oyların ayırımı yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeleri Kanunlaşıncaya Kadar Devlet Harcamalarının Yapılmasına ve Devlet Gelirlerinin Tahsiline Yetki Verilmesine Dair Kanun Tasarısının yapılan açık oylamasına 275 sayın milletvekili katılmış; 266 kabul, 3 ret, 6 mükerrer oy çıkmıştır.

Tasarı kanunlaşmıştır. Hayırlı ve uğurlu olmasını, ülkemize, milletimize, vatanımıza hayırlar getirmesini diliyorum.

Sayın milletvekilleri, Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutuyorum:

IV. – ÖNERİLER (Devam)

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ (Devam)

2. – 30.12.1998 Çarşamba ve 31.12.1998 Perşembe günleri Genel Kurul çalışmalarının yapılmamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No: 152 Tarih: 29.12.1998

30.12.1998 Çarşamba ve 31.12.1998 Perşembe günleri Genel Kurul çalışmaları yapılmamasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

Hikmet Çetin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

FP Grubu Başkanvekili ANAP Grubu Başkanvekili

Abdüllatif Şener Ülkü Güney

DYP Grubu Başkanvekili DSP Grubu Başkanvekili Turhan Güven Metin Bostancıoğlu

CHP Grubu Başkanvekili

Nihat Matkap

BAŞKAN – Danışma Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bugünkü çalışmamız da bitmiştir.

Sayın milletvekilleri, iki gün sonra yeni yıla giriyoruz. Yeni yılın, ülkemize, milletimize, tüm Meclisimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Yeni yılın, memleketimize barış, huzur ve güven getirmesini diliyorum. Ayrıca, bu arada, yaklaşan Ramazan Bayramı var; tüm vatandaşların Ramazan Bayramını da kutluyorum.

Alınan karar uyarınca, özelleştirme uygulamalarıyla ilgili Meclis araştırması komisyonunun raporu üzerindeki genel görüşmeyi yapmak ve diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 5 Ocak 1999 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 20.29

VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Şırnak Milletvekili Bayar Ökten’in, Telekom’a alınan personele ilişkin sorusu ve Başbakan Mesut Yılmaz’ın yazılı cevabı (7/6540)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Mesut Yılmaz tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda gereğini arz ederim.

Saygılarımla.

17.11.1998 Bayar Ökten Şırnak

Konu : Bilindiği gibi, ülkemizin öncelikli sorunlarından biri işsizliktir. Hükümetlerin görevi ise, sosyal hukuk devleti ve fırsat eşitliği ilkeleri çerçevesinde soruna yönelik politika ve programları oluşturarak hayata geçirmektir. Türk Telekom tarafından açılan memur, teknisyen, şoför ve güvenlik sınavı da, bu alandaki personel ihtiyacını gidermek ve işsiz olan gençlerimize fırsat sunmak içindir.

Sorular :

1. Telekom için gerek merkez gerekse taşra teşkilâtları bünyesine resmî olmayan yollardan ne kadar çalışan alınmıştır?

2. Açılmış bulunan bu sınav işe alınanları resmileştirmek için mi yapılacaktır?

3. Eğer kuruma daha önceden işçi alınmışsa, açılmış bulunan bu sınava başvuru yapmış olan yaklaşık 10 000 kişiye maddî ve manevî açıdan zarar vermenin anlamı nedir?

T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı 22.12.1998 Sayı : B.02.0.I.HM. KİT.01.3.52320-88475

Konu : Soru önergesi hk.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : Şırnak Milletvekili Sayın Bayar Ökten’in 17.11.1998 tarihli soru önergesi.

Şırnak Milletvekili Sayın Bayar Ökten’in tarafıma tevcih ettiği soru önergesinde belirtilen Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin personel alımlarına ilişkin bilgiler aşağıdadır.

Bilindiği üzere; Kamu İktisadî Teşebbüsleri ve Bağlı Ortaklıklarının Genel Yatırım ve Finansman Programının belirlenmesine dair 14.10.1997 tarih ve 97/10074 sayılı Kararname eki Kararın 4 üncü maddesinin 4 üncü fıkrası hükmü çerçevesinde; adıgeçen genel müdürün % 20 limiti üzerindeki personel talebini değerlendirmek amacıyla 2.3.1998 tarihinde kurulan ve Yüksek Denetleme Kurulu, Hazine Müsteşarlığı ve Devlet Personel Başkanlığı yetkililerinden müteşekkil Personel Değerlendirme Komisyonu tarafından kuruluşun ihtiyacına binaen 300 mühendis, 25 müfettiş yardımcısı, 36 avukat, 150 teknisyen yardımcısı, 646 memur, 30 programcı ve 50 şoför olmak üzere toplam 1 237 personelin Kamu İktisadî Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi Hakkındaki 399 sayılı KHK gereğince sınavla açıktan atanması uygun bulunmuştur.

Türk Telekomünikasyon A.Ş. Genel Müdürlüğünce yukarıda belirtilen izin çerçevesinde kuruluşun personel ihtiyacının karşılanmasını teminen açıktan eleman almak üzere mühendis, programcı, avukat, memur, teknisyen yardımcısı, koruma ve güvenlik görevlisi ile şoför unvanlarında sınavlar açılmıştır.

Buna göre;

Mühendis ihtiyacının karşılanmasını teminen belirlenen nitelikleri taşıyanlar arasında yapılacak mülakat ile 399 sayılı KHK’ye göre sözleşmeli çalıştırılmak üzere, inşaat mühendisi (54 adet), endüstri mühendisi (20 adet) ve elektrik elektronik, elektrik, elektronik ve haberleşme mühendisi ile bilgisayar mühedisi ve programcı alınacağı 26.10.1998 tarihinde ilân edilmek suretiyle duyurulmuştur. Ayrıca, sözkonusu ilânlar Sabah, Milliyet, Hürriyet ve Türkiye gazetelerinde 31 Ekim-9 Kasım tarihleri arasında yurt genelinde yayımlanmıştır.

Ayrıca, 399 sayılı KHK ile mevcut Esas ve Yönetmelikler çerçevesinde belirlenen yetenekleri taşıyanlar arasında yapılacak sınavla sözleşmeli çalıştırılmak üzere memur, teknisyen yardımcısı, koruma ve güvenlik görevlisi ile şoför sınavı açılmış ve açılan sınavlara ait ilânlar 2.11.1998 tarihinden itibaren 15 gün süreyle merkez ve taşra teşkilâtlarında duyurulmuştur. Yazılı sınav ise Anadolu Üniversitesi (AÜBAUM) tarafından gerçekleştirilecektir.

Kuruluşun bünyesinde resmî olmayan yollardan işçi veya memur alımı olmadığı gibi, kuruluş hisselerinin satışa sunulacağı, personel yapısının bu satış işleminde etkili olacağı gözönüne alınarak, tamamen personele ihtiyaç duyulan hizmetlerin gerekleri doğrultusunda işlem yapılmaktadır.

Bilgilerinize arz ederim.

Mesut Yılmaz Başbakan

2. – Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün, Balıkesir Sosyal Hizmetler İl Müdürünün başka bir ile atanmasının nedenine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin yazılı cevabı (7/6558)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın aracılığınız ile Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ve rica ederim.

İsmail Özgün Balıkesir

Soru 1. Balıkesir Sosyal Hizmetler İl Müdürü Ömer Taşkın yargı kararı ile 2 defa görevine iade edilmiş olmasına rağmen 3 üncü kez görevinden alınarak bu defa Hakkâri İline tayin edilmesinin sebebi nedir?

Soru 2. Söz konusu il müdürü hakkında herhangi bir soruşturma açılmış, kanunlara aykırı, kusurlu bir davranışı tespit edilmiş midir?

Soru 3. Böyle bir tespit yoksa bu bürokratların mağdur edilerek, kıyıma uğratılmasının gerekçesi nedir?

T.C. Devlet Bakanlığı Hazine Müsteşarlığı 25.12.1998 Sayı : B.02.0.020/08-4663

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 30.11.1998 tarih ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/6558-16184/37231 sayılı yazınız.

Balıkesir Milletvekili Sayın İsmail Özgün tarafından verilen ve 7/6558-16184 sayılı soru önergesinin cevapları ektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

Hasan Gemici Devlet Bakanı

Cevap :

1. Adıgeçen Balıkesir İvrindi İmam Hatip Lisesinde öğretmen olarak görev yapmakta iken, genel müdürlüğümüze vermiş olduğu 20.8.1996 tarihli dilekçesine istinaden henüz sicilinde işlenmiş adlî ve idarî bir tahkikatın olup olmadığı bilinmeden 23.9.1996 tarih ve 6223 sayılı yazı ile Millî Eğitim Bakanlığından muvafakatı istenilmiş olup, alınan 1.11.1996 tarih ve 153234 sayılı yazı ile sicilinden bahsedilmeden muvafakatının verilmesi üzerine Balıkesir İl Müdürü olarak görev yapan Mehmet Saldamlı görevden alınmış adıgeçen bir ihtisas kurumu olan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna hiçbir deneyimi olmadan Balıkesir İl Müdürü olarak naklen atanmıştır.

Daha sonra Millî Eğitim Bakanlığından alınan sicil dosyasında disiplin yönünden 1/20 oranında aylıktan kesme cezası ile tecziye edildiği, idarî yönden de İvrindi İlçesi dışında ve durumuna uygun bir okulda görevlendirilmesinin gerektiği belirtilmiştir.

Adıgeçenin görevden alınma kararı ile ilgili mahkeme kararı çerçevesinde il müdürlüğünden alınması uygun görülmüş, ancak, il içinde mesleği ile uyumlu bir göreve atanmasını istenmiştir. Öğretmen olan şahıs Hakkâri’ye İl Müdürü olarak ataması yapılmış, ancak, gerekçesi ve mahkeme kararı dikkate alınarak Balıkesir’e öğretmen olarak atanmıştır.

2. Adıgeçen ile ilgili çeşitli iddiaları içeren soruşturma sürmektedir. Ön incelemede kusurunu gösteren tespitler vardır.

3. – Aksaray Milletvekili Sadi Somuncuoğlu’nun, bazı kuruluşlar tarafından düzenlenen Demokratik Eğitim Kurultayında yapılan konuşmaları içeren kitabın incelenip incelenmediğine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın yazılı cevabı (7/6561)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın Millî Eğitim Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini müsaadelerinize arz ederim.

Saygılarımla.

Sadi Somuncuoğlu Aksaray

Eğit Sen (Eğitim, Bilim ve Kültür Emekçileri Sendikası) tarafından 2-6 Şubat 1998 tarihlerinde Ankara’da “Demokratik Eğitim Kurultayı” adıyla bir toplantı yapılmıştır.

Hadep Genel Başkan Yardımcısı, İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı, Emeğin Partisi Ankara İl Başkanı ve KESK Genel Başkanı gibi pek çok temsilcinin de katıldığı kurultayda yapılan konuşmalar ve sunulan tebliğlerde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne karşı pek çok görüşler ortaya konulmuştur.

Bu görüşlere dair bazı misaller verecek olursak :

1. Güneydoğumuzda yoğunlaşan bölücü terör saldırılarına “Savaş” denilmek suretiyle, sanki iki ayrı devlet varmış gibi kabul edildiğini,

2. Türkiye’deki ilköğretimin resmî dille değil, “ana dille” yapılması gerektiğini iddia ederek anayasamızın değişmez kabul ettiği ilkesine karşı çıkıldığını,

3. “Okullarımızda pozitif bilimlere ters düşen “dinsel” eğitimin yapıldığı, öğretim birliğinin bozulduğu ve çocukların kafasının birbirleriyle çelişen bilgilerle karıştırıldığı” ileri sürülerek din ve bilimin birbirinin zıddıymış gibi gösterilmek istendiğini,

4. “Türkiye’nin çok dilli, çok kültürlü gerçeğinin eğitim alanına yansıması gerektiğini” savunarak, millî birliğimize, üniter devlet yapımıza karşı çıkıldığını,

5. “Özgürlükçü eğitim anlayışının esin kaynağının Marx ve Engels olduğu, eğitim emekçileri olarak diyalektik materyalist felsefenin eğitimsel amaçlarına ulaşabilmede alternatif projeler geliştirerek yaşama geçirmenin mücadelesinin verilmesi gerektiğini” iddia ederek komünist eğitim sisteminin savunulduğunu,

6. “Ulusal Kurtuluş savaşından sonra yeni toplum projesinin başarılı olabilmesi için, ilk yapılan uygulamanın toplumsal kesimlerin tarihinin, dilinin, kültürünün, etnik kökeninin yok sayıldığını” ileri sürerek Atatürk ilke ve devrimleri ile Türkiye Cumhuriyetinin temellerine saldırıldığını,

7. “Cumhuriyetin ulus-devlet anlayışının, halkların sosyal, kültürel, toplumsal, ekonomik, tarihsel bağları yok sayılarak, “Ne mutlu Türküm diyene” de ifadesini bulan “Irkçılık” temelinde uluslaşma hareketini somutlaştırdığını” iddia ederek, Atatürk’e, millî devletimize, millî birliğimize karşı ayırımcılık yapıldığını,

8. “Ülkenin topraklarında yaşayan kültürlerin kendilerini ifade edemedikleri bir ortamda, hükümet programlarındaki eşit eğitim; fırsat eşitliği yaklaşımları, millîlik, Türklük gibi ulusal değerler çerçevesinde yer alanlar için geçerliliğinin bulunduğunu” ileri sürerek, ırk, din, dil, ayırımı gözeterek toplumda huzursuzluk yaratılmak istendiğini,

9. “Ülkenin doğu ve güneydoğusunda sürmekte olan savaş nedeniyle bir çok kapalı okul varken, o coğrafyada yaşayan halkın kendi ana dillerinde eğitim talepleri varken nasıl bir eşit eğitim amaçlanabilir” iddiası ve “Temel eğitim görme hakkı gerçekten de, Türk olma koşulu ile mümkündür. Etnik kültürler, çok kültürlülük dikkate alınmamaktadır” iddiasının ırk ayırımcılığı ve birliğimize karşı kışkırtıcılık amacı güttüğünü,

10. “Atatürk inkılap ve ilkeleri ve Atatürk milliyetçiliği ise, devlet ideolojisinin yanı sıra, milliyetçiliğin, ırkçılığın, ders programlarına, ders kitaplarına yansıtılmasından önemli bir işleve sahiptir” denilerek millî birlik ve bütünlüğümüzün temellerine ve millî devlet ilkesine karşı çıkılmasını,

11. “Farklı etkin kökenden gelen halkların, bilinçli bir şekilde egemen anlayışın dayattığı tek dile dayalı asimilasyoncu yöntem bilimselliğe aykırıdır” denilmek suretiyle ırkçı ve bölücü bir anlayışın sergilenmesini,

gösterebiliriz.

Bu görüşler kitap haline getirilerek yayınlanmıştır.

1. Bu bahsi geçen kurultaya ait kitap Millî Eğitim Bakanlığı tarafından incelenmiş midir?

2. İncelenmişse nasıl bir sonuca varılmıştır?

3. Kurultayı düzenleyenlerin ve adıgeçen toplantıda görev alanların ne kadarı halen görev başındadır?

4. Millî Eğitim Temel Kanunumuzda yer alan ilkelerin tamamına karşı ve Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bütünlüğüne aykırı görüşleri benimseyenler, devletimizin öğretmeni olabilirler mi? Halen öğretmenlik veya idarecilik yapanlar varsa bunlar hakkında herhangi bir işlem yapılması düşünülüyor mu?

T.C. Millî Eğitim Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 25.12.1998 Sayı : B.08.0.APK.0.03.05.00-002/4332

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 30.11.1998 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-16359-7/6561-16191/37265 sayılı yazısı.

Aksaray Milletvekili Sayın Sadi Somuncuoğlu’nun “Bazı kuruluşlar tarafından düzenlenen Demokratik Eğitim Kurultayında yapılan konuşmaları içeren kitabın incelenip incelenmediğine ilişkin” yazılı soru önergesinin cevabı aşağıda belirtilmiştir.

Eğitim Bilim ve Kültür Emekçileri Sendikasının (EĞİT-SEN) 2-6 Şubat 1998 tarihinde Ankara’da düzenlediği Demokratik Eğitim Kurultayında sunulan; 18 sayfadan oluşan eğitim ve dil konusundaki rapor ile ilgili olarak Ankara Valiliğince Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına 13 Şubat 1998 tarih ve 21222-120/98 sayılı yazı ile suç duyurusunda bulunulmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kurultayı düzenleyen Kemal Bal, Erol Savumlu, Nurşen Girgin, Alper Öztürk, Necati Akpınar, Cemal Ünlü, Asuman Edalı, Başyürek Altun, Müslüm Şahin hakkında soruşturma başlatılmıştır.

Eğitim-Sen Merkez Yönetim Kurulu tarafından yayınlanan “Demokratik Eğitim Kurultayı” isimli kitap ile ilgili yapılan incelemede Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Ülkesi ve Milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya yönelik bölücülük propagandası yapıldığına dair delil ve emarelerin olması nedeniyle Ankara 2 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesi Yedek Üyeliğince 27.10.1998 tarih ve 1998/290 D. İş sayı ile toplatılmasına karar verilmiştir.

Bilgilerinize arz ederim.

Hikmet Uluğbay Millî Eğitim Bakanı

4. – Mardin Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, öğrenci taşıma servislerine ödenecek paralara ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın yazılı cevabı (7/6562)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Millî Eğitim Bakanı Sayın Hikmet Uluğbay tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delalet etmenizi saygılarımla arz ederim.

Hüseyin Yıldız Mardin

Sorular

1. İzmir’in Kiraz İlçesinde çevre köylerden ilköğretim okuluna öğrencilerin taşınması ihale yoluyla bir şirket ve iki şahsa verilmiştir. Eylül ve Ekim aylarına ait taşıma giderleri olarak toplam 25 milyar TL’nin 15 milyarlık bölümü hem de gecikmiş olarak gönderilmiştir. Geriye ödenmeyen 10 milyar TL kalmış ve İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü sözkonusu şirket ve şahıslara karşı hayli zor duruma düşmüştür. 10 milyarlık bölüm için gerekli ödenek tahsisi yapılmış mıdır?

2. İzmir’in Beydağ İlçesinde de Eylül-Ekim ayları taşıma bedellerinin ödenmediği yolunda bize intikal eden şikâyetlerin gerçeklik payı nedir? Doğru ise ödenmeyen miktar nedir ve vatandaşlar neden mağdur edilmektedir?

3. Mardin ve ilçelerinde öğrenci taşınmasından dolayı vatandaşa ödenmemiş bakanlık borcu var mıdır? Varsa miktarı ne kadardır?

4. Şu ana kadar kesintisiz eğitime katkı payı için toplanan paranın miktarı nedir? Bunun ne kadarı yatırımlar (yeni okulların yapımı vs.) için kullanıldı? Ne kadarı değerlendirilmedi? Ne kadarı taşıma giderleri için kullanıldı?

5. Kasım ayının sonlarına yaklaştığımız bu günlerde önceki ayların taşıma giderlerinin karşılanmamış olması düşündürücüdür. Bu aksaklığın giderilmesi yolunda ne gibi bir teşebbüste bulunacaksınız? Kesintisiz eğitime katkı amacıyla toplanmış ve trilyonları bulmuş miktarda para varken vatandaşın alacağının verilmemesi, enflasyonun % 100’lere ulaştığı bir dönemde hangi idare ve sosyal devlet anlayışına sığar, hangi vicdan böyle bir adaletsizliği kabul edebilir?

6. Ülke genelinde taşıma giderleri karşılanmamış başka il ve ilçeler var mıdır? Bunlarda ödenmeyen miktarlar ne kadardır? Taşımalı eğitimle gelen bu sorunların vatandaşın sırtına yüklenmesini adil buluyor musunuz? Eğer bulmuyorsanız bu vatandaşların mağduriyetinin giderilmesi için ne yapacaksınız?

T.C. Millî Eğitim Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 25.12.1998 Sayı : B.08.0.APK.0.03.05.00-022/4349

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 30.11.1998 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-16359-7/6562-16194/37276 sayılı yazısı.

Mardin Milletvekili Sayın Hüseyin Yıldız’ın “Öğrenci taşıma servislerine ödenecek paralara ilişkin” yazılı soru önergesinin cevabı aşağıda belirtilmiştir.

Taşımalı ilköğretim kapsamındaki illerin hesaplanan 1998 yılı ödenek ihtiyaçlarının tamamı karşılanmıştır.

İzmir Valiliğince 13.11.1998 tarihinde 15 635 823 000 lira, 25.11.1998 tarihinde 15 635 823 000 lira olmak üzere toplam 31 271 646 000 liralık ödenek taşımayı yapan firmalara ödenmek üzere Kiraz İlçesi Özel İdare Müdürlüğüne gönderilmiştir. Beydağ İlçesinde Eylül, Ekim, Kasım aylarına ait ödenmemiş taşıma bedeli yoktur.

Mardin İlinde taşıma giderleri bakanlığımızca tahsis edilen ödenekten düzenli karşılanmakta, öğrenci taşıtılmasından dolayı borç bulunmamaktadır.

4306 sayılı Kanun uyarınca, sekiz yıllık kesintisiz ilköğretim giderlerinde kullanılmak üzere oluşturulan eğitime katkı payından, 21.12.1998 tarihi itibari ile toplam 228 121 723 085 000 lira Millî Eğitim Bakanlığı bütçesine özel ödenek kaydedilmiştir. Bunun; 350 000 000 000 lirası etüt proje, 1 500 000 000 000 lirası kitap basımı 12 182 721 534 000 lirası taşımalı eğitim, 8 117 609 000 000 lirası donatım, 154 810 000 500 000 lirası yapı tesis, 14 135 000 000 000 lirası kamulaştırma için olmak üzere toplam 201 095 331 034 000 lirası harcanmıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

HikmetUluğbay Millî Eğitim Bakanı

5. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, Turkcell ve Telsim ile yapılan Gelir Paylaşımı Sözleşmesinin ihlâl edildiği iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Ulaştırma Bakanı Arif Ahmet Denizolgun’un yazılı cevabı (7/6568)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Mesut Yılmaz tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 23.11.1998

Veysel Candan Konya

Bilindiği gibi 1993 yılında Turkcell ve Telsim A.Ş. ile Gelir Paylaşımı Sözleşmesi yapılmıştır. Bu sözleşmeye göre şirketler tesisleri kendi malî kaynaklarıyla kuracaklardır. 5 yıl sonra da bu sözleşme lisans sözleşmesine dönüştürülecektir. Bunun içinde her firma 500’er milyon dolar ödeme yapacaklardır. Bu tesislerden gelen gelir belirli bir ölçüde paylaşılacaktır. 10 yıl sonra bu tesisler idareye bedelsiz olarak devredilecektir. Kısaca Gelir Paylaşım Sözleşmesi idareye bedelsiz olarak devredilecektir. Kısaca Gelir Paylaşım Sözleşmesi bunları içermektedir. Ancak lisans sözleşmesi yapılırken bu sözleşmenin bir çok maddesi hukuka aykırı olarak idare aleyhine değiştirilmiştir. Lisans sözleşmesi danıştaya vizeye gönderilirken, Gelir Paylaşım Sözleşmesi ekinde gönderilmemiş olacak ki Lisans Sözleşmesi oy çokluğu ile vize edilmiştir. Bu sebeple;

1. Sözleşme süresi neden 15 yıldan 25 yıla çıkarılmıştır. Bu süre uzatıldığı halde bedel neden aynı kalmıştır?

2. 1993’teki sözleşmede kapsama alanı 6 ayda % 50, 12 ayda da % 100 olması öngörülmüşken, neden bu süre lisans sözleşmesinde 6 ay 3 yıla, 1 yıl 5 yıla çıkarılmıştır?

3. Gelir Paylaşımı % 32.9’u firmaya % 67.1 PTT’ye verilirken, lisans sözleşmesinde neden PTT’ye % 15 şirketlere de % 85 olarak değiştirilmiştir?

4. Sözleşme süresi 15 yıl sonra 20 bin iz bedelle idareye bırakılacağı yazılı olduğu halde, lisans sözleşmesinde neden günün şartlarında bir bedelle idareye devredilecek denmiştir?

5. Gelir Paylaşımı Sözleşmesinde PTT meri mevzuat ve ücret tarifeleri geçerli denirken, lisans sözleşmesinde neden konuşma ücretleri dövize endekslenmiştir?

6. GSMabone sayısı 400 bine ulaşınca bu iki firma dışında bedel karşılığı lisans verileceği yazılı iken neden bir iki firmaya abone kaydetmeye devam edilmiştir?

7. 1 milyar dolar neye ve hangi ölçülere göre hesaplanmıştır? Dünyadaki örneklerine baktığımızda 1 milyar doların asgarî 4 milyar dolar olması gerekmez mi?

8. Lisans sözleşmesi yapılırken neden abonelerin hakları korunmamıştır? Neden yatırım eksik yapılmış, kapsama alanı daraltılarak süre uzatılmıştır?

9. Neden Turkcell’e 1 milyona yakın abone kaydedilmiş ve Telsim’le olan sözleşme iptal edilmiştir? Daha sonra neden bu firmayla sözleşme imzalanmıştır?

10. Telsim firmasının 1 milyar 400 milyon dolarlık teklifi neden reddedilmiştir?

11. Bütün bu işlemlerin oluşumunda Başbakanlık Müsteşar Muavininin rol oynadığı doğru mudur? (Bilindiği gibi Başbakanlık Müsteşar Muavini Ercüment Türktan Turkcell Genel Müdürünün ağabeyidir)

T.C. Ulaştırma Bakanlığı Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 24.12.1998 Sayı : B.11.0.APK.0.10.01.21./EA/1757-23391

Konu : Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan’ın

yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) TBMMBaşkanlığının 2.12.1998 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/6568-16216/37317 sayılı yazısı.

b) Başbakanlığın 7.12.1998 gün ve B.02.0.KKG.0.12./106-892-3/7029 sayılı yazısı.

Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan’ın Sayın Başbakanımıza yönelttiği 7/6568-16216 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı hazırlanarak ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

A. Ahmet Denizolgun Ulaştırma Bakanı

Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan’ın 7/6568-16216 sayılı

yazılı soru önergesi ve cevabı

Sorular :

Bilindiği gibi 1993 yılında Turkcell ve Telsim A.Ş. ile Gelir Paylaşımı Sözleşmesi yapılmıştır. Bu sözleşmeye göre şirketler tesisleri kendi malî kaynaklarıyla kuracaklardır. 5 yıl sonra da bu sözleşme lisans sözleşmesine dönüştürülecektir. Bunun içinde her firma 500’er milyon dolar ödeme yapacaklardır. Bu tesislerden gelen gelir belirli bir ölçüde paylaşılacaktır. 15 yıl sonra bu tesisler idareye bedelsiz olarak devredilecektir. Kısaca Gelir Paylaşım Sözleşmesi idareye bedelsiz olarak devredilecektir. Kısaca Gelir Paylaşım Sözleşmesi bunları içermektedir. Ancak lisans sözleşmesi yapılırken bu sözleşmenin bir çok maddesi hukuka aykırı olarak idare aleyhine değiştirilmiştir. Lisans sözleşmesi Danıştaya vizeye gönderilirken, Gelir Paylaşım Sözleşmesi ekinde gönderilmemiş olacak ki Lisans Sözleşmesi oy çokluğu ile vize edilmiştir. Bu sebeple;

1. Sözleşme süresi neden 15 yıldan 25 yıla çıkarılmıştır. Bu süre uzatıldığı halde bedel neden aynı kalmıştır?

2. 1993’teki sözleşmede kapsama alanı 6 ayda % 50, 12 ayda da % 100 olması öngörülmüşken, neden bu süre lisans sözleşmesinde 6 ay 3 yıla, 1 yıl 5 yıla çıkarılmıştır?

3. Gelir paylaşımı % 32.9’u firmaya % 67.1 PTT’ye verilirken, Lisans Sözleşmesinde neden PTT’ye % 15 şirketlere de % 85 olarak değiştirilmiştir?

4. Sözleşme süresi 15 yıl sonra 20 bin iz bedelle idareye bırakılacağı yazılı olduğu halde, Lisans Sözleşmesinde neden günün şartlarında bir bedelle idareye devredilecek denmiştir?

5. Gelir Paylaşımı Sözleşmesinde PTT meri mevzuat ve ücret tarifeleri geçerli denirken, lisans sözleşmesinde neden konuşma ücretleri dövize endekslenmiştir?

6. GSM abone sayısı 400 bine ulaşınca bu iki firma dışında bedel karşılığı lisans verileceği yazılı iken neden bir iki firmaya abone kaydetmeye devam edilmiştir?

7. 1 milyar dolar neye ve hangi ölçülere göre hesaplanmıştır? Dünyadaki örneklerine baktığımızda 1 milyar doların asgarî 4 milyar dolar olması gerekmez mi?

8. Lisans Sözleşmesi yapılırken neden abonelerin hakları korunmamıştır? Neden yatırım eksik yapılmış, kapsama alanı daraltılarak süre uzatılmıştır?

9. Neden Turkcell’e 1 milyona yakın abone kaydedilmiş ve Telsim’le olan sözleşme iptal edilmiştir? Daha sonra neden bu firmayla sözleşme imzalanmıştır?

10. Telsim firmasının 1 milyar 400 milyon dolarlık teklifi neden reddedilmiştir?

11. Bütün bu işlemlerin oluşumunda Başbakanlık müsteşar muavininin rol oynadığı doğru mudur? (Bilindiği gibi Başbakanlık Müsteşar Muavini Ercüment Türktan Turkcell Genel Müdürünün ağabeyidir)

Cevap :

1. PTT İşletmesi Genel Müdürlüğünce akdedilen Gelir Paylaşım Sözleşmeleri ile Ulaştırma Bakanlığı tarafından akdedilen İmtiyaz Sözleşmeleri farklı hukuksal esaslar dahilinde gerçekleştiğinden, bu sözleşmeler arasında hukukî bir bağ bulunmamaktadır. Gelir Paylaşım Sözleşmesine göre kurulan mobil sistemlerin işletmecisi PTT İşletmesi Genel Müdürlüğü iken, İmtiyaz Sözleşmesi firmalara kendi adlarına sistem kurma ve işletme izni vermektedir.

Kaldı ki, Gelir Paylaşımı Sözleşmelerinde de Lisans Sözleşmesinin süresi, lisans bedeli 500 milyon ABD Doları olmak kaydıyla, 25 yıl olarak öngörülmüştür. Mer’i mevzuata göre Ulaştırma Bakanlığı 49 yılı aşmayacak sürelerle İmtiyaz Sözleşmesi akdetmeye yetkili kılınmıştır.

Lisans bedeli, yasanın öngördüğü şekilde kurulan bağımsız Değer Tespit Komisyonu marifetiyle, imtiyaz süresinin 25 yıl olduğu dikkate alınarak belirlenmiş ve Ulaştırma Bakanlığı Değer Tespit Komisyonunda belirlenen bu değeri Bakanlar Kurulunun onayına sunmuştur.

Diğer taraftan, lisans bedelinin belirlenmesi esnasında, 25 yıl boyunca imtiyaz sahibi şirketler tarafından hazineye ödenecek olan % 15 gelir payı da dikkate alınmış olup, bu süre zarfında kamu bütçesine aktarılacak kaynağın 500 milyon dolardan çok daha fazla bir miktara tekabül edeceği açıktır.

2. Gelir Paylaşımı Sözleşmesinde öngörülen 6 ayda % 50, 12 ayda % 100 kapsama alanının Türkiye genelinde olmayıp, coğrafi alan olarak, Ankara, İstanbulİzmir ve Antalya şehir merkezleri, havaalanları ve havaalanları yollarını kapsamaktadır. Lisans Sözleşmesinin 6 ncı Maddesinde öngörülen “sözleşmenin yürürlük tarihinden itibaren 3 yıl içinde Türkiye nüfusunun % 50’sini, beş yıl içerisinde ise en az % 90’ını kapsama alanı içine alacaktır” hükmü, hizmetin yaygınlaştırılması, hizmetin gereği ve kamu yararı gözetilerek yapılmıştır.

3. Lisans Sözleşmelerinde PTT’ye (Türk Telekom A.Ş.) pay ödeneceğine dair herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Lisans sözleşmeleri gelir paylaşımı sözleşmelerinin bir uzantısı olarak telakki edilemez.

Kaldı ki, imtiyaz verilen şirketlerden Ulaştırma Bakanlığınca 500’er milyon ABDDoları peşin alınmış ve işletme süresince gelirlerinin % 15’inin hazineye ödenmesi hükme bağlanmıştır. Şirketlerden PTT’ce herhangi bir peşin bedel alınmadığı ve sadece gelirden pay alındığı değerlendirilirse, bu iki sözleşme tipi arasında herhangi bir çelişki olmadığı görülebilir.

4. Lisans Sözleşmesinde, 25 yıl sonunda işletmenin bedelsiz olarak devri hükme bağlanmış olup, günün şartlarına göre devredilmesine dair bir hüküm yoktur.

5. Gelir Paylaşımı Sözleşmesinde işletilen sistemler münhasıran PTT’ye ait olduğundan, uygulanacak tarifeler de doğal olarak PTT tarifesi olacaktır.

İmtiyaz verilmesini müteakip şirketler kendi adlarına işletmecilik yaptıklarından, lisans verilmesine imkân veren yasal düzenlemenin bir gereği olarak, tarifeler PTT(Türk Telekom A.Ş.) den bağımsız olarak, bakanlıkça onaylanan tarifelerdir. Söz konusu tarifeleri bakanlığın dolar bazında belirlediği doğru değildir. Ulaştırma Bakanlığı, günün şartlarına göre uygun parametreleri değerlendirerek GSMtarifelerini belirlemektedir.

6. İki firmanın abone sayısı toplamının 400 000’e ulaştığı tarihte, Ulaştırma Bakanlığının lisans vermesini mümkün kılacak yasal düzenleme yoktu. Ulaştırma Bakanlığının, vaktiyle PTT İşletmesi tarafından imzalanan Gelir Paylaşımı Sözleşmesindeki bir hükme dayanarak lisans vermesi mümkün değil idi. Başka işletmecilere lisans verilmesinin, mevcut işletmecilerin abone kaydının durdurulmasını gerektirmeyeceği de diğer bir vakıadır.

7. Türkiye’deki lisansın değeri Türkiye’nin ekonomik şartları çerçevesinde ve uluslararası tecrübeler de dikkate alınarak, değer tespit komisyonu tarafından tespit edilmiştir. Nüfus, GSMHve dolayısıyla vatandaşların ödeme gücü, talep vb. faktörleri Türkiye’ye benzer olan ve GSM lisans bedeli 4 milyar dolar civarında olan herhangi bir ülkeye rastlanmadığı gibi, birçok ülke GSM lisansını bedelsiz vermiştir. Kurulan şirketlerin, Türkiye Cumhuriyeti mevzuatına göre çalışarak kazancından vergi ödeyen Türk şirketleri olduğu dikkate alınarak tekrar değerlendirilirse, lisansın bedelsiz verilmesinin dahi Türk ekonomisine ve istihdama katkısı dolayısıyla kamuyu zarara sokma anlamı taşımayacağı söylenebilir.

8. Abonelerin ve daha geniş anlamıyla bu hizmetten yararlananların tümünün haklarını koruma görevi Ulaştırma Bakanlığının yasadan doğan görevi olup, abonelerin ve işletmeci firmaların birbirlerine karşı hak ve yükümlülükleri sarih olduğu gibi, bakanlığımızın onayı ile yürürlüğe konan Abonelik Tip Sözleşmeleri ile abone hakları teminat altına alınmıştır.

Sözleşmede ne abone haklarında bir azalma ne de kapsama alanının daralmasına yol açacak bir hüküm yoktur. Aksine, hizmetin yaygınlaştırılması için her türlü tedbir alınmıştır.

9. Telsim firmasının Gelir Paylaşımı Sözleşmesine aykırı eylem ve işlemleri tespit edilerek sözleşmesi Türk Telekom tarafından feshedilmiştir. Bilahare, Türk Telekomun devralınan sistemi işletmek için kaynak bulmakta güçlük çekmesi ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığının anlaşmazlık olarak nitelendirilen söz konusu durumun olumlu yönde çözüme kavuşturulmasının ülke ekonomisi açısından çok önemli olduğunun belirtilmesi üzerine, sözleşmenin mahiyeti, mevcut fiili durum ve kamu yararı esas alınarak, yapılan tespit ve değerlendirmelerde, bir kamu hizmeti olan GSM telekomünikasyon hizmetinin kaliteli ve yaygın bir şekilde devamını sağlamak amacıyla, Telsim ile Sulh Sözleşmesi akdedilmesi uygun bulunmuştur.

Bu süre zarfında Turkcell’in abone kaydına devam etmesine engel bir hukukî durum olmadığından abone sayıları bakımından, bizzat Telsim’in uygulamasından kaynaklanan nedenlerle Turkcell lehine bir gelişme yaşanmıştır.

10. Telsim firmasının 1.4 milyar dolarlık bir teklifi olmamıştır. Turkcell abonelerinin bir kısmının kendisine verilmesi kaydıyla 200 milyon dolar ödeyebileceğini iddia etmesi ise, Bakanlığımızca hukuken değerlendirilmesi mümkün olmayan bir öneri idi. Zira, aboneler GSM işletmecisi firmaları hür iradesiyle seçmektedir ve Bakanlığımızın aboneleri bir firmadan diğerine geçmeye zorlaması gibi bir selahiyeti de yoktur.

İlgili mevzuattan da görülebileceği üzere, Ulaştırma Bakanlığı Telsim ve Turkcell firmalarına abone satma hakkına sahip değildir. Lisansın konusunun ne olduğu kanundan, yönetmelikten ve imzalanan lisans sözleşmesinden açıkça anlaşılabilir.

11. Bütün bu işlemlerin yürütülmesinde, yukarıda da belirtildiği üzere, ilgili mevzuat esas alınarak idarî işlem yapılmıştır. Bireysel tercihlere göre yürütülmüş olan herhangi bir uygulama söz konusu değildir.

6. – Hatay Milletvekili Süleyman Metin Kalkan’ın TRT ve Anadolu Ajansında yapılan atamalara ve çalışan personel sayısına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Cavit Kavak’ın yazılı cevabı (7/6576)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Cavit Kavak tarafından yazılı cevaplandırılmasını istirham ederim.

Metin Kalkan Hatay

1. Hükümetiniz döneminde Anadolu Ajansına ne kadar, hangi yöntemle ve hangi görevle kaç personel alınmıştır?

2. Hükümetiniz döneminde TRT’ye ne kadar, hangi yöntemle ve hangi görevle personel alınmıştır?

3. Anadolu Ajansı ve TRT’ye diğer devlet kurumlarında kaç personel geçiş yapmıştır?

4. Bu iki kurumdan toplam kaç personel çalışmaktadır?

5. Bu iki kurumun gelir-gider dengesi nasıldır. Zarar mı etmektedirler kâr mı?

6. TRT’de haddinden fazla kadrolaşma olduğu, birçok çalışanın sırf bu sebeple işsiz güçsüz ortalıklarda dolaştığı ayrıca işe uğramadan maaş alan personelin bulunduğu iddiaları doğru mudur?

T.C. Devlet Bakanlığı 25.12.1998 Sayı : B.02.0.017.800/(02) 1021

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) 2 Aralık 1998 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/6576-16271/37348 sayılı yazınız.

İlgide kayıtlı yazı ile Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın Bakanlığıma tevcih ettiği tarafımdan cevaplandırılması tensip edilen (7/6576/16271) esas no.’lu soru önergesine ait cevabî yazılarımız ekte gönderilmiştir.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

Cavit Kavak Devlet Bakanı

Anadolu Ajansı GenelMüdürlüğü 7.12.1998 Sayı : B.02.1.AA.21/101-4994

Konu : Personel.

T.C.

Devlet Bakanlığına

(Sayın Cavit Kavak)

İlgi : 3.12.1998 gün ve B.02.0.017.800/02.960 sayılı yazınız.

Hatay Milletvekili Süleyman Metin Kalkan’ın Bakanlığınıza yönelttiği sorulara ait cevaplar yazımız ekinde sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Saygılarımla.

Mehmet Güler Yönetim Kurulu Başkanı Genel Müdür

1. Anadolu Ajansında göreve başladığım 3.8.1997 tarihinde 486 personel mevcuttu. Görevde bulunduğumuz sürede Anadolu Ajansına uzun süre kadrosuz hizmet veren ve başarılı bulunan 27 kişi alınmıştır. Aynı dönemde çeşitli nedenlerle kurumdan 57 kişi ayrılmıştır.

2. –

3. Anadolu Ajansı anonim şirket statüsünde olduğu için hiçbir kurumdan personel geçişi yapılmamaktadır.

4. Anadolu Ajansında halen 456 personel görev yapmaktadır.

5. Anadolu Ajansı, Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü aracılığıyla devlete verdiği haber hizmeti karşılığında genel bütçeden para almaktadır. Bunun dışında serbest piyasa koşullarında yazılı ve görsel medyaya haber satmaktadır. Kurumun gelir-gider dengesi her yıl birbirini dengelemektedir. Kurum 1997 yılını 72 milyar lira kâr ile kapatmıştır.

6. – 

T.C. Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü 22.12.1998 Sayı : B.02.2.TRT.0.61.00.00/2520

Devlet Bakanlığına

(Sayın Cavit Kavak)

İlgi : 3.12.1998 tarih ve B.02.0.017 (02)-960 sayılı yazıları.

İlgi yazıları ile Hatay Milletvekili Sayın Metin Kalkan tarafından, Devlet Bakanımız Sayın Cavit Kavak tarafından cevaplandırılması talebi ile verilen 7/6576-16271 sayılı yazılı soru önergesine, kurumumuzu ilgilendiren cevaplar aşağıda arz edilmiştir.

1. 55 inci Hükümetin göreve başladığı tarihten bugüne kadar; 2954 sayılı Yasa hükümleri ve TRT Personel Yönetmeliğinin atama ve görevden alınmaya ilişkin 58, 59 ve 60 ncı maddelerine göre, kurumumuzun ihtiyaç duyulan kadrolarına, “Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Hizmetlerinin Tanımı, Bu Hizmetlere Atanacaklarda Aranacak Özel Nitelikler ve Atama Şartları Yönetmeliği” hükümlerine göre Yönetmelikte belirtilen şartları haiz ve yapılan sınavlarda başarılı olanların açıktan ataması yapılmaktadır. Müfettiş yardımcısı, mühendis ve spiker gibi kadrolara yapılan atamalar yurt çapında yapılan genel duyurulu sınav sonuçlarına, prodüktör, stajyer muhabir, resim seçici, kamera asistanı, stajyer montajcı, teknisyen ve bunun gibi kadrolara yapılan atamalar ise ÖSYM tarafından yapılan sınav sonuçlarına göre gerçekleştrilmektedir.

2. Kurumumuza diğer kurum ve kuruluşlardan yapılan atamalar, ilgili kişinin bu konudaki talebi dikkate alınarak, çalıştığı kurum veya kuruluşun muvafakati ile yapılmaktadır.

3. Kurumumuzda yaklaşık altıbin kişi görev yapmaktadır.

4. Kamu hizmeti görmekle yükümlü kurumumuz, bu görev anlayışı içinde, kaynaklarını etkin ve verimli bir şekilde kullanması sonucunda 1997 yılını kâr ile kapatmış, 1998 malî yılı henüz sonuçlanmamış olmakla birlikte bu yılın da kârla kapanması beklenmektedir.

5. Yukarıda da belirtildiği üzere, kurumumuzdaki tüm atamalar, mevzuat hükümlerine uygun olarak ihtiyaç duyulan hizmetler için yapılmış olup, tüm çalışanlar, Kuruluş ve Görev Yönetmeliği hükümlerinin kendilerine yüklediği görevleri yerine getirmektedir. Dolayısıyla, kurumumuzda herhangi bir şekilde kadrolaşma söz konusu değildir.

Arz ederim.

Yücel Yener TRTGenel Müdürü

7. — İstanbul Milletvekili Azmi Ateş’in, üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağına ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın yazılı cevabı (7/6604)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın A. MesutYılmaz tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.

Saygılarımla.

17.9.1998 Dr. Azmi Ateş İstanbul

Anayasa, Kanunlar ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelere rağmen üniversitelerimizde inancının gereği başörtülü olarak okumak isteyen kızların eğitim özgürlükleri engellenmekte, okuma hakları adeta gasp edilmektedir.

Bu yanlış uygulamaların temelinde yatan sebeplerin vuzuha kavuşturulması açısından aşağıdaki sorularımın cevaplandırılmasına ihtiyaç vardır.

A) Kanunlar açısından

2547 sayılı YÖK Kanununun ek 17 nci maddesi “Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir” kuralını getirmiştir.

Bu kanun gereği yürürlükteki, kılık kıyafet konusunda düzenleme getiren kanunlara baktığımızda; giyim kuşamla ilgili olarak, cumhuriyet kurulduğu günden bugüne kadar yürürlükte olan İnkılâp Kanunları arasında sayılan iki kanun olduğunu görüyoruz.

Bunlardan birincisi 25.11.1925 tarih ve 671 sayılı “Şapka İktisası Hakkında Kanun” dur.

İkincisi ise, 3.12.1934 tarih ve 2596 sayılı “Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun”dur.

Her iki Kanun da incelendiğinde açıkça görüleceği gibi, kadınların kılık ve kıyafetleriyle ilgili bir düzenleme mevcut değildir.

Bu izahlarımızın ışığı altında;

1. Yukarda bahsedilenlerin dışında kadının giyimini, özellikle de üniversitelerde okuyan kızların kılık ve kıyafetlerini düzenleyen başka bir kanun veya kanunlar var mıdır?

2. Var ise hangi kanunlardır?

3. Başta YÖK Başkanı ve İ.Ü. Rektörü olmak üzere, yasağı uygulayan diğer üniversite yöneticileri, bu yasağın gerekçelerinden birini de kendilerinin çıkardıkları yönetmeliklere dayandırmaktadırlar, oysa, anayasanın 115, 123 ve 124 üncü maddeleri yönetmelikler kanunlara aykırı olamaz hükmünü amirdir. Buna göre, bu yasağı uygulayanlar kanunları ihlal etmiş yani suç işlemiş olmuyorlar mı?

B) Anayasa açısından

Başörtüsü yasağını haksız bir uygulama olarak dayatan İstanbul Üniversitesi Rektörünün kendisine delil olarak gösterdiği ve dilinden düşürmediği tek hüküm, anayasanın 2 nci maddesidir.

Anayasanın 2 nci maddesi “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laîk ve sosyal bir hukuk devletidir” hükmünü amirdir.

Buna göre; Türkiye Cumhuriyeti’nin ne demokratik olması, ne lâik devlet olması, ne sosyal devlet olması, ne de hukuk devleti olması başörtüsü yasağına gerekçe olamaz. Gerekçe olamadığı gibi, tam aksine, başörtüsü takılmasını teminat altına alan hükümlerdir.

Çünkü, lâikliğin ne olduğu anayasanın 2 nci maddesinin gerekçesinde açıkça ifade edilmiştir. Bu gerekçede, “Demokrasi, egemenliğin millete ait olduğu bir siyasî rejimdir. Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen lâiklik ise, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması anlamına gelir” denilmektedir.

Üniversitelerimizde başörtüsü yasağını uygulayan yöneticilerin dayandığı diğer bir iddia da Anayasa Mahkemesinin, 2547 sayılı YÖK Kanununun Ek 16 nci maddesinin 7.3.1989 tarihindeki iptal gerekçesidir.

Oysa, gerekçelerin bağlayıcılığı olmamasının birçok sebebi vardır; ilk olarak, Anayasa’nın 153 üncü Maddesinin 2 nci Fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi bir kanunu iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez” hükmü yer almaktadır.

153 üncü maddenin gerekçesinde, “İptal davasının amacı; Anayasaya aykırı bulunan bir hükmün ortadan kaldırılmasıdır” deniliyor. Yani, yeni hüküm ihdas eden bir karar alınması değildir :

Ayrıca, Anayasa’nın 13 üncü Maddesinin 1 inci Fıkrasında; “Temel Hak ve Hürriyetler Anayasa da belirlenen ölçüler çerçevesinde ancak kanunla sınırlanabilir” denilmektedir.

Bu maddenin gerekçesinde ise, başörtüsü yasağı uygulamasının tamamen Anayasa’ya aykırı bir muamele olduğu apaçık ortaya konmaktadır.

“Maddenin 1 inci Fıkrasında, ancak kanunla, denilmek suretiyle, hak ve hürriyet sınırlamalarının münhasıran kanun konusu olduğu; yani yasama tasarrufundan başka bir düzenleyici tasarrufla (tüzük, yönetmelik vb.) hak ve hürriyetlerin sınırlanmayacağı belirtilmiştir.”

İkinci olarak; ülkemizde, başörtüsü yasağını uygulayanlar ve bu yasağı sürdürme gayretinde olanlar, uygulamalarının hiçbir kanunî dayanağının olmadığını bildikleri için 2547 sayılı YÖK Kanununun Ek 16 nci Maddesinin iptal gerekçesine dört elle sarılmaktadırlar.

Halbuki, Anayasa Mahkemesi kararlarında ileri sürülen gerekçelerin bağlayıcı olduğuna dair, mesela Almanya’da olduğu gibi bir kanunî dayanak yoktur.

Nitekim, Anayasa Mahkemesi de, iddia edildiğinin aksine, çeşitli kararlarında, gerekçelerin bağlayıcı olmadığına işaret etmektedir. Örnek olarak 12.12.1989 tarih ve 1989/48 sayılı karar, 19.12.1989 tarihli ve 1989/49 sayılı kararlar gösterilebilir.

Üçüncü olarak; uygulamada, diğer yüksek mahkemeler Anayasa Mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçeleri bağlayıcı olarak görmedikleri gözlenmektedir. Mesela, Danıştay 8 inci Dairesinin 1988/192 sayılı kararında gerekçenin bağlayıcı olmadığı açık olarak belirtilmiştir. Aynı görüşü, 6 Eylül 1991 tarihinde Yargıtay Başkanı da yeni bir adlî yılın açılış töreninde ifade etmiştir.

Yasak uygulamalarına kanunlar dışında dayanak arayanların sığındıkları diğer bir hususda 2547 sayılı YÖK Kanununun ek 17 nci maddesi ile ilgili açılmış davayı reddeden kararın gerekçesidir.

Yasağı uygulayanlar, Anayasa’nın 153 üncü maddesinin ilk fıkrasında yeralan “iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz” hükmünü buna delil olarak göstermektedirler.

Halbuki, gayet açık olarak görüleceği üzere, gerekçe ile beraber açıklanması gereken kararlar sadece iptal kararlarıdır. Red kararları için, böyle bir zorunluluk yoktur. Red kararlarının gerekçeleri ile birlikte açıklanma mecburiyeti bile yokken, gerekçelerinin bağlayıcı olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir. Yani, 2547 sayılı YÖK Kanunun iptal edilen Ek 16 ncı maddesinin, iptal davası reddedilen Ek 17 nci maddesinin de gerekçeleri başörtüsü yasağı için delil olarak kullanılamaz.

Hal böyle iken;

1. Bazı Üniversitelerde kanunsuz olarak uygulanan başörtüsü yasağının ve eğitim hak ve özgürlüğünün engellenmesinin ortadan kaldırılması için bir girişimde bulunulmuş mudur?

2. Anayasanın Kanun önünde eşitlik başlığını taşıyan 10 uncu maddesi; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” hükmünü amirdir.

Bu hüküm varken aynı üniversitede, aynı fakültede, aynı sınıfta, barış içinde, omuz omuza, gönül gönüle, birlikte eğitim görmek arzusunu taşıyan kızlarımız arasında, baş örtülü veya başı açık şekilde farklı uygulama yapılması çirkin bir ayrımcılık değil midir?

3. Anayasanın 10 uncu maddesi inançlarının gereği başını örtenlere bu temel hak ve özgürlük hakkını sağlamanın yanında “.... herkesin siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” diyerek bu özgürlük sınırlarını daha da genişletmesine rağmen, bu maddeyi ihlal edenler hakkında ne gibi yasal işlemler yapılmıştır?

4. Anayasanın 13 üncü maddesinin 2 nci fırkasında; “Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz” denilmektedir.

Buna göre;

a) Başörtüsü yasağı, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı bir uygulama değil midir?

5. Anayasanın 42 nci maddesi 1 inci fıkrasında, “Kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz” hükmünü taşıdığı halde, bu Anayasal kuralı uygulamakla görevli olan hükümetiniz, usul ve kanunlara uygun olarak sınavla kazandıkları üniversite öğrenim hakları ellerinden alınan başörtülü öğrencilerin haklarını koruma hususunda hangi girişimlerde bulunmuştur.

6. YÖK Başkanı Sayın Prof. Kemal Gürüz 13 Eylül 1998 tarihli Milliyet gazetesinde Nilgün Cerrahoğlu ile yaptığı pazar sohbetinde; Anayasa Mahkemesinin 2547 sayılı YÖK Kanununun Ek 16 ncı maddesinin iptal gerekçesine ve aynı kanunun ek 17 nci maddesinin red gerekçesine dayanarak “Türban konusunda Anayasa Mahkemesinin aldığı kararlar emirdir ve bizi bağlar. Hukukî durum açık, disiplin yönetmeliği mutlaka uygulanacaktır” demektedir.

Bu uygulamaları ile YÖK Başkanı yukarıdaki izahlarımızın ve delillerimizin ışığı altında;

a) Anayasayı ve kanunları ihlal etmiş olmuyor mu?

b)YÖK Başkanı hakkında bugüne kadar ne gibi işlemler yapılmıştır?

7. Başörtüsü yasağını ısrarla uygulayan, İ.Ü Rektörü Sayın Prof. Kemal Alemdaroğlu bu uygulamasına en önemli delil olarak, Anayasanın 2 nci maddesindeki lâiklik ilkesini göstermektedir. Oysa, bu maddenin yukarıya aldığım gerekçesinde de görüleceği gibi “lâiklik her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dinî inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması anlamına gelir” denmektedir. Buna göre;

a) Bu gerekçenin ışığı altında baktığımızda, sayın Alemdaroğlu başörtüsü yasağı uygulayarak Anayasanın 2 nci maddesini ihlal etmiş olmuyor mu?

b)Ayrıca, sayın rektör Anayasanın 2 nci maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı...” şeklinde devam eden bu ifadenin ruhuna aykırı davranarak, böyle bir yasak uygulamasıyla insan haklarını hiçe sayarak, toplumsal barışın bozulmasına ve millî dayanışmanın zedelenmesine sebep olduğundan bu hükmü ihlal etmiş olmuyor mu?

8. 15 Haziran 1998 tarihinde, TBMMBaşkanvekili Sayın Yasin Hatiboğlu’nun başkanlığındaki on kişilik bir milletvekili grubu ile İ.Ü. Rektörü sayın Prof. Kemal Alemdaroğlu’nu ziyarete gittiğimizde, rektörlük binası girişinde jandarmalar arasındaki gençleri gördük. Görevlilere sorduğumuzda, bu gençlerin PKKterörüne ve anarşiye bulaşmış tutuklular olduklarını, hakları zayi olmasın diye sınavlara götürdüklerini söylediler.

İnançlarının gereği başörtüsünü takmaktan başka hiçbir suçları olmayan üniversite öğrencisi kızların bu ülkede PKKterörüne bulaşanlar kadar;

a)Okuma haklarının ve eğitim özgürlüklerinin engellenmemesi gerekmez mi?

b) Anayasa, kanunlar ve taraf olduğumuz ulaslararası sözleşmeleri hiçe sayan bu yasak uygulayacıları hakkında, Anayasının 8 inci maddesinin verdiği yetkiye dayanarak ve TCK’nin 175, 176 ve 188 inci maddeleri gereğince herhangi bir işlem yapılmış mıdır?

c) Herhangi bir işlem yapılmadıysa, neden yapılmamıştır?

C. Taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler açısından

Anayasının 90 ıncı maddesinin son bendinde “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz denilmektedir. Bilim adamlarımızın çoğunluk görüşüne göre, usulüne göre yürürlüğe girmiş uluslararası sözleşmeler iç hukuk normlarının üstündedir. Bu Anayasa hükmünün ışığı altında, taraf olduğumuz milletlerarası antlaşmalara baktığımızda;

1. 18 Mayıs 1954 tarihinde bizim de onayladığımız Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek 1 numaralı protokolün 2 nci maddesinde “Kimse tahsil etmek hakkından mahrum edilemez. Devlet, eğitim ve öğretim sahasında deruhte edeceği vazifelerin ifasında ebeveynin bu eğitim ve öğretimi, kendi dinî ve felsefî akidlerine göre temin etmek hakkına riayet edecektir” denilmektedir.

Bu hükme göre ülkemizde, başta YÖK Başkanı, İ.Ü. Röktörü ve başörtüsü yasağını uygulayan diğer üniversite yöneticileri hakkında;

a) Bugüne kadar herhangi bir işlem yapılmış mıdır?

b)Yapılmamış ise, neden yapılmamıştır

2. 18 Mayıs 1954 tarihinde Türkiye’nin de onayladığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9 uncu maddesinin 1 inci fıkrasında “Her şahıs düşünme, vicdan ve din hürriyetine sahiptir. “Bu hak, din veya kanaat değiştirme hürriyetini ve alenen veya hususî tarzda ibadet ve ayin veya öğretimini yapmak suretiyle tek başına veya toplu olarak dinini veya kanatini izhar eylemek hürriyetini tazammun eder” denilmektedir.

Buna göre, üniversitelerde başörtüsü yasağını Anayasa Mahkemesinin iptal kararları ve de red kararları gerekçesine dayandıran YÖK Başkanı, yukarıda zikredilen milletlerarası sözleşme maddelerini ihlal ederek Anayasal suç işlemiş olmuyor mu?

3. 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen, ülkemizin taraf olduğu BMİnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin din ve vicdan, düşünce ve fikir hürriyetinin sınırlarını çizen 18 inci, 19 uncu ve “Her şahıs memleketin kamu hizmetlerine eşitlikle girme hakkına haizdir” hükmünün ikinci fıkrasında ifade eden 21 inci maddesi, başörtüsü yasağı uygulayıcıları tarafından ihlal edilmektedir.

Bu üç soruda ifade edilen maddelere dayanarak başörtüsü yasağının kaldırılması düşünülmekte midir?

4. BMİnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 26 nci maddesinin 1 inci paragrafında “Her şahsın, öğrenim hakkı vardır... Yüksek öğretim liyakatlerine göre herkese tam eşitlikle açık olmalıdır” denilmektedir.

Bu maddeye göre, üniversitelerdeki başörtülü kızların eğitim hakları engellenmiş olmuyor mu?

5. BMİnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 7 nci maddesi “Kanun önünde herkes eşittir ve farksız olarak kanunun eşit korumasından istifade hakkına haizdir. Herkesin işbu beyannameye aykırı, her türlü ayırdedici muameleye karşı ve böyle bir ayırdedici muamele için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır” denilmektedir.

Bu hükme göre, üniversitelerde başörtüsü yasağını uygulayan yöneticiler kanunlar önündeki eşitlik ilkesini zedelemiş olmuyor mu?

Yukarıda, kanunlar, Anayasa ve Uluslararası sözleşmeler açısından olmak üzere üç bölüm halinde takdim ettiğim sorular ve izahlarımın ışığı altında, Anayasanın 8 inci maddesi hükmü de gözönünde bulundurularak “Üniversiteler özerk kurumlardır. Başörtüsü yasağına müdahale hakkına sahip değiliz”denilebilir mi?

T.C. Millî Eğitim Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 25.12.1998 Sayı : B.08.0.APK.0.03.05.00-022/4348

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) TBMM Başkanlığının 9.12.1998 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/6604-16408/37667 sayılı yazısı.

b) Başbakanlığın 14.12.1998 tarih ve B.02.0.KKG.0.12/106-895-11/7186 sayılı yazısı.

İstanbul Milletvekili Sayın Azmi Ateş’in üniversitelerde başörtüsü ile ilgili uygulamalara ilişkin yazılı soru önergesinin cevabı aşağıda belirtilmiştir.

1. Kamu kurum ve kuruluşları, ilk, orta ve yükseköğretim kurumlarındaki görevliler ile öğrencilerin kılık, kıyafetleri kanunlarda yer alan genel nitelikli hükümlerle, yönetmelik, genelge, duyuru ile getirilen usul ve esaslarla yasal yönden düzenlenmiştir.

Özellikle; bazı alanlarda dinî kisvelerin giyilemeyeceği, kapalı mekânlarda belirli kıyafetlerle bulunulabileceği, başörtüsü ile dershane, laboratuvar, spor salonu, kütüphane gibi kapalı yerlere girilemeyeceği yönündeki, Cumhuriyetin ve Anayasımızın başta laiklik olmak üzere, temel nitelik ve esaslarına uygun olan bu düzenlemelerin, her kademedeki yargı kararları ile desteklendiği görülmektedir.

Devlet memurlarının kılık kıyafetleri konusunda düzenlenen ve bizzat Atatürk’ün imzasıyla Resmî Gazetenin 5 Eylül 1341 tarih 168 sayılı baskısında yayımlanarak yürürlüğe konulan bir kararname bulunmaktadır. 2413 sayılı “Bilumum Devlet Memurlarının Kıyafetleri Hakkında Kararname” de, bilumum devlet memurlarının kıyafetlerinin dünya üzerindeki medenî milletlerin müşterek ve umumî kıyafetlerinin aynı olacağı belirtilmiştir.

Kanunla yapılan ilk düzenleme, 28 Kasım 1925 günlü 671 sayılı “Şapka İktisası Hakkında Kanun” olup, düzenleme ile giyim çağdaşlaşma sorunu olarak düşünülmüş ve giyim ile dinsel inançlar arasında bir ilişki kurulmaması gerektiği vurgulanmıştır.

3 Aralık 1934 tarihli 2596 sayılı “Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun” ile yapılan düzenlemeyle, hangi din ya da mezhepten olursa olsun mabet ve ayinler dışında dini kisve giyilmesi yasaklanmış, öğrenci ve memurların kıyafetleri belirlenmiştir.

Adıgeçen Kanunun öğrencilerin kıyafetleri ile ilgili 2 nci maddesi, “Türkiye’de kanunu tevkifat teşekkül etmiş ve edecek olan izcilik ve sporculuk gibi topluluklar ve cemiyet ve kulüp gibi heyetler ve mektepler mahsus kıyafet alamat ve levazım taşımak istedikleri zaman yalnız nizamname veya talimatname ile muayyen tiplere uygun kıyafet alamet ve levazım taşıyabilirler.” hükmünü getirerek, kıyafetteki karmaşanın kamu düzeni ve halkın huzuru yönünden sakıncalı olduğu belirlenmiştir.

12 Mayıs 1982 tarih ve 2670 sayılı Kanunla 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa eklenen Ek 19 uncu Madde “Devlet memurları Kanun, tüzük ve yönetmeliklerin öngördüğü kılık ve kıyafet kurallarına uymak mecburiyetindedirler.” hükmünü amir olup, bu hüküm, kamu kurum ve kuruluşlarında kıyafet mecburiyeti getirmiştir.

Yukarıda belirtilen kanunlar incelendiğinde; bu kanunların, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 24 üncü ve 174 üncü madde hükümlerinin ruhuna ve sözüne sadık kalınarak düzenlendiği ve sadece kadınların veya sadece erkeklerin kılık kıyafetleri ile ilgili düzenlemeler olmayıp, cinsiyet ayırımı yapılmaksızın toplumda yaşayan herkesle ilgili düzenlemeler olduğu görülecektir.

2. 10.12.1988 tarih ve 20032 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 3511 sayılı Kanun ile 2547 sayılı Kanuna Eklenen Ek 16 ncı madde ile getirilen “Yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuvar, klinik, poliklink ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir” hükmü Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa ve İnkılap Yasalarına aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 5 Temmuz 1989 tarih ve 20216 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 7.3.1989 tarih ve 1989/1 Esas, 1989/12 Karar Sayılı Kararı;

Bir yasal düzenlemenin din kurallarına, dinsel inançlara ve gereklere göre yapılamayacağı, dini inanç gereği saç ve boynun kapatılmasına ilişkin yasal düzenlemenin; Anayasanın başlangıç bölümünde yer alan ilkelere ve özellikle laiklik ilkesine, (“Laiklik; egemenliğe, demokrasi ile özgürlüğe ve bilgi bileşimine dayanan toplumsal bir atılım; siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir... Laik düzende din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı olmaktan çıkarılır, gerçek saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır. Böylece siyasal yaşamın dayanağı bilim ve hukuk olur”)aykırı olduğu,

Düzenlemenin Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan Türkiye Cumhuriyetinin Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletidir hükmüne aykırı olduğu,

Anayasanın 10 uncu maddesinde yer alan eşitlik ilkesine aykırı olduğu,

Anayasanın din ve vicdan hürriyetini düzenleyen 24 üncü madesine aykırı olduğu,

Anayasanın inkılap kanunlarının korunmasını düzenleyen 174 üncü maddesine aykırı olduğu,

gerekçesiyle 1’e karşı 10 oyla ve oy çokluğu ile alınmıştır.

1990 yılında 3670 sayılı Kanunla 2547 sayılı Kanuna Ek 17 nci madde eklenmiş, “Yürürlükteki Kanunlara aykırı olmamak koşulu ile yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir.” hükmü getirilmiştir. Anayasa Mahkemesi bu hükmü iptal etmemiş, ancak gerekçesinde türbanın yürürlükteki kanunlara göre takılamayacağını gerekçe olarak almıştır.

Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi, birpartinin kapatılması talebiyle açılan davada aldığı, 6.1.1998 tarih ve 1997/1 Esasına, 1998/1 Karar sayılı kararında türban yasağı konusu yeniden değerlendirilmiş ve dinsel nedenlere dayanılarak başörtüsü ve türbanla boyun ve saçların örtülmesine resmî daire ve üniversitelerde serbestlik tanınmasının Cumhuriyetin ve Anayasanın temel prensipleri ile laiklik ilkesine aykırı olacağı ifade edilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa eklenen Ek Madde 16’nın iptaline ilişkin 7.3.1989 günlü, E : 1989/1, K: 1989/12 sayılı kararında, laik bir devlette hukuk kurallarının kaynağının dinde değil akılda bulunduğu, kişilerin iç dünyasına ilişkin olması gereken dini inançlara göre yasal düzenleme yapılmasının Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 24 üncü ve 174 üncü maddelerine aykırı olduğu belirtilmiştir.”

Anayasanın 153 üncü Maddesinin son fıkrasında, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı, 138 inci Maddesinde de yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarını hiç bir surette değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği öngörülmektedir.

3. İki dava nedeniyle İdare Mahkemeleri ve Danıştay türban katılamayacağına karar vermiş, bu iki dava konusu Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna götürülmüş, adıgeçen komisyon 3.5.1993 tarihinde her iki davayı da karara bağlamış, yapılan görüşmeler sonucunda davaların reddine karar vermiştir.

Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ret kararını;

İnsan hakları sözleşmesinin kamusal alanda, bir inancın gerektirdiği biçimde davranma hakkını mutlak olarak güvence altına almadığı,

Sözleşmeye göre bir dinin uygulanması ifadesinin, bir dinin veya inancın zorunlu kıldığı ya da esinlendiği her türlü hareketin yapılabileceği anlamına gelmediği,

Yükseköğrenimini laik bir üniversitede yapmayı seçen bir öğrencinin, bu üniversitenin düzenlemelerini kabul etmiş sayılacağı,

Özellikle nüfusun büyük çoğunluğunun belirli bir dine mensup olduğu ülkelerde, bu dinin tören ve simgelerinin herhangi bir yer ve biçim sınırlaması olmaksızın sergilenmesinin, sözü geçen dini uygulamayan veya başka bir dine mensup olan öğrenciler üzerinde baskı oluşturabileceği,

Laik üniversitelerin, öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine ilişkin kurallar koyarken, bazı kökten dincilerin yükseköğretimde kamu düzenini bozmamalarını ve diğerlerinin inançlarına zarar vermemelerini sağlamaya özen gösterebileceği,

Laik bir üniversitedeki öğrencilik statüsünün, doğası gereği, başkalarının hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini sağlamaya yönelik bazı davranış kurallarıyla bağlılığı da içerdiği,

Laik bir üniversite yönetmeliğinin, öğrencilere verilen diplomanın, hiç bir şekilde öğrencilerin de katılabileceği dinsel kaynaklı bir hareket kimliğini yansıtmaması gerektiğini öngörebileceği,

Laik üniversite düzeninin gerekleri dikkate alındığında, öğrencilerin kılık kıyafetlerinin düzenlenmesinin ve bu düzenlemeye uymadıkça, kendilerine diploma verilmesi gibi bazı idarî hizmetlerden yararlandırılmamalarının, din ve vicdan özgürlüğüne müdahele oluşturmadığı, gerekçelerine dayandırılmıştır.

Yukarıda belirtilen Anayasa, mevzuat hükümleri ve yargı kararları uyarınca öğrencilerin başörtüsü ile üniversitelerin kapalı mekânlarına girmelerine izin verecek bir düzenleme yapmak mümkün değildir. Aksine böyle bir düzenleme yapılırsa anayasanın ilgili maddeleri, kanunlar ihlâl edilmiş olur. Yüksek öğretim kurumlarının yöneticileri başörtüsü konusundaki uygulamalarını bu çerçevede yapmaktadırlar.

Diğer taraftan, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde Anayasa, yasalar ve yönetmeliklerle belirlenmiş olan öğrencilik statüsünün gerektirdiği şartları taşıyan herkesin eğitim ve öğretim hakkı bulunmaktadır.

Bilgilerinize arz ederim.

Hikmet Uluğbay Millî Eğitim Bakanı

8. – İçel Milletvekili D. Fikri Sağlar’ın, Güneydoğu’da bozulmuş BCG aşısı kullanıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Halil İbrahim Özsoy’un yazılı cevabı (7/6607)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Halil İbrahim Özsoy tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğini saygıyla arz ederim.

D. Fikri Sağlar İçel

Türkiye Cumhuriyetinin sağlık politikalarının belirlenmesinde önemli görevler üstlenmiş olan Refik Saydam’ın 1929’da bir soru önergesine verdiği yanıtta devletin temel sağlık anlayışı, “Devletin görevleri anlamında sağlık işleri demek, vatandaşları hasta etmemek, toplu şekilde yaşayan insanların sağlıklarını bozacak arızalar husule gelmemesine itina etmek, vaki bir afete ve salgına karşı her türlü imha tedbirlerini kullanarak onu olduğu yerde söndürmek, hastaların verebileceği zararlardan sağlamları korumak, hasta olmamaları için çalışmak...,” olarak değerlendirilmektedir.

Sağlık politikasını kamusal, topluma yönelik ve koruyucu tıp anlayışı eksenine oturtan cumhuriyet politikalarından uzaklaşma temelinde geldiğimiz noktada, bu politikaların yerine ikame edilmek istenen özel, bireyci ve tedavi edici sağlık anlayışının altyapısının oluşturulduğuna tanıklık etmekteyiz. 1980 sonrası süreçte, Cumhuriyetin yarattığı kurumların çökertilmesi ve kamu birikimlerinin tasfiyesinin birinci hedef olduğu özellikle özelleştirme uygulamalarıyla kamuoyunun malûmudur.

Bu anlamda tasfiyesi hedeflenen kurumların önce güvenilirliklerinin yok edilmesi, daha sonra temel misyonlarından uzaklaştırılma ve giderek çökertilerek bunların yerine tek alternatif olarak özel sermaye girişimlerini sunma aşamalarının geliştirildiği bilinmektedir. Koruyucu hizmetleri alanında çok önemli görevler yüklenerek kurulan Hıfzıssıhha’nın bu plan dahilinde önce güvenilirliğinin yok edilmeye çalışıldığı bir sürecin başlatıldığı konusunda çok yaygın iddialar mevcuttur. Bu iddialar arasında kurumun kendi laboratuvarlarında reddedilen ve kullanılmaması gereken bazı aşıları ve miadı dolmuş serumları sahaya sürdüğü konusu basına da yansımıştır. İnsanlığa karşı işlenmiş suç düzeyinde değerlendirilmesi gereken bu vahim iddiaların açıklığa kavuşturulması hem söz konusu kurumların güvenirliği hem de halk sağlığı açısından zorunludur. Bu nedenlerle;

1. 1998 yılı içerisinde Diyarbakır ilinde yaşanan bir elektrik kesintisi nedeniyle soğuk zincirin kırılması sonucunda depolarda saklanan aşı ve serumların kontrolleri yapılmak üzere devlet kontrol laboratuvarlarına gönderildiği bilinmektedir. Bu ürünler arasında yer alan ve Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı BCG üretim laboratuvarı tarafından üretilmiş bulunan 777,779 ve 790 seri no.lu BCG aşıları, Devlet Kalite Kontrol Laboratuvarları tarafından daha önce uygun bulunmayarak reddedilmesine rağmen, Diyarbakır Sağlık Müdürlüğüne gönderilerek bağışıklamada kullanıldığı iddia edilmektedir.

Bu iddia doğru mudur? Bu iddia doğru ise anılan BCG aşısı serilerinden kaç doz kullanılmıştır. Bu aşılar daha önce reddedilmesine rağmen sahaya gönderilerek kullanılmış ise bunun gönderilmesi ve kullanılması bir kasıttan mı, yoksa ihmalden mi, kaynaklanmıştır? Devlet Kalite Kontrol Laboratuvarları tarafından uygun bulunmayan ve red edilmesine rağmen, kaç doz aşı sahaya gönderilmiştir? Bu aşıların yörelere göre dağılımı nedir? Kullanımı bilimsel açıdan uygun bulunmayan bu aşıların kullanılması nedeniyle çocuk ölümleri meydana gelmiş midir? Bu konuda tarafınızdan herhangi bir araştırma veya soruşturma açılmış mıdır?

2. Söz konusu aşılar sahaya gönderilmeden önce aşılara ilişkin Devlet Kalite Kontrol raporlarına yönelik üretici tarafından herhangi bir itiraz gündeme getirilmiş midir? Bu anlamda aşıların Dünya Sağlık Örgütü (WHO) referans laboratuvarlarından birinde yeniden kontrol ettirilmesi talebi üretici tarafından Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğüne iletilmiş midir?Üretici tarafından konunun Bağışıklama Danışma Kurulu düzeyinde tartışılmasına yönelik herhangi bir başvuru yapılmış mıdır?

3. Üretim birimlerinin GMP (imalat uygulamaları) yönüyle rutin denetimleri yapılmış mıdır? Yapılmış ise tarihleri nelerdir? İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü bünyesinde yer alan ve ilaç üretim yerlerinin GMP yönüyle rutin denetimlerinden sorumlu olan “teftiş birimlerinin” aşı üretim birimlerinin denetimi konusunda da yaptığı herhangi bir işlem var mıdır?Varsa en son hangi tarihte yapılmıştır?

4. BCG aşılarıyla ilgili olarak Teftiş Kuruluna intikal etmiş herhangi bir inceleme konusu var mıdır? Varsa incelemeye konu olan BCG aşıları ile ilgili olarak Hıfzıssıhha Başkanı veya bir başka yetkili tarafından Devlet Kalite Kontrol Laboratuvarlarına raporların yeniden düzenlenmesine yönelik herhangi bir talimat verilmiş veya talepte bulunulmuş mudur? Böyle bir durum var ise Devlet Kalite Kontrol Laboratuvar sorumluları tarafından bu konuda nasıl bir yanıt verilmiştir?

5. Anılan konuda tarafınızdan olayın muhatabı personel ile ilgili olarak herhangi bir soruşturma veya araştırma yapılmış mıdır? Yapılmış ise hangi aşamada ve sonuçları nelerdir? Bilimsel anlamda geçerliliği olmayan ve çocuklarımızın sağlığına yönelik ciddi tehlikeler oluşturan bu aşıların sahaya gönderilmesinde ve kullanımında sorumluluk taşıyan kişilerle ilgili nasıl bir uygulamanız olmuştur? Bu konuda sorumluluk payınız nedir?

T.C. Sağlık Bakanlığı Hukuk Müşavirliği 28.12.1998 Sayı: B.10.0.HKM.0.00.00.00-9239/5096

Konu: Yazılı Soru Önergesi Cevabı

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: 9.12.1998 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/6607-16430/37740 sayılı yazıları.

İçel Milletvekili Sayın Fikri Sağlar tarafından, Güneydoğu Anadolu İllerinde bozulmuş BCG aşısı kullanıldığı iddiası ile ilgili olarak verilen yazılı soru önergesinin cevabı ilişikte sunulmaktadır.

Bilgilerinize arz ederim.

Dr. Halil İbrahim Özsoy Sağlık Bakanı

İçel Milletvekili Sayın D. Fikri Sağlar’ın, “Güneydoğu’da bozulmuş BCG aşısı kullanıldığı

iddiası” ile alâkalı yazılı soru önergesinin cevabıdır:

Cevaplar

BCG aşısı 3’er ayda bir olmak üzere yılda 4 dönem halinde bütün illere olduğu gibi Güneydoğu Anadolu Bölgemiz illerine de gönderilmektedir. Diyarbakır iline, 1998 yılı Mart ayında 50 000 doz BCG aşısı gönderilmiştir.

Son 18 ay içerisinde gönderilen bütün BCG aşılarından 16 971 dozu Diyarbakır’da uygulanmış, 20 450 dozu Şanlıurfa’da, 10 552 dozu Mardin’de, 10 014 dozu Batman’da, 4 161 dozu Bingöl’de, 1 459 dozu Adıyaman’da, 10 532 dozu Elazığ’da ve 17 121 dozu Malatya’da olmak üzere toplam 103 860 doz aşı uygulanmış bulunmaktadır.

Bütün yurttaki BCG aşılamalarında Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi tarafından üretilen veya ithal edilen aşılar kullanılmaktadır. Bu aşıların tamamı da Hıfzıssıhha Merkezi tarafından kontrol edildikten sonra sahada aşı uygulamasına geçilmektedir.

Bu kullanılan aşılardan hiçbirisi için bozuk (kullanılamaz) raporu verilmemiştir. Bu şekilde rapor almış bir aşının kullanılmak üzere illere gönderilmesi de asla mümkün ve sözkonusu değildir.

Ayrıca, Verem Savaşı Dairesi Başkanlığı marifetiyle Bakanlığımız tarafından, bütün yurtta yapılan BCG aşılarının sağladığı bağışıklık seviyesi ve muhtemel yan tesirleri yönünden sürekli olarak takip edilmektedir. Böylece aşıların tesirliliği yanında nakli veya illerdeki muhafazası esnasında ortaya çıkabilecek aksaklıklar ve muhtemel uygulama hataları gibi durumlar da sürekli olarak kontrol edilmektedir.

Canlı bir aşı olan ve bağışıklığı test edilen bu aşıların, sahadaki uygulaması ile ilgili olarak hiçbir olumsuz bildirim yapılmamıştır.

Önergede, bozuk aşı uygulaması sebebiyle ölümler olduğu yolundaki söylentiye de yerverilmiş olup, BCG aşısı uygulamasından dolayı ölüm hadisesinin meydana gelmesi tıbben mümkün değildir. Zira, halk arasında “bozulma” olarak tarif edilen “soğuk zincir”e uyulmaması durumunda bile, sadece aşının tesirliliği kaybolmakta ve kişilerin sağlığına bir zararı bulunmamaktadır. Kaldı ki, Güneydoğu bölgesine gönderilen ve tatbik edilen aşıların yapılan etkinlik kontrollerinde, tesirlilik oranı %93 olarak tespit edilmiştir. Bu sonuç aşıların bağışıklık sağlama açısından da son derece güvenilir olduğunu teyid etmekte, iddiaların asılsız olduğunu da ortaya çıkarmaktadır.

Diğer taraftan, ihtiyaca binaen 27.3.1998 tarihinde Diyarbakır Sağlık Müdürlüğü depolarına gönderilen aşılar, teslim tarihi itibariyle Kurban Bayramı tatiline rastladığından ve o süre içerisinde elektrik kesintisi de olduğundan, izinden dönen yetkililer tarafından aşıların bozulmuş olabileceği şüphesi ile bir yanlışlığa sebebiyet vermemek için (daha önce gönderilen aşılar da dahil) kontrol edilmek üzere Bakanlığımız Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığına gönderilmiştir. Bu konuda gereken hassasiyet gösterilmiş ve aşıların yeniden kontrolüne ve aynı zamanda konu ile alâkalı incelemeye başlanılmıştır. Bu konudaki kontrol ve inceleme işlemleri devam etmektedir. Fakat, Diyarbakır’dan kontrol için gönderilen aşıların, tekrar Diyarbakır’a sevki kesinlikle sözkonusu olmayıp, bu aşılar şu ana kadar hiçbir kimseye tatbik edilmemiştir.

Sonuç olarak: yanlış bir bilgilenme ve değerlendirmenin söz konusu olduğu görülmektedir. Zira, aşıların sevkinden önce, patent, zararsız ve son kullanma tarihine kadar kullanılabilir olduğu anlaşıldığına ve şüphe edilen aşılar yeniden incelenmeye alınıp hiçbir şekilde tatbik edilmediğine göre; hizmetin verilmesinde bir kusur olmadığı ve aksine, aşıların bozulmuş olması ihtimali üzerinde durularak, bozuk olabilecek aşıların tatbik edilmesinin önlenmesi hususunda hassasiyet gösterildiği önergede yerverilen iddiaların da doğru olmadığı açıktır.

Burada özellikle belirtilmelidir ki: Koruyucu sağlık hizmetleri alanında çok önemli görevler üstlenen ve Bakanlığımızın bağlı kuruluşu olan Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı, aşı ve serumların üretiminin Devlet tarafından ülke ihtiyaçlarını karşılayacak seviyeye getirilmesi için önemli çalışmalar yürütmektedir ve bu gaye ile yeni üretim tesislerinin ihalesi de yapılmıştır.

Merkezin bu kadar önemli çalışmaları ve yatırımları gerçekleştireceği bir safhada, son zamanlarda bazı basın organlarında ileri sürülen ve doğru olmayan iddialarla güvenilirliğinin yok edilmeye çalışılması, mevcut iddiaların esas amacının bu çalışmaları sekteye uğratmak olduğunu akla getirmektedir. Zira, sahada % 93,03 üzerinde bağışıklık sağlamış ve verem ile mücadelede yıllarca başarı ile kullanılmış Türk BCG aşısını karalamaya, kamuoyunu yanlış yönde bilgilendirmeye ve şartlandırmaya yönelik yayınların başka türlü anlaşılması mümkün değildir.

Bu sebeple, ortaya atılan hayali iddialar ancak ve ancak, Devlet sektörü eliyle aşı üretimini ve bu konudaki yeni yatırımları engelleme maksadına yönelik olarak değerlendirilmeli ve gerekli hassasiyet gösterilmelidir.

Gösterilen ilgiye teşekkür ederek başarılar dilerim.

9. – Ağrı Milletvekili M. Sıddık Altay’ın;

– Ağrı Havaalanı pistinin uzatılması projesinin 1999 yılı programına alınıp alınmayacağına,

– THY uçuş filosunda bulunan uçaklardan birine “Ağrı” adının verilip verilmeyeceğine,

İlişkin soruları ve Ulaştırma Bakanı Arif Ahmet Denizolgun’un yazılı cevabı (7/6610, 6611)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 96 ncı maddesi gereğince Sayın Ulaştırma Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla

M. Sıddık Altay Ağrı

Sorular

Ağrı Havaalanı Ocak 1997 tarihinde hizmete açılmıştır. Ağrı Havaalanının pist uzunluğu 2 bin metredir. Bu uzunluktaki bir piste yolcu kapasitesi en çok 100 olan uçaklar (RJ 70 ve RJ 100) inip kalkabilmektedir. Halen Ankara’dan Ağrı’ya haftada üç tarifeli sefer yapılmaktadır. Bu da Ağrı’nın ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Ağrı Havaalanını pistinin bin metre uzatılması halinde daha büyük yolcu kapasiteli uçakların havaalanına iniş-kalkış yapabilmesi mümkün olabilecektir.

Bakanlık olarak; Ağrı Havaalanı pistinin uzatılması projesinin 1999 yılı programına alınması yolunda bir çalışmanız bulunmakta mıdır? Alınmayacaksa sebebi nedir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 96 ncı maddesi gereğince Sayın Ulaştırma Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla

M. Sıddık Altay Ağrı

Sorular

Türk Hava Yolları uçuş filosunda bulunan uçakların büyük kısmına Türkiye’nin değişik vilayetlerinin isimleri verilmektedir.

Ağrı vilayetimiz Türkiye’nin sınır bölgesinde yer alan bir serhat şehridir. Taşıdığı jeopolitik önem dikkate alınarak bu şehrimizin adının THY filosunda bulunan bir uçağa verilmesi bölge insanı için güzel bir jest olacaktır.

Bakanlık olarak Türk Hava Yolları filolarında yer alan bir uçağa “Ağrı” adının verilmesi için bir girişiminiz var mıdır? Yoksa önümüzdeki günlerde böyle bir girişiminiz olacak mıdır?

T.C. Ulaştırma Bakanlığı 25.12.1998 Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Sayı: B.11.0.APK.0.10.01.21/EA-1763-23495

Konu: Ağrı Milletvekili Sayın M. Sıddık Altay’ın Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: 11.12.1998 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-16502 sayılı yazınız.

Ağrı Milletvekili Sayın M. Sıddık Altay’ın 7/6610-16444 ve 7/6611-16445 sayılı yazılı soru önergelerinin cevapları hazırlanarak ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

A. Ahmet Denizolgun Ulaştırma Bakanı

Ağrı Milletvekili Sayın M. Sıddık Altay’ın 7/6610-16444 sayılı Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı

Sorular

Ağrı Havaalanı Ocak 1997 tarihinde hizmete açılmıştır. Ağrı Havaalanının pist uzunluğu 2 bin metredir. Bu uzunluktaki bir piste yolcu kapasitesi en çok 100 olan uçaklar (RJ 70 ve RJ 100) inip kalkabilmektedir. Halen Ankara’dan Ağrı’ya haftada üç tarifeli sefer yapılmaktadır. Bu da Ağrı’nın ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Ağrı Havaalanı pistinin bin metre uzatılması halinde daha büyük yolcu kapasiteli uçakların havaalanına iniş-kalkış yapabilmesi mümkün olabilecektir.

Bakanlık olarak; Ağrı Havaalanı pistinin uzatılması projesinin 1999 yılı programına alınması yolunda bir çalışmanız bulunmakta mıdır? Alınmayacaksa sebebi nedir?

Cevap

Ağrı Havaalanında halen mevcut pistin özel aydınlatma sisteminin tesisi devam etmekte olup, sistemin tamamlanması ile pist gece trafiğine de açılabilecektir.

Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğünün 1999 Yılı Yatırım Programında Ağrı Hava Alanının Terminal binası ve kule binası onarımı ile emniyet çevre tel örgü yapımının gerçekleştirilmesi planlanmış olup, söz konusu yatırımların tamamlanmasını müteakip, yolcu potansiyeli de gözönünde bulundurularak ileriki yıllarda pist uzatımı işi de programa alınabilecektir.

Ağrı Milletvekili Sayın M. Sıddık Altay’ın 7/6611-16445 sayılı Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı

Sorular

Türk Hava Yolları uçuş filosunda bulunan uçakların büyük kısmına Türkiye’nin değişik vilayetlerinin isimleri verilmektedir.

Ağrı vilayetimiz Türkiye’nin sınır bölgesinde yer alan bir serhat şehridir. Taşıdığı jeopolitik önem dikkate alınarak bu şehrimizin adının THY filosunda bulunan bir uçağa verilmesi bölge insanı için güzel bir jest olacaktır.

Bakanlık olarak Türk Hava Yolları filolarında yer alan bir uçağa “Ağrı” adının verilmesi için bir girişiminiz var mıdır? Yoksa önümüzdeki günlerde böyle bir girişiminiz olacak mıdır?

Cevap

Türk Hava Yolları A.O. Genel Müdürlüğü, Bakanlar Kurulunun 22.8.1990 gün ve 90/822 sayılı kararı ile özelleştirilmek üzere Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığına bağlanmıştır.

Bununla birlikte serhat şehrimiz Ağrı isminin THYA.O. Genel Müdürlüğünün filosundaki uçaklardan birine verilmesi hususu teklif edilmiştir.

Söz konusu Genel Müdürlüğün 1998-2002 yılları Filo planı çerçevesinde filosuna ilave etmeyi kararlaştırdığı B737-800 uçaklarından birisine “Ağrı” isminin konulması için önerinin dikkate alındığı bildirilmiştir.

10. — Ağrı Milletvekili M. Sıddık Altay’ın, TBMM’nin 20 nci Dönem yasama ve denetim faaliyetlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (8/6636)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın İçtüzüğün 96 ncı maddesi gereğince Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Hikmet Çetin tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

M. Sıddık Altay Ağrı

Sorular

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 20 nci Döneminde, siyasî parti grupları ve milletvekilleri tarafından;

1. Kaç tane yazılı soru önergesi verilmiş, bunlardan kaç tanesi cevaplandırılmıştır?

2. Kaç tane sözlü soru önergesi verilmiş, bunlardan kaçı cevaplandırılmıştır?

3. Kaç tane genel görüşme önergesi verilmiş, bunlardan kaçı görüşülmüş ve hangi sonuca varılmıştır?

4. Kaç tane araştırma önergesi verilmiş, bunlardan hangileri görüşülmüş ve hangi sonuçlar alınmıştır?

5. Kaç tane soruşturma önergesi verilmiş, bunlardan hangileri görüşülmüş ve hangi sonuçlara ulaşılmıştır?

6. Aynı süre içerisinde kaç tane kanun tekifi verilmiştir? Bunlardan hangileri genel kurulda görüşülmüş ve yasalaşmıştır? Kaç tanesi komisyonlarda beklemektedir? Kaç tanesi komisyonlardan geçerek genel kurul gündemine kadar ulaşabilmiştir?

7. Aynı dönemde hükümetler tarafından TBMM’ye hangi kanun tasarıları sevkedilmiş, bunlardan hangileri görüşülerek yasalaşmıştır? Hangileri komisyonlardadır? Hangileri komisyonlardan geçerek genel kurul gündemine gelebilmiştir?

8. İçerisinde bulunduğumuz yasama döneminde Türkiye Büyük MilletMeclisi genel kurul (uzatmalar sayılmadan) normal süresinde çalışabilseydi kaç saat çalışmış olacaktı? Bu sürede kaç kanun tasarı ve teklifi yasalaşabilecek, kaç önerge sonuçlandırılabilecekti?

9. Buna karşılık, sözkonusu dönemde genel kurul kaç saat çalışabilmiş, kaç tasarı ve teklif yasalaşmış, kaç önerge görüşülebilmiştir?

10. Tüm bu göstergeler sonucunda Meclis’in sözkonusu dönemde verimli çalışabildiğini söyleyebilir misiniz?

11. Meclisin daha verimli, daha rantabl, 21 inci yüzyılın modern dünyasıyla rekabet edebilecek çağdaş bir anlayışla hizmet üretebilmesi için, parlamenteriyle, personeliyle daha etkin çalışabilmesi için başkanlık divanı ve parti gruplarıyla birlikte, ya da bireysel olarak herhangi bir çalışmanız var mı? Varsa nedir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Genel Sekreterliği
Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı

KAN.KAR.MD : 28.12.1998 Sayı : A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/6636-16516/38007

Sayın M. Sıddık Altay

Ağrı Milletvekili

İlgi : 14.12.1998 tarihli yazılı soru önergeniz.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 20 nci dönem yasama ve denetim faaliyetlerine ilişkin ilgi önergenizde yer alan sorularınız, 17.12.1998 tarihi itibariyle aşağıda cevaplandırılmıştır.

Bilgilerinizi rica ederim.

Saygılarımla.

Hikmet Çetin Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanı

Cevap 1. — 6635 adet yazılı soru önergesi verilmiş, bunlardan; 4525’i cevaplandırılmış, 88’i (İçtüzük değişikliğinden önce) sözlü soruya çevrilmiş, 1828’i süresi içinde cevaplandırılmamış ve bu soruların cevaplandırılmadağı gelen kağıtlar listesinde yayımlanmıştır. Yazılı soru önergelerinden 26’sı geri alınmış, 5’i iade edilmiş olup 163 adedi ise halen işlemdedir.

Cevap 2. — 1246 sözlü soru önergesi verilmiş, bunlardan; 338’i cevaplandırılmış, 413’ü yazılıya çevrilmiş, 185’i geri alınmıştır. 308 adet sözlü soru önergesi gündemde olup 2 adedi ise gündeme girecektir.

Cevap 3. — 34 adet genel görüşme önergesi verilmiş, bunlardan; 8’i kabul edilmiş, 3’ü reddedilmiş, 1’i önerge sahiplerinin istemi üzerine meclis araştırmasına çevrilmiş, 21 adedi gündemde olup 1’i ise halen işlemdedir.

Cevap 4. — 303 adet Meclis araştırması önergesi verilmiş, bunlardan; 6 adedi reddedilmiş, 62 adedi kabul edilmiş (Kabul edilen önergeler için 28 adet Meclis araştırması komisyonu kurulmuştur. Kurulan komisyonlardan 27’si raporlarını başkanlığa sunmuşlar ve bu raporlardan 25’i Genel Kurulda görüşülmüştür), 4 adedi yeterli imza kalmadığından işlemden kaldırılmış, 231 adedi ise halen gündemdedir.

Cevap 5. — 46 adet meclis soruşturması önergesi verilmiş, bunlardan; 12 adedi reddedilmiş, 11 adedi yeterli imza kalmadığı için işlemden kaldırılmış, 23’ü ise kabul edilerek 22 komisyon kurulmuştur. (Kurulan komisyonlardan 7’si raporlarını başkanlığa sunmuşlar ve bu raporlar Genel Kurulda görüşülerek ilgililerin Yüce Divana sevklerine mahal olmadığına karar verilmiş, 6 komisyonun çalışmaları halen devam etmekte olup, kurulan 9 komisyon ise, üye seçimleri yapılamadığından henüz çalışmalarına başlayamamıştır).

Cevap 6. — Milletvekillerince 1341 adet kanun teklifi verilmiş, bunlardan; 143 adedi 32 kanun olmuş, 11 adet İçtüzük değişiklik teklifi karar olmuş, 1 adedi Genel Kurulca reddedilmiş, 20 adedi sahiplerince geri alınmış olup, halen 185 adedi gündemde, 981 adedi ise ilgili komisyonlarda bulunmaktadır.

Cevap 7. — Başkanlığımıza, cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen ve hükümsüz sayılmayan 21 adet kanun da dahil olmak üzere 587 adet kanun tasarısı verilmiş, bunlardan; 225 adedi 213 kanun olmuş, 1 adedi Genel Kurulca reddedilmiş, 11 adedi hükümetçe geri verilmiş olup, halen 200 adedi gündemde, 150 adedi ise ilgili komisyonlarda bulunmaktadır.

Cevap 8-9. — Bu sorulara yanıt teşkil etmek üzere hazırlanan bilgiler, EK-1’de sunulmuştur.

Cevap 10. — Bu veriler uyarınca, Türkiye Büyük MilletMeclisinin 20 nci yasama döneminde verimli bir çalışma yaptığını söylemek mümkündür.

Cevap 11. —Türkiye Büyük Millet Meclisinin daha etkin ve verimli çalışmasının gerekli olduğuna inanmaktayım. Bunun için İçtüzükte ve Anayasada bazı değişikliklerin yapılması gerekmektedir. Bu amaçla sürdürülen çalışmalar sonuçlandırılarak bir taslak hazırlanmış ve öneri haline getirilmiştir. Bunların yaşama geçirilebilmesi için siyasî parti gruplarının uzlaşmasına gerek olduğunu düşünmekteyim.

Bu nedenle hazırlanan öneriler en kısa süre içinde önce siyasî parti gruplarının yetkili organlarının, daha sonra da milletvekillerinin inceleme ve değerlendirilmesine sunulacaktır.

TBMM Genel Kurulunun İçtüzükte Belirlenen Çalışma Sürelerine ve Alınan Kararlara Göre
20 nci Dönemde Yapması Gereken Çalışma Süreleri

I. 20 nci Dönem 1 inci Yasama Yılı :

A)Özel bir karar alınmayan (15.00-17.00 arası) birleşimler :

Birinci yasama yılında toplam 91 birleşim yapılmış olup, aşağıda (B) ve (C) bölümlerinde yer alan 19 birleşim haricinde kalan 72 birleşimde;

72 nci birleşim x 4 saat = 288 saat çalışması gerekecekti.

B) Çalışma süresi belirlenen birleşimler;

Dönem Yasama Yılı Birleşim Kararlaştırılan süre Saat

20 1 4 14.00 – 19.00 05.00

5 14.00 – 19.00 05.00

14 13.00 – 17.00 04.00

86 14.00 – 24.00 10.00

90 11.00 – 24.00 13.00

Toplam Süre : 37.00

C) Bitimine kadar karar alınan birleşimler :

Dönem Yasama Yılı Birleşim Çalışılan süre Saat

20 1 21 (Hükümet Prog.) 13.00 – 21.50 08.50

22 (Güven Oyu) 11.00 – 11.59 00.59

38 (Bütçe) 10.00 – 20.48 10.48

39 (Bütçe) 10.00 – 23.35 13.35

40 (Bütçe) 10.00 – 23.51 13.51

41 (Bütçe) 10.00 – 01.36 15.36

42 (Bütçe) 10.00 – 02.35 16.35

43 (Bütçe) 10.00 – 17.09 07.03

44 (23 Nisan) 14.00 – 15.25 01.25

84 15.00 – 21.44 06.44

85 14.00 – 05.06 15.06

87 14.00 – 01.15 11.15

88 15.00 – 05.08 14.08

91 14.00 – 02.30 12.30

Toplam Süre : 148.25

Yıllık Toplam : A) 288.00 saat

B) 37.00 saat

C) 148.25 saat

473.25 saat

II. — 20 nci Dönem 2 nci Yasama Yılı :

A) Özel bir karar alınmayan (15.00 – 17.00 arası) birleşimler :

İkinci yasama yılında toplam 137 birleşim yapılmış olup, aşağıda yer alan (B) ve (C) bölümlerinde yer alan 37 birleşim haricinde kalan 100 birleşimde;

100 birleşim x 4 saat = 400 saat çalışması gerekecekti.

Dönem Yasama Yılı Birleşim Kararlaştırılan süre Saat

20 2 20 14.00 – 20.00 06.00

21 14.00 – 20 00 06.00

26 14.00 – 19.00 05.00

27 14.00 – 20.00 06.00

45 13.30 – 21.00 07.30

46 13.30 – 21.00 07.30

47 13.30 – 21.00 07.30

48 13.30 – 21.00 07.30

49 13.30 – 21.00 07.30

50 13.30 – 21.00 07.30

51 13.30 – 21.00 07.30

52 13.30 – 21.00 07.30

53 13.30 – 21.00 07.30

54 13.30 – 21.00 07.30

55 13.30 – 21.00 07.30

56 13.30 – 21.00 07.30

78 14.00 – 21.00 07.00

79 14.00 – 21.00 07.00

80 14.00 – 21.00 07.00

81 14.00 – 21.00 07.00

82 14.00 – 21.00 07.00

134 15.00 – 24.00 09.00

135 10.00 – 24.00 14.00

136 14.00 – 24.00 10.00 Toplam Süre : 181.00

C) Bitimine kadar karar alınan birleşimler :

Dönem Yasama Yılı Birleşim Çalışılan süre Saat

20 2 9 14.00 – 21.50 07.50

28 (Bütçe) 10.00 – 20.23 10.23

29 (Bütçe) 10.00 – 22.52 12.52

30 (Bütçe) 10.00 – 00.18 14.18

Dönem Yasama Yılı Birleşim Çalışılan süre Saat

31 (Bütçe) 10.00 – 22.13 12.13

32 (Bütçe) 10.00 – 22.32 12.32

33 (Bütçe) 10.00 – 00.16 14.16

34 (Bütçe) 10.00 – 22.27 12.27

35 (Bütçe) 10.00 – 18.20 08.20

36 (Bütçe) 10.00 – 21.25 11.25

37 (Bütçe) 10.00 – 19.34 09.34

84 (23 Nisan) 14.00 – 16.30 02.30

137 13.10 – 13.46 00.36

Toplam Süre : 129.16

Yıllık Toplam : A) 400.00 saat

B) 181.00 saat

C) 129.16 saat

710.16 saat

III. — 20 nci Dönem 3 üncü Yasama Yılı :

A) Özel bir karar alınmayan (15.00 – 17.00 arası) birleşimler :

Üçüncü yasama yılında toplam 131 birleşim yapılmış olup, aşağıda (B), (C) ve (D) bölümlerinde yeralan 53 birleşim haricinde kalan 78 birleşimde;

78 birleşim x 4 saat = 312 saat çalışması gerekecekti.

B) Çalışma süresi belirli olan birleşimler :

Dönem Yasama Yılı Birleşim Kararlaştırılan süre Saat

20 3 40 12.00 – 16.00 04.00

41 12.00 – 16 00 04.00

42 12.00 – 16.00 04.00

43 12.00 – 16.00 04.00

44 12.00 – 24.00 12.00

45 12.00 – 24.00 12.00

46 12.00 – 24.00 12.00

47 13.00 – 24.00 11.00

48 12.00 – 16.00 04.00

71 13.00 – 24.00 11.00

72 13.00 – 24.00 11.00

74 13.00 – 24.00 11.00

75 13.00 – 24.00 11.00

Toplam Süre : 111.00

C) Çalışma süresi belirli olan birleşimler (Vergi Kanunu) :

Dönem Yasama Yılı Birleşimler Kararlaştırılan süre Saat

20 3 104-131 14.00 – 24.00 10.00 saat X 28 gün

(28 Birleşim) = 280 saat

D) Bitimine kadar karar alınan birleşimler :

Dönem Yasama Yılı Birleşim Çalışılan süre Saat

20 3 28 (Bütçe) 10.00 – 21.42 11.42

29 (Bütçe) 10.00 – 22.06 12.06

30 (Bütçe) 10.00 – 23.38 13.38

31 (Bütçe) 10.00 – 22.27 12.27

32 (Bütçe) 10.00 – 21.46 11.46

33 (Bütçe) 10.00 – 20.31 10.31

34 (Bütçe) 10.00 – 18.00 08.00

35 (Bütçe) 10.00 – 20.18 10.18

36 (Bütçe) 10.00 – 05.10 19.10

37 (Bütçe) 10.00 – 20.47 10.47

81 (23 Nisan) 14.00 – 16.36 02.36

101 14.00 – 19.25 05.25

Toplam Süre : 128.26

Yıllık Toplam : A) 312.00 saat

B) 111.00 saat

C) 280.00 saat

D) 128.26 saat

831.16 saat

IV. — 20 nci Dönem 4 üncü Yasama Yılı

A) Özel bir karar alınmayan (15.00 – 17.00 arası) birleşimler :

Dördüncü yasama yılında, 18.12.1998 tarihine kadar 34 birleşim yapılmış olup, aşağıda (B) ve (C) bölümlerinde yeralan 13 birleşim haricinde kalan 21 birleşimde;

21 birleşim x 4 saat = 84 saat çalışması gerekecekti.

B) Çalışma süresi belirli olan birleşimler :

Dönem Yasama Yılı Birleşim Kararlaştırılan süre Saat

20 4 10 15.00 – 24.00 09.00

11 15.00 – 24.00 09.00

14 15.00 – 24.00 09.00

15 15.00 – 24.00 09.00

17 15.00 – 24.00 09.00

18 15.00 – 24.00 09.00

20 15.00 – 24.00 09.00

21 15.00 – 24.00 09.00

Toplam Süre : 72.00

C) Bitimine kadar karar alınan birleşimler :

Dönem Yasama Yılı Birleşim Çalışan süre Saat

20 4 2 15.00 – 22.17 07.17

6 15.00 – 20.15 05.15

9 15.00 – 20.43 05.43

22 15.00 – 19.51 04.51

25 15.00 – 19.08 04.08

Toplam Süre : 27.14

Yıllık Toplam

A) 84.00 saat

B) 72.00 saat

C) 27.14 saat

183.14 saat

TBMM Genel Kurulunun 20 nci Dönemde Yaptığı Çalışması Süreleri

I. 20 nci Dönem 1 inci Yasama Yılı

8.1.1996 – 30.8.1996 tarihleri arasında gerçekleşen 91 birleşimde 397 saat 39 dakika çalışmıştır.

I. 20 nci Dönem 2 nci Yasama Yılı

1.10.1996 – 16.8.1997 tarihleri arasında gerçekleşen 137 birleşimde 707 saat 22 dakika çalışmıştır.

I. 20 nci Dönem 3 üncü Yasama Yılı

1.10.1997 – 30.7.1998 tarihleri arasında gerçekleşen 131 birleşimde 781 saat 28 dakika çalışmıştır.

I. 20 nci Dönem 4 üncü Yasama Yılı

1.10.1998 – 17.12.1998 tarihleri arasında gerçekleşen 34 birleşimde 101 saat 3 dakika çalışmıştır.

Sıra Sayısı : 786 Birleşim No : 38

Esas No : 1/860 Birleşim Tarihi : 29.12.1998

1999 Malî Yılı ve Genel Katma Bütçeleri Kanunlaşıncaya Kadar Devlet Harcamalarının Yapılmasına ve Devlet Gelirlerinin Tahsiline Yetki Verilmesine Dair Kanun Tasarısına

Verilen Oyların Sonucu:

Kanunlaşmıştır.

Üye Sayısı : 550

Kullanılan Oy : 275

Kabul edenler : 266

Reddedenler : 3

Çekinserler : 0

Mükerrer Oylar : 6

Geçersiz Oylar : 0

Oya Katılmayanlar : 270

Açık Üyelikler : 11

(Kabul Edenler)

ADANA

Uğur Aksöz

İbrahim Yavuz Bildik

M. Ali Bilici

Yakup Budak

Mehmet Büyükyılmaz

İ. Cevher Cevheri

M. Halit Dağlı

Mustafa Küpeli

İbrahim Ertan Yülek

ADIYAMAN

Mahmut Nedim Bilgiç

Mahmut Bozkurt

Ahmet Çelik

AFYON

Nuri Yabuz

AĞRI

M. Sıddık Altay

Yaşar Eryılmaz

Celal Esin

AMASYA

Aslan Ali Hatipoğlu

Ahmet İyimaya

Haydar Oymak

ANKARA

İlhan Aküzüm

Saffet Arıkan Bedük

Cemil Çiçek

Ünal Erkan

Agâh Oktay Güner

Halis Uluç Gürkan

İrfan Köksalan

M. Seyfi Oktay

Mehmet Sağdıç

İlker Tuncay

Aydın Tümen

Hikmet Uluğbay

ANTALYA

Osman Berberoğlu

Bekir Kumbul

Metin Şahin

ARTVİN

Metin Arifağaoğlu

Süleyman Hatinoğlu

AYDIN

Sema Pişkinsüt

İsmet Sezgin

BALIKESİR

Abdülbaki Ataç

Safa Giray

Tamer Kanber

Mustafa Güven Karahan

İ.Önder Kırlı

İsmail Özgün

Hüsnü Sıvalıoğlu

İlyas Yılmazyıldız

BARTIN

Zeki Çakan

Köksal Toptan

Cafer Tufan Yazıcıoğlu

BATMAN

Ataullah Hamidi

Faris Özdemir

BAYBURT

Ülkü Güney

Suat Pamukçu

BİNGÖL

Mahmut Sönmez

BİTLİS

Abdulhaluk Mutlu

BOLU

Avni Akyol

Feti Görür

Abbas İnceayan

Mustafa Karslıoğlu

BURDUR

Mustafa Çiloğlu

Yusuf Ekinci

Kâzım Üstüner

BURSA

Yüksel Aksu

Ali Rahmi Beyreli

İlhan Kesici

Hayati Korkmaz

Cemal Külahlı

Yahya Şimşek

Ertuğrul Yalçınbayır

ÇANAKKALE

Mustafa Cumhur Ersümer

Ahmet Küçük

A. Hamdi Üçpınarlar

ÇANKIRI

Mete Bülgün

İsmail Coşar

ÇORUM

Bekir Aksoy

Yasin Hatiboğlu

Ali Haydar Şahin

DENİZLİ

Hilmi Develi

Mehmet Gözlükaya

Hasan Korkmazcan

Halûk Müftüler

DİYARBAKIR

Ferit Bora

M. Salim Ensarioğlu

EDİRNE

Evren Bulut

Mustafa İlimen

ELAZIĞ

Hasan Belhan

Cihan Paçacı

Ahmet Cemil Tunç

ERZİNCAN

Tevhit Karakaya

Mustafa Kul

ERZURUM

Zeki Ertugay

Aslan Polat

ESKİŞEHİR

Necati Albay

Mustafa Balcılar

Demir Berberoğlu

İbrahim Yaşar Dedelek

Mahmut Erdir

GAZİANTEP

Nurettin Aktaş

Mehmet Batallı

Ali Ilıksoy

Ünal Yaşar

Mustafa Yılmaz

GİRESUN

Rasim Zaimoğlu

GÜMÜŞHANE

Mahmut Oltan Sungurlu

HAKKARİ

Mustafa Zeydan

HATAY

Ali Günay

Süleyman Metin Kalkan

Nihad Matkap

Levent Mıstıkoğlu

Atila Sav

Ali Uyar

Hüseyin Yayla

IĞDIR

Adil Aşırım

ISPARTA

A. Aykon Doğan

İÇEL

Oya Araslı

Fevzi Arıcı

Saffet Benli

Abdulbaki Gökçel

Mustafa İstemihan Talay

İSTANBUL

Ziya Aktaş

Yıldırım Aktuna

Refik Aras

Azmi Ateş

Mehmet Aydın

Nami Çağan

Bülent Ecevit

Hasan Tekin Enerem

Mehmet Fuat Fırat

Algan Hacaloğlu

İsmail Kahraman

Ercan Karakaş

M. Cavit Kavak

Ahmet Güryüz Ketenci

Osman Kılıç

Mehmet Tahir Köse

Emin Kul

Yusuf Namoğlu

H. Hüsamettin Özkan

Yusuf Pamuk

Zekeriya Temizel

Erdoğan Toprak

Ali Topuz

Şadan Tuzcu

Osman Yumakoğulları

Bahattin Yücel

İZMİR

Ali Rıza Bodur

Işın Çelebi

Sabri Ergül

Şükrü Sina Gürel

Atilla Mutman

Ahmet Piriştina

Rüşdü Saracoglu

Işılay Saygın

Suha Tanık

Zerrin Yeniceli

KAHRAMANMARAŞ

Esat Bütün

Ali Doğan

Ahmet Dökülmez

Mehmet Sağlam

KARABÜK

Hayrettin Dilekcan

Erol Karan

KARAMAN

Abdullah Özbey

Fikret Ünlü

KARS

Çetin Bilgir

Sabri Güner

Zeki Karabayır

KASTAMONU

Hadi Dilekçi

Nurhan Tekinel

KAYSERİ

Memduh Büyükkılıç

İsmail Cem

Osman Çilsal

Ayvaz Gökdemir

İbrahim Yılmaz

KIRIKKALE

Hacı Filiz

Mikail Korkmaz

KIRKLARELİ

Cemal Özbilen

Necdet Tekin

KIRŞEHİR

Ömer Demir

Cafer Güneş

KOCAELİ

Bülent Atasayan

Halil Çalık

Necati Çelik

İsmail Kalkandelen

Bekir Yurdagül

KONYA

Ahmet Alkan

Hüseyin Arı

Abdullah Turan Bilge

Nezir Büyükcengiz

Veysel Candan

Remzi Çetin

Mehmet Necati Çekinkaya

Abdullah Gencer

Ali Günaydın

Lütfi Yalman

Mehmet Ali Yavuz

KÜTAHYA

Ahmet Derin

Mustafa Kalemli

Emir Karaa

İsmail Karakuyu

Metin Perli

MALATYA

Miraç Akdoğan

Yaşar Canbay

Metin Emiroğlu

Ayhan Fırat

MANİSA

Abdullah Akarsu

Hasan Gülay

Sümer Oral

Cihan Yazar

ErdoğançYetenç

MARDİN

Süleyman Çelebi

Mahmut Duyan

Ömer Ertaş

MUĞLA

Fikret Uzunhasan

MUŞ

Nedim İlci

Erkan Kemaloğlu

NEVŞEHİR

Abdulkadir Baş

NİĞDE

Akın Gönen

ORDU

İhsan Çabuk

Mustafa Bahri Kibar

Nabi Poyraz

Şükrü Yürür

RİZE

Hüseyin Avni Kabaoğlu

Ahmet Kabil

Ahmet Mesut Yılmaz

SAKARYA

Teoman Akgür

Nezir Aydın

Cevat Ayhan

Ertuğrul Eryılmaz

Ahmet Neidim

SAMSUN

İrfan Demiralp

Ahmet Demircan

Ayhan Gürel

Yalçın Gürtan

Biltekin Özdemir

Latif Öztek

SİİRT

Ahmet Nurettin Aydın

Mehmet Emin Aydın

Nizamettin Sevgili

SİNOP

Metin Bostancıoğlu

Yaşar Topçu

SIVAS

Musa Demirci

Mahmut Işık

ŞANLIURFA

Necmettin Cevheri

Zülfükar İzol

Abdulkadir Öncel

M. Fevzi Şıhanlıoğlu

ŞIRNAK

Mehmet Tatar

TEKİRDAĞ

Fevzi Aytekin

Bayram Fırat Dayanıklı

TOKAT

Ahmet Feyzi İnceöz

Şahin Ulusoy

TRABZON

Yusuf Bahadır

İbrahim Çebi

Şeref Malkoç

İsmail İlhan Sungur

Hikmet Sami Türk

UŞAK

Yıldırım Aktürk

Hasan Karakaya

Mehmet Yaşar Ünal

VAN

Şerif Bedirhanoğlu

Fethullah Erbaş

YALOVA

Cevdet Aydın

YOZGAT

İlyas Arslan

Kazım Arslan

ZONGULDAK

Tahsin Boray Baycık

Hasan Gemici

(Reddedenler)

ANKARA

Ersönmez Yarbay

İSTANBUL

Mehmet Ali Şahin

ZONGULDAK

Necmettin Aydın

(Mükerrer Oylar)

BURDUR

Yusuf Ekinci (KABUL)

GÜMÜŞHANE

Mahmut Oltan Sungurlu (KABUL)

İSTANBUL

Mehmet Tahir Köse(KABUL)

KAHRAMANMARAŞ

Ali Doğan (KABUL)

KAYSERİ

Ayvaz Gökdemir (KABUL)

MUŞ

Erkan Kemaloğlu (KABUL)

(Oya Katılmayanlar)

ADANA

Cevdet Akçalı

İmren Aykut (B.)

Sıtkı Cengil

Erol Çevikçe

Veli Andaç Durak

Tuncay Karaytuğ

Orhan Kavuncu

Arif Sezer

ADIYAMAN

Ahmet Doğan

Celal Topkan

AFYON

Sait Açba

İsmet Attila

Osman Hazer

H. İbrahim Özsoy (B.)

Yaman Törüner

Kubilay Uygun

AĞRI

Cemil Erhan

M. Ziyattin Tokar

AKSARAY

Mehmet Altınsoy

Nevzat Köse

Murtaza Özkanlı

Sadi Somuncuoğlu

AMASYA

Cemalettin Lafçı

ANKARA

Nejat Arseven

Yılmaz Ateş

Ahmet Bilge

Gökhan Çapoğlu

Ali Dinçer

Mehmet Ekici

Ömer Faruk Ekinci

Eşref Erdem

Mehmet Gölhan

Şaban Karataş

Önder Sav

Yücel Seçkiner (B.)

Rıza Ulucak

ANTALYA

Deniz Baykal

Arif Ahmet Denizolgun (B.)

Hayri Doğan

Emre Gönensay

İbrahim Gürdal (B.)

Sami Küçükbaşkan

Yusuf Öztop

ARDAHAN

İsmet Atalay

Saffet Kaya

ARTVİN

Hasan Ekinci

AYDIN

Cengiz Altınkaya

M. Fatih Atay

Ali Rıza Gönül

Nahit Menteşe

Muhammet Polat

Yüksel Yalova

BALIKESİR

Ahmet Bilgiç

BATMAN

Alaattin Sever Aydın

Musa Okçu

BİLECİK

Bahattin Şeker

BİNGÖL

Kazim Ataoğlu

Hüsamettin Korkutata

BİTLİS

Zeki Ergezen

Edip Safder Gaydalı

Kamran İnan

BOLU

Necmi Hoşver

Mustafa Yünlüoğlu

BURSA

Cavit Çağlar

Mehmet Altan Karapaşaoğlu

Feridun Pehlivan

Ali Osman Sönmez

Turhan Tayan

İbrahim Yazıcı

ÇANAKKALE

Hikmet Aydın

Nevfel Şahin

ÇANKIRI

Ahmet Uyanık

ÇORUM

Mehmet Aykaç

Hasan Çağlayan

Zülfikar Gazi

DENİZLİ

M. Kemal Aykurt

Adnan Keskin

Ramazan Yenidede

DİYARBAKIR

Abdülkadir Aksu

Muzaffer Arslan

Sacit Günbey

Seyyit Haşim Haşimi

Ömer Vehbi Hatipoğlu

Yakup Hatipoğlu

Sebgetullah Seydaoğlu

Salih Sümer

EDİRNE

Ümran Akkan

Erdal Kesebir

ELAZIĞ

Mehmet Ağar

Ömer Naimi Barım

ERZİNCAN

Naci Terzi

Mustafa Yıldız

ERZURUM

Lütfü Esengün

Abdulilah Fırat

Necati Güllülü

İsmail Köse

Ömer Özyılmaz

Şinasi Yavuz

ESKİŞEHİR

Hanifi Demirkol

GAZİANTEP

Hikmet Çetin (Bşk.)

Kahraman Emmioğlu

Mehmet Bedri İncetahtacı

Mustafa R. Taşar (B.)

GİRESUN

Turhan Alçelik

Burhan Kara (B.)

Yavuz Köymen

Ergun Özdemir

GÜMÜŞHANE

Lütfi Doğan

HAKKARİ

Naim Geylani

HATAY

Abdulkadir Akgöl

Fuat Çay

Mehmet Sılay

IĞDIR

Şamil Ayrım

ISPARTA

Ömer Bilgin

Mustafa Köylü

Erkan Mumcu

Halil Yıldız

İÇEL

Mehmet Emin Aydınbaş

Halil Cin

Ali Er

Turhan Güven

D. Fikri Sağlar

Ayfer Yılmaz

Rüştü Kazım Yücelen (B.)

İSTANBUL

Bülent Akarcalı

Meral Akşener

Sedat Aloğlu

Tayyar Altıkulaç

Ahat Andican (B.)

Mustafa Baş

Mukadder Başeğmez

Ali Coşkun

Tansu Çiller

Gürcan Dağdaş

H. Hüsnü Doğan

Halit Dumankaya

Süleyman Arif Emre

Ekrem Erdem

Metin Işık

Cefi Jozef Kamhi

Hüseyin Kansu

Yılmaz Karakoyunlu

Hayri Kozakçıoğlu

Göksal Küçükali

Aydın Menderes

Necdet Menzir

Mehmet Moğultay

Ali Oğuz

Mehmet Altan Öymen

Korkut Özal

Ali Talip Özdemir

Mehmet Cevdet Selvi

Mehmet Sevigen

Ahmet Tan

Güneş Taner

Bülent Hasan Tanla

Bahri Zengin

Namık Kemal Zeybek

İZMİR

Veli Aksoy

Turhan Arınç

Hasan Denizkurdu (B.)

İ. Kaya Erdem

Aydın Güven Gürkan

Şekibe Gençay Gürün

Birgen Keleş

Mehmet Köstepen

Metin Öney

Rifat Serdaroğlu (B.)

Ufuk Söylemez

Hakan Tartan

Sabri Tekir

İsmail Yılmaz

KAHRAMANMARAŞ

Hasan Dikici

Avni Doğan

Mustafa Kamalak

Ali Şahin

KARABÜK

Şinasi Altıner

KARAMAN

Zeki Ünal

KARS

Y. Selahattin Beyribey

KASTAMONU

Fethi Acar

Murat Başesgioğlu

Haluk Yıldız

KAYSERİ

Abdullah Gül

Nurettin Kaldırımcı

Salih Kapusuz

Recep Kırış

KIRIKKALE

Kemal Albayrak

Recep Mızrak

KIRKLARELİ

İrfan Gürpınar

A. Sezal Özbek

KİLİS

Mustafa Kemal Ateş

Doğan Güreş

KOCAELİ

Onur Kumbaracıbaşı

Osman Pepe

Hayrettin Uzun

KONYA

Teoman Rıza Güneri

Mehmet Keçeciler

Hasan Hüseyin Öz

Mustafa Ünaldı

KÜTAHYA

Mehmet Korkmaz

MALATYA

Oğuzhan Asiltürk

Fikret Karabekmez

M. Recai Kutan

MANİSA

Rıza Akçalı

Bülent Arınç

Tevfik Diker

Ayseli Göksoy

Ekrem Pakdemirli

MARDİN

Fehim Adak

Muzaffer Arıkan

Hüseyin Yıldız

MUĞLA

İrfettin Akar

Lale Aytaman

Zeki Çakıroğlu

Mustafa Dedeoğlu

Enis Yalım Erez (B.)

MUŞ

Necmettin Dede

Selahattin Yıldız

NEVŞEHİR

Mehmet Elkatmış

Ahmet Esat Kıratlıoğlu

NİĞDE

Doğan Baran

Mehmet Salih Katırcıoğlu

Ergun Özkan

ORDU

Hüseyin Olgun Akın

Müjdat Koç

Mustafa Hasan Öz

Refaiddin Şahin

SAKARYA

Nevzat Ercan

Ersin Taranoğlu (B.)

SAMSUN

Cemal Alişan

Murat Karayalçın

Nafiz Kurt

Musa Uzunkaya

Adem Yıldız

SİNOP

Kadir Bozkurt

SIVAS

Tahsin Irmak

Temel Karamollaoğlu

Abdüllatif Şener

Nevzat Yanmaz

Muhsin Yazıcıoğlu

ŞANLIURFA

Sedat Edip Bucak

Seyit Eyyüpoğlu

Eyyüp Cenap Gülpınar

Ahmet Karavar

ŞIRNAK

Bayar Ökten

Mehmet Salih Yıldırım (B.)

TEKİRDAĞ

Nihan İlgün

Hasan Peker

Enis Sülün

TOKAT

Abdullah Arslan

Hanefi Çelik

Ali Şevki Erek

Metin Gürdere (B.)

Bekir Sobacı

TRABZON

Ali Kemal Başaran

Kemalettin Göktaş

TUNCELİ

Kamer Genç (Bşk. V.)

Orhan Veli Yıldırım

VAN

Maliki Ejder Arvas

Mustafa Bayram

Şaban Şevli

Mahmut Yılbaş

YALOVA

Yaşar Okuyan

YOZGAT

Yusuf Bacanlı

Lutfullah Kayalar

Abdullah Örnek

İsmail Durak Ünlü

ZONGULDAK

Veysel Atasoy

Ömer Barutçu

Osman Mümtüz Soysal

(Açık Üyelikler)

ANKARA 2

BİLECİK 1

BURSA 1

KIRŞEHİR 1

KOCAELİ 1

KONYA 1

MANİSA 1

RİZE 1

ŞANLIURFA 1

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.