DÖNEM : 20 CİLT : 48 YASAMA YILI : 3

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

67 nci Birleşim

17 . 3 . 1998 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. — Şırnak Milletvekili Bayar Ökten’in, Şırnak İli ve ilçelerindeki elektrik kesintilerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Mehmet Salih Yıldırım’ın cevabı

2. — Adıyaman Milletvekili Celal Topkan’ın, tütün üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın cevabı

3. — Konya Milletvekili Abdullah Gencer’in, Türkiye’nin tarımsal sulama politikasına ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa Rüştü Taşar’ın cevabı

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. — Genel Kurulu ziyaret eden Arnavutluk Meclis Başkanı Skender Gjinushi ve beraberindeki Parlamento Heyetine Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denilmesi

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. — Türkmenistan Cumhuriyetine gidecek olan Ulaştırma Bakanı Necdet Menzir’e, dönüşüne kadar, Sanayi ve Ticaret Bakanı E. Yalım Erez’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1356)

2. — Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer’e, dönüşüne kadar, Turizm Bakanı İbrahim Gürdal’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1357)

3. — Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’na, dönüşüne kadar, Adalet Bakanı Mahmut Oltan Sungurlu’nun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1358)

4. — Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Eyüp Aşık’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Burhan Kara’nın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1359)

5. — Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Refaiddin Şahin’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1360)

6. — Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Rıfat Serdaroğlu’na, dönüşüne kadar, Bayındırlık ve İskân Bakanı Yaşar Topçu’nun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1361)

7. — Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Yücel Seçkiner’e dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Metin Gürdere’nin vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1362)

8. — Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Başbakan A. Mesut Yılmaz’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1363)

9. — İsviçre’ye gidecek olan Devlet Bakanı Hikmet Sami Türk’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Hasan Hüsamettin Özkan’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1364)

10. — Katar’a gidecek olan Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1365)

11. — Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesinde Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grubu oluşturmak üzere Fazilet Partisi Grubunca gösterilen adaylara ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1366)

12. — Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilâtı Parlamenter Asamblesinde Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grubu oluşturmak üzere Fazilet Partisi Grubunca gösterilen asıl ve yedek adaylara ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1367)

13. — Kuzey Atlantik Asamblesinde Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grubu oluşturmak üzere Demokratik Sol Parti Grubunca gösterilen asıl ve yedek adaylara ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1368)

14. — Türkiye AT Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanlığında Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grubu oluşturmak üzere Demokratik Sol Parti Grubunca gösterilen adaya ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1369)

15. — Anayasa Komisyonu Başkanlığının, komisyonun kâtip üyelik seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/1373)

16. — (10/22) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının, komisyonun görev süresinin uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1370)

17. — Başbakan A. Mesut Yılmaz’ın, Ukrayna’ya yaptığı resmî ziyarete katılmaları uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1371)

18. — Ağrı Milletvekili M. Sıddık Altay’ın, 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/286) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/319)

19. — Mardin Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, Yüksek Öğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 sayılı Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/184) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/320)

20. — Siyasî parti grupları adına grup başkanı ve başkanvekillerinin, TBMM’nin Kosova’daki gelişmeleri endişeyle takip etmekte olduğuna ve saldırıları şiddetle kınadığına; sorunun Birleşmiş Milletler ve AGİT ilkeleri doğrultusunda çözülebileceğine; bu amaçla Yugoslavya Federal Cumhuriyeti Hükümeti ile Kosova Halkı temsilcilerini, bunalımın bir an önce aşılması için gerekli cesaret ve olgunluğu göstermeye davet etmekte olduğuna ilişkin müşterek önergeleri (3/1372)

IV. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. — Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt’ün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporu (3/309) (S. Sayısı : 559)

2. — İstanbul Milletvekili Meral Akşener’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporu (3/987) (S. Sayısı : 560)

3. — Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın Yasama Dokunulmazlığınını Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporu (3/967) (S. Sayısı : 561)

4. — Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporu (3/1051) (S. Sayısı : 562)

5. — Mardin Milletvekili Mahmut Duyan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporu (3/842) (S. Sayısı : 563)

6. — Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporu (36227) (S. Sayısı : 564)

7. — İstanbul Milletvekili Tansu Çiller’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporu (3/1071) (S. Sayısı : 565)

8. — Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç’un Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporu (3/1049) (S. Sayısı : 566)

9. — Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu’nun Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları ÜyelerindenKurulu Karma Komisyon raporu (3/992) (S. Sayısı : 567)

10. — Hatay Milletvekili Hüseyin Yayla’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporu (3/850) (S. Sayısı : 570)

V. — GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1. — Sıvas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu ve 20 arkadaşının, görevlendirme ve atamalarda usulsüz ve partizanca uygulamalar yaparak ülkede gerginlik ve huzursuzluğa yol açtığı iddiasıyla Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay Hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusundaki görüşme (11/14)

B) GÖRÜŞMELER

2. — İstanbul Milletvekili Mustafa Baş ve 70 arkadaşı ile Kırklareli Milletvekili İrfan Gürpınar ve 23 arkadaşının, Kosova’daki son gelişmeler konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergeleri üzerine Genel Kurulun 10.3.1998 tarihli 64 üncü Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşme (8/19, 20)

VI. — SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. — Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Şereflikoçhisar Devlet Hastanesinin uzman doktor ihtiyacına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı H. İbrahim Özsoy’un yazılı cevabı (7/4318)

2. — Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın, Erzincan-Refahiye-Doğandere Nahiyesinde Jandarma Karakolu açılıp açılmayacağına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/4363)

3. — İçel Milletvekili Oya Araslı’nın, Mersin’de faaliyet gösteren Yardım ve İyilik Vakfı ile ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Metin Gürdere’nin yazılı cevabı (7/4376)

4. — Giresun Milletvekili Turhan Alçelik’in, Giresun’un, Olağanüstü Hal ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde Uygulanacak İndirim ve Teşviklerle ilgili Kanun kapsamına alınıp alınmayacağına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Işın Çelebi’nin yazılı cevabı (7/4386)

5. — İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, Midyat Cezaevindeki bir itirafçıya yapılan ziyarete ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı(7/4388)

6. — İstanbul Milletvekili Osman Kılıç’ın, bazı belediye başkanlıkları hakkında yapılan şikâyet, inceleme ve soruşturma başvurularına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/4393)

7. — Balıkesir Milletvekili Ahmet Bilgiç’in, Kazdağı çevresinde madencilik faaliyetlerine izin verilmesinin çevreye etkisine ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı İmren Aykut’un yazılı cevabı (7/4394)

8. — Bursa Milletvekili Yahya Şimşek’in, emekli olduktan sonra A.Ö.F. Önlisans Programını tamamlayan öğretmenlere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün yazılı cevabı (7/4423)

9. — Balıkesir Milletvekili İ. Önder Kırlı’nın, Balıkesir’in Manyas ve Körfez yörelerinde meydana gelen sel felaketinde mağdur olan çiftçilere ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa R. Taşar’ın yazılı cevabı (7/4436)

10. — Çorum Milletvekili Mehmet Aykaç’ın, kamu çalışanlarının ve emeklilerinin maaşlarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Zekeriya Temizel’in yazılı cevabı (7/4443)

11. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Tanıtma Fonu Kuruluna ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Cavit Kavak’ın yazılı cevabı (7/4453)

12. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın;

– Telif hakları mevzuatına,

– Yayımcılığın gelişmesi ve telif haklarının desteklenmesiyle ilgili çalışmalara,

– Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yapılması planlanan değişikliklere,

– Bakanlık döner sermayesinden matbaa ve yayımcılığın desteklenmesi için bir çalışma yapılıp yapılmayacağına,

İlişkin soruları ve Kültür Bakanı Mustafa İstemihan Talay’ın yazılı cevabı (7/4455, 4456, 4457, 4458)

13. — Bursa Milletvekii Ertuğrul Yalçınbayır’ın;

– Nüfus ve aile planlamasıyla ilgili bir üst kurul oluşturulması için çalışma yapılıp yapılmayacağına,

– Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü kurulması çalışmalarına,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Işılay Saygın’ın yazılı cevabı (7/4450, 4466)

14. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, tarımda yeniden yapılanma kurulunun oluşumuna ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa R. Taşar’ın yazılı cevabı (7/4480)

15. — Ordu Milletvekili Müjdat Koç’un, Florya ve Yıldız Parlamenter Konukevlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (7/4517)

16. — Çorum Milletvekili Mehmet Aykaç’ın, basına verilen teşvik kredilerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Cavit Kavak’ın yazılı cevabı (7/4529)

17. — Siirt Milletvekili Mehmet Emin Aydın’ın, memurlara yapılacak zamla ilgili bir beyanına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Zekeriya Temizel’in yazılı cevabı (7/4530)

I. — GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açıldı.

TBMM Başkanvekili Hasan Korkmazcan, İstiklâl Marşının TBMM’de kabulünün 77 nci yıldönümü nedeniyle İstiklâl Marşının kutsal bir inanç olduğuna; Mehmet Âkif Ersoy’un, bu inançla, milletin azmine, kararına ve hissiyatına tercüman olduğuna; Türk Ulusunun, tarih boyunca hür ve bağımsız yaşadığına ve hiçbir zaman esareti ve bağımlılığı kabul etmediğine; İstiklâl Marşının, zulüm güçlerinin saldırılarına ve emperyalizme karşı bir başkaldırı, bir meydan okuma ve istiklâl mücadelemizin, mazlum milletlere örnek olduğuna; genç ve güçlü Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna olan inanç ve imanın, Mehmet Âkif Ersoy’un bir tarih ve edebiyat şaheseri olan bu eserde ebedileştiğine; İstiklâl Harbi Başkumandanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, dava arkadaşlarını, Gazi Meclisinin üyelerini ve Mehmet Âkif Ersoy’u, şahsı ve milletvekilleri adına, minnetle ve şükranla yad ettiğine ilişkin bir konuşma yaptı.

Gümüşhane Milletvekili Lütfi Doğan’ın, ülkemizde mevcut iktisadî durum ve sıkıntıların azaltılması için alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı Işın Çelebi cevap verdi.

Malatya Milletvekili Ayhan Fırat’ın, Karakaya Barajının kirlenmesine,

İzmir Milletvekili İsmail Yılmaz da, İstiklâl Marşının kabulünün 77 nci yıldönümüne,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Yugoslavya’ya giden Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in,

Belarus Cumhuriyetine gidecek olan :

Devlet Bakanı Güneş Taner’e, Devlet Bakanı Yücel Seçkiner’in,

Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’a, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in,

Belçika’ya gidecek olan Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı İsmet Sezgin’e, Devlet Bakanı Mehmet Batallı’nın,

Vekâlet etmelerinin uygun görülmüş olduğuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkereleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Fransa’ya resmî ziyarette bulunan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e refakat eden heyete, İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın da iştirak etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Başbakanlık tezkeresi kabul edildi.

Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunda boş bulunan ve

Fazilet Partisi Grubuna düşen üyeliklere, Adana Milletvekili Yakup Budak, Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün, Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey, Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç, Gaziantep Milletvekili Kahraman Emmioğlu, İçel Milletvekili Saffet Benli, Konya Milletvekili Veysel Candan, Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış, Yozgat Milletvekili İlyas Arslan,

Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna düşen üyeliğe de Erzincan Milletvekili Mustafa Yıldız,

Seçildiler.

Başkanlıkça Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu üyelerinin başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimini yapmaları için toplanacakları gün, saat ve yere ilişkin duyuruda bulunuldu.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının :

2 nci sırasında bulunan 232 sıra sayılı kanun tasarısı, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından,

3 üncü sırasında bulunan ve Hükümetçe komisyona geri alınan 338 sıra sayılı kanun teklifi, komisyondan gelmediğinden,

Ertelendiler.

4 üncü sırasında bulunan, Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu Tasarısının (1/702, 2/224, 2/929, 2/1000, 2/1023, 2/1024) (S. Sayısı : 553) görüşmelerine devam olunarak 6 ncı maddesine kadar kabul edildi, 6 ncı maddesi üzerinde bir süre görüşüldü.

Alınan karar gereğince, Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay hakkındaki gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşme ile Kosova’daki son gelişmeler konusundaki genel görüşme ve diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 17 Mart 1998 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 18.54’te son verildi.

Hasan Korkmazcan Başkanvekili

Ahmet Derin Mehmet Korkmaz Kütahya Kütahya Kâtip Üye Kâtip Üye

No. : 99

II. — GELEN KAĞITLAR

13.3.1998 CUMA

Sözlü Soru Önergeleri

1. — Çorum Milletvekili Mehmet Aykaç’ın, Dünya Kadınlar Gününde meydana gelen olaylar sırasında Atatürk Anıtına saldırıda bulunduğu iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/905) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.3.1998)

2. — Çorum Milletvekili Mehmet Aykaç’ın, Dünya Kadınlar Günü kutlamaları sırasında meydana gelen olaylara ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/906) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.3.1998)

Yazılı Soru Önergeleri

1. — İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, İstanbul DGM’de bazı görevlilerin rüşvet aldıkları iddiasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4584) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.3. 1998)

2. — Bursa Milletvekili Yahya Şimşek’in, tarım kredilerine ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4585) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.3.1998)

3. — Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül’ün, SSK Mensupları Eğitim ve Dinlenme Tesisleri Derneğinde görev yapan bazı personele ve yönetim kuruluna ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/4586) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.3.1998)

4. — İçel Milletvekili D. Fikri Sağlar’ın, tedavi amacıyla yurtdışına çıkışlarda uygulanan “takdir hakkı”na ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4587) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.3.1998)

5. — İzmir Milletvekili Hasan Denizkurdu’nun, Tahkim Kurulu kararına uymayan Futbol Federasyonu hakkında bir işlem yapılıp yapılmadığına ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4588) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.3.1998)

6. — Erzincan Milletvekili Naci Terzi’nin, Cumhuriyetin 75 inci kuruluş yıldönümü kutlama programına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4589) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.3.1998)

7. — Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün, Türkiye Lokomotif ve Motor Sanayi A.Ş.’de çalışan mevsimlik işçilerin yeniden alınıp alınmayacağına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4590) (Başkanlığa geliş tarihi : 11. 3.1998)

8. — Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün, mevsimlik işçilere kadro verilip verilmeyeceğine ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4591) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.3.1998)

9. — Tokat Milletvekili Ahmet Feyzi İnceöz’ün, devekuşu ıslahı ve besiciliği konusunda bir çalışma yapılıp yapılmayacağına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4592) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.3.1998)

10. — Bolu Milletvekili Feti Görür’ün, görevden alınan Vakıfbank Genel Müdürünün bir beyanına ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4593) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.3.1998)

11. — Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker’in, Bilecik İlindeki belediyelere yapılan yardımlara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/4594) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.3.1998)

12. — Manisa Milletvekili Tevfik Diker’in, Tansu Çiller ve eşinin Mal Varlıklarını Araştırma Komisyonuna yurtdışı para transferleriyle ilgili belge verip vermediğine ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/ 4595) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.3.1998)

13. — Manisa Milletvekili Tevfik Diker’in, kapatılan bazı bankaların verdikleri kredilere ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4596) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.3.1998)

14. — Gaziantep Milletvekili Kahraman Emmioğlu’nun, 55 inci Hükümet döneminde tiyatrolara yapılan yardımlara ve bastırılan kitaplara ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/4597) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.3.1998)

No. : 100

16.3.1998 PAZARTESİ

Teklifler

1. — Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya’nın; Olağanüstü Hal Bölgesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde İstihdam Yaratılması ve Yatırımların Teşvik Edilmesi ile 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2 nci Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/1108) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.3.1998)

2. — Kütahya Milletvekili Mehmet Korkmaz ve 4 Arkadaşının; Olağanüstü Hal Bölgesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde İstihdam Yaratılması ve ve Yatırımların Teşvik Edilmesi ile 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2 nci Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/1109) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.3.1998)

3. — Kütahya Milletvekili Emin Karaa ile Demokratik Sol Parti Grup Başkanvekilleri Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy ve Sinop Milletvekili Metin Bostancıoğlu’nun; 1136 Sayılı Avukatlık Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/1110) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.3.1998)

4. — Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız ve 23 Arkadaşının; Vakıflar Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/1111) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.3.1998)

5. — Konya Milletvekili Ali Günaydın’ın; Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci, Malî Müşavirlik ve Yeminli Malî Müşavirlik Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/1112) (Adalet ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.3.1998)

6. — Kütahya Milletvekili Mehmet Korkmaz’ın; Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/1113) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.3.1998)

Raporlar

1. — 3056 Sayılı Başbakanlık Teşkilâtı Hakkında Kanunhükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporu (1/707) (S. Sayısı : 592) (Dağıtma tarihi : 16.3.1998) (GÜNDEME)

2. — Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporu (1/719) (S. Sayısı : 593) (Dağıtma tarihi : 16.3.1998) (GÜNDEME)

3.— Samsun Milletvekili Murat Karayalçın’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporu (3/841) (S. Sayısı: 594) (Dağıtma Tarihi : 16.3.1998) (GÜNDEME)

4.— Konya Milletvekili Hüseyin Arı’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporu (3/217) (S. Sayısı: 595) (Dağıtma Tarihi : 16.3.1998) (GÜNDEME)

5.— Batman Milletvekili Ataullah Hamidi’nin Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporu (3/310) (S. Sayısı: 596) (Dağıtma Tarihi : 16.3.1998) (GÜNDEME)

6.— Samsun Milletvekili Murat Karayalçın’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporu (3/925) (S. Sayısı: 597) (Dağıtma Tarihi : 16.3.1998) (GÜNDEME)

7.— Batman Milletvekili Ataullah Hamidi’nin Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporu (3/315) (S. Sayısı : 598) (Dağıtma Tarihi: 16.3.1998) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergesi

1.— Trabzon Milletvekili İsmail İlhan Sungur’un, bazı belediyelerin izinli hizmet aracı talebine cevap verilmemesinin nedenine ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/907)(Başkanlığa geliş tarihi : 12.3.1998)

Yazılı Soru Önergeleri

1.— Kütahya Milletvekili Mehmet Korkmaz’ın,Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Kütahya’da öğrenci yurt binası yapılıp yapılmayacağına ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4598) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.3.1998)

2.— Trabzon Milletvekili İsmail İlhan Sungur’un,Trabzon ve Rize’deki belediyelere Acil Destek Fonundan yapılan yardımlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4599) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.3.1998)

3.— Trabzon Milletvekili İsmail İlhan Sungur’un, Rize ve Trabzon’daki belediyelere yapılan yardımlara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/4600) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.3.1998)

4.— Gaziantep Milletvekili Kahraman Emmioğlu’nun, hakkında bazı iddialar ileri sürülen Bakanlık eski Müsteşarı hakkında bir işlem yapılıp yapılmadığına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4601) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.3.1998)

5.— Gaziantep Milletvekili Kahraman Emmioğlu’nun, THY’nin tarifeli seferlerinde yolculara dağıtılan gazetelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4602) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.3.1998)

6.— Sıvas Milletvekili Musa Demirci’nin, Eskişehir-TÜLOMSAŞ’da çalışan mevsimlik işçilere ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4603) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.3.1998)

7.— Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Eskişehir-TÜLOMSAŞ’da işten çıkarılan işçilerin yeniden işe alınıp alınmayacaklarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4604) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.3.1998)

Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri

1.— Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, çiftçilerin ecrimisil ödedikleri arazileri satın alma yönündeki taleplerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/4319)

2.— Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Karaman ve Konya’yı İçel’e bağlayacak yola ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/4320)

3.— Bayburt Milletvekili Suat Pamukçu’nun, ilköğretim müfettişlerinin ek göstergelerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4322)

4.— Antalya Milletvekili Arif Ahmet Denizolgun’un, Yunanistan’da Türk düşmanlığı propagandası yapıldığı iddialarına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4323)

5.— Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Karaman’a bağlı bazı köylerde yapımı planlanan afet evlerine ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/4325)

6.— Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, isimsiz ihbarlar hakkında yapılan işlemlere ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4326)

7.— İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, HAVAŞ hisselerinin satışı ile ilgili Mahkeme kararlarının uygulanmadığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4328)

8.— Manisa Milletvekili Tevfik Diker’in, uluslararası uyuşturucu ticareti yaptığı iddia edilen bir kişiye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4330)

9.— İçel Milletvekili Fevzi Arıcı’nın, sekiz yıllık temel eğitime katkı amacıyla toplanan paralara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4334)

10.— Kocaeli Milletvekili İsmail Kalkandelen’in, Acil Destek Fonundan sağlanan kaynaklara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4335)

11.— Sıvas Milletvekili Tahsin Irmak’ın, Sıvas’ın kalkınmada öncelikli iller kapsamına alınmamasının nedenine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4336)

12.— Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, Erzincan’la ilgili özel teşvik tedbirleri alınıp alınmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4340)

13.— Giresun Milletvekili Ergun Özdemir’in, Giresun’un Olağanüstü Hal ve kalkınmada öncelikli yörelerde uygulanacak teşvik kapsamına alınmamasının nedenine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4342)

14.— Erzurum Milletvekili Aslan Polat’ın, Erzurum-Köprüköy İlçesine yardım yapılıp yapılmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4344)

15.— Aksaray Milletvekili Nevzat Köse’nin, şehit çocukları ve kardeşlerinin eğitimlerine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4352)

16.— İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, İstanbul’da”Turizm Bölgesi” ve “Turizm Merkezi” ilan edilen yerlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4355)

No. : 101

17.3.1998 SALI

Tasarı

1. — 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/736) (Tarım, Orman ve Köyişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.3.1998)

Teklifler

1. — Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın; 4.11.1983 Tarih ve 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/1114) (Adalet ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.3.1998)

2. — Çankırı Milletvekili İsmail Coşar ve 33 Arkadaşının; Belediyelere ve İl Özel İdarelerine Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkındaki 2380 Sayılı Kanunun 1 inci Maddesinin 9. Fıkrasında Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/1115) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.3.1998)

3. — Bolu Milletvekili Necmi Hoşver’in; 2809 Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/1116) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.3.1998)

4. — Samsun Milletvekili Latif Öztek ve 2 Arkadaşının; Olağanüstü Hal Bölgesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde İstihdam Yaratılması ve Yatırımların Teşvik Edilmesi İle 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1117) ( Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.3.1998)

5. — İstanbul Milletvekili Emin Kul ve 2 Arkadaşının; 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun Ek 5 inci Maddesine Bir Bent Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/1118) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.3.1998)

6. — İstanbul Milletvekili Emin Kul ve 2 Arkadaşının; 5434 Sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanununun 32 inci Maddesine Bir Bent Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/1119) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.3.1998)

7. — Muğla Milletvekili Lâle Aytaman’ın; 15.7.1950 Tarih ve 5682 Sayılı Pasaport Kanununun 13 üncü Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi (2/1120) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.3.1998)

Raporlar

1. — Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınma Önergesi (2/755) (S. Sayısı : 599) (Dağıtma Tarihi : 17.3.1998) (GÜNDEME)

2. — Niğde Milletvekili Akın Gönen ve 10 Arkadaşının, İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu raporu (2/1095) (S. Sayısı: 601) (Dağıtma Tarihi : 17.3.1998) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1. — Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül’ün, Turban’a alınan personele ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/908) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.3.1998)

2. — Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül’ün, SEKA’ya ait bir arazinin özel bir firmaya satılacağı iddialarına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/909) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.3.1998)

3. — Hatay Milletvekili Abdulkadir Akgöl’ün, İskenderun LNG terminalinin 1998 yatırım programından çıkarılmasının nedenine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/910) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.3.1998)

Yazılı Soru Önergeleri

1. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Uludağ Üniversitesi Ortak Anfiler Grubu Projesine ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4605) (Başkanlığa geliş tarihi:13.3.1998)

2. — Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül’ün, BOTAŞ tarafından yapılan kompresör ihalesine ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4606) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.3.1998)

3. — Denizli Milletvekili Adnan Keskin’in, Fethullah Gülen’in Vatikan ziyaretine ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4607) (Başkanlığa geliş tarihi : 13.3.1998)

4. — Sinop Milletvekili Kadir Bozkurt’un, “Savarona” isimli yata ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4608) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.3.1998)

5. — Sinop Milletvekili Kadir Bozkurt’un, Emlakbank konutlarına ilişkin Devlet Bakanından yazılı önergesi (7/4609) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.3.1998)

6. — Denizli Milletvekili Adnan Keskin’in, bazı valilerin tarikat mensubu oldukları iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4610) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.3.1998)

7. — Trabzon Milletvekili İsmail İlhan Sungur’un, ihale esaslarına dair tebliğe ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4611) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.3.1998)

8. — Karabük Mlilletvekili Hayrettin Dilekcan’ın, bir firmaya hibe kredisi vermek istediği iddiasına ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4612) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.3.1998)

9. —Burdur Milletvekili Kazım Üstüner’in, Burdur-Bucak tütün ekici piyasasının ne zaman açılacağına ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4613) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.3.1998)

10. — Manisa Milletvekili Tevfik Diker’in, Çevre Eski Bakanı Ziyattin Tokar hakkındaki bazı iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4614) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.3.1998)

 

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.00

17 Mart 1998 Salı

BAŞKAN : Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Haluk YILDIZ (Kastamonu), Ali GÜNAYDIN (Konya)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, çalışmalarımızın hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah’tan niyaz ederek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 67 nci Birleşimini açıyorum.

Sayın milletvekilleri, bu defaki ilk yönetimimde, görüyorum ki, Parlamentomuzda yeni bir grup daha oluşmuş ve yerini almıştır. Her kişi ve kurum, cumhuriyetimizi ve onun niteliklerini korumak ve kollamakla yükümlüdür; ancak, birinci derecede hak, yetki ve sorumluluk Yüce Parlamentomuza aittir. Her kişi ve kurum sorumluluğunu yerine getirirken, Yüce Parlamentonun direktiflerini rehber edinmeye mecburdur. Bunun için de, bütün gruplarımız, bu hususta ittifak içinde olmalıdırlar. Parti gruplarımızın bir iki günden beri ortaya koydukları demokratik tavır, ümit vericidir; aksini düşünmek ve aksi tavra girmek demokrasi inançsızlığıdır.

Bir şairimizin dediği gibi:

“Sen ben desin efrat, aradan vahdeti kaldır;

Milletler için, işte kıyamet o zamandır.”

Bir başka şairin dediği gibi:

“Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın;

Yok edin insanın insana kulluğunu,

Bu davet bizim.

Yaşamak bir ağaç gibi, tek ve hür,

Ve orman gibi kardeşçesine,

Bu hasret bizim.”

Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündemimiz yüklü olmakla beraber, gündeme geçmeden önce, üç değerli arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

ALİ DİNÇER (Ankara) – Şiirden dolayı, bravo!..

METİN ARİFAĞAOĞLU (Artvin) – Toplantı yetersayımız vardır Sayın Başkan.

BAŞKAN – Bendeniz de, o tespiti yaptım efendim; çünkü, gece saat 22.00’yi getirmek, öyle, kolay değil.

ALİ DİNÇER (Ankara) – Bundan sonraki toplantıları da güzel şiirler okuyarak açın Sayın Başkan.

III. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. — Şırnak Milletvekili Bayar Ökten’in, Şırnak İli ve İlçelerindeki elektrik kesintilerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Mehmet Salih Yıldırım’ın cevabı

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Doğru Yol Partisi Milletvekili Sayın Bayar Ökten, Şırnak İlinde meydana gelen elektrik kesilmesiyle ilgili olarak...

BAYAR ÖKTEN (Şırnak) – Sayın Başkanım, il ve ilçelerinde...

BAŞKAN – Şırnak’ın ilçelerinde...

Tabiî, ilçelerinde elektrik kesilince... Yani, parçadaki arıza tümde var demektir. Bu, mantık kuralıdır.

Buyurunuz efendim.

BAYAR ÖKTEN (Şırnak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Şırnak İlimiz ve ilçelerinde sürekli olarak ortaya çıkan elektrik kesintileriyle ilgili söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi, şahsım adına, saygıyla selamlıyorum.

Hepimizin bildiği gibi, çağımızın en önemli sorunlarından biri olan enerji, ülkemiz gibi enerji ithalatçısı gelişmekte olan ülkelerde ağırlığını önemli ölçüde hissettirmektedir. Sürdürülebilir kalkınmanın da, ancak çevreyle uyumlu, kaliteli ve ucuz enerjinin zamanında teminiyle mümkün olabileceği bilinmektedir. Burada önemli olan diğer konular, bölgelerarası dengesizliğin giderilmesi, eşitsizliklerin önlenmesi ve ekonomik ve sosyal kalkınmanın en önemli girdilerinden olan enerjinin halkımızın tümünün yararına sunulmasıdır. Belirttiğim bu unsurların sağlanabilmesi ise, istikrarlı politikalarla belirlenen ve uygulanan planlamalarla başarılabilir.

Ancak, Şırnak ve ilçelerinde hem voltaj düşük hem de gün boyu defalarca elektrik kesilmektedir. Kesintiler dışında, gün boyunca halkımız elektrikten yoksun kalmakta ya da düşük voltaj ve düzensiz kesintiler sonucu olarak, halkımızın evlerinde kullandığı buzdolabı, televizyon ve çamaşır makinesi gibi elektronik aletler zarar görmektedir. Bu eşyalar, halkımız için birer servet değerindedir; dolayısıyla, bu kesintiler, halkımızı büyük maddî zararlara uğratmaktadır. Aynı konuya, 8 Ocak 1998 tarihli “Elektrikten Yana Şırnak Dertli” başlıklı yazılarıyla Şırnak Gazetesi de değinmiştir. Bunun nedenini araştırdığımda, bakınız, ortaya neler çıktı:

Bölge illeri gibi, elektriğimiz Keban Barajından sağlanıyor. İlimizde uygulanan elektrik tasarrufu, diğer illerde ve Türkiye genelinde uygulanmadığı gibi, düşük voltaj sorunu da sadece ilimizde yaşanıyor. Bunun için, Şırnak halkı, bu Hükümetin bu bölgeye ne derecede baktığını ve üvey evlat muamelesi yaptığını görmektedir.

İlimize verilen elektrik, BOTAŞ trafosuna geliyor. Ana merkez görevini yapan BOTAŞ, zaman zaman, elektrik ihtiyaçları karşılanamadığı için, il elektriğini devreden çıkararak bölgeyi elektriksiz bırakıyor. BOTAŞ yetkililerine bunun nedenini sorduğumuzda, Keban Barajından verilen elektriğin yeterli olmaması nedeniyle, Keban Barajı yetkililerinin “bölgeyi devreden çıkarın” talimatı verdiklerini, bunun üzerine il elektriğini kestiklerini söylemişlerdir.

Gerek tarafımca gerekse ilçelerdeki diğer yetkili kişiler tarafından ilgililerle yapılan görüşmelerde ve Şırnak Gazetesinin haberinde de yer aldığı gibi, kesintinin, kış aylarında ısıtıcıların fazla kullanılmasından, altyapı ve personel yetersizliklerinden kaynaklandığı belirtilmiştir. Oysa, kanaatimce, sanayii gelişmiş bir ildeki fabrikanın sarf ettiği elektrik, Şırnak İlinin tümünde kullanılana eşittir. Tabiî ki, bu sorun, son zamanlarda birdenbire ortaya çıkmadı. Ayrıca, bölgemize aktarılan kaynaklarla altyapı hizmetlerinin geliştirilmesi de mümkün değildir.

Gelelim altyapı ve personel durumuna: Şırnak genelinde 120 personel görev yapmaktadır. Silopi gibi bir ilçede 4 personel görev yapmaktadır. Bu personelden 1’i emekliye ayrılmıştır, 1’i de sakat durumdadır; geriye kalan 2 personelle Silopi’de hizmet verilmektedir.

Bu durum, halkımız açısından endişe vericidir. Amacımız Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde yaşayan vatandaşlarımızın da diğer bölgelerde yaşayan vatandaşlarımızla aynı haklara ve imkânlara sahip olmalarını sağlamak ve dengeli kalkınma çabalarını bütünleştirmek olduğuna göre, bölge halkının devlete ve hükümete güvenini sağlamak için, ayırım yapmaksızın, fırsatlardan yararlanmalarını sağlamalıyız.

Değerli milletvekilleri...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ökten, programımız bugün çok yüklü; size 1 dakika süre veriyorum. Lütfen...

BAYAR ÖKTEN (Devamla) – Elbette ki, enerji darboğazının aşılmasında, kısa vadede, enerji kayıp ve kaçaklarının önlenmesi, yakıt ikmal sorunlarının çözümlenmesi, tasarruflu enerji kullanımı gereklidir. Bunun yanı sıra, hükümetlerin uzun dönemde kaynak aramaları, kaynakların niteliğini iyileştirici çalışmalar yapmaları kaçınılmazdır. Dengeli kalkınmanın gereği olarak, bölgeler arası gelişmişlik farkını ortadan kaldırmak ve halkımızın tümünün sorununu çözümleyici adımlar atmak gereklidir. Özellikle, ilimize güç artışını sağlayıcı nitelikte trafo, diğer personel ve altyapı hizmetlerinin acilen sağlanması zorunludur.

Ben, buradan, Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanına, olayın üzerine gitmesi için çağrıda bulunuyorum: Şırnak’ta yaşayan vatandaşlarımız da bu ülkenin vatandaşlarıdır. Halkımız, hizmet...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAYAR ÖKTEN (Devamla) – Bitiriyorum efendim.

BAŞKAN – Hiç efendim... Rica ediyorum... Bakın, biliyorsunuz, çok toleranslı davranıyordum; ama...

BAYAR ÖKTEN (Devamla) – Son cümlemi...

BAŞKAN – Efendim, lütfen... Saygı sunun, inin. Lütfen...

BAYAR ÖKTEN (Devamla) – Teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Devlet Bakanı Sayın Yıldırım, buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Bakan, ihtisar buyurursanız memnun oluruz efendim.

DEVLET BAKANI MEHMET SALİH YILDIRIM (Şırnak) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Şırnak Milletvekili Sayın Bayar Ökten’in gündemdışı konuşmasına cevap vermek üzere huzurunuzdayım; hepinize saygılar sunuyorum.

Sayın Ökten’in değindiği konu, sadece Şırnak için değil, Türkiye için çok önemli olan bir konu. Türkiye’de yıllık enerji üretiminin 105 milyar kilovat/saat olduğunu, sadece 1997 yılında enerji açığımızın 6,5 milyar kilovat/saat olduğunu; bu bakımdan, bu sorunun, gerekli ölçülerde gerekli platformlarda önlem alınmaması halinde sıkıntı yaratacağını, buradan, bir kez de ben altını çizerek belirtmek istiyorum. Ancak, şunu da ifade etmek istiyorum: 55 inci Hükümet, bugüne kadar, cumhuriyet hükümetleri içerisinde, enerji sektöründe ve üretiminde en çok katkılı olan hükümettir; çok namüsait koşullara rağmen, sekiz aylık süre içerisinde 15 milyar dolarlık yatırım yapmış bir hükümettir. Bu konunun, gelecekte, sıkıntıları giderecek meyveler vereceğini buradan belirtmek istiyorum.

Değerli Ökten’in söylediği hususların bir kısmını biz de yaşıyoruz; ancak, şunu ifade edeyim: Bu sorunlar, kısa vadenin sorunları değil, çok uzun sürede kaynaklanan sorunlardır. Ancak, geçmiş süreçteki birikimlerin zaman zaman önemli sıkıntılara sebep olduğunu, şimdi, birlikte yaşıyoruz.

Şırnak, 1991-1994 yılları arasında, elektrik dağıtım şirketi açısından Siirt’e bağlı olarak kalmış, daha sonraki iki yıllık süreci Diyarbakır’a bağlı olarak yaşamış, daha sonra da -kendi koşullarını oluşturmasından sonra- bağımsız bir kurum olarak çalışmaya başlamış; ancak, Mardin’in bütün olanaklarına, desteklerine rağmen, bugün, Şırnak’ta, TEDAŞ, hâlâ, sorunlarını, sıkıntılarını takip edebilen bir kurum olmaktan çıkmıştır.

Şırnak’ta, TEDAŞ’ın 22 personeli vardır; ancak, açığı 89 personeldir. Bugün Kumçatı’da, bugün Güçlükonak’ta personel yoktur; ancak, bu konuda, sorun, sadece Şırnak’ın değil... Türkiye genelinde personel politikasının düzelmesiyle alakalı çalışmalar yapılmaktadır. Bunun en kısa süre içerisinde Şırnak’a yansımasını da beklemekteyiz.

Personel sorunuyla alakalı konunun önemi kadar, ekipman, araç gereç konusunda da önemli sorunlar vardır. Bunun için, Şırnak’ın, ivedi olarak 2 kamyona, 2 kamyonete, 1 vinçe, 1 platform sepetli araca ve 1 forklifte ihtiyacı vardır. Bu konuyla alakalı çalışmalar ilgili bakanlıkça yapılmaktadır; yakında, bunların intikali sağlanacaktır.

Ancak, Şırnak’ın ve Şırnaklının önemli bir sorunu daha vardır. Bu sorun, elektrik dağıtım sistemindeki sıkıntıdan kaynaklanmaktadır. Bugün, bu hatların önemli bir kısmı eskidir. Elektrik kaçağı, sadece Şırnak’ta değil, Türkiye’nin her tarafında vardır.

Şırnak’ta önemli bir sorun, sıkıntı da, kaçak kullanılan elektrik oranındaki çok yüksekliktir. Gerek doğal şartların artmış olması gerek yöredeki koşulların bunu etkilemesi, bu kaçak elektrik oranının yüzde 79’lara kadar çıkmasına sebep olabilmektedir. Bunu etkileyen temel faktörlerden biri, güvenlik birimlerinin -ihtiyacı olan elektriği temin için, esas teknik sorunları gidermeden- tali branşlardan kullandığı elektriktir. Otuzu aşkın böyle kullanılan hat, maalesef, elektrik kesintisine sebep olan temel nedendir. Bugünkü koşullarda güvenlik sorununun ortadan kalkmasıyla birlikte, bu tali branşlardan kullanılan elektrik azaldığı takdirde, elektrik kesintilerinin büyük bir kısmı da ortadan kalkacaktır.

İndirici trafo merkezlerinin 2 tanesi yenilenmektedir, 1 tanesinin sorunu yoktur.

Bugün, Uludere ve Siirt yolundaki TEDAŞ dağıtım sistemiyle alakalı sıkıntı giderilmiştir. Bu nedenle, Şırnak Merkez ve Silopi’nin elektrik sorunu büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. 3 trafo Şırnak’a gönderilmiştir.

Cizre’nin elektrik sorunu, çok kısa süre içerisinde azaltılacaktır.

Şunu da memnuniyetle ifade etmek istiyorum ki: Bugün...

BAYAR ÖKTEN (Şırnak) – Kandırıyorsunuz.. Vatandaşı kandırıyorsunuz...

DEVLET BAKANI MEHMET SALİH YILDIRIM (Devamla) – Değerli Bayar, sizin, her türlü konudaki engin bilginizi ve deneyiminizi bütün Genel Kurul biliyor. Sizler belki istifade etmeyebilirsiniz; ama, bu aktarımlarımı Genel Kurul üyeleriyle paylaşmak istiyorum. Dinlemenizi tavsiye ederim.

Şırnak’taki temel sorunun önemli unsurlarından bir tanesi, trafolardaki eksiklik ve düşük megavatlıktır. Bunu yenileyecek 3 trafo Şırnak’a gönderilmiştir; çok yakında monte edilecektir.

Uludere ve Siirt hattındaki sorunlar ortadan kaldırılmıştır. Çok kısa süre içerisinde, bunun olumlu yansımalarını da hep birlikte göreceğiz; ancak, personel sorunu giderilmediği takdirde, kaçak elektrik sorunu çözümlenmediği takdirde, bu sorunun yansımalarını, ileride, Şırnaklılar tekrar yaşayabileceklerdir.

Enerji eksikliği açısından, üretiminin yansıması açısından Şırnak’ta bir sorun yoktur; ama, bu sorunun tümüyle ortadan kalkabilmesi için Keban-Özlüce, Özlüce - Erzurum, Diyarbakır-Batman elektrik iletim hatlarının yeni baştan yenilenmesi gerekmektedir.

Bütün bu konular, ortaya, bir sonuç çıkarmaktadır: GAP Projesinin realize edilmesindeki önem ve gerçek. GAP Projesi gibi yılda 27 milyar kilovat/saat enerji üretebilecek olan bu projenin atıl oluşu, bu sıkıntılarımızın artmasına sebep olabilecek önemli bir faktördür.

Bu vesileyle, bu konuyu da aktarmama fırsat verdiği için değerli milletvekiline teşekkür ediyor; Yüce Meclise saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

BAYAR ÖKTEN (Şırnak) – Sayın Bakan, eğer bu söylediğiniz doğruysa, ben, istediğinizde sizi omuzuma alır gezdiririm.

BAŞKAN – Sayın Ökten, efendim, omuzunuza almayınız, kucaklayınız.

BAYAR ÖKTEN (Şırnak) – Eğer doğruysa, ben omuzuma alırım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, lütfen... Omuzunuza almayınız; başka hevesliler türer parlamenterlerin omuzlarına binmek için. Rica ediyorum... (FP sıralarından “Bravo Başkan” sesleri, alkışlar)

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. — Genel Kurulu ziyaret eden Arnavutluk Meclis Başkanı Skender Gjinushi ve beraberindeki Parlamento Heyetine Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denilmesi

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Hikmet Çetin’in davetlisi olarak ülkemizi ziyaret etmekte olan Arnavutluk Meclis Başkanı Sayın Skender Gjinushi ve beraberindeki parlamento heyeti, şu anda, Meclisimizi teşrif etmiş bulunmaktadırlar. (Alkışlar)

Bu kahraman toplumun Meclisinin temsilcilerine, Başkanlık olarak biz de “hoş geldiniz” diyoruz.

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR (DEVAM)

2. — Adıyaman Milletvekili Celal Topkan’ın, tütün üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın cevabı

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, gündemdışı söz talebinde bulunan Sayın Celal Topkan, tütün üreticilerinin mağduriyetiyle ilgili konuşacaklar.

Sayın Topkan, umuyorum, üretenlerin mağduriyetinden söz ederken, tüketenlerin mağduriyetine de temas edersiniz.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CELAL TOPKAN (Adıyaman) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anasol-D İktidarının tütün üreticilerine karşı uyguladığı politikalar ve bu politikaların tütün üreticilerinde oluşturduğu hayal kırıklığını anlatmak için söz aldım. Sizleri, kendi adıma saygılarımla, tütün üreticileri adına üzüntülerimle selamlıyorum.

Konuşmam, Hükümetin tütün üreticilerini hayal kırıklığına uğratan iki uygulaması üzerinde olacaktır.

Tekel’den sorumlu Devlet Bakanı Sayın Eyüp Aşık, 17.2.1998 tarihli 55 inci Birleşimde, bu kürsüden, tütün başfiyat açıklaması ve tütün alımlarının başlama tarihi konusunda yapılan bir konuşmaya verdiği cevapta “1990 yılında ANAP İktidarı olarak tütüne kilo başına 5 dolar, 1991 yılında ise 6,83 dolar fiyat verdik; halbuki, siz, ortalama 3,5 dolar verdiniz” diyerek, DYP-SHP İktidar dönemini tütüne az fiyat vermekle suçlamıştı.

1990 ve 1991 yıllarında enflasyon yüzde 70’ler civarında seyrederken tütüne kilo başına ortalama 6 dolar vermekle övünen Sayın Bakan, Hükümetlerinin bu yılki enflasyonu yüzde 100’e yükselttiğini unutarak, tütüne kilo başına 3,4 dolar fiyat vererek hem kendisiyle ters düşmüş hem de tütün üreticisini büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştır.

Sayın Bakana ve Hükümetine sormak gerekir: 17 Şubat 1998 tarihinden bu yana ne değişti de, bu kürsüden, üreticiye verdiğiniz sözü yok sayarak, üreticiyi maliyet fiyatıyla baş başa bıraktınız? Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, özellikle Adıyaman’da, tütün üretiminden başka gelir kaynağı olmayan insanlar, bu fiyat karşısında şaşkına dönmüş durumdalar.

Sayın Bakan, bu kürsüden, kendi ağzınızla üreticiye verdiğiniz sözü tutmadınız, geçmiş hükümetlerden daha düşük fiyat verdiniz. Bir taraftan enflasyonu yüzde 100’e çıkaracaksınız, hayatı çekilmez hale getireceksiniz, diğer taraftan, tütüne bugüne kadar uygulanan en düşük fiyatı vereceksiniz. Bu uygulama, iyi niyetli bir uygulama değildir. Bu uygulamayla, tütün fabrikalarının özelleştirilmesine zemin hazırladığınızın endişesini taşıyorum. Tütün üreticilerini bu konuda uyanık olmaya çağırıyorum.

Sayın milletvekilleri, ekranları başında bizleri izleyen tütün üreticileri; şimdi dikkatle dinleyin. Sayın Bakan, 17.2.1998 tarihinde, bu kürsüde, tütün alımlarına başlama konusunda, bakınız, ne diyor: “Efendim, 10 Marttan evvel fiyatı açıklayacağız ve şimdiye kadar hemen hemen gelenek haline getirdiğimiz gibi, 15 Marttan evvel de tütün alımlarına başlayacağız.” Ancak, şu ana kadar, alımlara ne zaman başlanacağının tarihi belirlenmemiştir. Anlaşılan o ki, bu ay içerisinde alımlara başlanamayacaktır. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, nisan ayından başlayarak havaların ısınmaya başladığı ve yeni mahsul tütünün ekiminin yapılacağı da göz önüne alınırsa, tütün üreticisi ne yapacaktır; eski tütünü mü satışa hazırlayacak, yoksa yeni tütün ekimiyle mi uğraşacaktır? Havaların ısınmasıyla birlikte kuruyan tütün, hem satışa hazırlanamayacak hem de kuruduğu için kilo kaybına neden olacaktır. Bir tarafta, uyguladığınız düşük fiyat, diğer tarafta, mevcut tütünün kuruması sonrası oluşan kilo kaybı. Sonuç: Üreticiye darbe üstüne darbe.

Hükümeti uyarmak istiyorum. Son derece yanlış bir tütün politikası izliyorsunuz. Bu politikanızla, tütün üreticilerini açlığa mahkûm edersiniz. Tütünden başka bir gelir kaynağı olmayan bu insanları düşünmek zorundasınız.

Bu kürsüden, Sayın Hükümete, tütün üreticileri adına sormak istiyorum: Tütün alımlarında uygulanacak olan ortalama fiyat hangi düzeyde olacaktır? Alımlar hızlı bir şekilde yapılacak mıdır? Bunun için gerekli hazırlıklar yapılmış mıdır? Alımlarda nasıl bir ödeme yapılacaktır? Ödemeler, alımlarla birlikte yapılacak mıdır?

Şu ana kadar uyguladığınız tütün politikası, üreticiyi şaşkına çevirmiştir. Lütfen... Bu kürsüden, yerine getiremeyeceğiniz veya tutamayacağınız sözleri söyleyip, üreticileri daha fazla mağdur etmeye hakkınız yoktur.

Son zamanlardaki değişik hükümetlerin uygulamaları göstermiştir ki, 1950’den beri ülkeyi yöneten iktidarların tarım politikalarının, ekonomi politikalarının, eğitim politikalarının, sosyal güvenlik politikalarının ve ücret politikalarının toplumu getirdiği nokta, insanlarımızı germiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Topkan, programımız çok yüklü... Bir tek dakika... Lütfen toparlayın.

CELAL TOPKAN (Devamla) – Ülkemizin, bu sorunları aşma konusunda, yeniden yapılanmaya ve yeni politikalara ihtiyacı vardır. Bu politikalar, ülkemizde denenmemiş olan sosyal demokrat politikalardır ve onları uygulayacak, Cumhuriyet Halk Partisidir.

Bugünlerin yakın olduğu mesajıyla, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Topkan, hem süre için hem konuşmanız için teşekkür ediyorum.

Devlet Bakanı Sayın Aşık, gündemdışı konuşmaya çok kısa cevap vermek üzere söz talep ediyorlar.

Buyurun Sayın Bakan.

Sayın Bakan, sözün etkilisi kısa olur da onun için öyle söyledim. Süre içerisinde takdir sizin; onun dışında da, izin verirseniz, bendenizin efendim.

Buyurun.

DEVLET BAKANI EYÜP AŞIK (Trabzon) – Teşekkür ediyorum. Belki çok kısa olamayacak; çünkü, fevkalade önemli bir konu.

BAŞKAN – Peki efendim.

DEVLET BAKANI EYÜP AŞIK (Trabzon) – Evvela, konuyu gündeme getirip bana açıklama fırsatı verdiği için, Sayın Celal Topkan’a teşekkür ediyor, şahsınızı ve Yüce Heyeti, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Celal Topkan iki eleştiri yöneltmiştir: Birincisi, tütün fiyatlarının geç açıklanması, alımların geç başlaması; ikincisi, fiyatların düşük olması.

Çeşitli defalar, milletvekili arkadaşlarımız, tütün fiyatlarıyla ilgili bu kürsüden konuştular ve zaman zaman, ben de cevap vermeye çalıştım; ama, şimdiye kadarki cevaplarımda tütün fiyatları açıklanmamıştı. Son olarak, 7 Martta, Yüksek Planlama Kurulunda belirlendiği şekilde, tütün fiyatlarını açıklamış bulunuyoruz.

Ben, son defa, bu kürsüden böyle bir konuşmaya, eleştiriye cevap verirken “son dört beş yılın ortalama tütün fiyatlarına bir bakalım; biz, bundan daha yüksek bir fiyat vereceğimizi vaat ediyoruz” demiştim ve o zaman da belirttiğim gibi, şimdi de tekrar etmek istiyorum.

Başfiyat olarak Ege’yi alırsak; Ege başfiyatı olarak 1993’te 3 dolar 5 sent, 1994’te 3 dolar 22 sent, 1995’te 3 dolar 91 sent, 1996 yılı ürünü için ise 4 dolar fiyat verilmişti. Bu fiyatlar, başfiyatın açıklandığı 15 Şubat itibariyle, dolar kuru üzerinden hesaplanmıştır. Örneğin; 1996 yılı ürünü, geçen sene 15 Şubatta ve doların 117 bin lira olduğu gün açıklanmıştır. Bu seneki fiyatımız, Ege başfiyatı olan 900 bin lira ise, 1998 yılı 15 Şubat günkü dolar kuru üzerinden hesapladığınız zaman, 4 dolar 20 senttir. Son dört senenin tütün fiyatı ortalaması 3,5 dolar olmasına rağmen ve son dört senenin en yüksek fiyatı 4 dolar olmasına rağmen -15 Şubat itibariyle dolar kurunu aldığınız zaman- bu seneki fiyat bundan da yüksektir. Eleştiri, sadece “geçen sene bir evvelki seneye göre yüzde 100 zam verilmesine rağmen, bu sene, niye yüzde 100 zam yapılmadı” şeklindedir. Yoksa, mevcut dolar kuru üzerinden hesapladığınız zaman, son dört senenin ortalamasından da, en yüksek fiyat olan 4 dolarlık -15 Şubat günü itibariyle, dolar kuru üzerinden hesaplanan 4 dolarlık- fiyattan da yüksek bir fiyat verilmiştir.

Değerli arkadaşlar, geç kalınmasına sıra gelince, tütün üreticisi için önemli olan, eline geçecek para, yani, tütünü sattığı tarihtir. Yine, son beş senenin tarihlerine baktığımız zaman, gelenek haline gelmiştir ki, tütün alım işlerinin; yani, kontrat kesme ya da ambarlama işlerinin başlangıç tarihi 15 Marttan sonradır; bu uygulama, bu sene de aynen korunmuştur. Araya kurban bayramı gireceği için, mevsim şartları dolayısıyla, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde piyasayı bayramdan sonra açmayı düşünmüş, tasarlamış ve ilan etmiştik; ancak, bölgeden gelen yoğun istekler sebebiyle, 27-28 Mart günlerinde, ağır iklim şartlarına rağmen, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde de piyasayı açıp tütün alımına başlayacağız. Ege, Marmara ve Karadeniz Bölgeleri için ise, tütün alımları başlamıştır ve bayramdan evvel de, balya başına 4 milyon lira avans ödemesi yapılacaktır.

“Ne zaman alımlara başlayacaksınız” diyorsanız, tekrar ediyorum, Ege ve Marmara için başlamıştır, Doğu ve Güneydoğu Anadolu tütünleri için ise 27-28 Mart günlerinde başlayacaktır. Ege ve Marmara için, bayramdan evvel, balya başına 4 milyon lira avans ödemesi yapılacaktır. Her bölgede, tütün alımı yapılan şahsın ödemesi peşin yapılacaktır.

Ödeme ne kadar sürecektir; yüksek bir rekolte sebebiyle, ödemenin, daha doğrusu, alımların, bir süre uzayacağını düşünüyoruz; mümkün olan en kısa sürede almaya çalışacağız; ama, bitiş tarihlerine şöyle bir göz atarsak, Ege Bölgesinin bitiş tarihleri, yine, son dört yıl itibariyle, 1996 yılı ürünü için 5 inci ayın 16’sı, 1995’te 6 ncı ayın 3’ü, 1993’te 8 inci ayın 22’si, 1992’de 7 nci ayın 31’idir. Bu seneki yüksek rekolteye rağmen, Ege ve Marmara Bölgelerinde bu tarihlerden evvel bitirmeye çalışacağız.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri için bitiş tarihlerini söylemek istiyorum. Son on yıla baktığımızda, ortalama bitiş tarihi, Doğu Anadolu’da 8 inci ayın sonlarıdır, Güneydoğu Anadolu’da ise, mesela 1991 yılında 9 uncu aya kadar, 1992 ve 1993 yıllarında 11 inci aya kadar, 1994 ve 1995 yıllarında da 8 inci aya kadar sürmüştür. Yaptığımız planlama sonucu, bu yıl, bu tarihlerden daha erken tarihlerde bitirmeye çalışacağız.

Değerli arkadaşlar, yine, eleştirilerden birisi, Güneydoğu Anadolu Bölgesi tütünlerine farklı fiyat vermiş olmamızdır. Bildiğiniz gibi, bu sene, Ege, Marmara ve Karadeniz Bölgeleri için başfiyat, 900 bin lira, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri tütünleri için 800 bin lira olarak belirlenmiştir.

İzninizle, bu yılki maliyet fiyatlarını da söylemek istiyorum: Ege Bölgesinde 762 bin lira, Doğu Anadolu Bölgesinde 376 bin lira, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ise 373 bin liradır; yani, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri tütünü için, Hükümetimiz, gerçek manada ayırımcılık değil, tam tersine, korumacılık yapmıştır. Çünkü, Ege ve Karadeniz Bölgelerinde kıraç arazide dönüm başına 70 kilogram civarında olan tütün üretimi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde 300 kilograma kadar çıkmaktadır; yani, dönüm başına verim 3 misli olmaktadır. Ekonomik değer açısından bakarsanız, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri tütünlerinin Tekel’den ortalama satış fiyatı veya Tekel’in imalatlarına girişteki değerlendirmede ortalama fiyatı 1,5 dolar olmasına rağmen, Ege ve Marmara tütünlerinin fiyatı ise -işlenmiş halde- 6 dolar civarındadır. Yani, bir yandan 3 misli ekonomik değeri olan, bir yandan da üçte 1 üretim imkânı olan, maliyet olarak da 3 misline çıkan tütün ile üçte 1 fiyatına mal olan tütüne aynı parayı vermemiz doğru değildi.

Ancak, bu Parlamentoda görüşülüp kararlaştırıldığı üzere, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde işsizliğin önlenmesi için pek çok teşvik uygulaması, kanun getirilmiştir. İşsizliği önlemek için bir yandan trilyonlarca teşvik verirken, bir yandan da tütün üreticisini işsiz bırakmak gibi bir uygulamaya giremezdik. Bu sebeple, doğu ve güneydoğu tütünleri için başfiyat, halen, 800 bin lira; muhtemelen -şu anda tam olarak bilmem mümkün değil; ama, misal olarak 650 bin lira diyelim- 650 bin liraya gelecek bir ortalama fiyatı düşünürseniz, tam 3 misli sübvansiyon vardır. Yani, bu 650 bin liranın, devlet için ekonomik değeri sadece 200 bin lira civarındadır. Devlet için ekonomik değeri 200 bin lira olan tütüne, devletin 650 bin lira fiyat vermesindeki yegâne hedef, yegâne gaye, zaten işsizlik sebebiyle fevkalade bunalmış olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu halkının, bir de, tütün üreticisinin işsiz kalmaması, aşsız kalmaması, gıdasız kalmamasıdır. Yani, devlet, buraya, tütün üreticisi eliyle, bu yılki rakamlarla 100 trilyon lira civarında bir sübvansiyon yapmaktadır ve maalesef, bu rakam, devletin imkânlarını fevkalade zorlamaktadır. Bu sebeple, gerçekte 400 bin lira civarında olması gereken bir fiyatı, Hükümetimiz bu yıl 800 bin lira olarak belirlemiştir ve bildiğiniz gibi bu yılki rekolte 300 bin ton...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DEVLET BAKANI EYÜP AŞIK (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

...civarındadır ve en fazla rekolte artışı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde olmaktadır. Bu sebeple, bir miktar fiyat farkı konulmuştur, gerçek rakama yaklaşılmış değildir; ama, gerçeğe doğru bir adım atılmıştır. Bu uygulama, dekar başına verim sebebiyle, hem adaletli olması bakımından hem de ekonomik değer bakımından zaruri idi. Bu fark, ileriki yıllarda muhtemelen biraz daha artırılacaktır.

Bu vesileyle, bana bu açıklama fırsatını verdiği için sayın milletvekilime tekrar teşekkür ediyorum. Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan, usule aykırı ama, bu konu çok önemli olduğu için, bu konu hakkında bir cümle söylemek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Bakan, ödemelerle ilgili muğlak bir söz söylediler ve dediler ki, filan yılda 8 inci ayda, filan yılda 6 ncı ayda... Kendilerine soruyoruz: Acaba, hangi tarihte ödemeler yapılacak ve ödemeler peşin mi olacak; yoksa, dışarıdaki söylentiler gibi, aylık çekler halinde mi olacak ?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, konuşmalarınız içinde var; bendeniz takip etmiştim.

Sayın milletvekilleri, gündemdışı konuşma cevaplandırılmıştır.

3. — Konya Milletvekili Abdullah Gencer’in, Türkiye’nin tarımsal sulama politikasına ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa Rüştü Taşar’ın cevabı

BAŞKAN – Sayın Abdullah Gencer, Türkiye’deki tarımsal sulama politikasıyla ilgili olarak söz istemişlerdir.

Buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Efendim, hiç hoşuma da gitmiyor; ama, kusura bakmayın, programımız çok yüklü, süreyi lütfen iyi kullanalım.

ABDULLAH GENCER (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, Türkiye’nin sulama programlarıyla alakalı gündemdışı söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ülkemiz, yeryüzünde, ziraat itibariyle, kendi kendine yeten 7 ülkeden bir tanesidir; bu da, bizim en büyük zenginliklerimizden birisidir. Bu tarımsal zenginliğimiz, sulamayla takviye edildiği takdirde daha da gelişecek ve dünyada ilk sıralara kesinlikle geçebilecektir. Bu babta, GAP ve şu anda ihalesi yapılmış bulunan KOP (Konya Ovasını sulama projesi) gerçekten fevkalade önemli projelerdir.

Ancak benim burada, Yüce Heyetinize ve özellikle Sayın Bakanımızın dikkatlerine arz etmek istediğim konu, Eber-Akşehir Projesidir. Bu proje, hem Afyon İlimizi hem de Konya İlimizi ilgilendirmektedir. Afyon İlimizde, Sultandağı İlçesi, Taşköprü, Yenikarabağ, Üçkuyu; Konya İlimizde İse, Akşehir’in Ortaköy’ü, Tuzlukçu İlçemiz, Pazarkaya Köyümüz ve Mevlütlü Köyümüzü direkt olarak ilgilendirmektedir.

Bu proje, 1956 yılında etüt olarak ele alınmış, daha sonra, 1973-1974 yıllarında projenin etütleri yapılmış, 1985 yılında ise inşaatına başlanmıştır ve şu andaki inşaat durumu bitmiş vaziyettedir; yani, kanallar, kanaletler ve gerekli aktarma organları monte edilmiştir, gerçekleştirilmiştir.

Bu inşaat devam ederken, çevrenin insanları, samimiyetle söylüyorum ki “devletimiz bize böyle güzel bir hizmet getiriyor” diye, tarlalarının bedellerini bile almamışlardır; dolayısıyla, büyük bir umut ve beklenti içerisinde olmuşlardır. Ancak, bu umutlar, tıpkı, başak çıkardığı halde, mayıs ve haziran aylarında yağış almayan Orta Anadolu ekinleri gibi, ne yazık ki, yanık hale gelmiştir. Neden yanık hale gelmiştir; çünkü, 1997 geçici teslimatıyla 2,7 trilyonluk bir harcama yapılmıştır; bugünkü fiyatlarla bunu değerlendirdiğimizde, 3 trilyonu aşan bir harcamamız söz konusudur ve bu para, toprağın içerisine gömülmüştür. Şu anda ise, kanallardaki betonlar tozlaşmaya başlamış ve yatırılan bu para, heba ve heva olmaya başlamıştır.

Problem nedir; problem şu: Her şey var, fakat helva yok; yani su yok. Bu projenin suyu -Eber ve Akşehir Göllerimiz, malumunuz birbiriyle alakalıydı- Eber Gölünün suyuna irtibatlandırılmış ve ne kadar yağış olursa, Eber Gölü o kadar taşacak, şişecek ve buradan da, normal olarak kanallara su verilecek; fakat, babam rahmetlinin ifadesine göre, 1935 yılında Akşehir Gölü bile kurumuş; yani, bu göller zaman zaman kuruyor, zaman zaman ise su geliyor. Epeyden beri de, bu çevrede, yeraltı sularının çekilmesi ve yeraltı sulamalarına ağırlık verilmesi itibariyle büyük bir çekilme var; velhasıl, anakaynak, yani, su mevcut değildir.

Defaatle, bundan önceki hükümetlerde görev alan ilgili bakanlarımızla görüştüm, ilgili bürokratlarımızla görüştüm, huzurlarınızda kendilerine teşekkür ediyorum, gerçekten büyük alaka gösterdiler; acaba, yeraltı sondajlarıyla destekleme ve besleme yapabilir miyiz denildi; ancak, o bölgeden de yeterli su alınamadı.

Şimdi, burada benim arz etmek istediğim husus nedir: Aziz milletimizin en az üçte bir toprağı, şu anda kanal ve kanaletlerin ilgali altında bulunmaktadır; yani, çiftçimiz, ekememektedir, sulayamamaktadır ve hep zarar görmektedir. Bendeniz diyorum ki...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Gencer, o diyeceğinize çok geç kaldınız. Ben rica edeyim... Lütfen, 1 dakikada... Çok yüklüyüz efendim...

ABDULLAH GENCER (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Benim teklifim şudur: O yöreye çok yakın mesafelerden, Konya’nın Çeltik İlçesinin Gökpınar Kasabasından, Sakarya Nehrimizin bir kolu çıkmakta, Çifteler’e doğru ilerlemekte, devam etmekte ve Karadenize akmaktadır. Günümüzde teknoloji ilerlemiştir ve her türlü imkân vardır. Diyorum ki, ya Gökpınar’dan ya da Eskişer’in Çifteler İlçesinden, kış mevsimlerinde regüle etmek suretiyle, Sakarya’yı, Eber Gölü’ne bir miktar akıtabiliriz. Böylece, hem bu tarımsal projeyi kurtarırız hem de Eber ve Akşehir Göllerinde ölmekte olan balıkçılığı ve ondan geçinen insanlarımızı kurtarmış oluruz diyor; Yüce Heyetinize durumu arz ediyor, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Gencer, teşekkür ediyorum.

Gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Taşar; buyurun.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Ülkemiz ikliminin bölgesel düzeyde çok değişik özelliklere sahip olması, tarımsal üretim için gerekli olan suyun düzenli ve yeterli düzeyde sağlanamamasına yol açmaktadır. Bu sebeple, ülkemizde sürdürülebilir tarımsal üretim yapılabilmesi, düzenli ve destekleyici nitelikte sulama yapmakla mümkündür.

Bugüne kadar yapılan kaynak araştırması sonuçlarına göre, su kaynaklarına bağlı olarak 8,5 milyon hektar arazimiz ekonomik sulanma imkânına sahiptir; 1997 yılı itibariyle, bu arazimizin henüz 4.6 milyon hektarı sulanabilmektedir. Diğer taraftan, ülkemizde tüketilebilecek yerüstü ve yeraltı su potansiyeli, yıllık ortalama, 110 milyar metreküptür, bunun halen 24,3 milyar metreküpü sulamada kullanılmaktadır.

Yukarıda açıklanan doğal kaynaklarımızdan en verimli düzeyde faydalanabilmek amacıyla, sulama politikamız, tarım politikalarımızın bütünlüğü içerisinde ele alınmaktadır. Bu kapsamda, Eber-Akşehir Projesi dışında -ona da geleceğim- ana yaklaşımımız şöyledir: Parçalanan ve ekonomik işletme büyüklüğünü kaybeden tarım arazilerimiz, sulama yatırımlarının birim maliyetini çok yükseltmektedir. Bu amaçla, arazi toplulaştırması, sulama politikamızda temel aldığımız öncelikli bir konudur. Sulama hizmetleri ile tarlaiçi geliştirme hizmetlerine yatırım programlarından ayrılan kaynak dengeli olmadığından, zaman içinde, sulama yatırımları, tarlaiçi geliştirme hizmetlerinin aleyhine çok artmıştır. Tarlaiçi geliştirme hizmetlerine yeterli kaynak ayrılmadan, sulama yatırımlarından yeterli verimlilikte faydalanmak mümkün değildir. Bu itibarla, tarlaiçi geliştirme hizmetlerine önümüzdeki dönemde daha fazla kaynak tahsisi yapılacaktır.

Eber-Akşehir Projesine gelince: Hepinizin de yakînen bildiği gibi, Eber-Akşehir Projesinin temeli, 1985’te, rahmetli Özal tarafından atılmış olup, beş senede, birinci, ikinci ve üçüncü kısımları bitmiştir; ancak, Eber Gölündeki suyun yetersizliği nedeniyle su verilememiştir. Eber Gölünde su olduğu zaman, bu suyun verilebilme imkânı mevcuttur.

Biraz önce değerli arkadaşımızın ifade ettiği gibi, Sakarya Nehrinden Eber’e su getirebilmek mümkün değildir; ancak, Afyon İlinin kanalizasyon altyapısı tamamlandığında, buradaki arıtma tesisi devreye girdiği zaman, şehir şebekesi suyunun da devreye girmesiyle birlikte, Eber’e verilecek arıtılmış sular vasıtasıyla Eber Gölü şişecek ve buradan kanallara su verilme imkânı doğabilecektir.

Bunun dışında, tarlaiçi sulama hizmetleri kapsamında arazi toplulaştırılması, arazi tesfiyesi, taşlı arazilerin ıslahı ve drenajı bozuk arazilerin ıslahı gibi hususlarda yapılan çalışmalarda, Türkiye’deki sulama problemleri konusunda çözümler üretilmektedir.

Sulama yatırımlarından gereği gibi faydalanabilmek için, çiftçi örgütlenmesi, öncelikli konularımızdan birisidir. Böylece, bir taraftan, çiftçi, yapılan hizmetlere sahip çıkacak, diğer taraftan tesislerin bakım ve onarım gibi hizmetleri yürütülecek ve yeni yatırımlar için kaynak bulunabilecektir.

Tutarlı politikaların oluşturulabilmesi ve bu politikaların etkinlikle uygulanabilmesi için ulusal su konseyi oluşturulacaktır. 7 nci Beş Yıllık Kalkınma Planında öngörülen ve 20 nci Dönem Parlamentosunun işbirliğiyle çıkarılan Mera Yasası, buna ek olarak su yasası, toprak yasası, tarım arazilerini koruma yasası, arazi toplulaştırma yasası gibi yasaların çıkarılmasıyla da Türkiye’de tarımsal sulama politikası daha da geliştirilecektir.

Saygıyla arz ederim. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, gündemdışı konuşmalar tamamlanmıştır.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşlarının okunmasına başlayacağız; ancak, sunuşlar ve onu takip eden çalışmalarımız epeyce uzun zaman alacağı için, Divan Üyesi arkadaşımızın, sunuşları, oturduğu yerden Yüce Heyetin bilgilerine sunması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı tezkeleri vardır; sırasıyla okutup, bilgilerinize sunacağım:

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. — Türkmenistan Cumhuriyetine gidecek olan Ulaştırma Bakanı Necdet Menzir’e, dönüşünhe kadar, Sanayi ve Ticaret Bakanı E. Yalım Erez’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1356)

11 Mart 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 13 Mart 1998 tarihinde Türkmenistan Cumhuriyetine gidecek olan Ulaştırma Bakanı Necdet Menzir’in dönüşüne kadar; Ulaştırma Bakanlığına, Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez’in vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

2. — Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer’e, dönüşüne kadar, Turizm Bakanı İbrahim Gürdal’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1357)

11 Mart 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 13 Mart 1998 tarihinde Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer’in dönüşüne kadar; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına, Turizm Bakanı İbrahim Gürdal’ın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

3, — Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’na, dönüşüne kadar, Adalet Bakanı Mahmut Oltan Sungurlu’nun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1358)

11 Mart 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 13 Mart 1998 tarihinde Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun dönüşüne kadar; İçişleri Bakanlığına, Adalet Bakanı Oltan Sungurlu’nun vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

4. — Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Eyüp Aşık’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Burhan Kara’nın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1359)

11 Mart 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 13 Mart 1998 tarihinde Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Burhan Kara’nın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

5. — Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Refaiddin Şahin’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1360)

11 Mart 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 13 Mart 1998 tarihinde Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Refaiddin Şahin’in dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı R. Kâzım Yücelen’in vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

6. — Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Rıfat Serdaroğlu’na, dönüşüne kadar, Bayındırlık ve İskân Bakanı Yaşar Topçu’nun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1361)

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

11 Mart 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 13 Mart 1998 tarihinde Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Rifat Serdaroğlu’nun dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Bayındırlık ve İskân Bakanı Yaşar Topçu’nun vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

7. — Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Yücel Seçkiner’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Metin Gürdere’nin vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1362)

11 Mart 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 13 Mart 1998 tarihinde Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Yücel Seçkiner’in dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Metin Gürdere’nin vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

8. — Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Başbakan A. Mesut Yılmaz’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1363)

11 Mart 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 13 Mart 1998 tarihinde Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Başbakan Mesut Yılmaz’ın dönüşüne kadar; Başbakanlığa, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit’in vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

9. — İsviçre’ye gidecek olan Devlet Bakanı Hikmet Sami Türk’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Hasan Hüsamettin Özkan’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1364)

11 Mart 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 15 Mart 1998 tarihinde İsviçre’ye gidecek olan Devlet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk’ün dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan’ın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

10. — Katar’a gidecek olan Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1365)

11 Mart 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İslam Dışişleri Bakanları Konferansı (İDBK) 25 inci Toplantısına katılmak üzere, 14 Mart 1998 tarihinde Katar’a gidecek olan Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in dönüşüne kadar; Dışişleri Bakanlığına, Devlet Bakanı Prof. Dr. Şükrü S. Gürel’in vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının 4 ayrı tezkeresi vardır; okutup, bilgilerinize arz edeceğim.

11. — Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesinde Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grubu oluşturmak üzere Fazilet Partisi Grubunca gösterilen adaylara ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1366)

17 Mart 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2 nci maddesine göre, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek Grubumuzu oluşturmak üzere, Fazilet Partisi Grup Başkanlığınca aday gösterilen üyelerin isimleri Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

Hikmet Çetin

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

Turhan Alçelik Giresun Milletvekili

Zeki Karabayır Kars Milletvekili

Fethi Acar Kastamonu Milletvekili

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

12. — Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilâtı Parlamenter Asamblesinde Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grubu oluşturmak üzere Fazilet Partisi Grubunca gösterilen asıl ve yedek adaylara ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1367)

17 Mart 1998

Türkiye Büyük millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2 nci maddesine göre, Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı Parlamenter Asamblesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek Grubumuzu oluşturmak üzere, Fazilet Partisi Grup Başkanlığınca aday gösterilen asıl ve yedek üyelerin isimleri Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

Hikmet Çetin

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

Ahmet Bilge Ankara Milletvekili Asıl Üye

Sabri Tekir İzmir Milletvekili Asıl Üye

Bülent Arınç Manisa Milletvekili Yedek Üye

Salih Katırcıoğlu Niğde Milletvekili Yedek Üye

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum.

13. — Kuzey Atlantik Asamblesinde Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grubu oluşturmak üzere Demokratik Sol Parti Grubunca gösterilen asıl ve yedek adaylara ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1368)

17 Mart 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2 nci maddesine göre, Kuzey Atlantik Asamblesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek Grubumuzu oluşturmak üzere, Demokratik Sol Parti Grup Başkanlığınca aday gösterilen asıl ve yedek üyelerin isimleri Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

Hikmet Çetin

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

Bayram Fırat Dayanıklı Tekirdağ Milletvekili Asıl Üye

Tuncay Karaytuğ Adana Milletvekili Yedek Üye

Ali Rahmi Beyreli Bursa Milletvekili Yedek Üye

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum

14. — Türkiye AT Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanlığında Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grubu oluşturmak üzere Demokratik Sol Parti Grubunca gösterilen adaya ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1369)

17 Mart 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2 nci maddesine göre, Türkiye - AT Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek Grubumuzu oluşturmak üzere, Demokratik Sol Parti Grup Başkanlığınca aday gösterilen İstanbul Milletvekili Ahmet Tan’ın ismi Genel Kurulun bilgisine sunulur.

Hikmet Çetin

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 1 ilâ 10 uncu sıralarında, Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun, bazı milletvekillerinin yasama dokunulmazlıklarına ilişkin raporları vardır; okutup ayrı ayrı bilgilerinize sunacağım.

IV. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER

1. — Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt’ün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/309) (S. Sayısı : 559) (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlıkça, 6.6.1996 tarihinde Karma Komisyonumuza gönderilen Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt’ün yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık yazısı, Komisyonumuzun 27.11.1997 tarihli toplantısında gündeme alınmış, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan hazırlık komisyonuna incelenmek üzere, verilmiştir.

Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 23.1.1998 günlü raporuyla, görevini kötüye kullanma suçu isnat olunan Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Komisyonumuza savunma vermek üzere gelen Sema Pişkinsüt, dokunulmazlığının kaldırılmasını ve adil yargılama olanağı tanınmasını istemiştir. İçtüzüğün 134 üncü maddesinde yer alan “dokunulmazlığının kaldırılmasını üyenin bizzat istemesi yeterli değildir” hükmünü göz önünde tutan Komisyon, bu hususta milletvekilinin isteminin yeterli olmadığını kabul etmiştir. Bu açıdan dosyanın konusu olan soruşturmanın ağırlığı ve önemi ile kamu yararı dengesinin de Komisyonca değerlendirilmesi yoluna gidilmiş ve isteğe bağlı kalınmaması öngörülmüştür.

Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık komisyonu raporunu inceleyen Karma Komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün, onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline getirmek olmadığını; tersine, yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini göz önüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır.

Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği de dikkate alınarak, Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine sunulmak üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla arz olunur.

Atilâ Sav

Hatay

Komisyon Başkanı ve üyeler

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

2. — İstanbul Milletvekili Meral Akşener’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/987) (S. Sayısı : 560) (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlıkça, 1.10.1997 tarihinde Karma Komisyonumuza gönderilen İstanbul Milletvekili Meral Akşener’in yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık yazısı, Komisyonumuzun 27.11.1997 tarihli toplantısında gündeme alınmış, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan hazırlık komisyonuna, incelenmek üzere verilmiştir.

Hazırlık komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 23.1.1998 günlü raporuyla, hakaret, şartlı tehdit suçu isnat olunan İstanbul Milletvekili Meral Akşener hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile hazırlık komisyonu raporunu inceleyen Karma Komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün, onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline getirmek olmadığını; tersine, yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini gözönüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği de dikkate alınarak, İstanbul Milletvekili Meral Akşener hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine sunulmak üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla arz olunur.

Atilâ Sav

Hatay

Komisyon Başkanı ve üyeler

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

3. — Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları ÜyelerindenKurulu Karma Komisyon Raporu (3/967) (S. Sayısı : 561) (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlıkça, 31.7.1997 tarihinde Karma Komisyonumuza gönderilen Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık yazısı, Komisyonumuzun 27.11.1997 tarihli toplantısında gündeme alınmış, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan Hazırlık Komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.

Hazırlık Komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 23.1.1998 günlü raporuyla, görevi kötüye kullanmak, yardım toplama kanununa muhalefet suçu isnat olunan Konya Milletvekili Lütfi Yalman hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile Hazırlık Komisyonu raporunu inceleyen Karma Komisyunumuz, bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını; ancak, böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline getirmek olmadığını; tersine, yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini göz önüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği de dikkate alınarak, Konya Milletvekili Lütfi Yalman hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine sunulmak üzere Yüksek Başkanlığı saygı ile arz olunur.

Atilâ Sav

Hatay

Komisyon Başkanı ve üyeler

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

4. — Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/1051) (S. Sayısı : 562) (2)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlıkça, 20.10.1997 tarihinde Karma Komisyonumuza gönderilen Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan’ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık yazısı, Komisyonumuzun 27.11.1997 tarihli toplantısında gündeme alınmış, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan Hazırlık Komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.

Hazırlık Komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 23.1.1998 günlü raporuyla, devletin askerî kuvvetlerini alenen tahkir ve tezyif etmek suçu isnat olunan Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan konuyla ilgili olarak Komisyonumuza bilgi vermiştir.

Dosyada bulunan belge ve bilgileri ile Hazırlık Komisyonu raporunu inceleyen Karma Komisyonumuz bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını, ancak böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline getirmek olmadığını; tersine yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıkların bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini gözönüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği de dikkate alınarak Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine sunulmak üzere Yüksek Başkanlığa saygı ile arz olunur.

Atilâ Sav

Hatay

Komisyon Başkanı ve üyeler

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

5. — Mardin Milletvekili Mahmut Duyan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/842) (S. Sayısı : 563) (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlıkça, 9.6.1996 tarihinde Karma Komisyonumuza gönderilen Mardin Milletvekili Mahmut Duyan’ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık yazısı, Komisyonumuzun 27.11.1997 tarihli toplantısında gündeme alınmış, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan Hazırlık Komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.

Hazırlık Komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 14.1.1998 günlü raporuyla sahte evrak düzenlemek suçu isnat olunan Mardin Milletvekili Mahmut Duyan’ın hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Mardin Milletvekili Mahmut Duyan konu ile ilgili olarak Komisyonumuza bilgi vermiştir.

Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile Hazırlık Komisyonu raporunu inceleyen Karma Komisyonumuz bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını, ancak böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline getirmek olmadığını; tersine yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini gözönüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği de dikkate alınarak Mardin Milletvekili Mahmut Duyan hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine sunulmak üzere Yüksek Başkanlığa saygı ile arz olunur.

Atilâ Sav

Hatay

Komisyon Başkanı ve üyeler

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

6. — Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları ÜyelerindenKurulu Karma Komisyon Raporu (3/227) (S. Sayısı : 564) (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlıkça, 16.4.1996 tarihinde Karma Komisyonumuza gönderilen Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan’ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık yazısı, Komisyonumuzun 27.11.1997 tarihli toplantısında gündeme alınmış, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan Hazırlık Komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.

Hazırlık Komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 23.1.1998 günlü raporuyla icra takibi sırasında görevlilere hakaret suçu isnat olunan Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan’ın hakkındaki kovuşturmanın, milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan konu ile ilgili olarak Komisyonumuza bilgi vermiştir.

Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile Hazırlık Komisyonu raporunu inceleyen Karma Komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını, ancak böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline getirmek olmadığını; tersine yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini gözönüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği de dikkate alınarak Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine sunulmak üzere Yüksek Başkanlığına saygıyla arz olunur.

Atilâ Sav

Hatay

Komisyon Başkanı ve üyeler

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

7. — İstanbulMilletvekili Tansu Çiller’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/1071) (S. Sayısı : 565) (2)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlıkça, 22.10.1997 tarihinde Karma Komisyonumuza gönderilen İstanbul Milletvekili Tansu Çiller’in yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık yazısı, Komisyonumuzun 27.11.1997 tarihli toplantısında gündeme alınmış, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan Hazırlık Komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.

Hazırlık Komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 23.1.1998 günlü raporuyla devletin askerî kuvvetlerini alenen tahkir ve tezyif etmek suçu isnat olunan İstanbul Milletvekili Tansu Çiller’in hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

İstanbul Milletvekili Tansu Çiller konu ile ilgili olarak Komisyonumuza yazılı savunma vermiştir.

Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile Hazırlık Komisyonu raporunu inceleyen Karma Komisyonumuz bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını, ancak böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline getirmek olmadığını; tersine yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini gözönüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği de dikkate alınarak İstanbul Milletvekili Tansu Çiller hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmiştir.

Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine sunulmak üzere Yüksek Başkanlığa saygı ile arz olunur.

Atilâ Sav

Hatay

Komisyon Başkanı ve üyeler

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

8. — Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç’un Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/1049) (S. Sayılı : 566) (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlıkça, 20.10.1997 tarihinde Karma Komisyonumuza gönderilen Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç’un yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık yazısı, Komisyonumuzun 27.11.1997 tarihli toplantısında gündeme alınmış, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan Hazırlık Komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.

Hazırlık Komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 23.1.1998 günlü raporuyla, devletin askerî kuvvetlerini alenen tahkir ve tezyif etmek suçu isnat olunan Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine ertelenmesine karar vermiştir.

Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç konu ile ilgili olarak Komisyonumuza bilgi vermiştir.

Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile Hazırlık Komisyonu raporunu inceleyen Karma Komisyonumuz, bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını, ancak böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline getirmek olmadığını; tersine yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini göz önüne almıştır. Anayasa’nın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği de dikkate alınarak, Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmiştir.

Raporumuz Genel Kurulun bilgilerine sunulmak üzere Yüksek Başkanlığına saygı ile arz olunur.

Atilâ Sav

Hatay

Komisyon Başkanı ve üyeler

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

9. — Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu’nun Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/992) (S. Sayısı : 567) (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlıkça, 1.10.1997 tarihinde Karma Komisyonumuza gönderilen Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu’nun yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık yazısı, Komisyonumuzun 27.11.1997 tarihli toplantısında gündeme alınmış, İçtüzüğün 132 nci maddesine göre kurulan Hazırlık Komisyonuna incelenmek üzere verilmiştir.

Hazırlık Komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 23.1.1998 günlü raporuyla TCK’nun 159/1 inci maddesine muhalefet suçu isnat olunan Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu’nun hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu konu ile ilgili olarak Komisyonumuza bilgi vermiştir.

Dosyada bulunan belge ve bilgiler ile Hazırlık Komisyonu raporunu inceleyen Karma Komisyonumuz bütün demokratik ülkelerde yasama meclisleri üyelerine, yasama görevlerini gereği gibi yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla bazı bağışıklıkların (dokunulmazlıkların) tanındığını, ancak böyle farklı bir statünün onları ayrıcalıklı ve hukukun dışında bir grup haline getirmek olmadığını; tersine yasama görevinin kamu yararına uygun biçimde yapılabilmesi için Meclis çalışmalarına engel olunmaması ve bağımsızlıklarının bir başka yönden de güvence altına alınması amacına yöneldiğini gözönüne almıştır. Anayasanın 83 üncü maddesinin de bu anlayışa dayandığı ve bu amacı taşıdığı açıktır. Bu nedenlerle ve isnat olunan eylemin niteliği de dikkate alınarak Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine sunulmak üzere Yüksek Başkanlığa saygı ile arz olunur.

Atilâ Sav

Hatay

Komisyon Başkanı ve üyeler

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

10. — Hatay Milletvekili Hüseyin Yayla’nın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/850) (S. Sayısı : 570) (2)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başkanlıkça, 9.6.1997 tarihinde Karma Komisyonumuza gönderilen Hatay Milletvekili Hüseyin Yayla’nın yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık yazısı, Komisyonumuzun 27.11.1997 tarihli toplantısında gündeme alınmış ve İçtüzüğün 132 nci maddesine göre incelenmek üzere Hazırlık Komisyonuna verilmiştir.

Hazırlık Komisyonu, inceleme sonucunu özetleyen 23.1.1998 tarihli raporuyla hakkında ihaleye fesat karıştırmak suçu isnat edilen Hatay Milletvekili Hüseyin Yayla’nın yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına karar vermiştir.

Hazırlık Komisyonunda Hatay Milletvekili Hüseyin Yayla dokunulmazlığının kaldırılması talebinde bulunmuş, Karma Komisyonda da sözlü savunmasını yapmıştır.

Karma Komisyonumuz yaptığı inceleme sonucunda, Hüseyin Yayla’nın, İskenderun’da Yayla İnşaat Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketinin ortağı olduğunu, bahse konu suçun limitet şirket tarafından işlendiğinin iddia edildiğini belirlemiştir. Bu dosyada suçun Hatay Milletvekili Hüseyin Yayla’ya doğrudan yüklenemeyeceği gibi, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına yol açacak şekilde ciddî delillerin de dosyada bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Anayasanın 83 üncü maddesinde tanınan yasama dokunulmazlığının kişisel bir ayrıcalık olmadığını, milletvekillerinin yasama görevini tam bir bağımsızlık ortamında yerine getirmelerini sağlamaya yönelik bir olanak olduğunu göz önünde tutan Karma Komisyon Hatay Milletvekili Hüseyin Yayla hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine sunulmak üzere Yüksek Başkanlığa saygı ile sunulur.

Atilâ Sav

Hatay

Komisyon Başkanı ve üyeler

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, bu raporların hepsi de kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine dairdir; on gün içinde itiraz olunmadığı takdirde, raporlar kesinleşmiş olacaktır.

Sayın milletvekilleri, Anayasa Komisyonu Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

III. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (DEVAM)

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER (DEVAM)

15. — Anayasa Komisyonu Başkanlığının, Komisyonun Kâtip Üyelik seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/1373)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Komisyonumuzun 12.3.1998 tarihli toplantısında açık bulunan Komisyon Kâtipliğine Karabük Milletvekili Hayrettin Dilekcan seçilmiştir.

Bilgilerinize arz ederim.

Saygılarımla

Atilâ Sav

Hatay

Komisyon Başkanı ve üyeler

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, bazı gazete kuruluşlarının amaçları dışında fon kaynaklı kredi kullandıkları iddialarını araştırmak amacıyla kurulan (10/22) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

16. — (10/22) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının, Komisyonun görev süresinin uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1370)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Bazı gazete kuruluşlarının amaçları dışında fon kaynaklı kredi kullandıkları iddialarını araştırmak amacıyla kurulan Komisyonumuz, 12.03.1998 tarihinde aldığı karar gereğince; komisyon çalışmalarının süresinde tamamlanamayacağı görüşü ile çalışma süresinin bitim tarihi olan 20.3.1998 tarihinden itibaren 1 aylık ek süre istenmesi kararı almıştır.

Gereğini bilgilerinize arz ederim.

Şükrü Yürür

Ordu

Komisyon Başkanı ve üyeler

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bu komisyon daha önce 3 ay süre kullanmıştır. İçtüzüğün 105 inci maddesi, araştırmasını 3 ay içerisinde bitiremeyen komisyona 1 aylık kesin süre verileceği hükmünü içermektedir.

Hem komisyonumuzun talebi hem de Tüzüğün bu hükmü gereği 1 aylık kesin süre verildiği hususunu Yüce Heyetinizin ıttılaına arz ederim efendim.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlığın Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır; okutup oylarınıza sunacağım.

17. — Başbakan A. Mesut Yılmaz’ın, Ukrayna’ya yaptığı resmî ziyarete katılmaları uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1371)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle birlikte 12-13 Şubat 1998 tarihlerinde Ukrayna’ya yaptığım resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasamızın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

A. Mesut Yılmaz

Başbakan

Liste:

Abdullah Akarsu (Manisa)

Metin Bostancıoğlu (Sinop)

Mahmut Yılbaş (Van)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş doğrudan gündeme alınma önergeleri vardır; ayrı ayrı okutup işleme tabi tutacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

18. — Ağrı Milletvekili M. Sıddık Altay’ın, 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/286) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/319)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede değişiklik yapılarak memurların kira yardımının artırılması hakkındaki kanun teklifim ilgili komisyonlarda görüşülmemiştir.

45 günlük inceleme süresi dolduğu için, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 37 nci maddesi gereğince söz konusu teklifimizin doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını arz ve teklif ederim. 21.10.1997

Mehmet Sıddık Atay Ağrı

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümetten söz tabebi?.. Yok.

Teklif sahibi Sayın Altay, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

MEHMET SIDDIK ALTAY (Ağrı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede değişiklik yapılarak memurlara yapılacak kira yardımının artırılması konusunda verdiğimiz kanun teklifinin doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasıyla ilgili söz almış bulunuyorum, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, 1991 yılından itibaren, memurlara, derecelerine göre kira yardımı yapılmaya başlanmıştır. Bu da, aylık olarak, 600 bin, 400 bin ve 200 bin olarak öngörülmüştür.

1991 yılından bu yana Türk parası büyük değer kaybına uğramış; bu arada, memur maaşlarında da, istenilen düzeyde olmasa bile, düzenli olarak artış yapılmıştır. Yapılan bu artışların reel geçinme şartlarına ne kadar uygun olduğu, ayrı bir tartışma konusudur. Nitekim, yapılan artışların yeterli olmadığı ve bugün, memurumuzun çok güç şartlar içerisinde hayatını idame ettirmeye çalıştığı gözlenmektedir.

1991 yılında, kira yardımıyla ilgili yapılan bu değişiklik, son derece yerinde bir başlangıç olmuştur; ancak, daha sonraları, ne Türk parasının değer kaybı ne de memur maaşlarındaki artış göz önüne alınarak kira yardımının artırılmasına yönelik bir düzenleme yapılmamıştır. Şu anda en yüksek göstergeye sahip bir memur bile en fazla 600 bin lira kira yardımı almaktadır. Ekgöstergesi düşük olan ya da hiç ekgöstergesi olmayan memurlara ödenen kira yardımı ise, bugün itibariyle, 200 bin liradır. Takdir edersiniz ki, bu rakam, günümüz şartlarında son derece komiktir. Mevcut kira koşulları ile devletin, memuruna takdir ettiği kira yardımı arasında hiçbir mantık bağı kalmamıştır. 200 bin lira, bırakın memurun kirasını karşılamayı, günümüz şartlarında, evinden işyerine gidip gelmesi için, bir günlük dolmuş parasını karşılamaya bile yetmemektedir.

Değerli milletvekilleri, 1991 yılında, bu kanun hükmünde kararname uygulamaya konulduğunda, doğru bir tespitle, çok pahalıya mal olan lojman yapım, bakım ve onarımı yerine, lojman imkânından yararlanmayan memurlarımızın büyük kısmı için böyle bir yardımın yapılması düşünülmüştür; ancak, günümüz şartlarında, bu yardım, son derece yetersiz, yararsız ve komik bir düzeyde kalmış bulunmaktadır. Devlet, memuruna karşı ciddiyetini göstermek zorundadır. Ev kiraları almış başını gitmiştir. Bugün, Ankara’da, en basit gecekondu kirası bile 25 milyon lirayı geçmişken, memurlarımıza, kira konusunda, devletin ciddî bir destek vermesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Memurlarımızın içinde bulundukları hayat şartları, her geçen gün, televizyonlara, gazetelere yansımakta, devletin, kendi çalışanına reva gördüğü yaşama şekli, neredeyse, kendi meşruiyetini tehdit eder hale gelmektedir. Memur diye nitelendirdiğimiz bu insanlardan devlete hizmet etmelerini beklerken, herhalde, içerisinde yaşadıkları şartları da göz önünde bulundurmak zorundayız. Bir zamanlar oldukça prestijli konumda olan bu insanlar, artık, memur olma sıfatını, neredeyse, toplumda, gizleme ihtiyacını hissetmektedirler.

Sendikal haklarını vermek için bile tereddüt ettiğimiz ve haftalardır tartıştığımız bu insanları sokağa dökmüşüz. Bu insanlarımız, sokaklara, canları istediği için dökülmüyorlar, keyiflerinden slogan atmıyorlar. Bu insanlar, hakları korunmadığı, talepleri karşılanmadığı ve asgarî insanî yaşama şartlarına sahip olmadıkları için kırgınlar, üzgünler, öfkeliler ve kimsenin, onları, öfkeli oldukları için suçlamaya hakları yoktur.

Memurların yaşama ve çalışma şartları konusunda yapılacak düzenlemeler, elbette, bu küçük kira yardımı düzenlemesiyle sınırlı kalmamalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bugün gündemimiz çok yüklü Sayın Altay; lütfen, 1 dakika içerisinde bitiriniz.

Buyurun.

MEHMET SIDDIK ALTAY (Devamla) – Tamam Sayın Başkan.

Ancak, bu değişiklik teklifi verilmesinden bu yana iki yıl geçmesine rağmen, Meclis gündemine alınmaması bile, devletin, memura karşı olan ciddiyetini göstermektedir.

Bütün bunları dikkate aldığımızda, tekrarlıyorum, elbette, verilecek yardım yeterli değildir; memurlarımızın, gerek çalışma şartları gerekse özlük hakları konusunda radikal yasal reformların yapılmasına ihtiyaç vardır.

Bu kanun teklifimizin gündeme alınması, aynı zamanda Hükümeti oluşturan partiler tarafından da bunun ivedilikle yaşalaştırılması gerekmektedir.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Altay, teşekkür ediyorum.

Başka söz talebi?.. Yok.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir; teklif, doğrudan gündeme alınacaktır.

Şimdi, aynı konuda bir başka önerge vardır; okutuyorum:

19. — Mardin Milletvekili Hüseyin Yıldız’ın, Yüksek Öğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 sayılı Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/184) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/320)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Yüksek Öğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında ve (2/184) esas numaralı kanun teklifimiz, 5.6.1996 tarihinde tali komisyon olarak; Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna, esas komisyon olarak Plan ve Bütçe Komisyonuna gönderildiği halde, bugüne değin her iki komisyonda görüşülmemiştir.

Kanun teklifimizin, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre, doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını saygılarımla arz ederim. 30.10.1997

Hüseyin Yıldız Mardin

BAŞKAN – Söz talebi?..

HÜSEYİN YILDIZ (Mardin) – Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Yıldız, teklif sahibi sıfatıyla, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN YILDIZ (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Mardin İlimizde “Mezopotamya Üniversitesi” adında bir üniversite kurulmasıyla ilgili, Mardin Milletvekilimiz Sayın Fehim Adak Beyin, 96 milletvekili imzasıyla verdiği kanun teklifimizin, bugüne kadar komisyonlarda görüşülmemesi nedeniyle, doğrudan Yüce Meclisin gündemine alınması önergemin takdirlerinize sunulması amacıyla huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, milattan önce 5-6 bin yıllık tarihi olduğu söylenen Mardin’de, tarih boyunca, Asurlular, Babiller, Makedonyalılar, Roma ve Bizanslılar hüküm sürmüşlerdir. Hazreti Ömer zamanında Mardin İslamla kucaklaşmış, Çaldıran Zaferiyle de Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Mardin halkı, İstiklal Savaşı sırasında, Fransızların “sizi, Avrupaî modern bir şehir, bir eyalet yapacağız” oyununa gelmemiş, Fransızları topraklarına sokmamışlardır.

Tarih boyunca, çeşitli medeniyet ve kültür hareketlerine sahne olmuş Mardin’de, Amerikan Protestan cemaatine ait Amerikan Koleji ve külliyesi, Fransız ve İtalyan kültürüne ağırlık veren Batriye Üniversitesi, Kasım Paşa, Zinciriye, Kızıltepe Dunaysır Üniversiteleri, ilim ve kültür alanında çok büyük hizmet vermişlerdir. Bunların çoğu, hâlâ modern beton yapılara meydan okurcasına dimdik ayaktadır.

Farklı zenginliklerin ve birikimlerin, değişik inançların bir arada yaşandığı, değişik dillerin konuşulduğu bir şehirdir Mardin. Kürtler, Araplar, Türkler; Müslümanı, Yezidisi ve Süryanisiyle, ayırım yapmadan, kardeşçe yaşamayı becerebilmişlerdir ve halen bu mozaiği devam ettiren bir yapıya sahiptir. Mecusi tapınakları, kiliselere temel olmuştur. Süryani kilisesi ile Artuklu camileri, kıskanmazlar birbirlerini Mardin’de. Kısacası, tarihte ve elan demokrasiyi fiilen yaşayan bir şehirdir Mardin. Gerçek, çoğulcu demokrasinin güzelliklerinden halkımızı mahrum bırakmak isteyenler, Avrupa’da değil, gelip, Mardinimizde, demokrasinin, canlı, güzel örneklerini görebilirler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; soylu bir tarih ve değişik kültürleri bize miras olarak bırakan Mardinimizin, son nüfus sayımı sonuçlarına göre, 633 bin nüfusu vardır. Bu nüfusuyla, güneydoğunun üçüncü büyük ili olan Mardin’de, 10 ilçe, 30 belediye, 838 köy ve mezra bulunmaktadır.

GAP Projesi henüz ulaşmadı; ama, çiftçilerimizin gayret ve imkânlarıyla, toprağımızın büyük bir kısmı sulanabilir hale gelmiştir.

Serbest bölge, uluslararası faaliyete geçmiştir. 506 bin metrekare alan üzerinde kurulmuş ve 145 parsel ihtiva eden organize sanayi bölgesinde, şu anda 50 civarında fabrika ve tesis bulunmaktadır. Bunların yarısı tamamlanıp üretime geçmiş olup, yarısı da proje ve inşaat aşamasındadır.

Demiryolu ulaşımının yanında, başta İpekyolu olmak üzere tarihî yolların kesiştiği Mardinimiz, Türkiye’nin, hatta, Avrupa’nın Ortadoğu’ya açılan kapısı konumundadır. Hükümetimiz, eğer lütfederse, yüzde 70’i tamamlanmış havalimanımız da yakında faaliyete geçecektir.

Mardin’de, Dicle Üniversitesine bağlı 2 yüksekokul bulunmaktadır. Bunlardan, sadece Meslek Yüksekokulunun üç bölümü bulunmaktadır. Civar iller olan Şırnak, Batman ve Siirt’te de üniversite bulunmamaktadır. Bu illerin bazı ilçe ve köylerinden öğrenciler, Mardin’e eğitim için gelmektedirler.

Değerli milletvekilleri, Mardin’de bir üniversitenin kurulmasını elzem hale getiren bu müspet gerekçelerden çok daha önemli bir gerekçe daha vardır ki, o da, Mardin halkının, özellikle de kırsal kesiminin fakir oluşundan dolayı, değil büyük illere, Dicle ve Harran Üniversitelerine bile çocuklarını gönderebilecek maddî imkândan yoksun olmalarıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

HÜSEYİN YILDIZ (Devamla) – Bu nedenle, lise öğreniminden sonra üniversite öğrenimini sürdüremeyen gençlerimizi, bölgenin hassas konumu itibariyle ne denli tehlikelerin beklediğini, sanırım anlatmama gerek yoktur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçmişi büyük, sahip olduğu konumuyla geleceği de büyük olan Mardinimiz de bir üniversitenin kurulması, sosyal barış, huzur ve güven açısından da elzem hale gelmiştir.

Serdettiğim bu tarihî, kültürel, ekonomik ve sosyal bilgiler, Mardin’de bir üniversitenin kurulması için yeterli altyapının olduğunu göstermektedir. Mardin halkı da, Yüce Meclisin, bu taleplerini yerine getireceği arzu ve beklentisi içerisindedir. Bu nedenle, vermiş olduğum yasa teklifimizin doğrudan Meclis gündemine alınmasıyla ilgili önerime, değerli milletvekillerimizin olumlu desteklerini bekliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Yıldız, teşekkür ediyorum.

Efendim, başka söz talebi yok.

Doğrudan gündeme alınması teklifini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, özel gündeme geçeceğiz; ancak, arzu ediyorum ki, özel gündemi kesintisiz tamamlayalım. Bunun için, ben, yüksek müsaadelerinizle, 5 dakika ara vermek istiyorum.

Saat 16.45’te toplanmak üzere, 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati:16.40

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 16.48

BAŞKAN : Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Haluk YILDIZ (Kastamonu), Ali GÜNAYDIN (Konya)

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 67 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Sayın milletvekilleri, çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

V. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1. – Sıvas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu ve 20 Arkadaşının, Görevlendirme ve Atamalarda Usulsüz ve Partizanca Uygulamalar Yaparak Ülkede Gerginlik ve Huzursuzluğa Yol Açtığı İddiasıyla Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay Hakkında Gensoru Açılmasına İlişkin Önergesinin Gündeme Alınıp Alınmayacağı Konusundaki Görüşme (11/14)

BAŞKAN – Sıvas Milletvekili Sayın Muhsin Yazıcıoğlu ve 20 arkadaşının, görevlendirme ve atamalarda usulsüz ve partizanca uygulamalar yaparak ülkede gerginlik ve huzursuzluğa yol açtığı iddiasıyla Millî Eğitim Bakanı Sayın Hikmet Uluğbay hakkındaki (11/14) esas numaralı gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusundaki görüşmelere başlıyoruz.

Hükümet?.. Hazır.

Önerge, daha önce bastırılıp dağıtıldığı ve okunduğu için tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 99 uncu maddesine göre, bu görüşmede, önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasî parti grupları adına birer sayın milletvekiline, Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir sayın bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri, önerge sahibi için 10 dakika, gruplar ve Hükümet için ise 20'şer dakikadır.

Önerge sahibi Sayın Yazıcıoğlu, yazılı talepte bulunarak, söz hakkını, önergede imzası bulunan Sayın Ekici'ye devretmişlerdir; o nedenle, önerge sahibi olarak Sayın Mehmet Ekici konuşacaklardır.

Gruplar adına henüz bir söz talebi yok.

Sayın Ekici'yi kürsüye davet ediyorum. (BBP ve FP sıralarından alkışlar)

Sayın Ekici, söz süreniz 10 dakikadır.

Programımız biraz yüklü, bunun arkasından bir genel görüşmemiz daha var...

Buyurun efendim.

MEHMET EKİCİ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Millî Eğitim Bakanı Sayın Hikmet Uluğbay hakkında, Büyük Birlik Partisi ve çeşitli partilerden arkadaşlarımızın imzalayarak verdiği gensoru açılmasına ilişkin önerge üzerinde söz almış bulunuyorum.

Sayın Bakanın sekiz aylık icraatını 10 dakikaya sığdırmak mümkün değil; ama,

elimden geldiği kadar hızlı olmaya gayret edeceğim.

Sayın Bakanın atamalardaki uygulamaları kanunlara uygun değildir; 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 9 uncu ekmaddesinin (c) bendindeki "Geçici görevlendirilme, memurun muvafakatı ile olur ve 2 yılı geçemez" hükmüne, keza (e) bendine, keza 31.10.1974 tarihli 14785 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Devlet Memurları Geçici Süreli Görevlendirme Yönetmeliğinin 4 üncü maddesindeki unsurlara aykırı hareket etmektedir. Sayın Bakan, Kılık Kıyafet Yönetmeliğine gösterdiği hassasiyeti, atamalarında göstermemektedir ve görevlendirmelerde -özellikle geçici görevlendirmelerde- kanun ve yönetmeliklere aykırı davranmaktadır.

Sayın Bakanın yaptığı atamalar, partizan atamalardır. Sayın Bakan, bugüne kadar, 942'nin üzerinde atama yaptırmıştır; bu atamalarda, liyakat, sicil gibi unsurlardan ziyade, kendi dünya görüşüne uygun kişileri atamaya özen göstermiştir. Görevden aldığı veya başka birimlere tayin ettiği kişileri de, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve Millî Eğitim kadrosunun münevver neferleri olarak değil, âdeta birer düşman gibi görmektedir. Atamalara esas kabul ettiği referansları da, ya partisinin yöneticileri ya da Eğit-Sen gibi kuruluşlardır.

Şimdi, bunlara delil teşkil edecek bir iki örnek vermek istiyorum: Şu elimdeki, Besni DSP İlçe Başkanının, ilçesindeki atama istekleriyle dolu mektubu. Bunu takip eden ikinci mektup, Kırşehir-Akpınar İlçe Başkanının, Sayın Bakanın danışmanına yazdığı mektup; bunun muhtevasını okuduğumuz zaman göreceksiniz ki, atamalar tamamıyla partizanca yapılıyor. Yine, buna ilaveten, Mersin'deki sonu "Der" ile biten birsürü kuruluş -Pir Sultan Abdal Derneğinden tutun, Tüm-Bel-Sen'e kadar, Enerji-Yapı-Sen'e kadar hepsi- Sayın Bakanın referans kaynaklarıdır. Kimsenin dini, mezhebi, inancı bizi çok ilgilendirmiyor. Şu anda yapacağım değerlendirmeyi de bu anlamda değerlendirmenizi rica ediyorum. Ancak, Sayın Bakanın yaptığı atamalarda, başkalarının haklarına, insanların bu özellikleri bir referans unsuru olarak kabul edilirse, buna karşı çıkarız.

Atamaları partizanca olduğu kadar, Sayın Bakan, belli bir inanç ve etnik kökene dayalı atamalar da yapmaktadır. Adana ve İçel İllerinde bunun uygulamalarını çok iyi görüyoruz. Mevcut yöneticileri, hiçbir soruşturmaya tabi tutmadan görevden alıyor ve birçok DSP'li milletvekilinin bile itirazına rağmen, belli bir etnik gruba mensup olduğunu bildiğimiz kişileri göreve getiriyor. İçel İlinde de aynı uygulama, belli bir mezhebe dayalı olarak yapılan bir uygulamadır; bunu, şiddetle kınıyoruz. Bu konuda, gerekirse, DSP'nin Sayın Genel Başkanına tek tek de bilgi verebiliriz.

Bir de, Sayın Bakan, bu Mersin ve Adana örneğinin dışında, Ankara'ya atamalar yaptı. Ankara atamaları, Eğit-Sen ve CHP kontrolünde yapılmış atamalardır. Ankara İl Millî Eğitim Müdürlüğü, artık, Türkiye Cumhuriyetinin bir devlet dairesi değil, Eğit-Sen'in Ankara şubesi haline dönüşmüştür. Hele, öyle bir müdür atamıştır ki, tam bir kabadayıdır.

Şimdi, bu kabadayının yangın, ateş ve cenk dolu ihtilâl bildirisinden bir pasaj okuyorum; bu müdür, şöyle diyor: "Başörtüsü yasağını uygulamak için gerekirse ölümü göze alırız." Bu, millî eğitim müdürü!.. "Kılık ve Kıyafet Yönetmeliğine sahip çıkmak için gerekirse ateşle oynarız. Bu ülkeyi Ortaçağ karanlığına götürmek isteyenlere asla izin vermemek için Kurtuluş Savaşında verdiğimiz kadar şehitler veririz." Buna, ancak "Breh, breh, breh!" denir. (BBP ve FP sıralarından alkışlar) Sayın Bakanın atadığı bu kabadayı müdürün tıynetine uygun kahramanlık söylemi budur.

1920–1923 arasının büyük insanları, vatanı ve milleti kurtarmak için binlerce şehit verdiler, doğrudur. Onların kurtardıkları arasında, Türk hanımlarının iffet, iman ve hürriyet sembolü başörtüsü de vardır. (BBP ve FP sıralarından alkışlar) Kahramanmaraş'ın kurtuluşunun sebebi, o başörtüsüdür, çok kınadığınız başörtüsüdür. Dolayısıyla, Sayın Bakanın militan komiseri ise, Kılık Kıyafet Yönetmeliği aşkına, örtülü başları budamaya hazırlanıyor. Böyle Millî Eğitim Müdürü olmaz, böyle adamı atayan kişiye de bakanlık yaraşmaz!.. (BBP ve FP sıralarından alkışlar)

Yine, bu Ankara Millî Eğitim Müdürünün başka uygulamaları da var. Onbeş yıllık öğretmenlik hayatı olan, dokuz yıllık yöneticilik yapan Ankara Mehmet Âkif Ortaokulu Müdürünü, hiçbir soruşturmaya gerek duymadan yerinden alıyor, müdür muavinlerini yerinden alıyor; soruşturma mı geçirmişler, sicilleri mi bozuk, liyakatları mı yok, buna hiç dikkat etmiyorlar. Yerlerine kimi atıyorlar; bu çok önemli. Beypazarı İlçe Millî Eğitim Müdürlüğüne yeni bir atama yaptılar. Bu şahıs, 1 500 mark karşılığında, kendisine ve ailesine ait pasaportu satmaktan şu anda yargıda; belgesini takdim edebilirim. Sicil bakımından düzgün olan adamı alacaksınız partizanca, yerine bu kabil insanları atayacaksınız, Eğit-Sen'in adamlarını atayacaksınız ve hâlâ, siz, burada Millî Eğitim Bakanlığı yapacaksınız!.. Bunu Yüce Meclis de, Türk Milleti de kabul etmez.

Ayrıca, aynı babayiğit gibi, Sıvas'a da bir babayiğit göndermiş Sayın Bakan. Daha önceki müdürün, kendi atadığı müdürün bir alınış hikâyesi var ki, evlere şenlik... Sayın Kültür Bakanını karşılamadığı için görevden alındı; fakat, o arada, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından görevle, Ankara'ya çağrılmıştı. Bunun yerine bir adam atadılar; bu adam 170 müdürü açığa aldı ortaokulu, ilkokulu birleştirme adına; ama, şu anda atama yapmadı. Şimdi, bu babayiğit de her gittiği yerde aynen şunu söylüyor:" Ben bir misyonu ifade etmek için geldim, gerekirse canımı bile veririm." Böyle Millî Eğitim Müdürü olur mu, böyle millî eğitim idare edilir mi?!

Müfettişler gönderiyor taşraya; soruyorlar: Falanca dinli mi, falanca BBP'li mi, falanca MHP'li mi, falanca tarikatçı mı?!.. Millî Eğitim müfettişi misiniz zaptiye çavuşu musunuz diye sormak geliyor adamın içinden! Şimdi, bu, atamalar bölümü...

Bir de, Millî Eğitimin politikaları bölümü var. Sayın Bakan, millî tarih ve millî coğrafya derslerini kaldırdı, bu dersleri, sosyal bilgiler diye bir derste topladı; millî lafından, âdeta rahatsız oluyor. Sosyal bilgiler başlığı adı altında topladığı ders, kaldırılan millî tarih ve millî coğrafyanın yerini tutar mı?.. Talim Terbiye Kurulunu, verdiği şifahî emirlerle yanlış yönlendiriyor.

Medeniyetimizin ve kültürümüzün iki temel değeri var; biri Türklük, biri İslamiyettir. Türklük ve İslamiyeti medeniyetimizden çıkardığınız zaman, geriye sadece boşluk kalır. (BBP ve FP sıralarından alkışlar) Öyle yanlış yönlendiriyor ki; şimdi, bir program hazırlanıyor, 1071 Malazgirt Savaşının -ki, Türklüğün Anadolu'ya giriş mührüdür- sadece sebep ve sonuçları incelenecek... Malazgirt'i bütün unsurlarıyla bilmeyen Türk çocuğu, Türk çocuğu sayılmaz.

İslam tarihi, Fransa'da bile üç dört ünitede işlenirken, şu anda, Sayın Bakan tarafından hazırlatılan müfredatta İslam tarihi yok, konulmuyor: İrticayla mücadele etmek adına yapıyorlar bunu. Eğer, gerçek anlamda bir irtica var ve bununla mücadele edilmesi gerekiyorsa, sağ ve sol yobazlığa karşı mücadele etmek gerekiyorsa, gelsinler, biz, onlara bu mücadeleyi öğretelim. Yok, eğer, irtica başlığı adı altında İslama saldırı varsa, bu saldırı, sivrisinek vızıltısı gibidir! ( BBP ve FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Ayrıca Veda Hutbesinin bazı bölümlerini de çıkarmak, hiç kimsenin haddi değildir. Çağdaşlık adına, ders kitaplarına çağdışılığın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ekici...

MEHMET EKİCİ (Devamla) – Tamamlayacağım efendim...

BAŞKAN – Efendim, sizin "tamamlayacağım" dediğiniz, ne zaman tamamlanır bilmem. Biz, daha iki görüşme yapacağız...

MEHMET EKİCİ (Devamla) – O zaman, müsaade edin, sözümü tamamlayayım.

BAŞKAN – Tabiî...

Ben, size -hiç yapmadığım bir şey- 2 dakika daha eksüre veriyorum.

Buyurun.

MEHMET EKİCİ (Devamla) – Talim Terbiye Kurulu var, Din Öğretimi Genel Müdürlüğü var, bir tane ilahiyatçı yok; din derslerini düzenliyorlar. Din derslerini düzenleyen komitenin rehber öğretmeni de bir dikiş nakış öğretmeni; dinin siyasallaşıp siyasallaşmadığını onunla tespit edecekler.

Sonuç olarak; kim neye sahipse ve ne ile mağrursa, Türk Milleti adına ve gücüne sahiptir; bu gücü -ister bir bakanlık koltuğu olsun, ister bir tank olsun, isterse adaletin terazisi olsun- asla, Türk Milletinin varlığı, birliği ve inançları aleyhine kullanamaz.

Şimdi, her siyasî partiye sesleniyorum, özellikle Sayın Güner'e sesleniyorum -Sayın Güner, televizyonda eleştirilerinizi dinledik ve katıldık, er meydanı burada, burada oyunuzu göreceğiz inşallah- zaman tünelinde kalan bu Sayın Bakanımızı, işgal ettiği koltuğu daha fazla işgal etmemesi için, bu gensoru önergesiyle, hep beraber, görevden alacağınıza inanıyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (BBP, FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Ekici, teşekkür ediyorum efendim.

DYP Grubu adına Sayın Zeki Ertugay, buyurun efendim.

Sayın Ertugay, süreniz 20 dakika.

DYP GRUBU ADINA ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanı Sayın Hikmet Uluğbay hakkında verilen gensoru önergesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlarım.

Kurulduğu günden beri, 55 inci Hükümetin, geniş kitlelerin eğitim hakkını elinden alan, meslek eğitimini ortadan kaldıran 8 yıllık eğitim uygulaması, Cumhuriyet tarihinin en yüksek zamları, dizginlenemeyen enflasyon, dar gelirliyi, çiftçiyi, esnafı, memuru perişan eden diğer uygulamaları yanında, kendilerince en başarılı icraatlarından birisi de on binin üzerindeki memurun, bürokratın kıyımı, sürülmesi, görevden alınması, hallaç pamuğu gibi atılması olmuştur. Bu manada, Hükümetin, memur kıyımı politikasına paralel olarak en başarılı bakanlarından birisi de Sayın Millî Eğitim Bakanıdır. Hükümetin, ülke genelinde, her kademede binlerce memur ve bürokratın kıyımını "devleti, Refahyol kadrolarından temizliyoruz" şeklinde gerekçelendirmesi, sadece bu Hükümete has ayrı bir talihsizlik olmuştur. Böylece, hem yıllarını yüce devletimizde şerefle hizmete adamış insanlar küçültülmüş, aşağılanmış hem de bizzat kendi ağızlarından devlet bürokrasisinde yapılan bölücülük itiraf edilmiş bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gelelim Millî Eğitim Bakanlığına ve Millî Eğitim Bakanlığındaki uygulamalara:

Bugün, başında Sayın Uluğbay'ın bulunduğu Millî Eğitim Bakanlığında, yıllarını Türk millî eğitimine vermiş, her kademede tecrübe kazanmış, başarılı, temiz sicilli, milliyetçi öğretmen ve yöneticiler hızla tasfiye edilmektedirler. Bugüne kadar merkez teşkilatlarında hiçbir soruşturmaya uğramamış, sicili başarılı olan genel müdür, genel müdür yardımcısı ve daire başkanları dahil, sebepsiz yere görevlerinden alınan millî eğitim müdürü ve üst düzey görevli sayısı bin civarındadır. Böylece, eğitim ve öğretimin yoğun bir şekilde sürdüğü bir zamanda, çalışanlar mağdur edilmiş, kendileri hizmet edemez duruma düşerken, çoluk çocukları ve aileleri perişan edilmiştir. Bu suretle verim azalmış ve devlete karşı mazlum ve küskünler ordusu yaratılmıştır.

Yargıya başvuranların aldıkları mahkeme kararları ya uygulanmamış ya da bir günlüğüne uygulanarak, ertesi gün daha beteri yapılmıştır. Sayın Bakan, bir sözlü soruya verdiği cevapta, sekiz ayda, sadece 397 kişilik bir yönetici atadığını ifade etmişlerdir; ancak, bütün kamuoyunun bildiği gibi, eğitim camiası da, maalesef, bunun doğru olmadığını bilmektedir. Bugüne kadar yapılan eğitimci ve öğretmen kıyımı binlerle ifade edilir hale gelmiştir. Hatta, Türk Eğitim-Sen, yaptığı atamalarla ilgili olarak, Sayın Bakan hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunmuştur.

Bugün, ararejim dönemlerinde dahi rastlanmayan uygulamalarla, imzasız dilekçelerle, öğretmenler, 8 yıllık zorunlu eğitime karşıdır diye ihbar edilmekte ve arkasından, görevden alınmaktadırlar. Demokratik rejim tartışmalarının yapıldığı, 80 öncesi olayların yaşanır hale geldiği bir ortamda, görevden alınanların yerine, aşırı solcu, TÖB-DER'ci ideolojik kadrolaşmaya hız verilmesi ve sicili bozuk, şaibeli kişilerin göreve getirilmesi, biraz önce arkadaşımızın da ifade ettiği gibi, ürkütücü boyutlara ulaşmıştır. Birçok örnek vermek mümkündür; vaktimiz sınırlı olduğu için, bu örneklere girmeyeceğim.

Bugün, kaanatimize göre, Millî Eğitim Bakanlığında, idolojik bir körlük yaşanmaktadır. Görevden alınanların ve yerlerine getirilenlerin özelliklerine dikkat edildiğinde, bu endişelerimizin yerinde olduğu açıkça görülecektir. Nitekim, Ankara Millî Eğitim Müdürü, çeşitli vesilelerle yaptığı toplantılarda ve bir müdürler toplantısında "bir Kurtuluş Savaşı başlattık; bizden olmayanları temizleyeceğiz; bu uğurda, ölürüz, öldürürüz, kanımızın son damlasına kadar savaşırız" diyerek, bir eğitim yöneticisi için, vahim, talihsiz bir tablo ortaya koymuştur. İşte, Sayın Bakanın, Başkentimizi, Başkentin millî eğitimini teslim ettiği insan portresi, zihniyeti budur. Bunu söyleyen, bir öğretmendir; bu adam,

bir öğretmen ve şimdi soruyorum: Bu zihniyete, böyle bir millî eğitim müdürüne ve böyle bir öğretmene çocuğunuzu teslim eder misiniz?

Bakın -biz değil- İktidarın büyük ortağı Anavatan Partisinin Genel Başkan Yardımcısı Sayın Agâh Oktay Güner, Millî Eğitim Bakanımıza "sen, neyin bakanısın; örgüt bakanı mısın" diyerek, yüzlerce eğitim yöneticisinin görevden alınıp, yerlerine, sicili bozuk, emekli olmuş solcuların atanmasının hesabını sormuştur.

Sayın Güner'in, çok geç de olsa bu tavrından memnunuz; ancak, Sayın Güner'e de bir sözümüz var: Bu tespitinizde samimîyseniz, millî endişeleri particiliğin üzerinde görüyorsanız, bugün, bunu, burada göstermenin tam zamanıdır. Bu önergeye destek vermek, bunun gereğinin yapılmasıdır. Aksi takdirde, bu söylediklerinizle, sadece siyasî bir şov yapmakla suçlanabilirsiniz diye endişe ediyorum.

Yine, Sayın Güner'in ifadelerine göre, Sayın Bakanın, 1982 tarihli bir genelgeyi tozlu raflardan indirerek -imam hatiplerdeki kız öğrenciler dahil- herkesin başını açmasını istemesi, ideolojik bir dayatmadır ve Sayın Bakan, hâlâ, bunda ısrar etmektedir.

Millî eğitimdeki olumsuzluklar, sadece bunlardan ibaret değildir. Bugünlerde, ders kitaplarının, müfredat programlarının ele alınarak, programlarda bulunan millî ve manevî unsur ve motiflerin ders programlarından çıkarılması faaliyetleri sinsice sürdürülmektedir. Yeni düzenlemelerle, ilköğretim okullarının 6 ncı ve 7 nci sınıflarında okutulmakta olan, haftada 2'şer saatlik, millî tarih ve millî coğrafya dersleri, haftada 3 saatlik bir sosyal bilgiler dersi adı altında birleştirilmektedir. İlköğretimin 4 üncü sınıfından itibaren ise, haftada 4 saatlik bir yabancı dil dersi öngörülmekte, buna karşılık, bu milletin hem anadili, hem de resmî dili olan Türkçe, haftada 6 saatten 5 saate indirilmektedir. Her ne kadar Millî Eğitim Bakanlığına hâkim olan bugünkü zihniyetin millî kelimesinden öteden beri rahatsızlık duyduğu bilinmeyen bir husus olmasa da, sadece birkaç örneğini vermeye çalıştığımız bu faaliyetler, başında millî kelimesi bulunan bir bakanlığa yakışmamaktadır ve ayrıca, geleceğimizin teminatı olan nesilleri yetiştirecek millî eğitimin hizmetlerini de çökertici, geriye götürücü boyutlardadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanlığının 328,8 trilyonluk yatırım bütçesinin 288 trilyonu ilköğretime, geri kalan 40 trilyonu ise ortaöğretim, teknik öğretim, genel öğretim ve daha nice kırk türlü yatırıma ayrılmıştır. Şimdi soruyorum, 1997'de 25,6 trilyon olan ve 1998'de yüzde 100'lük enflasyona rağmen, 17,8 trilyona düşen ortaöğretim bütçesiyle, 1997'de 6 trilyon olan ve 1998'de 3,9 trilyona düşen teknik öğretim bütçesiyle ve yine 1997'de 8,2 trilyon olup da 1998'de 6,1 trilyona düşen genel ortaöğretim yatırım bütçesiyle bu sekiz yıllık temel eğitim kurumlarından mezun olan öğrencileri hangi okullarda okutacaksınız?! Aldığımız bilgilere göre, sekiz yıllık eğitim için şimdiye kadar elde edilen kaynak toplamı 69 trilyondur. Bunun sadece 7 trilyonu okul yapımı için, 3,5 trilyonu da taşımalı eğitim için harcanmıştır. Toplumun her kesiminden eğitime katkı payı diye hak ve adalet ölçüleri çiğnenerek alınan paralarla oluşturulan bu 69 trilyondan kalan paralar nerededir?!

Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunda itiraf etmek zorunda kaldığınız gibi, paraların repoya yatırıldığı doğru mudur? Eğer doğruysa, sizi bir eğitimci olarak değil de bir maliyeci olarak kutlamak gerekir. 8 sınıfa 1 öğretmenin düştüğü, 30-40 kişilik sınıflar vaat ederken, İstanbul ve Ankara'da bile 60-70 kişilik sınıfların 80-90 kişiye çıktığı, okulöncesi eğitimde okullaşma oranının en az yüzde 50 olması hedeflenirken, bugün hâlâ çağ nüfusunun yüzde 10'unun okutulabildiği bir Türkiye'de, oluşturulan kaynakların süratle okul yapımına, öğretmen, öğrenci ve eğitime harcanması gerekirken, bunun yerine repoya yatırılması, doğrusu, dâhiyane bir fikirdir. Nitekim, bakın, iki büyük gazetemizin iki ünlü sayın köşe yazarı da, bu konuyla ilgili Sayın Bakana hesap sormaktadırlar. Bu konuda, bu kürsüden, bugüne kadar, gerekli açıklamalar yapılmalıydı.

Bakanlığın bir diğer uygulaması da, illerde valiliklerce yürütülen okul ve diğer millî eğitim yatırımları ihalelerinin merkezde toplanarak, 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 44 üncü maddesine göre değil de 51 inci maddesine göre, davet usulüyle müşavir firma kanalıyla yapılacağıdır. Eğer, böyle yapılırsa, ikinci bir Meclis ihale skandalı yaşanacağı ve ülkenin diğer yörelerinde özel girişimciliğin öldürülerek, büyük firmaların daha da zengin edileceği açıktır.

Bir diğer tezat da şudur: Mahallî idarelerin güçlendirilmesini hedefleyen kanun tasarısını Yüce Meclise sevk etmeye hazırlandığımız bugünlerde, bu anlamsız merkeziyetçiliğin bir tezat teşkil ettiğini görmemiş olmanızı da anlamak mümkün değildir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üniversitelerimiz aylardır ayakta, Millî Güvenlik Kurulu üniversiteleri konuşurken, YÖK Başkanı, Amerika Birleşik Devletlerinde bir dernek toplantısına gitmeyi, o dernek toplantısına katılmayı tercih ediyor.

İstanbul Üniversitesi Rektörü, bir röportajda, part-time çalışan öğretim üyeleri, araştırma görevlileri ve hekimlerle ilgili yasanın uygulanmasında hoşgörülü olduğunu, hoşgörülü davrandığını itiraf ediyor; ama, sıra, daha hoşgörülü olunması gereken gençlere gelince, aslanlar gibi kükrüyor. Halbuki, delikanlılık çağındaki insanlar, herkesin anlayışına, hoşgörüsüne en fazla muhtaç olan insanlardır. Bu gençler, cumhuriyetin laik üniversitelerine alınmalı, aydınlatılmalı ve beyinlerine hitap edilmelidir. Aksi takdirde, onları cehaletin kucağına atarak bir alt kültür yaratırsınız ve ülkenin geleceğini mahvedersiniz.

Anayasada teminat altına alınan inkılap kanunlarında, Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun ve 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanunda, kadınların kıyafetleriyle ilgili hiçbir hüküm bulunmamaktadır.

Atatürkçü düşünce sisteminin temeli, bilimin rehberliğidir. Siyaset bilimi, demokrasiyi, tam demokrasiyi en yararlı rejim olarak belirler. Çağımız demokrasisinin en temel ihtiyacı ise, uzlaşma esasıdır. Diğer taraftan, yönetim bilimi ve üniversiter anlayış, çağdaş insan yönetiminin esasını katılımcı yönetim olarak ortaya koymaktadır. Üniversitelerde, özellikle İstanbul Üniversitesinde, nerede uzlaşma, nerede katılımcılık, nerede hoşgörü?!. Atatürkçülük bunun neresinde?!. Dayatmacı devlet 19 uncu Yüzyılda kaldı. Çağın devleti uzlaşmacı devlettir, katılımcı devlettir. Eğitim kurumlarının görevi, şekilden çok muhtevadır; kafaların dışını değil, içini aydınlatmaktır, insanları dışlamak değil, içeri alıp eğiterek, ikna ederek yönetmektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanının ortaöğretim kurumlarında, YÖK ve üniversite yöneticilerinin, yükseköğretim kurumlarında birinci problem olarak başörtülü kızlarımızın başlarını ezmeyi öne çıkarmış olmalarını, 21 inci Asra hazırlanan büyük Türkiye adına, cidden esefle karşılıyorum. 21 inci Yüzyılın eşiğindeki Türkiye'nin problemi, öğrenci kızlarımızın başının açık veya örtülü olması olamaz, olmamalıydı ve olmamalıdır.

Sayın Hikmet Uluğbay, 1980 öncesinde örneklerini gördüğümüz, dar görüşlü, solcu bir bakandır; sessiz ve kurnazdır; ideolojik tavırdan, ideolojik saplantıdan, ideolojik kadrolaşma fikri sabitinden kendini kurtaramamıştır. Dünyada ve Türkiye'de meydana gelen değişmelerden, maalesef, yeterince nasibini alamadığı görülmektedir. Türkiye'nin ve Türk Milletinin tarihine bakışı çarpıktır. İdeolojik saplantısı dolayısıyla, Türk Milletinin, millî ve manevi değerleriyle çatışmaktan, kavga etmekten, kendini bir türlü alamamaktadır; aksi takdirde, Malazgirt'teki "Alparslan" imajından, tarih ve coğrafya kitaplarındaki "millî" kelimesinden niye rahatsızlık duysun?.. (DYP, FP ve Bağımısızlar sıralarından alkışlar) 1980 öncesinde, okullardan, tarihimizi canlandıran tabloları, Türk büyükleri tablolarını indirten zihniyet, bu bakanın şahsında yeniden hortlamış görünmektedir.

"Millî" sıfatıyla nitelenen iki bakanlıktan biri olan Millî Eğitim Bakanlığının başında, ideolojik saplantılardan kendini kurtaramayan bir şahsiyetin bulunması, büyük bir talihsizliktir. Varlığına, bir başka bakanlıkta tahammül edilebilir; ama, Sayın Bakanın Millî Eğitim Bakanlığında asla!.. (DSP sıralarından "O metni kim yazdı sana" sesi.)

Bu konuşulanlar ciddiyetle dinlendiği zaman ve bu Yüce Mecliste, bu meselelerin ciddiyetle ele alınması halinde, ülke için ne kadar önemli olduğunu, eleştirinin, eleştiri yöneltileni, daha fazla, icraatında, geleceğe yönelik işlerinde düzeltmeye yönelik olduğunu takdir edecek bir seviyede olduğunuz düşüncesindeyim. Benim ilmim de, çalışmalarım da her okuduğumu kendimin yazmasına müsaittir. Kendinizi bir değerlendirirseniz iyi olur, kıymetli arkadaşım. İsminizi de bilmiyorum; ama, bu, ancak size yakışır.

BEKİR YURDAGÜL (Kocaeli) – Belli oluyor, belli oluyor.

BAŞKAN – Sayın Ertugay, efendim, lütfen...

Buyurun.

ZEKİ ERTUGAY (Devamla) – Bu Sayın Bakanın, Millî Eğitim Bakanlığından gitmesi şarttır. Sayın Uluğbay'ı Millî Eğitim Bakanlığında tutmakta ısrar edilirse, bu, doğrudan doğruya, Türk Milletiyle inatlaşmak olur; Türk tarihine, millî ve manevî değerlerimize karşı bir husumet tavrı olur. Doğrudan doğruya, çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceğiyle, yani, Türkiye'nin geleceğiyle ilgili bir olumsuzluk olduğu için, buna müsamaha ve tahammül edilemez. Günübirlik siyasî endişelere, milletimizin geleceğini feda etmeye hiç kimsenin hakkı olamaz.

Bu düşüncelerle, bu gensorunun desteklenerek, Sayın Bakanın, Türk millî eğitimine daha fazla tahribat vermeden görevinden alınması ve Türk millî eğitimine bu iyiliğin yapılması temennisiyle, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Ertugay, teşekkür ediyorum efendim.

Anavatan Partisi Grubu adına görüşlerini ifade etmek üzere, Sayın Suha Tanık; buyurun. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA SUHA TANIK (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sıvas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu ve 20 arkadaşının, görevlendirme ve atamalarda usulsüz ve partizanca uygulamalar yaparak ülkede gerginlik ve huzursuzluğa yol açtığı iddialarıyla Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay hakkında, Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin önergesiyle ilgili, Anavatan Partisinin görüşlerini sizlere anlatmak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, bendeniz, 17 nci Dönem milletvekili olarak göreve başladım Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı altında; yani, 1983'te milletvekili olarak Parlamentoya girdim ve ilk defa, bir bakanla ilgili olarak verilen bir gensoru hakkında görüşme yapmak üzere, Grubumdan yetki istedim. 1983 senesinde başlayan 17 nci Dönemle, 18 inci, 19 uncu ve 20 nci Dönem dahil olmak üzere -yani, 1995 genel seçimlerinden sonraki, bugün içinde bulunduğumuz dönem- acaba ilgili hükümetlerin bakanları hakkında kaç tane gensoru verildi diye bir araştırma yaptım. Bugüne kadar 87 gensoru verilmiş ilgili bakanlar hakkında, hükümetler hakkında, başbakanlar hakkında; fakat, ilk defa bir Millî Eğitim Bakanı hakkında gensoru veriliyor; yani, 87 gensoru içerisinde bir Millî Eğitim Bakanıyla ilgili herhangi bir hükümette gensoru verilmemiş; ilk defa veriliyor. Olay böyle olunca, tabiî, millî eğitimle ilgili, hepimizin evlatlarının okuduğu, hepimizin veli olarak kabul edildiği bir millî eğitim camiasıyla ilgili bir bakanın, bizi yakinen ilgilendiren bir bakanın; yani, akşam evimize gittiğimiz zaman evlatlarımızın ortaokulda, lisede, üniversitede okuyan evlatlarımızın eğitimi ve istikballeriyle ilgili konuda bakanlık görevini üstlenmiş bir arkadaşımızla, bir bakanla ilgili bir gensoru.

Şimdi, beni yakinen enterese eden, tabiî, kendi Hükümetimin ve kendi siyasî partimin, 55 inci Hükümetin ortağı olmam sıfatıyla, acaba, 55 inci Hükümete, Mecliste kaç tane gensoru verilmiş diye baktım; bu, verilen 3 üncü gensoru.

Buradan şuraya gelmek istiyorum. Evvela, bakan arkadaşlarımız olsun, Hükümetin icraatları olsun, Sayın Başbakanımız olsun, bizler, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı altında, Hükümetle ilgili, Hükümetin tasarruflarıyla ilgili genel görüşmeler yapabiliriz, gensoru hakkımızı da kullanabiliriz, her türlü değerlendirme, tartışma, inceleme konularıyla ilgili İçtüzüğün bize verdiği imkânla Hükümeti eleştirebiliriz. Millî Eğitim Bakanlığında, Sayın Muhsin Yazıcıoğlu ve 20 arkadaşının verdiği gerekçeler çerçevesinde, bazı illerde -bana gelen gerekçede İçel ve Adana deniliyor, biraz önce arkadaşımız başka bir il daha dedi- usulsüz atamalarla ilgili şikayetlerin olduğu doğrudur. Bu konuların tartışılması gereği inancını taşıyorum. Buraya nereden geliyorum; çünkü, İzmir Milletvekili olarak, aynı konudan ben de mustaribim ve şimdi, açıkça, ben de size bu konuda şikâyetlerimi dile getirmek istiyorum.

Tabiî, geçtiğimiz temmuz ayında güvenoyu alarak göreve gelen 55 inci Hükümetimizin, Türkiye'de uzun zamandır beklenmekte olan 8 yıllık kesintisiz temel eğitimin uygulamaya geçirilmesindeki başarısında -tabiî, Hükümetin katkısıyla- Sayın Bakanın, Millî Eğitim Bakanı olarak o günkü desteği, çalışmaları konusunu gözardı edemem; ama, bir milletvekilli olarak, uzun zamandır milletvekilliği yapan bir arkadaşınız olarak, yeni dönemde milletvekilliği yapan arkadaşlara da seslenerek söylemek istiyorum ki -bugün Hikmet Uluğbay bakandır, yarın başka bir arkadaşımız bakandır- bakanlıkların, tasarruflarıyla ilgili, yöre milletvekillerine, il milletvekillerine danışmasında fayda var. Ben de, buradan Sayın Bakana bu konuda sitemlerimi ve serzenişlerimi ortaya koymak istiyorum. Ben, bir İzmir Milletvekili olarak, İzmir Millî Eğitiminde yapılan atamalarla ilgili hiçbir bilgiye sahip olamadım.

Şimdi, tabiî, bu konuda, hemen bir gensoru getirilmesi bence yanlış. Bir gensoruyu 21 arkadaşımız imzalarıyla buraya getiriyorlarsa, ben, öncelikle, bu gensorunun siyasî olarak getirilen bir gensoru olduğuna inanırım. Geliniz, arzu ediyorsanız, bu konuları, bir genel görüşmede burada tartışalım; Bakanın icraatıyla ilgili yanlışlıklar varsa, bunları düzlüğe çıkaralım. Bu konuları, bizim Meclisimizde, Meclis Genel Kurulumuzda tartışıldıktan sonra, Hükümete, Hükümet ortaklarına, Hükümeti oluşturan siyasî partilerin Genel Başkanlarına, Sayın Başbakana, Sayın Başbakan Yardımcısına, Sayın Millî Eğitim Bakanına, koalisyon ortaklarının Hükümet içerisinde halledeceği bir ortama getirelim. Kabul etmeniz gerekir ki, bu, bir koalisyon ortaklığıdır. Bu koalisyon ortaklığı içerisinde, tabiî ki, değişik siyasî göşteki partiler bir araya geldikleri zaman, icraatında değişiklikler olacaktır. Bunu kabul etmezseniz, eşyanın tabiatına aykırı düşünmeye başlarsınız.

Eğer, biz, Türkiye'yi seviyorsak, Türk insanını seviyorsak, burada, haklı olarak, başörtüsüyle -takanıyla, takmayanıyla- uğraşma konusunda rahatsızlıkları hep beraber, genelde yaşıyorsak; burada, evlatlarımıza verilen eğitimin yeterli veya yetersiz olduğunu tartışabiliyorsak, geliniz, bunları bir genel görüşmede ortaya koyalım; Hükümete, tavsiye olarak bunu götürelim. Hükümet, koalisyon ortakları, bu konuda, daha geniş bir perspektif içerisinde, yeni birtakım oluşumları bize getirsinler. Neticede, bu millî birliğin, bu millî seferberliğin, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altından çıkmasında fayda vardır arkadaşlarım; benim inancım budur.

Muhterem arkadaşlarım, arkadaşlar, buraya geldiler "Agâh Oktay Güner arkadaşımız, geçen akşam televizyonda konuştu; şimdi, gensoruyla ilgili oylama yapılacak, bakalım, Agâh Oktay Güner'in oyu ne olacak" dediler. Biz, 55 inci Hükümetin büyük ortağı Anavatan Partisi olarak, Başkanlık Divanında, Anavatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Sayın Agâh Oktay Güner arkadaşımızın görüş ve düşünceleri çerçevesinde, Bakana gerekli tenkitleri yaparız; ama, Bakanın düşürülmesiyle ilgili, Hükümetin hassas karnını, siyasî bir zedelemeye tabi tutacak bu gensoruya kabul oyu veremeyiz; biz, buna hayır oyu veririz.

LÜTFİ YALMAN (Konya) – Millet biliyor...

SUHA TANIK (Devamla) – Tabiî, milletimiz, bu konudaki tartışmaları izliyor; ama, milletimiz istikrar istiyor. Milletimiz, artık, birtakım sunî gündemlerle, Türkiye'nin nereye gideceği heyecanını yaşamak istemiyor. Vatandaş, pazarda; vatandaş, otobüste; vatandaş, sokakta huzur ve güven ortamı istiyor; birtakım sunî gündemler yaratılmasını istemiyor.

Muhterem arkadaşlarım, muhterem milletvekilleri; sizi bilmiyorum -aranızda, tabiî, değişik siyasî partilerden olan, değişik yörelerden gelmiş insanlar var- ama, ben, kendi seçim bölgeme her hafta giderim, çarşıda, pazarda, sokakta dolaşırım. İnanız, vatandaş, önce geçim derdinde, ekmek derdinde; vatandaş, huzur ve güven derdinde. Vatandaşın bizden beklediği, Parlamentodan beklediği, millî mutabakat, millî birlik. Vatandaş, Parlamentonun vatandaşa sahip çıkmasını bekliyor; lütfen, bunu yapalım, buna elbirliğiyle destek olalım. Muhalefetteyken iktidarın getirdiğine "hayır" diyerek, iktidardayken muhalefetin getirdiğine "hayır" diyerek bir çekişmeye girmeyelim, yanlışı burada yapmayalım. Gelin, uzlaşabileceğimiz çizgide hep beraber uzlaşalım; ama, bu, uzlaşma yeri olan Meclisin çatısı altında verilen gensoruyla hükümete siyasî zarar vermek anlamındaysa, yanlış; gelin, bunu, bir genel görüşme içerisinde, Hükümete tavsiye konusu haline getirelim.

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) – Değiştirin Bakanı...

SUHA TANIK (Devamla) – Efendim, bakın, bugün, burada zaten bunları görüşüyoruz, bunları tartışıyoruz. Biraz evvel konuşan arkadaşım gayet güzel doküman verdi. Bakanın yanlış tasarrufları, icraatı varsa, tahmin ediyorum, Sayın Bakan bunların notunu alacak -daha sonra Bakanlığına gidince- gerekli incelemelerini yaparak, haklı haksız diye, belki de, değişik uygulamalarla daha doğruyu bulma yöntemine kavuşacak; ama, bir bakanı görevden düşürmek ve siyasî olarak -tekrar altını çizerek söylüyorum- 55 inci Hükümete zarar vermek şeklinde bir siyasî müdahaleyi kabul etmemiz mümkün değil.

Bakınız, 55 inci Hükümet temmuz ayında güvenoyu aldı. Temmuz ayında güvenoyu aldıktan sonra, tabiî, o günkü şartlar içerisinde, burada sabahlara kadar çalışarak, elbirliğiyle, Sekiz Yıllık Kesintisiz Temel Eğitim Yasasını çıkarttık.

Muhterem milletvekili arkadaşlarım, not almıştım, müsaade ederseniz, notlarımdan bakarak size bunları arz etmeye çalışayım: 1996 yılında, bir sene zarfında, Türkiye'de, 6 bin yeni derslik açılmış; 1996 senesinde, bir yılda, 6 bin derslik... 55 inci Hükümetimiz göreve geldikten sonra, bugüne kadar 15 bin derslik açılmış. (DSP sıralarından alkışlar) Önümüzdeki günlerde, Hükümetimiz, milletimize, istikrar içerisinde, ülke millî eğitimine hizmet anlayışıyla -vatandaşın da bu anlayışa sahip çıkmasıyla- 25 bin yeni derslik kazandırma heyecanını yaşatıyor. Bunu bekliyoruz; bunlar yapılsın, bunlar tartışılsın; bunlar nasıl yapılır, bunları görüşelim...

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Kaç trilyon lira toplandı?

SUHA TANIK (Devamla) – Tabiî, burada, değişik siyasî partilerden arkadaşlarımız çıkıp, değişik siyasî görüşleriyle, Hükümeti ve Bakanı eleştirecekler. Biraz önce de söyledim, biz, bu konuda, Anavatan Partisi Grubu olarak, Anavatan Partisi Grup Başkanlığı üyelerinin, Başkanlık Divanının ve Genel Başkanı Sayın Başbakan Mesut Yılmaz'ın görüşleri çerçevesinde, bugün, bu Hükümetin bu Bakanı hakkında verilen gensoruya ret oyu vereceğimizi duyurur, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlarım efendim. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Tanık, teşekkür ediyorum.

Fazilet Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere, Sayın Musa Uzunkaya; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Muhterem Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görevlendirme ve atamalarda usulsüz ve partizanca uygulamaların, tüm eğitim camiasında huzursuzluklara meydan vermesi nedeniyle, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hikmet Uluğbay hakkında verilen gensoru önergesi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Sayın Başkanı, Yüce Heyetinizi, ilim ve irfan ordusunun aziz mensuplarını, ilköğretimden üniversiteüstü lisans çalışması yapan tüm gençlerimizi ve yavrularımızı, özellikle millî eğitim politikalarının her ne şekil ve surette olursa olsun, mağdur ve mağdurelerini, aziz milletimizi, şahsım ve Fazilet Partisi Grubu adına, saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyet Türkiye'sinin maarif; yani, millî eğitim konusundaki ilk hedeflerini, 1 Mart 1922 tarihinde, bu Meclis kürsüsünde, cumhuriyetin kurucusu olan Mustafa Kemal'in ağzından dinleyelim:

"Efendiler, asırlardan beri milletimizi idare eden hükümetler, tamimi maarif arzusunu izhar edegelmişlerdir. Ancak, bu arzularına ulaşmak için, şarkı ve garbı taklit etmekten kurtulamadıklarından, netice, milletin cehilden kurtulamamasına müncer olmuştur. Bu hazin hakikat karşısında, bizim takibe mecbur olduğumuz maarif siyasetimizin esas çerçevesi şu olmalıdır: Demiştim ki, bu memleketin aslî sahibi ve heyeti içtimaiyesinin unsuru esasiyesi köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bugüne kadar nuru maariften mahrum bırakılmıştır. Binaenaleyh, bizim takip edeceğimiz maarif siyasetinin temeli, evvela cehli yok etmektir."

Aziz arkadaşlar, dikkat buyurulursa, istiklâl mücadelesinde beraber olan Mehmed Âkif'imiz de Safahat'ında:

"Ey hasmı hakiki, seni yenmeli evvel,

Sensin bize düşmanları galip getiren el" diye tarif ettiği ve en hakiki düşman "cehalet" olarak adlandırılmışken, bugün, millî eğitim politikamızın en haziz düşmanı, maalesef, başörtüsü ve millîlik vasfıdır. Özellikle, bunun düzeltilmesi ve millî eğitim (maarif) sistemimizin yeniden dizayn edilmesine gerek vardır.

Hatta, yine Mustafa Kemal, Sakarya Harbinden az bir zaman önce, 15 Temmuz 1921 tarihinde, Ankara'da küşad edilen Öğretmenler Kongresinde şöyle diyor:

"Bugün Ankara, millî Türkiye'nin millî maarifini kuracak, Türkiye, Muallime ve Muallimler Kongresinin yapılmasına da sahne olacaktır..." ve devamla "...teferruatını bu mesele hakkında umumî nikatı nazarımı ikmalen ifade için yeni neslin teçhiz olunacağı manevî vasıfları meyanında, kuvvetli bir aşkı fazilet ve kuvvetli bir fikri intizam ve inzibattan bahsetmek zaruretindeyim."

Değerli arkadaşlar, burada görülüyor ki, cumhuriyetin kurucusunun ortaya koyduğu, millî eğitim hedef ve politikalarında cehaleti yok etmek, ananelere bağlı, millî değerlerini koruyan nesilleri yetiştirebilmektir. Hatta, eğitimin temel felsefesinde, ananelerin korunması istikametinde bu iptidaî ve intihaî iki tahsil kademesi arasında orta tahsilin de vücubu tabiîdir. Orta tahsilin gayesi, memleketin muhtaç olduğu muhtelif hizmet ve sanat erbabını yetiştirmek ve yüksek tahsile hazırlamak; kadınlarımızı bu eğitimin içerisine çekmek, yetişecek çocuklarımız ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel; ama, her şeyden evvel, Türkiye'nin istiklali ile kendi benliğine örf ve millî ananesine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek olmalıdır.

Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyet hükümetlerinin içerisinde iki bakanlığımızın isminde -az önce de bahsedildiği gibi- millîlik vasfı var. Onlardan birisi, şu anda üzerinde görüşme yapmakta olduğumuz Millî Eğitim Bakanlığı, bir diğeri de Millî Savunma Bakanlığıdır. Tüm bakanlıklarımızın, ülke geleceği için çok önemli fonksiyonları icra ettiğini biliyoruz. Ne var ki, bu iki bakanlıktan birisi, toplumun, yukarıda hedefleri belirlenmiş millî ve manevî değerlerinin verilerek geliştirilmesini; diğeri de, bu değerlere sahip olan milleti, dış tehdit ve tehlikelere karşı düşman tasallut ve tecavüzünden korunmasını teminle muvazzaftır.

Millî Eğitim Bakanlığımız, 3 Mart 1340 tarih ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunuyla, sadece diğer alanlarda değil, dinî alanlarda da gençlerimizin yetiştirilmesi, hatta, imamet ve hitabet hizmetlerini yürütecek dinî mekteplerin küşad edilmesiyle de muvazzaf kılınmıştır.

Sadece bu eğitimden istisna edilen 29 Nisan 1341 tarih ve 637 sayılı Kanunla, Tevhidi Tedrisat Kanununun 5 inci maddesine müzeyyel, o günkü ismiyle Mektebi Harbiyeye menşe teşkil eden askerlerin yetiştirilmesi konusunu, müdafai milliyeye tahsisten ibaretti. Dolayısıyla Millî Eğitim Bakanlığımız, sadece diğer alanlarda değil, dinî alanlarda da gerçek mütehassıs insanların yetiştirilmesiyle muvazzaf olduğunu bilmek zorundadır.

Değerli arkadaşlar, millî eğitim alanında güzel hizmetler veren, topluma gerçekten yararlı olmayı amaçlayan dürüst bürokrat, bakan ve saygın devlet adamları yetişmemiş değildir. Hakkında müspet ve menfîsiyle belki en çok konuşulan Maarif Vekillerimizden olan merhum Hasan Alî Yücel, eğer Doğu ve Batı klasiklerini Türk diline kazandırmamış, neşirlerini sağlamamış olsaydı, belki, bugünkü neslin, Batı'yı ve Doğu'yu bugünkü manada tanıma imkânı olmayacaktı.

Yakın geçmişimizin değerli Millî Eğitim Bakanlarından merhum Mustafa Üstündağ, siyasî ortaklığın icabı ve toplumun zaruri istek ve taleplerine saygı duyan bir kişiliğe malik olmasaydı, milletin inşa edip, devletine takdim ettiği sayısız imam hatip okullarının açılmasına da imza atmamış olacaktı.

Bugün hakkında gensoru verilen bir bakan ve bakanlık icraatı vesilesiyle, kısa da olsa, Millî Eğitim Bakanlığımızın dünü ve bugünü hakkında birkısım değerlendirmeler yapmak zorundayız.

Muhterem Başkan, değerli arkadaşlar; çağdaş dünya çok ciddî ilmî hakikatlerle uğraşır, keşif üstüne keşif yaparken, mucidi olduğu birçok teknoloji ürününü her gün yenilemenin, insanlığın hayrına ve faydasına daha güzel eserler ortaya koyabilmenin, ülkesine çok daha şeyler kazandırabilmenin gayretini ortaya koyarken, bizler neyle meşgulüz. Ben değil, Hükümetin büyük ortağı olan partinin genel başkan yardımcısı, "Millî Eğitim ve Kültür Bakanları, devletin değil, örgütün Bakanlığını yapıyor" diyorlar; bunu daha önceleri ifade ettiler. Bugün bu haklı değerlendirmenin sahibi, sayın genel başkan yardımcısı ve onun partisinin durumunu benden çok kendilerine oy verenlerin merak ettiğini elbette takdir edersiniz. Kişisel olarak kendileriyle hiçbir problemimiz olmayan Sayın Bakanımızın icraatından, elbette, bizim kadar, Anadolu insanı da rahatsız olmaktadır.

Esasen, sıkıntının mesulü olarak Sayın Bakanı görmek de, elbette, insafsızlık, biraz da haksızlık olur; çünkü, Sayın Bakan, 55 inci Hükümetin "olmazsa olmaz"ı gibi, kendisine dayatılan bir şartı, Sekiz Yıllık Kesintisiz Temel Eğitim Yasasını millete rağmen gerçekleştirmek sorumluluğunu üstlenebilmiştir. Mezkûr eğitim yasasının neler kazandırıp, neleri kaybettirdiğini, başta eğitimcilerimiz olmak üzere, halen ilköğretime devam eden çocuklarımız ve aziz milletimiz yakından yaşayıp görmektedir.

Filhakika, Anayasamızın 27 nci maddesinde bilim ve sanat hürriyeti, 42 nci maddesinde eğitim ve öğretim hakkı ve ödevi ele alınıyor; bunu sağlama ve politikalarını belirleme görevlerini devlete veriyorsa da, maalesef, devletimizin oturtulmuş bir millî eğitim politikası olmadığı için, hükümetlere, bazen de aynı hükümet içerisindeki değişik bakanlara göre farklılık arz edebiliyor. Bundan dolayı da, örgüt bakanlığı suçlaması Hükümet ortakları tarafından dahi yapılabiliyor.

Değerli arkadaşlar, biz, Fazilet Partisi olarak, bu ülkenin en önemli kaynağının, maddî ve manevî bakımdan en iyi şekilde yetiştirilmiş insan olduğuna inanıyoruz. Bu bakımdan, fırsat eşitliğine imkân veren, çağdaş eğitimi izleyen ve geliştiren, bilgi çağını yakalamış eğitim ve öğretim veren her kademedeki eğitim kurumlarını geliştirmeyi ve eğitimde özel sektörü azamî derecede teşvik eden bir anlayışın egemen olmasının gereğine inanıyoruz.

Her kademedeki okullarda, tek tip insan yetiştirme yerine, fikri hür, vicdanı hür, gerçek demokrasiyi algılamış, ulusunu seven ve onun değerlerine sahip çıkan, yüksek ahlak sahibi, sevgi, barış, hoşgörü ve kardeşlik duygularıyla yüklü insan yetiştirebilecek bir müfredat uygulanmasına, millî tarih ve coğrafya kelimesinden dahi rahatsız olmayacak bir bakanlık anlayışına sahip olunmasının gereğini düşünüyoruz.

Dünyadaki tüm gelişmeleri takip eden, küreselleşen dünyada, uluslararası rekabete dayalı yarışmada yerini alabilecek kuşaklar yetiştirebilecek tarzda düzenlenen bir program, esas hedefimiz olmalıdır.

Öğretimde yeni tekniklerin kullanılması teşvik edilmeli, bilgisayar destekli eğitime ve yabancı lisan öğretimine önem verilerek, bilgisayar ve bilgi bankacılığı kullanımı, daha okul çağlarında başlatılmalıdır.

Yükseköğrenim kurumlarında, tüm insanî değerlerin esas alındığı, inanç ve özgürlüklerin insan olma gereğinin sınırları içerisinde kullanıldığı bir demokratik ortamın hazırlanması ve geleceğimiz olan gençlerimize, birbirlerinin -farklı da olsa- görüşlerine saygılı ve tahammüllü olmaları gereği öğretilerek, bilim ve teknoloji dünyasından azamî derecede yararlanmalarının gereğini düşünüyoruz.

Olmasını temenni etmiyoruz; ama, bugün, etrafı düşmanlarla çevrili bir ülkenin, dostlarını, sevenlerini artırma konusunda gayret etmesi gerekirken, yeni muhasım cepheler, düşman kutuplar icat etmeye hakkı yoktur.

Derviş Yunusumuzun;

"Elif üstün ötürü

Pazar eyledik götürü

Yaradılanı hoş gördük

Yaradandan ötürü"

diyebileceği bir anlayışı, eğitim sistemimize egemen kılamaz; hâlâ, ayı, günü, vakti, saati belli olmayan tayinlerle, kıymetli öğretmenlerimizi, yılın oniki ayı ve günün 24 saatinde tedirgin edersek; hâlâ, başı kapalıdır diye, öğretmenlerimizi, öğrencilerimizi okulların kapısında bekletir. Ülke ve vatan düşmanlarını etkisiz hale getirmek vazifesiyle muvazzaf olan emniyet görevlilerimizle, çocuklarımızı okulların önünden, yaka paça uzaklaştırırsak; onlara, ilim ve irfan; belki, dersi icabı, inancının gereklerini öğretecek olan hocalar ile genç yavrularımızı, çocuklarımızı üniversite kapılarında karşı karşıya getirirsek, içbarışı temin etmemiz mümkün olabilir mi? (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Bakanın döneminde, cumhuriyet tarihinin, il, ilçe, ilk ve ortaöğrenim idarecilerinin tayin ve unvan değişikliklerine uğradığı kadar, hiçbir dönem yaşanmamıştır. Tüm okul ve idarecileri tedirgindir. Her an bir hukukdışı muameleye maruz kalacağı endişesini taşımaktadır.

Esasen, 55 inci Hükümet, hukuk kuralları çiğnenerek, adına hangi ismi verirseniz veriniz, öyle bir dönemin Hükümeti, nevzuhur bir hilkat garibesi olarak vücut bulmuştur. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Başta, Sayın Başbakanı olmak üzere, yılların tecrübeli bürokratlarına değil, eş, dost ve yaranına güvendiğini, bunun için de, birkısım hısım akraba atamalarını gerçekleştirdiğini söylemekten, zinhar çekinmemişlerdir. Tabiîdir ki, varlığında demokrasi tecavüzü olan bir Hükümetin Sayın Bakanının da, kendisinde böyle bir hakkı var sayması söz konusu olsa da, ülke barışı açısından tüm bu tutum ve davranışların doğru olmadığını, Fazilet Partisi olarak bir kere daha hatırlatmayı görev telakki ediyoruz.

Muhterem Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 55 inci Hükümet ve Sayın Millî Eğitim Bakanının hemen hiçbir icraatı milletimizi memnun etmemiş, 10 katrilyonluk bütçe açığı ve faiz yüküyle, yüzde 100'leri aşan enflasyonu ve hemen her gün, petrol dahil, bir ürüne zam yapmak, fakiri, fukarayı canından bezdirmek, ülkedeki milyonları, nüfusun yüzde 80'ini inim inim inletmekle, âdeta, bu milletten bir şeyin intikamını alıyormuş, milletiyle hesaplaşıyormuş gibi bir tehlikeli oyunun içerisine düşmüştür. Bunun en bariz örneğini, işte, bugün, burada tartışmakta olduğumuz Sayın Millî Eğitim Bakanı ve Bakanlık bürokratlarının icraatı üzerinde görmemiz mümkündür.

8 Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasasıyla, âdeta, demokrasi kesintiye uğratılmış, halkın istekleri, yığınların çığlık ve feryatları duyulmamış, meydanlara inenler coplanmış, kovulmuş, inmeyenlerin feryatları duyulmak şöyle dursun "bakın, bu işi halkımız benimsedi, küçük bir azınlığın tavrıdır" diye, milyonlar, âdeta, gözden kaçırılmak istenmiştir.

Sayın Bakan, durup dururken, 1997-1998 öğretim yılının ikinci yarısında uygulanmak üzere, 12.1.1998 tarih ve 98/04 sayılı Kılık Kıyafet Genelgesini okullara göndererek, az önce arkadaşlarımızın işaret ettiği gibi, yakın bir geçmişte, sadece, Hazreti Muhammed'in doğum günü vesiyesiyle girdiği daha önceki yarışmalarda derecelere girmiş genç yavrularımızın, imam-hatipte okuyan kızlarımızın, başı örtülüdür diye, Kayseri'de, Ankara'da ve İstanbul'da yarışmalardan kovulması, uzaklaştırılması, soruyorum Allah aşkına, iç barışı baltalamaktan başka hangi işe yaramıştır?! (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Gözü yaşlı bu çocukların aileleriyle, size karşı, daha önce, varsa sevgilerini, husumete çevirmediğinizi nasıl söyleyebilirsiniz?!

Evet değerli arkadaşlar, Sayın Bakanımın genelgeleri burada; ama, bu genelge yarışında, Sayın Başbakan, Bakanımızdan geri kalmadı; çünkü, hemen onun peşinden de, Sayın Mesut Yılmaz, 4.2.1998'de, tüm resmî devairde uygulanması şartıyla, Kılık Kıyafet Yönetmeliğini tamim etti. Nedir bu Kılık Kıyafet Yönetmeliği? İşte, elimde gördüğünüz 12 Eylül ararejimi döneminde çıkarılan bir kılık kıyafet yönetmeliği... Eğer, içerisindeki bazı şeyleri okusam -hakaret telakki edilmesin; ama- her berberin dükkânında ölçülü bir şekilde yapılması gereken tıraşla ilgili bir tarifename zannedersiniz.

İşte, bunun, bugün, demokrat bir ülkede hâlâ uygulanıyor olması, üzülerek söylüyorum -belki, bir Bakanlar Kurulu kararıdır- 12 Eylül sonrası; yani, 1982'den bugüne kadar, Bakanlar Kurulumuzca 16.7.1982 tarihinde yayınlanan bu genelgenin değiştirilmemesi büyük bir garabettir. Nitekim, bu genelgeye mesnet olarak, bakınız, elimdeki şu belgede, Suna Yılmaz ve Fatmatuz Zehra Yetkiner adındaki iki öğretmenimizin ismi... Ankara'nın ilçesinde, stajyer öğretmenler... Ben, ilk defa, başörtüsünden dolayı stajyer öğretmenlerin öğretmenliğinin iptal edilmesine dair bakan imzası görüyorum, bakan!.. Cumhuriyet tarihinde ilk defa!.. 20.2.1998 tarihli oluru, Sayın Hikmet Uluğbay veriyor.

Aslında, sevgili Bakanım, sizi çok seviyorum; samimî söylüyorum; ama, bu kadar basit şeylere alet olmanızdan üzülüyorum doğrusu... Yani, iki stajyer öğretmenin işi size kalmamıştır. Varsın, bunu, emrettiğiniz bürokratlarınız halletsinler.

Değerli arkadaşlar, hadise gerçekten vahimdir. Az önce Suha Bey'in söylediği gibi -doğrudur- 87 gensoru olacak, hiçbir Millî Eğitim Bakanı hakkında bugüne kadar gensoru verilmeyecek... Bu da, Değerli Bakanımızı ve Bakanlık bürokratlarını düşündürmeye vesile olacak bir husustur diye düşünüyorum.

CELAL TOPKAN (Adıyaman) – O Bakanlığı çiftlik gibi kullandınız...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – 16.7.1982 tarihli bu genelgenin, mutlaka, hükümetlerimiz tarafından gözardı edilmeden değerlendirmeye tabi tutulması lazımdır.

Değerli arkadaşlar, bu konuda hiçbirimizin, devrim kanunlarının hiçbirisinde başörtüsüyle ilgili bir dayatma hakkı da yoktur. Nitekim, Mustafa Kemal, Millî Eğitim Bakanlığı yayınları arasında çıkan ve Sayın Bakanımızın da çok iyi bildikleri Prof. Dr. Afet İnan'a ait olan "Atatürk ve Türk Kadın Haklarının Kazanılması, Tarih Boyunca Türk Kadınının Hak ve Görevleri" adlı eserin 104 üncü sayfasında diyor ki -Söz Mustafa Kemal'e aittir. Bugünkü Atatürkçü kardeşlerimiz bu konuda gerçekten samimîlerse, işte, Afet İnan'ın, Atatürk'ten naklettiği ve "kamu alanında kadınlar başı örtülü görev alamaz" diyenlere Mustafa Kemal'in cevabı bu- "Eğer kadınlarımız; şer'in -yani, hemen arkasından da izah ediyor- tavsiye ve dinin emrettiği bir kıyafetle, faziletin icap ettiği tavru hareketle içimizde bulunur, milletin ilim, sanat içtimaiyat hareketlerine iştirak ederse, bu hali..." Tekrar ediyorum; bakın ne diyor: Milletin içinde bulunacak "...şer'in tavsiye ve dinin emrettiği bir kıyafetle faziletin icap ettirdiği tavru hareketle içimizde bulunur, milletin ilim, sanat ve içtimaiyat hareketllerin..." yani, toplumsal harekettlere iştirak ederse...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Uzunkaya, maalesef, önerge sahibine bile fazla süre veremedim...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Sayın Başkanım, şu sayfayı bitireyim...

BAŞKAN – Efendim, hiç yapmayın... Size 2 dakika eksüre vereceğim; ama, lütfen bitirin...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Evet, sözü hemen bitiriyorum.

Demek oluyor ki "içtimai hareketlerin içerisinde kadının bulunması, emin olunuz ki, milletin en mutaassıbı tarafından dahi memnuniyetle karşılanacaktır" derken Mustafa Kemal, kadınlarımızın kılık ve kıyafetlerinde, başörtülü olma halleriyle bile, toplumun içine çıkmalarının faidesi ve zaruretini işaret ettiğini görmekteyiz.

Değerli arkadaşlar, "Yurtta sulh, cihanda sulh" parolasıyla hareket etme hedefi belirlenen milletimizin, bu konuya azamî gayret gösterdiğine inanmaktayız. Ancak, idare edenlerle edilenler arasında yıllardır yaşanan bu sağırlar diyalogu, gittikçe, ülkemizi, hem içte hem de dışta, tedavisi zorlaşan ıstıraplara sürüklemektedir.

Hâkimiyet, kayıtsız ve şartsız milletin olduğuna göre, Parlamento ve onun içinden çıkan hükümetlerin, yaşanan, ister eğitim ister ekonomik ve isterse siyasî problemler olsun, hiçbirisinde, kendinden başka mesul arama hakkı yoktur. İlköğretimden üniversiteye kadar bu ülkenin eğitiminde yaşanan tüm sıkıntılardan, mevcut cumhuriyet hükümetleri mesuldur.

Üniversitelerde okuyan, ilkokuldan beri büyük bir özveri ve malî imkânsızlıklara rağmen ancak yüzde 9 oranında üniversite eğitimine ulaşabilen çocuklarımıza, saçının, sakalının uzunluğu, eteğinin kısalığı, blucini veya örfünü, inancını temsil eden kıyafetlerinden dolayı reva görülen ve Atatürk'ün, az önce arz ettiğim beyanlarına taban tabana zıt çağdışı bu uygulamayı bir an önce kaldırınız ve üniversitelerimizde, dostluk, kardeşlik vesevgi bağlarının teşekkülüne vesile olunuz.

Durdurun, bu haksız ve ideolojik öğretmen, idareci tayinlerini. Onlarla, zamanlı zamansız göçe zorlanan çocuklarını, biricik yavrularını düşünün; kendi çocuklarınızı, hatta, haksızlığa uğrayanın kendiniz olduğunu düşünerek...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Uzunkaya...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Başkanım, iki cümlem kaldı; istirham ediyorum.

BAŞKAN – Efendim, lütfen... Rica ediyorum... Lütfen efendim; toparlayın.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Gensorunun sonucu ne olursa olsun, Sayın Bakan ve Hükümetinden veya bundan sonra bu Meclisten çıkacak tüm hükümetlerden, bizim ve halkımızın beklediği şey, çıkar ve menfaatları için yanlarında olan, yanlışlarında bile, onları alkışlayanlara, ülkeyi ve nimetlerini peşkeş çekmek değil, doğrudan halkı, doğrudan Anadolu kokan insanımızı kucaklamak; akşam, evine hıçkırıklarla dönen, sadece başını örttüğü için, ekranlar ve noterler huzurunda ilim yuvasının kapısından kovulan yavrusunun gözyaşlarıyla her gün bir dilimi çalınan ekmeğini katık yapan insanımıza, "Aman Allahım! Mil Mücadelenin, Mustafa Kemallerin, Antepli Şahinlerin, Karadenizli milislerin, Egeli zeybeklerin, Sütçü İmamların ve aziz cumhuriyetin çocuklarının, yine cumhuriyet çocuklarından reva görülecek muamelesi bu muydu?!" dedirtmeyelim...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Uzunkaya, Sayın Uzunkaya...

AYHAN FIRAT (Malatya) – 5 dakika oldu Sayın Başkan.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri; yolsuzlukların olmadığı, terör ve antidemokratik baskıların yok edildiği, kayıtdışı ekonomi ve kayıtdışı yönetimlerin kayda alındığı barışın en büyük düşmanlarından olan fakirliğin yok edildiği bir günün gelmesi umuduyla, hepinize saygılar sunuyor, Bakan hakkında verilen gensoruya beyaz oy kullanacağımızı gururla arz ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Uzunkaya, zahmet olmazsa, sizin için bir sakıncası yoksa, bana bir döner misiniz efendim.

Atatürk'e ait bir nakliniz vardı; o sayfayı alabilir miyim; kontrol etmek için alıyor değilim. (CHP sıralarından "sonra alırsınız" sesleri)

Efendim, müsaade buyurun...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – İsterseniz hepsini arz edeyim.

BAŞKAN – Efendim, bir tanesini verin siz. "Şer'in" diye bir söz var. Cümlenin başını hatırlayamadığım için... (CHP sıralarından "tutanaklardan alın" sesleri)

Efendim, orada ifade edilirken...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Şer'in...

BAŞKAN – Yani, onu düzeltmek istiyorum zabıtlarda. Buradan "şerrin" gibi anlaşılıyor, zabıtlara yanlış geçmesin; "şerrin" değil "şer'in" yani, hukukun; yani, adaletin; yani, güzelliğin demektir; onu düzeltmek istiyorum.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Ben "şer'in" dedim...

BAŞKAN – Efendim, siz ne kadar derseniz deyin, buradan öyle anlaşılıyor.(Gürültüler)

Sayın milletvekilleri, milletvekillerinin görevi, Parlamentoda çalışmaktır. Onun için, süreyi uygun biçimde kullanmak durumundayız.

Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına görüşlerini ifade etmek üzere, Sayın Mahmut Yılbaş.

Buyurun Sayın Yılbaş. (DTP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA MAHMUT YILBAŞ (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanı Sayın Hikmet Uluğbay hakkında gensoru açılmasına ilişkin önerge üzerinde Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına konuşma yapmak üzere huzurunuza geldim; hepinize saygılarımı sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, önerge sahipleri adına yapılan ilk konuşmadan son konuşmaya kadar dikkatle izledim; gördüğüm kadarıyla, konuşmaların muhteviyatı, içeriği, mücerret; yani -yeni tabirle- soyut olmaktan ileri gidemedi. Bu, belki, konuşmacıların konuşma üsluplarından kaynaklanan bir özellikti; ama, benim konuşmamdan sonra gelenler de aynı değerlendirmeyi yapabilirler. Ben, bunların, bir ihtiyacın giderilememesinden kaynaklandığı kanaatindeyim. Gönül isterdi ki, Sayın Millî Eğitim Bakanımız, bu gensoru önergesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulduktan sonra, grupları bilgilendirmek bakımından, Bakanlığında bulunan iddialarla alakalı bilgi ve belgeleri gruplara göndersin ve böylece, burada yapılacak konuşmalar daha objektif olma imkânına kavuşsun. En azından -kendi açımdan söylüyorum- ben, böyle bir imkâna kavuşamadım, böyle bir imkânı bulamadım ve konuşmamı da fazla uzatmayacağım; çünkü, ben, böyle bir değerlendirmeye muhatap kalmak istemiyorum.

Değerli arkadaşlarım, acaba, bu gensoru, bir siyasî mahiyet taşıyor mu diye, konuşmalar başlarken düşünmeye başladım; haksızlık yapmak istemiyordum. Gerçeklik payı nedir; acaba, sadece, Sayın Bakanın tasarruflarından kaynaklanan nedenlere dayalı olarak bir gensoru mu verilmiştir; yoksa, Hükümete yönelik bir siyasî maksadın arkasına mı sığınılmıştır... Bu tereddütümü, biraz önce son konuşmacı arkadaşımız, değerli milletvekilimiz, tamamen giderdiler ve konuşmasının son cümlesine nokta koyduğunda tereddütüm kalmadı. Gördüm ki, bu gensorunun ne kadar haklılık payı olursa olsun, bir senaryonun Genel Kurula taşınmasından ileri bir maksadı yok. (FP sıralarından "senaristler var" sesleri)

Türkiye'de o kadar fazla senarist var ki, senaristler de birbirine karıştı. Kimin ne yazdığını, ne çizdiğini anlamak mümkün değil. İktisatta denilir ki "nedret kıymeti doğurur." Senaryoların da kıymeti kalmadı; çünkü, her sabah Türkiye, yeni bir senaryoyla uyanıyor.

Değerli arkadaşlarım, onun için, Hükümetin bir üyesi olarak, Hükümetin ortaklarından bir grubun sözcüsü olarak, değerlendirmemizde, bu konuya ağırlık vermek mecburiyetindeyiz. Tabiî, Sayın Millî Eğitim Bakanımızın, benim, burada, kendisini savunmama ihtiyacı yok. Öyle zannediyorum ki, bilgi ve belgeler kendisinde bulunduğundan, buraya gelip, iddiaları tamamen çürütecek şekilde Genel Kurulu bilgilendireceklerdir. Ancak, konu siyasî olduğuna göre, Hükümeti teşkil eden ortakların bu meselelerle ilgili görüşleri nelerdir... Basından izlediğimiz kadarıyla, bugüne kadar kimliği ve kişiliğiyle, Türkiye'de, değişik tecrübelerden geçmiş olan ve herkesin yakından tanıdığı Demokratik Sol Partinin Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Ecevit, Milliyet Gazetesinde ve diğer gazetelerde çıkan beyanatında aynen şunları söylüyor: "Devrim yasaları çıkarılırken, kadınların, giyim kuşamına, başörtüsüne dair tek bir sınırlama getirilmedi. Türkiye, bu sorunu uzun süre yaşamadı. Ne zamana kadar; ta ki, inanç ve din sömürücüleri, hiç çekinmeden, küçücük kızların başörtüsünü istismar edinceye kadar."

Biz, Sayın Ecevit'in, Hükümetin bir ortağı olarak, küçük parti üyesi olarak, bu değerlendirmesini bir taahhüt olarak kabul ediyoruz ve Demokratik Sol Partinin de, 55 inci Hükümette, sadece millî eğitim politikasında değil, diğer politikalarında da, Sayın Ecevit'in açık olarak ifade ettiği ve taahhüt olarak Türk Halkına sunduğu, aynı zamanda da, biz ortaklar olarak da taahhüt olarak kabul ettiğimiz bu sözlerin dışına çıkılmadığını görmekteyiz.

Değerli arkadaşlarım, yine, Sayın Başbakanımızın da, başörtüsü konusu gündeme geldiğinde verdiği çeşitli beyanatlarda altını çizdiği bir düşünce var. Sayın Başbakanımız diyor ki: "Başörtüsü konusunu, biz, geniş şekilde değerlendiriyoruz. Eğer, uygulamada bu hassasiyet dikkate alınmazsa, ilgili genelge veya yönetmeliğin değiştirilmesi söz konusu olabilir."

Biz, Sayın Başbakanımızın da, bir ortak olarak ve Hükümetin başı olarak, bu sözünü bir taahhüt olarak kabul ediyoruz. Bugüne kadar da, Sayın Başbakanın ve partisinin, bu düşüncelerin dışında bir uygulama içerisinde olmadığını da memnuniyetle görüyoruz. Onun için, Demokrat Türkiye Partisi olarak, bizi rahatsız eden herhangi bir düşünce veya uygulama ortaklarımızdan sadır olmamıştır.

Peki, değerli arkadaşlarım, Demokrat Türkiye Partisi bu olaylara nasıl bakıyor...

Değerli arkadaşlarım, Liderimiz Sayın Cindoruk'un Konya'da yaptığı bir konuşmanın metni elimde; diyor ki, Sayın Cindoruk: "Biz millî, manevî değerlerin, çağdaşlaşmanın önünde engel olmadığını biliyoruz. Millî, manevî değerleri siyasete malzeme yaparak, çağdaşlaşmanın önüne geçilmesine izin vermeyiz."

Değerli arkadaşlarım, görüyorsunuz ki, bütün gayretlerinize, uğraşlarınıza rağmen, en önemli konularda, 55 inci Hükümeti temsil eden ortakların arasını açma ve onların, Türkiye'de hem siyasal hem de ekonomide sağlamış oldukları istikrar ve başarının devamını engelleme gibi bir niyetinize -sizler açısından belki üzüntü verebilir; ama- kavuşamayacaksınız. Değerli arkadaşlarım, ülkem açısından, halkım açısından, devletim açısından şunu sevinçle burada ifade ediyorum ki, Hükümet, Sayın Başbakanından bütün bakanlarına kadar, ne yapmak istediğini, ne yaptığını gayet iyi biliyor. Bundan yedi, sekiz ay evvel, Türkiye'yi hangi noktadan, nereden aldıklarını, nelerle karşılaşabileceklerini gayet iyi biliyorlar. Onun için, biz, Hükümet ortakları olarak, ülkede siyasal istikrarın devamı ve uzlaşmanın pekiştirilmesi için, ülkede birlik ve beraberliğin devamı için elimizden gelen gayreti sonuna kadar sürdürüyoruz. Eğer, bu ülke hepimizin ise, bu ülkede bizler, birlik ve beraberlik içerisinde yaşama arzusunda isek lütfen, merceklerin altına iktidar partileri kadar, kendinizi de koyun; bizler sizlerden bunu bekliyoruz. Lütfen, çeşitli yerlerde, kapalı kapılar arkasında, katkılarınızla yazılmakta olan ve uygulanmaya çalışılan senaryolarınızı mercek altına koyunuz, en başta kendinize ve ondan sonra ülkeye neler getirebileceğini neler götürebileceğini çok yakından değerlendiriniz.

Elimizde, burada, yine basından derlediğimiz bilgi ve belgeler var. Hani, bu konularda çok hassas ve titizsiniz; kendinizi kamuoyuna öyle lanse ediyorsunuz ; ama, sizin de bakanlarınızın giderayak yaptıklarına dair bilgi ve belgeler, istatistikler burada. Ben, ne sayın bakan adı vereceğim ne de uygulamalarıyla ilgili bilgi arz edeceğim; ancak, burada ve kamuoyunda sözümün nereye gittiğini herkes bilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, millî eğitim gibi icraat alanları, her hükümet için son derece hassas alanlardır. Geçmişte bir millî eğitim nazırının ifade ettiği gibi "okullar olmasa, ben milli eğitimi o kadar güzel idare ederim" mealen söylediği söz.

Hele hele, 54 üncü Hükümetin iktidardan gitme nedenleri konusunu, iyi niyetle ve sağduyuyla irdelediğimizde ve yeni Hükümetin gelişiyle, büyük bir gayretle, Sekiz Yıllık Kesintisiz İlköğretim Kanununun çıkarılmasıyla başlatılan ve günlerce sürdürülen toplumsal hareketleri de dikkate aldığımızda, millî eğitim ve millî kültür alanının ne kadar hassas, ne kadar dikkat edilmesi gerekli olan bir konu olduğu üzerinde mutlaka birleşmeliyiz. Aksi halde, burada, her vesileyle ifade ettiğimiz gibi, ülke olarak, kültür alanında yaşadığımız ikilemleri, bizden sonraki jenerasyonlara daha derinleşmiş gibi intikal ettirmenin vebalini de omuzlarımızda taşımış oluruz. Bu sorunları, sadece bizim kuşakların meselesi olarak görmek ve çözümlerini bu jenerasyon döneminde aramak, belki, aceleci olanlar için takip edilebilecek bir yol, bir izleme tarzı olabilir.

Değerli arkadaşlarım, ancak, bu meseleler, ikiyüz yıldır, bu topraklar üzerinde yaşayan insanları, zaman zaman, çok ağır şekilde acılara gark ederek ilgilendirmiştir. Bizim görevimiz, birbirimize daha fazla yakın olmak, birbirimizi daha yakından anlamak ve birbirimize destek vererek, bu problemlerin çözümünde katkıda bulunmaktır. Yoksa, bir Sayın Millî Eğitim Bakanını, günah keçisi olarak buraya çıkarıp, kafamızda bütün bulunanları ona mal etmek ve ondan hesap sormak, yapılabilecek en büyük vefasızlık örneklerinden bir tanesi olacaktır.

Biz, Demokrat Türkiye Partisi olarak, bu düşüncelerle, bu gensorunun gündeme alınması hususunda ret oyu kullanacağımızı burada açıklıyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DTP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Yılbaş, teşekkür ediyorum efendim.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere, Sayın Araslı; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sıvas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu ve 20 arkadaşının, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hikmet Uluğbay hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini dile getirmek üzere söz almış bulunuyorum; kendim ve Grubum adına, sizleri saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bu gensoru önergesinde yer alan iddiaların başında, Sayın Bakanın mevzuata aykırı atamalarla memur kıyımına ve partizanca kadrolaşmaya yöneldiği gelmektedir.

Kuşkusuz, Anayasasında hukuk devleti olduğu yazılı bulunan Türkiye Cumhuriyetinde, öncelikle, devlet erkini kullananların hukuk kurallarına uygun hareket etmeleri gerekir.

Elbette ki, bir bakanlıktaki hukuka aykırı işlemleri hoşgörüyle karşılayamayız; ancak, eski TÖB-DER üyeliğini öğretmenlerin tayin ve yükselmelerine engel olarak gören, eski TÖB-DER'li öğretmenlerin bazı görevlere yükseltilmelerini partizanca kadrolaşma şeklinde tanımlayan bir anlayışa katılmamız da mümkün değildir; çünkü, TÖB-DER, öğretmenlerin haklarını savunan, meslek esasına göre kurulmuş demokratik bir kitle örgütüdür, bir siyasal parti değildir.

TÖB-DER üyeleri arasında, birbirinden farklı siyasî partilere oy verenler olabilmiş, hatta, zamanla, bu siyasî tercihler değişebilmiştir. Bu nedenle, TÖB-DER ile herhangi bir parti, hele TÖB-DER'in varlığının sona ermesinden sonra kurulmuş partiler arasında partizanca sayılabilecek bağlantılar bulunabileceğini düşünmek hatadır.

Kamu görevlilerinin siyasî kanaat ve tercihleri, bizleri ancak bu tercihler nedeniyle görevlerinde tarafsızlıklarını kaybettikleri veya görevlerinin kötüye kullandıkları takdirde ilgilendirmelidir. Eğer, gensoru önergesi verenlerin yaptıkları gibi, eski dernek üyeliklerine dayalı olarak kişileri "sağcı" veya "solcu" diye damgalamaya ve solcuların göreve getirilmesini partizanlık olarak adlandırmaya kalkışırsak, korkarız, çok yıllar önce Amerika'da kamu görevlilerini perişan eden ve toplumu çok değerli insanların çalışma gücünden mahrum bırakanı Mc Carthysizmi bu kez Türkiye'de hortlatmış oluruz. (CHP sıralarından alkışlar) Böyle bir durumdan ise, devlet örgütünün ve vatandaşlarımızın yarar görmeyeceği açıktır. Mc Carthysizmi anımsatacak partizanlık iddialarının böyle bir gensoruyla ortaya atılmış olmasını, Türkiye açısından büyük bir talihsizlik olarak tanımlıyoruz ve Cumhuriyet Halk Partisinin bu tür bir zihniyetin yanında yer alamayacağını herkesin bilmesini istiyoruz.

Aslında bu olay, mevzuatımızdaki bir eksikliği de gündeme getirmektedir. Bu da, görevlerle ve atamalarla ilgili nitelik tanımlarının ve objektif ölçütlerin yasalarımızda yeterince açıklanmamış oluşudur. Sanıyorum ki, bu hususlar açıklık kazandığında, bakanlıklarda kayırma ve partizanca kadrolaşma sorunu da büyük ölçüde ortadan kalkacaktır.

Değerli milletvekillleri, gensoruda yer alan iddiaların ikincisi ise, Sayın Bakanın ders kitaplarının içeriğinin değiştirilmesi için çalışmalar başlatması ve Türk-İslam

sentezine dayalı, millî, manevî unsurları eğitimden ayıklama hesaplarına girmesidir. Bu iddiaların dayanağını, Cumhuriyet Gazetesinin 6.1.1998 tarihinde vermiş olduğu bir haber oluşturmaktadır. Bu haberde, biyolojide yaradılış terosinin programdan çıkarılarak, yerine, Darwin'in evrim teorisinin alınacağı, din kültürü ve ahlak bilgisi kitabından bazı kısımların çıkarılacağı bildirilmektedir.

Bilindiği gibi, millî eğitimimizin çağdaş metotlarla gerçekleştirilmesi için gerekli tedbirleri almak, eğitim plan ve programlarını geliştirmek, bu programlara göre ders ve yardımcı ders kitaplarını hazırlamak, hazırlatmak veya satın almak gibi hususlar, Millî Eğitim Bakanlığının Talim ve Terbiye Kurulunun görevleri arasında yer almaktadır. Bu nedenle, Talim ve Terbiye Kurulunun, özellikle, Sekiz yıllık kesintisiz ilköğretim reformundan sonra, ders kitaplarını gözden geçirmeye ve değiştirmeye kalkışmasında yasalara aykırı ve olumsuz bir yan yoktur, hatta kanımızca, böyle bir çalışmanın henüz tamamlanmamış olması, eleştirilmesi gereken bir durumdur.

Kitaplardan Türk-İslam sentezci kısımların çıkarılması hususuna gelince: Çocuklarınının İslâmı öğrenmesi, vatandaşlarımızın çoğunluğunu oluşturan Müslüman anne-babaları elbette ki memnun eder; ancak, laik bir devlette belli bir dinin öğretilmesi, zorunlu bir ders görünümünde yapılamaz.

Herkesin bildiği gibi, laiklik, bir devlette din, devlet ilişkilerinin birbirinden ayrı tutulmasını öngören ve devleti bu açıdan tanımlayan bir yönetim biçimi olmasının yanı sıra dogmatik değerlerin yerine akıl ve bilime dayanan değerleri geçiren, dinî inancın yeri olarak kişilerin vicdanını gösteren, devlete egemen ve etkin güç olarak dini değil; fakat aklı kabul eden, uygar ve çağdaş bir yaşam biçimidir.

Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı tutulmasını öngörürken, devletin vatandaşları arasında dinî inançları bakımından ayrım yapmamasını, onları belli inançlara zorlamamasını ve belli bir dini zorunlu bir biçimde öğretmek görevini üstlenmemesini de gerekli kılmaktadır.

Bir devletin vatandaşları arasında farklı dinlere inananların bulunması halinde, devletin, bu dinlerden yalnız birisini zorunlu bir biçimde vatandaşlarına öğretmeye kalkışması, o devlet sınırları içerisinde inanılan dinleri birbirinden farklı konumlara getirerek eşitsizlik yaratacağı gibi, devleti de dinlere karşı taraflı hale sokar. Halbuki laiklik, devletin tüm inançlar karşısında yansız kalması, eşit mesafede durması ve vatandaşları herhangi bir dine inanmaya ve bunu öğrenmeye zorlamaması demektir.

Anayasamızın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin lâik bir devlet olduğu, 24 üncü maddesinde ise, din ve ahlâk eğitim ve öğretiminin devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı, din kültürü ve ahlâk öğretiminin de ilk ve ortaöğretim kurumlarında zorunlu dersler arasında yer alacağı ifade edilmektedir.

Kuşkusuz, Anayasanın 2 nci maddesi, Anayasanın 24 üncü maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde, zorunlu okutulacak din ve ahlâk derslerinin, belli bir dinin okutulduğu ve öğretildiği dersler olarak verilemeyeceğinin kabul edilmesi gerekir.

Hâl böyle iken, din bilgisi ve ahlâk derslerinin, Türk-İslam felsefesine dayalı bir biçimde okutulmasını özlemek veya böyle bir uygulamayı gerçekleştirmek, Anayasanın 2 ve 24 üncü maddeleriyle çelişkiye düşmek olur.

Diğer taraftan, Anayasamızın 42 nci maddesi, eğitim ve öğretimin, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin denetim ve gözetimi altında yapılacağını bildirmektedir.

Dinî kuramların ve Türk-İslam sentezi gibi görüşlerin, eğitimi yönlendirmek açısından, Anayasanın 42 nci maddesinin getirdiği tanımda yeri yoktur. Bunu söylerken, Anayasamızın başlangıcında ve 2 nci maddesinde yer alan Atatürk milliyetçiliğini ve İslamiyete saygıyı bir kenara bıraktığımız ve ihmal ettiğimiz gibi bir yargıya varılmamalıdır. Atatürk milliyetçiliği, Anayasamızda tanımlanmış ve 42 nci maddenin eğitime yön vermesini uygun gördüğü ilkeler arasında yer almıştır; inancın yeri ise, vicdanlardır. Türk-İslam sentezine gelince, bu, bir siyasî görüşün adıdır. Eğitime bu tür siyasî görüşlerin yön vermesi, Anayasamızın 42 nci maddesinin öngörmediği bir durumdur.

Bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda, Talim Terbiye Kurulunun ders kitaplarında yaptığı değişiklikler nedeniyle Millî Eğitim Bakanının suçlanması söz konusu olamaz. Eğer bir suçlu arıyorsak, eğer birisini suçlandırmak istiyorsak, bunlar, siyasî birtakım görüşleri ders kitaplarına sokanlar olmalıdır kuşkusuz, bunları ayıklayanlar değil.

Gensoru önergesinde Millî Eğitim Bakanına yöneltilen iddiaların üçüncüsü, imam-hatip okulları ile diğer okul ve üniversitelerde, başörtüsü konusunda, din ve vicdan özgürlüğüne aykırı uygulamalarda bulunmasıdır.

Millî Eğitim Bakanlığı, 12.1.1998 tarihinde, bir genelge yayımlayarak, kılık kıyafet konusundaki yönetmeliklere uyulmasını, bunun için gerekli önlemlerin alınmasını, aksi tutumda olanlar hakkında yasal işlem yapılmasını istemiştir. Kılık kıyafet konusundaki yönetmeliklerden birincisi, Millî Eğitim Bakanlığı ile diğer bakanlıklara bağlı okullardaki görevliler ile öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine; ikincisi ise, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan personelin kılık ve kıyafetlerine ilişkindir. Bu yönetmeliklere bakıldığında, kamu görevlisi kadınlar ve kız öğrenciler için başın açık olması zorunluluğunun getirildiği, yalnız, imam hatip okullarındaki Kur'an-ı Kerim derslerinde kız öğrencilerin başlarını örtmelerinin serbest bırakıldığı anlaşılmaktadır.

Yürürlükteki bu yönetmeliklere uyulmasını isteyen bir bakanın bu tavrının, Anayasasında demokratik, hukuk devleti olduğu bildirilen Türkiye Cumhuriyetinde olumlu karşılanması gerekir. Yönetmeliklere uygun hareket edilmesini sağlamak için genelge yayımlanmasını gerektirecek bir duruma gelinmesi karşısında yapılacak tek şey ise, utanç ve üzüntü duymaktır! Çünkü, bir hukuk devletinde olması gereken, kamu erkini kullanan her görevlinin ve her vatandaşın yasalara uygun haraket etmesi ve yasalara uyulmasını sağlamasıdır. Bir hukuk devletinde, aslında, yasalara uyulmasının genelgelerle istenmesi gerekmemektedir; ama, ne yazık ki, Türkiye, böyle bir duruma gelmiştir, getirilmiştir.

Gensoru önergesinin sahipleri ise, konuyla ilgili mevzuatı görmezlikten, bilmezlikten gelmekte, bunların vermediği, tanımadığı örtünme imkânının sağlanmasını, yasalara aykırı bir biçimde, Bakandan bekleyebilmektedir.

Hukuk devleti ilkesini özümsemiş bir parti olarak, böyle bir düşünceye katılmamız, elbette ki, mümkün değildir. Laik bir devlette, din ve vicdan özgürlüğü ile türban arasındaki ilişkiyi ise, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, kararlarında, en somut biçimde tanımlamaktadır. Ege Üniversitesine türbanla gittiği için üniversiteye devamı yasaklanan bir öğrencinin açmış olduğu dava nedeniyle konuya eğilen 1 nolu İdare Mahkemesi, Danıştay 8 inci Dairesi ve Danıştay İdarî Dava Daireleri Genel Kurulu, olaya, laik cumhuriyet ilkelerini temel alarak bakmış ve üniversitenin kararında hukuka aykırı bir yan görmemiştir.

Konu, Anayasa Mahkemesinin önüne, ilk defa, 2547 sayılı Kanuna 3511 sayılı Kanunla eklenen ek 16 ncı maddenin iptali için açılan dava münasebetiyle gelmiştir. Ek 16 ncı madde, yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuvar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunluluğunu getirirken, dinî inanç sebebiyle baş ve boynun örtü veya türbanla kapatılmasını serbest bırakmıştır. Anayasa Mahkemesi, sözkonusu ek 16 ncı maddeyi, Anayasanın 2, 10, 24 ve 174 üncü maddelerine aykırı bularak iptal ederken, kararında, yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafetin, Anayasa kurallarının dayandığı temel görüş ve esaslara uygun olması gerektiğini; dinî inanç sebebiyle örtünmenin, bu temel görüş ve esaslara uygun bulunmadığını; derslere, çağdaş görünüme aykırı giysi ve örtülerle girmenin özgürlük ve özerklikle ilgisi olmadığı gibi, devletin düzen sağlayacak kurallar getirmesinin de özgürlük ve özerkliğe aykırı düşmeyeceğini bildirmiştir.

Olay, daha sonra, 2547 sayılı Kanuna 3670 sayılı Kanunla eklenen ek 17 nci madde münasebetiyle tekrar Anayasa Mahkemesine gelmiştir. Ek 17 nci madde, yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak koşuluyla, yükseköğretimde kılık ve kıyafeti serbest bırakmıştır.

Anayasa Mahkemesi, ek 17 nci maddeyi iptal etmemiş; ancak, yorumlu kararında, Anayasanın da yürürlükteki kanunlardan sayılması gerektiğini ve ek 16 ncı maddeyi incelerken, üniversitede, dinî inanç nedeniyle örtünmeyi Anayasanın dayandığı temel esas ve görüşlere aykırı bulduğunu anımsatmış, bundan dolayı, ek 17 nci maddenin, dinî inanç nedeniyle örtünme serbestliği getirdiğinin düşünülemeyeceğini bildirmiştir.

Diğer taraftan, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu da, konuyla ilgili çeşitli kararlarında, nüfusunun çoğunluğunun belli bir dine mensup olduğu ülkelerde, dinî tören ve simgelerin, herhangi bir yer ve biçimsel sınırlama olmadan sergilenmesinin, sözü geçen dini uygulamayan veya başka dine mensup öğrenciler üzerinde baskı oluşturabileceğini, laik üniversitelerin, öğrencilerin kılık ve kıyafetleriyle ilgili kuralları koyarken, kimi köktendincilerin yükseköğretimde kamu düzenini bozmamalarını ve diğerlerinin inançlarına zarar vermemelerini sağlamaya özen gösterebileceklerini bildirmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, bu görüşlerden hareketle, üniversite düzeninin gereklerine uygun biçimde, başları açık fotoğraf vermedikleri için davacı iki öğrenciye diploma verilmemesini de din ve vicdan özgürlüğüne müdahale olarak görmemiştir.

Bu tablo karşısında, Millî Eğitim Bakanlığınca çıkarılan genelgenin ve üniversitelerde kılık-kıyafet konusunda yürütülen uygulamanın, din ve vicdan özgürlüğüne ve hukuk düzenimize aykırı olduğu söylenemez.

Dilerdik ki, bu konuda, Hükümetin tüm üyeleri de aynı görüşü paylaşsın ve geriye adım atılarak ödün verilmesin. Ne yazık ki, Hükümet, türban konusunda ödüncü ve kararsız bir tavır sergilemiştir. Bu tavrı, ulusumuzun geleceği bakımından son derece vahim ve üzüntü verici bir gelişme olarak gördüğümüzü de burada ifade etmek isterim.

Değerli milletvekilleri, gensoru önergesinde yer alan son iddia, Millî Eğitim Bakanlığının 26 Aralık 1997'de yayımladığı "Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu İlköğretim" adlı kitabın 35 inci sayfasında, Devlet İhale Kanunundan farklı olarak, ihalelerin kontrolörlüğü için ayrı bir ihale yapılacağının, kontrolörlük firmasının, aynı zamanda müşavirlik hizmeti vermesinin sağlanacağının bildirilmesi ve devamında da âdeta birtakım firmaların tarif edilmesidir. Böyle bir iddiayla nereye varılabileceğini anlamak mümkün değildir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Araslı, size de yalnız 2 dakika eksüre veriyorum; lütfen...

OYA ARASLI (Devamla) – Kuşkusuz, Türkiye'de belli birtakım tanımlara uyan sayısız firma vardır. İhtiyaca ve kurulması amaçlanan bir düzene göre yapılan objektif tanımlara birtakım firmaların uymasının, ortada mutlaka bir usulsüzlüğün var olduğuna veya yapılacağına kanıt teşkil edeceği söylenemez.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, konuşmamın başından beri açıkladığım nedenlerle, yeterli dayanaklardan yoksun bulduğumuz bu gensoru önergesinin gündeme alınmasına gerek görmediğimizi ifade ediyor, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP, DSP ve DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Araslı, teşekkür ediyorum.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Metin Şahin; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanı Sayın Hikmet Uluğbay hakkında verilen gensoru üzerinde Demokratik Sol Partinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gensoru, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgi edinme ve denetim yolları arasında sayılmıştır; gerek Anayasamız gerekse Meclis İçtüzüğümüz, konuya, aynı doğrultuda yaklaşmaktadır.

Sayın Muhsin Yazıcıoğlu ve diğer imza sahiplerinin, birtakım nedenler sıralayarak, ülkede gerginlik ve huzursuzluğa yol açıldığı iddiasıyla, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hikmet Uluğbay hakkında gensoru açılması için verdikleri önergeyi görüşüyoruz.

İzninizle, konuşmamın sonunda da söyleyeceğim temel düşüncemizi, hemen, daha başlangıçta söylemeyi yararlı görüyorum. Millî Eğitim Bakanı Sayın Uluğbay, tutum ve uygulamalarıyla, millî eğitim camiasında ve halkımız arasında büyük bir huzur ve güven yaratmıştır. Sayın Uluğbay'la birlikte, çağdaş eğitim için, çocuklarımızın daha iyi yetişmesi için devletin ve Bakanlığın tüm olanakları seferber edilmiştir. Millî eğitimde, çok, ama çok önemli ve başarılı hizmetleri verilmektedir, çağdaş yapılanmanın temelleri atılmaktadır.

Gensoru önergesine imza koyanların, Millî Eğitimdeki bu olumlu gelişmeleri görememeleri, belki de görmek istememeleri üzücüdür. Sanıyorum, bu milletvekilleri, hem önyargılı bir anlayış içindedirler hem de kendilerini çağdaş eğitim anlayışında bütünleştirememişlerdir.

Gensoru önergesini verenlerin, Bakan Sayın Uluğbay'ın uygulamalarının ülkede gerginlik ve huzursuzluk yarattığı iddialarını kabul etmemiz mümkün değildir. Demokratik Sol Parti, önergede yer alan iddiaları da inandırıcı bulmamaktadır.

Sayın üyeler, önerge sahiplerinin kompozisyonu da dikkat çekicidir. Önergenin öncülüğünü Büyük Birlik Partisi üstlenirken, yanlarına Milliyetçi Hareket Partisi, Fazilet Partisi ve Doğru Yol Partisine mensup bazı milletvekillerini de almışlar; ayrıca, Setiç Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasasına olumsuz oy vermiş ve şimdi bağımsız olan bazı milletvekillerini de katmışlardır. Görüldüğü gibi, farklı siyasîler dikkat çekici bir ittifak oluşturmuşlardır.

Öte yandan, gensoruda ileri sürüldüğü gibi, Sayın Hikmet Uluğbay'ın uygulamaları, ülkede, gerçekten gerginlik ve huzursuzluk yaratmış olsaydı, sanıyorum, Doğru Yol Partisi ve Fazilet Partisi, bu önergeye dışarıdan destek verme yerine, doğrudan, kendi partilerinin tüzelkişiliklerini de öne çıkararak, açıktan bir gensoru önergesi verebilirlerdi. Herhalde, bunlar, bir taraftan kendilerini gizlemek isterken, öte yandan da tavşana kaç, tazıya tut demek istemektedirler.

Sayın milletvekilleri, önergede yer alan iddialara Sayın Bakanın ayrıntılı cevap vereceğini sanıyorum. Ben, bu iddiaların tümü üzerinde şunları söyleyeceğim: Bir kere, gözlemlediğimiz kadarıyla, Millî Eğitim Bakanlığı, öğretmen alımından yer değiştirmeye kadar büyük bir disiplin altında çalışmaktadır. Bir tek usulsüzlük, kayırma ve yönetmelik dışı işlemden söz edilmesi düşünülemez. Sayın Uluğbay'ın göreve geldiğinden bu yana, 44 binin üzerindeki öğretmen atamalarının hiçbirinde partizanlık yapıldığını gösteren tek bir şikâyetin olmaması, Sayın Bakanın tarafsızlığının en açık göstergesidir.

Üst düzey görevlendirmelerde, asaleten atamalar kadar vekâleten atamalar da kamuda uygulanan bir görevlendirme şeklidir; hemen hemen tüm hükümetlerin yaygın uygulamalarındandır. Bu tür uygulamaları, partizanlık ve liyakatsizliğin aracı olarak görmek, doğru değildir; hele, Sayın Uluğbay'dan bunu beklemek, büyük haksızlıktır. Bu tür uygulamaları, bir hata olması halinde, kolayca ve yeni bir sorun çıkmadan düzeltebilmek için bir tedbir olarak görmek, yerinde olur kanısındayım. Ayrıca, vekâleten de olsa, tüm atama ve görevlendirmelerde, Sayın Uluğbay'ın, ilgilinin, hizmet süresi, sicil durumu, genel ve asgarî şartları taşıyıp taşımadığı hususunda, çok, ama çok titizlik gösterdiği, her partiden milletvekilinin bildiği bir gerçektir.

Öte yandan, iddiaların aksine, kitap seçimi ve müfredatların belirlenmesinde, talim terbiye kurullarının kararları yanında, dünyadaki teknik ve bilimsel gelişmelerin dikkate alınmakta olduğunu da görmek durumundayız.

Önerge sahipleri, ne yazık ki, Sekiz Yıllık Eğitim Reformu Yasasında yazılı olanları dahi, bilmek ve de incelemek gibi bir zahmete katlanmamışlardır. İhalelerin nasıl yapılacağı kanunda açıkça yazılıdır. Hiçbir temeli olmayan iddiayı bir önergeye mesnet yapmak, milletvekilliğiyle bağdaşmamaktadır.

Sayın milletvekilleri, önergede yer alan bir başka iddiayı, Demokratik Sol Parti Grubu olarak, bir kez daha yanıtlamak istiyoruz. Sayın Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları, imam - hatip okulları ile diğer okul ve üniversitelerde başörtüsü konusundaki uygulamaları din ve vicdan hürriyetine aykırı buluyorlarmış.

Sayın milletvekilleri, din ve vicdan hürriyeti, Anayasamızın 24 üncü maddesinde açıkça anlatılmıştır. Son fıkrayı, bilgilerimizi tazelemek üzere, izninizle okumak istiyorum: "Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz."

Gelin, şimdi, elimizi vicdanımıza koyalım; başörtüsü konusunda istismar var mı, yok mu? (FP sıralarından "yok" sesleri) Elbette var. Niye var; çünkü, dini, kendilerine siyasî çıkar aracı olarak görenler var. Kötüye kullanmak yok mu; elbette var. Niye var; çünkü, başörtüsü bahane edilerek, gencecik bazı kızlarımız, bir dayatmanın, bir siyasî simgenin ve siyasî gösterinin aracı olarak kullanılmaktadır.

Sayın milletvekilleri, eğer siyasîler bu başörtüsü konusundan ellerini çekerlerse, hiçbir sorunun yaşanmayacağı görülecektir. Türk Halkının giyim-kuşamı hiçbir zaman sorun olmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir; kılık-kıyafetle ilgili tartışmalar, yargı ve yüksek yargı tarafından bir sonuca bağlanmıştır, 1982 yılından bu yana uygulanmaktadır. Asıl, karşı direniş ve girişimlerin hem hukukî dayanağı yoktur hem de toplumda yersiz gerginliklere neden olmaktadır. Okul ve üniversitelerde, yöneticilerimiz yasalara uygun davranmaktadırlar ve doğru tavırlar ortaya koymaktadırlar. Üniversitelerimizde yaratılan gerginlik ve baskıları onaylamıyoruz.

Gensoru önergesinde, okullarda, üniversitelerde okuyan öğrencilerin hüviyetlerindeki fotoğraflarda başın açık olması zorunluluğu kastedilerek "düşünce ve vicdan özgürlüğüne müdahale yapılıyor" denilmektedir. İşte, din istismarcılığının çok canlı bir örneğini daha görüyoruz. Burada, önerge sahiplerine de, onlar gibi düşünen ve davrananlara da, bu tür yaklaşımların hem hukukî dayanağının olmadığını hem de halkımızı rahatsız ettiğini söylemek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, zaman zaman, hak aramanın bir yolu olarak, Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna başvurular yapıldığını biliyoruz. Türban konusunda, Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun, 1993'te yapılan başvurulara verdiği cevap ve kararlar çok açıktır. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, bazı öğrencilerin, Türkiye'deki içhukuk kademelerinin kararlarına rağmen ve onları aşarak kendilerine yapılan başvurular karşısında verdiği kararlarda "öğrenciler, üniversitelerin koyduğu kurallara tabi olmak zorundadır" demiştir. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu sadece bu kararla yetinmemiş, türbanın, onu takmayanlara karşı bir baskı ve tehdit oluşturabileceğine ve öğrencilerin yönetmeliğe uygun fotoğraf vermemeleri halinde diplomanın dahi verilemeyeceğine karar vermiştir.

Meselenin bu boyutlara gelmesini, sanırım, kimse arzu etmez. Bu nedenle, herkes, öğrenciler de dahil, kendi sosyal yaşamlarında başlarını örtmekte ya da açmakta özgürdürler; ancak, okullarda, üniversitelerde ve kamu işyerlerinde, kılık-kıyafetle ilgili kural, yönetmelik ve yasalara uymak, her vatandaşın temel görevidir. Bu konuda, Millî Eğitim Bakanı Sayın Uluğbay, farklı uygulama ya da tutumlara karşı, mevcut yasa, yönetmelik ve genelgelere uyulması gerektiğini hatırlatmıştır ve de doğru yapmıştır. Demokratik Sol Parti olarak, Sayın Bakanımızın tutumunu doğru buluyor ve onaylıyoruz.

Özellikle önerge sahiplerine buradan seslenmek istiyorum: Öğrencilerimizin üzerinden ellerinizi çekiniz; gençlerimize zarar veriyorsunuz. Önergenin, başlangıçta söylediğim gibi, hiçbir haklı tarafı yoktur; politik çıkar amaçlı bir gensorudur; kabul edilmesi beklenemez.

Anayasamıza göre, Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Millî Eğitim Bakanlığı ve Sayın Bakan, cumhuriyetimizin temel değerlerine bağlıdır. Demokratik Sol Parti, Sayın Uluğbay'ı bu tutumuyla da onaylamaktadır.

Sayın milletvekilleri, Sekiz Yıllık Kesintisiz İlköğretim Yasası, 55 inci Hükümetin programında en önde yer almıştı ve 20 nci Dönem Parlamentomuz, yani, bizler, bu reformu onurla ve kıvançla yasallaştırmıştık. Öte yandan, bu reform, halkımızın, gençlerimizin ve özellikle kız çocuklarımızın, millî eğitim camiamızın içtenlikle sahiplendiği bir reform olmuştur. Ülkemiz, gelişmiş ülkelerle her alanda yarışabilir, rekabet edebilir bir olanağa kavuşmuştur; bundan geri dönülmesi beklenemez. Millî Eğitim Bakanımız Sayın Uluğbay'ın bu yöndeki tüm girişimlerini, bizler, Demokratik Sol Parti olarak, kararlılıkla desteklemeye devam edeceğiz.

Reform, başarıyla yürütülmektedir. 1997-1998 eğitim-öğretim yılında; yani, eylül ayından bugüne kadar hiçbir sorunla karşılaşılmamıştır. Hizmetlerde belirlenen hedefe ulaşılması için, 55 inci Hükümetin, 1998 yılı bütçesinde yatırımlara ayrılan 1 katrilyonun yüzde 40'ını Millî Eğitim bütçesine ayırdığını hepimiz biliyoruz. Böylece, Millî Eğitim Bakanlığı, gerek bütçe kaynaklarından yararlanarak gerekse Sekiz Yıllık İlköğretim Yasası gereği sağlanan kaynaklarla büyük bir yatırım hamlesi başlatmıştır. Bu amaçla, üç yıllık programın ilk yılı olan 1998'de, 140 kadar yatılı bölge okulunun, 27 bin kadar dersliğin yeni ders yılına yetiştirilmesi için, Sayın Bakanın ne denli özenli bir takip içinde olduğunu biliyoruz. Bunlara ilave olarak, ikili eğitime son vermek, öğrenci sınıf mevcutlarını azaltmak, kapalı okulları eğitime açmak, öğretmensiz okullarımızda öğretmen görevlendirmek üzere Sayın Bakan Uluğbay'ın ne denli titizlikle çalıştığını, kamuoyumuzun çok iyi değerlendirdiğini gözardı edemeyiz.

Millî eğitim camiasında görev yapan tüm öğretmenlerimizin ve yöneticilerimizin, kendilerine emanet edilen bu reforma karşı içtenlikli yaklaşımlarını, Demokratik Sol Parti olarak takdirle karşılıyoruz. Öte yandan, sekiz yıllık kesintisiz eğitimin başarılı olmasını engellemek isteyenlerin olacağını da unutmuyoruz; ancak, bunlara fırsat verilmesi düşünülemez, fırsat da verilmeyecektir.

Sayın milletvekilleri, bu gensoru nedeniyle, yeri gelmişken şunları da ifade etmek istiyorum:

Bu reformun başarısı için, 55 inci Hükümet tarafından her şey yapılmaktadır. Bu anlamda, öğretmenlerimizin özlük haklarını iyileştirmede yeni bir reform sayılacak yasa tasarısı, komisyonlardan geçerek, Genel Kurulumuzun gündeminin en önündeki maddeler arasında yerini almıştır; çok yakında yasalaşacaktır.

Bu tasarıyla, öğretmenlerimizin ücretleri doğrudan yükseltilirken, ders ve konferans ücretleri, göstergeler, eğitim ve öğretim, kurs, seminer, hizmetiçi eğitim tazminatlarında önemli ölçüde artışlar sağlanacaktır.

Öte yandan, yıllardır özveriyle görev yapan ilköğretim müfettişlerine statü kazandırılmıştır.

Ekders konusu, yeni bir anlayışla ve öğretmenlerimizin ihtiyaçlarına cevap veren bir şekilde düzenlenmiştir.

Yine, bu yasa tasarısıyla, Millî Eğitim yönetiminde liyakat ve kariyer öne çıkarılmaktadır.

Kıvançla belirtmek gerekirse, Millî Eğitim, yönetsel ve özlük hakları yönünden güzel bir yasaya daha kavuşacaktır.

Sayın milletvekilleri, sonuç olarak, görüşmekte olduğumuz gensoru önergesinde öne sürülen iddiaların haklılığını, doğruluğunu kabul etmek mümkün değildir. Hepinizin hatırlayacağı üzere, zaman zaman, Millî Eğitim Bakanlığı ve öğretmenlerimizin, siyasî akımların aracı ve ocağı olarak kullanıldığını biliyoruz. Önerge sahipleri adına konuşanların, eski dönemleri çağrıştıran sözlerini bir kez daha duymaktan büyük üzüntü duyduk. Sayın Uluğbay'ın tutumunun, bu yönüyle de, bir kez daha, ne kadar doğru olduğunu takdirlerinize sunuyorum.

Şimdi, Millî Eğitim Bakanlığı ve öğretmenler, siyasî akımların etkisinden uzak, aslî görevlerini yapar bir konuma getirilmektedir. Bundan şikâyetçi olmak yerine, bu olumlu gelişmeye yardımcı olmak, destek olmak gerektiğine inanıyoruz.

Millî Eğitim Bakanı Sayın Uluğbay'ın, iddia edildiği gibi, ülkede gerginlik ve huzursuzluk yaratır hiçbir sözü, davranışı ve uygulaması yoktur. Aksine, sekiz yıllık kesintisiz temel eğitim programının yasalaşması ve Millî Eğitim Bakanı Sayın Uluğbay'ın kararlı ve dirayetli ve de emsallerine örnek olacak tutum ve davranışları, halkımızda huzur ve güven yaratmaktadır. Unutmamalıyız ki, Türk millî eğitiminin temel görevi, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı, çağdaş düşüncelere açık, bilgili yeni nesiller yetiştirmektir.

Gensoru, siyasî sonuç almaya dönük olarak verilmiştir. Sorgulanması istenilen, atamalar ya da kadrolaşma değildir. 55 inci Hükümet döneminde, cumhuriyet tarihinin en büyük eğitim reformlarından biri yasalaştırılarak uygulamaya konulmuş, akıl ve bilime dayalı çağdaş eğitimin temelleri atılmıştır. İtirazlar, bu olumlu gelişmeye karşıdır.

Bu görüş ve düşüncelerle, biz, Demokratik Sol Parti olarak, gensoru önergesinin gündeme alınmasını gerektirecek bir neden görmüyoruz. O nedenle, önergenin aleyhinde oy kullanacağız. Yüce Parlamentomuzun da, aynı görüşten hareketle, önergeye destek vermeyeceğine inanıyoruz.

Hepinize, Demokratik Sol Parti Grubu adına saygılar sunarım. (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Şahin, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, şimdi, sıra, Sayın Hükümet adına bu konuşmalara cevap vermekte; ancak, tabiî, hemen arkasından bir oylama yapacağız. Oylamalarda, sayın bakanlar dağınık oturduğu için sıkıntılar zuhur ediyor. Bir ara vereceğim; benim ricam, bu arada, sayın bakanları Bakanlar Kurulu sıralarında görmek; çünkü...

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Hemen otururlar yerlerine...

BAŞKAN – Bir dakikanızı rica edeyim efendim...

Çünkü, her bir sayın bakan bir başka bakanın yerine vekâleten oy veriyor; bilmiyor ki o da buradadır; o da oy veriyor... Böyle bir yanlışlığa meydan vermememiz lazım.

RASİM ZAİMOĞLU (Giresun) – Görüşmeler devam ediyor; oylamaya gelmedik.

BAŞKAN – Geldim efendim, biraz sonra geleceğim...

İRFAN DEMİRALP (Samsun) – Ara vermeye gerek yok.

BAŞKAN – Efendim, fırsat veriyorum ki, Bakanlar Kurulu sıralarına sayın bakanlar otursunlar; o sıralar, onlar için tefrik edilmiş.

Sayın Bakan, siz pedagoji ve psikolojiyi çok iyi bilirsiniz; daha rahat cevap verirsiniz diye bir ara vereceğim...

Saat 19.15'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.01

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 19.15

BAŞKAN : Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Haluk YILDIZ (Kastamonu), Ali GÜNAYDIN (Konya)

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 67 nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

V. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)

1. – Sıvas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu ve 20 Arkadaşının, Görevlendirme ve Atamalarda Usulsüz ve Partizanca Uygulamalar Yaparak Ülkede Gerginlik ve Huzursuzluğa Yol Açtığı İddiasıyla Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay Hakkında Gensoru Açılmasına İlişkin Önergesinin Gündeme Alınıp Alınmayacağı Konusundaki Görüşme (11/14) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Şimdi, gensoruyla ilgili, önerge sahibi ve grup sözcülerinin beyanlarına karşı görüşlerini ifade etmek üzere, Hükümeti temsilen Millî Eğitim Bakanı Sayın Uluğbay, zannediyorum...

Sayın Uluğbay, buyurun efendim. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

MİLLİ EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hakkımda verilmiş bulunan gensoru önergesiyle ilgili görüşlerimi açıklamak üzere, söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, sizlere ve televizyonları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımıza saygılarımı sunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanı olduğum 30 Haziran 1997 tarihinden bugüne, tüm mesaimi, ülkemizin yarını olan çocuklarımızın çağdaş ve nitelikli eğitim alabilmesi için yapılması gereken hukukî, idarî ve pedagojik çalışmalara adadım. Bu çalışmalarımda, Bakanlığa, siyaseti, partizanlığı, torpili sokmadığım gibi, yıllardır Millî Eğitim Bakanlığına bulaştırılmış bulunan bu nitelikteki hastalıkları temizlemeyi kendime ilke edindim. İşte bu konudaki kararlı tutumum, bazı çevreleri ciddî biçimde rahatsız etmiş olmalı ki, görüşmekte olduğumuz bu önergeyi verme gereksinimini duydular. Mademki bu önerge verildi, Millî Eğitim Bakanlığına ilişkin bazı gerçekleri Yüce Meclise ve vatandaşlarımıza anlatmak, benim için artık zorunlu ve kaçınılmaz bir görev haline gelmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önergeyle bana yöneltilen ilk iddia, partizanca atamalar ve görevlendirmeler yaptığım şeklindedir. Bu iddiaya, 30 Haziran 1997 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığında göreve başladığımda karşılaştığım bazı manzaralara değinerek yanıt vereceğim. Partizanlık iddiasının değerlendirilebilmesi için, kime ve neye göre partizanlık sorusuna da yanıt vermeye çalışacağım.

Vatandaşlarımızın alınteri ve göznuruyla elde ettikleri gelirlerinden ödedikleri vergilerle oluşan devletin ödeneklerini harcayarak, makam odasının tavanına yaptırdığı kartonpiyer düzenlemede bir siyasî partinin amblemine fütursuzca yer veren bir okul müdürü vardı. Yapılan ihbar üzerine açılan soruşturma sonucu, o müdürü görevinden aldım. O müdürün, halkın ödediği vergilerle devletin binasına yaptırdığı siyasî parti amblemi partizanlık olmayacak, görevde tutulacak, himaye edilecek; onun hakkında soruşturma açtırıp görevinden almak partizanlık sayılacak... Yüce Meclisin takdirine sunarım. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

Önergede örnek olarak verilen 2 il millî eğitim müdürü konusunda da bilgi vermek istiyorum. Her ikisi hakkında da ihbarlar mevcuttu; soruşturma açıldı, soruşturmanın selameti için de geçici görevle Ankara’da görevlendirildiler. Bu arada, Adana Millî Eğitim Müdürü, dava açıp yürütmeyi durdurma kararı aldı, görevine iade edildi; ancak, soruşturma sonuçlandı ve müfettişler, ilgilinin yöneticilik görevinin üzerinden alınması ve lüzumu muhakemesini tedbirini getirdiler, yeniden görevinden alındı.

İçel Millî Eğitim Müdürü, soruşturma sonucu iddialar geçerli bulunmadığından ve bu arada yürütmeyi durdurma kararı aldığından -almasaydı dahi fark etmez- görevine iade edildi ve şu anda görevinin başındadır.

54 üncü Hükümet döneminde, bazı illerin ve ilçelerin millî eğitim müdürleri ve yardımcıları, benim göreve başlamamdan önce, belediyelerden, Millî Eğitim Bakanlığına, kurumlararası nakil yoluyla 1 354 personel almışlardır. Alınan bu personelden azımsanmayacak bir bölümünün, sahte evraklarla alındığı, İçişleri Bakanlığı ve Bakanlığımız müfettişlerinin yaptıkları ortak soruşturmayla ortaya çıkmıştır. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar) Yapılan soruşturmalar sonucunda, bu olaylara karışan yöneticilerin tümü görevlerinden alınmışlardır. Belli partilerin yönetimindeki belediyelerden, yüzlerce personelin sahte evraklarla Bakanlığa alınması partizanlık sayılmayacak, hatta bu işe önayak olunacak; ama, bu işleri soruşturmak ve kuraldışı işlem yapanları görevden almak partizanlık diye tanımlanacak... Bunu da, Yüce Meclisin takdirine sunuyorum.

Konu, belediyelerden naklen alınan personele gelmişken, bir konunun daha üzerinde durmak istiyorum. Bu şekilde, sadece Haziran 1997’de, yani, 55 inci Hükümetin kurulmasından bir ay öncesinde alınan personel sayısı 943’tür ve bunların 506’sı Haziran 97’nin son bir haftasında, yani, Refahyol Hükümeti istifa ettikten sonra naklen atanmışlardır. Ayrıca, bu naklen atamaların 534 adedinin, sadece bir ilin çeşitli ilçe belediyelerinden yapılması da düşündürücü ve dikkat çekicidir.

Burada dikkati çeken diğer bir husus da, söz konusu 506 atamanın, 54 üncü Hükümetin istifasını vermesini takiben, Başbakanın, 23 Haziran 1997 tarihinde kurumlararası nakilleri serbest bırakmasını takiben yapılmış olmasıdır. Hükümetin istifasından sonra yapılan bu yüzlerce nakil atamaları ve bu atamaları yapanların işlemlerini özendirmek veya bunlar için talimat vermek partizanlık sayılmayacak; bu atamalar konusunda soruşturma açmak ve son dakikada yapılan bu atamalardan henüz göreve başlamayanları durdurmak, daha önce sahte belgelerle atanan ve göreve başlayan 290 kişinin görevine son vermek partizanlık sayılacak... Bu da, ibretle izlenecek bir değer yargısıdır.

Hepinizin de bildiği üzre, Millî Eğitim Bakanlığı, 1991 genel seçimlerinden sonra, beşbuçuk yılı aşkın bir sürede kurulan çeşitli koalisyon hükümetlerinde, daima aynı partinin portföyünde kalmıştır. Bu durumda, Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatının istikrara kavuşmuş olması gerekirdi değil mi.

Millî Eğitim Bakanlığında, Büyük Birlik Partisi destekli Refahyol Hükümeti döneminde, sadece taşra teşkilatında 679 yönetici görevden alınmış, 705 yönetici atanmıştır. Bu atamalardan 154’ü 1997 Haziran ayında ve 41’i de 27-30 Haziran 1997 arasında yapılmıştır. İlgili bakanın takdiridir ve tasarrufudur, saygı duydum ve bugüne değin gündeme getirmedim; ancak, o atamaları, sizler, partizanlık saymayacaksınız, tanımlamayacaksınız; benim tasarruflarıma “partizanlık” diyeceksiniz... Bu da, önerge sahiplerinin ne kadar objektif düşünceli olduklarının açık göstergesidir.

Bu arada, bir hususun altını çizmekte de fayda görmekteyim. Yaptığım görevden almaların 58 soruşturma sonucunda, 72’si il valilerinin anılan yöneticilerin değiştirilmesini talep etmeleri üzerine, 100’ü yargı kararlarının uygulanması sonucu olmuştur; 180’i de boş kadrolara yapılan atamaları içermektedir; diğerleri de, yetersiz bulduğum için değiştirdiğim görevlilerdir.

Göreve vekâleten veya tedviren atadığım tüm personelin son altı ve yedi yıllık sicil notu ortalaması, pek azının iyi, çok büyük çoğunluğunun ise pekiyi düzeyindedir; çok büyük çoğunluğunun en az birkaç tane aylıkla ödüllendirmesi, teşekkürü ve takdirnameleri vardır. Bu takdirnameler ve aylıklı ödüller son altı yedi yılda verildiğinde, biz, iktidarda değildik ve bizler vermedik. Tek başına bu açıklama dahi, atamalarımızda, kıdem, liyakat ve sicil temizliğine verdiğimiz önemi gösterir. Dolayısıyla, bu görevlilerin, geçmişte bazı derneklerin üyeleri oldukları yolunda iddialarda bulunmak, en azından, yıllardır özveriyle çalışmış ve meslektaşlarının takdirini kazanmış o kamu görevlilerine yönelik bir haksızlıktır.

54 üncü Hükümet döneminde 635 okul müdürü görevden alınıp, 708 okul müdürü atanmışken, benim atadığım okul müdürü 1’dir; varsa, diğerleri, geçmişte alınan okul müdürleriyle ilgili yargı kararlarının uygulanmasıdır.

Bakanlıkta göreve başlar başlamaz, okul yöneticisi atamalarını durdurdum. Bu konuda karar almamın nedeni, 54 üncü Hükümetin istifasından sonra furya şeklinde başlayan atamaların uygulamaya girerek, okullarda kaos yaratmasını önlemekti. Okul yöneticisi atamalarını 1998 Şubat ayında açtım. Şu anda, yönetmelik hükümlerine uygun olarak aday belirlemeleri yapılmaktadır; ancak, bu vesileyle şunu da belirtmek gerekir: 54 üncü Hükümetin görevindeki son gün olan 27 Haziran günü, Ankara’daki 31 okulun müdürleri görevlerinden alınıp, başka okullara atanmıştır. Bu uygulamalar partizanlık sayılmayacak; benim atadığım veya yargı kararını uyguladığım atamalar, partizanlık diye bu kürsüye getirilecek... (DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bu konuyu da, sizlerin ve Yüce Meclisin ve artı, yüce halkımızın takdirlerine sunuyorum.

1996 yılı sonunda, stajyer öğretmen atamalarında, bilgisayar kurası dışında 2 203 öğretmen adayı, bir imzayla -sıra kurallarına riayet etmeden- istenilen yerlere atanacak, bu, partizanlık sayılmayacak; öğretmen atamalarında bilgisayar kurası dışında hiçbir yöntem kullanmamak ve torpil isteklerine yanıt vermemek ve 76 ncı maddeyi kullanmamak partizanlık sayılacak... (DSP ve CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Eğer bunlar partizanlıksa, bana partizan diyebilirsiniz. (DSP sıralarından alkışlar)

Bazı yurtdışı atamalarda, yürürlükteki kuralların birçoğu çiğnenerek Bakanlıkta bir gün bile hizmeti olmayanlar yurt dışına atanacak, bunlar partizanlık sayılmayacak...

Bütün bu kuraldışılıkları soruşturma raporuyla ortaya çıkan yöneticileri görevden alacaksınız, size partizan diyecekler...

Buraya kadar açıkladığım ve kuralsızlığın hüküm sürdüğü uygulamalara yeniden başvurulmasın diye Millî Eğitim Bakanlığındaki yöneticilerin atamaları konusunu ilke ve kurallara bağlayan yasal düzenlemeler, benim Bakanlık dönemimde yapılmıştır.

Genel Kurul gündeminde 5 inci sırada bulunan ve kamuoyunda “öğretmenlerin yüzde 18’lik maaş artışı” diye bilinen yasa tasarısının 10 uncu maddesiyle, Millî Eğitim Bakanlığı merkez, taşra ve yurtdışı teşkilatı yönetim kadrolarına atamada ve yükselmede, liyakat yanında, sınav, meslekiçi eğitim, görev süreleri, görevden alma esaslarının Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konulacak bir yönetmelikle belirlenmesi ilkesi getirilmiştir.

Aynı tasarıyla, öğretmenlerin, okullara çakılı kadrolara atanması ilkesi de getirilmiştir. Böylece, yıllardır, torpille öğretmenlerin yerinin değiştirilerek, bazı yerlerde öğretmen fazlası yaratılırken, diğer yörelerdeki öğretmensiz sınıf trajedisine de son verilmektedir. Yıllardan beri eğitim camiasında özlemle beklenen tarafsız atama ilkesi, böylece, hem yönetici hem de öğretmenler için yaşama geçirilecektir.

Bu kuralları kapsamlı bir biçimde Meclisin önüne getiren bir bakanın partizanlıkla suçlanması da calibi dikkattir; zira, artık, bu kurallar yürürlüğe girdikten sonra, kimse -eskiden olduğu gibi- keyfine göre atama yapamayacaktır. (DSP sıralarından alkışlar)

Önergede benim tasarrufuma verilen bir diğer tanımlama da, kıyım yapmaktır. Yukarıda açıkladığım uygulamalar kıyım sayılmayacak; benim, OHAL Bölge Valiliğinin, diğer valilerin tekliflerine ve soruşturma raporlarının sonuçlarına göre 83 öğretmenin yerini iller arasında değiştirmem kıyım olarak tanımlanacak...

54 üncü Hükümet döneminde, yurt dışında, bazı okullarda sakıncalı eğitim gören kişiler, ilköğretimin 6 ilâ 12 yaş grubuna sınıf öğretmeni olarak atanmışlardır. Her ilköğretim sınıfını en az 40 kişi kabul edersek, 6 bini aşkın çocuğu bu tür eğitim almış kişilerin öğretimine bırakmak, o çocuklara yönelik kıyım sayılmayacak; benim, bunların, stajyerken YÖK’ün denkliklerini iptal etmesi sonucu görevlerine son vermem ve diğer işlemlerim kıyım sayılacak...

Önergede üzerinde durulan bir diğer husus da, yaptığım atamaları vekâleten ve tedviren yapmış olmamdır. Millî Eğitim Bakanı olarak, kendi yasal yetkimde olanlar dahil, tüm atamalarımı vekâleten veya tedviren yaptım. Bu yaklaşımı tercih etmemin nedeni de, kimseye hak etmediği bir rütbeyi ve sorumluluğu vermemekti. Görevde kendisini kanıtlayanların asaleten atanmaları da, kararname veya kendi yetkim kullanılarak yapılmaya başlanmıştır; dörtlü karar gerektirenler de, Resmî Gazetede yayımlanmaya başlanmıştır. Bu, bir partizanlık değil, kamu görevlilerine unvan ve sorumluluk mevkii verilmesinde gösterilen ve herkesin göstermesi beklenen titizlik ve duyarlıktır.

Sanırım, partizanlık iddiaları konusunda açıkladığım bu örnekler, partizanlık iddialarını ileri sürenler için yeterli cevaptır ve vatandaşlarımız için de değerli bilgilerdir.

Bu noktada, kürsüye gelen değerli arkadaşlarımız, sosyal bilgiler derslerinin yürürlüğe girmesini, millî tarih ve millî coğrafya derslerinin yerini almasını eleştirdiler.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bu akşam evlerinize gittiğiniz de, liseyi bitirmiş veya üniversiteyi bitirmiş çocuklarınıza dönün ve şu suali sorun: Sosyal bilgiler dersi adı altında yıllarca neler okutuldu? Bu, Türk millî eğitim sistemine bugün getirilmiş değil; yıllarca başarıyla uygulanmış, sadece tarih ve coğrafya değil, diğer konuları da içeren, bizim kuşakları, bizden sonraki kuşakları eğiten yöntemlerin yeniden uygulamaya konulmasıdır ve sekiz yıllık ilköğretim programının gereği olarak ders saatlerinin düzenlenmesinden kaynaklanan bir sonuçtur.

Biz, hiçbir zaman, kişisel yaşamımızda, mensup olduğumuz siyasî partide ve bulunduğumuz toplumlarda “millî” sözcüğünden yüksünmedik. Bu milletin evladı olmaktan daima gurur duyduk. (DSP ve ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) “Millî” kelimesi ile milliyetçilik, kimsenin inhisarında değildir ve olamaz. (DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bunu kendi tekeline almaya kalkanlar, bu ülkede bölücülüğün yolunu açanlardır. (DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bakan, son dakikanızı kullanıyorsunuz efendim.

MİLLî EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Devamla) – Biyoloji derslerinde Yaradılış Teorisinin programdan çıkarılıp, yerine Darwin Teorisinin okutulacağına ilişkin iddiaya gelince: Bu, tümüyle gerçekdışıdır. 13 Şubat 1998 tarihinde yaptığım basın toplantısında, bu konuda ayrıntılı bilgi verdim. Biyoloji ders programının içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılmamıştır; yıllardan beri olduğu gibi, bu ders programında, Yaradılış Teorisi de, diğer görüşlerin tümü de yer almaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, zatıâlinize de 2 dakika süre veriyorum; buyurun efendim.

A. TURAN BİLGE (Konya) – Hayır, hayır... Nasıl 2 dakika?..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Devamla) – Benim Bakanlığım döneminde, bu konuda yeni bir düzenleme yapılmamıştır. Bu konuda kasıtlı olarak yayım yapan gazeteler, kamuoyuna nifak tohumları ekmek için bu haberleri bilinçli bir şekilde sürdürmüşlerdir. Veda Hutbesinin bazı bölümlerinin ders kitaplarından çıkarıldığı iddiası da, aynı şekilde, gerçekdışıdır ve bilinçli bir karalama kampanyasının ürünüdür. (DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Gensoru önergesinde, başörtüsüyle ilgili düzenlemelerin din ve vicdan hürriyetine aykırı olduğu ileri sürülmektedir. Bizler, laikliği, daima, din ve vicdan hürriyetinin güvencesi olarak anladık ve bu çerçevede, inananlara daima saygı duyduk ve duymaya devam edeceğiz. Bu konuda, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun kararlarına değinmeyeceğim; diğer arkadaşlar değindiler.

İmam-hatip liselerinin orta bölümlerine geçmiş, 12 yaşında kayıt olan çocuklara, daha Kur’an-ı Kerimi okumaya, anlamaya başlamadan, çevreleri, başlarını kendilerine söylenen şekilde bağlamazlarsa günaha gireceklerine dair baskı kurmakta; daha sonraki yıllarda, çocuklar, doğruları öğrendiğinde başını açmak istese dahi, bu kez, yeniden, başka bir yoğun baskıyla karşılaşmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz doldu. Ben, saygı sunasınız diye son 1 dakika daha veriyorum; başka imkânım yok efendim.

Buyurun; Genel Kurula saygı sunun lütfen.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Devamla) – İnanç sömürücüleri, kız çocuklarının, kadınların giyinmelerini politika stratejilerinin bir aracı konumuna getirmeden önce, ülkemizde başörtüsü sorunu yoktu. Daha doğru bir ifadeyle, başörtüsü, türban şeklini alan şekliyle bazı siyasî mihraklarca laik demokratik cumhuriyete karşı bir meydan okuma ve başkaldırı simgesine dönüştürülmeden önce, ülkemizin ve toplumumuzun böyle bir sorunu yoktu. Yüce Dinimizi, siyaset için bir araç olarak kullanmaktan vazgeçilse, toplumumuzda, bundan sonra, bu konu yine sorun olmayacaktır. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Zira, Türk kadını, inancını nasıl uygulayacağını, asırlardır Anadolu’da oluşturduğu zengin kültürüyle belirlemiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Devamla) – Hepinize saygılar sunarım. (DSP sıralarından ayakta alkışlar; ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hikmet Uluğbay hakkındaki (11/14) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi oylamaya geçeceğim; yalnız, oylamanın akıbetinin selameti açısından, sayın bakan arkadaşlarımın Bakanlar Kurulu sıralarına geçmelerini rica ediyorum.

(FP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Oylamanın “açık oylama” usulüyle yapılmasını istiyoruz.

BAŞKAN – Sayın Kapusuz, bir talebiniz olmuştu... Siz bunu biliyorsunuz da, ben, bilginizi yenileyeyim diye ifade ediyorum; yanlış anlamayın.

“Madde 143. – Anayasa, kanunlar ve İçtüzük gereğince işaret oyuna yahut gizli oya başvurulması zorunlu olmayan hallerde açık oylama yapılması en az onbeş milletvekilinin yazılı istemine bağlıdır.”

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Yazılı istemi gönderiyorum, size ulaşmak üzere efendim.

BAŞKAN – Yazılı gelirse mesele yok, bizim yapacağımız bir şey yok.

Yazılı istemi okuyorum ve imzası bulunan sayın üye arkadaşlarımın isimlerini okuyup salonda olup olmadıklarını yoklayacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Yapılacak oylamanın açık oylama şeklinde yapılmasını arz ve teklif ederiz.

Sayın Lütfi Yalman?.. Burada.

Sayın Muhammet Polat?.. Burada.

Sayın Hüseyin Yıldız?.. Burada.

Sayın Mustafa Köylü?.. Burada.

Sayın İsmail Kahraman?.. Burada.

Sayın Latif Öztek?.. Burada.

Sayın İsmail Coşar?.. Burada.

Sayın Fethullah Erbaş?.. Burada.

Sayın Mikail Korkmaz?.. Burada.

Sayın Ömer Faruk Ekinci?.. Burada.

Sayın Ahmet Çelik?.. Burada.

Sayın Cemalettin Lafçı?.. Burada.

Sayın Mehmet Aykaç?.. Burada.

Sayın M. Ziyattin Tokar?.. Burada.

Sayın Zülfikar Gazi?.. Burada.

Sayın Nezir Aydın?.. Burada.

Sayın Abdullah Örnek?.. Burada.

Sayın Hüseyin Olgun Akın?.. Burada.

Efendim, açık oylama yapmamızı zarurî kılan yeterli sayıda imzanın olduğunu tespit ettim. Şimdi, açık oylamanın şeklini oylarınızla tayin edeceğim.

Sayın milletvekilleri, açık oylamanın, adı okunan sayın üyenin, bulunduğu yerden “kabul”, “ret”, “çekimser” şeklinde ifade buyurarak yapılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Şimdi, oy kutuları ya kürsüye konacak ya sıralar arasında dolaştırılacak.

Oy kutularının kürsü önüne konulması hususunu oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Oy kutuları sıralar arasında dolaştırılacaktır.

Kabul oyu beyaz, çekimser oy mavi, ret oyu kırmızıdır. Yanında basılı oy pusulası bulunmayan sayın milletvekilleri, beyaz bir kâğıda adını, soyadını, seçim çevresini ve oyunun rengini yazıp imzalamak suretiyle oylarını kullanabilirler.

Yalnız, tabiî oyunun rengi derken “kırmızı” veya “sarı” diye yazmayın da, “kabul” veya “ret’” diye yazın.

(Oyların toplanmasına başlandı.)

B) GÖRÜŞMELER

2. – İstanbul Milletvekili Mustafa Baş ve 70 Arkadaşı ile Kırklareli Milletvekili İrfan Gürpınar ve 23 Arkadaşının, Kosova’daki son gelişmeler konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergeleri üzerine Genel Kurulun 10.3.1998 tarihli 64 üncü Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşme (8/19, 20)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, sırada, hepinizin çok büyük ilgi gösterdiği Kosova’yla ilgili bir genel görüşme var.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulun 10.3.1998 tarihli 64 üncü Birleşiminde alınan karar gereğince, bu kısmın 2 nci sırasında yer alan, Kosova’daki son gelişmeler konusunda açılması kabul edilen genel görüşmeye başlıyoruz.

Sayın Hükümet hazır mı?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Hükümet burada Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükümet hazır.

İçtüzüğümüze göre, genel görüşmede ilk söz hakkı önerge sahibine aittir. Daha sonra, İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine göre, siyasî parti grupları adına birer üyeye, şahısları adına iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemi halinde, Hükümete de söz verilecektir. Bu suretle, genel görüşme tamamlanmış olacaktır.

Konuşma süreleri, Hükümet ve siyasî parti grupları için 20’şer dakika, önerge sahipleri ve şahıslar için 10’ar dakikadır.

Genel görüşme üzerinde şu ana kadar söz alan milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Şahısları adına, Sayın Hüseyin Kansu, Sayın Recep Kırış, Sayın Kâzım Arslan; gruplar adına da, Sayın Gökdemir.

Gelen talepleri alalım efendim.

Sayın Baş, önerge sahibi sıfatıyla...

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, önerge sahibi sıfatıyla Sayın Hüseyin Kansu Bey konuşacaklardır.

BAŞKAN – Sayın Gürpınar, önerge sahibi sıfatıyla zatıâliniz mi konuşacaksınız?

İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) – Grup adına da konuşacağım.

BAŞKAN – Ona, ayrı ayrı zahmet buyuracaksınız; hem, bir değişiklik, çeşni olur efendim...

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Gürpınar, şu anda şahsınız adına yapacağınız konuşmada süreniz 10 dakikadır; sonra, maalesef, tekrar davet edeceğim; çünkü, sizden başka da önerge sahibi var.

İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kosova olayları sebebiyle Cumhuriyet Halk Partisinin bir müddet önce verdiği ve öngörüşmelerinin yapılmasından sonra Yüce Meclisin kabulüne mazhar olan genel görüşme önergesiyle ilgili Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini sunmak üzere huzurlarınızdayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, 10 Martta, bu konuyla ilgili genel görüşme açılması için verilen önergenin öngörüşmeleri sırasında konuştuk. Bu konuda söylenen birçok şey var. Klasik şeyleri tekrar etmek istemiyorum; Kosova’nın yapısı, nüfusuyla ilgili ve nüfus yapısıyla ilgili bilinen şeyleri tekrar etmek istemiyorum; ama, olayın daha iyi anlaşılması ve bugünün daha iyi anlaşılabilmesi için, bazı şeyleri de vurgulamak durumundayım.

Değerli arkadaşlarım, eski Yugoslavya, 1974 yılında, Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ ve Makedonya’dan ibaret altı cumhuriyet ve Sırbistan’a bağlı olmakla birlikte Kosova ve Voyvodina’dan ibaret iki özerk bölgeden oluşmaktadır. Bütün haklar, bağımsız cumhuriyetlerdeki gibi; Kosova’nın da, sınırları belli, üniversiteleri ve öğretimi var, gazeteleri, radyoları, televizyonları var ve kendi içlerinde kendi hukuk sistemleriyle idare ediliyor. Yani, özerk bir bölge; ama, uygulamalardan kaynaklanan bir yapıda, müstakil bir cumhuriyet gibi. Bu yapı, 1989’lara kadar böyle geliyor. Bu konuda bir sıkıntı yok. 1989 yılında, Sırplar, Miloseviç Başkanlığında yeni bir anayasa değişikliğine gidiyorlar ve Kosova’nın özerkliğini geri alıyorlar.

Değerli arkadaşlarım, Kosova olayının başlangıcında yatan tarih budur ve Kosova’da, o andan itibaren Sırbistan zulmü başlıyor; önemli yerlerdeki Arnavutların işine son veriliyor, 150 bine yakın Arnavut işsiz kalıyor, gazeteler kapatılıyor, radyo ve televizyonlar kapatılıyor, eğitim müesseseleri ve okullar kapatılıyor ve Kosova halkı, kendine özgü, evlerde eğitim sistemine taşınıyor.

Bugünkü olayların altında yatan, Kosova’ya 1974’te verilen özerklik statüsünün 1989’da geri alınmasıdır. Buna tepki olarak, 1991 yılında, Arnavutlar, yaptıkları referandumla “Bağımsız Kosova Devletine evet” diyorlar. 24 Mayıs 1992 tarihinde, aralarında Türkleri de temsil eden Türk Halk Partisinin de bulunduğu 22 partinin katılımıyla yapılan çokpartili seçimlerde, Kosova Demokratik Birliği, oyların yüzde 78’ini alıyor ve mutedil Doktor İbrahim Rugova, Cumhurbaşkanı seçiliyor.

Değerli milletvekilleri, bugün, Kosova’nın sınırları bellidir; geçen oturumda ANAP sözcüsü arkadaşımın buradan gösterdiği gibi, sınırlar bellidir. Kosova’nın Cumhurbaşkanı vardır, Başbakanı vardır; ama, hâkimiyet Sırplar’da, tüm yetkiler Sıplar’da, otorite Sırplar’da, zorbalık uygulama onlarda; Arnavutları göçe zorlamaya çalışıyorlar, etnit arındırmaya başladılar. Bugün Kosova’da etnik gerginlik var. Arnavutlar ve Sırplar devamlı çekişme ve mücadele içinde, bir arada yaşamaları imkânsız.

Değerli arkadaşlarım, Bosna-Hersek örneği arındırma ve yok etme tehlikesi, bugün Kosova’nın en önemli sorunu. Sırplar neden böyle davranıyorlar; öncelikle şunu bilmek gerekir: Kosova’da yoğun bir din ayırımı var; Arnavutlar Müslüman, Sırplar Ortodoks ve çok önemli bir konu da, Avrupa’da yaşayan Sırpların, Kosova’yı, kendilerinin bir kültür merkezi kabul etmeleri; Avrupa’da ve Sırbistan’da yaşayan Sırplar, Kosova’yı, kendilerinin bir kültür merkezi kabul ediyorlar.

Değerli milletvekilleri, Sırplar, 1389’un rövanşını alma gayreti içindeler. Slobodan Miloseviç, 1987 yılında Kosova’da yaptığı bir konuşmada “Beşyüz senedir yaşanan tarihi geri getiriyoruz. Sırplar bir daha asla yenilgi yüzü görmeyecektir” diyerek savaşı başlatmıştır. Sırplar, öncelikle, Kosova’yı ellerinden çıkarmak istemiyorlar.

Değerli arkadaşlarım, Kosova, genelde fakir bir bölge; ama, ihmal sonucu fakirleşmiş bir bölge; verimli toprakları var ve maden yatakları çok zengin; bugünlerde yapılan operasyonların madenler bölgesinde olması da bunun en önemli kanıtı. Kosova’nın bir potansiyeli var; Kosova’nın bu potansiyelini Sırplar elde etmek istiyorlar. Yine, bir başka konu da, Bosna’da yaptıkları uygulamanın sonucunda, bu bölgedeki nüfus dengesini değiştirmek istiyorlar.

Değerli milletvekilleri, Sırbistan’ın hiç unutmadığı bir hayali var; büyük Sırbistan hayali. Sırbistan, bütün tarihi boyunca, bu hayali taşımış, bu hayalini öne çıkarmış; ama, son Cumhurbaşkanları, Devlet Başkanları Miloseviç zamanında da, bunu, en üst düzeye tırmandırmıştır. Bunun ilk denemesini, Bosna-Hersek’te yaptılar; orada, tüm dünyanın gözü önünde, 310 bin insanı öldürdüler.

Hatırlayacaksınız, Bosna-Hersek olayları sırasında, Bosna-Hersek büyük tedirginlik yaratmıştı; ama, bunun en önemli korkusu, bu olayların Kosova’ya sıçrayacağı yönündeydi ve değerli milletvekilleri, korkulan başa geldi; son iki aydan bu yana, Sırplar, Kosova Kurtuluş Ordusu elemanlarını yakalamak bahanesiyle, Arnavut köylerine baskınlar düzenliyorlar; sade vatandaşları, kadınları, çocukları öldürüyorlar ve etnik arındırmaya başvuruyorlar.

Değerli arkadaşlarım, Bosna-Hersek olayları sırasında “Sırp Kasabı” lakabıyla tanınan Arkan, şu anda Kosova’dadır; Sırp insan avcıları, “snipers” denen keskin nişancılar, şu anda Kosova’dadır; köylerin etrafında siper almışlar; köylerde yaşamı gördükleri anda, insanları gördükleri anda ateş ediyorlar ve onları öldürüyorlar. Kosova’da saldırılar, televizyonlarda da gördüğümüz gibi, tanklar, helikopterler ve havan topları vasıtasıyla yapılıyor...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İRFAN GÜRPINAR (Devamla) – 1 dakikada bağlıyorum...

BAŞKAN – Peki; size 1 dakika süre veriyorum.

İRFAN GÜRPINAR (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Sırplar, az önce de bahsettiğim gibi, Kosova Kurtuluş Ordusunun elemanlarını yakalama gayreti içinde olduklarını söylüyorlar; ama, öldürülen insanlara bakıyoruz, içlerinde kadınlar var, yaşlılar var, delikanlılar var ve bebeler var.

Değerli milletvekilleri, genel görüşme önergesiyle ilgili, önerge sahibi olarak 10 dakikalık bir konuşma hakkım vardı; şu ana kadar o zamanı kullandım; diğer görüşlerimi, bundan sonra grup adına yapacağım konuşmada belirteceğim.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Gürpınar, teşekkür ediyorum.

Gensoru önergesiyle ilgili oyunu kullanmayan sayın üye var mı? Yok.

Oy verme işlemi bitmiştir.

Kupalar kaldırılsın.

(Oyların ayırımına başlandı)

BAŞKAN – Şimdi, (8/19) sayılı, Sayın Hüseyin Kansu ve arkadaşlarının önergesiyle ilgili olarak ve önerge sahibi sıfatıyla, Sayın Kansu; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN KANSU (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Kosova konusunda yapmakta olduğumuz genel görüşmede, önerge sahipleri adına söz almış bulunuyorum.

Kosova’da, mart ayı içerisindeki Sırp saldırılarında 106 Arnavut Müslüman hayatını kaybetmiştir. Arnavut yetkililer ise, kayıplarının olduğunu ve bu yüzden bu sayının artmasından endişe duyduklarını ifade etmektedirler. 1990’dan bugüne kadar, Kosova’da masum halktan, savunmasız halktan 800 kişi hayatını yitirmiştir.

Bütün bu olaylar, Kosova’da, neden oluyor: Belgrad Sırp yönetiminin büyük Sırbistan ütopyasını gerçekleştirmek istemelerinden kaynaklanmaktadır; Sırp lider Slobodan Miloseviç’in, dağılan Sosyalist Federal Yugoslavya’nın coğrafyasını sahiplenmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Sırplar, bu uğurda, Slovenya’da, Hırvatistan’da, Bosna-Hersek’te kan dökmüşler ve savaş çıkarmışlardır.

Kosova, Sosyalist Federal Yugoslavya’nın anayasal bir parçasıydı. Kosova’nın, kendi onayı olmadan değiştirilemeyecek toprak bütünlüğü ve sınırları vardı. Halkların eşitliği, anayasa tarafından garanti altına alınmıştı. Kosova, temsilcileri vasıtasıyla Yugoslavya Başkanlık Konseyinde temsil ediliyordu. Anayasaya göre Kosova, anayasa değişiklikleri konusunda diğer cumhuriyetlerle aynı haklara sahipti. Kosova, temsilcileri vasıtasıyla, eski Yugoslavya Federal Yürütme Konseyinde temsil ediliyordu. Bütün bunlar, Sosyalist Federal Yugolavya’nın anayasasındaki maddelerden alınmıştır. İşte, Slobodan Miloseviç, büyük Sırbistan rüyasını gerçekleştirmek için, 1989 yılında, Kosova’nın özerk statüsü ve parlamentosunu feshetmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya’dan oluşan Birleşmiş Milletler Temas Grubu, bildiğiniz gibi, Belgrad Sırp yönetimine 25 Mart 1998’e kadar süre tanımıştır. Belgrad Sırp yönetimi, geçtiğimiz hafta Kosova’ya bir heyet gönderdi; Sırplar, bu heyeti, Kosova’ya, dünya kamuoyunu aldatmak için göndermişlerdir; çünkü, Kosova Arnavut yönetiminin bu Sırp heyetiyle görüşmeyeceklerini çok iyi biliyorlardı; çünkü, bu sorunda arada bir hakem olmadan bir arada oturmanın bir anlamı yoktu ve bildiğiniz gibi, Sırplar, diyalog ve görüşmeye açık olduklarını, ancak, Kosova Arnavut yönetiminin toplantıya gelmediklerini ifade etmişlerdir. Aslında Sırplar, Temas Grubunun kendilerine tanıdığı süreyi önceden sonuçsuz bırakmak için, boş işle meşgul oluyorlar. Bu planla, aslında kendileri, Kosova’yı bölmek istediklerini açıklamışlardır. Nasıl bölecekler; Mitrovica ve çevresindeki maden yataklarının kendilerine bırakılmasını, güneydeki Kosova bölgesinin ise Arnavutlara bırakılmasını önermektedirler. Bu, şu demektir: Sancak ile Kosova’nın bağlantısını kesmek istemektedirler. Demek ki, bundan sonraki rauntta da, Sırplar, Sancak’a saldıracaklardır; bunu, rahatlıkla görebiliriz.

İşte, 1990’dan bugüne kadar, Kosova’daki Arnavut yönetimi, Batılıların ve özellikle ABD yönetiminin, silahlı bir mücadeleye kalkışmamaları hususundaki telkinlerini ve bu doğrultuda hareket ettikleri takdirde, 1974 Anayasasına göre özerklik haklarını alacaklarını ifade etmişlerdi. O gün bugün, Arnavut yönetimi, silahlı bir eyleme kalkışmamıştır.

İşte, Türkiye, Sancak’ta ve Kosova’daki halkların, barıştan yana, demokratik çözümden yana, diyalogdan yana bu tutum ve politikalarını, uluslararası platformlarda, takdirle karşıladığını sık sık vurgulamalıdır.

Aynı federal çatıda daha önce birlikte yaşamış olan Slovenler, Hırvatlar ve Bosna Sırpları, silahlı bir mücadele yolunu seçmişlerdir ve sonunda da hak elde etmişlerdir. Şimdi, dünya izlemektedir; uluslararası toplum, görüşmeler yoluyla ve demokratik yolla, diyalogla, halkların hak elde edip edemeyeceklerini beklemektedir. Kosova halkı, bu şekilde hakkını elde edemediği takdirde, o zaman, Bosna Sırplarının, Hırvatistan’daki Hırvatların ve Slovenlerin seçtiği yolu seçmeleri, onlar için tek çıkar yol olabilir.

İşte, bütün bu yollara gidilmeden, Batı Temas Grubunun, İslam Konferansı Örgütünün ve Türkiye’nin de gayretleriyle, bir Balkan Savaşına dönüşme istidadında olan Kosova sorununun, 1974’lerde olduğu gibi çözümlenmesi hususunda gereken çalışmalar sürdürülmelidir.

Bir de, Kosova’da 22 Martta, Arnavut yönetiminin planladığı parlamento seçimleri yapılacaktır. Bu seçimlerde, dünyadaki tüm ülkelerin, gözlemciler göndererek, halk iradesinin tesisi hususunda yardımcı olmaları, en normal, kaçınılmaz yoldur.

Ben, sözlerimi burada bitiriyorum; çözüm hususundaki düşüncelerimi, daha sonra şahsım adına söz aldığımda ifade edeceğim. Fazilet Partisi olarak bu genel görüşmeye müspet oy vereceğimizi açıklıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Kansu, teşekkür ediyorum.

Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere, buyurun Sayın Gökdemir. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Kosova meselesiyle ilgili olarak bir hafta önceki öngörüşmelerde, bütün parti sözcüleri tarafından, birbirini tamamlayan, bütünleyen ve hepsi birden Türkiye’nin bu konudaki politikasının esaslarını ve genel çerçevesini ortaya koyan çok olgun ve dirayetli konuşmalar yapıldı. Ben, bu konuşmalarda, esas itibariyle, bir görüş birliği, hatta bir heyecan birliği olduğunu müşahede ettim. Öngörüşmeler vesilesiyle söz alan Dışişleri Bakanı Sayın İsmail Cem’le, dün akşamki Bakanlar Kurulu toplantısından çıkarak basına açıklama yapan Devlet Bakanı Sayın Ahat Andican’ın açıklamalarından da anlaşıldı ki, bu konuda iktidarla muhalefet arasında, üslup farkları dışında, esasa yönelik bir görüş ve anlayış farkı yoktur. Böyle olması da son derece tabiîdir, asla şaşırtıcı değildir; çünkü, meselenin tabiatı, hepimiz için bağlayıcıdır, ayrılığa gayrılığa müsait değildir.

Doğru Yol Partisi, bu görüş, anlayış, tavır ve tutum beraberliğini müşahede etmiş olmaktan dolayı memnundur; sonuna kadar da meselenin bu anlayış içerisinde götürülmesinden yanayız. Mesele, bir içpolitika meselesi değildir, partilerarası yarış ve rekabetin malzemesi yapılması yanlış olur; sonuna kadar, partilerüstü bir anlayışla, millî bir politika olarak götürülmelidir.

Sayın milletvekilleri, biz, bu bölgeye 1370’lerde girdik; ama, Kosova bölgesi, Kosova sahrası, Kosova adı, bizim dünyamıza, bizim hafızalarımıza, kıyamete kadar silinmemek üzere, Ortaçağın iki büyük meydan muharebesiyle girdi ve nakşoldu: Birincisi, 20 Haziran 1389’daki, Murad Hudavendigârın kazandığı Kosova Meydan Muharebesi; ikincisi de, 59 yıl 4 ay sonra, torununun oğlu olan 2 nci Murad Han’ın kazandığı 17-19 Ekim 1448 tarihindeki Kosova Meydan Muharebesidir. Birincisinde, Balkanlardaki hâkimiyetimiz tesis edildi; ikincisinde, bizi Balkanlardan atma teşebbüs ve ümitleri kesin şekilde caydırıldı. Böylece, Balkanlarda, beşyüz yıl sürecek Osmanlı barış, istikrar, huzur, adalet ve refah dönemi kurulmuş oldu.

Bu düzen içerisinde, hürriyet ve adalet, inançlara, örf ve âdetlere saygı, herkes içindi. Kimseye, kimliğinden, dininden, inancından, ibadetinden dolayı baskı söz konusu olmadı. Bir baskı ve zorlama olmaksızın, 15 inci Asırdan sonra, idaremiz altındaki kavimlerden Arnavutlarla Boşnaklar, büyük ekseriyetleri itibariyle ve kitle halinde Müslüman oldular. Baskı, gerçekten yoktu; çünkü, olsaydı, diğerlerinin de Müslüman olması gerekirdi. Böyle bir baskı yapılsa, doğrusu, karşı koyabilecek bir güç de kimsede yoktu. Herkesin gönülden benimsediği, adil şemsiyesi altında bulunmaktan memnun olduğu devlet birliğinin yanı sıra din birliğinin de ortaya çıkması, bu kavimlerle bizi her bakımdan kaynaştırdı. Beşerî bakımdan da, sosyal ve kültürel bakımdan da âdeta bir millet olduk ve beş asır bir çeyrek, 1913’e kadar, bir kaderi paylaştık ve birlikte yaşadık.

Bosna olaylarının başında, Sayın İzzet Begoviç’in Sayın Demirel’e söylediği çok dikkat çekici zarif nükte, bu tarihî vakıayı işaret eder. Sayın Begoviç, o zaman, Sayın Demirel’e diyor ki: “Ya gelin kurtarın, ya alın kurtarın.” Neden; çünkü, olayların dibinde siz varsınız.

Evet, Bosna olayının da, Kosova olayının da dibinde, elbette biz varız. Aktüel vaziyetle de, elbette herkesten evvel biz alakadar olacağız. Tarihimizden kaçamayız, kaçıyor da değiliz. Tarihimiz şerefimizdir. Zor günlerinde bizi yanlarında görmek isteyen kardeşlerimizin yanında olmak, onlarla dayanışma ve yardımlaşma halinde bulunmak, bizim, her şeyden önce tarihe karşı borcumuzdur; bunun da ötesinde, bir insanlık borcudur. Bu borcun, şeref ve liyakatla ödenmesi gerekir. Bu insanlık vazifesinin ifası kaçınılmazdır. Bundan, Türkiye Cumhuriyeti ve Büyük Türk Milleti ancak şeref duyar.

1878’den beri, başkaca hiçbir şey yapamadığımız dönemlerde ve hallerde bile, daima kucağımızı açtık. Türk Bayrağıyla birlikte veya bu bayrağın ardı sıra mahzun hudutların ötesinden gelen kardeşlerimize, Türkiye’nin kapıları ve Türk Milletinin şefkatli kucağı hep açık oldu. Bir ekmeği paylaştık ve birlikte gözyaşı döktük.

Bugün, hamdolsun, Türkiye, büyük ve kudretli bir devlettir. Ekmeğini paylaşmanın ve birlikte gözyaşı dökmenin ötesinde yapabileceği şeyler vardır ve şüphe etmiyoruz ki, Türkiye bunları yapacaktır.

Aziz arkadaşlar, Kosova, asrımızın başında, bugünkünün 3 misli büyüklükte, bir Osmanlı eyaleti idi; 6 il, 32 ilçeden oluşuyordu; merkez, o zaman Üsküp’tü. Büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı, Üsküplüdür; şiirlerinde ve hatıralarında, o coğrafyanın nostaljisini dile getirir. İpek, bugün de, bölgenin içindeki 4 ilden biridir. İstiklâl Marşı şairimiz Mehmed Âkif Ersoy’un babası Tahir Efendi İpeklidir. Bugünkü Kosova’nın merkezi olan Priştine, Osmanlı Kosovasının 6 ilçeli bir iliydi. Yedinci Cumhurbaşkanımız Sayın Kenan Evren’in ailesi, bu Priştine’nin yakın bir köyünden Alaşehir’e göçmüştür. Eğer bu göç olmasaydı, Sayın Evren, bugün, Priştine’nin mağdur, mazlum, tedirgin, saygıdeğer yaşlılarından biri olacaktı. Biz, bölgeyle, bu kadar iç içeyiz; bağlarımız, bu kadar sıcak ve tazedir.

Geçen haftaki görüşmelerde söz alan Türk Milletinin değerli vekillerinden biri Sayın Ahmet Piriştina idi. Bu soyadı, doğrudan doğruya, bu şehrin adıdır. Yine, geçen haftaki sözcülerimizden -az önce de konuşan- değerli eski bakanlarımızdan Sayın İrfan Gürpınar diyor ki “ben Türkiye’de doğdum; ama, babam Prizren doğumlu.” Prizren, Osmanlı Kosovasının 4 ilçeli bir ili ve bugün de Kosova’yı teşkil eden 4 ilden biri.

Binaenaleyh, bugün, çıkıp da, kimsenin, bize “siz burada ne arıyorsunuz” diyecek hali yoktur. Bugün, hepimiz İpekliyiz, Üsküplüyüz, Priştineliyiz, Prizrenliyiz, Mitroviçeliyiz. (Alkışlar) Hepimiz, Kosovalı, Bosnalı, Sancaklıyız. Hepimiz, merhum Mehmet Âkif’in, Yahya Kemal’in, Kenan Paşanın, Ahmet Piriştina’nın, İrfan Gürpınar’ın hemşerileri, akrabalarıyız; duygumuz, düşüncemiz, ümidimiz, temennimiz birdir; kafamız, kalbimiz birdir. Bunun için, bu mesele, partilerüstü bir meseledir, millî bir meseledir.

Eğer, Türkiye, bu meselede, kendine yakışanı yapmazsa, yapamazsa -ki, inancım var, yapacaktır- ben, şahsen, utancımdan, mahcubiyetimden, İstiklâl Marşımızı dinleyemem. Mehmed Âkif’in büyük kalbinden, 1920’lerin Ankara soğuğunda paltosuz titreyen yoksul hatırasından utanırım, yoksullara bağışlanmış İstiklål Marşı ödülünden utanırım.

Değerli milletvekilleri, çok değil, seksenbeş yıl önce, beşyüz küsur senedir bizim olan topraklarda, inanın ki -Sayın İrfan Beyin de az önce ifade ettiği gibi- hâlâ bizim hesabımız görülüyor. Murad Hudavendigârın hem bizim için hem de orada yaşayan kardeşlerimiz için mübarek ve mukaddes olan türbesinin bulunduğu Kosova’nın kaderini konuşuyoruz. Çiğnenmek istenen, Namık Kemal Zeybek’in Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanı sıfatıyla ziyaret edip bahtiyar olduğu Hudavendigârın türbesidir. Orada yaşayan insanlar, dün gelmiş göçebeler veya sömürgeciler değildir; var oldukları günden beri o topraklarda yaşayan, o coğrafyayı vatan yapmış Müslüman Arnavutlar ile Boşnaklar ve altı asırdan beri orada yaşayan Türklerdir.

Arkadaşların birçoğu da işaret ettiler, İrfan Bey de sarih olarak belirtti: Kosova olayı, basit bir toprak hırsından ibaret bir coğrafya olayı değildir; açıkça, bir kimlik ve inanç olayıdır. Kımıldandığı anda ezilmek istenen baş, maalesef, Müslümanların başıdır. Kavga, bir tarihî mirasın tasfiyesi kavgasıdır. Hâlâ, beş asır bir çeyrek süren Türk hâkimiyet döneminin bakiyesi tasfiye edilmek isteniyor. Türkiye’nin elini yeniden tutmaya hazırlanan, sımsıcak dost ve kardeş eller kesilmeye çalışılıyor. Fazilet Partisi adına, öngörüşmelerde de, biraz evvel de konuşan Sayın Hüseyin Kansu arkadaşımız, bu hususu ağırlıklı bir şekilde tebarüz ettirmiştir. Türkiye, kendisine uzanan dost elleri kestirmeyecektir; Türkiye, bölgesinde kendi elini kolunu kestirmeyecektir.

Bu vesileyle, bir hususu daha tebarüz ettirmek isterim: 1878’de bizden koparılıp 1881’de kurulan ilk Yugoslavya’dan beri, Yugoslavya sunî bir devlettir; bir denge sağlamak için kurulmuştur. Yugoslavya’da bir millet yoktur. Yugoslavya, tam manasıyla, bir milletler, kavimler, diller, dinler mozaiği ve meşheridir. Sırp yöneticilerinin bütün hırçınlıklarına, vahşetlerine rağmen, bir Yugo Slav, yani, Güney Slav milliyetinin oluşması mümkün değildir. Bu bakımdan, bölgede cereyan eden olayların üstü, değerli arkadaşlarımın da belirttikleri gibi, “Yugoslavya’nın iç işidir” diyerek örtülemez. Son derece ağır insan hakları ihlalleri, kanlı jenosit teşebbüsleri, bugünün dünyasında, Yugoslavya’nın nasıl iç işi olabilirmiş?!

Diplomatlarımız da son derece rahat olmalıdırlar. Yugoslavya’da yaşanan problemler, asla diplomasinin klasik kalıplarına sığmaz ve sığdırılamaz; ölçüsü, endazesi tamamen suijeneristir; başka problemlere, dünyanın başka yerlerine taşınmasına da imkân yoktur. Bu bölge için çözümler, sadece bu bölge için çözümler olmak durumundadır.

Sayın Cem’e hak vermemek mümkün değil. Elbette, sınırların değişmezliği ilkesi var; buna karşı çıkmak mevkiinde değiliz; buna karşı çıkarak milletlerarası camiada siyasî ve diplomatik bir teşebbüsü yürütmek asla mümkün olamaz; ama, açıkça ortaya konulmalıdır ki, caniler de “iç işimizdir” mazeretine sığınamazlar.

Biz, tarihte, çok yürek yakıcı ikiyüzlülükler gördük, çok çifte standartlar yaşadık. 1856 Paris Konferansından itibaren pek çok milletlerarası belgede, Osmanlı mülkünün tamamiyetinin muhafazası taahhüdü vardır. Kosova’yı kaybetmemiz sonucunu doğuran o rezil Balkan Harbi patlak verdiğinde, bizim kazanacağımızı tahmin eden büyük devletler, hemen “harp nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, galip-mağlup kim olursa olsun sınırlar değişmeyecektir” dediler. Sonra, hayretle, harbi bizim kaybettiğimiz görülünce, leş kargası gibi üşüşüp, koparıp koparıp aldılar; ne ilke dinlediler ne de taahhütlerini hatırladılar. Bugün bile, hayâsızca, Türkiye’nin doğu sınırlarını tartışmaya yelteniyorlar. Onun için, ilkeler vesaire, bizi de, ancak, herkesi bağladığı kadar bağlamalıdır. Yanlış anlaşılmasın, Türkiye, elbette, milletlerarası toplumla, medenî dünyayla birlikte hareket edecektir; ancak, milletlerarası toplumu, medenî dünyayı ayağa kaldırmakta da, Türkiye’nin, birinci derecede sorumluluğu vardır. Bu sorumluluğa denk bir aktiviteyi Hükümetimizden beklemek hakkımızdır.

Türkiye, dünyayla birlikte hareket edecek; ama, bir büyük devlet olduğunun da bilincinde olacaktır; kendi ağırlığını iyi tartacaktır. Mesela, insanî, acil yardımlar bakımından kimseyi beklemek zorunda olduğumuzu sanmıyorum. Bunu, bazen yapıldığı gibi gönüllü kuruluş ve şahıslara da bırakamayız. İnsanî yardımlar, Kızılay aracılığıyla ve bizzat devlet eliyle organize edilmelidir.

Türkiye, bu davada kimsenin dümen suyundan gitmek veya birilerinin hınk deyicisi olmak durumunda olamaz.

Bunları bir tariz veya tenkit olarak değil, müşterek kanaatlerimiz olarak arz ettim. Sayın Cem, bu husustaki yakınmasında da haklıdır. Kendi kendimizi karalamak, küçük görmek, başkaları az yaptığını çok gösterirken, biz kendi yaptığımızı ehemmiyetsiz göstermek tavrında da olamayız. Biz, iyi niyetli, heyecanlı, âlicenap bir milletin evlatlarıyız.

Çok haksızlık gördük, halen de görüyoruz. Onun için, haksızlık bizde isyan doğuruyor. Yiğit olduğumuz için, zulüm gayretimize dokunuyor. Bir hamlede haksıza haddini bildirip meseleyi çözüvermek istiyoruz. Şüphesiz, bu, asil bir tavır; ancak, gerçekleri de görmek durumundayız. Her durumda başkaları akıllı ve tedbirli de Türkiye akılsız ve tedbirsiz değildir. Salavat kuvvete bağlıdır derler. Türkiye’nin güç ve imkânlarını küçümsemek gaflet olur; ama, mübalağa da etmemeliyiz. Dünyaya kendimizi, yapabileceğimiz çok şey vardı da gafletimizden yapamadık diye, takdim edemeyiz.

Bir örnek olsun diye arz ediyorum: 15 inci Asrın sonlarında, Endülüs’te, yani İspanya’da Müslümanlar ve Yahudiler mutlak bir soykırıma tabi tutulurken, doğu Akdenizde, biri dünyanın birinci, diğeri üçüncü kudretli devleti olan iki Türk imparatorluğu vardı; Osmanlılar ve Memlûklar. Ordu, donanma sevk edilip, savaşa girmeye imkân görülemedi; ancak, taşıyabildiğimiz kadar taşıdık ve bu sebeple, asırlarca çok da dua aldık. Sonra, güç ve imkân bulundu, bütün Kuzey Afrika asırlarca, her türlü tecavüze karşı Türk kudretiyle korundu.

Bu vesileyle, Sayın Mahmut Yılbaş’ın öngörüşme esnasında, bizi dışpolitikada da zaafa düşüren içteki perişanlığımızı vurgulayan sözlerine de tamamen katıldığımı ifade etmek istiyorum. Tarihi açıp, şu Balkan Harbi Türkiyesini herkes bir kere daha okusa, çok faydalı olacak gibime geliyor.

Konuya dönersek; meselenin barış içinde çözülmesi, teşebbüslerin, teklif ve tasarrufların barışçı olması tabiîdir. Şu var ki, bu barışçı yaklaşımların, gözünü kan bürümüş, Bosna’dan sabıkalı adamlar tarafından zaaf gibi algılanarak, istismarına da imkân verilmemelidir. Bunun için, milletlerarası bir güvenlik tedbirinin derhal alınmasında yarar, hatta, zaruret görüyoruz.

Bu tedbirler, Kosova’yla birlikte benzeri bir uygulamaya konu olan Sancak Bölgesi için de düşünülmelidir. Bu bölgeyi, özelliklerine derinlemesine nüfuz ederek, adalet, barış ve huzur içinde 500 yıl idare etmenin tecrübesine biz sahibiz. Aynı basireti, 35 yıl Tito gösterdi. Bu tecrübelerin içinde, Balkanların, Yugoslavya’nın nasıl yönetileceğinin önemli ipuçları, hatta altın anahtarları vardır.

Kosova’daki Arnavut liderliği mutedil ve barışçıdır. Ancak, Ortodoks Sırp taassubu, barışçı bir insan olan ve mücadelesini barışçı metotlarla yürütmeye çalışan Sayın İbrahim Rugova’yı, kendi kamuoyu ve özellikle genç nesil karşısında zor duruma düşürmüştür.

Bu itibarla, barışçı çözüme doğru ilk esaslı adım, 1974 Anayasasında tanınan ve 1989’da kaldırılan “ileri muhtariyet” statüsüne derhal dönmek olmalıdır. Bunun, işlerliği olan, güven verici milletlerarası bir garantiye bağlanması da şarttır. Aksi takdirde, mücadele bitmez; bir Makarios dönekliği her zaman mümkündür.

Kosova’da yaşayan Türk ve Boşnakların hakları da unutulmamalıdır; amiyane tabirle, oradaki Türk ve Boşnak varlığı ve bu kimlikler, gürültüye gitmemelidir ve hiçbir tarafça ezilmemelidir. Türkiye’nin duyarlık göstereceği konuların en başında, bu husus da yer almaktadır.

Pek üzerinde durulmayan bir başka hususa da dikkat çekmek isterim. Sırp yöneticileri, bizzat Sırp kamuoyu önünde de sanıldığı kadar güçlü değillerdir. Sırp anneleri de, Belgrad ve bütün Sırbistan’da, savaş karşıtı yürüyüşler, gösteriler yapmaktadırlar. Sırp gençlerinin de savaşa o kadar gönüllü olduklarını sanmıyorum. Katliama, baskı, tehdit ve kanunsuzluğa görevlendirilenler, esasen suçlu olan kanunsuz gruplardır. Bir tedbir de, bu haydut güruhunun derhal Kosova’dan çekilmesidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım, müsaade ederseniz...

BAŞKAN – Lütfen...

AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) – Eğer, ben, olayı doğru algılayabilmişsem, diğer gruplar da aksini iddia etmiyorlarsa, Kosova konusunda, Yüce Mecliste ve büyük milletimizin asil vicdanında, millî bir tavrın, Türkiye’ye yakışan millî bir politikanın ölçüleri ve çerçevesi oluşmuştur. Ümit ediyorum ki, Hükümet de, burada ifade edilen bütün görüşleri özel bir duyarlık ve dikkatle değerlendirecek ve bu millî politikanın takipçisi olacaktır.

Yüce Meclis tavrını bir ittifak içerisinde ayrıca dünya kamuoyuna duyurabilirse, bunun da faydalı olacağına kaniyiz. Bizim, bu konuda Hükümete söyleyeceğimiz, bu politikanın takibinde yalnız değilsiniz. DYP, bu politikaya sonuna kadar destek verecektir. Bir de talebimiz var: Yüce Meclisin ve partilerin, gelişmeler hakkında yeteri sıklıkta ve yeteri kadar bilgilendirilmesi gerekir.

Allah, Türkiye’nin de, zor durumdaki kardeşlerimizin de yardımcısı olsun.

Yüce Meclise saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Gökdemir, teşekkür ediyorum.

A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)

1. – Sıvas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu ve 20 Arkadaşının, Görevlendirme ve Atamalarda Usulsüz ve Partizanca Uygulamalar Yaparak Ülkede Gerginlik ve Huzursuzluğa Yol Açtığı İddiasıyla Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay Hakkında Gensoru Açılmasına İlişkin Önergesinin Gündeme Alınıp Alınmayacağı Konusundaki Görüşme (11/14) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanı Sayın Hikmet Uluğbay hakkında verilen gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmamasına dair yapılan açık oylamaya 479 sayın üye iştirak etmiş; gündeme alınmasını kabul istikametinde 211, kabul edilmemesi istikametinde 267, geçersiz 1 oy çıkmıştır; bu suretle, gündeme alınması kabul edilmemiştir.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Sayın Başkanım, izin verirseniz, Genel Kurula teşekkürlerimi sunmak isterim.

BAŞKAN – Efendim, böyle bir usulümüz yok; ama, yerinizden, iki dakika... Buyurun efendim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Genel Kurulun göstermiş olduğu teveccühe teşekkür ediyorum. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum efendim.

B) GÖRÜŞMELER (DEVAM)

2. – İstanbul Milletvekili Mustafa Baş ve 70 Arkadaşı ile Kırklareli Milletvekili İrfan Gürpınar ve 23 Arkadaşının, Kosova’daki son gelişmeler konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergeleri üzerine Genel Kurulun 10.3.1998 tarihli 64 üncü Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşme (8/19, 20) (Devam)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Gürpınar; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önerge sahibi olarak az önce yaptığım konuşmada, Kosova olayının tarihini, bugünkü geldiği noktayı anlatmıştım ve Grup adına yapacağım konuşmada diğer görüşlerimi belirteceğimi söylemiştim; şimdi, onlara devam ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Kosova’da bir bunalım vardır, bunalım tehlikeli bir aşamaya gelmiştir; etnik arındırma yapılmaktadır, silahla yapılmaktadır, saldırıyla yapılmaktadır. Kosova olayının çözülmesi gerekir; ama, Kosova olayının en tehlikeli yanı da, olayların komşu Makedonya’ya sıçramasıdır; çünkü, Makedonya’nın Kosova bölgesinde Arnavutlar yaşamaktadır ve bu Arnavutlar ile Kosova Arnavutları, akrabalık bağıyla, ırk bağıyla birbirlerine bağlıdırlar. Eğer, olay lokal halde tutulamaz ve bunalım Makedonya’ya sıçrarsa, bu bunalımın Kosova’yı, Makedonya’yı, Sırbistan’ı, Bulgaristan’ı, Yunanistan’ı ve Türkiye’yi de etkileyeceği ve olayların içerisine bu ülkelerin de katılacağı korkusu yaşanmaktadır; gerçek de bu yöndedir.

Değerli arkadaşlarım, şunu unutmamamız gerekir: Kosova’da yaşananlar, Bosna-Hersek’in tekrarıdır. Sırplar, sık sık başvurdukları bir etnik arındırmaya Kosova’da da başvurmuşlardır. Az önce de sayın konuşmacının belirttiği gibi, olay, bir coğrafya olayı değildir; bir kimlik ve inanç olayıdır ve bir kimliğin ve inancın yok edilmesi olayıdır. Umuyorum ki, dünya, Bosna-Hersek’ten gereken dersleri almıştır.

Olayların altında yatan en önemli sebeplerden biri de, Kosova’nın 22 Martta seçimleri yapma kararını ilan etmesidir. Kosova, kendi yapısı içerisinde, cumhurbaşkanını seçmiştir, başbakanını seçmiştir, 22 Martta da seçimleri yapacağını belirtmiştir; Sırbistan da, bu seçimleri kabul etmeyeceğini, hatta yaptırmayacağını açıklamıştır; olayın altında bugünlerde yatan en önemli sebeplerden biri de budur.

Değerli arkadaşlarım, Kosova olayını bütün konuşmacılar çok detaylı olarak anlattılar. Kosova olayında söylenmemiş laf kalmadı; ama, Kosova olayının Türkiye boyutuyla ilgili bazı şeyler söylemek istiyorum.

Kosova olayıyla ilgili, Türkiye’ye büyük sorumluluklar düşmektedir. Geçen konuşmamızda da söylediğimiz gibi, Türk Hükümeti, bu konuyu iyi teşhis etmeli, tavrını netleştirmelidir. Kosova olayını, kendine özgü şartları içerisinde iyi anlamak lazımdır. Kosova’nın, Sırbistan siyasî yapılanması içerisinde, kendine özgü siyasî ve hukukî konumu vardır. Bugün -az önce de söyledim, tekrar ediyorum; ama, çok önemli olduğu için söylüyorum- Kosova’nın Cumhurbaşkanı vardır, Başbakanı vardır ve sınırların belli bir yapısı vardır. Bu, kendine özgü bir siyasî yapıdır ve dünya da, bunu, bu şekilde kabul etmiştir. Şu andaki olay, Sırpların bu yapıyı geriye çekme talep ve gayretinden ibarettir.

Değerli milletvekilleri, Kosova olayı ile ilgili genel görüşmenin öngörüşmesi sırasında, partimizin görüşlerini belirtmiş, Hükümetin olaya yaklaşımıyla ilgili olarak da bazı tereddütlerimizi dile getirmiştik; o görüşlerimizi, burada tekrar etmek isterim. Demiştik ki, Dışişleri Bakanlığımız, başlangıçta çekimser ve mahcup bir davranış içine girmiş, olaya yeterince teşhis koyamamıştır. Dışişleri Bakanımız Sırbistan’a yaptığı ziyarette, başkentte, Miloseviç’e “olayların, çatışmaların çıkmasından üzüntü duyduğunu, bu olayın Sırbistan’ın iç işi olduğu anlayışından hareketle, Sırbistan’ın toprak bütünlüğüne saygılı olduğunu, taraflar arasında imzalanan 1996 eğitim anlaşmasının yürürlüğe sokulmasını” ifade etmiştir.

Değerli arkadaşlarım, Dışişleri Bakanımız Sayın İsmail Cem, bu konudaki konuşmalara verdiği cevapta, Hükümetin yaptıklarını, Cumhurbaşkanımızın gayretlerini sıralamış, bunların isabetli olduğunu savunmuş; ama, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsünün söyledikleriyle ilgili çok kötü bir benzetme yaparak “Sayın CHP sözcüsünün dediği gibi, Türkiye mahcup davranış içine girmemiştir; kimse, bunu bize diyemez. Yunanistan’ın bile diyemediğini, lütfen, biz, birbirimize söylemeyelim” diye bir ifade kullanmıştır.

Değerli milletvekilleri, Sayın İsmail Cem, kibar ve nazik bir arkadaşımızdır. Kullandığı kelimelerin nereye gideceğini de bilir. Bizim söylemek istediklerimizi beğenmeyebilir, kabul etmeyebilir, çok doğaldır cevap da verebilir; ama, olaydaki Yunanistan benzetmesini anlamamız mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, bu konuda, Yunanistan bile bir şey söylememiş. Biz, ne zamandan beri Yunanistan’ın bizim aleyhimize bir şey söylememesini övünç vesilesi olarak kabul ediyoruz?!

Değerli arkadaşlarım, kaldı ki, Yunanistan’ın, Kosova konusundaki politikası bellidir. Kosova, Yunanistan ve Rusya bu politikada aynı çizgidedir.

Değerli arkadaşlarım, eğer, Yunanistan, bu konuda bize bir şey söylemiyorsa, bunun üzerinde düşünmemiz gerekir. Acaba bizim izlediğimiz politikayla, Sırpların ve Yunanlıların izlediği politika bir yerde çakışıyor mu? O mu, bu anlama geliyor, bu mu anlatılmak isteniyor?

Değerli milletvekilleri, ben, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü ve o konuşmayı yapan kişi olarak, bu benzetmeyi kabul etmediğimi ve bu konuda çok değerli diplomat Sayın İsmail Cem’e, teessüflerimi bildirdiğimi belirtmek isterim.

Sayın İsmail Cem, 10 Martta yapılan görüşmelerde bize cevap verirken, yukarıda söylenen sözlerden sonra “Sırbistan’ın toprak bütünlüğüne saygılı olduğumuzu söylemişiz. Sırbistan’ın toprak bütünlüğüne... Efendim, bu, bir iki kez tekrar edildi, mealen aynen okudum; fakat, bu anlamda başka şeyler söylendi. Tırnak içinde aynen söylüyorum: “Sırbistan’ın toprak bütünlüğüne saygılı olduğunu Türkiye söylemiş ve tabiî bununla da fevkalade büyük bir yanlış yapmış. Dışişleri ciddî bir iştir. Biz, imzaladığımız anlaşmalarda -sadece Avrupa’nın değil, Ortadoğu’nun ve bugün AGİT anlaşmaları- Türkiye olarak şunu beyan etmişiz, demişiz ki: Mevcut sınırların hukukî olduğunu, biz, Türkiye olarak kabul ediyoruz. Şimdi kalkıp da ne diyelim? Ne yapalım? Hudutlar tanınmasın, öyle mi; öyle bir çığır mı açalım?”. Devamla, Cumhuriyet Halk Partisi iktidara gelirse hudutları tanımayacağını bütün dünyaya ilan etsin ve bu konuda gereğini yapsın anlamına gelen sözler sarf ediyor.

Değerli arkadaşlarım, hudutların tanınması, hudutların korunması, hudutlarla ilgili hassasiyet uluslararası prensiptir. Bunu herkes bilir; Dışişleriyle ilgili biraz bilgisi olan herkes bunu söyler. Hudutlara saygı, toprak bütünlüğü; bunlar, evrensel değerlerdir. Bunlara kimsenin bir diyeceği yok; ama, bu ilkeler, Kosova’nın özgün yapısı içinde dikkatle kullanılması gereken ifadelerdir. Kosova olayına toprak bütünlüğü, sınırların korunması ilkesiyle yaklaştığınız takdirde, Kosova’yı, Sırbistan’ın iç konusu haline getirirsiniz. Sırplar da zaten ne diyor; Kosova bizim iç sorunumuzdur; Kosova sorununu biz iç hukukumuzla halledeceğiz ve toprak bütünlüğü ve sınırlar korunacaktır.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Dışişleri Bakanımız, bu konuyla ilgili çeşitli zamanlarda, çeşitli şeyler söyledi; fakat, son zamanlarda, bunları söylemez oldu; doğruyu mu buldu bilemiyorum...

Bakanlar Kurulunun dün yaptığı bir toplantı vardı. Bakanlar Kurulu, bu toplantıdan sonra, Kosova sorunuyla ilgili görüşlerini açıkladı; gayet güzel şeyler var; ama, değerli arkadaşlarım, bu görüşlerin arasında, toprak bütünlüğü, sınırların korunmasıyla ilgili hiçbir şey yok. Bunu, Hükümet, kasten mi atladı, bilemiyorum; ama, ben, Hükümetin, kasten atlamadığına ve sağlıklı bir politikayı benimsediğine inanıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakın, buradaki öneriler şunlar: “Yugoslavya Federal Cumhuriyeti makamları ile Kosova halkı temsilcileri arasında kapsamlı bir diyalog derhal başlamalıdır. Diyalogta iki tarafın da üzerinde anlaşacağı bir devletin veya kuruluşun, çözümü kolaylaştırıcı bir işlev üstlenmesine olanak sağlanmalıdır.” Yani, bir arabulucu olmalıdır; doğru... “Kosova’ya, özerklik döneminde, bütün etnik grupları kapsayan, tüm haklarının geri verilmesi için, diyalog hemen başlatılmalı ve bu diyalog -çok önemli- özerklik dışında başka seçeneklerin de görüşülmesine açık olmalıdır.” Değerli milletvekilleri, bu, çok önemli bir ifade: “Özerklik dışında başka seçeneklerin de görüşülmesine açık olmalıdır.”

Değerli arkadaşlarım, özerklik dışında, başka seçenekten kasıt ne acaba?

EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa) – Bağımsız cumhuriyet...

İRFAN GÜRPINAR (Devamla) – Evet; ben de, belki yanlış bir şey yaparım diye, bunu bir diplomata sordum; o da, bana aynı şeyi söyledi.

Peki, nerede kaldı toprak bütünlüğü, sınırların korunması prensipleri?

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) – Geçmişte kaldı...

İRFAN GÜRPINAR (Devamla) – Evet; işin özü bu; biz de, bunu anlatmak istemiştik. Sayın İsmail Cem bu noktaya geldi mi gelmedi mi, bilmiyorum; ama, Sayın Hükümeti de, bu konuda kutluyorum. Evet, bu ifade, diplomat olarak, diplomatça, en iyi bu şekilde ifade edilebilir: Özerklik dışında, başka seçeneklerin de görüşülmesine açık olmalı...

Evet, değerli arkadaşlarım, geçen konuşmamızda da, bu konuşmamızda da Cumhuriyet Halk Partisi olarak onu vurgulamak istiyoruz. Geçen konuşmamızda, olayı bir plana bağlamayın, olayın kendine özgü bir dinamik yapısı var, nereye gider belli olmaz, bu olayda da, uluslararası önemli prensipleri olan sınırlardan pek bahsetmeyin demiştik ve Sayın İsmail Cem, bizim bu sözümüz üzerine “Yunanistan dahi bunu bize söylemedi” demişti. Ne garip tecellidir ki, bir hafta sonra, Hükümet, bizim dediklerimizi doğruladı. Dünkü Bakanlar Kurulu toplantısında Sayın Cem yoktu; bilemiyorum, onun olmaması mı acaba bu noktaya getirdi?..

Değerli milletvekilleri, Kosova olayıyla ilgili öngörüşmeler faydalı olmuştur. Meclisimiz, olaya sahiplendiğini, açıkça, tavır olarak ortaya koymuştur; Hükümet olarak -öngörüşmelerden aldığı ve inanıyorum ki, diğer etkilerle de- politikasını açıklığa kavuşturmuştur. Kosova olayı, Sırbistan’ın iç sorunu değildir; Kosova’nın, kendine özgü bir yapısı ve sınırları vardır.

Dünyada, Kosova ile ilgili çok üst düzeyde bir duyarlılık sergilenmiştir; bütün dünya liderleri Kosova ile ilgilenmektedir. Amerika Birleşik Devletleri en üst düzeyde ilgilenmiştir, en üst düzeyde Kosova’ya ziyaretler yapmıştır. Altı ülkeden oluşan Temas Grubu, Kosova ile ilgili toplantılar yapmış, bir dizi kararlar almış ve Sırbistan’a, 25 Marta kadar, aldığı kararlarla ilgili düzeltmeler yapması için süre vermiştir. Temas Grubunun aldığı önlemlerin uygulanması bakımından Güvenlik Konseyi toplantıya çağrılabilecektir.

Değerli arkadaşlarım, Kosova olayıyla ilgili alınması gereken diplomatik tedbirler vardır; ama, bütün bu gelişmeler olana kadar, alınması gereken öncelikli tedbirler şunlardır:

Kosova olayının çözümü şu anda bir plana bağlanmamalıdır.

Kosova’da derhal savaşı önleme diplomasisi yürürlüğe konulmalı ve bu konuda gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu çok önemlidir; öncelikle savaşı önleme diplomasisi yürürlüğe konulmalı, gerekli tedbirler alınmalıdır.

Birleşmiş Milletlerden gerekli kararın çıkması büyük bir ihtimalle Rusya’nın vetosuna uğrayacağından, bölgeye Birleşmiş Milletlerin bir kuvvet göndermesi mümkün olmayacaktır. Bölgeye NATO güçlerinin yerleştirilmesi yönünde etkin girişimlerde bulunulmalıdır.

Taraflar arasında görüşmelerin bir an önce başlatılması gündeme gelmelidir.

Değerli milletvekilleri, olayı takip ediyorsanız, bugünlerde, Sırbistan’dan heyetler Kosova’ya gidiyor; ama, Kosovalılar o heyetleri karşılamıyorlar. Yaptıkları doğrudur; çünkü, Kosovalıların o heyetlere gitmesi ve birlikte görüşmelere başlaması, yine, olayı, Sırbistan’ın iç sorunu haline getirecektir. Bu bakımdan, görüşmelerin mutlaka bir arabulucu vasıtasıyla yapılması gerçekleştirilmelidir.

AGİT adına arabuluculuk görevini kabul eden Sayın Felipe Gonzales, bu konuda göreve hazır olduğunu beyanla, kendisine çalışma imkânlarının yaratılması yönünde Sırbistan’a talepte bulunmuştur. Gonzales, bu konuda iyi bir arabulucudur. O olmazsa, Amerika Birleşik Devletlerinin bu konuda arabuluculuk yapabileceğini kabul ediyoruz. Her iki ülke -Sırplar ve Kosovalılar- arasındaki görüşmeler çok önemlidir; bir arabulucu vasıtasıyla başlatılması gerekir.

Değerli milletvekilleri, geçen hafta yaptığım konuşma sırasında da bu konuyu söylemiştim. O güne kadar bütün dünya ülkeleri Kosova’da yapılan Sırbistan saldırılarını, etnik arındırma olayını kınamıştı; Türkiye, bugüne kadar kınamadı. O gün söylemiştim; Türkiye, bugüne kadar kınamadı... Umuyorum ki, biraz sonra -Sayın Gökdemir’in de belittiği gibi- Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu konuda bir karar tasarısı hazırlayacaktır. Bu karar tasarısını gruplar benimsemiştir, benimseyecektir ve bu karar tasarısı dünya kamuoyuna ilan edilecektir. Bu karar tasarısının en önemli maddelerinden biri, bu olayların kınanması olmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Gürpınar, 2 dakika...

İRFAN GÜRPINAR (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan...

BAŞKAN – Lütfen...

İRFAN GÜRPINAR (Devamla) – Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu karar tasarısında, Sırbistan’ın bugüne kadar yaptığı etnik arındırma hareketlerini, saldırıları, insan öldürme olaylarını açıkça kınayacaktır. Bu konu, Kosovalılar tarafından hassasiyetle takip ediliyor. Bir müddet önce Türkiye’ye gelen Kosova Cumhurbaşkanının danışmanı beni ziyaret ettiğinde “maalesef, Türkiye’den, bu konuda, şu ana kadar bir kınama duyamadık” diye sitem etti.

Değerli arkadaşlarım, olabilir ise -Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunuyorum, Başkanlığın değerlendirmesine sunuyorum- 22 Martta yapılması düşünülen ve bana göre olayın çok önemli bir boyutu olan seçimlerin izlenmesi için, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, bir Parlamento grubunu Kosova’ya göndermesi düşünülmelidir.

Değerli arkadaşlarım -geçen oturumda da belirtilmişti- maalesef, Türk Dışişleri, bugüne kadar, Sırplarla olan münasebetleri yanında, Kosovalılarla olan münasabetlerinde biraz geride kalmıştır; bu konu da bir sitem konusudur. Sayın Dışişleri Bakanımız geçen yaptığı konuşmada “yanlış biliyorsunuz; bizim büyükelçimiz oraya sık sık gitti” demiştir.

Değerli arkadaşlarım, söylemesi acıdır; bütün dünya büyükelçileri Kosova’ya çok sık gitmişlerdir; ama, en az giden, Türk Büyükelçisidir ve gittiği zaman da, benim bölgem olan, babamın bölgesi olan Prizren’de Türklerin arasına gitmiş, orada incelemelerde bulunmuştur.

Sözlerime son veriyorum...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İRFAN GÜRPINAR (Devamla) – Teşekkürlerimi sunacağım Sayın Başkanım.

Genel görüşmeyle ilgili, Türkiye Büyük Millet Meclisi duyarlılık göstermiştir, olayı sahiplenmiştir. Genel görüşme süreci içerisinde, Hükümetimiz, tavrını belirlemiş ve dün açıkladığı bildiriyle, dünya kamuoyuna Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin tavrını da sergilemiştir.

Şunu unutmamak lazımdır: Kosova’da ırktaşlarımız vardır; Kosova’da dindaşlarımız vardır; Kosova’da akrabalarımız vardır. Kosova’da bulunan Arnavut ve Türk nüfusu 2 milyon, Türkiye’de bulunan Kosovalıların nüfusu 3 milyondur ve her şeyin ötesinde, Kosovalılar davalarında haklıdır ve Türkiye Cumhuriyeti, Kosovalıların bu haklı davalarında tüm desteğiyle yanındadır.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Gürpınar, teşekkür ediyorum.

Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Demiralp, grup görüşlerini ifade etmek üzere; buyurun. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA İRFAN DEMİRALP (Samsun) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına, Yüce Meclisi ve televizyonları başında bu önemli konuyu izleyen vatandaşlarımı saygılarımla selamlıyorum.

Benden önce konuşan arkadaşlarımın değindikleri konuların hemen hepsine katılıyoruz ve gerek öngörüşmelerde gerekse şu ana kadar yapılan görüşmelerde, tüm parti gruplarının fikirlerinin bir insicam içerisinde -birinin fikrini diğerinin destekler yönde- olduğunu görmekten de büyük bir mutluluk duyduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, geçtiğimiz haftalarda, Miloseviç yönetiminin Kosova’da katliam emrini vermesiyle, aslında “Yeni Yugoslavya Federe Devleti” dediğimiz devlet de dağılma sürecine girmiştir; yani, Yugoslavya, önce bir defa dağılmış, sonra, Karadağ ve Sırbistan Cumhuriyetlerinden oluşan Yeni Yugoslav Federe Devleti oluşmuş, bu devletin içinde Voyvodina ve Kosova özerk bölgeleri olarak 1989 yılına kadar devam etmiş... Tekrar üzerine basarak söylemek istiyorum, bu son katliam kararı, artık, Miloseviç yönetimindeki Yugoslavya’nın da yeni bir dağılma sürecine girdiğini gözler önüne sermektedir.

Şimdi, burada, konuya hassasiyet göstermesi gereken tek ülke Türkiye değildir. Tüm Balkan ülkeleri, bu konuya, en az Türkiye kadar hassasiyet göstermek mecburiyetindedirler.

Yugoslav Federe Devletinin ikinci ayağı olan Karadağ Cumhuriyeti, geçtiğimiz günlerde, Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamayla, Sırbistan yönetimini, Miloseviç yönetimini, ağır bir şekilde eleştirmiş ve Miloseviç’in Yugoslavya Cumhurbaşkanı olarak yetkilerinin Sırbistan’la sınırlanması gerektiğini, bilhassa vurgulamıştır. Ayrıca -dikkatlerinizden mutlaka kaçmamıştır- geçtiğimiz günlerde, Temas Grubunun ortaya koyduğu yeni yaptırımlar ve ambargolarla, Karadağ Cumhurbaşkanı “Karadağ’ın bu ambargoların dışında tutulmasını” açıkça, dünya kamuoyu önünde ifade etmiştir; çünkü, bugün, Kosova’da katliam emrini veren Sırbistan yönetiminin, artık, burada, bir federe Yugoslav Devletini taşıyamayacağı, artık, herkesin gördüğü bir gerçek haline gelmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, Yugoslavya’nın dağılma sürecinde, Slovenya ve Hırvatistan, küçük, kısa süreli bazı çatışmalar sonucunda, bazı Avrupa ülkelerinin yardımıyla, etkisiyle, bilhassa Almanya’nın öne çıkmasıyla, bağımsızlıklarına kavuşmuşlar; ancak, Bosna-Hersek’te savaş ikibuçuk yıl sürmüş ve ikiyüz binin üzerinde insan hayatını kaybetmiş, Bosna-Hersek yakılıp yıkılmıştır.

Bugün, Kosova’da yapılmak istenen olaylar, Sırbistan yönetiminin yapmak istediği olaylar, tabiat itibariyle, Bosna-Hersek’tekilere benzemektedir; ancak, Bosna-Hersek’ten çok farklıdır; çünkü, Kosova’nın doğusundaki sınır komşusu Makedonya’dır; Bosna-Hersek’in böyle bir sınır komşusu yoktu. Makedonya, fitilinin ateşlenmesi halinde, tüm Balkanları ateş içerisine sokacak patlamaya hazır bir bomba gibi durmaktadır.

Benden önce konuşan arkadaşlarımızın, bilhassa Sayın Gürpınar’ın, Makedonya konusunda söylediği sözleri tekrarlamadan, ilave olarak birkaç cümle söylemek istiyorum.

Makedonya’nın batısında, yani Kosova’ya sınır olan, Arnavutluk’a sınır olan bölgede Makedonya nüfusunun dörtte birini teşkil eden Arnavut azınlık yaşamaktadır ve bu Arnavut azınlık, Kosova’da meydana gelen olaylardan şimdiden etkilenmiş durumdadır. Balkanların en deneyimli, Makedonya’nın en deneyimli lideri diye tanımlanan 80 yaşındaki Cumhurbaşkanı Gligorov’un endişesi de, Kosova’da meydana gelecek olayların, Makedonya sınırını aşarak, Makedonyalı Arnavutların yaşadığı bölgelere inmesi ve bir sarmal etkisiyle tüm bölgeyi bir ateş çemberine çevirmesidir.

Değerli arkadaşlarım, Bosna olaylarında geç kalan dünya kamuoyunun, Bosna olaylarından aldığı deneyimle ve aynı zamanda da cesaretle, Kosova’da meydana gelen olaylara çok daha çabuk tepki verdiğini görüyoruz. Bu tepkilerin çabuk verilmesinde, şüphesiz, Türkiye’nin konuya gösterdiği hassasiyet önemli rol oynamıştır; ancak, asıl önemli faktör, Batı’nın, Bosna’da meydana gelen olaylardan ders almış olmasıdır.

Bildiğiniz gibi, Amerika Birleşik Devletleri “bir sonraki domino” olarak tabir edilen, tanımlanan Makedonya’nın, toprak bütünlüğünün sağlanmasına çok önem vermektedir. Bu amaçla, Amerika Birleşik Devletleri önderliğinde bir Birleşmiş Milletler Barış Gücü, 700 kişilik sembolik bir güç de olsa, Makedonya’ya yerleştirilmiştir ve hatta, Gligorov yönetimini desteklemek için -biraz sonra size ifade edeceğim- Makedonya’nın içinde, iç dinamikleri nedeniyle, Gligorov yönetimini desteklemek için, Amerika Birleşik Devletleri, Makedonya’nın 1997 yılındaki ticaret açığının tümünü kapatmıştır.

Değerli arkadaşlarım, Makedonya’da bir anamuhalefet partisi var; Internal Macedonian Revolutionary Organization; yani, Makedonya İç Devrim Organizasyonu adını taşıyan bir anamuhalefet partisi var. Bu anamuhalefet partisi, şu anda Makedonya’daki oyların yüzde 25’ini almış olan bir parti. Çok ilginçtir, bu parti, yani -üstüne basarak söylüyorum- Makedonya anamuhalefet partisi, Bulgar hayranlığı taşıyan bir partidir; Bulgarofili denilen bir düşünceyi, Bulgar hayranlığını, parti programına yazdırmıştır ve geçen yıl yapılan parti kongrelerinde, bu şekilde düşünmeyen parti yöneticilerini yönetimden uzaklaştırmıştır; bunu böyle bir kenara koyalım. Makedonya içerisinde Sırp hayranlığı duyan siyasî partiler, gruplar vardır; Makedonya’nın ikinci önemli partisi. Makedonya anamuhalefet partisi, Bulgar hayranlığının biraz daha ötesine geçerek, Makedonların kökenlerinin Bulgar olduğunu, esasen Bulgaristanla bütünleşmenin en doğru yöntem olacağını dahi söylemektedir. Ancak, mevcut Makedon yönetimi, Gligorov başkanlığındaki Makedon yönetimi, tabiî ki, bu Bulgar hayranlarına da, Sırp hayranlarına da karşı çıkmakta, Mekedonya’nın bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdüreceğini söylemektedir; fakat, Makedonya’nın Pirlepe ve Kumanovo şehirlerinde meydana gelen olaylar, polis istasyonlarının bombalanması olayları, çok yönlü yoruma açık olaylardır; yani, bu şehirlerdeki polis istasyonlarının bombalanmasını Kosova Kurtuluş Ordusunun yaptığını söyleyenler var, Sırp gizli polisinin yaptığını söyleyenler var. Bütün bunlar gösteriyor ki, Makedonya’da, kendi içinde bir dağılma sürecinin yaşanması ihtimali vardır; Makedonya, patlamaya çok hazır bir bombadır.

Yine, geçen yıl, bildiğiniz gibi, Gostivar şehrinin Arnavut Belediye Başkanı görevden alınmış, bu nedenle, halkla polis arasında çatışmalar çıkmış, 4 polis hayatını kaybetmiş ve şu anda da bu şehirde, Gostivar’da ve çevresinde, Sırp polisi yolları kapatmış ve çeşitli kontroller yapmaya devam etmektedir.

Değerli arkadaşlarım, Makedonya’da şu andaki anamuhalefet partisinin, yapılan tahminlere göre, önümüzdeki ilk genel seçimlerde Makedon Parlamentosunun çoğunluk partisi olacağı beklentisi vardır. Böyle olması halinde, Demokratik Refah Partisi adındaki, Kosova’da eğitimini görmüş bir şahıs olan Dizaferi yönetimindeki bu ikinci siyasî partinin de, ayırımcı görüşlülerle birleşmesi halinde, bunlar, önümüzdeki seçimlerden sonraki bir süreçte Makedonya’yı değişik etnik kantonlara bölmek isteyebilecekleri endişesi vardır.

Bütün bunların yanında, Makedonya’daki bu iç dinamiklerin yanında, Yunanistan, her ne kadar Makedonya’ya karşı büyük düşmanlık besliyorsa da, Makedonya’nın, Avrupa Konseyine katılması esnasında isminin değiştirilmesini şart koşup, hatta Makedonlara, Makedonya’nın ismini “Eski Yugoslav Cumhuriyetlerinden Makedonya” gibi uydurma bir isim olarak kabul ettirmişse de, Yunanistan da Makedonya’nın bölünmesini istemiyor; çünkü, Yunanistan sınırlarındaki istikrar için de, Bulgaristan ile Arnavutluk arasında veya Sırbistan arasında bölünmüş bir Makedonya’dan ziyade bütün bir Makedonya, Yunanistan çıkarları için daha uygun düşmektedir. Yani, şu anda, Makedonya’nın kendi içindeki bütünlüğünü tartışan, onu yıkmaya çalışan dinamikler, Makedonya’nın düşmanı Yunanistan’ın etkilerinden, tepkilerinden daha tehlikelidir.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, arkadaşlarımız az önce, NATO’nun süratle Kosova’ya asker göndermesi, yeterli sayıda birlik göndermesi gerektiğini söylediler; çok doğru. Ben, 15 Şubat; yani, geçen ay Brüksel’de yapılan NATO toplantılarında, Kosova’daki gelişmesi muhtemel bu olayları, naçizane dile getirdim. Bize, çeşitli NATO konularıyla ilgili bilgi veren üst düzey askerî yetkiliye “bu gelişmeleri bildiğiniz, muhtemel, olacak, olabilecek gelişmeleri bildiğiniz ve gördüğünüz halde, buraya bir NATO gücünü niye göndermiyorsunuz?” sorusunu sorduğumda, bana “böyle bir işlemi yapmak için hukukî dayanak yok” cevabını verdiler. Yani, NATO’nun, o gün için, 15 Şubatta, Kosova’ya bir askerî birlik göndermesi için hukukî zemin olmadığı söyleniyordu; ancak, son gelişmeler, bugün gelinen nokta, artık, NATO’nun, Birleşmiş Milletlerin, Kosova’ya, buradaki olayları önleyecek bir askerî gücü göndermesi için gerekli hukukî zemini oluşturmuştur kanaatindeyim.

Değerli arkadaşlarım, Hükümetin, Bakanlar Kurulunun, dün yaptığı açıklamayı, iki açıdan çok önemli görüyorum:

Birincisi, olaya doğru teşhis koymuştur; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin koyması gereken tepkiyi koymuştur.

İkincisi -abartmamaya çalışıyorum- Türkiye’nin klasik dışpolitika anlayışında da bir değişikliği ortaya koymuştur.

Sayın Gürpınar az önce yapmış olduğu eleştiride belirtti; yani, gelinen bu noktada, Dışişleri Bakanlığının, birtakım kategorik kelimeleri kullanarak “toprak bütünlüğünü destekliyoruz” gibi savlarına yer yoktur. Gelinen bu noktada, ancak ve ancak, Bakanlar Kurulunun dün yaptığı açıklama Türk kamuoyunu tatmin edebilirdi; Türkiye’nin, Balkanların en büyük devleti olarak, Balkanlarda meydana gelebilecek olaylara doğru teşhis koyduğunu gösterebilirdi ve Bakanlar Kurulu bu tespiti yapmış, bu tepkiyi göstermiştir; burada şükranlarımı sunmak istiyorum.

22 Martta, Kosova’da yapılacak olan seçimler -arkadaşımızın da ifade ettiği gibi- Sırbistan yönetimi tarafından, Miloseviç yönetimi tarafından kabul edilmemektedir, meşru sayılmamaktadır. Ancak, bu konuda Sırbistan ile zaten ters düşmüş durumda olan Karadağ’ın ne düşündüğünü şu anda ben bilmiyorum; şayet Dışişleri Bakanına vekâlet eden değerli arkadaşımızın, Karadağ’ın bu konuda ne düşündüğü, yani, Kosova’da yapılacak olan seçimler hakkında ne düşündüğü konusunda bir bilgileri varsa, burada bizlere söylerlerse, çok sevineceğimi ifade ederim.

Bütün bunlara rağmen, şayet gitme imkânı bulunabilirse, 22 Martta yapılacak olan Kosova’daki seçimleri bir Parlamento heyetinin izlemesinde ben de, biz de yarar görüyoruz. Zaten, bu seçimler bu kadar yakın olmasaydı; yani, birkaç ay sonra olacak olsaydı, ben, Avrupa Konseyinin ve AGİT’in de buraya seçimleri izleyici bir grup göndereceğini zannediyordum.

Arkadaşlarımın söylediği bir cümleyi ben de çok önemli olduğunu ifade ederek tekrarlamak istiyorum: Kosova meselesi Yugoslavya’nın -Karadağ’ı şimdi ondan ayrı tutmak gerekirse, dağılma sürecindedir çünkü; Karadağ da Yugoslavya’dan ayrılacaktır- iç işi değildir ve İbrahim Rugova önderliğindeki Kosovalı yöneticiler, Temas Grubunun telkiniyle görüşmeler için gelen Sırp heyetleriyle ikili görüşmeler yapmama kararında haklıdırlar. Kosovalı yöneticiler “bu görüşmeleri yapacaklarını, ancak, bu görüşmelerde bir arabulucunun mutlaka bulunması gerektiğini” ifade etmişlerdir ve arkadaşımızın söylediği gibi, Gonzales bu konuda arabulucu olarak belirlenmiş; ancak, henüz onun katıldığı toplantılar bildiğim kadarıyla başlamamıştır ve ayrıca, Türkiye’nin yapacağı çok acil iş, şayet şu ana kadar yapılmadıysa, konunun çok acil olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine götürülmesi ve burada ele alınmasının sağlanmasıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Demiralp, 1 dakika yetiyor mu?

İRFAN DEMİRALP (Devamla) – Yeter Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Pekala, buyurun.

İRFAN DEMİRALP (Devamla) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; konunun önemini Hükümetimiz kavramıştır, bugüne kadar benzeri konularda atfettiği önemden çok farklı ve çok anlamlı bir önem vermiştir, bunu açıklamıştır; Türkiye Büyük Millet Meclisindeki tüm siyasî gruplar konunun arkasındadır; Türkiye, Balkanların en büyük devleti olarak, Balkanlarda bir yangının çıkmasına karşıdır, böyle bir yangın, hem Türkiye’nin hem de tüm Balkan ülkelerinin mutlaka zararına olacaktır.

Bu doğrultuda konunun barış içinde çözümlenmesini diliyor, Yüce Heyete saygılar sunuyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Demiralp.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Mümtaz Soysal; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA MÜMTAZ SOYSAL (Zonguldak) – Sayın Başkan, sayın arkadaşlarım; Demokratik Sol Partinin, bu konuda, yani Türkiye açısından ne yapılması gerektiği konusunda, görüşlerini açıklamak için karşınızdayım.

Elbette, bu görüşler, zaten açıklanmış olan Hükümet kararına da etki göstermiş ve o kararın da içindedir; ama, ben biraz daha konuyu açmak istiyorum. Çünkü, rastgele bir sorumluluk karşısında değiliz. Aslında, üç sorumluluğu birlikte yerine getirmek durumundayız.

Birisi, Balkanlardaki bütün Müslüman topluluklar bakımından, Türk ya da Türk olmayan Müslüman topluluklar bakımından, ecdadımıza karşı yerine getirmek zorunda olduğumuz manevi sorumluluk. Çünkü, bu insanlar, ecdadımız orada bulunduğu için Müslümanlığı kabul ettiler ve aşağı yukarı 19 uncu Yüzyıl boyunca -ve hâlâ şimdi- çektikleri bütün eziyet bundan ötürü oluyor; o bakımdan bir sorumluluğumuz var.

İkinci sorumluluğumuz, bugün, yurdumuzda yaşamakta olan vatandaşlarımıza karşı bir sorumluluk. Çünkü, bir Amerikan demografın, yani nüfus uzmanının belirttiğine göre, Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki nüfusumuzun aşağı yukarı yarısı, çeşitli göçlerle Türkiye’ye gelmiş olan ya da Osmanlıdan kalmış olan, Türk topraklarına gelmiş olan Müslümanlardan oluşmaktadır ve bunlar, her zaman -bugün, pek moda olan ve ırkçılık kokan etnik deyimle- Türk asıllı da olmayabilmişlerdir; ama, burayı korunma ve sığınma yeri olarak görmüşler ve Müslümanlıklarına zamanla Türklük de eklenmiştir. Onun için, Türkiye, bu bakımdan insanlığa da örnek olabilecek, yani her şeyin etnik temele dayandırılmasının yanlış olduğunu sergileyecek bir gelişme göstermiştir.

Üçüncü sorumluluğumuz ise, çok çağdaş ve çok daha geniş bir sorumluluktur; o da insanlığa karşı sorumluluğumuzdur. Bırakın Balkanları, dünyanın herhangi bir yerinde işlenen soykırım suçu, bütün insanlığı ve bu arada bizi de ilgilendirir. Bizi daha çok ilgilendirişine ek olarak, böyle bir genel ilgilendiriş vardır.

Balkanlarda, çeşitli vesilelerle uygulanan soykırımlar -daha doğrusu, isterseniz, buna etnik temizlik diyelim- insanlığın şimdiye kadar alıştığı tarzlardan farklı olmaktadır; örneğin, Almanların uygulamış olduğu böyle kitle halinde insan imha etmek ve bunun teknolojisini geliştirmek biçiminde değil; ama, bütün 19 uncu Yüzyıl boyunca, değişik bir biçimde olmuştur. İlk bakışta, insan sayısı çok büyük olmayabilir ve bu bakımdan, soykırım deyiminin gerisindeki kitle kavramından farklı olabilir; ama, yabancı bir tarihçinin belirttiği çok ilginç bir şey var: 19 uncu Yüzyıl boyunca ve hâlâ, Balkanlarda yapılan soykırımlarda ve özellikle, Müslüman ahaliye karşı yapılan soykırımda, ilginç bir yöntem izlemektedir. Belirli noktalarda çok zalimce, yani akla gelebilecek bütün zulümler işlenerek yapılmakta; ama, o noktadaki insanların bir kısmı, kaçmaya zorlanmaktadır. Kaçanlar, bir köydeki o müthiş cinayetleri görüp de öbür köye gidenler, bunu anlattıkları zaman, kaçınılmaz olan tek olay, göçtür; yani, zulmedenler gelmeden önce, geleceklerdir korkusuyla, köyler boşaltılmaktadır. Onun için, Balkanlardaki facia, çoğu zaman, göçler biçiminde olmuştur. İnsanlar, o zulmü görmeden dahi kaçmaktadırlar; böylesine korkunç...

Onun için, Balkanlarda, Bosna’da şu kadar bin kişi öldürüldü; şimdi, Kosova’da da o kadar bin kişi öldürülsün de, dünya bunun farkına varsın diye beklemek yanlıştır ve bunu, bu yöntemi dünyaya en iyi anlatabilecek olan toplum da biziz. Bu bakımdan, konu, bizim açımızdan çok ilginç ve birtakım ödevlerle dolu olan bir konudur. Yalnız, bu konuya yaklaşırken, eski Yugoslavya’ya haksızlık etmemek gerekir. Eski Yugoslavya -yani, Tito’nun kurmuş olduğu Yugoslavya- böylesine karışık, etnik bir ortamda, Osmanlının kendi yöntemiyle sürdürülmüş olan, uzun yıllar, yüzyıllar sürdürülmüş olan bir barışı, başka bir yöntemle, ama, aynı zihniyeti sağlayarak sürdürmeyi amaçlamıştır.

Eski Yugoslavya -herhalde tekrara gerek yok, biliyorsunuzdur- altı cumhuriyetten oluşan bir federasyondu ve Yugoslav federal yönetiminde, bu altı federe cumhuriyetin etkileri, mümkün olduğu kadar eşitlendirilmeye çalışılmıştı. Tabiî ki, bunlar içinde en büyüğü ve imparatorluklardan ilk önce kopmuş olanı Sırbistan’dı. Biliyorsunuz, Yugoslavya, iki büyük imparatorluğun -Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğunun- parçalanışından oluşan kırıntılarla sonradan oluşmuş, vaktiyle krallık ve İkinci Dünya Savaşından sonra da bir federasyon biçimindeydi. Bu cumhuriyette, Sırbistan’ın ağırlığı mümkün olduğu kadar dengelenmeye çalışılmıştır; hatta, Sırbistan içinde bulunan çeşitli etnik gruplara da, özerklik yönetimiyle ağırlık sağlanmaya çalışılmıştır. İki büyük özerk bölge, Voyvodina ve Kosova -eski Yugoslav Anayasa sistemine bu bakımdan baktığınız zaman- neredeyse federe devletler kadar etkili olabilecek; ama, Sırbistan’ı çok da fazla parçalamadan etkili olabilecek bir ağırlığa kavuşmuşlardır. Eski Yugoslavya’da bu etnik grupların özgürlükleri, hakları, Avrupa’nın başka hiçbir yerinde rastlanmayacak kadar genişti ve onun için, ona haksızlık etmemek lazım; ama, asıl haksızlığı yapanların da kimler olduğunu iyi saptamak gerekir. Yugoslavya, pekâlâ bu soğuk savaşın sona erişinden sonra, kendi sisteminden, daha çok partili ve demokratik bir sisteme aktarılabilirdi, o bakımdan yardımcı olunabilirdi kendisine; fakat, o çözülmenin hemen arkasından, Batılı devletler ve bu bakımdan en önde Almanya, ne yazık ki Almanya, kendi eski politikalarını canlandırarak, ilkönce Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlığını teşvik etmiş ve arkadan da meşru olarak tanımıştır. Sayın Başbakanımızın, dünyada yankı uyandıran saptaması aslında doğru bir saptamadır. Almanya, yeniden, hayat sahasını genişletmek peşindedir ve birleşmiş Avrupa içinde kendi ağırlığını artırabilecek bir biçimde geliştirmek peşindedir ve bu anlamda, tabiî, ancak bu anlamda, üçüncü dünya savaşını; yani Avrupa’da yeni bir düzen kurma savaşını, kendi lehine bir düzen kurma savaşını kazanmak üzeredir.

Şimdi, bu durumda, ortaya çıkmış olan kargaşanın, büyük facialara varmadan, insanca çözülebilmesi, barış içinde çözülebilmesi için, insanlığın sorumluluğu büyüktür; çünkü, bu kargaşanın yaratılmasında da insanlığın sorumluluğu vardır, hem uzak geçmişte hem de yakın geçmişte Avrupa’nın politikaları dolayısıyla. Çok az devlet, bizim yaptığımız gibi, 6 cumhuriyeti, yeni kurulan bağımsızlıklarıyla tanımadı; hep, orada birtakım büyük oyunlar çevrildi; ama biz tanıdık. O bakımdan, biz, onlara bu sorumluluğu sürekli hatırlatmak durumundayız.

Şimdi, yapılabilecek şeyler aşağı yukarı dört noktada toplanabilir:

Birincisi, vaktiyle, zaten yaşanmış olan bir özerkliğin bir an önce geri verilmesidir. Bu, öbür etnik grupların da -bunlar arasında Türkler de var- yine vaktiyle yaşamış oldukları özgürlükleri ve hakları yeniden kazanması demektir.

Bir topluma hiç yaşamamış olduğu yeni formülleri önermek, bir devlete hiç yaşatmamış olduğu yeni formülleri önermek, kabul ettirmek başka şey, ama, vaktiyle yaşatılmış olan ve yaşamış olan formüllerin tekrarlanmasını istemek başka bir şey. O bakımdan, bu, başarılamayacak bir hedef değildir; çünkü, eski Yugoslavya’nın da, bir ölçüde, yani, krallık döneminin Yugoslavyasının da; ama, özellikle, daha az eski olan, savaş sonrası Yugoslavya’nın da, devlet felsefesi, örneğin, bizimkinden farklıdır; tek yapılı devlet değil, çeşitli etnik gruplar üzerine, anayasal düzene dayandırılmış bir devlet felsefesi söz konusudur ve bunu istemek, hiçbir zaman aşırı bir istek olmayacaktır.

Tabiî, bu konuda Sayın Gürpınar’ın dokunduğu bir nokta var. Özerklikten başka seçenekler arasında, mutlaka bağımsızlığın bulunduğunu söylemek hukuk bakımından yanlış olabilir, diplomatik bakımdan da yanlış olacağını kendileri de kabul ettiler; bunu açıkça söylemek olmaz; onun için, çok iyi ifade edilmiştir. Özerklik dışındaki seçenekler dendiği zaman, bunun içine, ilk akla gelebilecek olan seçenek, özerk bölgenin tekrar kabul edilmesinden başka seçenek, Yugoslavya’nın alışık olduğu devlet sistemi içinde bir federe devlet seçeneğidir; yani, bugün, sadece iki federe devletten oluşan Yugoslavya Federasyonu, Sırbistan ve Karadağ’dan oluşan Yugoslavya Federasyonu, pekala 4 federe devletten oluşan bir federasyona dönüşebilir. Tabiî, bu, onların bileceği bir iş; ama, onların bileceği kadar, dünyanın da bilgisinin katılması gereken bir iş, dünyanın yardımıyla gerçekleştirilebilecek olan bir iş ve görüşmelerde, böyle bir çözümün de mümkün olduğu pekâlâ ileri sürülebilir. Tabiî, bu, işin ikinci yönü; yani, anayasal değişikliğe gitmek ve bunu birincisinden farklı bir biçimde, özerkliğin ötesine götürebilmek.

Türkiye açısından yapılması gereken üçüncü nokta, bütün arkadaşlarımızın belirttiği, o etkili rolü oynamanın çaresi. O etkili rolü oymananın çaresi, elbette, Türkiye’nin etkili olabileceği uluslararası kuruluşları bu konuda seferber etmek, onları bu işin içine sokmak olabilir ve bu büyük ölçüde, herhalde, yapılıyordur -Birleşmiş Milletlerde belki o kadar yapılamıyor, biz Güvenlik Konseyi üyesi değiliz; ama, Avrupa Konseyinde ya da AGİT’te ya da NATO’ya bir rol düşecekse NATO içinde bunlar yapılabilir- ama, bizim başkalarına göre daha etkili olabileceğimiz bir yol -zannediyorum buradaki tartışmalarda pek yeterince vurgulanmadı, hatta, bu yolun denenmesi, sanki bir yanlışlıkmış, kabahatmiş gibi gösterilmeye çalışıldı- bugünkü Yugoslavya ile bugünkü Belgrad yönetimiyle, şimdiye kadar olduğundan biraz daha değişik ve biraz daha sıcak ilişki kurmaya çalışmak. Kurmak demiyorum; bu, belki çoğumuzun gözünde bir hayal olarak gözükebilir; ama, denenmeye değer bir yoldur. Zannediyorum Türkiye, Bosna krizi sırasında da bunu yapmaya çalıştı; pek başarılı olamadı; ama, bu çabada yine devam etmek gerekir; çünkü, iki taraf arasında, yani, Kosova ile Sırbistan yönetimi arasında diyalog olsun dediğimiz zaman; yani, bir arabulucunun bulunuşuyla birlikte birtakım müzakereler olsun dediğimiz zaman, taraflardan birine de etkili olabilmemiz gerekir. Etkili olabilmek, bazan, çok büyük devletlerin başkaları üzerinde etkili olabilmeleri biçiminde de olabilir; ama, etkili olabilmek, dünyanın aforoz ettiği, dışladığı bir yönetimi -tabiî, onunla sarmaş dolaş olmak, yaptıklarını beğenmek anlamında değil; ama- konuşulabilir saymak biçiminde de olabilir.

Zannediyorum, Irak bunalımı sırasında da Türkiye’nin denemek istediği; fakat, bir türlü müsaade edilmeyen ve tam anlamıyla deneyemediği yöntem bu olabilirdi. Yani, Bağdat’taki yönetimi beğenmek, oradaki yönetimi tasvip etmek anlamında değil; ama, “komşumuzdur, biz onunla konuşuruz ve komşular ne kadar sık konuşursa o kadar sık konuşuruz” diyebilmemiz gerekirdi. Bu rol, dünyadan dışlanmış bir Bağdat’ı, pek o kadar dışlanmış saymayan bir devletin rolü, başkalarının, uçaklarla, bombalarla çözmeye çalıştıkları rolden daha etkili olabilirdi.

Belgrad’la da aynı şeyi denemek gerekir. Zannediyorum, oradaki büyükelçimizin eleştirilen tutumu, biraz da aslında, Türkiye’nin Belgrad üzerindeki etkisini sağlam tutabilmek, işe yarayabilir tutabilmek bakımından takınılmış olan bir tavırdır; çünkü, kendisini çok yakından tanıyorum, en değerli diplomatlarımızdan biri ve Türkiye, Belgrad’a, o Bosna günlerinde, en değerli diplomatlarından birini, o konuyu çok iyi bilen, yıllarca Balkanlar politikası üzerinde çalışmış olan bir diplomatımızı yollarken, bunu düşünmüştür. Şimdi, yine, bu çizgide de ısrar etmek gerekir. Tekrar ediyorum, bu, yapılanları tasvip etmek ya da yapılanları meşrulaştırmak anlamında değil; tam tersine, yapılanları bir noktada durdurmak ve olumluya çevirmek bakımından gerekli bir yoldur.

Son noktaya geliyorum. Belki katkımız olabilir. “Temas Grubu” sözü geçti. Temas grubu, Bosna bunalımı sırasında da kurulmuş olan bir gruptu. Bu, denenen bir yöntemdi; ama, Batılılar kendi aralarında bir temas grubu kurdular ve tabiî ki, kaçınılmaz bir biçimde, kendi hesaplarını da işin içerisine katarak bir rol oynamaya çalıştılar; bizi dışladıkları gibi, Müslüman ülkeleri de dışladılar. Sonra, biraz Türkiye’nin, biraz Pakistan’ın, biraz İran’ın etkisiyle bir Müslüman Temas Grubu da kuruldu; ama, çabalarımıza rağmen, bir türlü, o Müslümün grubuyla Müslüman olmayan grup arasında temas kurulamadı. Kendileri temas grupları olanlar, birbirleriyle temas edemediler; ama, bu noktada, Kosova konusunda, bu temas grubunun içerisinde en azından bizim de rol almamız, bu konuda ısrarlı olmamız, zannediyorum, şimdiye kadar, bu konuda rastlanan güçlükleri aşmamız gerekir ve bunu yapmaya da hakkımız vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MÜMTAZ SOYSAL (Devamla) – Sayın Başkan, bitiriyorum.

Yani, elin İngilizi geliyor, ta Kıbrıs’ta rol oynuyor ve oynamaya devam ediyor; yetmiş küsur sene bulundu diye, oralara, hâlâ kendisinden kalan yerler, dolayısıyla kendisi için sorumluluk doğuran yerler olarak bakabiliyor da, Türkiye, kendisinden kalan yerlerde, kendi arkasından cinayetler işlenmeye başladığı zaman böyle bir rolü talep etmeyecek... Bunu, kabul etmek, bunu benimsemek mümkün değildir.

Tabiî, bu temasları yaparken, bu rolleri oynamaya çalışırken, elbette ki, bir ülkenin sınırlarının değiştirilebileceğini açıkça söylemek olmaz. Onun için, Hükümetin ifadesi çok yerindedir. Bugün, evrensel olarak kabul edilmiş olan ilkeleri açıkça çiğnercesine rol oynamaya çalıştığınız zaman, hem başarılı olma ihtimali azalır hem de konuşmak istediğiniz kişilerle konuşamaz duruma düşersiniz.

O bakımdan, Hükümetin gösterdiği tutumun, Meclisteki bu sözlerle, diplomatça ifade edilebilecekten daha kuvvetli hale getirilmiş olmasını yeterli saymak ve bu bakımdan Hükümetimize başarı dilemek, zannediyorum hepimizin ödevidir.

Çok teşekkür ediyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Soysal, teşekkür ediyorum efendim.

Fazilet Partisi Grubu adına, görüşlerini ifade etmek üzere, Sayın Mustafa Baş; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Kosova’daki gelişmelerle ilgili olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Fazilet Partisi Grubumuzun ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun verdiği önergeler doğrultusunda öngörüşmeleri yapılarak açılması kabul edilen genel görüşmede, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yaklaşık beşyüz yıl Osmanlının inisiyatifinde olan, inisiyatifte bulunduğu Balkanlar’da, hemen yanıbaşımızda, çok yakın bölgelerde, 1989 yılından itibaren, 1990 yılından itibaren fevkalade önemli gelişmeler oluyor; kan dökülüyor, insanlar öldürülüyor, yurtlarından sürgün ediliyor; ama, biz, coğrafî olarak da, tarih olarak da, kimlik olarak da kendimize bu kadar yakın bir bölgedeki olaylar karşısında, inisiyatifi her geçen gün biraz daha elimizden kaybettiğimiz için, şimdi konuşuyoruz ama, etkinliğimiz, konuştuklarımız doğrultusunda olamıyor.

Osmanlı toprakları üzerinde küresel rekabetin en çok yoğunlaştığı bölgeler Ortadoğu ve Balkanlardır. Balkanlarda, 20 nci Yüzyılda, Almanya, özellikle Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesiyle elde ettiği hızla, kuzeyde Polonya, güneyde Avusturya ve Macaristan üzerinden, Hırvatistan’dan Adriyatik’e inmek hedefindedir ve bu hedefinde gün geçtikçe etkili olmaktadır, başarılı olmaktadır, bu bölgede gücünü artırabilmektedir, inisiyatif imkânını çoğaltmaktadır.

Diğer taraftan, Rusya, Sırbistan üzerinden, Ege’ye ve Adriyatik’e inmeyi hedeflemiştir; bölgede bulunan Yunanistan’la zaman zaman birlikte hareket edebilmektedir ve Sovyetler Birliğinin de bu bölgede etkinliği, 20 nci Yüzyılda gözle görülür bir şekilde artmıştır.

Buna karşılık, bölgede yaşayan ikinci büyük nüfus olan Arnavutlar ve Boşnak altyapısıyla bütünleşmiş olan, aynı kültür, aynı kimlikle bütünleşmiş olan Türkiye’nin ise, 20 nci Yüzyılda, Balkanlarda, maalesef, etkinliği azalmıştır. Bunu herkes kabul ediyor, hepimiz kabul ediyoruz, hep biliyoruz.

Bosna olaylarıyla birlikte, bölgeye, Amerika Birleşik Devletleri de gelip yerleşmiştir. Avrupa’nın kendi içerisindeki bunalımı ve meseleleri çözemediğini, Amerika Birleşik Devletleri, fırsat bilerek, fiilî olarak bu bölgeye gelmiştir ve “Avrupa’da güvenliği benim sağlamam şartıyla huzur olabilir” mesajını vermeye çalışmıştır. Diğer taraftan, Amerika Birleşik Devletleri, Sırbistan’ın etkinliğini kendi küresel etkinliği gören Sovyetler Birliğine karşı ve yine, Sırbistan’ın kadim dostu olan Fransa’ya karşı, Balkanlardaki net tavrıyla bir mesaj vermek istemiştir ve mesajını vermiştir.

Değerli arkadaşlar, bu nedenle, Macar ve Hırvat unsurlar Almanya’ya, Sırp unsurlar Rusya’ya, Bulgar, Romen ve Yunan unsurlar da konjonktür olarak her iki tarafa da yakın olmaya meyilli olduklarını zaman zaman göstermişlerdir; bunun karşısında da, Amerika Birleşik Devletleri, Arnavut ve Boşnak unsurları, dengeleyici aktörler olarak devrede tutmaya çalışmıştır.

Bizim, Bosna-Hersek, Batı Trakya ve Makedonya’daki nüfusla kalbî yakınlığımız vardır, bağlarımız vardır; ama, bu kalbî yakınlığı ve bağları, kurumlar haline dönüştürememişizdir; bu kalbî yakınlığı ve bağları, Türkiye’nin güvenliği ve dünya konjonktüründe etkinliğinin artırılması konusunda değerlendirememişizdir.

Osmanlıdan tevarüs eden bu bölgedeki miras, mirasa sahip olmak, aslında, Balkanlarda ve dünyada Türkiye’nin gücünü artıran bir unsur olmasına rağmen, bu mirasa sahip olamamışızdır. Bugün dahi, kendi içerisinde İslamî kültür oluşumlarını bir tehdit olarak gören anlayış, Bosna ve Balkanlarda bu kimliği savunmakta zorluk çekmektedir. Nitekim, Sırplar, bu iki unsuru, İslam fundamentalizminin temsilcileri olarak Batı’da göstermeye çalışmıştır. İşte, Türkiye’nin sıkıntı çektiği noktalardan bir tanesi de budur.

Bu bölgedeki gelişmelerde, Türkiye, Almanya’yla ve Rusya’yla konuşmalı, diyalog kurmalı. Yine, bu bölgedeki olaylarda görüyoruz ki, Amerika Birleşik Devletlerinin konuya yaklaşımı, Türkiye’nin yaklaşımıyla paralellik arz etmektedir.

Türkiye’nin, Kosova’daki olaylarda etkili olabileceği en etkin kurum NATO gözükmektedir. Avrupa Birliği içerisinde gerekli tesiri gösteremeyen; ama, NATO içerisinde ikinci büyük güç olan Türkiye’nin, yıllardan beri, hepimizin bildiği NATO’nun külfetini çeken Türkiye’nin, NATO içerisinde, bölgeye yönelik etkinliğini göstermeye çalışması lazımdır. Bu açıdan, Türkiye, NATO içerisinde Ortadoğu’yla ilgilenen, ilintilendiren bir ülke değil, Balkanlarla özellikle ilgilenen bir ülke durumuna gelmelidir.

Türkiye’nin bir başka önemli etkinliği de, İslam Konferansını, İslam ülkelerini devreye sokmak ve harekete geçirmektir. Nitekim, Doha’da İslam Konferansı yapılmıştır. Bu konferansta, memnuniyet verici bir bildiri yayımlanmıştır. Dışişleri Bakanımız bu konferanstadır, bu gece dönecektir; daha geniş bilgiyi hep birlikte elde edeceğiz. İslam Konferansı içerisinde, -Bosna Temas Grubunda olduğu gibi- bir temas grubunun kurulması; ama, biraz önce konuşan sayın sözcünün ifade ettiği gibi, bu temas grubunun etkin olması; yani, Avrupa’daki 6 ülkeden oluşan Temas Grubuyla bile temas edemeyecek durumda olmaması gerekmektedir. Türkiye, İslam Konferansında bu ilişkileri sağlarsa, Balkanlardaki hadisenin, sadece Osmanlı’dan kalan kendi meselesi olarak değil, bütün Müslümanların bir meselesi olduğunu anlatmış ve böylelikle İslam ülkelerinin siyasî, ekonomik ve moral desteğinin Kosova’ya yönlendirilmesini sağlamış olabilecektir.

Türkiye açısından Balkanlar çok önemlidir. Kuzeybatı istikametinden başlamak üzere Bihaç, Orta Bosna, Doğu Bosna, Sancak, Kosova, Makedonya, Arnavutluk, Kırcaali, Batı Trakya ve oradan Doğu Trakya’ya ulaşan kuşak, Türkiye’nin Balkan jeopolitiğinin hayat damarıdır. Bu damar, bu hat, zaman zaman kesintiye uğratılmak istenmiştir. Bosna savaşında Doğu Bosna işgal edilmiştir, Bihaç kuşatma altına alınmıştır; ama, Sırplar muvaffak olamamışlardır. Şimdi de, Makedonya ile Arnavutluk ve Bosna arasında merkezî coğrafya, irtibat noktası Kosova, Sırplar tarafından işgal edilmek istenmektedir. Tabiî, en son elçilerin de getirmiş olduğu teklifler arasında -basında okuduğumuz kadarıyla- Mitroviça bölgesinin ayrılarak Sırplara bırakılması ve Kosova’nın taksim edilmesi, Bosna ile Makedonya arasında ilişkilerin kopması, Arnavutların Adriyatik’in köşesine sıkıştırılıp bir marjinal grup haline getirilmesi, böylelikle Osmanlının da son bakiyesinin tasfiye edilmesi hedeflenmektedir.

Bu kuşakta yaşayan topluluklar, Türkiye tarafından iç ve dış güvenliklerinin sağlanması, kültürel varlıklarının korunması, ekonomik ve sosyal altyapılarının güçlendirilmesi ve aralarındaki ilişkilerin artırılmasıyla, barışta ve gerginlikte Türkiye’nin bu bölgede söz sahibi olmasında en önemli etken olacaktır. Tabiî, bu kuşakta Türkiye’nin en çok üzerinde duracağı ülke Arnavutluk’tur. Arnavutluk ile ilişkileri son derece kuvvetlendirmek gerekmektedir. Ne yazık ki, son yılda Arnavutluk’ta Sali Berişa yönetimi banker skandalıyla devrilmiştir. Bu skandalın arkasında Yunanistan ve Sırbistan vardır. Şimdi bir Ortodoks yönetim gelmiştir. Bu yönetimin de geldikten sonra ilk yaptığı iş, bu bölgede Yunan inisiyatifini artırabilmek için uğraşmaktır. Nitekim, Kosova olayları cereyan ettiğinde, Arnavutluk, Yunanistan’dan, bölgede arabuluculuk istemiştir ve kendi subaylarını yetiştirmek için de Yunan okullarında bu subayların eğitimini yapabilme anlaşmalarını imzalamıştır.

İkinci önemli ülke Makedonya’dır. Makedonya ile ilgili uzun izahat vermek istemiyorum; çünkü, Anavatan Partisi Grubu adına konuşan arkadaşımız çok geniş bir şekilde konuyu analiz etmiştir. Türkiye, Makedonya ile ilişkilerini kuvvetlendirmeli, bu bölgede yaşayan Arnavutların ve diğer Müslümanların haklarının kendilerine verilebilmesi için Makedon yönetimini ikna etmeye çalışmalı. Bugünlerde, özellikle Makedon yönetiminin, Miloseviç’in tutumlarından da şikâyetleri bulunmaktadır. Bunu değerlendirmek zorundayız.

Bir başka önemli hat da, Romanya-Macaristan ve Slovenya hattıdır. Özellikle Romanya’yla ilişkilerimiz gelişmektedir; Türkiye, ticarî olarak, bu ilişkileri daha çoğaltmak ve kuvvetlendirmek durumundadır.

Bir başka husus da, Bulgaristan meselesidir. Sayın Başbakanın Kosova olayı nedeniyle Bulgaristan’a gitmesi gayet olumlu bir gelişmedir; ama, bu ilişkileri devam ettirmeliyiz, mümkünse Bulgaristan’la birlikte, Balkanlardaki olayları takip etmek üzere, bir izleme komitesi kurulması çalışmaları yapmalıyız. Böylelikle, bu izleme komitesiyle, Bulgaristan’la birlikte hareket edebilmeyi temin etmeliyiz.

Değerli arkadaşlar, yine, Türkiye’nin yapabileceği işlerden bir tanesi, Balkan zirvesi Türkiye’de yapılacaktır, Kosova’daki olaylar dolayısıyla bu zirvenin öne alınmasını sağlamak ve bu zirvenin altyapısını hazırlamak.

Yine, Bosna’da yaşanan kültür katliamından sonra, bu bölgede küçük ölçekli bir Balkan UNESCO’su kurmak, böylelikle, bu kültür katliamından en çok zararı görecek olan Osmanlı Türk mimarisini korumak.

Yine, bugün gazetede okuduğumuza göre -belki Sayın Bakan bilgi verecektir- Genelkurmayda çalışmalar yapılıyor, Balkan barış gücü kurulmak üzere. Bu da, müspet, olumlu bir gelişmedir. Bunun da bir an önce tamamlanması ve bu barış gücü, bu Balkan barış gücü içerisinde Türkiye’nin etkin bir şekilde rol alması ve buradaki barışın teminatında bu gücün inisiyatif kullanması.

Bir başka önemli husus da, bölge ülkelerinin hepsi fakirdir, uzun senelerden beri harp ve savaş yapmaktadırlar, ekonomik sıkıntıları vardır; ekonomik sıkıntıları ortadan kaldırabilecek birtakım yeni projeler üretmek ve burada, bir menfaat birliğini Türkiye’nin sağlaması, böylelikle de, Balkanlarda kendi etkinliğini artırması gerekmektedir. Balkanlarla ilgili bir olay olduğu zaman oturup düşünmemeliyiz. Bizim, uzun vadede, Balkanlara yönelik planımız olmalıdır; bu plan, dikkatli, sistemli ve takipçi bir plan olmalıdır.

Değerli arkadaşlar, Kosova sorunu, bir Balkan sorunu olduğu kadar bir Avrupa, bir dünya, bir insanlık sorunudur; Sırbistan’ın bir iç meselesi değildir; burada hemfikiriz ve bugün olayların yaşandığı Kosova, aslında, Türkiye’nin bir güvenlik sorunudur.

Şimdi, şu noktanın altını çizmek istiyorum: Bakınız, eski Yugoslavya’da -biraz önce bahsedildiği gibi- sekiz eşit federe üniteden oluşan bir devlet vardı. Kosova, sekiz eşit üniteden biriydi, böyle temsil ediliyordu. Hatta, cumhurbaşkanı ve başbakan, sekiz yılda bir Kosovalı oluyordu; nitekim, Sinan Hasanî ve Ali Şükrü, bu haktan dolayı cumhurbaşkanlığı elde etmiş ve cumhurbaşkanı olmuş Kosovalı kişilerdir. 1989 yılından itibaren, Sırplar, Anayasayı, Kosovalı Arnavut parlamenterlerin parlamenterliklerine son vererek ve parlamenter olmayan insanların oylarıyla değiştirerek, bu bölgede 1989 yılında özerkliği yok ettiler.

1974 Anayasasına baktığımız zaman, bu Anayasanın 1 inci ve 2 nci maddesinde, Kosova, federe devletin bir ünitesi olarak tarif edilmiştir. Bu Anayasanın 5 inci maddesinde “Kosova’nın kendi toprağı ve sınırları vardır, bunlar, kendi iradesi olmaksızın değiştirilemez” denilmektedir.

Anayasa değişiklikleri konusunda, Kosova, diğer cumhuriyetlerle aynı haklara sahiptir; 398, 399, 402 inci maddeler... Bunun gibi, 150 nci maddesiyle, federal yönetimde temsilcileri var. Federasyon Meclis Kurulunda temsil ediliyorlar, Yugoslav Başbakanlığında temsil ediliyorlar, Yugoslav Federal Anayasa Mahkemesinde temsil ediliyorlar; bunlar, 1974 Anayasasıyla Kosovalılara verilmiş olan haklardır. Şimdi, bu hakların hepsi gasp edilmiş, bağımsızlık da konuşuluyor ve Türkiye bazı açıklamalar yapıyor...

Önce, bir şeyi belirtmek istiyorum: Bakınız, Bosna-Hersek bağımsız devletinin içerisinde, 1 milyondan daha az Sırp vardır. Bu Sırpların, savaştan önce, Bosna-Hersek içerisinde özerklik hakları yoktu, parlamento hakları yoktur, diğer hakları yoktu; ama, Dayton Anlaşmasında Miloseviç bastırmıştır ve bu 1 milyondan daha az nüfusa, cumhuriyet hakkını elde etmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Baş_

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Sürem bitti mi Sayın Başkanım?

BAŞKAN – Efendim, maalesef_ Keşke, Kosova’nın derdi bitseydi. O bitmedi; ama, sizin süreniz bitti.

Bitirecekseniz, ben, size 2 dakika daha eksüre veriyorum.

Buyurun.

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Kosova’nın, biraz önce saydığım 1974 Anayasasından doğan hakları vardır; ama, bu haklara rağmen, bugün, maalesef, hem özerklik hem de bağımsızlık konusunda endişeleri vardır.

Bakınız, Güneydoğu Avrupa ülkelerinin dışişleri bakanlarının katıldığı toplantıda -Sayın Cem de katıldı- bir bildiri yayımladılar, burada elimde. Yine, elimde, NATO’nun yayımlamış olduğu bir bildiri var. Geçen konuşmasında, Sayın Cem “buralara gittik, etkili olduk, istediğimiz gibi bildirilerin yayınlanmasını sağladık” diyor. Her ikisini okuduğunuz zaman görülüyor ki, Sırpların yaptığı zulüm kınanmıyor ve Hükümet de, şu ana kadar, Sırpların yaptığı zulmü kınamamıştır. Biraz sonra, Sayın Bakan, buraya çıkıp “biz, Sırpların Kosova’da yaptığı zulmü kınıyoruz” diyebilecek midir; bunu bekliyoruz.

Yine, şu yayınlanan bildirilerde, Türkiye’nin hiçbir eseri, izi, halkımızın hiçbir hissiyatı gözükmüyor; yani, burada, bizim bir etkinliğimiz gözükmüyor; İslam Kongresinin toplanıp yayınlamış olduğu bildirinin izleri de gözükmüyor.

Toprak bütünlüğü meselesini konuşuyoruz. 1974 Anayasası, Kosova’ya toprak bütünlüğünü sağlamıştır ve bu toprak bütünlüğünün, Kosova’nın rızası olmadan değiştirilemeyeceğini söylemektedir. Türkiye’nin yapması gereken iş, Sırbistan’ın toprak bütünlüğünden önce, Kosova’nın toprak bütünlüğünün teminat altına alınmasını sağlamaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Tamamlıyorum...

BAŞKAN – Bitirir misiniz lütfen.

MUSTAFA BAŞ (Devamla) – Efendim, eğitim hakkı... Bunlar, son derece tali meselelerdir. Eğer, burada, bir özerk, hatta, Kosovalıların istemiş oldukları, haklı olarak istemiş oldukları bir bağımsız devletleri varsa, eğitim meselesini Sırplarla konuşmaya hiçbir zaman ihtiyaç yoktur. Onun için, Hükümetimizin bu noktada net tavrını görmek istiyoruz.

Bakınız, burada, Sayın Cem’in, geçen öngörüşmelerdeki konuşması var. Bu konuşmada diyorlar ki: “Daha önce, mevcut hudutların saygınlığı içerisinde bölücülüğü kabul etmeyen, ayrılıkçılığı kabul etmeyen; ama, Kosova’da yaşayan bütün insanların, Arnavut kökenlilerin...” filan filan... Yani, bir noktada, Sayın Dışişleri Bakanı, burada, Kosovalıları, bölücü ve ayrılıkçı olarak tarif ediyor. Hükümetin yayınlamış olduğu dünkü 6 maddelik bildiri ile Sayın Dışişleri Bakanının buradaki konuşmaları farklı; yani, Hükümet, Kosova konusunda ne söylemek istiyor, henüz bir birliktelik oluşmamış ve bunu net olarak açıklayamıyor. Sayın Bakandan bekliyoruz ki, biraz sonra, çıksın, Hükümetin, Sırpların yapmış olduğu zulmü kınadığını açık açık söylesin. Yine, Sayın Bakandan ve Hükümetten, Kosova’da, en az özerklik olmak üzere, bir kere, cumhuriyetin kesin olarak ilan edilmesi noktasında Türkiye’nin desteğini açıklamasını bekliyoruz. Hatta, yüz yıldan beri, bölgedeki olaylar, artık birlikte yaşanılamayacağını gösterdiği için, Kosovalıların, Rugova’nın istemiş olduğu bağımsızlık noktasında kendilerine destek vermemiz ve bunu da dünya kamuoyuna anlatma görevini üstlenmemiz gerekmektedir.

Bu duygularla, Kosova’nın, Kıbrıs’tan hiçbir farkı olmadığını, Kıbrıs gibi değerlendirilmesi gerektiğini umut ediyor; hepinize saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Baş, teşekkür ediyorum.

Şahısları adına söz talep edenlerden iki sayın üyeye söz vereceğim.

Sayın Kansu, birinci sırada zatıâliniz bulunuyorsunuz; buyurun.

HÜSEYİN KANSU (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Kosova konusunda yapmakta olduğumuz genel görüşmede şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Dünyanın gözü önünde, Avrupa Kıtası’nda, Kosova’da ikinci bir Bosna dramı yaşanıyor. Kosova’da, sivil halkın üzerine, helikopterlerden bombalar atılıyor ve insanlar ölüyor.

Kosova ve eski Yugoslavya’daki bu olaylar nasıl başlamıştır; Slobodan Miloseviç’in, Sırbistan’da, 1988’de parti sekreterliğine seçilmesiyle birlikte başlamıştır. Sırbistan’da Miloseviç dönemi, Sırp milliyetçiliğinin, Sırp şovenizminin arttığı bir dönem olmuştur. Miloseviç, önce, 1988 yılında, Sırbistan Anayasasında istediği değişikliği yapmaya muvaffak olmuştur.

Belgrad, Slobodan Miloseviç yönetimi, 1989’da, Voyvodina ve Kosova’nın özerklik statülerini ve parlamentolarını feshederek işe başlamıştır. Bugüne kadar, Kosova Arnavut yönetimi, şiddete asla yönelmemiştir. Kosova yönetimi, Dayton görüşmelerine kendilerinin de alınmalarını bekliyordu; ancak, bildiğiniz gibi, Amerika Birleşik Devletleri, Dayton görüşmelerine, Kosova yöneticilerini kabul etmedi. Amerika Birleşik Devletleri, Miloseviç yönetiminin, Kosova halkına, 1974’teki özerklik haklarını vermesini bekliyordu. Halbuki, Miloseviç yönetimi, Kosova’ya, yetki ve özerklik haklarını vermek yerine, baskılarını yoğunlaştırdı. Kosova’da, son yıllardaki Sırp zulmüyle, işsizlik, yoksulluk ve çaresizlik yaygınlaşmıştır.

Son krize kadar, Türk dış politikasının Kosova konusundaki yaklaşımı şu idi: Kosova’da savaş çıkmaz ve savaş çıkmamalıdır. Evet, Uluslararası Yugoslavya Konferansı, Kosova, Sancak ve Voyvodina’nın sorunlarını çözememiştir.

Bildiğiniz gibi, üçbuçuk yıl süren Bosna Savaşını ve akan kanı, Dayton Anlaşması durdurmuştur. Bu anlaşmayla, Bosna Sırpları, özerk cumhuriyet hakkını elde etmişlerdir. Slobodan Miloseviç, Bosna Sırplarına özerk cumhuriyet hakkı verilmeyecekse, Dayton görüşmelerine katılmayacağını bildirmişti. Bosna Savaşından önce, Bosna-Hersek Cumhuriyeti, hatırlayacağınız üzere, üniter bir devletti. Dayton Anlaşmasıyla, Bosna’da, yaşayan nüfusları 1 milyonu bulmayan Bosna Sırplarının özerk cumhuriyet hakkına kavuştuklarını, Kosovalılar da gördüler. Hem öyle bir özerkliğe, özerk cumhuriyete sahip oldular ki Bosna Sırpları, kendi parlamentoları var, kendi orduları var. Kosova’nın ise, 1974’ten itibaren uygulanmış olan özerklikleri vardı; yani, Bosna Savaşından önceki Bosna Sırplarına kıyasla, Kosova Halkının anayasal dayanağa sahip hakları vardı.

Dağılan Yugoslavya’daki sorunların tasfiye olması için Dayton-2 Konferansının toplanması gerekmektedir. Dayton-2 Konferansı niçin toplanacak; Kosova, Sancak ve Voyvodina sorununu çözmek için toplanmalıdır. Kosova, Sancak ve Voyvodina halkları, bugüne kadar, Yugoslavya dağılma sürecine girdiğinden bugüne kadar silahlı bir mücadeleye kalkışmamışlardır. Şimdi, dünya, silahlı bir mücadeleye kalkışmadan, diyalog yoluyla, demokratik yolla, halkların haklarını elde edip edemeyeceğini izlemektedir.

Avrupa’daki bazı ülkeler, Kosova sorununu, Kosova Arnavutlarının özerk yönetim döneminde, Arnavutça eğitim imkânlarını, özerk yönetimin feshiyle kaybettiklerinden bahisle, eğitim hakkının ihlali gibi, basite indirgemektedirler. Yine Avrupa’da bazı ülkeler, Kosova sorununu, bir azınlık sorunu gibi görmek istemektedirler. Hayır, Kosova sorunu, ne bir azınlık sorunudur ne de basit bir eğitim sorunudur. Kosova, 1974’teki Sosyalist Federal Yugoslavya Anayasasına dayanan özerklik hakkına defaten sahip olmalıdır; çünkü, bazı Batılı diplomatlar, bu özerklik hakkının peyderpey verilmesinden yanadırlar. Bu, yanlış bir yoldur.

Bosna’da yaşanan jenosit ve savaşın müsebbibi, savaş suçlusu olan Bosna Sırplarının siyasî lideri Radovan Karadziç ile askerî lider Ratko Miladiç bugüne kadar da yargılanmamışlardır.

Bosna’daki etnik temizliğin sorumlusu olarak, savaş suçluları mahkemesince aranan bu eli kanlı katiller, yeni soykırımlara Kosova’da imza atmak için mi beklemektedirler?

Evet, Türkiye, bu meseleyi yakın takibe almalıdır. Türkiye, kültürünün birlikte olduğu ve bir medeniyeti birlikte inşa ettiği Balkan insanına sahip çıkmalıdır.

Ayrıca, askerî yönden de bakıldığında Kosova, diğer Balkan ülkeleriyle birlikte, Türkiye’nin stratejik savunmasında, muharebe ileri karakolu durumunda önemli bir bölgedir. Kosova sorunu barışçı yolla çözülmediği takdirde, Balkan savaşına dönüşebileceği konusunda genel bir kanaat hâkim olmuştur.

Balkanların kaybedileceği ihtimalinin arttığı 19 uncu Yüzyılın sonlarıyla 20 nci Yüzyılın başlarında, Osmanlı Devleti, Balkanlarda “yeşilkuşak” olarak tanımladığımız bu bölgede ciddî yatırımlar yapmıştır. Özellikle Sancak’ta, Kosova’da ve Makedonya’da birçok okul, köprü ve camiler inşa etmiştir.

Türkiye’nin, Romanya, Makedonya ve Bulgaristan’ın da katılımıyla, Balkan Barış Gücü kurma kararı, yerinde bir karardır. Bu kararın alınmasından dolayı, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını, yöneticilerini kutluyorum.

22 Mart 1998 tarihinde Kosova’da, Kosova yönetiminin aldığı bir kararla seçim yapılacaktır. Seçimlerin huzur ve barış içerisinde gerçekleşmesi için, uluslararası toplumun önlem alması gerekmekte ve dünyadaki tüm ülkeler, bu seçimler nedeniyle Kosova’ya gözlemciler göndermelidir.

Geçtiğimiz yıl Girit’teki Birinci Balkan Zirvesinde, İkinci Balkan Zirvesinin, sonbaharda Türkiye’de yapılacağı kararı alınmıştı. Kosova’daki bu sıcak gelişmeler nedeniyle Türkiye, Balkan Zirvesini, sonbahar yerine, bu ay toplantıya çağırmalıdır.

Parlamentomuzdan bir heyet acilen Kosova’ya gitmelidir.

Kızılay, Kosova’ya gıda, ilaç, insanî yardımlar ulaştırmalıdır diyor, Kosova sorununun, barışçı bir şekilde çözümlenmesi temennisiyle, Genel Kurula saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Kansu, teşekkür ederim.

Hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Şükrü Sina Gürel; buyurun. (Alkışlar)

DEVLET BAKANI ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (İzmir) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi, bugün, bu geç saatlere kadar önemli bir Balkan sorununu görüşerek, aslında, Türkiye’nin, yalnız Kosova sorununa değil, hiçbir Balkan sorununa kayıtsız kalamayacağını göstermiştir. Türkiye, gerçekten, hiçbir Balkan olayında, Balkan sorununda kayıtsız kalamaz; çünkü, köklü bir tarihi ve kültürü paylaştığımız Balkan halklarının acı çekmesi karşısında Türk Halkı kayıtsız kalamaz ve aynı acıları paylaşır, aynı kaygıları paylaşır; Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu duyarlılığını, Hükümetimiz de derinden paylaşmaktadır.

Aslında, Balkanlarda çekilen pek çok acının, bu ortak tarihi ve kültürü Balkanlardan söküp atabilmek, silebilmek için girişilmiş bir etnik temizlik ya da soykırım çabasının sonucu olduğu da unutulmamalıdır. Bu etnik temizlik ya da soykırım çabası, bu ortak tarihi, kültürü yok etmeye yönelmiş olan bu soykırım çabası, bazı değerli grup sözcüleri tarafından “zulüm” olarak nitelendirilebilir; ancak, bunu, yanlızca kınamakla yetinemez Türkiye. Elbette bunu kınıyoruz, Hükümet olarak da kınıyoruz, eminim, Türkiye Büyük Millet Meclisi de bunu paylaşıyor; ancak, bunu kınamakla yetinemeyiz, bunun yerine, barışçı bir uluslararası yapının oluşturulması için elimizden gelen katkıyı yapmayı da, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olarak bir görev sayıyoruz.

Grup sözcüsü değerli milletvekillerinin, Hükümetimizin tutumunu paylaşan, aslında, ortak bir duyarlılığı sergilemekte oluşumuzun değerini, önemini belirten sözlerini burada anmak istiyorum ve onların bu sözlerine, Hükümet olarak da, candan katıldığımızı belirterek, kendilerine teşekkürlerimizi sunuyorum.

Değerli sözcüler, Kosova sorununa, büyük bir yetkinlikle, konuyu her bakımdan incelemiş olarak açıklık getirdiler, tanımladılar; eklenecek çok fazla bir nokta yok; ancak, yine de, Hükümetimizin, Kosova sorununa nasıl baktığını belirtmek bakımından, Kosova sorununun geçmişine ya da kökenlerine, kısaca, bendeniz de değinmek istiyorum.

Kosova Halkı, Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyetinin 1974 tarihli Anayasasıyla elde ettiği geniş özerklik haklarından, 1989 yılında, yeni yönetimin kararıyla mahrum bırakılana kadar -Sırbistan Cumhuriyeti yönetiminin kararıyla mahrum bırakılıncaya kadar- kendi kendini yönetebilmiş bir halktı. Bu özerkliğe son verilmesi ve Kosova halkının kazanılmış haklarından, hatta tümüyle insan haklarından yoksun bırakılması, doğal olarak, Kosova halkında büyük bir tepki yaratmıştı.

Eski Yugoslavya’nın en yoksul bölgesi olan Kosova, 1989 yılında, özerklik statüsünün elinden alınmasıyla, o tarihe kadar yararlanmakta olduğu geniş ekonomik yardımlardan da yoksun kalmış ve halkın büyük çoğunluğu daha da yoksullaşmıştır. Bunu rakamla ifade etmek gerekirse, 1990’ların ilk yarısı boyunca, Dünya Bankasının verdiği rakamlara göre, Sırbistan genelinde kişi başına yıllık gelir 2 200 dolardan fazlayken, bu rakam, Kosova’da, yalnızca 662 dolar olmuştur. Kosovalı Arnavutların, neredeyse bütün kamu görevlerinden uzaklaştırılmaları ve hele, Arnavutça eğitimin sınırlandırılmasıyla birlikte, binlerce öğretmenin işsiz kalması sonucu, bu yoksulluk daha da yaygınlaşmış, aynı zamanda, bu, Kosova Halkının çok daha önemli bir başka sorununa, bir eğitim sorunuyla karşı karşıya kalmalarına da yol açmıştır. Yıllardan beri, Kosova’da, çocuklar, gençler, okullarda ve üniversitelerde değil, ancak evlerde veya gizli mekanlarda eğitim görebilir hale gelmişlerdir.

Bütün bunların sonucu olarak, Kosova’da, tepkiler, haklı olarak yoğunlaşmış ve Kosova’da, bağımsızlık istemi, gittikçe yaygınlaşmıştır. Yeni Yugoslav Federasyonu ise, Kosova Halkına yakın geçmişteki haklarını geri vermek yerine, yıldırma yoluna başvurmuş; bu da, tepkileri, değerli üyelerin bildiği gibi, bir patlama noktasına kadar getirmiştir.

Kosova sorununu, öteki Balkan sorunlarından -belki de- ayıran ve üzerinde daha da dikkatle durulması gereken bir sorun haline getiren bir başka özellik daha vardır; çünkü, Bosna’da ve başka yerlerde, çok acılı, ciddî insanlık dramları yaşanmıştır; ama, Kosova’da, aynı zamanda, bu dramın, bütün bölgeyi ateşe atma, bütün bölgeyi içine alacak bir uluslararası çatışma ortamı yaratma tehlikesi vardır ve buna, benden önceki değerli sözcüler de, zaten, dikkat çekmişlerdi.

Kosova sorununa hızla bir çözüm bulunmalıdır ve bu konuda, üzerine sorumluluk düşen bütün uluslararası aktörler gereğini yapmalıdırlar. Bu çözüm, elbette, Birleşmiş Milletlerin, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatının ve bölge devletleriyle, bölgeyle ilgilenen bütün devletlerin, üzerinde anlaştıkları temel ilkeler doğrultusunda bulunabilecek bir çözüm olmalıdır.

Böyle bir çözümü oluşturmak için, Türkiye’nin, Hükümetimizin şimdiye kadar neler yaptığını, huzurunuzda, uzun uzadıya, tek tek anlatmaya çalışacak değilim; ancak, bir genel hesap vermemiz gerekirse, şunu belirtebilirim ki, Kosova sorununun ele alındığı tüm uluslararası kuruluşlarda; yani, Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve Avrupa Konseyinde ve yine, bir değerli üyenin benden önce belirttiği gibi, son olarak da İslam Konferansı Örgütünde, Türkiye, Kosova konusunun, Kosova sorununun aktif sahipliğini yapmış, bu konuda girişimi elinde tutmuş ve bu konuların bu uluslararası örgütlerde ele alınmasının önderliğini yapmıştır.

Ayrıca, -yine, benden önceki bir değerli grup sözcüsü değindiği için belirtmeyi gerekli buluyorum- Türkiye, aynı zamanda, Londra’da yapılan, konuyla ilgili ilk Temas Grubu toplantısından bu yana, bölgeyle ilgili Temas Grubu üyesi devletlerin yanı sıra, bundan sonra, konunun ele alınacağı uluslararası toplantılarda, Temas Grubu üyeleriyle birlikte yer alma arzusunu belirtmiştir. Türkiye’nin bu girişimi yakında olumlu sonuç verecektir diye umuyoruz ve bu girişimlerin sonunda, Türkiye’nin de, Temas Grubu üyeleriyle birlikte, Kosova konusunu ele alacak bir uluslararası konferansta yer alması sağlanacaktır.

Türkiye’nin Kosova konusundaki haklı duyarlılığı, uluslararası alanda Kosova konusunun hakça bir çözüme kavuşturulması, Kosova Halkının, öncelikle, daha önceden kazanmış bulundukları haklarına yeniden kavuşmaları ve yine, öncelikle bölgede şiddetin, kanın bir an önce durdurulması temelinde bundan sonra da sürdürülecektir.

Sayın Demiralp, Anavatan Partisi Grubu adına konuşurken, Kosova’da yakında yapılacak seçimlere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de gözlemci heyeti yollamasını istemişti; Fazilet Partisi Grubu adına konuşan Sayın Baş da -yanılmıyorsam- bu dileğe katıldı. Gerçi, Kosova’da, şimdiye kadar yapılması öngörülen seçimlerin, gerçekten 22 Martta tyapılıp yapılamayacağı, fiziksel koşulların, böyle bir seçimin yapılmasına elverip veremeyeceği şu anda belli değildir; ancak, eğer, Yüce Meclis, böyle bir karar verirse; yani, Kosova’da yapılacak olan seçimlere bir heyet gönderme kararı verirse, böyle bir Türkiye Büyük Millet Meclisi delegasyonunun bölgeye gidebilmesi için, Hükümetimiz, gerekli bütün girişimleri yapacaktır. Zaten, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bugünlerde de Kosova konusundaki duyarlılığını, bölgeye, en azından bir üyesini yollayarak göstermiştir. Demokratik Sol Parti İzmir Milletvekili Sayın Piriştina, bugünlerde bölgededir ve dönüşünde de çok değerli izlenimlerini, yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisine değil, Hükümetimize de aktararak bu konuda bizim çözüm bulma çabalarımıza önemli bir katkıda bulunacaktır diye düşünüyoruz.

Türkiye’nin Kosova konusundaki haklı duyarlılığı, aynı zamanda, dün açıkladığımız Bakanlar Kurulunun, Kosova sorununa ilişkin görüşleriyle, hem kendi kamuoyumuza hem uluslararası kamuoyuna duyurulmuştur. Bu metinde yer alan önerilerimizin bir bölümüne, yine Yüce Meclisin izniyle değinmek istiyorum; çünkü, bazı değerli konuşmacılar, bu önerileri ele alarak, somut bazı yeni öneriler getirdiler ya da yorumlar yaptılar. Bir kere, Hükümetimiz, bu son açıklamasında, Kosova sorununa ilişkin görüşlerini açıklarken, dünyaya duyurduğu önerileriyle, kapsamlı bir diyaloğun derhal başlatılması gerektiğini vurgulamıştır.

Sayın Gürpınar, Hükümet açıklamasındaki “diyologda iki tarafın da üzerinde anlaşacağı bir devletin veya kuruluşun, çözümü kolaylaştırıcı bir işlev üstlenmesine olanak sağlanmalıdır” cümlesini “soruna, mutlaka bir arabulucu yoluyla çözüm bulunması gerektiği” biçiminde yorumladılar. Halbuki, arabulucu, uluslararası ilişkilerde, teknik olarak, soruna taraf olanların önceden yetkisini ve çözüm bulma yetkisini kabul ettikleri bir hakem niteliğindedir. Böyle bir hakem niteliği olmadan da, devletler ya da ilgili kuruluşlar, çözüm doğrultusunda, çözümü kolaylaştırıcı çabalar gösterebilmelidir diye düşünüyor Hükümetimiz ve bunun için, bir arabuluculuk yerine, çözümü kolaylaştırıcı bir işlevden söz etmeyi daha yerinde bulduk.

Yine, Sayın Gürpınar’ın değindiği ve sonra, Sayın Soysal’ın Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşurken açıklık getirdiği bir başka husus da; Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin, Kosova’ya, özerklik döneminde bütün etnik grupların haklarını da kapsayan tüm haklarının yeniden geri verilmesi doğrultusunda diyaloğun, aynı zamanda da, özerklik dışında başka seçeneklerin de görüşülmesine açık olması gerektiğini vurgulayan Hükümet görüşüyle ilgilidir. Sayın Gürpınar, burada, tek seçeneğin akla gelebileceğinden söz etti; ama, Sayın Soysal, bunun, yalnız bir bağımsızlık seçeneğini değil, aynı zamanda, bir federe devlet seçeneğini de içerebileceğini söyledi; ben de, biraz daha düşünce üreterek, bunun, aynı zamanda; örneğin, bir özel rejimi de akla getirebileceğini söylemek istiyorum. Yalnız, burada, Hükümetimizin amacı, böyle bir kesin formül sunmak değil, bugün, tarafların bir araya gelmesini zorlaştıran koşulları büyük ölçüde ortadan kaldırmak için; bugün, sorundaki kilitlenmeyi ortadan kaldırmak için, sınırlandırılmamış bir diyaloğun başlamasına yardımcı olabilmek için düşünülmüş bir formül olduğunu belirtmek istiyorum.

Kosova’da, bir Balkan barış gücünün görev almasını dileyen bir değerli sözcü oldu. Kendilerine şunu belirtmek istiyorum: Hükümetimizin görüşünü açıklarken, açıkça, Kosova’da çatışma ve yıldırma olasılıklarına karşı uluslararası toplumun da katkısıyla etkili önlemler alınmalıdır diyoruz. Kaldı ki, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olarak, aynı zamanda, şunu da düşünüyoruz: Kosova Halkının, bundan sonra elde edebileceği barışçıl koşullarla yeni bir özerklik çözümü, ancak, uluslararası garantiler söz konusu olursa, uluslararası güvenceler altına konursa kalıcı olabilecektir ve akla yakın olabilecektir. Bu amaçla, bir değerli sözcünün belirttiği gibi, Balkan barış gücü kurulması için, Türkiye, girişimleri başlatmıştır ve Türkiye’nin bu girişimlerine, öteki Balkan devletlerinin de olumlu katkı yapmasıyla umuyoruz ki, çok yakın gelecekte, bu girişimimiz başarıya ulaşacak ve yalnız Kosova’da değil bundan sonraki bütün Balkan sorunlarında, uluslararası çatışma ihtimali içeren bütün Balkan sorunlarında, bir uluslararası güvence oluşturabilecektir.

Hükümetimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisini, bundan sonra da, konuyla ilgili çabaları hakkında sıklıkla bilgilendirmeyi bir görev bilmektedir. Bu genel görüşme, Hükümetimize ışık tutan, Hükümetimizin tutumuna güç katan, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından gerçekleştirilen çok önemli bir katkı olmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisini, bundan sonraki girişimlerimizle ilgili olarak sıklıkla bilgilendirmeye söz vererek ve bu genel görüşmenin de, bundan sonra, Hükümetimizin tutumuna ışık tutucu nitelikte ve çok yararlı bir genel görüşme olması dolayısıyla, bu genel görüşmeye katkıda bulunan değerli üyelere ve gruplara şükranlarımızı sunarak, Türkiye Büyük Millet Meclisine, Hükümet adına saygılar sunarım.

Çok teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

Sayın Kırış, kişisel görüşlerinizi ifade etmek üzere, buyurun efendim.

RECEP KIRIŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Kosova konusunun ele alınmış olduğu bu genel görüşmede, ben de, görüşlerimi sunmaya başlarken, Büyük Birlik Partisi ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Muhterem arkadaşlar, evvela, bu genel görüşme vesilesiyle ortaya çıkan olumlu bir tablodan hareket ederek sözlerime başlamak istiyorum. Bu genel görüşme vesilesiyle, bir bakıma görüldü ki, Türkiye’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan bulunmayan bütün partiler, bu konuda fevkalade hassastırlar ve tam bir kararlılık içindedirler. Bu meselede, ülkemiz, devletimiz -daha fazla müteessir- insanlık dışı bir muameleye maruz kalan, bir katliamla karşı karşıya kalan Kosova’daki kardeşlerimizin o ıstıraplarının dindirilmesi konusunda, daha fazla etkili olup, daha fazla ne yapabiliriz ve bunu yapmalıyız konusunda bir bakıma bir araya gelmişlerdir. İnşallah, bu görüşmenin neticesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yayımlanacak ortak bir deklarasyonla, bu, daha bir teyit edilmiş olur.

Değerli arkadaşlar, bunu belirttikten sonra, bugün Kosova’da meydana gelen ve oradaki 2 milyon dolayındaki Müslüman Arnavut ve bir miktar da Türk ve diğer unsurların gerçekten yok olması durumunu, ihtimalini gündeme getiren bu olaylara ilişkin olarak, ben de, bazı noktaların altını çizerek, diğer arkadaşlarımdan belki farklı bazı hususları belirtmeye çalışacağım.

Değerli arkadaşlar, evvela şunu kesinlikle bilmeliyiz ki, dün, Bosna-Hersek’te, bugün Kosova’da, belki yarın Sancak’ta, Voyvodina’da veya bir başka bölgede zuhur edecek olan bu ve buna benzer olayların asıl amacı -belki yan başka faktörleri saymak mümkün- bir zamanlar Batı’da “Şark meselesi” diye ifade edilen ve Osmanlının oradaki Müslüman Türk varlığının bütün izleriyle bütün etkileriyle, önce Avrupa’dan, Balkanlardan, sonra Anadolu’dan sürülmesi planının bir parçasıdır meydana gelen gelişmeler. Dün, Bosna-Hersek’te meydana gelen hadiseleri de başka türlü değerlendirmek mümkün değil, bugün Kosova’da meydana gelen hadiseleri de başka türlü değerlendirmek kabil değil. Dün, Bosna-Hersek’te yaklaşık 312 bin Müslüman kardeşimizin katledilmesiyle sonlanan o olaylar, dileriz ki, Kosova’da benzer sonuçlarını doğurmadan, insanlığın birazcık ar, haya, insaf damarı kalmışsa önlenir, engellenir ve bugün demokrasiden, insan haklarından, dünya barışından sık sık söz eden dünya, bu meseleye seyirci kalmaz.

Değerli arkadaşlar, bundan bir süre önce Körfezdeki gerginliği hep hatırlıyorsunuz. Dünyanın bütün güçleri Körfeze yığıldı; birsürü asker, uçak ve harp mühimmatı bölgeye sevk edildi. Sebep; Irak’ın elinde var olduğu ifade edilen kitle imha silahlarının etkisiz hale getirilmesi, bunların oluşturduğu tehlikenin, güya, bertaraf edilmesiydi.

Değerli arkadaşlar, elbette ki, Irak’ın elindeki bu silahların bölge bakımından barışı tehdit eden bir unsur haline gelmesini kimse istemez; ama, eğer, gerçekten gerekçeler bunlar idiyse -ki, bize göre, aslında, onun arkasında, petrol ve petrol üretiminin, nakliyatının kontrolü, o bölgenin stratejik ehemmiyeti ve o stratejik bölgenin kontrolü var- bu gerekçelerle, bölgeye, dünyanın silahlı gücünü sevk eden dünya, bugün, Kosova’ya müdahale konusunda, orada da, Bosna’da olduğu gibi, yüzbinlerce insanın katledilmesini mi bekleyecek?! Biz, bunun böyle olmamasını diliyor ve temenni ediyoruz; aksi takdirde, bugün, dünyanın her tarafında demokratikleşmeden, insan haklarından, dünya barışından bahseden büyük devletlerin “büyük devletler” diye anılan, başta, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleri olmak üzere bölgedeki bütün devletlerin söylemiş oldukları bu sloganlarda asla samimi olmadıklarını vurgulamak durumundayız.

Değerli arkadaşlar, tabiî, nasıl, dün, Körfezdeki sorunun asıl nedeni kimyasal silahların kontrolu filan değilse, burada da asıl neden, biraz önce söylediğim gibi, Balkanlardaki Müslüman varlığının bütünüyle yok edilmesi ve bu arada, elbette, bunun yanında, bölgenin madenler bakımından fevkalade zengin bir bölge olması ayrıca bir faktör olarak sayılmalıdır.

Muhterem arkadaşlar, benden önce konuşan arkadaşlarım ifade ettiler; bölgede meydana gelen olaylar Türkiye bakımından fevkalade önemlidir; çünkü, orada, Müslüman Arnavutlara saldıranlar -onları, siz, ister kabul edin, ister etmeyin; biz, ister kabul edelim, ister etmeyelim- Osmanlının bir devamı, Müslüman Türk varlığının oradaki âdeta bir temsilcisi gibi kabul etmekte ve 1389’da Kosova Meydan Muharebesinde karşı karşıya kaldıkları tarihî olayın intikamı olarak görmekte ve bunu açıkça ifade etmektedirler.

Dolayısıyla, Türkiye, tarihî misyonuna, tarihî mirasına, bölgedeki kültürel ve siyasî varlığına sahip çıkmak ve oradaki sorumluluklarının idraki içerisinde hareket etmek mecburiyetindedir.

Gerçekten, nasıl, Kıbrıs, Türkiye’nin güvenliği bakımından önemli ise, bugün Kosova’da meydana gelen olayların istenmeyen bir tarzda meydana gelmesi, gelişmesi, Türkiye’nin gelecekteki güvenliği bakımından fevkalade önemlidir.

Değerli arkadaşlar, burada şu konu üzerinde durmak istiyorum. Neden Körfezde?.. Mesela, Irak ile ilgili sıcak günler yaşandığı ortamda aynı şeyleri yaşadık. Amerika Birleşik Devletleri yetkilileri, bölgedeki birçok devletin yetkilileriyle temas kurarken, en son, doğrudan, Dışişleri Bakanı ile değil de, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı ya da daha ikinci derecede diplomatlar vasıtasıyla, Türkiye’yle görüşme durumunda oluyorlar. Neden, Balkanlarda bu konuyla ilgili oluşturulan Temas Grubunda Türkiye yok?! Bunlar, elbette ki önemli. Türkiye olarak, biz, elbette ki, bölgede, çevremizde, Ortadoğu’da, Balkanlarda, Kafkaslarda, daha müessir bir konumda olmayı arzu ediyoruz ve bunu temenni ediyoruz.

Değerli arkadaşlar, Türkiye’nin, bugün, o istediğimiz noktada olamayışının bize göre iki önemli nedeni var. Birincisi, maddî güç, ekonomik güç; çünkü, elbette ki, Amerika, şu kadar askerini, şu kadar uçak gemisiyle, şu kadar uçağıyla, şu kadar zamanda -İngiltere ile Fransa ile Almanya’yla beraber- Körfeze gönderebiliyor; bu, bir güç meselesidir. O hale göre, Türkiye, elbette ki, maddî, askerî, ekonomik güç itibariyle, daha kuvvetli olmaya mecburdur; birincisi bu. İkincisi de, moral güç.

Değerli arkadaşlar, Türkiye, dışarıdan bakıldığı zaman, kendi iç meselelerini bile halledememiş, birbiriyle uğraşan, didişen -bugün, gündüz, gensoruda konuşulduğu gibi- hâlâ, insanlarının kılık kıyafetiyle uğraşıldığı bir ülke halinde görünürse, görülürse, öyle algılanırsa dünyada -ki dünya küçüldü- her şey...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kırış; buyurun efendim.

RECEP KIRIŞ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, Türkiye, millî birliğine ve beraberliğine fevkalade önem vermek ve bu meseleyle ilgili de, şu tedbirleri, mutlaka, bir an önce almak durumundadır:

Kosova ve Sancak’taki sorunlar çözümleninceye kadar, Türkiye Cumhuriyeti, soykırımı insanlık suçu sayan Avrupa Devletleri ve ABD’yle birlikte, Yugoslavya Federe Cumhuriyetine tam bir ambargo ilan etmelidir. Bu ambargonun genişletilmesi için, Balkan ülkeleri, İslam Konferansı ve Birleşmiş Milletler zeminlerinde, gerekli faaliyet gösterilmelidir. Esasen, Yugoslavya Temas Grubu da, iki haftalık bir süre vererek, ambargo kavramını gündeme getirmiş bulunmaktadır.

Kosova’ya, Sancak’a, Birleşmiş Milletler barış gücünün gönderilmesi için Türkiye Cumhuriyeti girişimlerde bulunmalı- bu arada, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu Balkan barış gücü teşebbüsü, fevkalade olumlu bir teşebbüstür- buna kararlılıkla devam edilmelidir.

Kosova ve Sancak’a, AGİT gözlemcileri gönderilmelidir. Arnavutluk ile işbirliği yapılarak, Türk uydu yayınlarından, geçici olarak Arnavutça haberler yayınlanmalıdır.

Kızılay ve Diyanet kanalıyla, oraya, en geniş bir şekilde, hem devlet olarak hem halk olarak gereken yardımı yapmamız sağlanmalıdır.

Kosova ve Sancak’ta konuşlanmış bulunan Yugoslav ordusunun birlikleri, buradan, bir an önce ve derhal çekilmelidirler. Evlerinden sürgün edilmiş Müslümanların evlerine dönmeleri sağlanmalıdır.

Balkan Konferansı bir an önce toplanmalı; İslam Konferansı Örgütünde, bu konu, öncelikle, Türkiye’nin tam bir inisiyatifle gündeme getirmesiyle ele alınmalı ve İslam Konferansı olarak yapılabilecekler yapılmalıdır.

Ayrıca -daha önce söylendi- eğer, 22 Martta seçimler yapılacaksa, mutlaka, Türkiye Büyük Millet Meclisi, oraya gözlemci göndermeli ve nihayet, Meclisin bu konudaki kararlılığı bir deklarasyonla, kamuoyuna ve bütün dünyaya duyurulmalıdır.

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Kırış, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Kosova’daki son gelişmeler konusundaki genel görüşme tamamlanmıştır.

Kosova, sanki bir kanlı ova...

Sayın milletvekilleri, siyasî parti gruplarının Başkanlığımıza verdikleri müşterek imzalı bir deklarasyon vardır; bilgilerinize sunuyorum:

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)

20. – Siyasî parti grupları adına grup başkan ve başkanvekillerinin, TBMM’nin Kosova’daki gelişmeleri endişeyle takip etmekte olduğuna ve saldırıları şiddetle kınadığına; sorunun Birleşmiş Milletler ve AGİT ilkeleri doğrultusunda çözülebileceğine; bu amaçla Yugoslavya Federal Cumhuriyet Hükümeti ile Kosova halkı temsilcilerini, bunalımın bir an önce aşılması için gerekli cesaret ve olgunluğunu göstermeye davet etmekte olduğuna ilişkin müşterek önergeleri (3/1372)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kosova’daki gelişmeleri endişeyle takip etmektedir. Köyler yakılmış, masum insanlar katledilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu saldırıları şiddetle kınamaktadır.

Türk Ulusu, tarihi paylaştığı Balkan uluslarıyla daima yakın dostluk ve iyi komşuluk ilişkileri içinde olmuş, Balkan halklarının acılarını kendi acıları gibi hissetmiştir.

Kosova sorununun, en kısa zamanda, Kosova’da yaşayan Arnavutlar, Sırplar ve Türkler dahil bütün unsurların tarih içinde kazanılmış haklarına saygı esasına dayalı olarak Birleşmiş Milletler ile AGİT ilkeleri doğrultusunda ve taraflar arasında yapılacak görüşmelerle çözülmesi, Türk Halkının en samimî arzusudur.

Balkanlarda barış ve istikrarın korunabilmesinin ötesinde, bölgedeki barış ve istikrar açısından da önemli bir tehdit boyutu içeren Kosova bunalımının barışçı yöntemlerle ve zaman yitirilmeksizin aşılabilmesi için gerekli ilk adımların atılması, taraflara düşen tarihî bir sorumluluktur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, bölge barışı ve insanlık bakımından dünya parlamentolarını tutum almaya, bir katliamı önlemede etkili olmaya davet etmektedir. Hiç kimsenin bu olaylara seyirci kalmaya hakkı yoktur. Barış ve insan haklarını korumak, çağımızın başta gelen ödevidir. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, çözüme yönelik uluslararası girişimleri aktif olarak desteklemeye devam etmelidir.

Kosova’da çözümün ilk ve temel koşulu, kan dökülmesine derhal son verilmesidir. Bundan sonra taraflar, sorunun barışçı yollardan çözümüne yönelik imkânların araştırılması maksadıyla, ivedilik ve öncelikle eşit şartlarda önkoşulsuz, anlamlı ve yapıcı bir diyaloğa girmelidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kosova sorununun doğrudan tarafları olan Yugoslavya Federal Cumhuriyeti Hükümeti ile Kosova Halkının temsilcilerini, bunalımın bir an önce aşılması için gerekli siyasî gerçekçilik, cesaret ve olgunluğu göstermeye önemle davet eder.

Salih Kapusuz Mehmet Gözlükaya

FP Grup Başkanvekili DYP Grup Başkanvekili

Metin Öney Önder Sav

ANAP Grup Başkanvekili CHP Grup Başkanvekili

Ali Ilıksoy Mahmut Yılbaş

DSP Grup Başkanvekili DTP Grup Başkanı

(Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, bugünkü çalışmalarımız tamamlanmıştır.

Sözlü sorular ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 18 Mart 1998 Çarşamba günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 22.53

 

VI. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Şereflikoçhisar Devlet Hastanesinin uzman doktor ihtiyacına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı H.İbrahim Özsoy’un yazılı cevabı (7/4318)

Türkiye BüyükMilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Dr. H. İbrahim Özsoy tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygılarımla arz ederim.

Ersönmez Yarbay Ankara

Sorular :

1. Şereflikoçhisar Devlet Hastanesine ne zaman Kulak-Burun-Boğaz, Ortopedi ve Göz Hastalıkları uzmanları atanacaktır?

2. Sözkonusu hastanede ne zamandan beri bu doktorlar yoktur?

T.C.

Sağlık Bakanlığı

Hukuk Müşavirliği

Sayı : B.10.0.HKM.0.00.00.00-9239/723 13.3.1998

Konu : Yazılı Soru Önergesi Cevabı

Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 9.2.1998 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/4318-10875/27406 sayılı yazıları.

Ankara Milletvekili Sayın Ersönmez Yarbay tarafından, Şereflikoçhisar Devlet Hastanesi’nin uzman tabip ihtiyacı ile ilgili olarak verilen yazılı soru önergesinin cevabı ilişikte sunulmaktadır.

Bilgilerine arz ederim.

Dr. Halil İbrahim Özsoy

Sağlık Bakanı

Ankara Milletvekili Sayın Ersönmez Yarbay tarafından “Şereflikoçhisar Devlet Hastanesi’nin uzman tabip ihtiyacı” ile ilgili olarak verilen yazılı soru önergesinin cevabıdır.

Sorular :

“1. Şereflikoçhisar Devlet Hastanesine ne zaman Kulak-Burun-Boğaz, Ortopedi ve Göz Hastalıkları uzmanları atanacaktır?

2. Sözkonusu hastanede ne zamandan beri bu doktorlar yoktur?”

Cevaplar :

Ankara Şereflikoçhisar Devlet Hastanesine, Kulak-Burun-Boğaz Hastalıkları Uzmanı Dr. Mehmet Akmendil 28.11.1997 tarihinde ve Ortopedi Uzmanı Dr. Bülent Aykanat 17.11.1997 tarihinde tayin olunmuştur.

Halen İçişleri bünyesinde çalışmakta olan Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Ahmet Gödenoğlu’nun mezkûr Hastanemize tayin talebi üzerine, tayin işlemleri cümlesinden olarak 9.2.1998 tarihli yazımız ile adı geçen Bakanlık’dan muvafakat istenilmiş olup, muvafakat geldiğinde tayin tamamlanarak adı geçenin göreve başlaması da sağlanacaktır.

İlginize teşekkür ederek başarılar dilerim.

2. –Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın, Erzincan-Refahiye-Doğandere Nahiyesinde Jandarma Karakolu açılıp açılmayacağına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/4363)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı SayınMurat Başesgioğlu tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygıyla arz ederim.

3.10.1997 Tevhit Karakaya Erzincan

Erzincan-Refahiye’ye 17 km. uzaklıkta bulunan Doğandere Nahiyemizdeki Jandarma Karakolu, uzun yıllar bölgenin güvenliği açısından büyük önem arzetmesine rağmen, bölgede emniyet açısından önemli bir problem olmaması, binanın eski olması, bölgedeki nüfusun azalması gibi sebeplerle 1994 yılında kaldırılmıştır.

Ne var ki, son yıllarda bölgede, terör ve anarşi açısından Doğandere ve bölge insanını tedirgin eden olaylar yaşanmaktadır. Nitekim geçtiğimiz gün Kersen Köyü, teröristlerin gasp olayı ile korkulu günler yaşamıştır.

Terör nedeniyle tedirgin bir biçimde bölgede yaşayan vatandaşlarımızın bu nedenle evlerini, köylerini terketme tehlikesiyle karşı karşıya olacağı bir gerçektir.

Bu nedenle;

1. Son zamanlarda yörede faaliyet göstermeye çalışan terör örgütüne imkân tanımamak, örgütün vatandaşlarımız üzerinde oluşturmaya çalıştığı psikolojik etkiyi azaltmak ve bölge ile daha kolay bilgi alışverişi sağlamak amacıyla Doğandere’ye Jandarma Karakolu açılması düşünülmekte midir?

2. Bölgenin güvenliği konusunda başka tedbirler düşünülmekte midir?

T.C. İçişleri Bakanlığı Jandarma GenelKomutanlığı Sayı : GN.PL.P. :0111-12-98/PL.KOOR.Ş.(67963) 17.3.1998

Konu : Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın Yazılı Soru Önergesi

Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Bşk. lığı Gn. Sek. liğinin 17 Şubat 1998 gün ve KAN.KAR.MD. : A.01.0.GNS.0. 10.00.02-11074 sayılı yazısı.

1. İlgi yazı ile alınan Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın TBMM Başkanlığına tevcih ettiği yazılı soru önergesinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.

2. Erzincan-Refahiye-Doğandere Köyünde konuşlu Jandarma Karakolu,

a. Köy ve civarının ekonomik yönden bir özelliğinin bulunmaması,

b. Nüfus yoğunluğunun az olması ve dışarıya göç vermesi nedeniyle yoğunluğun zaman içinde azalan bir seyir takip etmesi,

c. Mevcut yolların ulaşıma uygun olmaması ve kış aylarında uzun süre tamamen kapanması,

ç. Emniyet ve asayiş yönünden bölgede herhangi bir sorunun bulunmaması,

d. Sorumluluk bölgesinde bulunan yerleşim yerlerinden Ağmusa, Alaçayır, Aydıncık, Çengerli, Doğandere, Göçevi, Kırkbudak, Laleli, Sarıkoç, Yazıgediği, Kerşen köylerinin Refahiye Merkez Jandarma Karakolu, Babaaslan, Bölüktepe, Derebaşı, Erecek, Gülensu, Keçegöz, Mülk köylerinin Gümüşakar Jandarma Karakolu tarafından devriyelerle kontrol altına alınarak, emniyet ve asayişlerinin sağlanabilmesi nedeniyle, 19 Temmuz 1994 tarihinde lağvedilerek, daha önce Jandarma Karakolu bulunmayan İliç-Büyükarmutlu Köyüne nakledilmiştir.

3. Doğandere Köyü ve çevresindeki köyler halen Refahiye İlçe Jandarma Komutanlığı MerkezJandarma Karakolu sorumluluk sahasında olup, bölgedeki iç güvenlik hizmetleri, yeterli sayıda güvenlik personelinden oluşan MerkezJandarma Karakol Komutanlığı tarafından yürütülmektedir.

4. Doğandere Jandarma Karakolunun lağvedilmesinden sonra aradan geçen zaman içerisinde belirtilen gerekçelerde önemli bir değişiklik olmadığından bölgeye Jandarma Karakolu açılması planlanmamıştır.

Arz ederim.

Murat Başesgioğlu İçişleri Bakanı

3. – İçel Milletvekili Oya Araslı’nın, Mersin’de faaliyet gösteren Yardım ve İyilik Vakfı ile ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Metin Gürdere’nin yazılı cevabı (7/4376)

Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Vakıflar Genel Müdürlüğünden sorumlu Devlet Bakanı tarafından yazılı olarak yanıtlanmasına aracılığınızı dilerim. Saygılarımla.

Prof. Dr.Oya Araslı İçel

1. Son günlerde Mersin basınında, Mersin’de kurulu bulunan “Yardım ve İyilikVakfı” ile ilgili bazı yayınlar yapılmaktadır.

Bu yayınlarda, sözkonusu Vakfın Mütevelli Heyetinin oluşumuna ilişkin hükümlerin Vakıf senedinde tahrifat yapılarak değiştirildiği ve yapılan tahrifat doğrultusunda mevcut Mütevelli Heyet üyelerinin görevine son verildiği; Vakıf yöneticileriyle yakın iş ilişkileri bulunan bazı kimselerce kurdurulan ve kurulan üç derneğin üyelerinden yeni bir Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu oluşturulduğu; sözkonusu YönetimKurulunun hukuka aykırı birtakım işlemlerle Vakfı zarara uğrattığı; olayın Vakıflar GenelMüdürlüğü Teftiş Kurulu tarafından incelendiği ve yeni bir Yönetim Kurulunun atandığı iddiaları yer almaktadır. Eğer bu iddialar doğru ise;

a. İddialarda belirtilen hukuka aykırı işlemlerle ve sorumlularıyla ilgili olarak neler yapılmıştır?

b. Yeni bir Yönetimkurulu atanmış mıdır? Atandı ise niçin hâlâ göreve başlamamıştır?

c. Yeni Yönetim Kurulu göreve başlayıncaya kadar mevcut YönetimKurulunun, ilerdeki hukukî sorunlara yol açabilecek birtakım işlemler yapmaması için ne gibi önlemler alınmıştır?

2. Vakfa bağlı Huzurevi (Yaşlılarevi)’nin yönetimi, yasalara ve Vakıf Senedindeki ilkelere uygun ve yeterli bir biçimde gerçekleştirilmekte midir? Vakıflar GenelMüdürlüğünce bu konuda herhangi bir inceleme yaptırılmış mıdır?

3. Huzurevinin ve Vakfa ait malların daha iyi yönetilmesi için ne gibi önlemler alınması düşünülmektedir?

T.C. Devlet Bakanlığı Sayı : B.02.0.010/04643 11.3.1998

Konu : Yazılı Soru Önergesi

Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığına

İlgi : Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığının 20.2.1998 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/4376-11007/27786 sayılı yazısı.

İçel Milletvekili Oya Araslı’nın Bakanlığıma tevcih ettiği 7/4376 esas nolu yazılı soru önergesi cevabı ekte sunulmuştur.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

Metin Gürdere Devlet Bakanı

İçel Milletvekili SayınOya Araslı’nın Tevcih Ettiği 7/4376 Esas No.’lu Vakıflar Genel Müdürlüğü ile İlgili Yazılı Soru Önergesi Cevabıdır.

Son günlerde Mersin basınında, Mersin’de kurulu bulunan “Yardım ve İyilikVakfı” ile ilgili bazı yayınlar yapılmaktadır.

Bu yayınlarda, sözkonusu Vakfın Mütevelli Heyetinin oluşumuna ilişkin hükümlerin Vakıf senedinde tahrifat yapılarak değiştirildiği ve yapılan tahrifat doğrultusunda mevcut Mütevelli Heyet üyelerinin görevine son verildiği; Vakıf yöneticileriyle yakın iş ilişkileri bulunan bazı kimselerce kurdurulan ve kurulan üç derneğin üyelerinden yeni bir Mütevelli Heyet ve Yönetim Kurulu oluşturulduğu; sözkonusu YönetimKurulunun hukuka aykırı birtakım işlemlerle Vakfı zarara uğrattığı; olayın Vakıflar GenelMüdürlüğü Teftiş Kurulu tarafından incelendiği ve yeni bir Yönetim Kurulunun atandığı iddiaları yer almaktadır. Eğer bu iddialar doğru ise;

Soru 1. İddialarda belirtilen hukuka aykırı işlemlerle ve sorumlularıyla ilgili olarak neler yapılmıştır?

Cevap 1. Eski YönetimKurulu üyeleri hakkında azil davası açılmakla birlikte T.C.K. 345 ve 510 uncu maddelerine göre cezalandırılmaları için 31.12.1997 gün, 18477 sayılı yazı ile Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmuştur.

Soru 2. Yeni bir YönetimKurulu atanmış mıdır? Atandı ise niçin hâlâ göreve başlamamıştır?

Cevap 2. Vakıflar GenelMüdürlüğü’nce, Vakıf senedi hükümlerine uygun olarak, Vakfa yeni YönetimKurulu üyeleri atanmış, görevden alınan bazı eski Yönetim Kurulu üyesi ise, idarî yargıdan yürütmeyi durdurma kararı almıştır. Yargı kararına göre eski yöneticiler görevde olduklarından, yeni yöneticilerle ilgili iş ve işlemler gerçekleştirilememiştir.

Soru 3. Yeni Yönetim Kurulu göreve başlayıncaya kadar mevcut YönetimKurulunun, ilerdeki hukukî sorunlara yol açabilecek birtakım işlemler yapmaması için ne gibi önlemler alınmıştır?

Cevap 3. Yeni bir YönetimKurulu oluşturulması, Vakfın hak ve menfaatlerinin korunması bakımından Vakıflar Genel Müdürlüğünce adı geçen Vakıfla ilgili yeni müfettiş mahallinde görevlendirilmiştir.

Soru 4. Vakfa bağlı Huzurevi (Yaşlılarevi)’nin yönetimi, yasalara ve Vakıf Senedindeki ilkelere uygun ve yeterli bir biçimde gerçekleştirilmekte midir? Vakıflar GenelMüdürlüğünce bu konuda herhangi bir inceleme yaptırılmış mıdır?

Cevap 4. Mersin’de Türk Medenî Kanununa göre kurulu bulunan Yardım ve İyilik Vakfı’nın vakıf senedinde; Huzurevleri adıyla fakir, yoksul, düşkünler için barınma yerleri yapmak ve yaptırmak hükmü yer almaktadır.

Vakıf yöneticilerinin basiretli bir idareci gibi davranmak zorunda oldukları teftiş raporunda da belirtilmiştir.

Vakıflar GenelMüdürlüğünce Ekim 1997 ayında adı geçen Vakıfla ilgili incelemeler yapılmış ancak, geçmiş dönemlerde bazı usulsüzlükler tespit edilmiş olup, konu adlî makamlara intikal ettirilmiştir.

Soru 5. Huzurevinin ve Vakfa ait malların daha iyi yönetilmesi için ne gibi önlemler alınması düşünülmektedir?

Cevap 5. Vakıf huzurevine, mesleğinde ihtisas sahibi bir şahsın müdür olarak acilen atanması için Vakfa tenbihatta bulunulmuştur.

Türk Medenî Kanununa göre kurulan Vakıflar, VakıflarGenelMüdürlüğünün yönetiminde değil, denetiminde olan özel hukuk hükümlerine tabi kuruluşlardır.

Bilgilerinize rica ederim.

4. – Giresun Milletvekili Turhan Alçelik’in, Giresun’un, Olağanüstü Hal ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde Uygulanacak İndirim ve Teşviklerle İlgili Kanun Kapsamına alınıp alınmayacağına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Işın Çelebi’nin yazılı cevabı (7/4386)

Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın MesutYılmaz tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda gereğinin yapılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

13.2.1998 Dr. Turhan Alçelik Giresun

4325 Sayılı Olağanüstü Hal Bölgesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde İstihdam Yaratılması ve Yatırımların Teşvik Edilmesi ile 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile GSYİH yönünden Karadeniz bölgesinin en fakir ili olan Giresun bu kanun kapsamına alınmamıştır. Kanun kapsamı, bölümü ile ilgili Madde-2 değerlendirildiğinde; Kalkınmada Öncelikli Yöreler ise; diye başlayan kısım dikkate alındığında mevcut 2 gösterge (GSYİH ve sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi) şart olarak ileri sürülmemiştir. Bu bakımdan Kalkınmada Öncelikli Yörelerden BakanlarKurulu’nun istediği illeri kanun kapsamına alabileceği kanaatini taşıyorum.

Soru 1. Giresun İli bu görüş ışığında Bakanlar Kurulu Kararı ile kanun kapsamına alınacak mıdır?

Soru 2. Bu Kanunun amacı, geri kalmış yörelerde istihdam sağlanması yani Ülkemizin gelişmesine katkıda bulunmaktır. Bu sebeple geri kalmış sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi – (eksi) düzeyde olan illerin Bakanlar Kurulu Kararı içinde yer almasını sağlayacak yeni bir düzenleme düşünüyor musunuz?

Soru 3. Bu çerçevede Giresun İlini de bu kanun kapsamına almayı düşünüyor musunuz?

T.C. Başbakanlık DevletPlanlama TeşkilatıMüsteşarlığı (Bölgesel Gelişme ve Yapısal Uyum Genel Müdürlüğü) Sayı : B.02.1.DPT.0.10.01-57-95/962 16.3.1998

Konu : Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının 20.2.1998 tarihli ve A.01.0.GNS.0.10.00. 02-7/4386-11043/27840 sayılı yazısı.

b) Başbakanlığın 27.2.1998 tarih ve B.02.0.KKG/712-2/957 sayılı yazısı.

Giresun Milletvekili Sayın TurhanAlçelik’in Sayın Başbakanımıza tecih ettiği yazılı soru önergesi ilgi (b) yazı ekinde Müsteşarlığımıza gönderilmiştir.

Sözkonusu yazılı soru önergesinde; Giresun İlinin 4325 Sayılı “Olağanüstü Hal Bölgesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde İstihdam Yaratılması ve Yatırımların Teşvik Edilmesi ile 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” kapsamına alınmama nedeni sorulmaktadır.

Bu konu ile lgili olarak hazırlanan açıklama notu ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Işın Çelebi Devlet Bakanı

Giresun İli Hakkında Açıklama Notu

Bilindiği gibi, Giresun İli, 22.7.1997 tarih ve 97/41 Sayılı Yüksek Planlama Kurulu kararı ile Kalkınmada Öncelikli Yöreler kapsamına alınmakla; bu ilimizdeki yatırımlara, “Yatırımlarda Devlet Yardımları” hakkındaki Bakanlar Kurulunun 94/6411 sayılı kararı doğrultusunda diğer yörelere nazaran önemli avantajlar sağlanmıştır.

Yatırımlara sağlanan bu destek dışında Giresun İlimiz kalkınmada öncelikli diğer yörelerle birlikte;

– Hayat standardı esasına tabi vergi mükelleflerinin hayat standardı ve ilave gösterge tutarları ile götürü vergi mükelleflerinin, matrahlarına uygulanan yüzde 50 indirimli vergi uygulamalarından,

– Organize sanayi bölgelerinin, altyapı inşaatları için verilen kredi ve faiz oranlarında olduğu gibi arsa tahsislerinde ve arsa satışlarında normal yörelere göre sağlanan avantajlardan,

– Küçük sanayi sitelerinin üst yapı inşaatlarına verilen kredi ve faiz oranları ile geri ödeme süreleri itibariyle getirilen avantaj ve kolaylıklardan,

– Kamu ortaklığı fonu kaynaklı krediler ile toplu konut kredilerine uygulanan muhtelif oranlardaki indirimlerden,

– Elektrik tüketim bedellerine uygunanan indirimlerden ve

– Kamu personeline sağlanan avantajlar gibi çeşitli ilave imkânlardan da yararlanmaktadır.

Öte yandan; Giresun İli, 21.1.1998 tarih ve 4325 sayılı Kanunun ikinci maddesinde tanımı yapılan “Olağanüstü Hal Bölgesi” kapsamına girmemekle birlikte yine aynı maddede belirtilen kalkınmada öncelikli yöreler kapsamına dahil olmaktadır.

Bu nedenle; Giresun İlimizde, 4325 Sayılı Kanunun “Bedelsiz yatırım yeri tahsisi”ni düzenleyen 8 inci maddesindeki bu önemli teşvik unsurundan kanun kapsamındaki diğer iller gibi yararlanmaktadır.

Ayrıca, Giresun İli 98/10669 sayılı kobi’lere devlet yardımları hakkındaki karar kapsamındadır.

Diğer taraftan; 4325 sayılı Kanun kapsamında değişiklik yapılmak üzere, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda çalışmalar devam etmektedir.

5. – İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, Midyat Cezaevindeki bir itirafçıya yapılan ziyarete ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı MuratBaşesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/4388)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıda yer alan sorularımın İçişleri Bakanı tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını arz ederim.

Ercan Karakaş İstanbul

Geçtiğimiz günlerde basında Yüksekova Çetesi davasında yargıya müdahale edildiğine ilişkin haberler yer aldı. Buna örnek olarak da; bu davanın sanıklarından halen Midyat cezaevinde bulunan itirafçı Kahraman Bilgiç’e “anlattıklarım yalandı” şeklinde zorla bir dilekçe imzalatılması gösterildi.

1. “Havar” kod adlı çete itirafçısı Kahraman Bilgiç 1997 yılı içinde savcıdan izin alınmaksızın biri üniformalı diğeri sivil iki kişi tarafından ziyaret edilmiş midir?

2. Bu kişilerin kimlikleri saptanmış mıdır?

3. Bu kişileri cezaevine götüren ve Midyat Jandarma TaburKomutanlığında görevli olduğu söylenen astsubay kimdir?

4. Kendisine bu görevi kim vermiştir?

5. Yapılan görüşme Midyat Cezaevinin güvenliğinden sorumlu Jandarma Bölük Komutanının bilgisi dahilinde mi gerçekleşmiştir?

6. Görüşme için talimat verdiği söylenen “Binbaşı Cengiz” kimdir?

7. Görüşme esnasında ziyaretçilerden üniformalı olan Kahraman Bilgiç’e cebinden çıkardığı bir kâğıdı imzalatmış mıdır?

8. Kahraman Bilgiç’e “amcanı ve aileni yok ederiz” diyerek imzalatıldığı söylenen daha önce “anlattıklarım yalandır” şeklindeki dilekçenin daha sonra DGM’de ortaya çıktığı doğru mudur?

9. Savcıdan ve cezaevi yöneticilerinden habersiz olarak gerçekleştirilen bu “esrarengiz” ziyaretin sonradan cezaevi karakol komutanı astsubay “Halil” tarafından Midyat Cumhuriyet Başsavcısı’na intikal ettirildiği doğru mudur?

10. Başsavcı görüşmeyle ilgili bir soruşturma açmış mıdır?

11. Soruşturma hangi aşamadadır?

T.C. İçişleri Bakanlığı Jandarma Genel Komutanlığı GN.PL.P. : 0111-13-98/PL.KOOR.Ş. (67974) 17.3.1998

Konu : İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Bşk. lığı Gn. Sek. liğinin 20 Şubat 1998 gün ve KAN.KAR.MD. : A.01.0.GNS. 0.10.00.02-11178 sayılı yazısı.

1. İlgi yazı ile alınan İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın tevcih ettiği yazılı soru önergesinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.

2. “Havar” kod adlı bölücü terör örgüt itirafçısı KahramanBilgiç’in 1997 yılı içerisinde Cumhuriyet Başsavcılığından izin alınmaksızın biri üniformalı, diğeri sivil iki kişi tarafından ziyaret edildiği adı geçen itirafçının ifadesinde yer aldığından, Cezaevi Müdürü ile Cezaevi Jandarma Bölük Komutanı hakkında; iki Polis Memuru ile Yüksekova’lı üç Geçici Köy Korucusundan rüşvet almak suçundan 5 Ocak 1998 gün ve 1998/1-1 Esas Sayılı iddianame ile Midyat Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldığı öğrenilmiştir.

Arz ederim.

Murat Başesgioğlu İçişleri Bakanı

6. – İstanbul Milletvekili Osman Kılıç’ın, bazı belediye başkanlıkları hakkında yapılan şikâyet, inceleme ve soruşturma başvurularına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/4393)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda gereğini izinlerine saygılarımla sunarım.

Osman Kılıç İstanbul

1. 27 Mart 1994 tarihinden itibaren aşağıdaki Belediye Başkanlıkları hakkında Bakanlığınıza yapılan, şikâyet, inceleme, soruşturma başvuruları nelerdir, bunlara ne işlem yapılmıştır?

2. Bu başvurulardan yargıya intikal ettirilenler hangileridir?

3. Yargıya intikal ettirilmeyen dosyalar var ise, siz bunları intikal ettirmeyi düşünüyor musunuz?

Belediyeler :

1. İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı

2. Beşiktaş Belediye Başkanlığı

3. Beyoğlu Belediye Başkanlığı

4. Bayrampaşa Belediye Başkanlığı

5. Eminönü Belediye Başkanlığı

6. Eyüp Belediye Başkanlığı

7. Fatih Belediye Başkanlığı

8. Kâğıthane Belediye Başkanlığı

9. Sarıyer Belediye Başkanlığı

10. Şişli Belediye Başkanlığı

11. Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığı

T.C. İçişleri Bakanlığı Mahallî İdareler GenelMüdürlüğü Sayı : B.05.0.MAH.0.65.00.002/80204 17.3.1998

Konu : Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 20.2.1998 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/4393-11055/27864-11178 sayılı yazısı.

İlgi yazı ekinde alınan ve tarafımdan cevaplandırılması istenilen İstanbul Milletvekili Osman Kılıç’ın “İstanbul’daki bazı belediye başkanları hakkında yapılan şikâyet, inceleme-soruşturma ve bunların sonuçlarına” ilişkin yazılı soru önergesinde belirtilen belediye başkanları hakkında Bakanlığıma intikal eden şikâyetler üzerine yapılan işlemlere dair ayrıntılı bilgiler ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Murat Başesgioğlu İçişleri Bakanı

Ek : Liste

7. – BalıkesirMilletvekili Ahmet Bilgiç’in, Kazdağı çevresinde madencilik faaliyetlerine izin verilmesinin çevreye etkisine ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı İmrenAykut’un yazılı cevabı (7/4394)

Türkiye BüyükMilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın delaletlerinizle Çevre Bakanı Sayın İmren Aykut tarafından yazılı olarak cevaplanması hususunu ve gereğini arz ederim.

Ahmet Bilgiç Balıkesir

Balıkesir ve Çanakkale vilayetleri arasında kalan “Kazdağları” ve çevresi hakkında basında çıkan haberlerden (10 Ocak 1998/Hürriyet) hareketle;

1. Balıkesir ve Çanakkale illerinin kıyı şeridinin (özellikle Edremit Körfezi) güzelliği yanında havasının (oksijeni en bol) temizliği ile ünlü bir bölgedir. Bu nedenle bir çok solunum yolu rahatsızlığı olan hasta tarafından ziyaret edildiği malumunuzdur. Böyle bir bölgede maden (Linyit vb.) aramak veya işletmek nasıl bir etki yapacağı düşünülmektedir?

2. Kazdağları ve çevresinde bulunan Endemik, Süs, Tıbbî ve Aromatik bitki örtüsü maden arama ve işletme faaliyetinden nasıl etkilenecektir?

3. Bakanlığınız tarafından Gür-Tem Madencilik Tur. Tic. Ltd. şirketinin maden arama faaliyeti yürüttüğü bölgede, ÇED (Çevresel Etki ve Değerlendirme) yaptırılmış mıdır? Yaptırılmış ise neticesi nedir?

4. Balıkesir ve Çanakkale illerinde en yoğun olarak yetiştirilen başta Zeytin olmak üzere diğer ürünlerin yetiştirilmesi, söz konusu maden arama faaliyetlerinden nasıl etkilenecektir?

5. Dünya Bankası tarafından Kazdağları pilot bölge seçilip ve “Genetik Kaynakları Yerinde Koruma Projesi” kapsamında ve “Türkiye’de Genetik Çeşitliliğin Yerinde Korunması Projesinde” Bakanlığınız açısından nasıl bir katkı yapılmaktadır? 5,1 Milyon $’lık fon’dan Bakanlığınız ne kadar kullanmıştır?

6. Gür-Tem Mad. Tur. Tic. Ltd. Şirketinin maden arama veya işletmesi için herhangi bir onay, izin veya ruhsat verilmiş midir? Verilmiş ise iptal edilmesi düşünülmekte midir?

T.C. Çevre Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi ve Planlama GenelMüdürlüğü Sayı : B.19.0.ÇED.0.12.00.01/571-1875 18.3.1998

Konu : Balıkesir Milletvekili Sayın Ahmet Bilgiç’in Soru Önergesi.

Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığı

Genel Sekreterliğine

(Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı)

İlgi : 20 Şubat 1998 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/4394-11068/27809 sayılı yazınız.

Balıkesir Milletvekili SayınAhmet Bilgiç’in Balıkesir İli, Kazdağı çevresinde madencilik faaliyetlerine izin verilmesinin çevreye etkisi hakkındaki 7/4394 esas nolu soru önergesi ile tarafıma tevcih edilen sorulara ilişkin Bakanlığım cevabı aşağıdaki gibidir.

Soru 1. Balıkesir ve Çanakkale illerinin kıyı şeridinin (özellikle Edremit Körfezi) güzelliği yanında havasının (oksijeni en bol) temizliği ile ünlü bir bölgedir. Bu nedenle bir çok solunum yolu rahatsızlığı olan hasta tarafından ziyaret edildiği malumunuzdur. Böyle bir bölgede maden (Linyit vb.) aramak veya işletmek nasıl bir etki yapacağı düşünülmektedir?

Cevap 1. Maden işletmeciliği ile çevre değişik boyutlarda etkilenmektedir. Açık ocak işletmeciliğinin çevreye olan en önemli etkisi arazi bütünlüğünün bozulması, topoğrafyanın değişmesi, verimli üst toprağın kaybolması, flora ve faunanın yaşama ortamının yok edilmesidir. Dekapaj ve üretim sırasında yapılan patlamanın, iş makinalarının neden olduğu toz, gürültü ve titreşimler diğer çevresel etkilerdir. Madencilik faaliyetlerinin yapıldığı arazide uzun yıllar süren işletme faaliyetleri boyunca tarıma ve ormana yönelik kullanımlar yapılamamaktadır.

Madencilik faaliyetlerinin genel etkileri yanısıra bu bölgede gerçekleştirilmesi planlanan maden arama veya işletme faaliyetlerinin çevre üzerine yapacağı tüm etkilerin belirlenmesi için özellikle modelleme çalışmaları yapılarak faaliyetten kaynaklanan toz ve gürültünün hangi uzaklıkta, hangi oranlarda yayılım gösterdiği tespit edilmekte, çevresel etkilerini en aza indirmek için önlemler getirilmektedir.

Soru 2. Kazdağları ve çevresinde bulunan Endemik, Süs, Tıbbî ve Aromatik bitki örtüsü maden arama ve işletme faaliyetinden nasıl etkilenecektir?

Cevap 2. Maden arama ve işletme faaliyetlerinden Kazdağları ve çevresinde bulunan endemik süs, tıbbî ve aromatik bitkilerin ne yönde etkilenecekleri, yukarıda da belirtildiği gibi faaliyet özelinde hazırlanacak ÇED raporları ile belirlenebilmektedir. Sözkonusu bitkilerin faaliyet alanında bulunup bulunmadığı, faaliyetin etki alanında kalıp kalmadığı belirlenerek etkilerin önlenmesi için tedbirler aldırılmaktadır. Alınan tedbirlerle endemik türlerin zarar görmesinin önlenemediğine dair kanaat getirilmesi durumunda Bakanlığım faaliyetin yapılmasına izin vermemektedir.

Ayrıca Bakanlığım Kazdağlarının doğal yapısının korunmasına büyük önem vermekte olup bölgenin ekonomik kültürel ve doğal değerlerinin korunması ile ilgili olarak Orman Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile koordineli çalışmalar yürütmektedir.

Soru 3. Bakanlığınız tarafından Gür-Tem Madencilik Tur. Tic. Ltd. şirketinin maden arama faaliyeti yürüttüğü bölgede, ÇED (Çevresel Etki ve Değerlendirme) yaptırılmış mıdır? Yaptırılmış ise neticesi nedir?

Cevap 3. Gür-Tem Madencilik Limited Şirketi tarafından Çanakkale İli, Yenice İlçesi, Aşağı Çavuş Köyü, Kocamezarlık mevkiinde maden araması ve 1/10 oranına kadar işletilmesine ilişkin olarak Çanakkale İl Müdürlüğümüze müracaatta bulunulmuştur. Ancak 7.2.1993 tarih ve 21489 sayılı ÇED Yönetmeliği’nin yürürlükte bulunduğu tarihte maden arama ve 1/10 oranında işletilmesi ÇED Yönetmeliği kapsamı dışında bulunduğundan ve sözkonusu şirkete ait maden arama ruhsatı 28.4.1997 tarihli olduğundan adı geçen faaliyet bu aşamada ÇED Yönetmeliği kapsamı dışında değerlendirilmiştir. Ancak faaliyet sahibi ruhsat sahasının tamamını kapsayan 597.52 hektarlık alanda maden üretimi yapmak üzere girişimde bulunduğunda ÇED raporu hazırlayıp Bakanlığımdan görüş almak zorundadır.

Soru 4. Balıkesir ve Çanakkale illerinde en yoğun olarak yetiştirilen başta Zeytin olmak üzere diğer ürünlerin yetiştirilmesi, söz konusu maden arama faaliyetlerinden nasıl etkilenecektir?

Cevap 4. Sözkonusu madencilik faaliyetinin Zeytin yetiştiriciliğine olan etkileri, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından yürütülen 4086 sayılı “Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun” kapsamında değerlendirilmektedir.

Bu aşamada sözkonusu faaliyetin diğer ürünlere olan etkileri ise konu ile ilgili uzmanlar tarafından hazırlanacak raporlar ile belirlenebilecektir.

Soru 5. Dünya Bankası tarafından Kazdağları pilot bölge seçilip ve “Genetik Kaynakları Yerinde Koruma Projesi” kapsamında ve “Türkiye’de Genetik Çeşitliliğin Yerinde Korunması Projesinde” Bakanlığınız açısından nasıl bir katkı yapılmaktadır? 5,1 Milyon $’lık fon’dan Bakanlığınız ne kadar kullanmıştır?

Cevap 5. Bakanlığımca sözkonusu proje çerçevesinde belirtilen hedef türlerin yerinde korunmasına yönelik elde edilen veriler doğrultusunda “Türkiye Genetik Çeşitliliğin Yerinde Korunması (In Situ) Millî Planı” hazırlanmıştır. Proje pilot alanlarında biyolojik çeşitlilik ve yabani bitki gen kaynaklarının korunmasına ilişkin olarak, gen koruma ve yönetim alanları belirlenmekte, halkı bilinçlendirme ve katılımı konusunda bilgilendirme seminerleri organize edilmekte, doğal değerlerin korunması açısından dünyaca önemli olan bu bölgenin korunması için gerekli hassasiyet gösterilmektedir.

Bakanlığım harcamaları, Dünya Bankasının oluru alındıktan sonra proje koordinatörü Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından gerçekleştirilmiştir. Bakanlığım projeden ofis ve yayım malzemeleri alımı, millî planının hazırlanması, basımı ve projede çalışanların eğitimi başlıkları altında toplam 273 000 $’lık harcama yapılmıştır. Bu harcamalar projenin toplam tutarın % 5.3’e tekabül etmektedir.

Soru 6. Gür-Tem Mad. Tur. Tic. Ltd. Şirketinin maden arama veya işletmesi için herhangi bir onay, izin veya ruhsat verilmiş midir? Verilmiş ise iptal edilmesi düşünülmekte midir?

Cevap 6. Bakanlığım tarafından bu faaliyete ilişkin olarak herhangi bir onay, izin ve ruhsat verilmemiştir. Ancak, sözkonusu firmanın Çanakkale İl Müdürlüğümüze yapmış olduğu 16.10.1997 tarihli başvurusundan, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı tarafından 597.52 hektarlık alana 28.4.1997 tarihinde maden arama ruhsatı verildiği, faaliyet sahibi 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 21 inci maddesinde “Arama ve ön işletme ruhsat süresi boyunca ruhsat sahibi faaliyet raporları ile tespit edilen görünür rezervin 1/10’nuna kadar cevheri istihrac edip, satabilir...” hükmü uyarınca 597.52 hektarlık arama ruhsatlı sahanın 65 dönümlük kısmında maden istihrac edip satmayı planladığı, bunun için 24.6.1997 tarihinde Çanakkale Orman Bölge Müdürlüğüne gerekli izin için başvuruda bulunduğu ve 28.10.1999 tarihine kadar 65 dönümlük saha için izin verildiği anlaşılmaktadır.

Ancak, Kültür Bakanlığı tarafından Şubat ayı içinde maden arama sahası Doğal ve Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmiş ve Kazdağlarının tümü için ekip çalışması başlatılmıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

Dr. İmren Aykut Çevre Bakanı

8. – Bursa Milletvekili Yahya Şimşek’in, emekli olduktan sonra A.Ö.F. Önlisans Programını tamamlayan öğretmenlere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün yazılı cevabı (7/4423)

Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

Yahya Şimşek Bursa

1. 65 yaşını doldurup emekli olan öğretmenin, Açık Öğretim önlisans programını tamamladıktan sonra intibakının yapılmamasını ve T.C. Emekli Sandığı Kanunu’nun 40 ve 104 üncü maddeleri ile 657 Sayılı Kanunun 93 üncü maddesi ile engellenmesini ortadan kaldırmak için yasada geçici bir hüküm değişikliği yapılması düşünülüyor mu? Bu amaçla 65 yaşının üzerindeki emekli personelin göreve yeniden dönebilmesi ve bir defaya mahsus intibaklarının yapılabilmesi için gerekli çalışmalarınız var mı?

2. 1 inci derecenin 4 üncü kademesinden emekli olan memurların içerisinde en düşük emekli maaşı alanların öğretmen emeklileri olduğu bilinmesine karşın ne gibi önlemler almaktasınız?

T.C. Devlet Bakanlığı Sayı : B.02.0.007/0761 16.3.1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 2.3.1998 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/4423-11166/28101 sayılı yazısı.

Bursa Milletvekili Yahya Şimşek’in tarafıma yönelttiği ilgi yazı eki, yazılı soru önergesi cevabı ekte sunulmuştur.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

Prof.Dr. Hikmet Sami Türk Devlet Bakanı

1. 65 yaşını dolduran memurların iştirakçi olarak çalıştırılamayacağını, 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanununun iştirakçi olma yaş hadlerini düzenleyen 40 ıncı maddesinin 1 inci fıkrasında yer alan “İştirakçilerin vazifeleriyle ilgilerinin kesilmesini gerektiren yaş haddi 65 yaşını doldurdukları tarihtir...” hükmü ve kurumlarda emeklilik hakkı tanınan vazifelerde çalıştırılamayacaklara ilişkin 104 üncü maddesi hükmü ile düzenlenmiş bulunmaktadır.

Ayrıca, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 93 üncü maddesinde “T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre emekli olanlardan (5434 sayılı Kanunun 104 üncü maddesine göre emeklilikle ilgili görevlere yeniden atanamayacaklar hariç) sınıfında yazılı nitelikleri taşımakta bulunanlar Kanunun 92 nci maddesi hükümlerine göre kurumlarda boş kadro bulunmak şartıyla yeniden memurluğa atanabilirler” hükmü yer almaktadır.

65 yaşını geçmiş emekli öğretmenlerin yeniden göreve dönmeleri ve hak sahiplerinin intibaklarının yapılması için 5434 sayılı Kanunun anılan maddelerinde değişiklik yapılması gerekmekte olup, bu hususta mevzuat değişikliğine ilişkin çalışma bulunmamaktadır.

2. 1 inci derecenin 4 üncü kademesinden emekli olan memurlardan en düşük emekli maaşı alanlar arasında öğretmenler bulunmamaktadır. 1 inci derecenin 4 üncü kademesinden aylık alan bir öğretmen aynı derece ve kademeden emekli olmuş şube müdürlerinden fazla olmak üzere makam tazminatı almayan 3000 ek göstergeli Daire Başkanlarının aldığı emekli maaşını almaktadır.

Örnek vermek gerekirse 25 yıllık hizmeti ile 1 inci derecenin 4 üncü kademesinden emekli olan yüksek öğrenimli, bir öğretmen 74 080 000 TL., Şube Müdürü 70 588 000 TL. Genel İdarî Hizmetleri Sınıfından Uzman 70 588 000 TL. ve makam tazminatı almayan 3000 ek göstergeli daire başkanı 74 080 000 TL. emekli aylığı almaktadır.

Bununla birlikte öğretmen emeklilerinin malî haklarının iyileştirilmesi hususunun kamu personeli ile emeklilerinin bütününe yönelik olarak bu yönde yapılabilecek çalışmalarda ele alınmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir.

9. – Balıkesir Milletvekili İ. Önder Kırlı’nın, Balıkesir’in Manyas ve Körfez yörelerinde meydana gelen sel felaketinde mağdur olan çiftçilere ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa R. Taşar’ın yazılı cevabı (7/4436)

Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Tarım ve Köyişleri Bakanı tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını diliyorum.

Saygılarımla.

İ. Önder Kırlı Balıkesir

1. Balıkesir’in Manyas ve Körfez yörelerinde meydana gelen sel felaketinden sonra, Bakanlığınızca, afet bölgesindeki ekili alanlarda meydana gelen zarar-ziyan tespit çalışmaları sonuçlandırılmış mıdır? Selden ne kadar arazi zarar görmüştür ve çiftçimizin uğradığı zararın maddî tutarı nedir? Afete uğrayanlara ne zaman ödeme yapılacaktır?

2. Olay nedeniyle 10 Şubat 1998 günü TBMM’de yaptığım gündem dışı konuşmayı yanıtlayan Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Yaşar Topçu, “Balıkesir İlinin afet bölgesi ilan edildiğini” beyan ettiğine göre, ekili arazilerdeki zarar yanında, ekili olmayan ancak selin bıraktığı çamur ve çakıllar nedeniyle ekilmesi, ürün alınması mümkün olmayan yerlerdeki afetzedelere yardım yapılacak mıdır? Bu konuda Bakanlığınızca ne gibi çalışmalar yürütülmektedir?

3. Selden zarar gören alanların yeniden ekine hazır hale getirilebilmesi için çiftçiye tohumluk dağıtımı ve kredi verilmesi düşünülmekte midir, düşünülmediyse bunun nedeni nedir?

4. Selden küçük ve büyükbaş hayvanını kaybeden çiftçilerimize ne gibi destek ve yardım yapılması düşünülmektedir?

T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Sayı : KDD.S.Ö.1.01/553 13.3.1998

Konu : Sel felaketinin yol açtığı tahribat

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığı Genel Sekreterliği’nin 2.3.1998 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/4436-11195/28143 sayılı yazısı.

İlgi yazı ekinde Bakanlığımıza intikal eden ve Balıkesir Milletvekili İ. Önder Kırlı’nın cevaplandırılmasını istediği 20.2.1998 gün ve 7/4436-11195 sayılı yazılı soru önergesiyle ilgili bilgiler aşağıda verilmiştir :

Soru 1. Balıkesir’in Manyas ve Körfez yörelerinde meydana gelen sel felaketinden sonra, Bakanlığınızca, afet bölgesindeki ekili alanlarda meydana gelen zarar-ziyan tespit çalışmaları sonuçlandırılmış mıdır? Selden ne kadar arazi zarar görmüştür ve çiftçimizin uğradığı zararın maddî tutarı nedir? Afete uğrayanlara ne zaman ödeme yapılacaktır?

Cevap 1. Balıkesir İlinin Manyas, Edremit, Burhaniye, Ayvalık, Bandırma ve Gömeç ilçelerinde 21-22.1.1998 ile 2.2.1998 tarihlerinde sağnak yağış sonucu meydana gelen sel baskınıyla ilgili hasar tespit çalışmaları tamamlanmış olup, 42 köyde 1 668 çiftçi ailesine ait 21578 dekar ekili alan ile 2278 adet ağaç zarar görmüştür; maddî kayıp 400 milyar 298 milyon (400 298 000 000) TL.’dır. Manyas İlçesi’nde sel suları henüz çekilmediğinden, hasar tespit çalışmalarına başlanılmamıştır.

Soru 2. Olay nedeniyle 10 Şubat 1998 günü TBMM’de yaptığım gündem dışı konuşmayı yanıtlayan Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Yaşar Topçu, “Balıkesir İlinin afet bölgesi ilan edildiğini” beyan ettiğine göre, ekili arazilerdeki zarar yanında, ekili olmayan ancak selin bıraktığı çamur ve çakıllar nedeniyle ekilmesi, ürün alınması mümkün olmayan yerlerdeki afetzedelere yardım yapılacak mıdır? Bu konuda Bakanlığınızca ne gibi çalışmalar yürütülmektedir?

Cevap 2. Ekiliş alanları ve bu alanlardaki ürünleriyle hayvan varlıkları tabiî afetlerden zarar gören çiftçilere, 5254 Sayılı Kanuna göre tohumluk yardımı yapılabilmekte, 2090 Sayılı Kanun’a göre de hayvan varlığı ile ilgili kayıplar ayni olarak karşılanabilmektedir. Ekiliş alanları ve bu alanlardaki ürünleriyle hayvan varlıkları tabiî afetlerden zarar görmeyen çiftçilere, 5254 ve 2090 Sayılı kanunlara göre yardım yapılamamaktadır.

Soru 3. Selden zarar gören alanların yeniden ekine hazır hale getirilebilmesi için çiftçiye tohumluk dağıtımı ve kredi verilmesi düşünülmekte midir, düşünülmediyse bunun nedeni nedir?

Cevap 3. 5254 Sayılı Kanuna göre, tabiî afetlerden % 40’ın üzerinde zarar gören üreticilere, talepte bulundukları takdirde hububat tohumluğu yardımı yapılacaktır.

Soru 4. Selden küçük ve büyükbaş hayvanını kaybeden çiftçilerimize ne gibi destek ve yardım yapılması düşünülmektedir?

Cevap 4. Afet bölgesindeki 3 ilçe, 9 köyde 30 çiftçi ailesinin 450 adet küçükbaş, 8 adet büyükbaş ve 16 adet arılı kovanı % 40’ın üzerinde zarar görmüş olup, maddî kayıp 12 milyar 179 milyon (12 179 000 000) TL.’dır. Sel baskınında hayvan varlıkları zarara uğrayan çiftçilere, 2090 Sayılı Kanunla kurulmuş olan Afet Fonu’na 1998 yılında yeterli ödenek konulduğu takdirde, canlı hayvan varlıkları kayıplarının karşılığını aynî olarak ödemek mümkün olacaktır.

Bilgilerinize arz ederim.

Mustafa Taşar Tarım ve Köyişleri Bakanı

10. – Çorum Milletvekili Mehmet Aykaç’ın, kamu çalışanlarının ve emeklilerinin maaşlarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Zekeriya Temizel’in yazılı cevabı (7/4443)

Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Maliye Bakanı Sayın Zekeriya Temizel tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize arz ederim.

Dr. Mehmet Aykaç Çorum

Soru : Kamu çalışanları ve emeklileri için yeni yılın (1998) ilk altı ayına ait maaş artış oranının % 30 olacağı bildirilmiştir. Bu oranın ve onun sağlayacağı artışın günümüz şartlarına göre yetersiz olduğu açıktır. Bu yönde iyileştirici bir çalışmanız var mı?

T.C. Maliye Bakanlığı Bütçe ve Malî Kontrol Genel Müdürlüğü Sayı : B.07.0.BMK.0.11/600/3724 16.3.1998

Konu : Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 3.3.1998 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/4443-8922/023500 sayılı yazınız.

Çorum Milletvekili Sayın Mehmet Aykaç’ın 7/4443 esas no.’lu yazılı soru önergesinde yer alan sorulara ait cevaplar aşağıda sunulmuştur.

1998 yılında ortalama olarak hedeflenen % 64’lük enflasyon oranı dikkate alınarak, 1998 yılının ilk altı ayı için kamu personelinin maaş artış oranı % 30 olarak belirlenmiştir. 1998 yılı bütçesinde yer alan personel ödenekleri kamu çalışanlarının reel aylık seviyelerini koruyacak ve onları enflasyona ezdirmeyecek düzeyde olup, artış yüzdesi % 66.7’dir.

Hükümetimiz, Türkiye ekonomisinin herhangi bir önlem alınmadan 2000’li yıllarda sürüklenebileceği zor durumu gözönünde bulundurarak, mevcut sorunların giderilmesi, ekonomide kalıcı ve istikrarlı bir iyileşme sağlanması için üç yıllık “orta vadeli program” çerçevesinde çözüm yolu öngörmektedir.

Bu itibarla, sağlam kaynaklar olmadan etkisi kısa sürede enflasyonla yok edilebilecek maaş artışlarının memurlara fayda değil, zarar getirdiği geçmiş tecrübelerle sabittir.Ancak, gerekli kaynaklar temin edilir edilmez ihtiyaç duyulan düzenlemeler Bakanlar Kuruluna sunulacaktır.

Dolayısıyla memur ve emekli aylıkları enflasyonun kesinlikle altında kalmayacaktır. Çünkü, bu husus Hükümetimizin kesin taahhüdüdür.

Bilgilerinize arz ederim.

Zekeriya Temizel Maliye Bakanı

 

11. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Tanıtma Fonu Kuruluna ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Cavit Kavak’ın yazılı cevabı (7/4453)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın yazılı olarak cevaplandırılmak üzere Başbakana yöneltilmesi hususunu arz ve talep ederim.

Ertuğrul Yalçınbayır Bursa

Sorular :

Tanıtma Fonu kuruluyla ilgili olarak:

1. Tanıtma Fonu Kurulunda temsil edilen kurumların yeniden gözden geçirilerek daha fonksiyonel bir kurulun oluşturulması çalışmaları hangi aşamadadır?

2. Gelişen fonun daha verimli kullanılmasını sağlamak için bu alandaki kurum ve kuruluşların temsilcileri yer alması amaçlanmaktadır. Kurulda hangi kurum ve kuruluşların temsilcileri yer alacaktır? Bu konuda Başbakanlık Tanıtma Fonu Başkanlığı çalışmaları hangi seviyededir?

3. Konu ile ilgili olarak Maliye Bakanlığı ile Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığının işbirliği sağlanmış mıdır?

T.C. Devlet Bakanlığı 13.3.1998 Sayı : B.02.0.017.800/(02)205

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği

(Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığına)

İlgi : a) 3.3.1998 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/4453-11253/28202 sayılı yazınız.

b) Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün 9.3.1998 tarih ve B.02.0.KKG/106-717-6/1114 sayılı yazısı.

İlgi (a) yazınızda Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve tarafımdan cevaplandırılması tensip edilen (7/4453-11253/28202) esas no’lu soru önergesine istinaden Tanıtma Fonu Kurulu Başkanlığı tarafından gönderilen cevabi yazı ekte gönderilmiştir.

Bilgilerine arz olunur.

Cavit Kavak Devlet Bakanı

T.C. Başbakanlık Tanıtma Fonu Kurulu Başkanlığı 12.3.1998 Sayı : B.02.0.TFS/031-22932

Devlet Bakanlığına

(Sayın Cavit Kavak)

İlgi : 11.3.1998 tarih ve B.02.0.017/(07)197 sayılı yazınız.

Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve tarafınızdan cevaplandırılması istenilen 7/4453-11253/28202 esas nolu yazılı soru önergesi ile ilgili olarak hazırlanan metin ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Nimet Berkok Tanıtma Fonu Kurulu Genel Sekreteri

Cevaplar :

3230 sayılı Kanunla kurulması öngörülen Tanıtma Fonunun işleyişini sağlamak maksadıyla hazırlanan “Tanıtma Fonu Kurulunun Teşkili ile Çalışma ve Harcama Esas ve Usullerine Dair Yönetmeliğin” 2 nci maddesine göre Tanıtma Fonu Kurulu; Başbakan veya görevlendireceği bir Devlet Bakanlığının başkanlığında memleketimizi tanıtmakla görevli Bakanlık, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan bir Kurul marifeti ile çalışmaktadır.

Bu maksatla Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Turizm Bakanlığı, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Türkiye Radyo, Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü ve Tanıtma Fonu Kurulu Genel Sekreterliği temsilcilerinden müteşekkil Tanıtma Fonu Kurulu teşkil edilmiştir. Fona sunulan projelerle ilgili olarak, gerektiğinde, ilgili kamu ve özel kuruluş temsilcileri toplantıya çağrılmakta, ya da yazılı olarak görüşleri alınmaktadır. (Örneğin: Son projelerle ilgili olarak Sağlık Bakanlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, YÖK ve Atatürk Kültür Merkezi gibi Kurumlardan görüşler alınmıştır.)

Uygulamalar sırasında, gerektiğinde Maliye Bakanlığı ile görüş alışverişinde bulunmakla birlikte Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ile bu aşamada Kurulun genişletilmesi konusunda herhangi bir çalışma bulunmamaktadır.

12. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın;

– Telif hakları mevzuatına,

– Yayımcılığın gelişmesi ve telif haklarının desteklenmesiyle ilgili çalışmalara,

– Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yapılması planlanan değişikliklere,

– Bakanlık döner sermayesinden matbaa ve yayımcılığın desteklenmesi için bir çalışma yapılıp yapılmayacağına,

İlişkin soruları ve Kültür Bakanı Mustafa İstemihan Talay’ın yazılı cevabı (7/4455, 4456, 4457, 4458)

23.2.1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın yazılı olarak cevaplandırılmak üzere Kültür Bakanına yöneltilmesi hususunu arz ve talep ederim.

Ertuğrul Yalçınbayır Bursa

Sorular :

Telif Hakları ile ilgili olarak:

1. Telif Hakları ile ilgili mevzuatın tamamlanması ve yönetmelik çalışmaları hangi aşamadadır?

2. Mevzuatın tamamlanması çalışmaları ile ilgili olarak hangi meslek kuruluşlarıyla işbirliği yapılmaktadır?

3. İşbirliğinin kapsamı nedir?

25.2.1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın yazılı olarak cevaplandırılmak üzere Kültür Bakanına yöneltilmesi hususunu arz ve talep ederim.

Ertuğrul Yalçınbayır Bursa

Sorular :

Yayımcılığın gelişmesi ve telif haklarının desteklenmesi ile ilgili olarak:

1. Yayımcılığın gelişmesi ve telif haklarının desteklenmesini öngören 5846 sayılı Yasanın 33 üncü maddesinde değişiklik yapmayı düşünüyor musunuz?

2. Değişikliğin getirdikleri nelerdir?

3. Yasa tasarısı çalışmaları hangi aşamadadır?

23.2.1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın yazılı olarak cevaplandırılmak üzere Kültür Bakanına yöneltilmesi hususunu arz ve talep ederim.

Ertuğrul Yalçınbayır Bursa

Sorular :

Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanun değişikliği ile ilgili olarak:

1. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanununun uygulanmasında karşılaşılan zorluklar nelerdir?

2. Kültür ve Tabiat Varlıklarının korunmasını ve kişilerin haklarını düzenleyen mevzuat değişikliği çalışmaları var mıdır? Değişiklik tasarısı çalışmaları hangi seviyededir?

3. Kanunda yapılması düşünülen değişiklikler nelerdir?

23.2.1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın yazılı olarak cevaplandırılmak üzere Kültür Bakanına yöneltilmesi hususunu arz ve talep ederim.

Ertuğrul Yalçınbayır Bursa

Sorular :

Kültür Bakanlığı Döner Sermaye gelirlerinden matbaa ve yayımcılık faaliyetlerine katkı sağlanması amacıyla ilgili mevzuat değişikliği çalışmaları hangi aşamadadır? Bu çalışma ile hedeflenen nedir?

T.C. Kültür Bakanlığı 17.3.1998 Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Sayı : B.16.0.APK.0.12.00.01.940/130

Konu : Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığı Kan.Kar.Müd.’nün 3 Mart 1998 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-11503 sayılı yazısı

Bursa Milletvekili Sayın Ertuğrul Yalçınbayır’ın “Telif hakları mevzuatına ilişkin” 7/4455 esas nolu yazılı soru önergesi (EK-1), “Yayımcılığın gelişmesi ve telif haklarının desteklenmesiyle ilgili çalışmalara ilişkin” 7/4456 esas nolu yazılı soru önergesi (EK-2), “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yapılması planlanan değişikliklere ilişkin” 7/4457 esas nolu yazılı soru önergesi (EK-3), “Bakanlık döner sermayesinden matbaa ve yayımcılığın desteklenmesi için bir çalışma yapılıp yapılmayacağına ilişkin” 7/4458 esas nolu yazılı soru önergesinin (EK-4) cevapları ekte gönderilmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

M. İstemihan Talay Kültür Bakanı

Telif Hakları ile ilgili olarak: EK-1

Cevap 1. 1995 yılında yürürlüğe giren 4110’la Değişik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince çıkarılan yönetmelikler ile fikrî hak ihlallerinin önlenmesini sağlamak amacıyla uygulamadaki eksikliklerin giderilmesine yönelik olarak yapılan düzenlemeler aşağıdadır.

a) “Fikir ve Sanat Eserlerinin İşaretlenmesine İlişkin Yönetmelik” 16 Kasım 1997 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelik her türlü taşıyıcı ortama kaydedilmiş süreli olmayan yayınlarda bandrol kullanılması zorunluluğunu getirmiştir.

b) “Eser Sahiplerinin Haklarına Komşu Haklar Yönetmeliği” 16 Kasım 1997 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelik ile icracıların, ses taşıyıcı yapımcılarının ve Radyo-TV kuruluşlarının fikrî haklarının korunmasını amaçlanmaktadır.

c) 4110’la değişik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun hükümleri çerçevesinde bilgisayar programlarının sahiplerinin fikrî haklarının korunması açısından, “Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Bilgisayar Programlarının Edinilmesi, Kullanılması, Yönetimi ve Alınacak Tedbirlere Yönelik Esasların Tespiti ile İlgili Düzenlemelerin Yapılması Hususunda Genelge” 6 Şubat 1998 tarihinde Sayın Başbakan Mesut Yılmaz’ın imzasıyla tüm kamu kurum ve kuruluşlarına gönderilmiştir.

d) “Televizyon Programlarının Yayınlanmasından Önce Yayın Kuruluşlarınca Uyulması Gereken Usul ve Esaslara İlişkin Tebliğ” 16 Eylül 1997 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Tebliğ ile yerel, bölgesel ve ulusal bazda yayın yapan özel ve ulusal TV Kuruluşlarının yayınlarında kullandıkları program ve eserlerin sahiplerinin fikrî haklarının takibi ve korunması amaçlanmıştır.

Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalardan olan Roma ve Bern Sözleşmesi ile GATT (Gümrükler ve Tarifeler Genel Anlaşması)’nın ticaretle bağlantılı Fikrî Mülkiyet Hakları Metni olan TRIPS Metni çerçevesinde doğan yükümlülükler, sektörden gelen istekler ve teknolojik gelişmeler, 4110 sayılı Kanunla Değişik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun bazı maddelerinin değiştirilmesini zorunlu kılmıştır. Hazırlanan değişiklik taslağı çalışmaları son aşamadadır. Taslak metin Adalet Bakanlığı, Gümrük Müsteşarlığı ve ilgili Meslek Kuruluşlarına görüşleri alınmak üzere gönderilecektir.

İlgili Kamu Kurum ve Kuruluşları ile sektörden gelen görüşler değerlendirildikten sonra değişiklik tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilecektir.

Cevap 2. Çalışmalar tamamlandıktan sonra hazırlanacak taslak metin, SESAM (Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği), MESAM (Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği), İLESAM (İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği), GESAM (Güzel Sanat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) ile Komşu Haklar alanında faaliyet gösteren MÜYAP gibi kuruluşlara ve konuyla ilgili sektördeki diğer kuruluşlara görüşleri alınmak üzere gönderilecektir.

Cevap 3. Mevzuat çalışmaları uygulamada ortaya çıkan aksaklıkların giderilmesi amacıyla fikir ve sanat eserleri sahipleri ile diğer hak kullanıcıların ve ilgili sektörün önerileri ve eleştirileri dikkate alınarak koordineli bir biçimde yürütülecektir.

Yayımcılığın Gelişmesi ve Telif Haklarının Desteklenmesi ile İlgili Olarak: EK-2

Cevap 1. 4110’la değişik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 33 üncü Maddesi Temsil Serbestisi başlığı altında düzenlenmiştir.

Madde 33. Yayınlanmış bir eserin; umumî mahallerde, münhasıran eğitim ve öğretim maksadıyla veya intifa kasdı olmaksızın meccanen temsili serbestir.

Aynı kaide gelirleri tamamen hayır gayelerine tahsis edilen müsamereler hakkında da uygulanır.

Bununla beraber eser sahibinin ve eserin adını mutat şekilde zikretmek icap eder.

Maddenin incelenmesinden görüleceği gibi Temsil Serbestisi başlığı altında düzenlenen yayınlanmış bir eserden sadece eğitim-öğretim maksadıyla ve kâr amacı gütmeksizin temsil suretiyle faydalanmak mümkündür.

Fikrî Mülkiyet alanındaki uluslararası Roma ve Bern Sözleşmelerinde fikir ve sanat eserlerinin eğitim-öğretim maksadıyla ve kâr amacı gütmeksizin icra edilmesi ve kamuya arzı mümkündür. Anılan sözleşmelere taraf ülkeler eserlerden faydalanma ile ilgili düzenlemelerde toplumsal faydasından dolayı eğitim ve öğretim maksatlı kullanımlara serbestiyet tanımaktadır. Bu tür kullanımlarda esar sahibinin yazılı izin aranmayıp sadece adının mutat şekilde zikredilmesi yeterli sayılmaktadır. Bu serbestiyet sadece yayımlanmış eserlerle ilgili olmayıp, 5846 sayılı Kanunun 80 inci maddesinde belirtildiği gibi komşu haklar alanı da dahil olmak üzere tüm fikir ve sanat eserleri için söz konusudur.

Madde 80. ... Aşağıda belirtilen hallerde komşu hak sahibinin yazılı izni gerekli değildir.

1. Fikir ve Sanat eserlerinin kamu düzeni, eğitim ve öğretim, bilimsel araştırma veya röportaj amacıyla ve kazanç amacı gütmeksizin icra edilmesi ve kamuya arzı.

Görüldüğü üzere fikir ve sanat eserlerinin eğitim ve öğretim maksadıyla ve kazanç amacı gütmeksizin kullanımları sadece yayımcılık alanı ile ilgili olmayıp Kanunun 80 inci maddesinde belirtilen Komşu Haklar alanı da dahil olmak üzere tüm fikir ve sanat eserlerinin kullanımı için geçerlidir. Ancak bu tür kullanımlarda eser sahibinin ya da komşu hak sahiplerinin adlarının belirtilmesi gerekmektedir.

Toplumsal gelişmenin sağlanmasındaki katkısı dolayısıyla Kanunun 33 üncü maddesinde bir değişiklik yapılması söz konusudur.

Cevap 2. Söz konusu 33 üncü maddede değişiklik yapılmayacaktır.

Cevap 3. Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalardan olan Roma ve Bern Sözleşmeleri ile GATT (Gümrükler ve Tarifeler Genel Anlaşması)’nın ticaretle bağlantılı Fikrî Mülkiyet Hakları metni olan TRIPS Metni çerçevesinde olan yükümlülükler, sektörden gelen istekler ve teknolojik gelişmeler, 4110 sayılı Kanunla Değişik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun bazı maddelerinin değiştirilmesini zorunlu kılmıştır. Taslak çalışmaları son aşamadadır. Hazırlanan taslak Adalet Bakanlığı, Gümrük Müsteşarlığı ve ilgili Meslek Kuruluşlarına, görüşlerini almak üzere gönderilecektir.

Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanun Değişikliği ile İlgili Olarak : EK-3

Cevap 1. 3386 sayılı Kanun ile değişik 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun öngördüğü koruma ile ilgili hizmetler; teşkilatın Türkiye çapında oluşturulmaması, Maliye Bakanlığından gerekli kadroların sağlanmaması nedeni ile aksamaktadır. Ayrıca anılan kanunda belirtilen kültür ve tabiat varlıklarının korunması konusunda belirlenen hedeflere ulaşılması için gerekli olan Koruma Kültürü hizmetleri de yaygınlaştırılamamıştır.

Cevap 2. Kanunun uygulanmasında karşılaşılan sorunların çözümü konusunda ilke kararları düzeyinde gerekli düzenlemeler yapılmaktadır.

Cevap 3. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda şu anda değişiklik yapılması düşünülmemektedir.

EK-4

Cevap 1. Bakanlığımız Döner Sermaye gelirlerinden matbaa ve yayımcılık faaliyetlerine ilişkin herhangi bir mevzuat çalışması bulunmamaktadır.

Ancak, Bakanlığımız Basımevinde Bakanlığımız yayınlarının basımı yapılmaktadır. Basımevinde basımı yapılan işlere ilişkin malzemelerin giderleri ile basımevi personelinin (Dizgici, Matbaacı, Ofsetçi, Montajcı, Grafiker, Teknik Şef, Kalıpçı, Mücellit) giderleri Bakanlığımız Döner Sermaye İşletmeleri Merkez Müdürlüğünce karşılanmaktadır.

13. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın;

– Nüfus ve aile planlamasıyla ilgili bir üst kurul oluşturulması için çalışma yapılıp yapılmayacağına,

– Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Kurulması çalışmalarına,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Işılay Saygın’ın yazılı cevabı (7/4450, 4466)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın yazılı olarak cevaplandırılmak üzere ilgili Devlet Bakanına yöneltilmesi hususunu arz ve talep ederim.

Ertuğrul Yalçınbayır Bursa

Sorular :

Ülkemizde nüfus ve aile planlaması hizmetlerinin sunumunda etkili olabilecek bir üst kurulun oluşturulması çalışmaları başlatılmış mıdır?

Çalışmalara katılan ilgili kamu, özel ve gönüllü kuruluşlar hangileridir? Çalışmalar hangi seviyededir?

Çalışmanın amaç ve kapsamı nedir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın yazılı olarak cevaplandırılmak üzere ilgili Devlet Bakanına yöneltilmesi hususunu arz ve talep ederim.

Ertuğrul Yalçınbayır Bursa

Sorular :

Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü kurulması ile ilgili olarak:

1. Kadına yönelik politikalar ve uygulamaların koordinasyonundan sorumlu genel müdürlüğün kurulmasına ilişkin yasa çalışmaları hangi seviyededir?

2. Yasa tasarısının amaç ve kapsamı olarak neler düşünülmektedir?

3. Yasa tasarısı hazırlık çalışmalarına ilgili kamu kurumu ve sivil toplum örgütlerinin katılımları var mıdır?

T.C. Devlet Bakanlığı 16.3.1998 Sayı : B.02.0.006/00399

Konu : Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 3.3.1998 tarih ve Kan.Kar.Md: A.01.0.GNS.0.10.00.02-11507 sayılı yazınız.

İlgi yazınız ekinde Bakanlığımıza gönderilen Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır tarafından verilen 7/4450 esas 11250/28199 kayıt nolu ve 7/4466 esas ve 11266/28215 kayıt numaralı Bakanlığım ile ilgili yazılı soru önergelerinin cevapları aşağıda belirtilmiştir.

Soru : Ülkemizde nüfus ve aile planlaması hizmetlerinin sunumunda etkili olabilecek bir üst kurulun oluşturulması çalışmaları başlatılmış mıdır?

– Çalışmalara katılan ilgili kamu, özel ve gönüllü kuruluşlar hangileridir? Çalışmalar hangi seviyededir?

– Çalışmanın amaç ve kapsamı nedir?

Cevap :

Bilindiği gibi, nüfus ve aile planlaması hizmetleri Sağlık Bakanlığı tarafından verilmektedir. Aile planlaması hizmetlerinde sektörler arası işbirliğinin önemini belirten ve buna gereklilik getiren 2827 sayılı yasaya dayanarak çıkarılan 509 sayılı yönetmelik uyarınca Nüfus Planlaması Danışma Kurulu kurulmuştur.

Sağlık Bakanlığı Başkanlığında yılda iki kez toplanan Kurula, Bakanlığıma bağlı Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü de üye olarak katılmaktadır.

Bu nedenle, söz konusu Kurula ilişkin ayrıntılı bilginin Sağlık Bakanlığından temin edilmesinin daha uygun olacağı düşünülmektedir.

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün kurulması ile ilgili olarak;

Soru 1. Kadına yönelik politikalar ve uygulamaların koordinasyonundan sorumlu Genel Müdürlüğün kurulmasına ilişkin yasa çalışmaları hangi seviyededir?

Cevap : 25.10.1990 tarih ve 3670 sayılı Kanunla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı olarak kurulan Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, 24.6.1991 tarih ve 20911 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan kanunla Başbakanlığa bağlanmıştır.

Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü 13 Eylül 1993 tarih ve 21697 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 514 sayılı Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Müsteşarlığın ana hizmet birimlerinden biri olarak yeniden yapılanmıştır.

Müsteşarlık, Anayasa Mahkemesinin 8 Aralık 1993 gün 21782 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 1993/41 esas sayı ve 1993/39 sayılı kararı ile 6.10.1993 tarihinde iptal edilmiştir.

18.5.1994 tarih ve 3990 sayılı Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak 2.6.1994 tarihinde 536 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri yeniden belirlenmiştir.

28 Temmuz 1994 tarih ve 22004 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 8 Temmuz 1994 tarih ve 1994/58 esas sayı ve 1994/53 sayılı kararı ile Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname iptal edilmiştir.

3.8.1994 tarih ve 29 sayılı Başbakanlık Genelgesi ile yeni bir durum kazanan Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü 25.10.1990 tarih ve 3670 sayılı ilk kuruluş kanunu ile görevine devam etmektedir.

Bakanlığımız tarafından hazırlanan “Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı” 31.7.1997 tarihinde Başbakanlığa sunulmuştur.

Söz konusu Tasarı, 22.1.1998 tarihinde TBMM, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda görüşülüp kabul edilerek Bütçe Plan Komisyonuna sevk edilmiştir.

Soru 2. Yasa Tasarısının amaç ve kapsamı olarak neler düşünülmektedir?

Cevap : Yasa Tasarısının amacı, kadın haklarını korumak ve geliştirmek, kadınların sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal yaşamdaki konumlarını güçlendirmek, hak, fırsat ve imkânlardan eşit şekilde yararlanmalarını sağlamaktır.

Bu amaç çerçevesinde Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır;

a) Kadına karşı her türlü ayrımcılığı önlemek, kadın haklarını geliştirmek, kadını ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamın tüm alanlarında etkin hale getirmek, kalkınmanın fırsat ve imkânlarından eşit biçimde yararlanmalarını sağlamak için temel politika ve programlara esas olacak inceleme-araştırma ve projeler yapmak, yaptırmak, bunları uygulamaya koymak.

b) Görev alanına giren konularda kamu kurum ve kuruluşları, Üniversiteler, yerel yönetimler ve başta gönüllü kadın kuruluşları olmak üzere Hükümet dışı kuruluşlarla işbirliği yapmak, koordinasyonu sağlamak, kamu kurum ve kuruluşları ve yerel yönetimlerde kadın birimlerinin oluşturulmasını teşvik etmek.

c) Kadına yönelik her türlü şiddet, taciz ve istismarın engellenmesi için çalışmalarda bulunmak, kadınların aile içi ve sosyal yaşamdan kaynaklanan sorunlarına yardımcı olmak amacıyla gerekli tesisleri kurmak, işletmek, bu alanda hizmet veren yerel yönetimler, gerçek ve tüzel kişiler ile gönüllü kuruluşlarla işbirliği yapmak ve koordinasyon sağlamak.

d) Kadınlara yasalarla verilen hakların tam ve eşit bir biçimde kullanabilmesi için kamuoyu oluşturmak, çalışma, sosyal güvenlik, kültür ve eğitim alanlarında kadınların bilinç düzeylerini yükseltici çalışmalarda bulunmak,

e) Görev alanına giren konularda bilgi sistemleri, kütüphane, arşiv ve dokümantasyon merkezi kurmak, cinsiyete dayalı istatistikleri derlemek, toplamak ve bu alandaki çalışmaları kurumsallaştırmak, görsel ve basılı yayın ve eğitim faaliyetlerinde bulunmak, ulusal ve uluslararası kongre, seminer ve benzeri toplantılar düzenlemek,

f) 5.5.1969 tarihli ve 1173 sayılı Kanun çerçevesinde hizmet alanı ile ilgili örgüt ve organizasyonlara üye olmak ve katılmak, gerçekleştirilecek her türlü çalışma ve etkinlikte Türkiye Cumhuriyetini temsil etmek ve uluslararası sözleşmeleri ile kararların getirdiği yükümlülükler çerçevesinde gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını sağlamak.

Soru 3. Yasa tasarısı hazırlık çalışmalarına ilgili kamu kurum ve sivil toplum örgütlerinin katılımları var mıdır?

Cevap : 4 üncü Dünya Kadın Konferansında alınan kararlar çerçevesinde kadına yönelik çalışmaları daha etkin ve verimli biçimde yürütebilmek amacıyla katılımcı yöntem esas alınarak Bakanlığımız tarafından Kamu Kurum ve Kuruluşları, yerel yönetimler, Üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliğine gidilmiştir. Bu çerçevede eğitim, sağlık, hukuk ve istihdam komisyonları kurulmuştur.

Özellikle, gönüllü kadın kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan “Hukuk Komisyonu”nun görüşleri alınarak, halen TBMM’nin gündeminde bulunan “Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun tasarısı” hazırlanmıştır.

Ayrıca, Genel Müdürlüğün kuruluşuna ilişkin hazırlanan yasa tasarıları üniversiteler, siyasi partiler, gönüllü kuruluşlar ve sendika temsilcilerinin görüşlerine sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Işılay Saygın Devlet Bakanı

14. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, tarımda yeniden yapılanma kurulunun oluşumuna ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa R. Taşar’ın yazılı cevabı (7/4480)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın yazılı olarak cevaplandırılmak üzere Tarım ve Köyişleri Bakanına yöneltilmesi hususunu arz ve talep ederim.

Ertuğrul Yalçınbayır Bursa

Sorular :

Tarımda yeniden yapılanma çalışmaları ile ilgili olarak:

1. Tarımda yeniden yapılanma kurulu gibi bir kurulun oluşturulmasını düşünüyor musunuz? Bu konuda çalışmalarınız hangi aşamadadır?

2. Kurulun oluşumunda ve işleyişinde demokrasi kuralları ne ölçüde uygulanacaktır?

3. Kurulun oluşturulma amacı ve faaliyet kapsamı nedir?

T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 13.3.1998 Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Sayı : KDD/SÖ-1/01/554

Konu : Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 3.3.1998 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02.7/28280 sayılı yazınız.

İlgide tarih ve sayısı kayıtlı yazınız ekinde gönderilen Bursa Milletvekili Sayın Ertuğrul Yalçınbayır’ın 7/4480-11359 esas no’lu yazılı soru önergesine ilişkin Bakanlığımız görüşü ekte sunulmuştur.

Bilgilerinizi arz ederim.

Mustafa Taşar Tarım ve Köyişleri Bakanı

Soru : Tarımda yeniden yapılanma kurulu gibi bir kurulun oluşturulmasını düşünüyor musunuz? Bu konuda çalışmalarınız hangi aşamadadır? Kurulun oluşumunda ve işleyişinde demokrasi kuralları ne ölçüde uygulanacaktır? Kurulun oluşturulması amacı ve faaliyet kapsamı nedir?

Cevap : Tarım politikası hedeflerini gerçekleştirmek ve uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlüklerimizi yerine getirebilmek için gerekli olan tarım ürünleri piyasa düzenlerini oluşturmak, tarım sektöründe yeniden yapılanmayı sağlamak, kurumsal düzenlemeleri organize etmek, tarım politikalarını tek elden ve etkin bir şekilde yürütmek ve tarımsal dış ticarette gerekli tedbirlerin alınmasına yardımcı olmak üzere Bakanlığımız bünyesinde “Tarımsal Garanti ve Yönverme Fonu” kurulması hakkında kanun tasarısı hazırlanmıştır.

Tarımda Yeniden Yapılanma, Garanti ve Yönverme Kurulu Bakanlığımız Müsteşarının başkanlığında;

– Maliye Bakanlığı Müsteşarı,

– Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müsteşarı,

– Dış Ticaret Müsteşarlığı Müsteşarı,

– Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı Müsteşarı,

– Bakanlık İlgili Müsteşar Yardımcısı,

– Bakanlık Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanı,

– Türkiye Ziraat Odaları Birliği Başkanı,

– Türkiye İhracatçılar Meclisi Temsilcisinden oluşur.

Başkan dışında, temsilci müsteşarların toplantıya iştirak edememeleri halinde yetkili kılacakları Müsteşar Yardımcıları toplantıya katılır. Kurul, gerek duyduğunda gündemde bulunan konu ile ilgili üretici birliği ve kooperatif temsilcileri ile diğer kamu ve özel kuruluş temsilcilerini, görüşlerine başvurmak üzere çalışmalara çağırabilir. Bu Kurulun Sekreterya hizmetleri, Bakanlık Tarımsal Garanti ve Yönverme Fon Dairesi Başkanlığınca yürütülür.

Yukarıda amaç ve kapsamı belirtilen kanun tasarısı 11 Kasım 1996 tarihinde Başbakanlığa sevk edilmiştir. Ancak ilgili Bakanlıkların menfi görüşü dolayısıyla Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Dairesinin 15.11.1996 tarih ve B.02.0.KKG/101-1091/4537 sayılı yazılarıyla iade edilmiştir.

Ancak, aradan geçen son gelişmeler gözönüne alınmak suretiyle, söz konusu kanun tasarısı güncelleştirilerek tekrar Başbakanlığa sevk edilecektir.

Diğer taraftan bu gelişme sağlanana kadar tarım politakalarını bir bütün olarak ele alıp, her konuda bilgi ve öneri hazırlamak üzere 20.10.1997 tarih 97/13 sayılı Para, Kredi ve Koordinasyon Kurulu Kararı ile Bakanlığımız Müsteşarı Başkanlığında “Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Hazine Müsteşarlığı, Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü ve Tekel Genel Müdürlüğü yetkililerinden oluşan” Tarımsal Destekleme Kurulu oluşturulmuştur.

15. – Ordu Milletvekili Müjdat Koç’un, Florya ve Yıldız Parlamenter Konukevlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (7/4517)

Sayın

Hikmet Çetin

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

(Yazılı)

14 Şubat 1998 Cumartesi günü bir gece konaklama yapmak için İstanbul’da bulunan Florya ve Yıldız Parlamenter Konukevlerini arattırdım. Yerimiz yok yanıtını verdiler.

Konuyu ilettiğimiz İdare Amiri Sayın Önder Kırlı’nın devreye girmesinden bir müddet sonra yerimiz var denildi.

Benzer şikayetleri milletvekili arkadaşlarımdan da dinlediğim için;

Zatıalinizden aşağıdaki sorularımın yanıtını lütfederseniz almak istiyorum.

1. Bize ait Parlamenter Konukevlerinde yer bulabilmemiz için sade milletvekili olmak yeterli değil midir?

2. Anılan konukevlerinde Parl

 

 

 

 

 

Sıra Sayısı : 70

Esas No : 11/14

Görevlendirme ve Atamalarda Usulsüz ve Partizanca Uygulamalar Yaparak Ülkede Gerginlik ve Huzursuzluğa Yol Açtığı İddiasıyla Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay

Hakkında Gensoru Açılmasına İlişkin Önergeye Verilen Oyların Sonucu:

Reddedilmiştir.

Üye Sayısı : 550

Kullanılan Oylar : 479

Kabul Edenler : 211

Reddedenler : 267

Çekimserler : -

Mükerrer Oylar : -

Geçersiz Oylar : 1

Oya Katılmayanlar : 63

Açık Üyelikler : 8

(Kabul Edenler)

ADANA

Yakup Budak

Sıtkı Cengil

İ. Cevher Cevheri

M. Halit Dağlı

Veli Andaç Durak

Orhan Kavuncu

İbrahim Ertan Yülek

ADIYAMAN

Mahmut Nedim Bilgiç

Ahmet Çelik

Ahmet Doğan

AFYON

Sait Açba

İsmet Attila

Osman Hazer

AĞRI

M. Sıddık Altay

Cemil Erhan

Celal Esin

M. Ziyattin Tokar

AKSARAY

Murtaza Özkanlı

AMASYA

Ahmet İyimaya

Cemalettin Lafçı

ANKARA

Saffet Arıkan Bedük

Cemil Çiçek

Mehmet Ekici

Ömer Faruk Ekinci

Ünal Erkan

Mehmet Gölhan

Şaban Karataş

Rıza Ulucak

Ersönmez Yarbay

ANTALYA

Osman Berberoğlu

Hayri Doğan

ARDAHAN

Saffet Kaya

ARTVİN

Hasan Ekinci

AYDIN

Ali Rıza Gönül

Nahit Menteşe

Muhammet Polat

BALIKESİR

Ahmet Bilgiç

İsmail Özgün

BARTIN

Köksal Toptan

BATMAN

Alaattin Sever Aydın

Musa Okçu

Faris Ödemir

BAYBURT

Suat Pamukçu

BİLECİK

Şerif Çim

BİNGÖL

Kâzım Ataoğlu

Hüsamettin Korkutata

BİTLİS

Zeki Ergezen

Abdulhaluk Mutlu

BOLU

Feti Görür

Necmi Hoşver

Mustafa Yünlüoğlu

BURDUR

Mustafa Çiloğlu

BURSA

Mehmet Altan Karapaşaoğlu

Turhan Tayan

ÇANAKKALE

Nevfel Şahin

ÇANKIRI

İsmail Coşar

Ahmet Uyanık

ÇORUM

Mehmet Aykaç

Hasan Çağlayan

Zülfikar Gazi

DENİZLİ

Mehmet Gözlükaya

Ramazan Yenidede

DİYARBAKIR

M. Salim Ensarioğlu

Sacit Günbey

Seyyit Haşim Haşimi

Ömer Vehbi Hatipoğlu

ELAZIĞ

Ömer Naimi Barım

Hasan Belhan

Cihan Paçacı

Ahmet Cemil Tunç

ERZİNCAN

Tevhit Karakaya

Naci Terzi

ERZURUM

Zeki Ertugay

Lütfü Esengün

Abdulilah Fırat

İsmail Köse

Ömer Özyılmaz

Aslan Polat

Şinasi Yavuz

ESKİŞEHİR

Hanifi Demirkol

GAZİANTEP

Nurettin Aktaş

Kahraman Emmioğlu

GÜMÜŞHANE

Lütfi Doğan

HATAY

Abdulkadir Akgöl

Süleyman Metin Kalkan

ISPARTA

Ömer Bilgin

A. Aykon Doğan

Mustafa Köylü

Halil Yıldız

İÇEL

Fevzi Arıcı

Mehmet Emin Aydınbaş

Saffet Benli

Turhan Güven

İSTANBUL

Meral Akşener

Tayyar Altıkulaç

Azmi Ateş

Mustafa Baş

Ali Coşkun

Ekrem Erdem

İsmail Kahraman

Hüseyin Kansu

Hayri Kozakçıoğlu

Ali Oğuz

Mehmet Ali Şahin

Osman Yumakoğulları

Bahri Zengin

İZMİR

Ufuk Söylemez

Sabri Tekir

İsmail Yılmaz

KAHRAMANMARAŞ

Hasan Dikici

Avni Doğan

Ahmet Dökülmez

Mustafa Kamalak

Mehmet Sağlam

KARABÜK

Hayrettin Dilekcan

KARAMAN

Abdullah Özbey

Zeki Ünal

KARS

Sabri Güner

Zeki Karabayır

KASTAMONU

Fethi Acar

Nurhan Tekinel

Haluk Yıldız

KAYSERİ

Memduh Büyükkılıç

Osman Çilsal

Ayvaz Gökdemir

Nurettin Kaldırımcı

Salih Kapusuz

Recep Kırış

KIRIKKALE

Kemal Albayrak

Hacı Filiz

Mikail Korkmaz

KIRŞEHİR

Cafer Güneş

KİLİS

Mustafa Kemal Ateş

KOCAELİ

Necati Çelik

İsmail Kalkandelen

Osman Pepe

KONYA

Hüseyin Arı

Veysel Candan

Remzi Çetin

Mehmet Necati Çetinkaya

Abdullah Gencer

Teoman Rıza Güneri

Hasan Hüseyin Öz

Mustafa Ünaldı

Lütfi Yalman

Mehmet Ali Yavuz

KÜTAHYA

Ahmet Derin

İsmail Karakuyu

Metin Perli

MALATYA

Oğuzhan Asiltürk

Yaşar Canbay

Fikret Karabekmez

M. Recai Kutan

MARDİN

Fehim Adak

Mahmut Duyan

Hüseyin Yıldız

MUĞLA

İrfettin Akar

MUŞ

Necmettin Dede

Nedim İlci

Sabahattin Yıldız

NEVŞEHİR

Mehmet Elkatmış

NİĞDE

Doğan Baran

Mehmet Salih Katırcıoğlu

Ergun Özkan

ORDU

Hüseyin Olgun Akın

Mustafa Hasan Öz

SAKARYA

Nezir Aydın

Cevat Ayhan

Nevzat Ercan

Ertuğrul Eryılmaz

SAMSUN

Ahmet Demircan

Nafiz Kurt

Latif Öztek

Musa Uzunkaya

SİİRT

Ahmet Nurettin Aydın

Mehmet Emin Aydın

SİNOP

Kadir Bozkurt

SIVAS

Musa Demirci

Tahsin Irmak

Temel Karamollaoğlu

Abdüllatif Şener

Nevzat Yanmaz

Muhsin Yazıcıoğlu

ŞANLIURFA

Necmettin Cevheri

Zülfikâr İzol

Ahmet Karavar

Abdulkadir Öncel

M. Fevzi Şıhanlıoğlu

ŞIRNAK

Bayar Ökten

Mehmet Tatar

TOKAT

Abdullah Arslan

Hanefi Çelik

Ali Şevki Erek

Ahmet Feyzi İnceöz

Bekir Sobacı

TRABZON

Yusuf Bahadır

Kemalettin Göktaş

Şeref Malkoç

UŞAK

Hasan Karakaya

VAN

Maliki Ejder Arvas

Mustafa Bayram

Fethullah Erbaş

Şaban Şevli

YALOVA

Cevdet Aydın

YOZGAT

İlyas Arslan

Kâzım Arslan

Yusuf Bacanlı

Abdullah Örnek

İsmail Durak Ünlü

ZONGULDAK

Necmettin Aydın

Ömer Barutçu

(Reddedenler)

ADANA

Uğur Aksöz

İmren Aykut

İbrahim Yavuz Bildik

M. Ali Bilici

Mehmet Büyükyılmaz

Tuncay Karaytuğ

Mustafa Küpeli

Arif Sezer

ADIYAMAN

Mahmut Bozkurt

Celal Topkan

AFYON

H. İbrahim Özsoy

Yaman Törüner

Kubilay Uygun

Nuri Yabuz

AĞRI

Yaşar Eryılmaz

AMASYA

Aslan Ali Hatipoğlu

Haydar Oymak

ANKARA

İlhan Aküzüm

Nejat Arseven

Yılmaz Ateş

Gökhan Çapoğlu

Ali Dinçer

Eşref Erdem

Agâh Oktay Güner

Halis Uluç Gürkan

İrfan Köksalan

M. Seyfi Oktay

Mehmet Sağdıç

Önder Sav

Yücel Seçkiner

İlker Tuncay

Aydın Tümen

Hikmet Uluğbay

ANTALYA

İbrahim Gürdal

Bekir Kumbul

Sami Küçükbaşkan

Yusuf Öztop

Metin Şahin

ARDAHAN

İsmet Atalay

ARTVİN

Metin Arifağaoğlu

Süleyman Hatinoğlu

AYDIN

Cengiz Altınkaya

M. Fatih Atay

Sema Pişkinsüt

İsmet Sezgin

Yüksel Yalova

BALIKESİR

Safa Giray

Tamer Kanber

Mustafa Güven Karahan

İ. Önder Kırlı

Hüsnü Sıvalıoğlu

BARTIN

Zeki Çakan

Cafer Tufan Yazıcıoğlu

BATMAN

Ataullah Hamidi

BAYBURT

Ülkü Güney

BİNGÖL

Mahmut Sönmez

BİTLİS

Edip Safder Gaydalı

Kamran İnan

BOLU

Avni Akyol

Abbas İnceayan

Mustafa Karslıoğlu

BURDUR

Yusuf Ekinci

Kâzım Üstüner

BURSA

Ali Rahmi Beyreli

Cavit Çağlar

İlhan Kesici

Hayati Korkmaz

Cemal Külahlı

Ferudun Pehlivan

Ertuğrul Yalçınbayır

İbrahim Yazıcı

ÇANAKKALE

Hikmet Aydın

Mustafa Cumhur Ersümer

Ahmet Küçük

A. Hamdi Üçpınarlar

ÇANKIRI

Mete Bülgün

ÇORUM

Ali Haydar Şahin

DENİZLİ

Hilmi Develi

Adnan Keskin

Hasan Korkmazcan

Haluk Müftüler

DİYARBAKIR

Muzaffer Arslan

Sebgetullah Seydaoğlu

EDİRNE

Evren Bulut

Mustafa İlimen

Erdal Kesebir

ERZİNCAN

Mustafa Yıldız

ERZURUM

Necati Güllülü

ESKİŞEHİR

Necati Albay

Mustafa Balcılar

Demir Berberoğlu

İbrahim Yaşar Dedelek

Mahmut Erdir

GAZİANTEP

Mehmet Batallı

Ali Ilıksoy

Mustafa R. Taşar

Ünal Yaşar

Mustafa Yılmaz

GİRESUN

Burhan Kara

Yavuz Köymen

Rasim Zaimoğlu

GÜMÜŞHANE

Mahmut Oltan Sungurlu

HAKKARİ

Naim Geylani

Mustafa Zeydan

HATAY

Ali Günay

Nihat Matkap

Levent Mıstıkoğlu

Atila Sav

Ali Uyar

Hüseyin Yayla

IĞDIR

Adil Aşırım

Şamil Ayrım

ISPARTA

Erkan Mumcu

İÇEL

Oya Araslı

Halil Cin

Ali Er

Abdulbaki Gökçel

D. Fikri Sağlar

Mustafa İstemihan Talay

Rüştü Kâzım Yücelen

İSTANBUL

Bülent Akarcalı

Ziya Aktaş

Yıldırım Aktuna

Ahat Andican

Refik Aras

Mehmet Aydın

Nami Çağan

H. Hüsnü Doğan

Halit Dumankaya

Bülent Ecevit

Algan Hacaloğlu

Ercan Karakaş

Yılmaz Karakoyunlu

M. Cavit Kavak

Osman Kılıç

Mehmet Tahir Köse

Emin Kul

Necdet Menzir

Mehmet Moğultay

Yusuf Namoğlu

Mehmet Altan Öymen

Ali Talip Özdemir

H. Hüsamettin Özkan

Yusuf Pamuk

Mehmet Cevdet Selvi

Mehmet Sevigen

Ahmet Tan

Güneş Taner

Bülent Hasan Tanla

Zekeriya Temizel

Erdoğan Toprak

Ali Topuz

Şadan Tuzcu

Bahattin Yücel

İZMİR

Veli Aksoy

Ali Rıza Bodur

Işın Çelebi

Hasan Denizkurdu

İ. Kaya Erdem

Sabri Ergül

Şükrü Sina Gürel

Aydın Güven Gürkan

Gencay Gürün

Birgen Keleş

Mehmet Köstepen

Atilla Mutman

Metin Öney

Rüşdü Saraçoğlu

Işılay Saygın

Rıifat Serdaroğlu

Suha Tanık

Hakan Tartan

Zerrin Yeniceli

KAHRAMANMARAŞ

Esat Bütün

Ali Doğan

Ali Şahin

KARABÜK

Şinasi Altıner

Erol Karan

KARAMAN

Fikret Ünlü

KARS

Y. Selahattin Beyribey

Çetin Bilgir

KASTAMONU

Murat Başesgioğlu

Hadi Dilekçi

KAYSERİ

İsmail Cem

İbrahim Yılmaz

KIRIKKALE

Recep Mızrak

KIRKLARELİ

İrfan Gürpınar

Cemal Özbilen

Necdet Tekin

KIRŞEHİR

Ömer Demir

KOCAELİ

Bülent Atasayan

Halil Çalık

Onur Kumbaracıbaşı

Hayrettin Uzun

Bekir Yurdagül

KONYA

Ahmet Alkan

Abdullah Turan Bilge

Nezir Büyükcengiz

Ali Günaydın

Mehmet Keçeciler

KÜTAHYA

Mustafa Kalemli

Emin Karaa

Mehmet Korkmaz

MALATYA

Miraç Akdoğan

Metin Emiroğlu

Ayhan Fırat

MANİSA

Abdullah Akarsu

Tevfik Diker

Hasan Gülay

Sümer Oral

Ekrem Pakdemirli

Cihan Yazar

Erdoğan Yetenç

MARDİN

Süleyman Çelebi

Ömer Ertaş

MUĞLA

Lale Aytaman

Zeki Çakıroğlu

Enis Yalım Erez

Fikret Uzunhasan

MUŞ

Erkan Kemaloğlu

NEVŞEHİR

Abdulkadir Baş

NİĞDE

Akın Gönen

ORDU

İhsan Çabuk

Mustafa Bahri Kibar

Müjdat Koç

Nabi Poyraz

Refaiddin Şahin

Şürkü Yürür

RİZE

Hüseyin Avni Kabaoğlu

Ahmet Kabil

Ahmet Mesut Yılmaz

SAKARYA

Teoman Akgür

Ahmet Neidim

Ersin Taranoğlu

SAMSUN

Cemal Alişan

İrfan Demiralp

Ayhan Gürel

Yalçın Gürtan

Murat Karayalçın

Biltekin Özdemir

Adem Yıldız

SİİRT

Nizamettin Sevgili

SİNOP

Metin Bostancıoğlu

Yaşar Topçu

SIVAS

Mahmut Işık

ŞANLIURFA

Seyyit Eyyüpoğlu

Eyyüp Cenap Gülpınar

ŞIRNAK

Mehmet Salih Yıldırım

TEKİRDAĞ

Fevzi Aytekin

Bayram Fırat Dayanıklı

Enis Sülün

TOKAT

Metin Gürdere

Şahin Ulusoy

TRABZON

Eyüp Aşık

Ali Kemal Başaran

İbrahim Çebi

Hikmet Sami Türk

TUNCELİ

Orhan Veli Yıldırım

UŞAK

Yıldırım Aktürk

Mehmet Yaşar Ünal

VAN

Şerif Bedirhanoğlu

Mahmut Yılbaş

YALOVA

Yaşar Okuyan

ZONGULDAK

Veysel Atasoy

Tahsin Boray Baycık

Hasan Gemici

Osman Mümtaz Soysal

(Geçersiz Oy)

AKSARAY

Mehmet Altınsoy (Kabul Geçersiz Oy)

(Oya Katılmayanlar)

ADANA

Cevdet Akçalı

Erol Çevikçe

AKSARAY

Nevzat Köse

Sadi Somuncuoğlu

ANKARA

Ahmet Bilge

ANTALYA

Deniz Baykal

Arif Ahmet Denizolgun

Emre Gönensay

BALIKESİR

Abdülbaki Ataç

İlyas Yılmazyıldız

BİLECİK

Bahattin Şeker

BURSA

Yüksel Aksu

Ali Osman Sönmez

Yahya Şimşek

ÇORUM

Bekir Aksoy

Yasin Hatiboğlu (Bşk. V.)

DENİZLİ

M. Kemal Aykurt

DİYARBAKIR

Abdülkadir Aksu

Ferit Bora

Yakup Hatipoğlu

Salih Sümer

EDİRNE

Ümran Akkan

ELAZIĞ

Mehmet Ağar

ERZİNCAN

Mustafa Kul

GAZİANTEP

Hikmet Çetin (Başkan)

Mehmet Bedri İncetahtacı

GİRESUN

Turhan Alçelik

Ergun Özdemir

HATAY

Fuat Çay

Mehmet Sılay

İÇEL

Ayfer Yılmaz

İSTANBUL

Sedat Aloğlu

Mukadder Başeğmez

Tansu Çiller

Gürcan Dağdaş

Süleyman Arif Emre

Hasan Tekin Enerem

Mehmet Fuat Fırat

Metin Işık

Cefi Jozef Kamhi

Ahmet Güryüz Ketenci

Göksal Küçükali

Aydın Menderes

Korkut Özal

Namık Kemal Zeybek

İZMİR

Turhan Arınç

Ahmet Piriştina

KAYSERİ

Abdullah Gül

KIRKLARELİ

A. Sezal Özbek

KİLİS

Doğan Güreş

MANİSA

Rıza Akçalı

Bülent Arınç

Ayseli Göksoy

Yahya Uslu

MARDİN

Muzaffer Arıkan

MUĞLA

Mustafa Dedeoğlu

NEVŞEHİR

Ahmet Esat Kıratlıoğlu

ŞANLIURFA

Sedat Edip Bucak

TEKİRDAĞ

Nihan İlgün

Hasan Peker

TRABZON

İsmail İlhan Sungur

TUNCELİ

Kamer Genç (Bşk. V.)

YOZGAT

Lutfullah Kayalar

(Açık Üyelikler)

ANKARA : 2

BURSA : 1

KIRŞEHİR : 1

KOCAELİ : 1

KONYA : 1

RİZE : 1

ŞANLIURFA : 1

 

 

birleşim 67’nin sonu