DÖNEM : 20 CİLT : 60 YASAMA YILI : 3

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

127 nci Birleşim

23 . 7 . 1998 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu’nun, İznik Gölü kıyısındaki verimli tarım arazileri için verilen yatırım iznine ilişkin gündemdışı konuşması ve Çevre Bakanı İmren Aykut’un cevabı

2. – Kahramanmaraş Milletvekili Esat Bütün’ün, genel sağlık sorunlarına ve dört yıldır atanamayan hemşire, ebe ve sağlık teknisyenlerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Sağlık Bakanı Halilİbrahim Özsoy’un cevabı

3. – İstanbul Milletvekili Ekrem Erdem’in, Sarıyer Belediyesinden alınıp Bahçeköy Belediyesine verilen mücavir alana ilişkin gündemdışı konuşması

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Rifat Serdaroğlu’nun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1622)

2. – Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Işın Çelebi’ye, dönüşüne kadar, Bayındırlık ve İskân Bakanı Yaşar Topçu’nun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1623)

3. – Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e, dönüşüne kadar, Kültür Bakanı M. İstemihan Talay’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1624)

4. – Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan Ulaştırma Bakanı Necdet Menzir’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Mehmet Batallı’nın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1625)

5. – Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz’in (9/19) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/370)

6. – (9/16) esas numaralı MeclisSoruşturması Komisyonu Başkanlığının, Komisyonun görev süresinin uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1626)

7. – (9/17) esas numaralı MeclisSoruşturması Komisyonu Başkanlığının, Komisyonun görev süresinin uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1627)

8. – TBMM’nin 24.3.1998 tarihli ve 537 sayılı Kararı uyarınca, Diyarbakır, Hakkâri, Siirt, Şırnak,Tunceli ve Van illerinde devam etmekte olan olağanüstü halin, 30.7.1998 Perşembe günü saat 17.00’den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1628)

9. – Türk Silahlı Kuvvetlerinin Arnavutluk’taki faaliyetleri çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı ile Arnavutluk Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı arasında imzalanan protokoller uyarınca, lüzum, hudut, şümul ve zamanı Hükümetçe takdir ve tespit edilmek kaydıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Arnavutluk’a gönderilmesine, Anayasanın 92 nci maddesi uyarınca izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3)1629)

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 54 arkadaşının, Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996 Aralık ayında gerçekleştirilen personel sınavında usulsüzlük yapılmasına yol açarak görevini kötüye kullandığı ve bu eyleminin Türk Ceza Kanununun 240 ıncı maddesine uyduğu iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Necati Çelik hakkında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/31)

2. – Konya Milletvekili Veysel Candan ve 57 arkadaşının, Petrol Ofisi A.Ş. (POAŞ)’nin özelleştirilmesinde ihaleye fesat karıştırdıkları ve usulsüzlük yapmak suretiyle görevlerini kötüye kullandıkları ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 339 ve 240 ıncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Başbakan A. Mesut Yılmaz ve Devlet Bakanı Işın Çelebi haklarında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önerge (9/32)

IV. – ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ

1. – Genel Kurulun 23.7.1998 Perşembe günü “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” kısmındaki işlerin bitiminden sonra ve 24.7.1998 Cuma günü çalışmamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

V. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan’ın, kamu kuruluşlarına ait vakıfların denetimine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Metin Gürdere’nin yazılı cevabı (7/5551)

2. – Ankara Milletvekili ErsönmezYarbay’ın, Afyon Kapalı Cezaevinde bulunan bir tutuklunun duruşmalara katılmamasının nedenine ilişkin sorusu ve AdaletBakanı Mahmut Oltan Sungurlu’nun yazılı cevabı (7/5567)

3. – Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli’nin, dondurulmuş parmak patates ithalinde alınan fon miktarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Işın Çelebi’nin yazılı cevabı (7/5625)

4. – Ankara Milletvekili ErsönmezYarbay’ın, Ankara-Gölbaşı İlçesinin 1 inci derece turizm bölgesi yapılması için bir çalışma olup olmadığına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Işın Çelebi’nin yazılı cevabı (7/5677)

5. – Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un;

– Bazı bölgelerde özel tiyatroların oyunlarının sahnelenmesinin engellendiği iddiasına,

– Korsan kitap basımına,

Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın;

– Konya-Seydişehir-Ketenli Kasabası Kütüphane ve Okuma Salonu projesine,

– Konya-Beyşehir-Karahisar Köyü Kütüphane ve Okuma Salonu projesine,

– Konya-Beyşehir-Karaali Kasabası Kütüphane ve Okuma Salonu projesine,

– Konya-Beyşehir-Gökçimen Köyü Kütüphane ve Okuma Salonu projesine,

İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın;

– Telif ücretlerine,

İlişkin soruları ve Kültür Bakanı Mustafa İstemihan Talay’ın yazılı cevabı (7/5692, 5694, 5720, 5723, 5724, 5725, 5755)

6. – Adana Milletvekili Yakup Budak’ın, Adana’da meydana gelen depremden zarar gören tarihi köprü ve camiye ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı Mustafa İstemihan Talay’ın yazılı cevabı (7/5807)

NOT : GEÇEN TUTANAK ÖZETİ YOK!

 

 

No : 184

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

GELEN KAĞITLAR

23.7.1998 PERŞEMBE

Rapor

1.- Merkezî İdare İle Mahallî İdareler Arasında Görev Bölüşümü ve Hizmet İlişkilerinin Esaslarının Düzenlenmesi ve Çeşitli Kanunlarda Mahallî İdarelerle İlgili Değişiklikler Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/743) (S. Sayısı: 719) (Dağıtma Tarihi: 23.7.1998) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergesi

1.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, yabancı ülkelerde çalışan kamu görevlilerine ilişkin Dışişleri Bakanından sözlü soru önergesi. (6/1167) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.7.1998)

Yazılı Soru Önergeleri

1.-Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Kütahya’nın hastane ihtiyacına ve Tavşanlı Devlet Hastanesi inşaatına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi. (7/5923) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.7.1998)

2.- Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Kütahya Kültür Merkezi inşaatına ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi. (7/5924) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.7.1998)

3.- Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Kütahya-Simav emniyet binası ve Kütahya’ya bağlı bazı ilçelerin hükümet konağı ihtiyacına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi. (7/5925) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.7.1998)

4.- Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Kütahya Köy Hizmetleri İl Müdürlüğüne araç alımı için ayrılan ödeneğe ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) yazılı soru önergesi. (7/5926) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.7.1998)

5.- Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Kütahya’nın spor sitesi ve kapalı yüzme havuzu ihtiyacına ilişkin Devlet Bakanından (Yücel Seçkiner) yazılı soru önergesi. (7/5927) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.7.1998)

6.- Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Kütahya-Tavşanlı Anadolu Lisesi inşaatı için ayrılan ödeneği ve Tavşanlı Çıraklık Eğitim Merkezi ihalesine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi. (7/5928) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.7.1998)

7.- Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Kütahya’ya bağlı bazı ilçelerin öğrenci yurdu ihtiyacına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi. (7/5929) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.7.1998)

8.- Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Kütahya ve bazı ilçelerinin lise binası ihtiyacına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi. (7/5930) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.7.1998)

9.- Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, Kırıkkale-Yaylayurt-Doğanören Köyünün bazı sorunlarına ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) yazılı soru önergesi. (7/5931) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.7.1998)

10.- Kastamonu Milletvekili Haluk Yıldız’ın, Kastamonu yöresindeki sarımsak üreticilerinin sorunlarına ilişkin Devlet Bakanından (Işın Çelebi) yazılı soru önergesi. (7/5932) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.7.1998)

Meclis Soruşturması Önergeleri

1.-Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 54 arkadaşının, Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce 1996 Aralık ayında gerçekleştirilen personel sınavında usulsüzlük yapılmasına yol açarak görevini kötüye kullandığı ve bu eyleminin Türk Ceza Kanununun 240 ıncı maddesine uyduğu iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı Necati Çelik hakkında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi. (9/31) (Başkanlığa geliş tarihi:20.7.1998) (Dağıtma tarihi: 23.7.1998)

2.- Konya Milletvekili Veysel Candan ve 57 arkadaşının, Petrolofisi A.Ş.(POAŞ)’nin özelleştirilmesinde ihaleye fesat karıştırdıkları ve usulsüzlük yapmak suretiyle görevlerini kötüye kullandıkları ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 339 ve 240 ıncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Başbakan A.Mesut Yılmaz ve Devlet Bakanı Işın Çelebi haklarında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi.(9/32) (Başkanlığa geliş tarihi:20.7.1998) (Dağıtma tarihi: 23.7.1998)

NOT : BİRİNCİ OTURUM’UN DOSYASI BOZULDUĞUNDAN HAM DOKÜMANDAN ÇEVİRİ YAPILDI

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

23 Temmuz 1998 Perşembe

BAŞKAN : Başkanvekili Uluç GÜRKAN

KÂTİP ÜYELER : Ünal YAŞAR (Gaziantep), Hüseyin YILDIZ (Mardin)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 127 nci Birleşimini açıyorum.

Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

 

BAŞKAN – Gündemdışı ilk söz, Bursa İli İznik çevresindeki çevre kirlenmesi ve sanayileşme konusunda, Bursa Milletvekili Altan Karapaşaoğlu'nun.

Buyurun Sayın Karapaşaoğlu. (FP sıralarından alkışlar)

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 9.12.1997 tarih 97/TY89 sayılı Yüksek Planlama Kurulu kararıyla, İznik Gölü kıyısında, en verimli tarım arazileri içinde verilen yatırım izniyle ilgili olarak söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, Anayasamızın 63 üncü maddesinde "devlet, tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar" deniliyor. Yine, Anayasamızın 125 inci maddesinde, yapılan yatırımın, işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması hali zuhûr ederse, idarî yargılama konusu olabilir ve idare mahkemesi bunu durdurabilir deniliyor. Ayrıca, İdarî Yargılama Usulü Kanununun 27 nci maddesinin ikinci bendinde "yürütmenin durdurulması, idarî işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idarî işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir" diyor ve zaten Bursa 2 nci İdare Mahkemesinde de bu doğrultuda bir karar verilmiş bulunuyor. Bakınız, idare mahkemesinin araştırmak lüzumu hissettiği konuları size sırayla belirtiyorum.

Bir, çevreye etkisi konusunda bir değerlendirme yapmak istediğini belirtiyor; yani ÇED raporunun yapılıp yapılmadığını anlamak istiyor. Ayrıca, mevzi imar planı yapılırken, bu konuda Koruma Kurulundan izin alınıp alınmadığı soruluyor. Söz konusu fabrika alanının Bursa 2020 ve İznik çevre düzeni imar planı paftalarıyla bu bölgenin kullanım şeklini gösterir ilgili plan notları ve plan ana kararlarını istiyor.

Değerli arkadaşlarım, size, bu girişten sonra söylemek istediğim söz şu. Amerikan Cargill Firmasının, Anayasanın ilgili maddeleri dışında, 2683 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa aykırı hareket etmesi de ayrıca yatırımın durdurulması için en önemli sebeplerdendir. Arsanın bulunduğu bölge, 1/25.000 ölçekli İznik Gölü çevre düzeni imar planı içerisinde sulanabilen, tarımsal niteliği korunacak alan kapsamında kalmaktadır. 1993 yılında ihalesi yapılan ve 1998 yılı sonunda tamamlanması planlanan İznik İkinci Merhale Projesi, gölün, güney ve batısında kalan toplam 7 393 hektar arazinin sulu tarıma açılması çalışmalarına bugüne kadar büyük paralar harcanmıştır. Bu projenin uygulandığı bu arazi içinde ve en önemli noktasında Cargill Firmasına, Yüksek Planlama Kurulu özel izniyle verilen yatırım izninin derhal durdurulması gerekmektedir.

Bursa Valiliğinde oluşturulan İl Danışma ve Dayanışma Meclisi, Büyükşehir Belediye Başkanı ve Belediye Meclisi, sivil toplum örgütleri, çevre kuruluşları, ilgili İznik, Orhangazi ve Gemlik Belediyeleri, Bursa Sanayi ve Ticaret Odası, Gemlik, Orhangazi Ticaret ve Sanayi Odaları, ovada tarımla uğraşan köylülerimiz, bu bölgedeki tüm toplum, Amerikan Cargill Firmasının İznik Gölü kıyısına kurmayı planladığı nişasta fabrikasının kuruluş yerine karşı çıkmaktadırlar.

Halkımız ve ilgililer, özellikle yabancı sermayeli bir yatırımın, ülkemizde gerçekleştirilmesine karşı olmadıklarını; ancak, yer seçiminin çok büyük bir yanlış yapılarak tespit edilmesi dolayısıyla karşı çıktıklarını belirtmektedirler.

Orhangazi ve İznik'in özel mahsul alanları ve İznik Gölü su toplama havzası içinde önemli ölçüde tehlike oluşturacak olan bu yatırımın, beraberinde getireceği diğer yatırımlar da düşünüldüğünde, konunun ciddiyeti daha iyi anlaşılacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Karapaşaoğlu, toparlıyoruz efendim.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Devamla) – Bu konuda, Sayın Çevre Bakanımız, 2 Temmuz 1998 tarihinde burada yaptığı bir konuşmada "İznik Gölü de son derece kıymetli, orada çok kıymetli tarım alanının içinde içme suyu ve sulama suyu olarak kullanılan bir göl olduğu için, bu da büyük tehdit altında olduğu için" diyor ve birtakım düzenlemeleri gündeme getiriyor.

Değerli arkadaşlar, bu konuda, ilgili birimlerden, ilgili bölge müdürlüklerinden, daha önceki tarihlerde olumsuz rapor verilmiş olmasına rağmen, bir müddet sonra, birileri tarafından düğmeye basılıyor ve uydurma gerekçelerle, ilgili daireler, olumlu raporlar veya olumluya çıkabilecek raporlar vermeye başlıyorlar. Zaten, bölge idare mahkememizin vermiş olduğu karar da, bu olumsuzlukları içeren bir karar olduğu için, bu yatırımın durdurulması istikametinde bir işarettir ve ilgilileri buradan uyarmak istiyoruz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Devamla) – ... bu yatırımın bir an önce durdurulması ve daha makul bir bölgeye sevk edilmesini teklif ediyoruz.

Saygılar sunuyorum efendim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karapaşaoğlu.

Gündemdışı sözü yanıtlamak üzere, Hükümet adına Çevre Bakanı Sayın İmren Aykut; buyurun efendim.

ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Milletvekilimizin gündeme getirdiği konular için kendisine teşekkür ediyorum; gerçekten Cargill konusu da, İznik Gölü konusu da çok önemlidir. Cargill fabrikasının buraya kurulmasına, Çevre Bakanlığı olarak, biz de karşıyız; ancak, bu ÇED'e tabi bir iş olmadığı için, bu işyerinin o aşamada burada kurulmasını engelleme imkânını bulamamış durumdayız. Yine de, buna rağmen, ben, işyerine, buraya temel atmamalarını, şu, şu, şu sebeplerle bu işyerinin burada kurulmasının uygun olmadığını, başka bir yer aramalarını ifade eden yazılar gönderdim. O gün bugündür görüşmek için randevu istiyorlar; ama, kendileriyle henüz görüşme fırsatı da bulamadım.

İznik Gölü ve İznik Gölünün çevresi, hakikaten son derece kıymetlidir; burası, Bursa'ya ve çevresine hayat veren bir göldür; çünkü, tatlı su gölüdür; bu göl, hem sulama hem içme hem de endüstriyel ihtiyaçlar için kullanılan bir göldür. Bu gölün, bu bölgenin ileriye yönelik yaşam konusu olduğu için korunması gereklidir; çevresinde 1 numaralı, 2 numaralı, 3 numaralı tarım alanları vardır.

Biz, bu nedenle, son yıllarda, İznik Gölünün ciddî bir kirlenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu tespit ederek faaliyete geçtik. İznik Gölünün etrafındaki bütün belediyeler -yaklaşık 11 belediye var- arasında bir Belediyeler Birliğini kurdurduk. Sonra da, gölün etrafındaki yerleşim birimlerinden göle kanalizasyon sularının akmaması için bir ön fizibilite ve bir ön proje hazırlattık. Bu projeye Gemlik Belediyesi de dahil edildi; böylece, Gemlik'in de Marmara'ya akan kanalizasyonlarının durdurulması amaçlandı. Şimdi, Gemlik ile İznik Gölü arasında bir yer tespit edildi; gölün etrafı kolektörlerle çevrilecek ve alınan atıksular -Gemlik'in de atıksuları- aynı yerde arıtıldıktan sonra doğaya bırakılacak. Yalnız bununla da kalınmayacak; gölün etrafındaki bütün yerleşim birimlerinin katı atıkları da belli bir merkezde toplanacak; ön ayrıştırma istasyonları kurularak, yeniden kazanım sağlanıp, geri kalanı, yine, belli bir yerde bertaraf edilecek.

İznik Gölüyle ilgili fevkadale büyük hassasiyetimiz olduğunu söylemek istiyorum. Bunun son derece büyük bir proje olduğunu da söylemek istiyorum. Bu projenin 1998 programına, olmazsa, 1999 programına alınması için DPT'ye başvurduğumuzu da belirtmek istiyorum; yalnız bununla kalmıyorum; bu projenin finansmanı için de 4 ayrı dış finansman kuruluşuna da bu ön fizibilite raporuyla başvurduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Tabiî, biz, yanlız İznik Gölüyle kifayet edecek değiliz. Oraya yakın ve yine sizin bölgenizde olan Uluabat Gölü de var. Bu göl de fevkalade yaşamsal önemi olan bir göldür. Bu gölün etrafındaki kirlenmeyi de biliyorsunuz. Kendim, oraya kadar gittim; geniş bir halk katılımıyla, buranın kurtarılması için toplantı yaptık. Tonlarca kerevit çıkan gölden, bugün, günde 1-2 kilo ancak çıkabiliyor, siz de biliyorsunuz.

Gerçekten, bu iki göl, Bursa ve Bursa çevresi için çok hayatî önemi olan iki sulak alandır. Bu konuda çok hassas çalışmalar yapmakta olduğumuzu ve bu çalışmalarda önemli mesafeler aldığımızı da bilmenizi istiyorum. Hatta, İznik Gölüyle ilgili ön fizibilitenin hazır olduğunu, projenin programa alınmasının hemen akabinde de ihaleye çıkılabileceğini söylemek istiyorum. Bu konuyu gündeme getirdiğiniz için, ayrıca teşekkür ediyorum.

Cargill için de çok fazla tepkiler var. Bursa halkı, son derece çevreci bir halk; yani, Bursa'yı, çevre bilincinin çok gelişmiş olduğu bir il olarak değerlendirdiğimi ifade etmek istiyorum. Bu fabrikanın buraya kurulmasına, hep beraber, ne kadar örgüt varsa hepsi karşı; siyasî partilerimizin tamamı karşı; ama, firma "illa da buraya fabrika kuracağım" diye bir ısrarın içerisinde. O konuda, Sayın Yalçınbayır'ın da gayretlerini biliyorum. Bir yandan yargı yoluyla, bir yandan sivil toplum örgütlerinin gayretiyle, belki bunun önlenme imkânı olabilir diye umut ediyorum.

Biz, Çevre Bakanlığı olarak, buna, hiçbir şekilde onay veremeyeceğimizi ve böyle bir yatırımın, burada doğru olmadığını ifade eden yazılarımızı da yazmış bulunuyoruz.

Hepinize tekrar teşekkür ediyorum. (ANAP, FP, DYP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, Sayın Bakanımıza teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca, buna izin verilirse, bu yatırıma izin verilirse, 6 fabrikanın da izin almak için sırada olduğunu belirtmek istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakanımız da, hiçbir koşulda izin vermeyeceklerini beyan ettiler.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BAŞKAN – Gündemdışı ikinci söz, genel sağlık sorunları, koruyucu sağlık ve kadrosuzluk nedeniyle dört yıldır atanamayan hemşire, ebe ve sağlık teknisyenleri konusunda, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Esat Bütün'ün; buyurun.

ESAT BÜTÜN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime, insanların en hayırlısı insanlara hizmet edendir diye başlamak istiyorum.

Bugün, 21 inci Yüzyıla girmemize çok kısa bir zamanın kaldığı bir dönemde, Türkiye'nin, gerçekten sağlıkta büyük sorunları vardır. Bütün çabalara, bütün gayretlere rağmen artarak devam etmektedir. Türkiye nüfusunun -1997 yılı itibariyle- 62 milyon olduğunu düşündüğümüzde, bunun yüzde 65'inin herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olduğunu, yüzde 35'inin ise hiçbir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmadığını; yani, sosyal güvenlik kuruluşunun güvencesinde bulunmadığını gördüğümüz zaman, olayın vahameti daha da artmaktadır.

Diğer taraftan, gerçekten geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızla ilgili baktığımızda, ana çocuk sağlığı konusunda da çok geri durumdayız. Bugün, annelerin, gebelik dönemlerinde ancak yüzde 65'inin bir sağlık kontrolünden geçtiğini, doğumların ancak yüzde 76'sının herhangi bir sağlık ocağında olduğunu ve sağlık kuruluşlarında doğumun daha da az olduğunu düşünürsek, koruyucu sağlığın ne kadar önemli olduğunu bir kere anlamak zorundayız. Diğer taraftan, en ucuz tedavinin koruyucu sağlık olduğunu, koruyucu sağlıkla yapacağımız tedavinin, gelecekteki büyük felaketleri, büyük sıkıntıları önlediğini de görürsek, burada gündeme getirmek istediğim konunun birinci boyutunun, ülkemizdeki nesillerin geleceğiyle ilgili olduğunu bir kere daha görürüz.

İşin diğer bir tarafı, gerçekten, cumhuriyet hükümetleri, uzun yıllar boyunca, cumhuriyet tarihi boyunca, binlerce sağlık ocağı, binlerce sağlık evi yapmışlar, binlerce de sağlık teknisyeni, sağlık emekçisi yetiştirmişler. Ama, 1994 yılından sonra, âdeta, bu sağlık ocakları kendi kaderlerine terk edilmiş, ebesiz, hemşiresiz, doktorsuz bırakılmış. 1994 yılından beri, 50 bine yakın sağlık teknisyeni, ebe, hemşire, devletin güvencesinde, hem de yatılı okullardan mezun oldukları halde, maalesef, gerekli şekilde, hassasiyetle üzerinde durulmadığı için, bu çocuklar okulları bitirmişler, azimle, heyecanla, insan sağlığına hizmet etmek için görev beklerken, tasarruf gerekçesiyle, başka nedenlerle, maalesef, kadro verilmemiş. Köylere gittiğimiz zaman, vatandaşlarımız, köylerimizin veya sağlık ocağı bulunan kasabalarımızın en büyük ihtiyacı olan doktor yok, ebe yok, hemşire yok derken, ben bir milletvekili olarak cevap vermekte zorlanıyorum. Neden; çünkü, hemen karşımda, aynı vatandaşlarımız, benim çocuğum hemşire oldu, benim çocuğum ebe oldu, burada devlet sağlık ocağı yapmış, bu çocukları yetiştirmiş, bunları buraya atayamayacak kadar acz içinde misiniz diyor. İşte, nedir bu; bence, bu, geçmiş dönemde yapılanlar, maalesef eksik kalmıştır.

Şu anda, gündemimizde, gerek Sağlık Bakanlığının gerek SSK'nın ihtiyaçlarını karşılayan, hiç de politik olmayan, ebe, hemşire kadrolarıyla ilgili, doktor kadrolarıyla ilgili bir kadro kanunu var. Bütün gruplardan hassasiyetle rica ediyorum; bu kanunu çok geçmeden çıkarmak zorundayız. Yoksa, ben buradan da söylüyorum, her milletvekili, yarın, seçim bölgesine gittiği zaman bunun hesabını vermek zorunda kalacak; bunu ben veremiyorum; yani, vatandaşa diyemiyorum; sağlık ocağı var, orada yetişmiş ebe var, hemşire var; atama konusundaki olayı izah edemiyorum. Kaldı ki, ekonomik durumla da izah edemeyiz. Bizim orada vermediğimiz küçük bir koruyucu sağlık hizmeti nedeniyle veya sağlık ocağında doğmayan bir çocuk gelecekte daha büyük hastalıklarla karşı karşıya kaldığı zaman, orada yapmaya çalıştığımız tasarruftan kat be kat daha büyük hizmetler vermek zorunda kalıyoruz, daha çok masraf yapmak zorunda kalıyoruz. Bugün, Kahramanmaraş'ta bile birçok sağlık ocağında, birçok ebe evinde, maalesef, hemşire yok, sağlık ocağı yok, doktor yok, bütün Türkiye genelinde. Öyleyse, hepimizde yoksa, gelin, bu gruplarımızdan, özellikle, hassasiyetle...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bütün, toparlıyoruz.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Biz varız.

ESAT BÜTÜN (Devamla) – Çok memnun oldum Fazilet Partisinden. Aynı anlayışı Doğru Yol Partisinden de bekliyoruz, İktidardan da bekliyoruz. Bu kanunu, kısa bir zaman içerisinde öne alalım ve gerçekten, halkımızın beklediği bu sağlık hizmetlerini ve bugün, belki, bu konuşmayı hassasiyetle dinleyen, dört yıldır görev bekleyen, gözleri pırıl pırıl ebeleri, hemşireleri, bir an önce, sağlık ordusuna katalım diyorum.

Bana bu imkânı verdiği için Sayın Başkanımıza teşekkür ediyor, Genel Kurula saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bütün.

Gündemdışı söz üzerinde, Sağlık Bakanı Sayın Özsoy; buyurun.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SAĞLIK BAKANI HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Esat Bütün'ün gündemdışı konuşmasını cevaplandırmak ve teşekkür etmek için huzurlarınızdayım; hepinizi saygıyla selamlarım.

Sayın Bütün'e gerçekten teşekkür ediyorum; bu konuşmasıyla, Sağlık Bakanlığının ve dolayısıyla, sağlığa hizmet edenlerin sıkıntılarını dile getirdiler ve özellikle, 55 inci Hükümetin ve bizim çok önem verdiğimiz koruyucu sağlık hizmetlerinden bahsettiler; kendilerine minnettarız.

Değerli arkardaşlar, sağlık hizmetleri, çok boyutlu bir hizmettir; sadece Sağlık Bakanlığını da ilgilendiren bir konu değildir, hemen hemen herkesi ilgilendiren bir konudur. Tabiî ki, en üst düzeyde, tavizsiz, olumlu, kaliteli ve erişilebilir bir sağlık hizmeti verme çabası içindeyiz; ancak, tüm bu alınan tedbirlere rağmen, bizden evvelki hükümetlerin de aldığı tedbirlere ve çalışmalara rağmen, sağlıkta olumsuzluklar devam etmektedir; bunu da itiraf etmekten çekinmiyorum; çünkü, sağlıkta olumsuzlukların nedeni araştırıldığı zaman, ya fizikî mekan yetersizliği ya teknoloji yetersizliği veya personel yetersizliğine dayanmaktadır. Personel yetersizliğinin başında ise, yardımcı sağlık personeli yetersizliği gelmektedir.

Müsaade ederseniz size bir iki rakam vermek istiyorum: Bugün, ülkemizde, 5 274 sağlık ocağı, 11 100 sağlık evi, 264 ana çocuk sağlığı merkezi, 286 verem savaş dispanseri ve sıtma savaş dispanseri, diğer kurum ve kuruluşlarla beraber küçüklü büyüklü 709 devlet hastanesi sadece Sağlık Bakanlığına bağlıdır. Bunlarda çalışması icap eden kadroysa 372 bindir; fakat, bugün, çalıştırabildiğimiz personel sayısıysa bunların çok gerisinde, 209 bin civarındadır. Son üç yılda, özellikle, 552 sağlık evi, 817 sağlık ocağı, 13 ana çocuk sağlığı merkezi, 15 verem savaş dispanseri, 10 halk sağlığı laboratuvarı açılmış, hiçbir kadro verilmemiştir. Ayrıca, tedavi hizmetleri bölümünde, yine, son üç yılda, yatak sayısına 4 210 yeni yatak ilave edilmiş ve 915 yatak ilavesi için de her türlü çalışma devam etmektedir. Yine, hiçbir kadro verilmemiş. Ayrıca, bir sene içerisinde 58 ilimizde, 384 ambulansla hizmet veren 112 acil servisleri hizmete sokulmuş. Özellikle kamunun yararına olmak üzere, kanser erken teşhis merkezleri yaygınlaştırılmış ve yeni yeni rehabilitasyon merkezleri açılmış. Ayrıca, diyaliz merkezlerinin sayısı artırılmış, diyaliz makinelerinin sayısı artırılmış. Bunlara paralel olarak yoğun bakım ve yanık servisleri, yeni yeni üniteler hizmete sokulmuş; fakat, hiçbir kadro verilmemiş. Yani, dışarıda, 1994'ten beri -Sayın Bütün'ün de ifade ettiği gibi- 22 364 hemşire, 3 012 ebe, 19 234 sağlık teknisyeni, toplam olarak 44 bin 610 gencimiz işsizken, öbür tarafta da 68 bin -ama, acilen lazım olan- sağlık personeli bekleyen müesseseler vardır. İşte, bir tarafta, işsiz yetişmiş eleman, bir tarafta personel açığından açılamamış, çalışmayan veyahut tam standartla, tam kapasiteyle çalışmayan sağlık müesseseleri vardır.

İşte, sağlıktaki olumsuzlukların bir an evvel ortadan kalkması, herkese eşit, adil, kaliteli ve erişilebilir sağlık hizmeti sunulması için, biz, Maliye Bakanlığına isteklerimizi 68 714 olarak bildirdik. Maliye Bakanlığı, bütçe imkânları nispetinde, bunu 37 514'e düşürdü; Plan ve Bütçe Komisyonu da bunu 35 614'le sınırladı. Şu anda, Genel Kuruldaki gündem maddeleri içerisinde yer almaktadır. Bu kanunlaşmadığı takdirde yeni açılacak müesseseler ve yeni açılacak sağlık kuruluşlarıyla beraber, bu açık daha da artacaktır, olumsuzluklar daha da çoğalacaktır.

O yüzden, Sayın Bütün'e, özellikle komisyon çalışmalarından beri, bu konuyu sıkı, kararlı ve ciddî bir şekilde takip ettiği için, Maliye Bakanımıza bu konuda hassas davrandığı için teşekkür ediyorum. Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerinin ve özellikle Aile, Sağlık ve Sosyal İşler Komisyonu üyelerinin büyük bir desteğiyle Genel Kurul gündemine kadar getirilmiş bu kanun tasarısının, bir an evvel, yasalaşması gerekmektedir. Desteğinize ihtiyacımız vardır. Bu, sadece Sağlık Bakanlığının sorunu değildir, dışarıda 44 160 kişinin sorunu değildir, Türkiye'nin sorunudur. Bu soruna hepinizin sahip çıkacağını umut ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BAŞKAN – Gündemdışı üçüncü söz, Sarıyer Belediyesinden alınıp Bahçeköy Belediyesine verilen mücavir alan konusunda İstanbul Milletvekili Ekrem Erdem'in.

Buyurun Sayın Erdem. (FP sıralarından alkışlar)

EKREM ERDEM (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sarıyer Belediyesinden alınıp Bahçeköy Belde Belediyesine verilen mücavir alanla ilgili olarak İstanbul 4 üncü İdare Mahkemesinin verdiği yürütmeyi durdurma kararına karşı Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Yaşar Topçu'nun hukukdışı uygulamalarıyla ilgili olarak görüşlerimi sizlerle paylaşmak üzere gündemdışı söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Sayın milletvekilleri, Yüce Heyetinizin malumu olduğu üzere, Sarıyer Belediyesi mücavir alan sınırları içerisinde bulunan 8 100 hektarlık mücavir alan ile 2,25 hektarlık mücavir saha dışı bir alan, 3194 sayılı İmar Kanununun mücavir alanla ilgili 45 inci maddesine dayanılarak, Bayındırlık ve İskân Bakanlığının 28.8.1997 gün ve 12136 sayılı işlemiyle Bahçeköy Belde Belediyesine bağlanmıştı.

İstanbul'un nefes almasını sağlayan, büyük bir bölümü ormanlarla kaplı ve hafta sonları İstanbul halkının, özellikle de dargelirli işçi, memur, emekli ve esnafın piknik yaptığı alanlar, yasalara aykırı bir biçimde, bir ilçe belediyesinden alınarak bir köy belediyesine bağlanıyor. Kamuoyunun yoğun baskılarına ve Meclis gündemine gelmesine rağmen, Sayın Topçu ve kendisinin şahsında Hükümet geri adım atmıyor. Ancak, ne var ki, bir kere daha, yanlış hesap Bağdat'tan dönüyor ve İstanbul 4 üncü İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı alıyor.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Bağdat'a gitmeden Çağaloğlu'ndan dönüyor.

EKREM ERDEM (Devamla) – Bu kararında mahkeme, sonuç olarak, bilirkişi raporlarını değerlendirerek, dava konusu alanın imar mevzuatı yönünden Bahçeköy Belde Belediye Başkanlığına mücavir alan olarak verilmesi yolunda kullanılan takdir yetkisinin kamu yararına uygun olmadığı ve işlemde hukukî uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır diyerek yürütmeyi durduruyor. Mahkeme, hakkı, hak sahibine iade ediyor. Mücavir alan ve mücavir dışı alanlar, tekrar, Sarıyer Belediyesine iade ediliyor.

İstanbul'un bu en güzel yerleri üzerine hesap yapanların hesapları mahkemeden dönüyor, oyunları bozuluyor. Ancak, ne var ki, Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Topçu boş durmuyor. Sayın Bakan yürütmenin durdurulması kararı tebliğ edilir edilmez, alelacele, Sarıyer Tapu Sicil Müdürlüğüne gönderdiği yazıda -yazının tamamını okumuyorum, son paragrafını sizlere aktarmak istiyorum- aynen şöyle demektedir: "Alınan karara Bakanlığımca itiraz edilmiştir. Bakanlığımca yeni bir işlem tesis edilinceye kadar 28.8.1997 gün ve 12136 sayılı işleme göre uygulama yapılmasını, aksine hareket edildiği takdirde ilgililer hakkında yasal işlem yapılacağını bilginizi ve gereğini rica ederim.

Yaşar Topçu

Bakan"

Sayın milletvekilleri, Sayın Bakanın gönderdiği yazı incelendiğinde Sayın Bakanın telaşı açıkça görülüyor. Yazı, Sarıyer Tapu Sicil Müdürlüğü ile Bakan arasındaki bütün kademeler atlanarak acele kaydıyla kendisine bağlı olmayan bir bakanlığın ilçe müdürlüğüne gönderiliyor; bu, çok fahiş bir hata. O kadar acele yapılıyor ki, tarih de sehven 1988 olarak yazılıyor. Bu, açıkça, bir telaştan bir korkudan kaynaklanmaktadır. Bu yazının bir diğer önemi de görüldüğü gibi, mahkeme kararının Sayın Bakan tarafından hiçe sayılması, kararın tanınmamasıdır. Hukuk devletinde mahkeme kararları, herkesi bağlar, bakan da olsa bağlar, başbakan da olsa bağlar, Topçu da olsa bağlar. Mahkeme kararlarının bağlayıcılığını herkesten daha iyi Sayın Bakan bilir, en azından bilmelidir; çünkü, o bir hukukçudur.

Sayın Bakan, burada, yalnız kendisi mahkeme kararlarını tanımamakla kalmıyor, memurları, bürokratları da zorla suça itiyor; böylece, ikinci bir suç daha işlemiş oluyor. Sayın Bakan, kamuoyunun, İstanbul halkının, özellikle Sarıyer halkının bu kadar yoğun tepkisine rağmen bu yanlışlıkları niye yapıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erdem, toparlayın lütfen.

EKREM ERDEM (Devamla) – Sayın Bakan, yaptığı yanlışlıklarda niye direniyor. Siz, halktan ve Haktan kormuyor musunuz Sayın Bakan?

Sayın Bakan, bu kadar acele niye; söz konusu yer, Sarıyer Belediyesinin ve İstanbul Büyükşehir Belediyesinin tekrar denetimine girmesi mi sizi telaşlandırıyor, sizi korkutuyor? Kaçıramadığınız şeyler mi, saklayamadığınız birtakım uygulamalar mı var? Sizi, yasa tanımaz hale getiren, bütün yerleşmiş prosedürleri altüst edecek, bir ilçe memurluğuna hitaben yazı yazmaya mecbur eden gerçek ne Sayın Bakan?

Tabiî, Bakan burada yok. Biz, bu sorulara cevap bekliyoruz, Sarıyer halkı bekliyor, İstanbul halkı bekliyor, belki rantiyeciler de bekliyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erdem.

EKREM ERDEM (Devamla) – Sayın Başkan, müsaadenizle son cümlemi söylüyorum.

Sayın Bakanın bu usulsüz uygulamalarını, kamuoyunun ve Yüce Heyetinizin takdirlerine sunuyor; saygılarımı sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Erdem.

Gündemdışı söz için, Hükümet adına bir yanıt talebi yok.

Sayın Karakoyunlu, sanıyorum, çalışma süremiz bakımından, önemli gündemdışı söz talebiniz için, size, yarın, söz verme olanağımız olmayacak. Onun için, yarının önemi nedeniyle, yerinizden, birkaç cümleyle bu önemi ifade edebilirseniz, Genel Kurulumuzla paylaşmış olabiliriz.

YILMAZ KARAKOYUNLU (İstanbul) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, yarın 24 Temmuz, tarihimizde "Büyük Lozan Günü" olarak kutladığımız, fevkalede önemli bir gün. Sayın Dışişleri Bakanımız, lütfen Meclise teşrif edip, bu konuda birkaç cümle söylemiş olsaydı, Meclisimizin değerli grup üyelerine de, bu konudaki görüşlerini belirterek, 75 inci yılını idrak ettiğimiz cumhuriyetimizin 75 inci yılına hayatiyet kazandıran "Büyük Lozan Günü" üzerindeki görüşlerini ifade fırsatı verirdi.

Bildiğiniz gibi, Yüce Atatürk, her 24 Temmuzda İsmet Paşaya bir telgraf çeker ve Büyük Lozan Günündeki gayretlerinden ötürü kendisini kutlardı. Ayrıca, Mecliste kürsüye çıkar ve bu bahsi etraflı biçimde tartışırdı. Bu konuda bize fırsat verdiğiniz için teşekkürlerimi arz ediyorum.

Aynı zamanda, 24 Temmuz, Basın Bayramı, sansürün kalkışı. Keza, basından sorumlu devlet bakanımız da lütfedip konuşsaydı, görüş arz edebilecektik.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karakoyunlu.

Yalnız, sayın bakanlar adına şunu anımsatayım, yarın, normal olarak çalışma günümüzdü, belki, böyle bir düşünceyi yarın için besliyorlardı; ama, Genel Kurulun iradesi belki, yarın bu imkânı onlara vermeyecek.

YILMAZ KARAKOYUNLU (İstanbul) – Söz verdiğiniz için tekrar teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, gündemdışı konuşmalar sırasındaki gözlemim, birden çok arkadaşımızın cep telefonunu kapatmayı unutarak Genel Kurul salonuna indiği yolunda. Bu telefonlar çalınca, gözleyebildiğim kadarıyla, arkadaşlarımız da, rahatsız oluyorlar; konuşmak zorunda kaldıkları için, gündemle yüzlerini örtüyorlar, başlarını sıra kapaklarının altına eğmek durumunda kalıyorlar. Bu arkadaşlarımızı, rahatsızlıklarını önlemek için, cep telefonlarının kapatılması hususunda, gündeme geçerken, son defa uyarmak istiyorum.

Sayın milletvekileri, gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları çok uzun olduğu için -bazı araştırma ve soruşturma önergeleri de var- Divan Üyesi arkadaşımızın oturarak okumasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı tezkeleri vardır; okutuyorum:

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 23 Temmuz 1998 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel'in dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Rifat Serdaroğlu'nun vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 23 Temmuz 1998 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Işın Çelebi'nin dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Bayındırlık ve İskân Bakanı Yaşar Topçu'nun vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 23 Temmuz 1998 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in dönüşüne kadar; Dışişleri Bakanlığına, Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

 

 

23 Temmuz 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 23 Temmuz 1998 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan Ulaştırma Bakanı Necdet Menzir'in dönüşüne kadar; Ulaştırma Bakanlığına, Devlet Bakanı Mehmet Batallı'nın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Komisyondan istifa tezkeresi vardır, okutuyorum:

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Üyesi bulunduğum (9/19) esas numaralı Meclis Soruşturma Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim. 21.7.1998

Nezir Büyükcengiz

Konya

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Kanuna ve genel ahlaka aykırı şekilde mal edinmek suretiyle görevini kötüye kullandığı iddiasıyla Devlet eski Bakanı, Dışişleri eski Bakanı ve Başbakan Yardımcısı ve eski Başbakan Tansu Çiller hakkında kurulan (9/16) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunun, çalışma süresinin uzatılmasına dair bir tezkere vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım:

 

 

22.7.1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kanuna ve genel ahlaka aykırı şekilde mal edinmek suretiyle görevini kötüyü kullandığı iddiasıyla Devlet eski Bakanı, Dışişleri eski Bakanı ve Başbakan Yardımcısı ve eski Başbakan Tansu Çiller hakkında kurulan (9/16) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonumuz, 22.7.1998 tarihinde yaptığı toplantıda, Komisyonun kendisine tanınan bu sürede çalışmaları tamamlayamayacağı anlaşılmış ve Anayasanın 100 üncü maddesinde belirtilen iki aylık ek sürenin Komisyon çalışmasının bitim tarihi olan 26.7.1998 tarihinden itibaren iki aylık ek süre istenmesi kararı alınmıştır.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

Suha Tanık

İzmir

Komisyon Başkanı

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bu Komisyon daha önce iki ay süre kullanmıştır. Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 110 uncu maddeleri, soruşturmasını iki ay içinde bitiremeyen komisyona iki aylık yeni ve kesin süre verileceği hükmünü içermektedir. Bu nedenle, Komisyonun süre talebini bilgilerinize sunuyorum.

Kanuna ve genel ahlaka aykırı şekilde mal edinmek suretiyle görevini kötüye kullandığı iddiasıyla Turizm eski Bakanı ve Başbakan Mesut Yılmaz hakkında kurulan (9/17) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunun çalışma süresinin uzatılmasına dair bir tezkere vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım.

 

 

22.7.1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Genel ahlaka aykırı şekilde mal edinmek suretiyle görevini kötüye kullandığı iddiasıyla Turizm eski Bakanı ve Başbakan Mesut Yılmaz hakkında açılan (9/17) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonumuzun 21.7.1998 tarihinde yaptığı toplantıda aldığı karar gereğince, Komisyon çalışmalarının süresinde tamamlanamayacağı görüşüyle, çalışma süresinin bitim tarihi olan 26.7.1998 tarihinden itibaren iki aylık eksüre istenmesi kararı almıştır.

Gereğini bilgilerinize arz ederim.

Fikret Ünlü

Karaman

Komisyon Başkanı

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bu Komisyon da daha önce iki ay süre kullanmıştır. Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 110 uncu maddeleri, soruşturmasını iki ay içinde bitiremeyen komisyona iki aylık yeni ve kesin süre verileceği hükmünü içermektedir. Bu nedenle, Komisyonun süre talebini bilgilerinize sunuyorum.

Meclis soruşturması önergeleri vardır; önergeler, bastırılıp sayın üyelere dağıtılmıştır.

Meclis soruşturması önergelerini okutuyorum:

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü tarafından 1996 Aralık ayında Ankara'da yapılmış olan ve kamuoyunda uzun süre tartışılan ve CHP tarafından da birkaç defa Meclis gündemine getirilen personel alımları için açılan sınavla ilgili üç bakanlık müfettişi (ikisi başmüfettiş) ve üç de SSK müfettişinin birlikte, günlerce yaptıkları inceleme sonucunda tanzim ettikleri rapor, ilgili mercilere ulaşmış bulunmaktadır.

Müfettişler, sözü edilen sınava girmek için 88 022 müracaatın kaydedildiği, 23 adet kayıt defteri ile sınavı kazananların binden fazlasının özlük dosyaları, ayrıca sınavı kazandığı bildirilen ve kurumun merkez ve taşra teşkilâtında görev yapmak üzere atanan 752 memur ile sınavı kazanamayan 13 adayın ve ayrıca sınavla ilgili birçok bakanlık ve genel müdürlük personelinin ifadelerine başvurmuşlardır.

Emekliye ayrılmış olan Sınav Kurulu Başkanı Mahfuz Güler ile üye Mehmet Karaca ifade vermekten imtina etmişlerdir.

Bakanlık eski müsteşarı ve anılan dönemde SSK Genel Müdür Vekilliği yapmış olan Ali Toptaş, eski Genel Müdür Ekrem Önal, Bakanlık Özel Kalem Müdürü Mustafa Birbenli ile o zamanki bakanın danışmanı ve Özel Kalem Müdür Vekili Hayrettin Özbay ise başvuru yazısına cevap vermişlerdir.

Konu ile ilgili olarak müfettişlerce bilgi ve görüşlerine ihtiyaç duyulan zamanın bakanı Sayın Necati Çelik'e gönderilen 20.11.1997 tarih ve 35/14 sayılı yazıya ise hiçbir yanıt alınamadığı raporda kaydedilmiştir.

Netice olarak yapılan sınavda;

1. Devlet Memuru Olarak Atanacaklar İçin Mecburi Yeterlik ve Yarışma Sınavları Genel Yönetmeliğinin 15 inci maddesine aykırı davranıldığı,

2. En az (B) sınıfı sürücü belgesine sahip olmaları şoför adaylarından istendiği halde (B) ve (C) sınıfı sürücü belgesi alanların da alındıkları, halbuki; SSK Personel Unvan Yükselme Yönetmeliğinin 6 ncı maddesinde, (E) sınıfı sürücü belgesi arandığı,

3. Sınava gireceklerde yaş üst sınırı konmayarak personel yönetimi genel ilkelerine aykırı hareket edildiği,

4. 28.11.1996 tarihinden itibaren yapılacağı ilan edilen sınavın hava koşulları nedeniyle ertelendikten sonra 2.12.1996 tarihinde yapılan bir basın toplantısı ile 6-7-8 Aralık 1996 tarihlerinde yapılacağının duyurulduğu, bu nedenle uzak yerlerden gelecek olanların ulaşım güçlüğü nedeniyle gelemediği ve 12 793 adayın yazılı sınava katılamamasında bu durumun etkili olduğu,

5. SSK Personel Yönetmeliğinin 37 nci maddesine göre taşrada yapılması imkânı bulunmasına rağmen, sınavın yalnızca Ankara'da yapılması, düzenli ve güvenli bir ortamda yapılamamasına neden olmuş ve dolayısıyla zamanın yönetiminin kontrolünde istenilen sonuçları elde etmek maksadına matuf olduğu,

6. Yalnızca adayların veya birinci derece yakınlarının getirecekleri iş talep formlarının kabul edileceği talimatı verildiği halde zaman zaman bazı kurum personeli ile düzeni sağlamakla görevli polis memurlarının getirdiği talep formlarının kabul edildiği,

7. Sınav kazandığı anlaşılan çok sayıda adaya ait iş talep formunun Refah Partisi ve Bakanlık Özel Kalem Müdürlüğü aracılığı ile SSK Genel Müdürlüğüne intikal ettirildiği bu formlar ile genel müdürlük üst düzey yöneticileri tarafından, ilgililere iletilen formların mesai saatleri dışında genel müdürlükte toplu halde başvuru defterlerine kaydedildiği ve aday imtihana giriş belgelerinin de formları gönderen ilgililere verildiği,

8. Bakanlık Özel Kalem Müdürlüğüne gönderilen çok sayıdaki giriş belgesinin öğrenim grupları itibariyle burada tasnifi yapılıp, sıra numarası verilerek bilgisayara yüklendiği ve daha sonra adaylara dağıtıldığı bu suretle, RP, Bakanlık ve SSK Genel Müdürlüğü yetkileri ile bağlantı kuran adayların kayıtlarının yapıldığı,

9. Sınavda adaylara eşit koşulların sağlanmadığı (A) ve (B) grubu sorular arasında eşdeğerlik bulunmadığı ayrıca (A) grubu adaylara sorulan 19 N0.lu tarih sorusunda Misak-ı Millî ile ilgili olumsuz mesaj verildiği,

10. Sınav kâğıtlarının bilgisayarda değerlendirilmesi mümkün iken, istediklerini kazandırabilmek için bu yola başvurulmadığı, sınav kazanan 2 042 adayın numaralarının ara vermeden ard arda birbirini takip ettiği, bunlardan 155 aday numarasının Kocaeli RP İl Başkanlığından bildirildiği (kayıt defteri imza yeri boş veya sahte imzalı),

11. Sınav kazandırılmak istenen ve Bakanlık Özel Kalem Müdürlüğünden SSK Genel Müdürlüğüne gönderilen listede bulunan adayların, Bakan Necati Çelik, müsteşar, müsteşar yardımcısı, özel kalem müdürü, SSK Genel Müdürü, genel müdür yardımcısı, sınav kurulu üyesi gibi yetkililer veya bunlara yakın çalışanların yakınları ile Refah Partisinden intikal ettirilen iş talep formlarından teşekkül ettiği,

12. Değerlendirmeden önce sınav kâğıtlarının kimlik bölümlerinin açıldığı, sınav kâğıtlarında düzeltmeler yapıldığı, örnek olarak bilirkişiye verilen 435 adet sınav kâğıdının hiçbirinde sınav kurulu üyelerinin elyazısıyla verilmiş puana rastlanmadığı, buna karşılık memur İsmail Anayurt tarafından 56 sınav kâğıdına puan verildiği ve sözlü sınavın 23-28 Aralık 1996 tarihinde yapılacağı, yazılı sınavın açıklandığı 20.12.1996 günü duyurularak mevzuatta öngörülen 10 günlük itiraz süresinin beklenmediği,

13. Sözlü sınavın birer kişiyle yapıldığı, verilen notun kurul notu olarak gösterildiği, aşçı ve şoför adaylarının sözlü imtihanının ise tamamen sınav kurulu dışında yapıldığı, göstermelik bir sınav olduğu her halinden belli olduğu ve itirazların personel yönetmeliği gereğince sınav kurulunca değerlendirilmesi gerekirken, itiraz ettirilen ve sahte imzalarla deftere geçirilen 80 adaya ait sınav kâğıdının hiçbirinde sınav kurulu üyelerine ait verilmiş puan olmadığı, 23 adayın puanı memur İsmail Anayurt, 15 adayın puanının ise memur Muhlis Güllü tarafından verilerek sınav kazandırıldıkları,

14. Yapılan inceleme ve beyanlardan 80 adayın sınava hiç girmedikleri, sözlü sınav tutanakları puanlarının 37'sinin memur Muhlis Güllü, 29'unun memur Murat Aktaş, birinin de İsmail Anayurt tarafından verildiği, tebligatların sahte işlemlerle 8 ve 22 Ocak 1997'de yapılmış gibi gösterildiği ve ilkokul diplomalı gözüken 5407 ve 20720 No'lu, biri de ortaokul diplomalı gözüken 21013 numaralı adayların okur-yazar olmadıkları, ayrıca 5407 ve 21013 No'lu adayların yazılı sınav sonuçlarına itiraz ettirilerek imtihan kazandırıldıkları; 12136 No'lu adayın da yerine ağabeyinin girdiği, Bakanın bazı yakınlarının da bu 80 kişi içinde olduğunun anlaşıldığı, ayrıca, ifadelerine başvurulan 687 aday ile itiraz üzerine kazandırılan 80 adayın 231'inin siyasî partilere kayıtlı olduğu, 178'inin de RP'li olduğu (Bakanın yeğeni 27044, kayınbiraderi 10292 Nol'lu adaylar) raporda tespit edildiği,

15. Özel Kalem Müdürünün Bakanın talimatı dahilinde çalıştığı, Malatya Milletvekili Ayhan Fırat konuyu Meclise getirdiği halde, Bakanın Teftiş Kuruluna konuyu intikal etttirmediği anlaşılmıştır.

Raporun sonunda; Bakanın Türk Ceza Kanununun 240 ncı madesinde belirtilen görevini kötüye kullanma suçunu işlediği belirtilmektedir. Müsteşar Ali Toptaş ve Genel Müdür Ekrem Önal'ın da 240 ncı maddesinde belirtilen görevi kötüye kullanma suçu işlediğini, diğer görevlilerin ise Türk Ceza Kanununun 339 uncu maddesinde kayıtlı (resmî evrekta sahtekârlık) suçu işledikleri, çoğunun memuriyetten men ve bir daha devlet hizmetine alınmamaları ve hepsi hakkında cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulmasına ve başından sonuna kadar usulsüzlük, sahtecilik, kayırmalar yapıldığı ve siyasî kadrolaşma maksadıyla kullanıldığı tespit edilen bu sınavın, bütün sonuçlarıyla birlikte iptal edilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmış denilmektedir.

Bu nedenle; yukarıda belirtilen hususlar göz önüne alınarak, zamanın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik hakkında Türk Ceza Kanununun 240 ncı maddesine uyan eylemlerinden dolayı Anayasanın 100 üncü maddesi ve İçtüzüğün 107 nci ve sonraki maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasını arz ve teklif ederiz.

Ayhan Fırat Oya Araslı Nihat Matkap

Malatya İçel Hatay

Bekir Yurdagül Yüksel Aksu Ali Şahin

Kocaeli Bursa Kahramanmaraş

Yusuf Öztop Ali Topuz Tuncay Karaytuğ

Antalya İstanbul Adana

Ali Rıza Bodur Algan Hacaloğlu Birgen Keleş

İzmir İstanbul İzmir

Haydar Oymak Ercan Karakaş Hilmi Develi

Amasya İstanbul Denizli

İrfan Gürpınar Ali Dinçer Zeki Çakıroğlu

Kırklareli Ankara Muğla

Atilâ Sav Mustafa Kul Veli Aksoy

Hatay Erzincan İzmir

Orhan Veli Yıldırım Şahin Ulusoy Mustafa Yıldız

Tunceli Tokat Erzincan

Erol Çevikçe Erdoğan Yetenç Bekir Kumbul

Adana Manisa Antalya

Önder Sav İsmet Atalay Ahmet Küçük

Ankara Ardahan Çanakkale

Seyfi Oktay Eşref Erdem Celal Topkan

Ankara Ankara Adıyaman

Nezir Büyükcengiz Sabri Ergül Yılmaz Ateş

Konya İzmir Ankara

Ahmet Güryüz Ketenci Metin Arifağaoğlu Önder Kırlı

İstanbul Artvin Balıkesir

Fikri Sağlar Yahya Şimşek Mehmet Sevigen

İçel Bursa İstanbul

Cevdet Selvi Murat Karayalçın Aydın Güven Gürkan

İstanbul Samsun İzmir

Bülent Tanla Mehmet Moğultay Fuat Çay

İstanbul İstanbul Hatay

Adnan Keskin Erdal Kesebir Fatih Atay

Denizli Edirne Aydın

Hikmet Aydın Ali Haydar Şahin Onur Kumbaracıbaşı

Çanakkale Çorum Kocaeli

Mahmut Işık

Sıvas

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Sayın Başkan, soruşturma önergesi üzerinde söz istiyorum.

BAŞKAN – Günü belli değil efendim; sadece bilgiye sunuyoruz.

Diğer soruşturma önergesini okutuyorum:

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Petrol Ofisi A.Ş'nin yüzde 51'lik kamu hissesinin özelleştirilmesi için ihaleye çıkıldığı ve ihalede en yüksek fiyatı veren (1 160 milyon dolar) Akmaya-Orteks grubunda kaldığı bilinmektedir.

Özelleştirme Yüksek Kurulunun 15.7.1998 tarihli toplantısında aldığı beklenmekdik bir kararla ihaleyi alan firmayı devre dışı bırakmış, 2 nci sırada olan firmayla da görüşmeden, ihaleyi 3 üncü sıradaki Konsorsiyuma verdiğini açıklamıştır.

Konu dikkatle incelendiğinde, ihalenin sonuç bölümü hariç, 4046 sayılı Özelleştirme Kanununun şeffaflık ilkesine aykırı olduğu, ayrıca, 4054 sayılı Rekabet Kurulu Yasasının çiğnendiği, Özelleştirme Yüksek Kurulu kendi kuruluş kanununda olmamasına rağmen sıra değişikliğine giderek ve tercih kullanmak suretiyle ihaleye fesat karıştırılarak devleti zarara uğrattığı görülmektedir. Daha da önemli olan Başbakanın bu tutumu Özelleştirme Kurumunu yıpratmış, şaibe altında bırakmış ve ileride yapılacak özelleştirmeleri de etkileyecek bir hal almıştır.

Bu sebeple Başbakan Mesut Yılmaz ve Devlet Bakanı Işın Çelebi hakkında T.C.K'nun 240 ıncı ve 339 uncu maddesindeki görevi kötüye kullanma ve ihaleye fesat karıştırma sonucunu oluşturan eylemlerinden dolayı Anayasanın 100 üncü, TBMM İçtüzüğünün 107 nci maddesi uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasını 20.7.1998

arz ve teklif ederiz. 20.7.1998

Veysel Candan Ekrem Erdem Musa Uzunkaya

Konya İstanbul Samsun

Lütfi Yalman Feti Görür Sabahattin Yıldız

Konya Bolu Muş

Zülfükar İzol Yakup Budak Abdullah Gencer

Şanlıurfa Adana Konya

Cemalettin Lafçı Süleyman Arif Emre Ahmet Çelik

Amasya İstanbul Adıyaman

Hasan Hüseyin Öz Naci Terzi Ramazan Yenidede

Konya Erzincan Denizli

Osman Pepe Musa Okçu Şaban Şevli

Kocaeli Batman Van

Sıtkı Cengil Fethullah Erbaş Hasan Dikici

Adana Van Kahramanmaraş

Şinasi Yavuz Zeki Karabayır Ersönmez Yarbay

Erzurum Kars Ankara

Ahmet Cemil Tunç Abdullah Arslan Ahmet Doğan

Elazığ Tokat Adıyaman

Rıza Ulucak Sait Açba İsmail Özgün

Ankara Afyon Balıkesir

Hüseyin Olgun Akın Cevat Ayhan Turhan Alçelik

Ordu Sakarya Giresun

Ahmet Karavar Ahmet Bilge Nezir Aydın

Şanlıurfa Ankara Sakarya

Mehmet Altan Karapaşaoğlu Memduh Büyükkılıç Ali Oğuz

Bursa Kayseri İstanbul

Mikail Korkmaz Cafer Güneş Mehmet Bedri İncetahtacı

Kırıkkale Kırşehir Gaziantep

İsmail İlhan Sungur Maliki Ejder Arvas Nurettin Aktaş

Trabzon Van Gaziantep

Sacit Günbey Ahmet Dökülmez M. Salih Katırcıoğlu

Diyarbakır Kahramanmaraş Niğde

Aslan Polat Ömer Vehbi Hatipoğlu Hüsamettin Korkutata

Erzurum Diyarbakır Bingöl

Bekir Sobacı Ömer Özyılmaz Osman Yumakoğulları

Tokat Erzurum İstanbul

Kâzım Ataoğlu İ. Ertan Yülek Nurettin Kaldırımcı

Bingöl Adana Kayseri

Azmi Ateş

İstanbul

Gerekçe:

1- POAŞ özelleştirmesinde satışa esas olan değerlendirme sağlıklı yapılmamıştır. Birçok gayrimenkul iz bedel üzerinden yazılmış ve gerçek değerin yazılması durumunda satışın zor olacağı düşünülmüştür. Ayrıca, bürokratlar etki altında bırakılarak, özelleştirmeye karşı oldukları ithamıyla karşı karşıya bırakılmışlardır. Bu mantık içerisinde, POAŞ'ın malvarlığı 650 milyon dolar olarak deklare edilmiştir. Bu değer gerçek kıymetin çok altında olup, eksik ve yanlıştır. POAŞ yetkililerinin verdiği bilgiye göre, POAŞ bilançosundaki kasa, banka, stoklar ve alacaklar gibi her an çevrilebilecek değerlerin toplamı 90-100 trilyon liradır. Ayrıca, Petrol Ofisinin aktifinde yer alan ve değeri trilyonlarla ifade edilen, gemi, tanker, uçak ikmal tankerleri ve kara nakil vasıtaları 1TL iz bedel üzerinden izlenmektedir. Devlet Planlamadan ödeneği alınamayan birçok yatırım, bakım onarım faslından yapıldığı in bilanço aktifinde yer almamaktadır. Gerçek bir değerlendirme ve hesap yapıldığında, POAŞ'ın bugünkü değerinin birkaç katrilyon olduğu ortaya çıkacaktır.

2- POAŞ'ın özelleştirmesinde altyapı eksiklikleri mevcuttur. Özellikle, çalışan personelin, işçi, memur ve sözleşmeli personel açısından belirsizlikler mevcuttur. Bu ana kadar, 2 903 sözleşmeli personelin tazminatlarının kimin tarafından ve nasıl ödeneceği hususunda yazılı olarak müracaat etmelerine rağmen, henüz bir cevap alamamışlardır. Şayet, çalışan işçiler, tazminatları ödenmek suretiyle işten çıkarılacaklarsa veya memurlar başka bir devlet kurumuna aktarılacaklarsa, bu yapılacak işlem, 4046 sayılı Özelleştirme Kanununun çeşitli fıkralarına aykırıdır.

3- POAŞ, petrol ürünleri üretim, rafine ve dağıtımında bir halkayı teşkil eder. Bu halkada, POAŞ'la birlikte, TÜPRAŞ, TPAO ve BOTAŞ bulunmaktadır. Bu halkanın en kârlı bölümü de, POAŞ'ın yaptığı dağıtım hizmetidir. POAŞ'ın yalnız başına özelleştirilmesi, diğerlerine zarar verecek ve özellikle de, özelleştirme kapsamında olan TÜPRAŞ'ın değerini düşürecektir.

4- 4046 sayılı Özelleştirme Kanunu, ihalenin bütün safhalarının şeffaf olmasını amirdir. Halbuki, bu olayda, perde arkasında tüm işler tamamlandıktan sonra, son aşamada finale kaldığı söylenen firmalara TV ekranları açılmış ve oradan çıkan neticeye de uyulmamıştır.

5- POAŞ özelleştirmesinde, yine, 4046 sayılı Özelleştirme Kanununda, stratejik önemi haiz fıkra ihlal edilmiş ve satışta, altın hisse, yani kamu denetimi 5 yılla sınırlandırılmıştır. Bu durum, hem sakıncalı hem de yasalara aykırıdır. Kaldı ki, geçmişe baktığımızda, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtında, özel bir işletme olan ATAŞ rafinerisi bakıma alınma gerekçesiyle üretim durdurulmuş, ihtiyaç, devlet kuruluşu olan İPRAŞ'tan karşılanmıştır. 1990 Körfez Krizinde, yabancı şirketler bütün ürünlerine zam yapıyorlar, ancak, POAŞ, eski fiyatla satışa devam ediyor; bu durumda, yabancı şirketler de fiyatları indirmek zorunda kalıyor. 1994-1996 yıllarında, yabancı sermaye kuruluşu olan ATAŞ rafinerisi, zarar gerekçesiyle üretimi durduruyor. Bunun sonucunda, Hükümet, aldığı bir kararla, yüzde 15'lik Akaryakıt İstikrar Fonundan vazgeçiyor. Yine, Yunanistan'la yaşanan Kardak Krizinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyacını, bir gecede, POAŞ, bayilerine verdiği ürünü geri alarak karşılıyor. Özetle, altın hisse, yani kamu denetiminin, 5 yılla sınırlandırılması sakıncalıdır.

6- Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, 4054 sayılı Kanunu da ihlal ederek, Rekabet Kurulu görüşünü zamanında almayarak oldubittiye getirmiştir. Rekabet Kurulu, kendisine müracaatla değil, basından çıkan haberlerden yola çıkarak resen inceleme başlatmış ve şu ana kadar da sonuçlandırmamıştır. Halbuki, Özelleştirme İdaresi Başkanlığının, baştan sona, Rekabet Kurulu ile birlikte, paralel çalışması gerekmekteydi; kamu menfaati bunu gerektirir. Aksi halde, burada olduğu gibi yapılırsa, yönlendirme olur ve idare bundan zarar görür.

7- 4046 sayılı Özelleştirme Kanununda, Özelleştirme Yüksek Kurulu ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığının görev ve yetkileri ayrı ayrı belirlenmiştir. Bu kurumların kuruluş kanunları incelendiği zaman, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tüm çalışmaları yapar, ihaleyi tamamlar ve Özelleştirme Yüksek Kurulu da işlemleri onaylar veya reddeder. Burada olduğu gibi, üçüncü sırada kalan bir konsorsiyumu birinci sıraya getirmek veya yeniden fiyat düzenleme yetkisi yoktur. Burada, Özelleştirme Yüksek Kurulunun yaptığı işlem hukuken tartışmalıdır ve yetki aşımı söz konusudur. Kaldı ki, yaptığı işlem sonucunda idarenin kârı olmayıp, aksine zararı söz konusudur.

8- Nihaî karar aşamasında, önce aranan şartlara göre yeterlilik verilmişken, finale kalan 3 firmadan ilave şartlar talep edilmiş, ihaleyi alan birinciyle ikinci sırada olan firmayla hiç görüşme yapılmadan üçüncü firmanın fiyatı, birinci firmanın rakamına yükselterek ihale sonuçlandırılmaya çalışılmıştır. Halbuki, birinci ve ikinci firma, daha şimdiden 50 milyon dolar (yaklaşık 2 trilyon) fazla verebileceklerini açıklamışlardır. Bu gelişmeler, önceden planlı bir satışın yapıldığı, firmanın da alet olarak kullanıldığı izlenimini vermektedir. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ile Özelleştirme Yüksek Kurulu adına açıklama yapan Devlet Bakanı Sayın Işın Çelebi'nin, Rekabet Kuruluyla ilgili açıklamasında çelişki olup, yapılan bu haksız uygulamada siyasî ve ticarî ilişkilerin ve menfaat lobilerinin etkili olduğu anlaşılmaktadır.

Buraya kadar açıklamaya çalıştığımız hususlar, Özelleştirme İdaresinin satışlarına gölge düşürmüş ve daha sonra yapacağı satışlara da talebi azaltmıştır. Aslında, bu tür uygulamalar, Hükümete olan güveni de sarsmaktadır. Dolayısıyla yapılan, hatalı, yanlış ve hukukdışı işlem, bundan sonra özelleştirilecek kurumların değerinde düşüşe sebep olmuştur.

Bu sebeple, Başbakan Mesut Yılmaz ve Devlet Bakanı Işın Çelebi haklarında, TCK 240 ve 339 uncu maddesindeki görevi kötüye kullanma ve ihaleye fesat karıştırma sonucunu oluşturan eylemlerinden dolayı, Anayasanın 100 üncü, TBMM İçtüzüğünün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasını arz ve talep ederiz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Anayasanın 100 üncü maddesinde ifade olunan "Meclis, bu istemi en geç bir ay içinde görüşür ve karara bağlar" hükmü uyarınca, soruşturma önergelerinin görüşme günlerine dair Danışma Kurulu önerisi daha sonra Genel Kurulun onayına sunulacaktır. Söz talepleri o onaydan sonra alınacaktır.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:

 

 

 

23.7.1998

Danışma Kurulu Önerisi

Genel Kurulun 23.7.1998 Perşembe günü "Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları" kısmındaki işlerin bitiminden sonra ve 24.7.1998 Cuma günü çalışmaması hususunun Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

Hikmet Çetin

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

Ülkü Güney Salih Kapusuz Turhan Güven

ANAP Grubu Başkanvekili FP Grubu Başkanvekili DYP Grubu Başkanvekili

Ali Ilıksoy Önder Sav Müjdat Koç

DSP Grubu Başkanvekili CHP Grubu Başkanvekili DTP Grubu Başkanvekili

BAŞKAN – Danışma Kurulumuz "bu hafta, az zamanda çok iş yaptık" görüşünde.

Danışma Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

REFİK ARAS (İstanbul) – Sizin sayenizde oldu.

BAŞKAN – Meclis Genel Kurulunun sayesinde oldu efendim.

6 ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin bir Başbakanlık tezkeresi vardır; okutuyorum:

 

 

 

 

 

14.7.1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24.3.1998 tarihli ve 537 sayılı kararı uyarınca Diyarbakır, Hakkâri, Siirt, Şırnak, Tunceli ve Van illerinde devam etmekte olan olağanüstü halin, 30.7.1998 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasının, Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı, Bakanlar Kurulunca 7.7.1998 tarihinde kararlaştırılmıştır.

Gereğinin yapılmasını, saygılarımla, arz ederim.

Mesut Yılmaz

Başbakan

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerinde İçtüzüğün 72 nci maddesine göre görüşme açıyorum.

Gruplara, Hükümete ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim.

Konuşma süreleri, gruplar ve Hükümet için 20'şer dakika; şahıslar için 10'ar dakikadır.

Görüşmelerin sonunda da tezkereyi oylarınıza sunacağım.

Hükümetin, tezkere hakkında açıklama konusunda, şimdiden, öncelikli bir söz talebi var mı efendim?..

İÇİŞLERİ BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Hayır efendim; sonra...

BAŞKAN – Yok.

Şu ana kadar, gruplar adına bize intikal eden bir söz talebi yok.

Şahısları adına; Adıyaman Milletvekili Sayın Ahmet Çelik, Sıvas Milletvekili Sayın Nevzat Yanmaz söz talebinde bulundular.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Grubumuz adına Sayın Musa Okçu konuşacak efendim.

BAŞKAN – Fazilet Partisi Grubu adına Batman Milletvekili Sayın Musa Okçu; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA MUSA OKÇU (Batman) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 32 nci kez görüşülmekte olan ve Diyarbakır, Hakkâri, Siirt, Şırnak, Tunceli ve Van İllerinde devam etmekte olan olağanüstü hal uygulamasının dört ay uzatılmasını öngören Başbakanlık tezkeresi üzerinde, Fazilet Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere, söz almış bulunuyorum. Yüce Heyetinizi Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, olağanüstü hal uygulaması, 18 Temmuz 1987 tarihinde başladı. Ancak, daha 1978'de, zaten, bu bölgede sıkıyönetim uygulanmaktaydı. Demek ki, 20 yılı aşkın, yani, nerede ise, çeyrek asırdır, bu bölge halkı, bir baskı ortamında hayatını sürdürmektedir. Sözünü ettiğimiz bu zaman dilimi içinde, bölgemizde şiddet ve baskı kol gezmekte, zaman zaman bir rahatlama göze çarpsa da, bazı çevreler, yaraları kaşımakta ve huzursuzluğun sürekliliğini sağlamaktadırlar; olağandışın halin devamını sağlamak üzere âdeta suni provokasyonlar düzenlenmektedir; halka kobay muamelesi reva görülmektedir.

Şu anda 32 nci defa olağanüstü uygulamayı görüşüyoruz ve son bir haftadan beri Türkiye'de gelişen olaylar, hiçbir vatandaşımızın gözünden kaçmamıştır. Bu kürsüden birçok sayın üye "uygulama artık, Türkiye'nin gündeminden kalksın" diyecektir; ancak, bazı kendini sorumlu hissedenlerin dikkatimizi çekecekleri yer bellidir. Şöyle diyeceklerdir; işte, gerekçe: "Sıvas, Tokat, Samsun, Ordu, Giresun ve Gümüşhane'ye kadar terör yayılma eğilimi içindedir. Bu sebeple, olağanüstü hal uygulamasının devamı kaçınılmazdır."

Ancak, herkes ve her kesim bilmeli ki, hep bu karar öncesi, özel olarak terör tırmandırılıyor. Bu yapılırken, Meclis ve güvenlik kesimleri etki altına alınmak isteniyor. Olağanüstü halin devamı böylece sağlanıyor.

Olağanüstü halin devamı acaba kime zarar kime yarar temin ediyor? Bize göre, ayakta durması için en önemli propaganda malzemesi olan OHAL, teröre yaramaktadır ve derin devletin içine tünemiş, Türkiye'nin kan kaybetmesinden rant elde eden politik güvenlik ve politik mafya tacirlerine yaramaktadır ve yine, çarpık uygulamadan dolayı, devlet ve terör arasına sıkışmış, can çekişen mağdur halk, ne yazık ki, zarar görmektedir; ölmektedir, yurdundan, köyünden, tarlasından, yaylasından kovulmaktadır.

Sayın milletvekilleri, unutulmamalıdır ki, bildiğimiz -siyaset ve güvenlik, mafya çerçevesinden- mafya çerçevesinden büyüyen çetelerin doğup yeşerdiği mekân, OHAL bölgesi olan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesidir; dal budak saldığı bütün Türkiye'dir. Yani, Susurluk çetesi, Söylemezler çetesi, Yüksekova çetesi, Kocaeli çetesi ve benzeri mafya oluşumlarının ürediği bataklık, OHAL bataklığıdır.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 120 nci maddesinde şöyle denilmektedir: "Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddî belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilân edilebilir." Yani, halkın güvenliği ve huzuru için olağanüstü hal ilan edilir. Demek oluyor ki, devlet, halk içindir; halka rağmen devlet olamaz.

Aslında, tarihî açıdan daha uzaklara gidecek olursak, bölgeye karşı, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, âdeta, ayrı bir hukuk uygulanmıştır. Takriri Sükûn Kanunu, İskân Kanunu, İstiklâl mahkemeleri, Tunceli Kanunu, Olağanüstü Hal Valiliği, bu bölge halkına karşı kullanılmıştır. Türkiye, bugün, bu acı tabloyla, bu sebeple karşı karşıyadır.

Sayın milletvekilleri, bütün bu özel düzenleme ve uygulamalara mukabil, sorunlar daha da derinleşerek karmaşık hal almıştır. Ondört yıldır aralıksız süren "düşük yoğunluklu savaş" olarak nitelenen çatışma ve şiddet ortamında 40 bine yakın insan hayatını kaybetmiş, 4 bin civarında köy yakılıp boşaltılmış, onbinlerce insan işkenceden geçirilmiş, onbinlercesi tutuklanmış, 3 milyonu aşkın insan göç etmiş ve onbinlerce dekarlık orman alanı yakılmıştır. Aslında, bu bağlamda, devletin görevi, akan kanı kurutup; halkı, özlediği barışa ve huzura kavuşturmaktır.

Sayın milletvekilleri, bir başka açıdan bakacak olursak, güneydoğu bölgemiz, uzun yıllar uygulanan yanlış ekonomik politikalar nedeniyle, diğer bölgelerimizin çok gerisinde kalmıştır. Bölgede işsizlik had safhaya varmıştır. Terör gerekçe gösterilerek, son 15 yıldır bölgede, devlet, yatırım yapmadığı gibi, özel teşebbüsün de, kayda değer hiçbir yatırımı olmamıştır. Yatırımların, sadece kamu eliyle ve sınırlı seviyede kalması nedeniyle, ağır ekonomik şartlar bulunmaktadır. Bölgenin, özellikle, hayvancılık ve tarım alanında düştüğü zaaf, bütün Türkiye'yi, hayvansal ve tarımsal açıdan kendine yetmez hale getirmiştir.

Can güvenliği nedeniyle köylerin boşaltılmış olması, eğitime büyük bir darbe vurmuş, göç alan merkezlerdeki okulların fizikî imkânları yetersiz kalmış, kırsal kesimlerdeyse, okulların kapalı olması sebebiyle de, cehalet, alabildiğine yayılmıştır.

Bölge insanı, terörün baskısıyla, yıllardır psikolojik ve ekonomik sıkıntılar çekmektedir. Can güvenliği olmadığı için, batıya göç eden insanlarımız, gittikleri yerlerde de ekonomik ve sosyal problemlerle karşı karşıya kalmaktadır. Hatta, terör illetinden kaçtığı halde, göç ettiği yerde, çaresizlikten ve işsizlikten, orada, yine terörün kucağına düşmektedir.

Ayrıca, koruculuk teşkilatı da sıkıntı üretir hale gelmiş ve vatandaşlar için bir tehdit unsuru haline gelerek, birlik ve beraberliğimizi zedelemekte olan terör odaklarının kullanacağı vazgeçilmez propaganda malzemesi haline gelmiştir.

Özetleyecek olursak, yıllardır uygulanan yanlış ekonomik, kültürel ve güvenliğe ilişkin politikaların, sorunları çözmediği, aksine, giderek ağırlaştırdığı açık seçik olarak görülmektedir. Büyük şehirlerimizin varoşlarında nüfusu milyonlara ulaşan işsiz güçsüz terörzedelerden oluşan çadır kentler kurulmuş, ekonomik atılım ve sanayi yatırımları durmuş ve dahası, mevcut tesislerin özelleştirilmesi gündeme alınmıştır.

Eğitim ve öğretimde eleman yokluğu dolayısıyla, huzursuzluk nedeniyle güven ortamı mevcut olmayıp, tedirginlik hüküm sürmektedir. Hal böyleyken, bölgede kamuya ait sanayi kuruluşları ve işletmelerin Özelleştirme Kanunu kapsamında tutularak özelleştirmeye gidilmesi, doğru bir uygulama olmayacaktır. Bu uygulama, bölgedeki had safhada bulunan işsizler ordusuna yeni bir işsizlik potansiyeli ekleyecektir.

Sayın milletvekilleri, bölgede, sosyal huzurun, sosyal barışın ve sosyal güvenliğin sağlanması için ne yapılmalıdır? Türkiye, içeride ve dışarıda, sırtındaki bu kamburu atmak için ne gibi tedbirler almalıdır? Tabiî ki -32 nci kezdir- bu bölgede, sadece OHAL uygulamasının 4 ay uzatılmasıyla bunun mümkün olmayacağı da ortadadır.

Bize göre, özet olarak, şu başlıklar altında tedbirler alınmalıdır:

1– Sosyal güvenlik alanında tedbirler.

2– Boşaltılan ve yakılan köylerin tekrar yaşanır hale getirilmesi ve koruculuk sisteminin gözden geçirilmesi.

3– Bölge ekonomisini canlandırmak için tedbirler.

Bugünlerde, gündemde bulunan doğu ve güneydoğu raporunun bazı gazetelerde yer alması isabet olmuştur; dünkü Milliyet Gazetesinde "İşte Doğu Raporu" şeklinde sürmanşet olmuştur. Doğu ve güneydoğu raporu adı altında bir çalışma yapan sivil toplum kuruluşları, terörün kontrol altına alındığını tarihsel bir döneme girildiğini belirterek, sosyal, kültürel ve ekonomik alanda yapılabilecekleri sıraladı.

İstanbul Ticaret Odası Başkanı Mehmet Yıldırım, İktisadî Kalkınma Vakfı Başkanı Meral Gezgin Eriş, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı Başkanı Can Paker ve İstanbul Milletvekili Sedat Aloğlu ve bazı medya temsilcilerinden oluşan grubun çeşitli tarihlerde yaptıkları toplantılarda ortaya çıkan raporun sonuç bölümünde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bir bölümünün Kürt kökenli olduğu, Türkiye'nin çeşitlilik açısından sahip olduğu zenginliğin, aynı zamanda, fırsat yaratıcı bir unsur olduğu belirtilmiştir. Toplumu oluşturan farklı grupların, evrensel hak ve özgürlükleri çerçevesinde, kendilerini kültürel açıdan ifade etmeleri, demokrasinin asgarî standartlarından biridir; bu durum, ülkenin üniter devlet kimliğini zedelemez.

Raporun "Kültür ve Kimlik" başlıklı bölümünde şu somut önerilere yer verilmiş: "Gelişmiş ülkelerde örnekleri görüldüğü gibi, farklı kültürlerin ve dillerin araştırılması ve geliştirilmesi için araştırma merkezleri, enstitüler, üniversitelerde dilbilim bölümleri kurulabilir; böylece, Kürt dili ve kültürünün tanındığı somut olarak gösterilmiş olur.

Özel eğitim kurumlarında, resmî dil Türkçenin yanında Kürtçenin de bir alternatif olmasında var olan tereddüt ve kısıtlamalar giderilebilir. Özel radyo ve televizyonlardan Kürtçe yayın yapılabilir."

Aynı raporun bir başka bölümünde "terör, ulusal ve uluslararası hukukta bir insanlık suçudur" denilmektedir ve yine aynı raporda "Hükümetin aldığı olağanüstü hal bölgesinin daraltılması kararının yanısıra, kritik bu dönemdeki olumlu katkılarına rağmen, orta vadede, korucu sisteminin gözden geçirilerek, sayısının azaltılması ve denetlenmesi, korucuların ekonomiye entegre edilmeleri, koruculardan boşalacak alanın devletin güvenlik güçleriyle ikame edilmesi gibi önlemler son derece gerekli ve doğru adımlar olacaktır" diye ifade edilmektedir.

Sivil toplum kuruluşlarının hazırladıkları raporda, Doğu ve Güneydoğuda problemler çözülmedikçe, Türkiye'nin diğer bölgelerinin de rahat edemeyeceği vurgulanmıştır. Aslında, şanlı tarihimize bakacak olursak, bu tür toplumsal huzursuzlukların yaşanmadığını rahatlıkla görürüz. Osmanlı İmparatorluğu birçok halkın ve birçok milletin mozaiğinden oluşmuşken, bu tip meseleleri kökten halletmişti ve dünyanın -o zaman- süper gücü durumundaydı.

Bu sebeple, devletin de, sivil toplumun da, sözünü ettiğimiz raporda geçen konularda cesur adımlar atmakta tereddüt etmemesi gerekir. Batılı örgütlerin, bu meselelerimizden elini kesmemiz için, kendi sorunlarımızı kendi toplumumuzun halletmesi için, bu adımları atmakta gecikmemeliyiz.

Diğer bir tedbir; devlet, 1990 yılından beri, silahlı illegal örgütlerin lojistik desteğini kesmek için, birçok ilde mera yasağı uygulamaya başlamış; ancak, bu yasak, bölgenin başlıca geçim kaynağı olan hayvancılığı olumsuz yönde etkilemiş, hatta hayvancılığı bitirmiştir. Gerek PKK örgütünün eylemleri gerekse sürdürülen operasyonlar ve çatışmalar nedeniyle, köylü tarımsal faaliyetlerini sürdürememiş, tarlasını ekememiş veya ektiğini biçememiş, bahçesine bakamamış, hatta ekili alanları ve bahçeleri tahrip olmuştur.

Bazı bölgelerin coğrafî açıdan engebeli olması ve yerleşimin dağınık olması nedeniyle, yerleşim birimleri devlet tarafından yeteri kadar korunamamıştır. Köylülerin geçici köy korucusu olmaları istenmiş; ancak, bazıları kabul ederken, bazıları olmak istememiştir. Koruculuğu kabul eden köylüler üzerinde PKK'nın baskısı yoğunlaşmıştır, kabul etmeyenlere de güvenlik birimleri kuşkuyla bakmıştır. PKK'nin bu köylerden lojistik destek sağlama iddiaları üzerine, kontroller, operasyonlar bu köylerde yoğunlaşmıştır. Yerleşim birimlerinin hem güvenliğinin sağlanamaması hem de geçim kaynaklarının yok olması, buralarda yaşamı çekilmez hale getirmiştir. İnsanların, köyünde, mezrasında güvenliğinin, geçiminin, sağlık, eğitim ve diğer hizmetlerinin sağlanamaması, köylüleri, yerleşim birimlerini terk etmeye zorlamıştır.

OHAL Valiliğince, 2935 sayılı Kanun çerçevesinde, boşaltılan yerleşim birimleri, özellikle, koruculuk sistemini kabul etmeyen köylüler, belki güvenliklerinin sağlanamayacağı endişesi, belki de PKK'ya yardım edecekleri endişesiyle, güvenlik birimlerince boşaltılmıştır. Ancak, bu uygulama, yasal çerçevede yapılmamış, güvenlik birimlerince fiilen gerçekleştirilmiş olup, özellikle 1992-1994 döneminde yaygınlık kazanmıştır. Azalmış olmakla beraber, uygulama, günümüzde de yer yer devam etmektedir.

Bu şekilde köy boşaltma, yasal çerçevede yapılmadığı için, köylerini terketmeye mecbur kalan insanlara, devlet tarafından, 2510 sayılı İskân Kanunu çerçevesinde iskân, iaşe ve diğer hizmetler sağlanamamaktadır.

Hal böyle iken, boşaltılan ve yakılan köylerden göç ettirilen insanların, yerlerine ve yurtlarına güvenli bir biçimde dönüşleri sağlanmalı, zararları devlet tarafından tazmin edilmelidir. Ödenek bulmakta güçlük çekeriz denilemez; çünkü, terör faturasının karşılığı -yani 1987-1997 yılları arasındaki terör faturasının karşılığı- 84 milyar dolardır. Bunu sağlayabildiğine göre, devlet, bu ödeneği de bulmalıdır.

Bölgede, kâğıt üzerinde alınmış bir dizi tedbir vardır. 54 üncü Hükümet döneminde "600 maddede Güneydoğunun Kalkınması" çalışmaları ve 55 inci Hükümetin aldığı bir dizi teşvik tedbirleri pek iç açıcı olmayacaktır. OHAL şartları ortadan kaldırılmadan vatandaşa da, sanayiciye de güven gelmeyecektir. Özellikle, devletin yatırımda fiilen öncü olması gerekir. Bölge, yatırım için Özelleştirme Kanununun kapsamından çıkarılmalıdır. Bölgedeki kuruluşların özelleştirme kapsamında olmasının çok yönlü sakıncaları bulunmaktadır. Özelleştirme kapsamındaki kuruluşların, beklenen seviyede, gerçek fiyatlarıyla özelleşmesi mümkün değildir. Bu sebeple, özelleştirmeden, devletin istediği kaynağı sağlamasının imkânı yoktur.

Bölgedeki özel şartlar sebebiyle, mevcut tesislerin özel teşebbüs tarafından çalıştırılması çok zordur. Bu tesisler, özelleştirilse de, kısa sürede atıl hale getirilecektir. Bundan sonra ise, sanayi dışında, arsa vesaire gibi şekillerde, rant amacıyla kullanılacaktır. Çalışan işçi ve sözleşmeli personel ise devletin karşısına yeni bir sorun olarak çıkacaktır.

Bölgenin Özelleştirme Kanunu kapsamından istisna edilmesinin sağlayacağı en önemli yarar şu şekilde düşünülmelidir: Özelleştirme kapsamında olan alanda, devlet yatırım yapamamaktadır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Okçu, lütfen, toparlayalım.

MUSA OKÇU (Devamla) – Oysa, bu bölgemizde, devletin yapacağı yatırıma şiddetle ihtiyaç vardır. İmalat sanayiin geliştirilmesine kamu öncülüğünde başlanabilir.

Sonuç olarak, bölgede ivedilikle alınması gereken tedbirler şöyle sıralabilir:

Yarım kalmış, teşvikli veya teşviksiz, özel veya kamu yatırımlarının acilen tamamlanması sağlanmalı ve bunlara acilen işletme kredisi verilmelidir.

Bölgede atıl vaziyette bulunan yeraltı zenginlik kaynakları derhal işletmeye açılarak ekonomiye katkıları sağlanmalıdır.

Kapalı okullar açılmalıdır; açılamayacak okulların açığını kapatmak üzere, her ilçede, köy çocuklarına ait yatılı bölge okullarının yapımına süratle geçilmelidir.

Boşaltılmış köyler yeniden yaşanabilir hale getirilmeli ve vatandaşın iskânı sağlanmalıdır.

Bölgede, tarım ve hayvancılığı yeni şartlara göre geliştirmek maksadıyla özel bir teşvik sistemi uygulanmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Okçu.

MUSA OKÇU (Devamla) – Bir dakika, topluyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

MUSA OKÇU (Devamla) – Bir dakika Sayın Başkan.

BAŞKAN – Mümkün değil efendim. Teşekkür ediyorum.

MUSA OKÇU (Devamla) – Bütün milletvekili arkadaşlarımın OHAL'in kaldırılması istikametinde karar vermeleri dileğiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Okçu.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Necmettin Dede; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DYP GRUBU ADINA NECMETTİN DEDE (Muş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü halin dört ay daha uzatılmasıyla ilgili Hükümet tezkeresi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına ve şahsım adına görüş ve düşüncelerimi arz etmek üzere huzurlarınızdayım. Konuşmalarıma başlamadan önce siz değerli milletvekillerini ve televizyonları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımı saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, hepinizin de bildiği gibi, 15 Ağustos 1984 tarihinde Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kitle halinde gerçekleştirdiği öldürme eylemleriyle Türkiye ve dünya gündemine girmiş olan terör örgütünün faaliyetlerini kontrol altına almak, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini sağlamak amacıyla Anayasada yer alan olağanüstü rejim uygulamasına gerek duyulmuştur.

Hiçbir devlet ve hükümet ülkesinin bir bölümünü olağanüstü hal yöntemiyle idare etmek heves ve gayretinde olamaz. Şunu da biliyoruz ki, ulusal birlik ve beraberliğimizi ancak demokrasi içinde koruyabilir ve sağlamlaştırabiliriz. Uygulamaya bakıldığında, olağanüstü hal uygulaması, olağanüstü güvenlik sorunlarına belirli bir süre içinde çözümler üretmeyi gerektiren ve her şeyden önemlisi geçici özellik taşıyan bir olağanüstü yöntemin şeklidir.

Değerli arkadaşlarım, oniki yıldır bu kürsüden defalarca bu uygulamanın kaldırılmasını ve bunun için uygulanmaya konulması gereken yasaların, bir an önce güncelleştirilmesi gerektiğini hem İktidar mensubu milletvekilleri hem muhalefetteki değerli milletvekilleri zaman zaman dile getirmişlerdir ve güçleri yettikçe de dile getirmeye çalışacaklardır. Hep aynı şeyleri söyledik, hep aynı şeyler söyleniyor. Bugün, bakıyoruz ki, tekrar, olağanüstü halin dört ay daha uzatılmasını görüşüyoruz. Bu da, maalesef, meselelerimizin çözümünde yeterli yol almadığımızı ortaya koymaktadır.

O bölgenin bir milletvekili olarak, bölgede yaşanan sıkıntıları, hadiseleri, halkımla, vatandaşımla bizzat yaşayarak, görerek, bundan son derece üzüntü duymaktayım.

Olağanüstü halle, bu uygulamayla, güneydoğuda, dışarıdan, kimi zaman Suriye'den, kimi zaman Kuzey Irak'tan, İran'dan, kimi zaman da Yunanistan'dan ve Avrupa ülkelerinden büyük destek alan bu terör organizasyonunun nereden nerelere çekildiğini hepimiz biliyoruz. Bunun, kendiliğinden sağlanmadığını ve bunun oluşumunun, olağanüstü hal uygulamasıyla sağlandığının geri bırakıldığının ve bunların tüm çözümlerinin olağanüstü hal tedbirleri ve ülkedeki güvenlik tedbirleriyle önlendiğini, hepimiz müşahede etmiş ve bunu görmüşüzdür. Şu anda, güvenli bir ortamda yaşadığımızı, her an, her nefeste, her görüşmemizde de belirtmek mecburiyetindeyiz.

Bakın bu coğrafyaya, nice devletlere mezar olmuştur. Burada, en zor zamalarımızda, terör mücadelesini omuz omuza yaptık, büyük siyasî kararlar koyduk, ekonomik kriz var demedik, yok demedik, Doğru Yol Partisi İktidarı olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerini, sadece Ortadoğu'nun değil, Avrupa'nın birinci gücü haline getiren ekip olduk. O günün iktisadî şartlarında, mücadelemizi layıkıyla yaptık. Partimiz, tarihe mal olmuş bir mücadelesinde başarılı olmuş ve başını dik tutmuştur.

Değerli arkadaşlarım, bölgede, terör örgütlerinden dolayı göç vardır; hepimiz bu göçün nedenini çok iyi biliyoruz. Terör örgütünün mevcudiyeti, orada yaşayan vatandaşlarımızı yerinden, yurdundan, toprağından etmiştir. Hatırlarsanız, olağanüstü hal uygulamasıyla, sokağa çıkılmaz Güneydoğudan, sokağa çıkılır Güneydoğuya gelmişizdir. Okullarımızda bayrak asılmıyordu, bugün rahatlıkla söyleyebiliriz ki, köylerde de bayrak asılmaktadır.

Güvenlik güçlerimize çok büyük şükranlarımız vardır; askerlerimiz, polislerimiz canla başla çalışmışlardır, canlarını ortaya koymuşlardır. Onlarca yıldır güvenlik güçlerimizin arkasına bu büyük güvence ve kararlılık, ilk defa bizim iktidarımız zamanında konulmuştur. Silahlı Kuvvetlerimiz, tüm caydırıcılığıyla bölgeye damgasını vurmuştur.

Güvenlik kuvvetlerimizin başarılı mücadelesi sonunda, bu terör örgütü, artık Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle mücadele edemeyeceğini, özellikle hedef seçmiş olduğu noktaya ulaşamayacağını öğrenmiştir. Doğru Yol Partisi olarak, daha önce de dile getirdiğimiz gibi, olağanüstü halin kaldırılması için iki esas yasa tasarısını geçirmemiz gerekir. Bunlardan birisi, yeni il idaresi yasa tasarısı, diğeri de yeni bir olağanüstü hal yasa tasarısıdır. Bu iki yasa tasarısını geçirmeden, eğer, biz, bugün olağanüstü hali kaldırırsak, orada büyük bir boşluk doğar; terörle mücadelede, güvenlik kuvvetlerimizle, vatandaşlarımızla, devletimizle birlik ve beraberlik içinde yaptığımız mücadelede geriye doğru bir gidiş olur.

Değerli arkadaşlarım, gerekli altyapıyı hazırlamadan, olağanüstü hali kaldırırsak, ortaya çıkacak aksaklıklar, bugüne kadar yürütülen terörle mücadele hizmetlerinin kesintiye uğratılmasına neden olur. Bu nedenle, olağanüstü halin uzatılmasında yarar görüyoruz.

Bu düşüncemi belirtirken, olağanüstü halin kaldırılması için gerekli altyapının bir an önce güçlendirilmesi gerektiğinin altını tekrar çiziyorum. Şimdi iktidarda olan partilerin, muhalefette iken bu meseleye nasıl yaklaştıklarını hepimiz bilmekteyiz.

Muhterem milletvekilleri, Anavatan Partisinin Programında yer alan olağanüstü halin kaldırılmasıyla ilgili önerilerin ne kadarını yaptığını ve Başbakan Sayın Yılmaz "Olağanüstü Bölge Valiliği sistemi kaldırılacaktır" şeklinde, seçim bildirisinde yer alan taahhüdünü ne zaman yerine getirecek? Bunu da bu kürsüden sormak istiyorum. Hükümet kurulduğundan bu yana ciddî bir adım atıldığını görmediğimi, üzüntüyle ifade ederken; inşallah, önümüzdeki günlerde, bu problemi ortadan kaldırmaya yönelik sağlıklı politikalar gündeme getirilir, bölgede eşitlik sağlanır diyorum.

Bizler, pozitif politika yapıyoruz. Memleketimiz için hayırdan başka bir isteğimiz olamaz. Meşru zeminlerde, pozitif siyasetten başka bir yaklaşımımız da olamaz.

Günedoğudaki terör problemini, o bölgede yaşayan vatandaşlarımız, silahlı kuvvetlerimiz ve devletimiz açısından değerlendirmek gerekir. O bölgede yaşayan vatandaşlarımızın yaşadığı sorunlar, defalarca, bu kürsüden aktarıldıysa da çözümler yetersiz kaldı. Ben, bir kez daha, o bölgenin çocuğu olarak, bölge halkının sorunlarına, çaresizliğine değinmek istiyorum. Ekonomik sebepler ortada.

Değerli arkadaşlarım, hepimiz, terörle mücadele bölgesindeki halkın devlete olan güveninin sağlanmasının son derece önemli olduğunu çok iyi biliyoruz ve bilmekte de güçlük çekmemeliyiz. Bu güvenliği sağlamak için, acil olarak alınması gereken tedbirlerin bir an önce hayata geçirilmesi sağlanmalıdır. Vatandaşlarımızın daha iyi, daha insanca yaşamaları gereken ortamın yaratılması gerekir. Bunu sağlamak, elbette ki, Türk Devletinin Yüce Parlamentosunun görevidir. Yoksulluğun, işsizliğin, eğitimsizliğin giderilmesi gerekir. Yüzlerce okul kapalıdır. Açık okullarda da binlerce öğretmen açığı vardır. Yani, bölge halkını eşitsizlikten kurtarmanız gerekir. Vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamalıyız ki, terörle mücadelede etkin bir duruma gelelim.

Her zaman söylediğimiz gibi -yine tekrarlayacağım- bu konuda, bölgedeki yatırımlara, devlet tarafından yeterli seviyede imkân sağlanması ve özel sektörün de teşvik edilerek, devreye sokulması gerekmektedir. Ayrıca, bu yörede, evlerini, yurtlarını terk etmiş insanlarımıza, ya bir an evvel tazminatları ödensin veya bir an evvel oradaki güvenlik sorunları çözülerek, bu insanların yerlerine, yurtlarına dönmeleri sağlansın.

Daha önce, şehit ailelerine, mutlaka çocuklarınızı işe alacağız diye Hükümetimizin taahhütleri vardı. Bugün, Doğu Anadolu'da -özellikle vilayetimden arz etmek istiyorum- bu konuda, hiçbir şey yapılmamıştır. Bugün, geri kalmış olan bu vilayetlerde, siz bu sorunları çözmezseniz; bu şehit ailelerinin çocuklarına, sizlere iş bulacağım, mutlaka iş verilecek diye Hükümetçe taahhütte bulunursanız, onlar da bütün yiyeceğini, giyeceğini satarak yollara koyulur ve merkezde, Hükümet kapılarında, otellerde sürünür ve o acıyı, o burukluğu içlerinde hissederek, yurtlarına, memleketlerine dönerler. Sizin, o zaman, o hıncı, tedbirler almakla da önlemeniz mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, gönül ister ki, bölgeye aktarılan yılda 700-800 milyon dolar güvenlik harcaması yapılmasın, bu bölgenin kalkınmasına harcansın. Bu ekonomik etkinin yanında, bölgede şehitlerimiz vardır. Güvenlik görevlilerimiz toprakları için, bayrağımız için, orada yaşayan vatandaşlarımızın huzura kavuşması için kanlarını akıttılar ve canlarını verdiler. Bunların yanında, mağdur olan insanlarımız, yaralı vatandaşlarımız vardır. Terörde, yavrusunu, anasını, babasını, kolunu, bacağını, gözünü kaybeden vatandaşlarımız vardır. Bunlara hangi huzuru sağladınız? Bu huzuru sağlamakta gerekli tedbirleri almanız gerek. Yoksa, olağanüstü halin kaldırılmasını sadece şekil olarak buradan ifade edersek, bunun, bir neticeye varacağını şu anda kestirmenin veya iyi bir iş yaptın demenin mümkün olmadığını söyleyebiliriz.

Mesele çok boyutlu, çok önemli ve hassas. Türkiye, bulunduğu coğrafik konum itibariyle büyük önem taşımaktadır. Devletimizi bölmeye çalışan iç ve dış güçlere karşı gereken mücadelenin yapılması kaçınılmazdır. Eğer biz, kendi birlik ve bütünlüğümüzü, kendi inançlarımızla ve millî kültürümüzle, milletimizin istekleri doğrultusunda ortaya koyamazsak, inanınız ki hiçbir şeyde muvaffak olamayız.

Biz, Doğu'nun sorunlarını dile getirdiğimiz zaman, hiç kimse alınmasın. Buradan, güvenlik örgütünde çalışmış bir kişi olarak, Parlamentoyu dinlediğimiz zaman, defalarca, bilhassa sol köşelerden gelen seslerde, polis ve askerin yerilmesi konusunda meseleler dile getirilmiştir. Bugün, iktidarda, sesleri kesilmiştir. Olağanüstü halin kalkması için bağırmışlardır, karakollarda zabıtlar tutmuşlardır. Siz, polisi ve güvenlik güçlerini, devletin güçlerini yıprattığınız zaman, hiçbir şeyde başarılı olamazsınız.

Görüyorum ki, bir milletvekilinin milletvekilliğinin kalkması için, İktidarın, muhalefetin sıraları doluydu, bakanlarımız buradaydı, Başbakanımız buradaydı; ama, bugün, olağanüstü hal bölgesi, olağanüstü hal bölgesi konuşuluyor, işte, İktidar koltuklarına bakın, bomboş. Bugün, ben isterdim ki...

HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Muhalefet nerede?

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Muhalefet, muhalefetliğini yapıyor...

SUHA TANIK (İzmir) – İktidar da iktidarlığını yapıyor.

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Biz çok iktidar gördük. Siz ilk defa iktidar oluyorsunuz. Ben, bir zamanlar, Sayın Ecevit'in İktidarı döneminde, güvenlik görevlisi olarak çalıştım ve biliyorum. Her zaman fukara edebiyatı yaptınız; her zaman, kapıların önünde vatandaşı soyarak resimlerini çektirdiniz, güvenlik güçlerini zaafa uğratma çabasını gösterdiniz. İşte, bugün, oraya sıçramıştır.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Ne alakası var; nereden çıktı bunlar?!

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Biz buna şahit olmuşuzdur, bu Parlamentoda şahit olmuşuzdur.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Bize somut örnek verin.

İHSAN ÇABUK (Ordu) – Söylediklerini kulağın duyuyor mu senin?!

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Bunu ispat ederiz. Bakın, Cumhuriyet Halk Partisi...

BAŞKAN – Sayın Dede, lütfen, diyalog halinde konuşmayın.

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Gücenmeye gerek yok. Biz bunu söylerken, bir partinin...

BAŞKAN – Sayın Dede, lütfen, diyaloğa çevirmeyin; Grubunuz adına, Genel Kurula hitap etmek durumundasınız.

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Sayın Başkan, ben, bölgemin politikasını ve şu anda devletin karşı karşıya kalmış olduğu, güvenlik güçlerinin, bu Parlamentoda ve Parlamento dışında zaafa uğratılmasını... Sayın Başkan, dünkü Hürriyet Gazetesinin makalesine bakınız. Tenzih ederim; ama, ne yazıyor orada, açın, bakın; belki okumamışsınızdır...

BAŞKAN – Sayın Dede, Genel Kurula hitap edeceksiniz.

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Diyor ki: "Meclise birtakım eşekler dolmuştur." Bağışlayın, tenzih ederim; ama, karikatüre bakın. Niye tepki göstermiyorsunuz?!

Bugün, Doğu Anadolu'nun bir milletvekili -bakın, Güneydoğu Anadolu'dan seçilen bir Bakan arka sıralarda oturuyor, gözümle görüyorum- Bitlis'in bir milletvekili bana diyebilir mi ki, akşam saat 8'den sonra, ben, Malazgirt'ten, Varto'dan, Muş'a, konvoysuz, güvenlik güçlerinin konvoyunda olmayan bir araçla gidebiliyorum... Ama, burada, herkes, otellerde, bahçelerde huzur içerisinde geziyor. Benim vatandaşım, merasından, köyünden uzaklaştırılmıştır, hayvancılığı kaybetmiştir, ekinciliği kaybetmiştir.

Sayın Bakanım beni bağışlasın, çok şey anlatmak istiyorum... Burada, olağanüstü hali görüşürken, olağanüstü hale sebep olacak konuları da dile getirmek mecburiyetindeyim. Siz, bu sorunların önünü kesmezseniz; siz, eşitliği, adaleti sağlamazsanız; siz, adil düzeni kurmazsanız; siz, terörü önlemekte güçlük çekersiniz. Siz, Bayındırlık Bakanı olduğunuz müddetçe mühendisi görevden alıp da coğrafya öğretmenini getirirseniz; siz, son olarak, Köy İşleri Bakanlığında mühendisi alıp da bir jeoloğu getirip başa koyarsanız, soyguncuya, vurgunculuğa, talana yol gösterirseniz, terörün önüne geçmeniz mümkün değildir.

MUSTAFA İLİMEN (Edirne) – Varsa getirin.

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Eğer, bunu söylüyorsanız ispat ederiz. Bilhassa Cumhuriyet Halk Partisine söylüyorum; Hükümete dışarıdan destek veriyor; açsın, doğunun il başkanlarıyla görüşsünler; vurgunu, talanı görsünler. Ben, Demokratik Sol Partiye ve diğer partilere herhangi bir şey söylemek istemiyorum. Onların Genel Başkanlarını ve partinin değerli elamanlarını saygıyla her zaman izlemişimdir; bunu yanlış olarak değerlendirmeyin; içimiz yanıyor.

Bugün, ben, Muş milletvekili olarak memleketime gittiğim zaman akşam 8'de köyde kalamıyorum; ama, siz, batıya gittiğiniz zaman, eğlenceleriniz, partileriniz sabahlara kadar devam ediyor. Ben, burada edebiyat yapmak istemiyorum; halka, vatandaşa mesaj da göndermek istemiyorum; ama, siz, doğuyu her zaman ezdiniz, doğu ve güneydoğuyu ezdiniz. Siz, bunca çıkarınız uğruna...

ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Onlar ezdiler, biz mi ezdik...

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Sayın milletvekilim, bakın, bugün, doğu ve güneydoğuya gelen trilyonları, trilyonlarla gelenleri, gidin, görün. Ben, arz ediyorum, kürsüden söylüyorum, Köy Hizmetlerine söylüyorum; iktidarımız döneminde köye getirilen içmesuları bugün bitmeden Köy İşleri Bakanlığında tam teslim olarak parası alınmış; vatandaş, hâlâ suyun akmadığını görüyor. Siz, burada terörü önleyemezsiniz. Ben, bunu söylerken sizi yermek için söylemiyorum. Ne olur, bunu görmek isteyen milletvekili arkadaşlarım varsa her türlü masrafları bana ait; ben kendilerini götüreyim. Eğer, o saatlerde gezme diye bir konuyu bölgemde görürlerse ve natamam olan konularda para alındığını ve vurgunun, savurganlığın, yolsuzluğun olduğunu görürseniz, bu kürsüde ben size şeref sözü veriyorum, milletvekilliğini bırakacağım. Bu taahhüde var mısınız?

İHSAN ÇABUK (Ordu) – Seçmeninden korkuyorsun.

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Yüreğiniz yetiyorsa gelin katılın, misafirim olun götüreyim, bölgeme götüreyim, gelin götüreyim; bunu söylemeye gerek yoktur.

ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – O bölge benim de bölgem. Sensiz de gideriz, ne var ki!

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Sayın milletvekilleri, bakın, bir holding konusu görüşüldüğü zaman, otoyolların ihalesi olduğu zaman sıralarımız doluyordu; ama, bakın

dolayı göç vardır; hepimiz bu göçün nedenini çok iyi biliyoruz. Terör örgütünün mevcudiyeti, orada yaşayan vatandaşlarımızı yerinden, yurdundan, toprağından etmiştir. Hatırlarsanız, olağanüstü hal uygulamasıyla, sokağa çıkılmaz Güneydoğudan, sokağa çıkılır Güneydoğuya gelmişizdir. Okullarımızda bayrak asılmıyordu, bugün rahatlıkla söyleyebiliriz ki, köylerde de bayrak asılmaktadır.

Güvenlik güçlerimize çok büyük şükranlarımız vardır; askerlerimiz, polislerimiz canla başla çalışmışlardır, canlarını ortaya koymuşlardır. Onlarca yıldır güvenlik güçlerimizin arkasına bu büyük güvence ve kararlılık, ilk defa bizim iktidarımız zamanında konulmuştur. Silahlı Kuvvetlerimiz, tüm caydırıcılığıyla bölgeye damgasını vurmuştur.

Güvenlik kuvvetlerimizin başarılı mücadelesi sonunda, bu terör örgütü, artık Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle mücadele edemeyeceğini, özellikle hedef seçmiş olduğu noktaya ulaşamayacağını öğrenmiştir. Doğru Yol Partisi olarak, daha önce de dile getirdiğimiz gibi, olağanüstü halin kaldırılması için iki esas yasa tasarısını geçirmemiz gerekir. Bunlardan birisi, yeni il idaresi yasa tasarısı, diğeri de yeni bir olağanüstü hal yasa tasarısıdır. Bu iki yasa tasarısını geçirmeden, eğer, biz, bugün olağanüstü hali kaldırırsak, orada büyük bir boşluk doğar; terörle mücadelede, güvenlik kuvvetlerimizle, vatandaşlarımızla, devletimizle birlik ve beraberlik içinde yaptığımız mücadelede geriye doğru bir gidiş olur.

Değerli arkadaşlarım, gerekli altyapıyı hazırlamadan, olağanüstü hali kaldırırsak, ortaya çıkacak aksaklıklar, bugüne kadar yürütülen terörle mücadele hizmetlerinin kesintiye uğratılmasına neden olur. Bu nedenle, olağanüstü halin uzatılmasında yarar görüyoruz.

Bu düşüncemi belirtirken, olağanüstü halin kaldırılması için gerekli altyapının bir an önce güçlendirilmesi gerektiğinin altını tekrar çiziyorum. Şimdi iktidarda olan partilerin, muhalefette iken bu meseleye nasıl yaklaştıklarını hepimiz bilmekteyiz.

Muhterem milletvekilleri, Anavatan Partisinin Programında yer alan olağanüstü halin kaldırılmasıyla ilgili önerilerin ne kadarını yaptığını ve Başbakan Sayın Yılmaz "Olağanüstü Bölge Valiliği sistemi kaldırılacaktır" şeklinde, seçim bildirisinde yer alan taahhüdünü ne zaman yerine getirecek? Bunu da bu kürsüden sormak istiyorum. Hükümet kurulduğundan bu yana ciddî bir adım atıldığını görmediğimi, üzüntüyle ifade ederken; inşallah, önümüzdeki günlerde, bu problemi ortadan kaldırmaya yönelik sağlıklı politikalar gündeme getirilir, bölgede eşitlik sağlanır diyorum.

Bizler, pozitif politika yapıyoruz. Memleketimiz için hayırdan başka bir isteğimiz olamaz. Meşru zeminlerde, pozitif siyasetten başka bir yaklaşımımız da olamaz.

Günedoğudaki terör problemini, o bölgede yaşayan vatandaşlarımız, silahlı kuvvetlerimiz ve devletimiz açısından değerlendirmek gerekir. O bölgede yaşayan vatandaşlarımızın yaşadığı sorunlar, defalarca, bu kürsüden aktarıldıysa da çözümler yetersiz kaldı. Ben, bir kez daha, o bölgenin çocuğu olarak, bölge halkının sorunlarına, çaresizliğine değinmek istiyorum. Ekonomik sebepler ortada.

Değerli arkadaşlarım, hepimiz, terörle mücadele bölgesindeki halkın devlete olan güveninin sağlanmasının son derece önemli olduğunu çok iyi biliyoruz ve bilmekte de güçlük çekmemeliyiz. Bu güvenliği sağlamak için, acil olarak alınması gereken tedbirlerin bir an önce hayata geçirilmesi sağlanmalıdır. Vatandaşlarımızın daha iyi, daha insanca yaşamaları gereken ortamın yaratılması gerekir. Bunu sağlamak, elbette ki, Türk Devletinin Yüce Parlamentosunun görevidir. Yoksulluğun, işsizliğin, eğitimsizliğin giderilmesi gerekir. Yüzlerce okul kapalıdır. Açık okullarda da binlerce öğretmen açığı vardır. Yani, bölge halkını eşitsizlikten kurtarmanız gerekir. Vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamalıyız ki, terörle mücadelede etkin bir duruma gelelim.

Her zaman söylediğimiz gibi -yine tekrarlayacağım- bu konuda, bölgedeki yatırımlara, devlet tarafından yeterli seviyede imkân sağlanması ve özel sektörün de teşvik edilerek, devreye sokulması gerekmektedir. Ayrıca, bu yörede, evlerini, yurtlarını terk etmiş insanlarımıza, ya bir an evvel tazminatları ödensin veya bir an evvel oradaki güvenlik sorunları çözülerek, bu insanların yerlerine, yurtlarına dönmeleri sağlansın.

Daha önce, şehit ailelerine, mutlaka çocuklarınızı işe alacağız diye Hükümetimizin taahhütleri vardı. Bugün, Doğu Anadolu'da -özellikle vilayetimden arz etmek istiyorum- bu konuda, hiçbir şey yapılmamıştır. Bugün, geri kalmış olan bu vilayetlerde, siz bu sorunları çözmezseniz; bu şehit ailelerinin çocuklarına, sizlere iş bulacağım, mutlaka iş verilecek diye Hükümetçe taahhütte bulunursanız, onlar da bütün yiyeceğini, giyeceğini satarak yollara koyulur ve merkezde, Hükümet kapılarında, otellerde sürünür ve o acıyı, o burukluğu içlerinde hissederek, yurtlarına, memleketlerine dönerler. Sizin, o zaman, o hıncı, tedbirler almakla da önlemeniz mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, gönül ister ki, bölgeye aktarılan yılda 700-800 milyon dolar güvenlik harcaması yapılmasın, bu bölgenin kalkınmasına harcansın. Bu ekonomik etkinin yanında, bölgede şehitlerimiz vardır. Güvenlik görevlilerimiz toprakları için, bayrağımız için, orada yaşayan vatandaşlarımızın huzura kavuşması için kanlarını akıttılar ve canlarını verdiler. Bunların yanında, mağdur olan insanlarımız, yaralı vatandaşlarımız vardır. Terörde, yavrusunu, anasını, babasını, kolunu, bacağını, gözünü kaybeden vatandaşlarımız vardır. Bunlara hangi huzuru sağladınız? Bu huzuru sağlamakta gerekli tedbirleri almanız gerek. Yoksa, olağanüstü halin kaldırılmasını sadece şekil olarak buradan ifade edersek, bunun, bir neticeye varacağını şu anda kestirmenin veya iyi bir iş yaptın demenin mümkün olmadığını söyleyebiliriz.

Mesele çok boyutlu, çok önemli ve hassas. Türkiye, bulunduğu coğrafik konum itibariyle büyük önem taşımaktadır. Devletimizi bölmeye çalışan iç ve dış güçlere karşı gereken mücadelenin yapılması kaçınılmazdır. Eğer biz, kendi birlik ve bütünlüğümüzü, kendi inançlarımızla ve millî kültürümüzle, milletimizin istekleri doğrultusunda ortaya koyamazsak, inanınız ki hiçbir şeyde muvaffak olamayız.

Biz, Doğu'nun sorunlarını dile getirdiğimiz zaman, hiç kimse alınmasın. Buradan, güvenlik örgütünde çalışmış bir kişi olarak, Parlamentoyu dinlediğimiz zaman, defalarca, bilhassa sol köşelerden gelen seslerde, polis ve askerin yerilmesi konusunda meseleler dile getirilmiştir. Bugün, iktidarda, sesleri kesilmiştir. Olağanüstü halin kalkması için bağırmışlardır, karakollarda zabıtlar tutmuşlardır. Siz, polisi ve güvenlik güçlerini, devletin güçlerini yıprattığınız zaman, hiçbir şeyde başarılı olamazsınız.

Görüyorum ki, bir milletvekilinin milletvekilliğinin kalkması için, İktidarın, muhalefetin sıraları doluydu, bakanlarımız buradaydı, Başbakanımız buradaydı; ama, bugün, olağanüstü hal bölgesi, olağanüstü hal bölgesi konuşuluyor, işte, İktidar koltuklarına bakın, bomboş. Bugün, ben isterdim ki...

HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Muhalefet nerede?

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Muhalefet, muhalefetliğini yapıyor...

SUHA TANIK (İzmir) – İktidar da iktidarlığını yapıyor.

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Biz çok iktidar gördük. Siz ilk defa iktidar oluyorsunuz. Ben, bir zamanlar, Sayın Ecevit'in İktidarı döneminde, güvenlik görevlisi olarak çalıştım ve biliyorum. Her zaman fukara edebiyatı yaptınız; her zaman, kapıların önünde vatandaşı soyarak resimlerini çektirdiniz, güvenlik güçlerini zaafa uğratma çabasını gösterdiniz. İşte, bugün, oraya sıçramıştır.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Ne alakası var; nereden çıktı bunlar?!

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Biz buna şahit olmuşuzdur, bu Parlamentoda şahit olmuşuzdur.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Bize somut örnek verin.

İHSAN ÇABUK (Ordu) – Söylediklerini kulağın duyuyor mu senin?!

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Bunu ispat ederiz. Bakın, Cumhuriyet Halk Partisi...

BAŞKAN – Sayın Dede, lütfen, diyalog halinde konuşmayın.

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Gücenmeye gerek yok. Biz bunu söylerken, bir partinin...

BAŞKAN – Sayın Dede, lütfen, diyaloğa çevirmeyin; Grubunuz adına, Genel Kurula hitap etmek durumundasınız.

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Sayın Başkan, ben, bölgemin politikasını ve şu anda devletin karşı karşıya kalmış olduğu, güvenlik güçlerinin, bu Parlamentoda ve Parlamento dışında zaafa uğratılmasını... Sayın Başkan, dünkü Hürriyet Gazetesinin makalesine bakınız. Tenzih ederim; ama, ne yazıyor orada, açın, bakın; belki okumamışsınızdır...

BAŞKAN – Sayın Dede, Genel Kurula hitap edeceksiniz.

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Diyor ki: "Meclise birtakım eşekler dolmuştur." Bağışlayın, tenzih ederim; ama, karikatüre bakın. Niye tepki göstermiyorsunuz?!

Bugün, Doğu Anadolu'nun bir milletvekili -bakın, Güneydoğu Anadolu'dan seçilen bir Bakan arka sıralarda oturuyor, gözümle görüyorum- Bitlis'in bir milletvekili bana diyebilir mi ki, akşam saat 8'den sonra, ben, Malazgirt'ten, Varto'dan, Muş'a, konvoysuz, güvenlik güçlerinin konvoyunda olmayan bir araçla gidebiliyorum... Ama, burada, herkes, otellerde, bahçelerde huzur içerisinde geziyor. Benim vatandaşım, merasından, köyünden uzaklaştırılmıştır, hayvancılığı kaybetmiştir, ekinciliği kaybetmiştir.

Sayın Bakanım beni bağışlasın, çok şey anlatmak istiyorum... Burada, olağanüstü hali görüşürken, olağanüstü hale sebep olacak konuları da dile getirmek mecburiyetindeyim. Siz, bu sorunların önünü kesmezseniz; siz, eşitliği, adaleti sağlamazsanız; siz, adil düzeni kurmazsanız; siz, terörü önlemekte güçlük çekersiniz. Siz, Bayındırlık Bakanı olduğunuz müddetçe mühendisi görevden alıp da coğrafya öğretmenini getirirseniz; siz, son olarak, Köy İşleri Bakanlığında mühendisi alıp da bir jeoloğu getirip başa koyarsanız, soyguncuya, vurgunculuğa, talana yol gösterirseniz, terörün önüne geçmeniz mümkün değildir.

MUSTAFA İLİMEN (Edirne) – Varsa getirin.

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Eğer, bunu söylüyorsanız ispat ederiz. Bilhassa Cumhuriyet Halk Partisine söylüyorum; Hükümete dışarıdan destek veriyor; açsın, doğunun il başkanlarıyla görüşsünler; vurgunu, talanı görsünler. Ben, Demokratik Sol Partiye ve diğer partilere herhangi bir şey söylemek istemiyorum. Onların Genel Başkanlarını ve partinin değerli elamanlarını saygıyla her zaman izlemişimdir; bunu yanlış olarak değerlendirmeyin; içimiz yanıyor.

Bugün, ben, Muş milletvekili olarak memleketime gittiğim zaman akşam 8'de köyde kalamıyorum; ama, siz, batıya gittiğiniz zaman, eğlenceleriniz, partileriniz sabahlara kadar devam ediyor. Ben, burada edebiyat yapmak istemiyorum; halka, vatandaşa mesaj da göndermek istemiyorum; ama, siz, doğuyu her zaman ezdiniz, doğu ve güneydoğuyu ezdiniz. Siz, bunca çıkarınız uğruna...

ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Onlar ezdiler, biz mi ezdik...

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Sayın milletvekilim, bakın, bugün, doğu ve güneydoğuya gelen trilyonları, trilyonlarla gelenleri, gidin, görün. Ben, arz ediyorum, kürsüden söylüyorum, Köy Hizmetlerine söylüyorum; iktidarımız döneminde köye getirilen içmesuları bugün bitmeden Köy İşleri Bakanlığında tam teslim olarak parası alınmış; vatandaş, hâlâ suyun akmadığını görüyor. Siz, burada terörü önleyemezsiniz. Ben, bunu söylerken sizi yermek için söylemiyorum. Ne olur, bunu görmek isteyen milletvekili arkadaşlarım varsa her türlü masrafları bana ait; ben kendilerini götüreyim. Eğer, o saatlerde gezme diye bir konuyu bölgemde görürlerse ve natamam olan konularda para alındığını ve vurgunun, savurganlığın, yolsuzluğun olduğunu görürseniz, bu kürsüde ben size şeref sözü veriyorum, milletvekilliğini bırakacağım. Bu taahhüde var mısınız?

İHSAN ÇABUK (Ordu) – Seçmeninden korkuyorsun.

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Yüreğiniz yetiyorsa gelin katılın, misafirim olun götüreyim, bölgeme götüreyim, gelin götüreyim; bunu söylemeye gerek yoktur.

ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – O bölge benim de bölgem. Sensiz de gideriz, ne var ki!

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Sayın milletvekilleri, bakın, bir holding konusu görüşüldüğü zaman, otoyolların ihalesi olduğu zaman sıralarımız doluyordu; ama, bakın, her taraf için söylüyorum, ben, memuriyetten gelmiş olan bir milletvekiliyim, içim yanıyor. Biz, senelerce, güvenlik güçleri olarak, dağda, bayırda, aç susuz bu işle uğraştık; ama, niye bugün bu sıralar dolu olmasın, niye bunları beraber tartışmayalım. Gücenmemize gerek yoktur...

ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Biz gücenmiyoruz.

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Benim hatam olursa bana da söyleyin, ben de bu hatayı kabul ederim; ama, yüklenmeye gerek yoktur. Bunu, sadece, millî beraberlik ve millî bütünlük içinde halletmemiz gerektiğini arz ediyorum. Bunda gücenmek yoktur; doğruyu çıplaklıkla söylemekte gücenmenin de alemi yoktur. Ben, bunu söylerken eski bakanların adını vermek istemiyorum. Ben, bu konuyu dile getirdiğim zaman, neden, geldiniz bütün bürokratları değiştirdiniz. Bugün, Anavatan Partisi döneminde, Anavatan Partisinin bölgeme gönderdiği vali, aynı Hükümet tarafından yine görevden alınıyor. Neden? Burada, güvenlik görevlileri devamlılık arz eder. O bölgeye alışan tecrübeli vali, emniyet müdürü, güvenlik görevlileri gönderemezseniz, bu iş sakat olur. Bunu da söylemeye gerek yoktur ki, biz, kısa zaman sonra tarih olacağız; ama, torunlarımıza, evlatlarımıza, daima Osmanlı İmparatorluğundan devraldığımız gibi alnı açık ve ülkesinin beraberliğini bütünlüğünü sağlamış olan bir Parlamento çatısı altında, bir Parlamento heyeti olarak düşünmek istiyorum. Bunda gücenmenize gerek yoktur, olağanüstü hal, sizce, çok rahat görünen bir olaydır; ama, bölgeye gittiğiniz zaman, olağanüstü hal devam etsin; ama, devam etmemesi için... Ben, ilk milletvekili olduğum sıralarda, Çekiş Güç'te ve olağanüstü hal devam ettiği zaman, muhalefetten çok acı sesler geliyordu; ama, bugün, sesiniz çıkmıyor, ben, mutlu oluyorum; ama, bizde, Doğru Yolda istikrarlı politika vardır. Biz, dün de uzatılmasının gerektiğini söylemiştik, bugün de pozitif bir politika yapıyoruz. Hiçbir zaman da bunu vatandaştan oy almak için yapmıyoruz; gerçekleri görerek, gerçeklere inanarak, inançlı bir şekilde taahhüt etmek istiyor ve bunu da bilfiil yapmak istiyoruz. Bu konuyu biraz sonra çok kolay bir şekilde geçiştireceğiz, parmak kaldıracağız, süre uzayacak kısalacak; bu, çok önemli değil benim için; ama, oradaki acıyı hissetmek gerekir; eğer, siz, konuşmalarıma buradan bağırarak beni yıldırmak isteseniz de, o bölgeyi yıldıramazsınız; kaybedersiniz. Bugün, siz, bütçenizin üçte birini orada teröre sarf ediyorsunuz, onu kalkınmaya sevk edebilirsiniz. bölgede, eğer, Hükümet olarak, orada bir politika varsa, dün yapılan bir ihaleyi, iki gün sonra, buradaki emir ve talimatla bozarsanız, orada istikrar kalmaz, güvenlik kalmaz. Eğer, oradaki her devlet memurunu, siz, o birimin başını değiştireyim, politika var diyorsanız, yanlış iş yapıyorsunuz; bölgede ikilik oluyor, çokluk oluyor, bölünme oluyor. Bugün, particilik olarak, doğuda, bölünmenin kötü yönleri vardır. Biz istiyoruz ki, Avrupalı gibi ve Batı memleketleri gibi politika olsun, seçim geldiği zaman, onlar sadece oylarını kullansınlar Bir kavgaya, dövüşe mahal vermesin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Dede, toplarlayınız...

NECMETTİN DEDE (Devamla) – Sayın Başkan, toparlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu duygularla, Hükümet tezkeresinin Yüce Meclisimizin takdirine mazhar olacağı düşüncesiyle, hepinize, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına saygılarımı sunuyorum. Olağanüstü halin devam etmesi, Hükümetin müspet bir politikada ve inşallah, bir dahaki sefere kalkarak, doğu ve güneydoğuda tüm sorunların çözülmesini umarak, tekrar saygılarımı sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dede.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Tamer Kanber; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA TAMER KANBER (Balıkesir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyarbakır, Hakkâri, Siirt, Şırnak, Tunceli ve Van İllerimizde devam etmekte olan olağanüstü halin dört ay süreyle uzatılmasını öngören Bakanlar Kurulu kararıyla ilgili olarak Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım. Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; sözlerime başlarken, bugüne kadar cumhuriyetimizin, ülkemizin bölünmez bütünlüğüne kasteden kanlı PKK bölücü eşkıyasıyla mücadelede şehit olan tüm güvenlik görevlilerimize, askerlerimize, polisimize, bu uğurda hayatını kaybeden köy korucusu ve yöre halkına Cenabı Allah'tan rahmet diliyorum. Yine, bu uğurda, bugüne kadar gece gündüz, yaz kış demeden büyük bir fedakârlıkla, canları pahasına mücadele eden güvenlik güçlerimize şükranlarımı sunuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasamıza göre, olağanüstü hal uygulaması, olağanüstü güvenlik sorunlarına sınırlandırılmış bir zaman diliminde ivedi çözümler üretmeyi öngören ve geçici özellik taşıyan bir yönetim şeklidir. Bu yönetim şeklinin dayanağını Anayasamızın 120 nci maddesi düzenlemektedir. Anayasamızın bu maddesi uyarınca Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde onbeş yıla yakın bir süredir olağanüstü hal uygulaması devam etmektedir.

Olağanüstü hal uygulamaları, dünyanın hiçbir yerinde siyasî otorite tarafından tercih edilen bir yönetim biçimi değildir. Demokratik yönetimlerde zaman zaman olağanüstü hal yönetimlerine başvurulduğu görülmüştür. Türkiye'de de, zaruretlerin neticesi olarak, 25 Ekim 1983 yılından itibaren olağanüstü hal uygulamasına geçilmiştir. Türkiye, olağanüstü hal uygulamasını neden seçmiş veya neden seçmek zorunda kalmıştır?

Ülkemizin belli bir bölümünde, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bölücü terör örgütünün ülke bütünlüğünü bozmak amacıyla kalkıştığı şiddete karşı, silahlı eylemlere karşı, cinayetlere, katliamlara karşı, teröre karşı devlet olarak daha iyi mücadele verilebilmesi için, daha sağlıklı, etkin bir mücadele verilebilmesi için, olağanüstü hal uygulamasına geçilmiştir. Bunun zaman zaman kapsamı daraltılmış ve bugün itibariyle 6 ilimizde halen olağanüstü hal uygulaması devam etmektedir. Bu, aynı zamanda, Anayasamızda da tarif edilen bir yönetim şeklidir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 55 inci Cumhuriyet Hükümeti, olağanüstü hal uygulamasını kademeli olarak kaldırıp, kapsamını daraltmayı prensip olarak kabul etmiş ve çalışmalarını bu yönde yoğunlaştırmıştır; ancak, kimyevî silahların denetlenmesine ilişkin olarak ortaya çıkan Irak krizi, bölücü örgüt PKK'nın Kuzey Irak'ta yeni yapılanma alanları için gayret içerisinde bulunması, 55 inci Hükümetin ilan etmiş olduğu teşvik uygulamalarının ve tedbirlerinin güvenliği açısından olağanüstü hal uygulamasının dört ay daha uzatılması uygun görülmüştür. Temennimiz, bu bölgede, bir an önce, normal düzene geçilmesidir.

Demokratik Sol Parti, uzun yıllardır bölücü terör nedeniyle büyük zorluklara katlanan bölge halkının ekonomik, sosyal, sağlık ve eğitsel sorunlarını çözmeyi öncelikli bir görev saymıştır. 55 inci Cumhuriyet Hükümetinin bu görevi yerine getireceğinden, Demokratik Sol Partinin ne kadar özverili olacağından, halkımızın hiçbir tereddütü yoktur; desteği ve güveni tamdır. Aksi halde, şehit olan binlerce güvenlik mensubunun kemikleri sızlar, gazilerimizin, analarımızın, bacılarımızın yüreği yanar.

55 inci Cumhuriyet Hükümetiyle bölgenin gelişme ve güvenlik sorunu bir bütün olarak ele alınmış, bölgenin yerleşim düzensizliğinin yarattığı sorun ile köy ve mezraların boşalmış olmasından dolayı ortaya çıkan sorunun aşılması, güvenliğin tam olarak sağlandığı, ekonomik olanakları yeterli seviyede olan köylere devlet katkısıyla dönüşün özendirilmesi ve kentlerde kalmak isteyenlere bulundukları yerde istihdam, geçinme ve barınma olanağı ile hazine arazilerine, ulaşım ve hayvancılığa elverişli arazilere toplu yerleşim merkezinin kurulmasıyla gerçekleştirilmektedir.

Demokratik Sol Parti olarak biz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki güvensizlik ortamının kökten düzeltilmesi için, ekonomik ve toplumsal koşullarının mutlak düzeltilmesi için çaba göstermekteyiz. 36 gündür yoğun bir tempoyla neticelendirdiğimiz vergi yasalarıyla özendirilen özel girişimci, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesine yatırıma yönlendirilmiştir. Sekiz yıl kesintisiz temel eğitim devrimiyle, okulsuz, eğitimsiz gençler hem okula hem kaliteli eğitime, işsiz gençler ise işe kavuşmuşlardır. Bölücü terör, feodal yapının yarattığı eşitsizlikten, işsizlikten, yoksulluktan, eğitimsizlikten beslenir.

55 inci Cumhuriyet Hükümetinin tüm gayreti, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki olumsuz ekonomik ve toplumsal koşulları değiştirmektir. Biz Demokratik Sol Parti olarak bunları söyleyebiliyoruz; çünkü, Sayın Genel Başkanımız Bülent Ecevit'in ve Demokratik Sol Partinin felsefesi "feodal yapıya ve feodallere bizim diyet borcumuz yoktur."

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; güvenlik önlemleriyle sınırlı kalarak, terörün kökünü kurutmanın olanaksızlığını da biliyoruz. Bu bilinçle hareket eden Hükümetimiz, ekonomik ve sosyal sorunların çözümü için bu bölgelerimizde kalkınmayı ve sanayileşmeyi hızlandırmak, işsizliği hızla azaltmak, eğitim ve sağlık hizmetlerini yaygınlaştırmak için bir dizi tedbir almış ve uygulamaya koymuştur. Başta eğitim olmak üzere, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin sosyal ve ekonomik yönden kalkınmasına yönelik olarak alınan tedbirlerin kısa zamanda uygulamaya konulmuş olması sevindirici bir gelişmedir.

Bu bölgelerimizde uzun yıllardır diğer sorunlar yanında eğitim sorunu da en ağırlıklı sorunlar arasında çözüm beklemekteydi. Buralarda yüzlerce okul kapalı kalmıştı, açık olanlarda ise öğretmen sıkıntısı bulunmaktaydı. Kapalı okulların açılması, öğretmen açığı sıkıntısının giderilmesi ve yatılı bölge okullarının yapımının yaygınlaştırılıp hızlandırılmasına önem verilmesinin bilincinde olan Millî Eğitim Bakanlığımız, gereken bütün tedbirleri almıştır ve almaya devam edecektir.

Bölgede okuryazar oranının artırılması için, 1 888 kursta 32 bini aşkın kadın ve 8 500 erkek olmak üzere toplam, 40 bini aşkın yurttaşımıza okuma-yazma öğretilmektedir.

Bölgede devam etmekte olan çıraklık ve meslek kursları ile sosyal ve kültürel kurslar, bölgenin eğitim seviyesini artıracağı gibi, kalifiye eleman yetiştirilmesine de olanak sağlayacaktır.

Bölgede güvenlik nedeniyle kapalı olan okullardan 117'sinin bu yıl yeniden öğretime açılmış olmasının yanı sıra, ülke genelinde bulunan 155 yatılı ilköğretim bölge okulunun 97'si Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizdedir.

Bölgede 46 yatılı ilköğretim bölge okulunun yapımı Bakanlıkça sürdürülmekte, İMKB tarafından da bölgede 12 yatılı ilköğretim bölge okulu yaptırılmaktadır. Ayrıca, daha önce bölgede bulunan 12 pansiyonlu ilköğretim okulunun yanı sıra, Millî Eğitim Bakanlığınca 22 PİO'nun ve İMKB tarafından da 3 PİO'nun yapımı sürdürülmektedir. Yine, İMKB'nın bölgede 14 ilköğretim okulunun yapımı için Millî Eğitim Bakanlığıyla varılan mutabakatla, bölgede, önemli ölçüde eğitim ve öğretim seferberliği başlatılmıştır.

1997-1998 öğretim yılı başına kadar, bölgede 1 tane olan kız yatılı ilköğretim bölge okulunun sayısı 10 çıkarılmıştır. Bölgede, bu öğretim yılında 145 ilköğretim okulunun hizmete açılması ve bu tür hizmetlerin devam etmekte olması, Hükümetimizin, bölgenin eğitim ve öğretimine ne kadar önem verdiğinin göstergesidir. Böylece, bölgenin eğitim ve öğretim seviyesi önemli ölçüde yükselecektir. 8 Yıllık Zorunlu Eğitim Yasasıyla, bu durum, kesintisiz olarak devam edecektir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 55 inci Hükümet, doğu ve güneydoğu bölgelerimizin ekonomik kalkınmasının sağlanması amacıyla da önemli yasal düzenlemeler yapmıştır. 4325 sayılı Yasayla, bölgede, istihdam sağlayacak yatırımların maliyeti düşürülmekte, bölgede yapılacak yatırımların kârlılığı artırılmaktadır. İstihdam üzerindeki yükleri azaltmak amacıyla, işveren sigorta priminin devlet tarafından karşılanması olanağı sağlanmıştır.

Türkiye'nin neresinde olursa olsun, kalkınmada öncelikli yöre olarak kabul edilmiş bütün illerde, istihdam sağlayan bütün yatırımlara bedelsiz arsa tahsisi uygulaması getirilmiştir. Böylece, Türkiye'nin her yerinde ve özellikle bu bölgede, kamu mallarının ekonomiye kazandırılması konusunda çok önemli bir adım atılmıştır. Bu teşvikler sayesinde, özellikle bölgede, yatırımların hızlanacağı ve istihdamın artacağını umuyoruz. Böylece işsizlik azalacak ve PKK'nın tuzağına düşen gençlerimizi de kurtarmış olacağız.

Bu arada, Halk Bankasınca sağlanan ek teşviklerle, esnaf ve sanatkârlar ile KOBİ'lere açılan teşvik fonu kredilerine yatırımcıların özkaynak katkısı, yüzde 30'dan yüzde 10'a indirilmiştir; 25 milyar lira olan teşvik fonu kredisi 40 milyara çıkarılmıştır. Yatırım kredilerinde 3 yıl olan kredi vadesi 4 yıla, işletme kredilerinde bir yıl olan kredi vadesi iki yıla yükseltilmiştir. Bölgede gayrimenkul teminatı yerine makine rehni ve kefalet imzası alınması uygulamasına geçilmiştir. Böylece, bir yatırımı başlatmak için gerekli özkaynak, bölgenin girişimcileri tarafından kolaylıkla sağlanabilecektir.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yer alan acil destek kapsamındaki 26 ilde bulunan KOBİ'lere 6 trilyon kredi kullandırılmış ve bunların sağladığı yeni istihdam olanaklarından gençlerimiz yararlanmaya başlamışlardır. Bu önlemler sayesinde, bu bölgemiz bir yatırım cennetine dönüşecek, bölge insanının gelir düzeyi yükselecek, biraz önce de ifade ettiğim üzere, PKK'nın tuzağına düşen gençlerimizi kurtarmış olacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 55 inci Cumhuriyet Hükümetinin kurulmasının ikinci gününde, uzun yıllardan beri sürmekte olan sınır ticareti yasağının kaldırılarak yeniden sınır ticaretine başlanmış olması, bölgeye ekonomik alanda bir canlılık kazandırmıştır. Sınır ticaretinin adaletli bir biçimde yapılabilmesi için, yani yalnız birkaç kişinin değil, bütün bölge halkının sınır ticaretinden yararlanmasını temin için yapılan ve yapılmakta olan hazırlıkları, bölge insanının yararına gelişmeler olarak değerlendiriyoruz.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; sayılan bu önlemlerin alınmış ve uygulanmaya başlanmış olması yönündeki Hükümet çabalarını destekliyoruz. Bu uygulamaların ve çabaların sonucunda, terörle mücadelenin sonuna yaklaşılacağına inanıyoruz. Ayrıca, bu önlemlerin ekonomik ve sosyal boyutu dikkate alındığında, bölgenin yapısı değişecek ve bölgede demokratikleşme ivme kazanacaktır. Bu demokratikleşme, bir anlamda, siyasî çözüm olacaktır; fakat, bizim siyasal çözümümüzde, Türkiye'nin bölünmesi değil, aksine, üniter yapının güçlendirilmesi ve ulusal birliğin sağlanması vardır. Bizim demokratik çözümümüzde insanî boyut vardır.

Bölge insanı, getirilen bu uygulamalarla, can güvenliğine ve sıcak bir ilgiye kavuşacaktır. Bölge insanının kendisine kuşkuyla bakılmasının önüne geçilecek, yaşam düzeyi artacak ve insanca yaşamı öne çıkacaktır. Çocuğunu okutma istemi yerine gelecek ve giderek, her türlü baskıdan kurtulacaktır.

Değerli arkadaşlarım, Hükümetimiz sağlık konusunda da olağanüstü hal bölgesine çok büyük önem vermektedir. Bölgeye hizmet götürecek sağlık personeli eksikliğini giderici adımlar şimdiden atılmaya başlanmıştır. Sağlık Bakanlığımızın ekim ayında yapmış olduğu bir sınavla, hekim, eczacı, diş hekimi ve sağlık personelinin önemli bir bölümü olağanüstü hal bölgesinde görevlendirilmiştir. Hükümetimiz, bölge halkına, hastaneler, sağlık evleri, sağlık ocakları, ana ve çocuk sağlığı merkezleri ve verem savaş dispanserlerinin vermekte olduğu temel sağlık hizmetlerinin bedelsiz olarak sunulmasını yaygınlaştıracaktır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın da, son aşamaya gelen çalışmalarıyla, bölgenin sağlık sorunlarına önemli çözümler getireceğini memnuniyetle öğrenmiş bulunuyoruz.

Değerli arkadaşlarım, yörede spor olanakları da Hükümetimiz tarafından büyük ölçüde genişletilecektir. Hükümetimiz, gençlerimizin, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, sağlıklı ve ahlaklı bireyler olarak yetiştirilmesine özen göstermektedir. Sporun bölgede yayılması teşvik edilecek, doğanın sunduğu spor olanaklarından herkesin yararlanması için gerekli önlemler alınacaktır.

Demokratik Sol Parti olarak, yıllardan beri var olan bu hazırlıklarımızı, iktidarda icraata dönüştürmenin sevincini, ulusumuzla, bölge insanıyla ve sizlerle paylaşıyoruz. Bu uygulamaların kısa sürede sonuç vermesi, bir daha olağanüstü halin uzatılmasına ilişkin tezkerelerin görüşülmemesi dileğimizdir.

Kimse, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sinsi hesaplar karışısında acz içinde olduğu zehabına kapılmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, her türlü oyuna karşı kendini koruyacak güçtedir ve dimdik ayaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, kendini, hukukun, yasallığın, meşruiyetin, hukuk devletinin garantisi olan demokrasi içerisinde koruyacak ve yükseltecektir.

55 inci Cumhuriyet Hükümeti, Türk Milletini 21 inci Yüzyıla hazırlama sorumluluğunu üstlenmiştir. Bu şuur içinde, göreve geldiği gündeki heyecanını, aynı azim ve güçle, birlik ve beraberlikle, uyumla çalışmalarını sürdürmektedir.

Sözlerime son verirken, Türkiye Cumhuriyetinin üniter yapısı ve ulusal birliği uğruna şehit olanlara Yüce Allah'tan rahmet, gazilere sağlık ve esenlikler diliyor, Genel Kurula saygılar sunuyorum. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kanber.

Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Mehmet Keçeciler; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ANAP GRUBU ADINA MEHMET KEÇECİLER (Konya) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; olağanüstü halin altı ilimizde dört ay daha uzatılması konusundaki Bakanlar Kurulu tezkeresi hakkında Anavatan Partisi Grubunun görüş ve düşüncelerini arz ve ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, arkadaşlarımın da ifade ettiği gibi, olağanüstü hali 32 nci defa uzatıyoruz. 32 defa Yüce Meclisin huzuruna gelen bu konu, Yüce Mecliste müzakere edilmiş, uzatılmasına karar verilmiş. Olağanüstü hal meselesi, ilk defa 14 Temmuz 1987 tarihinde Meclisin gündemine gelmiş ve o toplantıdan sonra da, Olağanüstü Hal Valiliği ihdas edilmiştir. İlk başlangıçta 9 ilimizde ilan edilen olağanüstü hal, 1987 ilâ 1991 arasında Anavatan Partisinin sorumluluğu altında, 1991'den 1995'e kadar Doğru Yol Partisi ile Sosyal Demokrat Halkçı Partinin (şimdiki ismiyle Cumhuriyet Halk Partisi) 1995'ten bu yana da, Refah Partisi, Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi, DSP ve Demokrat Türkiye Partisinin sorumluluğu altında uzatılmış; yani, Parlamentoda grubu bulunan siyasî partilerin, olağanüstü halin uzatılması konusunda birbirlerine söyleyecekleri söz yok. Bazı muhalefet partisi üyeleri, burada, olağanüstü halin çok uzadığını, kaldırılması gerektiğini ve bu sebepten dolayı bugünkü Hükümetin, sanki mesulmüş gibi, bunun tek sorumlusuymuş gibi gösterilmek istenmesini, bu bakımdan uygun görmüyorum.

Bu mesele, millî bir meseledir. Uzatmışız da kötü mü yapmışız; hayır, bu Meclis doğru yapmıştır. Bu Meclis, bu memleketi bölmek isteyen eşkiyaya karşı mücadele etme azmini, kararını ortaya koymuş ve bu mücadeleyi yürüten güvenlik kuvvetlerimize destek vermiştir. Bu, doğrudur; o günden bu yana işbaşında bulunan iktidarlarımız -1987'den bu yana- doğru bir hadise yapmıştır.

Elbetteki tenkitler olacaktır. O yörede yaşayan insanlarımız, o yörenin milletvekilleri, uygulamadaki aksaklıkları, meydana gelen eksiklikleri, elbetteki bu kürsüden ifade edeceklerdir; bunu da anlayışla karşıladığımızı ifade etmek, belirtmek isterim. Yalnız, tenkitlerimizde, elbetteki insaf ölçülerini kaçırmamak gerekir. 14 Temmuz 1987'de ilan edilen olağanüstü hal kapsamına 9 vilayet alınmış, 3 vilayetimiz mücavir alan ilan edilmiş, daha sonra Batman ve Şırnak illeri de ilave edilince, 11 ilimizde olağanüstü hal uygulaması uzunca bir süre devam etmiş, ta ki, 1993 yılına kadar, yani altı sene sonra Elazığ İli olağanüstü hal kapsamından çıkarılmış; üç sene daha beklenmiş, 1996 yılında Mardin İli olağanüstü hal kapsamından çıkarılmış.

55 inci Hükümet kurulmuş, 55 inci Hükümet, kuruluşunun hemen üçüncü ayında, bu Meclise, olağanüstü halle ilgili bir tezkere göndermiş. 2. Ekim 1997 tarihinde gönderdiği tezkerede bu Hükümet, olağanüstü hal kapsamından Batman, Bingöl ve Bitlis İllerini çıkarmış "bu illerimizde durum normale dönmüştür, bu illerimizde olağanüstü halin devamına gerek yoktur; dolayısıyla, bu illerimizi olağanüstü hal kapsamından çıkaralım, mücavir alan statüsüne alalım" demiştir. O halde, eğer, olağanüstü halden dolayı hükümetleri tenkit etmek gerekiyorsa, en az tenkite muhatap olması icap eden hükümet, 55 inci Hükümettir. Çünkü, gelir gelmez, hiç beklemeden, oturup, bu olağanüstü halle ilgili çok önemli ve ciddî kararlar vermiştir. Evvela kapsamda daraltma meydana getirmiştir.

Ayrıca, bu Hükümet, bu bölgede meydana gelen terör olaylarına sadece güvenlik açısından da yaklaşmamıştır. Bu bölgede cereyan eden olayların sosyal ve ekonomik sebepleri olduğunu, bu sosyal ve ekonomik sebepleri ortadan kaldırabilmek için tedbirler almak icap ettiğini düşünmüş ve önemli kararlar vermiştir. Bir kere, 21.1.1998 tarihinde yani, bu yılın başında 4325 sayılı Teşvik Kanununu çıkarmıştır. Bu kanunla, olağanüstü hal bölgesinde bulunan illerimizde, en az 10 işçi ve daha fazla işçi çalıştıran müesseselere, beş yıl süreyle, Gelir ve Kurumlar Vergisinden muafiyet tanınmıştır. Buna ilaveten, beş yıldan sonra da, bu muafiyet ve istisnalar yüzde 50 oranında uygulama imkânına girecektir denilmiştir. Ayrıca, bunu, sadece yeni kurulacak olan müesseselere teşmil etmemiş, halen vergi mükellefi olarak bu bölgede çalışan ve 10 işçiden fazla işçi çalıştıran müesseselere aynı istisna ve muafiyetlerden istifade etme hakkı vermiştir. Yani, öyle bir teşvik tedbiridir ki, hem geleceğe yöneliktir hem geçmişe dönüktür; geçmişe dönük olarak da geleceğe yönelik olarak da vergiden muafsınız demiştir; Gelir ve Kurumlar Vergisinden muafiyet getirmiştir. Bununla da kalmamış, bu yörelerde, biraz evvel tanımladığım 10 işçiden fazla işçi çalıştıran müesseselerdeki Damga Vergisi iki yıl müddetle ertelenmiştir. Kanunda, bu işletmelerden, beş yıl süreyle, teşvik belgeli yatırımlardan Veraset ve İntikal Vergisi, Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi ve Emlak Vergisi alınmayacaktır denilmiştir. Bu işletmelerde beş yıl boyunca tahakkuk eden SSK primleri işveren payı Hazine tarafından alınmayacaktır denilmiştir, Hazine tarafından karşılanacak denilmiştir; yani, SSK primi ödemeyeceksin. Ayrıca, böyle işletmeler kurulmak için, eğer Hazineye ait arsa varsa, o arsa bedelsiz olarak, bedava, bu müesseseyi kurucak kişiye verilecektir denilmiştir.

Ayrıca, sadece olağanüstü hal kapsamında olan illerde, bu tür işletmelerin elektrik bedelleri yüzde 50 tenzilatlıdır denilmiştir. Bunlara ilaveten, uygulamada, KOBİ teşvikleri getirilmiştir; özkaynak oranı yüzde 10, kredi faizi yüzde 20, yatırım kredi limiti 30 milyar lira, işletme kredi limiti de 10 milyar lira olarak tespit edilmiş ve böylece, bu bölgeye, hem kamu yatırımlarının hem de özel teşebbüs yatırımlarının gitmesi için gereken her türlü kolaylık gösterilmeye, bu fakir milletin kasasından verilebilecek, hazinesinden verilebilecek her türlü kaynak ve imkân aktarılmaya çalışılmıştır. Bunlar belki yetersiz görülebilir; ama, bu teşviklerden istifade etmeyen bir ilin milletvekiliyim ben de. Biz...

NECMETTİN DEDE (Muş) – Ancak, o zaman...

MEHMET KEÇECİLER (Devamla) – Hayır, şunu söylüyorum: Helali hoş olsun, bu bölgeye az bile, daha fazlasını vermemiz lazım, onu yanlış anlamayın; ama -diğer bölgelerdeki yatırımcılar, kendi kuracakları fabrikanın arsasının bedelini öderken, hatta, onunla kalmayıp, altyapı bedelini öderken, onunla kalmayıp, orada kurulacak elektriğin, trafonun, hatların bedellerini öderken- bu imkânları bu kıt kaynaklarımızla sağlamışız.

O yöreden seçilip gelen arkadaşlarımızın, o yöredeki insanlarımızın, 55 inci Hükümete, meseleye sadece güvenlik açısından bakmayıp, ekonomik boyutunu da nazarı itibara alan ve hayalî paketler yerine, gerçeğe dönük, müşahhas, elle tutulur, gözle görünür teşvik tedbirleri alan bir hükümet olduğu için, müteşekkir olmaları lazım. Ben, o yörede yaşayan insanları temsilen, 55 inci Hükümete teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. Doğru karar vermiştir Hükümet, isabetli bir karar vermiştir ve her şeyden önemlisi, o bölgeye yatırım çekmek suretiyle, işsizliğin, terörün ana kaynaklarından biri olduğu gerçeğini tespit etmiş ve meselenin ekonomik boyutunu çözmek için bir başlangıç yapmıştır.

NECMETTİN DEDE (Muş) – O yatırımlar talan oldu, talan.

MEHMET KEÇECİLER (Devamla) – Efendim, bu tedbirler işlemiyor; işliyor mu, işlemiyor mu göreceğiz. Aslında, şunu söyleyeyim; işte, elimde Devlet Planlama Teşkilatının resmî raporları var. Bu raporlara bakıldığı zaman, son 30 Kasım nüfus tespitlerinin sonuçlarına bakıldığı zaman, bölgeden dışarıya olan göç hızı azalmıştır. Bu bölgede hep göç veren iller vardı; Şanlıurfa göç alan iller kapsamına girmiştir.

Demek ki, bu bölgede, alınan tedbirlerin ilk işaretleri, faydalı işaretleri görülmeye başlamıştır, görülecektir de, devam edecektir de; eksiklikler varsa, o eksiklikler de giderilecektir.

TURHAN GÜVEN (İçel) – 2 ayda mı oldu yani; sen tedbir alalı 2 ay oldu.

MEHMET KEÇECİLER (Devamla) – Hayır efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayım ne zaman oldu Sayın Keçeciler?

MEHMET KEÇECİLER (Devamla) – 30 Kasımda oldu.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Siz ne zaman Hükümet oldunuz?

MEHMET KEÇECİLER (Devamla) – Efendim, biz, 30 Kasımdan evvel kaldırdık diyoruz size...

MUSA OKÇU (Batman) – Kaç ay önce?..

MEHMET KEÇECİLER (Devamla) – Olağanüstü hali üç ilde kaldırdık diyoruz.

Bakanlar Kurulunda bu tedbirlerin alınış tarihini de söyleyeyim ben size, o da var; 16.9.1997'de alındı.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Bir ay içinde?..

MEHMET KEÇECİLER (Devamla) – Evet.

Bu tedbirleri aldınız mı, bu tedbirleri ilan ettiniz mi, Resmî Gazetede yayımladınız mı? Netice itaberiyle, toplumda bir ferahlık, bir rahatlık, bu işin ciddiyetle ele alındığını gösteren bir anlayış meydana gelir; bunun tesirleri olur, bunun tesirleri görülür.

Meseleyi birbirimizle çekişme noktasına getirmek istemiyorum, bu millî bir meselidir. Bu millî meseleyi, biz, elbirliğiyle ele almak mecburiyetindeyiz.

NECMETTİN DEDE (Muş) – Ama, muhalefetteyken öyle söylemiyordunuz Sayın Bakan.

MEHMET KEÇECİLER (Devamla) – Hep öyle söylüyordum ve olağanüstü hale, Anavatan Partisi Grubu, sizin ortağınızın vermediği desteği, hep, bu Mecliste vermiştir. Ben, Mehmet Keçeciler ve Anavatan Partisi Grubu, her defasında, olağanüstü halin uzatılması için rey vermişizdir. Sayın Dede, siz, o zaman Parlamentoda değildiniz, belki hatırlamazsınız; sizin hükümetiniz, Anavatan Partisinin desteği olmadığı takdirde, olağanüstü hali uzatamayacak noktalara gelmişti; ama, Anavatan Partisi, üzerine düşen görevi eksiksiz yerine getirmiştir.

Biz, bu memleketi hiç kimseye böldürtmeyeceğiz, bu unutmayın; biz, bu vatanı hiç kimseye böldürtmeyeceğiz. (ANAP sıralarından alkışlar) Bu memleketin bölünmemesi noktasında devletin aldığı olağanüstü hal tedbiri, doğru bir tedbirdir. Anavatan Partisi bu tedbiri aldığı zaman, Olağanüstü Hal Valiliğini ilan ettiği zaman "bu valiliği kaldıracağız, bu koruculuğu kaldıracağız, bu sistemleri değiştireceğiz" diyenler biz değiliz. Bunları getiren biziz, ortaya koyan biziz; aradan oniki sene geçmiş, oniki seneden beri bizim getirdiğimiz tedbirlerin üzerine bir tek tedbir ilave etmemişsiniz; biz, altı sene iktidardan uzaklaşmışız, hiçbir değişiklik yapmamışsınız, getirdiğimiz tedbirlerin bir maddesini değiştirmemişsiniz; sonra, bugün, buraya çıkıp diyeceksiniz ki: Efendim, Anavatan Partisi seçimlerde şöyle demişti, niye bu sözünde durmadı?

Sizin ilan ettiğiniz hayalî paketlere karşı, biz, Bakanlar Kurulu kararı çıkarmışız, kanun koymuşuz, bu Meclisten kanun geçirmişiz, Resmî Gazetede yayımlamışız ve bunun tatbikatına başlamışız; teşviklerle ilgili yatırımların ödeneklerini vermeye başlamışız, yarım kalmış tesislere gereken ödenekler aktarılmaya başlanmış, paralar gitmeye başlamış...

Netice itibariyle, o bölgede ekonomik kalkınmayı meydana getirebilmek için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz, çabayı harcıyoruz. 55 inci Hükümet, geldiğinin üçüncü ayında, hem mücadelenin kapsamını sınırlandırmak hem de ekonomik tedbirleri zamanında ortaya koyup, almak ve bu konuda gerekli cesaretli adımları atmak suretiyle, o bölgenin yaralarına, o bölgenin ıstıraplarına bigâne olmadığını, duyarsız kalmadığını ve o bölgenin ıstıraplarını duyduğunu, içinde hissettiğini ispat etmiş bir Hükümet olarak Türkiye Cumhuriyeti tarihine geçecektir; bundan, hiç kimsenin endişesi olmamalıdır.

Değerli arkadaşlarım, aziz milletvekilleri; karşı karşıya olduğumuz olay, basit bir olay değildir; rehavete kapılınmamalıdır. Böyle, kısa süreler içerisinde netice alınacak bir olay da değildir. O itibarla, ısrarla, inatla ve kararlı bir şekilde mücadeleyi sürdürmeye devam etmeliyiz. Bu mücadele kararlı bir şekilde sürdürüldüğü için, belli mesafeler alınmıştır; ama, bölgede hâlâ ıstıraplar vardır. Doğrudur; gece sokağa çıkılamayan yerler vardır, seyahat edilemeyen yerler vardır, gündüz bile seyahat etmenin tehlikeli olduğu yerler vardır. Ben, bizatihi biliyorum; bu Meclisin görevlendirdiği bir heyette görev alıp, o bölgenin bütün köylerine, kasabalarına gitmiş, oraları ziyaret etmiş bir kardeşinizim. Teşkilatlarımız sebebiyle, o bölgeye çok sık seyahatler yapan bir kardeşinizim. Biliyorum, problemlidir; ama, bu problem, bu hükümetlerin, bu devletin, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yanlışlığı, eksikliği yüzünden meydana gelmiş bir problem değildir. Bu problem, dış kaynaklı bir problemdir, bizi bölmek isteyenlerin içimize attıkları bir nifak tohumudur. Bu nifak tohumunu iyi teşhis etmek mecburiyetindeyiz.

O bölgenin tarihini incelerseniz -iyi inceleyenler bilecektir ki- İkinci Dünya Harbi sırasında bir tek olay yoktur bölgede, hiçbir olay yoktur! Onun haricinde, her zaman bir olay vardır, her zaman bir problem vardır. Niye İkinci Dünya Harbi sırasında hiç yoktur; çünkü, bu olayları çıkaranlar, kendi başlarının derdine düşmüşlerdir de ondan. Bu olaylar, dış kaynaklıdır; bunu iyi bilelim, birbirimize iyi sarılalım. Bu memlekette, bu ayrılıkların hiç kimseye faydası olmaz, hele o bölge insanına hiç faydası olmaz.

Bu itibarla, gelin, kıt imkânlarımızla zor şartlar içerisinde sağlamaya çalıştığımız -55 inci Hükümetin vermeye gayret ettiği- bu imkânları, değerlendirmek için, vatandaşımıza daha iyi anlatınız. Orada, elbetteki, güvenlik olmazsa yatırım olmaz. Güvenliği sağlayamazsak, hiç kimse gelmez; bu teşvik tedbirleri de çalışmaz. Onun şuuru içerisindeyiz; ama, bu memleketin evladı canla başla uğraşıyor, evladını, şehit olma pahasına o bölgeye gönderiyor...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NECMETTİN DEDE (Muş) – Onları söyle...

MEHMET KEÇECİLER (Devamla) – Hemen tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Lütfen.

MEHMET KEÇECİLER (Devamla) – Netice itibariyle, o bölgedeki insanlarımıza yardımcı olmaya çaba ve gayret sarf ediyoruz.

Olağanüstü halin tenkidi yapılabilir; ağır şeyler de söylenebilir, Sayın Musa Okçu'nun söylediği gibi; ama, bunlarda insaflı olmak lazımdır. "Olağanüstü hal, çetelerin ürediği bataklıktır. Olağanüstü hal, oradaki vatandaşları büyük ölçüde tedirgin etmektedir" şeklindeki görüşlerine katılmıyorum. Olağanüstü hal olmasa, oradaki insanlar, çok daha büyük ıstırap çekerler; asıl, o zaman eşkıyanın elinde kalırlar ve o eşkıyanın dediğini yapan insanlar durumuna düşerler. Halbuki, o bölgenin insanları, kendileri korucu olmak suretiyle, bu bölgeyi savunmaya devam etmektedirler.

Hepinize saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Keçeciler.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Yahya Şimsek. (CHP sıralarından alkışlar)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

CHP GRUBU ADINA YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü halin altı ilimizde bir kez daha uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüş ve düşüncelerini aktarmak için söz almış bulunmaktayım; sizleri, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Olağanüstü hal uygulaması, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisince bir kez daha uzatılacak; uzatılacak diyorum, çünkü, bundan evvelki uzatma kararlarının alındığı tarihlerdeki hava, bugün de yine Mecliste hâkim; yani, bunun tersine, olağanüstü halin kaldırılmasına ilişkin ters bir esinti şu anda görülmemekte, hissedilmemektedir.

Olağanüstü halin uzatılması konusu, artık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin rutin işlerinden oldu. Olağanüstü hal, ne yazık ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi için de olağan bir hale geldi.

Ben, birçok arkadaşım gibi, ikibuçuk yıldan beri Parlamento çatısı altında görev yapmaktayım; görev yaptığım bu süre içerisinde olağanüstü hal uygulaması birçok kez uzatıldı ve bu uzatma kararlarında Grubum adına birkaç kez de sözcülük yaptım. Geçmiş dönemlerdeki tutanakları okudum, bu süreç içerisindeki konuşmaları izliyorum ve bugün de, benden önce konuşan değerli arkadaşlarımın konuşmalarını çok dikkatlice izledim. İster onbeş yıl diyelim, isterse onsekiz yıl; yani, bu kadar uzun süre içerisinde her olağanüstü hal uygulamasının uzatılmasıyla ilgili yapılan tüm konuşmalar, kelimeler belki farklı, ama anlamları itibariyle aynı şeyleri ifade ediyor, aynı şeyleri içeriyor. Neler söylenmemiş ve benim de tanık olduğum bu süre içerisinde neler söylenmedi ki... İnanıyorum, bundan sonraki olağanüstü hal uygulamasının uzatılmasına ilişkin görüşmelerde de aynı şeyleri bu kürsüden, daha birçok defa söyleyeceğiz ve arkadaşlarımız da, bizler de birçok defa dinleyeceğiz. Deniliyordu ki, olağanüstü hal, bu kadar uzun süre uzatıldı, o yörede olağanüstü halin ilanında doğan çocuklar, bugün erginlik yaşındalar; ama, bu yaşa gelinceye kadar bu gençlerimiz, bu çocuklarımız olağan rejimle tanışamadılar, özgürlük havasını da bir türlü teneffüs edemediler. Denildi ki, olağanüstü hal, terörün çözümü için sadece bir koşul değil; ancak, güvenlik sorunu olarak bakılmamalıdır; ama, onun altyapısı olan ekonomik sosyal, eğitim ve sağlık alanlarında Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da gerekli yatırımlar yapılmak suretiyle, o bataklığın üretilmesine katkı sağlanmamalı, bataklık kurutulmalıdır. Yine, aynı şeyler söyleniyor. Yine, geçtiğimiz süreçler içinde Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da şu kadar mezra boşaltıldı, şu kadar köy boşaltıldı, şu kadar okul kapalıydı ve bölgede hızlı bir göç olayı yaşanıyor denildi. Bugün, belki azalmış olabilir; ama, yine, bu tespitler bugün için de geçerliliğini sürdürüyor gözükmektedir. İktidar partileri sözcüsü arkadalarımız da, muhalefet partileri sözcüsü arkadaşlarımız da olağanüstü halin kaldırılmasından yanalar; ama, iktidar partileri sözcüsü arkadaşlarımız -ki, sadece, bu iktidara yönelik değil, bundan evvelki iktidar dönemlerinde de- birtakım yatırımların yapılmasının, birtakım tedbirlerin alınmasının olağanüstü halin, hep, bir an evvel kaldırılmasına yönelik olduğu şeklinde ifade ediyorlardı. Muhalefete mensup arkadaşlarımız da, bölgede huzurun, ancak, demokratik rejimin orada da uygulanmasıyla, özgürlüklerin oradaki insanlarımızca yaşanmasıyla sağlanacağı ve terörün önleneceğini söylüyor. Amaç bir; ancak, bu amaca ulaşma konusunda ne yazık ki, fikir birliğini oluşturmak mümkün olamıyor.

Peki, bütün bunlara karşın, olağanüstü halin her dört ayda bir uzatılasının yararı var mı; mutlaka var; ama, en büyük yararı, hiç olmazsa olağanüstü halin dört ayda bir uzatılmasıyla Güneydoğu ve Doğu Anadolunun sorunlarını Türkiye Büyük Millet Meclisinin kürsülerinden ifade etme olanağı buluyoruz; bu açıdan belki bir yararı olduğu söylenebilir.

Çok şeyler söylüyoruz; uzatılmamasına ilişkin de çok şeyler söylüyoruz; ama, sonunda, uzatma kararı verilince, söylenen o güzel sözler, sadece bu kutsal çatının altında hoş bir sada olarak kalıyor. Uzatılıyor; ama, uzatıldıktan sonra geçen dört aylık süre içerisinde çok büyük mesafeler alınmadığı, bir sonraki uzatmada ortaya konulan gerçeklerle anlaşılıyor.

Olağanüstü hal, sanki, terörle mücadelenin vazgeçilmez bir unsuru gibi görünmeye başlandı. Oysa, olaylara biraz daha geniş olarak baktığımız zaman, hiç de böyle olmadığı görülmektedir. Daha önce 9 ilde uygulanıyordu, şimdi, birkaç defadır, 6 ilde uygulanması için uzatılıyor. Bundan evvelki olağanüstü halin uygulandığı; fakat, şimdi, kalkan illerimizde de zaman zaman terör olayları yaşanıyor; hatta, şimdiye kadar olağanüstü halin hiç uygulanmadığı illerimizde de terör olayları yaşanıyor; ama, oralarda, demokratik rejim içerisinde, hak ve özgürlüklerin kullanıldığı düzen içerisinde, kararlı mücadelerle, pekala terörün üstesinden gelinebiliyor. O halde, olağanüstü hal, terörle mücadelenin mutlak bir koşulu değildir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, terörle mücadele, tabiî ki, salt güvenlik sorunu değildir; çok söylenildiği gibi, başka boyutları da vardır ve bunların üzerine gidilmesi gerekir. Hükümetimiz, bu konuda, bu tespiti yapıp, o anlamda gerekli yatırımların yapılması konusunda adımlar atıldığını ifade ediyor. Elbette ki, bu, sevindirici bir gelişme; ama, yıllardan beri ihmal edilen Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da, yılların açığını çok kısa bir sürede kapatabilme olanağı olmadığına göre, acaba, o ekonomik, sosyal, eğitimsel ve sağlık alanındaki gerekli yatırımlar yapılıncaya kadar, bu olağanüstü hal uzatılacak mıdır diye bir soru işareti kafama takılıyor.

Ayrıca, terörle mücadele sırasında ortaya çıkan çeteler, hâlâ, elini kolunu sallayarak dolaşıyorlar. Terörle mücadele yapılırken, uyuşturucu kaçakçılığını ele geçirme gayretinde olanlar, silah kaçakçılığını ele geçirme gayreti içinde olanlar, yargısız infazları yapanlar, yaptıranlar ve de faili meçhul cinayeti işleyenler, işletenler, hâlâ, yakalanıp, adalet önüne çıkarılmış değiller. Bir taraftan, terörle mücadele edeceksiniz, diğer taraftan terörle mücadele sırasında, öylesine menfaatli işlere dalacaksınız. Şimdi, eğer, çok söylenen, çok yazılan, çok dillendirilen bu çetelerle, gerekli mücadele yapılmadan, onlar, elde ettikleri bu kaynaklardan kolay kolay vazgeçmeyeceklerine göre, acaba, onların, terörün devamı konusunda gayretleri var mı, yok mu, gerçekten, insan, bunu endişeyle karşılıyor. Dolayısıyla, onlar, orada bu çıkarlarından arındırılıp, egemenlik, hukuk devletinden yana bir anlayışa, gerçekten, teslim edilmedikçe, bunlardan hesap sorulmadıkça, terörün üstesinden gelinmesinin olanaklı olmadığını düşünüyorum.

Çeşitli yerlerde çeşitli cinayetler işleniyor, Ankara'da işleniyor, İstanbul'da işleniyor, yurdun başka köşelerinde cinayetler işleniyor; failler bulunmayınca da, yeşile, maviye, kırmızıya iş aktarılıyor. Ne menem şeymiş ki, yerinin de bilindiği iddia edildiği halde, bunun da ortaya çıkarılıp, yargı önüne çıkarılıp, teslim edilip, yargılanması ve adaletin gerçekleştirilmesi sağlanamıyor. İnsan düşünüyor, acaba, bütün bunlar, devletten daha mı güçlü; olmaması gerekir. Eğer, zaten, işler bu boyuttaysa, vay halimize!

ASLAN POLAT (Erzurum) – Gensoruda neredeydiniz?!

BAŞKAN – Sayın Polat, lütfen müdahale etmeyelim.

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlarım bakın, burada, çıkıp bu kürsüden konuşurken, konu ulusaldır diye düşünüyoruz, gerçekten ulusaldır; ama, bu konuda eleştirilerimizi söylediğimiz zaman "geçmişte ne yaptınız, falanca zaman neredeydiniz" gibi laflar atılıyor. Bırakın bunları, gelin, eğer, konu ulusalsa "geçmişte şöyle yapıldı, böyle yapıldı" gibi kısır tartışmaların içine girmek yerine, gerçekten, samimî olarak, burada, Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da yaşayan insanlarımızı, bir an evvel, olağan rejime kavuşturmanın gayreti içinde olalım.

Biraz evvel, burada, bence "falanca hükümet döneminde biz şunu yaptık" diğer arkadaşımız da "hayır, siz yapmadınız, biz bunu yaptık" diye talihsiz bir tartışma yaşandı. Bu kısır döngüyle bir yere varılmaz; yani, bu konuda çok şey söylenebilir; ama, ben, bu tartışmayı açmak istemiyorum. Yani, denilebilir ki "1950'de çokpartili siyasî yaşama geçişten bu yana 48 yıllık bir süreç geçmiş; Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu, hâlâ, belli bir çöküntüyü, sefaleti yaşıyorsa, 48 yıllık siyasî sürecin 43 yılına damgasını vuran merkez sağ iktidarların bu işte önemli kusuru vardır." (CHP ve FP sıralarından alkışlar) Ama, bu tartışmaların içine girmenin, şu aşamada, içinde bulunduğumuz koşullarda, olağanüstü halin kaldırılmasına yönelik bir yarar sağlayacağını veya orada terörle mücadeleye bir yarar sağlayacağını düşünmediğim için, bu konunun içerisine daha fazla girmek istemiyorum.

Değerli arkadaşlarım, elbette ki, bir devlette hukuk sisteminin zedelenmemesi, hukuk sisteminin çökmemesi gerekir. Ütopya olarak da söylemiyorum, gerçekten, içimden geldiği şekliyle konuşuyorum: Eğer, bir ülkede, küçük yaşta çocuklar, baklava çaldıkları için, çete oluşturup suç işledikleri görüşüyle yıllarca hapis cezasına mahkûm ediliyor; ama, devleti kuşatma durumundaki çeteler, hâlâ elini kolunu sallayarak dolaşıyorsa, bu hukuk sistemine elbette ki, güven sarsılır. İşte, bize düşen görev, hukuk sistemimize olan güveni sarsmamaktır.

Benden evvel bir arkadaşım da söyledi, belki, iki arkadaşım söyledi; Güneydoğu Anadolu'da ve Doğu Anadolu'da yaşanılan olaylar, gerçekten, o yörede yaşayan insanların kaderi mi değerli arkadaşlarım? Cumhuriyet tarihinde geçen bu kadar süreç içerisinde, güneydoğu ve Doğu Anadolu çok az sayıda bir süreçte olağan durumda yaşadı; ama, onların dışında, hep olağanüstü hallerle oradaki insanlar yaşamını sürdürdü. Ben, bunun kader olduğuna inanmıyorum; eğer, bu kaderse, kötü bir kader. Gelin, bu kaderi, Güneydoğu Anadolu'nun ve Doğu Anadolu'nun bu kötü kaderini bizler değiştirelim; inanıyorum ki, bu konudaki görev, her şeyden önce, 20 nci Dönem milletvekilleri olarak bize düşmektedir. Biz, başından bugüne kadar, olağanüstü halin güneydoğu ve Doğu Anadolu'da kaldırılmasından yana bir anlayışı benimsedik. Şimdi, kısırdöngü içerisinde, belki, laf atmayı düşünen arkadaşlarım da olabilir; onlar laf atmadan ben yanıt vereyim.

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Düşünen yok!..

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) – Denilebilir ki, geçmiş dönem iktidar ortaklığınızda sizler de oy veriyordunuz. Tutanakları inceledim, sizler de inceleyebilirsiniz; Sosyaldemokrat Halkçı Parti, o dönem iktidar ortağı iken, bir tek defa bile, bu şekilde Grup kararı almamıştır ve milletvekilleri, her defasında, serbest oylarını kullanmışlardır. Şimdi, yani, geçmişi bırakalım; ama, bugüne dönerek, buna çözüm bulmaya çalışalım.

Bu duygu ve düşüncelerle, son olarak şunu ifade ediyorum; bugüne kadar olduğu gibi, bugün ve bundan sonra da, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, biz, olağanüstü halin 6 ilimizde 4 ay süreyle bir kez daha uzatılmasına ilişkin kararda ret oyu vereceğiz.

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahsı adına Sayın Ahmet Çelik; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

AHMET ÇELİK (Adıyaman) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Başbakanlık tezkeresi üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Görüşülmekte olan Başbakanlık tezkeresi, 6 ilimizde mevcut olan olağanüstü halin 4 ay daha uzatılmasını öngörmektedir.

Değerli arkadaşlar, Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerinin bazı illeri, onsekiz ondokuz yıldır sıkıyönetim ve sıkıyönetimin bir değişik şekli olan olağanüstü hal ile idare edilmektedir. Bölge, onsekiz ondokuz yıldır, normal, alışılmışın dışında, hukuk devletine yakışmayan şekilde, Avrupaî standartlardan uzak bir hukuk sistemiyle idare edilmektedir. Âdeta, hak, hukuk, adalet, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde, onsekiz ondokuz yıldır unutulmuştur. Hukukdışı tüm uygulamalar had safhada uygulanmış, insan hakları en ileri safhada ihlal edilmiş, ekonomi çok gerilere gitmiş, bölgenin tek gelir kaynağı olan hayvancılık sıfıra getirilmiştir. Hukuk, alabildiğine hiçe sayılmış, binlerce faili meçhul cinayet işlenmiştir. Binlerce köy yakılmış, milyona yakın insan bölgesinden göç ettirilmiş, yerinden ve yurdundan adeta uzaklaştırılmıştır. Kısacası, bu bölgemizde, büyük bir insanlık dramı yaşanmıştır.

Ormanlar yakılmış, bölge halkı potansiyel suçlu olarak görülmüştür. Binlerce dönüm arazi sürülüp, ekilememiştir. Bu işe 48 milyar dolar gitmiştir. Annelerin feryadı ve figanı göklere yükselmiştir. Yetkililerin "terörün, belini kırdık, terörü bitirdik" demelerine rağmen, son bir iki hafta içinde gelişen olaylar, işin böyle olmadığını göstermiştir.

Değerli arkadaşlar, olağanüstü hal, her 4 ayda bir uzatılmadan önce, gerçekten bu bölgede, bazı cinayet olayları olmaktadır. Bu da, tabiî insanlarda bazı kuşkular uyandırmaktadır. Son haftalarda şehit olan vatandaş ve askerlerimize Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu yaşanan dram ve gelişen olaylar Türkiyemizin bir parçasında gelişmektedir. Olaylar, başka bir ülkede gelişmiyor; memleketimizde, Türkiyemizde gelişiyor.

Değerli arkadaşlar, Birinci Dünya Savaşında ihtilâf devletleri, Osmanlı ülkesini işgal etmeye başladığında, o zaman Osmanlı ülkesi olan Arap Yarımadası, Suriye ve Irak, İngiliz ve Fransızlar tarafından işgal edilmişti. İngilizler, Bağdat'ı aldılar, Kuzey Irak'a; yani, Kürt bölgesine doğru ilerlediler. O zaman, şimdiki Türkiye-Irak hududu yoktu, hepsi Osmanlı ülkesiydi. Kürtler, Irak'ta İngilizlere karşı büyük bir direnişe geçtiler. O bölgede yaşayan Kürtler Halifiye ve Sultan'a bağlı olduklarını; yani, İstanbul Hükümetinin yanında olduklarını tüm dünyaya ilân ettiler.

Araplar ise kayıtsız şartsız teslim olmuşlardı. Bundan dolayı İngilizler günlerce bölgedeki Kürt köylerini bombaladılar; Kürtler Bağdat'a bağlanmak istemiyor, İstanbul Hükümetinin yanında olduklarını gösteriyorlardı. Osmanlının yanında olmalarından dolayı, âdeta, İngilizler tarafından cezalandırıldılar. Kurulan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti de, bugün de olduğu gibi, zamanla, Kuzey Irak Kürtlerine sahip çıkma gayretinde geri kaldı. Fransızlar, Suriye ve Halep'i işgal ettiler; âdeta "buyurun" dediler; Kürt bölgesine dayandılar, bir adım ilerlemediler. Tarihte görülen Maraş mücadelesi, Gaziantep savunması, Şanlıurfa ve Mardin savunmaları bunların birer canlı örneğidir. Büyük bir mücadele vererek, buraları, ihtilaf devletlerine kaptırmadılar.

Bunları niçin anlatıyorum: Kürt Halkının, tarih boyunca, Türk Halkının yanında olduğunu göstermek için söylüyorum; ama, maalesef, 70 senedir gelen hükümetler, Kuzey Irak Kürt liderlerinin Ankara'ya ayak basmasını yasakladılar; ama, Arap şeyhlerini ve krallarını Esenboğa Havameydanlarında, halılar üzerinde karşıladılar.

İşte, bu büyük mücadele sonucu Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu. 70 yıldır yapılan siyasî ve ekonomik yanlışlıklar neticesinde, bugün, bu insanlar birbirlerini vuruyor, birbirlerini kırıyor. Türk ve Kürt unsuru, bu devletin aslıdır; birlikte ve hür iradeyle bu devleti kurmuşlardır. Şu anda, Türkiye'deki mevcut durum, her iki halkın geçmişine ve şanına yakışmaz. Bu iki unsurun bir ve beraber olması lazım. Bunu sağlamak da, Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevi olmalıdır. Bu Yüce Meclis, akan kanın durması, barışın bir an önce gelmesi için büyük bir gayret içinde olmalıdır. Sorun iyi bir şekilde, demokratik koşullarda konuşulmalı ve soruna çözüm yolları aranmalıdır. Bölge halkından özür dilenmelidir. İlmin ve aklın öngördüğü şekilde, bu iki halkın barışık, birlik ve beraberlik içinde yaşamaları için tüm şartlar, Türkiye Büyük Millet Meclisince sağlanmalıdır. Olağanüstü halin uygulanmasına son verilmelidir. Kardeşlik yeni baştan sağlanmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanımızın, Hükümete iletmiş olduğu Doğu ve Güneydoğunun kalkınmasıyla ilgili 15 maddelik önerinin 1 inci maddesi terör nedeniyle köylerinden göç etmiş ailelerin tekrar köylerine geri dönmelerinin sağlanmasının gerekliliğini belirtmektedir. Bu şekilde PKK'nın da direnci kırılacaktır. Bu illerimizde olağanüstü hal uygulaması devam ettirilirse, Sayın Cumhurbaşkanımızın üzerinde durmuş olduğu, bölge insanımızın tekrar köylerine dönmesine etkili olamayacaktır.

Ekonomik hayatın altüst olduğu bölgede, özelleştirmeyle işsizlik had safhaya ulaşmaktadır; Adıyaman ve Diyarbakır'da Sümer Holdinge ait şayak ve iplik fabrikaları özelleştirilmiş ve yakında özelleştirileceğinden, işçilerin Ankara yollarına düştükleri, işlerini kaybetmemeleri için destek aradıkları bir gerçektir. Bölgedeki özelleştirmenin işsizliğin biraz da olsa önlenmesi için bir süre geciktirilmesinde yarar vardır kanaatindeyiz.

Değerli arkadaşlar, olağanüstü halin devamı, bu bölgenin iç huzurunun sağlanmadığının bir ifadesi olacaktır. Eğer, yöre insanımızın tekrar köylerine, evlerine dönmelerini amaçlıyorsak, bu uygulamanın artık durdurulmasını istiyorsak, olağanüstü halin kaldırılması gerekir kanaatindeyiz.

Sözlerime burada son verirken, Hükümet tezkeresine ret oyu vereceğimi belirtir, hepinizi saygıyla selamlarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın konuşmacının konuşmasını tam olarak izleyemedim; ama, zannederim "Antep ve Maraş savunmalarının Kürt savunması" olduğu gibi bir ifade kullandı. Acaba bu konuyu açıklayabilir mi?

AHMET ÇELİK (Adıyaman) – Efendim, açıklayabilirim. Antep, biliyorsunuz onbir ay muhasarada kaldı, Fransız sarmıştı. Ben Adıyaman Milletvekiliyim ve Kâhta'lıyım. Benim mensup olduğum aşiret reisi Hacı Bedri Ağa, binlerce insanı atıyla, silahıyla toplayarak Gaziantep'in imdadına gitti ve aylarca orada mücadele verildi ve Gaziantep Fransızlara teslim edilmedi. Bu, oradaki halkın ve hem de Kürt halkının büyük bir eseridir.

A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, bu Yüce Meclisin çatısı altında, Türk ve Kürt olayının dile getirilmesini kınadığımı ifade etmek istiyorum. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

MAHMUT YILBAŞ (Van) – Ve tutanaklardan çıkarılmasını tabiî...

A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Bir de tutanaklardan çıkarılmasını talep ediyorum.

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Ne alakası var...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Hiç alakası yok söylediklerinin!..

BAŞKAN – Sayın Hükümet, bir konuşmanız olacak mı efendim?

İÇİŞLERİ BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun.

Sayın milletvekilleri, lütfen...

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Sayın Başkanım, ne alakası var, Türk-Kürt olayı yok ki burada.

BAŞKAN – Sayın Büyükkılıç...

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Kınamaya gerek yok, Türk Milleti olarak...

BAŞKAN – Sayın Büyükkılıç, bir dakika efendim...

Sayın Aktaş'ın uyarısıyla, Sayın Çelik de, bu mücadelenin birlikte yapıldığı yolunda bir düzeltmede bulundu.

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Kınayacak ne var yani, istismar etmeye gerek yok Başkanım.

BAŞKAN – Efendim, bu uyarı olmadan da, bu düzeltme yapılmamıştı.

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Hayır, kınayacak ne var, onu anlayamadım...

BAŞKAN – Efendim, burada, etnik temele dayalı bir Kurtuluş Savaşı mücadelesi verildiği hiç söylenmedi, bu uyarı üzerine bir düzeltme yapıldı.

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Ama "kınıyorum" diyor. Böyle bir şey yok... Neyi kınıyor, onu anlayamadık...

BAŞKAN – Sayın Büyükkılıç...

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Biz mi anlatamadık...

METİN PERLİ (Kütahya) – Adıyaman Milletvekili olarak, Adıyaman'daki aşiretin, Gaziantep'e giderek, mücadele etmesini ifade ediyorlar ve o arkadaşımız da, "ben bunu kınıyorum" diyor. Bunun kınanacak neyi var...

A.ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Anlamamışsınız, sonra ifade ederim.

BAŞKAN – Kimse onu kınamadı. Neyin kınandığı belli, herkesin kendi anlayışı. Bunu, lüzumsuz bir şekilde büyütmenin anlamı yok.

Sayın Başesgioğlu, buyurun efendim.

İÇİŞLERİ BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 6 ilde devam etmekte olan olağanüstü hal uygulamasının dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Şu ana kadar görüş belirten değerli grup temsilcilerine ve şahsı adına konuşan değerli milletvekillerimize de teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, olağanüstü hal rejimi, siyasal iktidarların tercih ettikleri bir yol olmamasına rağmen, bizden önceki iktidarların da başvurdukları bir yoldur ve tamamen anayasaldır, hukukîdir. Bizim, Hükümet olarak temel tercihimiz, bu bölgemizde, bir an önce olağan yönetime geçilmesini sağlamaktır. Bunu da, 55 inci Cumhuriyet Hükümeti olarak, Ekim 1997'den itibaren, 3 ilimizde daha uygulanmakta olan olağanüstü hali kaldırarak gösterdik. Hükümetimizin bu iradesi halen devam etmektedir. Şartlar müsait hale geldiği zaman, diğer illerden de bu rejimi kaldırma irademizi devam ettiriyoruz.

Değerli milletvekilleri, biz, Hükümet olarak, ülkemizin her köşesinde bütün vatandaşlarımızın birinci sınıf vatandaş olmasından yanayız, onların, demokrasinin ve hukuk devletinin bütün nimetlerinden faydalanmasını istiyoruz; ancak, bugün dozajı düşmüş olmasına rağmen, doğu ve güneydoğu bölgelerimizin bazı illerinde -kısmen de olsa- bölücü terör tehdidi devam etmektedir. Bu bölücü terör hareketlerini tamamen yok ederek, vatandaşımızın mal, ırz ve can güvenliğiyle ülkemizin bölünmez bütünlüğünü korumak, devletimizin aslî görevidir.

Bugün itibariyle doğu ve güneydoğu bölgelerimizde bölücü terör şiddetini kaybetmiştir; bölücü terör örgütü, hareket edemez durumdadır ve bölgeden lojistik destek görememektedir. Bölücü terör örgütüne katılım, yok denilecek seviyeye gelmiştir. Bunun yanında, örgütteki çözülmeler sonucu teslim olanlar artmaktadır. Gerçi, son günlerde terör hareketlerinde biraz kıpırdanma olduğu gözüküyor ise de, bu durum, örgütün elindeki sınırlı sayıdaki militanlarıyla gerçekleştirdiği, riski az ve masum vatandaşlara karşı propagandaya yönelik hareketlerdir.

Bölücü terör örgütünün eylemlerini, belli dönemler içerisinde karşılaştırdığımızda, bu eylemlerinde ciddî azalmalar söz konusudur. Örneğin, 1.7.1996 ile 1.7.1997 tarihleri arasındaki rakamlara baktığımızda, bir yıl evvelki dönemdeki 1 914 olaya karşılık, 1.7.1997 ile 1.7.1998 tarihleri arasında 1 174 olay meydana gelmiştir. Bu rakamlar, istatistik olarak değerlendirildiğinde, olaylarda global olarak yüzde 39'luk azalma görülmektedir. Bunun yanında, yine, hepinizin bildiği gibi, yıllara göre, terör olaylarındaki azalma, tedricen devam etmektedir. Dönemler itibariyle; yani, 1997 yılının Mart-Temmuz dönemiyle, 1998 yılının aynı dönemi karşılaştırıldığında, toplam olaylarda yüzde 62'lik bir düşüş gözlenmektedir. Hangi dönemler karşılaştırılırsa karşılaştırılsın, olağanüstü hal bölgesiyle, mücavir illerdeki olaylarda büyük gerilemeler vardır ve meydana gelen olayların çoğu, güvenlik güçlerimizin yaptığı operasyonlar neticesinde meydana gelmiş olaylardır. Bölgede, birkaç olay dışında, bölücü örgütün inisiyatifiyle gelişen olay yoktur.

Değerli milletvekilleri, kahraman güvenlik güçlerimizin bölücü terör örgütüne karşı kazandıkları üstün başarılarına paralel olarak, Hükümetimiz, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizin kalkınması yolunda yepyeni tedbirler almaktadır. Bunlardan bir tanesi ve en yeni olanı 4 Haziran 1998 günü yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında alınan GAP'ın 2010 yılına kadar bitirilmesi kararıdır.

Bu bölgelerimizin ekonomik, sosyal ve kültürel yönden kalkındırılması ve kurumların finansman ihtiyacının giderilmesi için alınacak tedbirler ve önerilerin neler olduğunun GAP İdaresine bildirilmesi, Başbakanlığın 9 Temmuz 1998 günlü genelgesiyle, bu kurumlardan istenmiştir. Böylece, GAP, 55 inci Cumhuriyet Hükümetiyle birlikte yeni bir döneme girmiş bulunmaktadır.

Görüleceği gibi, Hükümetimiz, bu bölgelerimizde, âdeta, yeni bir olağanüstü hal; yani, olağanüstü hali kaldırmak için, ekonomik olağanüstü hal ilan etmiş bulunmaktadır. Ekonomik ve sosyal kalkınmayı esas alan bu uygulamalar, hızlanarak devam edecektir. Daha şimdiden, 1998 yılı yatırım programında, GAP Projesine, ekonomik sektörlerde yaklaşık 125 trilyon lira, sosyal sektörlerde de 44 trilyon lira olmak üzere; toplam 169 trilyon liralık yatırım ödeneği tahsis edilmiş durumdadır. Yine, GAP kapsamındaki hidroelektrik santralı, içmesuyu, sağlık ve tarımsal araştırma uygulamaları için de, dış kaynaklardan 2,1 milyar dolar kredi sağlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik ve sosyal hedeflerinin yanında, bir toplumsal dönüşüm projesi olan GAP, bölgelerarası eşitsizliklerin giderilmesi, işsizliğin azaltılması ve gelir düzeyinin yükseltilmesi gibi ekonomik gelişmelere imkânlar sağlamaktadır.

Hükümetimiz, GAP'ın ortaya çıkardığı iş ve yatırım ortamına katılacak olan iç ve dış girişimcileri özendirecek çalışmaları da başlatmış bulunmaktadır. Bu amaçla, Yüce Parlamentodan çıkarılan bir kanunla, geri kalmışlığın ve işsizliğin en yoğun olduğu, ekonomik ve sosyal sorunların terörü besleyen bir unsur olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde, yeni bir kalkınma hamlesi başlatılmıştır.

Getirilen yeni teşviklerden yararlanan illerimizde, yatırımlardaki artış sebebiyle bölge şantiyeye dönmüş, özellikle inşaat sektöründeki hareketlilik ve tamamlanan yatırımların etkisiyle, üretimde ve istihdamda gözle görülür bir canlılık yaşanır hale gelmiştir. Bu teşvik tedbirlerini teker teker sayarak değerli vakitlerinizi almak istemiyorum. Benden önce konuşan değerli grup sözcüleri de bu teşviklerin getirdiği yenilikleri, burada, detaylarıyla anlattılar, sadece satırbaşlarıyla geçmek istiyorum:

Gelir ve Kurumlar Vergisine tabi işyerlerinde, ilk defa işe başlayanlardan tasarrufu teşvik kesintisi yapılmayacaktır.

Yine, stopaj ve Gelir Vergisi iki yıl süreyle ertelenecektir.

10 ve daha fazla işçi çalıştırmaları kaydıyla, bölgedeki işyerlerinden, elde ettikleri kazançları, beş yıl süreyle Gelir ve Kurumlar Vergilerine tabi tutulmayacak; izleyen beş yılda da, bu vergilerinde yüzde 40 ile yüzde 60 arasında indirim yapılacaktır.

Yine, bunun gibi, çeşitli resim, vergi ve harçlardan muafiyet söz konusudur.

Hayat standardı esası iki yıl uygulanmayacaktır.

işçilerle ilgili olarak kesilecek sigorta primlerinden işveren hisselerinin Hazine tarafından karşılanması esası getirilmiştir. Yine, yatırımcılara, hazine arazileri ve arsaları bedelsiz olarak devredilmektedir. Bunun yanında, OHAL bölgesindeki yatırımlara, elektrik enerjisi yüzde 50 daha ucuz verilmektedir.

Değerli milletvekilleri, terörün ekonomik ve sosyal altyapısının çökertilmesi için Hükümetimiz, eğitim ve sağlık gibi alanlarda da büyük gayretler içerisindedir; çünkü, Hükümetimiz, bölücü terör konusunu partilerüstü ve millî bir konu olarak görmektedir.

Hepinizin bildiği gibi, Hükümetimizin öncelikli konularından biri de eğitim konusudur. Hükümetimizin çıkardığı bir yasayla, eğitim altyapısı ve okullaşma için finansman sıkıntıları giderilmiş bulunmaktadır. Bunun yanında, ülkemizin her tarafında, imkânları bulunan vatandaşlarımız ve sivil toplum örgütleri, okul yaptırma seferberliğine başlamışlardır. Hükümetimiz, yatılı ilköğretim bölge okulları ve pansiyonlu ilköğretim okulları sayesinde, olağanüstü hal bölgesinde eğitim problemini çözme azim ve kararındadır. Daha şimdiden, OHAL ve mücavir illerimizde, kız çocuklarımızın okuması için, YİBO'ların sayısı 1'den 9'a çıkarılmış bulunmaktadır. Bölgede 25 220 öğrenci kapasiteli 51 yeni yatılı ilköğretim bölge okulu ile 5 300 öğrenciyi barındıracak, 22 pansiyonlu ilköğretim okulunun inşaatı devam etmektedir. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, bölgede, 12 YİBO ve 3 pansiyonlu ilköğretim okulu yapacaktır. Ayrıca, Dünya Bankası kredilerinden finanse edilerek 160 okulda kurulacak olan bilgisayar laboratuvarının 23 tanesi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki okullarımızda kurulacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükümetimiz, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde, özellikle de olağanüstü hal uygulamasının bulunduğu illerimizde, sağlık hizmetlerine de büyük önem vermiştir. Bu bölgelerde yeterli sağlık hizmeti veremeyen sağlık kurum ve kuruluşlarının ihtiyacını karşılamak amacıyla 5 bin kadro atamasını gerçekleştirmiştir. Böylece, bu bölgelerimizde sağlık personeli ihtiyacı büyük ölçüde giderilmiştir. Bunun yanı sıra, münhal bulunan 3 800 kadroya daha açıktan atamanın yapılması hususunda son aşamaya gelinmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde bulunan yataklı tedavi kurumlarının verdikleri hizmetlerin kalitesini artırmak için, bu bölgelere önemli yatırımlar yapılmış ve personel ihtiyaçları giderilmiştir.

Bölgedeki sağlık ocaklarını, laboratuvar ve cihazlar bakımından güçlendirdik. 796 sağlık ocağına 2,2 trilyon liralık poliklinik malzemesi gönderilmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde 4 hastane, 22 sağlık ocağı, 35 sağlık evi, 1 sağlık meslek lisesi tamamlanarak hizmete girmiştir; bunun yanı sıra, 22 eğitim sağlık ocağı ile 11 il sağlık ocağının ihalesi de yapılmış bulunmaktadır. Burada detaylarını sayarak değerli vakitlerinizi almak istemediğim birçok yatırım, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde gerçekleştirilmiş bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, şimdi, değişik bir konuya dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Terörle mücadelede büyük yararlılıklar sağlamış ve şimdiye kadar 1 300'ün üzerinde şehit vermiş geçici köy koruculuğu sisteminin iyileştirilmesi için, Hükümetimiz, bir dizi tedbir almaya devam etmektedir. Terörle mücadele sırasında operasyonlara güvenlik güçlerimizle birlikte fiilen katılan geçici köy korucularının ekonomik ve sosyal durumlarını iyileştirmeye yönelik çalışmalarımız bitirilerek Bakanlar Kurulunun gündemine bir kanun tasarısı olarak sunulmuş bulunmaktadır. Bu tasarının yasalaşmasıyla, geçici ve gönüllü köy korucularının hukukî statüleri, görev ve çalışma esasları, sosyal ve özlük hakları gibi konulardaki belirsizlikler ortadan kaldırılmış olacaktır. Ücret ve tazminat ödenmesi ile giyim harcamalarına ek olarak tedavi harcamalarının da karşılanması, bu tasarıyla öngörülmektedir. Operasyona katılanlara operasyon tazminatı ödenmesi ve başarılı olanların parasal olarak ödüllendirilmesi sağlanmaktadır. Geçici ve gönüllü köy korucularının bakmakla yükümlü oldukları yakınlarının tedavileri güvence altına alınmaktadır. Bütün bunların yanında, geçici ve gönüllü köy korucularının görevleri, emir ve komuta bağlılığı, görevlendirme şekilleri, eğitim ve denetim esasları, sicil ve izinleri, görev alanları dışında ve sınırötesi operasyonlarda görevlendirilmeleri belli esaslara bağlanmakta ve bu konuda kamuoyunda var olan tereddütler giderilmektedir.

Değerli milletvekilleri, gerek terör gerekse yanlış politikalar yüzünden hayvancılığımızın ne kadar gerilediğini hepimiz biliyoruz. Bu nedenle, Hükümetimiz, hayvancılığı desteklemek için yıllardan beri bir türlü çıkarılamayan Mera Kanununu çıkarmış durumdadır. Bölgenin sorunlarına çözüm arayışı çerçevesinde, hayvancılığı geliştirmek amacıyla, 16 trilyon liralık bir projeyi başlatmış bulunuyoruz. Bu projeyle, 22 ilimizde arıcılık, süt sığırcılığı, koyunculuk ve mandıracılık teşvik edilmekte ve böylece, 35 bin vatandaşımıza daha iş olanağı sağlanmaktadır. Ziraat Bankamız, 1998 yılı için, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da tarım ve hayvancılığı desteklemek amacıya, 130 trilyonluk bir kaynak ayırmış durumdadır. Bu kaynağın çok büyük bir bölümü de kullanılmış bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Hükümetimiz tarafından ve daha önceki cumhuriyet hükümetleri tarafından alınan teşvik tedbirlerinin, en kısa zamanda bölgede istenilen verimliliği sağlamasını birlikte temenni ediyoruz. Tabiî, bu teşvik tedbirlerinin en kısa zamanda hayata geçmesini, Hükümet olarak yakinen takip ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu bölümde de, değerli konuşmacılar tarafından dile getirilen bazı konulara ilişkin görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Ondört yıldır, devlet olarak yapmış olduğumuz bu mücadeleye, ondört yıl sonra başka manalar vermek, başka yorumlar yapmak mümkün değildir. Türkiye'nin ülkesi ve milletinin bölünmez bütünlüğüne karşı yönelen tehdidi defetmek için, devlet olarak yürüttüğümüz faaliyetin, vatanımızın bölünmez bütünlüğünü korumak olduğunu ve bu mücadeleyi bu çerçeve içerisinde görmemiz gerektiğini biliyoruz. Çeşitli yorumlar, iyi niyetli de olsa yanlış anlamalara gelebilecek çeşitli ifadeler, ondört yıldır devletimiz adına mücadele eden güvenlik güçlerimizin, bu mücadele azmini, bu mücadele şevkini kıracaktır. Bundan evvel olduğu gibi, bugün de, yarın da, devletin ve hükümetlerin, terörle mücadele eden güvenlik güçlerinin azmini kıracak, onları bu mücadelede bir geri adım attıracak hiçbir irade zafiyeti yoktur, iradesinde hiçbir kırılma yoktur. Hükümet olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, güvenlik güçlerimizin yapmış oldukları bu mücadelede, sonuna kadar onların arkasındayız. Onların bu mücadeleyi yaparken daha rahat, daha iyi bir imkân içerisinde bu mücadelelerini yapabilmelerine imkân sağlayacak her türlü teknolojik gelişmeyi, yenileşmeyi onlara kazandırmak için bir gayret içerisindeyiz.

Yalnız, bunu söylerken, devlet olarak yapmış olduğumuz bu mücadelenin, hukuk devleti kuralları içerisinde yapılmış olduğunu birçok kez ifade ettim. Yine, bugün bu kürsüden aynı şeyi ifade ediyorum.

Türkiye Devleti, bu mücadelesini, demokrasi içerisinde, hukuk devleti kuralları içerisinde yapmaktadır. Belki de, bu mücadelenin en zor taraflarından biri budur. Teröristler, eşkıya örgütleri hiçbir kurala bağlı değildirler; ama, Türk güvenlik güçleri, başta hukuk devleti kuralları olmak üzere, kendi kanunları olmak üzere, birçok kurala, birçok kaideye bağlıdırlar ve terörle mücadeleyi de bu çerçeve içerisinde yürütmektedirler.

Burada, bazı arkadaşlarımız, olağanüstü hal uygulamasının uzatılmasının gündeme geldiği günlerde cinayetlerin arttığını, terör hareketlerinin arttığını ifade ettiler. Değerli arkadaşlarım, lütfen, bu saplantıdan kendinizi kurtarın. Türk Devletinin hiçbir güvenlik görevlisi, bu yanlış anlayış içerisinde bulunamaz, bu yanlış davranışta bulunamaz. Hiç kimsenin de böyle davranmaya hakkı yoktur. Niye yoktur; bugün 18 yaşında, 20 yaşında gencecik çocuklar, sorumlulukları sadece onsekiz ay bu devlete askerlik yapmak olan genç insanlar, göğüslerini terör örgütünün kurşunlarına hedef tutuyorlar; ülkemize yan bakanlara karşı, bu ülkeyi korumaya çalışıyorlar. Onların bu kahramanlıklarını istismar edecek, onların bu yüksek duygularından ticaret yapacak hiç kimseye, bu ülke topraklarında yer yoktur. Hükümet olarak bunlara müsaade etmeyiz. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

Bu sebeple, çeteler...

BEKİR SOBACI (Tokat) – Muhatabı kim bu sözün?!.

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Sakin olun Sayın Bakanım...

İÇİŞLERİ BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Bu, asla kabul edemeyeceğimiz, hiçbir güvenlik görevlimize yakıştıramayacağımız çok yakışıksız bir sıfattır. Lütfen.. Bundan sonraki konuşmalarda da bütün arkadaşlarım, umarım, bu hassasiyet içerisinde olurlar.

BEKİR SOBACI (Tokat) – Bu sözün muhatabı burada yok Sayın Bakan...

İÇİŞLERİ BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Hiç kimse üzerine alınmazsa, problem değil. Ben, bu şekilde algıladım, yanlış algıladıysam problem yok; ama, birkaç defa dile getirildiği için ifade etmek istiyorum... (FP sıralarından "çeteleri söyleyin" sesleri)

Çeteler... Bir yıldır görevdeyiz, bu konudaki mücadelemizin hassasiyetini herkes görüyor. Bir milletvekilimiz "faili meçhul cinayetler işleniyor, elini kolunu sallayarak dolaşılıyor" dedi. Ben, şunu söylüyorum size: Kamuoyuna mal olmuş ideolojik mahiyette, siyasî mahiyette olan hiçbir olayın faili meçhul kalmamıştır. Bunu, bu kürsüden iftiharla söylüyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) Sadece kendi dönemimizle ilgili değil, geriye dönerek de bu faili meçhul cinayetlerin araştırmasını yapıyoruz; ama, Türk Devletinin yapmış olduğu bu terörle mücadeleyi çeteyle bağdaştırmak, çetelerin bu işte dahli olduğunu, olağanüstü halin devam etmesini sağlamak için çeşitli provokasyonlara girdiğini söylemek, bu Parlamentoda edilecek sözler değildir, bu Parlamentoda edilecek laflar değildir. Biz, her türlü yasadışı oluşumun, her türlü illegal oluşumun üzerine kararlılıkla gidiyoruz. Bu Hükümet, mücadelesini tamamen hukuk devleti kuralları içerisinde yapıyor. Lütfen, bu tür konuşmalarımızda bu hassasiyeti birlikte paylaşırsak, biz de bundan memnun oluruz.

Bizim bütün temennimiz, yeni bir çağa girerken, yeni bir yüzyıla girerken, Türkiye'nin, bu yüzyıla terörden arınmış olarak girmesidir. Terör, Türkiye'nin yükselmesini, bölgesinin yıldızı olmasını engelleyen ayakbağlarından biridir. Hep birlikte bu ayakbağından kurtulmak durumundayız. Bugüne kadar Parlamentomuzun, Yüce Milletimizin güvenlik güçlerine vermiş olduğu desteğe şükranlarımızı borçluyuz. Hiçbir güvenlik görevlimizi de, bu mücadeledeki azmini kıracak, onları bu mücadeleden caydıracak bir davranışın hiçbir kesimden, hiçbir kuruldan gelmediğini memnuniyetle görüyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen, toparlayınız...

İÇİŞLERİ BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Toparlayayım Sayın Başkan.

Bu duygular içerisinde, Hükümet tezkeremizi Yüce Genel Kurulun takdirlerine arz ediyor; yapmış olduğumuz bu mücadelede kaybettiğimiz değerli kahraman evlatlarımıza Tanrı'dan rahmet diliyoruz, gazilerimize şükranlarımızı sunuyoruz ve umudumuzu, inancımızı, bir kez daha, hep birlikte ifade ediyoruz, Türkiye 2000'li yıllara bu terör belasından kurtulmuş olarak girecektir. Bu, hem o bölgedeki vatandaşlarımızın hem de Türkiye'nin menfaatına olan, Türkiye'nin gelişmesine olan bir hadisedir.

Bu duygularla, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Şahsı adına, son konuşma, Sayın Nevzat Yanmaz; buyurun.

 

 

 

NEVZAT YANMAZ (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlar Kurulunca 7.7.1998 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine arz edilen, Diyarbakır, Hakkâri, Siirt, Şırnak, Tunceli ve Van İllerimizde uygulanmakta olan olağanüstü halin 30.7.1998 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılması hususunda söz almış bulunuyorum; Yüce Milletimizi ve Yüce Heyetinizi, Büyük Birlik Partisi ve şahsım adına, saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 1987 yılından beri uygulanmakta olan, zaman zaman, siyasî partilerimizin iktidarda iken devamını istediği, muhalefetteyken bitirilmesinin gerektiğini söylediği ve 32 nci kez uzatılma talebiyle önümüze getirilen olağanüstü halin altı ilimize sıkıştırılmış olması, artık, bu halin bitirilmesi gerektiğinin bir ifadesidir. Terör, milletimizi sadece güvenlik açısından değil,ekonomik açıdan da büyük sıkıntılara sokmuştur. Terörle mücadelede büyük mesafeler alınmış olmasına rağmen, bence, Türkiye'nin halen birinci öncelikli tehdit unsuru, PKK ve buna bağlı olarak terördür. Maalesef, olağanüstü halin uygulandığı illerin dışında da terör olayları son zamanlarda çok ciddî artış göstermektedir. Bu da göstermektedir ki, olağanüstü halden öte, genelde, terörle mücadelenin stratejisini yeniden tespit ve tayin etmek gerekmektedir. Yeni bir strateji tayin etmediğimiz sürece, sadece olağanüstü halin içerisine sıkıştırılmış 6 ille bu meselenin üstesinden tamamen gelinmesi de mümkün olmayacak gibi gözükmektedir.

Türk Silahlı Kuvvetlerimizin terörle mücadelede üstün gayret ve başarıları devam etmektedir; ama, bu kuvvete takviye olarak, terörle mücadelede geri plana itilmiş olan özel hareket timinin, mutlaka, yeniden bu konuda devreye girmesi gerekmektedir. Güvenlik güçlerimizi, bu manada kendi sahalarından geriye çekerek rencide edici hiçbir hareketin içine girilmemelidir.

PKK terör örgütü, yıllar önce de söylediğimiz gibi Karadeniz'e açılmanın yollarını aramaktadır. Bu arayışın neticesi, Tunceli'den, Erzincan, Sıvas, Tokat üzeri bir geçiş hattı oluşturmaya çalışıyorlar. Bunun için, son günlerde, Sıvas, Tokat, Erzincan İllerinde terör eylemleri artmıştır. Sıvas İlinin, Divriği, İmranlı, Zara ve Suşehri İlçelerindeki terör eylemleri de çok dikkate şayandır. Bu bahsettiğim ilçelerin arazi yapısı hem çok ormanlık hem de dağlıktır. Buradan Karadenize geçiş rahatlıkla sağlanabilmektedir.

Değerli arkadaşlar, biraz önce de bahsettiğim gibi, terörle mücadelenin yöntemi, olağanüstü hal yönetimi değildir. Anadolumuzun her karışı şehit kanlarıyla sulanmış, Türkiye Cumhuriyetinin her vatandaşı da kendisini bu vatanın kayıtsız şartsız askeri saymıştır. Böyle bir imkâna sahip bir ülkede, terör eylemlerinin olması ve artış göstermesi, bence, terörle mücadelede bir yerlerde eksik yaptığımızın, bir yerlerde eksiğimizin olduğunun göstergesidir. Bu eksiklik acilen tespit edilmeli ve hal çaresi bulunmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği gibi, İçanadolu'da PKK terör örgütü, TİKKO ve THKP/C'le işbirliği yapmakta ve bölgede ciddî bir ayrımcılık oluşturmaya çalışmaktadır. Özellikle Sıvas havalisinden bahsetmek istiyorum. Sıvas'ın ilçelerinden olan Divriği, İmranlı, Kangal, Zara İlçelerimizin kırsal bölgelerinde Alevî ve Sünnî köyleri yıllardır kardeşce ve problemsiz yaşamaktadırlar. Türkiye Cumhuriyetinin hiçbir döneminde bu kardeşlik, bunu bozmaya çalışan mihraklara rağmen bozulmamıştır. Bu da göstermektedir ki, insanımızın sağduyusu ve memleket severliği herşeyin üstündedir. Bu birlik ve beraberlikten rahatsız olan terör örgütü, şu anda, bu ayrımcılığı oluşturabilmenin yöntemini geliştirmeye çalışıyor.

Değerli arkadaşlar, bu yöntemi, son günlerde çok net bir şekilde yaşadığımızı ifade etmek istiyorum. Terör örgütü elemanları, özellikle bu bölgelerde Alevî köylerine gidip, para mukabilinde yiyecek ve malzeme temin ediyorlar; Sünnî köylerine gidip baskı, tehdit ve şantajla malzeme temin ediyorlar ve halk nezdinde, Alevîlerin bu örgüt elemanlarına yardım ettiği gibi bir intiba oluşturmaya çalışıyorlar. Oysa, ben, bir bölge milletvekili olarak şunu ifade edebilirim ki, Sıvas'ta hiçbir zaman Alevî-Sünnî ayrımcılığı yaşanmamıştır; ama, maalesef, bugün, terör örgütü elemanları, bu vesileyle, bu ayrımcılığı yaratabilmenin yollarını aramaktadır.

Bu manada yapılan propagandayı mutlaka engellemeliyiz. Bu propagandalar, terör örgütünün, emellerine ulaşmadaki en büyük silahıdır. Bu silahı terör örgütünün elinden alabilmek için, devletin ve Hükümetin, o bölgelere daha fazla ilgi ve şefkat göstermesi gerekmektedir. Terör korkusuyla ve yakılarak boşaltılan köylerin, mutlaka, yeniden imar edilerek ve güvenliği sağlanarak ikamete açılması gerekmektedir. Devlet ve Hükümet, vatandaşının yanında ve güvenliğini sağlayacak güçte olduğunu her satıhta göstermek zorundadır.

Değerli arkadaşlar, Sıvas İlimiz, Türkiye'de en çok göç veren ve bütün yurt sathına yayılmış yaklaşık 3,5 milyon nüfusa sahip bir ilimizdir. Terör örgütünün Sıvas ve havalisinde yoğunlaşmasının sebeplerinden biri de, bu yurt sathına yayılmış Sıvaslı potansiyeli Sıvas merkezinde oluşacak bir infialle harekete geçirmek ve vatan sathında kendisine zemin bulabilmektir. Bundan dolayı da Sıvas'ın önemini bir kez daha yetkililere ifade etmek istiyorum. Sıvas'ı terör zeminine çekmek isteyenlere çok daha sert yaptırımlar ve mücadele uygulamak icap etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçmişe baktığımızda, Kuvayi Milliye hareketinin başlatıldığı Samsun, Erzurum, Sıvas, Amasya gibi illerimiz tesadüfen seçilmiş iller değildir. Gazi Mustafa Kemal, Anadolu'nun kurtuluş harekâtının buralardan başlamasını stratejik olarak tespit etmiş, topyekûn, millet olarak mücadele edilmiş ve başarıya ulaşılmıştır. Eğer, terörle mücadelede de bir Kuvayi Milliye hareketi başlatılması gerekiyorsa, yüce milletimiz, bu konuda hazır ve nazırdır. Yeter ki, bu yüce milleti sevk ve idare edecek, millî, manevî duygularını istismar etmeyecek ve bu duygularını tahkir etmeyecek gazileri, yöneticileri başında görebilsin ve inanabilsin.

Sayın İçişleri Bakanımızın haftasonu Sıvas'a gideceğini biliyorum; sağ olsunlar, kendileri bizi de davet etmişlerdi. Sayın Bakanımdan, Sıvas'la ilgili bir istirhamım olacak: Sıvas'taki terör eylemlerinin yaşandığı bölgeyi gezmesini kendisinden istirham ediyorum; çünkü, buraların arazisi, ne güneydoğuya ne de doğuya benzemektedir. Buranın arazisi, güneydoğunun sarplığına, kayalıklarına, Karadenizin ormanlık arazisinin yapısına benzemekte, çok çetin ve çetrefilli arazi yapısı var; buradaki bölgeyi mutlaka gezmesini, burada boşaltılan ve yakılan köylerin yeniden imarı ve güvenliği yönündeki talimatını yinelemesini ve takip etmesini kendisinden istirham ediyorum.

Değerli arkadaşlar, bu vesileyle, terörden dolayı hayatını kaybetmiş güvenlik güçleri mensuplarına ve çoluk-çocuk, kadın-kız demeden katledilmiş vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Olağanüstü halden başka yöntemler tespit ederek, 2000'li yıllara terörsüz bir Türkiye'yle girebilmeyi temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (BBP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yanmaz.

YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Sayın Başkan, izin verirseniz, Sayın İçişleri Bakanımız, yanıtlarında, isim vermeden, benim konuşmama da atıfta bulunarak, benim düşüncemin dışında bir yorum getirdi, ona açıklık getirmek isterim.

Ben, hiçbir zaman, o kürsüden -tutanaklara geçen şekliyle de olsa bellidir- terörle kahramanca mücadele eden, ne Silahlı Kuvvetlerimizin ne de diğer güvenlik güçlerimizin terörü devam ettirme gibi bir anlayış içinde olduklarını söylemedim; bunu söylemek, ne benim ne de kimsenin haddine değildir; ancak, ben şunu söyledim: Devleti kuşatmaya çalışan çeteler, bu terörden yararları olduğu için, onlar bunun devamından yana olabilirler; o nedenle, onları bir an evvel yakalayıp, adalete teslim etmek gerekir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şimşek.

Görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, Başbakanlık tezkeresini tekrar okutup, oylarınıza sunacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24.3.1998 tarihli ve 537 sayılı Kararı uyarınca, Diyarbakır, Hakkâri, Siirt, Şırnak, Tunceli ve Van İllerinde devam etmekte olan olağanüstü halin, 30.7.1998 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasının, Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı, Bakanlar Kurulunca 7.7.1998 tarihinde kararlaştırılmıştır.

Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.

Mesut Yılmaz

Başbakan

BAŞKAN – Başbakanlık tezkeresini kabul edenler... Kabul etmeyenler... Başbakanlık tezkeresi kabul edilmiştir.

Başbakanlığın Anayasanın 92 nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi daha vardır; önce okutup işleme alacağım, sonra da oylarınıza sunacağım.

Başbakanlık tezkeresini okutuyorum:

 

 

 

14.7.1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Arnavutluk'taki faaliyetleri çerçevesinde, Tükiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı ile Arnavutluk Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı arasında imzalanan protokoller uyarınca, lüzum, hudut ve şümulü ve zamanı Hükümetçe takdir ve tespit edilmek kaydıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Arnavutluk'a gönderilmesine, Anayasanın 92 nci maddesi uyarınca izin verilmesini arz ederim.

Mesut Yılmaz

Başbakan

BAŞKAN – Başbakanlık tezkeresi üzerinde İçtüzüğün 72 nci maddesine göre görüşme açacağım.

Gruplara, Hükümete ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim.

Konuşma süreleri, gruplar ve Hükümet için 20'şer dakika; şahıslar için 10'ar dakikadır.

İçtüzüğümüzde bulunmamasına rağmen, bu tür tezkerelerde bugüne kadar yapılan görüşmelerde, Meclisin aydınlatılmasını teminen, Hükümete, görüşmelerin başlangıcında da kısa bir söz verme usulümüz teamül haline gelmiştir.

Şimdi, Hükümet temsilcisine soruyorum. Bir aydınlatma konuşması yapacak mısınız Sayın Bakan?

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Hayır Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Bakan konuşmayacaklar.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Necati Çetinkaya; buyurun efendim.

DYP GRUBU ADINA M. NECATİ ÇETİNKAYA (Konya) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Türk Silahlı Kuvvetlerinin Arnavutluk'taki faaliyetleri çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı ile Arnavutluk Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı arasında imzalanan protokoller uyarınca, lüzum, hudut ve şümulü ve zamanı hükümetçe takdir ve tespit edilmek kaydıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Arnavutluk'a gönderilmesine, Anayasanın 92 nci maddesi uyarınca izin verilmesiyle ilgili Başbakanlık tezkeresi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Meclise, Grubum ve şahsım adına, saygılarımı sunuyorum.

Tarihi ve kültürel bağlarımızın güçlü olduğu Balkanlar, Türkiye'nin dış politikasında öncelikli bir yeri işgal etmiştir. Türkiye, kendisi için stratejik bir öneme sahip olan Balkanlardaki barış ve istikrarın sağlanması çalışmalarına aktif bir şekilde katılmak zorundadır.

Arnavutluk, tarihin derinliklerinden gelen dostluk bağlarıyla birbirimize bağlı olduğumuz bir ülkedir ve Arnavutluk'tan gelip de, Anadolu'da şu anda Türk vatandaşı olan birçok değerli soydaşlarımız bulunmaktadır. Onun için, birbirimizle, âdeta, et tırnak mesabesindeyiz.

Arnavutluk, Türkiye'nin, Balkanlarda karşılıklı güven ve dayanışma duygusu içerisinde her alanda ilişkilerini geliştirebileceği köprübaşı konumunda olan dost bir ülkedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ile Arnavutluk arasındaki siyasî, ekonomik, ticarî ve kültürel ilişkiler dostça bir ortam içerisinde gelişmiş olup, iki ülke arasında herhangi bir sorunun bulunmayışı ve tarihten gelen kültürel ve sosyal değerler bu gelişmeyi daha da arttırmıştır.

İstikrarını muhafaza etmesine ve ülkemizle yakın ilişkilerini geliştirmesine önem verdiğimiz dost Arnavutluk'a, ekonomik ve sosyal alanlarda mümkün olan desteğin sağlanması gerekmektedir. İki ülke arasında 1990 yılından bu yana ticarî ve ekonomik ilişkilerde önemli mesafeler katedilmiştir.

Türkiye ile Arnavutluk arasında askerî alanda da ilişkiler süratle gelişmiş, gerçekleştirilen üst düzey ve teknik ziyaretler sırasında bu alanda çeşitli işbirliği anlaşmaları da imzalanmıştır.

İkili ilişkilerimizde ulaşılmış bulunan bu düzey çerçevesinde Arnavutluk'un istikrar içerisinde ve teknolojik değerlere bağlı kalarak kalkınmasını sürdürmesi, Türkiye açısından büyük bir önem taşımaktadır.

Arnavutluk'ta 1997 yılı başlarında ekonomik nedenlerden kaynaklanan kriz giderek siyasî bir mahiyet alarak büyümüş ve devlet otoritesini büyük ölçüde tahrip etmişti. O sırada, ülkemiz de endişeyle bu durumu izlemiş ve hakikaten, Türkiye'de yaşayan herkes bundan son derece rahatsız ve müteessir olmuştur.

Arnavutluk'taki kriz, ülkemizde ve uluslararası camiada endişe yaratmıştır. Herşeyden önce, krizin devamının ve çevreye yayılmasının Balkanlarda işbirliği sürecini olumsuz yönde etkileyeceği doğaldır. Arnavutluk'ta meydana gelen iç gelişmeler sadece Türkiye'de değil, diğer bölge ülkelerinde de derin kaygılar yaratmıştır. Bu da, uluslararası camiada ülkemizi de ilgilendiren bir konu olarak hassasiyet atfetmemize ve bu konuda, millet olarak, devlet olarak gereken ilgiyi ve alakayı göstermemize son derece önemli bir sebep teşkil etmiştir.

Uluslararası camiada, Arnavutluk'taki buhranın aşılabilmesi için nelerin yapılabileceği tartışılagelmiş ve bu konuda, Arnavutluk'taki gelişmeler, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Forumunda da öncelikli bir konu olarak ele alınmış ve 27 Mart 1997 tarihinde bir kararı Türkiye 'de kabul etmiştir. Söz konusu kararda, AGİT'in, Arnavutluk'ta, diğer uluslararası kuruluşların yetki alanlarına giren konularda kendilerine düşen rolü oynayabilmeleri için işbirliği çerçevesi sağlanması ve uluslararası camianın çabalarının, eşgüdümünün gerçekleştirilmesi kabul edilmiştir.

Kararda, AGİT'in, Avrupa Konseyi gibi diğer kuruluşlarla birlikte, özellikle, demokratikleşme, medya ve insan hakları, seçimlerin hazırlanması ve izlenmesi konularında danışmanlık ve yardımda bulunabileceği, ayrıca, silahların toplanması da dahil olmak üzere, diğer imkânların araştırılacağı belirtilmiştir.

Kararda, ayrıca, Arnavutluk hükümetinin, ülkesinde güvenliğin yeniden tesisini sağlamak için, bir grup ülkeye yaptığı çağrı not edilerek, bazı katılımcı ülkelerin bu talebi karşılama yönünde irade beyan etmeleri memnuniyetle karşılanmış, bu yönde girişimin AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) ülkelerine ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin tasarrufuna uygun olarak gerçekleştirilmesinin beklendiği vurgulanmıştır.

Değerli milletvekilleri, konu, bilahara, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde ele alınmış ve Konsey, 28 Mart 1997 tarihinde, Türkiye'nin de ortak sunucu olduğu ve krizin başından beri savunageldiği ilkeleri içeren 1101 sayılı kararı kabul etmiştir.

Bu kararda, Arnavutluk'taki gelişmeler hakkında kaygı beyan edilmiş, sorunların, şiddete başvurulmaksızın ve diyalog yoluyla çözümlenmesi ihtiyacı vurgulanmış, ülkedeki gelişmelerin bölge istikrarı bakımından taşıdığı öneme değinilmiş, Arnavutluk'un egemenliği ve toprak bütünlüğü teyit edilmiş, Arnavutluk'taki buhranın bölge barış ve güvenliği için bir tehdit teşkil ettiğine dikkat çekilmiştir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararında belirtildiği üzere, Çokuluslu Güç'ün görev tanımı, insanî yardımların, yerine, süratli ve güvenli bir biçimde ulaşmasını kolaylaştırmak ve Arnavutluk'taki sıkıntıların aşılması yönünde çaba gösterecek uluslararası kuruluşların güvenlikli bir ortamda faaliyet gösterebilmelerine yardımcı olmaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin çıkarları da, Arnavutluk'taki içbarış ve istikrarın tesisini ve ülkedeki krizin bölgeye yansımasının önüne geçilmesini gerektirmektedir. Arnavutluk'taki bu karışıklığın giderilmesi için oluşturulan, Türkiye'nin de içerisinde bulunduğu çokuluslu bir güç bu ülkeye gönderilmiştir. Anayasamızın 92 nci maddesi uyarınca, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Arnavutluk'a gönderilmesini Yüce Meclisimiz geçtiğimiz yıl kabul etmişti.

Arnavutluk'un içerisinde bulunduğu bu zor günlerde, Türkiye'nin, bu ülkeye destek olması, gerek Türkiye'nin ulusal çıkarları gerekse Balkanlardaki barış ve istikrarın korunması açısından zorunludur. Arnavutluk yetkilileri de, Balkanlarda ağırlıklı bir konuma sahip bir ülke olarak, dost ve kardeş bildikleri Türkiye'yi, bu güç dönemlerinde, yanlarında görmek istediklerini açıkça ifade etmişlerdir; bu da, bizim için son derece memnuniyet verici bir haldir. Arnavutluk'ta meydana gelen son olaylar, ülkede, büyük bir sıkıntıya neden olmuştur. Türkiye, kardeş Arnavutluk'a bu sıkıntılı günlerinde yardım elini uzatmalıydı ve uzatmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son derece misafirperver olan, dürüst olan, çalışkan olan, bizim uygarlığımıza büyük katkıları olan Arnavut kardeşlerimize her konuda yardımcı olmamız gerekmekteydi. Biz, onların, Türkiye ve Türk insanına olan sıcak bakışlarını değerlendirmek zorundayız; dışpolitikamızın gereği de bu olmalıydı ve genelde de bu şekilde hareket edilmiştir.

İşte, bu minval üzere, 1997 yılının ilkbahar aylarında Arnavutluk'ta başgösteren o krizin bertaraf edilmesini ve Arnavutluk Halkının acil yardım ihtiyacının düzenli bir şekilde karşılanabilmesini teminen uluslararası camiada sarf edilen gayretlere, Türkiye de faal destek vermiştir. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 28 Mart 1997 tarih ve 1101 sayılı Kararı çerçevesinde oluşturulan askerî misyona, Türkiye, 800 kişiye yakın bir birlikle katkıda bulunmuştur. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin söz konusu kararı çerçevesinde oluşturulan gücün görev süresi sona erdiğinde, anılan birlik, Türkiye'ye geri dönmüştür.

Arnavutluk, 1997 yılında geçirdiği bu kriz nedeniyle, sosyal, ekonomik, siyasî, hukukî ve idarî bakımlardan topyekûn yeniden yapılanma dönemine girmiştir. Bu yeniden yapılanma döneminde Arnavutluk'a her konuda yardım elini uzatan Türkiye, ülkenin içgüvenliğiyle ilgili olarak faaliyet göstermekte olan Batı Avrupa Birliği (BAB) Çokuluslu Polis İstişarî Unsuruna (MAPE) üç emniyet görevlimiz ve üç jandarma subayımızla katkıda bulunmaktadır. Arnavutluk'ta, her alanda olduğu gibi, askerî alanda da yeniden imar ve yapılanma sürmektedir. Bu çerçevede, Arnavutluk'un Avlonya Kentinde mevcut Paşa Limanı Tersanesinin yeniden inşaı, bakım ve onarımı Türkiye tarafından üstlenilmiştir. Avlonya'ya geçerken, bu konuda Osmanlı döneminin rahmetli Konya Valisi Avlonyalı Ferit Paşayı rahmet ve minnetle anıyorum. Onun bir postnişini olmak, onun bir halefi olmak, benim için bir gurur vesilesidir. Çünkü, Avlonyalı Ferit Paşa, Avlonya'da doğmuş; fakat, Anadolu'ya ilk teknik sulamayı getiren bir büyük devlet adamıdır. İki sefer sadrazam olmuştur; fakat, sadrazamlığında "ben Konya Valiliğini hep sadrazamlığa tercih ettim" demiştir. Büyük bir devlet adamıdır. Beyşehir Gölünün sularını Konya ve Çumra Ovasına ilk akıtan ve büyük politik dehasıyla, Çarşamba kanalı dediğimiz 124 kilometre uzunluğundaki bu sulama kanalının ilk mucidi Avlonyalı Ferit Paşadır.

NECMETTİN CEVHERİ (Şanlıurfa) – Allah rahmet eylesin.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Devamla) – Allah'ın rahmetinin üzerinde olmasını diliyor ve tekrar bu Yüce Mecliste, Türkiye'ye büyük hizmetleri dokunan bu büyük devlet adamlarını minnet ve şükranla anmayı bir görev olarak kabul ediyorum.

İşte, şimdi onun doğduğu yerde, Paşalimanı tersanesinin yeniden ihyası ve tamiri bahis konusu. Bu maksatla, tersanenin bakım onarımı, atölyelerin ekipman donatımı ve tersane işletimiyle ilgili danışman/teknik eleman desteği hakkında protokol, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Sayın Salim Dervişoğlu ile Arnavutluk Deniz Kuvvetleri Komutanı Albay Sayın Robert Bali tarafından 24 Mart 1998 tarihinde Ankara'da imzalanmıştır.

Söz konusu tersanenin bakım onarımıyla ilgili olarak, Genelkurmay Başkanlığımız ile Arnavutluk Savunma Bakanlığı arasında "Bakım, Onarım ve Emniyet Unsurlarını Kapsayan Türk Lojistik Birliği Faaliyetlerine İlişkin Tamamlayıcı Protokol" ise 6 Temmuz 1998 tarihinde imzalanmıştır. Bu tamamlayıcı protokol, Paşalimanı Tersanesinin bakım-onarım işleri ve Arnavutluk'a gönderilecek araç-gereç, malzeme ve personelin güvenliği için Arnavutluk'ta görev yapacak Türk lojistik birliğinin faaliyetlerine ilişkin esasları belirtmektedir. Anılan lojistik birliği, yürütülecek inşaat, bakım ve onarım faaliyetlerinin içgüvenliği ile bakım ve onarım maksadıyla Arnavutluk'a getirilecek her türlü malzeme ve personelin güvenliğinden sorumlu olacaktır.

Türkiye, Arnavutluk'un yeniden yapılanmasına, askerî ve güvenlik alanlarında yukarıda belirtilen çerçevede katkılarını sürdürmektedir. Bu maksatla, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Arnavutluk Cumhuriyeti Hükümeti arasındaki Askerî Hibe Anlaşması, iki ülke savunma bakanları arasında 10 Temmuz 1998 tarihinde imzalanmış bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; silahlı kuvvetlerimizin, ülkemizi, "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesi çerçevesinde, en iyi şekilde temsil edeceğine inanıyorum. Bu inanç çerçevesi içerisinde, bu bölgedeki barış ve huzur için ve ülkemizin ileriye dönük menfaatları için, Silahlı Kuvvetlerimizin görev süresinin uzatılması, son derece yerinde bir karar olacaktır.

Bu maksatla, alınacak olan bu kararın Parlamentomuzca desteklenmesini, Grubum adına canı gönülden diliyor ve Yüce Meclisimizi, şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum. (DYP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çetinkaya.

Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Hüseyin Kansu; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA HÜSEYİN KANSU (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetlerinin Arnavutluk'taki faaliyetleri çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı ile Arnavutluk Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı arasında imzalanan protokoller uyarınca, lüzum, hudut ve şümulü ve zamanı Hükümetçe takdir ve tespit edilmek kaydıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Arnavutluk'a gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Dost ve kardeş ülke Arnavutluk, bir Balkan ülkesidir. Arnavutluk Halkıyla, tarihî, inanç ve kültürel bağlarımız, yüzyıllarla ifade edilebilir.

1415 ile 1912 yılları arasında Osmanlı Devletinin hâkimiyeti altında kalmış olan Arnavutluk, 28 Kasım 1912 tarihinde bağımsızlığına kavuştu. Bugünkü sınırları, 1913 yılında toplanan Londra Konferansıyla belirlendi.

Birinci ve İkinci Dünya Harbi yıllarında, İtalya'nın işgalinde kaldı. İkinci Dünya Harbi sonlarında, Enver Hoca liderliğindeki komünist hareket, Arnavutluk'ta yönetimi ele geçirdi.

1945 yılında Arnavutluk Halk Cumhuriyeti ilan edildi; 1945 ile 1991 yılları arasındaki bu dönemde, katı bir komünist diktatörlükle yönetildi.

22 Mart 1992 tarihinde Arnavutluk'ta, ülke tarihinin gerçek anlamdaki ilk demokratik ve çok partili genel seçimleri yapılmıştı. Bu seçimle tek başına iktidar olabilecek gücü halktan alan Demokratik Parti, Demokratik Cephe Koalisyon Hükümetini kurmayı tercih etmişti. Bu Hükümet döneminde, köklü, siyasal, ekonomik ve sosyal reformlar gerçekleştirilmişti.

Ancak, Ocak 1997'de Arnavutluk'ta "bankerlik krizi" olarak bilinen olay ortaya çıkmış ve bu kriz sonrasındaki protesto gösterileri, zaman içerisinde yer yer isyana dönüşmüştü. Arnavutluk'un ekonomik, sosyal ve siyasal yaşamında depremlere yol açan banker skandalı ve krizinden sonra, ülke çapındaki gösterilerin ve 28 Şubatta Vlore Kentinde başlayan olayların ayaklanma boyutuna ulaşması üzerine, ülke, bir iç savaşın eşiğine gelmiş ve 1 Mart 1997 tarihinde Başbakan Meksi Başbakanlığındaki Hükümet, istifasını vermişti. 11 Mart 1997 tarihinde Ulusal Uzlaşma Hükümeti Kurulmuştu.

Bütün bu iç kaos ortamından yılan insanlar, İtalya ve Yunanistan'a büyük bir göç dalgası oluşturmuşlardı. Bu kaos sebebiyle sınırlar kapandı.

Ayrıca, komşu ülkeler, Yunanistan, İtalya, Makedonya ve Yugoslavya sınır kapılarını kapamışlardı. Ülkenin büyük bir bölümünde hâkim olan isyancılar, gelen yardımlara el koymaya başlamışlardı. Birleşmiş Milletlerin, acil insanî yardımların güvenle halka ulaştırılması için Arnavutluk'a Çokuluslu Güç gönderilmesine yeşil ışık yakan kararı Türkiye'yi harekete geçirmiştir. Geçici ve sınırlı çokuluslu koruma gücünün ülkeye gelmesini ve özellikle Türkiye'nin katılmasını Arnavutluk istemişti.

İşte, dünyanın muhtelif ülkelerinden gelecek insanî yardımların düzenli dağıtımını temin etmek üzere, Türkiye, İtalya ve Yunanistan asker gönderme kararını almışlardı. Arnavutluk'a gidecek olan Türk askerinin görev bölgesine Atina'dan itiraz gelmişti. Yunanistan, Güney Arnavutluk'ta Yunan azınlığın yaşadığı bölgede Türk askerinin görev yapmasını istemediğini açıklamıştı. Türk askerleri, havalanı ile Tiran arasında bir bölgede görev yapmaktadırlar.

Çokuluslu Güç, İtalya'nın koordinasyonu altında ve tamamen gönüllü devletlerin katılımıyla oluşmuştu. Bu yüzden, bu Güç'e gönüllülür gücü de denmekteydi. Çokuluslu Güç'e asker veren ülkeler, İtalya 2 500, Fransa 1 000, Türkiye 779, Yunanistan 800, İspanya 450, Romanya 400, Avusturya 120 ve Danimarka 60 askerle katılacaktı.

Arnavukluk'a Çokuluslu Güç gönderilmesine ilişkin AGİT'te alınan kararda öncülük yapan Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine verilen karar tasarısına da ortak sunucu olmuştu.

Arnavutluk'ta, bu dönem zarfında askerlerimiz fevkalade iyi hizmetler sundular. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, ayrıca, Dışişleri Komisyonu bünyesinde Arnavutluk Çalışma Grubu oluşturulmuştu. Bu Çalışma Grubu, 14 ilâ 16 Nisan 1997 tarihlerinde Arnavutluk'u ziyaret etmişti. Bu heyette ben de bulundum. Ziyaretin amacını şu şekilde özekleyebiliriz:

Arnavutluk'taki son gelişmeler hakkında yerinde ve doğrudan bilgilenmek, bazı ülkelerin, son zamanlarda yoğun faaliyet gösterdikleri bilinen Arnavutluk'ta, Türkiye'nin özel ilgisi ve çıkarları, tarihî ve kültürel bağları da göz önünde tutularak, gecikmeden varlığımızı göstermek ve bunu Arnavutluk'a ve üçüncü taraflara belli etmek, son olarak, zor günlerden geçmekte olan dost ve kardeş Arnavutluk'a moral vermek ve dayanışmamızı ortaya koymaktı.

Bu ziyaretten şu sonuçları çıkardık: Arnavutluk, yaklaşık yarım asırlık baskıcı bir rejimden sonra, 1992 yılından itibaren, demokrasi ve serbest piyasa ekonomisine geçerken, önemli gelişmeler kaydetmişti. Ancak, geçiş dönemi sıkıntılarının, halen, devam ettiği de bir gerçekti. Geçen yıl yaşanan olayların sebebini teşkil eden bankerlik krizi, bu geçiş döneminin birçok sıkıntısını da su üzerine çıkarmıştı. Bankerlik kriziyle kayba uğrayan halkın yağmaladığı orduya ait kışla ve depolardan sivillerin eline geçen silah sayısının 700 bine yaklaştığı ifade ediliyordu. Arnavutluk yetkililerinin uluslararası güçten beklediği, insanî yardım dağıtımındaki katkıdan ziyade, güvenliğe yönelik katkı olmuştur.

Arnavutluk'ta geçen yıl yaşanan olaylar, masum gelişmeler sayılamaz. Bütün bu gelişmeleri, bankerlik kuruluşlarının iflasıyla ve tasarruflarını yitiren halkın tepkisiyle açıklamak safdillik olur; bunlar, Sırbistan ve Yunanistan'ın Arnavutluk'u parçalamaya yönelik teşebbüslerinin bir sonucudur. Geçtiğimiz yıl Arnavutluk'un başına gelenler, Balkanlarda daha önce Bosna-Hersek'te, Bulgaristan'da, bugün de Kosova'da izlediğimiz gibi, Ortodoks dünyanın Balkanlardan, kendi ifadesiyle "Osmanlı bakiyesi" veya Müslüman toplumlar üzerindeki tehcir, etnik temizlik ve asimilasyon politikalarının uygulanması olarak açıklanabilir.

Arnavutluk'un güney bölgelerinde Yunan Ortodoks azınlık yaşamaktadır. Yunanistan, Güney Arnavutluk'a, Kuzey Epir adını vermektedir. Bankerlik kriziyle gelişen olaylarla hedef, Türkiye'ye dost bir politika izleyen dönemin cumhurbaşkanı Sali Berişa'yı ve partisini yönetimden uzaklaştırmaktı ve muvaffak oldular; Yunanistan yanlısı politika izleyen Ortodoks Fatos Nano, başbakan oldu. Yunanistan'ın Balkan politikalarında, şüphesiz, en büyük desteği Sırbistan'dan gelmektedir. Sırbistan, 1974 Anayasasına dayanan özerk yapısını 1989 yılında feshettiği ve nüfusunun yüzde 93'ünün Müslüman Arnavutlardan oluştuğu Kosova'da Yunanistan'ın desteğini almaktadır.

Yunanistan-Sırbistan ekseni, Anavutluk'u ve tüm Arnavutları sosyolojik ve coğrafi temel üzerinde parçalamayı hesaplamaktadır. 20 nci yüzyılda Batılı egemen devletler, Arnavut coğrafyasını Hıristiyan orijinli ülkelere pay etmişlerdir. İşte, Arnavutluk Devleti dışında Karadağ, Sırbistan, Makedonya ve Yunanistan arasında bu coğrafya paylaşılmıştır.

Kosova'da bu yıl cereyan eden etnik soykırım ve katliamlar görüldüğünde, geçtiğimiz yıl Arnavutluk'ta yaşanmış olan banker kriziyle yaşanan kaos ortamının sebepleri, ne tür bir senaryonun parçası olabileceği daha iyi anlaşılmaktadır.

Kosova, Sosyalist Federal Yugoslavya'nın 1974 Anayasasının özerklik statüsüne sahipti. Bu statüye göre; Kosova'nın parlamentosu vardı; polis teşkilatı, cumhurbaşkanı, Federal Konseyde diğer cumhuriyetlerle eşit oy hakkına sahipti; ancak, Slobodan Miloşeviç, 1989 yılında Büyük Sırbistan ütopyasına kavuşabilme uğruna, Kosova'nın özerklik statüsünü feshetmiştir. Kosova'da, devlet kuruluşlarında 100 binin üzerinde Müslüman Arnavut işten atılmış ve açlığa terk edilmiştir. 1990 yılında Kosova halkı referandum yapmış ve Kosova halkı bağımsızlıktan yana oy kullanmıştır. Kendi cumhurbaşkanını seçen ve parlamentosunu oluşturan Kosova'nın Arnavut yöneticileri, Batılı ülkelerin ve Amerika Birleşik Devletlerinin telkin ve tavsiyeleri yönünde hareket ederek, barış ve diyalog yoluyla sorunlarının çözümleneceğini beklemişlerdir.

1989'dan bugüne sorunlarının çözümlenmediğini gören veya çözüm hususunda ümitlerini yitiren bir kısım Kosovalı, Kosova Kurtuluş Ordusunu kurmuştur.

Şubat 1998'den itibaren Kosova'nın yüzde 50'den fazlasında, etnik soykırım ve savaş hali devam etmektedir. Cani Sırp Ordusu, Kosova'da köyleri yakmakta, yıkmakta ve toplu katliamlar yapmaktadır. Böylece, köy ve yerleşim yerleri boşaltılmaya zorlanmaktadır. Son 5 ay içerisinde iç göçe zorlanan, doğup, büyüdükleri ve yaşadıkları yerleri terk etmeye mecbur edilenlerin sayısı 100 bini aşmıştır. Ayrıca, komşu ülke Arnavutluk'a geçen kadın, yaşlı ve çocuklardan oluşan Kosovalı mültecilerin sayısı da 30 bini geçmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gıda ve ihtiyaç maddeleri ve ilaç darlığı ve hatta yokluğunun çekildiği Kosova'ya, bugüne kadar, Türkiye yardım göndermemiştir. Ancak, Arnavutluk'a sığınan Kosovalılara dağıtılmak üzere, Kızılay Teşkilatının 5 TIR'lık bir insanî yardımı, Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel'in Arnavutluk ziyaretini gerçekleştirdiği 14 ve 15 Temmuz tarihlerinde, söz konusu yardım Tiran'a ulaşmıştır. Ancak, Türkiye gibi bir büyük ülkenin 5 tırlık bir yardımla yetinmesi düşünülemez; bu yardımları Türkiye ve Kızılay sürdürmelidir.

Türkiye, yakın hinterlandında yaşayan soydaş ve akraba topluluklarının sorunlarıyla yakından ilgilenmeli, ilgi ve alakada geç ve hazırlıksız kalmamalıdır. Bu ilgi ve alakasını sürdürürken, bazen, direkt olarak ilgilenmesinin stratejik bakımdan imkânsız olduğu durumlarda, sivil toplum kuruluşlarını devreye koymalıdır. Kosova'daki son gelişmeler sebebiyle, bölge orijinli yurttaşlarımızın kurduğu 10'un üzerindeki derneğin yöneticileri, yardım kampanyası açmak için müracaat etmişlerdir; iki aydır cevap alamamaktadırlar.

Evet, Türkiye, Arnavutluk'a asker gönderecektir; Türkiye, sadece asker göndermekle kalmayacak. Türkiye'nin, Arnavutluk yetkilileri gözünde itibarı çok yüksektir. Arnavut halkının Türkiye'ye sempatisi, Yunanistan, Sırbistan ve İtalya'ya karşı antipatisi vardır; bu durum da, yüksek beklenti doğurmaktadır. Geçtiğimiz yıl, uluslararası güce asker katkımız, Parlamento heyetimizin ziyareti ve geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel'in ziyaretleri, büyük memnuniyet meydana getirmiştir. Ancak, ekonomik beklentiler mevcuttur.

Ekonomik destek için bir kredi paketi oluşturularak, altyapı projelerine destek verilirse, hem kalıcı projelere Türkiye'nin imzası atılmış olur hem de Arnavutluk'ta Türk müteahhitlerine iş sağlanabilir.

Türkiye'nin teşvikiyle daha önce başlamış olan, İstanbul-Sofya-Üsküp-Tiran ve Durres Limanı ile Adriyatik üzerinden İtalya'ya bağlayacak otoyol inşaatının bir an evvel bitirilmesi, hem Arnavutluk'un hem de bu otoyolun geçeceği diğer ülkelerin Türkiye ile olan münasebetlerini her manada pekiştirecektir.

İki ülke arasında dışticaretin sürdürülmesi ve güçlendirilmesi için, Ziraat Bankasının Tiran'da şube açması zorunluluk haline gelmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetlerinin Arnavutluk'a gönderilmesi hususunda Hükümetin yetkili kılınması için, Anayasanın 92 nci maddesine göre izin verilmesine dair Başbakanlık tezkeresine, Fazilet Partisi Grubu olarak olumlu oy vereceğimizi bildiriyor ve gidecek olan askerî birliğimizin, hayırlı hizmetlere vesile olmasını diliyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kansu.

Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Suha Tanık.

Buyurun efendim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ANAP GRUBU ADINA SUHA TANIK (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, Başbakan Sayın Mesut Yılmaz imzasıyla verilen, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Arnavutluk'taki faaliyetleri çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı ile Arnavutluk Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı arasında imzalanan protokoller uyarınca lüzum, hudut ve şümulü ve zamanı Hükümetçe takdir ve tespit edilmek kaydıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin Arnavutluk'a gönderilmesine, Anayasanın 92 nci maddesi uyarınca izin verilmesini arz eden dilekçesiyle ilgili, müsaade ederseniz, Anavatan Partisi Grubu adına görüşlerimizi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum.

Şimdi, müsaade ederseniz, Anayasanın 92 nci maddesiyle ilgili, bu konuyu ilgili kapsayan kısmını arz ediyorum: Anayasanın 92 nci maddesi "Milletlerarası hukukun meşrû saydığı hallarde savaş hali ilânına ve Türkiye'nin taraf olduğu milletlerarası andlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir" diye devam ediyor; ama, biz, bu birinci paragrafın içerisinde, şimdi, bu konuyla ilgili görüşlerimizi Genel Kurulunuza arz etmeye çalışacağız.

Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; Arnavutluk'un coğrafî konumuyla ilgili, daha önceden, bu kürsüden, değişik zamanlarda, Genel Kurulunuza bilgi arz etmiştim. 1991 senesinden itibaren, Arnavutluk'la ilgili, değişik konularda -ilgi alanım içerisinde- hem Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde hem de Türkiye Büyük Millet Meclisinde bilgi aktarmaya çalıştım. Bugün de, müsaade ederseniz, o bilgileri, çok az vaktinizi alarak, hafızalarınızı şöyle bir canlandırarak, bu konuyla ilgili gelmek istediğimiz noktayı arz etmek istiyorum:

Arnavutluk, aşağı yukarı 3,5 milyon insanın yaşadığı, Adriyatik kıyısında çok küçük bir yer. Arnavutluk'ta dört beş tane büyük şehir var. Bunlardan en büyüğü Tiran, yaklaşık 400 bin nüfuslu bir yer; hemen altında ve Elbasan'ın üstünde olan Durres, İşkodra, Vlore ve diğer üç kent geliyor. Yani, toplam şehirleri beşi altıyı geçmeyen, şirin, küçük, fevkalade mümbit toprakları olan bir yer. Arnavutluk, komünist rejimden, diğer komünist ülkelerin içerisinde en çok zarar görmüş, en eziyet görmüş halkın yaşadığı bir yer. Yani, her konuşmamda altını çizerek beyan ediyorum, Arnavutluk, Avrupa'da, aç bir Afrika ülkesi gibi kalmış bir yer.

Arnavutluk nüfusunun yaklaşık yüzde 70'i Müslüman, yüzde 20'si Yunan Ortodoksu ve yüzde 10'u da Katolik olan insanlardan oluşmaktadır. Yani, Arnavutluk, yüzde 70'i Müslüman olan, kardeş, dost insanların yaşadığı bir yer.

Arnavutluk'un Tiran Şehrinin tam orta yerinde -Sayın Cumhurbaşkanımızın da ziyaret ettiği- fevkalade güzel bir camimiz var.

Şimdi, bu bilgileri niye arz ediyorum: Bugün, Hükümetin, Genel Kuruldan onay istediği imzalanan bu askerî protokolle ilgili fevkalade önemle altının çizilmesi gereken yer, Vlore Kenti. Yani, bu porotokolde, Vlore Kentinde yapılan Paşa Limanının fevkalade büyük bir özelliği var. Benden önceki konuşmacı arkadaşım bir nebze değindi; İstanbul'dan Durres Limanına bağlanacak otoyol. İstanbul'dan çıkıp, Durres Limanına, Adriyatik Denizine, neredeyse, İtalya sahillerine kadar inecek olan bu otoyol, Türkiye'nin, Balkanlardaki aktivitesini, gücünü gösterecek ve bugün, kan gölü olan Balkanların barış haline dönüştürülmesinin en büyük etkenlerinden birini oluşturacak.

Muhterem milletvekilleri, 1996 senesinin sonlarında, 1997 senesinin başlarında Arnavutluk'ta yaşanan ve birçoğuna göre, ekonomik bir borsa krizi olan; ama, daha çok, Arnavutluk'taki merkez sağ partiye karşı komünist mafyasının ayaklandığı ve merkezinin Vlore ve civarı olduğu, daha doğrusu, Arnavutluk'un, Tiran Arnavutluk'unun güneyinde bulunan Yunanlıların, o bölgedeki hâkimiyetlerinin sağlanması açısından yapmış oldukları birtakım politik ayaklanmalar; tabiî, bu işe komünist mafyanın da önayak olması ve Vlore bölgesinde, yani, bu konuyu içine alan, bu Paşa Limanı dediğimiz Vlore bölgesinde halkın büyük çoğunluğunun mağdur olmasına sebep olmuş bir ayaklanma 1997'nin sonunda.

1997'de, o zamanın Hükümeti, Sayın Başbakan Necmettin Erbakan tarafından, Birleşmiş Milletlerin 1101 sayılı kararı gereğince, Meclis Genel Kurulundan alınan kararla buraya bir kolluk kuvvetinin, bir askerî birliğin gönderilmesi söz konusu oldu Türkiye tarafından ve 800 civarında Türk askeri gönderildi. Bunlar, burada, yine, malumatınız olduğu gibi, polis kuvveti şeklinde; yani, Arnuvutluk'taki polis gücü olmak üzere, askerî birlik değil; ama, askeri birlik olarak, polis görevi yapmak üzere, Arnavutluk'un Tiran şehrine gittiler.

Şimdi, tabiî, Arnavutluk, Arnavutluk diyoruz; ama, mesela, bir yanlış yapmamamız gerekir. Arnavutluk dediğimiz zaman, bir Tiran Arnavutluk'u var, bir Kosova Arnavutları var, bir Makedon Arnavutları var; yani, Balkanlarda yaşanan bir krizin gelişi, Arnavutluk'ta daha önce çıkmış olan krizden farklı; yani, 1997 başında Arnavutluk'ta çıkan krizin dışında -ki, ekonomik olduğu söylenmektedir; ama, daha çok komünist mafyanın merkez sağ hükümete karşı yapmış olduğu bir ayaklanmadır- Balkanlar'da; yani, Bosna-Hersek'te, Kosova'da, Makedonya'da, Karadağ'da yaşanan olay, şimdi yavaş yavaş o bölgeden Arnavutluk'a doğru sıçramaya başlamıştır.

Ben, bu konuyla ilgili olarak bu kürsüden yaptığım en son konuşmayı çok iyi hatırlıyorum; Bosna-Hersek'te yaşanan olaylardan sonra, Priştine'de, Kosova'da, Sırplar tarafından yeni olaylar başlatılmaktadır dedim. Elimde, 21 Temmuz 1998 tarihli -bir hafta önce çıkan- bir gazete haberi var. Şöyle deniyor: "Arnavut ordusu alarmda, Balkanlarda durum giderek gerginleşiyor. Sırpların Kosovalı Arnavutlara karşı düzenlediği operasyonlar sırasında, top mermilerinin Arnavutluk tarafına düşmesi üzerine, Tiran, ordusunu alarma geçirdi. Halktan, sınırdan uzak durması istendi." Buralar, birbirine o kadar yakın, o kadar iç içe girmiş topraklar ki, Sırplar tarafından Priştine civarına atılan bir top mermisinin, Tiran Arnavutluk'unun hudutları içine düşmesi mümkün.

Aslında, bence, bunlar bir tesadüf değil; Sırplar, Balkanlar'da yaygınlaşan savaşın yahut yaşanan kanlı olayların, neticede Arnavutluk'a sıçramasının öntemaslarını sağlamaya çalışıyorlar, Arnavutluk'u -Tiran Arnavutluk'unu- bu işin içerisine çekmeye çalışıyorlar. Aslında, hedef, Karadağ bölgesindeki Sancak mevkiini ele geçirmek. Çünkü, Sancak'ta da Müslüman Arnavut azınlık var. Sırplar, tamamen bu bölgeyi -Balkan bölgesini- kendilerine etnik bir yerleşim yeri yapmak ve Sırp gölü haline getirmek için çalışıyorlar. Bunu Bosna-Hersek'te başaramadılar; ama, Kosova ve Karadağ bölgesinde, Arnavutluk'un bir kısmını da içine alarak başarmaya çalışıyorlar.

Şimdi, tabiî, durum böyle olunca, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Arnavutluk'taki faaliyetleri çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı ile Arnavutluk Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı arasında bir protokol imzalanıyor. Tabiî, bu protokolun kapsamına giren faaliyetlerin neler olduğu burada yazılmamış. Protokolun içeriği konusu bizim için önemli. Burada, lojistik bakım, onarım, destek -protokolun bir kısmı elimizde var, burada sıralamışlar; biraz önceki konuşmacı sayın arkadaşımız da söylediler- tersane, er kışla binasının yapılması, onarımı, danışmanlık, teknik eleman desteği, deniz kuvvetlerine karşı destek, lojistik var; bunların hepsi doğru, hepsi güzel; ama, Arnavutluk'un yalnız askerî yardıma ihtiyacı yok, Arnavutluk'un morale ihtiyacı var, Arnavut halkının ekonomik desteği ihtiyacı var.

Bakınız, aramızda, Avrupa Konseyinde benimle beraber görev yapmış arkadaşlarım da var. Geçen bir ay içerisinde, Avrupa Konseyinde, tamamen Türkiye hedef alınarak, genel bir oylamaya gidilmek istenmişti. Orada, bizim tarafımızdan, Avrupa Konseyi İçtüzüğü gereği -bizim, Mecliste karar yetersayısı veya yoklama isteme tabir ettiğimiz- point of order'in dışında yoklama talep edilen bir dilekçenin başkanlığa verilmesi gerekiyordu. Bu dilekçeyi verebilmeniz için, başkanlıktan yoklama talep edebilmeniz için değişik 3 ülkeden 10 parlamenterin imzası gerekiyordu. Şimdi, biz, kendimiz imzaladık; ama, değişik ülkelerin milletvekillerinin; yani, orada üye bulunan 41 ülkeden 3 ülkenin 10 parlamenterinin de imzalaması gerekiyordu; en azından birer imzaları gerekiyordu. İşte, arkadaşım burada, Makedon milletvekillerinden rica ettik, Arnavut milletvekillerinden rica ettik, çekinmeden, önlerine getirdiğimiz o metni imzaladılar, yoklama isteme açısından bize yardımcı oldular.

Tabiî, bunlar, dost, kardeş ülke dediğiniz ülkeler. Bunlar, Avrupa'daki yabancı uluslararası platformlarda belli oluyor. Yoksa, gitseniz Alman'a, İngiliz'e, Fransız'a "hoş geldin kardeş" diye boynuna sarılır; ama, yarın öbürgün "şunun altına bir imza atın da, şunu, burada, bizim lehimize tezahür ettirin dediğiniz zaman, vallahi, arkalarını dönüp, yüzünüze bile bakmıyorlar.

Onun için, biz, Anavatan Partisi Grubu olarak, Hükümetimizin, Arnavutluk'a -bu protokolla ilgili- askerî lojistik destek yapmasına tam destek verdiğimizi belirtmek istiyoruz. Oraya, daha önce, Birleşmiş Milletlerle ilgili, polis kuvveti yapmak üzere gitmiş ve daha sonra, tekrar, Türkiye'ye gelmiş olan askerlerimiz var; sağ salim gittiler, sağ salim geldiler. Temennimiz, bu protokolle ilgili olarak oraya gidecek askerlerimizin de, lojistik görevlerini sağ salim yaparak, ülkemize, vatanımıza, milletimize ve bayrağımıza yakışan bir şekilde bizleri orada temsil ederek, yurdumuza sağ salim dönmeleridir. Biz, Anavatan Partisi Grubu olarak, buna destek veriyoruz.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum; sağ olun. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tanık.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Ali Dinçer; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

 

 

 

 

 

CHP GRUBU ADINA ALİ DİNÇER (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı ile Arnavutluk Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı arasında imzalanan protokol gereği Türk Silahlı Kuvvetlerinden Arnavutluk'a askerî güç gönderilmesiyle ilgili Hükümet tezkeresi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına görüşlerimizi açıklayacağım.

Değerli arkadaşlarım, aslında, bu konu son derece geniş kapsamlı bir konu. Bizim, Balkanlar'da ve Avrupa'daki gelişmelerle ilgili, yakından ilgilenmemizi gerektiren olaylar oluyor. Avrupa, yeniden yapılanıyor ve bu arada, Balkanlar, önemli ölçüde Batı Avrupa dışında bırakılıyor ve Balkanlar da, yeniden yapılanmayla karşı karşıya. Avrupa'daki önemli güçlerin hazırladığı senaryolarla, Balkanlarda da kargaşa var, karmaşa var, yeniden yapılanmayla ilgili sancılar var. Dikkat ederseniz, Batı Avrupa, Batı Roma İmparatorluğu ile Doğu Roma İmparatorluğunun sınırlarını kale alıyor, Batı Roma İmparatorluğu tarafında kalan ülkeleri ön planda tutuyor; Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içinde olan ülkeleri, başta Balkan ülkeleri olmak üzere, oryantal sayıyor, dışarıda tutuyor. Osmanlı İmparatorluğunun da sınırları, Doğru Roma İmparatorluğunun sınırlarına ulaşmıştı, onun çok az ötesine gitmişti. Örneğin, Macaristan gibi, ötesine taştığı yerler vardı. Böyle bir ortamda, özellikle bizi yakından ilgilendiren Balkanlarda, bizimle ortak tarih ve kültür birliği olan kardeş topluluklar tümüyle yok edilmek isteniyor. Avrupanın göbeğinde, Avrupanın kalbinde Bosna - Hersek'te olanları hepimiz bugün gibi hatırlıyoruz, 300 bin kardeşimiz orada, kan gölünde, etnik temizleme yöntemiyle katledildi, yok edildi. Benzer olayların Kosova'da gündeme geldiğini görüyoruz, hemen hemen benzer duyarsızlıkları, vurdumduymazlıkları Kosova'daki gelişmelerde de fark ediyoruz. Batılı güçlerin, Amerika Birleşik Devletlerinin yıllardır telkinleriyle Kosovalılar barışçıl çözüm için çaba sarf ettiler; ama barışçıl çözüm için çaba sarf eden, karşılıklı görüşmelerle sorunları çözmeye hazır olan Kosovalı kardeşlerimiz de bugün etnik temizlemeyle, katliamla karşı karşıya ve şu anda da NATO'nun müdahalesiyle ilgili konu neredeyse gündem dışında, Kosovalı kardeşlerimiz de kendi kaderleriyle başbaşa bırakılmışlar. Binlerce Kosovalı kardeşimizin Arnavutluk'a sığındığını biliyoruz, kaçacak tek kapıları Arnavutluk olduğu için, o tarafa sığınıyorlar.

Aynı Bosna-Hersek'te olduğu gibi, Kosova'da da, karşılıklı hakça bir savaşın söz konusu olmadığını biliyoruz; çünkü, Avrupa'nın en güçlü ordularından biri olan Yugoslav Millî Ordusuyla çarpışmak durumunda kaldı Bosna-Hersekliler. Aynı durum, şimdi Kosova'da söz konusu; bir yanda milis güçleri, bir yanda Avrupa'nın en güçlü ordularından birisi, Yugoslav Millî Ordusu ve bu ordu, başta Yugoslavya'nın çekirdeğini oluşturan Sırplar, bir Slav - Ortodoks ittifakı tarafından destekleniyor; yani, Avrupa'da, bir yanda Orta Avrupa ülkelerini (Çek Cumhuriyetini, Macaristan'ı, Polonya'yı) Avrupa Birliğine alan, daha sonra NATO'ya alan ayrı bir yapılanma söz konusu oluyor. Bizimle doğrudan komşu olan, bizim çok ilgili olduğumuz Balkanlarda ayrı bir yapılanma söz konusu oluyor ve biz bir NATO üyesi olarak, hemen yanımızda, Yunanistan dışında başka NATO üyesi komşular görmek isterken, onları görmemiz pek mümkün değil, en azından, yakın gelecekte, orta vadede ve bu arada, bizim, 600 yıllık tarihî, kültürel varlığımız, siyasî varlığımız, bir ölçüde Balkanlardan kazınmak isteniyor.

Böyle bir ortamda, Sırp-Ortodoks işbirliğini de, Batı Avrupa öyle fazla önemsemiyor, Sırp-Ortodoks işbirliğinin de, Balkanlardaki varlığımızı yok etme doğrultusundaki girişimlerine fazla ses çıkarmıyor. Örneğin, Bosna-Hersek olayları sırasında, Birleşmiş Mİlletlerin koyduğu ambargoyu delen, ambargoya aykırı davranan, Sırplara sürekli yardım eden, hem Avrupa Birliği üyesi olan hem NATO üyesi olan Yunanistan'dı, ona karşı hiçbir yaptırım uygulanmadı ve Yunanistan, halen bu çizgide devam ediyor.

Böyle bir ortamda, Arnavutluk, son derece önemli bir konumda. Arnavutluk'a, sadece askerî bakımdan değil, ekonomik bakımdan, siyasî bakımdan, her bakımdan Türkiye'nin yardımcı olması gerekir; çünkü, Arnavutluk, sorunlarını aşarak güçlü bir ülke haline gelirse, Balkanlarda istikrarı sağlama açısından, dengeyi sağlama açısından önemli bir rol oynayabilir ve bizimle birlikte, bir kardeş ülke olarak, Balkanlarda barış için çaba sarf edebilir. O nedenle, bu kararı desteklemek gerekiyor, bu tezkereye olumlu bakmak gerekiyor. Elbette böyle bakacağız. Daha yakın geçmişte, İngiltere, İngiltere'den binlerce kilometre ötede, Falkland adalarında üç beş bin İngiliz balıkçısının hayatını korumak için, o civardaki petrol yataklarında kendi millî çıkarını korumak için, donanmasını, ordusunu seferber etti. Biz, Balkanlarda milyonlarca kardeşimize destek olmak için, tüm gücümüzle, her boyutta, çaba sarf etmeliyiz. Elbette bizim ordumuz, sadece Türkiye Cumhuriyeti için değil, bizim tarihî, kültürel birikimimizi, kardeşlerimizi korumak için de kurulmuştur.

Gönül isterdi ki, bu konuyu burada enine boyuna tartışırken, daha somut verilerle, bilgilerle tartışabilelim ve Parlamentonun da desteğinin tam alınmasını sağlayacak bir ortamda tartışalım; ama, görüyorsunuz, burada konuyla ilgili Millî Savunma Bakanımız yok, sadece Millî Savunma Bakanımızın olmaması söz konusu değil, Bakanlığın bürokratları da yok; doğrudan bu protokolle ilgili olan, bu protokolün görüşmelerine katılmış olan bürokratlar da yok.

Maalesef, bizim, buna benzer, dış politikayla ilgili konularda Parlamentomuzun tam desteğini almak gibi bir endişemiz yok; bizim Hükümetimizin böyle bir endişesi yok. bizim Hükümetimiz, özellikle dış ilişkilerle ilgili konularda, belki de son dönemlerde, Parlamentoya en kapalı, Parlamentoya en uzak hükümet durumunda. Eğer, böyle olmasaydı, biraz önce söylediğim gibi, biz, burada, bu konuları, doğrudan, birinci derecede ilgilileriyle birlikte görüşür, tartışırdık ve bütün partiler hep birlikte, etkin olan -edilgen değil- yön veren, lider ülke Türkiye'nin dış politikalarına destek verirdik; Parlamentonun desteğiyle, Hükümetimiz çok daha etkili, çok daha başarılı olurdu.

Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, sürekli, bu konularda, Türkiye bir bölge gücüdür; Türkiye, artık bir dünya devletidir; Türkiye, bir lider ülkedir -özellikle Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra- bunun gereklerini yerine getirmek durumundadır; Türkiye, çıkarları gereği, bölgesinde istikrar ve barış için etkin politikalar ortaya koymak, atak olmak, radikal kararlar almak, gerçekçi davranmak durumundadır; edilgen olmak, lider ülke olmaya uygun düşmüyor; bu nedenle, örneğin, Kosova'yla ilgili, açık ve net bir şekilde, Kosova sorununun çözümü açısından özerklikten öte modellerin de göz önünde tutulması gerektiğini söylediğimiz zaman, iktidar ve Dışişleri "siz ülkelerin toprak bütünlüğüyle, sınırların değişmezliğiyle ilgili, uluslararası ilkelere aykırı mı davranıyorsunuz" demeye getirdiler. İlgisi yok.

Şimdi, sormak gerekir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği varken, onun toprak bütünlüğüne, sınırlarının değişmezliğine, uluslararası arenada herkes saygılıydı. Şimdi, var mı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği; yok. O dağıldıktan sonra -bereket ki barışçı bir şekilde dağıldı- ortaya çıkan bütün ülkelerin toprak bütünlüğüne, sınırlarının değişmezliğine, yine, uluslararası kurallar gereği saygımız var. Daha önce, mini bir Sovyetler Birliği sayılabilen Yugoslavya vardı. 35 yıl, Tİto'nun yönetiminde, 6 federe cumhuriyetle değişik etnik yapılar, değişik dinsel yapılar bir arada yaşadılar.

Gönül isterdi ki, Balkanlarda istikrar açısından -Türkiye'de öyle istedi, o yönde politika güttü- Yugoslav federe yapısı dağılırken, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin yapısının dağılması gibi barışçı bir dağılım olsun; hatta, yıllarca bir arada yaşayan bu 6 federe devlet, birlikteliğini Bağımsız Devletler Topluluğu yapısına benzer bir yapıyla sürdürüp eşgüdümü sağlasın, daha barışçı bir şekilde bir arada yaşamanın yollarını bulsun.

Biz, öyle yaptık. 6 cumhuriyetin 6'sının birden bağımsızlığını istedik; ama, daha önce anlattım; Avrupa'da, Balkanlarda kargaşa yaratan, yeniden yapılanmayı kan gölü içerisinde gerçekleştirmeyi öngören bazı senaryolar var. Örneğin, bazı güçlü Avrupa ülkeleri, daha önce söylediğim Batı Roma İmparatorluğu sınırları içerisinde kalan Slovenya'ya, Hırvatistan'a arka çıktılar; ama, aynı ülkeler, Bosna-Hersek'teki katliama da göz yumdular; hatta, bir ölçüde seyirci kalarak destek oldular, hem de bugünkü çağda.

Şimdi, böyle bir durumda, 1974'te, anayasal olarak özerk statüye kavuşmuş olan Kosova, 1989'da, birdenbire özerkliği ortadan kalkan bir bölge oluyor; hem de, Miloseviç, Kosova Meydan Muharebesinin 600 üncü yıldönümünde, 1989'da "bu, bir daha olmayacak" diye nutuk atarak; yani, bir daha, burada, bizim tarihî, kültürel varlığımızın yer almayacağını söyleyerek, nutuk atarak, bu özerk statüyü ortadan kaldırıyor.

Şimdi, yine Yugoslavya var, 2 federal cumhuriyet var; Karadağ, Sırbistan. Bu arada, özerk bölgeler; Voyvadina var, kendine göre statüsü olan Sancak var. Peki, Kosova'nın hiç mi statüsü yok? Sırbistan içerisinde bir bölge. Kosova'nın nüfusu yüzde 100'e yakın Arnavut; ayrı bir etnik yapı, ayrı bir dinsel yapı. 2 milyona yakın nüfus var. Federal cumhuriyet statüsünde olan Karadağ, onun dörtte 1'i kadar nüfusa sahip; kaldı ki, Karadağ'da da Arnavut nüfus var. Şimdi, Karadağ, Yugoslav yapısı içinde federatif cumhuriyet olabilecek, bazı Kosovalı Arnavut liderlerin iddia ettiği gibi, istediği gibi, özerklikten öte, Kosova, Yugoslav federasyonunun içinde bir federatif cumhuriyet olamayacak. Yani, bunun önünde bir engel mi var yahut 1974'te verilen özerklik statüsünün ötesine geçecek bir başka özerklik statüsüyle sorunun çözümüne engel mi var?

Biz, uzak görüşlü olmak durumundayız ve Türkiye'nin lider ülke olma konumunun gereğini yapmak durumundayız. 1930'larda, Türkiye Cumhuriyeti harpten yeni çıkmıştı, yorgundu, ayağa kalkmaya çalışıyordu, efsanevî Zümrüdüanka kuşu gibi, Phoenix gibi, eski bir imparatorluğun küllerinden, kendini tekrar yaratmaya çalışıyordu; ama, o günkü koşullarda bile, Mustafa Kemal Atatürk bugünleri gördü. Orta Asya'daki kardeş ülkelerde, Balkanlardaki kardeş topluluklar açısından, Balkanlardaki gelişmelerde neler olabileceğini gösterdi ve o günlerden, bugünlere hazırlanılmasıyla ilgili uyarılarda bulundu.

Şimdi, biz de, eğer donuk bir yaklaşımla Kosova sorununa bakarsak, dünü dahi hiç görmemiş olacağız; bugünü görmeyi bırakın, yarını görmeyi bırakın, dünü dahi görmemiş olacağız. Bütün bunları kale alarak, daha etkin, daha aktif, daha yön verici, daha radikal, daha gerçekçi dışpolitikaları üretmek durumundayız. Aslında, Arnavutluk'a yapılan bu askerî yardım, asker gönderme, Avlonya Limanını elden geçirme, aktif hale getirmeyle ilgili çaba, böyle bir politik anlayışın parçası. Biz, Hükümetin bu anlayışa gelip, bu yönde uygulamalar yapmasından, Cumhuriyet Halk Partisi olarak memnunluk duyuyoruz, kıvanç duyuyoruz. İstiyoruz ki, her alanda, dışpolitikada, başka boyutlardaki dış ilişkilerde, buna benzer aktif politikalar uygulanabilsin.

Değerli arkadaşlarım, bizim, bu bölgeye karşı sorumluluğumuz değişik boyutlar taşıyor. Açık ve net bir şekilde, demografi uzmanlarının yaptıkları araştırmalara göre, cumhuriyetin kurulduğu yıllarda dahi, Türkiye Cumhuriyetinin nüfusunun neredeyse yarıdan fazlası, Osmanlı İmparatorluğunun diğer parçalarından gelen göçmenlerden oluşuyordu. Hep birlikte, o gün için, Anadolu toprakları üzerinde, Trakya toprakları üzerinde olan insanlarımız Ulusal Kurtuluş Savaşını verdiler, bu cumhuriyeti kurdular. Arkasından, özellikle Balkanlardaki etnik temizleme olayları nedeniyle, Balkanlardan Türkiye'ye yoğun göç geldi. Sadece mübadele anlaşmasıyla, milyonlarca insanın, kardeşimizin Yunanistan'dan geldiğini biliyoruz. Arkasından, hepimizin hatırladığı çeşitli göç dalgaları var; bunların bir kısmı yüzbinli rakamlarla oldu; en son 1989'da olan, resmî 300 küsur bin, gayriresmî gelenlerle birlikte 500 bine ulaştı; yani, Türkiye Cumhuriyeti, Balkanlardan, Kafkasya'dan, Ortadoğu'dan, Karadeniz'in kuzeyinden, hatta, Kuzey Afrika'dan, Osmanlı İmparatorluğunun topraklarından gelen göçmenlere kapısını açmış, onlarla çorbasını, ekmeğini paylaşmış bir ülke; bizim halkımız böyle. Bu ülkelerde, şimdi, bizim kardeşlerimiz var ve o kardeşlerimizle biz akrabayız. Biz, o nedenle, Kafkasya'da, Gürcülerle, Çerkezlerle, Abazalarla, İnguşlarla, Çeçenlerle, Dağıstanlılarla, Azerilerle, hepsiyle akrabayız. Neredeyse oralarda yaşayan insan sayısı kadar, hatta, daha fazlası, onların benzeri bizim yurttaşlarımız Türkiye'de yaşıyor. Hatta, Ortadoğu ülkelerinden, İran'dan, Irak'tan, Suriye'den gelmiş çok sayıda göçmen insanımız var. hepimiz biliyoruz; doğuda Karapapak veya Terekeme diye nitelendiren aşiret göçmendir, Terek Nehrinin boyundan gelmiştir. Kars'ta, Ağrı'da, Van'da yerleşmiş Buriki aşireti, ağırlıklı Kafkasyadan göçmen gelmiştir; yani, sadece batı bölgelerinde değil, doğu ve güneydoğu bölgelerinde de, Türkiye, yoğunluklu göçmen almış, göçmen aldığı ülkelerle de ilişkisi olan bir ülke; son yüzyılda, Amerika Birleşik Devletlerinden sonra en çok göç alan ülke. Şimdi, bizim, bu bölgelere pek çok bağlarla ilgimiz olmalı, sorumluluğunuz olmalı. Bugün, Kosova'da, Bosna-Hersek'te hemen hemen bizimle ilgili bütün coğrafyalarda zor durumda olan insanlar, bizim tarihî birikimimizin hesabını veriyorlar; onlar, bizim...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Dinçer, toparlıyoruz.

ALİ DİNÇER (Devamla) – ...kültürün savunmasını yapıyorlar. Onlara her bakımdan destek olmak, tabiî, hepimizin boynunun borcudur. Böyle bir model içinde, böyle bir global yaklaşım içinde Arnavutluk'a yapılan bu askerî desteği, Arnavutluk'a gönderilecek askerî birliği memnunlukla karşılamak gerekiyor; kutlamak gerekiyor ve orada görev alacak olan değerli askerlerimize başarılar dilemek gerekiyor.

Ben, sözlerime son verirken, inşallah daha etkin, daha radikal, daha gerçekçi lider ülke Türkiye'ye yakışan dış politikaları uygulayacağız. Sadece, bugün tartıştığımız konuda değil, hemen hemen benzer bütün konularda, şimdi olduğu gibi aktif olacağız; gerekeni yapacağız. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Bir açıklamam olacak Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Sungurlu, Hükümet adına bir açıklamanız olacak.

Buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. Arnavutluk'a Türk Silahlı Kuvvetlerinin gönderilmesi hususunda, Hükümet adına, görüşlerimi ifade etmeye çalışacağım.

Saygıdeğer milletvekilleri, Arnavutluk'la olan münasebetlerimizi, Arnavutluk'a olan yakınlığımızı ve Arnavutluk'la olan akrabalık bağlarımızı ifade ettiler. Ben, son derece kısa birkaç sözle konuşmamı tamamlamak istiyorum. Bizim, Arnavutluk'la olan münasebetlerimiz, arkadaşların da ifade ettiği gibi, tarihî bir yakınlık, onun ötesinde akrabalık bağları. Öylesine bir akrabalık bağları ki, İstiklal Marşı şairimizin dahi, kökeni itibariyle bu ülkeden geldiğini unutmamamız lazım. Bu itibarla, bizim, bu ülkeye, akrabalarımızın bulunduğu bu ülkeye, bu ülkedeki insanların dertlerine yabancı kalmamız söz konusu olamaz.

Arnavutluk, kapalı rejimden fevkalade zarar görmüş, imkânları elinden alınmış, zor şartlar içindeki bir ülke. Balkanlar, bir dönemler, Osmanlı'nın bayrağı altında huzurlu yıllar yaşamış; ama, diğer Osmanlı ülkeleri gibi, daha sonra, Balkanlar da ateş çemberi içerisinde kalmış ve bu kapalı rejimden sonra görüyoruz ki, Balkanlar, yine, dünyanın çıban başı olan yerlerinden birisi ve bu bölgeden menfaatı olan diğer ülkeler, buradaki problemleri kaşımakta ve Balkanlar, her gün, yeni problemlerle karşı karşıya kalmaktadır.

Arnavut Halkı şunu görüyor: Kendi çevresindeki ülkeler içerisinde karşılıksız olarak kendisine yardım edebilecek tek ülke, Türkiye. Türkiye'nin, elbette ki, Arnavutluk'la dost olmasında, Arnavutluk'a yardım etmesinde büyük menfaatları var; ama, Türkiye, başlangıçta da söylediğim gibi, Arnavutluk'la hiçbir menfaatı olması dahi, sırf tarihî bağları ve akrabalıkları itibariyle buraya destek olmak zorunda ve bu desteğinin neticesinde de, Arnavutluk'a bir zarar vermesi, Arnavutluk'un bundan bir zarar görmesi söz konusu değil. İşte, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, daha evvel, Arnavutluk'taki faaliyetleri Arnavut halkı tarafından da yakinen görülmüş, Arnavutluk yönetimi tarafından da yakinen görülmüş ve silahlı kuvvetlerimiz Arnavutluk'ta fevkalade faydalı hizmetler görmüştür. Bunu tespit eden Arnavut halkı, yine, Arnavutluk'un bazı yatırımlarının Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yapılmasını öngörmekte, bu yapılacak yatırımların korunması ve bu arada, bu bölgelerde içgüvenliğin sağlanması açısından da Türk Silahlı Kuvvetlerinden belirli bir kuvvetin Arnavutluk'a gitmesini talep etmektedir. Bizim, bugünkü Arnavutluk'a bu çerçevede yapacağımız destek ve yardım, çok büyük boyutlarda bir destek değildir. Yapacağımız Paşalimanı Tersanesi çerçevesinde gerekli güvenliği almak ve bu inşaatın güvenliğini sağlamaktır; ama, Türk askeri, orada bulunduğu müddetçe bu görevleriyle kısıtlı kalmamış, daha önce de gerek eğitim sahasında gerek sağlık sahasında bölgedeki Arnavut halkına gerekli desteği vermiştir. Ümit ediyorum ki ve inanıyorum ki, bu gidecek olan birliğimiz de aynı desteği, aynı imkânı bölgesinde sağlayacaktır.

Bizim, Arnavutluk ile ayrıca yardımlaşma anlaşmamız söz konusudur. Arnavut subayların Türkiye'de eğitimleri söz konusudur; bu, devam etmektedir. Ümit ediyorum ki, ilerideki yıllarda, arkadaşlarımızın söylediği gibi, yalnız Arnavutluk'ta değil, Balkanlarda ve diğer ülkelerde Türkiye'nin bu kabil destekleri devam edecektir. Avrupa'daki son gelişmeler, NATO'daki son genişleme çalışmaları, BAB'ın son durumu, NATO'nun üstlendiği görevleri nazara itibara aldığımızda, bizim, Avrupa'daki gelişmelere ve bilhassa Balkanlardaki gelişmelere seyirci kalmamız söz konusu değildir. Zannediyorum ki, şu faaliyetimiz ve bugün Parlamentonun alacağı karar Türkiye Cumhuriyetinin aktif politika açısından bugüne kadar olanlardan belki de daha farklı ve Türk Silahlık Kuvvetlerinin önderliğinde yürüttüğü bir politika olacaktır.

Yüce Parlamentonun bu politikaya destek vereceğini inanıyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, tezkereyi okutup oylarınıza sunacağım.

14.7.1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Arnavutluk'taki faaliyetleri çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı ile Arnavutluk Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı arasında imzalanan protokoller uyarınca, lüzum, hudut ve şümulü ve zamanı Hükümetçe takdir ve tespit edilmek kaydıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Arnavutluk'a gönderilmesine, Anayasanın 92 nci maddesi uyarınca izin verilmesini arz ederim.

Mesut Yılmaz

Başbakan

BAŞKAN – Başbakanlık tezkeresini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Oybirliğiyle kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 27 Temmuz 1998 Pazartesi günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 18.48

 

 

 

V. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan’ın, kamu kuruluşlarına ait vakıfların denetimine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Metin Gürdere’nin yazılı cevabı (7/5551)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Mesut Yılmaz tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını talep etmekteyim.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

17.6.1998 Dr. Kâzım Arslan Yozgat

1. Kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesinde faaliyet gösteren vakıflar yeterince ve gerektiğince denetlenebilmekte midir?

2. Tarihi vakıf anlayışımızla bağdaşmayacak şekilde, vermek yerine almak esasına dayalı ve pratikte kamu kuruluşlarının bir kısım gelir ve imkânlarının vakfa aktarılması şeklinde fonksiyon icra eden, bu tür vakıfların düzeltilmesi için neler yaptınız veya yapıyorsunuz?

3. Bu durum, vakıf anlayışının istismarı değil midir?

T.C. Devlet Bakanlığı 22.7.1998 Sayı: B.02.0.010/05482

Konu: Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün 7.7.1998 tarih ve B.02.0.KKG. 0.12/106-814-13/3811 sayılı yazısı.

Yozgat Milletvekili Sayın Kâzım Arslan’ın Sn. Başbakanımıza tevcih ettiği 7/5551-13803 esas nolu yazılı soru önergesi cevabı ekte sunulmuştur.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

Metin Gürdere Devlet Bakanı

Türk Medeni Kanunu Hükümlerine Göre Kurulan Vakıflarla İlgili Hususlar

Soru 1. Kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesinde faaliyet gösteren vakıflar yeterince ve gerektiğince denetlenebilmekte midir?

Cevap 1. Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre kurulmuş olan vakıflar, kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesinde kurulmuş olan vakıflarda dahil en az 2 yılda bir olmak üzere 61 müfettiş tarafından;

– Vakıf senedi hükümlerinin yerine getirilmesi,

– Vakıf malları ile gelirlerinin gayesine uygun şekilde idare ve sarf edilmesi,

– Gelir ve harcamalarının takibi ile Vergi Usul Kanununa uygunluğu,

– Vergi kanunları başta olmak üzere diğer mercî mevzuatın icaplarına uygunluğu yönleriyle denetlenmektedir.

Soru 2. Tarihî vakıf anlayışımızla bağdaşmayacak şekilde, vermek yerine almak esasına dayalı ve pratikte kamu kuruluşlarının bir kısım gelir ve imkanlarının vakfa aktarılması şeklinde fonksiyon icra eden bu tür vakıfların düzeltilmesi için neler yaptınız veya yapıyorsunuz?

Cevap 2. Kamu kurumları, üniversiteler, mahallî idareler, meslek odaları ve sendikalar ile diğer kurum ve kuruluşların bünyelerinde kurulu bulunan vakıfların doğrudan veya dolaylı olarak, bulundukları kurum ve kuruluşlardan bağış ve yardım almalarını önlemek amacıyla 21.9.1997, 21.1.1998 ile 27.3.1998 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan tebliğlerle bazı önlemler getirilmiştir.

Ayrıca, 903 sayılı kanun ve bu kanunun uygulanmasını gösterir tüzükte gerekli değişiklik yapılması çalışmaları devam etmektedir.

Soru 3. Bu durum, vakıf anlayışının istismarı değil midir?

Cevap 3. Yürürlüğe konulan tebliğlerin yanında, ilgili kanun ve tüzükte gerekli değişiklerin yapılması halinde, sosyal hayatımıza ve kültürel varlığımıza çok önemli katkısı olan vakıfların veren-hayreden müesseseler, diğer bir ifade ile örnek ve önder bir yardımlaşma kurumu haline geleceğine inanıyoruz.

2. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Afyon Kapalı Ceza evinde bulunan bir tutuklunun duruşmalara katılmamasının nedenine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mahmut Oltan Sungurlu’nun yazılı cevabı (7/5567)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Adalet Bakanı Sayın M. Oltan Sungurlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygılarımla arz ederim.

Ersönmez Yarbay Ankara

Sorular:

Ankara Merkez Kapalı Ceza evinde sanık Emre Doğan’ı öldürmek suçundan, sanık Ramazan Bulanık Afyon Kapalı Ceza evinde yatmaktadır. Duruşması Ankara 6 ncı Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmekte olup, yapılan son 4 duruşmaya da hiçbir gerekçe belirtilmeksizin getirilmemiştir.

Sanık Ramazan Bulanık’ın duruşmalara getirilmeyişinin sebebi nedir?

Gerekçeler Mahkemeye neden bildirilmemektedir? Mahkeme talimatına rağmen sanığı Mahkemede hazır bulundurmayan ilgililer hakkında gerekli işlemler yapılmış mıdır?

T.C. Adalet Bakanlığı 17.7.1998 Bakan: 1318

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: 29.6.1998 tarihli ve Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı ifadeli, A.01.0.GNS.0.10.00. 02-14045 sayılı yazınız.

İlgi yazınız ekinde alınan, Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay tarafından Bakanlığıma yöneltilen ve yazılı olarak cevaplandırılması istenilen 7/5567-13837 Esas Nolu soru önergesine verilen cevap örneği iki nüsha halinde ilişikte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

M. Oltan Sungurlu Adalet Bakanı

Sayın Ersönmez Yarbay Ankara Milletvekili

Bakanlığıma yönelttiğiniz ve yazılı olarak cevaplandırılmasını istediğiniz 7/5567-13837 Esas Nolu soru önergesinin cevabı aşağıda belirtilmiştir.

Soru önergesine konu olan olayla ilgili olarak Afyon Kapalı Cezaevinde tutuklu bulunan adı geçen şahsa, Ankara 6 ncı Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan davasının 23.3.1998 tarihli duruşmasında ifade vermek için istediği sürenin tanındığı, ancak aynı şahsın bu dosya dışında üç ayrı tutuklama müzekkeresinin bulunması nedeniyle Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 226 ncı maddesinin dördüncü fıkrası gereğince duruşmada hazır bulundurulmayıp talimatla ifadesi alınarak hakkında 8.7.1998 gün, E: 1998/31, K: 1998/141 sayılı kararla hüküm verildiği, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 14.7.1998 tarih ve B034CBS 4060000/3/8125 sayılı yazısından anlaşılmıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

M. Oltan Sungurlu Adalet Bakanı

3. – Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli’nin, dondurulmuş parmak patates ithalinde alınan fon miktarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Işın Çelebi’nin yazılı cevabı (7/5625)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın, Dış Ticaret Müsteşarlığından sorumlu Devlet Bakanı Sayın, Işın Çelebi tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını İç Tüzüğün 99 uncu ve 100 üncü maddeleri gereğince arz ederim.

Saygılarımla.

Ali Rahmi Beyreli Bursa

16.6.1998 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan, 98/11175 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile İthalat Rejimi Kararında değişiklik yapılmasına ilişkin karar yayımlanmıştır. Buna göre, Mısır ve Kolza İthalatı kolaylaştırılırken, Dondurulmuş Parmak Patates ithalatındaki fon yükseltilmiştir. Söz konusu, kararla yürürlüğe giren özellikle Mısır İthalatında % 35 olan Gümrük Vergisinin % 20’ye çekilmesi ile ilgili olarak;

1. Mısır İthalatındaki Gümrük Vergisi % 20’ye düşürülmesinin sebebi nedir?

2. Türkiye’nin Mısır üretimi ne kadardır? Türkiye’de Mısır açığı var mıdır?

3. Türkiye’deki Mısır açığı (varsa) neden kaynaklanmaktadır?

4. TMO silolarında geçen yıldan Mısır kalmış mıdır? Miktarı ne kadardır?

5. Mısır Bitkisi İthalatı ile ilgili Gümrük Vergisi indirimi kararının, tüm Bursa Kamuoyunun karşı çıktığı, İznik Gölü kıyısında Cargill firmasına YPK kararı ile, İznik Gölü Koruma İmar Planına aykırı olarak, verilen yatırım ve üretim izni ile bir ilgisi var mıdır?

T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı 21.7.1998 Sayı: B.02.1.DTM.0.03.07.01-38909

Konu: Mısır Üretimi ve İthalatı

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: 6.7.1998 tarihli ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/5625-13957/32765 sayılı yazıları.

Bursa Milletvekili Sayın Ali Rahmi Beyreli’nin mısır üretimine ve mısır ithalatında uygulanan gümrük vergisinin % 35’ten % 20’ye düşürülmesine ilişkin ilgilide kayıtlı yazınız konusu soru önergesi incelenmiş olup, konuya ilişkin görüşlerimiz aşağıda sunulmaktadır.

Soru 1. Mısır ithalatındaki gümrük vergisinin % 20’ye düşürülmesinin sebebi nedir?

Cevap 1. Mısır, ülkemizde karma yem sanayiinde girdi olarak kullanılmaktadır. İçinde bulunduğumuz aylar, Türkiye’de mısır üretiminin olmadığı, dolayısıyla mısır ihtiyacının stoklardan veya ithalat yoluyla karşılandığı aylardır. Ancak, stokların asgari düzeye inmesi nedeniyle hayvancılık sektörünün (tavukçuluk) yem fabrikalarından uygun kalitede ve koşullarda yem teminini sağlamak üzere mısır ithalatında uygulanan gümrük vergisi oranı % 20’ye düşürülmüştür.

Bilindiği gibi TMO’nun görevleri arasında iç piyasanın düzenlemesi de bulunmaktadır. 1997-1998 yılı alım döneminde TMO 500 bir ton mısır alımı yapmıştır. Nisan ayı sonu itibariyle TMO’nun stokunda 100 bin ton mısır bulunmaktaydı. Aynı dönemde TMO 158.42 $/Ton’dan mısırı iç piyasada satmıştır. Ülkemiz eşdeğeri mısırın dünya piyasalarında FOB fiyatı 108.75 $/Ton’dur. Bu fiyata % 35 oranındaki gümrük vergisi ve navlun, sigorta gibi unsurlar dahil edildiğinde mısırın ülkemize maliyeti 183.81 $/Ton olmaktadır.

Buna göre ithal mısır maliyetinin TMO’nun yurtiçi satış fiyatına göre 25 $/Ton seviyelerinde yüksek olması nedeniyle, söz konusu ürünün gümrük vergisi oranının bir miktar düşürülmesi ülkemiz mısır ihtiyacının daha makul fiyatlarla karşılanabilmesini sağlayacaktır. Gümrük vergisinin % 20’ye inmesi sonucu ithal maliyeti 164 $/Ton civarında seyretmektedir.

Soru 2. Türkiye’nin mısır üretimi ne kadardır? Türkiye’de mısır açığı var mıdır?

Cevap 2. Türkiye’nin mısır üretimi yıllık 2 milyon ton civarındadır. Ülkemizde özellikle beyaz et ve yumurta üretiminin son yıllarda artmış olması mısır tüketimini önemli ölçüde arttırmıştır. Ayrıca, mısırın yağ ve nişasta sanayii gibi gıda sanayiinde de kullanılması, mısırda arz açığı yaratmıştır. Dolayısıyla üretim miktarına bağlı olarak son yıllarda 500-900 bin ton arasında mısır ithalatı yapılmaktadır.

Soru 3. Türkiye’deki mısır açığı (varsa) neden kaynaklanmaktadır?

Cevap 3. Türkiye’deki mısır açığı, mısıra olan talebin mısır arzının üzerinde artmasından kaynaklanmaktadır. Ancak, mısır üretiminin artırılması için; özellikle mısır üretiminde en önemli sorun olan rutubet faktörünü ortadan kaldırmak üzere bir taraftan alt yapı eksikliği giderilmekte, diğer taraftan uygun tohum, fiyat ve alım garantisi politikaları uygulanmaktadır. Bu cümleden olarak, TMO mısır kurutma cihazı ve depolama kapasitesinin artırılması için gerekli tedbirleri almaktadır. TMO, birinci ürün mısırda 1 429 000 ton, ikinci ürün mısırda 1 251 000 ton kurutma kapasitesine sahip olmasına rağmen, mısır üretiminin gelişme potansiyeli olan yerlere ayrıca toplam 525 000 ton kapasiteli mısır kurutma tesisleri kurmak üzere programını yapmış olup, iş ihale aşamasındadır.

Soru 4. TMO silolarında geçen yıldan mısır kalmış mıdır? Miktarı ne kadardır?

Cevap 4. TMO silolarında Temmuz ayı itibariyle geçen yıldan kalan yaklaşık olarak 38 000 ton mısır bulunmaktadır. Bu rakam piyasaları regüle etmek üzere kullanılmakta olup, bir taraftan da satışlara devam edilmektedir.

Soru 5. Mısır bitkisi ithalatı ile ilgili gümrük vergisi indirimi kararının; tüm Bursa kamuoyunun karşı çıktığı, İznik Gölü kıyısında Cargill Firmasına YPK kararı ile İznik Gölü Koruma İmar Planına aykırı olarak verilen yatırım ve üretim izni ile bir ilgisi var mıdır?

Cevap 5. Mısır ithalatı ile anılan firmaya verildiği belirtilen yatırım ve üretim izni arasında bir ilgi bulunmamaktadır.

Bilgilerine saygılarımla arz ederim.

Dr. Işın Çelebi Devlet Bakanı

4. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Ankara-Gölbaşı İlçesinin 1 inci derece turizm bölgesi yapılması için bir çalışma olup olmadığına ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı İbrahim Gürdal’ın yazılı cevabı (7/5677)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Turizm Bakanı Sayın İbrahil Gürdal tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygılarımla arz ederim.

Ersönmez Yarbay Ankara

Sorular:

Ankara İli Gölbaşı ilçesinin 1 inci derecede turizm bölgesi olması için Bakanlığınızca herhangi bir çalışma yapılmış mıdır? Yapılmışsa bu çalışmalar hangi aşamadadır?

T.C. Turizm Bakanlığı Hukuk Müşavirliği 23.7.1998 Sayı: B.170.HKM.0.00.00.00.00/1695-24124

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Genel Sekreterliği

Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı

İlgi: 6.7.1998 tarih ve 02-7/5677-14121-33068 sayılı yazınız.

İlgi yazınız ekinde tarafımdan cevaplandırılmak üzere gönderilen Ankara Milletvekili Sayın Ersönmez Yarbay’ın soru önergesi incelenmiştir.

Ankara Gölbaşı Turizm Bölgesi 7.11.1985 tarih ve 85/10036 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 7.12.1985 tarih ve 18951 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak ilan edilmiştir.

Ancak, 22.10.1990 tarih ve 90/1117 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı 21.11.1990 tarih ve 20702 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak ilan edilen Gölbaşı Özel Çevre Koruma Bölgesi sınırları Gölbaşı Turizm Bölgesi sınırlarını tamamıyla kapsadığından ve anılan kararın 5 inci maddesinde, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’na göre ilan edilen turizm alan ve merkezlerinin ilgili kararnameleri hükümlerinin uygulanmayacağı hükme bağlandığından Turizm Bölgesi iptal edilmiştir.

Anılan Gölbaşı Özel Çevre Koruma Bölgesinde plan yapma, yaptırma ve her türlü uygulama Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı yetkisinde bulunmaktadır.

Anılan Ankara Gölbaşı Turizm Bölgesi ve Gölbaşı Özel Çevre Koruma Bölgesinin sınır krokileri ekte gönderilmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

İbrahim Gürdül Turizm Bakanı

ANKARA-GÖLBAŞI TURİZM BÖLGESİ

KONUMU VE ÖZELLİKLERİ:

Ankara Metropolünün yaklaşık 20 km. güneyinde Mogan Gölü ve çevresini kapsayan alan halen günübirlik rekreasyon ihtiyaçlarına cevap veren bir alandır.

PLANLAMA ÇALIŞMALARI:

Turizm ve Rekreasyon amaçlı 1/5000 ölçekli Nazım İmar Plânı onaylanmış olup 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Plânı çalışmaları devam etmektedir.

HEDEFLER:

Ankara’nın eksikliği hissedilen, günübirlik rekreasyon alanlarının miktarını arttırmak ve bu tür tesisleri çoğaltmak hedeflenmektedir.

5. – Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un;

– Bazı bölgelerde özel tiyatroların oyunlarının sahnelenmesinin engellendiği iddiasına,

– Korsan kitap basımına,

Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın;

– Konya-Seydişehir-Ketenli Kasabası Kütüphane ve Okuma Salonu projesine,

– Konya-Beyşehir-Karahisar Köyü Kütüphane ve Okuma Salonu projesine,

– Konya-Beyşehir-Karaali Kasabası Kütüphane ve Okuma Salonu projesine,

– Konya,Beyşehir-Gökçimen Köyü Kütüphane ve Okuma Salonu projesine,

İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın;

– Telif ücretlerine,

İlişkin soruları ve Kültür Bakanı Mustafa İstemihan Talay’ın yazılı cevabı (7/5692, 5694, 5720, 5723, 5724, 5725, 5755)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Kültür Bakanı tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim.

Mustafa Kul Erzincan

Düşünce ve sanat hayatımızda çok önemli bir yere sahip olan özel tiyatroların, Anadolu turnelerine getirilen yasaklar oldukça düşündürücüdür.Kültür Bakanlığı’nın Anadolu’da gerçekleştirilmesinde önayak olduğu etkinlikler devam ederken, özel tiyatroların oyunlarını sergilemelerinin valiliklerce yasaklanmasına Bakanlığın seyirci kalması da dikkat çekicidir.

Ankara Birlik Tiyatrosu’nun “Bir Güzel Çirkin Kral” adlı oyunu, 12 ilde yasaklanmıştır. Gaziantep Cumhuriyet Savcılığı’nın verdiği takipsizlik kararına rağmen valilerin keyfi uygulamalarıyla oyun sahnelenemiyor.

Ankara Ekin Tiyatrosu’nun sahnelediği “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü” adlı oyun 10 ilde, Kocaeli Tiyatro Birikim’in, Nazım Hikmet’in “Şeyh Bedrettin Destanı”, Aziz Nesin’in “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz”, Güngör Dilmen’in “Kurban”, Yılmaz Erdoğan’ın “Sevim Taşan Benim” ve Adalet Ağaoğlu’nun “Çıkış” adlı yaptılarından derlendiği “Diriliş” adlı oyunu da 9 ilde yasaklandı.

1. Kültür Bakanlığı’nın görevi sanatı ve sanatçıyı desteklemekse özel tiyatroların Anadolu turnelerinde karşılaştıkları uygulamalara neden müdahale etmiyor?

2. Yukarıda belittiğim oyunlar İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerde ve yurtdışında sahnelenirken ve herhangi bir yasaklamayla karşılaşmazken Anadolu kentlerinde yasaklanması halkın sanat ve kültür eserlerinden yararlanmaları konusunda bir eşitsizliğe ve haksızlığa neden olmuyor mu?

3. Oyunları izlemek için bekleyen, uygulamayı haksız bulup protesto eden halkın istemleri gözardı mı edilecek?

4. Anadolu kentlerinde yaşayan insanlar yalnızca Devlet’in belirlediği etkinliklerden mi yararlanacak?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Kültür Bakanı tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim.

Mustafa Kul Erzincan

Korsan kitap basımına karşı ilgili çevrelerin ve Devletin zamanında önlem almaması nedeniyle şimdi gelinen nokta geri dönülmesi zor sonuçlar doğurabilir. Kültür Bakanlığı’nın korsan yayıncılığa karşı bir önlem olarak gördüğü bandrol uygulaması konusunda hazırladığı yönetmelik beraberinde pek çok soru işareti taşımaktadır.

1. Bandrol uygulaması korsan kitap basımı ve satışını önlemede tek çözüm olarak mı görülüyor?

2. Bu uygulama korsan kitapçılığı önlemede etkili olacak mıdır?

3. Bandrol uygulaması kitaba sansür getirmeyecek midir?

4. Devlet diğer sektörlere pek çok teşvik ve düşük faizli kredi olanağı sağlarken yayın sektörüne böyle kolaylıklar getirmediği için kitap fiyatlarının yüksekliğinden, dolayısıyla korsan yayıncılığı teşvik edici uygulamalardan sorumlu değil midir?

5. Kasetlere ve kompakt disklere uygulanan bandrol korsan satışları engelleyebildi mi?

6. Kaset ve kompakt disklere bandrol uygulaması bir sansür mekanizmasına dönüşmedi mi?

7. Devlet malî ya da zabıta önlemlerle korsan kitapçılık yapanları engelleyemiyor mu?

8. Kitap korsanları Devletin çeşitli kurumları tarafından korunuyor mu?

9. Korunmuyorsa neden sokaklarda korsan kitap satışlarına müdahale edilmiyor?

10. Zararlı yayın diye pek çok kitap Devlet tarafından toplatılıp imha ettirilirken, korsancılığa karşı bandrol uygulamasıyla yazarların ve yayıncıların haklarının korumaya çalışıldığı görüntüsü çelişkili değil midir?

11. Bandrol uygulaması değişen her hükümet döneminde, yazar ve yayıncıyı sıkıntıya sokmayacak mıdır?

12. Her konuda olduğu gibi, korsan kitap satışının engellenmesinde de kayıt dışı ekonominin önlenmesi gerekliliği söz konusu değil midir?

13. Türkiye’de korsan satışı yapılan tek şey kitap olmadığı halde neden kitaba bandrol uygulanmak isteniyor?

14. Bandrol uygulaması küçük yayınevlerinin kapanmasına ve dolayısıyla düşünce hayatındaki canlılığa ket vurmayacak mıdır?

15. Kitap yayıncılığı bazı tekellerin gündemine mi bırakılmak isteniyor?

16. Bandrol uygulaması kısa bir süreliğine 1941 faşist İtalya’sı dışında dünyanın neresinde uygulanmış ve uygulanmaktadır?

17. Kültür Bakanlığı’nın görevi ülkedeki yayın hayatına müdahale etmek midir?

18. Yönetmelik şeklinde çıkarılacak olan bandrol uygulaması her iktidar döneminde değişik anlayışlara maruz kalmayacak mıdır?

19. Bandrol, yazarın ve yayıncının özgürce hiçbir yerden izin almadan kitap yayınlamasını önleyecek bir uygulamaya dönüşmeyecek midir?

20. Kitabına bandrol alamayan yazar ve yayıncının hakkı nasıl korunacaktır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Kültür Bakanı Sayın İstemihan Talay tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize arz ederim.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Mustafa Ünaldı Konya

Sorular:

1. 1997 yılı Bütçesi görüşmelerinde tarafımdan Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak verilen önerge ile 1997 yılı içerisinde Konya İli Seydişehir İlçesi Ketenli Kasabasına Kütüphane ve Okuma Salonu yapılması için Bakanlığınız bütçesine aktarılmış olan 2 Milyar TL’lik ödenek söz konusu proje için kullanılmış mıdır?

2. Kullanılmışsa ne kadarı kullanılmıştır? Kullanılmamışsa gerekçesi ve söz konusu ödeneğin akibeti nedir?

3. Proje programa alınmışsa, bu yıl söz konusu proje ile ilgili çalışmalar sürdürülecek midir?

4. Kütüphane inşaatına ne zaman başlanılması düşünülmektedir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Kültür Bakanı Sayın İstemihan Talay tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize arz ederim.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Mustafa Ünaldı Konya

Sorular:

1. 1997 yılı Bütçesi görüşmelerinde tarafımdan Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak verilen önerge ile 1997 yılı içerisinde Konya İli Beyşehir İlçesi Karahisar Köyüne Kütüphane ve Okuma Salonu yapılması için Bakanlığınız bütçesine aktarılmış olan 4 Milyar TL’lik ödenek söz konusu proje için kullanılmış mıdır?

2. Kullanılmışsa ne kadarı kullanılmıştır? Kullanılmamışsa gerekçesi ve söz konusu ödeneğin akibeti nedir?

3. Proje programa alınmışsa, bu yıl söz konusu proje ile ilgili çalışmalar sürdürülecek midir?

4. Kütüphane inşaatına ne zaman başlanılması düşünülmektedir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Kültür Bakanı Sayın İstemihan Talay tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize arz ederim.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Mustafa Ünaldı Konya

Sorular:

1. 1997 yılı Bütçesi görüşmelerinde tarafımdan Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak verilen önerge ile 1997 yılı içerisinde Konya İli Beyişehir İlçesi Karaali Kasabasına Kütüphane ve Okuma Salonu yapılması için Bakanlığınız bütçesine aktarılmış olan 4 Milyar TL’lik ödenek söz konusu proje için kullanılmış mıdır?

2. Kullanılmışsa ne kadarı kullanılmıştır? Kullanılmamışsa gerekçesi ve söz konusu ödeneğin akibeti nedir?

3. Proje programa alınmışsa, bu yıl söz konusu proje ile ilgili çalışmalar sürdürülecek midir?

4. Kütüphane inşaatına ne zaman başlanılması düşünülmektedir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Kültür Bakanı Sayın İstemihan Talay tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize arz ederim.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Mustafa Ünaldı Konya

Sorular:

1. 1997 yılı Bütçesi görüşmelerinde tarafımdan Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak verilen önerge ile 1997 yılı içerisinde Konya İli Beyşehir İlçesi Gökçimen Köyüne Kütüphane ve Okuma Salonu yapılması için Bakanlığınız bütçesine aktarılmış olan 4 Milyar TL’lik ödenek söz konusu proje için kullanılmış mıdır?

2. Kullanılmışsa ne kadarı kullanılmıştır? Kullanılmamışsa gerekçesi ve söz konusu ödeneğin akibeti nedir?

3. Proje programa alınmışsa, bu yıl söz konusu proje ile ilgili çalışmalar sürdürülecek midir?

4. Kütüphane inşaatına ne zaman başlanılması düşünülmektedir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Kültür Bakanı Sayın İstemihan Talay tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Bülent Akarcalı İstanbul

Korsan kitapçılığı önlemek için gerçekleştirilen bandrol uygulaması yayın evlerini korurken, yazarları pek korumamaktadır.

1. Yazarların hakkının korunması için ne gibi tedbirler düşünmektesiniz?

2. Yazarların telif ücretlerinin yayınevlerince hakkaniyetle, uygun bir ölçüde ve kısa sürede ödenmesini nasıl temin edeceksiniz?

3. Teklif ücretini zamanında ödemeyen, 3000 kitap için ödeyip sonra 10 000 kitap basıp satan yayınevleri için ne gibi müeyyideleriniz olacaktır?

T.C. Kültür Bakanlığı 23.7.1998 Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Sayı: B.16.0.APK.0.12.00.01.940-316

Konu: Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: TBMM Başkanlığı KAN. KAR. MÜD.’nün 9 Temmuz 1998 gün ve A.01.0.GNS.0.10. 00.02-14354 sayılı yazısı.

Erzincan Milletvekili Sayın Mustafa Kul’un “Bazı bölgelerde özel tiyatroların oyunlarının sahnelenmesinin engellendiği iddiasına ilişkin” 7/5692 (EK-1) ve “Korsan kitap basımına ilişkin” 7/5694 (EK-2), Konya Milletvekili Sayın Mustafa Ünaldı’nın “Konya-Seydişehir-Ketenli Kasabası Kütüphane ve Okuma Salonu projesine ilişkin” 7/5720 (EK-3), “Konya-Beyşehir-Karahisar Köyü Kütüphane ve Okuma Salonu projesine ilişkin” 7/5723 (EK-4), “Konya-Beyşehir-Karaali Kasabası Kütüphane ve Okuma Salonu projesine ilişkin” 7/5724 (EK-5), “Konya-Beyşehir-Gökçimen Köyü Kütüphane ve Okuma Salonu projesine ilişkin” 7/5725 (EK-6) ile İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı’nın “Telif ücretlerine ilişkin” 7/5755 (EK-7) esas no.lu yazılı soru önergelerinin cevapları ekte gönderilmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

M. İstemihan Talay Kültür Bakanı

EK : 1

Cevap 1. Bakanlığımız görev alanı içinde bulunan sanatı ve sanatçıyı desteklemek faaliyetleri kapsamında; ulusal kültür ve çağdaş anlayışa uygun etkinlikleriyle kültür ve sanatımıza hizmette bulunan, tiyatro sanatının yaygınlaşıp sevilmesini, Türk Tiyatrosunun gelişmesini ve tanıtılmasını sağlayan özel tiyatrolara, 1982 yılından itibaren Özel Tiyatrolara Devlet Desteği Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde maddi destek sağlanmaktadır. Destek alan tiyatroların isimleri yürürlükte bulunan yönetmelik hükümleri çerçevesinde her yıl Valiliklere bildirilmektedir. Ancak Valiliklerce yasaklanan oyunlar hakkında işlem yapılması konusu, Valilikleri, dolayısıyla İçişleri Bakanlığını ilgilendirdiği için yasal açıdan Bakanlığımızın yaptırım gücü yoktur.

Cevap 2-4. Bazı Özel Tiyatroların Anadolu kentlerinde yasaklanması, halkın sanat ve kültür eserlerinden yararlanmaları bir eşitsizliğe neden olmaktadır. Bundan dolayı Anadolu halkı da büyük kentlerdeki gibi seviyeli, sanat ve kültür düzeyi yüksek etkinliklerden yararlanmak hakkına sahiptir. Bunun için Bakanlık olarak gerekli çaba sarfedilmektedir.

Cevap 3. Oyunları izlemek için bekleyen, uygulamayı haksız bulup protesto eden halkın istemlerinin gözardı edilmesi diye bir durum söz konusu değildir.

EK : 2

Cevap 1. Yasa koyucu bu çözümü öngörmüştür. Uygulama 12.6.1995 tarihli ve 4110 sayılı yasayla değişik 5846 sayılı kanunun 81 inci maddesinin gereğidir. Bugünkü koşullarda güvenlik hologramı uygulamasının korsan ve kaçak yayınların engellenmesinde en etkili yöntem olduğu düşünülmektedir.

Cevap 2. Güvenlik hologramı taşımayan satışa sunulmuş kitapların tespiti kolaydır. Belediyeler ve Kolluk güçleri kendi mevzuatları çerçevesinde korsan satışını engelleme hakkına sahiptir. Ayrıca, malî denetimde de kolaylık sağlayacağından caydırıcıdır.

Cevap 3. Güvenlik hologramını talep edenler bile yani eser sahipleri, hak sahipleri ve yayınevleri Bakanlığımıza tek bir kitap teslim etmemektedir. Bakanlık süreli olmayan yayınlara ilişkin kimlik bilgileri diyebileceğimiz bilgileri istemektedir. Kısaca eserin adı, yazarı, hangi yayınevince kaç adet basıldığı, matbaanın adı gibi bilgiler, güvenlik hologramı verilmesi için yeterli bilgilerdir. Eserin içerik kontrolüne ilişkin hiçbir işlem yapılmadığı gibi bu işleme neden gösterebilecek herhangi bir bilgi de istenmemektedir. Gerekli bilgiler verildiğinde, kamu görevlisinin hologram vermek dışında bir yetkisi yoktur.

Cevap 4. Korsan ve kaçak yayının hiçbir mazereti olamaz. Bakanlık olarak yayıncılık sektörüne kolaylık sağlayacak bazı girişimlerimiz olmuştur. Söz konusu girişimlerimiz neticesinde, 5 Aralık 1997 tarih ve 23191 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasınca çıkarılan tebliğle yayıncılarımız desteklenmiştir. Bu tebliğe göre kitap ithalatının finansmanı amacıyla kullanılan kredilerde, Kaynak Kullanım Destekleme Fonu’na yapılan % 6 oranındaki kesinti kaldırılmıştır.

Cevap 5. Kasetlere ve CD’lere uygulanan bandrol, korsan satışları büyük ölçüde engellenmiştir. 1998 yılı içerisinde aylık ortalama olarak 5 milyon adet bandrol satılmıştır. Sanatçıların ve Yapım Şirketlerinin haklarını korumaya yönelik bu sistemde meslek kuruluşlarının ve hak sahiplerinin piyasadaki korsan kasetlerin tespiti konusunda duyarlı davranmalarının gerekliliği hususunda da Bakanlığımız seminer ve benzeri çalışmalar içindedir.

Cevap 6. Müzik eserlerinde uygulanan bandrol bir sansür uygulamasına dönüşmemiştir. 3257 sayılı yasanın bu maddesi gereğince eserler denetlemeden geçtikten sonra bandrol verildiği halde bu uygulama sansüre yol açmamıştır. Süreli olmayan yayınlarda ise hologram uygulanmasında böyle bir denetleme mekanizması da mevcut değildir.

Cevap 7. Bugüne kadar korsan yayınların tespitinde büyük güçlükler vardı. eserin Aslıyla korsanı ayırt etmekte uzmanlar dahi zorlanmaktadır. Kamu görevlileri bir yayının korsan olup olmadığını bu sebeple tespit edememektedir. Güvenlik hologramı uygulamasından sonra yetkililer, bu hologramı taşımayan nüshanın yasal olarak çoğaltılmadığını bilecektir.

Cevap 8. Korsan yayıncılık faaliyetinde bulunanların, devletin çeşitli kurumları tarafından korunması söz konusu değildir. Somut örnek verilebildiği takdirde gerekli araştırma yapılacaktır.

Cevap 9. Şimdiye kadar korsan yayının tespit edilmesi için, herhangi bir araç yoktu. Güvenlik hologramı uygulamasıyla bir yayının korsan olup olmadığı tespit edilebilecektir.Müdahale etmesi gerekenler nezdinde gerekli girişimler yapılmıştır.

Cevap 10. Güvenlik hologramı uygulamasının birincil amacı eser sahiplerinin, yani üretenlerin, haklarının korunmasıdır. Bakanlık olarak yayınları toplatma ve imha yetkisine sahip değiliz. Kitap toplatılmasına da sebep olunmamıştır. Hologram uygulaması yazar ve edebiyatçılar tarafından destek görmektedir.

Cevap 11. Güvenlik hologramı uygulaması siyasî iktidarların insiyatifine bırakılmamıştır. 5846 sayılı yasada ve işaretleme yönetmeliğinde başvuru tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde güvenlik hologramı verilmesi hükme bağlanmıştır. Vermeme yönünde takdir hakkı yoktur. Belgelerin eksiksiz olması gerekmektedir. Herhangi bir gecikme söz konusu olamaz.

Cevap 12. Hologram uygulamasının, kayıt dışılığını önleyen bir yönü bulunmaktadır. Diğer faktörler üzerinde ise, ilgili kurum ve kuruluşlar sektör temsilcileriyle birlikte çalışmaktadır.

Cevap 13. Ticarî Marka taşıyan ürünlerin kolaylıkla taklit edildiği söylenmek isteniyorsa, bu husus bizim görev alanımıza dahil değildir. Bu konudaki yaptırımları ve mevzuatı düzenleyen Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’dır.

Cevap 14. Güvenlik hologramının satış fiyatı oldukça cüzi bir fiyattadır. Şimdilik 6 500 TL. olarak tespit ettiğimiz bu fiyat yayın evlerine ağır bir maliyet getirmeyecektir. Bu uygulama eser sahiplerinin haklarını koruyacağından kültürel nitelikli eserlerin artmasını sağlayacaktır. Diğer bir ifadeyle kültürel erozyonu önleyecek nitelikleri vardır.

Cevap 15. Tekel yaratmak söz konusu değildir. Bu uygulama iddianın aksine haksız rekabeti önleyecektir.

Cevap 16. Her toplumun kendine özgü koşulları ve bu koşulların getirdiği ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlar doğrultusunda toplumlar farklı mekanizmalar geliştirebilirler. Bu sebeple yasa koyucu 1995’te bu uygulamayı getirmiştir.

Cevap 17. Kültür Bakanı olarak yayın hayatına yapılmış hiçbir olumsuz müdahale söz konusu olmamıştır.

Cevap 18. Güvenlik hologramı uygulamasıyla ilgili Yönetmelik ve Tebliğ 30 Haziran 1998 tarihinde yayınlanmıştır. 1.7.1998 tarihi itibariyle başlatılan bu uygulamanın farklı siyasî iktidarlarla da değiştirilemeyeceği kanatindeyiz. Çünkü 52 nci Hükümet zamanında yapılan değişiklikle bandrol uygulaması getirilmiştir. 1995 tarihinden sonra görev alan farklı hükümetlere rağmen bandrolle ilgili kanun maddelerinde bir değişikliğe gidilmemiştir. Değişik siyasî iktidarların üzerinde mutabık kaldığı bu husus 55 inci Hükümet olarak uygulamaya konulmuştur.

Cevap 19. Güvenlik hologramı uygulaması eserin içeriğine yönelik hiçbir işlemi gerektirmemektedir. Bu uygulamanın eserin basımı sırasında veya basımı sonrası yapılması imkânı vardır. Kısaca eserin basılıp basılmamasıyla ilgili bir ön izin niteliği taşımamaktadır. Güvenlik hologramı eserin yasal yollardan çoğaltıldığına dair bir tespit aracıdır.

Cevap 20. Süreli olmayan yayınların ortalama maliyeti düşünüldüğünde üretim süreci girdi kabul edilse dahi maliyet açısından en düşüğü olan hologramın uygulamaya konulmaması yazar ve yayıncıyı korsan karşısında başbaşa bırakmak anlamını taşır.

EK : 3

Cevap 1. Konya İli, Seydişehir İlçesi Ketenli Kasabası’nda kütüphane binası yapımı, Bakanlığımız 1997 Yılı Yatırım Programı teklifleri arasında bulunmamasına rağmen, Bakanlığımız bütçesinin TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi sırasında önergeyle dahil edilmiş ve ayrılan 2 milyar TL. ödenek (% 5 kesintili 1 900 000 000.– TL.) Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesine aktarılmıştır. Arsa sağlanması konusunda Konya Valiliği ile gerekli yazışma yapılmış; ancak arsa sağlanamadığı için söz konusu ödenek kullanılamamıştır.

Cevap 2. Arsa sağlanamadığı için ödenek kullanılamamıştır.

Cevap 3. Bakanlığımız 1998 yılı bütçesinden söz konusu yer için 1 milyar TL. ödenek ayrılmıştır.

Cevap 4. Arsa sağlandığında iş ihale edilecektir.

EK : 4

Cevap 1. Konya İli, Beyşehir İlçesi, Karahisar Köyünde kütüphane binası yapımı, Bakanlığımız 1997 Yılı Yatırım Programı teklifleri arasında bulunmamasına rağmen, Bakanlığımız bütçesinin TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi sırasında önergeyle dahil edilmiş ve ayrılan 4 milyar TL. ödenek (% 5 kesintili 3 800 000 000.– TL) Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesine aktarılmıştır. Arsa sağlanması konusunda Konya Valiliği ile gerekli yazışma yapılmış; ancak arsa sağlanamadığı için söz konusu ödenek kullanılamamıştır.

Cevap 2. Arsa sağlanamadığı için ödenek kullanılamamıştır.

Cevap 3. Bakanlığımız 1998 yılı bütçesinden söz konusu yer için 1 milyar TL. ödenek ayrılmıştır.

Cevap 4. Arsa sağlandığında iş ihale edilecektir.

EK : 5

Cevap 1. Konya İli, Beyşehir İlçesi, Karaali Kasabasında kütüphane binası yapımı, Bakanlığımız 1997 Yılı Yatırım Programı teklifleri arasında bulunmamasına rağmen, Bakanlığımız bütçesinin TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi sırasında önergeyle dahil edilmiş ve ayrılan 4 milyar TL. ödenek (% 5 kesintili 3 800 000 000.– TL.) Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesine aktarılmıştır. Arsa sağlanması konusunda Konya Valiliği ile gerekli yazışma yapılmış; ancak arsa sağlanamadığı için söz konusu ödenek kullanılamamıştır.

Cevap 2. Arsa sağlanamadığı için ödenek kullanılamamıştır.

Cevap 3. Bakanlığımız 1998 yılı bütçesinden söz konusu yer için 1 milyar TL. ödenek ayrılmıştır.

Cevap 4. Arsa sağlandığında iş ihale edilecektir.

EK : 6

Cevap 1. Konya İli, Beyşehir İlçesi, Gökçimen Köyünde kütüphane binası yapımı, Bakanlığımız 1997 Yılı Yatırım Programı teklifleri arasında bulunmamasına rağmen, Bakanlığımız bütçesinin TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi sırasında önergeyle dahil edilmiş ve ayrılan 4 milyar TL. ödenek (% 5 kesintili 3 800 000 000.– TL.) Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesine aktarılmıştır. Ancak 1997 yılında arsa sağlanamadığı için söz konusu ödenek kullanılamamıştır.

Cevap 2. 1997 yılında arsa sağlanamadığı için ayrılan ödenek kullanılamamıştır.

Cevap 3. Bakanlığımız 1998 yılı bütçesinden söz konusu yer için 1 milyar TL. ödenek ayrılmıştır.

Cevap 4. Gökçimen Köyünde kütüphane binası yapımı için 1998 yılında arsa sağlanmış olup, iş ihale edilmek üzeredir.

EK : 7

Cevap 1. Korsan yayıncılığı önlemek amacıyla getirilen güvenlik hologramı uygulaması öncelikle eser sahiplerinin yani yazarların haklarının korunmasını amaçlamaktadır. Bu uygulama sonucunda bazı yayınevlerinin yazarların izin verdiği miktar dışında, kaçak olarak ya da izinsiz olarak eseri çoğalttıkları için bu durumun engellenmesini teminen yasa koyucu tarafından bu uygulama öngörülmüştür. Yani korsan yayını da engellemesini yasa koyucu öngörmüştür. Yazar eseri için alınan güvenlik hologramı sayısından eserin kaçak olarak çoğaltılıp çoğaltılmadığını tespit edebilecektir. Yazar her eseri için alınan güvenlik hologramlarının seri numaralarını takip ederek korsan yayını belirleme ve tedbir alınmasını isteme imkânına sahip olacaktır. Ayrıca kamu görevlilerinin de; korsan kitabı saptayabilme olanağı ortaya çıkacaktır.

Cevap 2. Yazarların telif ücretini yayınevlerince hakkaniyetle uygun bir ölçüde ve kısa sürede ödemesi hususu tarafların sözleşme hükümlerine uyup, uymamasıyla ilgilidir. Bakanlık olarak, eser sahiplerinin haklarını arayabilecekleri, takip edebilecekleri bir sistemi oluşturmakla yükümlüyüz. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu telif haklarının korunması için yeterli hükümler içermektedir. Yazarlar, haklarının ihlal edilmesi durumunda gerekli yasal işlemleri başlatabilirler. Bu konuda açılan davalar toplumun diğer kesimlerinin de konuya duyarlı olmasını sağlayacaktır. Meslek Birliklerinin daha örgütlü ve ihtiyaca cevap verebilmesi için Tüzük değişikliğine gidilmiştir. Söz konusu Tüzük değişikliği yaklaşık 8 aydır Danıştay incelemesindedir.

Cevap 3. Telif ücretinin belirlenmesi zamanında ödenip, ödenmemesi yine tarafların sorumluluğunda olan işlemdir. Taraflardan birinin sözleşmeye uymaması veya gecikmelere sebep olması konusunda 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun yanı sıra Borçlar Kanunu hükümleri de işletilebilir. Bu konuda hukuk kuralları çerçevesinde işlem yapmak veya yapmama hakkı sözleşmeye taraf olanları ilgilendirir. Ancak eser sahibinin izni dışında veya izin verdiği miktarlar dışındaki çoğaltımlarda güvenlik hologramı önemli bir tespit aracıdır. Yazar kaçak ve korsan yayını, eserleri için alınan güvenlik hologramlarının seri numaralarıyla tespit edebilmektedir. Yazar, eseri için alınan güvenlik hologramının birinci basında kaç adet alındığını ve seri numaraları bildiği takdirde kaçak yayını belirleme imkânına sahip olacaktır. Buna göre korsan ve kaçak yayın yapanlar tespit edildiğinde 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu hükümleri çerçevesinde, 3 aydan 1 yıla kadar hapis, 300 milyon TL.’dan 600 milyon TL’ye kadar para cezası uygulanabilecektir.

6. – Adana Milletvekili Yakup Budak’ın, Adana’da meydana gelen depremden zarar gören tarihi köprü ve camiye ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı Mustafa İstemihan Talay’ın yazılı cevabı (7/5807)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Kültür Bakanı Sayın İstemihan Talay tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize saygılarımla arz ederim.

6.7.1998 Yakup Budak Adana

27 Haziran 1998 Cumartesi günü Adana Merkez ve Ceyhan ağırlıklı 6.3 şiddetinde meydana gelen depremde büyük can ve mal kayıpları olmuştur. Bütün milletimizi acıya boğan deprem felaketinde 145 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 1000’in üzerinde vatandaşımız da yaralanmıştır. Ayrıca 1000 ev tamamen yıkılmış, 3658 evde büyük hasar, 7 47 evde kısmî hasar ve yaklaşık 26 000 ev ve işlerinde hasar tespit edilmiştir. Hastane, okul, köprü, cami gibi birçok kamu binasında da hasar büyüktür.

Özelde Adanalıları, genelde tüm milletimizi yasa boğan deprem felaketinin acılarının hafifletilmesi, ortadan kaldırılması Hükümetin göstereceği duyarlılıkla mümkündür.

Söz konusu tarihte meydana gelen depremde Yakapınar beldesindeki Ceyhan Nehri üzerinde bulunan tarihî Lokman Hekim Köprüsü (Misis Köprüsü) ve köprünün Geçitli tarafındaki tarihî camii büyük hasar görmüştür.

1. Tarihî Lokman Hekim Köprüsü (Misis Köprüsü) ve yanındaki kültürel varlıklarımız açısından önem arzeden tarihî camide hasar tespiti yapılmış mıdır?

2. Söz konusu tarihî köprünün ve caminin aslına uygun onarımı için çalışmalara ne zaman başlanacaktır?

T.C. Kültür Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon 23.7.1998 Kurulu Başkanlığı Sayı: B.16.0.APK.0.12.00.01.940-317

Konu: Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: TBMM Başkanlığı KAN.KAR.MÜD.’nün 13 Temmuz 1998 gün ve A.01.0.GNS.0.10. 00.02-33365 sayılı yazısı.

Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak’ın “Adana’da meydana gelen depremden zarar gören tarihî köprü ve camiye ilişkin” 7/5807-14315 esas nolu yazılı soru önergesinin cevabı ekte gönderilmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

M. İstemihan Talay Kültür Bakanı

Cevap 1. 27.6.1998 günü Adana İl Merkezi ve çevresinde yaşanan depremden sonra zarar gören tescilli kültür varlıkları ve sit alanlarında alınacak acil önlemler ve can güvenliği açısından tehdit oluşturan binaların tespiti için Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü ve Vakıflar Genel Müdürlüğü uzmanları ile Adana Valiliği Deprem Krizi Merkezi Hasar Tespit Komisyonunca gerekli çalışmalar yapılmaktadır.

Bu çalışmalar sonucunda Adana İli, Yüreğir İlçesi, Yakapınar Beldesinde yer alan ve Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 18.9.1996 gün, 2593 sayılı kararı ile tescilli olan tarihî Misis (Lokman Hekim) köprüsündeki hasarlara ilişkin 6.7.1998 gün ve 3117 sayılı Kurul kararında Köprünün açıklık, kemerler (2. 3. ve 4.) ve taşıma yüzeyinde deprem nedeniyle hasar olduğu anlaşılmıştır.

Bakanlığımız Adana Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Müdürlüğünce Tarihî Misis (Havraniye) camiinin de tamamına yakın bir kısmının yıkıldığı tespit edilmiştir.

Cevap 2. Lokman Hekim Köprüsünde deprem nedeniyle hasar olduğu anlaşıldığından acil olarak Karayolları Genel Müdürlüğünce onarıma alınmasına, onarım öncesi tekniğine uygun olarak hazırlanacak rölöve ve restorasyon projelerinin Kurula getirilmesine, halen ilgili idarece trafiğe kapatılan köprüden, onarım bitinceye kadar geçiş yapılmasının engellenmesinin uygun olacağına karar verilmiştir. Ayrıca, Bakanlığımız gereğinin ivedi olarak yapılması hususunda konuyu Adana Valiliği ve Karayolları Genel Müdürlüğüne iletmiştir.

Tarihî Misis (Havraniye) Camii Vakıflar Genel Müdürlüğünün mülkiyeti ve idaresinde bulunmaktadır. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Vakıflarını Koruma Kanununun 3386 sayılı yasayla değişik 10 uncu maddesinde; “Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde veya denetiminde bulunan mazbut ve mülhak vakıflara ait taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan cami, türbe, kervansaray, medrese, han, hamam, mescit, zaviye, mevlevihane, çeşme vb. kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi Koruma Kurulları kararı alındıktan sonra Vakıflar Genel Müdürlüğünce yürütülür” denilmektedir.

Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, kesin hasar tespiti yapılan camilere ilişkin, 30.6.1998 gün ve 3115 sayılı kararı almış, tescilli kültür varlıkları ile sit alanlarında alınacak acil önlemler ve can güvenliği açısından tehdit oluşturan binalara ilişkin ise 6.7.1998 gün ve 3116 sayılı kararı alarak, aynı kararda Adana genelinde depremden zarar gören camilere ilişkin 3115 sayılı kararın geçerli olduğunu belirtmiştir.

Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun kararları doğrultusunda, tamamına yakın bir kısmı yıkılan tarihî Misis (Havraniye) Camisine ilişkin konu, kesin hasar tespitinin yapılıp, aslına uygun olarak yeniden inşaası hususunda gerekli çalışmalar yapılmak üzere Vakıflar Genel Müdürlüğüne, Adana Valiliğine, Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna iletilmiştir.

 

BİRLEŞİM 127’NİN SONU