DÖNEM : 20 CİLT : 51 YASAMA YILI : 3

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

81 inci Birleşim

23 . 4 . 1998 Perşembe

 

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 78 inci Yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi görüşmeleri

 

 

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak iki oturum yaptı.

TBMMBaşkanvekili Yasin Hatiboğlu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Kuruluşunun 78 inci Yıldönümüne ve 23 NisanUlusal Egemenlik ve Çocuk Bayramına ilişkin bir konuşma yaptı.

Batman Milletvekili Musa Okçu’nun, Batman ve Bingöl’deki son olaylara ilişkin gündemdışı konuşmasına, İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu,

Adıyaman Milletvekili MahmutNedim Bilgiç’in, huzurevleri ve huzurevlerinde yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı Hasan Gemici;

Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, Petrol Ofisinin özelleştirilmesine ilişkin gündemdışı konuşmasına, Bayındırlık ve İskânBakanı Yaşar Topçu;

Cevap verdiler.

Avusturya ve Romanya’ya gidecek olan Başbakan Yardımcısı ve Millî Savunma Bakanı İsmet Sezgin’e, Devlet Bakanı Rifat Serdaroğlu’nun,

Çin Halk Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Işın Çelebi’ye, Bayındırlık ve İskân Bakanı Yaşar Topçu’nun,

Azerbaycan Cumhuriyetine gidecek olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer’e, Orman Bakanı Ersin Taranoğlu’nun,

Macaristan’a gidecek olan Turizm Bakanı İbrahim Gürdal’a, İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun,

Vekâlet etmelerinin uygun görülmüş olduğuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkereleri;

Parlamentolararası Birlik Türk Grubunda Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek gruba, Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın,

Türkiye-ATKarma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanlığında Türkiye Büyük MilletMeclisini temsil edecek gruba, Adana Milletvekili İ. Ertan Yülek, Gaziantep Milletvekili Kahraman Emmioğlu ve İstanbulMilletvekili Bahri Zengin’in,

Fazilet Partisi Grubunca aday gösterildiklerine ilişkin Başkanlık tezkereleri ve

Türkiye BüyükMillet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Başkanlığının, komisyonun sözcü ve kâtip seçimine ilişkin tezkeresi,

Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 21 arkadaşının, trafik kazalarının önlenmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/250) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemde yerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırasında yapılacağı bildirildi.

Zonguldak Milletvekili ÖmerBarutçu ve 59 arkadaşının, İstanbul-Kurtköy Havaalanı ihalesi için hazırlanmış olan protokol hükümlerini dikkate almadan ihalenin NATO ENF Dairesi tarafından gerçekleştirilmesini sağlamak suretiyle görevini kötüye kullandığı ve bu eyleminin Türk Ceza Kanununun 240 ıncı maddesine uyduğu iddiasıyla Başbakan A. Mesut Yılmazhakkında (9/18);

Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin ve 56 arkadaşının, Karadeniz sahil yolununun devamı olan yolların ihalesinde usulsüzlük yaparak devleti zarara uğrattığı ve bu eyleminin TürkCeza Kanununun 240 ıncı maddesine uyduğu iddiasıyla Bayındırlık ve İskân Bakanı Yaşar Topçu hakkında (9/19);

Birer Meclis Soruşturması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; soruşturma önergelerinin görüşülme günlerinin Danışma Kurulunca belirlenerek Genel Kurulun onayına sunulacağı;

Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in, Bosna-Hersek Temas Grubunun Kosova’da yaşanan son gelişmelerin ele alınacağı Bonn’da yapılan Dışişleri Bakanları toplantısına katılmak üzere, bir heyetle birlikte, 24-26 Mart 1998 tarihlerinde Almanya’ya yaptığı resmî ziyarete, İzmir Milletvekili Ahmet Piriştina’nın da iştirak etmesinin uygun görülmüş olduğuna ilişkin Başbakanlık tezkeresinin ve

20.4.1998 tarihinde dağıtılan ve aynı tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve GenelKurulun 21.4.1998 tarihli 79 uncu Birleşiminde okunmuş bulunan, Bayındırlık ve İskân Bakanı Yaşar Topçu hakkındaki (11/15) esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer almasına ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin, Genel Kurulun 28.4.1998 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisinin

Kabul edildiği

Açıklandı.

İstanbul Milletvekili Meral Akşener ve 71 arkadaşının, kanuna ve genel ahlaka aykırı şekilde mal edinmek suretiyle görevini kötüye kullandığı ve bu eyleminin TürkCeza Kanununun 240 ve 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanununun 12 ve 13 üncü maddelerine uyduğu iddiasıyla Turizm eski Bakanı ve Başbakan A. Mesut Yılmaz hakkında bir Meclis Soruşturması açılmasına ilişkin önergesinin (9/17) öngörüşmeleri tamamlanarak, Meclis Soruşturması açılması kabul edildi.

Anayasanın 100 üncü maddesine göre kurulacak komisyonun iki aylık çalışma süresinin, komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimi tarihinden itibaren başlamasının kabul olunduğu bildirildi.

Gündemin “Sözlü Sorular” kısmının :

1 inci sırasında bulunan (6/790),

2 nci sırasında bulunan (6/791),

Esas numaralı sözlü sorulara, Maliye Bakanı Zekeriya Temizel;

3 üncü sırasında bulunan (6/793),

4 üncü sırasında bulunan (6/794),

5 inci sırasında bulunan (6/800),

Esas numaralı sözlü sorulara, Devlet Bakanı Metin Gürdere;

Cevap verdiler, soru sahipleri de cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar.

5 inci sırasında bulunan (6/796),

8 inci sırasında bulunan (6/802),

Esas numaralı sözlü sorulara, Devlet Bakanı Metin Gürdere;

6 ncı sırasında bulunan (6/799),

Esas numaralı sözlü soruya Devlet Bakanı Mehmet Salih Yıldırım;

Cevap verdiler,

Alınan karar gereğince, Türkiye BüyükMillet Meclisinin Kuruluşunun 78 inci Yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve ÇocukBayramının kutlanması, günün anlam ve öneminin belirtilmesi amacıyla yapılacak görüşmeler için 23 Nisan 1998 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmak üzere, 19.01’de birleşime son verildi.

Yasin Hatiboğlu

Başkanvekili

Haluk Yıldız Ali Günaydın

Kastamonu Konya

Kâtip Üye Kâtip Üye

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

23 Nisan 1998 Perşembe

BAŞKAN: Hikmet ÇETİN

KÂTİP ÜYELER: Ali GÜNAYDIN (Konya), Haluk YILDIZ (Kastamonu)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 81 inci Birleşimini açıyorum.

(İstiklal Marşı) (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, gündemimize göre, Genel Kurulun 14.4.1998 tarihli 76 ncı Birleşiminde alınan karar uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 78 inci Yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla yapacağımız görüşmelere başlıyoruz.

II. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 78 inci Yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi görüşmeleri

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, beni, televizyonları başında izleyen sevgili yurttaşlarım; bugün, Ulusal Kurtuluş Savaşımızı yöneterek, eşsiz bir zaferle sonuçlandıran ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Türkiye Büyük Millet Meclisinin, açılışının 78 inci Yıldönümünü kutluyoruz.

Her 23 Nisan günü, bu büyük kurumun önemi ve Türk demokrasisinin gelişmesindeki tartışılmaz yeri, rejimin en büyük güvencesi olduğu gerçeği, kendini daha da kesin bir biçimde göstermektedir. Çünkü, bugün, artık, hiçbir yurttaşımız, Türkiye Büyük Millet Meclisinin varlığı dışında bir siyasal, hukuksal ve toplumsal yaşam düşünemez.

Çoğulcu bir demokraside, elbette, parlamentonun yetkileri, görev alanı, içinde yer alacağı sistemin niteliği tartışılır, tartışılabilir. Hatta, bu tür tartışmalar, demokrasinin sağlıklı gelişmesi için gerekli de olmaktadır. Çünkü, demokrasinin temeli özgür düşünce ve tartışma zemininin varlığıdır. Demokrasinin gereğine inanmış bir kişinin, parlamentosuz bir rejim düşünmesi beklenemez.

Değerli milletvekilleri, demokrasi, her yurttaşın, siyasal katılım hakkına eşit haklarla sahip olması bakımından, gerek kendi kişiliğini koruyup geliştirmede gerek bu katılmayı en ileri biçimde gerçekleştirebilmede hiçbir gücün dokunamayacağı devredilemez haklarla donatılan üstün bir rejimdir. Başka bir deyişle, temel insan hakları, geniş siyasal katılım özgürlükleri ile tüm sosyal haklar demokrasiyi en yüce yere koymaktadır.

Böyle bir mekanizma içerisinde, parlamento, ulusun özgür iradesinin, temel haklarının koruyucusu ve güvencesi olma işlevini yerine getirmekle sorumludur. Böylesine önemli ve ağır görevi olan parlamentoların, gerek rejim içindeki siyasal ve hukuksal konumları gerek toplum içindeki saygınlıkları sürekli olarak ve sağlıklı bir biçimde geliştirilmelidir. Kendisini denetleme ve geliştirme işlevini yeterince yapamayan bir parlamentonun, demokrasinin yerleşip sağlamlaştırılmasındaki etkinliği zayıflar.

Değerli milletvekilleri, Türk toplumu, kesintilere uğrasa da, 1876 yılından beri bir parlamento kültürüne yakınlaşma süreci içerisinde bulunuyor. Birinci ve İkinci Meşrutiyet dönemlerinde kurulan ve pek sağlıklı bir işlev göremeyen Parlamento, Osmanlı Sultanının kurucu iradesine dayanılarak oluşturulmuştu; ancak, ulusun, halkın bu oluşumda yeri yoktu. İkinci Meşrutiyet dönemi, bir savaş yenilgisiyle kapandı. Zaten, çökme aşamasına gelen Osmanlı Devletinin varlığı, bu yenilgiyle ortadan kalkıyordu. Acılar, sıkıntılar ve güçlüklerle geçen bir dönemden sonra karanlığa ve tutsaklığa uğratılmak istenen bu ülkede, Mustafa Kemal'in önderliğinde, ulus iradenin bir bütün olarak belirmesi ve onun bir parlamento içinde açığa vurulması zorunluluğuna, birçok engeller aşılarak, zorluklar geçilerek, 23 Nisan 1920 günü ulaşılabilmiştir. Mustafa Kemal'in üstün prestiji ve ulusal lider olarak kişiliği, bu sonucun alınmasında en büyük etkendir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyetinin Parlamentosu, tarihsel adı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi, bazı başka ülkelerde olduğu gibi, iktidar odaklarının izni ya da onlarla yapılan kanlı mücadeleler sonunda kurulmamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisini, ulusumuz, kendi isteğiyle kurmuştur. Böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi, dünyada örneği olmayan bir görev üstlenmiştir; çünkü, bir kurtuluş savaşı yönetmiştir; devlet kurmuştur. Bir yandan, ülke, bir ölüm-kalım savaşı veriyor, aynı zamanda, Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendine bağlı, kendi buyruğunda, yoktan var edercesine ulusal ve yepyeni bir ordu kuruyordu. Başkomutan Mustafa Kemal, Başkomutanlık Meydan Muharebesi, sonunda birliklerimize 1 Eylül 1922'de verdiği o unutulmaz emre, şöyle başlar: " Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları ve ordular, ilk hedefiniz Akdenizdir; ileri!" Cümlesinin altına, kendi duygularının kıvancını dile getiren şu satırları yazar: "Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi, Başkumandan Mustafa Kemal." Görülüyor ki, bütün eylemler, Türkiye Büyük Millet Meclisine dayalıdır.

Değerli milletvekilleri, ulusumuzun oluşturduğu Yüce Meclisimiz, böyle bir azim ve kararlılıkla, bağımsızlığını, yönetme kudretini, kendi kurduğu ordusuyla kazandı. Bu sonuç, yepyeni bir devletin kurulmasını sağladı. Bunun ardından atılan adımlar, bu yüce siyasal varlığın geliştirilmesi sürecidir. Halkın böylesine içinden fışkırmış bu Parlamentonun bugün gerçekleştireceği hedef, eşitlik ve özgürlük içerisinden kalkınmayı sağlamak ve demokrasiyi bütün kurumlarıyla kurup, işletmek ve geliştirmektir.

Değerli milletvekilleri, varsa, yanlışlarımızı düzelteceğiz, daha iyisini yapacağız. Bütün bunlar, ancak, ulus egemenliğinin vazgeçilmez tek organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi sayesinde gerçekleşecektir.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetimizin temel kuruluşu olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, bütün zorlukları başarıyla aşacak bir sağlam yapıya ve büyük bir birikime sahiptir; azımsanamayacak büyük görevler yapmış, başarmış, zorlukları aşmış şanlı bir geçmişi vardır.

Türkiye, kalkınmasını başarmak, ekonomik, sosyal, siyasal bütün sorunlarını çözmek, çağdaşlığın bütün unsurlarını içeren bir anlamda gelişmiş ülkelerle yarışan, onları aşan bir düzeye hızla ulaşmak zorundadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulusun iradesinden doğan o büyük ve sarsılmaz gücüyle, cumhuriyetin de, demokrasinin de, insan haklarının da, laikliğin de, sosyal hukuk devletinin de güvencesidir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde somutlaşan bu üstün irade, her zorluğu aşmaya, her görevi başarmaya muktedirdir; öyle umut ediyorum ki, başaracağız.

Değerli milletvekilleri, bugünün, bir başka büyük önemi daha var; Büyük Önder Atatürk, geleceğin büyükleri olan çocuklarımıza bu bayramı armağan etmiştir. Onları iyi yetiştirmek, onlara olanaklar sağlamak, onlara güzel ve kalkınmış bir ülke bırakmak, barış içinde bir dünya hazırlamak bizim görevimiz olmalıdır. Dünyanın en güzel çiçekleri olan yarınlarımızın güvencesi çocuklarımızın bu bayramlarını, buradan, bir kez daha kutluyorum.

Bizlere, ulus birliğimizi, bütünlüğümüzü kazandıran, özgür, bağımsız ve onurlu bir yaşam armağan eden, kurdukları cumhuriyeti sonsuza kadar korumak, yaşatmak ve yüceltmek üzere bizlere emanet eden, başta, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin devlet kurucusu kahraman üyelerini, Kurtuluş Savaşı için yaşamlarını feda eden aziz şehitlerimizi ve kanlarını akıtan gazilerimizi bir kere daha rahmetle, minnetle, saygıyla anıyorum; siz değerli milletvekillerimizi, ulusumuzun onurlu temsilcileri olarak saygı ve sevgilerle selamlıyorum. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen siyasî partilerin genel başkanlarına, genel başkanı milletvekili olmayan siyasî parti gruplarının grup başkanlarına, grubu bulunmayan ve genel başkanı milletvekili olmayan siyasî partilerin ise birer temsilcisine 10'ar dakika dolayında süreyle söz vereceğim.

Önce, söz sırasını okuyorum: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş (Alkışlar) Fazilet Partisi Meclis Grubu Başkanı Sayın Recai Kutan (Alkışlar), Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Mesut Yılmaz (Alkışlar), Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Tansu Çiller (Alkışlar), Demokratik Sol Parti Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Bülent Ecevit (Alkışlar), Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Deniz Baykal (Alkışlar), Demokrat Türkiye Partisi Meclis Grubu Başkanı Sayın Mahmut Yılbaş (Alkışlar), Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Sayın Muhsin Yazıcıoğlu (Alkışlar), Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sayın Sadi Somuncuoğlu (Alkışlar), Demokrat Parti Genel Başkanı Sayın Korkut Özal (Alkışlar), Değişen Türkiye Partisi Genel Başkanı Sayın Gökhan Çapoğlu. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, ilk söz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş'ındır.

Buyurun Sayın Denktaş. ("Bravo" sesleri, ayakta alkışlar)

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI RAUF DENKTAŞ – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Ulusunun kaderine sahip çıktığı bu günde, zulme boyun eğmemekte kararlılığını ve dünyanın en güçlü ulusları karsışında tarihine yaraşır direnişini, katıksız egemenliğini temsil eden Yüce Meclisinize, Atatürk'ün Meclisine geldim. Sizlere ulusumuzun ayrılmaz ve kopmaz bir parçası olan şehitler diyarı Yavruvatan'da onların türbedarlığını yapan kan kardeşleriniz Kıbrıs Türkleri adına hitap etme imkânını bana sağladığınız için, en içten duygularla teşekkür ediyorum. Yüce Ulusumuzun geleceği parlak olsun, yücelme yarışında önü tıkanmasın, Yavruvatan'ın üzerinden gölgesi eksilmesin, artsın duygu ve düşünleriyle sizleri selamlıyorum. (Alkışlar)

Aziz kardeşlerim, genç Türkiye'nin ve onun asil insanlarının millî iradesini temsil eden bu Yüce Mecliste, kurtuluş mücadelesinin 35 inci yılını, kurduğu cumhuriyetinin 15 inci yılını idrak etmiş olan Kıbrıs'taki soydaşlarınız, kan kardeşleriniz adına, son Meclis toplantılarınızda kutsal Kıbrıs davamız yönünde göstermiş olduğunuz ilgiye, yüreğimizi ferahlatan ve geleceğimize güvenle bakmamızı sağlayan sözlerinize en içten duygularla teşekkür ediyorum.

Aziz kardeşlerim, Kıbrıs meselesi, Türk ulusunun en haklı olduğu davalardan biridir. Hukuken ve uluslararası anlaşmalar açısından olduğu kadar, demokrasi ve insan hakları açısından da bundan daha haklı bir dava olamaz. Dünya dediğimiz malum ülkelerin ve kuruluşların bu gerçeği görmezlikten ve anlamazlıktan gelmesi, tek yanlı ölçülerle Kıbrıs'ı bir Rum Cumhuriyeti addederek, yıllardır üzerimize üzerimize gelmesi, hak ve adalet ölçülerini bir kenara iterek Rum yanlısı bir siyaset izlemesi Kıbrıs'ı birleştirici olmamış, 1960 Anlaşmalarıyla kurulmuş olan Türk-Yunan dengesini bozma eylemleri ile içte Türklere yapılan insanlık dışı muamele, Ada'yı tamamen ikiye bölmüştür.

Biz, 1960 Antlaşmalarıyla kurulmuş olan ulusal dengeleri, canımız pahasına korumakla, Türk Ulusunun, Kafkaslardan Balkanlara, Ege'den Doğu Akdenize uzanan bir bölgede barış ve istikrarın korunmasına hizmet ettiğine yürekten inanıyoruz. Mücadelemiz, bu hassas bölgede barışın temelini teşkil eden dengeleri koruma, hak ve hürriyetlerimize sahip çıkma mücadelesidir.

Yürekten bağlı olduğumuz, gözbebeğimiz gibi sevdiğimiz Anavatanımız Türkiye'nin sağladığı güvencelerle, haklarımızı yılmadan savunduk ve savunmaya devam edeceğiz. Bu gerçeği dahi görmezlikten gelerek, Kıbrıs Rumlarını meşru hükümet addetme gafleti içinde olanların konuya yaklaşımları ve Avrupa Birliğinin Yunan dürtüsüyle almış olduğu adalete ve insafa sığmaz kararları, Kıbrıs'ın kurucu ortaklarından biri olan Kıbrıs Türklerini azınlık addederek, bizi, Rumların siyasî maksatlarla yapmış oldukları bir müracaatı desteklemeye davet etmeleri, bunca yıldır Kıbrıs meselesinin iki halk arasında uzlaşma yoluyla hallini öngören tüm parametreleri de ortadan kaldırmış oldu.

Bugün, Kıbrıs Rumları, köhnemiş siyasetlerini zafere ulaştıracağına inandıkları Avrupa Birliği üyeliği müracaatından sonra, askerî yönden de Avrupa Birliği sınırlarını Kıbrıs'a çekip, Türkiye'yi Avrupa Birliğiyle karşı karşıya bırakmak için, Batı Avrupa Birliği üyeliğine müracaaat etmişlerdir.

Kıbrıs meselesi, Doğu Akdeniz Bölgesinin istikrarı ve geleceğiyle ilgili bir meseledir, Türkiyemiz için hayatî önemi olan millî bir meseledir, Girit oyununu tekrarlatmama, kökü megali ideaya dayanan Yunan gelişmesine dur deme meselesidir.

Benim tarihî sorumluluğum, Doktor Küçük'ten ve şehitlerden aldığım görev anlayışı içinde, Kıbrıs Türk Halkına olduğu kadar, ayrılmaz ve kopmaz bir parçası olmakla iftihar ettiğimiz Büyük Türk Ulusuna karşıdır. Gücümü, sabrımı bundan alıyorum; gücümüz sizden kaynaklanmaktadır; gücümüz, Anadolu'nun, Türkiyemizin mert insanlarından, kan ve can kardeşlerimizin heyecanından ve ilgisinden kaynaklanmaktadır. Bu gücü temsil eden Yüce Meclisinizin önünde konuşmanın heyecanı içindeyim. Halkım adına, şehitler adına, bunun gururunu ve heyecanını sizlerle paylaştığım için çok mutluyum.

Huzurunuzda, dünyaya bir kez daha seslenmek istiyorum: Biz barıştan yanayız, müzakereden yanayız; ancak, Kıbrıs'ta Türk olarak, haklarımızı, hukukumuzu ve özgürlüğümüzü bizden barışın bedeli olarak isteyemezler. Biz, bu anlayışla müzakereye daima açık olduk ve açık olmaya hazırız. Bunu bir kez daha dosta düşmana duyurmak istiyorum. Türk Milleti yanımda oldukça hiçbir şeyden çekinmem, çekinmeyeceğim. (Alkışlar)

35 yıldır, Rum liderliği, bizden, hak ve hürriyetlerimizden vazgeçmemizi istemektedir. Silah zoruyla yapamadıklarını uluslararası propagandayla elde etmeye çalışıyorlar. Avrupa Birliğine tek yanlı müracaat, Yunanistan'la sözde savunma anlaşması ve Yunanistan'a askerî üsler verme, Yunanistan'dan paralı asker ithali, Rusya'dan füzeler ve Avrupa Birliğinde aldırdıkları tek yanlı kararlar ortadadır. Sahte Kıbrıs cumhuriyeti bayrağı altında bu girişimler devam ederken, bizi, bu sahte Kıbrıs cumhuriyeti hükümetiyle, cemaat olarak aynı masaya oturtma çabası içinde olanlara, Kıbrıs'ta barışa hizmet etmediklerini, gaspçı Yunan'a destek olmakla, Kıbrıs'ta uzlaşma şansını baltaladıklarını devamlı surette hatırlatmak zorundayız. Eşitliğimize ve haklarımıza sahip çıkmakla uzlaşmaya hizmet ettiğimiz inancındayız.

1960'ta, Kıbrıs üzerinde kurulmuş dolan dengeleri korumak, bölge barışına ve istikrarına hizmettir. Biz, nefis müdafaasında 35 yıldır bunu yapmaktayız. Nasıl ki, 1963'te, Rum Cumhuriyetini kurmak için ortaklık cumhuriyeti yıkıldığında ayrı idaremizi kurduk, eli ve asası kanlı Makarios'a boyun eğmedik, Barış Harekâtından sonra da federasyon teklif ederek dengeyi korumak istedik. Onlar, sahte unvan altında Kıbrıs'a sahip çıkmayı yeğlediler.

Genel Sekreter, eşitliğimizi, egemenlikteki hakkımızı, Türk garantisinin devam edeceğini, iki kesimliliğin mal-mülk mübadelesiyle perçinleşeceğini, Avrupa Birliğine müracaatın anlaşmadan sonra yapılabileceğini, Kıbrıs'ın, her iki halkın vatanı olduğunu, birinin diğerine tahakküm etme hakkı olmadığını vurgulayan parametreleri masaya koymuş; fakat, sahte Kıbrıs hükümeti unvanını korumayı yeğleyen Rum tarafı, taktik icabı, masada, görüşürmüş gibi yaparak, kazandığı zamanı, bütün bu parametreleri ortadan kaldırmak için kullanmıştır.

Yunanistan'ın şantajı altında ilerlemekte olan Avrupa Birliği üyeliği süreci, bu parametrelerin tümünü ortadan kaldırmıştır. Meselenin sadece Kıbrıs meselesi olmadığını, Doğu Akdenizin istikrarı ve geleceği olduğunu hatırlamak istemiyorlar; Türk Ulusunu bölgeden çıkarma oyununu oynuyorlar. 35 yıldır, Türk Ulusunun bu bölgeden çıkarılmasına, Kıbrıs üzerindeki Türk-Yunan dengesinin Yunanistan'ın lehine bozulmasına kimsenin gücü yetmez diyoruz, anlamıyorlar. (Alkışlar) Bugün, bu mesajı, yüksek huzurlarınızda, bir kez daha tekrarlıyorum. Türk Ulusunun bu bölgeden çıkarılmasına, kimsenin, ama kimsenin gücü yetmeyecektir. (Alkışlar)

Bu şartlar altında almış olduğumuz ve ulusça desteklediğiniz kararımız, Kıbrıs meselesinin, iki devlet esasında halledilebileceğidir. İki devletin, kendi rızalarıyla kabul edebilecekleri şartlarla, ileride yeniden birleşmeleri, halklarının iradesine bağlıdır. Bunun düşünülebilmesi için, Kıbrıs Rumlarının, tüm Ada'yı bir Yunan adası olarak görmekten vazgeçmeleri, Ada'nın tümü adına söz hakları olmadığını ve Türklerin hükümeti olmadıklarını kabul etmeleri gerekir.

Yunanistan'ın şantajına yenik düşen Avrupa Birliği çevrelerinden, ikide birde "Kıbrıs'ın Avrupa Birliği üyeliğini, Türkiye'nin veto etme veya engelleme hakkı yoktur; Kıbrıs Türklerinin, bu müracaatı engelleme hakkı yoktur" beyanatları gelmektedir. Böylelikle, Avrupa, şampiyonluğunu yaptığını iddia ettiği temel ilkeleri çiğnemekte oluyor.

Kıbrıs Rumları, Ada'yı Yunan yapmak için, otuzbeş yıldır yürüttükleri mücadeleyi zaferle taçlandırmak için, Rusya'dan füzeler almakta, silaha günde 2 milyon dolar harcamakta, Yunanistan'a askerî üsler vermekte, aziz vatanımız Türkiye'nin ne kadar düşmanı varsa onlarla işbirliği yaparak, hedefe varmak istemektedirler; silahla, savaşla yapamadıklarını, Avrupa Birliği yoluyla yapma yolundadırlar. Türk-Yunan dengesini bozarak Kıbrıs'a sahip çıkma oyunlarının başarıya ulaşamayacağını, geçmişe bakarak anlamalıydılar.

Biz, yavruvatan Kıbrıs'ta, şehitler diyarında, kendi cumhuriyetimizde, garantör, kahraman askerlerimizin himayesinde, demokratik rejimimizi barış içerisinde devam ettirmek kararındayız. Kimseden bir şey talep etmiyoruz; sadece, barışı ve uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan haklarımızı savunuyoruz. Barış, gerçekler üzerine kurulur. Yapay dünyalarla barışı sağlamak mümkün değildir. Kıbrıs'taki barış, Ada'daki ve Doğu Akdenizdeki gerçeklere dayalı olacaktır. Biz, Rumların haklarına saygılıyız. Onların hükümeti olalım demiyoruz. Tüm Kıbrıs'ın hükümeti oldukları iddiasından vazgeçmelerini bekliyoruz. Kıbrıs'ın meşru hükümeti olduklarını iddia etmekle, 1963'te başlattıkları insanlıkdışı saldırıyı sürdürmekte olduklarını artık idrak ederek, bundan vazgeçmelerini bekliyoruz.

Bunları söylerken, kaderin ve halkımın omuzlarıma koymuş olduğu görüşmecilik görevinde, Türk Ulusunun ve onun kopmaz bir parçası olan Kıbrıs Türk Halkının haklarının korunması hususunda hata yapma hakkım olmadığının idraki içindeyim. Doğru yolda olduğumu, 65 milyonun heyecanından ve bu yüce ulusun temsilcileri olarak siz milletvekillerinin, parti ayırımı yapmaksızın, Kıbrıs konusundaki gönül birliğinden alıyorum. (Alkışlar) Bu inançla, huzurlarınızda, ne Kıbrıs Türk'ü Türkiye'den ne de Türkiye Kıbrıs'tan vazgeçemez ve vazgeçmeyecektir diyorum. (Alkışlar) Huzurlarınızda, uluslararası camiaya, bu duygularla sesleniyorum: Gerçeklere dayalı yaklaşımlarda, bizi, her zaman yanınızda bulacaksınız; işbirliğine açık olacağız; ancak, hiç kimse, bizden, hakkımızı, hukukumuzu ve özgürlüğümüzü pazarlığa tabi tutmamızı ve Kıbrıs üzerinde var olan Türk-Yunan dengesinin, Avrupa Birliği oyunlarıyla, Yunanistan lehine bozulmasına razı olmamızı istemesin.

Büyük Atatürk'ün "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesi bizim düsturumuz olmuştur. Atatürk çocukları olarak, ömrümüzü, bu düstur uğruna, mücadeleyle geçirdik. İnsanlarımız şehit oldu; geçmişi unutamayız; gelecekte, geçmişin tekrarlanmamasını istiyoruz. Bu nedenledir ki, müzakere için çağrı yapanlara, kiminle, hangi statüde, neleri nasıl müzakere edeceğiz sorularını sorup, hak ve hukukumuzu koruma kararlılığımızı gösteriyoruz.

Dostlarımızı ve müttefiklerimizi, dostluğun bir gereği olarak, 35 yıldır devam ettirdikleri hatalı yoldan, gerçekçi yola, hak ve hukuk yoluna davet etmeyi görev biliyoruz. Bunu yanlış anlayanlar, bana müzakereden kaçmak istediğimi söyleyenler, uzlaşma istemediğimi söyleyenler vardır; bana, kimse bunu söyleyemez. 1968'den bu yana, halkım adına ve daima Türkiye'nin de güveniyle müzakerelerde halkımı temsil ediyorum. Hukukun üstünlüğüne bakmaksızın, Kıbrıs Rumlarını meşru hükümet olarak görmeyi yeğleyenler, benim, haklarımızı koruyarak sergilediğim yapıcı tutumu değerlendirmemekte ısrar ediyorlar. Onlara göre, gaspçı Rum idaresini meşru hükümet olarak tanımamak affedilmez bir suç oldu; ben, bu suçu işlemeye devam edeceğim.

Kıbrıs Rum İdaresinin hükümetimiz olmadığını, hiçbir zaman da olamayacağını savunacağım. Gerçekleri görmek istemeyenlere, Kıbrıs'la ilgili, Birleşmiş Milletler süreci içinde ortaya çıkmış olan her anlaşmanın, benim inisiyatifim ve Türkiye'nin desteğiyle mümkün olduğunu, bunların tümünden kaçan tarafın, Rum - Yunan tarafı olduğunu hatırlatmaya devam edeceğim. Türk Ulusu, benim milletim, Anadolu'nun kahraman insanları arkamızda olduğu sürece, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini savunmaya gururla ve huzur içinde devam edeceğiz. ("Bravo" sesleri, alkışlar)

Her zaman, bizden, yakın himaye ve desteklerini esirgememiş olan; başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Başbakanına, hükümetlerine, silahlı kuvvetlerimize ve özetle Türk Ulusuna en içten duygularla teşekkür ediyorum.

Yetmiş yıllık ömrümde, almış olduğum en büyük şeref ve haz, Türk Ulusunu, bu kutsal davada, devamlı surette, yanımızda ve birlikte görmek olmuştur.

Atatürk'ün bu Meclisinden, siz vatandaşlarıma, en iyi dileklerimi sunuyorum ve "Türkiye zeval görmesin, Anavatan zeval görmesin" sözleriyle sizleri selamlıyorum. ("Bravo" sesleri, ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş'a teşekkür ediyorum.

Söz sırası, Fazilet Partisi Meclis Grubu Başkanı Sayın Recai Kutan'da.

Buyurun Sayın Kutan. (FP sıralarından ayakta alkışlar, DYP sıralarından alkışlar)

FAZİLET PARTİSİ GRUBU BAŞKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) – Sayın Başkan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Muhterem Cumhurbaşkanı, sayın milletvekilleri, televizyonlarının başında bizleri takip eden aziz vatandaşlarım; hepinizi, Fazilet Partisi Grubu adına, saygıyla selamlıyorum.

Bugün, 23 Nisan 1998. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23 Nisan 1920'deki açılışının üzerinden tam 78 yıl geçti. Tarihimizin en önemli olaylarından biri olan işte bu 23 Nisanı, milletçe, Millî Hâkimiyet, Ulusal Egemenlik Bayramı ve Çocuk Bayramı olarak kutlamaktayız. Aziz milletimizin bu iki bayramını yürekten kutluyor, bu güzel ve anlamlı bayram günlerimizin, ülkemizde, birlik, beraberlik, hoşgörü ve huzur ortamının gelişmesine vesile olmasını temenni ediyorum.

Bu bayramlarımızın ve kutlamaların çok büyük önemi olduğuna inanıyoruz. Özellikle Ulusal Egemenlik Bayramı vesilesiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin faaliyetlerini ve ülkemizdeki demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin gerçek durumunu gözden geçirmek fırsatını buluyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yaklaşık bir asır önce, Batılı emperyalist güçler, sömürülerinin önünde en büyük engel olarak gördükleri Osmanlı Devletini parçalamayı ilk hedef olarak benimsemişlerdi; çünkü, Osmanlı Devleti, altı asır boyunca, hakkın ve adaletin temsilcisi, mazlum toplulukların savunucusu olmuştu. Hedeflerine ulaşabilmek için, bu emperyalist güçler, içimizden ve dışımızdan, çeşitli yollara başvurdular ve bizi Trablus, Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarını yapmaya mecbur kıldılar. Yaklaşık on yıl süren savaşlardan sonra, önümüze Sevr Anlaşmasını koydular. İşte, o zaman, aziz milletimiz, Türkiye'nin her köşesinde "ya istiklal ya ölüm" diyerek ayağa kalktı. 1918'den başlayarak, Mustafa Kemal Paşa'nın öncülüğünde, beş yıl süreyle İstiklal Savaşımızı yaptık. İstiklal Savaşımızın yürütülmesi ve başarıya ulaştırılması, 23 Nisan 1920'de toplanan Büyük Millet Meclisi ile mümkün olmuştur.

Mustafa Kemal Paşa imzasıyla bütün Anadolu'ya gönderilmiş olan çağrı mektubunda, Büyük Millet Meclisinin 23 Nisan 1920 Cuma günü açılacağı, açılıştan önce Hacı Bayram Veli Camiinde cuma namazının kılınacağı, namazdan sonra Lihyei saadet ve Sancakı Şerif alınarak dualarla Meclise gidileceği bildirilmişti.

Büyük Millet Meclisi, 78 yıl önce, şu gayeleri gerçekleştirmek için kurulmuştur:

Düşmanı ülkemizden kovmak, tam bağımsızlığı temin etmek, ülkemizde hak ve adalete dayanan adil bir yönetimi, cumhuriyet rejimini kurmak.

23 Nisan 1920'de kurulan ve toplanan, bu Birinci Büyük Millet Meclisi, halkın gerçek temsilcisi olarak, ideal bir meclis hüviyetiyle çalışmış, her türlü güçlüğe ve imkânsızlığa rağmen, vatanı, düşman işgalinden kurtarıp, bağımsız Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur.

Millî hâkimiyet -yani, bir yönüyle, demokrasi- bayramını kutladığımız bu günde, millî hâkimiyet üzerinde bilhassa durmakta fayda görmekteyiz.

Birinci Büyük Millet Meclisi, bu ilkeye, sarsılmaz bir samimiyet ve sadakatle bağlıydı. Bu Meclisin tek gayesi, halkın arzu ve taleplerine uygun bir icraat yapmaktı. Bu anlayışla İstiklâl Savaşımız yapıldı ve sömürülen bütün ülkelere de öncülük edildi.

Bu Meclisin öncelikle benimsediği "hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ilkesindeki "kayıtsız şartsız" sözünün açık manası, kimsenin kendisini milletin üzerinde görmemesi ve millete kayıt ve şart koşmaya kalkışmamasıdır. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DYP sıralarından alkışlar)

Millî hâkimiyet ve demokrasiye inanmanın vazgeçilmez üç şartı vardır:

Hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu kabul etmek.

Milletin esas olduğunu, devletin ise onlara hizmet için var olduğunu kabul etmek.

Milletin kararına ve gösterdiği yola da saygılı olmak. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DYP sıralarından alkışlar)

Yukarıda da belirtildiği gibi, Birinci Meclis, bu prensiplere sadakatle bağlıydı.

Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; ilk Meclisimizin kurulduğu 1920 yılından bugüne kadar, dünyada demokrasi, insan hakları ve özgürlük anlayışlarında çok büyük gelişmeler olmuştur. Demokratik yeniden yapılanma ve değişim talepleri, her yerde yüksek sesle ifade edilmeye başlanmıştır.

Türkiye'de, Meclis kurulup, millet hâkimiyetinin bu manada tecelli ettiği bir dönemin ardından bile, bugün demokrasinin beşiği sayılan Avrupa'da, totaliter rejimlerin uygulandığı birçok ideolojik devletler vardı. Mesela Nazi Almanya, faşist İtalya ve İspanya gibi. İşte, bu tip ideolojik devletlerin en belirgin özelliği, devleti kutsal saymaları, baskıcı ve otoriter olmalarıdır. Anayasalarında devlet yüceltilirken, fert, önemsiz bir ayrıntı olarak kayda geçmiştir. Bu durumda, devlet, hep buyuran, emreden ve cezalandıran bir konumda işlev görmüştür. Bu tip devletler, yasaları, vatandaşların tümünün haklarını korumak için değil, öncelikle kutsal ideolojilerini korumak ve kollamak için çıkarmışlardır. (FP sıralarından alkışlar) Bu tür totaliter ve otoriter devletlerin gözünde, devletin kutsallarıyla uyumlu vatandaşlar, ancak makbul vatandaşlardır; düşünce hürriyetinden yana olanlar ise, sakıncalı...

Teorik olarak, anayasal metinlerde, bütün vatandaşların eşit oldukları söylense bile, pratikte, devletin ideolojisiyle çelişen vatandaşlar sakıncalı olarak görüldüklerinden, anayasal hak ve hürriyetlerden tam anlamıyla yararlanamamaktadırlar. Toplumu homojenleştirmek, tektipleştirmek, totaliterliğin doğal bir gereğidir. İdeolojik devlet yanlıları, kendilerini hep toplum mühendisleri olarak görmüşlerdir. Onlar, toplumu var olduğu biçimiyle kabul etmemiş, baskıcı yöntemlerle toplum inşa etmeye yönelmişlerdir.

Memnuniyetle ifade edelim ki, bu tip devletler, medenî dünyadan silinmiştir ve halen, sadece geri kalmış ülkelerde görülmektedirler.

Bugün, dünya devletlerinin büyük bir çoğunluğunda, demokratik ve özgürlükçü değerlere, kendi tarihî kimliklerine ve özelliklerine yönelim olmuştur. Hiç kuşkusuz, kendi ülkemiz ve toplumumuzda da, bu kaçınılmaz değişimi gerçekleştirmek zorundayız; aksi takdirde, medeni olma iddiamız havada kalır. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Bu şartlarda, dünyada hâkim olan yeni devlet anlayışı şöyledir: Devlet, her şeyden önce, birey ve topluma ait bir hizmet organizasyonu olmalı; bireyin ve toplumun üstünde, kutsal bir güç şeklinde kabul edilmemelidir. Farklı toplum kesimlerine karşı eşit mesafede duran, hâkim değil, hakem konumunda olan, herkesin temel hak ve özgürlüklerini garanti altına alan, hukukun üstünlüğünü vazgeçilmez bir ilke olarak benimseyen bir devlet... Bugün, arzulanan ve düşünülen devlet şekli böyledir. Hiç kimseye, dininden, düşüncesinden, etnik kimliğinden ve yaşam tarzından ötürü "sakıncalı" muamelesi yapmayan, farklılıkları, zenginleştirici bir öğe olarak benimseyen, bu farklılıklardan dolayı hiç kimseye zulmetmeyen bir devlet... (FP sıralarından "Bravo" sesleri alktışlar, DYP sıralarından alkışlar) Bütün bu vasıflarıyla, herkesin, iftiharla "işte benim devletim" diyebileceği bir devlet...

Övünerek ifade ediyoruz ki, 1920'de kurulan Millet Meclisimizin temelinde, yukarıda saydığımız bu temel hedefler ve prensipler vardı; ama, bugün, maalesef, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusunda önemli sıkıntılarımızın olduğu görülmektedir. Bazı çevrelerin, Türkiye'yi, 1940'lı yılların "tekparti" dönemine, bu dönemin şartlarına döndürmek için çalışmalar yaptıkları, milletimizin gözünden kaçmamaktadır. Türkiyemizde, demokrasinin, insan haklarının ve hukuk devletinin yerleşmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu ilkelere tam sahip çıkmasıyla mümkündür. Ancak, son dönemlerde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, bu ilkelerin korunması hususunda yeterince hassasiyet göstermediğini üzüntüyle müşahade etmekteyiz.

Muhterem milletvekilleri, çok iyi bilinmelidir ki, baskıyla, halkı sindirerek, çoğulcu demokrasiyi, insan haklarını, hukukun üstünlüğü ilkesini yok etmek mümkün değildir. Fazilet Partisi olarak biz, bu konudaki mücadeleyi, azim ve kararlılıkla, aklın ve ilmin gösterdiği yolda, yetmiş milyon insanımızı kucaklayarak, hep birlikte yapacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, aynı zamanda, Çocuk Bayramını da kutluyoruz. Bu bayram, bizim çocuklarımıza da, yeryüzündeki bütün çocuklara da kutlu olsun. Çocuklarımız, geleceğimizin teminatıdırlar. Onları, millî ve manevî değerlerimize bağlı, milletimizin ve insanlığın saadeti için çalışan nesiller olarak yetiştirmek en önemli görevimizdir. Çocuklar için özel bir bayram gününe sahip ilk ülke olmanın memnuniyetiyle, bütün dünya çocuklarına, barışa, sevgiye, hoşgörüye dayanan, mesut bir dünya diliyoruz.

Bu gün münasebetiyle, başta, Birinci Büyük Millet Meclisinin Başkanı Mustafa Kemal Atatürk ve o Meclisin bütün üyelerine Allah'tan rahmet diliyoruz.

Yüce Meclisimizin kıymetli üyelerini, bu arada, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetimizin çok muhterem Cumhurbaşkanını, saygıdeğer misafirlerimizi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

23 Nisan Bayramımız kutlu olsun. (Alkışlar)

BAŞKAN – Fazilet Partisi Meclis Grubu Başkanı Sayın Recai Kutan'a teşekkür ederim.

Söz sırası, Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Mesut Yılmaz'ındır.

Buyurun Sayın Yılmaz. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanı, değerli milletvekilleri, saygıdeğer konuklar, televizyonlarında bizi izleyen sevgili yurttaşlarım; hepinizi, Anavatan Partisi adına saygıyla selamlıyorum.

Yüce Meclisimizin 78 inci Kuruluş Yıldönümünü, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınızı en içten dileklerimle kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, Millî Mücadelemizin ve onun eşsiz kahramanı, büyük devlet ve siyaset adamı Atatürk'ün en büyük eseri cumhuriyetimizdir. Bu yıl, 75 inci yıldönümünü kutlayacağımız cumhuriyetimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisinde tecelli eden tek ve tartışmasız millet iradesinin kararıdır ve ebediyete kadar payidar kalacaktır.

23 Nisan 1920'de kurduğumuz Meclisimiz, hem istiklal mücadelemiz hem de siyaset tarihimiz açısından fevkalade önemli değerler taşımaktadır. Kendi halkına karşı düşmanla işbirliği yapan şahsî yönetimin yerine, halkın irade üstünlüğünü egemen kılan savaşlar, bu Meclisin kararıyla kazanılmıştır. En açık deyimiyle, bu Meclis, İstiklal Savaşımızın karargâhıdır. Bu Meclis, devletimizi kuran Meclistir; şahıs iradeleriyle keyfîliğin doruklaştırıldığı sorumsuz yönetim üslubundan, kayıtsız şartsız millet egemenliğindeki devlet ve yurttaş ahlakına varışın zaferidir. En gerçek ifadesiyle belirtmek istiyorum ki, devleti, milleti için var eden ve onun emrinde hizmete yönelten üstün iradenin tecelli ettiği yerdir.

Değerli milletvekilleri, Yüce Meclisimiz, kurulduğu ilk günün heyecanı ve sorumluluğuyla, 78 yıl sonra, yine aynı yönetim disiplini ve yasama ahlakıyla görevini sürdürmektedir. Karşılaşılan her güçlüğü, yaşanan her sorunu, aynı görev ciddiyeti ve sorumluluk idrakiyle aşmaya muktedir olduğunu da her vesileyle kanıtlamıştır. En büyük kanıtı, kendisinden başka hiçbir kudretin varlığını tanımayan, yasama ve yönetim yetkisini, sadece millet egemenliğine dayandıran azmi ve kararlılığıdır. Bu azim ve kararlılık, devletin, sadece millet için var olduğu gerçeğinde tezahür eder. Devletin, millet için var olması demek, kendi temel nitelikleriyle, milletin vazgeçilmez hak ve özgürlüklerinin gerçekleştirileceği hizmetleri deruhte etmesi demektir. Millet egemenliğinin gerçek tarifi budur.

Değerli milletvekilleri, Anayasamızda açıkça belirtildiği gibi, Türk Devleti, vazgeçilmesi imkânsız birtakım niteliklere sahiptir. Demokratik, laik, insan haklarına saygılı sosyal bir hukuk devleti olma nitelikleri, cumhuriyetimizin temel ilkeleridir ve devlet, bu nitelikleriyle milletinin emrindedir. Milletimiz, vazgeçilmesi imkânsız temel hak ve özgürlüklere sahiptir. Düşünce özgürlüğü, evrensel anlamda din ve vicdan özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü, çağımızın uygar ve aydınlık dünyasında, ülkemizin saygın ve üstün değerlerini oluşturmaktadır. Devletin, milletine karşı meşruluk ve sorumluluk anlayışında hizmet vermesinin temel kaynağını oluşturan millet iradesi ve kayıtsız şartsız millet egemenliği, demokratik, laik, sosyal hukuk devletinde hedeflerine kavuşmaktadır.

Değerli milletvekilleri, politika, önünde sonunda gelir, yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkilere dayanır. Bu ilişki, devletin, millet emrinde hizmet arz eden niteliğinin belirlenmesidir. Özgürlüklerle yasalar arasındaki ilişkiler, devletin, meşruluk ve sorumluluk içinde hizmet arzının önemini ve değerini belirler. Bu önem ve değer, kendisini demokratik yönetim anlayışında ve ahlakında sergiler.

Demokrasi, kendi değerlerini içine sindiren ve gereğini yerine getiren sorumlu siyasetçi ahlakı ve disipliniyle ayakta kalabilir. Bu disiplini idrak edemeyen ve bu ahlakî değerleri hiçe sayan anlayışların egemen olduğu yönetimlerde demokrasiden ve millet iradesinden söz etmek imkânı yoktur. Demokrasinin taşıdığı değer, bütün sorunların bu çatı altında çözüme ulaştırılmasıyla temin edilir. Zira, bunun dışındaki bütün çözüm alternatifleri ve önerileri, millet iradesinin ve egemenliğinin, bilerek zaafa uğratılması demektir. Bu zaaf, kaynağını ve dayanağını millî egemenlikten alan özgürlüğün, eşitliğin ve adaletin sağlanmasını ve korunmasını tehlikeye düşürebilecek bir tehdit niteliği taşır.

Devletin meşruluk ve sorumluluk çerçevesinde hizmet anlayışının kaynağı da, dayanağı da, millet iradesidir ve bu iradenin en meşru ve sorumlu zemini, üyesi olmakla övündüğümüz Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Bu zemin, sadece ülkemizde değil, dünyadaki saygın ve sürekli yerimizin ve değerimizin de kaynağıdır. Aziz Atatürk'ün, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma vasiyetinin günümüz koşullarındaki ideal ifadesi, yani, 21 inci Yüzyılı Türklerin asrı yapma hedefi, dünyadaki bu saygın ve kudretli varlığımızın değerleriyle zafere ulaşacaktır.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetimizin temel niteliklerinden olan laiklik, yeni Türk devletini uygar dünyaya bağlayan önemli bir olgunlaşma süreci oluşturmuştur. Düne kadar, Yüce Allah'ın gölgesi olarak kendinde ilahî kudret vehmedenler, yerini, milletin gerçek iradesinde tezahür eden hâkimiyetle nihayete erdirilmişlerdir. Laikliğin tanımladığı evrensel inanç ve vicdan özgürlüğümüz, uygar ülkelerle eşdüzeyli ve bilimsel modernleşmenin kaynağı olmuştur. Türk laiklik anlayışı, mütedeyyin yurttaşlarımızın inançlarını en üst düzeyde koruyan huzur ortamını oluşturmuştur. Yüzde 99'u Müslüman olan bu ülkede her yurttaş, Anayasanın kendisine tanıdığı temel haklarını kullanarak, din ve ibadet özgürlüğünü, hiçbir tereddüte mahal vermeyecek açıklıkla ve vicdan huzuruyla kullanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, zaman zaman, ülkemizin koşullarında kendini tekrar eden ve sıkıntı yaratan gelişmeler olmuştur. Her ülkenin tarih yolculuğunda karşılaşılması muhtemel bu tür aksamalar, Türk Milletinin o mükemmel sağduyusunda daima en gerçekçi hükümlere bağlanmış ve toplumu yaralamayan biçimlerde sonuçlandırılmıştır. Bu başarı, Türk insanının çağdaş uygarlık düzeyini amaçlayan dehasının eseridir. Bu deha, çağdaşlığın ve laikliğin değerleriyle kişilik kazanmış, bilgi ve beceriyle üstünleşmiş, özdeğerlerini koruyan toplumsal terbiyesiyle değişime yönelmiştir. Bu değişim, gelişmenin ve çağdaşlaşmanın bereketini getirmiştir. Bu bereket, ulusal ve evrensel barışın kaynağı olmuştur. Türkiye, ulusal ve evrensel barışın mümtaz siması olarak daima en seçkin yerini korumuştur ve koruyacaktır.

Değerli milletvekilleri, yeni yüzyıl, bilgi çağı insanlarının yönlendireceği bir müstesna zaman aralığı olacaktır. Böyle müstesna zamanlarda toplumlar, devletin nitelikleriyle, milletin haklarını ve özgürlüklerini mükemmelleştiren dengeleri kurarlar. Bu dengede, demokrasi, laiklik ve çağdaşlık, her aşamada yeni değişimleri ve reformları zorunlu kılacaktır. Türk toplumundaki olgunluk düzeyinin ve gelişme talebinin bu değişimlerden uzak kalması elbette düşünülemez. Bu gelişme ve değişme sürecinde, mutlaka yerimizi alacak ve görevlerimizi yerine getireceğiz. Özdeğerlerimize olan bağlılığımız, inançlarımıza olan saygımız, milliyetçi ve muhafazakâr anlayışımız ve ahlakımız, bu görevlerdeki başarımızın tükenmeyen kaynağını oluşturacaktır. Yeni yüzyılın giderek zorlaşan hedeflerine, bu berrak kaynağa sahip ülkemiz kadar cesaretle meydan okuyacak başka hiçbir ülke düşünemiyorum.

Değerli milletvekilleri, Anayasamız, ülkemizin omurgasıdır. Bu ülkenin varlığını ve gücünü oluşturan bütün kurum ve kuruluşlar, Anayasanın tarif ettiği görevler, haklar ve sorumluluklar disiplininin dışında hiçbir farklılık iddiasına sahip olamazlar, hiçbir ayrıcalık taşıyamazlar. Hiç kimse, hiçbir şart altında sınırsız yetkiye sahip değildir ve hiç kimse, Anayasaya sadakat borcundan muaf tutulamaz. (ANAP, DSP ve DTP sıralarından alkışlar)

Türkiye, aklın, sevginin, saygının, vatan sevgisinin, inanç ihtişamının, ulusal hoşgörünün bir terkibidir. Bu terkip, ulusumuzun ufkunu daima açık ve aydınlık tutmuştur. Şimdi, yeni bir yüzyılın eşiğindeyiz. Bu eşik, açık ve aydınlık ufkumuzun eşiğidir. Hiçbir güç, bu ufku karartamayacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından ayakta alkışlar; DSP, DTP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Mesut Yılmaz'a teşekkür ediyorum.

Söz sırası, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Tansu Çiller'in.

Buyurun Sayın Çiller. (DYP sıralarından ayakta alkışlar; FP sıralarından alkışlar)

DOĞRU YOL PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI TANSU ÇİLLER (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanı, sayın milletvekilleri, değerli konuklar; Doğru Yol Partisi adına, sizleri ve televizyonları başında bizleri izleyen halkımızı saygıyla selamlıyorum.

Yüce milletimizin ve her şeyimizle birlikte demokratik cumhuriyetimizi emanet edeceğimiz sevgili çocuklarımızın bayramını yürekten kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 78 inci yıldönümünü kutladığımız bugün, başta, Büyük Önder Atatürk'ü, bir ulusun yeniden doğuşu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşu için canını veren aziz şehitlerimizi, hür ve bağımsız yaşama iradesini, bu mübarek topraklara mühür gibi kazıyanları, rahmetle, minnetle, şükranla anıyor; manevî huzurlarında saygıyla eğiliyorum. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli milletvekilleri, tarih, boşuna yaşanmış bir tecrübe değildir; geleceğimize ışık tutar, yürüdüğümüz yolu aydınlatır. Birinci Meclisin, Kurtuluş Savaşını yürüten Meclisin kabul ettiği 1921 tarihli Anayasa şu maddeyle başlar: "Hâkimiyet bilâkaydüşart milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir." Dünyada, bunun bir başka örneği yoktur. Hiçbir millet, o kadar olumsuz şart içinde böyle bir prensibi bütünüyle hayata yansıtmamıştır, yansıtamamıştır; emsalsiz, benzersiz bir örnektir. Aynı şekilde, parlak, şanlı bir tecrübedir. Egemenlik, ulusa aittir. Sevr zincirleri, tarif edilen bu egemen irade tarafından kırılmıştır. Bu iradeyle, Türk Milleti açlık, yokluk, sefalet içinde bile varını yoğunu seferber etmiş, imkânsızı başarmıştır.

Düşman, Ankara'nın dibine, Polatlı'ya kadar gelmişken, Meclis çalışmaktadır; tartışmakla, doğru hareket tarzını belirlemekle meşguldür. Ordu, Büyük Millet Meclisinin ordusudur. Büyük Atatürk, Millet Meclisinin kararıyla, Başkumandan atanmaktadır. Türk'ün ateşle imtihan edildiği günlerde, milletin iradesiyle Kurtuluş Savaşı verilmektedir. Bu, bütün dünya için emsalsiz bir örnektir. İşgal atındaki bir ülke, millî iradenin üstünlüğü prensibine sarılarak eşsiz bir zafer kazanmış, bir imparatorluğun yıkıntıları arasından genç, dinamik, onurlu bir devlet yaratmıştır. Bizim tarihimizin gurur sayfasıdır bu.

"Tarih boşuna yaşanmamıştır" dedim; evet, boşuna yaşanmamıştır. Atatürk, bu devleti, meşru bir zeminde kurmuştur. O meşru zemin, halkın iradesine dayalı, Türkiye Büyük Millet Meclisidir; halkın iradesinden kopmamış bir Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Yalnız Kurtuluş Savaşı yıllarında değil, cumhuriyetin en güçlü dönemlerinde dahi, O, Yüce Meclisten ve Meclise dayanan millî iradeden güç almıştır. "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sözü, gerçek bir toplum sözleşmesi niteliğini taşımaktadır. Zaman zaman, toplum hayatımızda, devletimizle, demokrasimizle, cumhuriyetimizle ilgili tartışmalar yapılırken, Atatürk'ün devletin temeline koyduğu millî irade harcı hiçbir zaman unutulmamalıdır. Yine unutulmamalıdır ki, 21 nci Yüzyılın çağdaş dünyasının ve muasır medeniyet seviyesinin temel hedefi, tam ve standartları yükseltilmiş bir demokrasi olacaktır. Bakınız, yine Atatürk, 27 Ocak 1923'te, İzmir'de, Hükümet Konağında halk temsilcilerine "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sözünü anlatırken ne diyordu: "Kayıtsız şartsız tabiriyle kastedilen hâkimiyet, milletin elinde tutmak, bu hâkimiyetin bir zerresini, sıfat, isim, ne olursa olsun, hiçbir makama vermemek, verdirmemektir." (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; FP sıralarından alkışlar)

Kısacası, hiçbir sorunun millî iradeyi aşan bir çözüm tarzı yoktur. Bir millet, kendi kendisini, günlük mülahazalarla değil, işte, bu tür belgelerle tanımlar. Böylesi büyük tarih, bir milleti millet yapar. Temelinde bu denli köklü, yaygın ve etkin bir toplumsal mutabakat varsa, o devlet büyük olur. Böyle bir temel üzerinde kurulmuş bir devletin istikameti, kesin olarak demokrasidir. Öyleyse, hiçbir bahane veya oluşum, bu temel tercihten vazgeçmemizin bir gerekçesi sayılamaz. Şayet, devleti, devletin tarihini ve temel değerlerini bir bütün olarak göremez ve bir bütün olarak korumanın gayreti içerisinde olamazsak, doğru gerekçelerle, büyük yanlışlara sapmamız kaçınılmazdır. Devletin herhangi bir niteliğine yönelik bir tehdit algılaması, bir başka temel niteliğin ortadan kaldırılmasına veya zedelenmesine gerekçe yapılamaz. (DYP ve FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Şayet, demokrasiye, onun sorun çözme yeteneklerine inancımız bu seviyede değilse, aslında, bizim herhangi bir soruna çözüm üretmemiz de mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, Birinci Meclisin halefi olan bizler, şu duvarda yazan "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir" sözünün anlamını sorgulamalıyız. 78 yıl önceki Meclisle, bugünkü Meclisi karşılaştırmalıyız ve bu 23 Nisanda şu soruyu sormalıyız: Bugünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi, millî iradeyi ne kadar temsil ediyor?

HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Yüzde yüz...

DOĞRU YOL PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI TANSU ÇİLLER (Devamla) – 78 yıl öncesinin Meclisine ne kadar layığız? Millî iradeyi küçümseyenler, kendilerini milletin üzerinde görenler, bu Meclisin üzerine gölge düşürürlerse, ulusal egemenlik bayramı ne anlam ifade eder? "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" prensibine sadakat, bizim devletimizin, hem varlık hem de meşruiyet sebebidir. Genç cumhuriyetimizin üzerine oturduğu toplumsal mutabakat, bu prensip üzerine sağlanmıştır; Türk Milletinin birlikte yaşama arzusu, bu prensiple formüle edilmiştir. Şayet, bir devlet, bütün kurum ve kuruluşlarıyla böyle bir prensip üzerine örgütlenmişse, varacağınız nokta, zorunlu olarak demokrasidir; hem de, eksiksiz, tam, şüphesiz bir demokrasidir (DYP sıralarından alkışlar) bütün kurum ve kurallarıyla işleyen, çağdaş standartlarda bir demokrasidir. Bu itibarla, Yüce Meclis, kaynağını halktan almayan hiçbir egemenlik iddiasına meşruiyet tanıyamaz. Tanırsa, kendi meşruiyeti tartışmalı hale gelir. İleri sürülebilecek hiçbir mazeret, Birinci Meclisin karşı karşıya olduğu şartlardan daha ağır değildir; birbirimizi kandırmayalım, milleti kandırmayalım. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri alkışlar, FP sıralarından alkışlar)

Bu 23 Nisan günü, ben, bu Mecliste, 78 yıl önce görev yapanların ve Büyük Atatürk'ün manevî huzurunda hicap duyuyorum, çocuklarımızın önünde hicap duyuyorum. (ANAP, DSP, CHP sıralarından gürültüler; DYP ve FP sıralarından alkışlar)

İSMET ÖNDER KIRLI (Balıkesir) – Kendinden hicap duy...

İSMET ATALAY (Ardahan) – Yolsuzluklarından hicap duy...

DOĞRU YOL PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI TANSU ÇİLLER (Devamla) – 1999 yılının 23 Nisanını, Yüce Önder Atatürk'e yakışır bir şekilde kutlamak dileğiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihî şahsiyeti önünde saygıyla eğiliyorum. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, ayakta alkışlar, FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Tansu Çiller'e teşekkür ediyorum.

METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Bu Meclisten hicap duyulmaz; düzeltin...

BAŞKAN – Söz sırası, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Bülent Ecevit'tedir.

Buyurun Sayın Ecevit. (DSP sıralarından ayakta alkışlar)

DEMOKRATİK SOL PARTİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, radyo ve televizyonlarında bizleri izleyen aziz yurttaşlarım, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin değerli Cumhurbaşkanı; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin 78 inci açılış yıldönümünü, ulusumuza ve sevgili çocuklarımıza hayırlı olması dileğiyle kutluyorum. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, bu Büyük Millet Meclisi içinde, milletin oylarıyla gelmiş olan bir üyesi olarak, ben, hicap değil, kıvanç duyuyorum. (DSP, ANAP ve DTP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) 55 inci Cumhuriyet Hükümetinin kapsamlı ve iddialı bir eğitim reformu atılımını başlatmış olması, çocuklara ve gençliğe verdiği değerin göstergesidir.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Bravo[!]

DEMOKRATİK SOL PARTİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Bu reform atılımı sekiz yıllık zorunlu ilköğretimle sınırlı değildir. Bu reform, aynı zamanda, Türkiye'nin 21 inci Yüzyıla bilgi, bilim ve yüksek teknoloji toplumu olarak girmesini, bütün toplum kesimlerinin eğitim ve...

MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Demokrasiden bahset Sayın Ecevit.

ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Dinle... Dinle... (DSP ve DYP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Ecevit, bir dakika...

Değerli arkadaşlarım... Değerli arkadaşlarım... Beyler... (Gürültüler)

DEMOKRATİK SOL PARTİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Efendim, bu Millet Meclisinin üyesi olmakla kıvanç duymayan kimselerin bu Mecliste kalmaya hakları yoktur. (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar; DYP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar)

BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, lütfen...

DEMOKRATİK SOL PARTİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Evet, kesintiler yüzünden sözlerimi yinelemek zorundayım.

Bu reform atılımı sekiz yıllık zorunlu ilköğretimle sınırlı değildir... (DYP ve DSP sıralarından gürültüler)

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Bir dakika, Sayın Ecevit...

Buyurun Sayın Aykurt.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) – Bizi buraya getiren Ecevit değil, millet... Sözünü tashih etsin... (DYP ve DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Değerli arkadaşım, bir parti genel başkanı "ben hicap duyuyorum" dedi, bir başka parti genel başkanı da "ben kıvanç duyuyorum" dedi; niye buna kızıyorsunuz!.. (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar; DYP sıralarından gürültüler)

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, bir yanlış anlama var; demokrasi açısından meseleyi ele alın...(Gürültüler)

BAŞKAN – Müdahale etmeyin efendim.

DEMOKRATİK SOL PARTİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu kesintiler dolayısıyla tümcemi tamamlamak zorundayım.

Eğitim alanındaki bu reform atılımı, sekiz yıllık zorunlu ilköğretimle sınırlı değildir. Bu reform, aynı zamanda, Türkiye'nin, 21 inci Yüzyıla bilgi, birikim ve yüksek teknoloji toplumu olarak girmesini, bütün toplum kesimlerinin eğitim ve öğretimden hakça bir düzen içinde ve her yaşta yararlanabilmesini; öylece, fırsat eşitliğinin, olanak eşitliğiyle bütünlenmesini amaçlamaktadır. Bu amaçla, çağdaş iletişim ve bilgi teknolojisi, birkaç yıl içinde, her okulda ve her yerleşim biriminde değerlendirilecektir. Öğrenimlerini okul dışında sürdürme durumunda olanların da yararına sunulacaktır ve dargelirli aile çocuklarının eğitimle ilgili bütün harcamaları devletçe karşılanacaktır. Bu iddialı hedeflerin parasal kaynakları, eğitime büyük önem veren halkımızın cömertçe katkılarıyla, şimdiden güvence altına alınmıştır.

Bazı çevreler, reform tasarısının zamanında hazırlanıp Meclise sunulamayacağını, Meclisten geçirilse bile uygulama için yeterli kaynak bulunamayacağını, kaynak bulunsa bile uygulamaya başlamanın yıllar alacağını sanıyorlardı. Bazıları da, toplumdan geleceğini umdukları ağır tepkilerle reformun engellenebileceğini sanıyorlardı; oysa, bu olumsuz tüm beklentilerin tersi oldu; reform tasarısı, Hükümetin kuruluşundan hemen sonra hazırlanıp Meclisten geçirildi, yeni ders yılıyla birlikte bütün yurtta uygulanmaya başladı, parasal kaynakları sağlandı; engelleme çabaları ise, birkaç cılız gösteriyle sınırlı kaldı ve halkımız, sekiz yıllık zorunlu ilköğretime de, reformun tüm hedeflerine de sahip çıktı. Bu reforma sağladıkları destek için Hükümetimiz adına, halkımıza da, Büyük Millet Meclisine de şükranlarımı sunuyorum. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Demokratik Sol Parti daha muhalefetteyken, 9 Nisan 1997 günü sekiz yıllık zorunlu ilköğretimle ilgili programını hazırlamıştı. Bundan tam bir yıl önce, 23 Nisan 1997 günü Büyük Millet Meclisi kürsüsünden açıkladığım bu programda, özetle, sekiz yıllık zorunlu ilköğretimin kesintisiz olması isteniyordu; meslek eğitim ve öğretiminin sekiz yıllık ilköğretimden sonra başlaması, ancak, çocukların mesleklerini ve geleceklerini sağlıklı biçimde ve baskı altında kalmaksızın belirleyebilmelerini kolaylaştırmak için, sekizinci sınıfta değişik meslekler ve sanatlar konusunda bilgi verilmesi öneriliyordu ve din eğitim ve bilgisini laiklikle ve inançlara saygıyla bağdaşık olarak, sağlam temellere dayandırmanın, öylece, çocuklarımızı inanç sömürücüleri elinden kurtarmanın yolları gösteriliyordu. (DSP sıralarından alkışlar) Koalisyon ortaklarımızın da aynı ilkelerde birleşmeleri ve bu ilkelerin uygulamaya geçirilmesinde kararlı olmaları, ulusumuzun temel konulardaki dayanışmasının ve uzlaşı yeteneğinin kıvanç verici bir kanıtını oluşturmuştur.

Eğitim alanında, Hükümetin dokuz aylık uygulamasıyla, şimdiden alınan sonuçlara birkaç örnek vermek isterim: Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da bölücü terör yüzünden binlerce köy boşalmış ve binlerce okul, yıllarca kapalı kalmıştı; öğretmen açığı çok büyümüştü; milyonlarca çocuğumuz da yeterli eğitim görememişti; hatta, birçoğu, hiç eğitim görememişti. Hükümetimiz döneminde ise, güvenliğin sağlanabildiği yerlerde kapalı okullar yeniden açılırken, bölge yatılı okulu ve pansiyonlu ilköğretim okulu yapımları da hızlandırılmış ve taşımalı eğitim yaygınlatırılmıştır.

FARİS ÖZDEMİR (Batman) – Kaç tanesini açtınız söyler misiniz?!

DEMOKRATİK SOL PARTİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bugün çocuk bayramı, ben de çocukları en yakından ilgilendiren konu üzerinde konuşuyorum; izin verin lütfen... (DSP sıralarından alkışlar)

Öğretmen aylıkları genelde yüzde 18 oranında, ayrıca güvenlik açısından duyarlı yörelerdeki öğretmenlerin ek tazminatları da yüzde 52 ilâ yüzde 131 arasında artırılmıştır. Böylece ve alınan yönetsel önlemlerin de katkısıyla, öğretmen açığı kapatılmaya başlamıştır.

Olağanüstü hal bölgesi ile komşu illerde kız çocuklar için yalnız 1 yatılı bölge okulu varken, bu sayı şimdi 10'a çıkarılmıştır. Kırsal alandaki kız öğrenci sayısı da yüzde 39 oranında artmıştır.

Ülke genelinde 670 ilkokul, ilköğretim okulunun yapısı tamamlanarak, 12 103 derslik hizmete girmiştir.

Taşımalı eğitim uygulaması yüzde 32 oranında artırılmıştır. Taşımalı eğitimin uygulandığı yörelerde, köy yolları yapımı hızlandırılmıştır. Taşımalı eğitimden yararlanan öğrenci sayısı da 282 bini bulmuştur.

Yatılı ilköğretim bölge okullarından ve pansiyonlu ilköğretim olanağından parasız olarak yararlanan öğrenci sayısında 11 400'ü bulan bir artış sağlanmıştır.

İlköğretim okullarına giden dargelirli aile çocuklarının öğretim harcamalarına Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonundan yaklaşık 5 trilyon liralık katkı sağlanmıştır.

İlköğretim dışında, ortaöğretimde, 1 427 derslik, 28 atölye, 9 spor salonu, 220 lojman tamamlanmıştır.

Burslu öğrenci sayısında da yüzde 32 oranında artış sağlanmıştır.

İlköğretim okullarının, yapım, onarım ve donanım işleri için ayrılan kaynak 1998 yılında yüzde 1 600 oranında artırılarak 290 trilyon liraya yükseltilirken, aynı işler için ortaöğretime yaklaşık 42 trilyon liralık ödenek sağlanmıştır. Konsolide bütçe içerisinde Millî Eğitim Bakanlığı yatırımlarının payı bir yılda yüzde 12'den yüzde 33'e çıkarılmıştır.

Engelliler için 21 özel eğitim okulu açılmıştır.

İlk bilgisayar meslek okulunun yapımına başlanmıştır.

Önümüzdeki haftalarda, 160 okulda daha bilgisayar laboratuvarları kurulmuş olacaktır.

İstanbul Menkul Kıymetler Borsasının, Odalar Birliğinin, bazı özel sektör kuruluşlarının, bazı bankaların ve birçok yurttaşımızın şükranla karşıladığımız katkılarıyla yapılmakta olan çok sayıdaki ilköğretim okulları ve yurtlar, burada saydıklarımın dışındadır; Hükümetimizce, onlara da arsa sağlanmaktadır.

Sayın milletvekilleri, Atatürk, ulusumuza bir büyük hedef göstermiştir; çağdaş uygarlık düzeyine değil, onun ötesinde, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne erişme hedefini göstermiştir. Bazı kimseler bu hedefi hayalci sayabilirler. Oysa, şimdi, Hükümetimizin başlattığı eğitim reformuyla, önümüzdeki yüzyılın başlarında, bu hedef, hayalcilikten gerçekciliğe dönüşebilecektir. Çağdaş iletişim ve bilgi teknolojisindeki gelişmeler, bu olanağı sağlamaktadır.

1974 yılında başında bulunduğum hükümet, Eskişehir'deki İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisinin; yani, şimdiki Anadolu Üniversitesinin değerli katkısıyla, yüksek açıköğretim uygulamasını başlatmıştı. Şimdi, bu olanaktan yüzbinlerce gencimiz yararlanmaktadır. Bizim planımız, yüksek açıköğretimi, yeni iletişim teknolojisiyle, örgün yükseköğretimle ve yüz yüze eğitimle desteklemekti; fakat, daha sonraki hükümetler döneminde, bu plan, büyük ölçüde ihmal edilmişti. 55 inci Cumhuriyet Hükümetinin başlattığı kapsamlı eğitim reformuyla bu ihmalcilik de sona ermektedir. Bu amaçla, öğrenim teknolojileri kampusü kurulmuştur. Bütün yurtta bilgi merkezleri kurulması için gerekli çalışmalar başlatılmıştır. Örgün eğitim fırsatını kaçırmış olan çocuklar, gençler ve yetişkinler için açıkilköğretim uygulamasına geçilmektedir. İlk, açıkilköğretim okulu açılmış ve 16 Nisanda bu okulda kayıtlar başlamıştır.

Reform programımız siyasî anlamda kesintiye uğramazsa, çağdaş iletişim ve bilgi teknolojisinin olanakları kısa sürede her okula yaygınlaştırılabilecek, köylere, evlere kadar uzanabilecektir. Böylece, her aşamadaki açıköğretim olanakları ile örgün eğitimin olanakları eş düzeye gelebilecektir. Birkaç yıl sonra, üniversite sınavlarına da, üniversiteye giriş sınavlarına da gerek kalmayacaktır.

Türkiye'de bu atılımlar başlarken, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde de ilginç gelişmeler oluyor. Nüfusu 190 bini bulmayan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde 6 üniversite açılmıştır, 7 ncisi de yoldadır. Bu üniversitelerde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanımamakta direnen ülkelerin çocukları da öğrenim görmektedir; o ülkelerin bilim adamları da ders vermektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tanınmasa da, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin diplomaları dünyaca tanınmaktadır. Çağdaş iletişim ve bilgi teknolojisinin yaygın kullanımıyla, bu üniversitelerin öğretim düzeyleri de çok yükseltilebilecektir. Kuzey Kıbrıs'ta, en ağır engellemelere karşın, bağımsız bir devletin, bir daha yerinden sökülemeyecek kadar kökleşmiş olduğu gerçeğini de, er geç, bütün dünya kabul etmek zorunda kalacaktır. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Kıbrıslı Türklerin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin yürekli ve kararlı simgesi olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş'ı, bu mutlu günümüzde, ulusal egemenliğimizin yıkılmaz kalesi olan Büyük Millet Meclisimizde görmekten mutluluk ve kıvanç duyuyoruz. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Türkiye, eğitim ve bilgi ışığını, artık, dünyanın her köşesine tutmaktadır. Sibirya'dan, Moğolistan'dan Rusya'ya, İngiltere'ye, Balkanlara ve yeni Türk cumhuriyetlerine kadar birçok ülkede, sivil toplum örgütlerimizin öncülüğünde, 200'e yakın kolej, üniversite, kültür ve bilgi merkezi açılmıştır. Bu öğretim kurumlarıyla, eğitim ve bilgi ışığının yanı sıra, ay yıldızlı bayrağımız da, İstiklal Marşımız da ve Atatürk önderliğinde gerçekleştirilmiş olan laik, demokratik cumhuriyet modeli de birçok ülkeye tanıtılmaktadır.

Türk Ulusunun eğitime verdiği önem, çağdaş eğitim ve bilgi teknolojisiyle desteklendiği oranda, Türkiyemizin, 21 inci Yüzyıla, çağdaş bir dünya devleti olarak girebileceğine güveniyorum. Bu güveni, ulusumuza, çocuklarımıza, Atatürk emanetini bilinçlerinde taşıyan gençlerimize ve Atatürk'e olan inancımdan alıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

Bu mutlu yıldönümünde, Yüce Meclisimize, aziz yurttaşlarımıza, sevgili çocuklarımıza ve gençlerimize sürekli başarılar dilerim, saygılar sunarım. (DSP sıralarından ayakta alkışlar; ANAP, CHP ve DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Bülent Ecevit'e teşekkür ediyorum.

Söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Deniz Baykal'ın.

Buyurun Sayın Baykal. (CHP ve DYP sıralarından alkışlar)

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Saygıdeğer Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş, saygıdeğer konuklar, 23 Nisanın ve gençliğimizin, geleceğimizin gerçek sahibi sevgili çocuklarımız, sevgili yurttaşlarım; hepinizi, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi adına, sevgilerle, saygılarla selamlıyorum. Bütün halkımızın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutluyorum. Ülkemizin, barış, mutluluk, refah ve bağımsızlık içinde daha nice bayramlar geçirmesini diliyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışını gerçekleştiren Gazi Mustafa Kemal'i ve Birinci Meclisten başlayarak bugüne kadar bu kutsal çatı altında görev yapmış tüm millet temsilcilerini saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı, yeni bir siyasal oluşumun ilk ve çarpıcı adımıdır. Açılan Meclis, ne bir meşrutiyet meclisidir ne de bir danışma meclisidir; saltanata, hanedana, hilafete dayalı egemenlik anlayışlarının tümünü reddeden, meşru egemenlik temeli olarak millî iradeyi esas alan bir millet meclisidir. (CHP sıralarından alkışlar) Bu yönüyle de, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı, yepyeni bir siyaset felsefesinin ve köklü bir zihniyet değişiminin yansımasıdır.

Bugün çok daha iyi görüyoruz ki, 23 Nisan 1920'de yaşanan, bir başlangıç olmuştur. Tebalıktan yurttaşlığa, cemaatten topluma, teokratik zihniyetten laik anlayışa, dogmatizmden özgür düşünceye, zorbalıktan hukuka, din sömürücülüğünden dine saygı anlayışına geçişi sağlamadan 23 Nisan 1920 başlangıcını amacına ulaştırmanın ne kadar güç olacağı, 78 yıllık deneyimimizle ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet, bu güçlükleri yenme mücadelesinin adıdır.

23 Nisanın temeli, millî iradedir. Millî irade, bütün yurttaşların eşitliğini gerektirir. Kadın, erkekle; zengin, yoksulla; diplomalı, diplomasızla; sivil, askerle; doğulu, batılıyla; köylü, kentliyle eşit olacaktır. Ancak o zaman devlet, bir ırk devleti, bir kan, bir kafatası devleti olmayacaktır; bir din devleti, bir mezhep, bir tarikat devleti olmayacaktır; bir aşiret devleti olmayacaktır; yurttaşlık bilincine dayalı bir ulusal devlet olacaktır. (CHP sıralarından alkışlar)

23 Nisan 1920, millî iradeye dayalı egemenlik anlayışının ilk adımıdır. Millî irade, yurttaşların hukuk eşitliğini zorunlu kılar. Millî iradeyi bir kez benimseyince, milleti oluşturan vatandaşları, dinine, mezhebine, eğitimine, servetine, ırkına, aşiretine, tarikatına göre ayıramazsınız. Bu durum, sizi, cumhuriyete götürür; bu, sizi, kadın-erkek eşitliğine götürür; bu, sizi, laikliğe götürür.

Millî irade, cumhuriyetin altyapısını hazırlamış ve onu, kaçınılmaz kılmıştır. Cumhuriyet, laikliğin altyapısını hazırlamış ve onu, kaçınılmaz kılmıştır. Millî irade, cumhuriyet ve laiklik de demokrasinin yolunu açmıştır. 23 Nisan 1920'de başlayan devrim, Türkiye'yi, demokrasiye taşımıştır. Demokrasi, ancak böyle bir temel üzerinde yükselebilir. Cumhuriyet, demokrasinin, işte bu altyapısıdır. O nedenle, cumhuriyet ile demokrasi arasında bir çelişki değil, bir bütünleşme söz konusudur. Türkiye Büyük Millet Meclisinin temelinde yatan millî irade anlayışı, bizi, cumhuriyete, cumhuriyeti de demokrasiye taşımıştır.

Cumhuriyeti tahrip ederek demokrasiyi güçlendirmek mümkün değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Cumhuriyeti eksilterek demokrasiyi çoğaltamazsınız. Demokrasinin sağladığı olanakları kullanarak da onu yapsanız, sonuç değişmez. Cumhuriyete karşı programlanmış bir demokrasi, sadece cumhuriyeti değil, kendi kendisini de tahrip eder. (CHP sıralarından alkışlar)

Din ve siyaset ayırımı, demokrasinin temelidir. Din ve siyasetin kuralları birbirinden farklıdır. Dinde, iman ve teslimiyet esastır; demokratik siyasette, ikna olma ve sorgulama... (CHP sıralarından alkışlar) Dinde, gerçek tektir ve değişmez; demokratik siyasette gerçek çoktur ve değişir. Dinde, muhalefete yer yoktur; demokratik siyaset muhalefetsiz olmaz. Demokrasinin olanaklarını kullanarak, dini, siyasete açmaya kalkışanlar olabilir; ama, din ve siyaset ayırımını esas almayan hiçbir rejim, demokratik kalamaz. Batı, yüzlerce yıl kardeş kanı akıtarak bu gerçeği öğrenmiştir. Biz, 23 Nisanda yöneldiğimiz rejim içinde, kimsenin burnunu kanatmadan bu gerçeği yaşıyoruz.

Siyasetin referansı demokrasi olmaktan çıkar din olursa, bunun sonucu, önce, oluk oluk kardeş kanı, sonra da, koyu ve karanlık bir otoriter rejimdir. Türkiye'de, İslamiyet, laiklik ve demokrasi arasında eşsiz bir uyum vardır. Bu, Türkiye'nin altın üçgeni, altın sentezi, iç barışın ve kalkınmanın altın anahtarıdır. Bunu, gözümüz gibi koruyup sürdürmeli, bozmak isteyenlere meydanı boş bırakmamalıyız.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, dünyanın en eski ve köklü 10 parlamentosundan biridir. Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman, imparatorluklar çağı henüz kapanmamıştı, büyük ideoloji çatışmaları henüz yaşanmamıştı. Dünyanın siyasî haritası, ülkelerin rejimleri defalarca altüst oldu; ama, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 78 yıldır, dünyanın en istikrarlı kurumlarından birisi olarak görev başındadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi bir askerî zaferin eseri değildir; tam tersine, askerî zafer, Türkiye Büyük Millet Meclisinin eseridir. (CHP ve DYP sıralarından alkışlar) Bu niteliğiyle de, Türkiye Büyük Millet Meclisi, belki, dünyanın tek gazi parlementosudur. (CHP ve DYP sıralarından alkışlar)

Türkiye Büyük Millet Meclisinden önce, ne bir devlet ne bir cumhuriyet ne de bir ordu vardır; devleti de cumhuriyeti de orduyu da Türkiye Büyük Millet Meclisi kurmuştur. Millet Meclisi ve onun dayandığı millî irade, bütün siyasî varlığımızın çıkış noktası, yaşam kaynağı olmuştur.

Hiç kuşkusuz, 23 Nisan 1920'de gerçekleşen olay, tarihin yeniden yazılmasıdır. Altıyüz yıllık hukuk, siyaset, egemenlik kavramları ve kurumları, bir damla kan akıtılmadan, bir silah patlamadan, yerlerini bir yeni anlayışın kavramlarına, kurumlarına terk etmişlerdir.

23 Nisan 1920, İstanbul meclisinin Ankara'ya taşındığı tarih değildir; siyasî egemenlik anlayışının köklü bir biçimde değiştirildiği bir tarihtir. Daha sonraki bütün siyasal oluşumların temelinde "Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir" ilkesi vardır. Askerî zaferler de cumhuriyetin ilanı da demokrasinin benimsenmesi de kalkınmanın gerçekleştirilmesi de hep bu ilkenin sonucudur. O nedenle, Kurtuluş Savaşımızı, yalnızca işgal kuvvetlerine karşı bir bağımsızlık mücadelesi, Mustafa Kemal'i de bu mücadelenin başarılı bir askerî komutanı olarak algılamak, yaşanan büyük dönüşümün siyasal ve felsefî temellerini kavrayamamak demektir. (CHP sıralarından alkışlar)

23 Nisanda, egemenlik, gökten yere inmiş, hanedandan millete geçmiştir; egemenliğin kaynağı ilahî olmaktan çıkmış, insanî olmuştur; teokratik otorite dönemi kapanmış, demokratik otoritenin önü açılmıştır.

23 Nisan, dine dayalı egemenlik anlayışını da, ırka, kana, kafatasına dayalı egemenlik anlayışını da reddeder. O nedenledir ki, son 78 yılın çalkantıları içinde, rejimler, sistemler, devletler altüst olurken, millî egemenlik düşüncesi, Türkiye'nin önünü aydınlatmaya devam ediyor.

23 Nisan, geçmişe özlemin değil, geleceğe yönelişin adıdır; onun içindir ki, Mustafa Kemal, bir büyük devrimcidir.

23 Nisan olmasaydı, Sakarya Meydan Savaşının, tarihimizdeki askerî zaferlerin herhangi birisinden hiçbir farkı olmazdı.

23 Nisan, millî mücadeleyi, hilafetin, saltanatın, kurulu düzenin korunmasına yönelik olmaktan çıkarmış; yeni bir rejim arayışının, düzen değişikliğinin temeli haline getirmiştir.

Bir bayramın coşkulu ortamında bile unutulmaması gereken gerçekler var. Bugün, 1 milyonun üzerinde çocuğumuza okul götüremedik. Doğuda, güneydoğuda binlerce okul -kesin olarak 2 202 okul- yüzlerce sağlık ocağı, şu anda kapalıdır. 100 binden fazla çocuğumuz, sokaklarda, sur diplerinde, ailesiz, devletsiz, şefkatsiz; 1 milyonun üzerinde özürlü çocuğumuzun boynu bükük; milyonlarca çocuğumuzun babaları işsiz; eğitim paralı, sağlık paralı, sosyal güvenlik yetersiz. Ne yazık ki, Millet Meclisinin Genel Kurul salonuna gösterilen ilgi, milletin çocuklarına gösterilebilmiş değil. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DYP ve FP sıralarından alkışlar)

Her şeye rağmen, Türkiye, aklın, sevginin, hoşgörünün egemen olduğu bir ülke olacaktır; kadınların, erkeklerin, her inançtan, her kökenden insanların eşit, özgür olduğu; toprakları sulanan, madenleri işletilen, bereketi kardeşçe paylaşılan bir ülke; dağlarında, sokaklarında, şiddetin, ayırımcılığın, kapkaçılığın, köşedönmeciliğin kol gezmediği; devleti, toplumu çetelerin kuşatmadığı; bilimin, teknolojinin, sanatın, kültürün, emeğin, üretimin çiçek açtığı bir ülke. 23 Nisanı bu umutla selamlıyorum.

Bu güzel günü bütün dünya çocuklarıyla paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.

Yüce Meclisi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Cumuhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Deniz Baykal'a teşekkür ediyorum.

Efendim, Sayın Cumhurbaşkanı Denktaş ayrılıyorlar; kendisine Meclisimiz adına güle güle diyorum. (Alkışlar)

Söz sırası, Demokrat Türkiye Partisi Meclis Grubu Başkanı Sayın Mahmut Yılbaş'ındır. (DTP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Yılbaş.

DEMOKRAT TÜRKİYE PARTİSİ MECLİS GRUBU BAŞKANI MAHMUT YILBAŞ (Van) – Sayın Başkan...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, biraz evvelki açıklamamda...

DEMOKRAT TÜRKİYE PARTİSİ MECLİS GRUBU BAŞKANI MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, saygıdeğer konuklar, televizyonları başında bizleri izleyen sevgili vatandaşlarım...

BAŞKAN – Sayın Yılbaş, bir dakika...

Buyurun.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, biraz evvel bir yanlış anlama oldu; onu düzeltmek istiyorum...

BAŞKAN – Yani, ben o "hicap" kelimesini düzeltmenizi istiyorum...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Demokrasinin yara alması ve halkın... (ANAP ve DSP sıralarından "Ayıp... Ayıp..." sesleri)

BAŞKAN – Ben, o sözün burada söylenmemiş olduğunu kabul etmek istiyorum...

TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Her söylediğini söyledi ya...

ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Amerikan meclisi mi burası!..

DEMOKRAT TÜRKİYE PARTİSİ MECLİS GRUBU BAŞKANI MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Sayın Başkanım, bu, hep bana mı isabet ediyor yani... Bırakınız da rahat rahat konuşmamı yapayım... Bir söyleyecekleri varsa, zaten, söyleyeceklerini söylediler burada...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Başkan.

DEMOKRAT TÜRKİYE PARTİSİ MECLİS GRUBU BAŞKANI MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, saygıdeğer konuklar, televizyonları başında bizleri izleyen sevgili vatandaşlarım; hepinizi Demokrat Türkiye Partisi adına sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (DTP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Türk Milleti için, Türk Halkı için, ister dinî olsun ister ulusal olsun, bayramların bambaşka bir anlamı, fevkalade önemi vardır. Türk Halkı, dinî bayramlarında, ulusal bayramlarında tertemiz elbiselerini giyer, sabahın erken vakitlerinde birbirlerini kutlar; hatta, bu bayram günlerinde, aralarında kan davası olanlar, birbirlerine iyi davranmak için kendilerini zorlarlar.

Değerli milletvekilleri, siyasî mücadelelerinin esasını millî hâkimiyet ve demokrasi olarak gösterenlerin, hiç olmazsa bugün, bizim için, milli hâkimiyetimiz için, demokrasimiz için bambaşka bir anlam taşıyan bugünde kılıçlarını konutlarında bırakarak buraya gelmelerini beklerdik. (DTP ve DSP sıralarından alkışlar) Barışsever, insansever Türk Halkı, biraz önce olup bitenleri ibretle izledi, hicapla izledi. (DTP ve DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli milletvekilleri, 23 Nisan 1920, cumhuriyet tarihimizin dönüm noktasını teşkil eden önemli bir gündür. Bugün, kuvayı milliye ruhunun kuvveden fiile çıktığı, millî egemenlik kavramanın bayraklaştığı günün 78 inci Yıldönümüdür. Bu vesileyle, milletimizin ve kendilerine armağan edilen çocuklarımızın Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutluyor, ülkemizin barış, mutluluk, refah ve demokrasi içerisinde nice bayramlar geçirmesini temenni ediyorum.

Değerli milletvekilleri, dünya, Birinci Dünya Savaşının güç dengelerini altüst ettiği bir dönemde, emperyalist güçlerin ülkemizi işgal ettiği bir zamanda, genci-yaşlısı, kadını-erkeği, bütün bir milletin, her türlü yokluk ve imkânsızlığa rağmen bir büyük millî destanı yazdığına şahit olmuştur. Çoğu sosyal ve siyasal bilimciyi hayrete düşüren bu olağanüstü başarının arkasındaki güç, Birinci Büyük Millet Meclisi olmuştur.

Birinci Büyük Millet Meclisi, o dönemin tutsak ve mazlum milletlerine esin kaynağı oluşturacak olan Türk Kurtuluş Savaşının askerî, siyasî ve sosyal tüm adımlarının kuvayı milliye ruhu, millî irade ve dayanışmayla atılması kararlılığını gösteren meclistir!

Birinci Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşının en çetin günlerinde Millet Meclisini kapatma önerisi getirenlere "Hayır efendiler; Meclis, asıl bize bugünlerde lazımdır, gereklidir" diyen bir Başkana, Atatürk'e sahip olan bir meclistir! (DTP ve DSP sıralarından alkışlar)

Birinci Büyük Millet Meclisi, çalıştığı mekân, elindeki ve önündeki imkânsızlıklarıyla, mütevazı mı mütevazı, yaptığı işler ve ülkemize kazandırdıklarıyla azametli ve muhteşem bir meclistir.

Hepsinden öte, Birinci Büyük Millet Meclisi, gazi meclistir.

İşte, Türkiye'nin kurtuluş mücadelesini yapan, cumhuriyeti kuran, reformlar gerçekleştiren, Türkiye'ye, Atatürk'ün gösterdiği istikamette hayat veren ve haklı olarak "Gazi Meclis" unvanını alan Birinci Büyük Millet Meclisinin, başta Başkanı ve lideri Gazi Mustafa Kemal olmak üzere, tüm üyelerine Allah'tan rahmet diliyor, bu fedakâr ve inançlı kadroya minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz. (DTP ve DSP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, dünya ve Türkiye, millî egemenlik ilkesine uygun bir yapılanmaya, fikrî ve kurumsal olarak çeşitli evrelerden geçerek gelmiştir. Fikrî anlamdaki gelişmelerde pek çok düşünürün katkısı olmuştur.

Kurumsal anlamdaki gelişmelere gelince: Parlamentoların ilk örneklerinin yediyüz yılı aşan bir geçmişi vardır. Parlamentoların ortaya çıktığı tarih ve gösterdiği aşamalar, ülkeden ülkeye farklılık arz etmiştir.

Bize gelince: Millî egemenliğe giden yolun bizdeki fikrî ve kurumsal gelişmesini, şu satır başlıklarıyla anımsamak gerekmektedir:

1808'de Senedi İttifak, 1839'da Tanzimat Dönemi ve arkasından, o dönemlere isabet eden Gülhane Hattı Hümayunu, Islahat Fermanı ve Fermanı Adalet, 1876'da Birinci Meşrutiyet, 1908'de İkinci Meşrutiyet, arkasından, 23 Nisan 1920'de Birinci Büyük Millet Meclisinin açılması, 21 ve 24 Anayasaları, 1946 yılında çok partili hayata geçiş, 14 Mayıs 1950'de, seçim sonucunda, Demokrat Partinin iktidara gelmesi, arkasından, 1961, 1971, 1980 dönemleri ve günümüzde ulaşılan süreç...

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; artık, bugüne gelen noktadaki demokrasiyi dahi yeterli bulmayan, daha çok hürriyet, daha çok demokrasi isteklerinin dillendirildiği bir dünyada yaşıyoruz.

Devletin birliği ve bütünlüğünü bozmadan, istismarı önleyecek mekanizmaları da oluşturarak, tehdit algılamalarına günübirlik ve tepkisel çözümler üretmek yerine, ileriye dönük, toplumun huzur ve refahını amaçlayan, herkesi ve her kesimi kucaklayacak düzenlemeleri yapmak, daha çok hürriyet ve daha çok demokrasi ortamını oluşturmak için gerekli yasal zemini hazırlamak, Meclisimizin ana gayesi olmalıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle, Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramında, yüce milletimizi, sevgili çocuklarımızı tekrar kutluyor, her zaman hür, demokrat ve geleceğe güvenle bakan bir Türkiye dileklerimle, saygılarımı sunuyorum efendim. (DTP, ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Demokrat Türkiye Partisi Meclis Grubu Başkanı Sayın Mahmut Yılbaş'a teşekkür ediyorum.

Söz sırası, Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Sayın Muhsin Yazıcıoğlu'ndadır.

Buyurun Sayın Yazıcıoğlu. (Alkışlar)

BÜYÜK BİRLİK PARTİSİ GENEL BAŞKANI MUHSİN YAZICIOĞLU (Sıvas) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, değerli konuklar, aydınlık geleceğimizin teminatı sevgili çocuklar ve Büyük Türk Milleti; hepinizi, sözlerimin başında saygıyla selamlıyorum ve bu vesileyle, Türkiye Büyük Millet Meclisimizi onurlandırmış olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Sayın Cumhurbaşkanını da selamlayarak, emin olmasını istiyoruz ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türk Milleti, Kıbrıs davasında, Sayın Denktaş'ı her zaman desteklemektedir ve sonuna kadar arkasındadır. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, 78 yıl önce, Ankara'dan bütün Anadolu'ya "dakika geciktirilmeyecektir" emriyle çekilen Mustafa Kemal imzalı bir telgrafta, 23 Nisan günü, cuma namazından sonra Meclisin açılacağı bildiriliyor ve o günden sonra "bütün sivil ve askerî makamların emir alacağı en yüce makam, adı geçen Meclis olacaktır" deniliyordu.

O günler, içerisinde Tunaların, Aralların aktığı büyük vatan harap olduktan sonra, bin seneden beri üstünde titrediğimiz aziz Anadolumuzdan da koparılmak istendiğimiz günlerdir. Milletin kaderine yine milleti hâkim kılmak isteyen irade, millî mücadele denilen destanı, kıyamı, ayağa kalkışı yapmak üzere, işte, bu Türkiye Büyük Millet Meclisini kurmuştur. Üyesi olmaktan şeref duyduğumuz bu Meclis, o dönem, Anadolu'nun her köşesinden, kuzeyinden, güneyinden, doğusundan, batısından gelen her rengi, her fikri, her mezhebi, her meşrebi barındırmıştır; fakat, bu mukaddes çatıda, kendi milletinin hissiyatına, inançlarına, ideallerine yabancı, kendi milletine güvenmeyen, inanmayan bir zihniyet asla olamazdı ve olmadı. (BBP, FP, DYP ve MHP sıralarından alkışlar)

Birinci Dünya Savaşının ünlü politikacı ve düşünürü Herriof, o günkü Meclisi ve Meclisi oluşturanları bir eserinde şöyle tarif ediyor: "Tarihte görülmemiş bir halk ve o halkın Meclisiydi; şapkalısı, sarıklısı, feslisi, kavuklusu, kalpaklısı; rençberi, eşrafı, amelesi, kadını ve erkeği yan yana savaşıyorlar ve Mecliste yan yana oturuyorlardı."

Değerli milletvekilleri, bu mümtaz insanlar, Anadolu'yu yok etmeyi planlayan emperyalistlere, akıllara ziyan bir mücadele verdiler. Milletin kahraman evlatları cephede savaşırken, cepheleri tutacak kanun ve adaleti Meclis yapıyordu. Bu Meclis, savaşın toz dumanı içinde dahi, iktidar ve muhalefetiyle her şeyin konuşulabildiği, her fikrin dile getirilebildiği, bütün müesseselerin mercek altında tutulabildiği ve gerektiğinde sorgulanabildiği bir zemindi. İşte bu Meclis, en çetin imtihanlardan geçerek, millî mücadeleyi mukaddes bir zaferle taçlandırmıştır. Onların hepsini rahmetle, minnetle anıyoruz; ruhları şad olsun.

Muhterem milletvekilleri, Yüce Meclis, milletin kalbidir, vicdanıdır. Bu Meclis, aynı zamanda milletin namus ve şerefi demektir. Büyük Millet Meclisine yönelik bir hareket, esasında, kendine yönelmiş demektir.

Kıymetli arkadaşlar, bazı çıkar grupları, direkt olarak milleti temsil eden Meclisi hedef alacak meydan okuma cesaretini nereden alıyorlar, şahsî menfaatlarını millî menfaat gibi dikte ettirme hakkını nereden buluyorlar?!. Bu Millet Meclisi kendilerine bu türlü bir salahiyet vermemiştir. (BBP, FP ve DYP sıralarından alkışlar) Millî menfaatın ne demek olduğunu millet belirler. Bir demokraside, demokratik kurumları tarafından tartışılmayan hiçbir karar, millî menfaatlara uygun değildir. (BBP, FP ve DYP sıralarından alkışlar) Bu Meclisin sayın üyeleri, vazifelerini, hiçbir baskı altında kalmadan, layıkıyla, hakkıyla yapmak zorundadır.

Milletin saygıdeğer temsilcileri; ülkemizde bir zihniyet, maalesef, Türkiye Cumhuriyetini kendilerinin özel malı olarak görmektedir. Bazı siyasî hareketlerin, böyle düşünmek ve davranmakla kendi siyasî gelenekleriyle tutarlı davrandıkları söylenebilir. Millete tepeden bakan bu çağdışı anlayış, üstelik, çağdaşlık sloganına sığınarak, güya cumhuriyeti gerici saldırılardan korumaktadır.

Arkadaşlar, bu cumhuriyeti, bu millet, kendi canıyla, teriyle, irfanıyla kurmuştur, onu gözü gibi korumayı, kollamayı herkesten daha iyi bilir; cumhuriyetimizin temel niteliklerini korumak da, elbette, Meclisin görevidir. (BBP, FP ve DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Kıymetli milletvekilleri, hürriyetçilik, hukuk devleti, çoğulculuk, çağdaş kavramlar değil midir; ne enteresandır ki, çağdaşlık sloganına sığınan bazı çıkar grupları, bu kavramlara, değerlere geçit vermezler. Hukuk devleti yerine, ceberut devlet; hürriyet yerine, baskıcı totaliter sistem; çoğulculuk yerine, tek tip insan modeli; işte, savundukları, dayattıkları bunlardır. (BBP, FP ve DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu mudur çağdaşlık? Siz, ya çağı, demokrasinin ne olduğunu bilmiyorsunuz ya da Türk Milletine demokrasiyi layık görmüyorsunuz. (BBP, FP ve DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) İkisi de vahimdir. Ümidim odur ki, ilki doğru olsun. Zira, eninde sonunda bu millet, kendini aşamayanlara, demokrasinin ne demek olduğunu öğretecektir. (BBP, FP ve DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Kıymetli arkadaşlar, bugünlerde binbir emekle yeşertmeye çalıştığımız demokrasimiz, yine, sürgün tehdidiyle karşı karşıyadır. Top seslerinin Ankara'dan duyulduğu millî mücadele döneminde dahi, Millet Meclisini kapatmak, kimsenin aklına gelmemiştir, hatta, Meclisi biraz daha Anadolu içine taşımayı teklif edenlere en sert tepki Meclisin kendisinden gelmiştir. O zor dönemlerde mutlak yetki devrini isteyen kimselere vermiş oldukları cevap, Meclisin cevabı "Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir" olmuştur.

Değerli milletvekilleri, bu durum, bu tür tartışmalar, Türkiye'ye bağlanan ümitleri zedelemektedir. Bilindiği gibi, Türk vatanı, mazlumların vatanıdır. Kırım'da yuvaları dağıtılan, Kafkasya'dan sürülen, Rumeli'nin her tarafından, yangın önünden, kılıç tehdidinden kaçan, daha yakın zamanlarda Afganistan'dan, Kuzey Irak'tan, Bulgaristan'dan Anadolu'nun şefkatli sinesine sığınan kardeşlerimizi hatırlamalıyız. Türkiye, kudretli mazisinden dolayı, kendisine bağlanan ümitleri berhava etmemelidir. Türkiye kendi gücünü idrak etmelidir, büyüklüğünün farkına varmalıdır, kendisini tekrar büyük kılacak çarenin demokrasi olduğunu bilmelidir. Memleket evlatlarının Alevî-Sünnî, laik-antilaik, Kürt-Türk gibi kamplara bölünerek, nefret koroları oluşturulmasına Türkiye Büyük Millet Meclisi fırsat vermemelidir. Eski hatıralarımız yeni umutlarımız olmalıdır. Meclis olarak, millete umut vermeliyiz, milletimizin hukukunu korumalıyız, haklarını savunmalıyız; bu da, ancak, Meclisimizde çoğulcu yapıyı koruyarak, muhalefet yapabilme imkânı vererek, bütün kurumların hukuk devleti anlayışıyla hareket etmesini sağlayarak mümkündür. Bugün, yasa koyan ve denetleyen bir kurum olarak, bu Meclisin görevini yaptığını -bu anlamda- söyleyebilir miyiz; ne yazık ki söyleyemeyiz.

Bir süredir, ülke sistemini yeniden inşaı amaçlayan bir projenin, siyasetdışı güçlerce uygulamaya konduğu söyleniyordu. "Falan parti kapatılacak, filan siyasetçiler Yüce Divana gönderilecek, şu şu belediye başkanları cezalandırılacak, bazı sermaye kuruluşlarına ve şirketlere elkonulacak" deniliyor, tarihler veriliyordu. Sonra o tarihler gelince, her birinin sözde gerekçeleri hazırlanıyor ve bugün gereği yapılıyor. Bu nasıl hukuk devleti, bu nasıl adalet sistemi, bu nasıl demokrasi, biz nasıl denetleyicileriz, bizim varlık sebebimiz nedir? (BBP, FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Evet, laik sermaye, irtica sermayesi gibi ayırımlarla; imtiyazlı, haksız rekabetle korunan, ayrıcalıklı sınıflar oluşturulmasına nasıl razı olabiliriz? "Eğitim ve kamu kurumlarımızdan şunlar yararlanır, bunlar yararlanmaz" diye çocuklarımızı tasnif ederek, başörtülü mazlumlar oluşturuluyor. Bu inançlı, masum, sevgi fidanları çocuklarımızdan nefret meyveleri toplamayalım. Bu haksızlıkları ıslık çalarak seyredenler unutmasınlar ki, bir gün kopan çığın altında kendileri kalacaklardır. (BBP, FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Türkiyemizi birbirimiz için cehennem etmeyelim. Ayrı inansak da, farklı yaşasak da evrensel insanî değerlerde birleşelim. Enerjimizi, siyasî, ideolojik hırslarımızla oluşturduğumuz kavgaya değil, bizden daha fazla aş, iş, sosyal güvence isteyen milletimizin kalkınmasına harcayalım. Türkiye Büyük Millet Meclisinde millet, kavga istemiyor. Siyasî intikamla, birbirinizin önünü arkasını kazımakla enerjinizi harcamanızı istemiyor. Milletimiz, kalkınma davası için Meclisin bir olmasını, beraber olmasını istiyor.

Saygıdeğer arkadaşlar, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını bazı çocuklarımız neşe içinde kutlarken, bazıları ise cezaevleri veya ıslahevlerinde geçireceklerdir. Sadece İstanbul'da geçen yıl yargılanan çocuk sayısı yaklaşık 8 bin. Suçların arasında ırza tasallut, gasp, kaçakçılık, adam öldürme, tehdit, uyuşturucu bulundurmak gibi fiiller çoğunlukta bulunuyor.

Burada çok önemli bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Suç işleme istatistikleri incelendiğinde şu gerçek görülecektir: Bugün, irtica yuvası gibi karalanmak ve hep gözaltında tutulmak istenen özel okullarda, imam-hatip liselerinde, Kur'an kurslarında okuyan ve vakıf yurtlarında kalan öğrenciler arasında suç işleme oranı hemen hemen yüzde 0'dır. (BBP, FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Bu okullardan ve yurtlardan daha militan çıkmamıştır; hiçbir polis veya asker cesedinin üzerinde bu çocukların parmak izleri yoktur; ama, suça âdeta yataklık eden eğitim sistemimizi gözden geçirmek yerine, ideolojik taassuba teslim olup, bindiğimiz dalı kesiyoruz; bu, bir faciadır.

23 Nisanlar, çocuk ölümlerinin neden hâlâ yüksek olduğunun, sigortasız çalışan çocuklarımızın nasıl güvenceye kavuşturulacağının sorgulanmasına vesile olmalıdır.

Bugün, doğan her çocuk, yaklaşık 2 000 dolar dışborçla doğmaktadır. Millî egemenliğin ekonomik egemenlikle nasıl iç içe olduğunu bilmek ve çocuklarımıza müreffeh bir Türkiye hazırlamak bu Meclisin görevidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin, 78 inci Kuruluş Yıldönümünde, tarihî misyonunu bir kez daha düşünerek, bu şuur içinde hareket etmesini temenni ediyorum. Bu Meclisi kuran İstiklal Harbimizin şerefli insanlarını, Başkumandanından erine, mehmetçik doğuran, mermi taşıyan anasına kadar hepsini minnetle anıyor, Allahtan rahmetler diliyorum; Genel Kurulu ve değerli konukları saygıyla selamlıyorum. (BBP, FP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Sayın Muhsin Yazıcıoğlu'na teşekkür ediyorum.

Söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sayın Sadi Somuncuoğlu'ndadır.

Buyurun Sayın Somuncuoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI SADİ SOMUNCUOĞLU (Aksaray) – Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri, sayın misafirler, bu törenleri takip eden aziz vatandaşlarımız, sevgili çocuklarımız; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 78 inci Kuruluş Yıldönümü münasebetiyle, Milliyetçi Hareket Partisi adına duygularımı ve düşüncelerimi ifade etmek üzere huzurlarınızdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Büyük Atatürk'ün "en büyük eserimdir" dediği Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunu, her yıl, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutluyoruz. Bu törenlerde, bize, Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi bir eser, milletin egemenliği gibi bir temel esas bıraktıkları için, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, hizmeti geçen bütün büyüklerimize minnetlerimizi, şükranlarımızı sunuyoruz. Böylece, millî bir görevi yerine getirdiğimizi düşünüyoruz; ama, bu kadarla yetinemeyiz.

Devletimizin yeniden kuruluşu demek olan böylesine tarihî ve millî bir günde, bir de muhasebe yapmak durumundayız. Hepimiz sormalıyız: Devletimizin kuruluş esasları nelerdir, bu esaslara yeterince sahip çıkabiliyor muyuz? Meselenin özü, buradadır. Coşkulu şiirler yazmak, neşeli kutlamalar yapmak, gösterişli törenler düzenlemek, elbette güzeldir; ama, bugün, Türk Devletinin ve Türk Milletinin içinde bulunduğu gerçekler karşısında, meselenin esasına bakmak ve kendimizi yargılamak durumundayız. Örnek olarak, şurada oturan değerli milletvekillerine sorsak, devletimizin kuruluş esasları nelerdir desek, birbirinden çok farklı cevaplar alacağımızdan şüphem yoktur. Şimdi, tekrar, kendimize dönüp soralım: Biz, neyi kutluyoruz? Yapmak istediklerimizin şuurunda mıyız?

Değerli milletvekilleri, 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulurken, 1921, 1924 Anayasaları yapılırken, devletin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk, Anayasa hükmü kadar geçerli olan ilkelerini ortaya koyarken, hep, bir gerçek düşünüldü; o da, dünyanın en muhteşem devleti olan Osmanlının nasıl ve neden eridiği ve dağıldığı gerçeğidir. İnanıyorum ki, devletimizin kurucularının hepsinin yüreğinde bu acı gerçek vardı. Onun için de, Türk Milleti bir daha bağımsızlığını kaybetme tehlikesiyle karşılaşmasın, vatan ve milletin bölünmez bütünlüğü ebedî olsun diye, her şeyi inceden inceye hesapladılar. Cepheden cepheye koşan, sayısız şehitlerin arasından çıkıp gelen bu kahraman gaziler, devletimizin temellerini sağlam esaslara dayandırdılar. Bu esasların bir kısmını hatırlamak ve ülkemizin, bugün, içinde bulunduğu durumu buna göre değerlendirmek, bizim, aslî görevlerimizden sayılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, 1920'li yıllara dönelim; bugün, üzerinde oturduğumuz vatanımız, mensubu olmakla şeref duyduğumuz büyük milletimiz ve bağımsız, ebedî devletimiz için hangi esaslar öngörülmüş, bunların bir kısmını hatırlayalım:

"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir."

"Vatan, mukaddes bir bütündür, bölünemez."

"Türkiye'de bir toplum vardır; adı 'Türk Milleti' dir."

"Türk Devleti bağımsız ve millî niteliktedir."

"Cumhuriyetimizin temeli, yüksek Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürüdür."

"Devletin resmî dili Türkçedir."

"Bağımsızlığımızın sembolü ayyıldızlı Bayrağımızdır."

"Ne mutlu Türküm diyene." (MHP, FP, DYP ve BBP sıralarından alkışlar)

Sayılan bu esaslar açısından Türkiyemizin bugünkü durumunu bir iç muhasebesi yaparak, kendi vicdanımızda gözden geçirelim. Bunu yaparken de kendimize karşı dürüst ve cesur olalım.

Bugün, kim inkâr edebilir ki, Türkiyemizde millî birliğimiz ve bütünlüğümüz ciddî şekilde güçlendirilmeye ve korunmaya muhtaç duruma gelmiştir. Millî hâkimiyet anlayışı içerisinde, meclis meclisliğini, partiler partiliğini, hükümet hükümetliğini, medya medyalığını, büyük sermaye büyük sermayeliğini, yargı yargılığını, asker askerliğini, üniversite üniversiteliğini iyice bilmeli ve ülkeye hizmette yerli yerinde sapasağlam oturmalıdır.

Partilerimiz, kişilerin tasarrufuna teslim edilmiş; demokrasi, kurum ve kurallarıyla işletilememektedir. Cumhuriyetimizin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak belirtilen ve değişmez denilen niteliklerinden hiçbiri doğru olarak ve istenen ölçüde ülkede mevcut değildir.

Cumhuriyetimizin temelini teşkil eden yüksek Türk kültürü, bütün unsurları ve değerleriyle hayatımızdan uzaklaşmakta, milleti meydana getiren millî kültürümüz sahipsiz bırakılmaktadır.

Türkçemiz, üzülerek ifade edelim ki, her geçen gün biraz daha az kullanılmak suretiyle iyice fakirleştirilmektedir; bu gidişle, resmî dil olma özelliği bile tehlikeye girebilir. Bunu açıkça görmek için, resmî yazılara, ibarelere ve birçok okulumuzdaki eğitimin yabancı dillerde yapıldığına bakmak yeterlidir. Öyle anlaşılıyor ki, onbeş yirmi yıl sonra, Türkçeyi eğitim dili olarak kullanan ilköğretim okulundan üniversiteye kadar hiçbir okul kalmayabilir.

Dünyada, sömürgelerin dışında hiçbir bağımsız ülke gösterilemez ki, kendi resmî diline karşı böyle bir gaflet göstersin, böyle bir tutum takınmış olsun.

"Ne mutlu Türküm diyene" anlayışını, ülkemizin her yerinde, rahatça kullanamıyoruz; sanki, bu vatan Türk vatanı, bu millet Türk Milleti, bu devlet Türk Devleti, burası Türkiye Cumhuriyeti değilmiş gibi.

Mukaddes vatanımızda, kimi entelektüel gösteriş ve tatmin uğruna, kimi cehaletinden, kimi gafletinden, kimi sömürgecilerin tesiriyle, kimi ideolojik saplantılarla, Türk Milletinden bahsetmeyi gereksiz saymakta ve bilime de aykırı olarak, ülkemizde, birden çok millet varmış gibi imalarda ve beyanlarda bulunabilmektedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 78 inci Yıldönümünü bayram olarak kutladığımız bir sırada, böylesine acı gerçeklerden bahsetmek elbette üzücüdür. Bunun farkındayım ve sıkıntısını içimde duyuyorum; ama, gerçeği konuşamazsak, çareyi arayamayız ve bulamayız. O zaman da, geleceğimiz, bugünden daha bunalımlı ve ağır olabilir.

Değerli milletvekilleri, 78 yıllık tarihimizde, iktisadî alanda gelişmiş ülkelerle aramızdaki farkı kapatamadık; ama, geçmişimizle kıyasladığımızda, büyük işler yapıldığı da muhakkaktır; fakat, her iktisadî kalkınmanın, ahlakî ve manevî temelleri de, ona paralel olarak geliştirilemezse, millî bünyenin ağır darbeler alacağı bilinmektedir. İşte bu dengeyi kuramadığımız için, Türkiyemiz, bugün, her alanda ciddî sıkıntılarla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu sıkıntılardan bazılarını hatırlatmak gerekirse; dayanılmaz boyutlarda işsizlikten, sosyal barışı tahrip eden gelir dağılımındaki bozukluktan, yönetimde meydana gelen organize ve yaygın yolsuzluk, basit çıkar hesapları, israf ve siyasetin kirlenmesinden, siyasî partiler arasında entrikaya dayalı kısır çekişmeler ve rejimin işleyişinin tıkanmasından, içte ve dışta çözüm bekleyen millî meselelerin kendi kaderine bırakılmasından, kardeş Azerbaycan, Kafkaslar, Kosova, Kuzey Irak, Afganistan ve Türk nyası konularında millî bir politika geliştiremeyişimizden, devletin çalışmasını önemli ölçüde ipotek altına alan partizanlıktan, ekonomiyi çarpık hale getiren, ahlakî ve manevî yapıyı çürüten müzminleşmiş yüksek enflasyondan, sosyal bünyedeki artan ihtilaflar ve ülkeyi iç çatışma ortamına sürükleyebilecek sunî inanç bölünmeleri ve kutuplaşmalardan; bütün bunlardan sonra, milleti millet yapan değerlerdeki zayıflama ve çöküntüden bahsedebiliriz.

Değerli milletvekilleri, sözün burasında, her vatandaşıma seslenmek istiyorum, diyorum ki: Gelin, kendi kendimize bir söz verelim ve diyelim ki, yukarıda belirtilen devletimizin kuruluş esaslarına sadakatle bağlı kalacağız; yeni nesillerin, bu esasların şuuru içinde yetişmesi için her türlü gayreti ve fedakârlığı göstereceğiz; devletimizin kuruluş esaslarını, her türlü kişi, zümre, parti, bölge ve sınıf hesabının üstünde tutacağız.

Değerli milletvekilleri, bu duygular ve düşüncelerin ışığında, çocuklarımızın ve bütün milletimizin Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutluyorum. Değişik ülkelerden yurdumuza gelmiş bulunan çocuklara hoş geldiniz diyor, daha iyi ve mutlu bir dünyanın kurulması için, milletler ve insanlar arasında adalete, sevgiye ve hakka dayalı bir münasebetler düzeninin kurulmasını diliyorum. Milletler ailesinden oluşan insanlığın barış, güvenlik ve istikrar içinde mutluluğunu temenni ederek; bu devleti, bu vatanı bize emanet edenlere Allah'tan rahmet diliyor, hepinize ve değerli vatandaşlarıma, şahsım ve Milliyetçi Hareket Partisi adına sevgiler ve saygılar sunuyorum. (MHP, FP, ANAP, DYP, DSP, DTP, BBP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sayın Sadi Somuncuoğlu'na teşekkür ediyorum.

Demokrat Parti Genel Başkanı Sayın Korkut Özal, Ankara dışında olduğundan, size ve Yüce Kurulumuza hitap etme olanağını bulamamaktadır.

O nedenle, şimdi, sözü, Değişen Türkiye Partisi Genel Başkanı Sayın Gökhan Çapoğlu'na veriyorum. (Alkışlar)

Buyurun.

DEĞİŞEN TÜRKİYE PARTİSİ GENEL BAŞKANI GÖKHAN ÇAPOĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli konuklar, sevgili çocuklar; Değişen Türkiye Partisi adına sizleri ve televizyonlarından bizi izleyen halkımızı saygıyla selamlıyor, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınızı kutluyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 78 inci kuruluş yılını kutlarken, 23 Nisan 1920'nin koşullarını bir defa daha değerlendirmenin önemli olduğuna inanıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, ülkemizi işgal etmiş iç ve dış düşmanlara karşı, yokluklar ve zorluklar içerisinde, ulusal egemenliğin gür sesi olmuştur; bir kurtuluş savaşını demokrasiyle vermenin tarihî dersini başarıyla vermiştir.

Birinci Meclisin üyeleri, ülkemizi yönetenleri, ulusal egemenlik adına sürekli sorgulamışlardır. En fazla sorguladıkları kişi ise, askerî dehasını ispat etmiş, Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa olmuştur. İşte bu bilinçtir ki, arkamızda yazılı bulunan "Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir" sözüne, bugün kutladığımız Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramına yaşam vermiştir.

Kendi kişisel geleceklerini değil, ulusun bağımsızlığını ve geleceğini düşünen Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Büyük Önder Atatürk'ün liderliğinde cumhuriyet devrimini gerçekleştirmiştir. Türkiye, ümmetten millete, imparatorluktan ulus devlete geçmiş, laiklik sayesinde çağdaşlaşma yolunda çok önemli kazanımlar sağlamıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti kısa zamanda çok büyük ilerlemeler kaydetmiş, bugün gururla söylediğimiz Onuncu Yıl Marşını yazmıştır.

Cumhuriyetin kuruluşundan otuz yıl sonra, 1950'ler ortasında, Japonya'yla kişi başına eşit gelir düzeyine ulaşan Türkiye, son kırk yılda bu hızını kaybetmiş; Japonya, kişi başına gelir olarak 40 bin dolara yaklaşırken, Türkiye 3 bin dolarda kalmıştır.

Genç Türkiye Cumhuriyetinin ilk otuz yıldaki hızlı gelişmesini gören Avrupa ülkeleri, 1963 yılında, Türkiye'ye tam üyelik öngören Ankara Antlaşmasını imzalarken, geçen otuzdört yıl sonunda, 1997 yılı aralık ayında, demokrasiye yeni geçmiş, ekonomik gelişme düzeyi daha düşük Romanya ve Bulgaristan'ı tam üyeliğe aday görürken, Türkiye'yi aday ülkeler arasına bile almamıştır. Türkiye, demokrasi, insan hak ve özgürlükleri konusunda sorgulanır hale düşürülmüştür.

Niye Türkiye, son kırk yılda göreli olarak gerilemiş; enflasyon, işsizlik, yoksulluk ve gelir dağılımındaki adaletsizlikler, yüzde 5'lere varan bir ekonomi büyüme oranına rağmen artmış; Türkiye, ekonomik ve siyasî istikrarsızlıklar içerisinde bocalamıştır; çünkü, 1920'lerde cumhuriyet devrimini gerçekleştiren Türkiye, son kırk yılda demokratik değişimi gerçekleştirememiştir.

Türkiye'deki rant ekonomisini kollayan siyaset anlayışı ve yapısı, değişimin önünde en büyük engel olmuştur. Üretmeden, yandaşlarıyla birlikte rant paylaşımı, Türkiye'de, ekonomiyi olduğu gibi, siyaseti de, ahlakî değerleri de yozlaştırmıştır; enflasyon, gelir dağılımındaki adaletsizlikler ve yolsuzluklar artmıştır; yoksa, yüzde 70'lerde devraldığı enflasyonu, önce yüzde 100'ü aşan seviyeye getiren, sonra yüzde 97'ye indirmeyi büyük bir başarı diye sunabilen bir anlayış, 1920'lerden bakıldığında, 1998 Türkiyesinde düşünülebilir miydi? Böyle bir siyaset anlayışını ve yapısını ayakta tutmaya çalışan birkısım medya ve çıkar çevreleri, ranttan pay almasalardı, buna destek olur muydular? (FP ve DYP sıralarından alkışlar) Dün, sağ ve sol çekişmesi görüntüsü altında sunulan rant paylaşım kavgası, bugünün laik olanlar - olmayanlar çatışması şeklinde devam ettirilebilir miydi? (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

İşte, Türkiye'de, tehdit altında olan, egemenliğin kayıtsız şartsız ulusa ait olma ilkesidir. Bazı medya ve çıkar çevreleri, destekledikleri siyasî partileriyle, egemenlik üstünde hak iddia etmektedirler. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) Yoksa, termik santralları, dağıtım şebekelerini, yasaları çiğneyerek, mahkeme kararlarını hiçe sayarak...

İSMAİL YILMAZ (İzmir) – Nama yazılı ihale...

DEĞİŞEN TÜRKİYE PARTİSİ GENEL BAŞKANI GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – ... dağıtan, Türk tütününü yabancı tekellere peşkeş çeken, İstanbul'un tarihî SİT alanlarını yandaşlarına açan, turizm alanlarını parselleyen bir anlayış, ulusal egemenliğin iradesini temsil edebilir miydi; ediyor mu? (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

İşte, Türkiye'nin, 23 Nisan 1920'nin özünü kavramış yepyeni bir anlayışa, yepyeni siyasî kadrolara ihtiyacı olduğu açık bir şekilde ortadadır. Türkiye'de değişimin, demokratik değişimin gerçekleşmesi için, Kuvayi Milliye ruhunu yaşayan ve yaşatacak, ülkesini seven bütün insanların bir araya gelmesi, halkın bu mücadeleye sahip çıkması zorunludur. Mücadele çok zorludur. 1920'lerde iç ve dış düşmanlara karşı verilen bağımsızlık mücadelesi, bu ülkenin aydınlık geleceği için, bugün, çeşitli çıkar çevrelerine ve onların -sağda veya solda olsun- siyasî uzantılarına karşı, bütün zorluklarına rağmen, mutlaka verilmelidir.

Mustafa Kemal Atatürk, 1927 yılında gençliğe seslenirken "Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunduğun vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir" diyerek, uzak görüşlülüğünü bir kez daha ortaya koymuştur. Bize düşen, cumhuriyetimiz ve demokrasimiz için, Büyük Önder Atatürk'e layık olacak mücadeleyi vermektir. Yine, Mustafa Kemal Atatürk'ün belirttiği gibi "Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan, rahat yaşama yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler, önce onurlarını, sonra hürriyetlerini, daha sonra, geleceklerini kaybetmeye mahkûmdurlar."

23 Nisan 1920, Türkiye'de çağdaşlık açılımının en önemli tarihlerinden biridir. Türkiye Cumhuriyeti, laik, demokratik, sosyal ve hukuk devleti ilkeleri üzerine kurulmuştur. Eğer, biz, bu ilkeleri tam anlamıyla yaşama geçiremezsek, yaşama geçirecek yeni kadrolara, anlayışa şans tanımazsak, ülkemize sahip çıkmazsak, çağdaşlık doğrultusunda fazla bir ilerleme kaydedemeyeceğimizi, son kırk yılın deneyiminden anlamış olmalıyız.

Laik devletin, bütün inançlara karşı aynı derecede duyarlı ve tarafsız kalması gerektiğini unutmamalıyız. Eğer, dinin siyasî ve ticarî amaçlar için kullanılmasını önlemek istiyorsak, kentleşmenin sağlıksız olmaması, yoksulluğun ortadan kalkması, işsizliğin azaltılması, gelir dağılımında adaletsizliğin giderilmesi, yağmanın ve yolsuzlukların önlenmesi ve ezberci eğitim sisteminden kurtarılması için ciddî çalışmalar yapmalıyız.

Demokratik devletin, seçilmiş krallar yönetimi değil, yöneticilerin halka hesap verdiği, başarısız olanların değiştiği bir yönetim olması gereğini yaşama geçirmeliyiz. Bunun için, her şeyden önce, siyasî partilerimizi çağdaş yapılara kavuşturmalı, parti içi demokrasiyi işletmeliyiz. Demokrasinin özgür bireylerle gelişebileceğini kabul ederek, bireylerin siyasî, ekonomik ve inanç ve kültürel özgürlüklerine, cumhuriyetin temel ilkelerini zedelemediği ve ulusal bütünlüğümüzü tehdit etmediği müddetçe saygı duymalıyız. Farklılıklarımızı toplumsal çatışmaya değil, toplumsal zenginliğe dönüştürürken, bu farklılıkların ulusal bütünlüğümüzü ve birliğimizi daha da güçlendirmesine çalışmalıyız. İnsan hak ve özgürlüklerine saygıyı, demokratik devletin vazgeçilemez unsuru haline getirmeliyiz. Sosyal devletin, vatandaşına eziyet eden değil, güven ve güvence veren devlet olduğunu hatırlamalıyız. Hoşgörü, barış ve uzlaşmanın, toplumsal sorunların çözümünde temel ilke olduğundan hareket etmeliyiz. Hukuk devletinde, yasalar karşısında bütün bireylerin eşit olduğu, yasaların herkes için uygulandığı ilkesinden asla taviz vermemeliyiz. Geciken adaletin adalet olamayacağını kabul ederek ve yargının bağımsızlığını titizlikle koruyarak, gerekli düzenlemeleri vakit geçirmeden yapmalıyız. Cumhuriyetin temel ilkelerinin bir bütün olduğunu hiç bir zaman unutmamalıyız. İşte, cumhuriyetin bu temel ilkelerini, tam anlamıyla yerleştirdiğimiz ölçüde, Türkiye'de, demokratik değişimin önünü açabileceğiz. Özgür bireyi, sorumlu toplumu, şeffaf devleti gerçekleştirdiğimiz ölçüde başarılı olacağız. Demokrasinin verimlilik artışıyla birlikte hızla geliştiği, üretimin temel olduğu, gelirin adaletli paylaşıldığı, işsizliğin ve yoksulluğun azaldığı, barış ve uzlaşmanın egemen olduğu, dış dünyanın saygı duyduğu yepyeni bir Türkiye'yi kurabileceğiz.

23 Nisanda, çocuklarımızın bayramını kutlarken, bayram hediyesi vermek için çalışmalıyız. Çocuklarımıza vereceğimiz en büyük hediye, yoksulluğun yaşanmadığı, gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderildiği bir Türkiye'de, bugün olduğu gibi ezbere değil, düşünmeye, üretmeye, eleştirmeye ve beceri kazandırmaya dayanan çağdaş bir eğitim vermek olmalıdır. Bunun için, binalardan ziyade anlayışımızı değiştirmeliyiz. Düşünen, eleştiren, üreten insanlardan korkmamalıyız, bilakis desteklemeliyiz. 21 inci Yüzyılın bilgi çağında, 23 Nisan 1920'nin bağımsızlık ruhunu ve gücünü ancak böyle yaşatabileceğimizin bilincine varmalıyız. 21 inci Yüzyılda teknoloji üretemeyen ülkelerin bağımsızlıklarını korumada zorlanacaklarını görebilmeliyiz. Çocuklarımıza sağlayacağımız çağdaş eğitim olanağı ve eşitliği, son birkaç yüzyılın tartışmasız en büyük devlet adamı ve lideri Mustafa Kemal Atatürk'e olan minnet ve saygımızın da, 23 Nisanda en anlamlı ifadesi olacaktır.

Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, bu Yüce Meclisin kurulmasında ve yaşatılmasında mücadele edenleri rahmetle anıyor; Yüce Meclisi, Değişen Türkiye Partisi ve şahsım adına tekrar saygılarımla selamlıyor; bütün vatandaşlarımızın ve çocuklarımızın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını daha aydınlık bir Türkiye dileğiyle kutluyorum.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Değişen Türkiye Partisi Genel Başkanı Sayın Gökhan Çapoğlu'na teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 78 inci yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla yapılan konuşmalar tamamlanmıştır.

Alınan karar gereğince, Bayındırlık ve İskân Bakanı Yaşar Topçu hakkındaki gensoru önergesi ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 28 Nisan 1998 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 16.36

 

birleşim 81’in sonu