Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 20 CİLT : 45 YASAMA YILI : 3

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

57 nci Birleşim

19 . 2 . 1998 Perşembe

 

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, çeşitli illerde ilân edilen turizm merkezleriyle ilgili kararnameye ilişkin gündemdışı konuşması ve Turizm Bakanı İbrahim Gürdal’ın cevabı

2. – Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül’ün, Büyük Menderes Nehrinin kirlenmesi ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Çevre Bakanı İmren Aykut’un cevabı

3. – İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in, İstanbul’da minibüsle taşımacılık yapan esnafın sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Mahmut Oltan Sungurlu’nun cevabı

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Refaiddin Şahin’e, dönüşüne kadar, Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı İsmet Sezgin’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1311)

 

2. – Almanya’ya gidecek olan Devlet Bakanı Güneş Taner’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Mehmet Cavit Kavak’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1312)

3. – Slovakya Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’e, dönüşüne kadar, Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1313)

4. – Fransa’ya gidecek olan Devlet Bakanı Rifat Serdaroğlu’na, dönüşüne kadar, Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı İsmet Sezgin’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1314)

5. – Fransa’ya gidecek olan Devlet Bakanı Işın Çelebi’ye, dönüşüne kadar, Bayındırlık ve İskân Bakanı Yaşar Topçu’nun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1315)

6. – Fransa’ya gidecek olan Kültür Bakanı Mustafa İstemihan Talay’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Hasan Hüsamettin Özkan’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1316)

C) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. – TBMM Başkanvekili Yasin Hatiboğlu’nun, Refah Partisinin Anayasa Mahkemesince kapatılmasıyla görevinin sona ermesi nedeniyle konuşması

IV. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Bayburt Milletvekili Ülkü Güney’in, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in konuşmasında, isminden de bahsederek beyan ettiği hususların bir kısmında eksik ve yanlış taraflar olduğu iddiasıyla konuşması

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. – Kütahya Milletvekili Mustafa Kalemli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Tansu Çiller, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile 292 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83 üncü Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/676) (S. Sayısı : 232)

2. – Bayburt Milletvekili Ülkü Güney ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner’in, 1076 Sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurlar Kanunu ile 1111 Sayılı Askerlik Kanunlarında Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınma Önergesi (2/669) (S. Sayısı : 338)

3. – Emniyet Teşkilâtı Kanununun Bir maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 490 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/217) (S. Sayısı : 132)

4. – Mera Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komsiyonu Raporu (1/509) (S. Sayısı : 231)

 

VI. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, TBMM Genel Kurul salonunun yenilenmesi ihalesine ilişkin sorusu ve TBMM Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (7/4079)

2. – Manisa Milletvekili Tevfik Diker’in, askerlik hizmetini yapmayan bir şahsa ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı İsmet Sezgin’in yazılı cevabı (7/4168)

3. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, Millî Güvenlik Kurulu görüşme tutanaklarının kamuoyuna açıklanmasının gerekçesine ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı İsmet Sezgin’in yazılı cevabı (7/4184)

4. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, MKE Kurumuna bağlı Kırıkkale Mühimmat Fabrikasında meydana gelen patlamaya ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı İsmet Sezgin’in yazılı cevabı (7/4189)

5. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün, TBMM’de faaliyet gösteren özel bir işletmeye ilişkin sorusu ve TBMM Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (7/4197)

6. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, TBMM eski Genel Sekreteri Necdet Basa hakkındaki iddialara ilişkin sorusu ve TBMM Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (7/4234)

7. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, İstanbul Pendik Kentköy Havaalanı ihalesine ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı İsmet Sezgin’in yazılı cevabı (7/4291)

 

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak üç oturum yaptı.

Trabzon Milletvekili İsmail İlhan Sungur, Afganistan’da meydana gelen deprem felaketine,

Van Milletvekili Şaban Şevli, Irak krizi ve bu konuda Türkiye’nin tutumuna,

Sıvas Milletvekili Temel Karamollaoğlu, cumhuriyetin temel ilkelerinden olan kuvvetler ayrımı prensibinin ihlal edildiğine,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Çin Halk Cumhuriyeti ve Vietnam Sosyalist Cumhuriyetine gidecek olan Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e, dönüşüne kadar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Nami Çağan’ın,

Monaco’ya gidecek olan Ulaştırma Bakanı Necdet Menzir’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Rifat Serdaroğlu’nun,

Sudan ve Cibuti’ye gidecek olan Devlet Bakanı Hasan Gemici’ye, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’ın,

Hırvatistan’a gidecek olan İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’na, dönüşüne kadar, Adalet Bakanı Mahmut Oltan Sungurlu’nun,

Rusya Federasyonuna gidecek olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer’e, dönüşüne kadar, Turizm Bakanı İbrahim Gürdal’ın,

Vekillik etmelerinin uygun görülmüş olduğuna;

Fransa’ya gidecek olan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e, dönüşüne kadar, TBMM Başkanı Hikmet Çetin’in vekâlet edeceğine

İlişkin Cumhurbaşkanlığı tezkereleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinin incelenerek uygulanacak yeni strateji ve politikaların tespit edilmesi amacıyla kurulmuş bulunan (10/21) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun süre uzatımına ilişkin tezkeresi okundu; Komisyonun, daha önce kendisine verilen 3 aylık çalışma süresini doldurması nedeniyle, İçtüzüğün 105 inci maddesine göre, 1 aylık kesin süre verildiği açıklandı.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 132 nci sırasında yer alan 336 sıra sayılı Siyasî Partiler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin, bu kısmın 5 inci sırasına alınmasına ve 6 ncı sıraya kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar Genel Kurulun çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin RP Grup önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği açıklandı.

Anayasa Komisyonunda boş bulunan ve Refah Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için, Grubunca aday gösterilen Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç seçildi.

Gündemin “Sözlü Sorular” kısmının :

1 inci sırasında bulunan (6/679) esas numaralı sözlü soru, üç birleşim içinde cevaplandırılmadığından, yazılı soruya çevrildiği bildirildi; soru sahibi, Yozgat Milletvekili Abdullah Örnek, sorusu üzerinde görüşlerini açıkladı;

3 üncü sırasında bulunan (6/681),

6 ncı sırasında bulunan (6/684),

9 uncu sırasında bulunan (6/687),

14 üncü sırasında bulunan (6/692),

Esas numaralı sözlü sorular, ilgili bakanlar Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi;

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Nami Çağan :

2 nci sırasında bulunan, Yozgat Milletvekili İlyas Arslan’ın (6/680),

4 üncü sırasında bulunan, Çorum Milletvekili Mehmet Aykaç’ın (6/682),

7 nci sırasında bulunan, Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın (6/685),

Esas numaralı sözlü sorularına cevap verdi; Yozgat Milletvekili İlyas Arslan ve Çorum Milletvekili Mehmet Aykaç da, cevaba karşı görüşlerini açıkladılar;

5 inci sırasında bulunan, Çorum Milletvekili Mehmet Aykaç’ın (6/683) esas numaralı sözlü sorusuna Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa Rüştü Taşar;

10 uncu sırasında bulunan, Ankara Milletvekili Ahmet Bilge’nin (6/688) esas numaralı sözlü sorusuna Sağlık Bakanı Halil İbrahim Özsoy;

Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay :

8 inci sırasında bulunan, Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın (6/686),

11 inci sırasında bulunan, Ankara Milletvekili Ahmet Bilge’nin (6/689),

Devlet Bakanı Refaiddin Şahin, Niğde Milletvekili Mehmet Salih Katırcıoğlu’nun :

12 nci sırasında bulunan (6/690),

13 üncü sırasında bulunan (6/691),

15 inci sırasında bulunan (6/693),

Esas numaralı sorularına cevap verdi;

12, 13 ve 15 inci sırasındaki sorularda, soru sahibi, karşı görüşünü açıkladı.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının :

1 inci sırasında bulunan 132,

2 nci sırasında bulunan 232,

S. Sayılı kanun tasarı ve teklifleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi;

3 üncü sırasında bulunan 338 S. Sayılı kanun teklifi, Hükümet tarafından, önergelerle birlikte komisyona geri verilmesi istendiğinden, bir defaya mahsus olmak üzere komisyona iade edildi;

4 üncü sırasında bulunan, Muhtaç Erbaş ve Er Ailelerinin Ücretsiz Tedavisi Hakkında Kanun Teklifinin (2/285) (S. Sayısı : 282), yapılan müzakerelerden sonra kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı.

Kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek için, 19 Şubat 1998 Perşembe günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 19.04’te son verildi.

Yasin Hatiboğlu

Başkanvekili

Haluk Yıldız Levent Mıstıkoğlu

Kastamonu Hatay

Kâtip Üye Kâtip Üye

No : 83

II. – GELEN KAĞITLAR

19 . 2 . 1998 PERŞEMBE

Tasarı

1.- Vergi Kimlik Numarası Kullanımının Yaygınlaştırılması ve 1512 Sayılı Noterlik Kanunu, 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanunu, 2644 Sayılı Tapu Kanunu, 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu, 3167 Sayılı Çekle Ödemenin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanun, 3182 Sayılı Bankalar Kanunu, 5584 Sayılı Posta Kanunu ve 5682 Sayılı Pasaport Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/718) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa Geliş Tarihi: 18.2.1998)

Sözlü Soru Önergeleri

1.– Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Gaziantep-Araban Belediye Başkanlığınca usulsüz olarak alınan personelin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı kadrolarına nakledildiği iddialarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/873)(Başkanlığa geliş tarihi: 16.2.1998)

2.– Gaziantep Milletvekili Kahraman Emmioğlu’nun, İstanbul Erkek Lisesi Vakfının Özel İlköğretimini bitirenlerin doğrudan lise kısmına alınacağı yönünde karar alınıp alınmadığına ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/874) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.2.1998)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, bazı personel atamalarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4395) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.2.1998)

2.– Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, bazı personel atamalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4396) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.2.1998)

3.– Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, Valiliklere başörtüsü konusunda genelge gönderilip gönderilmediğine ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4397) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.2.1998)

4.– Bilecik Milletvekili Şerif Çim’in, İstanbul’da turizme açılan alanlara ilişkin Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/4398) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.2.1998)

5.– Aksaray Milletvekili Nevzat Köse’nin, arazi istimlaklerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4399) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.2.1998)

6.– Niğde Milletvekili Doğan Baran’ın, Niğde-Bor-Havuzlu Köyünde karbondioksit gazı çıkarmak amacıyla yapılan çalışmaların çevreyi kirlettiği iddiasına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4400) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.2.1998)

7.– Sıvas Milletvekili Mahmut Işık’ın, Fethullah Gülen’in Vatikan ziyaretine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4401) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.2.1998)

8.– Sıvas Milletvekili Mahmut Işık’ın, bir Milletvekilinin Metris Cezaevindeki bir tutukluyu ziyaretine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4402) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.2.1998)

9.– Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, bir Yargıtay üyesi hakkında ileri sürülen iddialara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4403) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.2.1998)

10.– Manisa Milletvekili Tevfik Diker’in, Ziraat Bankasının reklam harcamalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4404) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.2.1998)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.00

19 Şubat 1998 Perşembe

BAŞKAN : Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Haluk YILDIZ (Kastamonu)

 

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, çalışmalarımızın hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah’tan niyaz ederek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 57 nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı... (ANAP ve DSP sıralarından “toplantı yetersayımız var” sesleri)

Var mı?.. (ANAP ve DSP sıralarından “var, var” sesleri) Yani, milletin bu kadar temsilcisi, bir konuda şahadet ediyorsa, karşı çıkmak için, kesinleşmiş mahkeme kararı lazım.

METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Bütün partiler, bütün gruplar temsil ediliyor.

BAŞKAN – Tabiî, her konuda mahkeme kararı o kadar gerekli oluyor mu olmuyor mu, ayrı bir şey de...

AYHAN GÜREL (Samsun) – Mektubunuzu aldık...

BAŞKAN – Peki efendim; bu kadar ses geldiğine göre, anlaşılıyor ki, toplantı yetersayımız var.

Toplantı yetersayımız vardır; çalışmalara başlıyoruz.

Allah, hayırlı neticeler ihsan etsin.

Gündeme geçmeden önce, gündemdışı söz talebinde bulunan arkadaşlarıma sırasıyla söz vereceğim.

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, çeşitli illerde ilân edilen turizm merkezleriyle ilgili kararnameye ilişkin gündemdışı konuşması ve Turizm Bakanı İbrahim Gürdal’ın cevabı

BAŞKAN – Sayın Karakaş, dünkü hakkınızı mahfuz tuttuk efendim.

Sayın Karakaş, turizm merkezlerine ilişkin kararnameyle ilgili görüşlerini Genel Kurula aktaracaklar.

Buyurun Sayın Karakaş.

ERCAN KARAKAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçtiğimiz haftalarda, Hükümet, Türkiyemizin 19 bölgesinde turizm merkezleri ilan etmişti; biliyorsunuz, çok tartışılan bir karar. Bu vesileyle, görüşlerimi aktarmak üzere söz almış bulunuyorum ve sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hükümetin bu kararnamesi, Resmî Gazetede 11 Ocak tarihinde yayımlandı ve çeşitli illerdeki 19 alanı turizm merkezi olarak ilan etmekte ve ayrıca, mevcut 6 turizm merkezinin de tevsi ve tadilini öngörmekteydi.

Ben şahsen, bu kararı, Resmî Gazetede yayımlandıktan sonra basına intikal ettiği için öğrendim. Araştırdım; turizm sektörünün bellibaşlı kuruluşları da, Turizm Yatırımcıları Derneği de -bana ifade ettikleri-TÜRSAB da, bu kararı, Resmî Gazetede yayımlandıktan sonra öğrenmişler. Daha da vahimi, İstanbul halkının temsilcisi olan yerel yönetimler, gerek anakent belediyesi gerek ilçe belediyeleri de bu karardan, ancak yayımlandıktan sonra haberdar olmuşlar. Görülüyor ki, bu karar, çok sessiz biçimde alınmış bir karardır, kamuoyunda yeteri kadar tartışılmadan oluşturulmuş bir karardır. Oysa, demokrasilerde sürprize yer yoktur; demokrasilerde, her şeyin, önceden, kamuoyunun ve ilgili bütün kesimlerin tartışmasıyla oluşması gerekir; karar oluşma sürecinin bu açıklıkta yapılması gerekir.

Şimdi, kent imar planları var; biliyoruz ki, kentlerin gelişmesi için imar planlarının yapılması gerekli.

BAŞKAN – Sayın Karakaş, bir dakikanızı rica ediyorum; sürenizi durduruyorum.

Sayın milletvekilleri, bir değerli arkadaşımız değerli görüşler ifade ediyor; sükûnetle dinlerseniz -belki cevap verme ihtiyacı duyan sayın Hükümet üyesinin de bu sükûnetle takibe ihtiyacı var- faydalı olur diye düşünüyorum.

Buyurun efendim.

ERCAN KARAKAŞ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu kent imar planlarını, aslında, dikkate almadan oralarda herhangi bir imar yetkisini hükümetlerin devralmaması gerekir. Tabiî, yasal mevzuatımızda bunun yeri var, bir dengesi de var. Yani, Bayındırlık ve İskân Bakanlığına verilen yetki var, hükümete verilen yetki var; ama, örneğin imarla ilgili yasanın 9 uncu maddesinde bu gibi kararların, ilgili belediyelere ve kurumlara danışılarak, gerekiyorsa onlarla işbirliği yapılarak alınması ve uygulanması öngörülüyor. Anlaşılıyor ki, bu kararname hazırlanırken kent imar planlarından sorumlu belediyelere pek bilgi verilmemiş ve onlarla bu konuda bir görüşme, çalışma yapılmamış. Şehir planlamacıları, mimar-mühendis odaları, koruma kurulları, çevre-doğa dernekleri, az evvel söylediğim, Turizm Yatırımcıları Derneği gibi sektör dernekleri ve halk da bu karardan, sonradan haberdar oldu.

Bizim önerimiz, genelde bu yöntemden vazgeçmeliyiz. Gerek yasalar gerek kent halkını ilgilendiren bu gibi kararnameler sonuçlandırılmadan önce halka duyurulmalı, onların tartışmasına sunulmalı, onların katkısı alınmalıdır ki, bu yasa daha sağlıklı çıksın; vergi yasası için de bu geçerlidir, diğer bütün yasalar için de geçerlidir.

Ayrıca, gelinen bir nokta var, halkın bilgi alma hakkını yasal güvence altına almak istiyoruz; Hükümetimizin bu konuda çalışmaları olduğunu basından öğreniyoruz; ama, halkın bilgi alma güvencesini sağlarken, örneğin İstanbul’da halkın yıllardır kullandığı Kuruçeşme Parkının bir anda imara açılmasını karar altına alabiliyoruz. Yaz aylarında binlerce insan, halk oraya gidiyor, ben de gidiyorum. Düşünebiliyor musunuz, insanlar birden gazetelerde okuyorlar ki, çoluğuyla çocuğuyla kullandıkları park, imara açılmış ve üzerinde bir gökdelen, bir otel yükselecek...

TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Hayır, hayır...

ERCAN KARAKAŞ (Devamla) – Aynen böyle... Sayın Başkan, Kuruçeşme Parkı bu kararınızın içerisinde; isterseniz sıra numarasını da söyleyeyim; genişçe bir yeşilalan da içinde. İstanbul Beşiktaş Kuruçeşme Turizm Merkezinin içerisinde benim kullandığım, birçok ailenin kullandığı park da, maalesef var.

TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Anlatacağım... Anlatacağım...

ERCAN KARAKAŞ (Devamla) – Düzeltildi karar, ona geleceğim biraz sonra; teşekkür de edeceğim.

Değerli arkadaşlar, tabiî, özellikle İstanbul’da, bu karara karşı büyük tepkiler oldu; belediyeler, çevre dernekleri, siyasî partiler, hepimiz tepki gösterdik. Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, Sayın Ketenci’nin başvurusuyla konuyu Danıştaya intikal ettirdik, yürütmeyi durdurma ve kararın iptalini istedik. 1990’da da benzer bir karar, hem Danıştay tarafından verilmiş hem de Anayasa Mahkemesi tarafından verilmiş.

Gerçekten, bu turizm alanları ilan edilirken, şu anda kullanıma açık olan yeşilalanların, parkların bu işin dışında tutulması gerekir; örneğin, Sarıyer Mavramoloz ormanlarının dışında tutulması gerekir, SİT alanlarının dışında tutulması gerekir; bunların dikkate alınması gerekir.

Turizmcilerin görüşü şu : Eğer, biz, elde kalan son yeşilalanları, parkları imara açarsak, bunları otelle ve beton yığınlarıyla doldurursak daha çok turist kazanma değil, turistleri kaybedebiliriz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERCAN KARAKAŞ (Devamla) –Pardon Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sürenizi uzattım efendim, buyurun.

ERCAN KARAKAŞ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

O nedenle, eğer, turizme hizmet etmek istiyorsak, doğal çevreyi ve yeşili korumamız gerekir.

Değerli arkadaşlar, bugün İstanbul’da kişi başına, maalesef, 1 metrekare yeşilalan düşmektedir; Avrupa ortalaması 7 metrekaredir; ama, birçok Avrupa ilinde, örneğin, Berlin’de, 13,5 metrekaredir. Hal böyle iken, İstanbul’un 1 metrekare yeşilalanının dahi, turizm amaçlı bile olsa, imara açılmaması gerekmektedir.

Anlaşılıyor ki, birtakım insanlara çıkar sağlamak, menfaat sağlamak için, bu kararlar kamuoyunda, ilgili kurumlarda tartışılmadan çıkarılmaktadır.

Şimdi, Hükümet, bu kararını gözden geçirdi, revize etti; bunu, memnunlukla karşılıyoruz. 10 Şubatta Hükümete yönelttiğim soru önergesinde, zaten bu kararı revize edip etmeyeceklerini de sormuştuk; bunu memnunlukla karşılıyoruz; ama, sivil toplum örgütlerinin, çevrecilerin, ilgili meslek kuruluşlarının demokratik tepki vermesinden ötürü de onları kutluyoruz; gerçekten onların tepkisi sayesinde bu iş gerçekleşmiştir.

Şimdi, bizim önerimiz şudur: Bundan sonraki kararlar... Sayın Bakan bilgi verecekler, diğer 19 alan konusunda gelişme nedir bilmiyorum; ama, örneğin, içerisinde Bodrum var, Bodrum Yarımadası var; belediye başkanıyla konuştum, ilgili çevre dernekleriyle konuştum, onlar da rahatsızlar. İki gündür Bodrum’da bir sempozyum devam ediyor, bu konu ele alınıyor, yarın bir açıklama yapacaklar. Dolayısıyla, mademki Hükümet bu kararları revize ediyor, bence acele etmemeli, hepsini tek tek incelemeli; Bomonti’yi de, Atik Ali Paşa Yalısını da...

Atik Ali Paşa Yalısıyla ilgili bir şey söyleyeyim: Bugüne kadar, devlet 500 milyar lira -bana verilen bilgi- harcamış; burayı devlet konukevi yapacaktı; inşaat bitmiş, ince işleri var muhtemelen... Şimdi, Hürriyet Gazetesinde ilana baktım; kamu arazisi gibi, onun da ilanı çıkarılmış; binde 5, binde 1 cirodan para almak üzere. Orası bitmiş bir tesis, dünyada bir daha eşi olmayacak bir tesis.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Karakaş, sürenizi ikinci kez uzatıyorum; lütfen...

ERCAN KARAKAŞ (Devamla) – Sayın Başkan, bitiriyorum.

O nedenle, orasının da ayrıca değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyorum; çünkü, bitmiş. Otel olacaksa bile, artık otel olarak verilmelidir, açık artırmayla verilmelidir, devlete önemli bir kaynak getirebilir, yeniden değerlendirmelidir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; şöyle bitiriyorum: 2634 sayılı Turizmi Teşvik Yasası 1982’de çıkmış, 1986’da yürürlüğe girmiş; 20 milyon metrekare arazi turizmin hizmetine açılmış; maalesef, bunların içerisinde Ege ve Akdenizdeki, doğal ve antik SİT’ler de var. Artık, bu işi daha kontrollü yapmanın zamanı gelmiştir. Bu Yasa, esasen bir 12 Eylül yasasıdır; geçici 15 inci maddeye göre, Anayasaya aykırılığı ileri sürülememektedir; ama, 4 kez değiştirilmiştir, şimdi, bir kez daha değiştirilmesi gerekir; ama, olumlu yönde, çevreyi, doğal ve tarihî alanları korumak üzere değiştirilmelidir.

Biz, CHP Grubu olarak, bu konuda bir çalışma yapıyoruz, Bakanlığa da sunacağız. Kendi doğal ve tarihî zenginliklerimizi, çevreyi korumakla, turizme daha büyük katkıda bulunabiliriz diyorum ve hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karakaş.

Gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere, Turizm Bakanı Sayın Gürdal; buyurun.

TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Bana göre, konu, turizmi teşvikle ilgili Kanunun, bugüne kadar uygulanmasıyla ilgili bölümlerde, bize, hem turizm merkez alanı ilan etme hem de turizmle ilgili yaptığımız bu teşvikleri tekrar gözden geçirebilme imkânı tanıdığı için, Sayın Ercan Karakaş’ın yaptığı konuşmaya cevap vermek için huzurlarınızdayım; bu vesileyle, bütün Meclisi hürmetle selamlıyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, benim elimde bir kanun var; bakanlıktaki işleri de, bu kanun ve yönetmelikle yürütmem lazım. Bugüne kadar yapılmış olanlar var; bugüne kadar yapılmış olanlar, bize, 1997’de 10 milyona yakın turist getirmiş ve 7,5 milyar dolar turizm girdisi sağlamıştır -ki, minumum rakamdır- Türkiye’de vergi beyana tabi olduğu için, gelir de beyana tabi, turizmciler bize ne beyan ettilerse onu söylüyorum.

Şimdi, bu kanunu yapanlardan, bugüne kadar, bu kanundan yararlanarak, Türkiye’ye, hizmet eden her kişiden -hizmetin hasedi olmaz, taş üstüne taş konulduysa- Allah razı olsun; bunların içinde ebediyete intikal edenler var, onlara Allah rahmet eylesin.

Şimdi, düzeltilmesi gerekli olan konular elbet olabilir, onun yeri burası. Bir de, hakikaten yapılmış olan şeyler neye göre yapılmış, ona bir bakmamız lazım. Turizm merkez alanı ne demektir, Turizm Bakanlığı, merkez alanını nasıl çıkarır. Herhalde, kamuoyuna anlatıldığı kadarıyla, İbrahim Gürdal oturdu, işte şurayı turizm merkez alanı yapın, şurayı turizm merkez alanı yapın dedi, böyle anlatılıyor. Bu olmaz, bu, insafsızlık. Neden; turizm merkez alanı olabilmesi için, turizm merkez alanı olacak yerlerin müracaatı yapılıyor; bu, ben gelmeden önce yapılmış. Bu müracaatlar içinde şahısların kendi arazileri için müracaatı var, neden; belediyeye gidip ben oraya konut yapmayacağım, otel yapacağım dediği zaman; belediye, ben oraya otel yaptırtmam diyor. Sebeplerden dolayı diyebilir; çünkü, bunların içinden bir tanesi de, mesela İstanbul. İstanbul dört senedir, dört yıldızlı ve beş yıldızlı otelde yatak üstüne yatak koyamamış. Niye... Belirli konuları var. İşte, SİT alanı olan yerler var, Boğaziçinin yeşil koruma alanları var... Bunlar da kanun kapsamı dahilinde; bunlara hayır demiyoruz. Bizim, bu müracaatlarla ilgili önümüze de bakmamız lazım, proje de yapmamız lazım, 2000’li yıllarda, 2005 yılında Türkiye’nin turistik kapasiteli yatak sayısı ne olmalıdır, ne yapmalıyız? Gelirlerimiz de var. Artık, bizde turizm dediğimiz zaman, kıyı kenar çizgisinden 500 metre içeriye kadar, deniz, doğa, kumsal, güneş... Bu, turizm olmaktan çıktı demiyorum; ama, bu, bizim varlarımızdan bir tanesi. Oniki aya yayabileceğimiz kadar da korkunç bir turizm hazinesi var elimizde. Dinler tarihine beşiklik yapmış bir ülkenin adı Türkiye. Devletler tarihine beşiklik yapmış bir ülkenin adı Türkiye. Vatikan’ın vaki davetleri var. Bu davetlerde, Türkiye’de vazgeçilmez ilk 7 kiliselerinde hac faraziyelerini yerine getireceklerini söylüyorlar. Bunun için, Türkiye, 2000’li yıllarda, bunlardan, inanç turizminden bir pay alacaksa, bizim otel yapmamız lazım. Gelenleri, ağırlayıp, akşam evinize gidin yatın deme gibi bir hakkımız yok. Ee, ne yapacağız biz? Şahıslar belirli yeri yapamazsa, devletin yapacağı, turizm tahsis alanlarına çıkma konusu veya turizm merkez alanı ilan etme konusu... Bu konuyla ilgili müracaatlar Turizm Bakanlığında tek başına değerlendirilmiyor. Bakın, şimdi, teklifler hangi bakanlıklara gidiyor...

ÖMER EKİNCİ (Ankara) – “Faraziyeler” üzerinde duruyor arkadaşlar!..

TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Devamla) – Bir şey anlatmaya çalışıyorum ama... Müsaade eder misin... Bunu, düzgün öğrenirsek, düzgün de anlatacağız...(RP sıralarından “biz oniki ay müddetle imzaya koyduk beyefendi” sesi) Efendim, müsaade ederseniz anlatıyoruz işte.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – O kilisiler hac olmaz; oralar Hıristiyanlara hac yeri değil.

TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Devamla) – Konuyu oraya götürmenin hiç âlemi yok.

“Turizm bölgeleri, turizm alanları ve turizm merkezlerinin tespitinde; ülkenin doğal, tarihî, arkeolojik ve sosyokültürel turizm değerleri, kış, av ve su sporları ve sağlık turizmi ile mevcut diğer turizm potansiyeli dikkate alınır.” Bu, 4 üncü madde.

Bunlar dikkate alındıktan sonra, bu konu, hangi bakanlıklara sunulur, bir bakın: “Bakanlıkça belirlenip sunulan turizm bölgeleri, turizm alanları ve turizm merkezleri önerilerini incelemek ve görüşmek üzere, Bakanlığın Turizm Planlama ve Yatırım Dairesi Başkanlığının kontrolünde, Genelkurmay Başkanlığı, Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Çevre Genel Müdürlüğü, Millî Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Maliye ve Gümrük Bakanlığı, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Kültür Bakanlığının ilgili ve yetkili temsilcilerinin katılmasıyla bir komisyon oluşur.

Bakanlıkça ilan edilmesi öngörülen turizm bölgeleri, turizm alanları ve turizm merkezlerinin mevki ve sınırlarını gösteren haritalar ve bunlara ilişkin açıklama raporlarını içeren bilgi ve belgeler, bakanlıklararası komisyonun toplantı tarihinden üç hafta önce, komisyon üyesi bakanlıklara iletilir ve komisyonun yapacağı toplantı tarihi bildirilir.”

Bunların hepsi yapılmış ve ilgili bakanlıklardan cevaplar alınmış; alındıktan sonra, bu alanlar Bakanlar Kuruluna sunulmuş ve Bakanlar Kurulundan sonra da, kanun çıkarma gereği itibariyle -ki, bu, kanunun gereği- Cumhurbaşkanına sunulmuş ve onaylanmış.

Bu kanunun içinde, demin de dediği gibi, SİT alanı varsa muhafazasına... Bu kanunun kapsamı... Zaten, kültürel değerlerin kenarında yapılmalı ki, yapılan o kültürel değerleri, gelenler hem kullansın hem o kültürel değerleri kullanılsın. Bu kanundan başka maksat çıkarmak, turizmden siyaset ummak demektir; ama, turizmden siyasetin umulmaması lazım, beklenilmemesi lazım.

Eğer, bu kanunda yapılacak tadilat varsa, değişiklikler varsa, getirelim onu ve biz, burada, hem kanundaki tadilatları hem de değişiklikleri yapalım. Bu, o günün şartlarına göre hazırlanmış bir kanun; ama, ben, ancak bu kanunla yapmak mecburiyetindeyim bunu. Niçin; hakikaten, 2000’li yıllara giderken, turizmin 2000’li yıllardaki politikasını ortaya koymamız lazım. “1998’de 12 milyon turist bekliyorum” diyorum ve bunları, belirli verilerle söylüyorum. Kaldı ki, Sayın Karakaş, demin dedi ki: “kimseye haber verilmemiş.” Burada, bu kadar, 12 tane bakanlık var, Genelkurmay Başkanlığı var, Devlet Planlama Müsteşarlığı var; yani, başka nereye haber verilecek!..

MUSTAFA ÜNALDI (Konya) – Meclise haber verilmesi lazım.

TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Devamla) – Bunlar, buraya getirilip, kanun olurken, bu kanunlara hayır diyebilme hakkı, artı, bunların tartışılabilme hakkı burada mevcut. Ben yedi sekiz aydır Turizm Bakanlığı yapıyorum ve benim zamanımda şuralar, şuralar merkez alanı yapılacak mı yapılmayacak mı diye hiç söylenmedi. Ben hazır bir yer buldum, elimde buldum bunu; bunlar, sizin zamanınızda sorulmuş, biz de bunları çıktık. Yine söylüyorum, bunların içinde çevre, SİT alanları, arkeoloji, ekolojik denge... Süleymaniye çıkılmış zamanında, herhalde camiye kimse dokunmadı orada, dokunamaz da zaten. Bunları şunun için söylüyorum: Bu çıkılan alanlarda -bunu mühendis arkadaşlar, mimarlar, imar hukukundan anlayanlar ve belediye başkanları çok çok iyi bilirler- muhafaza edilen yerlerin yıkılıp da yerine otel, motel, pansiyon yapılması diye bir şey yok. Bu olayı çarpıtmanın alemi de yok.

Bu vesileyle, kamuoyunu ve Meclisimizi bilgilendirmesi bakımından bana bu söz hakkını doğuran Sayın Ercan Karakaş’a çok teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

2. – Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül’ün, Büyük Menderes Nehrinin kirlenmesi ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Çevre Bakanı İmren Aykut’un cevabı

BAŞKAN – Sayın Ali Rıza Gönül, Büyük Menderes Nehrinin kirlenmesi ve alınması gereken tedbirler konusunda gündemdışı söz istemiştir.

Buyurun Sayın Ali Rıza Gönül.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, hepimizin malumu olduğu üzere, özellikle içinde bulunduğumuz yüzyılın ikinci yarısında çevre temizliği büyük bir önem kazanmıştır. Toplumlar, ülkeler, özellikle, geleceğimiz açısından, dünyanın geleceği, insanlığın geleceği açısından doğanın korunması ve çevre temizliğinin önemini vurgulamış, ülkelerarası toplantılar ve sözleşmeler dahi yapılmıştır. Özellikle bugün, ses kirliliğinden tutunuz, doğanın temizliği, göllerin ve nehirlerin kirlenmesinin önlenmesi, ülkemiz açısından da, milletimiz açısından da büyük bir önem arz etmektedir.

Bakıyoruz, Türkiye’de bu topraklara can veren, Anadolu toprağına can veren nehirlerimiz süratle kirlenmekte; bu kirliliğin sonucu, toprağın sağlığı bozulmaktadır. Gediz Nehri SOS veriyor, Sakarya Nehri hakeza, Kızılırmak Nehrimiz kirlenme boyutunda büyük bir gelişme arz etmiş ve özellikle bugün üzerinde duracağım Büyük Menderes Nehri -üzülerek ifade edeyim ki- elden çıkmak üzeredir. Tabiî ki, konu sadece Büyük Menderes Nehri değil; ifade ettiğim gibi, Anadolu’daki bütün nehirler kirlenmektedir; ama, bugün, kirlilik boyutunun en yüksek orana vardığı nehir Büyük Menderes Nehridir.

Hepimiz biliyoruz ki, Büyük Menderes havzası, sadece bölgenin değil, ülkemizin en verimli topraklarını kapsamaktadır. Binlerce çiftçi ailesinin karnını doyurduğu, geçimini sağladığı, çoluk çocuğunun iaşesini temin ettiği; binlerce çiftçi ailesinin yaşamasına imkân veren Büyük Menderes havzasına Büyük Menderes Nehri can vermekte, hayat vermekte; ama, bu nehir son yıllarda gerek kentsel gerekse sanayi atıklarının, sorumsuzluk içerisinde, hem bu nehre hem de bu nehre ulaşan yan derelere akıtılması, atılması sonucu, artık, bu toprakları sağlıklı şekilde sulama imkânını kaybetmiş bulunmaktadır. Üzülerek ifade ediyorum ki, Büyük Menderes Nehrinden sulanan arazilerdeki güzelim narenciye bahçeleri kurumaktadır, sebze bahçeleri kurumaktadır, pamuk fideleri kurumaktadır ve Büyük Menderes havzasında ziraat yapma imkânı kalmamaktadır. Toprağın sağlığı o denli bozulmuş ki, olay, sadece toprağın sağlığının bozulmasıyla kalmamış, o nehrin etrafında ziraat yapan insanların sağlığı kaybolmuştur; son yıllarda, özellikle cilt hastalıklarında, ölümcül hastalıklarda büyük bir artış gözlenmektedir.

Tabiî ki, sadece sanayi atıkları, kentsel atıklar değil, bunların yanında bir de bor maddesi var. Aydın İli Kuyucak İlçesinin Kızıldere Köyünde, 1 megavatlık bir termik santral var. Türkiye Elektrik Kurumu, bu termik santraldan çıkan buharın tekrar reenjeksiyonu konusunu, bundan birkaç sene evvel programına almıştı; zannediyorum, uygulama devam ediyor. Bor ve sanayi atıkları ile kentsel atıklar, bu güzelim nehri artık işe yaramaz hale...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Gönül, efendim...

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) – Sayın Başkan, lütfen... Bir konuya daha değineceğim...

Değerli arkadaşlarım, bu nedenle, bölge çiftçileri, 14 Şubat günü demokratik bir tepkide bulundular, sessiz bir yürüyüş düzenlediler. Bu insanlar, sanayileşmeye karşı değil; ama, haklı olarak, karınlarını doyurdukları toprakların da ellerinden çıkmasını istemiyorlar. Bu insanlar, büyük bir sorumluluk içinde, gelecek nesillere de bu toprakların devredilmesini istiyorlar; tüzüklerin, kanunların ve yetkilerin kullanılmasını istiyorlar; bu toprakların, yine, bu ülke ekonomisine yararlı olarak devamını istiyorlar ve Sayın Bakandan, mülkî amirlerden, bu suyun kirlenmesinin önüne geçilmesini istiyorlar. Bu insanlar, çocuklarının nafakalarını, geleceklerini düşünmektedirler; gelecek nesilleri düşünmektedirler. Bu tepkilerini de yürekten desteklediğimizi, özellikle vurgulamak istiyorum.

Sayın Bakan, konu üzerinde ciddiyetle durduğunuzu biliyorum; ama, verilen emirlerin alt kademelerde uygulanmadığını ve savsaklandığını üzülerek müşahede ettiğimizi de buradan ifade etmek istiyorum. Organize sanayi bölgeleri, şehirler, mutlak surette arıtma tesislerini kurmalıdırlar. Kurulan arıtma tesislerinin, mutlaka, çalışması temin edilmelidir; özellikle, bu işin denetimi, mutlak surette yerine getirilmeli ve yapılmalıdır. Onun için, özellikle, bölge insanı, sizden, mülkî amirlerden, görevlilerden, yasaların uygulanmasını beklemektedirler, denetimlerin devamlılığını beklemektedirler.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Gönül, teşekkür ediyorum.

Gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere, Çevre Bakanı Sayın Aykut; buyurun efendim.

ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce, burada, Ege havzasının çevre sorunlarını dile getiren sayın milletvekili arkadaşıma, huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Çevreye duyarlık gösteren bütün milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum; çünkü, bu konu, hakikaten çok hayatî bir konudur. Türk toplumunun ve Türkiye’nin geleceğini tehdit eden boyutlara ulaşmıştır. Biraz evvelki konuşmaların hepsine aynen katılıyorum ve de kendilerine ilave bazı açıklamalarda bulunmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de su kaynaklarına duyulan ihtiyaç giderek artarken, sınırlı olan su kaynakları üzerindeki kirlilik de, aşırı tüketim ve savurganlık baskıları altında, giderek artmaktadır. Ülkemiz nüfusunun yüzde 15’ini, istihdamın yüzde 14’ünü ve ihracatın da yüzde 15’ini gerçekleştiren ve dinamik bir büyüme trendi çizen Ege Bölgemiz, aynı zamanda, başta su kaynaklarının kirlenmesi olmak üzere, yoğun çevre sorunlarının yaşandığı bir bölgedir. Bölgede yer alan Menderes ve Gediz havzalarındaki kirlenme, son yıllarda ileri boyutlara ulaşarak, çevreyi ve halk sağlığını tehdit etmeye, tarım alanlarında verim düşüklülüğüne, ülke ve bölge ekonomisine büyük zararlar vermeye başlamıştır.

Aşağı yukarı 25 bin kilometrekarelik alana sahip olan Menderes havzası drenaj sahasında, Aydın ve Denizli İllerimizle, Uşak İlinin önemli bir kısmı yer almaktadır. Büyük Menderes Nehrinin hayat verdiği havza, ülkemiz tarımsal ürün potansiyeli, verimli, geniş, sulanabilir ovaları ve doğal zenginlikleri bakımından, Türkiye’nin en önde gelen havzalarından biridir.

Büyük Menderes Nehrinin Ege Denizine ulaştığı kıyılarda, 30 kilometre uzunluğunda da bir delta oluşmaktadır. Çok çeşitli tür ve sayıda kuşların barındığı delta, 1994 tarihinde millî park statüsüne alınmıştır. Ayrıca, havzada yer alan Bafa Gölünde, başta su ürünleri olmak üzere, çok çeşitli ekolojik zenginlikler vardır.

Şimdi, bu önemi nedeniyle, tarafımızdan, havzada bir çalışma başlatılmıştır ve bu çalışmanın şu anda çıkan sonuçlarında net olarak görülmektedir ki:

1- Büyük Menderes Nehri ve kollarındaki su, son derece kirlidir.

2- Havzadaki yeraltı su kaynaklarında çok önemli kirlilikler tespit edilmiştir.

3- Buradaki tarım topraklarının önemli ölçüde kirlendiği ve verim düşüklüğüne uğradığı ortaya çıkmıştır. Kirlenmenin, Bafa Gölü ve Menderes deltasındaki ekolojik zenginlikleri de son derece olumsuz etkilediği, yine bu çalışmanın sonunda ortaya çıkmıştır.

Zaten, biraz önce, sayın milletvekilimizin de ifade ettiği gibi, Türkiye’de ilk defa çiftçiler eylem yapıyor. İlk defa çiftçiler yürüyüş yapıyor. Ergene havzasındaki çiftçiler yürüyor, Ege havzasındaki çiftçiler yürüyor, Çukurova havzasındaki çiftçiler feryat ediyor. Geçen hafta, hem Ergene çiftçileri hem Ege çiftçileri hem Çukurova çiftçileri Bakanlığa gelmişlerdir; üzüntülerini, sıkıntılarını, dertlerini anlatmışlardır. Bunlar, 26 bin imza toplayarak gelmişlerdir. İlk defa, çiftçiler imza topluyor. Artık, bizim, gözümüzü açmamız lazım. Bu olay, çok ciddî bir boyuta ulaşmıştır; tedbirleri için, hep birlikte el ele vermemiz lazım.

Şimdi, burada, biz, bunları önlemek için neler yapıyoruz:

Bir defa, Yukarı Menderes havzasında Uşak İlimiz mevcuttur. Maalesef, Uşak İlimizin çok büyük kabahatleri vardır; çünkü, Uşak İlimizin organize sanayi bölgesinin atıksuları, olduğu gibi, Gediz Nehrine; Uşak İlimizin şehir kanalizasyon suları ve deri işletmelerinden çıkan o korkunç sular ile şehir içindeki diğer endüstri kuruluşlarının atıksuları da, Büyük Menderes Nehrine akmaktadır. Dolayısıyla, Uşak İlimiz, maalesef, çok büyük ölçüde Ege havzasını kirleten bir konuma gelmiştir.

Aşağı Menderes havzasına gelince; burada da, Denizli Organize Sanayi Bölgesi, Denizli Deri İşletmeleri, tekstil ağırlıklı çok sayıdaki fabrikalar (Nazilli Sümerbank, KÖYTAŞ, Selkim ve Aydın tekstil fabrikaları) vardır. Bunlar da Aşağı Menderes havzasını kirletmektedirler.

Görüyorsunuz, Yukarı Menderes havzası bir şekilde kirleniyor, su aşağıya geliyor, orada da çok aşırı bir kirlenmeye tabi oluyor.

Yine, bahsedildiği gibi, bor kirliliği, jeotermal enerji üretiminden dolayı, çok ciddî boyutlardadır ve 98 derecelik su, bu nehre boşaltılmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, bunlarla ilgili olarak, aylardan beri, hepinizin farkında olduğunu zannettiğim, büyük bir çabanın içerisindeyim. Önce, ikazlarda blunduk, yazılı ihtarlarda bulunduk; arkasından, para cezaları verdik. Para cezası verdiğim, ihtarlarda bulunduğum ve sonunda da, maalesef, kapatma kararları verdiğim yerlerin listesi buradadır. Bugüne kadar, hiçbir şekilde başvurulmayan bu kadar geniş kapsamlı kapatma cezalarını vermekten imtina etmedim, her şeyi göze aldım, bu havzada bulunan 165 işyerine kapatma cezası verdim.

Önce çok direndiler, gelmek istemediler, araya valiyi koydular, vesaire; ama, biz, buna, maalesef, hiçbir şekilde olumlu yanıt veremediğimiz için, Ankara’ya geldiler; burada belirttiğim tarihlerde bu işi artık yapacaklarına dair bize taahhütte bulundular. Bu taahhütlerine göre, bu yıl içerisinde, mutlaka, Uşak İli ve çevresi ile Denizli İli ve çevresindeki arıtma tesisleri tamamlanacaktır. Ancak, sene sonuna kadar bekleyelim de, tamamlamamışlarsa kapatalım demiyorum. Biz, bunlardan, iş program planlarını, termin planlarını istedik “önce projenizi getirin, bakalım, görelim, inanalım” dedik. Sonra -o proje süresi bittikten sonra- diğer çalışmalar devam ediyor mu diye bunları denetlemeye devam ediyoruz arkadaşlar.

Bu arada, son derece önemli bir çalışma daha başlattık; Fransız - Türk ikili işbirliği anlaşması çerçevesinde, Ege havzasındaki su yönetimiyle ilgili bir proje çalışması başlattık. Bu çalışmanın sonunda -buradaki ana sorunu elbette biliyoruz; ama- bu sorunun, hem stratejik eylem planları çıkacak hem en etkili ve süratle alınacak tedbirlerin hangileri olduğu ortaya çıkacak ve diğer ülkelerin, havza yönetimi, su yönetimi tecrübelerinden de yararlanmış olacağız.

Her ne kadar, bu çalışmanın onsekiz aylık bir süre gerektirdiği söylendiyse de, ben onsekiz ay bekleyemeyeceğimizi; çünkü, çevrenin kirlenmesinin bizi beklemediğini söyledim. O nedenle, bunun, mümkün olabildiğince kısa sürede tamamlanması için, bu çalışmaları zorluyorum. Bu çalışmalar, Uluslararası Fransız Su Ofisi ile bizim elemanlarımız arasında başlatılmıştır, devam etmektedir; ortaya çıkacak sonuçlar, burada kirliliği önleme bakımından bize son derece doğru yollar gösterecek, stratejik hedefler ve bir yönetim planı olacaktır.

Ege havzası üzerinde son derece hassasiyetle durduğumu bir kere daha vurgulamak istiyorum; çünkü, bu havza, bu toplumu besleyen en önemli havzaların başında gelmektedir. Buradaki tarım topraklarını kurtarmaya mecburuz, bencillikten vazgeçmeye mecburuz. Sanayileşelim, elbette; ama, her isteyen, her aklına geldiği yerde sanayi kurmamalıdır; artık, istenilen her yerde organize sanayi bölgeleri kurulamayacağını herkes anlamalıdır.

Bunun dışında, organize sanayi bölgelerinin, atık su arıtma tesislerini yaptırmaları için, birçok yerden, son derece makul krediler temin etmiş bulunuyorum. Bu hususu bütün valiliklere yazarak bildirdim, sayın milletvekillerimize de buradan duyuruyorum. Hem fizibilite için hem proje için krediyi de temin etmiş bulunuyorum. Eğer, bölgelerinizde, arıtma tesisi olmayan organize sanayiler varsa veya toplu halde, bir arada sanayilerin olduğu yerler varsa, lütfen, bunların yöneticilerinin bize başvurmalarını temin edin; çünkü, buralarda yapacakları arıtma tesislerine hem son teknolojiyi getirebilmeleri açısından hem de finansman açısından kendilerine destek verebileceğimizi ifade etmek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Ayrıca, ayın 27’sinde İzmir’de olacağım ve bu nehirlerin deltalarını da bizzat görmek üzere bir program yapmış durumdayım. 27 Şubat günü, ben, bütün milletvekili arkadaşlarımızın -eğer vakitleri müsaitse- İzmir’deki toplantımıza katılmalarını da buradan ifade ediyorum ve kendilerini davet ediyorum. Bu toplantıya bütün işçi kuruluşları katılacaklar, bütün çiftçi kuruluşları katılacaklar, bütün esnaf kuruluşları katılacaklar; ayrıca, sanayi odaları, ticaret odaları -havzadaki illerin de olmak üzere- katılacaklar; çünkü, herkes bu işe destek vermek mecburiyetindedir. Aksi halde, Ege’yi kaybedeceğiz.

Burada, tehlike çanlarının çaldığını bir kere daha ifade ediyor; hepinize çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan, Sayın Bakanımız kürsüden inmeden bir cümle söyleyebilir miyim?

BAŞKAN – Buyurun.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Bir açıklık getirmek istiyorum. Denizli Organize Sanayii, arıtma tesisini yapmıştır. Bunu bilgilerinize sunuyorum. Ayrıca, basma sanayii de yapmıştır. Yani, Denizli’yi buradan çıkarırsak memnun olacağım.

Bir hususu da sormak istiyorum. Her bakan kapatma kararı veriyor; ancak, işleme konulmuyor. Acaba, kapatmayla ilgili uygulamanız var mı? Kararı var; ama, uygulama var mı diye soruyorum.

Teşekkür ederim.

ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Biraz evvel ifade ettim, sizi tatmin etmek üzere. Biz, kapatma kararını verip beklemedik; kapatma kararını verdik, Ankara’ya geldiler ve bütün basının huzurunda taahhütte bulundular; ama, bu taahhüt “tamam, biz şu tarihte yapıyoruz” şeklinde değil, biz bunu kabul etmiyoruz. “Evet, 1998 yılının sonuna kadar yapacağım” diye taahhütte bulunduysa, bize, o zamana kadarki termim planını da sunuyor; diyor ki: “Bir ay sonra size projeyi getireceğiz; ondan sonraki bir ay içinde şuraya kadarını tamamlayacağız.” Bu şekilde de takipte bulunuyoruz. Eğer, bu arada, bu termim planına uymadığını görürsek, o zaman, gerçekten bu işyerleri kapatılacak. Kimse kusura bakmayacak.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Sayın Başkan, bir şey arz edebilir miyim? Sayın Bakanın, çok titizlikle konunun üzerinde durduğunu gördüm...

BAŞKAN – Sayın Gönül, böyle bir usulümüz var mı?! Büyük bir müsamaha içerisinde yürüyelim istiyorum; ama...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Bir konuya değinmek istiyorum.

Sayın Bakan, önemli olan, arıtma tesislerinin çalıştırılması; çalıştırmıyorlar. Onun için, sizden, bunun denetlenmesini özellikle istiyoruz.

ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Doğru; bu sözde de doğruluk payı var.

Sayın Başkan, müsamahanıza sığınıyorum.

BAŞKAN – Efendim, bu yapılan iş değil!

ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Evet, çalıştırmadıklarını biliyorum. Bu sebeple, Enerji Bakanıyla görüştük, mutabakat sağladık. Arıtma tesislerinde kullanılan elektrik enerjisi, yüzde 25 daha ucuz fiyatla...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – ...kullanılacak; arıtma tesislerine ayrı elektrik saati konulacak ve buralarda kullanılan enerji yüzde 25 daha ucuz olacak. Hatta, ben, kendisine, daha da teşvik edici olabilmek için “mümkün mü biraz daha çalışma yapsanız da, bunu biraz daha aşağıya indirseniz” diye ikinci bir teklifte daha bulundum.

MUHAMMET POLAT (Aydın) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Bakan, bir dakikanızı rica edeyim efendim.

Sayın Polat, buyurun.

MUHAMMET POLAT (Aydın) – Sayın Başkan, bölge milletvekili olarak bir cümle de ben kullanmak istiyorum.

Sayın Bakanımız, bugüne kadar yapılanları ve bundan sonra yapılacakları ifade ediyorlar; ancak, bütün bu yapılanlar -gelinen son nokta, bıçağın kemiğe dayandığı noktadır- demek ki, hiçbir müspet netice vermemiştir. Bölgedeki...

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Efendim, bir dakikanızı rica edeyim Sayın Güney.

ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Ben, olayı, bıçağın kemiğe dayandığı noktada devraldım, ne yapayım. Bıçak kemiğe dayanmış, ben de o sırada bakan olmuşum.

BAŞKAN –Sayın Polat, bir cümle... Ne ise... Usulü zorlamayalım lütfen.

Buyurun.

MUHAMMET POLAT (Aydın) – Zorlamıyoruz efendim.

Şimdi, burayı kirleten müesseseler, maalesef, kendilerine dayatılan temizleme, arıtma tesislerini kurmuş olmalarına rağmen, hafta içerisinde, bu arıtma tesislerini çalıştırmamakta, hafta sonunda tatili fırsat bilip, cumartesi pazar günleri, bütün bir hafta topladıkları bu kirli maddeleri, maalesef, bu suya aktarmaktadırlar. Bunun önlemi bu şekilde alınmamakta. Bugüne kadar yapılanlar maalesef, bu yönde müspet netice vermemiştir.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Polat.

ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Doğru.

BAŞKAN – Tamam efendim.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Böyle bir usul var mı efendim? Soru cevap usulü var mı? Bir Sayın Bakan gündemdışı konuşmaya cevap veriyor. Ben böyle bir şey görmedim.

BAŞKAN – Sayın Güney, biz, bu Meclisi çalıştırmak istiyoruz.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Ona inanıyoruz; ama, böyle bir şey olmaz.

BAŞKAN – Rica ediyorum, müsaade buyurum.

ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Çevreye gösterdikleri duyarlılık için milletvekillerimize teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakanım, izin verirseniz bir soru da ben sorayım, siz Çevre Bakanısınız. (Gürültüler)

Müsaade buyurun efendim.

Sayın hatip burada konuşurken, hatibi dinlemek varken gereksiz yere aralarında yapılan konuşmalardan bu atmosfere yayılan sesler çevre kirlenmesi sayılıyor mu, sayılmıyor mu?

ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Sayılıyor Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, o zaman, lütfen bir çare bulun.

Teşekkür ediyorum.

3. – İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in, İstanbul’da minibüsle taşımacılık yapan esnafın sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Mahmut Oltan Sungurlu’nun cevabı

BAŞKAN – Refah Partisi İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin, minibüsçü esnafıyla ilgili olarak konuşacaklar. (RP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Şahin.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Muhterem Başkan, Meclisimizin saygıdeğer üyeleri; hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.

Efendim, huzurunuzda bulunmamın sebebi, geçimini toplutaşımacılıkla sağlayan binlerce esnafımızın içerisinde önemli bir yekûn tutan, İstanbul’da faaliyet gösteren minibüsçü esnafımızın bir sorununu gündeme getirmek ve çözümüne yardımcı olmaktır.

Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, ülkemiz, kalkınma sancıları içerisinde bulunan bir ülkedir; sorunlarımız vardır, çözüm bekleyen problemlerimiz vardır. Enflasyon, hayat pahalılığı, insan hakları ihlalleri, demokrasideki sıkıntılarımız, büyük şehirlerdeki trafik sorunu bunların başında gelmektedir; ama, hemen şunu belirteyim ki, sorununu buraya getirip, bizden çözümüne yardımcı olmamızı isteyen arkadaşlarımızın değinmemiz gereken sorunu bunlardan biri değildir; çünkü, bizim insanımız, esnafımız, toplumun her kesimindeki insanlarımız, bir gün, tam bir demokrasi anlayışı içerisinde, liyakatli ve layık yönetimlerin gelerek bu sorunları çözeceğini sabırla bekleyebilirler, beklemekteler ve tepkilerini bu nedenle frenleyebilmektedirler; ancak, bizim insanımızın, özellikle esnafımızın, şimdi sorunlarını buraya getirmiş olduğum şoför esnafımızın tahammül edemeyecekleri bir şey vardır; o da kanunsuzluktur, o da suiistimaldir, o da aslanın ağzından almaya çalıştıkları ekmeğine haksız yere el uzatılmasıdır.

Ne demek istiyorum; şunu söylemek istiyorum değerli kardeşlerim: Bilindiği gibi, büyük şehirlerimizde ticarî plaka tahdidi vardır; ancak, 1986 yılında, 10553 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla, ticarî plakaların nasıl tahsis edileceği tayin edilmiştir. Nitekim, aynı yıllarda, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununda da bir değişiklik yapılmış, daha önce otobüs statüsünde olan, 11 ilâ 14 kişi arasında yolcu taşıyan vasıtalar da minibüs sınıfına dahil edilmiş ve böylece, illerdeki il trafik komisyonları da, bu minibüslere (M) serisinden ticarî plakalar vermiştir.

Hal böyle iken, daha sonraları, 1986 yılında, birtakım kişiler, kanunun çıktığından haberi olmadığını ileri sürerek, yeniden (M) serisi ticarî plaka talebinde bulunmuşlar. Tam on yıl sonra, 1996 yılında, İçişleri Bakanlığı, İstanbul Valiliğine bir yazı göndererek, bu insanların da mağduriyetlerine bir çözüm bulunmasını istemiş. Bunun üzerine, İstanbul İl Trafik Komisyonu, toplanarak, İstanbul Minibüsçüler Odasından mağdurların listesini istemiş, bu liste gelmiş -219 kişilik bir listedir- bu listede ismi yazılı olan herkese (M) serisi ticarî plaka verilmiş ve çalışmaya başlamışlar.

Peki, daha sonra ne olmuş; birtakım şikâyetler üzerine, İstanbul Minibüsçüler Odasından gelen bu listeyle, plakalar, gerçek hak sahiplerine değil, özellikle Minibüsçüler Odası Başkanı ve Yönetim Kurulu üyelerinin yakınlarına, bu konuda hiçbir ihtiyacı olmayanlara, hatta, yönetmelikte ve kararnamede ticarî firmalara verilemeyeceği yazılı olmasına rağmen, birtakım firmalara verilmiş ve hatta, minibüslere verilecek bu plakalardan traktöre verilmiş, kamyonlara, kamyonetlere ve köfteci arabasına verilmiş.

Bunlar ortaya çıktıktan sonra, bu şikâyetler üzerine, aşağı yukarı 34 gün sonra, 16 Mart 1996’da, İstanbul İl Trafik Komisyonu, yeniden toplanarak, bu plakaların tamamını iptal etmiş; ama, aradan iki yıl geçmiş, bu plakalar -minibüsler hâlâ İstanbul’da çalışıyorlar- toplatılmıyor. İçişleri Bakanlığı müfettişleri olaya el koymuş. Birbuçuk ay önce, İstanbul Valiliğine İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin raporu gitmiş; bu plakaların toplanması ve hatta, bu suiistimali yapan kişilerin -ki, 10’a yakın kişidir- Türk Ceza Kanununun 240 ıncı maddesi gereğince görevi kötüye kullanmaktan haklarında soruşturma açılması istendiği halde, şu ana kadar bir işlem yapılmamış.

Bakınız, haksız yere tahsis edilen bu plakaların şu anda piyasadaki rant değeri, 4 trilyon lira civarındadır. Şimdi, İstanbul’daki şoför esnafı, özellikle minibüs esnafı kardeşlerimiz, Sayın İçişleri Bakanımızdan bu konuya eğilmesini beklemektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Sayın Başkan, 2 dakika daha süre rica edebilir miyim...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

...bu plakaların toplatılmasını, müfettiş raporunda ifade edilen sorumlular hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunulmasını beklemektedir. Hemen şunu da söyleyeyim: Şoför arkadaşlarımızın bir bölümü, bir sayın bakanın koruması sebebiyle bu plakaların toplatılmadığı inancındadır -ben, böyle bir inancı, kanaati, kesin delillere dayanmadığı için, söylemek istemiyorum; ama- bir sayın bakanın, bu şoförleri veya bu tahsis yapılan kişileri koruduğu inancındadır. Sayın Güney İçişleri Bakanıyken bu konu kendisine de intikal etmiş -şoför arkadaşlar bana da geldi- kendisi büyük bir duyarlık göstermiş; ama, o arkadaşların bana ifadesine göre -oda başkanlarının- bir bakan arkadaşla benim aramı açmayın düşüncesiyle yardımcı olamayacağınızı söylemişsiniz. Bu, bana bildirilen bilgidir.

Şimdi, Sayın Başesgioğlu -kendileri burada değil; ama, bakan arkadaşları var- eksik olmasınlar, sabahleyin, danışmanı vasıtasıyla beni aradılar, konuyu öğrendiler. İçişleri Bakanımızın bu konuya eğileceğini, bu plakaları toplatacağını, bir haksızlığa son vereceğini, bu suiistimali yapanlarla ilgili olarak da savcılığa suç duyurusunda bulunma konusunu takip edeceğini zannediyorum, buna inanıyorum ve bu temenniyle hepinizi sevgiyle, saygıyla, muhabbetle selamlıyorum efendim. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Şahin, teşekkür ediyorum.

IV. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Bayburt Milletvekili Ülkü Güney’in, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in konuşmasında, isminden de bahsederek beyan ettiği hususların bir kısmında eksik ve yanlış taraflar olduğu iddiasıyla konuşması

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Güney.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Mehmet Ali Şahin, ismimden de bahsederek bir beyanımı burada ifade ettiler. Beyanın bir kısmı doğrudur; ama, eksik ve yanlış tarafı vardır. İzin verirseniz tavzih etmek istiyorum; çünkü, ismimi kullandılar. Görev yaptığım sıradaki bir işlemdir. Bir açıklama getirmek istiyorum.

BAŞKAN – Tabiî; ama, orada mümkinatı yok mu efendim?

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Kürsüden daha kolay olur.

BAŞKAN – Peki, buyurun, bir açıklık getirin. Sayın Şahin’in nezaketle ifade edebilmek için nasıl gayret sarf ettiğini birlikte gördük.

Bir yanlış anlaşılmayı giderme niyeti vardır; buyurun.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, muhterem arkadaşlarım; ben, bu önemli konuyu Meclise getirdiği için Sayın Mehmet Ali Şahin’e teşekkür ediyorum. Doğrudur; İstanbul’da, bu, yeni bir olay değildir, aşağı yukarı beş yıllık bir olaydır. Bu (M) plakası denilen, minibüslerle ilgili bir yolsuzluk olayı, daha doğrusu iddiasıdır ve Sayın Şahin’in dediği rakam da doğrudur, trilyona varan bir olaydır.

Ben, İçişleri Bakanlığım zamanında, bu konunun üzerine hassasiyetle gittim, araştırma ve soruşturma başlattım. Bu araştırma ve soruşturma, 53 üncü Hükümet görevden ayrıldığı sırada devam ediyordu; ondan sonra çok yakın bir takipte bulunamadım, ne olduğunu bilmiyorum. Burada, asıl, Sayın Şahin’e şu cevabı vermek istiyorum: O zaman herhangi bir bakan arkadaşımın bana bir baskısı veya bir isteği veyahut da bu işe karış, karışma diye bir telkini olmamıştır. Belki, oradaki esnaf arkadaşlarım, dolaylı olarak, böyle, karine yoluyla bir şey çıkarmışlardır.

Herhangi bir arkadaşımın zan altında kalmaması için söz aldım. Bana bu açıklama fırsatını verdiği için de Sayın Başkana teşekkür ediyorum, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. Umut ediyorum ki, bundan sonra -yani, şu dakikadan sonra- bu konunun geri kalan kısmı ortaya çıkar, açıklanır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Güney teşekkür ediyorum.

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR (Devam)

3. – Adalet Bakanı Mahmut Oltan Sungurlu’nun, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in, İstanbul’da minibüsle taşımacılık yapan esnafın sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşmasına cevabı (Devam)

BAŞKAN – Son gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere, Adalet Bakanı Sayın Sungurlu; buyurun.

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin’in, İstanbul minibüsçüleriyle ilgili gündemdışı konuşmasına cevap vermek üzere huzurlarınızdayım.

Sayın Şahin, meseleyi çok vazıh olarak ortaya koydu. Bu söyledikleri hadiselerin tamamı gerçektir; tabiî ki, o değerlendirmeleri dışında. Minibüsçülerle ilgili söylüyorum. Yalnız, bir hususu, Sayın Şahin, herhalde, tabiî zaman itibariyle, takip etme şansına sahip olamadı. Bu 219 minibüs plakasını, Minibüsçüler Odası vermiş ve hak sahiplerine değil yakınlarına vermiş. Bunun üzerine, İçişleri Bakanlığı, bu plakaları iptal etmiş; ancak, iptal edilen bu plakaların sahipleri idarî yargıya başvurmuşlar, bu 219 kişiden 190’ı davayı kazanmış ve plakalarını tekrar geri almışlar. Buna rağmen, 29 tanesi, ya davayı kazanamamış ya gününde açmamış; onun dışındaki 190 kişi bu plakaları almış.

Tabiî, bu minibüsçüler, çeşitli dernekler vasıtasıyla, gerek İstanbul Valiliğine gerek İstanbul belediyelerine gerekse zaman zaman bakanlıklarımıza gelmekteler, problemlerini aksettirmektedirler. 10 milyon nüfuslu İstanbul’da, birçok yanlışlık ve kaçak olayı olduğu doğrudur. Zaman zaman, bu hatlarda belediye ihaleleri yapılmakta, o ihaleler şikâyet konusu yapılmakta ve İçişleri Bakanlığı, bütün bunları takip etmektedir. Şu anda da, bazı yanlışlıkların yapıldığı kanaati İçişleri Bakanlığınca kabul edilmekte, en azından öyle olduğu zannedilmekte, üzerine gidilmektedir.

Büyük bir şehir olan İstanbul’da, bu yanlışlıkların günbegün takip edildiğinin ve birçoğunun da halledildiğinin, ama, yenilerinin de zuhur ettiğinin; zaman zaman, mahallî belediyelerin de bu problemde rolleri olduğunun; ancak, söylediğim gibi, mahkeme kararıyla, bu 219 kişiden 190’ının plakalarının geri alınmış olduğunun da bilinmesini ve Sayın Mehmet Ali Şahin’e de bize bu fırsatı verdiği için teşekkür ettiğimi Yüce Meclise saygılarla arz ediyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Başkan, yerimden kısa bir açıklama yapabilir miyim?

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Bu plakalarla ilgili, idarî yargıda davalar açılmış, önemli bir kısmı reddedilmiş, bir kısmı kazanılmış; ancak, Danıştay 8 inci Dairesinin o yargı kararlarını bozan kararı burada; o nedenle, henüz yargılama bitmemiştir. Bu plakalar zaten iki yıl önce verilmiş, hâlâ kullanılmaya devam edilmektedir; yargı sonucunda verilmiş plakalar değildir.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, gündemdışı konuşmalar tamamlanmıştır.

Cumhurbaşkanlığı tezkereleri vardır; sırasıyla okutup bilgilerinize arz edeceğim:

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Refaiddin Şahin’e, dönüşüne kadar, Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı İsmet Sezgin’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1311)

16 Şubat 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

17 Şubat 1998 tarihinde Gürcistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Refaiddin Şahin’in dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı İsmet Sezgin’in vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

2. – Almanya’ya gidecek olan Devlet Bakanı Güneş Taner’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Mehmet Cavit Kavak’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1312)

17 Şubat 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 18 Şubat 1998 tarihinde Almanya’ya gidecek olan Devlet Bakanı Güneş Taner’in dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Cavit Kavak’ın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

3. – Slovakya Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’e, dönüşüne kadar, Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1313)

17 Şubat 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

“Avrupa Entegrasyonu Çerçevesinde Avrupa’da Kültürel Mirasın Korunması” konulu konferansa katılmak üzere, 18 Şubat 1998 tarihinde Slovakya Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Prof. Dr. Şükrü S. Gürel’in dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

 

4. – Fransa’ya gidecek olan Devlet Bakanı Rifat Serdaroğlu’na, dönüşüne kadar, Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı İsmet Sezgin’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1314)

17 Şubat 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 19 Şubat 1998 tarihinde Fransa’ya gidecek olan Devlet Bakanı Rifat Serdaroğlu’nun dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı İsmet Sezgin’in vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

leyman Demirel Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

5. – Fransa’ya gidecek olan Devlet Bakanı Işın Çelebi’ye, dönüşüne kadar, Bayındırlık ve İskân Bakanı Yaşar Topçu’nun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1315)

17 Şubat 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 19 Şubat 1998 tarihinde Fransa’ya gidecek olan Devlet Bakanı Işın Çelebi’nin dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Bayındırlık ve İskân Bakanı Yaşar Topçu’nun vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

6. – Fransa’ya gidecek olan Kültür Bakanı Mustafa İstemihan Talay’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Hasan Hüsamettin Özkan’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1316)

17 Şubat 1998

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 19 Şubat 1998 tarihinde Fransa’ya gidecek olan Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın dönüşüne kadar; Kültür Bakanlığına, Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan’ın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

 

Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

Önce, mutat olduğu üzere, sırasıyla yarım kalan işlerden başlayacağız.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. – Kütahya Milletvekili Mustafa Kalemli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Tansu Çiller, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile 292 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83 üncü Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/676) (S. Sayısı : 232)

BAŞKAN – Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83 üncü Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifinin ikinci müzakeresine başlayacağız.

Komisyon hazır mı? Hazır değil.

Müzakere ertelenmiştir.

2. – Bayburt Milletvekili Ülkü Güney ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner’in, 1076 Sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurlar Kanunu ile 1111 Sayılı Askerlik Kanunlarında Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınma Önergesi (2/669) (S. Sayısı : 338)

BAŞKAN – 1076 Sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurlar Kanunu ile 1111 Sayılı Askerlik Kanunlarında Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin maddeleri, önergelerle birlikte, geçen birleşimde, İçtüzüğün 88 inci maddesine göre Komisyona geri verilmişti. Komisyon, raporunu henüz vermediğinden, teklifin müzakeresini erteliyoruz.

3. – Emniyet Teşkilâtı Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 490 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/217) (S. Sayısı : 132)

BAŞKAN – Emniyet Teşkilatı Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 490 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili kanun tasarısının müzakeresine başlayacağız.

Sayın Komisyon hazır mı? Hazır değil.

Müzakere ertelenmiştir.

4. – Mera Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komsiyonu Raporu (1/509) (S. Sayısı : 231) (1)

BAŞKAN – Mera Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

Sayın Komisyon hazır mı? Komisyon hazır.

Sayın Hükümet?.. Hazır.

Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.

Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Raporun okunması hususunu kabul edenler... Etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Şimdi, lütfen, sırasıyla, gruplar adına ve kişisel söz talepleri Başkanlık kürsüsüne intikal ettirilsin.

Şu ana kadar gelmiş olan söz taleplerini arz ediyorum: CHP Grubu adına Çanakkale Milletvekili Sayın Ahmet Küçük, DYP Grubu adına Erzurum Milletvekili Sayın Ertugay.

(1) 231 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Küçük; buyurun.

CHP GRUBU ADINA AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 231 sıra sayılı Mera Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini dile getirmek üzere söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına, Yüce Meclisi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye’nin sorunlarını çözmeye başlayacaksak, buna ülkemizin en büyük ve en köklü sektörü olan tarımdan başlamak, elbette, en doğru yaklaşımdır. Tarımın sorunlarını çözmeye başlayacaksak, elbette, tarımın kaynağı topraktan başlamak en doğru yoldur. Toprağı konuşmalıyız; paylaşımını, verimliliğini, işletmesini, mülkiyetini, erozyonu, ormanları, ovaları, dağları, yaylaları, meraları, yani coğrafyamızı konuşmalıyız; yasal boşlukları gidermeliyiz. Coğrafyamızı, sadece sınırları itibariyle değil, tüm zenginlikleriyle, tüm doğallığıyla kozmik bir bütünlük içerisinde korumalı, varlığımızın devamı olan bu zenginliği gelecek nesillere borcumuz olarak devretmeliyiz. Bugüne kadar olduğu gibi, toprağı ve topraklarımızı mirasyedi anlayışıyla hoyratça ve sorumsuzca kullanmaktan ve hırpalamaktan vazgeçerek, onları yasalarımızla güvence altına aldıktan sonra, bilincimizle, bilgimizle, bir namus anlayışı içerisinde kıskançlıkla çocuklarımıza devretmeliyiz; çünkü, doğanın en zor oluşturduğu ve insanların suni olarak yapamadıkları ve yaşamın devamının en önemli kaynağıdır toprak.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; toprak, bu öneminin yanında bütün dinlerin de kutsadığı, kutsallaşmış ve yaratılışın gerçekleştirildiği bir nesnedir. Coğrafyamız, tarım açısından çok elverişli bir topografik yapı arz etmemektedir. Ortalama 800 metre yüksekliğinde bir coğrafyanın sahibiyiz. Bu yükseklik, esas olarak, tarım açısından çok elverişli bir yükseklik değildir; doğa tahribatına, yani erozyona çok elverişli bir yapıdır. Ülkemiz topraklarının yüzde 86’sının erozyon tehlikesi yaşaması bu nedenledir. Dünyadaki erozyonun 2 katı erozyon tehlikesi yaşıyoruz ve yılda 500 milyon ton toprağımız yok olup gidiyor.

Beş bin yıldır insanlara yurt olarak hizmet veren ve bir göç yolu olan Anadolu, yorgundur, insanların yüzyıllardır ağır tahribine uğramış ve doğal zenginliklerin maalesef önemli bir kısmını da kaybetmiştir. Bin yıldır bu toprakların üzerinde yaşayan bizler, maalesef, halen tahribe devam ediyoruz, yok edilmesine dur diyemiyoruz; hâlâ, yurdumuzun yüzde 26’sının kadastrosunu çıkaramadık; bu ayıp da bizlere yeter diye düşünüyorum.

Tarım topraklarımız, Osmanlı timar düzeni içerisinde sahipsiz kalmıştır, kontrolsüz bir şekilde sorumsuzca kullanılmıştır ve hâlâ, topraklarımızı, maalesef resmî bir yapıya kavuşturamadık.

Topraklarımızı üç ana bölümde incelemeliyiz diye düşünüyorum.

Tarım arazileri, 28 milyon hektar civarındadır ve topraklarımızın yüzde 35’ini kapsamaktadır. Çayır ve meralar, 21,7 milyon hektar olup, topraklarımızın yüzde 28’ini teşkil etmektedir. Ormanlar ve fundalıklar, 23,5 milyon hektar olup, yüzde 30’unu teşekkül ettirmektedir. Yerleşim alanları ve diğer araziler de yüzde 7’sidir.

Bugün Mera Kanunu Tasarısı hakkında konuşmaya başlıyoruz. 73 yıllık cumhuriyet topraklarının yüzde 28’ini oluşturan önemli bir bölümüyle ilgili tasarıyı görüşmeye başlarken, hem çok acı bir durumla hem de sevindirici bir durumla karşı karşıyayız.

Üzüntülüyüz; çünkü, bugüne kadar, meralar, maalesef “Saldım çayıra mevlam kayıra” anlayışıyla yönetilmiş ve 1950’den bu yana yüzde 50 azalmış, yıpranmış, hırpalanmış ve süratle yok olmuştur.

Seviniyorum; çünkü, böyle önemli bir kanunun çıkışına katkı veren komisyonda ve Genel Kuruldayım. Neyse, zararın neresinden dönülürse kârdır; ama, oldukça geç kaldığımızı hiçbir zaman unutmayalım.

İyi bir mera kanunu çıkarmalıyız; uygulanabilir olmalıdır. Bu kanunun iyi uygulanması için, bence, meralara doğru baskı oluşturan tarım toprağı baskısını önlemeliyiz.

Yeni meraların korunması için, özellikle tarımın da sorunlarının çözülmesi gerekiyor. Tarımın ve tarımda uğraşanların sorunlarını çözemezsek bu kanunu uygulamakta zorlanır ve sosyal barışa da dinamit koyarız.

Tarımsal yapıyı, hayvancılığı ve tarımdaki insanların örgütlenme sorununu, tarımda uygulanan politikaları veya millî bir tarım politikasızlığını çözemezsek, hiçbir şeyi, ama hiçbir şeyi halledemeyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; ülkemiz, tarım toprakları açısından rezervleri bitmiş 19 ülkeden biridir. Öyleyse biz mevcut tarım topraklarımızı iyi işlemek, verimli kullanmak, iyi paylaşmak, üretim çeşitliliği yaratmak ve tüketim kalıplarını değiştirmek, işletme büyüklüğünde de rantabl seviyelere ulaşmak zorundayız.

Daha çok araziyi sulamak ve katmadeğeri yüksek arazilerin üretilmesinin sermaye, bilgi ve teknolojik altyapısını oluşturmak durumundayız. Selektif destekleme alımları uygulayan politikaları hayata geçirmeliyiz. Tarım nüfusunu, sancı yaratmadan azaltmalayız. Süratle, sanayi yatırımlarını ve hizmet sektörlerini geliştirerek, tarımdan buraya emek transferini gerçekleştirmeliyiz. Tüm bunları yapamazsak, tarımın meralar üzerindeki baskısı eksilmez, eksiltilemez.

Değerli arkadaşlarım, işletme büyüklüğü, tarımın en büyük sorunlarından biridir. Ülkemizde 4 milyon 100 bin aile tarımla uğraşıyor; bu, 25-30 milyon insan eder. Bakın, yüzde 20’sinin toprağı yok bu insanların, yüzde 82’sinin toprağı da 100 dekarın altındadır. Süratle, bu insanların kooperatifleşmesi sağlanarak işletme yapıları büyütülmeli, gereken yerlerde mutlaka toprak reformu yapılmalıdır; doğu ve güneydoğuda, feodal yapı olumsuzlukları süratle tasfiye edilmelidir.

Tarımımızın, yüzde 65’i bitkisel, yüzde 30’u hayvansal üretimden oluşan dengesini süratle değiştirecek politikaları hayata geçirmeliyiz. Yem bitkileri üretim alanını yüzde 3’ler bazından, yüzde 25’ler düzeyine süratle taşımalıyız.

Tarımda, zorunluluk olmadıkça, kesinlikle, ithalat düşünülmemelidir; kendi üretim olanaklarımızı zorlamalı ve tarımcıyı desteklemeliyiz. Çünkü, ülkemizde, tarımcının üretme yeteneği vardır, tarımsal üretim altyapısı vardır; bütün mesele, bu üretim fonksiyonlarını harekete geçirme meselesidir.

Tarım, hiçbir sektörün rakibi değildir. Hiçbir sanayi ülkesi, tarım ve hayvancılıktan vazgeçmez, vazgeçemez. Bugün, Avrupa Topluluğunda, bizdeki desteklemenin 10 katı destekleme var, Amerika’da da 5 katı destekleme var ve bu ülkeler, sanayi ülkeleri; ama, tarımdan vazgeçmiyorlar; çünkü, tarım, aynı zamanda stratejik bir sektördür.

Bugün, tarım, Türkiye’de sosyal sorunları yumuşatan bir ana kucağıdır ve ana kucağına ihanet de hiçbir evlada yakışmaz diye düşünüyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; ülkemizde bugün, 50 milyon büyük ve küçükbaş hayvan var. Hayvancılık, ülkemizde genellikle mera hayvancılığı şeklinde yapılıyor.

Bugün, hayvancılığın en büyük sorunu, kaba yem sorunudur. Ülkemiz, çayır ve meralardan 2,6 milyon ton yeşil ot ve 1,7 milyon ton civarında da kuru ot yetiştirmektedir.

İkinci Dünya Savaşından sonra, meralarda sürekli küçülme yaşanırken, hayvan sayısı sürekli artmıştır. Bu yıllarda, hektara 0,7 hayvan düşerken, bu, bilahara 1,57 hayvana kadar yükselmiştir. Meraların sahipsizliği, ıslah edilmemesi nedenleriyle ot verimleri sürekli azalmış ve bugün, çok sıkıntılı bir durum oluşmuştur.

Bugün, her ne kadar 21,7 milyon hektar mera olduğundan bahsediliyorsa da, bu miktar çok tartışma götürür. Bazı kaynaklar, 13 milyon hektar meradan bahsetmekte; gerçek olan şu ki, bu meraların sadece 8,7 milyon hektarı, verimli mera olarak tarifi yapılabilen alanları oluşturmaktadır. Yapılan araştırmalar sonucunda, gerekli ıslah çalışmaları yapılırsa, meralardaki ot üretiminin üç - dört kat artabileceği hesaplanmıştır. Kaybedilecek zaman kalmamıştır, süratle gereken tedbirleri almalıyız.

Meralara tecavüzler şu nedenlerle artmıştır:

1 - Tarımdaki mekanizasyon,

2 - Göçmenlerin yerleştirilmesi,

3 - Bitkisel tarımın desteklenmesi, hayvancılığın geri plana atılması,

4 - Hayvancılığa gereken önemin verilmemesi.

Meralar, tam bir tükeniş ve saldırıyla karşı karşıya kalmışlardır; ilgili bir kanunun da bulunmaması nedeniyle, iktidar sahiplerinin taraftarlarına peşkeş çekebilecekleri serbest tecavüz alanları olarak kullanılmışlardır.

İlk mera kanunu 1926 Anayasasında düşünülmüş; ama, gerçekleştirilememiş. 1957 sayılı Kanun yürürlüğe girinceye kadar 4753 ve 5118 sayılı Kanun gereğince mülga Toprak İşleri Genel Müdürlüğünce yürütülmüştür. Bu kanunlar yürürlükten kalkıp, 1757 Sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu Anayasa Mahkemesince iptal edilince, bu konuyla ilgili sorunları çözecek hükümleri düzenleyen bir yasa da yürürlükte kalmamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanunun büyük bir ihtiyaca cevap vereceği gerçektir. Bu kanun, hayvancılığımız için, Türkiye için, elbette, çok önemlidir. Geçen dönem kadük olan bu yasa tasarısının Meclis gündeminde ön sıralara alınmasını sağlayanlara çok teşekkür ediyorum. Kanun tasarısı, komisyon çalışmalarında önemli bir muhalefet görmeden komisyondan geçti, oldukça da iyi tartışıldı diye düşünüyorum. Bu kanun tasarısına Grup olarak sıcak bakıyoruz ve Genel Kurul çalışmalarında katkı vermek uğraşısı içerisinde olacağız. Komisyonda atlanılan veya düşünülemeyen yaklaşımlarımız olursa, bunları ileteceğiz. İnanıyorum, gerek komisyon gerek Hükümet bu yaklaşımlarımızı iyi niyetle değerlendirecek ve yasa tasarısının uygulanabilir bir yasa olarak çıkmasını sağlamaya çalışacağız. Türkiye Büyük Millet Meclisinde, çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan insanların sorunlarının da bu kanun hükümleri çerçevesinde konuşulması için çaba sarf edeceğiz; çünkü, bu sektörde çalışan insanların sorunlarını burada dile getirip, kamuoyuna aktaramazsak, iyi bir yasa çıkarmış olmayız diye düşünüyorum, yasanın sosyal yönünü atlarız diye düşünüyorum.

Bu kanunun arkasından, ülkemizin tarım topraklarını koruyan, amacı dışında kullanılmasını kesinlikle yasaklayan hükümleri içeren tarım topraklarını koruma yasasını çıkarmak bu Meclisin birinci görevi olmalıdır diye düşünüyorum; çünkü, bugün, 1,6 milyon hektar tarım arazisi, tarımdışı amaçlarla kullanıma açılmıştır ki, bu, neredeyse, GAP büyüklüğünde bir alana tekabül etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kanun tasarısına, halk arasındaki en büyük tepki, ücretli otlatmaya olacaktır diye düşünüyorum. Bunun, halka iyi anlatılması gerekir. Bunun miktarını ilk anda oldukça düşük tutmalıyız ve ayrıca, uzunca bir süre, bütçeden ayrılan ödenekleri de yüksek tutmalıyız. Ayrıca, yapılacak ıslah çalışmalarının yararlarını halka iyi anlatamazsak, uygulamada büyük bir muhalefetle karşılaşacağımız açıktır. Bu çalışmanın altyapısını iyi oluşturmalıyız. Bu konuyla ilgili bütçeden aktaracağımız kaynaklar, üretim olarak, vergi olarak ve en önemlisi sosyal barış olarak, çok kısa bir sürede bize geri dönecektir.

Bu yasanın çıkışının Türkiye hayvancılığının sorunlarının çözümüne bir başlangıç olmasını diliyorum. Bugün hayvancılığın gayri safî millî hâsıla içindeki payı yüzde 6’dır. Eğer, hayvancılığın noksanlarını iyi tespit eder, gerekli destekleri sağlarsak, bu miktarın çok kısa bir sürede 2 katına çıkacağına hep beraber tanık olacağız.

En kısa zamanda hayvan ırklarımızda düzeltmeyi yaparak, ırk ıslahı çalışmalarını hızlandırmalıyız. 140 kilogram büyükbaş canlı ağırlığından 300 kilogramlara, 2 bin litre laktasyon döneminden 6 bin litre laktasyon dönemine geçmeliyiz. Küçükbaşlarda ırk ıslahını çabuklaştırmalıyız. İthal damızlık yerine sunî tohumlamaya ağırlık vermeli ve bu çalışmayı devlet olarak kesinlikle sübvanse etmeliyiz. Damızlık sığır ve koyun yetiştiriciliğini desteklemeli, pedigeri kaydı tutulmasının altyapısını mutlak oluşturmalıyız. Teknik eleman çalıştıracak kooperatifleri desteklemeli, bu elemanların sigorta ve vergilerini sübvanse etmeliyiz. 30 bin işsiz ziraat mühendisini tarımın hizmetine sunmanın altyapısını mutlaka oluşturmalıyız.

Ülkesini seven, doğal yapısının bozulmasından endişe duyan, çevreye duyarlı insanlar, çiftçiler, hayvancılıkla uğraşanlar, umut ve özlemle bu yasanın çıkmasını bekliyorlar. Bu yasayla, coğrafyamızın üçte 1’ini sahiplendiriyoruz, coğrafyamızı tarif ediyoruz, koruma tedbirlerini koyuyoruz; önemli de bir iş yapıyoruz, yaraya merhem oluyoruz. Bu yara, Türkiye’de yaşayan nüfusun yüzde 50’sinin kanayan yarasıdır. Bu kanın durmasına katkı sağlamaktan dolayı mutluyuz; ama, inanın, bu insanların yaraları, dertleri, sorunları çoktur. Bu yasa tasarısı münasebetiyle, bu insanların, toprak insanlarının sorunlarını, umarım, Meclis gündeminde değerlendiririz diye düşünüyoruz. İnanıyoruz, sabırla bekleyen bu insanların diğer sorunlarına da çare buluruz.

Değerli arkadaşlarım, iki yılı geçkin bir süredir bu Parlamentoda görev yapıyoruz ve ben bu kadar süredir Tarım Komisyonunda çalışıyorum. En az dört beş yasa tasarısını, büyük bir çabayla, Komisyon Başkanımızın ve birçok arkadaşımızın çabalarıyla Komisyonumuzdan geçirdik; maalesef, daha ilkini burada gündeme sokabilmiş durumdayız.

Türkiye’de herkes tarımın lafını ediyor; ama, tarımın sorunlarını çözmeye yönelik manipülasyonlara, davranışlara, böyle bir anlayışa, maalesef, hiçbir yetkili, hiçbir Hükümet yönelmiyor. Bu sorunları çözmeye niyetlenmezsek, bunun hukuksal sorunlarını çözemezsek, ekonomik sorunlarını çözemezsek, inanın, Türkiye’de sosyal barışın anakucağı olan tarımın insanlarını bu ülkenin en büyük problemi haline getiririz; bu konuya, tüm Meclisin ve tüm kamuoyunun dikkatini çekiyorum.

Değerli arkadaşlarım, burada gündemdışı konuşmaların büyük çoğunluğunun tarımla ilgili olduğunu biliyorum, cevap da veriyor sayın bakanlarımız; ama, nedense, uygulamalara gelince bunu göremiyoruz, görememenin sıkıntısını yaşıyoruz. Bu ülkede iyileştirmeler yapılması gerekirken, yani, ziraî kredi faizlerinin düşürülmesi gerekirken, maalesef daha da yükseltiliyor ve düşürülmesine yönelik hiçbir işaret verilemiyor; bu, bizim için büyük üzüntü kaynağıdır.

Bu ülkede, yeniden, et ithalatı, süttozu ithalatı, kemik unu ithalatı konuşuluyor; bu, Türk tarımı ve hayvancılığı için üzüntü vericidir. Bu konuları, bu yasa tasarısının çerçevesi içerisinde konuşmalıyız.

Meraları ıslah edeceğiz, geliştireceğiz, kabayem açığını kapatacağız; ama, buralarda beslenecek hayvanları ülkemizde yok edersek, o zaman bu yasayı neden çıkarıyoruz?!.

Değerli arkadaşlarım...

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – İktidar gibi konuşsana; muhalefet gibi konuşuyorsun.

AHMET KÜÇÜK (Devamla) – Biz nasıl konuşacağımızı biliriz, ne partisi olduğumuzu da biliyoruz; sizden öğrenecek değiliz. Biz tarifimizi yaparız.

Biz, Grup olarak, bu sorunların sözcüsü olacağız; kim bu sorunların çözümüne katkı vermek isterse, yanında olacağız; kim tarım ve hayvancılığın sorunlarını çözmek istiyorsa ve bunun için bir adım atıyorsa, biz on adım atacağız; çünkü, tüm zenginliklerimizi borçlu olduğumuz bu tarım insanları bunu hak ediyor ve ilgimizi bekliyor.

Değerli arkadaşlarım, ben, Mera Kanunu Tasarısının, zor durumda bulunan bu insanların sorunlarına çözüm olanağının bir başlangıcı olmasını diliyorum; bu vesileyle, bu düşünceyle, Yüce Meclisimizi, topraktan geçinenleri, tüm yurttaşlarımızı, CHP Grubu ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum ve bu kanun tasarısının, bu insanların her türlü sorunlarının en kısa zamanda çözümlenmesinin ilk adımı olması gerektiğini düşünüyor, saygılar sunuyorum. (CHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Küçük, teşekkür ediyorum.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Ertugay; buyurun.

DYP GRUBU ADINA ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 231 sıra sayılı Mera Kanunu Tasarısı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına görüşlerimi arz etmek için söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlarım.

18 inci, 19 uncu ve 20 nci yasama dönemlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine gelen, ancak bir türlü yasalaşma imkânı bulamayan bu yasa tasarısı, aslında elli yıldır Türkiye’nin gündemindedir, yaklaşık son on yıldır da Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemindedir ve bugün, ilk defa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun gündemine gelmiştir, yasalaşmaya bu kadar yakınlaşmıştır; bu aşamaya, bu safhaya gelmiş olmasını büyük bir başarı olarak kabul ediyorum; çünkü, bu yasa tasarısı, ülkemizin çok önemli bir kesimini birinci derecede ilgilendiren, hayatî önem taşıyan, Türkiye için en temel yasalardan birisidir. Bu kanun tasarısı çıkarıldığı takdirde, bu, zannediyorum, 20 nci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin, ülkenin hayrına, Türk Milletinin, Türk çiftçisinin hayrına yapmış olduğu en büyük hizmetlerden birisi olacaktır. Bu kanun tasarısının bugüne kadar yasalaşamamış olması, zaten problemlerle boğuşan, bir türlü çağdaş standartları yakalayamamış olan Türk tarımı için çok önemli bir kayıp olmuştur; hele, son yirmi yıldır, mera hukukunu ve kullanımını düzenleyen hiçbir mevzuatın kalmamış olması, bu alanda büyük bir kargaşaya ve belirsizliğe yol açılmış olması, topraklarımızın kaybolmasını, doğanın tahrip olmasını ve hayvancılığımızın mahvolmasını da beraberinde getirmiştir.

Merasız bir hayvancılık, hele hele ülkemiz için merasız bir hayvancılık düşünülemez. Konuyla ilgili olarak, ülkemizdeki yasal sürece, bugünkü yasal duruma baktığımız zaman, bu yasa tasarısının, ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

Devletin hüküm ve tasarrufunda bulunan mera, yaylak ve kışlakların hukukî durumlarının tespiti, köy ve belde tüzelkişilikleri adına tahsisi, ihtiyaç fazlasının ayırımı ve gerektiğinde tahsis amacının değiştirilmesi işlemleri, 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu yürürlüğe girinceye kadar, 4753 ve 5618 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunlarının verdiği yetkiye dayanılarak, mülga Toprak ve İskân İşleri Genel Müdürlüğünce yürütülmekteydi. 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanununa göre yapılan uygulamalar ise, reform bölgesi içinde mülga Tarım Reformu Müsteşarlığınca yürütülmüştür. Daha sonra, 4753 ve 5618 sayılı Kanunların yürürlükten kaldırılması ve bilahara, 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanununun 1978 yılında Anayasa Mahkemesince iptali sonucu, konuyla ilgili görevlerin yapılmasını sağlayacak düzenlemelere imkân verecek hiçbir hukukî dayanak kalmamıştır. Aslında, bu sayılan kanunlar da, büyük ölçüde, mera, yaylak ve kışlakların tespiti, tahsisi ve tahsis amacının değiştirilmesine yöneliktir, buna ağırlık vermiştir. Meralarımızın bakımı, ıslahı, korunması konuları bu kanunlarla da düzenlenmemiştir ve bugüne kadar sürekli ihmal edilmiştir.

Diğer yandan, başta 743 sayılı Medenî Kanun ve 442 sayılı Köy Kanunu olmak üzere, birçok kanunda, mera, yaylak ve kışlaklara dair hükümler bulunmaktaysa da, bunlar, aslında, yeterli olmadığı gibi, esas amaca hizmet etmekten de çok uzaktır.

İşte, esasında, bu konudaki yasal boşluğu anlatmak için birçok örnek vermek, birçok açıklama yapmak mümkün. Şimdiye kadar yaptığım açıklamalardan da açıkça görüleceği gibi, son yirmi yıldan beri birçok mevzuatın varlığına ve iptaline, karmaşasına, dağınıklığına sahip olan ülkemizde gelinen nokta son derece vahimdir. Vahim olan şudur: Cumhuriyetin ilk yıllarında -biraz önce konuşan kıymetli arkadaşımın da ifade ettiği gibi- 44 milyon hektar civarında olan çayır mera arazisi, bugün 21,8 milyon hektara düşmüştür; aslında, bu rakam, zannediyorum, çok ciddî tespitlerin sonucu ortaya konulmuş bir rakam değildir ve doğru olmadığı da çeşitli araştırmalarla ortaya konulmuştur. FAO kaynaklarına göre bu rakam 8,7 milyon hektar, TEMA Vakfının ve diğer birtakım araştırıcı kurumların yaptığı çalışmalarda ise mera varlığımız 3-4 milyon hektar civarındadır.

Türkiye hayvancılığı, büyükbaş ve küçükbaş olarak bütün hayvancılığımız düşünüldüğü zaman, hayvan sayısı düşünüldüğü zaman, bu kadar azalan ve küçülen mera varlığının, hayvancılık için ne kadar büyük bir darboğaz oluşturduğunu, dolayısıyla, Türk ekonomisi için, Türk insanının beslenmesi için iddialı olmamız gereken bir sektörde temel iddiamızı kaybetmemiz açısından ne kadar vahim olduğunu, ne kadar kötü olduğunu ortaya koymaya yeter.

Müsaadenizle, bir teknik rakam vermek istiyorum: Bugün birtakım araştırmalara göre, bir büyükbaş hayvan birimi başına 160 günlük otlatma süresi boyunca ortalama olarak 2 hektarlık çayır mera arazisi gerekirken, bu rakam ülkemizde 0,96’dır. Mevcut meralarımızın ise yüzde 49’u -yaklaşık yarısı- düşük vasıflı, yüzde 39’u orta vasıflı, ancak yüzde 12’si iyi vasıflıdır. Her yıl 500 bin hektar çayır mera arazisi -hem de çok iyi vasıflısı- sürülerek süratli bir şekilde tarla arazisine dönüştürülmektedir. Bakın, buradaki durumu biraz daha açacak olursak, sürülen meralar iyi vasıflı meralardır; iyi vasıflı olan meralar, tarla arazisi haline getirilince neler oluyor; şunlar oluyor: Önce bitki örtüsü kayboluyor; sonra, şiddetli erozyona maruz bir hale geliyor ve resmen topraklarımızı kaybediyoruz. Erozyonla ilgili rakamlar -çok klasik, bütün toplantılarda dile getirilir- her yıl 500 milyon ton iyi vasıflı vatan toprağının kaybolduğunu söylüyor. Bir karış toprağımıza göz dikenin gözünü oyarız; ama, milyonlarca ton, dekarlarca, hektarlarca toprağımız her yıl kaybolur, buna seryirci kalırız. Bu, gerçekten, çağdaş dünyada çağdaş standartları yakalamaya çalışan Türkiye için de, Türk tarımı için de süratle ortadan kaldırılması gereken bir durumdur.

Bir diğer konu, iyi vasıflı meralarımız süratle kaybolurken, diğer yönden iyi vasıfı meraların azalması sonucu kalan kötü vasıflı olan meralarımız kapasitelerinin çok çok üzerinde aşırı bir otlatmaya maruz kalıyor -ki, bugün Türkiye’de üç misli bir aşırı otlatma vardır- neticede zayıflaşan, bitki örtüsünü kaybeden toprak, kayboluyor ve yine erozyon... Bu, işin, ülkemizin geleceği bakımından çok önemli bir boyutudur.

İşin ekonomik boyutunu da, yine, kıymetli arkadaşlarımız ve ben, zaman zaman Türk tarımı için yaptığımız konuşmalarda dile getirdik. Ülkemiz ekonomisinin en sıkıntılı sektörü tarımdır. Tarımın da, çöküş noktasında olan en problemli sektörü, hayvancılıktır. Bugün Türkiye hayvancılığının ise bir numaralı problemi, kaba yem açığıdır. 50 milyon ton civarında olan kaba yem ihtiyacının ancak 20 milyon tonu sağlanabilmektedir; yani, 30 milyon tonluk bir kaba yem açımız var. Bunun da tek kaynağı, elbette, çayır ve meralarımızdır.

Konuya ülkemizin ekonomisi tamamen tarıma dayalı olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimiz bakımından bakacak olursak, hele hele, benim milletvekili olduğum, seçim bölgem olan Erzurum açısından bakacak olursak; bu konu, buralarda gerçekten mera varlığının kaybolmuş olması, mera hukukunu düzenleyen ciddî mevzuatın olmaması, kiralama, otlatma, tesis, tahsis, onarım sorunlarının olması, o bölgede yaşayan insanların en temel geçim kaynağını elinden almak ve o insanları çaresizliğe atmak olarak değerlendirilebilir. Bu bakımdan, bölgelerarası gelişmişlik farkının azaltılmasında da, Doğu Anadolu Bölgesi için, bölgemiz için, Erzurum, Kars, Ağrı gibi illerimiz için çok önemli bir mesafe alınmış olacaktır.

Bu bakımdan, ekonomik durum itibariyle de ortaya koyduğumuz bu konunun çözümü, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve cumhuriyet hükümetlerinin bugüne kadar en temel görevleri arasında olması gerekirdi.

Nitekim, Anayasamızın 45 inci maddesinde “Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır.

Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır” denilmektedir. Her konuda temel kaynağımız Anayasa olduğuna göre, bugüne kadar, bu konuda yapılan ihmalleri, bana göre, Anayasa ihlali gibi görmek bile mümkündür. Bu bakımdan, bu noktada söyleyeceğim husus şudur: İşte Anayasamızın emri, işte meralarımızın durumu...

Bunun için, bir atasözümüzü de, burada ifade etmeden geçemeyeceğim: “Herkesin olan mal hiç kimsenin değildir.” Bu sahipsizliği ve tahribatı önlemediğimiz müddetçe, Türk tarımı için, Türk hayvancılığı için var olan problemleri daha yıllarca konuşuruz. Onun için, yürürlüğe girecek bu kanunun, bu konuda imdada yetişecek önemli bir adım olduğunu ifade etmek istiyorum.

Mera kanunu, bu manada, Türk tarımı için önemli bir reform niteliğinde olacaktır. Elbette, bundan sonraki çalışmalarda, uygulamalarda, birtakım uygulama eksiklikleri, kanunda birtakım eksiklikler çıkabilir; bunlar da yeniden görüşülür, eksiklikler giderilir; ama, temel adımın mutlak suretle atılması, bu kanunun hiç zaman kaybedilmeden, bir an evvel çıkarılması gerekmektedir.

Bugün, meraların hukukunu, tespitini, tahsisini düzenleyen ve en önemlisi, korunmasını ve yeniden tesisini öngören yasal düzenleme, Türk tarımı için ilaç gibi gelecektir. Konunun, ülkemiz, ülkemiz tarımı ve hayvancılığı için önemi ve aciliyeti dikkate alındığında, Mera Kanunu Tasarısı, o gün, o tarihte başkanı olduğum Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonunda haftalarca görüşüldü ve buradan, sevinerek, komisyon üyesi değerli arkadaşlarıma da tebriklerimi ve bu konudaki fedakârlıklarının takdir edilmesi gerektiğini de ifade ederek şunu söylemek istiyorum: Bu kanun tasarısı, Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonunda, büyük bir gayretle, büyük bir uzlaşmayla, her bir madde üzerinde çok ciddî mutabakat sağlanarak buraya getirilmiştir. Bu konuya, komisyon üyesi arkadaşlarımızın, hepsi, özellikle bu mesleğe ilgi duyan ve Türk tarımında çalışan nüfusumuzun yarısını oluşturan bu sektörün sorunlarını iyi bilen insanlar olması hasebiyle büyük bir önem vermişlerdir ve bu uzlaşma sonucunda geç kalmış olan, yılların hatasını telafi edecek bir adım atılmış ve bu tasarı Yüce Meclise getirilmiştir. 37 maddelik bu kanun tasarısı, ilk bakışta kıymetli milletvekili arkadaşlarımızın gözünü korkutabilir; ama, konunun da bir uzmanı olarak şunu ifade etmek istiyorum; her bir maddesi teker teker çok iyi bir süzgeçten geçmiştir, o bakımdan, maddeler üzerinde fazla irdelemeye gerek olmaksızın, içiniz rahat olarak bu kanun tasarısının, Türk tarımı için önemli bir adım olduğunu ve görüşülme süresinin fazlaca uzatılmayıp, zamana yayılmayıp, bu gelen fırsatın kaçırılmaması noktasında Yüce Meclisin de gereken hassasiyeti göstereceğine gönülden inanıyorum. Şimdiden, destekleriniz ve konuya göstereceğiniz ilgi ve alaka için teşekkürlerimi sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu tasarının kanunlaşması, 65 milyon insanımızı endirekt; ama, 28 milyon Türk çiftçisini direkt olarak ilgilendirmektedir; hele, ekonomisi tarıma dayalı olan bölgelerimiz için çok daha büyük bir hayatî önem taşıdığını biraz önce ifade etmiştim.

Tasarı neler getiriyor, buna baktığımız zaman; kanun tasarısının getirdiği birkaç hususu özellikle dikkatlerinize sunmak istiyorum: Meralarla ilgili bu yasa tasarısı kanunlaştığı takdirde, yasal boşluk ortadan kalkmış olacak, mevcut yasalarla, çeşitli kurumlara verilen görev ve yetkilerin bir tek kurumda toplanması sağlanacak ve meraların tespit, tahdit ve tahsisi, ayrıca haritalarının çıkarılarak tapu siciline kaydı gibi yasada öngörülen işlemleri yapmak üzere illerde birer mera komisyonu ve bu komisyonlara bağlı olarak teknik ekipler oluşturulacak, mera alanlarının ıslahı gerçekleştirilecek, meraları özel ve tüzelkişilere kiralama imkânı getirilecek; ayrıca, en önemli uygulama ve tedbir olarak, meralarımızın kapasitelerinin üzerinde hayvan otlatılması önlenecek ve bu konuda, meralardan yararlananların, yapılacak olan bakım ve ıslah giderlerine katılması yükümlülüğü getirilecektir. Konuyla ilgili maddeler geldikçe, bu getirilenlerden, kanun tasarısının ne kadar kapsamlı düşünüldüğü ortaya çıkmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, Türk çiftçisi, vatan toprağının gerçek bekçisidir; cefakârdır, fedakârlığın ve zorluklara göğüs germenin gerçek sembolüdür.

Mensubu olduğum Doğru Yol Partisi, bugüne kadarki politikaları ve uygulamalarıyla, her zaman demokrasinin âşığı ve teminatı olarak gördüğü Türk çiftçisinin yanında yer almıştır. Bugüne kadar, hükümet uygulamalarında, Türk çiftçisine, Türk tarımına yapılan hizmetlerde, bir taraftan, Türk tarımının, sadece Türkiye’yi besleyen değil, dünyaya ihracat yapan en önemli tarımsal potansiyeli olan bir ülke olarak Türk ekonomisi için önemli bir sektör haline gelmesini sağlayan uygulamaların yanında, tarımla uğraşan, parçalı, dağılmış cüce işletmeleri, Türk çiftçisini, ekonomik olarak gelişmiş, kalkınmış ve bu ülkenin şerefli, onurlu bir mensubu olarak yaşatmanın mücadelesini vermiştir.

Elbette ki, bu uygulamalarda birtakım eksiklikler olmuştur. Bu hizmetlerin yeteri kadar yerine getirilmesi noktasında, iyi hizmet etme noktasında istikrarlı çalışmalar yapmak için, imkânlar, zaman zaman kısıtlı olabilmiştir; ancak, şunu özellikle ifade etmek istiyorum: Bugün, Türkiye’de, hiçbir sektörde, bu kadar büyük bir nüfus kitlesi barınmamaktadır. Bu nüfus kitlesinin, Türk tarımcısının, Türk çiftçisinin temel sorunu, yapısal bir değişim, ekonomik olarak güçsüzlüktür. Bugün, Türkiye’de, tarımın yeniden ele alınması lazım, kim ne kadar çiftçilik yapıyor, arazî varlığımız nedir, Türk tarımının karşı karşıya kaldığı problemler nelerdir ve gerçek çiftçi, gerçek üretici kimdir bunun çok iyi tespit edilmesi gerekir; yani, yeni bir tarım sayımının yapılması gerekiyor. Bu noktada, mera kanunu da bu işlerde atılmış çok önemli bir adım olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanun tasarısının, bugüne kadar, 18 inci, 19 uncu ve 20 nci yasama dönemlerinde komisyonlarda görüşülüp, yasalaşmak üzere aşağıya indiği zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulundan geçmemesini, gerçekten, büyük bir talihsizlik olarak kabul ediyorum ve önümüze gelmiş olan bu fırsatın değerlendirilerek, Yüce Meclisin değerli katkılarıyla, Türk tarımı için yakalanan bu hizmet adımının bir an evvel atılması noktasında tekrar desteklerinizi bekliyor; Doğru Yol Partisi ve Grubum adına, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Necati Albay. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Albay, buyurun efendim.

DSP GRUBU ADINA NECATİ ALBAY (Eskişehir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Mera Kanunu Tasarısı hakkında Demokratik Sol Partinin görüşlerini belirtmek üzere, söz almış bulunuyorum; Demokratik Sol Parti Grubu adına sizleri saygıyla selamlıyorum.

Ülkemiz, hayvan varlığı bakımından büyük bir potansiyele sahiptir. Yurdumuzun coğrafi konumu, iklim özellikleri ve doğal yapısı hayvancılık için çok uygun koşullar sergilemektedir. Tüm bu olumlu koşullara karşın, hayvanlarımızın ırk ve özelliği ve özellikle de, yeterli beslenememesi sonucu, hayvansal ürünler üretimimiz ileri ülkelerin çok altında kalmaktadır.

Yurdumuzda hayvancılık, geniş ölçüde, meralara dayalı olarak yapılmaktadır. Yem bitkileri ekim alanları, arzu edilir bir tempoyla, istenilen bir seviyeye çıkarılamamıştır. Yetiştiricilerimiz, geleneksel alışılmışlıklardan kurtulup, modern işletmeciliğin gerektirdiği bilgi, beceri ve ekonomik düzeye henüz ulaşamamışlardır. Daha açık ve gerçekçi bir ifadeyle, modern hayvancılık, daha çok emeğin, daha çok maddî harcamanın ve teknolojinin gereklerini tam olarak yerine getirmeyi gerektirmektedir; ancak, bu sayede üretimi katlayarak artırmak mümkün olacaktır. Bu bağlamda meralar bedava yem kaynağı olarak görülmektedir. Hayvan yetiştiricileri, meralardan mümkün olduğunca çok yararlanmak gayesiyle, hayvanlarını meraya erken salmakta ve kar yağıncaya kadar otlatmaya devam etmektedirler. Meraların bitki örtüsünün henüz tam gelişmesi tamamlanmadan hayvanların meralara gelişigüzel salınmaları, bir yandan bilinçsiz ve aşırı otlatmayla, diğer yandan çiğnenmeyle bitki örtüsünün kökleriyle birlikte tahrip olmasına ve dolayısıyla meralarımızın kıraç topraklar haline gelmesine neden olmaktadır. Bunun sonucu, yurdumuz, her yıl, tarıma elverişli, Kıbrıs Adası kadar toprak kaybına neden olan erozyonla karşı karşıya gelmektedir.

Bir yandan bilinçsiz ve aşırı otlatma, diğer yandan meralarımızda meydana gelen tahribat ile yeniden, 1950’li yıllardan itibaren uygulanan yanlış politikalar sonucu meralarımızın, işlemeli tarıma açılarak, alanlarının daraltılması, ülkemizde esasen mevcut olan kaba yem açığının giderek artmasına neden olmuştur. Mera ve yaylalarımızın bu şekilde bilinçsiz kullanımı ve miktar olarak azaltılmasının ana nedeni, bu konudaki mevzuat boşluğu ve yetiştiricilerimizin eğitim yetersizliğidir.

Halen ülkemizde mera ve yaylalarla ilgili bir yasa yoktur. Çeşitli yasalar kapsamında; Arazi Kanunnamesi, Medenî Kanun, Köy Kanunu, Belediyeler Kanunu, Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu, Ağıllar Hakkındaki Kanun, Tapulama Kanunu, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, İskân Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Orman Kanunu, Gayrimenkule Tecavüzün Defi Hakkındaki Kanun gibi doğrudan ilgili olmayan kanunların bazı maddeleriyle ilişkilendirilerek çözümlenmeye çalışılır. Bu yasalara göre açılan davalar ve mevcut anlaşmazlıklar, bazen bir insanın ömrünün yetmeyeceği kadar uzar ve dolayısıyla adalet ve hak arama ilkesi de zedelenmiş olur.

Planlı kalkınma döneminin başladığı 1963 yılından günümüze gelinceye kadar, 5 yıllık plan ve yıllık programlarda mera ve yaylalarımızın önemi, bakımı, korunması, ıslahı, alanlarının geliştirilmesi ve otlatma teknikleriyle ilgili çok yararlı hedefler tespit edilmiştir. Ne yazık ki, siyasî iktidarların duyarsızlığı, meraların bir disiplin altına alınma isteğinin bazı menfaat gruplarını rahatsız etmesi, yetiştiricilerimizin bilinçsizliği, koruma ve kollamadaki yetersizlikleri sebebiyle bu hedeflerin hiçbirisi de gerçekleştirilememiş, kâğıt üzerinde kalmıştır.

Ne var ki, pek çok yasal boşluk olmasına karşın, dönemin kolluk kuvvetlerinin şifahî talimatlarına engin bir sadakat duygusuyla riayet eden üreticiler, benzeri nedenlerle, ilk başlarda, mera ve yaylalarımızda ciddî sorunlarla pek karşılaşmamışlardır. 1950’den sonra, siyasî nedenlerle, akıl almaz bir umursamazlıkla mera alanlarının dağıtımı başlamış ve o yıllardan itibaren hayvancılığımız büyük bir darbe yemiştir. Daha da önemlisi, tarım sektörü içinde hep tali bir alt sektör olarak düşünülmüş olan hayvancılığımız, hiçbir ciddî destek görmeden, kendi kaderine terk edilmiştir.

Yurdumuz hayvancılığının ihtiyaç duyduğu kabayem ihtiyacı 49 milyon tondur. Bunun yaklaşık 20 milyon tonu mevcut çayır ve meralardan elde edilmektedir, açık, 30 milyon ton civarındadır. Bu açığın karşılanması, meralarımızın ıslah edilmesi, korunması ve hayvanların bilinçli otlatılmasıyla mümkün olacaktır.

Yurdumuzda, tarım, karşı karşıya bırakıldığı çok sayıda soruna rağmen, yaşamsal önemine devam etmektedir. Gelişen iç ve dış koşullar, bu önemin gelecekte de artarak devam edeceğini göstermektedir.

Türkiye’de, sanayileşme süreci içinde, tarım, önemli bir rol oynamakta, diğer sektörlerle olan ilişkilerini geliştirmektedir. Tarımda girdi üretimindeki artış, sanayiin ihtiyacını rahatça karşılayabilecek düzeydedir. Öte yandan, tarımda teknolojik ilerlemeler, sanayii uyaracak ve sanayi malları içpazarını genişletecek bir gelişme göstermektedir; ancak, bu gelişmenin daha da ileri gidebilmesi, çiftçilerin, üreticilerin satınalma gücünün iyileştirilmesine bağlıdır. Sanayi devrimini başarmış ülkeler, aynı zamanda, tarım devrimini de paralel götürmüşlerdir. Tarımdan gerekli desteği esirgediğimiz sürece, sanayileşme ve gelişmişlik kulvarında hep gerilerde kalmaya mahkûm olacağımız apaçıktır.

Toplumun bugün dahi yarısına istihdam sağlamasından imalat sanayiine, hammadde üretmesine; gayri safî millî hâsıladaki payından ihracat payına, sanayi ve hizmetler için en önemli potansiyeli oluşturmasına ve diğer sektörlere kaynak aktarmasına; her şeye rağmen hızla artan ve esasen yeterli beslenemeyen toplumumuzu insanca besleme özelliğinden, rant ve ticarî mekanizmaların egemenliğini artırdığı bir ortamda dahi mal üretmeye devam etme fonksiyonuna kadar, daha sayılabilecek pek çok gerekçeden dolayı, tarım, Türkiye için vazgeçilmez bir sektördür.

Yeni dünya düzeni de, globalleşme de dense, evrenin gündeminde, bugün de, gelişmişler, sömürgeciler, egemenler ile gelişmemişlerin, gelişmeye çaba gösterenlerin, kimliklerini kazanmaya ve korumaya, ayakta durmaya, siyasal ve ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaya ve direnmeye çalışanların tarihsel nitelikli mücadeleleri, yerini korumaya devam etmektedir. Gelişmiş kuzey, gelişmemiş güney ülkeleri çıkar çatışmaları sürmektedir. Uruguay Round veya GATT süreci diye dünya toplumuna dayatılan yeni sistemin özünde, bitkisel ürün stokları bulunan Amerika Birleşik Devletleri ile hayvansal ürün stokları bulunan Avrupa Birliği mücadelesi yatmaktadır. Sistemin tarımla ilgili öngörüleri bu iki kampın yararlarına göre dizayn edilmektedir. Japonya-ABD ticarî ilişkilerinin kilitlendiği noktalardan birisi de, tarımsal ürün ticareti ve Japonya’nın pirinç gibi bazı ürünlerdeki korumacılığıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; toplumsal, ekonomik ve siyasal nitelikli pek çok karmaşık sorunlarla yüklü dünyamız, nüfus ve ağırlaşan kaynak sorunlarından ötürü, 2000 yılına derin sancılarla girmektedir. 1980- 1992 arası yıllık dünya ortalama nüfus artışı 1,7 olmasına karşın, gelişmemiş ülkelerde bu oran yüzde 2’nin üzerindedir. Esasen, yeterli ve dengeli beslenemeyen yoksul ülke halklarının dramı, 2000 yılında, ekmek ve aş isteyen 1 milyar yeni insanıyla daha da ağırlaşacaktır.

1970-1997 yılları arasında köy nüfusu 21 milyondan 22 milyona çıkarken, kent nüfusu 10 milyondan 40 milyona ulaşmıştır. Kent nüfusunun yirmiyedi yılda üç kat artışı, başta hayvansal protein olmak üzere, her türlü tarımsal ürüne olan talebi süratle artırmıştır; ancak, 1970’te 219,042 ton olan et üretimi, 1997’de 429,140 tona çıkarak, yaklaşık iki kat artabilmiştir. Bu iki oran birlikte değerlendirildiğinde, meraların ve dolayısıyla hayvancılığın son yirmiyedi yılda kaderine terk edilmesi, ülkemizde, kentlerde kişi başına düşen hayvansal protein miktarının azalmasıyla sonuçlanmıştır; oysa, tam tersi bir gelişme olması beklenmeliydi.

Doğal kaynak üretim alanları akıl almaz bir sorumsuzlukla yitirilmektedir. Topraktan akarsuya, denizlere kadar tüm doğal üretim kaynakları, büyük ölçüde, sanayileşmiş ülkelerin salt kendi yararlarına dönük hesapları yüzünden, kirlilik ihraç eden politikalar yüzünden daha da bozulmakta ve yitirilmektedir.

Doğal üretim kaynaklarının giderek bozulduğu ve azaldığı, geri ve gelişmekte olan ülkeler bazında, yeterli ve dengeli beslenme için besin maddelerine duyulan ihtiyacın giderek arttığı bir ortamda sahip bulunduğu üretim gücü ve potansiyeli açısından, tarım, ülkemiz için, bugün ciddî bir konudur; yarın da ciddî bir konu olmaya devam edecektir. GATT veya Avrupa Birliği ticaret koşulları karşısında, Türkiye toplumunun besin ve diğer girdi ihtiyaçlarının tümüyle ithalata bağlı olmamasının tek yolu, tarımımızın tasfiye olmaması, ayakta durması ve daha da önemlisi, rekabet gücünü yakalayabilecek bir yapıya kavuşabilmesine bağlıdır.

Tüm bunlar düşünüldüğünde, tarımın, yurdumuz için gözardı edilemez, ötelenemez, ihmal edilemez bir sektör olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ne var ki, bugün, ekonomi büyük ölçüde parasal hareketlere bağımlı hale gelmiş, yatırım, üretim, büyüme gibi sağlıklı temellerde gelişmesi gereken millî gelir artışı, önemli oranda parasal işlemlere bağlı olarak oluşturulmaktadır.

İç ve dış borçlar, ülkeyi ipotek altına sokacak doğrultuda korkunç boyutlarda artmış; kamu finansman açığı giderilmez boyutlara tırmanmış; bütçeler, artık borç ödemeleri, transferler ve ücret ödemelerinden oluşmakta; yatırımlar, bütçenin yirmide 1’ine düşmektedir.

Örneklenen iç ve dış koşullar, tarımın, ekonomi ve toplum yaşamı içinde giderek artan bir öneme sahip olduğunu göstermesinin yanında, bu sektörün gelenekseli aşarak, gelişim ve atılım sürecine girmesini de zorunlu kılmaktadır.

Çağdaş kalkınma anlayışının bir temel ilkesi haline gelmiş olan sürdürülebilirlik yaklaşımı yönünden, böylesi bir atılım sürecinin çok önemli koşullarından birisi, kaynakları rasyonel kullanmak, doğal üretim kaynaklarını koruyarak ve geliştirerek etkinleştirmekle mümkün olacaktır.

Sürdürülebilir tarım anlamında zorunlu olan doğal kaynak koruma ve geliştirme yaklaşımı, mera, yaylak, kışlak ve çayırların öncelikle ve ivedilikle ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, toprakaltı ve topraküstü bitki organlarıyla oluşan örtü, erozyonu önleme açısından, doğal kaynakları sürekli ve verimli kılma bakımından da son derece gereklidir. O nedenle, çayır ve mera benzeri doğal alanların korunması, geliştirilmesi ve ekonomik anlamda verimli kılınması düşünce ve çabalarını, salt platonik bir yeşil özlemi olarak görmemek, ulusal kaynakların etkin ve verimli kılınmasını amaçlayan, ekonomik ve toplumsal gelişim anlayışı biçiminde değerlendirmek gerekmektedir.

Doğal kaynak koruma, geliştirme ve özünde sürdürülebilir tarım anlayışının yanında, mera ve benzeri alanların sahiplenilmesi ve geliştirilmesi olgusu, Türkiye tarımının öncelik verilmesi gereken üretim alanını oluşturan hayvancılık açısından da olmazsa olmaz bir önkoşulu oluşturmaktadır.

Tarımsal üretim yapısı içinde en fazla katmadeğer yaratması, toplumumuzun protein açığını gidermesi, dışpazarda önemli şansının her zaman bulunması, doğayı sömürmemesi ve hatta doğayı yeniden üretmesi gibi özellikleri ve son yıllar uygulamalarıyla çökertilme noktasına getirilmiş olması durumundan dolayı, birincil önem ve öncelik verilmesi gereken tarımsal üretim alanını oluşturan hayvancılığın geliştirilmesiyle, mera ve benzeri alanların korunması ve geliştirilmesi arasında doğrusal ve birebir ilişki bulunmaktadır.

Doğal kaynakları koruyup, geliştirip, verimli kılarak, sürdürülebilirliği gerçekleştirmek ve tarımsal üretim yapısında öncelik alması gerekli hayvancılığın gelişmesini sağlamak biçiminde özetlenebilecek iki temel gerekçe, mera ve benzeri alanların sahiplenilmesini, geliştirilip verimli kılınmasını kaçınılmaz kılmakta ve ertelenemez bir zorunluluk olarak karşımıza çıkarmaktadır. Bu iki temel eksenin yanında, olumsuz, bireysel, faydacı ve yağmacı anlayışlarla azaltılmış, nitelikleri bozulmuş, üretkenliklerini yitirmiş olan mera alanlarımızın hazin tablosu da, bu yaklaşımı, ayrıca gerekli kılmaktadır.

Kültür arazisi ve tarlaya dönüştürülme, yanlış ve ağır otlatma gibi nedenlerle, 1938’de 41 milyon hektar olan mera alanlarımız, bugün, maalesef, 8 milyon hektar düzeyine inmiştir. 1938’de, 16,9 milyon olan nüfusumuz, şimdilerde 62 milyonu aşmıştır. Nüfus, yaklaşık 4 misli artarken, mera alanlarımız da yüzde 80 oranında daraltılmıştır.

Alan bazında, hemen hemen yüzde 70 oranında azalma gösteren bu olumsuzluk, bitki örtüsü niteliğinin bozulması açısından, çok daha ağırlaştırılmıştır. Tarlaya açılma olayı kullanım niteliği yüksek arazilerde yaygınlaştığından, geriye, mera denilmeyecek ve çoğunluğu kıraç, verimsiz, bitki örtüsü zayıf alanlar kalmıştır. O nedenle, FAO saptamalarına göre, mera olarak kullanılan alanların ancak üçte 1’i mera niteliğine yakındır; gerisi, bitkisiz, çıplak alanlardır.

Mera alanlarının görülen azalması sonucu -hayvan sayısının azalması karşısında dahi- 1950’de 1 büyükbaş hayvan birimi başına düşen 1,79 hektarlık alan, şimdilerde 0,75 hektara kadar düşmüştür.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen, hayvan popülasyonumuzun tükettiği yemin yüzde 70’i, çayır, mera ve yaylaklardan karşılanmaktadır. Bir başka anlatımla, bugün bile, hayvancılığımız, yüzde 70 ölçüsünde merayla bağlantılıdır. Bu durum, büyükbaş hayvancılığımız için çok daha fazla geçerlidir. Entansif koşullardaki işletme hayvancılığı dışındaki köy hayvancılığını, mera hayvancılığı olarak tanımlamak da doğru bir ifadedir.

Çayır ve meralarımızın, tanzim, tahsis, ıslah ve korunması konusunda, 1858 sayılı Arazi Kanunnamesiyle, gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gereği kavranmış olmakla birlikte, günümüze kadar, bu konuda somut adımlar atılmamıştır. Bunun sonucunda, bugün, hep birlikte içinde yaşadığımız ve yıllarca Türkiye’yi yöneten siyasî iktidarların ihmali sonucu, Türkiye halkının, protein açığıyla karşı karşıya kalmasına neden olunmuştur.

1982 Anayasasının 45 inci maddesi bu konuyu ele almış “Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır” hükmü getirilmiştir; ancak, bu getirilen hüküm, Anayasanın sayfaları arasında kalmış, Türk çiftçisi ve meralar aşırı bir şekilde tahrip edilmiştir.

Bütün bu öngörülere karşın, bugüne kadar, çayır ve meralarımızla ilgili bir yasa çıkarılarak yürürlüğe konulamamıştır. Bu dönem Meclisimizin Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonunca hazırlanan Mera Kanun Tasarısı, Meclis gündemine getirilmiş bulunmaktadır. Demokratik Sol Parti olarak, gerek komisyon çalışmalarında gerekse tasarının hazırlanmasında, ülkemiz üreticilerine kolaylıklar sağlayacak olan, doğal değerlerimizin geliştirilip korunması amacına matuf bu tasarının yasalaşması için Parti Grubumuzca destek olduk; desteklerimiz sürdürülerek, tasarının yasalaşması, umuyorum, bu Meclisimizin, bu dönemin şerefi olacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Albay, 1 dakika eksüre veriyorum; buyurun.

NECATİ ALBAY (Devamla) – Meralarımızın tespiti, tahsisi ve verimli bir şekilde kullanılması, bakım ve ıslahının yapılması, sürdürülebilirliği, kanun tasarısında öngörülmüştür.

Ankara Ziraat Fakültesi Yem Bitkileri Çayır ve Mera Anabilim Dalı kurucusu, rahmetli hocamız, Sayın Prof. Dr. Ömer Tarman’ın “Bir ulusun varlığını, bağımsızlığını koruması, üzerinde yaşadığı toprağı ve elinde bulundurduğu doğal kaynakları iyi kullanmasına bağlıdır” cümlesinde ifade edildiği gibi, gerçekten, çayır ve meralarımız da, ormanlarımız, madenlerimiz ve akarsularımız gibi, korunması, bakımı ve ıslahı gereken en başta gelen doğal kaynaklarımızdandır.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

TURHAN GÜVEN (İçel) – 8 yıl...

NECATİ ALBAY (Devamla) – Sayın Güven, 8 yılda hiç haksız değiliz. O şerefi taşıyoruz. Keşke, siz getirseydiniz de o şerefi birlikte taşısaydık.

Çok teşekkür ederim efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

TURHAN GÜVEN (İçel) – Yanlış anladınız; ondan sonra getirdiniz diyorum ben.

BAŞKAN – Efendim, bu şeref paylaşımı çok zor olacak; onun için, şeref, tamamen Genel Kurula aittir dersek işin içinden kolayca çıkarız.

Refah Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere, Sayın Zeki Ünal; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA ZEKİ ÜNAL (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 231 sıra sayılı Mera Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşlerimi arz etmek üzere, Refah Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz, hayvancılık yönünden büyük bir üretim potansiyeline sahip olmasına rağmen, maalesef, bu potansiyelimizi, bugüne kadar, rantabl ve rasyonel bir şekilde kullanabildiğimizi ifade etmek mümkün değildir. Zaten, hayvancılıkla ilgili son on veya onbeş yıllık verilere baktığımız zaman bunu açık bir şekilde görmek mümkündür. Örnek vermek gerekirse, 1982 yılında sığır sayımız 15 milyon iken, bu, 1996 yılında 11 milyona kadar inmiştir. Koyun sayımız, 1982 yılında 50 milyon iken, maalesef, 1996 yılına kadar giderek azalmış ve 33 milyona inmiştir. Et üretimimiz, 1984 yılında 570 bin ton iken, yine, giderek azalmış ve 1996 yılında 345 bin tona kadar inmiştir. Et ihracatımız ise, 1984 yılında 70 bin ton iken, yine, bu ihracat rakamları giderek düşmüş, 1995 yılında 7 bin ton olmuş, 1996 yılında bir canlanma görülmüş ve 11 bin tona çıkmıştır. Et ithalatımız ise, 1984 yılında 735 ton iken, bu ithalat rakamları gerçekten giderek çok büyük boyutlara ulaşmış ve 1995 yılında 46 bin tona çıkmıştır. Bu miktarın, 1996 yılına gelindiği zaman, 19 bin tona düştüğünü ve geçen yıl da bu miktarın 544 tona indiğini görüyoruz. Maalesef, tablo böyleyken, Hükümetin 9 Ocakta aldığı ithalat rejimiyle ilgili kararı hayret vericidir. Karara göre, 19 bin tonluk kota kapsamında düşük gümrükle et ithalatına izin verilmektedir. Üstelik, bu etlerde delidana hastalığı şüphesi vardır. Ayrıca, kararnamede yer alan yem ithalatıyla ilgili maddenin çok tehlikeli olduğu, delidana hastalığının kemik tozu yedirilmiş hayvanlarda ortaya çıktığı, uzmanlarca belirtilmektedir. Hükümet, devlete esas olan ilkenin devamlılık olduğunu söyleyerek, müzakerelerin daha önceki hükümetler döneminde başladığını ifade etmektedir. Doğrudur; ancak, ülkemiz veya üreticilerimizin aleyhine bir durum varsa, böyle bir gelişme oluyorsa, o zaman, bu meseleyi, karşı tarafa uygun bir dille izah etmek elbette ki, mümkündür. Her halükârda, et ithalatının çiftçiye, üreticiye ve besiciye vurulmuş bir darbe olduğunu söylememiz lazımdır. Bu konuda, Türkiye Ziraat Odaları Birliği, Ziraat Mühendisleri Odası, Türk Veteriner Hekimler Birliği ve Set-Bir gibi birtakım meslekî kuruluşlar endişelerini dile getirmişlerdir. Bu endişelere katılmamak mümn değildir.

Hükümet “taahhüdümüz üzere bu etleri mutlaka ithal edeceğiz” diyorsa, üç hususa dikkat etmesi lazımdır. Bunlardan birincisi, halk sağlığı açısından, gümrüklerde uzmanlarca sıkı bir kontrolden geçirilmesi lazımdır. İkinci husus da, bu etlerin kullanılacağı ürünlerin üzerine “ithal etten imal edilmiştir” damgasının vurulması şarttır. Üçüncü ve belki de en önemli bir husus da, ithal edilen etlerin İslamî usullere göre kesilip kesilmediğidir. Bugün Avrupa ülkelerinde din görevlilerimiz vardır; onlara bu görevleri tevdi etmek ve denetimlerini yaptırmak mümkündür. Laik bir ülke böyle şeylerle uğraşmaz şeklinde bir düşünce varsa, bu yersizdir; çünkü, devlet, laik olabilir; ancak, itikadi açıdan Müslüman laik olamaz...

HASAN GÜLAY (Manisa) – Daha oradasınız!..

ZEKİ ÜNAL (Devamla) – Bilindiği gibi, İsrail, et ithal ederken, et kesim tesislerinde kesim sırasında bir haham bulundurmaktadır; Yahudi usulüne uygun olup olmadığını bu hahamlar kontrol etmektedirler ve her etin üzerine “usulüne uygun kesilmiştir” damgası vurulmaktadır. Böyle bir damga olmaksızın bu etlerin İsrail’e girmesi kesinlikle yasaktır. Ülkemizde de, inancımız gereği, aynı hassasiyeti göstermemiz ve bu hassasiyeti Hükümetten beklediğimizi de burada ifade etmemiz gerekiyor.

Diğer bir konu da canlı hayvanla ilgilidir. Özellikle 1990 Ağustos ayından itibaren başlayan Körfez krizi, Körfez ülkelerine yapılan canlı hayvan ihracatını maalesef öldürmüştür. Güneydoğu Anadolu İhracatçı Birlikleri verilerine göre, Ortadoğu ülkelerine yapılan canlı hayvan ihracatı, 7 yılda, 2 milyon baştan 300 bin başa; döviz girdisi ise 200 milyon dolardan 50 milyon dolara düşmüştür. Türkiye, koyun ihracatında yedi yılda 1,5 milyar dolar zarar etmiştir. Güneydoğuda faaliyet gösteren 450 ihracatçı firmadan 225’i iflas ederken, 220’si sektörden çekilmiştir. Bugün, geriye sadece 5 firma kalmıştır.

Körfez krizi, sadece hayvancılık yönünden, Türkiye’ye, darbe vurmuş değildir. Bugüne kadar Körfez krizi dolayısıyla ülkemizin kaybetmiş olduğu ekonomik değer -resmî rakamla ifade ediyorum- 30 milyar dolardır. Aslında, bu rakam daha da yüksektir ve 30 milyar dolar az bir rakam değildir, 1998 konsolide bütçemizin yarısıdır. Bu Hükümet, şu günlerde isabetli karar almaz ve teslimiyetçi bir politika izleyecek olursa, bu kayıplarımızın, elbette ki, giderek büyümesi ihtimal dahilindedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; böyle bir girişten sonra, hayvancılık açısından fevkalade önemli olan mera konusuna geçebiliriz. Bundan önceki 54 üncü Hükümet tarafından ele alınan, ancak, yasalaşamayan bu tasarının, 55 inci Hükümetçe de ele alınmış olması memnuniyet vericidir.

Konu, birkaç açıdan önem arz etmektedir. Bilindiği üzere, ülkemizde hayvan yetiştiriciliği, büyük ölçüde mera hayvancılığı şeklinde yapılmaktadır. Bununla birlikte, bugüne kadar meraların bakımı, ıslahı ve korunmasıyla ilgili hiçbir yatırımın yapılmamış veya hiçbir tedbirin alınmamış olduğunu da, burada, üzülerek belirtmek istiyorum. Bu yüzden, mera, yaylak ve kışlaklara kapasitelerinin çok üzerinde hayvan salınarak, otların yeniden gelişemeyecek derecede kökten yedirilmesine, dolayısıyla, toprağın örtüsüz kalmasına sebep olunmuştur. Bu ise, meraları yağmur ve rüzgâr erozyonuna maruz bırakmakta ve hayvan otlatılamayacak duruma sokmaktadır. Tabiî şartlarda, mera, yaylak ve kışlaklarda beslenen veya yetiştirilen hayvanların sağlıklı, et, süt gibi ürünlerinin daha leziz, yapağı ve deri gibi ürünlerinin ise daha mukavim olduğu bilinmektedir. Mera, yaylak ve kışlaklar, değişik türdeki genellikle uzun ömürlü bitki örtüsüyle hayvanların hemen hemen her mevsimde beslenmelerini sağlayan yerler olduklarına göre, mutlaka bunların en iyi şekilde kullanılabilmesi için bazı düzenlemeler yapılması gerekiyordu. İşte, şu anda görüştüğümüz 38 maddelik bu yasa tasarısıyla, hukukî, idarî, malî ve teknik bazı düzenlemeler yapılmaktadır.

Mera, yaylak ve kışlakların hukukî durumlarının tespiti, köy ve belediye tüzelkişilikleri adına tahsisi, ihtiyaç fazlasının ayrılması ve gerektiğinde tahsis amacının değiştirilmesi işlemleri 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu yürürlüğe girinceye kadar 4753 ve 5618 sayılı Kanunların verdiği yetkiye dayanılarak, ilga edilen Toprak ve İskân Genel Müdürlüğünce yürütülmüştür; ancak, 4753 ve 5618 sayılı Kanunların yürürlükten kaldırılması ve 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanununun Anayasa Mahkemesince iptali sonucunda, 10.5.1978 tarihinden itibaren, bu konuyla ilgili görevlerin yapılmasını sağlayacak mevzuat kalmamıştır. 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanunu ile 3202 sayılı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda, mera, yaylak ve kışlaklarla ilgili bazı hükümler bulunmakla birlikte bunların da yeterli olduğu söylenemez.

Daha önceki kanunlarda, önemli ölçüde, mera, yaylak ve kışlakların tespiti, tahsis ve tahsis amacının değiştirilmesine ağırlık verilmiş, uygulamalar bu yönde seyretmiştir. Buna mukabil, meraların bakımı, ıslahı ve korunması ihmal edilmiştir. Bu düzensizlikler meraların daralmasına sebep olmuştur. Örneğin, 1938 yılında, ülkemizde 41 milyon hektar mera alanı bulunmaktayken, bu miktar, maalesef giderek azalmış yüzde 50’ye kadar inmiştir. Bu düşüş, hızla çoğalan nüfusun, ekilebilir toprağa olan baskısıyla kısmen tarıma elverişli alanın artması şeklinde olmuşsa da, çoğunlukla tarıma elverişsiz ve eğimi fazla arazilerin açılmasıyla, mera niteliği bozulmuş ve toprakların elden gitmesine sebep olmuştur. Bu durum ise, tarımımızı ve hayvancılığı olumsuz yönde etkilemiştir.

Yapılan demonstrasyon çalışmalarında, mera, yaylak ve kışlakların korunması, bakılması, ıslahı ve otlatmanın teknik usullere göre bir düzene sokulmasıyla, meraların yem verimlerinin ve dolayısıyla, üretilecek hayvansal ürünlerin 4-5 kat artırılabileceği ortaya çıkmıştır. Yurdumuzda, hayvanlarımızın hamprotein ve nişasta itibariyle bir yılda tükettikleri yemin yüzde 65’inin çayır ve meralardan sağlandığı düşünülürse, konunun önemi kendiliğinden anlaşılır.

O halde, meralarımızı uzun yıllar yüksek verim seviyesinde tutmak için, o merada otlatma tarihinin tespiti, otlatma süresinin belirtilmesi, hayvan cins ve miktarlarının bilinmesi ve otlatma mevsimi sonunun tespiti şarttır; ancak, öncelikle bu kurallara uyulması gerekir. Maalesef, bugüne kadar kurallara uyulduğunu da söylemek mümkün değildir.

Meralar üzerindeki otlatma baskısının ortadan kaldırılması, meralar üzerinde ıslah ve amenajman tekniklerinin uygulanabilir hale getirilmesi için, diğer yem kaynaklarından çayırların ve yem bitkileri üretiminin de geliştirilmesi gerekir.

Bilindiği gibi, meralarımız asırlardır geleneksel biçimde kullanılmaktadır. Erken ve aşırı otlatma gibi yanlış uygulamalar, büyük kısmı kurak bölgelerde bulunan meralarımız üzerindeki vejetasyonun tahrip olmasına sebep olmuştur. Sosyoekonomik güçlükler, ortak kullanılan mera alanlarının verimli kullanımını engellemiştir. Genellikle çiftçilerin ürettikleri yem, ihtiyacı karşılamayınca, bu açık, meralarla kapatılmaya çalışılmıştır.

Mera ıslahı ve idaresi tekniklerinin tam olarak uygulamaya konulabilmesi için, üretilen miktar ile hayvan sayısı arasındaki dengenin kurulması şarttır. Bunun yanında, hayvansal ve bitkisel üretimi bir bütünlük içerisinde düşünmek lazımdır; çünkü, meraların kullanımı, mera ve hayvansal üretim şekliyle çok yakından alakalıdır. Ülkemizde, bitkisel ve hayvansal üretim biçiminin bölgeden bölgeye önemli farklılıklar gösterdiği düşünülürse, mera ıslahına ve idaresine yönelik çalışmalara destek verecek, onları yönlendirecek, hayvansal ve bitkisel üretimle mera kullanımı arasındaki sorunlara çözüm getirecek sosyoekonomik araştırmalara ihtiyaç vardır.

Tasarının 18 inci maddesinde, araştırma bölümleriyle ilgili birtakım düzenlemelerden söz edilmektedir; ancak, biraz daha genişletilmesinde fayda vardır. Onun için, konuyla ilgili bir önergemiz de hazırlanmıştır; 18 inci madde görüşülürken takdim edilecektir.

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, bu tasarıyla, hayvancılıkta verimin artırılması, fertlerin ve toplumun mera, yaylak ve kışlaklardan yararlanma haklarının düzenlenmesi ve konuyla ilgili anlaşmazlıkların önlenmesi, meraların ıslahı, bakımı ve korunması için bazı düzenlemeler getirilmektedir.

Tasarı üzerinde titiz bir çalışma yapan Tarım Komisyonundaki arkadaşlarımıza, ben, burada teşekkür etmek istiyorum ve tasarının, ülkemize ve milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Ünal, teşekkür ediyorum.

Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Necati Güllülü; buyurun. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA NECATİ GÜLLÜLÜ (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 231 sıra sayılı Mera Kanun Tasarısı üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini belirtmek için huzurlarınıza gelmiş bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye genelinde nüfusumuz 1935 yılından bu yana köy ve şehir nüfusu olarak artmakta ise de, nispî olarak, köy nüfusu şehir nüfusuna oranla -özellikle son yıllarda- belirgin bir şekilde azalmaktadır. Bunun en önemli sebebiyse, köyden kentlere olan sürekli göçtür. Kırsaldan şehire yönelen göç, tarımsal alanların rantabl kullanılmaması, sulama faaliyetlerinin yeterince yapılamaması, tarımsal üretimin çağın gerektirdiği biçimde yerine getirilememesi, tarımsal faaliyetlerin istihdama yönelik olmaması, hayvancılığın ve ekim faaliyetlerinin devletçe yeterince desteklenmemesinden kaynaklanmaktadır. Özellikle son dönemlerde besiciliğin içine düştüğü içler acısı durum, köylümüzü toprağıyla küskün hale getirmiş, göçe de zorlamış bulunmaktadır. Hayvansal üretim ciddî boyutta şmüştür. Göç sebebiyle tarım alanlarının boşaltılması, tarımsal faaliyetlerin sürekli azalmasına ve kan kaybına yol açmaktadır.

Tarım kesimini göçe zorlayan sebeplerden biri, belki en önemlisi, hayvansal üretimin temel şartını oluşturan çayır, mera ve kışlakların yeterince değerlendirilememesidir. Ülkemizdeki hayvancılık köy hayvancılığı şeklinde olup, kamu kesimindeki mera, yaylak ve kışlaklara dayanmaktadır. Hayvansal üretime dayanan tarımsal faaliyetlerin temel şartını, kamu kesimindeki çayır, mera, yaylak ve kışlak kültürünün ihyası, aynı zamanda, tarla yem bitkilerinin daha yüksek oranda rotasyona alınarak canlandırılması zorunluluğu teşkil etmektedir. Bunlar üzerinde kanunî düzenleme gerektiği biçimde yapılamadığı ve mevcut kanunî düzenlemeler günün ihtiyaçlarına cevap veremez durumda olduğu için, ülke hayvancılığının kalkındırılması amacıyla mera kanununun hazırlanması, artık farz olmuştur. Hayvansal üretim, ülkemizin doğal yapısı ve doğal kaynakları açısından, temelde, doğal çayır, mera, yaylak ve kışlaklara dayalıdır.

Tarım eski Bakanlarından rahmetli Nedim Ökmen’in dediği gibi “et meselesi, ot meselesidir.” Bu sebeple, ülke hayvancılığının kalkındırılması, tarımsal alanlardan göçün durdurulması ve hepsinden önemlisi de, köylümüzün toprağıyla barışık bir duruma getirilmesi amacıyla hazırlanan Mera Kanun Tasarısını çok önemli görüyor, bugüne kadar, bu konuda ilk defa ve büyük çaplı bir kanunî düzenlemeye gidilmesini, ülkemiz tarımının ihyası olarak addediyoruz.

Artan nüfus ve giderilemeyen beslenme sorunları sebebiyle, hayvansal ürünlere olan ihtiyacın giderek arttığı, çayır ve meraların ilgi ve önem kazandığı günümüzde, bu kanun tasarısının hazırlanmasını ve Yüce Meclisimize sunulmasını, büyük bir tarım reformunun başlangıcı sayıyoruz. Gerek Hükümetin ve gerekse Komisyonun bu konuda yaptığı ciddî çalışmalara şükranla teşekkürlerimi arz ediyorum.

Değerli milletvekilleri, çayır, mera kültürünün yeni oluşmasına mukabil, çayır, mera, yaylak ve kışlaklardan yararlanma çok eski tarihlere dayanır. Çayır ve meraların kullanımı bilincinin oluşması, medeniyetlerin de başlangıcını teşkil etmektedir. Prof. Dr. Sadık Gençkan’ın ifadesiyle “yiyecek toplama ekonomisinden yiyecek üretme ekonomisine geçiş süreci, mera ve yaylaların kullanımıyla başlamıştır.” Tarihte, kabile, kavim ve milletlerin yaptıkları savaşlarda, daha geniş ve daha zengin çayır, mera alanlarına sahip olma veya bu alanlardan bağımsız olarak yararlanma istek ve gayreti baş neden olmuştur. Bu süreçte, çayır ve meralara sahip olmak, yurt edinmek ve yurt tutmak amacına yöneliktir.

Millî destanlarımız olan Göç ve Ergenekon Destanlarının ana teması, yurt edinmek; yani, yaşayabilmek için hayvansal üretim yapabilmek, geniş otlak, çayır ve meralara sahip olmak esasına dayanır. Dokuz asır süren ve Orta Asya’dan yapılan Türk göç ve akınları, Orta Asya’daki mera, kışlak ve yaylaların artan sürülere yetmemesi ve yeni alanlara ihtiyaç duyulması sebebiyle başlamıştır. Selçukluların Anadolu’ya ayak basarak Bizans hükümranlığını yıkmalarında, göçebe ve akıncı Türkmen beylerinin zengin ve güçlü mera aramalarının mühim bir rolü vardır.

Milâttan önce 1380-1350 yılları arasında düzenlenen ve dünya uygarlığının ilk yazılı kanunları olarak bilinen Hitit kanunlarında da çayır ve meralara ait bilgiler bulunmaktadır.

Roma medeniyetinin ayakta durması için, Roma kanunları, mera ve çayırların kullanılmasıyla ilgili düzenlemeler getirmiştir. Çayır ve meraların millet hayatı için vazgeçilmez oluşu, bizim tarihimizde gayet sarih bir biçimde vurgulanmaktadır. Türklerde çayır ve mera ile uğraşı, bir sanat ve hüner niteliğinde olmuştur.

Günümüzden 70-80 asır önce, Orta Asya step meralarında at yetiştiriciliğiyle ün yapan ve bunu ekonomik ilişkide bulundukları kavimlere de öğreten milletimiz, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde de tarihin çok eski dönemlerinden tevarüs eden bu ata sanatını büyük bir ustalık ve ciddiyetle sürdürmüşlerdir. Milletimizin bu uğraşıya verdiği önemin en bariz delili, milletimizin geçmişindeki boy ve soy isimlerinin, çeşitli mera hayvanı türlerinin isimleriyle anılmasıdır. Tekeli, Sarı Tekeli, Karakeçeli, Akkeçeli, Akkoyunlular, Karakoyunlular buna örnek teşkil etmektedir.

Temsilcisi bulunduğum Erzurum’un Yağan Kasabasına bağlı Avnik Köyündeki kale mezarlığında koyun başlı mezar taşları, Orta Asya’daki at başlı mezar taşlarının bir devamı ve köklü tarım kültürünün birer işareti olarak tarihî bir abide halinde yükselmektedir.

Çayır ve meraların kullanımı ve sınırlandırılmasına İslam hukukunda önemli bir yer verilmiş, Osmanlı döneminde dirlik sistemi, çayır, mera, yaylak ve kışlakların kullanılması üzerine kurulmuştur. Bu sistem, Osmanlı ekonomisinin, çöküş dönemine kadar dinamizmini oluşturmuş, son dönemde tahdit, tespit ve kullanımda mera, çayır, yaylak ve kışlaklara önem verilmeyişi, Osmanlı ekonomisinin yıkılışını da beraberinde getirmiştir.

Değerli milletvekilleri, 16 ncı Yüzyılda tabiatın bir lütfu olarak görülen çayır ve maralar üzerinde ilk ciddî çalışmalar İngiltere’de başlatılmış, hatta yapay meraların kurulması yoluna gidilmiştir. Biçilerek değerlendirilen çayırlar, otlatma yoluyla kullanılan meraların ve bunlardan oluşan yaylak ve kışlakların kullanımıyla ilgili olarak cumhuriyet dönemimizde çok ciddî atılımlar yapılmış olmasına mukabil, günümüzde, bu düzenlemeler ihtiyaçlara cevap veremez duruma gelmiştir.

Artan nüfusla birlikte gittikçe önem kazanan hayvansal üretimin elde edilmesi için temel şart durumunda bulunan mera, çayır, kışlak ve yaylakların kullanımıyla ilgili olan veya ilişkin hükümleri kapsayan çeşitli kanunlar, bugüne kadar bir madde halinde toplanamamış; bu da, mera, otlak, kışlak ve yaylakların tahdit, tespit ve tahsisinde ve uygulamalarda ciddî sıkıntılar doğurmuş, köylümüzün bu alanlardan gerektiği biçimde yararlanmasını da engellemiştir.

18 Mart 1340 tarih ve 442 sayılı Köy Kanunu, 10 Nisan 1340 tarih ve 474 sayılı Bazı Vilayet Belde ve Nahiyelerdeki Arazi ve Hakk-ı Tasarrufa Ait Kanun, 1580 sayılı belediye sınırı içerisinde çayır, mera, koruluk ve baltalıkların tasarruf, idare ve nezaretini belediyelere devreden Belediyeler Kanunu, Haziran 1934 tarih ve 2502 sayılı Kars, Erzurum ve Çoruh Vilayetlerinin bazı parçalarında muhacir ve sığıntıların yerleştirilmesi ve yerli çiftçilerin topraklandırılması hakkındaki, yaylak ve kışlaklarla, meraların kamuya ait olduğunu düzenleyen kanun, kamu meralarının bölüştürülemeyeceği hükmüne havi 23 Aralık 1934 tarihinde yayımlanan 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanununun 16 ncı maddesi; mera, kışlak ve yaylaklar gibi köy ortak mallarının satışını mümkün kılmayan 2644 sayılı 29 Aralık 1934 tarihli Tapu Kanununun 25 inci maddesi gibi, bu hususta daha birçok, saymakla bitiremeyeceğimiz sayıda kanun ve kararnameler oluşturulmuştur.

Görüldüğü gibi, bu kadar çok yasal düzenleme olmasına rağmen, tespit, tahdit ve tahsislerde günümüzün ihtiyaçlarına cevap verebilecek ve tarım kesiminin bu konudaki sıkıntılarını giderecek şekilde tek bir başlıkta toplanan mera kanununun çıkarılması ciddî bir ihtiyaç haline gelmiştir.

Bu kanunun çıkmasıyla, sürekli düşüş göstermesine rağmen, 21.7 milyon hektar olan ve toplam tarım arazilerinin yüzde 28’ini oluşturan çayır ve mera alanları amacına yönelik olarak kullanılabilecek; besicilik başta olmak üzere, temel gıda ihtiyaçlarını gidermeye yönelik hayvansal ürünlerin istihsali artacak, kırsal kesimde, besiciliğin cazibesiyle istihdam açığı giderilecek; kırsal kesimden kentlere olan göç azalmış olacaktır.

Özellikle, göç ve işsizliğin yoğun tesiri altında kalan ve ülkemizdeki mevcut çayır ve meraların yaklaşık yüzde 58’ini bünyesinde bulunduran Doğu Anadolu Bölgesinde, tarıma yönelik istihdamı artırıcı çabalar, bu kanunla, olumlu neticeler verebilecek ve desteklenecektir.

Meralara dayalı ve besiciliğin ağırlıklı olduğu ülkemizde gün geçtikçe artan kaba yem ihtiyacı ve açığı bu kanunla kapatılabilecektir.

Düzensiz ve erken otlatma, aşırı kullanım sebebiyle her geçen gün azalan mera alanları korunacak ve ülke besiciliği atıl halden kurtarılacaktır.

Bitki örtülerinin tahribinin önüne geçilecek, meraya dayalı otlatmayla yapılan besicilik kalkındırılacak, erozyonun önüne geçilerek toprak ve su kaybı önlenmiş olacaktır.

Erzurum başta olmak üzere, 6 ve 7 inci sınıf, eğimi fazla olan arazilere, mera alanlarına sahip olan tarım merkezlerinde, erozyon, bir afet olmaktan çıkarılacaktır.

Bu kanun tasarısıyla ilgili olarak lokal bazda bir iki temenniyi de dile getirmek istiyoruz:

Kanun tasarısının 6 ncı maddesiyle teşkil edilecek tespit, tahsis ve tahdit komisyonlarıyla oluşturulacak teknik ekiplerde yer alacak elemanların daha kapasiteli, daha verimli çalışmaları ve mera kanununun kısa bir vadede tam olarak uygulanmasının sağlanması için, komisyon ve teknik ekibin özerk bir birim halinde çalıştırılmasını, kanunun hayatiyeti açısından önemli görüyoruz.

Ayrıca, Doğu Anadolu Bölgesindeki meraları ilkbahar aylarından itibaren kiralama suretiyle kullanan göçer hayvancıların, otlatma kapasitelerinin üzerinde hayvan getirdikleri ve bölgedeki meraları kullanılamaz durumda terk ettikleri bilinmektedir. Bu konuda, kanun tasarısında yer alan maddenin işlerliği için, göçerlik yoluyla yapılan mera kullanımlarına özel bir sınır getirilmesi gerekmektedir.

Anavatan Partisi Grubu adına, genel itibariyle, ülke hayvansal kaynaklarını artıracak, kırsal kesimden göçü önlemede amil olacak, erozyonun önlenmesine yardımcı olacak mera kanununun ülkemize hayırlar getirmesini diler, emeği geçen arkadaşlarımıza şükranlarımızı arz eder, Yüce Meclise saygılarımı, hürmetlerimi sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Güllülü, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, saat 17.55’te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.41

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 17.58

BAŞKAN : Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Haluk YILDIZ (Kastamonu)

 

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 57 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4. – Mera Kanunu Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu (1/509) (S. Sayısı : 231) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, müzakereye konu kanun tasarısının görüşmelerine devam ediyoruz.

Sayın Hükümet ve Komisyon yerlerini aldılar.

Sıra, Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına Sayın Üçpınarlar’ın.

Buyurun Sayın Üçpınarlar.

DTP GRUBU ADINA A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Mera Kanunu Tasarısıyla ilgili Partimin görüşlerini bildirmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinize saygılar sunuyorum. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında 44 milyon hektar civarında olduğu bilinen meralarımızın, maalesef, kanunlardaki yetersizlik ve belirginsizlik nedeniyle, son senelerde 10 milyon hektar civarına kadar düştüğü hepimizce bilinmektedir.

Otuzyedi yıla yakındır Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri tarafından gündeme getirilmeye çalışılan ve ilk çalışmaları 1962 yılında Tarım Bakanlığı tarafından başlatılan meralarımızın ıslahına ilişkin kanunla ilgili çalışmalar, çok şükür ki, 1998 Türkiyesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmiş bulunmaktadır.

Hayvancılıkta verimin artırılması, fertlerin ve toplumun mera, yaylak ve kışlaklardan yararlanma haklarının düzenlenmesi ve bu konuyla ilgili anlaşmazlıkların önlenmesi; meraların ıslahı, bakımı, korunması, kullananlar arasındaki anlaşmazlıkların önlenmesi ve ayrıca, mera ıslahı, bakımı, korunması ve adalet ilkelerine uygun yararlanmanın sağlanması gibi hukukî, teknik, ekonomik ve sosyal faydalar getirecek bir düzenlemenin yapılması zorunluğu, Mera Kanununun hazırlanmasının önemini ortaya koymaktadır.

Bir merayı uzun yıllar en yüksek verim seviyesinde tutabilmek için, o merada hayvan otlatmaya başlama tarihinin tespiti, otlatma süresinin belirlenmesi, hayvan tür ve miktarlarının bilinmesi ve bunlara uyulması gerekir. Bunun, meraların verimliliğini büyük ölçüde artıracağı bilimsel bir gerçektir ve bununla bağımlı olarak da, Türkiye’nin ve dünyanın karşı karşıya kalmış olduğu erozyon tehlikesine karşı alınacak olan tedbirlerden birini kapsamaktadır.

Mera Kanun Tasarısının, hazırlanan amaç ve ilkelerini şu şekilde özetlemek mümkündür:

Müstakil ve günün koşullarına uygun bir mera kanunu hazırlamak, mevcut işlevsiz ve dağınık mevzuatı ortadan kaldırmak; merayla ilgili faaliyetlerin, tek bir bakanlığın yetki ve sorumluluğuna verilmesini sağlamak ve en önemlisi, bugüne kadar hiçbir mera mevzuatında bulunmayan kullanıcılara yetki ve sorumluluk verilmesi suretiyle, yerinde yönetim ilkesinin gerçekleşmesini sağlamaktır.

Bu kanunun yürürlüğe girmesiyle, meralarla ilgili yasal boşluk ortadan kalkacaktır. Mera, yaylak ve kışlakların, bakım, koruma, kullanım ve geliştirilmesi; gerektiğinde, tahsis amacının değiştirilmesiyle, mevcut dağınık halde bulunan ilgili mevzuat ortadan kaldırılmış olacak ve bütünlük ilkesi etrafında tek bir yasa ortaya çıkacaktır.

Meraların, tespit, tahdit ve tahsisini ve ayrıca haritalarının çıkarılarak tapu siciline kaydı gibi işlemleri yapmak üzere, illerde, mera komisyonu ve bu komisyona bağlı olarak il ve ilçelerde teknik ekipler oluşturulmak suretiyle, bu komisyonlarda, kamu yetkilileri yanında, çiftçi temsilcilerinin de yer alması sağlanacaktır.

Mera Kanun Tasarısıyla, meraların tespiti, tahditi, tahsisi ve kiralamayla ilgili hususlarda yetki ve sorumluluk, mera komisyonlarına verilecek; böylece, merkezin sorumluluğu azaltılarak, yetki, uygulayıcılara ve kullanımcılara verilmiş olacaktır. Merkez, sadece denetleme ve planlama görevini yerine getirecektir. Bununla da, her zaman devlet yönetimindeki küçülmeyi amaçlayan, bugüne kadar devamlı telaffuz edilen, yetkilerin gerekli yerlere -yerel yönetimlere- devri konusunda da bir başlangıç yapılmış olacaktır ve bu şekilde, yerinden yönetim ilkesi, tahakkuk etme noktasında bir başlangıca kavuşmuş olacaktır.

Meralarda teknik esaslara uygun olarak hayvan otlatılmasını sağlamak ve yönetmek amacıyla, daha da önemlisi, kullanıcıların yönetime katılımının temin edilmesi için, köy ve belediyelerde mera yönetim birliklerinin kurulmasıyla, bu meraların, amacına uygun ve neticeye gidecek şekilde kullanılması sağlanacaktır.

Merayla ilgili faaliyetlerin süreklilik arz ettiği hepinizin malumlarıdır. Bu alanların bakım ve ıslahlarının yapılabilmesi ve yasayla verilen görevlerinin yerine getirilebilmesi için, belli oranlarda ve sürekli bir kaynağa ihtiyaç bulunduğu da malumlarınızdır. Süreklilik arz eden faaliyetlerin yapılabilmesi için ihtiyaç duyulan kaynağın yaratılabilmesi amacıyla, bu kanun tasarısının getirmiş olduğu “mera fonu” kurulacaktır ve kurulacak bu fonun, genel bütçeye herhangi bir ek yük getirmeyeceği de bir gerçektir. Böylece, merayla ilgili faaliyetlerin, daha kolay sürdürülebilmesi imkânı mümkün olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, mera kanununun ne derece önem taşıdığı yıllardır hep söylenegelmiştir. Biraz evvel de özetlemeye çalıştığım gibi, 1962 yılında Tarım Bakanlığı tarafından yapılan bu çalışmalar, muhtelif tarihlerde hükümetler ve Meclisler tarafından gündeme getirilmeye çalışılmıştır. Bunun tarihçesine baktığımız zaman, 1965 yılında Sayın Demirel Hükümetinin getirmiş olduğu ve Meclise sunmuş olduğu bu kanun teklifi tartışılmaya başlanmış, Tarım Bakanlığının hazırlamış olduğu bu çalışmalar irdelenmeye başlanmıştır. 1991 yılında tekrar bir teklif verilmiş; 1992 yılında, yine Sayın Demirel tarafından, Demirel Hükümeti tarafından, Meclise indirilmesi için, bu kanun teklifinin ön çalışmaları yapılmış ve Meclise sunulmuştur. Nihayet, 1996 yılında yine Meclise indirilmiş ve komisyonlardaki görüşmeleri yapıldıktan sonra da, 1998 Türkiyesinde, bugünü ihtiva eden bir tarih itibariyle görüşülmeye başlanmıştır.

Bu tarihleri şunun için söyledim: Konuşmacı arkadaşlarımız, buraya, memleketimiz ve milletimiz için hayırlı olan kanunlarda, birlik ve beraberlik içerisinde yardımcı olacaklarını ifade ediyorlar; ama, her dedense, demagoji yapmadan edemiyorlar!.. Zira, konuşmacıları dinliyorum, herkes, keseri kendi tarafına yontuyor. Yani, geçen dönem, 54 üncü Hükümet tarafından getirilen bu kanunun, bu Hükümet tarafından gündeme getirilmiş olduğunu ifade etmek, bana göre biraz fuzuli olan bir görüştü; ama, arkadaşımız öyle takdir etmiş. Onun yanında, benim de bu gerçekleri söylemem, görevim icabıydı; o nedenle, bunu söylemeden edemedim.

Değerli arkadaşlarım, bu mera kanun tasarısıyla ilgili konuları bu şekilde özetledikten sonra, Türkiye’nin, üzerine gitmesi gereken esas konulardan bir tanesi de, bu tarım sektörü olmalıdır. Mera kanunu, tarım sektörüne yardımcı olacak kanunlarımızdan birisini teşkil etmektedir ve gayri safî millî hâsılamızın yüzde 13’üne tahakkuk eden bu oranın, tarım kesiminde çok düşük olduğu kanaatini taşıyorum. Nitekim, tarım kesiminde, istihdam yüzde 45’lere dayanmakta, bunun yanında, ihracat da yüzde 22 oranında tarım kesimi tarafından yerine getirilmeye çalışılmaktadır; ama, destekleme sistemi içerisindeki payının yüzde 65’i teşkil ettiği bu tarım kesiminde, maalesef, üretici, bu yüzde 65’lik kısmın yüzde 30’undan istifade edebilmektedir. O nedenle, tarım kesiminde de alınması gereken tedbirlerin, bu Hükümet tarafından ciddî bir şekilde ele alınması yönünde çalışmaları hızlandırmasını teklif ve temenni ediyoruz.

Nitekim, Avrupa Birliği ülkelerinin bütçelerinin yüzde 50’ye yakın bir kısmı tarım kesimine ayrılmıştır; ama, hepinizin bildiği gibi, dünya üzerinde kendi kendini besleyen beş ülkeden biri olarak vasıflandırılan Türkiyemizdeki tarım kesimindeki bu dengesiz destekleme nedeniyle, neredeyse, önümüzdeki yıllarda, kendi kendini besleyen değil, kendini besleyebilmek için dışarıdan ithalat yapma mecburiyetinde kalabilecek olan bir ülke konumuna düşeceğiz.

Dünya üzerinde en büyük hayvancılığa ve besiciliğe sahip olan Türkiyemizin, yanlış politikalar nedeniyle de, et ithal eder duruma gelmiş olmasını hatırdan çıkarmamak gerekir.

Değerli arkadaşlarım, yanlışlardan dönmek, doğruya yönelmek bir fazilettir. O nedenle, ben, 55 inci Hükümetimizin değerli Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa Taşar kardeşimi, ilk defa bir tarım şûrasını gerçekleştirdiği için tebrik etmek ve kendisine teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Bunun yanında, bütün siyasî parti grup yöneticilerimizin, elbirliği yaparak, bu Mera Kanunu Tasarısını bugün gündeme getirmiş olmalarından dolayı, Meclis çatısı altında bulunan bütün siyasî parti temsilcilerimizi ve milletvekili arkadaşlarımı da kutlamak istiyorum.

İşte, Türkiye’nin, özlemini duyduğu ve beklediği manzara budur. Her ne kadar, bazen, televizyonda, buradaki koltuklar boş gösteriliyorsa da, arkadaşlarımızın bir kısmının, dışarıda, çay ve sigara molası verdiğini de burada ifade etmek mecburiyetindeyim. Biraz sonra tasarının maddelerinin oylamasına geçildiğinde, o arkadaşlarımızın, Meclis koltuklarında yerlerini alacaklarını tahmin ediyorum; tahminden öteye de, gerçekleşeceği kanaatini taşıyorum.

Netice olarak, bütün komisyon üyelerimizin ciddî çalışmaları ve bundan evvelki dönemde, bakanlıklara ait dağınık olan yetkilerin, bir bakanlıkta toplanmasını tesis eden bu çalışmanın, tek bir kanun tasarısı halinde ve tek bir bakanlığa bağımlı; ama, yerel yönetimlere yetki verir noktadaki hazırlama şekillerinden dolayı kendilerine şükranlarımı sunuyorum ve bu kanun tasarısının Türk Halkı için, Türk Milleti için hayırlı ve uğurlu olmasını Cenabı Hak’tan niyaz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Üçpınarlar, teşekkür ediyorum.

Sayın Üçpınarlar’ın, tabiî, saygı duyduğum bu mola tespitine benim bir itirazım olmaz; ancak, bir tespiti de ben arz edeyim: Milletvekilerimiz, bilindiği üzere, yalnız Genel Kurulda bulunma sorumluluğuyla yükümlü değiller, komisyon çalışmaları vardır; kimi milletvekillerimiz komisyonlarda çalışıyor, kimi milletvekillerimiz, şu anda, zannediyorum, Genel Kurulda gürültü olmasın diye, bu konuları, kuliste, aralarında tartışıyorlar!.. (Alkışlar)

Teşekkür ediyorum.

TARIM VE KÖY İŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Bakan, zatıâlinize, kişisel söz talebinde bulunan bir arkadaşımıza söz verdikten sonra size söz vereceğim; böylece, bütün konuşmaları derlemiş ve toparlamış olursunuz.

Kişisel söz talebinde bulunan Sayın Öztop; buyurun efendim.

Süreniz 10 dakikadır.

YUSUF ÖZTOP (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 231 sıra sayılı Mera Kanunu Tasarısı hakkında kişisel görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, dünya, hızlı nüfus artışı altında bulunuyor; Türkiye’de de nüfus artışı yaşanıyor. Doğaldır ki, bu hızlı nüfus artışı, beslenme ve istihdam talebini de beraberinde getiriyor. O nedenle, tarım ve hayvancılık, ülkemizin candamarıdır; tarım ve hayvancılık ihmal edilmemelidir; vazgeçilmemesi gereken temel sektörlerimizden bir tanesidir.

Değerli arkadaşlarım, yapılması gereken iş, tarım ve hayvancılığı olumsuz yönde etkileyen faktörlere karşı her türlü tedbiri almaktır. Görüşmekte olduğumuz mera kanun tasarısı bu anlamda atılmış en ciddî adımlardan biridir.

Bu kanun tasarısı 1992 tarihinde hazırlanmış olmasına rağmen, ne yazık ki, geçen yasama döneminde çıkarılamamıştır. Bu dönemde, eksikleri, günün koşullarına uyarlanması, komisyonda bulunan tüm arkadaşlarımızın çok uyumlu ve başarılı çalışmasıyla huzurlarınıza getirilmiştir.

Değerli milletvekilleri, mera, yaylak ve kışlakların hukukî durumlarının tespiti; köy ve belediye tüzel kişilikleri adına tahsisi, tahsis amacının değiştirilmesi işlemleri, önce, 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile 5618 sayılı Kanunun verdiği yetkiyi dayanılarak, mülga Toprak ve İskân İşleri Genel Müdürlüğünce, 1757 sayılı Yasa çıktıktan sonra, reform alanı içerisinde Toprak Reformu Müsteşarlığınca, reform alanı dışında ise, mülga Toprak ve İskân İşleri Genel Müdürlüğünce yürütülmüştür.

Ne var ki, 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu 10.5.1978’de Anayasa Mahkemesince iptal edilince, mera, yaylak ve kışlakların hukukî durumlarının tespiti, tahsis ve tahsis amacının değiştirilmesini sağlayacak yasal düzenleme kalmamıştır.

Aslına bakılırsa, gerek 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ve gerekse 1757 sayılı Yasa, sadece tespit, tahsis ve tahsis amacının değiştirilmesini düzenlemiştir; başka bir ifadeyle, mera, yaylak ve kışlakların ıslah, bakım ve korunmasını öngörmemiştir.

Her ne kadar Medenî Kanunda ve Köy Kanununda mera, yaylak ve kışlaklara ait çeşitli hükümler bulunmakta ise de, bu hükümler, ihtiyacı karşılamaktan uzaktır; öylesine uzaktır ki, köyler arasında ihtilaflar, kavgalar hiç bitmemektedir. Bu anlaşmazlıklara, çeşitli nedenlerle ağır aksak işleyen yargı sistemimiz de eklenirse, durumun ne kadar vahim olduğu anlaşılır.

Son olarak yürürlüğe giren 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanunu ile 3202 sayılı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun da ihtiyaca cevap vermemektedir. O nedenle, mera kanununa acil ihtiyaç vardır.

Sayın milletvekilleri, dünya nüfusundaki hızlı artış, hububata olan talebi artırmış, bu talep artışı da hububat ekim alanlarının genişlemesine neden olmuştur.

Ülkemizi dünyadan ayrı tutmamız mümkün değildir. 1950’li, 1960’lı, 1970’li, 1980’li yıllarda, ortalama yüzde 2,5-3 nüfus artışı olmuştur. Artan bu nüfusun beslenmesi, istihdam talebi, mera ve çayır alanların ekilmesi ve dikilmesi suretiyle tahribine neden olunmuştur. 1950’li yıllarda makinenin tarıma girişiyle, tahribat, bir kat daha artmıştır. Bu etkilerin altında, 1950 yılında çayır ve mera varlığımız 46 487 000 hektar iken, bu rakam, son yıllarda 24 200 000 hektara inmiştir. Buna karşılık, ekilen ve nadasa bırakılan toprak miktarı 1950’de 14 542 000 hektar iken, bu rakam 1996’da 30 900 000 hektara yükselmiştir. Bu örnekler de gösteriyor ki, mera ve çayır alanlar büyük bir yağma altındadır.

Meranın tahribine neden olan bir başka olay da, mera hayvancılığıdır. Doğaldır ki, merada hayvancılık yapılacaktır; ama, sürü sahipleri, mera ve çayırlarda -kapasitesinin çok üstünde- hayvan otlatarak, bu alanların bozulmasına, hatta tahrip olmasına neden olmaktadırlar.

Mera ve çayır alanların tahribi, yalnız hayvancılığımıza zarar vermekle kalmıyor, ayrıca, toprak erozyonuna da neden oluyor. Erozyon nedeniyle, her yıl, Kıbrıs büyüklüğündeki toprağı kaybettiğimiz ilgililerce de ifade ediliyor.

Değerli milletvekilleri, Anayasamızın 45 inci maddesinde “Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaçdışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır.

Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır” denilmektedir. Mera Kanunu Tasarısını görüşmekle, bir anlamda, bugün, Anayasamızın 45 inci maddesinin gereğinin bir bölümünü de yerine getirdiğimizi sanıyorum.

Değerli milletvekilleri, Mera Kanunu Tasarısını görüşürken, tarım sektörünün sorunlarına özetle değinmek isterim: Ülkemizde, 1950’lerden beri köylerden ve kırsaldan kentlere göç yaşanıyor olmasına rağmen, çalışabilir nüfusun yüzde 45’i, halen, tarım alanında istihdam ediliyor. Tarım sektörünün 1980 öncesi dönemde gayri safî millî hâsıladan aldığı pay yüzde 33 iken, 1997’de yüzde 17,5’e, son yıllarda da yüzde 15’e hatta yüzde 14’e indiği bilinmektedir.

Değerli arkadaşlarım, bu rakamlar, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planından alınmıştır, devletin rakamlarıdır. Tarımla uğraşanlar, hayvancılıkla uğraşanlar, yaz demeden, kış demeden; soğuk, sıcak demeden çalışmalarına rağmen, yıldan yıla fakirleşiyor, yoksullaşıyorlar. Çalışabilen nüfusun yüzde 45’i yoksullaşıyorsa -ki, bu, gerçek nüfusun yüzde 60’ına tekabül ediyor- bir yanlışlık yapıyoruz, bir hata yapıyoruz, bu hatayı tespit edip geri dönmeliyiz, hatamızı düzeltmeliyiz.

Değerli arkadaşlarım, açıkça itiraf etmeliyiz, Türkiye’de, tarımla, özellikle hayvancılıkla uğraşanlar kendi kaderlerine terk edilmişlerdir. 1994 verilerine göre tarımsal üretimin yüzde 66,7’sini bitkisel ürünler, yüzde 25,2’sini hayvancılık, yüzde 2,7’sini ormancılık, yüzde 5,3’ünü su ürünleri oluşturuyor. Görüldüğü gibi, hayvancılıktan elde ettiğimiz oran son derece düşüktür, bunun artırılmasının gerektiğini düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, aslında, hayvancılıkla uğraşanları dinlediğinizde, girdi fiyatlarının çok yüksek olduğunu -ki, yemde yüzde 70’e ulaşmaktadır- buna karşılık etin, sütün ucuz olduğunu, para etmediğini, karın tokluğuna çalıştıklarını anlatıyorlar.

Tüketicileri dinlediğinizde, millî gelirin yüzde 50’sini harcayan nüfusun, yüzde 20’sini oluşturan mutlu azınlık hariç, et alamadıklarını, alabilenlerin de, eti, altın alır gibi gramla satın aldıklarını, Kurban Bayramından Kurban Bayramına sofralarda et gördüklerini biliyoruz. Enflasyonun yüzde 100’e varan boyuta ulaşmasının, bu durumu daha vahim noktaya getirdiğini de biliyoruz.

Kasabı, celebi dinliyorsunuz, onlar da yakınmacı. Hayvancılık konusunda, üreten de, tüketen de, aracılık eden de yakınmacıysa, ortada çok ciddî bir sorun var demektir. Bu sorunu tespit edip, üzerine gitmeliyiz, bu sorunu çözmeliyiz.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizdeki sığır mevcudunun yüzde 65,7’si, koyun mevcudunun yüzde 90-95’i yerli ırk olup, verim düşüktür. Hayvan üreticilerinin, bakım, beslenme, sağlık, işletme ve pazarlama konusunda bilgi yetersizliği içerisinde olduğu bir gerçektir.

İşletmeler, optimum büyüklükte olmayıp, küçük seviyededir. 1991 sayımına göre, büyükbaş hayvan işletmelerin yüzde 71’i 5 ve daha aşağıda, küçükbaş hayvan işletmelerinin de yüzde 31,6’sı 20 ve daha aşağıda hayvan beslemektedir. Bu sorunlar, üreticilerin kendileriyle ilgili sorunlar olmakla birlikte, devletin de bu konuya özel ilgi göstermesi gerektiğini düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, mera alanlarının daralması, aşırı otlatma, hayvanların ıslah edilmemesi, üreticinin eğitilmemesi, yeterli sağlık hizmeti verilmemesi, hayvancılığın gerilemesinde etkili olmakla birlikte, asıl sorun, hayvansal ürünlerin dışticareti ile kredilendirme konularındaki yanlışlık ve yetersizliktir.

Biliyoruz ki, zaman içerisinde, canlı hayvan ihracı, hayvansal ürün ithali, hayvancılığı mahvetmiştir, perişan etmiştir. Son günlerde, gümrük tarifelerinin düştüğünü biliyoruz. Gündemdışı yapılan bir konuşmaya, Hazineden sorumlu Devlet Bakanımız verdiği cevapta, et ithaline izin vermeyeceğini söylüyor. Ümit ediyorum, bu açıklamaları devam eder, bu açıklamaları doğrultusundaki politikalarını sürdürürler.

Kredilendirme konusunda da ciddî sıkıntılarımızın olduğunu biliyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Öztop, toparlayın lütfen.

YUSUF ÖZTOP (Devamla) – Ben, şahsen biliyorum, Sayın Bakanımızdan da dilekte bulundum, 1995’den beri kredi bekleyen pek çok kooperatif var ve zaman geçirilmeden, bu kooperatiflerin kredi taleplerinin karşılanması gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, sonuç itibariyle şunu ifade etmek istiyorum: Hükümetler geldi geçti, kimisi “çağ atlattık” dedi, kimi hükümetler “adil düzen” dedi, kimisi “büyük Türkiye” dedi; ama, köylü, çiftçi ve üreticinin ekonomik durumu değişmedi. Bu, hepimizin ortak sorunu ve bu sorunların çözümlenmesi gerekiyor.

Ümit ediyorum ki, bu Mera Kanun Tasarısı kanunlaşır; çünkü, bu konuda atılmış önemli bir adımdır ve diğer adımları da Sayın Bakandan ve değerli Hükümetten bekliyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Öztop, teşekkür ediyorum.

Şimdi, kişisel söz talebinde bulunan iki arkadaşım var; ama, yalnız birine söz verebileceğim.

Sayın Öztek ve Sayın İnceayan söz isteminde bulunmuştur; yalnız, sıra itibariyle, Sayın Latif Öztek’e söz vereceğim; ancak, Sayın Hükümet söz talebinde bulundu.

Sayın Bakan, Sayın Komisyon, hanginiz ifade buyuracaksınız, yoksa, ikiniz de ayrı ayrı mı?..

TARIM, ORMAN ve KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Ayrı ayrı, Sayın Başkan.

BAŞKAN – Tabiî; buyurun Sayın Bakan.

TARIM ve KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi ve ekranları başlarında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımızı sevgi ve saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Milyonlarca çiftçimizin yıllardır beklediği Mera Kanun Tasarısının Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülecek olması nedeniyle, kanun tasarısı üzerinde açıklamalar yapmak ve Yüce Meclise bilgi vermek üzere söz almış bulunuyorum.

Bilindiği gibi, mera ve yaylakların kullanımının düzenlenmesi ve bu alanların korunarak çiftçilerimizin istifadesine sunulması yolunda ilk çalışmalar 1962 yılında başlamış ve ilk yasal düzenleme girişimi 1965 yılında olmuştur ve bu tasarı, maalesef, kanunlaşamamıştır. Ancak, 1962’de bu çalışmaları başlatan dönemin Tarım Bakanına ve o dönemin bürokratlarına ve özellikle, Profesör Doktor Ömer Bakır’a, Profesör Doktor Fahrettin Tosun’a ve merhum Profesör Doktor Sadık Gençkan’a bu konudaki çalışmalarından dolayı şükranlarımı arz etmek istiyorum.

Akabinde, 1973 yılında 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu çıkarılmıştır. Burada meralarla ve yaylaklarla ilgili hükümler düzenlenmiştir; fakat, maalesef, bu kanun, Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. Arkasından 1980’de Profesör Doktor Şahabettin Elçi, Profesör Doktor Ömer Bakır, Profesör Doktor Vecdet Elkun, Doçent Doktor İhsan Özkaynak ve o dönemin Tarım Bakanlığı personeli ve Tarım Bakanları; Çayır, Mera, Yaylak ve Kışlak Kanun Tasarısına son şeklini vermişlerdir. 1990 yılında, bu tasarı, günün şartlarına uygun olarak, dönemin iktidarı tarafından yeniden düzenlenmiş ve yeni çalışmalar yapılmıştır. 1984 yılında, 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlemesine Dair Tarım Reformu Kanunu çıkarılmış olup, bunun sekizinci bölümü, çayır, mera, yaylak, kışlak ve otlakların tespit ve tahsisiyle ilgili hükümleri içermekteydi. 1984 yılında çıkarılan bu hükümden sonra, biraz önce ifade ettiğim gibi, 1990 yılında, dönemin iktidarı, konuyu günün şartlarına uygun olarak yeniden ele almış, çalışmalar yapmış; fakat, 23 Şubat 1992’de, zamanın iktidarı tarafından, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirilmiştir. Bütün partilerin o dönemde de ittifak halinde olmasına rağmen, maalesef, bu kanun çıkarılamamıştır. Günümüze kadar -1962’de çalışmalara başlanıldığı göz önüne alınırsa, 35 yıldır, hatta otuzaltı yıldır çıkarılamayan mera kanunu, Sayın Süleyman Demirel’in Başbakan olduğu 1992 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuştur. Tasarıyı, o tarihlerde Başbakan Yardımcısı olan Sayın Erdal İnönü, Devlet Bakanı olan -bugün Doğru Yol Partisinin Genel Başkanı- Sayın Tansu Çiller ve Bakanlar Kurulunun diğer üyeleri Meclise sunmuşlardır. Bu tasarı da kadük olmuştur. Bilahara, 1996 yılında, Başbakan Sayın Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve Bakanlar Kurulu tarafından güncelleştirilerek tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine gelen bu tasarı, otuzaltı yıllık geçmişe sahip bir tasarıdır.

Bu tasarının bugüne kadar gelişinde emeği geçen Tarım Bakanlarına, Tarım Bakanlığı bürokratlarına, değerli Tarım Komisyonu Başkanı ve üyelerine, değerli milletvekillerine, değerli ilim adamlarına, çiftçilerimize ve bu konuyla ilgili herkese, özellikle, Komisyondaki çalışmalara fiilen katılarak, birikimlerini bu tasarıya aktaran ve son şekline gelişine katkı sağlayan TEMA Vakfı yöneticilerine huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum. Mera kanununun kabul edilmesiyle çiftçimizin otuzyedi yıllık rüyasının gerçekleşmesi sağlanacaktır. Tarım ve Köyişleri Bakanı olarak bu rüyanın gerçekleşmesine katkıda bulunacağına inandığım Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerine teşekkürlerimi arz ediyorum.

Söz konusu bu kanun tasarısı hazırlanırken, üniversitelerimizin, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının, çiftçilerimizin, ilgili sivil toplum kuruluşlarının görüşleri alınmış; siyasî partilerimizin de görüşleri dikkate alınarak, bugüne kadar örneği az bulunabilecek bir uzlaşma ve geniş tabanlı desteği olan bu kanun tasarısı ortaya çıkmıştır.

Bakanlık olarak yürüttüğümüz reorganizasyon çalışmaları çerçevesinde, çok önemli bir konu olan çayır ve meralarla ilgili, Bakanlığımızda şube müdürlüğü düzeyindeki temsili yeterli görmeyerek, Çayır, Mera ve Yem Bitkileri Dairesi Başkanlığını ihdas ettim. Bu yeni oluşum da, konuya verdiğimiz önemin bir göstergesidir.

Mera kanunuyla ilgili düzenlemenin çıkmamış olması, bugüne kadar yapılan mevzuat çalışmalarında yetkilerin farklı farklı kurumlara verilmiş olması ve bunlar arasında istenilen koordinasyonun sağlanamaması, ülke genelinde 44 milyon hektar olan mera alanlarının 12,3 milyon hektara kadar düşmesine sebebiyet vermiştir. Bu, şu demektir: Çiftçilerimizin ve üreticilerimizin üretkenliklerini sürdürmede ihtiyaç duyduğu kaynaklar, gün geçtikçe yok olmaya ve azalmaya başlamıştır.

Tarım sektörünü bir bütün olarak 2000’li yıllara uygun donanımlara kavuşturmak için gece gündüz çalışmalarımızı sürdürürken, bu konuyu da ihmal etmemiz veya ertelememiz mümkün değildi. Yaptığımız 1 inci Tarım Şûrasının kararları arasında -biraz önce arkadaşlarımın belirttiği gibi- bu mera kanununun çıkarılması da yer almıştır. Dolayısıyla, bugün, tarım sektörünün, çiftçimizin, köylümüzün heyecanla beklemiş olduğu bu kanun tasarısının, daha geri sıralardayken ön sıralara alınmasını sağlayan Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan bütün partilerin grup başkanvekillerine de, burada, huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum.

Mera Kanunu Tasarısı, üç temel ilkeyi oluşturmaktadır:

Bunlardan birincisi, müstakil bir mera kanunu çıkararak, günün şartlarına uygun yasal düzenlemeler getirilmesi;

İkincisi, merayla ilgili çalışmaların sadece Tarım ve Köyişleri Bakanlığı yetkisinde toplanması;

Üçüncüsü ise, merkeziyetçi yönetim anlayışından uzaklaşarak, kullanıcılara yetki ve sorumluluk verilmesidir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı olarak Yüce Meclisin onayına sunduğumuz Mera Kanunu Tasarısının dört temel amacı vardır: Mera, kışlak ve yaylakların tespiti, tahdidi ve tahsislerinin yapılması; belirlenecek kurallara uygun kullanımının sağlanması; mera alanlarının bakım ve ıslahlarının yapılarak verimliliklerinin artırılması, kullanımlarının denetlenmesi; bu alanların korunması ve gerektiğinde kullanım amacının değiştirilmesidir.

Mera Kanunu Tasarısının faydalarına gelince:

Bu tasarının kanunlaşmasıyla birlikte, meralarla ilgili yasal boşluk ortadan kalkacaktır.

Görev ve yetkiler tek elde toplanacaktır.

Mera komisyonu ve teknik ekipler kurulacaktır.

Meralar için kiralama imkânı getirilecektir. Meraların otlatma kapasitesi belirlenecektir.

Mera yönetim birlikleri oluşturulacaktır.

Kullanıcılara, giderlerle ilgili yükümlülük getirilecektir.

Mera araştırma birimleri kurulacaktır.

Sivil toplum örgütleriyle işbirliği sağlanacaktır ve mera fonu kurulması sağlanacaktır.

Belki de, Mera Kanunu Tasarısıyla getirilen en önemli yenilik, mera alanlarının kullanım ve geliştirilmesinde çiftçilere yetki ve sorumluluk getirilmesidir.

Oluşturulması öngörülen fon sayesinde, önemli bir gelir sağlanacak; yıllardır ihmal edilen bu kaynaklar, kaynak yaratan bir yapıya kavuşturulmuş olacaktır.

Mera kanununun yürürlüğe girmesiyle birlikte, nasıl çalışacağı konusu, maddeler görüşülürken gündeme getirileceği için fazlaca vaktinizi almak istemiyorum. Bugün, bunu, -değerli konuşmacı arkadaşlarım da belirttiler- hayvancılık demek, yem demektir. Eğer, kaba yeminiz yeterliyse, hayvancılıkta da ilerleme gerçekleşecek demektir. Dolayısıyla, hem kaba yem açığını gidermek için gerekli olan bir sistem oluşturulmuş olacak ve hepsinden önemlisi, her sene bir Kıbrıs Adası kadar erozyonla kaybettiğimiz topraklarımızın bu yollarla korunması sağlanmış olacaktır.

Burada, şunu ifade etmek istiyorum -değerli arkadaşlarım değindiler- 1998 yılındayız ve Avrupa Birliği ile ilgili kararlar gündeme getirildi. Bizden önceki Hükümet tarafından, yani 54 üncü Hükümet döneminde Avrupa Birliği ile imzalanmış olan kararlara göre, bu maddelerin ithalat rejimine konulması, uluslararası anlaşmalar gereği zarurî idi; ama, işin bir başka tarafı daha vardır; Tarım Bakanlığının kontrol belgesi verme yetkisi vardır. Bu konuda, benden önceki Değerli Bakan arkadaşımın hayvan ithalatına üçer aylık periyotlarla getirmiş olduğu kısıtlamayı, hepinizin malumu olduğu gibi, bendeniz de devam ettirmekteyim. 1 Şubat tarihinden itibaren, tekrar üç ay süreyle kısıtlama kararı alınarak uygulamaya konulmuştur. Onun dışında, Avrupa ülkelerinin birbirlerine bile satmayı yasakladıkları BSE hastalığı bulunan kemik tozu ithaline de benim kontrol belgesi vermem mümkün değildir. Aynı şekilde, tarımı engelleyecek diğer konularda da kontrol belgesi vermem mümkün değildir. Bu hususları da değerli arkadaşlarımın ve vatandaşlarımın huzurunda ifade ediyorum.

YUSUF ÖZTOP (Antalya) – Sayın Bakan, bir de kredi konusunda bir şey söyleyin; bitsin.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Kredi konusuna girersem maddelere geçemeyiz, onu daha sonra arz edeyim; ama, meseleyi sadece kredi konusu olarak almayın. Kredi kullanımını kısıtlayıcı tedbirleri getirmiş olduğumuzu göz önüne alırsanız, burada gübreyle ilgili sübvansiyon değişikliğini; ki, bizden önceki Hükümet de getirmiş, fakat Sayın Cumhurbaşkanınca iki defa iade edilmişti; ama, bu sefer, biz, üreticilere avans verme sistemini getirdiğimiz için, Sayın Cumhurbaşkanımız imzalayarak yürürlüğe soktular. Dolayısıyla, Türk çiftçisi, eskiden 100 liraya 1 kilogram gübre alırken, bugün, 100 liraya 2 kilogram gübre alır duruma getirilmiştir. Dolayısıyla, burada da şunu belirtmek istiyorum: Kredi kullanma ihtiyacı olmayacaktır; kredi kullanma ihtiyacı olmayınca, faiz ödeme yükümlülüğü olmayacaktır. Hepsinden önemlisi, birim alanda daha fazla gübre kullanımı -daha doğrusu, yeterli gübre kullanımı- sağlanacağı için, daha fazla verim elde edileceği de aşikâr bir durumdur. Bu konularda gerekli açıklamaları her zaman yapıyoruz.

Ben, tekrar, Mera Kanunu Tasarısına dönüyorum. 1962’de başlatılan ve o günden beri, şu veya bu sebepten çıkarılamayan bu tasarının çıkması, bu Türkiye Büyük Millet Meclisinin siz değerli üyelerine nasip olacaktır. Türk çiftçisinin, Türk köylüsünün, Türk tarımının heyecanla bekleği bir kanun tasarısıdır. Desteklerinizden dolayı, hiçbir ayırım yapmadan, bütün milletvekili arkadaşlarıma ve partilere teşekkürlerimi arz ediyor; saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

Sayın Komisyon Başkanı söz istiyor mu?

TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Evet efendim.

BAŞKAN – Sayın Öztek “son söz milletvekilinindir” kuralınca, zamandan tasarruf olsun diye, sizi en sona bırakma hesabını yaptım; Sayın Komisyon Başkanımız da lütfederse, zaman açısından...

LATİF ÖZTEK (Samsun) – Peki efendim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Başkan.

TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 231 sıra sayılı Mera Kanunu Tasarısı üzerinde Komisyon Başkanı olarak söz almış bulunuyorum.

Ben, hiç detaya inmeyeceğim. Zaman son derece kısıtlı ve sınırlı. Önemli olan, bu kanun tasarısının bir an önce görüşülmesidir. Kendimi, buraya çıkmak mecburiyetinde hissettim; benden önceki Komisyon Başkanımıza ve Komisyon üyelerine, yaptıkları bu çalışmadan dolayı, huzurlarınızda, gerçekten teşekkür ediyorum. Komisyon, tam bir ahenk içinde çalışmış, çok güzel bir konsensüs sağlanmış. Aynı havanın Genel Kurulda da eseceğine inanıyorum. Arkadaşlarımızın, birlik ve beraberlik içerisinde, bir an önce, bu kanun tasarısını yasalaştıracaklarına, bu kanun tasarısının yasalaşması için ellerinden gelen gayreti sarf edeceklerine inanıyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Evet, Sayın Başkan; hayrül kelâmi mâkalle ve delle; yani, sözün en güzeli, kısa ve müdellel olandır.

Teşekkür ediyoruz.

YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Sayın Başkan, o sözünüz ne anlama geliyor; açıklar mısınız.

BAŞKAN – Şu efendim: Sözün en güzeli, kısa ve -ne diyeyim- öz olanıdır yahut, şümullü diyeceğim de; yine benim dilim... Aksaçlı...

HASAN GÜLAY (Manisa) – Zaman geçiyor Sayın Başkan.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum efendim.

Zaman konusunda, burada görüşürüz inşallah.

Bu, bir latifedir efendim; lütfen öyle kabul buyurunuz.

Kişisel görüşlerini ifade etmek üzere, Sayın Öztek; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

LATİF ÖZTEK (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 231 sıra sayılı Mera Kanunu Tasarısı üzerinde kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi, saygıyla selamlıyorum.

İnsanın ihtiyaçları arasında, gıdanın önceliği vardır; çünkü, insan, yemeden yaşayamaz. Günümüzde insanlığı bekleyen en büyük tehlike de, açlık tehlikesidir veya gıda teminidir.

Bilindiği üzere, Malthus, iki asır önce, gıda artışının matematik dizi şeklinde, nüfus artışının da geometrik dizi şeklinde olduğunu bir teori olarak ortaya atmıştır. Bu teorinin ortaya koyduğu gerçek şudur: Bugün olmasa da, istikbalde, insanlığı, bir açlık tehlikesi beklemektedir. Yani, gıda, stratejik öneme sahip bir maddedir.

Öte yandan, şunu da belirtmek gerekir ki; beslenme, sadece karın doyurmaktan ibaret bir işlem değildir. Beslenme deyince, dengeli beslenme, yani kalite ve kantite bakımından vücudun ihtiyacı olan miktar ve çeşitteki besin maddelerinin, her gün, düzenli olarak alınması anlaşılmaktadır.

Bir toplumun kalkınması ve özlenen uygarlık düzeyine erişebilmesi, o toplumda, bilgili, çalışkan ve yetenekli insanların varlığına bağlıdır. Bu durum, insanın beslenmesi ve ruhsal yönden sağlıklı olmasını gerektirir. Sağlıklı olmanın yolu ise, yeterli ve dengeli beslenmeden geçer.

Bir ülkenin gelişmesinde beslenmenin önemini uluslararası bir toplantıda vurgulayan bir bilim adamı, şöyle bir projeksiyon çiziyordu: 20 nci Yüzyılın birinci yarısı, demir veya çelik zengini ülkelerin; ikinci yarısı, enerji zengini ülkelerin olacaktır; 21 inci Yüzyıl ise, protein zengini ülkelerin olacaktır.

Protein ihtiyacı iki kaynaktan karşılanır; bunlardan birisi bitkisel kaynaklar, diğeri hayvansal kaynaklardır. Bizim ülkemizde, bitkisel kaynaklara dayalı bir beslenme rejimi uygulanmaktadır; arkadaşlarımızın birçoğu bu konuya temas ettiler. Bilindiği gibi, bitkisel proteinlerin biyolojik değeri düşüktür.

Kaynaklarını etkili bir biçimde kullanamadığı halde, gıda üretimi yönünden kendine yeterli ülkeler arasında sayılan ülkemizde belirgin bir yetersiz beslenme sorunu bulunmasa da, dengesiz beslenme sorunu vardır. Örneğin, ülkemizde fert başına günlük protein tüketimi, gelişmiş ülkelerin tüketimine yakındır; ancak, ileri ülkelerde, alınan proteinin yüzde 60’ı hayvansal kaynaklıyken, ülkemizde ancak yüzde 25’i hayvansal kaynaklıdır. Yani, toplumumuz, yeteri kadar hayvansal protein tüketememektedir. Bunun nedeni, hayvansal ürünlerin üretiminin az olmasıdır. Ülkemizdeki et ve süt üretiminin az olmasının sebebi, birim başına hayvan verimlerinin düşük olmasıdır; yoksa, sekiz on yıldan beri sayıları azalmasına rağmen, hayvan varlığımızın yetersiz olması değildir. Örneğin, bir inekten elde edilen süt miktarı, ülkemizde 1 600-1 700 kilogram iken, gelişmiş ülkelerde 4,5-5 tondur. Yine, büyükbaş hayvanlarda karkas ağırlığı ülkemizde 150-160 kilogram seviyesindeyken, gelişmiş ülkelerde 260-270 kilogramdır.

Birim hayvan başına elde edilen ürünün azlığının birinci nedeni, hayvanların genetik yapılarıdır. Mevcut hayvanlarımızın yaklaşık yüzde 55-60’ı, verimi düşük yerli ırklardan oluşmaktadır. Hayvansal üretimi artırmanın ilk şartı, düşük verimli yerli hayvanların yerine, üstün verimli kültür ırkı hayvanları veya melez hayvanları ikame etmektir. İkinci nedeni ise, çevre faktörüdür. Çevre faktörü içinde, hayvanların bakımı ve beslenmesi ön sırayı alır. Yeterli düzeyde beslenemeyen hayvanlardan, arzu edilen verimi almak mümkün değildir.

Hayvancılığı geliştirmek için yem sorununu çözmek özel bir öneme sahiptir. Ülkemiz hayvanlarının kaba yem ihtiyacı, esas itibariyle üç kaynaktan karşılanmaktadır. Bunlardan birincisi, çayır ve meralar; ikincisi, tarla ziraatı içinde yetiştirilen yonca, korunga, fiğ gibi yem bitkileri; üçüncüsü de, hasat edilen tahılların sapları, diğer ifadeyle, saman.

Ülkemizde yem bitkileri yetiştiriciliği, maalesef, özlenen düzeyde değildir ve sadece, ekilebilir arazinin yüzde 2-3 kadarı yem bitkileri yetiştiriciliğine ayrılmaktadır. İleri ülkelerde, bu oran, yüzde 25-30’lar düzeyindedir.

Hayvanlarımızın kaba yem ihtiyacının büyük kısmı, kışın samanla, az bir kısmı da, çayırlardan ve biraz da meralardan elde edilen kuru otla karşılanırken, yazın, asıl olarak meralardan sağlanmaktadır. Hele koyun yetiştiriciliğinde meraların özel bir önemi vardır.

Meralar, çok değişik türde ve genellikle uzun ömürlü bitki örtüsüyle kaplı alanlardır. Köylüler ve sürü sahipleri, bu gibi yerlere bakım, ıslah ve koruma konularında hiçbir yatırım yapmadan, sadece istifade etmektedirler. Kısaca, meralarımız, uzun yıllar devam eden ağır ve düzensiz otlatma nedeniyle tahrip olmuş ve bazı bölgelerde vejetasyonun yüzde 90’ı yok edilmiştir. Bu yüzden, meralarımızın yıllık ot verimi çok düşmüştür. Örneğin, Karadeniz Bölgesinde dekara 100 kilogram, Doğu Anadolu Bölgesinde 90 kilogram, İç Anadolu Bölgesinde ise 45 kilogram kuru ot alınırken, Avrupa Topluluğu ülkelerinde dekara 500 ilâ 700 kilogram kuru ot alınmaktadır. En ucuz yem kaynağı olan çayır ve meralardan, her ülkede tüketilen yemin büyük bir kısmı üretilmektedir.

Tabiî ki, çayır ve meraların önemi, sadece, hayvanlara kaba yem sağlamayla sınırlandırılamaz. Çayır ve meralar, bu ekonomik yararları yanında; su ve rüzgâr erozyonuyla toprakların kaybolmasını önlemektedir, en önemli tabiî gen kaynaklarıdır, toprak verimliliğini artırmaktadır, çeşitli av ve yaban hayvanlarına yaşama ortamı oluşturmaktadır, yağan yağmurların yüzey akışyla kaybolmasını önleyerek, taban suyunu ve akarsuları zenginleştirmektedir, temiz hava kaynağı olma ve kirli havayı temizleme gibi çok önemli fonksiyonları vardır.

Bu önemli fonksiyonları ifa eden çayır ve meraların korunması, bakımı, ıslahı, yem veriminin artırılması ve bu durumun sürdürülebilmesi için, maalesef, bugüne kadar hiçbir şey yapılmamıştır. Mera alanlarının kullanımı, uzun yıllar, 1858 yılında çıkarılan Arazi Kanunnamesine göre yürütülmüş ve meralar, köy ve beldelerde halkın kullanımına tahsis edilmiştir. Meraların kullanımı konusundaki kanunname, kullanıcılara, mera ıslahı, korunması ve amenajmanı konusunda herhangi bir yükümlülük getirmemiştir. Meralar orta malı olarak rülmüş ve sadece istifade etme cihetine gidilmiştir. Hatta, yıllar itibariyle alanı küçülmüştür. 1940’lı yıllarda, ülke topraklarının yarısından fazlasını oluşturan çayır ve meralar devamlı azalmıştır. Buna karşın, tarla arazisi ile orman arazisinde artış olmuştur. Özellikle, 1950’li yıllardan sonra, makineli tarımın artışıyla mera alanları sürülerek tarla haline getirilmiştir. Sürülerek doğal bitki örtüsü kaybolan meyilli alanların verimi birkaç yıl içinde azalmış ve daha sonra bu alanlar ekilmez olmuştur, terk edilmiştir. Doğal bitki örtüsü tahrip olduğundan çıplak kalmış olan bu terk edilen alanlarda, su ve rüzgâr erozyonuyla üst toprak taşınmış ve anakaya ortaya çıkmıştır.

Mera alanlarının azalışını, Türkiye İstatistik Yıllığından temin ettiğimiz bilgiler çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Birkaç istatistikî rakam açıklamak istiyorum: Tarla arazisi, 1950’de 16 milyon hektar iken, yıllar itibariyle artarak 1960’ta 25; 1970’te 27; 1980’de 28; 90’lı yıllarda da 30 milyon hektara kadar artmıştır. Çayır ve meralar da bunun tersine bir seyir takip etmiş; 1950’de 46,4 milyon hektar olan çayır ve meralar, yıllar itibariyle azalarak, 1960’ta 37; 1970’te 27; 1980’de 24,5; 1988’de de 24,2 milyon hektara düşmüştür. İşte, bu azalışın sebebi, çayır ve meraların orta malı olmasıdır.

Ormanlarımızda da başlangıçta aynı durum görülmüş; ancak, 1956 yılında çıkarılan Orman Yasasından sonra, ormanlarımız, 1950’de 10,4 milyon hektarken, 1960’ta 10,5 milyon hektara, 1970’te 18,2 milyon hektara, 1980’de 20,1 milyon hektara yükselmiş ve bundan sonra da herhangi bir sınır değişikliği olmamıştır. Bunun sebebi, o yıllarda çıkarılmış olan Orman Yasasıdır.

Bir yandan, sürülme nedeniyle çayır ve mera alanları azalırken; diğer yandan, yıllar itibariyle hayvan sayısı artmıştır; yani, birim alana düşen hayvan sayısı iki yönlü artmıştır. Bu durum, kalan meraların, kapasitesinin çok üzerinde otlatılmasına sebep olmuştur. Aşırı otlatma da meraların verimlerinin düşmesini hızlandırmıştır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Öztek...

LATİF ÖZTEK (Devamla) – Sayın Başkan, müsaade ederseniz, birkaç dakika içerisinde tamamlayacağım.

Meralarımızın aşırı otlatmayla verimlerinin düşmesi, bizleri, çok fazla ümitsizliğe sevk etmemelidir. Zira, mera bitkilerinin birçoğu çok yıllıktır ve alınacak önlemlerle meraların verimi artırılabilir. Bu konuda üniversitelerimizde ve araştırma kuruluşlarımızda yapılan çok sayıda araştırma sonucu, şu gerçeği ortaya koymuştur: Otlatma zamanının ve otlatma kapasitesinin düzenlenmesiyle meraların mevcut verimi birkaç katına çıkarılabilmektedir. Buna, ıslah, amenajman, gübreleme ve diğer kültürel tedbirler ilave edildiğinde, meraların verimliliği 4-5 katına çıkarılabilir.

Meralarla ilgili bu iyileştirme tedbirlerinin uygulanabilmesi için, hayvanların ihtiyacı olan kaba yemi, yetiştiricilerin, kendilerinin tarla ziraati içinde yer vererek üretmeleri gerekmektedir. Aksi halde, 30 milyon tonu bulan kaba yem açığı karşılanamaz. Bu açık karşılanmadan da hayvanlarmızın verimi yükseltilemez.

Meralarımızın hukukî statüsüne birçok arkadaşımız temas ettiler; bu yüzden, ben, bunlara temas etmek istemiyorum, sadece Komisyon olarak yaptığımız çalışmaya değinmek istiyorum.

20 nci Dönem Parlamentonun çıkaracağı en yararlı kanunlardan birisi, hiç şüphesiz, bu mera kanunu olacaktır. Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonunda kanun tasarısının her maddesi büyük bir titizlikle irdelenmiş ve enine boyuna tartışılmıştır. Yüksek huzurlarınıza getirilen tasarı, yürürlük ve yürütme maddeleri dahil 38 maddeden ibarettir ve 7 bölümden oluşmaktadır. Uygulamada belki bazı sıkıntılarla karşılaşılabilecektir. Bunların zamanla aşılabileceği kanaatindeyim. Halkımızın bir özdeyişiyle “en yetersiz kanun bile, kanunun bulunmamasından veya kanunsuzluktan iyidir” diyorum ve Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığım dönemde, Komisyonumuzda, mükemmele varma arzusuyla ele alınan ve görüşülerek büyük bir konsensüsle kabul edilen tasarının, Yüce Mecliste de aynı konsensüsle görüşülerek kanunlaşacağına inanıyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LATİF ÖZTEK (Devamla) – Bu inançla, tüm arkadaşlarımın desteğini bekliyorum.

Bu tasarının, tüm yetiştiricilerimize ve yüce milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Öztek, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, maddelerine geçilmesi hususunu oylayabilmem...

ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – Sayın Başkan, benim de söz hakkım vardı, ama, bu saatten sonra...

BAŞKAN – Sayın İnceayan, keşke imkânım olsaydı, zatıâliniz gibi çok sevdiğim bir değerli üyeyi kırar mıydım.

ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – Maddelerde konuşuruz...

BAŞKAN – Ama, kader ve talih bizi bir daha burada karşılaştırırsa vaadim olsun...

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Her zaman...

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, tasarının tümünün oylanabilmesi ve izninizle, iki satırlık veda yapabilmem için, süre uzatımını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Bir süre uzatımı olsaydı ve mesela, bu tasarının bitimine kadar denilseydi, akşam saat 10’a kadar bitirebilirdik.

ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – Öyle yapalım Sayın Başkan...

BAŞKAN – Ama, maalesef, şimdi, bu, bu aşamada mümkün değil.

Tasarının maddelerine geçilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hayırlı olsun.

 

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. – TBMM Başkanvekili Yasin Hatiboğlu’nun, Refah Partisinin Anayasa Mahkemesince kapatılmasıyla görevinin sona ermesi nedeniyle konuşması

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, egemenliğin kayıtsız şartsız gerçek sahibi yüce milletim; 1991 senesinden bu yana, takriben yedi senedir, Türkiye Büyük Millet Meclisini yönetme gibi bir şerefle müşerref bulunmaktayım. Bu mazhariyete imkân veren yüce milletime medyunu şükranım, heyetinizi de saygıyla selamlıyorum.

Bizim, devlet ve millet hayatımızda “hak” mefhumu çok önemlidir. Bundan dolayı da, zaman zaman helalleşme ihtiyacı duyulur. Yedi sene gibi uzun bir süre yönetme ve yönetilme çerçevesinde beraber olmanın doğurabileceği hak ihlali ihtimali, şüphesiz helalleşmeyi zorunlu kılmaktadır.

Hatırlanacağı üzere, mensubu bulunmaktan hayatım boyu şeref duyacağım Refah Partisi, Anayasa Mahkemesince kapatılmıştır. Kararı tartışacak değilim; yanılmaz hükmü tarih verecektir. Bu karara hepimiz uymak zorundayız; ben de uyacağım; ancak, egemenliğin gerçek sahibi yüce milletim bu kararı içine ne derece sindirebiliyorsa, ben de aynı derecede sindirebilme sorumluluğunun idraki içindeyim. Milletimden farklı düşünmek, hele ona rağmen düşünmek ve tavır koymak, haddim ve hakkım değildir.

Muhtemelen, yeni bir nöbet haftama kadar Anayasa Mahkemesi kararı Resmi Gazetede yayımlanmış olacak; benim görevim de, Yüce Heyetinizin dışında verilmiş bir kararla sona ermiş olacaktır. İtham edilmedim, sorguya çekilmedim, yargılanmadım; ama, görevime son verilmiş olacak. Bunun tartışmasını da tarihe ve yüce milletime havale ediyorum.

Yüce Parlamentonun şahsı manevîsine saygıda asla kusur etmeksizin, üyelerine ve varlık sebebine sahip çıkmasını çok umduğum heyetinize serzenişlerimi arz etmeme izninizi istirham ediyor, helallik diliyorum. Lütfen, hakkınızı helal ediniz.

Ne mutlu millete feda olana,

Mezarında ne nam ne nişan olur.

Adalet denilen kutsal zirveye

Bir gün gelir elbet ulaşan olur.

Heyetinize ve yüce milletime saygılar sunuyorum. (RP, ANAP, DYP ve DSP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, TPAO adlı petrol tankerinde meydana gelen yangın faciası konusundaki Meclis Araştırması Komisyonunun raporu ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 24 Şubat 1998 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati : 19.00

 

VI. – SORULAR VE CEVAPLAR

 

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, TBMM Genel Kurul salonunun yenilenmesi ihalesine ilişkin sorusu ve TBMM Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (7/4079)

Türkiye BüyükMilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanı Sayın Hikmet Çetin tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygılarımla arz ederim.

Ersönmez Yarbay Ankara

Sorular :

1. TBMM Genel Kurul Salonunun yenilenmesi ihalesi hangi gazetelerde ilan edilmiştir? Bu ihaleye kaç firma müracaat etmiş, kaç firmanın ihaleye girmesi için yeterlilik belgesi düzenlenmiştir? İhaleye katılan firmaların teklifi ne olmuştur? İhale hangi usule göre yapılmıştır? Sizce tercih edilen usul doğru mudur? İhale hangi firmada kalmıştır? İhaleyi alan firmanın ortakları ve genel müdürü kimdir?Sermayesi nedir? Daha önce hangi işleri yapmıştır? 27 Aralık 1997 tarihi itibariyle firmaya ödenen para nedir? İş tamamlandığı zaman ödenecek miktar ne olacaktır? Yeni genel kurul salonunun teslim tarihi nedir?

2. Mevcut GenelKurul Salonunu yıkmak için yıkımcı firmaya 500 milyar ödenmiş midir? Yıkımcı firma kimdir ve nasıl tespit edilmiştir.Bu firmaya ödenecek miktar nedir?

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Genel Sekreterliği 19.2.1998 Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı Sayı : A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/4079-10104/25809

 

Sayın Ersönmez Yarbay

Ankara Milletvekili

İlgi : 22.12.1997 tarihli yazılı soru önergeniz.

TBMM GenelKurul Salonunun yenilenmesi ihalesine ilişkin ilgi önergenizde yer alan sorularınız aşağıda cevaplandırılmıştır.

Bilgilerinizi rica ederim.

Saygılarımla.

Hikmet Çetin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

Cevap 1. Türkiye BüyükMillet Meclisi GenelKurul Salonunun yenilenmesi işinin yapımı BaşkanlıkDivanının 20.6.1996 gün ve 16 sayılı kararı ile 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 89 uncu maddesi gereği bu Kanun hükümleri dışında kalınarak Emlak Konut A.Ş.’ne verilmesi ve işe ilişkin müteahhit veya taşeron ihalelerinin Emlak Konut A.Ş.’nin kendi usullerine göre yapılmasına karar verilmiştir.Bu nedenle, müteahhit veya taşeron ihalelerin hangi firmalar arasında, hangi usullerle ihale edildiği, ihale öncesi ne gibi ilanlar yapıldığı bilinmemektedir.

27.12.1997 tarihi itibariyle EmlakKonut Anonim Şirketine KDV dahil 3 647 592 347 426 TL. ödenmiştir. Sözkonusu işin ilk ihale bedeli; 21 770 533 ABD Doları olup, sözleşme gereği daha sonra ilave edilen elektronik seslendirme ve parmak izi tanıtımlı oylama-yoklama sistemleri ve bazı ilave işlerle birlikte işin toplam ihale bedelinin yaklaşık 30 000 000 ABD Doları (Emlak Konut proje yönetim bedeli ve KDV hariç) bulacağı tahmin edilmektedir. Buna % 10 proje yönetim bedeli ve KDV eklendiğinde bu tutar yaklaşık 38 000 000 ABD Dolarını bulmaktadır. 27.12.1997 tarihi itibari ile Emlak Konut A.Ş.’ne KDV dahil 26 839 874 ABD Doları ödenmiştir.Kesinhesap işlemleri yapılıp tamamlandığında net olarak işin maliyeti belirlenecektir. GenelKurul salonunun teslim tarihi 14.1.1998’dir.

Cevap 2. GenelKurul salonunun halı ve zemin döşemelerinin, ahşap imalatlarının sökülmesi, aytınlatma düzeni ve elemanlarının sökümü, ses, bilgisayar, telefon ve tesisatın sökümü ve sözkonusu sökülen imalatların korunması için sözleşme gereği 502 378 305 000 TL. (Emlak Konut A.Ş. yönetim bedeli ve KDV dahil) ödeme yapılmıştır.

EmlakKonut A.Ş.’nin kendi usullerine göre yapmış olduğu ihale sonucu, işin yüklenicisi NUROL-MESA ortak girişimi olarak belirlenmiştir.Söküm işleri dahil tüm işler bu firmanın yüklenimi altında yapılmıştır.

2. – Manisa Milletvekili Tevfik Diker’in, askerlik hizmetini yapmayan bir şahsa ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı İsmetSezgin’in yazılı cevabı (7/4168)

Türkiye BüyükMilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın TBMM İçtüzüğünün 96 ncı maddesi gereğince Millî Savunma Bakanı Sayın İsmet Sezgin tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla. 29.12.1997

Tevfik Diker Manisa

Sorular :

1. Erol oğlu 1960 Ankara doğumlu Hacı Bekir Altıok, Ankara/Altındağ Askerlik Şube Başkanlığına kayıtlı mıdır?

2. Hacı Bekir Altıok, Gülhane Askerî Tıp Akademisi’nin 13.8.1990 tarih 78 rapor numarası ile hipoglisemi teşhisi askerliğe elverişli değildir raporu alarak ilgili raporu Ankara/Altındağ Askerlik Şubesine vermek suretiyle askerlik görevini yapmamış mıdır?

3. Yukarıda adı geçen şahsa ait sağlık raporu bulgular bölümü 4 üncü işlem kısmında GATA Sağlık Kurulunun 21.3.1983 tarih 2384 sayılı kararı ile askerliğe elverişlidir, aynı bölümün 6 işlem kısmında GATA Sağlık Kurulunun 8.4.1985 tarih 3352 sayılı kararı ile askerliğe elverişlidir tanısı konmasına rağmen sözü edilen dönemde neden askerliğe sevk edilmemiştir?

4. Adı geçen şahsın yeniden muayene edilip, askerliğe sevki düşünülmekte midir?

5. GATA tarafından 13.8.1990 78 rapor numarası ile askerliğe uygun değildir raporu verilen Hacı Bekir Altıok ile, Altındağ Askerlik Şubesinden bu kuruma sevkini isteyen H.Bekir Altınok aynı kişi midir?

6. Adı geçen raporun künye bölümünde bulunan sınıf ve rütbe kısmında yazılı Yük. Er, olarak belirtilen rütbe nedir? TürkSilahlı Kuvvetlerinde böyle bir rütbe bulunmakta mıdır?

T.C. Millî Savunma Bakanlığı 17.2.1998 Kanun : 1998/34-TÖ.

Konu : Soru Önergesi.

Türkiye BüyükMilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 15 Ocak 1998 tarihli ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02.-7/4168-10418/26241 sayılı yazısı.

Manisa Milletvekili Tevfik Diker tarafından verilen ve ilgi ile cevaplandırılması istenilen 7/4168 sayılı “Askerlik hizmetini yapmayan bir şahsa ilişkin” yazılı soru önergesinin cevabı ekte gönderilmiştir.

Arz ederim.

İsmet Sezgin Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı

Manisa Milletvekili Tevfik Diker tarafından verilen 7/4168 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı

1. Soru önergesinde soyadı Altıok olarak belirtilen, Erol oğlu 1960 doğumlu Hacı Bekir Altınok, Ankara/Altındağ İlçesi Sakarya Mahallesi nüfusuna kayıtlı ve Altındağ Askerlik Şubesi yükümlüsüdür.

2. Yükümlü hakkında GATA profesörler kurulunca, 13 Ağustos 1990 gün ve 78 No.lu rapor ile “Askerliğe elverişli değildir” kararlı rapor tanzim edildiğinden, 1111 sayılı Askerlik Kanunu ve Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği gereğince askerlik hizmetinden muaf tutulmuştur.

3. Yükümlüye, GATA Komutanlığının 21 Mart 1983 gün ve 2384 sayılı kararıyla “Askerliğe elverişlidir” kararlı rapor verilmiş ve mevcut celp emrine göre sevki Kasım 1983 celbine bırakılmıştır. Kasım 1983 celbinde rahatsızlığını beyan ettiğinden, sevkine mani rahatsızlığının bulunup bulunmadığının tespiti maksadıyla 800 yataklı Askerî Mevki Hastanesine sevk edilmiştir. Yapılan muayenede yükümlüye 4 Ocak 1984 tarihinde “Bir yıl sevk geciktirmesi” kararlı rapor verilmiştir.Bu rapora istinaden sevki Ocak 1985 tarihine bırakılmıştır.

Rapor bitiminde 14 Ocak 1985’te sevke tabi tutulmuş, ancak tekrar rahatsızlığını beyan ettiğinden GATA Komutanlığına sevk edilmiştir.Yapılan muayenede, GATA Komutanlığının 8 Nisan 1985 gün ve 3352 sayılı raporuyla “Askerliğe elverişlidir” kararlı rapor verilmiştir.Bu defa hakkında tanzim edilen rapor kararına, 28 Haziran 1985 tarihli dilekçesiyle itiraz ederek kontrol muayenesine tabi tutulmasını talep ettiğinden askere sevki yapılamamıştır.Kontrol muayenesi için 3 Nisan 1987 tarihinde Etimesgut Hava Hastanesine sevk edilmiştir.Hava Hastanesinde rahatsızlığı ile ilgili uzman tabip bulunmadığından sevk makamınca, 23 Aralık 1987’de GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi (İstanbul) sevk edilmiştir.

Yükümlü kontrol muayenesine sevk edildiği 23 Aralık 1987 tarihinden 17 Kasım 1989 tarihine kadar yapılan aramalara rağmen bulunamamıştır.Bu arada Anavatan Partisi Genel Merkezinde çalıştığı tespit edilmiştir. Yapılan yazışmalardan yükümlünün 15 Eylül 1985 ile 10 Temmuz 1989 tarihleri arasında parti genel merkezinde çalıştığı, 10 Temmuz 1989 tarihinden itibaren SağlıkBakanlığında görev yaptığı anlaşılmıştır.Kontrol muayenesi için 10 Temmuz 1990 tarihinde GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Komutanlığına (İstanbul) sevk edilen yükümlü hakkında “GATA (Ankara) Profesörler Kurulunda Kesin İşlem Uygulanması” kararlı sıhhî kurul raporu verilmiştir.

GATA Profesörler Kurulunda yapılan muayenede yükümlüye 13 Ağustos 1990 gün ve Profesörler Kurulunun 78 No.lu kararı ile; hipoglisemi (Pankreas hiperplasisine bağlı) teşhisiyle
“B/40 F 1 Askerliğe Elverişli Değildir” kararlı rapor verilmiştir. Sözkonusu rapor Millî Savunma Bakanlığı Sağlık Dairesi Başkanlığınca da onaylanmıştır.

4. GATA Profesörler Kurulunca tanzim edilen raporlar kesin olduğundan Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği gereği yükümlünün yeniden muayeneye tabi tutulması mümkün bulunmamaktadır.

5. Askerlik Şubesinden GATA Komutanlığına sevk edilen Hacı Bekir Altıok ile raporda soyadı Altınok olarak yazılan şahıslar aynı kişidir.Hastaneye sevk yazısına yapıştırılan fotoğraf ile rapordaki fotoğraflar aynı kişiye aittir. Altındağ Askerlik Şubesi kaynağında yapılan inceleme sonucuna göre; doğum tarihi, baba adı, adı ve ön adı aynı, sadece soyadı Altıok olarak kayıtlı başka bir şahıs bulunmamaktadır.

6. Sıhhî kurul raporunun sınıf ve rütbesi bölümünde geçen “Yük. Er” deyimi, henüz silah altına alınmamış er statüsündeki yükümlü anlamında kullanılan bir ifade olup, TürkSilahlı Kuvvetlerinde böyle bir rütbe bulunmamaktadır.Sadece “Yükümlü Er” ibaresinin kısaltılmış şeklidir.

Arz ederim.

İsmet Sezgin Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı

3. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, Millî GüvenlikKurulu görüşme tutanaklarının kamuoyuna açıklanmasının gerekçesine ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı İsmetSezgin’in yazılı cevabı (7/4184)

Türkiye BüyükMilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Millî Savunma Bakanı Sayın İsmetSezgin tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 29.7.1997

Veysel Candan Konya

Bilindiği üzere Millî GüvenlikKurulu görüşme tutanaklarının gizliliği esastır.Burada tartışılan konular ülkenin güvenliğini ve komşularımızla olan münasebetlerini de direkt veya dolaylı olarak ilgilendirmektedir. Yani MGK ülke menfaatlerinin gizlilik içinde konuşulduğu yerdir.Halbuki televizyonlarda ve basında çıkan açıklamalarınız tam tersi istikamettedir. Hal böyleyken;

1. Millî Güvenlik Kurulu tutanaklarının açıklanmasını hangi gerekçeyle istemektesiniz?

2. Böyle bir açıklamanın ne tür bir faydası olacaktır?

3. Millî Güvenlik Kurulu çalışmalarını ne yönde etkileyecektir?

4. Tutanakların kamuoyuna açıklanmasının mahsurları hesap edilmiş midir, yoksa siyasî bir tartışma uğruna kurum yıpratılmış olmayacak mıdır?

T.C. Millî Savunma Bakanlığı 17.2.1998 Kanun : 1997/722-TÖ.

Konu : Soru Önergesi.

Türkiye BüyükMilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 13 Ocak 1998 tarihli ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/4184 sayılı yazısı.

Konya Milletvekili Veysel Candan tarafından verilen ve ilgi ile yazılı soruya dönüştüğü bildirilen 7/4184 sayılı “Millî Güvenlik Kurulu görüşme tutanaklarının kamuoyuna açıklanmasının gerekçesine ilişkin” soru önergesinin cevabı ekte gönderilmiştir.

Arz ederim.

İsmetSezgin Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı

Konya Milletvekili Veysel Candan tarafından verilen 7/4184 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı

1. Millî GüvenlikKurulunun kuruluş, görev, yetki ve çalışma esas ve usullerini düzenleyen 2945 sayılı Kanunun 10 uncu maddesi; Millî GüvenlikKurulu toplantılarında alınan kararların açıklanabilmesine imkân tanımış, görüşme tutanaklarının ise açıklanamayacağını ve yayımlanamayacağını hüküm altına almış bulunmaktadır.

2. Millî Güvenlik Kurulunun 27 Temmuz 1997 tarihinde yapılan aylık olağan toplantısında, önceki Hükümet döneminde kurul üyesi olan bazı bakan arkadaşlarımızın Kuruldaki beyanları ile kamuoyuna yaptıkları açıklamaların birbiri ile çelişmesi üzerine, Kurulun çalışmalarının siyasî malzeme olarak kullanılmasının önlenmesi ve kamuoyunun görüşmeler hakkında doğru bilgi sahibi olmasının sağlanması amacıyla, sözkonusu toplantıya ilişkin görüşme tutanaklarının açıklanması talebi gündeme getirilmiştir.

3. Millî GüvenlikKurulu toplantısını takip eden günlerde Aselsan’a yaptığım ziyaret sırasında, basın mensubu arkadaşlarımızın konuyu gündeme getirmeleri üzerine, kamuoyunda oluşan tereddütlerin giderilmesi ve Devlet kurumları arasındaki güvensizliğin ortadan kaldırılması amacıyla,Millî Güvenlik Kurulunun önceki toplantılarına ilişkin görüşme tutanaklarının açıklanması yolundaki talebi uygun karşıladığımız ifade edilmiş ve Millî Güvenlik Kurulu GenelSekreterliğinin çalışma esas ve usulleri çerçevesinde, gereken açıklamanın yapılabileceği belirtilmiştir.

Arz ederim.

İsmet Sezgin Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı

4. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, MKE Kurumuna bağlı Kırıkkale Mühimmat Fabrikasında meydana gelen patlamaya ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı İsmet Sezgin’in yazılı cevabı (7/4189)

Türkiye BüyükMilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Yardımcısı ve Millî Savunma Bakanı Sayın İsmet Sezgin tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.

Ersönmez Yarbay Ankara

Sorular :

3 Temmuz 1997 tarihinde Kırıkkale Mühimmat Fabrikasında, meydana gelen patlama ve yangınlarla ilgili olarak;

1. Olay Türk Silahlı Kuvvetlerini kısa, orta ve uzun vadede nasıl etkileyecektir?

2. Olay esnasında ve sonrasında, Bakanlığınızın ve Genelkurmay Başkanlığının yangını söndürme ve yangın sonrasındaki tehlikelere karşı katkıları neler olmuştur? Bütün yangın ve patlamalara karşı Bakanlığınızın hazırlıkları yeterli midir? Yeterli değilse ne miktar harcama ile günümüzün en ileri düzeyine gelecektir? Bu husustaki projelerin hayatiyete geçirilmesi için çalışmalar nelerdir?

T.C. Millî Savunma Bakanlığı 17.2.1998 Kanun : 1997/722-TÖ.

Konu : Soru Önergesi.

Türkiye BüyükMilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 13 Ocak 1998 tarihli ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/4189 sayılı yazısı.

Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay tarafından verilen ve ilgi ile yazılı soruya dönüştüğü bildirilen 7/4189 sayılı “MKE Kurumuna bağlı Kırıkkale Mühimmat Fabrikasında meydana gelen patlamaya ilişkin” soru önergesinin cevabı ekte gönderilmiştir.

Arz ederim.

İsmet Sezgin Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı

Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay tarafından verilen 7/4189 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı

1. 3 Temmuz 1997 tarihinde Kırıkkale Mühimmatsan A.Ş. tesislerinde meydana gelen patlama, Türk Silahlı Kuvvetlerinin orta ve uzun vadeli mühimmat tedarik planını etkilememiştir.Kısa vadeli yıllık tedarik planlarında ise onarım ve temizlik faaliyetlerine bağlı olarak, 5-6 aylık bir gecikme olacağı değerlendirilmektedir.Bu gecikme TürkSilahlı Kuvvetlerinin harbe hazırlık durumunu kısa vadede etkileyecektir. Orta ve uzun vadede ise önemli bir etkisi olmayacaktır.

2. Patlamanın meydana geldiği tarihten itibaren, Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetleri Kriz YönetimMerkezi kurularak faaliyete geçirilmiştir. Anılan merkez, ilgili bakanlıklar nezdinde kurulan kriz yönetim merkezleri ile irtibata geçmek suretiyle, yurtdışı yardımların zamanında bölgeye ulaştırılması ve müteakiben ülke sınırlarını terk edinceye kadar yapılan bütün faaliyetleri koordine etmiş ve bölgede bulunan birlikler vasıtasıyla da söndürme çalışmalarına fiilen iştirak etmiştir.

3. Yangınla mücadele hususunda her seviyede üst düzeyde teçhizata sahip olunmamakla beraber, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki mühimmat ikmal, bakım ve depolama tesislerinde, gerekli emniyet, yangın önleme ve yangın söndürme tedbirleri alınmaktadır. Sıralı komutanlıklarca da bu tedbirler haberli, habersiz yapılan denetlemelerde kontrol edilmektedir. Yangın emniyeti ve genel emniyet için yapılan harcamalar Millî Savunma Bakanlığı bütçesine tahsis edilen kaynak ölçüsünde her yıl artırılmaktadır.

Arz ederim.

İsmet Sezgin Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı

 

5. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün, TBMM’nde faaliyet gösteren özel bir işletmeye ilişkin sorusu ve TBMM Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (7/4197)

Türkiye BüyükMilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın TBMM Başkanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda gereğini arz ederim.

Saffet Arıkan Bedük Ankara

1. Türkiye Büyük Millet Meclisinin tek özel işletmesi olan Quick Burger’in kaçak olarak
faaliyet gösterdiği ve açıldığı günden bugüne kadar Meclise kira ödemediği doğru mudur?

2. Quick Burger’in Meclis’te faaliyet göstermesi için Başkanlık Divanınca herhangi bir karar alınmış mıdır?

Türkiye BüyükMilletMeclisi Genel Sekreterliği 19.2.1998 Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı KAN.KAR.MD. Sayı : A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/4197-10563/26684

Sayın Saffet ArıkanBedük

Ankara Milletvekili

İlgi : 12.1.1998 tarihli yazılı soru önergeniz.

TBMM’nde faaliyet gösteren özel bir işletmeye ilişkin ilgi önergenizde yer alan sorular aşağıda cevaplandırılmıştır.

Bilgilerinizi rica ederim.

Saygılarımla.

Hikmet Çetin Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanı

Cevap 1. Quick Burger’in kaçak olarak faaliyet gösterdiği iddiası doğru değildir. Açılışı 24.3.1997 tarihinde TBMM Başkanı ve GenelSekreteri tarafından yapılmıştır.

Anılan işletme, Halkla İlişkiler binamızdaki fevkalade yoğun lokanta yükünü hafifletmek amacıyla İdare Amirliğince, 27.6.1996 gün ve 17 sayılı Divan kararı doğrultusunda TBMM Başkanlığına önerilmiş ve kabul edilerek deneme işletmesine geçilmiştir.

TBMM, bu işletmenin altyapısı nedeniyle hiçbir masraf yapmamış, tüm tesisat işletme ve personel harcamaları Dardanel Ankara Bölge Müdürlüğü Aktanlar Gıda tarafından karşılanmıştır. Amaç, TBMM lokantalarının yükünü azaltmak olduğu için, satılacak ürünlerin fiyatı, TBMM SosyalHizmetler Müdürlüğünce piyasa fiyatlarının altında tespit edilmektedir. Anılan yere 20.3.1997 tarihinde elektrik sayacı bağlanmış, kullanılacak suyun kira bedeli içinde dikkate alınması öngörülmüştür. Tesis 24.3.1997 tarihinde açılmıştır.

Uygulamanın TBMM Kampusü içinde ilk kez yapılması nedeniyle Meclisin tatile gireceği döneme kadar deneme süresi verilmesi uygun görülmüştür. TBMM’nin yeni yasama yılı başladıktan sonra, Genel Sekreterlikçe kira sözleşmesi konusunda bir girişim yapılmadığı ve elektrik ücretinin tahsil edilmediği anlaşıldığından, elektrik ücretleri tahsil edilmiş ve Devlete Ait Taşınmaz Mal Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde hazırlığı yapılan sözleşmeye göre kira bedeli, geçmiş aylar da dikkate alınmak suretiyle tespit edilecektir.

Cevap 2. TBMM’de Quick Burger örneği bir hizmet, İçtüzüğün 176/son maddesinde yer alan sabit bir tesis, “TBMM’nin bina, bahçe ve arsalarının yapımı, imar ve onarımı” niteliğinde değildir. İstenildiğinde sökülüp götürülebilir, portatif bir yapı konumundadır. Bu nedenle Başkanlık onayı ile faaliyete geçirilmiştir. Yukarıda belirtildiği gibi deneme süresi sonundan itibaren işletme, hukukî esaslara uygun olarak faaliyetini sürdürecektir.

6. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, TBMM eski Genel Sekreteri Necdet Basa hakkındaki iddialara ilişkin sorusu ve TBMM Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (7/4234)

Türkiye BüyükMilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın yazılı olarak cevaplandırılmak üzere TBMM Başkanına yöneltilmesini saygılarımla arz ederim.

Ertuğrul Yalçınbayır Bursa

Sorular :

TBMM Başkanvekili Sayın Kamer Genç 12.1.1998 günü Kanal 7’deki bir programda :

a) TBMM eski Genel Sekreteri Sayın NecdetBasa’nın kızkardeşinin bir başka kurumdan TBMM’ne naklen atandığını,

b) Kişinin eski kurumunda 7/3 derecede iken TBMM’de 1/1 dereceye yükseltildiği,

c) Görevlendirildiği gün olan Cuma gününü takiben pazartesi günü emekliliğini istediğini ve emekli edildiğini,

d) Naklen geldiği kurumdan emekli olsa idi, 30 milyon lira emekli maaşı alacağını, TBMM’nden emekli olmak suretiyle kendisine 72 milyon lira emekli maaşı bağlandığını,

e) Kişinin TBMM’nden emekli olma nedeniyle fazladan 1 milyar TL. ikramiye aldığını iddia etmiştir.

Bu iddia ve sonuçları ile ilgili olarak :

1. İddia doğru mudur? Yukarıdaki fıkralara göre cevaplandırır mısınız?

2. İddia doğru ise; naklen atamada kamu yararı mı yoksa kişisel yarar mı vardır?

3. Kişinin naklen geldiği kurumda ve TBMM’nde aldığı maaşları, dereceleri ve statüsü nedir? İki kurum itibariyle açıklar mısınız?

4. Kişinin naklen geldiği kurum ile TBMM’nden emekli olması hallerini maaş, ikramiye ve tüm haklar itibariyle kıyaslar mısınız?

5. İşlemler nedeniyle TBMM’nin ve Emekli Sandığının mevcut ve gelecekte zararları ne kadardır? Emeklilik maaşındaki farkları yıllara sari olarak dikkate alıp tahmini zararı hesaplayabilir misiniz?

6. İşlemleri hukuka aykırı buluyor musunuz? İşlemleri iptal edecek misiniz?

7. Kurumların zararlarını tazmin ettirecek misiniz?

8. Anılan işlemlere karışanlar hakkında; idarî, hukukî ve cezaî kovuşturma yapılmış mıdır, yapılacak mıdır?

Türkiye Büyük MilletMeclisi Genel Sekreterliği 19.2.1998 Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı KAN.KAR.MD: Sayı : A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/4234-10622/26830

Sayın Ertuğrul Yalçınbayır

Bursa Milletvekili

TBMM eski GenelSekreteri Necdet Basa hakkındaki iddialara ilişkin ilgi önergenizde yer alan sorular aşağıda cevaplandırılmıştır.

Bilgilerinizi rica ederim.

Saygılarımla.

Hikmet Çetin Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanı

Cevap (1, 4). a) TBMM eski Genel Sekreteri Necdet Basa’nın kardeşi Şölen Başköylü,
T.C. Ziraat Bankasından Kurumumuza naklen atanmıştır.

b) Adı geçen T.C. Ziraat Bankasında Şef Yardımcısı unvanı ve 4 üncü derecenin 3 üncü kademesi aylığı ile çalışmakta iken, Kurumumuzda 1 inci derece ve 6 100 ek göstergeli müşavir kadrosuna atanmıştır.

c) Adı geçen, Kurumumuza 12.9.1997 Cuma günü atanmış, 16.9.1997 Salı günü emekliye ayrılmıştır.

d-e) Adı geçenin, eski Kurumunda ve Kurumumuzdaki kadro unvan ve derecelerine göre hesaplanan emekli aylık ve ikramiye miktarını gösterir mukayeseli bir cetvel eklidir. (Ek-1)

Cevap 2. Yapılan atamada, kamu yararı olduğu düşünülemez.

Cevap 3. Adı geçen, Ziraat Bankasında sözleşmeli personel statüsünde ve Emekli Sandığına tabi olarak şef yardımcısı unvanı ile çalışmakta iken Kurumumuzda Müşavir kadrosuna atanmıştır.Bu kadroya atanabilmek için, en az 4 yıllık bir yükseköğretim kurumunu bitirmiş olmak ve şef ve daha üst yönetim görevlerinde en az 5 yıl fiilen çalışmış olmak gerekmektedir. Ancak, adı geçenin öğrenimi ve hizmeti bu kadroya atanabilecek seviyede değildir.

Adı geçenin, eski Kurumunda ve Kurumumuzdaki kadro unvan ve derecelerine göre hesaplanan aylıklarını gösterir karşılaştırmalı bir cetvel eklidir. (Ek-2)

Cevap 5. Yapılan atama ve sonrasındaki emeklilik işlemi ile hizmet süresi 20 yıl, 5 ay olan adı geçene, 15 Ekim 1997 tarihi itibariyle :

 

TBMM’nden emekli olduğu T.C. Ziraat Bankasından 1 aylık fark

için ödenecek emekli aylığı emekli olsa idi ödenecek

emekli aylığı

                                                                           

73 309 294 TL. 36 677 225 TL. 36 632 069 TL.

 

TBMM’nden emekli olduğu için her ay 36 632 069 TL. fazla emekli aylığı ödenecektir.

1998 yılında Devlet Memuru ve emekli aylıklarına yapılan % 30 oranındaki artışla bu miktar; 36 632 069 x % 30 = 10 989 000 TL. 36 632 069 + 10 989 000 = 47 621 000 TL.’ye yükselecektir.

Adı geçene, bir defaya mahsus olarak ödenen emekli ikramiyesi farkı ise; (1 742 057 000 -
965 197 000) = 776 860 000 TL.’dir.

Devlet Memuru ve emekli aylıklarında, gelecek yıllara sari olarak yapılacak artış oranını tahmin etmek mümkün bulunmadığından bu konuda bir hesaplama yapılamamıştır.

Cevap 6, 7, 8. Bu konularda Başkanlığımızca bir inceleme yaptırılmaktadır. Ayrıca, yazılı sorunuza verilen cevap münasebetiyle konunun Maliye Bakanlığı tarafından da incelemeye alındığı öğrenilmiş bulunmaktadır.

 

 

EK -1

(TBMM Müşavir) Emekli Maaşı ve İkramiyesi Hesabı

Adı Soyadı Der. Ek. Gös. Unvanı Hizmeti Makam Taz.

Şölen Başköylü 1/1 6 100 Müşavir 20 yıl 5 ay

Ödenekler Gösterge X Katsayı = Toplam

Emek. esas aylık 4/3 985 4 475 4 407 875

Ek gösterge 6 100 4 475 27 297 500

Kıdem aylık 400 4 475 1 790 000

Taban aylık 28 100 1 000 28 100 000

Tazminat 9 500 X 4 475 X % 100 42 512 500

Brüt Tutar 104 107 875

Bir aylık emekli maaşı Emekli ikramiyesi (Taz. % 60)

1 aylık : 73 309 294 87 102 875 X 20 yıl = 1 742 057 500

 

(Ziraat Bankası Şef Yardımcısı) Emekli Maaşı ve İkramiye Hesabı

Adı Soyadı Der. Ek. Gös. Unvanı Hizmeti Makam Taz.

Şölen Başköylü 4/3 650 Şef 20 yıl 5 ay

Ödenekler Gösterge X Katsayı = Toplam

Emek. esas aylık 4/3 985 4 475 4 407 875

Ek gösterge 650 4 475 2 908 750

Kıdem aylık 400 4 475 1 790 000

Taban aylık 28 100 1 000 28 100 000

Tazminat % 35 14 879 375

Brüt Tutar 52 086 000

Bir aylık emekli maaşı Emekli ikramiyesi (Taz. % 26)

1 aylık : 36 677 225 48 259 875 X 20 = 965 197 500

 

EK - 2

Adı Soyadı : Şölen Başköylü 1 000

Unvanı :

Sicil No. : (15 Eylül - 14 Ekim 1997)

AD : 1/1 ED : 4/3 (6 100) 4/3 (650)

 

TBMM Ziraat Bankası

Tahakkuk Bilgileri 1. Derece Müşavir Şef Yardımcısı Fark

                                                                       

Aylık/sözleşme tutarı 5 907 98 874

Ek gösterge/ikramiye 27 297

TBMM Ziraat Bankası

Tahakkuk Bilgileri 1. Derece Müşavir Şef Yardımcısı Fark

                                                                       

Taban aylığı 28 100

Kıdem aylığı 1 790

İş riski-iş güç. 11 693

Fazla çalışma ücreti 14 879

Özel hizmet tazminatı 125 411

Aile ve çocuk yard.

Lojman + yabancı dil taz.

Makam tazminatı

Emekli Keseneği % 20 10 418 10 310

Giriş - terfi 24 390

Zor. tas. kes. % 3 6 452 2 966

Konut edin. yardımı

Tayin bedeli

                                                                     

Tahakkuk toplamı 256 337 112 150 144 187

Emekli Sandığı Kesintiler

Emekli San. kes. % 15 7 813 7 735

Emekle Dev. kes. % 20 10 418 10 310

Artış (Terfi) 48 780

Giriş aidatı

Hizmet borç

İnzibati ceza

İkraz

                                                                     

Toplam 67 011 18 045

Yasal Kesintiler

Gelir vergisi 10 539 21 503

Damga vergisi ‰ 4.8 1 032 474

Kefalet aidatı

Zor. tas. kes. % 2 4 301 1 977

Zor. tas. kes. % 3 6 452 2 966

İcra

Kira

Kişi borcu

Sözleşme pulu

Konut edindirme

                                                             

Toplam 22 324 26 920

                                                                     

Tahakkuk Toplamı 256 337 112 150

                                                             

 

Kesintiler Toplamı 89 335 44 965

                                                                     

Ödenmesi Gereken 167 002 67 185 99 817

7. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, İstanbul Pendik Kentköy Havaalanı ihalesine ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı İsmet Sezgin’in yazılı cevabı (7/4291)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımınMillî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın İsmetSezgin tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Bülent Akarcalı İstanbul

1. İhale edilen İstanbul Pendik Kentköy Havaalanı aynı zamanda sivil ihtiyaçlara da cevap verecek midir?

2. Evet ise nasıl ve ne şekilde? Bu hususta Ulaştırma Bakanlığı ile ne gibi bir işbirliği yapılmıştır?

3. İhaleye hangi firmalar ve hangi ölçülere dayalı olarak davet edilmişlerdir?

4. Proje bedeli olan 70 milyar doları kim finanse edecektir? Bu bedel sabit bir fiyat mıdır, eskalasyona tabi midir?

5. İhaleye davet edilen firmaların havaalanı inşaatı konusundaki reel referansları var mıdır? Varsa hangileridir?

T.C. Millî Savunma Bakanlığı 18.2.1998 Kanun : 1998/119-TÖ

Konu : Soru Önergesi

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Bşk.lığının 2.2.1998 tarihli ve A.01.0.GNS.0.10.02-7/4291-10712/27030 sayılı yazısı.

İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı tarafından verilen ve ilgi ekinde gönderilerek cevaplandırılması istenilen 7/4291 sayılı “İstanbul Pendik Kentköy Havaalanı İhalesine İlişkin” yazılı soru önergesinin cevabı ektedir.

Arz ederim.

İsmet Sezgin Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı

İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı tarafından verilen 7/4291 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı

1. “İstanbul-Pendik-Kurtköy Havaalanı alt yapı tesisleri” özellikle sivil ihtiyaçlara cevap vermek maksadına yönelik olarak, yıllık on milyon yolcu kapasitesini karşılayacak şekilde dizayn edilmiştir.

2. Projenin gerek altyapı tesisleri, gerekse uçuş ünitelerine yönelik avan projeleri; diğer Devlet hava meydanlarında olduğu gibi, ancak gelirleri Savunma Sanayi fonlarına dahil edilecek şekilde, Savunma Sanayii Müsteşarlığınca Ulaştırma Bakanlığı DLHİ Gn. Md.lüğüne hazırlattırılmıştır.

3. İhaleye, son 15 (Onbeş) yıl içerisinde bizzat müteahhit olarak yurt içinde bir kamu sektörüne karşı, inşa temin ve tesis yönünden geçici ve kesin kabulünü yaptırmış ve bu süre zarfında müteahhitlik hizmetine devam etmiş olmak kaydı ile yeterlilik aldığı belirlenen aşağıdaki firmalar davet edilmişlerdir.

1. A. Nihat Özsan İnş. San. A.Ş.

2. EKO İnş. ve Tic. Ltd.Şti.

3. ERKEM İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti.

4. KİSKA Kom. Şti.

5. MAKİMSAN Asf. Taah. İnş. ve San. A.Ş.

6. MAKTAŞ Mak. Elk. Tic. A.Ş.

7. MAKYAL İnş. ve Tic. A.Ş.

8. METİŞ İnş. ve Tic. A.Ş.

9. MÖN İnş. ve Tic. Ltd. Şti.

10. Orhan Evin İnş. San. ve Tic. A.Ş.

4. Proje bedeli, 70 milyar dolar olmayıp, 16 Ocak 1998 tarihinde sözleşmeye bağlanan ilk bölümü, yaklaşık 88 milyon ABD Dolarına tekabül etmektedir.

Yatırım Savunma Sanayii Destekleme Fonundan finanse edilecektir. Fiyat, eskalasyona tabidir.

5. İhalelere davet edilen firmaların havaalanı inşaatı konusunda reel referansları vardır. Bunlar;

a) A. Nihat Özsan İnş. San. A.Ş. : Eskişehir Havaalanı, Diyarbakır Havaalanı, İstanbul Yeşilköy Hava Limanı, Erzincan Havaalanı,

b) EKO İnş. ve Tic. Ltd. Şti. : Muş Havaalanı, Batman Havaalanı, İncirlik Havaalanı, Bandırma Havaalanı, Cumaovası Adnan Menderes Hava Limanı,

c) ERKEM İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. : SivrihisarHavaalanı,

d) KİSKA Kon. Şti. : Yenişehir Havaalanı, Diyarbakır Havaalanı, Erhaç Havaalanı, Çorlu Havaalanı,

e) MAKİMSAN Asf. Taah. İnş. ve San. A.Ş. : Erzurum Havaalanı, Mürted Havaalanı, Balıkesir Havaalanı,

f) MAKTAŞ Mak. Elk. Tic. A.Ş. : Yenişehir Havaalanı,

g) MAKYAL İnş. ve Tic. A.Ş. : Afyon Havaalanı, İncirlik Havaalanı,

ğ) METİŞ İnş. ve Tic. A.Ş. : Afyon Havaalanı, Konya Havaalanı, İzmir Efes Havaalanı, Diyarbakır Havaalanı, Sivrihisar Havaalanı,

h) MÖN İnş. ve Tic. Ltd. Şti. : Eskişehir Havaalanı, Konya Havaalanı, Kars Havaalanı, Gaziantep Havaalanı, Antalya Havaalanı, Atatürk Hava Limanı,

ı) Orhan Evin İnş. San. ve Tic. A.Ş. : Denizli - Çardak Havaalanı, Merzifon Havaalanı, Akhisar Havaalanıdır.

Bilgilerine arz ederim.

İsmet Sezgin Millî Savunma Bakanı ve BaşbakanYardımcısı

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.