DÖNEM : 20 CİLT :
41 YASAMA YILI : 3
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
38 inci Birleşim
6 . 1 .
1998 Salı
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. — GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II. — GELEN KÂĞITLAR
III. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. — Sıvas Milletvekili Mahmut Işık’ın, Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanının uygulamalarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer’in cevabı
2. —Tokat Milletvekili Ahmet
Feyzi İnceöz’ün Verem Savaş Haftasına ilişkin gündemdışı konuşması ve Sağlık
Bakanı Halil İbrahim Özsoy’un cevabı
3. —İstanbul Milletvekili Sedat Aloğlu’nun Türkiye-Avrupa Birliği
ilişkilerine ilişkin gündemdışı konuşması
B)TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.—Türkmenistan’a gidecek olan Başbakan A. Mesut Yılmaz’a, dönüşüne
kadar, Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bülent Ecevit’in vekâlet etmesinin
uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1243)
2.—Türkmenistan’a gidecek olan Devlet Bakanı Ahat Andican’a, dönüşüne
kadar, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1244)
3. —Türkmenistan’a gidecek olan Devlet Bakanı Cavit Kavak’a, dönüşüne
kadar, Devlet Bakanı Güneş Taner’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1245)
4.—Türkmenistan’a gidecek olan Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa Rüştü
Taşar’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in vekâlet etmesinin
uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1246)
5. —Türkmenistan’a gidecek olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa
Cumhur Ersümer’e, dönüşüne kadar, Orman Bakanı Ersin Taranoğlu’nun vekâlet
etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1247)
6. —Türkmenistan’a gidecek olan Turizm Bakanı İbrahim Gürdal’a, dönüşüne
kadar, İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun vekâlet etmesinin uygun
görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1248)
7.—Türkmenistan’a gidecek olan Kültür Bakanı İstemihan Talay’a, dönüşüne
kadar, Devlet Bakanı Hasan Hüsamettin
Özkan’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi (3/1249)
8.—Almanya’ya gidecek olan Maliye Bakanı Zekeriya Temizel’e, dönüşüne
kadar, Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın vekâlet etmesinin uygun
görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1250)
9.—Ağrı Milletvekili Mehmet Sıddık Altay’ın (6/661, 665) esas numaralı
sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/289)
10.—Başbakan A. Mesut Yılmaz’ın Bulgaristan’a yaptığı resmî ziyarete
katılmaları uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi
(3/1251)
11. —Başbakan A. Mesut Yılmaz’ın
Amerika Birleşik Devletlerine yaptığı resmî ziyarete katılması uygun görülen
milletvekiline ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1252)
12.—Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın
Küba’ya bir heyetle yaptığı resmî ziyarete katılması uygun görülen
milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1254)
B)GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.—Ağrı Milletvekili Mehmet Sıddık Altay ve 20 arkadaşının, sınır
ticaretinin yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi için alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/227)
2.—Antalya Milletvekili Yusuf Öztop ve 20 arkadaşının, Alanya’da meydana
gelen sel felaketinin neden olduğu zararların araştırılarak alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/228)
3.—Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 32 arkadaşının, bedelsiz
ithalatla ilgili reklam ihalelerinde yolsuzluk ve partizanlık yapıldığı
iddialarını araştırmak amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/229)
4. —İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 22 arkadaşının, TBMM Genel
Kurul Salonunun yenilenmesiyle ilgili olarak ileri sürülen yolsuzluk ve
usulsüzlük iddialarını araştırmak amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/230)
5. —İçel Milletvekili Turhan Güven ve 19 arkadaşının, TBMMGenel Kurul
Salonunun yenilenmesi ihalesiyle ilgili olarak ileri sürülen iddiaları
araştırmak amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/231)
IV. —GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A) GÖRÜŞMELER
1.—Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük ve 37 arkadaşı ile Ankara
Milletvekili Cemil Çiçek ve 22 arkadaşının, Avrupa Birliği ve Kıbrıs başta
olmak üzere Hükümetin izlediği dışpolitika konusunda genel görüşme açılmasına
ilişkin önergesi (8/15, 17)
V.—SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.—Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bülent Ecevit’in, İstanbul
Milletvekili Tansu Çiller’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması
2.—Başbakan A. Mesut Yılmaz’ın, İstanbul Milletvekili Tansu Çiller’in
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
3.—İstanbul Milletvekili Tansu Çiller’in, Başbakan Yardımcısı ve Devlet
Bakanı Bülent Ecevit’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması
VI.—SEÇİMLER
A) RADYO VE TELEVİZYON ÜST KURULUNA ÜYE
SEÇİMİ
1.—Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda açık bulunan üyeliğe seçim
VII.—SORULAR VE CEVAPLAR
A)YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.—Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, avukatlık kanununda
yapılacak değişikliğe ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mahmut Oltan Sungurlu’nun
yazılı cevabı (7/3447)
2.—Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, kamu kurum ve
kuruluşlarında kullanılan makam ve hizmet araçlarının sayısı ile yakıt
miktarlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan ve
Devlet bakanı Metin Gürdere’nin yazılı cevapları(7/3857)
3.—Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş’ın, personel atamalarına ve
görev yerleri değiştirilenlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Metin Gürdere ve Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan’ın yazılı cevapları (7/3858)
4.—Kilis Milletvekili Mustafa Kemal Ateş’in, personel atamalarına ve
görev yerleri değiştirilenlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Metin Gürdere ve Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan’ın yazılı cevapları (7/3866)
5.—Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, T.H.K.’ca düzenlenen 1 inci
Dünya Hava Olimpiyatlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Yücel
Seçkiner’in yazılı cevabı (7/3877)
6.—Yozgat Milletvekili İlyas Arslan’ın, Yozgat-Saraykent Belediye
Başkanının görevden alınmasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat
Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3884)
7.—Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, Türkmenistan-İran doğalgaz boru
hattının Erzurum’dan geçip geçmeyeceğine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer’in yazılı cevabı (7/3905)
8.—Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in,Ankara Büyükşehir Belediyesine
bağlı çocukevlerine ilişkin sorusu ve
İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3943)
9.—İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, lokanta ve okuma salonlarına
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı
cevabı (7/3946)
10.—Sakarya Milletvekili Nezir Aydın’ın, Sakarya Ferizli ve Karapürçek
ilçelerinde kurulması planlanan Ziraat Bankası şubelerine ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı Güneş Taner’in yazılı cevabı (7/3951)
11.—Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın;
—Ahırlı ve Yalıhüyük’e bağlı bazı yerleşim birimlerinin,
— Konya Güneysınır İlçesi Habiller Köyü,
—Güneysınır İlçesine bağlı bazı yerleşim birimlerinin,
— Karatay-Şatır, Bakırtolu, Ortakonak, Katrancı, İpekler, Köseali,
Obruk-Sürüç köylerinin,
—Bozkır İlçesine bağlı bazı yerleşim birimlerinin,
Yollarına ilişkin soruları ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’ın yazılı
cevabı (7/3955, 7/3956, 7/3957, 7/3961, 7/3962)
12.—Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın;
—Trafik kazalarına,
İlişkin soruları ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı
(7/3958, 7/3959)
13.—Elazığ Milletvekili Ömer Naimi Barım’ın, Elazığ-Baskil İlçesi
Karakaya Barajı gölünden sulanacak arazilere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Mustafa Yılmaz’ın yazılı cevabı (7/3968)
14.—İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, Mardin Valisinin süryani
manastırında verilen dini eğitimi yasakladığı ididialarına ilişkin sorusu ve
İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3973)
15. —Rize Milletvekili Avni Kabaoğlu’nun, bir şahsın T.B.M.M.
Personeli olup olmadığına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (7/4015)
I.—GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 10.00’da açılarak dört oturum yaptı.
Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Ulaştırma Bakanı Necdet
Menzir’e, Devlet Bakanı Refaiddin Şahin’in vekâlet etmesinin uygun görülmüş
olduğuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Genel Kurulun 24.12.1997 tarihli 36 ncı Birleşiminde alınan karar
uyarınca Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin 31.12.1997 tarihinden
itibaren altı ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi görüşülerek
kabul edildi.
1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları
ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap
Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670; 1/633; 3/1046; 1/634, 3/1047) (S. Sayıları
:390, 391, 401, 402) üzerindeki görüşmeler tamamlandı.
Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın
grup adına konuşmasında ileri sürmüş oldukları görüşlerden farklı görüşleri
partilerine atfetmesi;
Sıvas Milletvekili Temel Karamollaoğlu, Başbakan A. Mesut Yılmaz’ın
konuşmasında partilerine sataşması;
Başbakan A. Mesut Yılmaz’da, Sıvas Milletvekili Abdüllatif Şener’in
konuşmasında şahsına sataşması;
Nedenleriyle birer konuşma yaptılar.
1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları
ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap
Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670; 1/633; 3/1046; 1/634, 3/1047) (S. Sayıları
:390, 391, 401, 402) açık oya sunuldu; oyların ayrımı sonucunda, kabul edilip
kanunlaştıkları açıklandı.
Başbakan A. Mesut Yılmaz, bütçenin kabulü nedeniyle, Genel Kurula bir
teşekkür konuşması yaptı.
Alınan karar gereğince, Avrupa Birliği ve dış politika
konusundaki genel görüşmeyi ve Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna üye seçimini
yapmak için, 6 Ocak 1998 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime
20.47’de son verildi.
Hikmet Çetin
Başkan
Levent Mıstıkoğlu Zeki
Ergezen
Hatay Bitlis
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Mustafa Baş Mehmet
Korkmaz
İstanbul Kütahya
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
II. GELEN KAĞITLAR
26.12.1997 CUMA No : 59
Sözlü Soru Önergeleri
1. — Ankara
Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Erzurum Atatürk ve Kayseri Erciyes
Üniversitesi yurtlarında kalan öğrencilerin yemekten zehirlendikleri iddiasına
ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/810) (Başkanlığa geliş
tarihi : 24.12.1997)
2. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Ağrı İline bağlı bazı yerleşim birimlerindeki YİBO
ve İlköğretim okulu ihalelerine ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru
önergesi (6/811) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1997)
3. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Ağrı İlindeki köy okullarının araç-gereç ve
öğretmen ihtiyacı ile kapalı köy okullarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/812) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1997)
4. — Ağrı Milletvekili Celal Esin’in, Ağrı’ya
bağlı bazı yerleşim birimlerine ana-çocuk sağlığı merkezleri kurulup
kurulmayacağına ve Hamur ve Doğubeyazıt Hastane inşaatlarına ilişkin Sağlık
Bakanından sözlü soru önergesi (6/813) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1997)
5. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Ağrı ve ilçelerindeki sağlık yatırımlarına ilişkin
Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/814) (Başkanlığa geliş tarihi :
24.12.1997)
6. — Ağrı Milletvekili Celal Esin’in, Diyadin
Barajı Projesine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru
önergesi (6/815) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1997)
7. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Ağrı’nın enerji sorunlarına ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/816) (Başkanlığa geliş tarihi :
24.12.1997)
8. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Tutak Karahalit Barajı Projesine ilişkin Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/817) (Başkanlığa geliş tarihi
: 24.12.1997)
9. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Tutak Kesik Barajı Projesine ilişkin Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/818) (Başkanlığa geliş tarihi
: 24.12.1997)
10. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Ağrı-Tutak İlçesinin laboratuvar ihtiyacına ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/819) (Başkanlığa geliş
tarihi : 24.12.1997)
11. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Ağrı-Taşlıçay İlçesinin laboratuvar ihtiyacına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/820) (Başkanlığa
geliş tarihi : 24.12.1997)
12. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Ağrı-Eleşkirt İlçesinin laboratuvar ihtiyacına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/821) (Başkanlığa
geliş tarihi : 24.12.1997)
13. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Ağrı-Diyadin İlçesinin laboratuvar ihtiyacına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/822) (Başkanlığa
geliş tarihi : 24.12.1997)
14. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Ağrı-Hamur İlçesinin laboratuvar ihtiyacına ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/823) (Başkanlığa geliş
tarihi : 24.12.1997)
15. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Ağrı-Doğubeyazıt İlçesinin laboratuvar ihtiyacına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/824) (Başkanlığa
geliş tarihi : 24.12.1997)
16. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Ağrı İlinde hayvancılığı teşvik için yapılacak
çalışmalara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/825)
(Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1997)
17. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Ağrı’ya bağlı bazı yerleşim birimlerinin yollarına
ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından sözlü soru önergesi (6/826) (Başkanlığa geliş tarihi :
24.12.1997)
18. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Ağrı’da kayak merkezi kurulup kurulmayacağına
ilişkin Turizm Bakanından sözlü soru önergesi
(6/827) (Başkanlığa geliş tarihi :
24.12.1997)
19. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Ağrı-Patnos kapalı spor salonu inşaatına ilişkin
Devlet Bakanından sözlü soru önergesi
(6/828) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1997)
20. — Ağrı
Milletvekili Celal Esin’in, Ağrı’ya bağlı bazı yerleşim birimlerinin içme suyu
sorununa ilişkin Devlet Bakanından sözlü soru önergesi (6/829) (Başkanlığa
geliş tarihi : 24.12.1997)
21. — Niğde
Milletvekili Mehmet Salih Katırcıoğlu’nun, Niğde İli Çiftlik İlçesi
kanalizasyonunun çevreyi kirlettiği iddiasına ilişkin Başbakandan sözlü soru
önergesi (6/830) (Başkanlığa geliş tarihi : 25 .12.1997)
Yazılı Soru Önergeleri
1. — Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız’ın,
Bandırma Küçük Sanayi Sitesindeki sağlık istasyonuna ilişkin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/4098) (Başkanlığa geliş tarihi :
24.12.1997)
2. — İçel
Milletvekili D.Fikri Sağlar’ın, Kapıkule-Edirne karayolunda öldürülen kişilere
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4099) (Başkanlığa geliş tarihi :
24.12.1997)
3. — Aksaray
Milletvekili Sadi Somuncuoğlu’nun, personel atamalarına ilişkin Kültür
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4100)
(Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1997)
4. — Aksaray
Milletvekili Sadi Somuncuoğlu’nun, belediyelere yapılan yardımlara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4101) (Başkanlığa geliş tarihi :
24.12.1997)
5. — Aksaray
Milletvekili Sadi Somuncuoğlu’nun, personel atamalarına ilişkin Devlet
Bakanından yazılı soru önergesi.
(7/4102) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1997)
6. — Balıkesir
Milletvekili İlyas Yılmazyıldız’ın, pancar üreticilerinin sorunlarına ilişkin
Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/4103) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.12.1997)
7. — Balıkesir
Milletvekili İlyas Yılmazyıldız’ın, Gönen Organize Deri Sanayi bölgesi
inşaatına ve kredi faizlerinin düşürülmesine ilişkin Sanayi ve Ticaret
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4104)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
8. — Bursa
Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa-Yenişehir Havaalanı inşaatına
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4105) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.12.1997)
9. — Bursa
Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa-Doğalgaz Dağıtımı şebekesi
projesine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4106) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
10. — Bursa
Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa-Doğalgaz ve Kombine Çevrim Santralı
projesine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4107) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.12.1997)
11. — Bursa
Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa-Kapalı Çarşı onarım projesine
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/4108) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.12.1997)
12. — Bursa
Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa-Çelikpalas yeni otel toplantı salonu
ve havuz projesine ilişkin Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/4109) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.12.1997)
13. — Bursa
Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa-Nilüfer Eğitim Merkezi inşaatına
ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi.
(7/4110) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
14. — Bursa
Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, depremlerin önceden belirlenmesi ve
uygulama merkezi araştırmaları projesine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4111) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.12.1997)
15. — Bursa
Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa’da kaçak mazot satışı yapıldığı
iddiasına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/4112) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.12.1997)
16. — İstanbul Milletvekili Azmi Ateş’in, yazılı soru
önergelerine Hükümet adına verilen cevaplara ilişkin Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanından yazılı soru
önergesi (7/4113) (Başkanlığa geliş
tarihi : 26.12.1997)
17. — Aydın Milletvekili Cengiz Altınkaya’nın, Didim
Belediyesi’nce yapılan kanalizasyon ihalesine ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4114) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
18. — Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, Bakanlıkça
bastırılarak dağıtılan takvimlere ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4115) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
19. — Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın,
Karaman-Mersin, Karaman-Konya, Karaman-Ereğli arasındaki yol çalışmalarına
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/4116) (Başkanlığa
geliş tarihi : 25.12.1997)
20. — Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Karaman’da
yatırım programına alınan köylere ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4117)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
21. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa
Büyükşehir Belediyesinin bazı projelerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4118) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
22. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa
BUSKİ Genel Müdürlüğü’nün bazı projelerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4119) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
23. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, İller
Bankası Genel Müdürlüğü’nün Bursa’daki bazı yatırım projelerine ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/4120) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.12.1997)
24. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Uludağ Üniversitesi’ne ait bazı
projelere ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4121) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.12.1997)
25. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Bursa- Karacabey Sanatkârlar Küçük Sanayi Sitesi Projesine ilişkin Sanayi ve
Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/4122) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.12.1997)
26. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Bursa-Merkez Organize Deri Sanayi Bölgesi Projesine ilişkin Sanayi ve
Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4123) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
27. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Bursa-İnegöl Küçük Sanayi Sitesi Projesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/4124)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
28. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Bursa-Yenişehir Küçük Sanayi Sitesi Projesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/4125)
(Başkanlığa geliş tarihi: 25.12.1997)
29. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Bursa-Orhaneli, İnegöl ve Osmangazi Hastane projelerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4126)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
30. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, DLH
Genel Müdürlüğü’nün Bursa’daki yatırım projelerine ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4127) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
31. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Bursa’daki bazı yatırım projelerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4128)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
32. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Bursa-Karacabey Küçük Sanayi Sitesi III. Bölüm projelerine ilişkin Sanayi ve
Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/4129) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.12.1997)
33. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa
SAGEM Araştırma Projelerine ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4130) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
34. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Bursa-Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi projesine ilişkin Sanayi ve Ticaret
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4131) (Başkanlığa geliş tarihi :25.12.1997)
35. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Bursa-Orhangazi Küçük Sanayi Sitesi 2. Bölüm projesine ilişkin Sanayi ve
Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4132) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
36. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa
ve Yenişehir Meteoroloji istasyonu binalarına ilişkin Devlet Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4133) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
37. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
DSİ’nin Bursa İlindeki bazı yatırım projelerine ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4134) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.12.1997)
38. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Bursa-Mustafakemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi projesine ilişkin Sanayi ve
Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/4135) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.12.1997)
39. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa
Karacabey Etüt projesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4136) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
40. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa
İçme suyu projesine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4137) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
41. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Bursa’daki S.S.K hastanelerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4138) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
42.— Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa
Köy Suyu Yapımı Projesi’nin kapsamına ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4139) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
43.— Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa-
Orhaneli Kömür Rezervi İskân projesine ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4140) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
44. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa
Köy İçme Suyu Yapımı Projesine ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4141) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
45. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa
Uludağ Üniversitesi’ne ait bina inşaatlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4142) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
46. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Bursa’daki bazı yatırım projelerine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4143)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
47. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Bursa’daki bazı fakülte binası inşaatlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4144)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
48. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, bazı
sağlık projelerine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4145)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
49. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Bursa’daki bazı hastane inşaatlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4146)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
50. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Bursa’daki bazı hastane binası
inşaatlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4147)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
51. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün inşaat porjelerine ilişkin Devlet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4148) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
52. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Karayolları Genel Müdürlüğü’ne ait bazı projelere ilişkin Bayındırlık ve İskan
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4149) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
53. — Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Gemlik-Orhangazi yolu üzerinde çimento fabrikası kurulup kurulmayacağına
ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/4150) (Başkanlığa
geliş tarihi : 25.12.1997)
54.— İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın,
Kütahya’da kapanan demiryolu hattını açmak için görevlendirilen araçların
masraflarına ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi.(7/4151)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
55. — İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, kiraya
verilen işyerlerine ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4152)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
56. — İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, özel
firmalara kiraya verilen alana ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4153) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.12.1997)
57. — İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, kiraya
verilen dükkânlara ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4154)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
58. — İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın,
ihalesiz olarak kiraya verildiği iddia edilen işyerlerine ilişkin Devlet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4155) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
59. — İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın,
usulsüz olarak kiraya verildiği iddia edilen mahallere ilişkin Devlet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4156) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
60. — İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın,
Trabzon Limanı’nda kiraya verilen bir alana ilişkin Devlet Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4157) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
61. — İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın,
personel atamalarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4158) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
62. — İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, özel
bir kömür işletmesinin Tavşanlı-Emirler Köyü’nde demiryoluna verdiği zarara
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4159) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.12.1997)
63.— İstanbul
Milletvekili Halit Dumankaya’nın, özel bir kömür işletmesine usulsüz ruhsat
verildiği iddiasına ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4160) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
64. — İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın,
Tavşanlı’da özel bir kömür işletmesine ait posaların kayması nedeniyle
demiryollarının uğradığı zarara ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4161) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
65. — İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Ö.
Lütfü Topal cinayeti hakkında Kastamonu Cezaevinde bulunan tutuklular
tarafından ortaya atılan iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4162) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
66. — Adıyaman Milletvekili Celal Topkan’ın, TPAO’ya
güvenlik görevlisi olarak alınan
personele ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4163) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.12.1997)
67. — İzmir Milletvekili Veli Aksoy’un, Ege
Üniversitesi’nde bir öğrenciye ajanlık teklif edildiği iddiasına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4164) (Başkanlığa geliş tarihi :
26.12.1997)
68. — Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Çankaya
Belediyesince ışıklandırılan yerler için yapılan harcamalara ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4165) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.12.1997)
6.1.1998 SALI No. :60
Tasarı
1. — 190 Sayılı
Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvelde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/700) (Adalet ve Plan ve Bütçe
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.12.1997)
Teklifler
1. — İstanbul
Milletvekili Ercan Karakaş ve 6 Arkadaşının; 3.12.1960 Tarihli ve 193 Sayılı
Gelir Vergisi Kanununun 40 ıncı Maddesinin 9 uncu Bendine Fıkralar Eklenmesine
Dair Kanun Teklifi (2/1015) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve
Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.12.1997)
2.— Çorum
Milletvekili Bekir Aksoy ve 2 Arkadaşının; Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı
Kanununa Bir Ek Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/1016) (Plan ve
Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.12.1997)
3.— İstanbul
Milletvekili Osman Yumakoğulları ve 22 Arkadaşının; Seçimlerin Temel Hükümleri
ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun İle Milletvekili Seçimi Kanununun Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1017) (Anayasa
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.12.1997)
4. — Konya
Milletvekili Mehmet Ali Yavuz ve 10 Arkadaşının; Konya İlinde İçeriçumra Adıyla
Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/1018) (İçişleri ve Plan ve Bütçe
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.12.1997)
Tezkereler
1. — Kayseri
Milletvekili İbrahim Yılmaz’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1239) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.12.1997)
2. — Afyon
Milletvekili Nuri Yabuz’un Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1240) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.12.1997)
3. — Gaziantep
Milletvekili Kahraman Emmioğlu’nun Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1241) (Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.12.1997)
4. — İstanbul
Milletvekili Meral Akşener’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi (3/1242) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.12.1997)
Raporlar
1. — 625 Sayılı
Özel Öğretim Kurumları Kanunu İle 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun
Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında 254 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname
İle 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik
Yapılmasına Dair 326 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/71, 1/111) (S. Sayısı : 168’e 1 inci
ek) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998)
(GÜNDEME)
2. — Türkiye
Büyük Millet Meclisi Saymanlığının Nisan, Mayıs ve Haziran 1997 Ayları
Hesabına Ait Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu
(5/18) (S. Sayısı : 408) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998) (GÜNDEME)
3. — Türkiye
Büyük Millet Meclisi Saymanlığının Temmuz, Ağustos ve Eylül 1997 Ayları
Hesabına Ait Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hesaplarını İnceleme
Komisyonu Raporu (5/19) (S. Sayısı : 409) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998) (GÜNDEME)
4. —
Cumhurbaşkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesap Cetvelinin Sunulduğuna İlişkin
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Tezkeresi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (3/926) (S. Sayısı : 410) (Dağıtma tarihi
: 6.1.1998) (GÜNDEME)
5. — Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Sayıştay Başkanlığının 1996 Malî Yılı
Kesinhesabına İlişkin Türkiye Büyük Millet
Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporu (5/17) (S. Sayısı : 411)
(Dağıtma tarihi : 6.1.1998) (GÜNDEME)
6. — Türkiye
Cumhuriyeti ile Çek Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe ve
Dışişleri komisyonları raporları (1/685)
(S. Sayısı : 413) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998) (GÜNDEME)
7. — Tanıtma Fonu
Teşkili ile 11.7.1939 Tarihli ve 3670 Sayılı Millî Piyango Teşkiline Dair
Kanunun 4 üncü Maddesine Bir Bent Eklenmesi Hakkında 3230 Sayılı Kanuna Bir Ek
ve Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin Kanun Tasarısı ve Kahramanmaraş
Milletvekili Hasan Dikici ve 30 Arkadaşının Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifi ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/575, 2/941) (S. Sayısı : 414) (Dağıtma tarihi
: 6.1.1998) (GÜNDEME)
8. — Türkiye Cumhuriyeti ile Estonya Cumhuriyeti
Arasında Serbest Ticaret Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe ve Dışişleri komisyonları raporları (1/622) (S.
Sayısı : 415) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998) (GÜNDEME)
9. — Türkiye
Cumhuriyeti ile Litvanya Cumhuriyeti
Arasında Serbest Ticaret Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe ve Dışişleri komisyonları raporları (1/623) (S.
Sayısı : 416) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998) (GÜNDEME)
10. — Türkiye
Cumhuriyeti ile Slovak Cumhuriyeti
Arasında Serbest Ticaret Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna İlişkin
Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe ve Dışişleri komisyonları raporları (1/686) (S.
Sayısı : 417) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998) (GÜNDEME)
11. — Türkiye
Cumhuriyeti ile Macaristan Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesisine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan
ve Bütçe ve Dışişleri komisyonları raporları (1/621) (S. Sayısı : 418) (Dağıtma
tarihi : 6.1.1998) (GÜNDEME)
12. — Türk Ceza
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Aydın Milletvekili
Yüksel Yalova’nın Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/653, 2/430) (S. Sayısı : 420) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998) (GÜNDEME)
13. — Konya
Milletvekili Necmettin Erbakan ile İstanbul Milletvekili Mukadder Başeğmez’in
Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu
(3/176) (S. Sayısı : 421)
(Dağıtma tarihi : 6.1.1998) (GÜNDEME)
14. — Antalya
Milletvekili Deniz Baykal’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/181) (S. Sayısı : 422) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998)
(GÜNDEME)
15. — Afyon
Milletvekili Kubilay Uygun’un Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/860) (S. Sayısı : 423) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998)
(GÜNDEME)
16. — İzmir
Milletvekili Sabri Ergül’ün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/924) (S. Sayısı : 424) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998)
(GÜNDEME)
17. — İstanbul
Milletvekili Emin Kul’un Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/830) (S. Sayısı : 425) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998)
(GÜNDEME)
18. — Samsun
Milletvekili Murat Karayalçın’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/1144) (S. Sayısı : 426) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998)
(GÜNDEME)
19. — Samsun
Milletvekili Murat Karayalçın’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/855) (S. Sayısı : 427) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998)
(GÜNDEME)
20. — Ardahan
Milletvekili İsmet Atalay’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/845) (S. Sayısı : 428) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998) (GÜNDEME)
21. — Rize
Milletvekili Mesut Yılmaz’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/171) (S. Sayısı : 429) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998)
(GÜNDEME)
22. — İstanbul
Milletvekili Ali Talip Özdemir’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/314) (S. Sayısı : 430) (Dağıtma tarihi :
6.1.1998) (GÜNDEME)
23. — Konya
Milletvekili Necmettin Erbakan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/186) (S. Sayısı : 431) (Dağıtma tarihi :
6.1.1998) (GÜNDEME)
24. — İstanbul
Milletvekili Ali Talip Özdemir’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/211) (S. Sayısı : 432) (Dağıtma tarihi:
6.1.1998) (GÜNDEME)
25. — Seferberlik
ve Savaş Hali Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tasarısı ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/583) (S. Sayısı : 433) (Dağıtma
tarihi : 6.1.1998) (GÜNDEME)
26. — Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun Bir Maddesinde
Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun Tasarısı ve
Millî Savunma Komisyonu
Raporu (1/487) (S. Sayısı : 434) (Dağıtma tarihi : 6.1.1998) (GÜNDEME)
Meclis Araştırması Önergeleri
1. — Ağrı Milletvekili M.Sıddık Altay ve 20
arkadaşının, sınır ticaretinin yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi için
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/227) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.12.1997)
2. — Antalya Milletvekili Yusuf Öztop ve 20 arkadaşının
Alanya’da meydana gelen sel felaketinin neden olduğu zararların araştırılarak
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/228) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.12.1997)
3. — Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 32
arkadaşının, “Bedelsiz ithalat”la ilgili reklam ihalelerinde yolsuzluk ve
partizanlık yapıldığı iddialarını araştırmak amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/229) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.12.1997)
4. — İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 22
arkadaşının, TBMM Genel Kurul Salonu’nun yenilenmesiyle ilgili ileri sürülen
yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarını araştırmak amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/230) (Başkanlığa geliş tarihi : 5.1.1998)
5. — İçel Milletvekili Turhan Güven ve 19 arkadaşının,
TBMM Genel Kurul Salonu’nun yenilenmesi ihalesiyle ilgili olarak ileri sürülen
iddiaları araştırmak amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/231)
(Başkanlığa geliş tarihi : 5.1.1998)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 15.00
6 Ocak 1998 Salı
BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ
KÂTİP ÜYELER : Ali GÜNAYDIN (Konya), Zeki ERGEZEN
(Bitlis)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 38 inci
Birleşimini açıyorum.
Sayın milletvekilleri, çalışmalarımıza başlıyoruz.
Yeni yılın ilk birleşimini açarken, tüm milletvekili
arkadaşlarımın ve halkımızın yeni yıllarını kutluyorum. Yeni yılın Meclisimize,
halkımıza barış, huzur ve güven getirmesini diliyorum.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Şeffaflık da getirmesini_
BAŞKAN – Şeffaflık da getirmesini diliyorum. Ayrıca,
ramazan orucunu tutan tüm vatandaşlarımızın ramazanlarını da kutluyorum. (DYP
ve RP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, inanıyorum ki, bu yıl da,
yine, Yüce Meclisimiz çok faydalı, ülke ve millet için başarılı hizmetler
yapacaktır. Yine, yeni yılda, Meclisimiz barış içinde meselelere yaklaşacaktır,
inşallah -bazı çevrelerin beklediği gibi- artık bu salonlarda kavga olmadan,
milletvekillerimiz, barış içinde, birbirlerini anlayarak, fikirlerini özgürce,
ama, dostça söylerler ve karşı taraf da bunların fikirlerini beğenmese bile,
tepkileri, kavga şeklinde değil, karşı fikirleri dile getirme şeklinde olur.
Bu kısa açıklamayı yaptıktan sonra, üç arkadaşımıza
gündemdışı söz vereceğim.
III. — BAŞKANLIĞIN
GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. — Sıvas Milletvekili Mahmut Işık’ın,
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanının uygulamalarına ilişkin gündemdışı konuşması
ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer’in cevabı
BAŞKAN – Birinci gündemdışı sözü, Sıvas Milletvekili
Sayın Mahmut Işık'a veriyorum. Sayın Işık, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanının
uygulamalarıyla ilgili gündemdışı söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Işık. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika efendim.
MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Cumhur Ersümer'in,
seçim bölgem olan Sıvas'taki uygulamaları hakkında söz almış bulunuyorum. Sayın
Başkan, söz verdiğiniz için teşekkür ediyor, zatıâlinizi ve Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, yaklaşık beş ay önce, Sayın
Bakanı bizzat makamında ziyaret ederek, ilimdeki taleplerimizi şifahen arz
ettim. Bu ziyaretimden sonra üç ay bekledim ve sonuç alamayınca, Sayın Bakana
yazılı başvuruda bulunarak, aşağıdaki taleplerimi intikal ettirdim. Belirttiğim
taleplerimin partim için, Sıvas için çok önemli olduğunu, aksi takdirde konuyu
Sayın Başbakana ileteceğimi, yine sonuç alamazsam, her olay için mahallinde
eylem yapacağımı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji Komisyonu üyesi olmam nedeniyle de, Bakanlığıyla ilgili hiçbir konuya
oy vermeyeceğimi, kendilerine üzülerek bildirdim. Mektubumu aldınız mı diye
sorduğumda, almadığını söyledi. Bir örneğini sunarak, lütfen, çok önemle
bilgilerinize sunuyorum dedim.
Sayın Bakan çok önemli bir bakanlığı yürütüyor. Doğal
olarak, sorumlu mevkideki bir devlet adamına yakışır bir şekilde
"taleplerinizi aldım, şu nedenlerle uygundur" ya da
"değildir" şeklinde, nezaket kuralları ve devlet adamlığının gereğini
beklerken, Sayın Bakan, benimle konuşmamayı ve benden kaçmayı ya da ciddîye
almamayı tercih etti.
Peki, benim, Sayın Bakana intikal ettirdiğim konular
neydi; Sayın Bakanın yapamayacağı şeyleri mi istemiştim; kısaca, onlara da
değinmek istiyorum:
1. Kendi ilçem
olan ve Türkiye hamdemir üretiminin yüzde 60'ını sağlayan Divriği Demir
Madenlerinin galerilerinin tıkandığını, günlük zararın 35 milyar lira olduğunu;
yedi yıldan bu yana üst kademede hiç değişiklik olmadığını; Genel Müdürün,
çalışkan birisi olmasına rağmen, evini Ankara'ya taşıdığından, Ankara'ya
alınmasını ve yerine de Madenin üst kademesinde olması gerekirken hiç olmayan
maden mühendisinin tayin edilmesini;
2. Sıvas DSİ 19 uncu Bölge Müdürü Hüseyin Oral, mahkeme
kararıyla görevine döndükten sonra, Sayın Bakan, adı geçen Bölge Müdürünü
görevden altı aylığına Ankara'ya geçici görevle alarak yerine, şube müdürü iken
fazla ödemeye sebebiyet vermekten şu anda yargılanan ve Refah Partisi
tarafından Bölge Müdür Yardımcısı olarak atanan ve ANAP İl Başkanının amcasının
oğlu olan ve yıllık 11 trilyon lira yatırım yapılan bir ile, şaibelerle dolu
olan ve yargılanan Vahit Baygüneş'i, Bölge Müdür Vekili olarak atıyor; yani,
Sıvas DSİ'de, şu anda, ANAP'lı Bakan, Refah Partisini iktidar yapıyor.
Sıvas'taki bu uygulamanın yanlış olduğunu ve mahkeme kararına uymasını, 5
baraj, 7 göletin yapımı devam eden böyle bir ili mahkemelik birine emanet
etmemesi gerektiğini defalarca arz ettim.
3. Sıvas-Kangal TEAŞ Müdür Yardımcısı Halil Yıldırım,
yedinci defa mahkeme kararı almasına rağmen, Kangal'daki görevinden alınarak
kış ortasında tekrar sürgün edilmişti. Bir yığın pisliğin koktuğu bu birimdeki
uygulamalara "dur" diyebilen, adı geçenle ilgili haksız uygulamanın
durdurulmasını ve hukuka uyulmasını istemiştim.
Sayın Bakan, bunların hiçbirine uymadığı gibi, benimle
muhatap bile olmadı. Bunun üzerine, konuyu, bir rapor halinde, ANAP Grup
Başkanvekillerine intikal ettirdim. Bu başvurudan da sonuç alamayınca, aynı
konuları içeren bir yazıyla, konuyu, 3.12.1997 tarihinde, gereği için Sayın
Başbakana arz ettim. Sayın Başbakana başvurumdan bu yana da, üzülerek ifade
ediyorum ki, hiçbir olumlu sonuç alamadım.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bilgilerinize
sunduğum, yukarıda arza çalıştığım Divriği Demir Madenlerindeki kargaşa ve
zarar eden madene dışarıdan işçi alınması devam ettiği sürece, Sayın Bakan,
hukukun üstünlüğü ilkesine inanarak mahkeme kararlarına uymazsa, hukuk dinlemez
tavrıyla devlet adamlığına uymayan bu davranışlarına devam ederse, ne
Komisyonda ne de Mecliste, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanıyla ilgili hiçbir
konuya...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Işık, lütfen, son cümlenizi söyler
misiniz; çünkü, bugün programımız yoğun efendim.
Buyurun.
MAHMUT IŞIK (Devamla) – Hayhay.
... olumlu oy vermeyeceğimi, Sayın Bakanın, ANAP'lı
sayın yöneticilerin ve Sayın Başbakanın bilgisine sunuyorum.
Saygılarımla.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
Gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere, Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanımız Sayın Cumhur Ersümer; buyurun efendim.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER
(Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, yeni yılınızı
ve ramazanınızı kutlayarak sözlerime başlamak istiyorum.
Tabiî, sayın milletvekilimizin kürsüde dile
getirdiklerini hep birlikte değerlendirdik, bundan sonra da, yine
değerlendirmeye devam edeceğiz; yalnız, onbeş yıldır, başlamış, devam eden
siyasî hayatımız içerisinde, şimdiye kadar bulunduğumuz görevlerde ve şu anda
da sürdürmekte olduğum görevi sürdürüş şeklim itibariyle, sayın
milletvekilimizin değerlendirmelerine layık olup olmadığımı, hem Yüce
Meclisteki milletvekillerimiz hem de kamuoyu çok iyi biliyor ve bu kürsüde
biraz önce serdedilen sözlerle de, bu arkadaşımızın değerlendirmesini yine
kamuoyu yapacaktır.
Şunu belirlemek istiyorum: Burada da dile getirilen,
söyleyiş tarzı tehditvari, şantajvari birtakım anlatımların, ne Meclis dilinde
ne de devlet idaresi teamülünde olmadığını da herkes çok iyi biliyor.
Ancak hemen şunu söyleyeceğim: Arkadaşımızın dile
getirdiği hususlar tarafıma intikal eder etmez, bir müfettiş heyeti teşekkül
ettirip Sıvas'ta, mahallinde gerekli incelemeleri yaptırttım, bu incelemeler
halen de devam etmektedir.
Yine, bunun dışında, yapılan değerlendirmelerin,
yapılan atamaların tabiîdir ki, bir başka siyasî parti mensubunun hoşuna
gitmesi de mümkün değildir; ama, arkadaşımızın şimdiye kadar ileri sürdüğü
değerlendirmelerin tamamının iyi niyetli değerlendirmeler olduğu, gerçekten bu
yörenin bir insanı olarak, bu yöredeki işlerin düzgün gitmesine yönelik
teklifler olduğu düşüncesiyle dikkate aldım, dikkatle de takip ediyordum;
ancak, bugün, kürsüde ileri sürdüğü veya iddia etme çabası içinde bulunduğu
hususların, bu iyi niyetli tavrı konusunda beni şüpheye düşürecek beyanlar
olduğunu da belirliyorum. Ama, ben yine de, bir bakan olarak, burada dile
getirdiği hususları bir kere daha tahkik ettireceğim ve anladığım kadarıyla da,
her konuyla ilgili kendisine yazılı cevapta bulunacağım.
Kendisinden kaçtığım noktasındaki iddiaları da doğru
değildir. Genel Kurul toplantılarına en çok devam eden bakanlardan biriyim,
bundan sonra da yine devam etme çabası içinde olacağım ve bu hususları da
cevaplandıracağım.
Saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Gündemdışı konuşma cevaplandırılmıştır.
2.
—Tokat Milletvekili Ahmet Feyzi İnceöz’ün Verem Savaş Haftasına ilişkin
gündemdışı konuşması ve Sağlık Bakanı Halil İbrahim Özsoy’un cevabı
BAŞKAN – İkinci gündemdışı söz, Tokat Milletvekili
Sayın Dr. Ahmet Feyzi İnceöz'e verilmiştir.
Sayın İnceöz, Verem Savaş Haftası olması nedeniyle
gündemdışı söz istemişlerdir.
Buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakikadır Sayın İnceöz.
AHMET FEYZİ İNCEÖZ (Tokat) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İçinde bulunduğumuz Verem Savaş Haftası nedeniyle
gündemdışı söz almış bulunduğumu ifade ettiniz. Gerçekten, yıllardan beri gerek
ülkemizin gerekse dünyanın... Ki, insanlığın onbin yıllık kötü mirası olan
verem hastalığı, koch basilinin etken olduğu bir hastalık, her uygun ortamda,
kişinin vücut direncinin düştüğü konularda, önce yakın çevreden başlamak üzere,
tüberküloz, giderek genişleyen, halkalar halinde yayılan ve başlangıçta aile
hastalığı olarak bilinen bir sosyoekonomik hastalıktır.
Tüberküloz, toplumun -biraz önce söylediğimiz gibi-
sosyoekonomik kültürel düzeyiyle paralel olarak, hastalık nedeni olan basilin
alınmasıyla birlikte, kişinin direncine göre gelişir, aynı koşullarda çevreye
yayılır. Tüberküloz; yani, verem, tanı konulduktan sonra, hastalık, hangi
düzeyde olursa olsun, yüzde 100 oranında tedavi edilebilir ve tedavide erken
teşhis çok önemlidir. Kişisel ve toplumsal korunma yöntemleriyle, hem aşıyla
(BCG) hem de ilaçla, kişinin, hastalıktan korunması mümkündür. Hastalığın
teşhisinden sonra, özellikle, yakın çevre dediğimiz aile fertlerinin
incelenmesi zorunludur.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; aslında,
veremin felaket haline gelişi çok eski yıllara dayanıyor; ta, Osmanlı dönemine
döndüğümüzde... Cumhuriyet kurulur kurulmaz, bu illeti kucağında bulan bu
ülkenin evlatları, hemen bu korkunç hastalığın üzerine gitmişler ve bir savaşa
girişilmiş ve bu konuda, günümüze kadar gelen "verem savaş
dernekleri" ismiyle de halen yurt sathına yayılmış derneklerle toplumsal bir mücadele, gerek devlet gerekse
halkın beraberce yaptığı bir mücadele süregelmektedir ve bu konuda da, dünyada
"Türk mucizesi" diye anılan bir başarıya damgamızı vurduk. Bugünlerde
bazılarının dudak büktüğü, Türkiye Cumhuriyetinde 1953-1987 yılları arasında
vatandaşlara tam 60 milyon aşı yapıldığı ve vereme bağlı ölüm oranının gittikçe
azalmaya başladığı, 1960'lı yıllarda hemen hemen belinin kırıldığı denildiği
noktada... Nasıl ki, bir yayın üzerinden baskıyı kaldırırsanız, o baskıdan
sonra tekrar yayın yükselmesi gibi, bu gevşeklikten, 1960-1970 civarındaki
dönemde ve 1980'lere uzanan süreç içerisinde ve şu günlerde tekrar,
"hortlama" diye tabir ettiğimiz şekilde, veremli sayısında artmalar
görülmeye başlamış ve yine, tabiî, zaman zaman yapılan etkin kontroller
neticesinde kontrol altına alınmış. Tabiî, rahatlatıcı nokta şu ki: Türkiye'de
durum, dünyadaki kadar endişe verici değil. Dünya Sağlık Örgütünün
açıklamalarına göre, verem, dünyada hızla ilerliyor. Bugün dünyada 15 milyon
kişi veremle boğuşuyor. Yine, bu hastalık nedeniyle dünyada 3 milyona yakın
insanın öldüğü söylenmekte ve ülkemiz için de, elbette, üçüncü dünya ülkeleri
içerisinde yer alan, her ne kadar diğer ülkeler kadar olmasa da, önemli
olduğunu varsaydığımız bir konum içerisinde, verem üzerine dikkatlice gidilmesi
gerektiğinin ve eğitimin çok önemli olduğunun; her konuda eğitimin, sadece okullarda
değil, toplumun her kesiminde, özellikle basın-yayın organlarıyla,
televizyonların eğitici yayınlarıyla ve sadece bu haftalara yönelik olmamak
şartıyla, yani verem savaş haftasıyla sınırlı kalmayacak şekilde, bu savaşın,
sürekli, etkin bir şekilde yapılması gerekliliğine bir kez daha dikkati çekmek
istiyorum.
Yine, üçüncü dünya ülkeleri içerisinde, IMF'in yapısal
uyum programları tarafından gelişmekte olan ülkelere dayatılan süreç içerisinde
veremin gelişmesiyle yakından bir ilgisinin olduğu da ileri sürülmektedir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın İnceöz, lütfen, son cümlenizi söyler
misiniz; süreniz bitti...
AHMET FEYZİ İNCEÖZ (Devamla) – Toparlıyorum efendim.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; biraz
önce söylediğimiz gibi, sosyoekonomik ve toplumsal bir hastalık olarak
yorumlanan verem konusunda devletin yapmış olduğu ücretsiz tedaviden öte,
hastayı tedavi edip tekrar aynı kötü şartlara geri göndermeden, verem gibi
sosyal ve ekonomik bir hastalığın yaygınlaşması ve çözümünü sağlayıcı bir yol
olmadığının bilinmesi ve -tekrar ısrarla vurgulamak istiyorum- bu konunun,
yılın tüm günlerine yayılarak gündemde tutulması gerektiğini ve Kanunî Sultan
Süleyman'ın "halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/olmaya devlet
cihanda bir nefes sıhhat gibi" sözündeki bir nefesin, sıhhatin değerini
bilmek açısından da şu andaki Hükümete de büyük görevler düştüğünü tekrar
hatırlatıyor, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnceöz.
Sağlık Bakanımız Sayın İbrahim Özsoy cevap
vereceklerdir efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Bakan.
SAĞLIK BAKANI HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Tokat Milletvekili Sayın Ahmet Feyzi İnceöz'ün
Verem Haftası dolayısıyla yapmış olduğu gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere
huzurlarınızdayım; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Önce, Sayın Milletvekili, verem konusunda, göğüs
hastalıkları uzmanı olması dolayısıyla, gerçekten, veremin kliniği, yayılış şekli ve yayılma
yollarını çok güzel ifade ettiler; kendilerine teşekkür ediyorum. Ayrıca, bu
konuyu, hafta dolayısıyla gündeme getirmelerinden dolayı teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, verem
hastalığı insanlık kadar eski bir hastalık. Halk arasında ince hastalık, tıp
dilinde tüberküloz olarak anılan bu hastalık, mikrop yoluyla yayılıyor ve
tedavi edilmediği takdirde ölümlere neden oluyor. Dünyada, her yıl 8 milyon
kişi verem hastalığına tutuluyor ve yine dünyada, Dünya Sağlık Örgütünün
verdiği rakamlara göre, 3 milyon kişi veremden ölüyor. Ülkemizde de 1940'lı
yıllarda 1945 yılında, gerçekten, büyük sayıda ölümlere sebep olan ve yüzbinde
262'yi bulan bir oranda yükseklik gösteren veremden ölüm, bugün, yüzbinde
3'lere kadar düşürülmüştür. Bunun gerekçesinde, gerek verem savaş dispanserleri
ve verem hastaneleri gerekse halkın gönüllü kuruluşları olarak verem savaş
kuruluşlarının büyük etkisi vardır. Ben, huzurlarınızda, özellikle verem savaş
dispanserlerinde yardımda bulunan ve göğüs hastalıkları hastanelerine maddî
katkıda bulunan bu teşekküllere teşekkür etmek istiyorum.
Bugün, Türkiye'de, verem konusunda, 29 hastane, 265
verem dispanseri, 12 gezici verem grubu ve 21 bölge laboratuvarıyla hizmet
verilmektedir. Devlet, vereme tutulanları ücretsiz olarak tedavi etmektedir.
Son günlerde, rölatif olarak artmış gibi görünen vaka sayısı ise, tamamen
mikroba karşı dirençli vakaların artmasından ileri gelmektedir. Bütün dünyada
olduğu gibi, özellikle sanayi ülkelerinde ve Amerika'da yüzde 10'ları bulmasına
rağmen, ülkemizde de yüzde 4,5 civarında dirençli vakaya rastlanmaktadır; bu
da, sayısal olarak, veremi artmış gibi göstermektedir.
Değerli arkadaşım, veremin sebepleri arasında, haklı
olarak, ekonomik koşulları, kötü beslenmeyi, kötü hayat şartlarını ifade
ettiler; katılmamak mümkün değil. Gerçekten, veremliyi, taze vakaları
özellikle, tedavi edip ailesine geri gönderdikten sonra, onun, dispanser
vasıtasıyla, beslenme konusunda, ekonomik şartlarının düzelmesi konusunda,
sosyal şartlarının düzelmesi konusunda ve kötü alışkanlıklarına musab olmaması
konusunda takip edildiğini ifade etmek istiyorum.
Bugün, Türkiye'de, gerçekten, yurt sathına yayılmış 29
hastane, çeşitli ilçelerde bulunan dispanserler ve gezici ekiplerle, verem,
takiptedir, izlenmektedir ve yakalanan vakalar da en kısa sürede tedavi
edilmektedir.
Bu duygu ve düşüncelerle, ben, önce bu konuyu dile
getirdikleri için sayın milletvekiline tekrar teşekkür ediyor, hepinizi saygı
ve sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Gündemdışı konuşma cevaplandırılmıştır.
3. —İstanbul Milletvekili Sedat
Aloğlu’nun Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine ilişkin gündemdışı konuşması
BAŞKAN – Son gündemdışı konuşma, Lüksemburg Zirvesi ve
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunda söz isteyen İstanbul Milletvekili
Sayın Sedat Aloğlu'na verilmiştir.
Buyurun Sayın Aloğlu.
Konuşma süreniz 5 dakikadır.
M. SEDAT ALOĞLU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın milletvekilleri, Lüksemburg zirvesi, Türkiye ile
Avrupa Birliği ilişkilerini krizli bir döneme sokmuştur. Vaktimin kısalığı
nedeniyle, özet olarak, bu noktaya gelişin özel sebeplerini teşhis etmeye
çalışacağım.
Böylesine önemli kararların çıkacağı dönemin
başkanlığının AB'nin en küçük ülkesi Lüksemburg'a rast gelmesi bir şanssızlık
olmuştur.
Bir diğer şanssızlık ise, AB'nin en büyük üyesi olan
Almanya'da 1998 yılında yapılacak seçimlerdir.
Kronik problem ise Yunanistan'dır. Türkiye için
herhangi olumlu olayın Yunanistan'ın aleyhine gelişeceği gibi irrasyonel bir
saplantı içerisinde olan Yunanistan, daha olumlu yaklaşım içerebilecek
kararları veto edeceğini belli etmiş bulunmaktaydı. Türkiye'nin öneminin
idrakinde olan bazı ülkeler ise, zirvenin beklenen sonuçlara ulaşamayacağı
endişesiyle Yunanistan'a gerekli baskıyı kuramadılar.
Yunanistan'ın bir başka kozunu da belirtmekte fayda
görüyorum: Avrupa Birliğinin en önemli reformu, karar alma sürecinde oybirliği
yerine ağırlıklı çoğunluğa geçme tasarısıdır; ancak, bu değişiklik için de,
mevcut üyelerin oybirliği gerekmektedir. 1997 yılının ortasında sonuçlanan
hükümetlerarası konferansta, bence, en önemli olan bu gündem maddesinde bir
uzlaşma sağlanamadı. İleriki yıllarda tekrarlanacak olan bu girişimden dolayı,
Avrupa Birliğinin, küçük; ama, Yunanistan gibi problemli üyeleri, ellerinde bir
koz bulundurmaktadırlar.
Parantez açarak bildirmek istediğim, bu karar usulü
değişene kadar, özellikle, Yunanistan tecrübesinden ağzı yanmış olan Avrupa
Birliğinin yeni bir üye almayacağı iddiamdır. Bu özel nedenlerin etkisiyle de,
Lüksemburg'ta alınan Türkiye hakkındaki kararlar, 15 üyenin asgarî uzlaşma
noktası olmuştur.
Değerli üyeler, Türkiye hakkındaki kararları özet
olarak şöyle yorumlamak mümkündür:
1. 11 aday ülkenin sorunlarını bütünleşmeyle çözmeyi
planlayan Avrupa Birliği, Türkiye'den, benzer sorunlarını çözmesini,
bütünleşmeye, âdeta önkoşul olarak getirmektedir.
2. Türkiye'nin büyük ve farklı bir ülke olması, Avrupa
Birliğini zorlamaktadır; Türkiye'nin tam üyeliğe ehil ve hak sahibi olduğunu
kabul etmekle beraber, bunu ertelemeyi tercih etmekte ve kolaya kaçmaktadır.
Sonuç olarak, kararlar, Avrupa Birliğinin büyüklüğü ve
iddiasıyla uyumsuz ve vizyonsuz olmuştur.
Sayın milletvekilleri, çuvaldızı Avrupa Birliğine
batırdıktan sonra, iğneyi de kendimize yöneltmeden geçemeyeceğim. 1997 yılının,
Avrupa Birliği ve Türkiye için önemli bir zirveyle sonuçlanacağı ortada iken,
yıl boyunca, başta ülkemiz için, aynı zamanda Avrupa Birliğiyle ilişkilerimize
olumlu etki yapacak ciddî adımlar atamadık. Türkiye'nin yanında olmak isteyen
üyelerin kullanabilecekleri özel bir gayreti gösteremedik. Oyunda olmak
istiyorsak, kurallarına göre hareket etmek yerine, sanki "kurallar bize
uyarsa uysun" gibi bir tavır içerisinde olduk. Avrupa Birliği önemli mi
değil mi, tam üyelik arzumuz saplantı mı değil mi gibi, üretken olmayan işlerle
vakit geçirdik. 4 Kasım 1997'de, bu kürsüden "Avrupa Birliğinin yanlış
karar alma riskini artırmayalım ve buna ortak olmayalım" demiştim. Bu
endişem, ne yazık ki, kısmen gerçekleşti.
Yüce milletimizin sayın vekilleri, ülkemizin yakınmayla
geçirecek vakti yoktur. İçerisinde bulunduğumuz yıllar, Avrupa Birliğinin ve
dünyanın yeniden şekillendiği ve yapılandığı bir zaman dilimidir. Yaklaşık
ikiyüz yıllık bir hareketin şu an içerisinde bulunduğu bu krizli kavşak, belki
gelecek ikiyüz yılımızı da etkileyecektir. Bu dönemin yasama ve yürütme
organları, tarihî görev ve sorumluluklar taşımaktadırlar.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin ve
vatandaşlarının, Avrupa'yla yakınlaşma arzusu, bir çağdaş değerleri yakalama
dürtüsü, projesidir. Bu proje, Avrupa Birliği üyeliği, yakında da olsa, uzakta
da olsa, hızla devam etmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Aloğlu, lütfen, son cümlenizi söyler
misiniz.
M. SEDAT ALOĞLU (Devamla) – 1 dakika verebilir misiniz?
BAŞKAN – Efendim, 1 dakika verdim; ama, süratle
bitirin; süre uzatmayacağım.
Buyurun.
M. SEDAT ALOĞLU (Devamla) – Bizlere düşen, Türkiye'nin
ihtiyacı olan reformları, bir seferberlik anlayışı içerisinde
gerçekleştirmektir.
Avrupa Birliğinin bu dönem başkanı olan İngiltere,
üyelik yolunda iki kez olumsuz cevap almış, bu açıdan tatsız tecrübelere sahip;
ama, aynı zamanda, bizim gibi büyük bir imparatorluğun mirasçısı olarak, global
ve vizyoner görüşe sahip bir ülkedir; Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerindeki
sıkıntıları azaltma yolunda gösterebileceği gayretlere cesaret vermemiz lazım.
Ayrıca, eylül ayında Almanya'da yapılacak seçimlerden sonra ilişkilerin bir
miktar daha iyileşebileceğini umut ediyorum. Ancak, Dışişleri Komisyonu üyeleri,
Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay yetkililerinden oluşacak bir Kıbrıs çalışma
grubunun, acilen oluşturulması gerektiğine inanıyorum. Ek olarak, sadece
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini gündem maddesi yapacak bir Ekonomik ve
Sosyal Konsey toplantısı öneriyorum.
Dönem yasama ve yürütme organlarının, ülkemizin
geleceğine karşı görevlerini eksiksiz yerine getireceği inancıyla, saygılar
sunuyorum.
Anlayışınıza teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aloğlu.
Hükümet cevap verecek mi?
DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Kayseri) – Hayır Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Peki.
Gündemdışı konuşmalar bitmiştir.
Sayın milletvekilleri, bugün -gündem dağıtılmış; ama,
arkadaşlarımızdan bazıları soruyorlar- genel görüşmenin arkasından, RTÜK için
de seçim var; bunu, arkadaşların bilgisine sunuyorum.
Sayın milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığının tezkereleri
vardır; okutacağım; ancak, sunuşlarda sunulacak konular çok olduğu için, Divan
üyesi arkadaşımızın oturarak okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Buyurun tezkereleri okuyun:
B)TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.—Türkmenistan’a gidecek olan Başbakan
A. Mesut Yılmaz’a, dönüşüne kadar, Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bülent
Ecevit’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi (3/1243)
24
Aralık 1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak üzere, 26 Aralık 1997 tarihinde
Türkmenistan Cumhuriyetine gidecek olan Başbakan Mesut Yılmaz'ın dönüşüne
kadar; Başbakanlığa, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit'in
vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu
bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
2.—Türkmenistan’a gidecek olan Devlet
Bakanı Ahat Andican’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in
vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1244)
24
Aralık 1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak üzere, 26 Aralık 1997 tarihinde
Türkmenistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Prof. Dr. Ahat Andican'ın
dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel'in
vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu
bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
3. —Türkmenistan’a gidecek olan Devlet
Bakanı Cavit Kavak’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Güneş Taner’in vekâlet
etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1245)
24
Aralık 1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak üzere, 26 Aralık 1997 tarihinde
Türkmenistan Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Cavit Kavak'ın dönüşüne
kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Güneş Taner'in vekâlet etmesinin,
Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
4.—Türkmenistan’a gidecek olan Tarım ve
Köyişleri Bakanı Mustafa Rüştü Taşar’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Rüştü
Kâzım Yücelen’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi (3/1246)
24
Aralık 1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak üzere, 26 Aralık 1997 tarihinde
Türkmenistan Cumhuriyetine gidecek olan Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa
Taşar'ın dönüşüne kadar; Tarım ve Köyişleri Bakanlığına, Devlet Bakanı Rüştü
Kâzım Yücelen'in vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş
olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
5. —Türkmenistan’a gidecek olan Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer’e, dönüşüne kadar, Orman Bakanı
Ersin Taranoğlu’nun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1247)
24
Aralık 1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak üzere, 26 Aralık 1997 tarihinde
Türkmenistan Cumhuriyetine gidecek olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Cumhur
Ersümer'in dönüşüne kadar; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına, Orman Bakanı
Ersin Taranoğlu'nun vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun
görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
6. —Türkmenistan’a gidecek olan Turizm
Bakanı İbrahim Gürdal’a, dönüşüne kadar, İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun
vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1248)
24
Aralık 1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak üzere, 26 Aralık 1997 tarihinde
Türkmenistan Cumhuriyetine gidecek olan Turizm Bakanı İbrahim Gürdal'ın
dönüşüne kadar; Turizm Bakanlığına, İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu'nun
vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu
bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
7.—Türkmenistan’a gidecek olan Kültür
Bakanı İstemihan Talay’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Hasan Hüsamettin Özkan’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1249)
26
Aralık 1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak üzere, 26 Aralık 1997 tarihinde
Türkmenistan Cumhuriyetine gidecek olan Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın
dönüşüne kadar; Kültür Bakanlığına, Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan'ın vekâlet
etmesinin, Başbakan Vekilinin teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu
bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
8.—Almanya’ya gidecek olan Maliye Bakanı
Zekeriya Temizel’e, dönüşüne kadar, Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın
vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1250)
26
Aralık 1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
27 Aralık 1997 tarihinde Almanya'ya gidecek olan Maliye
Bakanı Zekeriya Temizel'in dönüşüne kadar; Maliye Bakanlığına, Millî Eğitim
Bakanı Hikmet Uluğbay'ın vekâlet etmesinin, Başbakan Vekilinin teklifi üzerine,
uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
5 adet Meclis araştırması önergesi vardır; bunları
okutuyorum:
B)GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.—Ağrı Milletvekili Mehmet Sıddık Altay
ve 20 arkadaşının, sınır ticaretinin yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi için
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/227)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Sınır ticaretinin yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi
konusunda, Anayasanın 98, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir
Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
1. Mehmet
Sıddık Altay (Ağrı)
2. Zülfükar
İzol (Şanlıurfa)
3. Hüseyin
Yıldız (Mardin)
4. Celal Esin
(Ağrı)
5. Şinasi Yavuz
(Erzurum)
6. Mustafa
Yünlüoğlu (Bolu)
7. Maliki Ejder
Arvas (Van)
8. Hüseyin Arı (Konya)
9. Ramazan
Yenidede (Denizli)
10. Lütfü Esengün (Erzurum)
11. Muhammet Polat (Aydın)
12. Feti Görür (Bolu)
13. Süleyman Metin Kalkan (Hatay)
14. Nurettin Aktaş (Gaziantep)
15. Ahmet Çelik
(Adıyaman)
16. Abdullah Arslan (Tokat)
17. Latif Öztek
(Samsun)
18. Musa Okçu
(Batman)
19. Mustafa Kemal Ateş (Kilis)
20. Zülfikar Gazi (Çorum)
21. İsmail İlhan Sungur (Trabzon)
Gerekçe:
Sınır ticareti, ülkemizde, ilk olarak 1979 yılında
İran'la başlatılmış, fiilî uygulamalar ise ancak 1986 yılından sonra
gerçekleştirilebilmiştir. 1986'da Suriye, 1990'da Irak ve Sovyetler Birliğiyle
sınır ticareti uygulamasına başlanmıştır.
31 Ocak 1996'ya kadar birlikte düzenlenen sınır ve kıyı
ticareti, bu tarihten itibaren ayrı ayrı mütalaa edilmeye başlanmış, sınır
ticareti mevzuatında değişiklikler yapılmıştır. Bu düzenlemeyle, doğu ve
güneydoğu illerine kara sınırı bulunan ülkeler ile bu illerde yaşayan gerçek
kişilerin yapacakları sınır ticaretinin, 4 ana ürün grubuyla (ormancılık,
hayvancılık, bahçecilik ve arıcılık) sınırlı olduğu bildirilmiştir. Sınır
ticareti, halen, Ağrı, Van, Hakkâri, Artvin, Iğdır, Ardahan, Gaziantep, Kilis,
Hatay, Mardin, Şırnak ve Erzurum illerinde sürdürülmekte olup, sınır ticareti
yapabilecek iller Başbakanlık müsaadesine bağlanmıştır.
Ülke kalkınmasında çok önemli bir yere sahip olan
dışticaretin en kolay ve rahat yapılış şekli olan sınır ticareti, gelir
seviyesinin en düşük olduğu doğu ve güneydoğu bölgelerimiz için büyük bir
ekonomik rahatlama vesilesidir.
Bilindiği gibi, sınır ticaretinin uygulanmasından
birinci derecede valiler sorumludur. Merkezî idarenin dışında, taşradan da bir
tür dışticaret işlemi olan sınır ticaretinin valiler ve diğer yerel yöneticiler
tarafından uygulanması, baştan beri taşraya yetkilerini aktarmakta isteksiz
davranan merkezî idare görevlileri tarafından yadırganmaktadır.
Bu ticaret
şeklini yadırgayan bir diğer kesim de "dışticaret, sermaye ve
profesyonellik gerektirir; bunun için de, ancak büyük holdingler tarafından
yapılabilir" düşüncesinde olan büyük sermaye sahipleridir.
Halbuki, sınır ticareti, mevcut şekliyle bile
uygulandığı illerde, halkın ekonomik kalkınmasında önemli bir konuma
ulaşmıştır. Bürokratik engellemeler, sık sık değiştirilen mevzuat, sınır
ticareti yapılabilecek kalemlerin azlığı, sınır ticaretinin yaygınlaşması ve
gelişmesinde başlıca engelleri teşkil etmektedir.
Şimdiye kadar yapılan uygulamalarda, sınır ticaretinin
amacından saptırıldığı, dışticaret rejiminin bir sapması olduğu, aleyhimize
işlediği, haksız rekabete yol açtığı, üçüncü ülke mallarının girişine istasyon
görevi yaptığı ve düşük kaliteli malların girişine imkân verdiği, vergi kaybına
neden olduğu, haksız kazanç sağladığı ve haksız vergi iadeleri alındığı gibi
olumsuz iddialar ortaya atılmaktadır.
Buna karşılık, yapılan araştırmalarda, sınır
ticaretinin, piyasa fiyatlarını düzenleyici etkisi olduğu ve fiyatları
düşürdüğü ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde, sınır ticaretinin;
Dışticaretle iştigal eden müteşebbis ruhunun ortaya
çıkmasında önemli katkılar sağladığı,
Yerel yönetimlerin güçlenmesinde büyük rol oynadığı,
Bölgesel dışticaret potansiyeline katkı sağladığı,
İşsizliğin yoğun olarak yaşandığı doğu ve güneydoğuda
önemli bir istihdam potansiyeli oluşturduğu,
Kaçakçılığı önleyerek kayıtlı ekonomiyi destekleyici
bir etkiye sahip olduğu ortaya çıkmıştır.
Bu denli önemi haiz olan sınır ticaretinin, içerisinde
bulunduğu sorunların çözümü amacıyla;
Sınır kapılarındaki altyapı ve personel eksikliğinin
acilen çözümlenmesi gerekmektedir. Buradaki personelin konuyla ilgili bilgi ve
tecrübe eksikliği büyük sorunlara yol açmaktadır.
Sınır ticareti yaptığımız ülkelerin ihracatını artırmak
için uyguladıkları teşvik ve destek politikalarının benzerlerinin üretilmesi
gerekmektedir.
Bu bağlamda, uzun vadede tarım ve hayvancılığa yönelik
planlamalar gerçekleştirilmelidir.
Sanayi ürünlerinin sınır ticareti yoluyla ihraç
edilmesine yönelik yeni önlemler geliştirilmelidir.
Şu anda uygulanmakta olan vergi ve fon indirimleri,
uzun vadede yeniden gözden geçirilmelidir.
Yerli üreticilerin mağdur edilmemesi için, il
değerlerdirme kurulları ve bu kurul tarafından verilen uygunluk belgeleri
konusunun revize edilmesi gerekmektedir.
Standardı düşük malların ülkeye girişinin engellenerek
haksız rekabetin ortadan kaldırılabilmesi için, gerekli önlemler
geliştirilmelidir.
Komşu il statüsünün devamlılığı ve ticaret limitlerinin
artırılması yolunda çalışmalar yapılmalıdır.
Tüm bunların, Yüce Meclis çatısı altında görüşülerek
sınır ticaretini yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi konusunda gerekli
önlemlerin alınabilmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılması uygun
olacaktır.
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması
açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler sırasında, bu husus karara
bağlanacaktır.
Diğer araştırma önergesini okutuyorum:
2.—Antalya Milletvekili Yusuf Öztop ve 20
arkadaşının, Alanya’da meydana gelen sel felaketinin neden olduğu zararların
araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/228)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Bilindiği gibi, Alanya İlçemiz, turizmin 12 ayyaşandığı
ender yerleşim yerlerinden biridir. İlçenin turizm potansiyeli, hızlı iç göçü
ve sağlıksız yapılaşmayı da beraberinde getirmiştir.
Alanya, iklim bakımından çok yağış alan bir ilçemiz
olmasına rağmen, son günlerde yaşadığımız sel felaketine benzer bir olayla,
yakın zamanda hiç karşılaşmamıştır.
3 Kasım 1997 günü saat 14.00 sularında başlayıp geç
saatlere kadar süren aralıksız yağan yağmurun neden olduğu sel sonucu, 19
mahalle, cadde ve sokaktaki yol ve asfalt tahrip olmuş, 12 cadde ve sokaktaki
menfezler çalışamaz duruma gelmiş, 4 ayrı yerdeki kaldırım ve refüjler
kullanılamaz hale gelmiş, şehir içmesuyu isale hattı, motor ve şebeke büyük
ölçüde, şehir kanalizasyon sistemi ve atık su deşarj hattı çok büyük tahribata
uğramıştır. İlk belirlemelere göre, bu tahribatların giderilmesi için 2 trilyon
400 milyar liraya ihtiyaç olduğu tespit edilmiştir. Kamuya ait bu maddî
zararların yanında, çoğu turistik tesis olmak üzere, 100'ü aşkın ev ve işyerini
sel suları basmış, çeşitli araçları sel suları götürmüştür. Ev ve işyerleri su
baskınına uğrayan vatandaşlarımızın zararı da trilyonlarla ifade edilebilir.
Hepsinden önemlisi, 16 yaşındaki bir vatandaşımızın sel sularına kapılarak
yaşamını yitirmesidir.
Bu felaketin açtığı yaralar henüz sarılmadan, İlçe,
yeni bir sel felaketi ile karşı karşıya kalmış, Alanya merkez ve bitişiğindeki
Oba Beldesinde etkili olan yağış, 14 yaşındaki bir yurttaşımızın ölümüne,
yüzlerce araç ve evin sular altında kalmasına, şehir su şebekesinin önemli
ölçüde tahribine neden olmuştur.
Anlaşılıyor ki, bundan böyle, yoğun yağmur yağışında,
Alanya, yine sel felaketiyle karşı karşıya kalacak, sonuçta can ve mal kaybına
neden olacaktır. Bu haliyle, Alanya için, su baskını kaza olmaktan çıkmış,
olağan hale gelmiştir. Böyle bir sonucu yaratan yağmurun dışında, başka
nedenlerin de olması gerekir.
O nedenle, Alanya'da, birbiri üstüne meydana gelen can
ve mal kaybına neden olan sel felaketinin sebep ve sonuçlarının ve turizme
yansıyacak olumsuz etkilerinin tespiti, alınması gerekli tedbirlerin
belirlenmesi için, Anayasanın 98 ve İçtüzüğün 104 üncü maddesi gereğince bir
Meclis araştırması açılmasını saygıyla arz ederiz.
1. Yusuf Öztop (Antalya)
2. Bekir Kumbul (Antalya)
3. Yılmaz Ateş (Ankara)
4. Şahin Ulusoy (Tokat)
5. Orhan Veli
Yıldırım (Tunceli)
6. Hilmi Develi (Denizli)
7. Atilâ Sav
(Hatay)
8. Algan
Hacaloğlu (İstanbul)
9. Mahmut Işık (Sıvas)
10. Celal Topkan (Adıyaman)
11. Bekir Yurdagül (Kocaeli)
12. Nezir Büyükcengiz (Konya)
13. Ayhan Fırat (Malatya)
14. Haydar Oymak (Amasya)
15. M. Seyfi Oktay (Ankara)
16. Mustafa Yıldız (Erzincan)
17. Altan Öymen (İstanbul)
18. Yüksel Aksu
(Bursa)
19. Fatih Atay
(Aydın)
20. Fuat Çay(Hatay)
21. Metin Arifağaoğlu (Artvin)
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması
açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler sırasında bu husus karara
bağlanacaktır.
Diğer araştırma önergesini okutuyorum:
3.—Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 32
arkadaşının, bedelsiz ithalatla ilgili reklam ihalelerinde yolsuzluk ve
partizanlık yapıldığı iddialarını araştırmak amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/229)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankasınca "Özel
İthalat Döviz Hesabı (Bedelsiz İthalat)" kapsamında 1996 senesi sonu ve
1997 yılı ilk yarısı içerisinde hem yurt dışında ve hem de yurt içinde Refah
Partisi yanlısı bazı kişi ve televizyon kuruluşlarına yaptırılan reklam
karşılığı toplam 900 milyar liraya yakın bir ödeme yapılmıştır. Şöyle ki:
Şaibeli reklam ihaleleri üç partide toplanmıştır.
I. Hiçbir ilan verilmeden ve hiçbir ihale açılmadan 200
milyar lira tutarındaki ilk parti sipariş, nereden geldiği belli olmayan AN
Ajansa yapılmıştır.
Medya programını hazırlayan AN Ajans reklam işini büyük
oranda Kanal-7'ye ve bazı gazetelere vermiştir. Kanal-7'ye 161 sayılı onay ile
59,3 milyar ödenmiştir. Basılan afişlerin banka matbaasında basılıp dağıtılması
mümkün iken, bu da yapılmamıştır. Zira, AN Ajansın yetkilisi ve ortağı Mustafa
Çelik, Refah Partisinin propaganda işlerini yürüten kişi olup, Refah Partisi
İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyesi ve Kanal-7 Genel Yayın Yönetmenidir. Firmaya,
bu iş için, KDV dahil 188 067 119 249 lira ödenmiştir.
II. İkinci ihale 3 milyon dolar+KDV tutarındadır. Bu
defa tarihsiz birkaç teklif mektubu daha alınmış ve ihale Maya Fuarcılık ve
Organizasyon Limited Şirketine yapılmıştır. Bu şirketin sahibi, Kanal-7'nin
Ankara Temsilcisinin ağabeyi Turgut Akman ve ortağı Mevlüt Koca'dır. Gerek Maya
şirketi ve gerekse ADVE-TRİSE reklam şirketiYLE yapılan haberleşmenin bazı
bölümleri Adalet Bakanlığı özel kalemindeki 417 39 54 numaralı fakstan
yapılmıştır. Haberleşmeyi yapan da Süleyman isimli bir bakanlık çalışanıdır. Bu
ihale neticesinde de, Maya Fuarcılığa 389 969 816 307 lira ödenmiştir.
III. Üçüncü ihale, ADVE-TRİSE Reklam ve Tanıtma
Şirketine 750 bin mark+KDV bedelle yapılmıştır. İhale, başka hiçbir firmadan
teklif alınmadan, Anayasaya aykırı olarak yapılmıştır. Firmanın temsilcisi
Süleyman Çelik'tir. Yani, birinci 200 milyar liralık ihaleyi alan firmanın
sahibi Mustafa Çelik'in kardeşidir.
Bu firmayla sözleşme 11.4.1997 tarihinde imzalanmıştır.
Köln'de kurulan 50 bin Alman Markı sermayeli bu firma, ticaret siciline B
kısmında 2 882 numarayla kaydolmuştur. Ticaret siciline kayıt tarihi ise
12.6.1997'dir. Yani, imza tarihinde hukuken var olmayan bir firma ile banka,
mukavele imzalamıştır.
Firma, birkısım, kim oldukları belli olmayan insanlara
30.4.1997'de 27 500 Alman Markı ödendiğini bildirerek, bu parayı talep etmiştir.
Ayrıca, Almanya'daki Türk Konsolosluğu, ilk etapta 48 300 mark ödeme yapılan
Almanya'da iki TV kanalından biri olan TFD'nin günde yalnızca 1 saat dinî yayın
yapan bir televizyon olduğunu resmen bildirmiştir.
Gerek Maya ve gerekse ADVE-TRİSE firmalarına yapılan
ihalelerin, bu firmalara verilmesinin Başbakanlıkça bildirildiği, Genel
Müdürlüğün, Devlet Bakanlığına muhatap 9.4.1997 gün 71636-394 sayılı
yazılarında açıkça belirtilmiştir.
Bütün bu haksız ihalelerden sonra da, ayrıca, Kanal
7'ye bir yıl süreyle belli zamanlarda Ziraat Bankasının logosunun yayınlanması
için 600 bin dolar ödenmesi hususunda Devlet Bakanının 17.2.1997 tarih ve
33187-195 sayılı oluruyla, 6.3.1997 Banka Yönetim Kurulu kararı alınmıştır.
Ancak, bu karar, hükümet değişikliğinden sonra iptal edilmiştir.
İşte bir kamu bankasının kendi yapabileceği bir işi
siyasî otoritenin baskısıyla partili yandaşlarının kurdukları ve kuracakları
şirketlere fütursuzca aktaran sorumluların açığa çıkartılması ve bu yağmada
kimlerin, nasıl ve ne kadar pay aldığının tespit edilmesi için Anayasanın 98 ve
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca Ziraat Bankasınca yapılan bu
ihaleler hakkında bir Meclis araştırması açılmasını saygıyla arz ederiz.
1. Ayhan Fırat
(Malatya)
2. Adnan Keskin
(Denizli)
3. Orhan Veli
Yıldırım (Tunceli)
4. Nihat Matkap
(Hatay)
5. Birgen Keleş
(İzmir)
6. Hilmi Develi
(Denizli)
7. Oya Araslı
(İçel)
8. Metin
Arifağaoğlu (Artvin)
9. Bülent Tanla
(İstanbul)
10. Atilâ Sav (Hatay)
11. Celal Topkan (Adıyaman)
12. Yüksel Aksu (Bursa)
13. İrfan Gürpınar (Kırklareli)
14. Algan Hacaloğlu (İstanbul)
15. Altan Öymen (İstanbul)
16. Ali Rıza Bodur (İzmir)
17. Mustafa Yıldız (Erzincan)
18. Ahmet Küçük (Çanakkale)
19. Mehmet Moğultay (İstanbul)
20. Nezir Büyükcengiz (Konya)
21. Yahya Şimşek (Bursa)
22. Şahin Ulusoy (Tokat)
23. Bekir Yurdagül (Kocaeli)
24. Haydar Oymak (Amasya)
25. Veli Aksoy (İzmir)
26. Ali Topuz (İstanbul)
27. Ali Şahin (Kahramanmaraş)
28. İ. Önder Kırlı (Balıkesir)
29. Mahmut Işık (Sıvas)
30. Eşref Erdem (Ankara)
31. Zeki Çakıroğlu (Muğla)
32. Ali Dinçer (Ankara)
33. Erol Çevikçe (Adana)
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması
açılıp açılmaması konusunda yapılacak öngörüşmeler sırasında bu husus karara
bağlanacaktır.
Diğer araştırma önergesini okutuyorum :
4. —İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya
ve 22 arkadaşının, TBMM Genel Kurul Salonunun yenilenmesiyle ilgili olarak
ileri sürülen yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarını araştırmak amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/230)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Son günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul
salonunun yenilenmesiyle ilgili ihale ve inşaatlarında usulsüzlük yapıldığı
ileri sürülmektedir.
Ayrıca, yüklenici firmanın kayırıldığı, zamanında işi
teslim etmeyerek devleti zarara uğrattığı iddiaları, gerek görsel ve gerekse
yazılı basınla kamuoyunun gündemini işgal etmektedir.
İleri sürülen bütün bu iddiaların araştırılarak
gerçeklerin ortaya çıkarılması için Anayasanın 98 ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılması hususunu arz ederiz.
Sagılarımızla.
1. Halit
Dumankaya (İstanbul)
2. Ülkü Güney
(Bayburt)
3. Emin Kul
(İstanbul)
4. Şerif
Bedirhanoğlu (Van)
5. Refik Aras
(İstanbul)
6. Yusuf Pamuk
(İstanbul)
7. Yaşar
Eryılmaz (Ağrı)
8. Miraç
Akdoğan (Malatya)
9. Edip Safder
Gaydalı (Bitlis)
10. Nejat Arseven (Ankara)
11. Y. Selahattin Beyribey (Kars)
12. Levent Mıstıkoğlu (Hatay)
13. Yusuf Ekinci (Burdur)
14. Ömer Ertaş (Mardin)
15. Muzaffer Arslan (Diyarbakır)
16. Esat Bütün (Kahramanmaraş)
17. Abdulkadir Baş (Nevşehir)
18. İbrahim Yılmaz (Kayseri)
19. Ahmet Kabil (Rize)
20. H. Avni Kabaoğlu (Rize)
21. Mustafa Küpeli (Adana)
22. Hüsnü Sıvalıoğlu (Balıkesir)
23. Nabi Poyraz (Ordu)
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması
açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler sırasında bu husus karara
bağlanacaktır.
Diğer Meclis araştırması önergesini okutuyorum:
5. —İçel Milletvekili Turhan Güven ve 19
arkadaşının, TBMMGenel Kurul Salonunun yenilenmesi ihalesiyle ilgili olarak
ileri sürülen iddiaları araştırmak amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/231)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Son günlerde bazı medya ve basın organlarında, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurul salonunun yenilenmesiyle ilgili ihalede
yolsuzluk ve usulsüzlükler yapıldığına dair haberler yer almaktadır.
Bilindiği gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurul salonunun yeniden düzenleme işi Emlak Konut Şirketine verilmiş, daha
sonra Emlak Konut tarafından Mesa'ya devredilmiştir. Sözleşme uyarınca işin
tamamı 14 Ekim 1997 günü teslim edilecekti. Bu gerçekleşmedi. Böyle olunca,
sözleşmenin cezaî şartlarının yürürlüğe sokulması gerekirken ve bu şartlara
göre firma gecikilen her gün için devlete 10 bin dolar, toplam gecikme
karşılığı ise 920 bin dolar ceza ödemesi gerekirken, dönemin Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kalemli Mesa Şirketine sözleşmeden doğan cezaî
müeyyideyi uygulaması gerekirken, bu durumdan vazgeçmiş, âdeta tutumundan
dolayı Mesa Şirketini ödüllendirilmiştir.
Mustafa Kalemli niçin böyle davranmıştır?
Firmaya neden eksüre verilmiştir?
Firmanın ne gibi bir mazereti vardır?
Ancak, yine medya ve basın organlarında yer alan
haberlerden, Mustafa Kalemli'nin adı geçen şirketle özel ticarî ilişkiler
içerisinde olduğu anlaşılmakta ve bu konuda da çelişkili haberler devam
etmektedir.
Nedir bu ticarî ilişki: Meclis Genel Kurul salonunu
yapmakta olan Mesa Şirketi, aynı zamanda süper lüks konutlar yapan bir
firmadır. Bu firma tarafından, Ankara Koru Sitesinde yaptırılan bir blokta 260
metrekarelik dayalı döşeli dubleks daire Mustafa Kalemli'nin kızına satılıyor;
ancak, Mesa Şirketiyle henüz sözleşme yapılmadan, ayrıca, tapusu da alınmadan
ve fiyatı dahi henüz bilinmeden, Mustafa Kalemli'nin kızı, yaklaşık 50 milyar
TL civarında fiyatı olan bu dairede kalmaya başlıyor. Böyle bir satınalma
ilişkisi kolay kolay görülmemiştir.
Henüz sözleşme yapmamışlar, tapuyu almamışlar, belki
para da ödememişler. Bu durumda, Mustafa Kalemli'nin kızı o dairede nasıl
oturabiliyor.
Mesa, Meclisten milyonlarca dolar tutarında para
alırken, Mustafa Kalemli ailesi de, Mesa'dan 2 daire alıyor. Üstelik, birinin
fiyatı bile belli değil, tapusu henüz yok; ama, daire, Mustafa Kalemli'nin
kızının iskânına açılmıştır. Bu arada, Mesa Şirketinin ödemesi gereken 920 bin
dolar tutarındaki gecikme cezası, Mustafa Kalemli tarafından iptal edilmesinin
rolü olabilir mi?
İhaleyle ilgili olarak araştırılması gereken hususlar:
1. Mustafa Kalemli zamanında ihale edilen Genel Kurul
salonu, asansör yapımı, milletvekilleri lojmanları, spor alanları ve İstanbul
saraylardaki tadilat ve tamirlerle ilgili olarak;
a) Başkanlık Divanından bu konularla ilgili kararlar
alınmış mıdır?
b) Alınan Başkanlık Divanı kararlarına uygun ihaleler
yapılmış mıdır?
c) İhaleler hangi firmalara ve hangi ihale usulleriyle
verilmiştir?
d) İhalelere, yeterli çoğunlukta iştirakler için
gerekli çabalar gösterilmiş midir?
2. İnşaatın taahhüt süresinde teslim edilmemesinden
doğan cezaî müeyyide olarak şirketin devlete ödemesi gereken 920 bin dolar
niçin tahsil edilmemiştir?
Yukarıda belirtilen hususların araştırılması,
eksikliklerin ve yanlışlıkların tespit edilmesi, bu konuda gerekli tedbirlerin
alınabilmesi için Anayasanın 98, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince
bir Meclis araştırması açılması hususunda gereğini arz ederiz.
Saygılarımızla.
1. Turhan Güven
(İçel)
2. Fevzi Arıcı
(İçel)
3. Mehmet
Gözlükaya (Denizli)
4. Saffet
Arıkan Bedük (Ankara)
5. Bekir Aksoy (Çorum)
6. Hayri Doğan (Antalya)
7. Hasan
Karakaya (Uşak)
8. İlyas
Yılmazyıldız (Balıkesir)
9. Doğan Baran (Niğde)
10. Necati Çetinkaya (Konya)
11. Nevzat Köse
(Aksaray)
12. Yahya Uslu (Manisa)
13. Tahsin Irmak (Sıvas)
14. İrfettin Akar (Muğla)
15. Nevfel Şahin
(Çanakkale)
16. Saffet Kaya (Ardahan)
17. Ali Rıza Gönül (Aydın)
18. Ergun Özkan (Niğde)
19. Ahmet Sezal Özbek (Kırklareli)
20. Hacı Filiz (Kırıkkale)
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması
açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler sırasında bu husus karara
bağlanacaktır.
Sayın milletvekilleri, sözlü soru önergelerinin geri
alınmasına dair önergeler vardır; okutuyorum:
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
9.—Ağrı Milletvekili Mehmet Sıddık
Altay’ın (6/661, 665) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin
önergesi (4/289)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sözlü soru önergelerimi geri alıyorum.
Gereğini arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Sıddık Altay
Ağrı
1. Ağrı-Patnos Şekerova Barajı ihalesine ilişkin Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/661), gündemin "Sözlü
Sorular" kısmının 61 inci sırasında.
2. Patnos Barajı ve Patnos Ovası sulama inşaatlarına
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/665),
gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 65 inci sırasında.
BAŞKAN – Sözlü soru önergeleri geri verilmiştir.
Başbakanlığın, Anayasanın 82 inci maddesine göre
verilmiş bir tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım:
10.—Başbakan A. Mesut Yılmaz’ın
Bulgaristan’a yaptığı resmî ziyarete katılmaları uygun görülen
milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1251)
25.12.1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle birlikte 4-5
Aralık 1997 tarihlerinde Bulgaristan'a yaptığım resmî ziyarete, ekli listede
adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu
konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasamızın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.
A.
Mesut Yılmaz
Başbakan
L
İ S T E
İlhan Aküzüm (Ankara)
Ali Dinçer (Ankara)
Hayati Korkmaz (Bursa)
Ertuğrul Yalçınbayır (Bursa)
Evren Bulut (Edirne)
Enis Sülün
(Tekirdağ)
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
11. —Başbakan A. Mesut Yılmaz’ın Amerika Birleşik
Devletlerine yaptığı resmî ziyarete katılması uygun görülen milletvekiline
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1252)
30.12.1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Vaki davete icabetle, görüşmelerde bulunmak üzere bir
heyetle birlikte 17-22 Aralık 1997 tarihleri arasında Amerika Birleşik
Devletlerine yaptığım resmî ziyarete, İstanbul Milletvekili Cefi Jozef
Kamhi'nin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının
sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasamızın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.
A.
Mesut Yılmaz
Başbakan
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
12.—Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın Küba’ya bir heyetle yaptığı resmî ziyarete
katılması uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi
(3/1254)
31.12.1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
14-20 Aralık 1997 tarihleri arasında Havana'da yapılacak
Türkiye-Küba Karma Ekonomik Komisyonu 1 inci dönem toplantısına katılmak ve
görüşmelerde bulunmak üzere, Devlet Bakanı Eyüp Aşık'ın başkanlığında
Hükümetimizi temsilen Küba'ya gönderilen heyete, ekli listede adları yazılı
milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar
Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasamızın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.
A.
Mesut Yılmaz
Başbakan
Liste:
İlhan Aküzüm (Ankara)
Enis Sülün (Tekirdağ)
Lutfullah Kayalar (Yozgat)
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler...
MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Sayın Başkan, saymadınız.
BAŞKAN – Peki, sayalım...
Efendim, bu Başbakanlık tezkeresini kabul edenler...
Efendim, konusu da şu... (RP sıralarından
"Saymadınız Sayın Başkan" sesleri)
Sayalım efendim...
İLHAN AKÜZÜM (Ankara) – Sayın Başkan, ben Küba'ya
gitmedim, bir yanlışlık var.
BAŞKAN– Sayın Aküzüm, nereye gitmediniz?
İLHAN AKÜZÜM (Ankara) – Sayın Başkan, ben Küba'ya
gitmedim.
BAŞKAN – Efendim, şimdi, Sayın Başbakanın imzasıyla
gelen yazıda, Sayın İlhan Aküzüm, Sayın Enis Sülün, Sayın Lutfullah Kayalar'ın
ismi var.
LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkan... Sayın
Başkan...
BAŞKAN – "...Küba Karma Ekonomik Komisyonu 1 inci
dönem toplantısına katılmak ve görüşmelerde bulunmak üzere, Devlet Bakanı Eyüp
Aşık'ın başkanlığında Hükümetimizi temsilen Küba'ya gönderilen..."
Siz gitmediniz mi?
İLHAN AKÜZÜM (Ankara) – Hayır, gitmedim.
LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Ben de gitmedim Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Kim gitti o zaman?
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt)– Onlar gitmedi, sadece Enis Sülün
gitti Sayın Başkan.
BAŞKAN – O zaman efendim, Başbakanlık bu yazıyı...
Enis Sülün gitti mi efendim?
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt)– Enis Sülün gitti, diğer iki
arkadaşımız gitmedi efendim.
BAŞKAN – Tamam; ama, Başbakanlık da ona göre bize...
Peki.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Kaç kişi gitmiş Sayın
Başkan?
BAŞKAN – Birisi gitmiş efendim; Enis Sülün Bey gitmiş.
Neyse efendim, Başbakanlık tezkeresini oyluyorum.
Arkadaşımız kabul edenleri saymamış; lütfen, kabul
edenler ellerini bir daha kaldırsınlar efendim. Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Kamu İktisadî Teşebbüsleri
Komisyonu, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimini yapamamıştır. Bu
Komisyona üye milletvekillerinin 7 Ocak 1998 Çarşamba günü saat 14.00'te kendi
salonlarında toplanarak, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimini
yapmalarını rica ediyorum. Komisyonların toplantı yer ve saatleri ayrıca ilan
tahtasında da gösterilecektir.
Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler"
kısmına geçiyoruz.
IV. —GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI
VE MECLİS
ARAŞTIRMASI
A) GÖRÜŞMELER
1.—Ankara Milletvekili Saffet Arıkan
Bedük ve 37 arkadaşı ile Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 22 arkadaşının,
Avrupa Birliği ve Kıbrıs başta olmak üzere Hükümetin izlediği dışpolitika
konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/15, 17)
BAŞKAN – Bu kısımda yer alan, Ankara Milletvekili
Saffet Arıkan Bedük ve 37 arkadaşı ile Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 22
arkadaşının, Avrupa Birliği ve Kıbrıs başta olmak üzere, Hükümetin izlediği
dışpolitika konusunda, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri
uyarınca genel görüşme açılmasına ilişkin önergeler üzerine, Genel Kurulun
20.12.1997 tarihli 32 nci Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşmeye
başlıyoruz.
Hükümet?.. Burada.
İçtüzüğümüze göre, genel görüşmede ilk söz hakkı,
önerge sahiplerine aittir; daha sonra, siyasî parti grupları ile Hükümete ve
ayrıca, 2 `milletvekiline de söz verilecektir. Önerge sahipleri ile şahıslar
adına konuşacak milletvekillerinin konuşma süreleri 10'ar dakika, Hükümet ve
gruplar adına yapılacak konuşmalar da 20'şer dakikadır.
Önerge sahipleri olarak, Kayseri Milletvekili Sayın
Recep Kırış ve Ankara Milletvekili Sayın Saffet Arıkan Bedük söz istemişlerdir.
Şahısları adına, Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan,
Ankara Milletvekili Mehmet Ekici, Adana Milletvekili Orhan Kavuncu, Sakarya
Milletvekili Teoman Akgür, Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya, Kahramanmaraş
Milletvekili Esat Bütün, Ankara Milletvekili Gökhan Çapoğlu söz istemişlerdir.
Grupları adına söz isteyen var mı? Peki; gruplar adına
söz talepleri varsa, bize bildirsinler efendim.
Şimdi, önerge sahibi olarak, Sayın Recep Kırış; buyurun
efendim.
Sayın Kırış, süreniz 10 dakikadır.
RECEP KIRIŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; sözlerime başlarken hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor;
Büyük Birlik Partisi ve şahsım adına, hem mübarek ramazanın hem de yeni yılın,
vatanımıza, milletimize, devletimize, Türk dünyasına, İslam dünyasına ve bütün
insanlığa hayırlar getirmesini diliyorum.
Muhterem arkadaşlar, başta Avrupa Birliği olmak üzere,
Kıbrıs ve genelde bütün dışpolitikayla ilgili olarak Hükümetin izlemiş olduğu
siyaset konusunda, bugün, bir genel görüşme yapıyoruz. Bu konuyla ilgili,
zamanın elvermiş olduğu ölçüde, belli konuları ana başlıklar halinde arz etmeye
çalışacağım.
Değerli arkadaşlar, şunu üzülerek ifade edelim ki,
dışpolitikamız, sadece bugünkü mevcut Hükümetle de bağlantılı olmaksızın, yani,
sadece bu Hükümete ait bir keyfiyet olmanın da ötesinde, maalesef, yıllar boyu,
istenen düzeyde, istenen seviyede olmamış ve dışpolitika konusunda, maalesef,
Türkiye, millî hedeflerini ve millî menfaatlarını hakkıyla gözeten, bu konuda
sağlam stratejiler ortaya koyan ve ona göre hareket eden bir ülke konumunda ne
yazık ki olamamıştır. Demin ifade ettiğim gibi -bunu söylerken, sadece bugünkü
mevcut Hükümeti de kastediyor değilim- maalesef, uzun yıllar öncesine baktığımız
zaman da bu durum görülmekte; ama...
BAŞKAN – Sayın Kırış, bir dakikanızı rica ediyorum
efendim.
Sayın milletvekilleri, sayın arkadaşımızın konuşmasını
takip edemiyoruz; lütfen, sükûnetle dinleyelim efendim.
Buyurun.
RECEP KIRIŞ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bugüne
kadar genelde bu böyle olmakla beraber, mevcut Hükümet döneminde, doğrusu,
dışpolitikada şu an karşı karşıya kalınan durum daha da vahim bir hale
gelmiştir. Şu an baktığımız zaman, bildiğiniz gibi, Avrupa Birliğiyle ilgili
ilişkiler Lüksemburg zirvesiyle akamete uğramış ve bu konuda büyük umutlar
bekleyen, büyük umutlar besleyen ve Başbakan Sayın Mesut Yılmaz'ın bundan bir
süre önce Almanya ziyaretinde ifade edilen ve Almanya'nın bu konuyla ilgili
gerçekten bizim yanımızda bütün ağırlığıyla yerini alacağını ifade eden ve
Almanya ziyaretini büyük bir başarı gibi takdim eden o anlayışın, o
beklentilerin, o sözlerin de gerçek olmadığı ortaya çıkmış ve bildiğiniz gibi,
genişleme sürecinde, Avrupa Birliği, bu sürece Türkiye'yi dahil etmeyi asla
düşünmediğini ve düşünmeyeceğini bir kere daha ortaya koymuştur.
Değerli arkadaşlar, bir taraftan Avrupa Birliği bu
kararı alırken, bildiğiniz gibi, aynı günlerde İslam Konferansı Örgütünün
toplantısı olmuş, o toplantıya Türkiye olarak en üst düzeyde katılmış olmamıza
rağmen, Sayın Cumhurbaşkanı, toplantıyı bir bakıma erken bir şekilde terk
ederek ülkeye dönmek zorunda kalmıştır ve Türkiye, Avrupa Birliğinde hak
etmediği bu kararı görürken, bir taraftan İslam Konferansı Örgütündeki
gelişmeler sebebiyle de, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadarıyla maalesef
İslam dünyasından uzaklaştığını, orada da fevkalade yalnız ve etkisiz bir
konuma düştüğünü görme durumunda olmuştur.
Bundan sonra, tabiî Sayın Başbakanın Amerika gezisi
olmuş; ama, İslam Konferansı Örgütünde bu kadar etkisiz hale gelen, Avrupa
Birliğinde umduğu kararları bir bakıma çıkaramayan Türkiye'nin, böyle bir
ortamda Amerika Birleşik Devletlerine yapacağı ziyaretten de çok fazla şeyler
beklemesi zaten mümkün değildi; nitekim, Amerika ziyaretinden de, Türkiye adına
sadece ve sadece birtakım vaatler ve nasihatler alınmıştır.
Değerli arkadaşlar, yine, şu an, bir tespit olarak
baktığımız zaman, Türk cumhuriyetleriyle olan ilişkilerimiz de, maalesef,
istenen seviyeye bir türlü getirilememiştir. Rusya'nın dağılmasından sonra,
Türk cumhuriyetleri, Türkiye için, siyasî bakımdan, ekonomik bakımdan ve diğer
bakımlardan fevkalade büyük bir avantaj teşkil etmiş olmasına rağmen, ne yazık
ki, bu avantaj ne geçen hükümet döneminde ne de bugünkü Hükümet zamanında
yeterince değerlendirilememiş ve Türk cumhuriyetleri deyince, sadece ve sadece
üzerinde durulan konu, neredeyse bir petrol boru hattına indirgenmiş
bulunmaktadır. Halbuki, biz, meseleyi sadece bir petrol boru hattına neredeyse
indirgerken ve o, işte Karadenizden mi geçsin, Bakü - Ceyhan hattı mı olsun, bu
konu üzerinde dururken, Batılı büyük şirketler, Türk cumhuriyetlerindeki petrol
ve doğalgaz rezervlerinin işletilmesiyle ilgili birtakım dev anlaşmaları
gerçekleştirmiş; ama, Türkiye, işte oradaki bu üretim alanlarının ortak
işletilmesine yönelik asıl ağırlığını koyması gerekirken, bu konuda, maalesef,
hiçbir şey yapılamamıştır.
Değerli arkadaşlar, şu an, dışsiyasetimize baktığımız
zaman, dolayısıyla, Türkiye olarak, ne
komşularımızla olan ilişkilerimizin daha iyi hale geldiğinden söz etmek mümkün
ne Kıbrıs'ta düne göre daha iyi bir durumda olduğumuzu görmek mümkün ne Türk
dünyasıyla ve İslam dünyasıyla ilişkilerimizin daha iyi hale getirildiğini
söylemek mümkün ve ne de Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimizde son derece
olumlu bir gelişme var diye, geleceğe yönelik olsa bile, umutvar konuşmak
mümkün; ama, itiraf etmek gerekir ki, belli bir zamandan beri -ne hikmetse-
Türkiye'nin dışsiyaseti bakımından, sadece İsrail'le olan ilişkileri önemseyen,
âdeta Türkiye'nin dışişlerini sadece İsrail'e endeksli bir hale getiren bir
anlayışı hâkim halde görüyoruz ve bunun da millî menfaatlarımızla asla bağdaşır
bir yanı olmadığının açık olduğunu belirtmek istiyoruz.
Türkiye, elbette ki, İsrail'le de bütün dünyayla da
temas kurabilir; ama, sadece ve sadece İsrail'i göz önüne alan ve sanki
dünyanın merkezi olarak âdeta İsrail'i biliyormuşuz, görüyormuşuz gibi, bir
yanlışlık içine düşercesine, bütün politikalarımızı İsrail'e endeksli hale
getirmenin Türkiye'ye hiçbir şey kazandırmayacağını burada belirtmek istiyoruz.
Değerli arkadaşlar, özetle, Türkiye, şu anda,
dışpolitikası bakımından, bir defa, PKK'ya karşı -bildiğiniz gibi, dış
destekler bugüne kadar süregeldiği için- diplomatik alanda yapılması gereken
atağı mutlaka yapmak durumundadır. Türkiye, bugüne kadar, PKK konusunda, bu
fesat örgütüne, bu şer örgütüne, bu cinayet örgütüne, bu terör örgütüne destek
olan ülkelere "siz Türkiye'den yana mısınız PKK'dan yana mısınız, bunu
bilmek istiyoruz" dememiştir; bunu bir an önce demek durumundadır.
Türk cumhuriyetleriyle olan ilişkilerimizi mutlaka
geliştirmek mecburiyetindeyiz.
Diğer taraftan, yurt dışında, şu an, sayıları 4 milyona
yaklaşan vatandaşlarımız vardır. Bu konu, Türk dış siyasetinde fevkalade önemli
bir konu olmasına rağmen, bugüne kadar, bu konuyla ilgili, maalesef, birçok
problem ortadayken, yapılması gerekenler yapılmamıştır.
Daha geçen hafta, yine yurt dışında bulunduğum için bir
kere daha gördüm ki, oradaki vatandaşlarımız, hem çifte vatandaşlık konusunda
hem seçme ve seçilme hakları konusunda hem de askerlik gibi konularda birtakım
önemli beklentiler içerisinde bulunmakta ve bunu acilen Hükümetten
beklemektedirler; ama, maalesef, bu konuda olumlu hiçbir adım atılmamakta ve
oradaki vatandaşlarımız, kendi
kaderlerine âdeta terk edilmiş bir pozisyonda bulunmakta, en azından
kendilerini öyle görmektedirler.
Değerli arkadaşlar, son olarak şunu ifade etmek
istiyorum ki, Avrupa Birliği, Lüksemburg'ta -bildiğiniz gibi- bizim asla hak
etmediğimiz o kararları alırken, Türkiye'ye yönelik olarak, demokrasi ve insan
hakları konusunda birtakım eleştiriler getirmiştir. Biz, Avrupa Birliğinin o
konularda Türkiye'ye karşı asla samimî olmadığı düşüncesindeyiz; ama, Avrupa
Birliği bu konuda samimî değil, bu konuda çifte standartçı bir anlayış
içerisindedir diye, biz, kende eksiklerimizi görmezden gelemeyiz. Avrupa
Birliği öyle istiyor diye değil; ama, kendi insanımız, bu konularda, Batı
toplumlarından daha fazla, insan haklarına da demokrosiye de layıktır
düşüncesiyle, Türkiye, mutlaka demokratikleşme konusunda da insan hakları
konusunda da birtakım adımları atmaya mecburdur; ama, maalesef, bu Hükümet
döneminde, demokratikleşme ve insan hakları konusunda, Türkiye, ileriye
değil...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kırış, lütfen toparlar mısınız.
RECEP KIRIŞ (Devamla) – Maalesef, bu dönemde, Türkiye,
ileriye değil geriye doğru gitmiştir ve geriye doğru götürülmeye de devam
etmektedir.
Geçmişte, rahmetli Özal zamanında, son derece üzerinde
durulan din ve vicdan hürriyeti, düşünceyi ifade hürriyeti, teşebbüs hürriyeti
gibi temel hak ve hürriyetler, şu an, Türkiye'de, ciddî bir tehditle ve
engellemeyle karşı karşıyadır. Onun dışında, siyasal haklar bakımından da bu
kısıtlamalar devam etmekte, bu tehditler devam etmekte ve Türkiye'de demokrasi,
âdeta, vesayet altında gibi bir görüntüye bütünüyle sürüklenmiş bulunmaktadır.
Şu anda, Türkiye'nin en büyük partisi kapatılacak mı
kapatılmayacak mı, bu konu, Anayasa Mahkemesinde görüşülmekte ve herkes bu
soruyu kendi kendisine sormaktadır. Gerçi, denilecek ki "efendim,
Anayasada maddeler var, Anayasa Mahkemesi ne yapsın." Burada benim sözüm
Anayasa Mahkemesine değildir; ama, Anayasada, eğer demokrasiye uygun olmayan
düzenlemeler varsa...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kırış,
yine süreniz bitti efendim, rica ediyorum.
RECEP KIRIŞ (Devamla) – ... onların da değiştirilmesi
lazımdır, onların da iyileştirilmesi lazımdır. Türkiye'de, bütün Parlamentonun,
bütün siyasal partilerin, bu konularda demokrasiyi ve insan haklarını sonuna
kadar savunması lazımdır. Biz, bu konularda, hâlâ, gerçekten, geri kalmış,
âdeta diktatörlükle idare edilen bir ülke görüntüsü verirsek, o zaman, elbette
ki, Avrupa'ya da dünyaya da söyleyecek hiçbir şeyimiz kalmaz.
Hepinizi, sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (BBP, RP ve
DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kırış.
Yine önerge sahipleri adına ikinci konuşmayı yapmak
üzere, Ankara Milletvekili Sayın Saffet Arıkan Bedük; buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; dışpolitika konusunda özellikle Hükümetin başarısızlıkları,
kararsızlığı ve ilgisizliği sebebiyle gelinen noktanın Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarafından irdelenmesi, değerlendirilmesi ve yönlendirilmesi
istikametinde vermiş olduğumuz genel görüşme önergesi üzerinde söz almış
bulunuyorum. Yüce Heyetinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti köklü bir devlettir. Geçmiş
tarihi ve zengin kültürüyle, özellikle ileri ülkelere ve diğer birkısım
ülkelere de örnek olmuştur. Bu örnekliği yanında da, teamüller, devletimizin
temel unsurudur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kurum ve kuruluşlarıyla ve
teamülleriyle bugüne kadar dünya devletleri arasında yer almış ve mensubu
olmakla da gurur duyduğumuz bir devlettir. İşte bu teamüller ve özellikle diğer
devletlere örnek olmuş bir dışpolitika gütmesine rağmen, maalesef son
zamanlarda, özellikle devletimizle ilgili birkısım değerlendirmeleri kabul
etmek mümkün değildir. Alman Başbakanının, özellikle Türkiye Cumhuriyeti
Devletiyle ilgili yapmış olduğu değerlendirmeleri, bir Türk olarak, bir Türk
parlamenteri olarak kabul etmemiz de mümkün değildir ve yine Lüksemburg'ta,
Başbakanın, Türkiye Cumhuriyeti Devletini bir işkenceci devlet olarak
nitelendirmesini, zinhar ve kesinlikle reddediyor ve kabul etmiyoruz.
Türkiye cumhuriyeti tarihi incelenirse, bizim
kültürümüzde ne bir ırkı ortadan kaldırmaya yönelik bir soykırımı vardır ne
dinî esaslara dayalı bir anlayış içerisinde bir soykırım veya asimilasyon
hareketi vardır ne de skolastik dönemden ve Ortaçağdan kalma işkence kültürü
vardır; çünkü, bizim kültürümüzde, insanlara işkence yapmak, hem günahtır hem
haramdır. Dolayısıyla, işkence, bizim hiçbir surette kabul etmediğimiz ve
üzerinde hassasiyetle durduğumuz bir konudur ve eğer -devlet politikası
olmamakla beraber- kamu görevlisi tarafından işlenmiş bir davranış varsa, ona,
gerekli cezayı vermeyi de kendisine hedef edinmiş olan bir siyasî, bir hukukî
ve bir devlet anlaşıyına sahibiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin
Avrupa Birliği içerisinde yer alması, tarihimizin önümüze koyduğu çok önemli
bir hedeftir; yaşadığımız tarihin mantığı budur, yaşanmış olan tarihihimizin
sonucu da budur; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilelebet payidar kalması ve
muasır medeniyet seviyesine yükselebilmesinin şartı da budur. Avrupa Birliği,
bir medeniyet projesidir ve bu, bizim için, hükümetlerüstü bir millî hedef, bir
millî politikadır; Türkiye'nin dış güvenliğinden Türkiye'nin zenginleşmesine
kadar bir dizi hedefin özetidir. Avrupa Birliği, özellikle Türkiye için, çok
önemli ve mutlaka ama mutlaka üzerinde durulması gereken bir hedeftir ve günlük
politikalarla da değiştirilecek olan bir hedef değildir.
Türkiye'nin Avrupa devleti olmasından ibaret de
değildir hedefimiz; hedefimiz, Avrupa'da kültür farklılıklarının zenginliğe
dönüştüğü bir büyük coğrafyadır. Biz, hem bu zenginliğin içerisinde yer almak
hem de bu zenginliğe kendi zenginliğimizi katmak istiyoruz. Türkiye, hem kendi
kimliğini, kültürünü ve inancını muhafaza edecek hem de Avrupalı olacaktır. Bu,
tek taraflı bir dilek de değildir; Avrupa'nın da, bu medeniyet projesine
ihtiyacı vardır.
Türkiye, bir İslam ülkesidir ve Türkiye, bir Avrupalı
ülkedir. Türkiye, sadece coğrafyaları değil, medeniyetleri de, kültürleri de
uzlaştıran, kaynaştıran bir ülke olmuştur. Tarih incelendiği takdirde, bu ibret
sayfalarıyla doludur.
Türkiye, 1856 yılından itibaren, Paris Konferansından
beri, bir Avrupa ülkesidir ve kendisine, Osmanlıdan itibaren, Avrupalılaşmayı
bir hedef olarak almıştır; ama, bütün bunlara rağmen, o tarihten bugüne kadar,
istikametinde hiçbir değişiklik yapmamıştır. Bin yıllık tarihimizi
hatırlayalım; gözlerimiz hep Batı'ya çevrilidir. Atatürk, eşsiz dehasıyla
Türkiye Cumhuriyetini kurarken, hedef olarak muasır medeniyet seviyesini
gösterirken aynı istikameti önümüze koymuştu: Batılılaşmak. Avrupa yolunda
hukukî ve siyasî engelleri kaldıran da odur, kültür dünyamızı bu istikamette
değiştiren de odur. Türkiye'yi bugün diğer İslam ülkelerinden farklı ve açık
şekilde avantajlı kılan, yüzyıllardır bu projenin sahibi olmasıdır.
Türkiye bir İslam ülkesi olarak Avrupa Birliğinde yer
alacak, hem kendisi hem de Avrupa gelişmiş olacaktı. Ne oldu; Türkiye,
eşzamanlı olarak, hem İslam dünyasından hem de Avrupa'dan dışlandı; acıdır! Hem
İslam Konferansının Tahran toplantısını terk etmek zorunda kalacaksınız hem de
Lüksemburg'ta, Avrupa Birliğinin genişleme sürecinde Türkiye'ye yer vermeyen
bir karara muhatap olacaksınız. Gerekçe; gerekçe, asla kabul edilmeyecek ve
tarihî perspektif içerisinde değerlendirdiğimizde, özellikle, bilhassa
Hükümetin kararsız tutumu, bilgisizliği ve ilgisizliği ve en sonunda "bizi
alsanız da almasanız da önemli değil; ama, bizi almadığınız takdirde, biz
gelecekte eksiklerimizi gideririz" şeklindeki o yanlış politikanın eseri
olduğunu gözden uzak tutmamak lazım. (DYP sıralarından alkışlar)
Türkiye yalnızlığa itiliyor, dünyadan özellikle
yalıtılıyor. Bu sonuç iki taraflıdır: Avrupa Birliği, Türkiye'nin tam üyelik
konusunda gösterdiği çabaları yeterince değerlendirememiştir. Avrupa şayet bir
Hıristiyan kulübü olarak kalmak istiyorsa, bu istek, her şeyden önce kendi
tarihine ve doğrudan doğruya kendisine ihanettir. Bütün bir Avrupa'nın, Yunan
tezlerinin arkasına saklanarak, dünya barışına en büyük katkıda bulunabilecek
bir büyük medeniyet projesinden vazgeçmelerini akıl ve sağduyuyla bağdaştırmak
da mümkün değildir.
Gümrük Birliği Antlaşmasından doğan malî
yükümlülüklerin hiçbirini yerine getirmemişlerdir. Avrupa'nın, Türkiye ile
Yunanistan arasındaki sorunlarda kendisini taraf olarak görme eğilimi içerisine
girmesini de şiddetle kınıyoruz. Hiç şüphesiz, bu tutum, Türk-Yunan barışına
katkıda bulunmak bir yana, tehlikeli sonuçlara yol açacak bir düşüncesizliğin
eseridir. İslam dünyası itibariyle de, Türkiye, Batılı siyasî kurumlar
içerisinde yer alan tek İslam ülkesidir. Ne buradaki varlığımız ne de dış
dünyayla ilişkilerimizde İslam ülkeleri aleyhine bir unsur bulunması söz konusu
olabilir. Bu manada, Türkiye, bölgesel ve evrensel barış açısından da son
derece önemli bir fonksiyon görmektedir.
Üzülerek kendi kendimize kahrediyoruz. Bu tanzimin
ürünü olarak bu Hükümeti yaratan yaklaşım, Türkiye'nin uluslararası ilişkilerini
de ipotek altına almaya başlamıştır. Gümrük birliği karşıtı lobilerin, Avrupa
Birliğinin kalitesiz, pahalı mallarını rakip olarak görenlerin gayretleriyle
Türkiye'nin başına musallat edilen bir Hükümetin, Avrupa Birliği konusunda
mesafe almasını beklemek mümkün müydü; değildi.
Avrupa Birliği, Türkiye için bir medeniyet projesidir
diyorum. Bu medeniyetin en önemli ortak paydasının demokrasi olduğunu,
kimsenin, unutmaya, ihmal etmeye hakkı da yoktur. Demokrasiye ihanet, Türk
Halkına ihanettir; ama, aynı zamanda, Türkiye'nin uluslararası çıkarlarına da
ihanettir.
Şunun herkesçe bilinmesi lazım: Türkiye, Avrupa trenine
binecek, Türkiye, tarihteki yolculuğunu Avrupa ile sürdürecektir; bunun hiçbir
suretle başka bir yolu yoktur. Bu yolda şu anda çözmemiz gereken en önemli
sorun, demokrasidir, eksiksiz işleyen bir demokrasiyi tesis etmektir,
demokrasinin önündeki engelleri temizlemektir; bunu yapmadan, başaracağımız,
elde edeceğimiz hiçbir hedef de yoktur.
Sayın Ecevit, özellikle 1974 yılında da, yine, böyle
bir zamanda, Avrupa Birliği ile ilgili önüne açılmış olan bir kapıda, maalesef,
o fırsatı değerlendirememiştir. Yine, aynı dönemi yaşama gibi bir noktaya
gelmiş bulunmaktayız. "2000'e 2 kala, bu dünyada, özellikle yeni bir dünya
kurulur, Türkiye'de o dünyada yerini alır" diyor. 2000 yılına 2 kala yeni
kurulacak olan bir dünya nasıl olacaktır? İşte, önümüzde üç tane blok var.
Ekonomik, ticarî, sosyal ve siyasal bakımdan bir araya gelmiş APEC, Avrupa
Birliği, NAFTA ülkeleri ve ASEAN ülkeleri; bu daha devam edecek... Nerede
yerimizi alacağız; bizim yerimiz Avrupa Birliğidir; bizim yerimizolarak, ta
Osmanlıdan beri devam eden, Atatürk'le devam eden ve daha sonra da 1959'da
Menderes'le müracaat ve 1963'te Ankara Antlaşmasıyla da rahmetli İsmet İnönü'yle
özellikle imzalanan bir süreçte kesin kararlılığını ortaya koymuş ve bir millî
dava olarak, bir millî hedef olarak Avrupa Birliğini kabul etmiştir. Bunun
dışında başka bir yol aramak mümkün değildir. Biz, kendi imkânlarımızla
gireceğiz; imkânlarımızı kullanacağız; kozlarımızı kullanacağız; gümrük birliği
şartlarını kullanacağız; NATO'nun genişleme sürecindeki Türkiye'nin veto
hakkını kullanacağız; Batı Avrupa Birliğinde, özellikle güvenlikle ilgili...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bedük süreniz bitti; toparlar mısınız.
Buyurun.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – ...yine, Türkiye'nin,
özelikle veto haklarını kullanacağız. Bunların hiçbirini kullanmadık; ama,
Yunanistan kullandı ve ne dedi "Eğer Güney Kıbrıs yönetimini almazsanız, o
zaman, ben, Batı Avrupa Birliğinin ve NATO'nun genişleme sürecine, özellikle
Avrupa Birliğinin genişleme sürecine itiraz ederim, veto hakkımı
kullanırım." Arkasından da, maalesef, Avrupa Birliği, âdeta, Yunanistan'ın
politikasını uygulayan bir kuruluş haline döndü. İşte bu, en önemli konudur.
Yine, özellikle Güney Kıbrıs, bizim için en tehlikeli noktaya doğru götürülme
noktasında oldu, Avrupa Birliği içinde en önemli tehlike haline geldi. Güvenlik
konusu bakımından da, Güney Kıbrıs'ta kurulacak olan S-300 füzelerinden sonra,
Avrupa, halen Güney Kıbrıs'ı eğer kendi için bir tehdit görmüyorsa, bunu
kendilerinin takdirine bırakmak lazım; ama, biz, şunu özellikle belirtiyoruz:
Lüksemburg kararlarını kesinlikle kabul etmek mümkün değil; ama, Lüksemburg'ta
alınan karar, bu işin bittiği manasına gelmez. Otuzdört yıldır devam eden
mücadelemiz yine devam edecek ve Avrupa Birliğine girmekte, kendi hakkımız,
kendi hukukumuz, kendi ekonomik gücümüz, kendi ticarî gücümüz, kendi kafamız,
kendi fikrimiz, ilmimiz ve irfanımızla girecek ve onlarla mücadele edeceğiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle
Kafkaslardaki yeni bağımsız Türk devletleri, bizim için, vazgeçilmez
kardeşlerimiz, soydaşlarımızdır. Onların ekonomik, sosyal ve kültürel
kalkınmasını sağlamak bizim hedefimizdir; kendi aralarındaki ihtilafları
çözümlemek, onlar arasında özellikle nâzım rol oynamak, arabulucu olarak onlara
destek yapmak bizim görevimizdir. Bugüne kadar yeterli desteği yaptığımızı
iddia etmek doğru değildir. Onun için, biz, Kafkaslardaki özellikle yeni
kurulmuş olan bütün bağımsız Türk devletlerinin, hem ekonomik ve sosyal
kalkınmasını sağlayacağız hem de onlara destek yapacağız, yapmalıyız ve Avrupa
Birliğine girmek suretiyle de onların Avrupa ile bütünleşmesini de sağlamak
durumundayız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gürcistan, bizim
dostumuz ve komşumuzdur. Rusya ile yakın münasebetlerimizi devam ettirmemiz,
komşuluk ve iyi komşuluk münasebetlerimizi devam ettirmemiz gerekmektedir; ama,
ben, özellikle bir hususu önlerinize getirmek istiyorum: Kafkaslarda özellikle
ve bilhassa eğer istikrarlı bir ortam yaratılmak isteniyorsa, Ermenistan
konusunun mutlaka çözümlenmesi ve oradaki düğümün mutlaka ama mutlaka
çözümlenmesi şarttır. Eğer o çözümlenmezse, kuzey tarafımızda yeteri kadar
barışın sağlanacağı inancını taşımıyorum...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Süreniz bitti Sayın Bedük. Lütfen, son
cümlenizi söyler misiniz...
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) – Bu duygular içerisinde,
genel görüşmemizin özellikle Hükümetimize ışık tutacağını ve bugüne kadar
uygulanmakta olan politikalarında, yanlış politikalarında, kararsız ve farklı
konuşmalarla, birbirinden habersiz konuşmalarla Türkiye'nin dışpolitikasını
değiştirecek, değişik bir mecraya sürükleyecek birkısım uygulamalardan
Hükümetimizin vazgeçeceği ümit ve temennisiyle, hepinizi sevgi ve saygıyla
selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bedük.
Efendim, şimdiye kadar, gruplar adına, yalnız Demokrat
Türkiye Partisi Grubu adına Sayın Mahmut Yılbaş söz istemişlerdir; diğer
gruplar da sözcülerini lütfen bildirsinler. Sayın Yılbaş'ın konuşmasından
sonra, umumî arzu üzerine, birleşime 40 dakika ara vereceğim; onun için,
gruplar lütfen sözcülerini bildirsinler efendim.
Buyurun Sayın Yılbaş.
Süreniz 20 dakika efendim.
DTP GRUBU ADINA MAHMUT YILBAŞ (Van) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler
konusunda genel görüşme üzerinde Demokrat Türkiye Partisinin görüşlerini sunmak
amacıyla huzurunuzdayım. Bu vesileyle, tüm halkımızın mübarek ramazanlarını
sağlık ve afiyet içerisinde geçirmelerini ve yeni yılda da sağlık ve mutluluk
içerisinde olmalarını, Partim ve şahsım adına temenni etmekteyim.
Sayın Başkan, bu genel görüşme, Danışma Kurulunda, bir
siyasî partimizin grup yöneticileri tarafından gündeme getirildi ve orada
yapılan değerlendirmeler sonucunda da, ortakça, Genel Kurulda bir genel
görüşmenin yapılmasının uygun olacağı sonucuna varıldı. Bugün bakıyorum ki,
genel görüşme talebinde bulunan siyasî partimizin sayın temsilcileri, grupları
adına yapılan konuşmadan sonra, Genel Kurulu sadece bir tek temsilci bırakarak
terk ettiler.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – İftar vakti canım!.. Sayın
Başkanın ara vermesi lazım.
MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Değerli milletvekilleri,
konu, Danışma Kurulunda kendilerinin de ifade ettiği gibi, gerçekten ülkemizin,
insanlarımızın geleceğiyle yakından ilgili bir konu; ama, sözler ile icraat
hiçbir zaman aynı paralelde gitmiyor. Yine biraz evvelki konuşmada, Avrupa
Birliği ile Türkiye'nin ilişkisinin millî bir hedef olduğu, Türkiye'nin
geleceğiyle vazgeçilmez bir ortaklık olduğu ifade edildi.
Değerli milletvekilleri, -bunun böyle olup olmadığını
anlamak için- AB'nin ne olduğunu, bugüne kadar hangi süreçlerden geçildiğini,
burada belki sizler çok yakından bilmektesiniz; ancak, halkımın, bu konuyu
ayrıntılarıyla bilmediğini biliyorum. Eğer, Türk Halkının büyük bir bölümü,
AB'nin içeriğinin ne olduğunu, bugüne kadar geçirmiş olduğu süreç içerisinde
Türkiye'ye ve Türk Milletine yapılmış olan muameleyi bilmiş olsa, bugün tepkisi
daha farklı olurdu diye düşünüyorum. Onun için, değerli milletvekilleri müsaade
ederseniz, AB hakkında çok kısa bilgiler sunacağım:
Hepinizin malumu olduğu üzere, 12-13 Aralıkta,
Lüksemburg'ta yapılan Avrupa Birliği zirvesinde Türkiye ile ilgili olarak bir
karar alındı. Bu karar, bir sürpriz teşkil etmemekle birlikte, bazı kesimler
tarafından son derece olumsuz bir görüş olarak kamuoyuna sunulmaya çalışıldı ve
bunun arkasında, İktidarın, Hükümetin başarısızlığının yattığı ifade edilmeye
gayret gösterildi.
Değerli arkadaşlarım, bu, sadece bugünkü İktidarın,
bugünkü Hükümetin uygulamış olduğu icraatların sonunda ulaşılmış, gelinmiş bir
nokta değildir. Bu olay, nereydeyse otuz yıllık sistematik bir uygulamanın
sonucunda gelinen noktadır.
Değerli arkadaşlarım, Avrupa'da bir birlik oluşturma
arzusu çok eskilere, Birinci ve İkinci Dünya Harbi sonlarına dayanmaktadır.
Özellikle, İkinci Dünya Harbinden sonra, yanmış, yıkılmış, ekonomisi yok olma
noktasına gelmiş bir Avrupa, doğusunda bulunan ve rejim olarak da, dünya görüşü
olarak da tamamen kendisinin zıddı olan güçlü bir Doğu Avrupa'ya, yani,
Sovyetler Birliğine karşı direnme amacıyla, bir ekonomik topluluk oluşturma
düşüncesi, arayışı içerisine girmiştir.
Malumlarınız olduğu üzere, ilk defa Fransa, Lüksemburg,
Belçika, İtalya ve Almanya'nın bir araya gelmesiyle, Avrupa'da bir Kömür ve
Çelik Topluluğu oluşturulmuştur. Bu, 1951 yılında meydana getirilen bir
ekonomik topluluktur. Maksadı, bu alanlarda_ Ki, Birinci Dünya Harbinin ve
kısmen de İkinci Dünya Harbinin çıkmasının temelinde yatan ekonomik nedenlerin
dayandığı iki ana konudur; çelik ve kömür.
Değerli arkadaşlarım, bundan beş altı yıl sonra da,
yine bu alanlar dışında kalmak kaydıyla, bütün ekonomik alanlarda bir Avrupa
Ekonomik Topluluğu oluşturulması fikri gündeme getirilmiş ve AET adı altında
bir birlik oluşturulmuştur. Bu, 1958 yılında Roma Antlaşmasıyla gündeme
getirilmiş ve Türkiye, 1959 yılında
müracaat ederek, bu Topluluk içerisinde yerini almak istemiştir.
Bütün bunlara rağmen, ilk üyeler, tam üye olarak
Topluluk içerisinde yer almış olmasına karşılık, Türkiye'nin, ancak bir gümrük
birliği temeline dayanan bir üyelik çerçevesi içerisinde, AET ülkeleriyle
işbirliği, Ankara Antlaşmasıyla gündeme getirilmiştir. Bu antlaşma sonunda,
yine, 1970 yılında, Katma Protokolle beraber, Türkiye'ye birtakım malî katkılar
sağlanması söz konusu olmuştur; ama, bu yılları takip eden yıllarda, Türkiye,
1980 yılına kadar, Avrupa Kalkınma Bankasından ancak 875 milyon dolarlık bir
kredi temin etme durumunda kalabilmiştir.
Avrupa Birliğinin, Maastricht Antlaşmasıyla birlik
haline dönüştürülmesinden önce, Avrupa Topluluğu olarak, sadece Türkiye'ye
değil, Avrupa Topluluğu dışında kalan Akdeniz ülkelerine ve yine Doğu Avrupa
ülkelerine baktığımızda, Avrupa Birliğinin Türkiye'ye vermiş olduğu 875 milyon
dolarlık bu yardımın kat kat üzerinde bir yardım sağlandığı orta yerdedir.
Değerli arkadaşlarım, bu rakamlara baktığımızda, Fas,
Türkiye'nin 2 katı kadar, Mısır, Türkiye'nin 1,5 katı kadar ve yine, Polonya,
Türkiye'nin 7 katı kadar, 6,5 milyar dolarlık -Avrupa parası olan ECU'luk- bir
yardım almıştır; Macaristan 3 milyar dolarlık bir yardım almıştır.
Değerli arkadaşlarım, bu noktaya gelinceye kadar,
Avrupa Birliğinin Türkiye konusundaki yaklaşımı, ne umut kırıcı ne de umut
verici olmuştur; Avrupa Birliği, Türkiye'yi sürekli olarak kapıda tutmayı ve
ona umut vermeyi yeğlemiştir. Acaba, bu, Avrupa Birliğinin, 1900'lü yıllarda,
20 nci Yüzyıla girerken, bir politikası mıdır; böyle bir siyaseti midir; yoksa,
bu Avrupa ülkelerinin, Şark meselesi dediğimiz, bin yıldan beri Doğu ülkelerine
uygulamış olduğu bir siyasetin sonucu mudur?
Değerli arkadaşlarım, bu noktada, bir devlet
büyüğümüzün, rahmetli olan İnönü'nün hatıralarından -ikinci kitabın 89 uncu
sayfası- bir pasaj okumak istiyorum. Rahmetli İnönü hatıratında şöyle diyor:
"Lord Curzon bana 'Konferanstan bir neticeye varamayacağız; ama, memnun da
ayrılmayacağız. Hiçbir işte bizi memnun etmiyorsunuz. Hiçbir dediğimizi, makul
olduğuna, haklı olduğuna bakmaksızın, kabul etmiyorsunuz, hepsini
reddediyorsunuz. En nihayet, şu kanaate vardık ki, ne reddederseniz, hepsini
cebimize atıyoruz. Memleketiniz haraptır, imar etmeyecek misiniz? Bunun için
paraya ihtiyaç olmayacak mı; parayı nereden bulacaksınız? Para kimsede yok,
ancak biz verebiliriz. Memnun olmazsak, kimden alacaksınız? Harap bir memleketi
nasıl kurtaracaksınız? İhtiyaç sebebiyle, yarın para istemek için karşımıza
gelip diz çöktüğünüz zaman, bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer
çıkarıp size göstereceğiz' dedi." Rahmetli İnönü hatıratında devam ediyor:
"Lord Curzon'un bu sözleri, her zaman kulağımda kalmıştır ve sözünün
geçtiği her yerde hatırlamışımdır. Bu kırkbeş sene içerisinde, para almak için
müracaat ettiğimiz her yerde, bu ihtimali her zaman göz önünde
bulundurmuşumdur."
Değerli arkadaşlarım, hamasi nutuklarla, burada,
siyaseten, haleflerin selefleri ithamlarıyla ülkeyi, siyaseten ve ekonomik
açıdan bir yere götürmemiz, insanlarımızın beklentisi olan, umudu olan o sahile
taşımamız mümkün olmayabilir. Bunu bırakmalıyız artık; akıl yolunda, düşünce
yolunda, bilgi yolunda hareket etmeliyiz. Öyle zannediyorum ki, artık,
dışpolitikada, tarih sayfalarında gömülü kalmış olması lazım Baltacı Mehmet-Katerina
politikalarının. Bu politikaların artık çağımızda yeri yok. Hiçbir ülke, bir
başka ülkeye kara kaş için, kara göz için siyaset yapmıyor; kendi geleceğini,
hem de önündeki on yılları düşünerek değil, önündeki bin yılları düşünerek, dış
ilişkilerini bina ediyor.
Ne acıdır ki, Lozan döneminde, rahmetli İnönü'ye
söylenilmiş olan bu sözler, cumhuriyet dönemimizde, o millî mücadeleyi yapmış,
ülkenin geleceği konusunda, harp meydanlarında savaşarak, gerçeklerle kendi
benliklerini yoğurmuş olan insanlar sahneden ayrıldıktan, sonra, ülkemiz bir
siyasî boşluk içerisinde kalmıştır. Ülkeyi geleceğe taşırken uzun vadeli
politikalar, siyasetler yerine günlük politikalar hâkim olmuştur.
Unutmuşuzdur Birinci Dünya Harbi sırasında, başta
İstanbul olmak üzere, yurdun değişik bölgelerinin müttefik kuvvetlerince
işgalini, zannetmişizdir ki, o zaman dilimi içerisinde kalan bir olaydır. Yine,
bütün bir ömürce koşup durduğumuz medeniyetin, birgün gelip, bize, tekrar
değişik açılardan, değişik yöntemlerle yaklaşıp, Anadolu'da yaşayan bu kültüre,
bu insanlara, kendileri önünde diz çöktürme sevdasından vazgeçmişlerdir
düşüncesine kapıldık.
Değerli arkadaşlarım, bugünden itibaren millet olarak
yapmamız gerekli olan, ülkenin çıkarlarını her türlü çıkarın önüne koymak olmalıdır.
Avrupa Birliğine "ya girilecektir, ya girilecektir" gösterileriyle
ülkede büyük bir başarı olarak gösterilmeye çalışılan dönemde Türk ekonomisi,
maalesef bir yıl içerisinde 3,5 milyar dolar toplukonut kesintisiyle, 2,5
milyar dolar diğer gümrük vergilerinden sarfınazar etmek üzere, kamu geliri
olarak, yılda 6 milyar dolar gelirinden sarfınazar etmiştir.
Yine, dışticaret açığımız, son yılda 20 milyar dolara
çıkmıştır. Avrupa Birliğine girme nedenleri arasında birinci sırada
gösterdiğimiz ekonomi gerekçesine baktığımızda, bizim karşılıklı ticaretimizde
bunun yüzde 70'i, yani, 14 milyar dolarlık bir açığımız vardır; 6 milyar dolar
da kamu gelirlerimizden vazgeçtiğimizi kabul edecek olursak değerli
arkadaşlarım, bu 20 milyar dolar
demektir.
Değerli arkadaşlarım, bugün 1998 yılı bütçesi
görüşmelerinde ifade edildiği üzere, borç sarmalından dolayı Türkiye'nin bir
yıl içerisinde ödeyeceği para 26 milyar dolar olarak gösterildi ve
"Türkiye, nereden bulursa bulsun; bu borç sarmalından kurtulsun"
denildi.
Değerli arkadaşlarım, zaman zaman düşünmekten kendimi
alıkoyamıyorum; acaba diyorum, içten ve dıştan, geçen bu uzun yıllarda, ülkemin
ve ülke insanımın etrafında bir koza mı örüldü? Bakıyorum, ekonomik ve siyasal
olarak, biz, neye el attıyorsak, önümüzde duvarlar yükseliyor. AB, diyoruz;
önümüze, ekonomik duvarlar çıkarılıyor, önümüze siyasal duvarlar çıkarılıyor,
önümüze sosyal duvarlar çıkarılıyor ve düşününüz, AB, Kıbrıs gibi bir sorunun
çözümünü, AB'ye girişin önşartlarından biri olarak gündeme getiriyor. Sanki,
1940 yıllarında Almanya'da milyonlarca Museviyi kamplara gönderen benim
milletim ve önkoşul olarak Şansöyle, orta yere çıkıyor, yandaşı olan ülkelerle
beraber bana "işkenceci" diyor. Hani tarih bilinci, nerede?! Kuru bir
özürle çıkıp da tarihe bunu unutturacaklarını mı zannediyorlar? Bir ırkın
önünde çıkıp da özür dilemekle o insanlara çektirdiklerinden dolayı
bağışlandıklarını mı zannediyorlar?
Değerli arkadaşlarım, hiçbir siyasî düşünce farkı
gözetmeksizin, hiçbir sosyal düşünce farkı gözetmeksizin, artık, gün, o,
gündür; birbirimize güvenme ve birbirimize dayanma günüdür. Eğer, bunda geç
kalınacak olursa, korkarım ki, o kozanın içerisinde...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılbaş, süreniz bitti, lütfen, toparlar
mısınız?
MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Sayın Başkanım, toparlamaya
gayret edeceğim.
BAŞKAN – Efendim, eksüre verdim; buyurun toparlayınız.
MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu konuşmanın, diğer konuşmalarla
birlikte, çok daha geniş bir katılımla bu Genel Kurulda yapılmasını arzu
ederdim; ama, ramazana isabet etmesi ifade edildi; inşallah, bundan sonraki
Genel Kurullarda, önemli meselelerimizde, bu ülkenin dönemecini teşkil edecek
meselelerde kavga da etsek, gürültü de etsek, burada birbirimizi dinlerken
birtakım usuller dışına da çıksak, bir arada olmamızın büyük yararı vardır.
Öyle zannediyorum ki, şu Genel Kurulun görüntüsünü bazı kanallarla yurtdışına
gönderiyorlardır; Türkiye Parlamentosunun, Yüce Meclisin, AB konusunun, ne
kadar önemle üzerinde durduğunu da dışarıya yansıtıyorlardır.
AHMET TAN (İstanbul) – AB anlayışlıdır, iftara saygı
gösterirler.
BAŞKAN –
Efendim, rica ediyorum, müdahale etmeyin.
MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu
duygular içerisinde, tekrar, ramazanınızı kutluyorum, yeni yılda Yüce
Milletimize ve sizlere sağlık ve mutluluklar diliyorum; beni dinlediğiniz için
hepinize teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yılbaş.
Gruplar adına, şimdiye kadar ANAP Grubu adına Sayın
Bülent Akarcalı söz istemişlerdir, öteki gruplar henüz sözcülerini
bildirmemişlerdir.
Saat 17.30'a kadar birleşime ara veriyorum efendim.
Kapanma Saati : 16.49
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati
: 17.30
BAŞKAN :
Başkanvekili Kamer GENÇ
KÂTİP ÜYELER
: Ali GÜNAYDIN (Konya), Zeki ERGEZEN (Bitlis)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 38 inci
Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Sayın milletvekilleri, çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV. —
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS
ARAŞTIRMASI (Devam)
A) GÖRÜŞMELER (Devam)
1. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan
Bedük ve 37 arkadaşı ile Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 22 arkadaşının,
Avrupa Birliği ve Kıbrıs başta olmak üzere Hükümetin izlediği dışpolitika
konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/15, 17) (Devam)
BAŞKAN – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük ve 37 arkadaşı ile
Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 22 arkadaşının verdikleri önergeler üzerine
kabul edilen ,Avrupa Birliği ve Kıbrıs başta olmak üzere, Hükümetin izlediği
dışpolitika konusundaki genel görüşmeye devam ediyoruz.
Hükümet?.. Burada.
Söz sırası, ANAP Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Bülent
Akarcalı’da. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
Konuşma süreniz 20 dakikadır.
ANAP GRUBU ADINA BÜLENT AKARCALI (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlarım.
Bugünkü görüşmeyi, az sayıda milletvekili karşısında yapmış olmakla
birlikte, özellikle, dinleyen kamuoyuna belirtmek istediğim husus şudur:
Türkiye Büyük Millet Meclisi, ihtisas komisyonlarıyla, bu meseleyi son derece
ciddî bir şekilde ele almıştır. Eşbaşkanı olduğum Karma Parlamento Komisyonu,
Lüksemburg Zirvesini takiben toplantılarını yapmış, konuyu tartışmış ve konuyla
ilgili olarak, bilahara, Dışişleri Bakanımız Sayın İsmail Cem’in katkısıyla,
meseleyi, enine boyuna görüşmüştür. Yine, Dışişleri Komisyonu, aynı şekilde,
Sayın Dışişleri Bakanının vermiş olduğu bilgiyi alıp, meseleyi tartışmıştır.
Ayrıca, Lüksemburg Zirvesinden önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bildiğiniz
gibi, Avrupa Birliğiyle İlişkileri Araştırma Komisyonunun kurulmasını kabul
etmişti. Bu Komisyon da çok ciddî ve kapsamlı bir şekilde çalışmalarına
başlamıştır. Komisyonun divanı da Meclisteki dört partiyi temsil edecek şekilde
seçilmiştir. Bu da, Meclisimizin, kendi ihtisas komisyonlarında meseleye ne
kadar ciddî bir şekilde yaklaştığının delilidir. Dolayısıyla, şu anda, iftardan
dolayı çok sayıda milletvekilimizin olmayışı, Meclisimizin bu konuya yeteri
ilgiyi göstermediği anlamına kesinlikle gelmemektedir.
Ayrıca, Karma Parlamento Komisyonu olarak, İktisadî Kalkınma Vakfıyla
birlikte, 16 Ocakta, İstanbul’da, Avrupa Birliği ilişkilerini değerlendirmek
için Ulusal Danışma Konseyini topluyoruz. Bu toplantının ilki geçen yıl
oluşmuştu. Bu toplantıya, Ulusal Danışma Konseyine, Türkiye Büyük Millet
Meclisi temsilcileri, İKV, işçi işveren sendikaları, akademisyenler, basının
temsilcileri gibi, ülkemizi bu konuda temsil eden ciddî bir katılım olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, Lüksemburg Zirvesinde ortaya çıkan sonuca yönelik
olarak, Hükümet olarak, Meclis olarak, Türk kamuoyu olarak, Türk basını, Türk
insanı olarak haklı tepkimizi gösterdik; bu tepkiyi göstermek gerekiyordu;
ancak, dışpolitikada duygusal olunmaması gerektiği, hissî davranılmaması
gerektiği de ayrı bir gerçektir. Bize düşen, ülkemizin, büyük ve yüce çıkarları
için, en uygununun ne olduğunu soğukkanlı bir şekilde düşünmek ve tartışmaktır.
İşte, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığımız, şu anda yapmakta olduğumuz ve
bundan sonra da yapacağımız bu konudaki tartışmalarda, bütün mesele, konuya
aklıselimle yaklaşmak olmalıdır ve olacaktır.
Çok kısa bir özet yapmak gerekirse, Temmuz 1997’de “Ajanda 2000” diye
tanımlanan ve Avrupa Birliğinin genişleme sürecini ilk belirleyen
toplantılarda, dokümanlarda, Türkiye’nin bu genişlemede adı hiçbir şekilde
geçmiyordu. Bilahara, Lüksemburg Zirvesinde, Türkiye, aslında genişleme
sürecine alındı, adı gayet net bir şekilde belirlendi. Bu son derece müspet
gelişmeye rağmen, bunu, Hükümetimiz, Meclisimiz, siyasî partilerimiz,
kesinlikle yeterli bulmadılar, bulmamakta da haklıydılar. Her ne kadar,
Türkiye, artık, genişleme süreci içinde görünüyorsa da, bu müspet gelişime
karşın, ileriye sürülen haksız şartlardan dolayı kabul edilemeyecek, âdeta
Türkiye’nin ayaklarına demir halkalar bağlanmış gibidir.
Dikkat ederseniz, demokrasi, insan hakları, ekonomideki sorunlar
üzerinde Türk kamuoyundan bir tepki çıkmamıştır; çünkü, biz de bu konulardaki
eksikliğimizi kabul ediyoruz ve bu eksikliğimizi, Avrupa Birliğine şirin
görünmek için değil, kendi halkımıza olan saygımızdan dolayı, yapmamız
gerektiğinden dolayı yapılması gerektiğini biliyoruz. Ama, bir de, insaf, millî
çıkarlarımızla bağdaşmasa bile, kendi
vicdanımızla bağdaşabilecek olsa amenna diyebileceğimiz, ama kendi
vicdanımızla da bağdaşmayan bir hususla, bir konumla karşılaştık. Bu, özellikle
Avrupa Birliğinin, kendini, âdeta Yunanistan’a teslim etmesi şeklinde ortaya
çıkan husustur. Sayın Bakanımız bize verdiği brifingde de belirtmişti; âdeta,
Yunanistan, sanki bazı bölümleri kaleme almış, Avrupa Birliği de bunun
sözcülüğünü yapmış şeklindeydi.
Şimdi, bu noktaya vardığımızda şunu sormamız gerekiyor: Bu otuz yılı
aşkın olan serüvende Türkiye, yanlış mı yaptı, yanlış mı oynadı? Meseleyi biraz
değişik tarzda ele aldığımız zaman, bunun yanlış olmadığını; yani, Türkiye’nin
kendi tercihlerinde yanlış yapmadığını belirteceğim ve eğer, Lüksemburg
Zirvesi, ileride, Türkiye ile Avrupa Birliğinin arasının çok açılmasına neden
olursa, uzun vadede, kaybedenin, Türkiye değil, Avrupa Birliğinin kendi
olduğuna samimî bir şekilde inanmaktayım; çünkü, eğer, Avrupa Birliği,
çokrenklilikten, çokseslilikten oluşacak bir geleceğin toplumuysa, bu Birliğe
hakiki anlamda rengi ve sesliliği getirecek olan ülke, gerçekten, Türkiye’dir.
Batı’yı karış karış gezmiş birisi olarak, ne Bulgaristan’ın ne Romanya’nın ne
Polonya’nın ne Macaristan’ın, bugünkü Avrupa Birliğine katacağı bir yenilik, renklilik, çokseslilik, çokkültürlülük
yoktur; aynı makam değişik tonlarda söylenecektir, o kadar... Dolayısıyla,
Türkiyesiz Avrupa Birliği, kendine yeni ufuklar açamayacaktır; izolasyonist bir
politikaya girerek, kendini dünyanın diğer noktalarından koparma durumuna
düşecektir.
Aslında, bizim ta atalarımız Osmanlıdan başlayan, cumhuriyetle pekişen
düşüncemiz Batı değildi; dikkat edilirse, kullanılan terim, muasır
medeniyettir; muasır medeniyet, yani, çağdaş uygarlıktır. Çağdaş uygarlık
neredeyse, Türk’ün, onu kapma, onu alma sezgisi, asırlardır vardır; hiçbir
komplekse girmeden... Ta Çin’den Avrupa’nın içlerine kadar, nerede iyi, nerede
güzel varsa, Türk toplumları, kurulan devletler, bunu, zaten almıştır.
Dolayısıyla, cumhuriyetin kurulma döneminde kullanılan terim Garplılaşma,
Batılılaşmadan ziyade, muasır medeniyet deyimidir.
Aslında, o dönemde, Batıya, muasır medeniyet deme imkânımız da pek
yoktu; çünkü, 1920’lerin, 1930’ların Avrupasına baktığımız zaman, o dönemin
Avrupası, Mussolini, Hitler, Stalin, Franco, Salazarların Avrupasıydı; yani,
hem kendi insanlarını hem sömürgelerdeki insanları acımasız şekilde ezen, her
türlü hak ve hukuktan uzak bir şekilde davranan bir Avrupa’ydı; ancak, İkinci
Dünya Savaşında çekilen büyük eziyetler, yapılan büyük mezalimler sonucu,
Avrupa’nın hümanist yönü ağırlık kazandı ve İkinci Dünya Savaşından sonra, Batı
Avrupa, hızla sömürgeciliği tasfiye eden, işçisine, köylüsüne, memuruna,
emeklisine gerçek bir sosyal devlet hizmeti veren, insancıl, hümanist,
hoşgörülü anlayış ve politikaların ağırlık kazandığı bir bölgeye dönüşmüştü.
İşte, bu iki bloklu yeni Avrupa’da, bizim “muasır medeniyet” tanımımızın
Batı Avrupa’yla birleşmesi üzerine, Türkiye, muasır medeniyetle Batı’yı eşdeğer
tuttu ve Avrupa Birliğine gidecek olan yola, Ortak Pazar yoluna kendisi de
girdi.
O dönemlerdeki bu sezgimizde de yanlış yapmamıştık; çünkü, 1960’lara
baktığımız zaman, Avrupa’ya giden işçilerimizi, hoşgörü ve sevgiyle
ağırlamaları, 1963’teki Ankara Ortaklık Antlaşmasında emeğe serbest dolaşım
hakkının tanınması, Batı Avrupa’nın, ırkçı, fanatik, emperyalist düşüncelerden
sıyrıldığının âdeta bir simgesiydi; fakat, 1970’lerden sonra bu durum değişmeye
başladı. Bu durumun değişmesinde, ne Türkiye’nin ne İslamiyetin ne Arap
ülkelerinin, başkalarının herhangi bir suçu, vebali yoktur; Avrupa’nın kendi,
bu biraz önce saydığım nitelikleri kaybetmeye başladı; ırkçılık, yabancı
düşmanlığı hızla gelişirken oradaki yönetimlerden hiçbiri de bu olumsuzluklara
karşı ciddî bir tedbir almadılar; aleyhte beyanda bulundular; işte “yazık oluyor”
dediler; ama, Fransa’daki, Magrib ülkelerinden göç etmiş olanların, diğer
bölgelerdeki, Türkiye’den gitmiş olanların başına gelenlere Avrupa’nın ciddî
bir tavır almadığını da gördüm.
Buradan benim gelmek istediğim nokta şudur: Eğer, Batı Avrupa, kendi
ölçüleriyle, kendi yaptıklarıyla muasır medeniyet çizgisinden ayrılıyorsa, bu,
bizim de ayrılacağımız anlamına gelmemektedir. Türkiye -dediğim gibi- yalnız
cumhuriyetiyle değil, hani, tarihinin kökünden beri gelen anlayışla “çağdaş
uygarlık neredeyse ben de oradayım” anlayışına kesin olarak devam edecektir.
Peki, Batı Avrupa olmadan, Avrupa Birliği olmadan Türkiye bir şey
yapabilir mi, yaşayabilir mi? Zaten bizim yaptığımız o. Yani, Türkiye, 1963
Ankara Antlaşmasını imzaladıktan sonra bugüne vardığı noktada, Ankara
Antlaşmasıyla Avrupa Birliğinden temin ettiği birkaç yüz milyon dolarlık kredi
dışında temin etmiş olduğu bir yardım yoktur. Buradan şuna geliyorum. Türkiye
Cumhuriyeti, sosyal, ekonomik, siyasî açıdan bugün tenkit etsek de, aslında,
çok saygın, çok değerli olan bu düzeye, yalnız ve yalnız kendi imkânlarıyla,
kendi insanının iradesiyle, katkısıyla, onun çalışmasıyla, onun çabasıyla
gelmiştir. Türkiye, bugün, denizaltısından F-16 uçağına kadar yapabiliyorsa,
her türlü fabrikasını kurabiliyorsa, bu, kendi imkânlarıyla oldu, Avrupa
Birliğine giren bir Yunanistan gibi, sürekli oradan aldığı parayla,
teknolojiyle değil. Dolayısıyla, bundan sonrası ne olur; şu anda neysek, aynı
şekilde devam ederiz. Onun için başında dedim, bizim kaybedeceğimiz fazla bir
şey yok; tam tersine, kazanacağımız var. Şimdiye kadar, bunca, en zor, en çetin
şartları aşmış olan bu toplum, daha kolay olan gelecekteki sorunlarını,
muhakkak, daha da rahat aşabilecektir.
Bütün buna rağmen, Avrupa Birliği, bizim reddedemeyeceğimiz bir
gerçektir. Dünya ticaretinin yüzde 30’unu, dünya sanayi üretiminin yüzde 30’unu
oluşturmakta ve kimi mevcut Avrupa Birliği üyesi, müstakbel Avrupa Birliği
üyesi ülkelerin nüfusundan daha fazla insanımızı da Avrupa Birliği
barındırmaktadır, barındıracaktır; bu sayı da, ister istemez sürekli
artacaktır. Bakınız, Almanya’dan her sene yaklaşık 40 bin kişi kesin dönüş
yapmaktadır; buna rağmen, Almanya’daki Türk nüfusu, her yıl 50 bin kadar
artmaktadır. Bu artış daha da hızlı gidecektir; yani, bu sene 50 bin artıyorsa,
seneye 51 bin artacaktır; çünkü, oradaki nüfusun kendi üreme hızı daha da
ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla, Avrupa Birliği, gerçekçilik içerisinde, bizim
reddedeceğimiz, reddedebileceğimiz bir olay da değildir. Dolayısıyla, ileriye
yönelik, Avrupa’yla ilişkilerin esas boyutunu da iyice tespit etmemiz
gerekiyor.
Bu boyutta, hâlâ, ekonomik entegrasyon geçerli olmaktadır ve bu
entegrasyonun gerçekleşmesi hususunu da, Türkiye’nin çıkarları içinde, çok
rahatlıkla masanın üstüne koyabiliriz. Bugün, her ne kadar, siyasî boyutta kimi
noktalarda geri kalmış gibi görünüyorsak da, ekonomik entegrasyonda hızlı
davranacak Türkiye’nin, bu siyasî boyuttaki yetersizliği, yani, Avrupa’nın
siyasî entegrasyonuna yetişmedeki yavaşlılığını, ekonomik entegrasyonunun hızıyla
kapatma imkânı kesinlikle mevcuttur. Ekonomik entegrasyonunu gerçekleştirmiş
bir Türkiye’ye, yani, Avrupa’yla ekonomik eş düzeye çıkmış bir Türkiye’ye,
Avrupa’nın, siyasî açıdan seyirci kalamayacağı da ayrı bir dünya gerçeğidir
demek isterim.
Bizim, bu ekonomik düzeyi gerçekleştirme durumumuz da, eğer, tam üyelik
yoluna çıkmış olsaydık, tam üyelik için yapmamız gereken, aşmamız gereken
güçlüklerden daha fazla değildir. Yani, eğer, Lüksemburg’ta, Türkiye’nin tam
üyeliğiyle ilgili koşulsuz bir karar çıkmış olsaydı, bizim üzerimize almamız
gereken yük, aynı işi onlarsız yapmamızdan daha az değildir. Dolayısıyla, biz,
“Lüksemburg’da böyle bir karar alındı, dolayısıyla, bundan sonra istediğimizi
yaparız” keyfîliğine de giremeyiz. Bizim, Lüksemburg’da -biraz önce belirttiğim
gibi, ekonomik açıdan belirtiyorum- ekonomik açıdan, koşulsuz tam üye
olacakmışız gibi, hangi sınırların içerisine girecek isek, hangi yükün altına
girecek isek, o yükü taşıyacak şekilde kendimizi hazırlamamız lazım; çünkü,
önünde sonunda ekonomik açıdan rekabet edeceğimiz, yarış edeceğimiz güç, Avrupa
Birliği olacaktır. Zaten, Türkiye’de, Avrupa Birliği Lüksemburg Zirvesinde
alınan kararlara konulan tavırların tümünün altında şu gerçeğin yattığı
söylenmiştir: Biz, bu konuda bu tavrımızı koyarken, Avrupa Birliğiyle olan
ekonomik ilişkileri devreden çıkaracağız, bunları görmezlikten geleceğiz,
bunlara sırtımızı döneceğiz” şeklinde bir yaklaşım, hiçbir parti nezdinde
hiçbir makale yazarı nezdinde bu konuda ilgili hiçbir kişi nezdinde de ortaya
çıkmamıştır.
Lüksemburg Zirvesinde, bence, en temel olan ya da Lüksemburg Zirvesinin
omurgası, en hassas noktası olan, Avrupa Birliğinin, Türkiye’yle ilişkileri
arasına Yunanistan faktörünü sokmuş olmasıdır ya da Yunanistan’ın, Türkiye’yle
olan ihtilaflarını Avrupa Birliğine ciro etmedeki maharetidir. Bunu, önümüzdeki
dönemin en önemli gerçeği olarak görmemiz gerekir ve altından en zor
kalkabileceğimiz gerçeklerden biri de budur; çünkü, ekonomik başarıyı elde
etmek, bizim, kendi ihtiyarımızdadır; fakat, Yunanistan’la anlaşmak, Yunanistan
istemediği sürece bizim ihtiyarımızda olan bir şey değildir. Yunanistan’ın da,
arkasına Avrupa Birliğini aldıktan sonra; yani, Avrupa Birliği, tek yönlü
olarak Türkiye’ye “git kardeşim Yunanistan’la anlaş” dedikten sonra, ben,
buradan soruyorum, Yunanistan bizimle
niye anlaşsın; hangi çıkarı var, şimdi, bizimle anlaşmaya? Yunanistan, bizle
ihtilafını devam ettirmekten kazanç sağlayan bir konuma gelmiştir ve
Yunanistan’a bu konumu sağlatan da Avrupa Birliği olmuştur. Bizim, Türkiye
olarak, bütün müesseselerimizle, Avrupa Birliğine bu temel yanlışı anlatmamız
gerekir; çünkü, bunun arkası, devamı, kaçınılmaz bir şekilde, aradaki ihtilafın
artması olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, buradan söyleyeceğim şu sözler yanlış
anlaşılmasın; ancak, tarihî bir örnek vermek istiyorum; eğer, dikkatli dinleme
imkânı olursa, bu, son derece hayatî bir noktadır: Almanya’nın Polonya’yla olan
sınırlarını kabul etmesi, iki Almanya’nın birleşmesi ve Doğu Almanya’nın Avrupa
Birliği içine alınmasından sonra olmuştur. Almanya, düne kadar, Polonya’yla
olan sınırlarında ihtilaflıydı; Avrupa Birliği içerisinde bu ihtilafını
kaldırmıştır. Türkiye’nin de, Ege Denizindeki sınırları ihtilaflıdır. Türkiye,
Avrupa Birliği çerçevesi içerisinde bu ihtilafını ortadan kaldırmayı
düşünebilirdi. Bunun temel gerekçesi de şurada yatmaktadır: İtalyanlara ait
olan Oniki Ada’nın, Yunanlılara verilmesi söz konusu olduğunda, konu, İsmet
Paşa’ya aktarıldığında, kendisi “Yunanistan’la olan dostluğumuzu bozmaya
değmez” demiştir. Dostluk varsa, doğrudur; dostluk olduğu sürece bozmaya
değmez; ama, tek taraflı olarak dostluk kaldırılırsa, o zaman, neyin değip
neyin değmeyeceği kararını vermek bize düşer. Dolayısıyla, bu noktaları, bizim,
tarihî gelişim içerisinde, Avrupa Birliğindeki kimi dostlarımıza -diyelim ki-
kimi müttefiklerimize, çok net bir şekilde anlatmamız; onların da, aldıkları
kararın altındaki sorumluluğun ne olduğunu bilmeleri gerekecektir.
Değerli arkadaşlarım, sözümü şu şekilde bitirmek istiyorum. Neler yapılabilir
diye anlatmak istemiyorum; hepimiz biliyoruz. Bir, kendimize, tabiî ki
çekidüzen vermeliyiz; ama, bu, onlar için değil; kendimize, kendi insanımıza,
kendi ülkemize, kendi tarihimize, geleceğimize olan saygımızdan dolayı; yalnız
geçmişimize değil, geleceğimize olan saygımızdan dolayı...
İkinci yapabileceğimiz bir husus,
Karadeniz Ekonomik İşbirliğinden -çok güzel işleyen bir Karadeniz Ekonomik
İşbirliği vardı, ta ki Yunanistan buraya üye oluncaya kadar. Yunanistan’ı oraya
üye olarak kabul etmek Türkiye’nin bir hatasıdır- Yunanistan’ın çıkarılması
sağlanmalıdır. Eğer, Yunanistan orada devam edecekse, Karadeniz Ekonomik
İşbirliğinin çalışması bloke edilmelidir. Türkiye, artık, tavırlarını, bu
şekilde, net bir şekilde koyabilmeli.
Diğer bir husus, Rusya’yla başlayan ilişkileri geliştirip, Amerika
Birleşik Devletlerini de devreye sokup, Ermenistan’ın Azerbaycan’daki işgaline
son vermesini sağlayıp, oraya getirilecek bir barışla, Kafkaslardaki ekonominin
canlanmasına, dolayısıyla, Türkiye’nin, bu ekonomide söz sahibi olmasına imkân
sağlanmalıdır. Tabiî, Türk Cumhuriyetleriyle, diğer İslam ülkeleriyle,
Balkanlarla olan ilişkimizin geliştirilmesini fazla söylemiyorum; zaten,
hepimizin bildiği, hepimizin ittifak ettiği konulardır. Bildiğim kadarıyla,
Refahyol Hükümeti zamanında başlayan İslam ülkeleriyle olan ilişkileri,
Dışişleri Bakanlığı da, doğru bir şekilde, benzer ciddiyetle devam
ettirmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Akarcalı, süreniz bitti; toparlayın lütfen.
BÜLENT AKARCALI (Devamla) – 1 dakika içinde bitiriyorum.
BAŞKAN – Tamam, eksüre verdim.
BÜLENT AKARCALI (Devamla) – Bütün bunları yapmak için de, şimdiye kadar,
Avrupa Birliğine vermiş olduğumuz öncelik nedeniyle harcadığımız emek, zaman ve
insanlarımızın bir kısmını bu tarafa çekmek yeterli olacaktır.
Biraz önce belirttim, Avrupa Birliği gerçeğini reddedemeyiz, hele, 2
milyonu Balkanlarda olmak üzere; yani, Bulgaristan’da, Batı Trakya’da,
Makedonya, Kosova ve Romanya’da, toplam 5 milyonu aşan vatandaş ve soydaşımızın
yaşadığı Avrupa’yı, hele, bize sempatiyle, dostlukla yaklaşan, İstanbul’u, hâlâ
Osmanlı’daki gibi kendi başkenti olarak gören Boşnak, Pomak, Arnavut benzeri
insanlarımızı da düşünürsek, Türkiye’nin hiçbir şekilde Avrupa’dan kopamayacağı
açıktır; ama, bu Avrupa, bizim anlayışımıza, muasır medeniyete sahip bir
Avrupa’dır; çünkü, Türkiye’nin bu niteliğini tescil etmek ya da etmemek, ne
Avrupa Birliğinin ne de başka bir kuruluşun yetkisinde, iradesinde değildir.
Buna, herkesten çok önce, Edirne’yi başkent yapan atalarımızla cumhuriyeti
kuran atalarımız zaten karar vermişlerdi. Bize düşen de, bu yolda azim ve
kararlılıkla ilerlemektir.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim, saygılar sunarım. (ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akarcalı.
Sayın milletvekilleri, diğer gruplar, sözcülerini henüz bildirmedi; grup
adına konuşmak isteyen yoksa, kişisel konuşmalara geçeceğim efendim.
Grup adına söz isteyen var mı?
AHMET TAN (İstanbul) – Ben istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – DSP Grubu adına Sayın Ahmet Tan. (DSP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Tan.
Süreniz 20 dakika.
DSP GRUBU ADINA AHMET TAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; açılmış bulunan genel görüşme nedeniyle Demokratik Sol Parti
Grubunun görüşlerini sizinle paylaşmak üzere huzurunuzdayım; Genel Kurulu
saygıyla selamlıyorum.
Avrupa Birliği, geçtiğimiz ay, bilindiği üzere, Türkiye’yi, Avrupa’yla
ilişkilerinde yeni bir dönemeç noktasına getiren bir karar almıştır. Bu dönemeç
noktası, Türkiye için, bir sonun başlangıcı noktasıdır. Gelinen bu noktadan
itibaren, Türkiye’yle Avrupa ilişkilerini gerçekçi bir temele oturtmak imkânı
doğmuştur.
Avrupa Birliği’nin Lüksemburg’da aldığı kararları değerlendirmeye
çalıştığımıza göre, bunun için, önce, son birkaç haftanın Avrupa basınına göz
atmak gerekiyor, bu kararın nasıl değerlendirildiğine ilişkin, onlardan
doğrudan doğruya bilgi almak üzere. Bu konudaki başyazılara, gazete
manşetlerine, televizyon haberlerine bakılırsa, Türkiye, Batı Avrupa Birliğinden
dışlanmıştır; Türkiye’nin tepkisinin haklı olduğunu ifade eden yorumlar
çoğunluktadır. Alınan kararların, başta, Almanya’nın tercihlerini yansıttığı
genel olarak ifade edilmektedir. Bu konuda ilginç başyazılar, ilginç manşetler
sergilenmektedir; birini sizlerle paylaşmak istiyorum. Hollanda’nın önde gelen
gazetelerinden Allgemein Dagblad Gazetesinin 18 Aralık günkü nüshasında
yayımlanan bir başyazıda şöyle denilmektedir: “Avrupa liderleri, yalancı
olduklarını ortaya koymuşlardır.” Başyazıda, Avrupalı politikacılardan, tabiî,
en önde gelenleri olarak Helmuth Kohl’ün ismi veriliyor ve şöyle devam
ediliyor: “Hıristiyan demokrat politikacılar, gururlu bir ulusun onuruyla
oynamayı durdurmalıdırlar. Lüksemburg Zirvesinde alınan kararlardan büyük hayal
kırıklığına uğrayan Türkiye’nin, Avrupa Birliğiyle diyalogu kesme kararına
karşı birçok Avrupalı politikacının gösterdiği reaksiyon yalancılıktan
ibarettir.” Bu yazının, bir Türk gazetesinde değil, bir Hollanda gazetesinde,
Avrupa Birliğine üye bir ülkenin gazetesinde yayımlanması ilginçtir. Başyazıdan
bir cümle daha sizlere arz etmek istiyorum: “Hakarete uğrayan Ankara’nın,
Brüksel’de alınan kararlar nedeniyle taviz vermeyeceğini açıklaması üzerine,
Avrupalı bakanlar birbiri ardına, aslında yanlış anlaşıldıklarını ifade
ediyorlar.” Mesela, Hollanda Dışişleri Bakanı Mierlo’nun, zirve sonrasında
yayımlanan sonuç bildirgesinin, 15 ülkenin isteğini yansıtmadığını söylediği
belirtiliyor. Gazete soruyor: “Hiç böyle bir şey duydunuz mu? Sonuç bildirisi
hazırlanırken, konuyla ilgili bakanlar uyuyorlar mıydı? Şimdi, timsah
gözyaşları dökmek yerine, bu bakanların NATO ortağımız Türkiye’ye saygısızlık
edilmesinin önüne geçmeleri gerekmiyor mu?”
Tüm bu haberler, Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkilerinde ciddî sorunlar
yaşandığını, ciddî bir sürece girildiğini bizzat Avrupalıların da paylaştığını
gösteriyor. Bu karşıtepkileri değerlendirecek olursak, durumu oldukça endişe
verici bulduğumuzu belirtmek gerekiyor. Lüksemburg’da ilgili kararlarda etkili
olan partnerlerimizin, kilitlendikleri yaklaşımları değiştirmeye pek niyetli
olmadıklarını görüyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’nin Avrupa’da genişçe bir
kesimde paylaşılan endişeleri haklı nedenlere dayanmaktadır. Türkiye,
önümüzdeki genişleme sürecinde, iki önemli nedenle yer almak istemiştir.
Öncelikle, Doğu Blokunun çökmesiyle Avrupa’da yeni bir siyasî ortam meydana
gelmiştir. Avrupa Birliği, hürriyetlerine yeni kavuşan Doğu ve Orta Avrupa
ülkelerinin istikrara kavuşması için Avrupa bünyesine katılmak üzere harekete
geçmiştir. Türkiye, bu genişlemeyi memnuniyetle karşılamıştır. Hatta, ülkemiz,
Atlantik İttifakının aktif bir üyesi olarak, bu sürecin oluşmasına en büyük
katkıyı yapan ülkelerden biri olmuştur. Türkiye’nin, bu oluşumu desteklerken,
bu yeni Avrupa mimarisinde kendisinin de yer almasını istemesi, tabiatıyla, en
tabiî hakkı idi. Bu konuda gümrük birliğinin tamamlanmasıyla, ülkemiz,
entegrasyon kriterleri açısından Avrupa Birliğine en yakın ülkelerden biri
sayılıyordu ve bu, açıkça telaffuz ediliyordu.
Hatta, bu konuda size ilginç bir belge
sunmak istiyorum. Ankara Antlaşmasının 30 uncu Yıldönümü dolayısıyla
bundan üç yıl önce İstanbul’da geniş bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda,
Avrupa Komisyonunun Fransız üyesi Mösyö Shrivner şöyle bir açıklamada bulundu: “Gümrük
birliği, basit bir ticarî düzenleme değildir; bu, şimdiden aynı geleceği, aynı
kaderi paylaşma arzusunun bir göstergesidir. Gümrük birliği, nihai bir ilişki
türü değildir, tam üyeliğe alternatif olması, bunun geciktirilmemesi gerekir.”
Avrupa Komisyonunun bu değerli üyesinin bu sözlerini, ne yazık ki, üç yıl sonra
paylaşıyoruz; fakat, bu sözlerinin doğru çıkmadığını da kendilerine Türkiye
Büyük Millet Meclisinden ifade etmek istiyoruz.
Değerli milletvekilleri, bu kararla tabiî, Türkiye’ye büyük haksızlıklar
yapıldığını benden önceki, bizim partimizden önceki diğer partilere mensup
sözcüler de ifade ettiler. Gerçekten ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Tabiî
ki, başka sıfatlar kullanıp, duygularınıza hitap etmek gibi bir durumu yerine
getirmek için “ilginç” deyimini kullanıyorum.
Bir rapor var, bu rapordan bir pasajı sizinle paylaşmak istiyorum.
Avrupa Komisyonun bir ülke hakkında geçen yıl verdiği bir rapor; bu rapordan
aynen okuyorum: “Bu ülkede demokrasi yok, gerçek anlamda seçilmiş bir
parlamento da yok. Bir tür kurucu meclis niteliğinde sözde meclisin hiçbir
karar yetkisi yok, sürekli müdahale altında. Cumhurbaşkanı ile başbakan iktidar
çatışması halindeler. Hukuksal reform yapılmadı, hukuk devleti değil. Personel
yasası çıkarılmadığı için, komünist sistemin bürokratik yetkileri ve emredici
otoritesi aynen sürüyor.”
Evet, burada söz konusu edilen Türkiye değil; zaten, komünist rejimden
bahsedildiğine göre, anladınız... “Demokrasi yok” denilen, “gerçek meclis yok”
denilen bu ülke, dördüncü ülke olarak, ikinci dalga diye nitelendirilen grupla
birlikte üye olarak aday gösterilen ve adaylık süreci başlatılan Slovakya ile ilgili.
Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; inceleme ve değerlendirme
aşamasında Türkiye’nin karşılaştığı ayırımcılık, nihaî kararlarda da aynen
devam ediyor. Dönem Başkanının, zirve sonunda, bir gazetecinin sorusu üzerine,
söz konusu kararın bazı ülkeler açısından cömert olup olmadığının sorulması
üzerine, Sayın Dönem Başkanının -burada söz konusu edilen, Lüksemburg
Başbakanı- verdiği cevap her şeyi ortaya koymaya yetiyor. Sayın Dönem Başkanı
“bu noktada, hükümetler değil, halklar bizim için önemlidir. Bu kararı verirken
de, bu adayları belirlerken de, bu kriterler üzerinden hareket ettik ve
halkları öne çektik” diyor. Herhalde, Türkiye hükümetleriyle belki bir derdi
olabilir Avrupa Birliğinin; ama, Türkiye halkıyla bir derdinin olduğu da ortaya
çıkıyor Sayın Dönem Başkanının verdiği bu açıklamadan.
Bu anlayışa diğer bir kanıt; zirve bildirisinin, bilgi için tarafımıza
verilen son taslağında da yer alan bir husus hayli ilginç. Son dakikada
çıkarılmış bir cümle, bu konudaki niyetleri tamamıyla ortaya koyuyor. Burada
verilen ifadede “Üyeler arasında hiçbirinin tam üyelik kriterlerini
karşılamamakla birlikte...” diye devam eden cümle son anda çıkarılıyor.
Kendileri bile, son ana kadar aday üye olarak kabul ettikleri ülkelerden emin
değiller.
Bunları burada uzun boylu sizlere arz etmemin sebebi, bu konuda,
Türkiye’ye karşı, gerçekten, önyargılı bir şekilde davranıldığıdır. Yalnız,
tabiî, bunu söyleyerek dövünmemize
herhalde gerek yok. Bize, bu konuda çok önemli bir tarihî fırsat çıkmıştır;
çünkü, bilindiği üzere, her sorun, aynı zamanda, ülkeler için de, bireyler için
de önemli bir fırsat doğurmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliği, 15’ler olarak,
bir veya iki ülkenin yapacakları engellemeleri aşabilecekleri bir düzeni
gerçekleştirmedikçe, mevcut sorunların hallini zayıf bir ihtimal olarak
görüyoruz. Mevcut şartlarda, Avrupa Birliği ilişkileriyle Türkiye’nin
arzulamadığı ve ön ayak olmadığı nedenlerle ciddî bir krize doğru sürüklendiği
açıktır. Karşılıklı çıkarlarımızın ve ahdî vecibelerimizin, bu gidişata, dur
diyebilecek sağlam imkânlara sahip olduklarını düşünüyoruz. Türkiye’nin, 35
yıldır, ısrar ve sabırla ortaya koyduğu güçlü iradenin sınırsız olmadığının
idraki içinde bulunmalarını bekliyoruz.
Avrupa tarihinde, ilk defa bu kadar gönüllü bir birliktelik Avrupa’da
sergileniyor değil; bundan önce de -tarihe bakacak olursak- sadece ve sadece,
Haçlı seferleri döneminde, Selçuklulara ve Osmanlılara karşı böylesine bir
gönüllü ve kapsamlı birlik sergilenmiştir, o tarihten bu yana, yani, Haçlı
seferlerinden bu yana, hiçbir şekilde böylesine kapsamlı bir birliğe
gidilmemiştir. Burada, tabiî, Avrupa Birliğiyle ilgili, öteden beri ifade
edilen, burası bir Haçlılar kulübü mü, burası bir Hristiyan kulübü mü
deyişlerine, biz Demokratik Sol Parti olarak hâlâ inanmak istemiyoruz. Avrupa
kültürü, eşitliği, ırkçılığı, her türlü kültür ayrımcılığını ortadan kaldıran,
bunlara karşı mücadele vermiş bir tarihe sahip olmakla övünmekte; ancak, bu
övüncünü, Türkiye’ye karşı uygulanan bu kararla, ortaya çıkarılan bu kararla,
maalesef, gösterememiştir.
Avrupa, bir bakıma, sömürgeleri mevcutken, teker teker bir dünya gücüydü;
ama, sömürgelerini kaybettikçe bu gücünü kaybetti ve bu gücünü
sürdüremeyeceğinin bilinci içerisinde, birlikte olmaya yöneldiler; ancak, bunu
yaparken, varisi oldukları devletlerin siyasî vizyonlarını gözardı ettiler ve
Avrupa’yı dar anlamda algıladılar. Bugün ortaya çıkan manzara, bunun tipik bir
sonucudur.
Avrupa Birliği, dünyadaki siyasî ağırlığını, ancak Avrasya olgusunu
kavramak ve buna uygun bir tutum takınmak suretiyle artırabileceğinin hâlâ
farkında değildir; ilerideki varlığının güvencesinin de, uzun vadeli hesaplara
dayanan bütüncül bir yaklaşımın kabulüne ve bunun gerektirdiği kısa vadeli
fedakârlıkların yapılmasına bağlı olduğunu görmek istememektedir. Avrupa
Birliğiyle aramızdaki sorunların bir kısmı, yukarıdaki anlayış nedeniyle, Avrupa’nın
kendi kimliği konusunda görüş birliğine varamamasından kaynaklanmaktadır.
Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye’nin Avrupa Birliğine
katılması, kültürel ve siyasî açıdan Tanzimat, hatta Tanzimat öncesinde
başlayan Batı’ya doğru yöneliminin doğal sonucudur; zira, Avrupa ile Küçük Asya
ve hinterlandı, Avrasya olgusu içerisinde birbirleriyle yakın ilişki içersinde
olan, birbirlerini tamamlayıcı iki alt bölgedir; bu tamamlayıcılık, mutlak
bağımlılık anlamında algılanmamaktadır. Her iki bölge de diğerine muhtaç
olmadan ayakta durabilir; ancak, işbirliği içerisinde bulunmaları, her iki
bölgenin de refahının artmasına, güvenliğinin sağlanmasına katkıda
bulunacaktır.
Halbuki, Türkiye’nin Atatürk’ten bu yana ivme kazanan çağdaşlaşma
çabalarını, sadece coğrafî konumuna dayanmayan doğal gücünü kavramayan veya
kavramak istemeyen bazı Avrupalılar, Avrupasız bir Türkiye’nin olmayacağı, zira
çağdaş bir kimlik kazanabilmek için Avrupa’nın terbiyesine ve baskısına
ihtiyacımız olduğunu düşünmektedirler; hatta, bu konuda, Avrupa Birliği
ülkelerinin birbirlerini ikna etmeleri gerekmektedir. Bugün, Türkiye’nin, bu
birkısım Avrupalılarca desteklenmeyen görüşlerinde, Türkiye’nin, Avrupasız
olamayacağı ve Avrupalı olmak için de her şeye razı olacağı yönünde bir kanaat
vardır. Bu kanatin kesinlikle doğru olmadığını belirtiyor ve bu kanaati
reddediyoruz.
Bizim, Türkiye olarak, Avrupa’dan, uluslararası antlaşmadan ve tarihten
doğan isteğimiz sıralanacak olursa, Türkiye’nin, üye olarak, kültürel ve siyasî
açıdan özümlenmesinin mümkün olmadığı görüşünü reddetmekteyiz ve bununla
birlikte, Türkiye’den tamamıyla vazgeçmeyen ortaklık statüsünü yeterli bulan
anlayışı da kabul etmiyoruz.
Türkiye’nin Avrupa Birliğine kabulünün, Avrupa’nın sınırlarını Ortadoğu
ve Kafkasya gibi kriz alanlarına uzatacağından korkmaktadırlar. Bu konuda,
sizlere, bundan oniki yıl önce, Avrupa Birliği yetkilileriyle yaptığımız bir
görüşmede edinilen bir izlenimi aktarmak istiyorum. O sıralarda, Türkiye’nin
tam üyeliği daha söz konusu olmamıştı. Niye, Türkiye’nin üyeliğini bu kadar
tereddütle karşılıyorsunuz yolundaki bir soruya, o sırada Komisyon üyesi olan;
fakat, adının açıklanmaması şartıyla açıklamada bulunan söz konusu yetkili
“Türkiye’nin topluluğa dahil edilmesi halinde, doğrudan doğruya Avrupa’nın
sınırlarının İran’a, Irak’a, Suriye’ye dayanması konusunda hazırlıklı değiliz
ve bu hazırlığın da, daha uzun yıllar yapılabileceğini,
gerçekleştirilebileceğini sanmıyoruz. Türkiye, eğer dahil olursa topluluğa,
Avrupa’nın temel ilgi noktası olan Alp Dağları ve Alp Dağlarının uzantısı olan
bölgenin içine Cudi Dağı da girecektir. Cudi Dağının girmesi demek, Cudi’den
gerçekleşecek sızmaların, doğrudan doğruya Avrupa’nın içini etkileyeceğini
kabul etmeniz demektir; yani, Türkiye’nin coğrafyası şu anda müsait değil,
komşularının demokratik yapıları müsait değildir” şeklinde bir açıklama yaptı.
Bu açıklama, daha sonraki davranışlarıyla, bundan bir ay evvel, Macaristan
Başbakanının danışmanı olan bir sayın yetkilinin Milliyet Gazetesinde de
yayımlanan bir açıklamasında ortaya çıktı. Oradaki açıklamada şöyle
deniliyordu: “Macaristan’ın entegre olabilmesi için, sınırlarının güvenliğinin
sağlanması gerekir. Bunun için de 6 milyar dolara ihtiyaç vardır. Bu 6 milyar
doların harcanmaması halinde, sınır güvenliği yeterince gerçekleşmeyecek ve
sınır güvenliği olmayınca da, bizim bütünlüğümüz muallakta kalacak.”
Şimdi, Macaristan için öngörülen, güvenlikle ilgili bu 6 milyar dolarlık
harcama, herhalde, Türkiye söz konusu olduğu zaman, Avrupa’nın kasalarına
-500-600 milyar; rakam vermek istemiyorum- milyarlarca dolar bir yük
getirecektir. Avrupa’nın gerçek sıkıntısı budur. Yani, Türkiye’nin bulunduğu
bölgedeki sorunlarla yüz yüze kalmak istemiyor; Türkiye’yi, bir tampon bölge
olarak, maalesef, bir mahkûmiyete itmekte karar kılmışlar. Bu da, Türkiye’nin
içinde bulunduğu coğrafyadan yararlanmasına engel olmayacaktır.
Gözardı etmememiz gereken bir gerçek de şudur: Biz Avrupa’yı
bütünleşmeye çağırırken, Avrupa da, kendisiyle aramıza mesafe koymaktadır.
Onların isteği, denetimi altında ve kendi arzuladıkları ölçüde bir
işbirliğidir. Bunun tipik örneği, Gümrük Birliğine rağmen, ülkemize karşı
gittikçe yaygınlaşan ve koşulları ağırlaştırılan vize uygulamasıdır. Sadece
kısa süreli oturma olanağı tanıma anlamına gelen vize konusunda, koşulları
ağırlaştıran bir Avrupa’nın, bizi, tamamen sistemi içine almayı arzulamadığı,
her yeni olayla ortaya çıkmaktadır.
Son Avrupa Birliği kararından sonra, Türkiye’nin seçenekleri nelerdir?
Her şeyden önce, Türkiye, bir coğrafî bölgeyle olan ilişkilerini, bir başka
coğrafî bölgeyle olan ilişkilerinin yerini alacak bir alternatif olarak
görmemelidir. Bizim, Doğu, Batı, kuzey, güneyle olan ilişkilerimiz birbirini
tamamlayıcı niteliktedir. Orta Asya ve Kafkasya’da son zamanlarda
geliştirdiğimiz ilişkilerimiz, daha önceki bağlarımızın bir alternatifi
değildir. Bunlar, Türkiye’ye yeni bir boyut kazandırmışlardır. Batı’yla mevcut
ilişkilerimiz, Orta Asya ile olan ilişkilerimizde elimizi kuvvetlendirmekte;
aynı şekilde, Orta Asya ile olan ilişkilerimiz, Avrupa ile olan ilişkilerimizde
bir koz teşkil etmektedir. Dışpolitikamızı bu anlayış içinde şekillendirmekte
olduğumuzu memnuniyetle ifade etmeliyiz.
Avrasya olgusu, bizi, bütün bölge ülkeleriyle -başta ekonomik olmak
üzere- ilişkilerimizi geliştirmeye sevk etmektedir. Bu ilişkilerde rastlanan
geçici kopukluklar, uzun vadeli, kalıcı etmenlerin etkisini ortadan
kaldırmayacaktır. Bu, kalıcı objektif nedenler, duygusal veya başka saiklerle
alınan kararların ileride değiştirilmesi zorunluluğunu ortaya çıkarabilecektir.
Bütün bunlara rağmen, son 200 yıllık tarihinin en güçlü dönemini yaşayan
Türkiye’nin şu anda yapması gereken, Avrupa dahil, tüm dünya ve özellikle
Avrasya bölgesiyle iktisadî ve ticarî ilişkilerin geliştirilmesi yoluyla, daha
da güçlenmektir. Büyük bir iktisadî güç haline gelmek, dolayısıyla vazgeçilmez
bir ortak konumu kazanmakla, Türkiye’yi, kimse dışlayamayacaktır. Ülkemizdeki
iktisadî çıkarları artan ve aleyhte davranışlarının tepki göreceğini bilen bir
Avrupa, ilişkilerimizde daha dikkatli davranmaya mecbur olacaktır.
Sayın milletvekilleri, 55 inci Hükümetin, Avrupa Birliğinin kararına
karşı gösterdiği tepki, son derece yerindedir. Devlet olarak, haysiyetinin
rencide edilmesine izin vermeyen; ama, öte yandan da, Türkiye’nin kazanılmış
haklarını, tepkisel bir davranışla ortadan kaldırmayan bir siyasetin
sürdürülmesi, ilerisi için de en uygun tutumu oluşturacaktır. Türkiye, her
şeyden önce, fazlaca ricacı, aşırı ısrarcı davranışlar nedeniyle Avrupa’da
kaybettiği itibarını yeniden kazanmalıdır. Bu, ancak, sözlerini tutan, sık sık
tutum değiştirmeyen, kendini Avrupa’yla eşit gören ve aşağılayan davranışlara,
ne pahasına olursa olsun izin vermeyen bir devlet görüntüsünü yeniden
kazanmakla olabilecektir. Taktik olarak, Avrupa’yla ilişkilerimizi, bir meydan
savaşı olarak değil, küçük muharebeler şeklinde algılamak gerekmektedir. Bunun
anlamı, aramızdaki meselelerin tecrit edilerek teker teker hallini amaçlayan
bir yöntemin benimsenmesidir. Bu yöntemi uygulamaya geçmeden önce...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Tan, süreniz bitti; eksüre veriyorum, lütfen toparlayın.
AHMET TAN (Devamla) – Teşekkür ederim efendim.
...Avrupa’yla olan ilişkilerimizin iç kamuoyu bağlantısını tamamıyla
kesmemiz, bir önkoşul olarak benimsenmelidir. Basın yoluyla diplomasi, yerini,
muhakkak gizli diplomasiye terk etmeli; bu diplomasi yürütülürken de, ne
zaferlerden ne hezimetlerden bahsedilmeli, sadece çıkar dengesinin sağlanması
ve ortak çıkarlar yaratılması amaçlanmalıdır. Bunu yaptıktan sonra, Avrupa
Birliğiyle aramızdaki sorunların, etki-tepki dengesiyle gözetilmek kaydıyla,
teker teker ele alınmasına geçilebilir.
Avrupa kamuoyu ve siyasetçilerinin Türkiye’ye karşı olumsuz
yaklaşımları, kısmen, içinde bulundukları kimlik bunalımından kaynaklanmaktadır.
Avrupa, hâlâ tüccarlar kulübü mü, yoksa çok boyutlu çıkarları olan siyasî bir
birlik mi olduğuna karar vermiştir. Biz, Demokratik Sol Parti olarak, Avrupa
Birliğinin, bir Hıristiyan kulübü olduğuna da inanmak istemiyoruz. Avrupa’da
yaşayan vatandaşlarımız, yaşadıkları ülke kamuoyunda, Avrupa’nın kimlik
bunalımının aşılmasına yardımcı olacak biçimde etkili bir hale getirilmelidir.
Bunun yolu da, vatandaşlarımızın bulundukları ülke uyruğuna geçmelerini ve o
ülkede seçmen olmalarını teşvik etmekten geçmektedir.
Biz Demokratik Sol Parti olarak, bu olayın ortaya çıkması dolayısıyla
değil, bundan yıllarca önce, tek bir sepete -tabir uygunsa- bütün
ilişkilerimizin konulmamasını hep savunduk ve bu yüzden de, bundan üç yıl önce,
seçim propagandası sırasında da, seçimlerden önce de, partimiz, bir broşürü,
hep elden ele gezdirdi, adı: Bölge Merkezli Dış Politika.
Sözlerimi noktalarken, bu broşürün son cümleleriyle sizleri selamlamak
istiyorum: “Türkiye’nin bölge merkezli bir dışpolitikaya yeniden işlerlik
kazandırabilmesinin öncelikli koşulu, sürüklendiği siyasal tıkanıklıktan ve
ekonomik bunalımdan bir an önce kurtulması ve demokrasisinin eksiklerini
gidermesidir. Kendi bölgesinde güçlenen ve önder duruma gelen bir demokratik
Türkiye, Batı’nın kapılarını da, hiçbir ödün vermeksizin, yalvarıp yakarmalara
gerek kalmaksızın kendisine açılmış bulacaktır.”
Saygılar sunar, teşekkürlerimi arz ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tan.
Gruplar adına başka söz isteyen var mı?
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Refah Partisi Grubu adına Sayın Gül
konuşacak.
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına, Sayın Abdullah Gül; buyurun.
Süreniz 20 dakika.
RP GRUBU ADINA ABDULLAH GÜL (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Refah Partisi Grubu adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün, ülkemizin, Hükümetin takip ettiği dışpolitika ve özellikle Avrupa
Birliğiyle ilgili politikalar üzerine açılan genel görüşme hakkında Grubumuzun
görüşlerini ifade edeceğim. Her şeyden önce, genel görüşmenin iyi bir olay
olduğunu belirtmek istiyorum; çünkü, geçen hafta içerisinde bütün parti
gruplarının katkısıyla, işbirliğiyle ve arzusuyla bu genel görüşme açıldı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, maalesef, zaman zaman dışpolitikada,
savunma politikalarında hep devredışı kalmıştır. Halbuki, demokratik ülkelerde
meclisler daima devreye sokulmalıdır. Meclislerin devreye sokulması, aslında,
hükümetlerin de çok işine gelmesi gerekir; çünkü, meclis, dışpolitikada,
savunmayla ilgili politikalarda devreye sokulursa ve bu işler mecliste uzun
uzun tartışılırsa, meclisin ağırlığı hissettirilirse, hükümetin üzerindeki dış
baskılar da muhakkak hafifleyecektir; en azından, hükümetin üzerindeki bu dış
baskıların birkısmı meclisin üzerine gelecektir ve bundan dolayı da Türkiye
büyük bir kazanç elde edecektir.
Nasıl, Amerika ile ilişkilerimizde, bazen “ne yapalım Kongreden
geçmiyor; ne yapalım, Kongre evet demiyor, Amerikan hükümetinin bir suçu yok bu
işte” deniliyor ve böylelikle, hükümet üzerindeki baskı, bir anlamda anlayışla
karşılanıyorsa, aynı şekilde, bizim de, hükümetlerimize nefes aldırabilmemiz ve
hükümetler üzerindeki baskıları hafifletebilmemiz için, Meclisi, bu konularda
ciddî bir şekilde devreye sokmak gerekir kanaatindeyim.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Kuvvetler ayrılığı prensibi...
ABDULLAH GÜL (Devamla) – Tabiî, her ülkenin, dediğiniz gibi, farklı
sistemleri var; fakat, bunların da düşünülmesi gerekir.
Dışişleri Komisyonunun, Millî Savunma Komisyonunun fonksiyonlarının
yeniden gözden geçirilmesi, bunlara ayrı ağırlıkların verilmesi, eminim ki, bu
dediğimi gerçekleştirecektir.
Değerli arkadaşlar, dışpolitika, muhakkak ki, partilerüstü olmalıdır;
millî çıkarlarımız esas olacağı için, içpolitikalara, içerideki meselelere bunu
pek karıştırmamamız gerekir ve bu anlamda da hislerden uzak, duygulardan uzak
ve gerçekçi olmak zorundadır. Türkiye’ye yakışan ve Türkiye gibi, büyük tarihî
derinliği ve büyük potansiyeli olan ülkelere yakışan da budur. O açıdan,
dışpolitikada, gelişigüzel hareketler, fevrî demeçler, hissî davranışlar,
dalgalanmaya bırakılmış bir politika görünümünü kesinlikle vermememiz gerekir.
Ayrıca, Türkiye, sadece seksen doksan yıllık bir ülke değil, çok
derinliği olan, tarihte rol almış ve zaman zaman, tarihe şekil vermiş çok büyük
bir ülke olduğu için, muhakkak ki, dışpolitikası da bu ağırlığı taşımalıdır.
Zaman zaman “Türkiye’nin yerinde başka bir ülke olsaydı, herhangi bir Avrupa
ülkesi olsaydı, acaba, bizim uzun yıllardan beri takip ettiğimiz dışpolitikayı
takip eder miydi” diye sorasım gelir. Gerçekten, yüz yıl öncesine giderseniz,
Türkiye’nin o zamanki konumu -şüphesiz ki, bunlar tarih içinde birdenbire yok
olmamıştır- Türkiye’nin bu potansiyeli hâlâ mevcuttur, ilişkileri hâlâ
mevcuttur. Çevremizi dolaştığımızda, lisanı ve insanların görünümünü bir yana
bırakırsanız, bütün tarihî binalar, bütün büyük kültürel merkezler hep bizden
kalmıştır. Dolayısıyla, birdenbire bunları yok farz etmek mümkün değildir.
Tabiî, böyle derinliği olan bir ülkeye, derinliği olan bir dışpolitika
takip etmek gerekir; ama, maalesef, uzun yıllardan beri, Türkiye, böyle uzun
strateji sahibi bir dışpolitikadan uzak hareket etmektedir ve bir bölge ülkesi,
bölgede ağırlığı olan bir ülke değil; fakat, bölgede, maalesef, âdeta, başka
ülkelerin yörüngelerine girmiş bir görünüm arz etmektedir. Bu açıdan, Türkiye, hem Ortadoğu ülkesidir hem Avrupa ülkesidir
hem bir Asya ülkesidir; fakat, bütün bu derinlikler bir yana bırakılıp,
Türkiye, maalesef, özellikle son yıllarda ve son aylardaki görünümüyle de,
Ortadoğu’nun bir lider ülkesi değil, bazı yazar arkadaşlarımızın da söylediği
gibi, Ortadoğu’da, İsrail’in takipçisi bir ülke görünümünü, imajını
vermektedir. Bunun çok yanlış olduğuna ve bunun, Türkiye açısından da, bölge
açısından da çok tehlikeli olduğuna inanmaktayım.
İsrail’le ilişkiler ayrı bir mesele. Eğer Ortadoğu’da barışa katkı
yapılabilirse, muhakkak ki, bu katkıdan kaçınmamamız gerekir ve bu katkıyı
yapmak için de elimizden geleni yapmamız gerekir; çünkü, Ortadoğu’da yeteri
kadar kan ve gözyaşı akmıştır. Bu kan ve gözyaşı kimin kanı ve kimin gözyaşı
olursa olsun, bunun muhakkak durması gerekir ve senelerdir bu bölgeyi yönetmiş
olan Türkiye’nin de, eğer, burada, barışta bir katkısı söz konusu olursa, bunu
muhakkak yapması gerekir. Bu, ayrı bir mesele; ama, bunun ötesinde, eğer,
stratejik bir görünüm arz edecek, bütün bölgenin dengelerini zedeleyecek, bütün Müslüman ülkelere tavır aldıracak ve
Türkiye’yi, bölgedeki 3-4 milyon nüfusu olan İsrail’in yörüngesine sokacak bir
görünüm verilirse, bunun çok tehlikeli olacağına inanmaktayım.
Maalesef, İsrail’le bu ilişkiler, sivil inisiyatifin de dışına taşmak
üzeredir. Özellikle, Türk Silahlı Kuvvetlerinin silah ihtiyacının önümüzdeki
yıllarda İsrail’e bağımlı hale getirilme teşebbüsü vardır. Bunun -eğer bilinçli
bir şey değilse- çok yanlış olduğu kanaatindeyim. Türkiye gibi, büyük ordusu
olan, Türkiye gibi, maalesef, silaha büyük yatırım yapan ve aynı zamanda da,
yine, maalesef, silah tüketen bir ülkenin, kendi silah sanayiini kurmadan,
bölgedeki 3-4 milyon nüfusu olan bir ülkeye, silah açısından da, uzun dönemli
bağımlı hale gelmesinin ne büyük bir tehlike olduğunu, eminim ki, bütün
arkadaşlarım anlayacaklar ve göreceklerdir. Bu açıdan, bugünlerde, İsrail,
Türkiye ve Amerika arasında yapılmakta olan deniz tatbikatının da çok yanlış
olduğuna inanmaktayız. Ben, bunun, İsrail’e de, uzun vadeli bir fayda
getirmeyeceğine inanmaktayım; çünkü, bunlar, bölgedeki tedirginlikleri
artıracak ve bölgedeki, özellikle de bütün Müslüman ülkelerin, bütün Arap
ülkelerinin -ki, tabiî komşumuz olan bu ülkelerin- ister istemez tavır
almalarını gerektirecektir. Bunun neticelerini, son günlerde, yine gördük.
Maalesef, Tahran’daki İslam Konferansından, Sayın Cumhurbaşkanımız, erken
ayrılmak zorunda kaldılar. Aynı Konferansta, İslam ülkelerinin, Türkiye lehine
-özellikle, Kıbrıs ve Batı Trakya’yla ilgili- geçtikleri kararları ve Türkiye
tezini desteklediklerini göz önüne alırsak, bizim bu ülkelere karşı aldığımız
tavrın ne kadar yanlış olduğunu göreceğiz. Bunu, geçenlerde de konuştuk tabiî.
Buradaki bütün yanlış, yine, maalesef, Hükümetimizin yanlışı olmuştur;
çünkü, Sayın Cumhurbaşkanının, Ankara’dan Tahran’a gittiği gün -çok büyük bir
takvimlemeyle- İsrail Savunma Bakanı Türkiye’ye davet edilmiştir. Muhakkak ki,
bu günü, İsrail tarafı tespit etmemiştir; bu günü, Türkiye tarafı tespit
etmiştir; ama, bunun da bilinçli olduğu kanaatindeyim. Çünkü, başka bir gün
olabilirdi; önce olabilirdi, sonra olabilirdi. Bunun, aynı güne getirilmesi,
aslında, yine, bir işaret vermeye, bir imaj oluşturmaya dönüktü. Dolayısıyla,
bütün bunların, Türk dış politikasında, Türkiye’yi, Doğu da ve Batı da
yalnızlığa iten gelişmeler olduğunu görmekteyiz.
Değerli arkadaşlar, dış politikada, muhakkak ki, çok yönlü olmamız
gerekir ve Türkiye’nin sadece bir bölgeye bağlanması söz konusu olamaz. Ne
yazık ki, verdiğimiz bütün imaj, Türkiye’nin, sadece Avrupa’ya endekslendiği
şeklinde olmuştur. Bu ise, bizim, Avrupa nezdindeki, Avrupa Birliği nezdindeki
elimizi de zayıflatmıştır. Bugün alınan netice de, aslında Türkiye’nin takip
ettiği politikaların neticesi olarak ortaya çıkmıştır.
Tabiî, çok önemli başka bir konu da şudur: Özellikle, geçen 54 üncü
Hükümet zamanında, dış politikada, Türkiye’yi getirmek istediğimiz açılımlar,
maalesef, iç politikaya tam alet edilmiş ve bunlar, Türkiye’nin menfaatları ve
çıkarları bir yana bırakılarak çok kötü bir şekilde yaftalanmıştır. Bugün
memnuniyetle görmekteyiz ve tebrik etmekteyim ki, bugünkü mevcut Hükümet bile,
bizim o zaman takip ettiğimiz dış politikanın bazı unsurlarına sahip
çıkmaktadırlar ve bunların devamlılığını göstermektedirler. Bunlardan birisi
D-8 olayıdır. Türkiye’nin içine döndüğü bir dönemde, Türkiye’nin ta okyanuslara
açıldığı bir hareket olmuştur. Türkiye’nin, bugün, toplantıları terk ettiği
dönemi göz önüne alırsanız, yedi-sekiz ay önce, Türkiye’de toplantılar
yapılıyordu ve 800 milyon insanı temsil eden 8 ülkenin devlet başkanları ve
başbakanları İstanbul’da bir zirvede buluşmuşlardı. D-8 olayının genel
sekreterliğini -hatırlayacaksınız- yine 54 üncü Hükümet kurmuştu; memnuniyetle
bugün görüyoruz ki, mevcut Hükümet de buna önem vermektedir.
Aynı şekilde, İran-Türkiye doğalgazı meselesi de böyledir. Bu, aslında
İran-Türkiye değil, Türkmenistan-İran-Türkiye doğalgazıydı. O zaman da, yine
çok büyük tenkitlerle karşı karşıya kalmıştık. Nasıl olur da bir gerici
ülkeden, nasıl olur da irticanın resmen hâkim olduğu bir ülkeden doğalgaz
getirirdik?!.. Ama, Türkiye’nin, bugün, nasıl enerji sıkıntısı içerisinde
olduğunu, en iyi, ellerindeki bilgilerle bugünkü Hükümet bilmektedir ve eminim
ki, bizim o zaman aldığımız o cesur kararı bugün takdir etmektedirler, takdirin
de ötesinde teyit etmektedirler; çünkü, Sayın Başbakanın son Türkmenistan
gezisi, bizim o zaman yaptığımız anlaşmaların üzerine bir imza daha atmaktan
öteye herhangi bir şey ifade etmemektedir bildiğiniz gibi ve yine, herkes
bilmektedir ki, biz, ülkenin menfaatı peşinde olduğumuz için, propaganda
peşinde olmadığımız için, Türkiye-İran doğalgaz boru hattı anlaşmaları ve bu
boru hattı ihaleleri ve inşaatları, hiç törensiz şekilde başlamıştır. O zaman
bu meseleye karşı çıkan Amerika Birleşik Devletleriyle yapılan görüşmeler
neticesinde, onlar da ikna edilmiştir bu konuya. Aslında, Amerika Birleşik
Devletlerinin bütün enerji şirketleri ve büyük bir kesim, bu işin çok tabiî
olduğunu kabul etmişti; ama, resmî görüşlerinden vazgeçmemek için, zaman zaman
tekrarlıyorlardı buna karşı olduklarını. Eğer, Amerikan gazetelerine
bakarsanız, bunun çok doğru olduğunu, her platformda, uzun uzun, söylüyorlar ve
yazıyorlardı.
Onun üzerine, biz, diğer meselelerde olduğu gibi, büyük merasimlerle ve
büyük gösterişlerle bu temelleri atmadık; ama, sessiz sedasız bütün bunlar
bitirildi, ihaleler yapıldı ve hatta, bildiğiniz gibi, Türkmenistan - İran -
Türkiye doğalgazının, Türkiye içerisinde gideceği bazı şehirlerin hatlarının bile
ihaleleri yapılmıştı.
Değerli arkadaşlar, bununla şunu söylemek istiyorum: Dışpolitikada,
muhakkak ki, sürekli olmak gerekir.
Avrupa Birliğiyle ilgili konuya gelince; bunu, geçen sefer de çok
konuştuk, şimdi de çok konuşuyoruz. Aslında, otuzdört yıllık bir macera devam
etmektedir. Roma Antlaşmasıyla, Türkiye, bu işin içerisine girmiştir ve Ankara
Antlaşmasıyla, 1963 yılında, Türkiye, o zamanki Ortak Pazarın içerisine
girmiştir. Bu Ortak Pazar, daha sonra “Avrupa Birliği” olmuş, ekonomik ve
siyasî entegrasyon devam etmektedir.
Burada önemli olan nokta şu: Burada, özellikle son Lüksemburg Zirvesinde
alınan netice, aslında, sürpriz bir netice değildi -geçende de konuştuk bu işi-
ama, önemli olan, Türkiye, maalesef, hâlâ, Avrupa Birliğinin de ne olduğunu tam
anlamamıştır. Girmek istediği bir kulüp vardır ve bu kulübün içerisine giriş
şartları, buraya üye olma şartları bellidir; ama, Türkiye, nedense, hamasi bir
şekilde, hissî bir şekilde hareket etmektedir ve girmeyi çok arzu ettiği ve
girmeyi her ortamda deklare ettiği bu kulübün üyelik şartlarını da yerine
getirmemektedir; bu da, çok açık bir gerçektir. Bunu zikretmekten, bunu ifade
etmekten de kesinlikle kaçınmamamız gerekir.
Avrupa Birliği, sadece ekonomik bir olay değildir; Avrupa Birliği, aynı
zamanda, demokrasinin, insan haklarının, özgürlüklerin ve sivil toplumun
normlarının olduğu bir birliktir. Bu haliyle, Türkiye, böyle bir birliğe nasıl
girebilirdi? Aslında, girebilmesi için Türkiye’ye otuzdört senelik bir süre
verilmişti ta başından... Hazırlık, geçiş dönemleri; bunlar, çok detaylı
şeyler, arkadaşlarım bilecektir... Bütün bu süre içerisinde, Türkiye’ye;
kardeşim, sen de hazırla kendini, ekonomini düzelt, belli bir seviyeye gel, bu
devlet görünümünü düzelt, sivilleştir, demokratikleştir; insan haklarına,
özgürlüklere ve serbestliklere önem ver, böyle bir ülke ol ve hazır ol
denilmiştir.
Biz, nedense, hiçbir zaman kusuru kendimizde aramayız, hep karşı tarafta
ararız; bu, aslında, maalesef, üçüncü dünya ülkelerine yakışan bir özelliktir.
Türkiye, kendisini de gözden geçirmek zorundadır. Türkiye, gerekeni, maalesef,
yapmamıştır; Avrupa’nın yapıp yapmadığını sorgulamaktan önce, Türkiye, kendi
üstüne düşeni yapmış mıdır yapmamış mıdır, bunu sorgulamak durumundadır.
Şimdi, Avrupa Birliğinin 15 ülkesinin ekonomik göstergelerini veyahut da
demokrasi, insan hakları, özgürlükler söz konusu olduğunda, bunlarla ilgili
standartları bir yana koyun, bir de Türkiye’nin standartlarını bir yana koyun;
bu şartlar altında, siz olsanız, Türkiye gibi nüfusu da 60 milyonu geçmiş bir
ülkeye “buyurun” der misiniz?!.. Dolayısıyla, buradaki hata, muhakkak ki,
sadece bu mevcut Hükümetin değildir; buradaki hata, maalesef, geçmiş bütün
hükümetlerin hatasıdır ve Türkiye’yi böyle büyük bir olaya hazırlamamışlardır.
Değerli arkadaşlar, başka bir yanlış da şu oldu: Türkiye, Avrupa
Birliğine ne pahasına olursa olsun girmek zorundadır izlenimi verildi; girelim
de nasıl girersek girelim, hangi şartlarda girersek girelim izlenimi verildi
ki, bu da çok yanlıştı. Bugünkü hüsranın belki en büyük sebeplerinden birisi de
bu olmuştur; bu, çok hissî, çok duygusal bir olay oldu Türkiye’de. Halbuki,
gerçekçi olmak gerekirdi; karşı tarafla, oturup, pazarlık yapmak gerekirdi ve
“eğer, benim şartlarımı sen kabul etmezsen, ben de sana girmem” diyebilmeliydi
Türkiye. Demin arkadaşlarımın da söylediği gibi, Avrupa Birliği, üzerine düşen
hiçbir şartı yerine getirmemişken, Türkiye, bunları bile sorgulayamadı; ama,
sadece arzusunu ortaya koydu, sadece niyetini ortaya koydu.
Dolayısıyla, bu netice çok belliydi; ama, yapılan şey şu oldu: Halkımız,
milletimiz daima aldatıldı. Maalesef, yalan söylendi ve olmayacak bir şey,
olacakmış gibi gösterildi. Niçin derseniz... Geçmişe şöyle kısa bir bakın, bunu
açıkça göreceksiniz. 10 Aralık 1994 yılında Essen’de bir zirve toplantısı
yapıldı. Geçen dönemden devam eden arkadaşlar hatırlayacaklardır; Mecliste o
zaman konuşmuştuk. Essen’deki toplantıda, Avrupa Birliğinin geleceği ve Avrupa
Birliğine üye olacak olan ülkeler tartışılmıştı. O toplantıya 21 ülke
katılmıştı ve 21 ülkenin devlet başkanlarının ve hükümet başkanlarının yaptığı
toplantıda, 2010 yılında Avrupa Birliğine girecek olan 27 ülke tespit
edilmişti...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Gül, süreniz bitti. Size eksüre veriyorum; toparlayın
efendim. Süreyi pek fazla sınırlamıyorum.
ABDULLAH GÜL (Devamla) – Sağ olun.
Bu 27 ülkenin içerisinde -1994 yılında toplanmışlardı- Türkiye’nin ismi
yoktu. Bütün Doğu Avrupa’nın eski komünist ülkeleri vardı; Malta, Kıbrıs hepsi
vardı; ama, sadece Türkiye’nin ismi yoktu; buna rağmen, Türkiye, hâlâ bir ham
hayal peşinde koştu. Bunun da ötesinde, Avrupa’nın ileri gelen bütün
politikacıları, önemli toplantılarında, Türkiye’nin Avrupa Birliğine
giremeyeceğini söylüyorlardı. 1989 yılında, o zamanki İngiliz Başbakanı
Margaret Thatcher, bir kilisede, Avrupa’nın ileri gelen politikacı ve
düşünürlerine yaptığı bir konuşmada “bir gün gelecek Prag ve Varşova, Avrupa
Birliği sınırları içerisine girecek” derken, Türkiye’yi hiç saymıyordu veyahut
da Avrupa Birliğinde o zamanki komisyon başkanı olan Fransız Jacques Delores
-ki, sosyalistti bu adam- o zaman Avrupa Birliğinin bir Hıristiyan topluluğu
olduğunu açıkça söyüyordu; ama, buna karşı Avrupa’nın bazı dürüst
politikacıları çıkıp gerçeği de söylemişlerdi. Mesela, bunlardan birisi Alman
Hıristiyan Demokrat Partisinin Meclis Grup Başkanı Wolfgang Schauble şunu
söylüyordu: “Türkiye’ye yalan söylemeyelim; Türkiye’yi aldatmayalım; Türkiye’ye
doğru söyleyelim. Avrupa Birliği bir Hıristiyan kulübüdür; Avrupa Birliği ayrı
bir medeniyettir; Türkiye’nin burada yeri yoktur.” Bütün bunlar söylenilmesine
rağmen, maalesef, bizde tam tersine, bütün gözler kapalı tutuldu ve Avrupa
Birliğine gireceğiz, gireceğiz arzuları yine dile getirildi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, lütfen tamamlar mısınız; rica ediyorum.
Buyurun.
ABDULLAH GÜL (Devamla) – Son gümrük birliğine girişte ise aynı oyun
oynanıldı; ama, Türkiye, maalesef, yine bunu görmedi. Hatırlayacaksınız, Refah
Partisi olarak, biz, gümrük birliğini o zaman çok tartıştık, çok tenkit ettik
ve “gümrük birliği, aslında, Türkiye’yi Avrupa Birliğine almamanın bir
mekanizması olacaktır. Türkiye, gümrük birliğine alınacaktır ve orada
dondurulacaktır. Avrupa, Türkiye’yi ne Avrupa Birliğinin yörüngesinin dışına
bırakmak istemektedir ne de içine almak istemektedir” diye karşı çıkmıştık;
ama, o zaman, bizim bütün bu tenkitlerimiz Avrupa düşmanlığı olarak hep ortaya
atılmıştı.
Değerli arkadaşlar, şunu söylemek istiyorum: Türkiye, bir bölge
ülkesidir, geçmişi olan büyük bir ülkedir. Türkiye, onurlu olarak hareket
etmelidir. Dalgalanmalarla, tehditlerle, şantajlarla, duygularla da
dışpolitikanın olmayacağını bilmek gerekir. Türkiye’ye de bu yaraşır.
Bugün, Türkiye’de bir dışpolitika strateji yoksunluğu söz konusudur.
Günübirlik olarak hareket edilmektedir. Dışpolitikada strateji yoksunluğundan
söz ederken, bunu, ben, ne Sayın Dışişleri Bakanı için ne de Dışişlerimizin
değerli diplomatları için söylemek istemiyorum; bunu, Hükümet olarak,
Türkiye’nin geneli olarak söylemek istiyorum. O açıdan yapılması gereken şey;
Türkiye’nin, kendisine yakışır, potansiyeline yakışır bir dışpolitika takip
etmesidir ve kendisine dışpolitika imkânlarını
genişletmesidir. Avrupa Birliğine Türkiye’nin girmesine hepimiz gayret
ediyoruz; ama, şunu unutmayın ki, Avrupa’nın tam ortasında olup da Avrupa
Birliğine üye olmayan ülkeler var. Belki, Avrupa Birliğinin şu anki bazı
ülkelerinde referandum yapılsa, Avrupa Birliğinden çıkacak olan ülkeler var.
İsviçre, Norveç; bunlar, Avrupa Birliğine üye ülkeler değildir. Ticaretinin
yüzde 60’ı Avrupa’yla olan ve konum itibariyle tabiî Avrupa’da olan bir ülkenin
girmesini istiyoruz; ama, mecbur da değil Türkiye. Türkiye’nin yapabileceği çok
şeyler var. Türkiye’nin, İslam ülkeleriyle, Ortadoğu ülkeleriyle, Türk
cumhuriyetleriyle, Pasifikteki ülkelerle, Afrika’yla ilişkilerini geliştirmesi
gerekir, kuvvetlendirmesi gerekir ve her şeyden önce de, kendi evini düzene
koyması gerekir. Kendi halkımız, kendi milletimiz hak ettiği için, Türkiye’deki
demokratik standartları yükseltmemiz, insan haklarını, özgürlükleri
genişletmemiz gerekir. Kendi halkımız hak ettiği için de, bugünkü ekonomik
çıkmazdan ülkemizi kurtarmamız gerekir. O zaman, eminim ki, Avrupa Birliği de,
başka bölgesel işbirliği teşkilatları da, Türkiye’yi, kendi aralarına almak
için çırpınacaktır.
Hepinize saygılar sunarım. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gül.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Altan Öymen; ondan sonra da,
DYP Grubu adına Sayın Tansu Çiller konuşacaklar.
Buyurun Sayın Öymen. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika efendim.
CHP GRUBU ADINA ALTAN ÖYMEN (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın
arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, önümüzdeki genel görüşme
önergesi hakkındaki görüşlerimi arz edeceğim. Hepinizi, Grubum adına ve kendi
adıma saygıyla selamlarım.
Arkadaşlar, bu genel görüşmelerin öngörüşmeleri yılbaşı tatilinden önce
burada yapıldı. Orada, Avrupa Birliğinin Lüksemburg kararı üzerinde
görüşlerimizi söyledik; bunu, başka gruplar da söyledi. Bu kararın Türkiye ile
ilgili bölümleri, gerek Avrupa Birliğinin kuruluşunu sağlayan antlaşmalara
-başta 1957 Roma Antlaşması olmak üzere- gerek Avrupa Birliğinin bizimle hukukî
ilişkilerine -başta 1963 Ankara Antlaşması olmak üzere- gerekse akla ve mantığa
tamamen aykırıydı; Avrupa Birliğinin daha sonra koyduğu kendi kuralları ve
kriterlerine de aykırıydı. Bunları daha önce de belirttik, kamuoyuna hitaben
başka vesilelerle de belirttik. Burada, bunları tekrarlamayıp, geçen
öngörüşmeden bu yana olanları değerlendirmek istiyorum.
Geçen görüşmede şunu belirtmiştik: Bu kararlar hakkında Hükümetin
yayınladığı yazılı açıklama, bir Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında Başbakan
tarafından okunan yazılı açıklama, gerçekten, dengeli bir açıklamaydı; hem
Türkiye’nin bu kararlara karşı haklı tepkisini dile getiriyordu hem bundan
sonra Kıbrıs gibi Yunanistan gibi konularda onunla siyasî diyaloğa
girmeyeceğini açıklıyordu, ona karşı bir tavır belirliyordu; ama, aynı zamanda
da, Avrupa Birliğine günün birinde üye olma hakkımızı da bir hak olarak tespit
ediyordu “ben, bu hakkımdan vazgeçmeyeceğim, bununla ilgili gelişmeleri takip
edeceğim” diyordu. Bunu biz destekledik; fakat, bu açıklama yayımlandıktan
sonra olan gelişmeler vardı, bunları burada eleştirdik. Bu gelişmeler neydi; bu
Hükümet açıklamasının tamamen dışında bazı açıklamalar gelmeye başladı
Hükümetin bazı sözcüleri tarafından, değişik müeyyideler dile getirildi; işte,
güney hududumuzdan sokarız ancak Alman Mercedeslerini gibi... Bu arada da,
Sayın Başbakan Amerika’ya giderken, havaalanında ve kısmen de uçakta bazı
açıklamalarda bulundu, dedi ki “ben, Avrupa Birliğine müracaatımı geri çekerim,
eğer bu altı ay içinde -geri çekeceğim; hatta- Avrupa Birliğinden tutumunu
değiştiren bir tavır görmezsem.” Bu, Hükümet açıklamasına aykırıydı; Hükümet
Başkanı bu seyahati yaparken, burada, Hükümet adına konuşan Başbakanvekilinin
yaptığı açıklamalara aykırıydı. O, açıkça “biz, buradaki üyelik hakkımızı hep
tutacağız, Avrupa Birliği istese de istemese de günün birinde bizi almaya
mecbur olacak, biz hakkımızı savunuyoruz” diyordu; doğruydu.
Şimdi, bu çelişkinin giderilmesi gerektiğini burada belirttik. Sonra,
zaman içinde, aradan geçen zaman içinde şunu gördük ki, Sayın Başbakan bu
çelişkiyi giderme yolunda aşama aşama bazı adımlar attı; nihayet, bu Mecliste,
bütçe görüşmeleri sırasında da bunu vuzuha kavuşturmak için beyanlarda bulundu.
Bu beyanlarda “ben böyle bir şey söylemedim” dedi. Zabıtlarda, açıkça “Avrupa
Birliğinden tam üyelik müracaatımızı geri çektim falan demedim” dedi. Bir şey
olmuş o sırada, zabıtlara göre, bir arkadaşımız müdahale ediyor “basın öyle
söyledi” diyor. Bunun üzerine “canım, basını düzeltmeye kalksam bir saat de
yetmez” diyor. Bu şekilde ifade; yani, Hükümet açıklamasına aykırı olan ifade,
en azından, geçerliliğini kaybetmiş oldu. Kabahat basının üzerinde kaldı çoğu
defa olduğu gibi, bu gibi hallerde olduğu gibi; ama, olsun, basın zaten buna
alışıktır -eski bir basın mensubu olarak söylüyorum-bazen yapar politikacılar
böyle; ama, biz de memnuniyetle müşahede ediyoruz ki, bu çelişki, Başbakanın bu
beyanıyla ortadan kalkmıştır. Bundan sonra umarız ki, bir daha böyle çelişkiler
olmaz; bu vesileyle, tabiî şunu belirtmek lazım, basın, yanlış yapar, zaman
zaman yanlış anlar; ama, politikacılar da bazen yanlış söylerler veya yanlış
anlaşılmaya müsait sözler söylerler. Bundan da tevakki etmeye özen
göstermelerinde sayılamayacak kadar fayda vardır. Özellikle, böyle dışpolitika
gibi hassas konularda, hele Avrupa Birliği gibi hassas bir konuda, ayaküstü
-uçakta, havaalanında veya yolda- demeç vermekten kaçınmaları daha isabetli
olur; bunu da belirtmeyi görev biliyoruz.
Sayın arkadaşlarım, şimdi, bu çelişki ortadan kalktıktan sonraki duruma
göre, Türkiye, Avrupa Birliğiyle ilişkilerine -hükümet açıklamasına göre- 1963
tarihli Ankara Antlaşması zemininde devam edecektir. Burada bir mesele var:
Hükümet sözcüleri, Avrupa Birliğinin bize karşı haksız, adaletsiz, mantıksız
davranışlarını belirtiyorlar ve bu arada “bizim, oradan, toplam olarak 3,5
milyar dolar alacağımız var, bize vaat edildi bu para ödenmiyor” diye Türk
kamuoyuna bunu şikâyet ediyorlar. Bu şikâyetlerinde haklıdırlar; yalnız, bu,
anlaşmayla veya anlaşmaya merbut vaatlerle ortaya çıkmış olan bir haktır. Bunun
savunulması ve bu hakkın elde edilmesi Hükümetin görevidir. Bu şikâyeti
yapmakla birlikte, o 3,5 milyar dolar civarındaki -toplam olarak- bize vaat
edilen katkının alınması, tahsil edilmesi için, Hükümetin, gereken girişimlerde
bulunması da lazımdır ve eğer böyle bir girişimleri varsa, bunların daha da
güçlendirilmesi lazımdır. Zaman zaman, işte gümrük birliği antlaşmasını
değiştirmekten bahseder Hükümet sözcüleri. Onu değiştirmek istiyorlarsa,
değiştirebilecek imkânları kullanabiliyorlarsa, yapsınlar; ama, bu, mevcut anlaşmadan
doğan ve antlaşmaya merbut olan beyanlardan doğan haklarımızı elde etmeye mâni
değildir. Bunların elde edilmesi için mümkün olan her girişimin yapılması
gerekir.
Arkadaşlar, Lüksemburg kararlarının Türkiye’yle ilgili tarafları
üzerinde çok şey söylenilebilir; fakat, bunlardan en önemli olanı -daha önce
arkadaşlarımın da belirttiği gibi, ANAP sözcüsü arkadaşım Akarcalı’nın da
belirttiği gibi- Yunanistan ilişkilerimizin durumunu ve Kıbrıs meselesini,
Türkiye’nin önüne, Türkiye’nin Avrupa Birliğine aday olmaması için bir gerekçe
olarak göstermesidir; hatta, bu, bir anlamda şart gibi telakki edilebilir.
Avrupa Birliğine üye bazı üyeler bunun şart olmadığını söylüyor, bazısı şart
gibi mütalaa ediyorlar; ama, bunun, her ne suretle olursa olsun Türkiye’ye
yöneltilmesi, yani, Türkiye’ye “git, Yunanistan’la ilişkilerini düzelt de öyle
gel” denilmesi “Kıbrıs meselesini hallet de öyle gel” denilmesi, yine, Avrupa
Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkilere de aykırıdır, akla ve mantığa da
aykırıdır.
Diğer arkadaşlarım da belirtti, bu demektir ki; Avrupa Birliği
tarafından Yunanistan’a denilmektedir ki “ben, senin arkandayım, sadece
Türkiye’ye diyorum ki, git, Yunanistan’la anlaş...” O zaman, elbette
Yunanistan, durduğu yerde duracak, bir uzlaşma için gerekli gayreti hiçbir
şekilde göstermeye ihtiyaç duymayacaktır. Yani, bu konuda, Avrupa Birliği güya
hakemlik yapıyor gibi bir tavır içindedir; ama, o hakemliğin içerisinde, o 15
üyenin arasında Yunanistan’da vardır; yani “kadı ola davacı ve muhzır dahi
şahit, ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet” denildiği gibi, bu, savcısı,
şikâyetçisi ve hâkimi aynı olan bir mahkeme tavrıdır; bunu kabul etmeye hiçbir
zaman imkân yoktur.
Kıbrıs meselesine gelince; Kıbrıs meselesindeki davranış, 1963 yılındaki
statüsü fiilen iptal edilen Kıbrıs’ın, Kıbrıs Devletinin, hâlâ, sadece
Yunanlılar tarafından temsil edilen bir Kıbrıs Devleti gibi görülmesinden doğan
ve devam edip gitmekte olan bir anlayışın sonucudur. Türkiye’ye “Kıbrıs meselesinde ağırlığını koy da meseleyi hallet,
ondan sonra” denilmesinin de bir faydası yoktur.
Kıbrıs, niçin Avrupa Birliğine aday ülkeler arasına sokuluyor; hem de
onların birinci grubu arasına sokuluyor? Bir Avrupa ülkesi olduğu için midir?..
Olmadığı meydandadır. Oradaki Rum kesimi, Kıbrıs Rum kesimi, komşularıyla çok
iyi ilişkileri olan, hiçbir sınır anlaşmazlığı olmayan bir kesim midir; onun da
alakası yoktur. Oradaki Rum kesimi, insan haklarına, komşularıyla birlikte
yaşama gibi kurallara riayet etme alışkanlığına sahip bir kesim midir; o da
değildir; 1963’ten beri olan hadiseler hatırlardadır. Aslında, Bosna-Hersek’te
yapılanlar, daha 1963 yılında, Kıbrıs çapında, orada yapılmıştır. Etnik
temizlik denilen şeyi, Avrupa Kıtası, ilk önce, Kıbrıs’ta yapılanlardan
öğrenmiştir.
Bütün bunların hatırası ortada dururken, Kıbrıs konusunda Türkiye’den
bir şey istemek yanlıştır. Eğer, Rum kesimiyle bu ilişkiler devam ederse, bunun
sebebi bellidir; bu, Yunanistan’ın, Kıbrıs’ın Rum kesimini kendi uzantısı
telakki etmesidir; kendisiyle bağlantılı bir yer, bir ülke telakki etmesidir. O
zaman, Yunanistan bunu böyle telakki ederse, Kıbrıs Türk kesimi de elbette,
Türkiye’yle bağlantılı bir yer olduğunu bilecektir, Türkiye de Kıbrıs’la
bağlantılarını hatırlayacaktır ve Hükümetin belirttiği gibi, Avrupa Birliğiyle
Kıbrıs arasındaki müzakerelerdeki aşamalara paralel olarak, Türkiye de
Kıbrıs’la bütünleşme yolundaki, ekonomik açıdan bütünleşme yolundaki adımlarını
atmaya devam edecektir.
Arkadaşlar, bundan sonra ne olacak? Bu haksız iki talebin yahut
tavsiyenin yahut bazılarının gözündeki şartın; yani, Yunan ve Kıbrıs
meselelerinin dışında, Türkiye’yle ilgili olarak belirtilen bir gerekçe daha
var: Türkiye’deki demokrasi eksikliği, insan hakları eksikliği...
Aslında, bunun üzerinde hiç durmuyoruz; çünkü, bu konuda, diğer
arkadaşlarımın da belirttiği gibi, bu konu bizim meselemizdir. Gerçi, başka
ülkelerin de, bunun üzerinde mütalaa serdetmeye, Türkiye’yi eleştirmeye hakkı
vardır; çünkü, Türkiye, onlar gibi, bu konuda birçok anlaşma imzalamıştır.
İnsan haklarıyla, demokrasi eksikliğiyle meşgul olmak, artık, başka ülkelerin
de işi haline gelmiştir. Hiçbir ülke, bunlar benim işimdir, buna kimse
karışamaz diyemez haldedir -en azından Avrupa ülkeleri; biz de diyemez
haldeyiz- ama, Avrupa yahut başka yerdeki ülkeler, Türkiye’ye bu konuda
eleştiriler yöneltseler de yöneltmeseler de, bu konuda talepte bulunsalar da
bulunmasalar da, Türkiye, her şeyden önce kendi insanına duyduğu saygının
gereği olarak, elbette demokrasi eksikliklerini tamamlamak zorundadır; bunu,
hep biliyoruz. Onun için, bunu bir şart diye görmemek ve bu yoldaki tasarıların
-Hükümet, 1998 yılını “hukuk yılı” olacak diye ilan etmiştir- Meclise süratle
getirilmesini beklemek gerekir.
Bu noktada hemen şunu belirtmek istiyorum: Bu tasarıların gelmesi, daha
önce Abdullah Gül Arkadaşımın da belirttiği gibi, çok gecikmeli olmuştur. Daha
önceki hükümetler de bu konuda fazla bir adım atmamışlardır. Son Hükümetin de,
insan hakları yolunda ciddî bir tasarı getirip de buradan geçtiğini
hatırlamıyorum. Çok gecikilmiştir, bu Hükümet de, altı aydan beri aynı şekilde
gecikme halindedir; ama, artık, Hükümet partileri arasındaki son üçlü
toplantıdan sonra bu açıklandığına göre, bunun bir an önce gerçekleşmesini
bekliyoruz. Hükümet “bu konuda sadece bizim aldığımız kararlar yetmez, diğer
partilerin de buna destek olması lazımdır” diyor. Bunu söylemesine, bizim
açımızdan hiçbir gerek yoktur. Cumhuriyet Halk Partisi, Başbakanın saydığı
kanun tasarılarının hepsini, bazısını bu dönemde, bazısını geçen dönemde bu
Meclise teklif olarak getirmiştir; yani, onların destekçisi olmasının
beklenmesi bir yana, onların sahibidir, öncüsüdür; ölüm cezasının kaldırılması,
Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinin değiştirilmesi, 1913 tarihli
Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkatin değiştirilmesi için teklifler
komisyonda zaten bizim tarafımızdan verilmiş; arkadaşlarımız tarafından
verilmiş olan teklif, Hükümetin tavrının belirlenmesini beklemektedir. Bu tavır
bir önce belirlenirse -hatta tasarıya bile lüzum yok- o teklif yasalaşabilir.
Özet olarak, Cumhuriyet Halk Partisi, insan haklarını Türkiye’de
gerçekleştirme, sağlamlaştırma açısından, demokrasi eksikliklerimizin
giderilmesi açısından ne kadar tasarı varsa, onları elbette destekleyecektir.
Arkadaşlar, Avrupa Konseyinde bundan sonraki durum ne olacak? 1 Ocaktan
itibaren Başkanlık değişti orada, Dönem Başkanlığı İngiltere’de; İngiltere
nasıl bir tavır takınacak? Lüksemburg kararından önce basına yansıyan haberlere
göre, İngiltere, Türkiye’ye daha yakın, Türkiye’nin tezine, isteğine daha yakın
bir tutum sergilemiş olarak görünüyordu; bundan sonra daha belirgin bir durum
yoktur. Yalnız, İngiltere Dışişleri Bakanı Robin Cook, önceki gün bir açıklama
yapmış ve Türkiye’deki, yine demokrasi eksikliklerine işaret ederek, gerekçeyi
bu olarak göstermiştir. Biraz önce söylediğim gibi, bunun üzerinde fazla
durmamak lazım; çünkü, mademki biz bunları yapma kararındayız, azmindeyiz, bunu
yapacağız -inşallah bu sene yapacağız- ama, bir eleştiri halinde bunu
söylemiştir. Yalnız, dünkü Financial Times gazetesinde İngiliz Başbakanı
Blair’in bir demeci var. O demeçte, Türkiye’nin, Avrupa Birliğiyle
ilişkilerinin düzeltilmesi için bazı girişimlerde bulunacağını söylüyor ve bir
teminat verir gibi konuşuyor. Türkiye’ye uygulanan kriterlerin başka ülkelere
uygulanan kriterlerle hiçbir farkı yoktur diyor. Kıbrıs meselesinde biraz daha
değişik konuşuyor; Kıbrıs’ın Avrupa Birliğine katılmasına taraftarım; ama, bu
konuda bir çözüm olması, bunu daha da kolaylaştırır diyor. Her neyse... Daha,
bu konuda belirgin bir vaziyet yoktur. İngiltere’nin dönemi temmuza kadar
sürüyor; ondan sonra, sıra, Avusturya ve Almanya’ya geçecektir. Bu dönemdeki
gelişmeleri, Türkiye’nin, Türk Hükümetinin izlemesi beklenir.
Bazı ziyaretler de oluyor. Fransız Dışişleri Bakanı Türkiye’ye
gelecektir. Orada da, elbette, açıklamasında belirttiği gibi, Kıbrıs ve
Yunanistan konusunda siyasî diyaloga yer vermeyecek Türkiye; ama, diğer
açılardan söylenenleri tespit etmelidir; çünkü, öngörüşmeler sırasında
belirttiğimiz gibi, bu, Avrupa denilen kıta içinde ve Avrupa Birliği içinde bir
tek ses yok. DSP sözcüsü Ahmet Tan arkadaşım da burada kupürler okudu. Bazısı,
Türkiye giremez buraya diyor; çeşitli sebepler söylüyor, kültür farklılıklarını
söylüyor; bazısı da, Türkiye’nin girmesi lazımdır diyor. Basında yazılanlardan
da bu mana çıkıyor. Bende de öyle kupürler var. Mesela, Alman gazetelerinden
bir tanesinde dün gördüm “Türkiye’nin kültür farklılığı vardır; Avrupa’nın
sınırları, Türkiye sınırlarında biter” diyor birisi; ama, öbürü diyor ki, Die
Zeit Gazetesinde, bu, çok büyük bir hatadır, Avrupa, asıl, Türkiye gibi halkı
Müslüman olan bir toplumun oraya girmesiyle zenginleşecektir ve bu, Avrupa
felsefesine, Avrupanın tarihsel gelişimine çok daha uygun bir tutumdur. Bunu
söyleyen de var, onu söyleyen de var. Bu bakımdan, biz, Avrupa’da, sanki -geçen
görüşmede de belirttiğim gibi- tek bir düğmeye biri basıyor, ondan sonra
kararlar oluşuyor diye Avrupa’ya bakmamak lazım; oradaki bu değişik fikirlere
de hitap etmeye devam etmemiz lazım.
Değerli arkadaşlarım, bu arada diğer konulara da değinmek
durumundayım...
(Mikrofon otamatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Öymen, süreniz bitti, size de ek süre veriyorum;
toparlayın efendim.
Buyurun.
ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Teşekkür ederim.
Kısaca şunu söyleyebilirim: Avrupa Birliği konusu en önemli konumuz
olduğu için, bu gibi konuşmaların büyük kısmını buna ayırmak zarureti hâsıl
oluyor; fakat, tabiî, Türkiye’nin önünde dışpolitika meselesi olarak çok önemli
meseleler var. Bunlardan biri enerji meselesidir. Türkiye’nin, bir yandan büyük
ölçüde enerjiye ihtiyacı var; bir yandan da, son gelişmeler, onu, önemli bir
enerji bölgesinde rol sahibi, pay sahibi olabilecek bir duruma getirmiştir;
fakat, bu, bir bakıma şans sayılsa da, fevkalade güçlükleri olan bir konudur.
Bunu, tabiî, Hükümet de biliyor; çünkü, burada pay sahibi olma iddiasında ve
paylarının büyük olması iddiasında olan diğer devletlerin menfaatları
birbiriyle çelişmektedir. Bunun birçok örneği var; ama, en son, Türkmenistan
gazının Hazar Denizi üzerinden mi, altından mı, İran üzerinden mi geçirilmesi
gibi bir mesele karşısındayız. Amerika Birleşik Devletleri, yabancı basına
yansıyan bütün haber ve yorumlara göre, en azından bunun, şu sıralarda,
İran’dan geçirilmesine karşıdır; ama, Türkiye de, Sayın Dışişleri Bakanının
deyimiyle, Amerika Birleşik Devletleriyle bu konuları da kapsayacak şekilde
stratejik bir işbirliği yapmak istemektedir. Bunun gibi güçlükler vardır; Rusya
da buna sıcak bakmıyor.
Tabiî, bu, artık, sadece, petrol boru hatlarının maliyeti, fizibilitesi
vesaire meselesi olmaktan çıkmış; petrol boru hatları meselesi, bir dışpolitika
haline gelmiştir. Hatta, bazı yorumcular “dünyada şimdi boru hatları
diplomasisi” diye yeni bir diplomasi çeşidinin ortaya çıktığını
belirtmektedirler. Bu durumda, bu temaslar sırasında, en az Enerji Bakanlığı
kadar, belki ondan daha fazla, Dışişleri Bakanlığının da aktif olması ve ona
göre bir düzen içerisinde çalışması gerekir. Bu, şimdi ne ölçüde gerçekleşiyor,
bilemiyoruz; ama, Hükümete, bunun bir dışpolitika meselesi olduğu hususuna
şimdiye kadarkinden daha fazla dikkat etmesini tavsiye etmek isteriz.
Arkadaşlar, dışpolitikada, tabiî, söylenecek söz bitmez; ama, son olarak
şunu söylemek istiyorum: Bir kere, Türkiye’nin, çok taraflı ilişkilerini
muhakkak geliştirmesi lazım. DSP sözcüsü arkadaşımın belirttiği gibi, bölge
merkezli ilişkiler de elbette önemli; yani, Türkiye, kendi bölgesindeki
ükelerle ikili veya daha çoklu ilişkilere girebilmeli; ama, bu, tabiî, sadece
Türkiye’nin yapabilceği bir iş değil. Türkiye, zaman zaman, geçmişte, böyle
imkânlara kavuştu. Mesela, Sovyetler Birliği, 1925 Anlaşması dolayısıyla büyük
bir dostluk ilişkisi içinde oldu, 1939’a kadar; 1937 Sadâbâd Anlaşmasıyla
İran’la, Irak’la; Suriye ile ayrıca iyi ilişkileri vardı; hele, 1930 tarihli
anlaşma, Yunanistan’ı neredeyse en yakın müttefiki haline getirmişti; ayrıca,
Balkan Paktında Yunanistan’la üye halindeydi. Fakat, şimdiki duruma bakın, o
zamanki duruma bakın... Bu, sadece Türkiye’nin işi değil; Suriye ile şimdi aynı
ilişkileri nasıl kurabilirsiniz?.. Tabiî, bir fark var orada; Fransa’nın
kontrolü altındaydı Suriye; yani, Suriye ile iyi ilişkiler Fransa sayesinde
kurulmuştu. Irak’la ilişkiler, İngiltere’nin etkisiyle -o da, orayı kontrol
ediyordu- kurulmuştu. Sovyetler Birliği ile o dönemin şartları öyleydi.
Yunanistan’la... Bugüne bakınız; bugün, bir yanda Yunanistan bir yanda
Suriye... Türkiye’nin etrafı, hiç de dost devletlerle yahut dostluğa
yaraşabilecek devletlerle çevrili gibi görünmemektedir.
Bu durumda, Türkiye’nin, Amerika Birleşik Devletleriyle olduğu gibi,
İsrail’le işbirliği yapması, onunla, işte, kurtarma manevraları gibi, beş
geminin katıldığı manevralara girmesi yadırganmamalıdır; bundan, Arap
devletleri dostlarımız, İslam devletleri dostlarımız da hiçbir zaman rahatsız
olmamalıdırlar; bu, onlara anlatılmalıdır. Tabiî, anlayan olacaktır, anlamayan
olacaktır; ama, Türkiye’nin yapması gayet normaldir. Eğer, Suriye, Sayın
Dışişleri Bakanının iki gün önce televizyonda açıkladığı gibi, S-300 füzeleri almak gibi bir teşebbüs içine
girmiş ise, bu gibi işbirlikleri çok daha önem kazanmaktadır.
BAŞKAN – Sayın Öymen, toparlar mısınız efendim...
ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Bu açıdan, hiçbir komplekse, kendi aramızda da
kapılmamamız gerekir. Geçende, burada, bütçe görüşmelerinin son gününde, Sayın
Başbakan ile Refah Partili arkadaşlarımız arasında, İsrail ile ilişkiler
konusunda bir tartışma geçti. Orada, ırk ayrımına karşı olan ünlü bir Yahudi
ligi, Yahudi topluluğu, Sayın Başbakana bir ödül vermiş. Refah Partili sözcü
arkadaşım, İsrail ile ilişkisine atıfta bulunarak “o ödülü alması da ilginçtir”
dedi. Başbakan da, burada, kalktı “İsrail ile işbirliğini asıl siz yaptınız;
dört tane anlaşma imzaladınız; isterseniz, o ödülü size vereyim falan” dedi.
Yani, bu, İsrail ile kim ilişki kurmuşsa kabahatlidir gibi, kabahati birbirinin
üzerine atma çabası gibi göründü. Bu bakımdan,
bize göre pek yadırganacak bir şeydi. Bir de, tabiî -kim verdiyse
vermiş- bir ödül vermiş sana bir kuruluş, kaldı ki, ünlü bir kuruluş, onun
ödülünü, al, ben, sana vereyim demesi de pek yadırganacak bir şey gibi geldi;
bunu da parantez içerisinde belirtmiş olayım.
Netice itibariyle, Türkiye’nin meseleleri zordur, her zaman zor
olmuştur; bu, coğrafyasından geliyor, tarihî nedenlerden geliyor, bugünkü
nedenlerden geliyor. Bunları, aslında, hep birlikte göğüslemek durumundayız.
Elbette, Hükümeti eleştireceğiz, beğenmediğimiz adımlarını belirteceğiz, onu
uyarmaya çalışacağız; fakat, dışpolitika konusunda elimizden gelen desteği de,
tabiî, Türkiye’nin haklı davalarında, vereceğiz.
Bu arada, bir ülkenin dışpolitikasında başarılı olması için, her şeyden
önce, kendi içerisinde güçlü olması lazım. Bu güçlü olmasının da iki nedeni
var; ekonomik alanda, bu enflasyonu düşürmek; öbür alanda da, işte, Başbakanın
da bahsettiği, Türkiye’nin bir hukuk yılı içerisine girmesi ve demokrasiye
aykırı ne kadar yasa varsa, burada hepsini değiştirmesidir. Cumhuriyet Halk
Partisi adına, bunun sağlanması, özellikle burada sağlanması gerektiğini
belirtmek istiyorum.
Sevgili arkadaşlarım, 1998 yılının, gerçekten, Türkiye’nin eksiksiz bir
demokrasiye kavuşması yılı olması için hepimizin elinden geleni yapmasını
diliyor, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öymen.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Tansu Çiller; buyurun. (DYP
sıralarından ayakta alkışlar)
DYP GRUBU ADINA TANSU ÇİLLER (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Bu vesileyle, 1998 yılının ülkemize hayırlar getirmesini; Yüce
Meclisimiz için hayırlı çalışmalara vesile olmasını ve içerisinde bulunduğumuz
mübarek ramazan ayının bütün milletimize, ülkemize, İslam âlemine ve tüm
insanlığa hayırlar getirmesini diliyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
Geleneksel Türk dışpolitikasının, hiç kuşkusuz, iki temel iddiası
vardır. Bunlar, Türkiye, İslam dünyasının onurlu bir temsilcisi ve Türkiye,
yine, Avrupa’nın bir parçası olması şeklinde tezahür eder. Hangi istenmeyen
olaylar yaşanırsa yaşansın, bu iki temel iddiasından, Türkiye, hiç vazgeçmemiş,
vazgeçirilememiştir.
Kültürleri birleştiren, kaynaştıran ve uzlaştıran bir köprü olmuştur
ülkemiz. Dünya barışı, bu misyona çok şey borçludur. Geçtiğimiz günlerde, bu
köprünün iki ayağı birden, eşanlı olarak çökmüştür. Birincisi, İslam
dünyasından, İslam Konferansından, Türkiye, âdeta dışlanmış, hemen arkasından
da, yine, Avrupa Birliği zirvesinden Türkiye’yi dışlayan bir karar çıkmıştır.
Bu, bir diplomatik kriz halidir. O yüzden, Yüce Meclisin olaya el koymasını
istedik. Şimdi, hep birlikte, yaşanan bu dış ilişkiler krizinin sebeplerini,
yapılan hataları, varsa çözümleri, teker teker düşünmek zorundayız.
Gümrük birliği karşıtı lobilerin de dört koldan desteğiyle, Türkiye’nin
başına musallat edilmiş bir ararejim dönemi yaşadığımızı, bir kez daha
dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Koalisyon ortaklarından habersiz, Dışişleri Bakanlığından habersiz,
Amerika’ya uçarken, Brüksel’deki bir çay molasında tarihi tersine çevirmeye
karar veren, gazetecilere, ayaküstü “tam üyelik müracaatımızı geri çekeriz”
diyen, sonra, hemen yine Amerika’da tatlı bir (U) dönüşü yapan bu iktidarın
başına “bu, senin fikrin miydi” diye, millet adına soruyoruz.
Bir büyük devlet olan Türkiye adına sergilenen tablo, kararsızlık,
şaşkınlık ve zavallılık olmuştur. Sayın Başbakan Yardımcısı “yeni bir dünya
kurulur, Türkiye de o dünyada yerini alır” diyor.
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Türkiye, zavallı olamaz!
REFİK ARAS (İstanbul) – Ne demek zavallılık?!
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Başka bir Türkiye olmadığı gibi, başka bir
dünya da yoktur. (DYP sıralarından alkışlar) Tarihi, kendinizle beraber yirmi
yıl geriye götürmekten vazgeçin.
Bugünün dünyasında Avrupa Birliği var, NAFTA var, APEC var, ASEAN var ve
bunların dışında kalanlar var. Bu gruplaşmaya baktığımız zaman, esas kriterin,
coğrafî konum, coğrafî yakınlık olduğunu görürsünüz. Dünya ticaretine
bakıyorsunuz, gerek Dünya Bankası verileri gerek OECD, bu coğrafî
bütünleşmenin, bu üç coğrafî bölge bütünleşmesinin, aslında, dünya gelirinin
yüzde 90’ına yakınına sahip olduğunu gösteriyor ve yine, dünya ticaretinin
yaklaşık yüzde 90’ına kadar uzanan bir ticaret hacmi, bu üç coğrafî bölgenin
ipoteği altında. Böyle bir dünyada, hatta, Bulgaristan’ın Avrupa Birliğine
üyelik için zincirleme bir biçimde sıraya girdiği bu dünyamızda, yeni bir
dünyayı nerede kuracaksınız?.. Çin ve Rusya, elbette, ticaret ortaklarımız;
bunlar geliştirilmelidir; ancak, bunlar, Avrupa Birliğine ne engel ne de gerçek
bir alternatiftir.
Son bin yıllık tarihimiz, Avrupa’yla iç içe yaşamış bir tarihtir. Türk
tarihinin kesintisiz akışı, hep Batı’ya olmuştur, Viyana’ya kadar sürmüştür.
Osmanlı Devleti, 18 inci Asrın sonuna doğru gerilemeye başladığında da,
geleceğini, Avrupa dengesi içerisinde görmüştür. Nihayet, 1856 Paris Konferansında,
Osmanlı Devletinin bir Avrupa devleti olduğu tescil edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devletini bu temel istikamet çerçevesinde
yapılandıran ve genç Türkiye’yi bütün kurumlarıyla bu hedefe yönelten Ulu Önder
Atatürk’tür. Avrupa’yla bütünleşmek, Avrupa dengeleri içerisinde yer almak ve
orada belirleyici olmak, Türkiye açısından, sadece ekonomik değeri olan bir
proje değildir; aynı zamanda, bir güvenlik, bir barış projesidir, insan hakları
projesidir; her şeyden öte, bir demokrasi projesidir ve demokrasinin evrimi
içerisinde, bireyin haklarının devlet önünde korunduğu tanımını getiren bir
evrimin, bir kavramın hayata geçirilişinin ifadesidir. Türkiye’yi diğer İslam
ülkelerinden farklı ve çok bakımdan avantajlı kılan temel faktör, işte, bu
medeniyet projesinde gösterdiği devamlılıktır.
Şimdi, bakıyoruz, cumhuriyet devletlerinin, cumhuriyet hükümetlerinin
hemen hepsi, bu projeye, bu demokrasi ve medeniyet projesine sahip çıkmıştır.
31 Temmuz 1959’da, Türkiye, ilk müracaatını yapıyor. İlginçtir ki, Adnan
Menderes ve arkadaşları Yassıada’da yargılanırlarken, yine, gündeme getirilen
ve zamanın Dışişleri Bakanı merhum Zorlu’nun Yassıada’da ifade ettiği biçimde açık bir şekilde ortaya konulan olay,
Avrupa Birliğinden Türkiye’nin koparılmaması gereğinin tespitidir. Bu, devam
ediyor. Nihayet, 1963 yılında Ankara Antlaşması, daha sonra 1973 yılında
ekprotokol... 1973 yılında, yine, bir yeni gelişme Avrupa Birliği nezdinde yer
alıyor. 19 Aralık 1973’te, Topluluk, Güney Kıbrıs Rum kesimiyle ortaklık
antlaşmasını da imzalıyor; ta, 1973 yılında... Bu da, aynı zamanda, olağan bir
gelişme içerisine giriyor ve nihayet, Türkiye, 25 Mart 1981’de, Millî Güvenlik
Konseyi çerçevesinde de demokrasiye geçer geçmez, yine, Avrupa’ya tam üyelik
başvurusunu tazeleme ve yenileme kararını alıyor.
Bu çizgide kırıklığı iki dönemde görüyoruz. Bunlardan bir tanesi, 1974
yılında, Sayın Ecevit’in Başbakanlığı döneminde, Yunanistan’ın tam üyeliğe
başvurduğu sırada, Avrupa Birliği üyelerinin, Türkiye’ye de “aman, bu fırsatı
kaçırmayın” doğrultusundaki telkinlerine ve hatta, bazı açıklamalara rağmen,
Türkiye, bu fırsatı “onlar, ortak; biz, pazar” felsefesiyle geriye çeviriyor.
Yine, Avrupa Birliği açısından önemli bir olguya işaret etmek istiyorum.
Bu da, Avrupa Birliğinin demokrasiden vazgeçmeyen tutumudur. Nitekim, 22 Ocak
1982’de, demokrasinin Türkiye’de askıya alındığı dönemde, Avrupa Birliğinin
ilişkilere yeniden soğuk baktığını, onun da, Türkiye açısından ilişkileri
askıya aldığını görüyoruz. Nitekim, 22 Ocak 1982’de, karma parlamento komisyonunun
Avrupa kanadının yenilenmemesi kararı ve genel seçimlere kadar da bu konunun
askıya alınması kararı ortaya çıkmıştır. 1986 yılına kadar da bu karar geçerli
olmuştur. Gördüğümüz şey şudur ki, Türkiye’de demokrasi zaafa uğradığı zaman,
Türkiye’nin Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerinde de ciddî bir zafiyet, bir
askıya alma kavramı ortaya çıkabilmektedir.
Ve nihayet, 1993 yılından itibaren, Türkiye, hummalı bir çalışma
çerçevesinde, 1963 Ankara Anlaşmasında da yer aldığı biçimde, gümrük birliği
hedefine doğru hızla yürümüş, yoğun çalışmalardan sonra, nihayet, 6 Ocakta, 6
Mart 1995’te, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında gümrük birliğinin
gerçekleştirilmesi ve gümrük birliği döneminde uygulanacak usul, esas ve
süreleri belirleyen kararlar, ortaklık konseyinin 36 ncı dönem toplantısında
kabul edilmiştir. Bu aşamada, aynı zamanda, 21 Aralık 1995’te, Avrupa Birliği
açısından yine önemli bir adım sayılabilecek, Avrupa Birliği ile Türkiye
arasında kömür ve çelik topluluğu ürünleri kapsayan serbest ticaret anlaşması
parafe edilmiştir. Yani, 1995 yılı, Türkiye’nin Avrupa Birliğiyle bütünleşmesi
açısından, bir yeni dönemi ifade eden bir yıl olmuştur.
Şimdi, bu, böyle iken, gümrük birliğine giriş, Avrupa Birliğiyle
bütünleşme, tıpkı, Türkiye’nin, NATO ve OECD’ye girişi gibi çeşitli tenkitlere
açık bırakılabilmiştir. Şimdi, bu tenkitlere teker teker bakma gereğini
hissediyorum.
Bunlardan bir tanesi Kıbrıs’tır. Denilmektedir ki: “Gümrük Birliği
Anlaşmasıyla, Kıbrıs, Avrupa Birliğine âdeta peşkeş çekilmiştir.” Hiçbir şey,
gerçekten bu kadar uzak değildir. Gümrük Birliği Anlaşması, yani, Türkiye’nin
imzasını koyduğu, dolayısıyla, mesul olduğu anlaşma buradadır. Bu anlaşma
çerçevesinde, Kıbrıs’a hiçbir atıf yoktur. Eğer, deniliyorsa ki, gümrük
birliğiyle birlikte, Kıbrıs’ın, aslında, zaafa uğratılması meselesi, Avrupa
Birliği nezdinde konuşulmaya başlamıştır; o zaman, bunu, bir tarihî süreç
içerisinde, biraz önce söylediğim gibi, ta 19 Aralık 1973’ten itibaren takip
etme gereği vardır.
Avrupa Birliğinin kendi içinde konuştuklarından, Türkiye mesul olamaz.
Eğer, Türkiye mesul olacaksa, tam üye olabilmesi gereği vardı. Dolayısıyla,
1974’te, Türkiye, Yunanistan gibi, eğer Avrupa Birliği içine girebilip veto
hakkına sahip olabilseydi, kendi aralarında konuştuklarına veya karar
verdiklerine “evet” veya “hayır” deme gibi bir hakkı olurdu. Kıbrıs Rum kesimi
çerçevesinde, Türkiye’nin elinde, Zürih ve Londra Anlaşmaları gibi son derece
önemli anlaşmalar vardır; tapu gibi anlaşmalardır. Türkiye, bunun arkasında
olmuştur; gereğinde bunu uygulayacağını her aşamada ifade etmiş ve etmeye devam
edecektir.
Şimdi, yine bu çerçevede -gümrük birliği çerçevesinde- Yunan-Türk
ilişkilerinin belli bir biçimde ipotek altına alındığı söylenebilir. Burada da
açıkça ifade etmek gerekir ki, son dönemde, özellikle Kardak krizi çerçevesinde
Türkiye’nin ortaya koymuş olduğu tutum, Türkiye ile Yunan ilişkilerinin, gümrük
birliği çerçevesinde hiçbir biçimde ipotek altına alınmadığı, tam tersine,
büyük bir kararlılıkla, o günün çerçevesinde, bir ihlal olan, kanunun ihlali
olan Kardak krizine, Türkiye, 24 saat içerisinde “o asker -Yunan askeri-
gidecek, o bayrak inecek” şeklinde tavrını koymuş ve sonucu almıştır. (DYP
sıralarından alkışlar)
Açıktır ve ilginçtir ki, Yunan tezinin en şiddetli savunucusu ve Yunanın
hakkını en şiddetle koruyan, o günün muhalefet partisi ve onun başında olan
Sayın Yılmaz olmuştur. İlginçtir ki, Kardak’ta Yunanın hakkını koruyan -hatta,
uluslararası düzeyde koruyan- ve bugün bir Yunan-Türk çatışmasında Türk tezini
ciddî biçimde zafiyete uğratan, yine bizim içimizden çıkan bir tez olmuştur.
YAVUZ KÖYMEN (Giresun) – İnandırıcı olmuyor!..
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, bu çerçevede, gümrük birliğine de kısaca
bakmak istiyorum. O günün 6 Mart 1995’inde, Türkiye, gümrük birliğine geçerken,
sadece iktisadî bir işbirliğini de ortaya koymamıştır; gümrük birliğinin
ötesinde bir uzlaşma, Türkiye’nin gündemine gelmiştir. Bakın, gümrük birliği
kararları, malların serbest dolaşımı ve ticaret politikasının ötesinde, mevzuat
uyumuna kadar gitmiş, kamu alımları, vergilendirme, kurumsal hükümler,
uyuşmazlıkların çözümü, genel ve son hükümlerden oluşan bu metinde, Türkiye,
gümrük birliği ve artı olan tezini; yani, gümrük birliğinin ötesinde, Avrupa
Birliğiyle bütünleşme tezini hayata geçirebilmiştir. Bu açıdan, siyasal diyalog
kararı alınmış, cumhurbaşkanının ve başbakanların bir araya gelmesi, yine, bu
çerçevede ortaya konabilmiştir.
Sadece gümrük birliği çerçevesi değil, çevre, ulaşım, ticaret, sanayi,
telekomünikasyon konularında işbirliği gündeme getirilmiştir.
Bütün bunlar, Türkiye’nin, Avrupa Birliğindeki tam üyelik adımına
giderken, diğer 11 üyenin elinde olmayan kozları Türkiye’nin eline geçirdiğinin
açık delilidir. Türkiye, gümrük birliğini başarmış, onun da ötesinde, onu,
artılarıyla gündeme getirilmiş bir konumda, Avrupa Birliği müzakerelerine
başlamıştır.
Şimdi, 1996 yılında, bundan bir önceki hükümetin, Avrupa Birliği
konusundaki kararlılığı çerçevesinde gündeme getirip, aynı zamanda, sonuç
aldığı birtakım diplomatik verileri de ifade etmekte yarar görüyorum.
1996’nın ikinci yarısından itibaren, bundan bir önceki hükümet, açık bir
biçimde, Avrupa Birliğiyle bütünleşme ve tam üyelik tezini, Avrupa’nın önüne
bir kez daha koymuştur. 14 Aralık 1996 tarihinde, Fransa Cumhurbaşkanı, İspanya
ve İtalya Başbakanlarıyla Dublin’de yapılan ikili görüşmelerde bu hedef
açıklanmış ve onların, bu hedefin meşru ve makul olduğu doğrultusundaki
beyanları, bu aşamada bir büyük adım olarak ortaya çıkmıştır. Yine, 29 Ocak
1997 tarihinde, Roma’da, İtalyan, Fransız, Alman, İngiliz ve İspanyol Dışişleri
Bakanlarıyla birlikte katıldığımız altılı istişare toplantılarında, bu, gündem
maddesi yapılmış ve büyük ölçüde destek alınmıştır; ancak, bu Hükümetin iddia
ettiği gibi, doğru olmayan mesele, De Charette’in de Türkiye’ye geldiği zaman;
yani, 2-3 Nisan 1997’de, Türkiye’nin, Fransa’nın yapacağı konferansa daha o
günden davet edilmesidir. Üstelik, o zaman, Fransa’nın düzenleyeceği
konferansın, Avrupa Birliğindeki tam üyelik sürecine giden yolda bu süreçten
koparılmamış bir boyutu vardı ve Fransa’nın, tek başına kararına bağlı bir
büyük gücü vardı. Türkiye, bu güçten de faydalanarak, De Charette’in buraya
yaptığı seyahat sırasında, Türkiye’nin, bu konferansa çağrılmasını teyit
ettirmiş, kendisi, bunu, sözlü olarak Türk basınının önünde açıklamıştır. Daha
sonra, Hollanda Dışişleri Bakanının, hemen bunun arkasından gelmiş olduğu
Ankara’daki konuşmalarda bu teyit edilmiş; daha önemlisi, 15-16 Mart 1997’de
Hollanda’nın Apeldoorn Şehrinde yapılan toplantıda tam üyelik perspektifimiz
teyit edilmiştir ve Hollanda Dışişleri Bakanı Van Mierlo, o 15’lerin, yani tam
üyelerin, Türkiye’ye eşit kıstas ve muamele uygulanması konusunda genel bir
anlayışa vardıklarını açıklamış; 27 Haziran 1997 tarihinde Hollanda’nın Amsterdam
Şehrinde yapılan Avrupa Birliği Hükümetler Konferansında Bilgilendirme
Toplantısına, Türkiye, 12 ülke arasında davet edilmiş ve akşam, Kraliçenin
verdiği yemekte, 12 ülkeyle birlikte tam üye olmaya giden yolda bir önemli adım
daha atmıştır.
Şimdi, bütün bunlar böyleyken, Türkiye, meseleyi bununla bırakmamıştır.
Olaylara biraz daha ayrıntılı bakmak istiyorum. Türkiye’nin tezi şu olmuştur:
1995’te, Türkiye, bir ekonomik krizin ortasındayken, Irak’a askerlerini
yollamış iken, Avrupa Birliğine bir gümrük birliği kapsamında kendi kararını
kabul ettirirken, aynı zamanda, 54 üncü Hükümet döneminde şu raporları ortaya
koydurmuştur: Türkiye’nin iktisaden büyümesinin diğer tam üyelerden daha iyi
olduğu, işsizliğinin yüzde 7-8 olarak, Almanya’nın, Fransa’nın, İtalya’nın ve
İspanya’nın altında olduğu, tam üyelere kıyasla, çelik üretiminde Türkiye’nin
yıllık üretiminin Portekiz, Yunanistan ve İrlanda’nın üretim toplamından fazla
olduğu ve telekomünikasyonda Türkiye’nin kapasite ve gelişmesinin Yunanistan,
Portekiz ve İspanya’nın çok önünde olduğu, tam üyelere oranla ve sabit sermaye
yatırımlarında, yine, Türkiye’nin bunların çok önünde olduğu tescil edilmiştir.
Reflection Paper’da, 1997 Temmuz başında ortaya çıkan dokümanda, Türkiye’nin
tezleri doğrultusunda, Türkiye’nin, Avrupa Birliği üyeliğine aday üyeler
kıyaslamasında hepsinin önünde olduğu tescil edilmiştir; son derece önemlidir
bunlar...
NABİ POYRAZ (Ordu) – Süre... Süre...
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi bir dinleyin bunları.
Türkiye neyin gerisinde ve hangi noktada sıfır noktasından başlamış,
bunun teyidi olması açısından son derece
önemlidir. Şimdi, Türkiye, şu kararı, şu dokümanı Avrupa Birliği nezdinde, Avrupa
Birliği komisyonundan tescil ettirebilmiştir. Nedir bu; bu şudur: Türkiye’nin
bütün aday ülkelerden daha büyük bir büyüme hızına sahip olduğu, Türkiye’nin
kişi başına, gayri safî hâsıla olarak, gelirinin Slovenya’dan sonra, Macaristan
ve Çek Cumhuriyetinden sonra, Estonya ile eşit düzeyde olduğu, yani ilk 5-6’nın
içine giren ülkelerle Türkiye’nin en kötü değişkeni olan kişi başına gelirinin
dahi -ki, bilindiği üzere Estonya, ilk 5-6 içerisinde görüşmelere ve tam
üyeliğe, adaylığa kabul edilmiştir- onun düzeyinde olduğu bizim tarafımızdan
Avrupa Birliğince tescil edilmiştir. Yine, Türkiye’nin, işsizlik oranının,
diğer bütün 10 üyeden daha iyi durumda olduğu; dış borçlanmada, Türkiye ve
Slovakya’nın, en düşük orana sahip iki ülke olduğu; banka sayısında, aday ülkeler arasında en çok
bankanın Türkiye’de olduğu; medya ve radyo kurullarının, televizyon kanallarının
en fazla Türkiye’de olduğu; genel seçimler ve demokrasi açısından da
Türkiye’nin diğer aday ülkelerin önünde olduğu tescil edilmiş, Temmuz 1997
Reflection Paper’da bunlar bir bir
ortaya konulabilmiştir.
Yine devam ediyoruz; bu doğrultuda Türkiye’nin deniz filosu,TIR
filosu, turizm sektörü, havayolları,
bilgisayar kullanımı, telefon santral mevcudu, dayanıklı tüketim malı üretimi,
otomobil üretimi, çimento üretimi, toplam gayri safî millî hâsılası, aday adayı
olan ve bugün adaylıkları tescil edilmiş olan şu ülkelerin toplamından
fazladır: Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Litvanya, Slovakya, Romanya,
Bulgaristan; bunların hepsini alt alta koyun, bunların toplamından Türkiye’nin
durumu bu değişkenler açısından daha iyidir.
Şimdi, bütün bunların yanında 54 üncü Hükümet döneminde ayrıca BAB
kararı ortaya konulabilmiştir...(ANAP sıralarından gürültüler)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, saat?..
ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) – İlave süre verin Sayın Başkan!
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Ama, sıfır noktası, sıfır noktası dediğiniz
şeyi izah ediyoruz. Devraldığınız şeyin sıfır noktası olduğunu bu kürsüden
ifade ettiniz; dolayısıyla, bunları dinlemek durumundasınız.
Şimdi, bütün bunlar, Türkiye’nin ayrıca bu dönemde BAB’da bir büyük
zafer kazandığını gösteriyor; güvenlik açısından, BAB’ın veto etme hakkı da
Türkiye’ye verilmiş ve 12-13 Mayıs 1997 tarihlerinde, Paris’te yapılan BAB
Bakanlar Konseyinde imzalanmış, Türkiye’nin eline bir büyük koz daha
verilebilmiştir.
BAŞKAN – Sayın Çiller, toparlar mısınız efendim.
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Evet...
Şimdi, bütün bunlar böyleyken, açıkça, burada, sıfır noktasından
başlayan bir Türkiye’yi, Avrupa Birliği nezdinde devraldık denilebilmiştir.
Şimdi, Türkiye’nin 11 ülkeden daha uygun aday olduğu açıkça ortadadır.
Şimdi, Türkiye’ye karşı Avrupa Birliğinin almış olduğu karar doğru
değildir, şiddetle kınıyoruz. Eğer bir duvar kurulursa, duvar çift taraflı
kurulur. Avrupa Birliğinin almış olduğu karar, Türkiye’nin bir barış davası
olarak, bir bölgenin barışı projesi olarak gördüğü bu davaya sekte vurmuştur.
Kaybeden sadece Türkiye olmaz, aynı zamanda Avrupa Birliği olur; çünkü, Avrupa
Birliği, diğer bütün kültürlerin bir araya gelerek, bir arada yaşadığı bir
kültürü Avrupa ideali olarak tanımlamıştır. Ancak, bütün bunları, sadece
Avrupa’nın bir ufuk eksikliği ve yanlışı olarak görmemiz mümkün değildir.
AHMET KABİL (Rize) – Kaç dakika oldu Sayın Başkan?!
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, özellikle, Türkiye’nin kendi açısından
bir büyük eksikliğine işaret etme gereği vardır. O gerek şudur; Türkiye, şunu
ifade edememiştir: Özellikle, son İktidar zamanında, Türkiye’nin Avrupa
nezdinde verdiği imaj, demokrasiden uzaklaşan bir imaj olmuştur.
Van Den Broek geldiği zaman, açık bir biçimde şunu sormuştur; demiştir
ki:” Türkiye’de dışpolitikayı siviller mi idare ediyor?” Aslında, bu bir soru
değil, bu bir tespitti ve yine, arkasından, açık bir biçimde, Türkiye’nin önüne
konan bir diğer rapor, 15 Temmuz 1997’deki komünikedir(communique). Yine,
burada, Türkiye’nin demokrasisinin aksadığı ve sivillerin, askerî idareyi idare
etmekten aciz oldukları açıkça ifade edilebilmiştir. (DYP sıralarından
alkışlar)
NABİ POYRAZ (Ordu) – Yeter be!..
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Sayın Genelkurmay Başkanının, NATO’ya yolladığı
metin dolayısıyla, bunun hangi nedenden ve ihtiyaçtan kaynaklandığını sormuştuk
ve nihayet Sayın Kinkel, yaptığı son televizyon toplantısında, zırvalığa cevap
verirken aynen “Türkiye’nin demokrasisindeki aksaklıklar ve Türkiye’nin
demokrasi görüntüsü bu şekliyle devam ettiği müddetçe, Türkiye’nin, tam üye
olacak adaylar arasında davet edilmesi mümkün değildir” diye açık bir biçimde
ifade ediyor. Olayın özünün demokrasi olduğunu unutmamak lazım. Türkiye, ne
zaman bu demokrat görüntüsünden vazgeçerse, Türkiye, o oranda bu konuda yara
alır ve beceri eksikliğini, şu veya bu biçimde, dünya kamuoyu önünde...
NABİ POYRAZ (Ordu) – Başkan, yeter artık...
TANSU ÇİLLER (Devamla) – ...ilkönce açık bir biçimde bu kürsüden ifade
edildiği gibi, bu Hükümetin başının, bu kürsüde bütçe konuşmasında açık bir
biçimde ifade ettiği gibi...
NABİ POYRAZ (Ordu) – Başkan, yeter artık...
TANSU ÇİLLER (Devamla) – ...biz, Avrupa Birliğine gittik, şunu söyledik:
“Biz haksısız, bizim eksiğimiz var, bizim zamana ihtiyacımız var” Bunu dedikten
sonra, Avrupa Birliği “evet, sizin eksiğiniz var, siz haksızsınız, sizin daha
fazla süreye ihtiyacınız var” dediğinde, o zaman dönüp ona çatma gibi bir
hakkımız olmaz. Sizin dediğinizi size aynen karşılık olarak ortaya koyan tezi,
Türkiye’nin bir başarı olarak göstermesi de mümkün değildir. (DYP sıralarından
alkışlar) Ve nihayet, şu, tevazu içeren laflar gündeme geliyor ve “Türkiye’yi
bütün bu ülkelerin gerisinde bırakan, Çekoslovakya’dan, bütün demirperde
ülkelerinin gerisinde bırakan bu karar, aslında bir büyük başarıydı; ama, biz,
tevazu göstererek bu başarıyı Türk kamuoyuna açıklamadık” diyebiliyorlar;
ancak, herhalde, bu, olsa olsa “zamlar bu milleti memnun ediyor” diyen mantığın
bir diğer ürünüdür. (DYP sıralarından alkışlar) Bunu söylerken ve Brüksel’e
giderken 5 dakikalık molada, açık bir biçimde, tarihi geriye çevirmeye kalkan
beyanatına, o günün ve bugünün Dışişleri Bakanı “bu, bir Hükümet kararı
değildir” deme ihtiyacını duymuştur ve yine, bugün, burada oturan Dışişleri
Bakanının da bundan haberi olmadığı açıktır. Bu da, Bremen mızıkacılarının
dışilişkiler konusundaki son konseriydi herhalde!.. (DYP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar; ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Çiller, toparlar mısınız efendim.
REFİK ARAS (İstanbul) – Ayıptır, ayıp!..
SAĞLIK BAKANI HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) –
Yakışıyor mu şu Bremen mızıkacıları...
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi ne yapacağız... Şimdi ne yapacağız...
(ANAP sıralarından gürültüler)
NABİ POYRAZ (Ordu) – Yeter be, yeter!...
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi yapılacak şey açıktır...
NABİ POYRAZ (Ordu) – Saygısız herif!..
BAŞKAN – Bir dakika efendim...
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi yapılacak şey açıktır, çözüm açıktır ve
çözüm vardır... (ANAP sıralarından gürültüler)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, saati çalıştır.
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Sayın Başkan, anlaşma mı yaptınız?!
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Çözümü dinleyin... Çözümü dinleyin...
BAŞKAN – Sayın Çiller, bir dakikanızı rica ediyorum... Sayın Çiller, bir
dakikanızı rica ediyorum...
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Yapılması gerekli olan şey, belki sizin
hoşunuza gitmeyecek; ama, yapılması gerekli olan şey, millî iradenin
üstünlüğünü tesis etmektir, bir an önce sandığa gitmektir. (DYP sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Saati çalıştır, saati...
TANSU ÇİLLER (Devamla) –Türkiye’nin, bu yarı demokrat halinden bir an
önce kurtulması, Türkiye’nin yarı demokrat ülkeler listesinden bir an önce
çıkarılması lazımdır.
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, çok yanlış bir uygulama...
TANSU ÇİLLER (Devamla) – İşte, bu millî iradenin üstünlüğünün tesisi,
Türkiye’ye, yeniden bir büyük uzlaşma içerisinde, bir büyük kararlılıkla
Türkiye’nin haklarını koruma, bir büyük devlet olarak haklarını dünya önünde
koruma imkânını verecektir.
NABİ POYRAZ (Ordu) – Sayın Başkan, saat kaç?!
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Onun için, yapılması gerekli olan tek şey,
demokrasinin tesisidir. Niçin hatalısınız; bunun için hatalısınız; çünkü, şu
koltuğa oturma bedelini Türkiye’ye yarım demokrat olarak ödettiniz, yarım
demokrat ülkeler arasına alarak ödettiniz. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar; ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Toparlar mısınız... Rica ediyorum...
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Bugün önünde durulmayacak güç budur.
Türkiye’nin zamanı gelmiş olan fikri tam demokrasidir.
YAVUZ KÖYMEN (Giresun) – Sayın Başkan, ayıp olmuyor mu?!
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Bu fikrin önünde hiç kimse duramayacaktır...
(ANAP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Çiller, lütfen toparlar mısınız efendim.
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Ve açık bir biçimde Türkiye, bu uzlaşmayla,
bütün milletin önünde bir kez daha söylüyorum ki, fırsatları yeniden
yaratacaktır.
NABİ POYRAZ (Ordu) – Yeter artık!..
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Avrupa Birliğine hakkıyla, bir büyük medeniyet
projesi olarak, bu fırsatları yaratarak girecek ve güçlü medeniyet projesini,
sizin bıraktığınız yerden; ama, düzelterek yeniden Türk kamuoyunun önüne
koyacak ve Türkiye, kendi kişiliğiyle bir eli Avrupa’da, diğer eli Türk dünyasında
ve İslam dünyasında 21 inci Yüzyıla mührünü vuracaktır.
Hepinize saygılarımı sunuyorum. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri,
ayakta alkışlar; RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çiller.
Sayın milletvekilleri...
DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Kayseri) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Bir dakika... Bir dakika efendim, zaten söz vereceğim. (ANAP sıralarından gürültüler) Bir dakika
efendim... Bir susun, bir dakika...
Şimdi, biliyorsunuz, bu Genel Kurulu idare ettiğimiz zaman, Sayın genel
başkanlara bir müsamaha gösteriyoruz. (ANAP sıralarından gürültüler)
NABİ POYRAZ (Ordu) – Bu kadar olmaz!..
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir dakika... Burada, bir parti genel
başkanı 2,5 saat konuştuğu zaman niye müdahale etmediniz?!
ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) – Siz, bir Başbakanın...
BAŞKAN – Bir dakika... Oturur musun... Sen, İdare Amirisin; otur yerine
bakalım!..(ANAP sıralarından gürültüler)
ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) – Siz, bir Başbakanın...
BAŞKAN – Oturur musun yerine!.. (ANAP sıralarından gürültüler)
Şimdi, sayın milletvekilleri, bakın, burada, konuşmalardan korkmamak
lazım; bir. Bir sayın partinin genel başkanı burada, geçmişte, 2,5 saat fazla
konuştu. (ANAP sıralarından gürültüler) Getiririm tutanakları mahcup olursunuz;
2,5 saat fazla konuştu.
Sayın Çiller de, bir partinin saygıdeğer genel başkanıdır. (DYP
sıralarından alkışlar) Yani, 10 dakika fazla konuşturmanın bu kadar tepkiye
meydan vermemesi gerekir.
Ayrıca, siz de konuşmalardan bu kadar korkmayın canım...
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Kamer, bu kadar palavrayı niye dinlettin?!
BAŞKAN – Burası, halkın kürsüsüdür. Bu halkın kürsüsünde, memleketin
istikbalini çok yakından ilgilendiren bir konuda, elbette ki, Sayın Genel
Başkanın sözünü kesmedim.
NABİ POYRAZ (Ordu)– Görevini yap!..
BAŞKAN – Bir dakika... Dinleyin be!..
Kaldı ki, bundan önce, bütün parti sözcülerine de söz hakkı tanıdım.
Refah Partili arkadaşımıza 7 dakika verdim, Cumhuriyet Halk Partili
arkadaşımıza 8 dakika verdim arkadaşlar; yani, müsaade edin de, bir genel
başkana da bu kadar söz verelim. (DYP sıralarından alkışlar)
NABİ POYRAZ (Ordu) – Yeter çektiğin yağ!..
V. — SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı
Bülent Ecevit’in, İstanbul Milletvekili Tansu Çiller’in şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
BAŞKAN – Efendim, Sayın Ecevit gönderdiği bir pusulada “Sayın Tansu
Çiller benim Başbakanlık dönemlerimle ilgili bazı yanlış bilgiler vermiştir.
İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre açıklama hakkını kullanmak istiyorum”
diyorlar.
Yeni bir tartışmaya meydan vermemek üzere, buyurun Sayın Ecevit. (DSP
sıralarından ayakta alkışlar, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)
Bakın, bizde korku yok; herkese söz hakkı veriyoruz.
Buyurun efendim, kısa bir açıklama Sayın Ecevit.
BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, biraz önce Doğru Yol Partisi Grubu adına bu
kürsüden konuşan Sayın Tansu Çiller, tarihleri ve isimleri bazen birbirine
karıştırmakla ünlüdür. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Bu özelliğinin bazı
örneklerini de, biraz önce bu kürsüden yaptığı konuşmada sergilemiştir.
Örneğin; 1973 yılında... (DYP sıralarından “1974 dedi” sesleri) Hayır, ben
Sayın Çiller’in sözlerini söylüyorum.
BAŞKAN – Bir dakika efendim, rica ediyorum...
BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Sayın
Çiller, 1973 yılında Avrupa Birliği ile Güney Kıbrıs Rum yönetimi arasında
ortaklık anlaşması imzalandığını söylemiştir. 1973 yılında Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi diye bir şey yoktu. (DSP sıralarından “Bravo” sesleri alkışlar; ANAP
sıralarından alkışlar) Çünkü, henüz Kıbrıs, iki bölgeli, iki kesimli, iki
toplumlu duruma gelmemişti; bir Kıbrıs Cumhuriyeti vardı. Bu, yaptığı birinci
yanlışlık Sayın Çiller’in.
İkincisi; ben 1974’te Başbakanken, Yunanistan Avrupa Birliğinde üyeliğe
başvurmuş, ben başvurmamışım... 1974 yılında, Yunanistan’ın Avrupa Birliğinde
üyeliğe başvurması hayal bile edilemezdi. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
Çünkü, o yılın temmuz ayı sonuna kadar; yani, Türk Barış Harekâtına kadar,
Yunanistan’da koyu bir cunta, dikta rejimi vardı. Yılın ikinci yarısında ise,
bırakınız Avrupa Birliğinde üyeliği, Yunanistan, bizim Kıbrıs Barış
Harekâtımıza tepki olarak, NATO’nun askerî kanadından bile çekilmiş, NATO’yla ilişkilerini
bile dondurmuştu. Bu da, Sayın Çiller’in yaptığı ikinci yanlışlık. (DSP ve ANAP
sıralarından alkışlar, DYP sıralarından gürültüler)
Üçüncü yanlışlık ise şu: Yine, 1976’da, benim Başbakanlığım döneminde,
Yunanistan, güya, Avrupa Birliğinde üyeliğe başvurmuş... Ben, 1976 yılında
Başbakan değildim Sayın Çiller! (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar) 1978
ve 1979 yıllarında Başbakandım. (DYP sıralarından gürültüler)
Kendi Başbakanlığım döneminde de, Avrupa Birliği ülkeleriyle, o zamanki
adıyla Avrupa Topluluğu ülkeleriyle çok yakın ilişkiler kurdum ve zemin yoklama
çalışmalarına başladım; fakat, o sırada, dünyada çok ağır bir ekonomik bunalım
vardı. Bu ekonomik bunalım da, Türkiye’ye çok büyük bir ağırlıkla yansımıştı.
Biz, o sırada, sırası gelen gümrük indirimlerimizden hiçbirini yerine
getirebilecek durumda değildik, başvuru için gerekli koşullardan hiçbirini
yerine getirebilecek durumda değildik. Onun için, ben, başvuruya hazırlık
aşaması olarak, Türkiye’yi, o sırada içinde bulunduğu döviz darboğazından ve
ekonomik bunalımdan kurtarabilmek için girişimlerde bulundum. (DYP sıralarından
“Allah Allah!..” sesleri, DSP sıralarından “dinle, dinle!” sesleri) Yoğun
çalışmalar sonucunda, o sırada, Türkiye için, dışsatım kazançları 2 milyar
doların bile altına düşmüş olan Türkiye için, çok ileri sayılabilecek, ileri
ölçüde sayılabilecek dışyardımlar sağladı başında bulunduğum Hükümet; 2 milyar
dolar program kredisi ve bir hayli borç ertelemesi sağladı; fakat, bunların
karşılıklarını alma fırsatını bulamadan, bu vaat edilen yardımı alma fırsatını
bulamadan, biz, kendi demokrasi anlayışımızın gereği olarak, bir araseçimde
oylarımız düştüğü için, Hükümetten ayrıldık; ben, Başbakanlıktan ayrıldım. (DYP
sıralarından gürültüler) Ancak, askerî yönetim döneminde o yardım, bizim
sağladığımız yardım programı işlerlik kazandı; fakat, o sırada da, 1980, 1981,
1982 yıllarında askerî yönetim bulunduğu için, Avrupa Birliğinde üyeliğe
başvurumuz mümkün değildi.
Şimdi, Sayın Çiller dedi ki: “Bugün, elbette kabul etmezler bizim üyelik
başvurumuzu; çünkü, bugün, Türkiye’de tam demokrasi yok, yarım demokrasi var.”
Peki, Sayın Çiller, siz, daha önceki yıllarda Başbakanlık yaptınız, Başbakan
Yardımcılığı yaptınız; o zaman, neden şu yarım demokrasiyi tam demokrasi haline
dönüştürmediniz?! (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar) Bizim Avrupa
Birliğinde...
BAŞKAN – Sayın Ecevit, size 5 dakika süre verdim efendim. (DSP ve
ANAP sıralarından gürültüler)
Ne oluyor efendim... Sataşmadan söz verdim...
TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Terbiyesizliğin âlemi yok!..
BAŞKAN – Ne demek efendim?! Yani, beni siz mi yöneteceksiniz?!
Gelin yönetin bakalım...
DEVLET BAKANI RİFAT SERDAROĞLU (İzmir) – Ne bağırıyorsun?!.
DEVLET BAKANI REFAİDDİN ŞAHİN (Ordu) – Ne bağırıyorsun?!
BAŞKAN – Ne bağırıyorsunuz?!
DEVLET BAKANI RİFAT SERDAROĞLU (İzmir) – Ne bağırıyorsun?!
BAŞKAN – Siz ne bağırıyorsunuz?!
Efendim, son 1 dakika veriyorum Sayın Ecevit; rica ediyorum...
BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) –
Tamamlıyorum Sayın Başkan, son bir iki cümlemi söylüyorum.
Bizim Avrupa Birliğinde üyelik başvurumuzun reddedilmiş olmasının başta
gelen nedeni, Avrupa Birliğinin Türkiye’den bütün isteklerini, Sayın Çiller’in,
gümrük birliği anlaşmasıyla vermiş olmasıdır; çünkü, Türkiye’nin pazarlık
gücünü kullanamamıştır. Gümrük birliği konusunu içpolitikada istismar etmiştir.
(DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Onun için de, Avrupa Birliği ülkeleri,
Türkiye’yle uzlaşma için hiçbir adım atma ihtiyacını duymamışlardır.
Teşekkür ederim, saygılar sunarım. (DSP sıralarından ayakta alkışlar;
ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ecevit.
Efendim, bir dakikanızı rica edeyim... Bir dakika...
2. – Başbakan A. Mesut Yılmaz’ın İstanbul
Milletvekili Tansu Çiller’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması
BAŞKAN – Şimdi efendim, Sayın Mesut Yılmaz, gönderdiği bir pusulada,
Sayın Çiller’in, konuşmasında, kendisine sataşmada bulunduğunu...
Hangi konuda sataştı efendim?..
Zaten, kendiniz Genel Kurul Salonunda yoktunuz...
Hangi konuda sataştı? (ANAP sıralarından gürültüler)
Bir dakika efendim... Bir dakika... Kendisini dinleyelim efendim...
(ANAP sıralarından gürültüler) Efendim, siz, kendisinin avukatı mısınız?! Bir
dakika... Kendisini dinleyelim.
BÜLENT AKARCALI (İstanbul) - Evet, avukatıyım!..
TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Başbakana hitap ediyorsunuz
Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun efendim.
Buyurun, hangi konuda sataştı? (ANAP sıralarından gürültüler) Bir dakika
efendim...
İsterseniz zabıtları inceleyin, ondan sonra söz verelim size...
ULAŞTIRMA BAKANI NECDET MENZİR (İstanbul) – Başbakan her yerde
konuşur...
BAŞKAN – Bir dakika efendim...
LEVENT MISTIKOĞLU (Hatay) – Bağırma be!.. Ne bağırıyorsun lan!..
BAŞKAN – Bana bak, sen Divan Üyesisin, biraz terbiyeli olmasını bil.
LEVENT MISTIKOĞLU (Hatay) – Sen terbiyeli ol!..
BAŞKAN – Sen, nasıl bana “ulan” diyorsun?! Sen, bana bak!.. Çok ileriye
gidiyorsun ama!..
Buyurun, nerede sataştı size efendim? (ANAP sıralarından gürültüler)
Bir dakika efendim... Sayın Başbakanın sözünü anlayamıyorum.
Buyurun efendim.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, tutanaklardaki konuşma
metninde, isim zikredilerek, benim, o günkü muhalefet partisi lideri olarak
“Yunan tezini şiddetle savunduğumu” söylemiştir.
BAŞKAN – Peki efendim, o konuya bağlı olarak buyurun.
Yeni bir sataşmaya meydan vermemek üzere, rica ediyorum... (ANAP
sıralarından alkışlar)
A.TURAN BİLGE (Konya) – Kaç dakika?..
BAŞKAN – Buyurun. Rica ediyorum, yeni bir sataşmaya meydan vermemek üzere
efendim.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, kendisine, 20 dakika
fazla konuşma süresi verdiniz...
BAŞKAN – Efendim, o, grup adına konuştu; size, sataşmadan söz veriyorum.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Grup adına cevap veriyorum.
BAŞKAN – Hayır efendim, grup adına söz...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Grup adına konuşmanın süresi belli.
BAŞKAN – Efendim, tamam...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Grup adına konuşmanın süresi...
BAŞKAN – Sayın Başbakan, lütfen... Konuşursanız konuşun,
konuşmazsanız... (ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Ben, sizi görevinize davet ediyorum.
BAŞKAN – Hayır...
Ben, size 5 dakikadan fazla süre vermem efendim.
Buyurun.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
biraz önce...
BAŞKAN –Sayın Başbakan, bir dakika.
Hükümet adına konuşacaksanız, size süre vereyim. Hükümet konuşmadı,
Hükümet adına konuşursanız...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Hükümet adına Sayın Dışişleri
Bakanı konuşacak.
BAŞKAN – Peki.
Buyurun efendim o zaman.
BÜLENT ATASAYAN (Kocaeli) – Süresi 40 saniye oldu. Süreyi durdur.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; biraz önce Doğru Yol Partisi adına konuşan Sayın Parti
Başkanı, konuşmasında benimle ilgili olarak (DYP sıralarından “Genel Başkanı”
sesleri) aynen tutanaklardan okuyorum: “Açıktır ve ilginçtir ki, Yunan tezinin
en şiddetli savunucusu ve Yunanın hakkını en şiddetle koruyan, o günün
muhalefet partisi -yani, Anavatan Partisi- ve onun başında olan Sayın Yılmaz
olmuştur...” (DYP sıralarından “doğrudur” sesleri) “...İlginçtir ki, Kardak’ta,
Yunanın hakkını koruyan -hatta uluslararası düzeyde koruyan- ve bugün bir Yunan
- Türk çatışmasında Türk tezini ciddî biçimde zafiyete uğratan, yine bizim
içimizden çıkan bir tez olmuştur” demek suretiyle, bana ve partime, hiçbir
şekilde aslı olmayan bir saldırıda bulunmuştur.
Değerli milletvekilleri, biraz önce, Sayın Ecevit’in, buradan, tarih ve
olay zikrederek ortaya koyduğu örneklere ilaveten, sayın sözcünün
konuşmasındaki bu husus da tümüyle gerçekdışıdır. Esasen, konuşmasında, bunu
destekleyecek hiçbir delil, bana atfen verilmiş hiçbir beyan yer almamaktadır.
Bu şekilde, hiçbir mesnedi olmayan, çok ağır bir suçlamanın “Yunan
tezinin en şiddetli savunucusu olma suçlamasının” Partime ve şahsıma
yöneltilmesini bir muhalefet partisi liderine yakıştıramıyorum. (ANAP
sıralarından “Ondan beklenir” sesleri)
Biraz önce bu kürsüden söylenen hususlara ilaveten, maalesef, bu
konuşmada, gerçeğe taban tabana zıt olan birçok unsura yer verilmiştir. Mesela,
benim Hükümetim dönemindeki Türkiye’deki demokrasi ile benden önceki hükümetin,
54 üncü Hükümet dönemindeki demokrasinin karşılaştırması yapılmıştır.
Değerli milletvekilleri, bu karşılaştırmanın hesabını her zaman vermeye
hazırım. Size, sadece şunu söylüyorum: Benim Başbakanlığım döneminde, Millî
Güvenlik Kurulu bildirisinde, Hükümete yönelik “yaptırım” sözcüğü yer
almayacaktır. (ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; RP ve DYP sıralarından
gürültüler)
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Gerek yok, yapıyorsun zaten...
BAŞKAN – Arkadaşlar, müdahale etmeyin... Rica ediyorum... (RP ve DYP
sıralarından gürültüler)
Arkadaşlar, rica ediyorum...
Buyurun efendim, siz devam edin.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Eğer, böyle bir sözcük, Millî
Güvenlik Kurulu bildirisinde yer alırsa, onun altında, Başbakan olarak benim
imzam olmayacaktır. (ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Burada, ayrıca, benim dönemimdeki, yani, 55 inci Hükümet dönemindeki
sivil-asker ilişkisi ile 54 üncü Hükümet dönemindeki sivil-asker ilişkisi
birbiriyle karşılaştırılmıştır. Bu konuda da, hepinize açık bir taahhüdüm var;
benim Başbakanlığım döneminde, Türkiye Cumhuriyetinin Genelkurmay Başkanı,
hiçbir partinin seçim otobüsüne binmeyecektir.
Hepinize saygılar sunarım. (ANAP ve DSP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başbakan.
3. – İstanbul Milletvekili Tansu
Çiller’in, Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bülent Ecevit’in şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
BAŞKAN – Sayın Çiller, siz de “rakamlar karıştırıldı” dediniz; buyurun
efendim.
Süreniz 5 dakika. (ANAP ve DSP sıralarından gürültüler)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Hangi sebeple söz verdiniz?!.
BÜLENT AKARCALI (İstanbul) – Gerekçesinin zapta geçmesi lazım.
BAŞKAN – Arkadaşlar, rica ediyorum... Sizin genel başkanlarınız
sataşmadan dolayı söz istediği zaman söz veriyorum da, bizim Genel Başkana niye
söz vermeyeyim? (ANAP ve DSP sıralarından gürültüler) Oldu mu şimdi yani?!. Rica
ediyorum, oturun efendim. (DYP sıralarından alkışlar, ANAP ve DSP sıralarından
gürültüler)
NABİ POYRAZ (Ordu) – Lafa bak, lafa!..
BÜLENT AKARCALI (İstanbul) – Sayın Başkan, gerekçesinin zapta geçmesi lazım.
BAŞKAN – Yani, bizim derken, tabiî, Doğru Yol Partisinin Genel Başkanına
dedim. Pardon.
Buyurun.
BÜLENT AKARCALI (İstanbul) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Akarcalı, rica ediyorum, oturur musunuz.
BÜLENT AKARCALI (İstanbul) – Hangi
gerekçeyle söz verdiniz.
BAŞKAN – Sataşmadan dolayı söz istedi.
Bir dakika... Sürenizi yenileyeyim efendim.
Buyurun.
BÜLENT AKARCALI (İstanbul) – Sayın Başbakan buradan gerekçesini söyledi,
Genel Kurul buradan gerekçesini duydu...
BAŞKAN – Lütfen oturur musunuz yerinize. (ANAP ve DSP sıralarından
gürültüler)
Sayın Akarcalı, lütfen oturur musunuz yerinize.
BÜLENT AKARCALI (İstanbul) – Biz de, buradan, gerekçeyi duymak
istiyoruz. Lütfen, gerekçesini söylesin.
BAŞKAN – Şimdi, Sayın Akarcalı, bakın, benim yerime siz burada... (ANAP
ve DSP sıralarından gürültüler) Oturur musunuz yerinize.
BÜLENT AKARCALI (İstanbul) – Hayır. Bakın, Sayın Başbakan buradan
gerekçesini söyledi...
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Açıklama yap! Niye söz verdin?!.
BAŞKAN – Bakın, bir Sayın Genel Başkan kürsüde. Rica ediyorum... Oturur
musunuz yerinize.
BÜLENT AKARCALI (İstanbul) – Hayır. Buradan okusun gerekçesini.
BAŞKAN – Size oturur musunuz diyorum. Sayın Akarcalı, oturur
musunuz yerinize. Yani, bakın, insanlarda bir şey olması lazım...
Buyurun. (ANAP ve DSP sıralarından “hangi gerekçeyle söz verdin”
sesleri)
TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Bu konuşma zapta geçsin. Hangi
gerekçeyle söz verdiniz?
BAŞKAN – Buyurun Sayın Çiller, buyurun siz. (ANAP ve DSP sıralarından
“gerekçeyi söyle” sesleri, gürültüler)
Gerekçeyi anladım efendim ben.
A.TURAN BİLGE (Konya) – Niçin çıkarıyorsun?!..
BAŞKAN – Efendim, buyurun siz.
A.TURAN BİLGE (Konya) – İzah et, öyle başlasın konuşmaya.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
A.TURAN BİLGE (Konya) – Niçin çıkarıyorsun, izah et.
TANSU ÇİLLER (İstanbul) – Şimdi, özellikle, iki...
BÜLENT AKARCALI (İstanbul) – Gerekçeyi duyalım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi ben anladım “rakamları birbirine karıştırdınız”
dedi... (ANAP ve DSP sıralarından gürültüler)
YAVUZ KÖYMEN (Giresun) – Gerekçesini açıkla.
BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum... Başkan benim, siz değilsiniz. Eğer
siz dürüstçe davranıyorsanız, genel başkanınız söz istediği zaman müdahale
edebilirdiniz. (ANAP ve DSP sıralarından “gerekçeyi açıkla” sesleri)
Buyurun Sayın Genel Başkan... Sayın Çiller...
TANSU ÇİLLER (İstanbul) – Sayın Ecevit’i, tarihinde önemli bir fırsatı
kaçırmış olmanın bir vicdan muhasebesi içerisinde görüyorum. (DSP sıralarından
gürültüler) Söylediğimiz şey, anlaşılmıştır ki, dinlenmemiş.
Yıl 1974, Sayın Ecevit. Sizin sözünüz ise “onlar ortak, biz pazar
olamayız.” Biz, Avrupa Birliğine gidip “siz Hıristiyan kulübüsünüz” dediğimiz
zaman “eğer öyle olsaydık, Ecevit’e söylediklerimizi 1974’te söylemezdik”
demezlerdi. Açıkça, Avrupa Birliği, o gün için, Türkiye’yi uyarmış
“Yunanistan’ın gerisinde kalmayın” demiş ve...
A. TURAN BİLGE (Konya) – Cuntaya mı söylemiş?
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Bugün, Türkiye’yi, Yunanistan’la birlikte veto
hakkından mahrum eden bir konuma getirmişsiniz.
A. TURAN BİLGE (Konya) – Cuntaya mı söylemiş onu?
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Bunun
mesuliyetini taşıyorsunuz. (DYP sıralarından alkışlar) Bu yılda bir karışıklık
yok. Yıl 1974; Başbakan, Sayın Ecevit. Sözleriyse açık “onlar ortak, biz pazar
olamayız.” Sonuçsa, yine açık Sayın Ecevit; bir büyük tarihî fırsatı Türkiye’ye
kaçırttınız. Açık bu.
Şimdi, geliyorum “yarım demokrasi” lafına. Yarım demokrasiyi açıkça
konuşma gibi bir özgürlüğe, artık, Parlamento sahip olmalıdır. Türkiye’de,
kurumların, yeniden yetkilerini ve koordinasyon içerisindeki mesuliyetlerini
tanımlamak ve bunu, bu Meclis içerisinde... (DSP sıralarından gürültüler)
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Bize demokrasi dersi mi
veriyor Sayın Başkan; konuya gelsin lütfen.
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir dakika... Oturur musunuz canım!
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Demokrasi dersi mi dinleyeceğiz?..
BAŞKAN – Bir dakika... Oturur musunuz Ali Bey... Oturur musunuz.
Sözlerini tamamlasın.
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Hayır efendim. Biz demokrasiyi biliyoruz.
Demokrasi dersi mi dinleyeceğiz. Soruya cevap versin.
BAŞKAN – Sataşma varsa, size söz veririm. Bir dakika... Oturur musunuz canım!
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Konuşma yahu! Olur mu öyle?!.
BAŞKAN – Olur mu canım! Ben bu Meclisi nasıl yöneteceğim?
Sayın Ilıksoy, oturur musunuz yerinize.
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Hangi sataşma?!.
BAŞKAN – Efendim, bakın...
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Hangi sataşma?!. Sataşmaya cevap versin.
BAŞKAN – Sayın Bostancıoğlu, rica ediyorum... Oturur musunuz yerinize...
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Başkan, biraz önce...
BAŞKAN – Efendim, oturur musunuz yerinize. Ben size söz vermedim; lütfen
oturun.
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Oturur musunuz yerinize... İdare Amirleri yok mu bu salonda
kardeşim... Oturur musunuz yerinize...
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Grup Başkanvekiliyim; konuşurum ben!..
BAŞKAN – Efendim, bakın, sizin Sayın Genel Başkana kimse müdahale etti
mi?..
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Soruya cevap versin... Sataşmayı söylesin ve
cevap versin...
BAŞKAN – Rica ediyorum, oturur musunuz canım...
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Yeniden konuşma yaptırıyorsun... Biraz
sonra söz istiyorum.
BAŞKAN – Sataşma varsa, sizin Genel Başkanınız söz ister, konuşur
efendim. Böyle bir usul var mı yani...
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, gümrük birliğinin, ayrıca... Dinlemek
gerekirse...
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Sataşmaya cevap versin!..
BAŞKAN – Siz, burada insanları konuşturmayacak mısınız?!. Oturur musunuz
Sayın Ilıksoy...
Buyurun efendim.
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Sataşmaya cevap versin, söyle!.. Ayıp yahu!..
BAŞKAN – Efendim, bir dakika...
Buyurun efendim.
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Gümrük birliği karşıtı lobilerin etkisi altında
kaldığını bildiğimiz bir Hükümetle karşı karşıyayız.
BAŞKAN – Efendim, yeni bir sataşmaya meydan vermeyin, rica ediyorum...
TANSU ÇİLLER (Devamla) – O lobiler açıkça şunu söylememiş miydi gümrük
birliğinde: Türkiye’de büyüme aksar, KOBİ’ler çöker, otomotiv sanayii çöker,
aramalları çöker. Bunlar denmemiş miydi? O otomotiv sanayiine, gümrük
birliğinden sonra 7 yeni yatırım gelmedi mi? Aramalları çöker denen o imalat
sanayiinin, özellikle emek/yoğun bölümüne, ihracatta yüzde 40 büyüme gelmedi
mi?
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Sataşmaya cevap versin. Ayıp ya!..
BAŞKAN – Sayın Ilıksoy, oturur musunuz yerinize.
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Büyüme yüzde 7-8 olmadı mı?..
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Ayıp, ayıp!..
BAŞKAN – Oturur musunuz yerinize...
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) –
Utanmıyor musun!..
BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum, oturun yerinize.
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Özellikle esnaf ve KOBİ’ler ayağa kalkmadı mı?
Lobilerin etkisinde Türkiye’yi rekabete kapadınız, bunun suçluluğu
içindesiniz...
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Yürü canım sende!.. Konuşma be!.. Sus be!..
BAŞKAN – Oturur musunuz yerinize...
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Sen nasıl Başkansın?!.
BAŞKAN – Böyle olur mu canım!..
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Sen Başkan mısın?..
BAŞKAN – İdare Amirleri yok mu salonda kardeşim?..
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Ne atması... Beni atamazsın!..
BAŞKAN – Ne istiyorsunuz?.. Yani, böyle laf mı olur canım! Kürsüye bu
kadar müdahale olur mu canım!
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, geliyorum... Evet, Kardak tezinde,
Türkiye tezinin, Sayın Yılmaz, hukukî mesnedi olduğunu söylediği için, Sayın
Baykal, çıkıp, bunun müdafaasını yapmak durumunda kalmıştır; çünkü, zamanın
Dışişleri Bakanı Sayın Baykal’dı. Aynı konuşmayı, Sayın Yılmaz’a karşı açık bir
biçimde yapmıştır. (DSP sıralarından gürültüler)
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Böyle, bir yere varamazsın!..
BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum...
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Demokrasi konusunda sabıkalısınız. (DYP
sıralarından alkışlar)
UĞUR AKSÖZ (Adana) – Sataşmaya cevap mı bu?
TANSU ÇİLLER (Devamla) – Bu millî iradeye, Meclise yansıyan aritmetiğin
yerine bir başka iradeyle uzlaştınız. Avrupa Birliği dokümanlarına, Türkiye’yi,
yarı demokrat ülke haline getirip koydunuz. Bu koltuğun bedelini Türkiye’ye
ödettiniz açık bir biçimde; ama, geleceğiz ve yine düzelteceğiz. Türkiye’ye tam
demokrasi ya gelecektir ya gelecektir; açıkça söylüyorum. (DYP sıralarından
ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim, sağ olun.
HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Sataşmayla ne alakası var?!.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bakın...
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Böyle şey olmaz!.. Böyle konuşma olmaz!..
BAŞKAN – Bir dakika... Bir dakika efendim... (ANAP ve DSP sıralarından
gürültüler)
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Ilıksoy, oturur musunuz yerinize.
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Oturmuyorum, söz istiyorum.
BAŞKAN – Otur yerine!.. Otur!..
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Oturtamazsın beni!.. Söz istiyorum ben. (ANAP
ve DSP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bakın, burada, her partinin genel
başkanı çıkıyor; o ona sataşıyor, o ona sataşıyor. Bizim, burada, Meclisi yönetmemiz
mümkün değil. (ANAP ve DSP sıralarından gürültüler)
Oturur musunuz yerinize...
MİRAÇ AKDOĞAN (Malatya) – Sen, orada, Meclis Başkanısın “benim Genel
Başkanım” diyemezsin.
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Eğer bir Başkan adil davranmıyorsa, burada
demokrasi olmaz, demokrasiden bahsedilemez.
BAŞKAN – Sayın Ilıksoy, oturur musunuz yerinize.
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Demokrasiden bahsedemezsiniz...
BAŞKAN – Sayın Ilıksoy, ben size söz verdim mi?!. Oturur musunuz
yerinize.
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Oturun yerinize canım!.. (ANAP ve DSP sıralarından gürültüler)
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Söz istiyorum, söz...
BAŞKAN – Bir dakika... Bir dakika... (ANAP ve DSP sıralarından
gürültüler)
Sayın milletvekilleri, ben bir kişiyim; burada 550 insan var, 550 sayın
milletvekili var... (ANAP ve DSP sıralarından gürültüler)
Bir dakika efendim...
Ben, her kürsüye çıkan sözcünün sözünü kesersem, o zaman, bu kürsüde
kimse konuşmaz, konuşamaz.
TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Herhangi biri değilsin sen,
Başkansın.
BAŞKAN – Sizlerden rica ediyorum, Başkanlığa yardım etmek zorundasınız.
Sayın Genel Başkanlar çıkıyorlar, her birisi, öbürünün dönemindeki
icraatı kötülüyor. Çıksınlar bir özel televizyona, bir kanala, açıkoturumlarda
konuşsunlar; Mecliste de, Meclisin kurallarını uygulayalım. (ANAP ve DSP
sıralarından gürültüler)
Böyle olursa, biz nasıl yöneteceğiz canım!..
Hükümet adına, Sayın İsmail Cem; buyurun efendim.
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Başkan, söz vereceksiniz...
BAŞKAN – Söz vermiyorum efendim.
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Vereceğim dediniz...
BAŞKAN – Hayır, söz vermiyorum. (ANAP ve DSP sıralarından gürültüler)
Buyurun Sayın Cem.
UĞUR AKSÖZ (Adana) – Sayın Başkan, arkadaşa söz vermiyor musunuz?
BAŞKAN – Efendim, hiç söz vermiyorum.
Buyurun Sayın Cem. (ANAP ve DSP sıralarından gürültüler)
Sayın Hükümet, buyurun; rica ediyorum...
DEVLET BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) – Sayın Başkan, süreyi niye
çalıştırıyorsun?
BAŞKAN – Çalıştırmadım süreyi efendim... (ANAP ve DSP sıralarından
gürültüler)
Yahu, gelin, siz yönetin burayı. Çok rahatsız oluyorsunuz benden. (ANAP
ve DSP sıralarından gürültüler)
İktidar partileri sabırlı olur... Ramazan başınıza vurmuş... Olmaz
böyle... (ANAP ve DSP sıralarından gürültüler)
Buyurun Sayın Cem.
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Sayın Başkan, Meclis Başkanı adil olmalı.
ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Çorum) – O sözü söylemeye hakkınız yok sizin!..
BAŞKAN – Sayın Hatipoğlu, İdare Amirisiniz; sınırlarınızı biraz bilin.
ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Çorum) – Hakkınız yok!..
BAŞKAN – Atarım seni dışarı... Otur bakalım yerine!.. Otur
yerine!.. (ANAP ve DSP sıralarından
gürültüler)
TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Sayın Başkan “Ramazan başınıza
vurmuş” sözünü geri alın. (ANAP ve DSP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Vurmuş; belli yani...
IV. — GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A) GÖRÜŞMELER (Devam)
1. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan
Bedük ve 37 arkadaşı ile Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 22 arkadaşının,
Avrupa Birliği ve Kıbrıs başta olmak üzere Hükümetin izlediği dışpolitika
konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/15, 17) (Devam)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Cem.
Size de ek süre vereceğim.
Süreniz 20 dakika.
DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Kayseri) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri...
MİRAÇ AKDOĞAN (Malatya) – Burası Doğru Yol Partisi Grubu değil. Sen,
Meclis Başkanısın “benim Genel Başkanım” diyemezsin. (ANAP ve DSP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sen, aksi kanaatte misin?
Bir dakika efendim...
Buyurun.
DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) – ... halkımızın ve sizlerin
ramazan ayını idrak etmesini ve birlikte idrak etmemizi memnuniyetimle
belirterek, yeni yılın, hem toplumumuza hem Meclisimize iyilikler getirmesini
diliyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, aslında, burada, bizim, bu Avrupa Birliği ve
dışpolitika meselelerini, belki, daha etraflı görüşmemiz icap ederdi. Bir
noktaya kadar da öyle geldi; fakat, bir noktadan sonra, ister istemez, bazı
cevapları verme ihtiyacı doğdu.
Efendim, önce, galiba söylenildi; fakat, söylenilmesine rağmen
anlaşılmadı: İkidebir buraya çıkıp da, efendim, Yunanistan 1976 yılında Avrupa
Birliğine başvurmuş, Sayın Ecevit o sırada Başbakanmış ve neden Avrupa
Birliğine Türkiye başvurmamışmış... Şimdi, bir defa, biraz dikkat, biraz insaf,
biraz da terbiye... (DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakan, biraz siz de konuşmanıza dikkat edin.
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sen konuşma!.. Sözünü kesme!..
DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) – Şimdi, Allah, her parti
liderine, Sayın Ecevit’e nasip ettiği gibi, Türkiye’nin en zor günlerinde,
Türkiye’nin insanlarını Yunan zulmünden kurtarmayı nasip etsin diyorum. (DSP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Şimdi, bir dışpolitika tartışmasını bu hale getirmemek lazım. Efendim,
neymiş; köprünün iki ayağı birden, eşanda çökmüş; İslam toplumundan
dışlanmışız, AB zirvesinden dışlanmışız. Şimdi, bunun yanlışına, bu ifadelerin
yanlışına geleceğim de, benim kabul etmediğim bir nokta var: Yani, maazallah,
hakikaten, biz, her iki taraftan dışlansak, bazıları, ortaya çıkıp, zil takıp
oynayacak. (DSP ve ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Böyle
siyasetçiliği kabul etmiyorum.
Hem, sonra, konuların üzerinde biraz daha dikkatle durmak lazım. Neymiş;
bizim Hükümetimiz, bizim dışpolitikamız, kararsızlık, şaşkınlık, zavallılık...
Yani, insan, düşmanından bahsetse, böyle kelimeleri kullanmayı kendisine
yakıştırmaz. Nihayet, bahsedilen, Türkiye Cumhuriyetinin Hükümetidir. Türkiye
Cumhuriyetinin Hükümeti, biz oy versek de vermesek de... Biz, kalkıp, Türkiye
Cumhuriyetinin Hükümetini zavallı olarak niteliyorsak, o zaman, şunu bilelim
ki, asıl ziyan verdiğimiz, o Hükümetten çok, kendi halkımızdır, dünyadaki
görünümümüzdür ve şu Meclisin bizzat kendisidir. (DSP sıralarından alkışlar)
İki yerden, iki ayak çökmüş... Bir defa, şu düşünceyi artık bırakalım.
Yani, bu ne biçim demokratlık; benim buna hiç aklım ermiyor. Şu demokratlık
konusunu biraz işlemek istiyorum. Bakıyorsunuz, eğer, kendiniz iktidardaysanız,
kendiniz hükümetteyseniz, o zaman, her şey demokratik, herkes demokrat; ama,
siz, kendiniz, kendi elinizle, kendi iradenizle istifanızı yazıp güzel güzel
hükümetten çekildikten sonra bir başkası hükümet oldu mu, demokrasi bitiyor,
Meclis bitiyor, halk bitiyor... Yapmayınız bunu. (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Müdahale etmeyelim arkadaşlar... Rica ediyorum...
DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) – Efendim, işte Meclisimiz, işte
sayımız; eğer çoğunluğunuz varsa, seçim kararını, buyurun, alınız; eğer
alamıyorsanız, ikidebir, bu konuyu, lütfen, gündeme getirmeyiniz.
Şimdi, efendim, ben, şunu da belirtmek istiyorum: Bazı konularda, evet,
anlaşma güçlüğümüz var, söylenilenlerin bazısı doğru değil. Şimdi, Avrupa
Birliği konusu çok iyi gitmekteymiş de -deyineceğim ayrıntısına- çok iyi
yürüyormuş da, efendim, ondan sonra bozulmuş. Şimdi, bakınız, maalesef, Avrupa
Birliğindeki konumumuzun, görünümümüzün, güvenilirliğimizin çok düşük olduğu
bir dönemde biz göreve geldik. Şimdi, burada, kalkıp da birtakım şeyleri izafe
ederken -izafe etmek değil, tutanak- Avrupa Birliğinin Parlamentosunda,
maalesef, bizim o dönemdeki Başbakanımız hakkında söylenilenleri -ki, bütün
dünyada yazıldı, çizildi- eğer, bir kez değerlendirirseniz, o zaman, neden
Avrupa Birliğindeki işimizin kolay olmadığını biraz daha iyi anlarsınız. Eğer,
bir ülkenin başbakanı olarak yurt dışına gidip de, kendi ülkenizin bir siyasî
partisini “halk düşmanı, vatan düşmanı” , “maazallah, bunlar gelirse iktidara,
hepimizi mahvedecekler. Bana destek olun, partime destek olun da şunlar
iktidara gelmesin” diye şikâyet ederseniz, o ülkenin beş paralık itibarını
bırakmazsınız siz yurt dışında. (DSP ve ANAP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Bir anlaşmayı yaptıktan sonra -hani diyorsunuz ya, işte, Gümrük
Birliği Antlaşması- bazı yönleriyle tartışılması gereken “Türkiye için acaba
daha iyisi olmaz mıydı” diye düşünülmesi gereken bir anlaşmayı yaptıktan sonra,
siz, eğer, Türkiye’ye döndüğünüzde kendinizi böyle bir cihan hâkimi, cihan
fatihi gibi görüp, kalkıp da, en ölçüsüz bir şekilde, Malazgirt Meydan
Savaşıyla bunu kıyaslarsanız, işte o zaman, sizin, o Avrupa Birliğinde beş
kuruşluk itibarınız kalmaz. (DSP sıralarından alkışlar) Bir de şunu söylemek
istiyorum: Hakikaten bazı konularda anlaşamıyoruz; anlayış farklılığımız var.
İlle de Türkiye kendisine bir hami mi bulmalıdır; Türkiye o kadar küçüktür, o
kadar tarihten yoksundur, o kadar kültürden yoksundur ki, ille kendisine
sığınacak bir liman mı bulmalıdır?! (DSP, ANAP, CHP ve DTP sıralarından
alkışlar) Türkiye, ille de kendisine ağabey mi aramalıdır?! Bu küçüklüklerden
lütfen kurtulunuz! Bizim ihtiyacımız yok, memleketimizin buna ihtiyacı yok.
(DSP, ANAP, CHP ve DTP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Şimdi, biraz, şu Avrupa Birliği konusuna gelmek istiyorum. Önce şunu
belirteyim: Böyle fotoğraflarla bizim ilgimiz yok. Sayın Başbakana, benim
yanımda, Sayın Lüksemburg Dışişleri Bakanı önerdi; dedi ki: “Aman, bakın, size
verdiklerimiz, bu anlaşma, bunlar çok olumlu şeyler ve hemen biz sizinle
fotoğraf çektirelim, sizi fotoğrafa dahil edelim; siz de, bunu, haklı olarak,
memleketinizde anlatınız. İşte fotoğraf çekildi; büyük başarı kazanıldı.” Benim
Başbakanım, orada, döndü, dedi ki: “Biz sizinle, fotoğraflarda figüran olmak
için konuşmuyoruz...” (DSP, ANAP, CHP ve DTP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
YILDIRIM AKTÜRK (Uşak) – Fotoğraf için gidenler vardı!..
DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) – Şimdi, ne oldu, ne aldık, ne
almadık... Hani “Allah var” diye bir söz vardır. Yani, gerçekten bakalım; ne
idi, ne oldu. Tekrar ediyorum. Ben, vardığımız noktadan çok daha fazlasının
Türkiye’nin hakkı olduğu inancındayım. O nedenle, eğer, Türkiye hakkını
almazsa... Kalkıp da, Türkiye’ye hakkını vermeyecekler, ondan sonra, Türkiye’yi
bir aile fotoğrafının figüranlığı konumuna getirecekler -affedersiniz,
benzetiyorum, aslında çok da sevdiğim bir kişiye benzetiyorum ama- Türkiye’yi,
televizyonların o çok sevimli artisti, televizyonların çok sevimli tipi
Kakılmış’ın haline getireceksiniz, ondan sonra da, biz gideceğiz, Allah sizden
razı olsun, bakın ne verdiniz bize diyeceğiz... Bizim Hükümetimiz bunu
yapmamıştır ve yapmayacaktır. (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar)
Şimdi, gelelim işin gerçeğine. İşin aslı şudur: Avrupa Birliği, temmuz
ayının ilk haftasında, 2000 yıllarında nasıl genişleyeceğini “Ajanda 2000”
isimli bir raporda yayımlamıştır. Karar verilmiştir, kendileri hesap etmiştir
ve biz Hükümeti aldığımızda, bizim önümüzde bulduğumuz, kesin, son şekliyle,
Avrupa Komisyonunun, Avrupa Konseyine, bakanlarına teklif etmek üzere
hazırladığı raporda, Türkiye, bir aday gibi, bir üye gibi, genişleme sürecinde
yer alacak herhangi bir ülke gibi yoktur.Yani, bunun tartışması falan olamaz
herhalde, meydanda Ajanda 2000. Ajanda 2000 demektedir ki: “Avrupa Birliği, bu
genişlemesini şu 11 ülke ile yapacak.” Onun dışında, genişleme sürecine dahil
bir Türkiye yoktur bu raporda.
Şimdi, ne olmuştur?.. Yani, büyük bir şey yaptık diye anlatmıyorum;
yanlış anlaşılmasın. Hatta, kendim anlatmayayım, isterseniz, başkalarından
nakledelim. Mesela -dışarıda nasıl yorumlandığını birçok kez nakletmiştik daha
önce- çok yeni, bakınız, İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi ve Avrupa Birliği
Dönem Başkanı, pazar günkü gazetede ne diyor...
MEHMET BATALLI (Gaziantep) – İngilizce söyle, o anlar.
DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) – “Lüksemburg zirvesi sonuçlarına
baktığınızda, ilk kez, AB devlet ve hükümet başkanları düzeyinde, diğer tam üye
adayı ülkelerle aynı ölçüleri yerine getirmesi halinde, Türkiye’nin tam üyeliğe
ehil olduğu teyit ediliyor.” Olay bu.
“İki: Yine, ilk kez, Ankara’nın Birliğe katılımı için strateji
hazırlanmasına karar veriliyor. Dönem başkanlığımız sırasında Türkiye için
öngörülen Avrupa stratejisini geliştireceğimiz belirtiliyor.
Lüksemburg, Türkiye için gerçek bir gelişme oldu. Oniki ay öncesine
gittiğimizde, Başbakanlık düzeyini bir kenara bırakın, Dışişleri Bakanları
düzeyinde dahi, Türkiye’nin, tam üye adayı ülkelerle aynı ölçülerle tam üyeliğe
ehil olduğu teyit edilmemişti. Oniki ay önce, Türkiye için bir Avrupa
stratejisi dahi yoktu ve Avrupa Konferansı da öngörülmemişti.”
Şimdi, bunları önemsemiyorum; fakat, bunlar, bütün Avrupa Birliği
camiasının ciddî gelişme olarak naklettikleri, yorumladıklarıdır. Gelişmedir
bunlar.
Şimdi, bence, mesele, bu Avrupa Birliği olayının falan çok ötesinde,
dünyaya nasıl baktığımızda, kendimize nasıl baktığımızda, Türkiye’ye nasıl bir
işlev düşündüğümüzde. Eğer, biz, Türkiye’yi Avrupa Birliği konusunda ciddî
olarak görmekteysek, elbette bazı konularda kendileriyle görüşmeyeceğiz -ama,
kendileriyle hiç görüşmeyeceğiz anlamında değil- elbette Avrupa Birliğindeki
ülkelerle ikili ilişkilerimiz doğal seyrini takip edecek. Yani, biz, böyle,
kimseye küsüp de konuşmayacak değiliz. Biz, belli konuların hangilerini
konuşacağımıza hangilerini konuşmayacağımıza kendimiz karar vereceğiz ve yine
biz, Avrupa Birliği konusunda şunu kendilerine anlattık ve anlatacağız; bu bir
anlayış meselesidir: Biz, Avrupa Birliği dediğimizde, elbette tam üyelik
hedefini gözeten ve bu hedefe, ciddî şekilde, kendine uygun koşullarda ulaşmayı
isteyen ve bunun için çalışan bir Türkiye öngörmekteyiz; yoksa, biz, Avrupa
Birliği niyetine Batı trenine üçüncü mevki biletle bir sığıntı gibi sokulmayı
ve en arkadaki bir vagonda usulen yer tutmayı öngörmemekteyiz. Aramızdaki fark
da budur. (DSP ve ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Böyle derme
çatma, el yordamıyla oluşturulmuş, gideceğiz Amerikan Başkanıyla biraz iyi
ilişkiler, dostluklar kuracağız, ilk ismiyle hitap edeceğiz, o da bize ilk
ismimizle hitap edecek, ondan sonra gideceğiz birkaç Avrupa Birliği ülkesiyle
veyahut onbiriyle onikisiyle fotoğraf çektireceğiz... Türkiye dediğimiz vakit,
bizim öngördüğümüz Türkiye bu değildir; bizim öngördüğümüz Türkiye, yediyüz
yıllık tarihin birikimine sahip olan, yediyüz yıllık kültürün birikimine sahip
olan, cumhuriyet ihtilalinin sahibi
olan, Atatürk aydınlanmasının sahibi olan ve bu uluslararası âlemde dimdik
yürümesini bilen bir Türkiyedir. (DSP ve ANAP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Biz, böyle, dışarıya dönük taviz, içeriye dönük şov, ondan sonra,
dışpolitikayı bir iç tüketim malzemesi gibi almak... Bunları yapmadık ve
yapmayacağız. Bizim Hükümetimiz, bizim dışişleri anlayışımız, Türkiyemizin
büyüklüğüne layık bir dışişleridir ve dünyada Türkiye’ye bir konumdur. Bizim
anlayışımız, Türkiye’nin, sadece Avrupa Birliğiyle değil, birtakım
ağabeylerinin peşinde değil; ama, bütün dünyada onurlu yerini, onurlu
kimliğiyle almasına dönük bir dışpolitika anlayışıdır.
HAYRİ DOĞAN (Antalya) – Sayın Bakan, sadede gelin.
DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) – Yani, sayın milletvekilleri,
konu, biraz dışpolitikanın felsefesine geldi; ama, size, şunu belirtmek
istiyorum: Bu konu, bu olay, bir ciddiyet olayıdır.
İRFETTİN AKAR (Muğla) – Almanya ne olacak? Biraz da Almanya’dan
bahsedin.
DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) – Türkiye’yi kimse sokakta bulmuş
değildir, Türkiye’yi kimse birtakım kişisel menfaatların emrine tahsis etmek
zorunda değildir. Türkiye hepimizindir, Türkiye halkımızındır ve biz, bunun
bilinciyle dışpolitika yapmaktayız ve siz isteseniz de istemeseniz de,
beğenseniz de beğenmeseniz de, biz, bunu, bu şekilde yapmaya devam edeceğiz.
Saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Hükümet adına yapılan konuşma da bitmiştir. (Gürültüler)
Ne oluyor, niye yerinizde çok sıkılıyorsunuz? Kahvehanede mi
oturuyorsunuz?
HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Milletvekillerine “kahvehanede
oturuyorsunuz” diyemezsiniz.
BAŞKAN – Şimdi, şahsı adına, Sayın Kâzım Arslan;
buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
KÂZIM ARSLAN (Yozgat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Avrupa
Birliğiyle ilişkilerimizi ve bu meyandaki dışpolitikamızla ilgili görüşlerimi,
vaktimizin müsaade ettiği ölçüde, ifade etmeye çalışacağım.
Halkımızı ne kadar ilgilendirdiği veya ne derece öncelik verdiği
tartışılır; ama, ülkemiz idaresinde söz sahibi olanların, senelerdir ulaşmak
istedikleri bir hedef var: Avrupa Birliğine tam üyelik. Büyük bir aşkla,
iştiyakla, bu hedefe ulaşmak için büyük gayret sarf ediyoruz; âdeta,
rüyalarımızda bile Avrupa Birliği var; ama, her seferinde, bu rüyanın,
hayallerin sonu, maalesef, hüsran oluyor. İşte, yine öyle oldu. Tam üyelik
müzakerelerine dahil edilmesi teklif edilen Avrupa Birliğine üye adaylar
arasında, ülkemiz, yine yok. Son Lüksemburg zirvesinde alınan karar, Türkiye
için yeni bir hüsrandır ve biz de, bugün bu zirvede alınan kararlar ışığında
Avrupa Birliği eksenli dışpolitikamızı tartışıyoruz. Görülen odur ki, daha çok
uzun bir süre Avrupa’nın gündeminde Türkiye yoktur ve daha çok uzun vadede
Avrupa Birliği için çok fazla ümitvar olmamız gerekmemektedir. Avrupa Birliği
yolculuğumuzda gelinen bu son noktada alınan karar, son derece dramatik ve
millî gururumuz açısından da onur kırıcıdır. Lüksemburg Başbakanının lafları da
yenilir yutulur cinsten değildir.
Büyük ve iddialı laflarla işe koyulan 55 inci Hükümetin, bu karar
sonrasındaki çelişkili açıklamaları da dışpolitikadaki bir savrukluğu ve
tutarsızlığı ortaya koymaktadır. Sayın Başbakanın, son Almanya gezisinde
“Almanlara Türk tezini kabul ettirdik” veya “istediğimizi aldık” şeklindeki
beyanları, maalesef, havada kalmıştır. Lüksemburg Zirvesi sonrasında gösterilen
tepkiyi de sağlıklı bulmak mümkün değildir. Birkaç hafta önce “Avrupa’ya Türk
tezini kabul ettirdik; istediğimizi aldık” derken, birkaç hafta sonra, neticesi
bize göre çok da fazla sürpriz olmayan Lüksemburg Zirvesinden sonra “ilişkilerimizi dondurduk; Avrupa Birliğine tam üyelik
talebimizi geri çekeceğiz” diyen bir Sayın Başbakanın ve onun
Hükümetinin dışpolitikasının sağlıklı ve tutarlı olduğunu söylemek, maalesef,
mümkün değildir.
Yine, bu beyanların hemen akabinde, hepimizin bildiği üzere, koalisyon
ortakları ve hatta kendi partisiyle açık düşen Sayın Başbakanın tepkilerinin
Avrupa tarafından da ciddîye alınması mümkün değildir. Bu yüzden, Sayın
Başbakanın bu ültimatomunun hiçbir kıymeti harbiyesi de olmayacaktır. Zira,
önce, ortakları Sayın Ecevit ve Sayın Cindoruk “Başbakan, kendi görüşlerini
açıklamış olmalı herhalde; bu konu Bakanlar Kurulunda görüşülmedi” diyerek,
Başbakanın seyahat dönüşü havada söylediği lafları havada bırakmışlardır;
sonra, kendi partisinin sözcülerinin de, Başbakanın beyanlarını tevile yönelik,
benzer ifadeleri olmuştur. Daha sonra, Sayın Dışişleri Bakanımız da “Başbakan o
kadar da kesin konuşmadı, medya bu işi büyüttü” diyerek, viraj almıştır. Zaten,
neticede, Sayın Başbakan da, bu sözlerinden çark etmiştir. Yirmidört saat
içerisinde bu kadar farklı ve çelişkili açıklamalar, sağlıklı bir
dışpolitikanın işareti değildir; tutarsızlıktır, içpolitikaya yönelik bir
gösteridir; ama, çelişkili açıklamalar neticesinde, bu iş, maalesef, ele yüze
bulaştırılmıştır.
Sokaktaki insanın öfkesini tatmine yönelik bu tepkiler, Avrupa’yla ve
dünyayla ilişkilerimiz açısından, iyi hesaplanmamış, feveran niteliğindeki tavırlardır.
Yani, bu konuda, Başbakanımızı ciddiye almak mümkün değildir. Halbuki,
dışpolitika, ısrarlı, sürdürülebilir, sonuna kadar götürülebilir, duygusallıktan
uzak ve ölçülü tepkilerle yürütülürse ciddiyet kazanır. Sayın Başbakan gibi,
bir gün önce söylediğinizden, ertesi gün geri adım atarsanız, sizi, hiç kimse
ciddiye almaz. Nitekim, Sayın Başbakanı da, içeride de, dışarıda da, hiç kimse
bu konuda ciddiye almamıştır. Yapabileceğiniz şeyi konuşursunuz, yoksa
ciddiyetiniz tartışılır.
Şimdi, şu soruların cevabını da iyi bir şekilde etüt etmek lazımdır:
Avrupa, bizi, neden hep geri çeviriyor; Türkiye’nin bu konudaki ısrarlı
taleplerine neden duyarsız kalıyor; neden direniyor? Yine, birkısım çevreler
tarafından, Avrupa’yla ilişkilerde sorun olarak gösterilmeye çalışılan Refah
Partisi iktidardan uzaklaştırıldığına ve yerine, Atatürkçü, çağdaş, laik ve
ilerici kadrolar işbaşına geldiğine göre, Avrupa, neden hâlâ direnmektedir?
Başta, sözde ilerici, Batıcı, laik kafalar olmak üzere, herkes anlamalıdır ki,
Avrupa Birliği meselesi, bir hükümet meselesi değildir, falan partiyle, filan
partiyle de ilgisi yoktur. Eğer, böyle bir şey gerçekten isteniyorsa, hedef
gerçekten Avrupa’ysa, önce kafaların değişmesi ve bazı yanlışlardan
vazgeçilmesi lazımdır. Laiklik adına, kendi ülkesinin birkısım insanlarına
zulmetme yanlışlığından, balans ayarı bahanesiyle demokrasiye sık sık müdahale
etme yanlışlığından, devleti kendi ideolojisine göre şekillendirme
yanlışlığından, fikir, düşünce ve ifade özgürlüğünden uzak tek tip adam
yetiştirme yanlışlığından vazgeçmek lazımdır; yani, Türkiye, Avrupalı olmak
istiyorsa, bunun gereğini yapmalıdır. (RP sıralarından alkışlar)
Yine, gelinen bu netice, ilericilik adına maziye ait her şeye sırt
çeviren zihniyetin bir kez daha iflasıdır.
Bu netice, maziyi inkâr edip, Türk Devletini sadece son yetmişbeş yıldan
ibaret sayan, binlerce yıllık temeli görmezden gelen özürlü zihniyetin
iflasıdır; Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk’ün arkasına sığınan, her
fırsatta Atatürkçülük istismarı yapan, ama, Atatürk’ü de Osmanlının
yetiştirdiğini aklına getirmeyen zihniyetin iflasıdır; millî mücadeleyi başaran
kadroların da Osmanlı eğitimiyle yetişmiş olduklarını unutan zihniyetin
iflasıdır. (RP sıralarından alkışlar)
Avrupa, bizi reddederken hangi gerekçelerin arkasına sığınıyor -onları,
daha önceki konuşmacılar saydılar- ben de tekrar etmek istiyorum:
“İnsan haklarınız yetersiz; fikir, düşünce, ifade başta olmak üzere
özgürlükleriniz kısıtlı; demokrasiniz yeterli değil; ekonominiz bozuk,
enflasyonunuz çok yüksek” diyor.
Hemen belirtmeliyim ki, insan hakları, fikir ve düşünce özgürlüğü,
demokrasi gibi temel konularda devamlı menfî gelişmelerin yaşandığı bir
Türkiye, tüm dünyada olduğu gibi, Avrupada da rahatsızlık yaratmaktadır.
İnsanların fikirlerini serbestçe ifade edemedikleri, inançlarını tam manasıyla
yaşayamadıkları, inançları sebebiyle hakaretlere uğradıkları, halkın
iradesinin, seçimlerde verilen oyun çok fazla önemli olmadığı, demokrasisi sık
sık kesintiye uğrayan, sık sık askerî darbeler ve muhtıralar yaşayan bir
Türkiye, Avrupa’nın kolay kolay kabul edeceği bir ülke, ne yazık ki
olamamaktadır.
Bundan bir sevinç duyduğumu da söylemiyorum, bu mümkün değil zaten; ama,
gerçeği de görmek zorundayız; Avrupa, bu görünür gerekçelerinde son derece
haklıdır. Eğer Avrupa’ya girmek istiyorsanız, bu gerekçelerde ileri sürülen
görüşlere uygun davranmak zorundayız.
Gözden ırak tutmamamız gereken bir gerçek daha var; bu, Sayın Başbakana
göre -son bütçe konuşması itibariyle söylüyorum- kültür faktörü, bana göre,
daha açık bir ifadesiyle din faktörüdür. Hatırlarsınız, çok kısa bir süre önce
Sayın Başbakan da bu kürsüde “Avrupa Birliği bir Hıristiyan kulübü olmadığını
göstermek zorundadır” demek mecburiyetinde kalırken, aslında, bu gerçeği itiraf
etmek durumunda kalıyordu.
Yukarıda sayılan gerekçelerdeki bütün olumsuzluklar giderilmiş olsa
dahi, din faktörünün çok önemli bir engel olarak karşımıza çıkacağı açıktır.
Zaten bu, Avrupa Birliğinin ve Avrupa ülkelerinin çeşitli sözcülerinin muhtelif
beyanlarında da vardır; sürekli olarak, çeşitli zamanlarda, din faktörü, önemli
bir engel olarak önümüze sürülmüştür.
Netice olarak şunu söylemek istiyorum: Avrupa ile münasebetlerimiz
elbette devam edecektir; ancak, tüm bu gerçekler ışığında, millî gururumuzu,
onurumuzu rencide edecek, manasız, belki biraz da arsız ısrarlardan vazgeçmek
durumundayız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arslan, süreniz bitti; rica ediyorum, lütfen, süratle
toparlar mısınız efendim.
KÂZIM ARSLAN (Devamla) – Bu arada, İslam ülkeleriyle ilişkiler bu
Hükümet döneminde büyük yara almıştır. Uygulanan yanlış ve tutarsız
politikalar, en azından yanlış zamanlamalar, Türkiye’nin İslam Konferansından
dışlanması neticesini doğurmuştur. Sayın Cumhurbaşkanı konferanstan erken
ayrılmak zorunda kalmıştır.
Sayın Başbakanın son Amerika seyahati de, iddia edilenin aksine, çok
fazla bir şey getirmemiştir. Disiplinli, geniş ufuklu, tutarlı bir
dışpolitikadan uzak bu Hükümetin Başbakanının Amerika seyahati, destekçisi
basın tarafından “yine istediğimizi aldık” şeklinde sunulmuştur; ancak,
sonuçlar ne kadar abartılmaya çalışılırsa çalışılsın, Başbakanın Amerika’dan da
benzer endişelerle, benzer gerekçelerle nasihat aldığı anlaşılmıştır. Bu
tutarsız, savruk dışpolitikalı ve demokrasisi özürlü devlet yapısıyla,
Türkiye’nin, dış dünyada iyi bir yer edinmesi çok kolay olmayacaktır.
Evet, bütün gelişmeler gösteriyor ki, Avrupa, bizimle münasebetlerinde
önyargılıdır; ama, biz de Avrupa ile münasebetlerimizde ölçülü ve tutarlı olmak
zorundayız.
Bu arada, Avrupa Birliği sürecine dahil olmadan gerçekleştirilen gümrük
birliği sürecinin de yanlış bir adım olduğunu artık kabul etmek zorundayız, din
faktörünün önemli bir engel olduğuna inanmak zorundayız, tarihî nedenlerin
önemli bir engel olduğuna inanmak zorundayız ve politikamızı buna göre
oluşturmak zorundayız.
Son olarak şunu da ifade ediyorum ki: Avrupa Birliğine girebilmek için
her türlü tavize hazır görüntümüz, ilerisi için çok büyük bir dezavantajdır
bizim için. Her ne pahasına olursa olsun bir yerde olmak zorunda değiliz. Doğu
ve Batı dünyasıyla ilişkilerimizdeki denge iyi korunmalıdır. Sadece Avrupa’ya
endeksli bir politikanın Türkiye için çok fazla bir getirisi yoktur; aksine,
çok şey kaybettirecektir.
Bu çerçevede, geçen yıl başlatılan D-8 olayı da Türkiye için
uluslararası ilişkilerde çok önemli bir kozdur. Kısır siyasî...
BAŞKAN – Sayın Arslan, lütfen, son cümlenizi söyler misiniz, son
cümlenizi... Bakın, rica ediyorum.
KÂZIM ARSLAN (Devamla) – Kısır siyasî çekişmeler, kıskançlıklar ve
önyargılar bir kenara bırakılarak D-8 olayı devam ettirilmelidir.
Son olarak şu cümleyi ifade ediyorum: Kısacası, millî bir dışpolitikaya
ihtiyaç vardır. Biz, biz olmak zorundayız. Binlerce yıllık devlet geleneğimizle
de Türkiye olarak bunu yapabilecek güçteyiz; ama, önce halkın iradesinin
yönetime yeniden hâkim olması gerektiğini de aklımızdan çıkarmamalıyız.
Saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arslan.
Şahısları adına son konuşmayı yapmak üzere, Ankara Milletvekili Sayın
Mehmet Ekici; buyurun efendim. (BBP sıralarından alkışlar)
Sayın Ekici, süreniz 10 dakika.
MEHMET EKİCİ (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Genel Kurul; Avrupa Birliği
ve Türk dışpolitikasıyla ilgili bir genel görüşmenin sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Bu genel görüşmeyi takip edenler ve milletvekilleri olarak ne aldık, doğrusu
bunun merakı içerisindeyim. En büyük benim genel başkanım tezahüratlarından
başka, Türk dışpolitikasının temel problemleri nedir, Türk dışpolitikasının
açmazları nedir, Avrupa Birliği karşısında Türk dışpolitikası nasıl bir konum
almalıdır, dışında her şeyi konuştuk burada.
Tabiî, ben bu arada, Sayın Dışişleri Bakanına da hitap etmek istiyorum.
Avrupa Birliği politikaları gibi politikaların, millî politikalar olması
gerekir. Bunun, belli dönemlerde iktidarlarda bulunan başbakanlara, dışişleri
bakanlarına veya siyasî partilere göre şekillenen politikalarla değil, sürekli,
etkinliği göreceli olarak her dönemde artan ve bir önceki politikaların
takibini yapabilecek bir anlayış içerisinde gerçekleşmesi gerekir. Bunun da
yapılabilmesinin ilk şartı, bu tür millî politikalar üretilirken, siyasî
partiler arasında, en asgarî düzeyde dahi olsa, bir mutabakatın aranacağı
politik vasatların meydana getirilmesinden geçer. Ben, Sayın Dışişleri Bakanını
çeşitli kanallarda takip etmekten yoruldum; ancak, Sayın Dışişleri Bakanının
Lüksemburg zirvesi ve onu takip eden dönemlerde, herhangi bir siyasî partinin
kapısını çalıp, Türk Dışişlerinin Avrupa politikası şudur, bu konuda bilgi
eksikliğiniz varsa, bu bilgi eksikliğinizi de tamamlayın, dediğine de şahit
olmadım. (BBP sıralarından alkışlar) Bunu, Sayın Dışişleri Bakanının demokrat
kişiliğine sığınarak söylüyorum.
Bir macera, 1950’li yıllarda başlayan bir sergüzeşt, Avrupa Ekonomik
Topluluğundan Avrupa Topluluğuna varan süreçte yaklaşık kırk yıllık bir
macerayı yaşadık; ama, artık yolun sonu göründü. En azından, 2010 yılına kadar,
Ajanda 2000 verilerine göre, Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üye olması
gerçekleşmeyecek; yani, yol bitti... 1963 Ankara Antlaşmasından bugüne kadar
geçirdiğimiz süreçte, özellikle Avrupa Birliğinin Maastricht toplantısında ve
bundan sonra geliştirdikleri stratejilerde, tam üyelik kavramında ve bu tam
üyelikle ilgili ülkelerin sınıflamasında olmadığımız biliniyordu. Bu, sadece
Lüksemburg toplantısının sonucu değildir, Maastricht’ten başlayan bir süreçtir
ve Türk Dışişleri bunu biliyordu. Türkiye, bu gerçeğe artık uyanmalıydı; Avrupa
Birliği, Türkiye’yi tam üye olarak almak niyetinde değil idi; ama, Avrupa
Birliğine girişi bir kızıl elma haline getiren, bir kızıl elma ülküsü haline
getiren çeşitli iktidarlarımızca -sadece 55 inci Hükümet veya 54 üncü Hükümet
değil, 1960’lardan beri gelen her hükümet tarafından kızıl elma ülküsü haline
getirildiği için- başka da bir hedef ve istikamet konulmadığı için, Türk
dışpolitikası, bugün, Türk dünyasında kaybediyor, Ortadoğu’da kaybediyor,
Amerika Birleşik Devletleriyle ilişkilerinde kayıp noktasındadır, Avrupa
Birliği gündeminden de silinmiştir bu anlamıyla.
Avrupa Birliğinin yapısını da iyi irdelememiz lazım. Avrupa Birliği, bir
milletler topluluğu; ama, bugün Hitler yerinden kalksa, bugün Almanya’nın
Avrupa Birliğine yaptırabildiklerini görse, herhalde, 1940’lı yıllarda, İkinci
Dünya Savaşına gerek duymazdı. Ne kadar, Alman kültür dairesinde bulunan ve
Germen asıllı Avrupalı millet varsa, Avrupa Birliğinin tam üyesi olmuştur; kırk
yıldır Avrupa Birliği hayali gören Türkiye de sınıfta kalmıştır. Türk
politikacıları, Türk Dışişleri yetkilileri bu gerçeği görmeli, bilmeli ve
bundan sonra politikalar oluştururken, bu Germen kültür yayılmacılığının
mukabil tedbirlerini almanın hesaplarını yapmalıdır.
Değinmek istediğim bir başka konu da gümrük birliğidir. İspanya,
Portekiz, hatta Yunanistan, gümrük birliği evresine, belli aşamaları geçtikten
sonra ulaşmışlardır ve girmişlerdir. Gümrük birliği, tam üyeliği gerektiren bir
süreç değil, tam üyeliğin sonucu bir birlik olmalıydı aslında. 19.12.1997’de
Gümrük Tebliğini yayımladı Türkiye ve bu tebliğde, Avrupa Birliği ve EFTA
ülkelerinin sanayi ürünleri ithalatında vergi oranını yüzde sıfır olarak koydu.
Sadece 1995 rakamlarıyla, Avrupa Birliği ülkelerine uyguladığımız bu yüzde
sıfır gümrük oranıyla Türkiye’nin yıllık kaybı 2,5 milyar dolardır; 3 yıllık
bir periyotta 7,5 milyar dolarlık bir kayıp söz konusudur. Peki, bu kaybı
gözümüze alalım... Şimdi bazıları, artık dünyada gümrük gelirleri çok önemli
ekonomik kalemlerden değildir, diyebilirler; ama, bu da, ithalat-ihracat
dengesi kurulmuş ülkeler için geçerli olan bir husustur. Bugün bakıyorsunuz, bu
2,5 milyar dolarlık yıllık kaybı karşılayacak Avrupa fonları, yani gümrük
birliğinden elde edeceğimiz fonlarla ilgili Türkiye’nin kazancı nedir; bugüne
kadar, Türkiye’ye ne kadar para ve ne kadar karşılık girmiştir, diye
soruyorsunuz; yüzde sıfır... Peki, bununla ilgili hükümetlerimizin herhangi bir
faaliyeti var mıdır ve olacak mıdır; bunun da hiçbir işaretini ve emaresini
göremiyoruz. Gümrük birliğinde, Türkiye, Avrupa’nın bir pazarı haline
getirilmiştir. Gerekli anlaşmaları, sözleşmeleri ve uygulama esasları Türkiye
tarafından talep edilmediği müddetçe de, Avrupa’nın sadık ve rakipsiz bir
makine ithalatçısı konumundan öteye geçmeyeceğiz. Onun için, Türkiye,
geldiğimiz şu noktada, bu gümrük birliği denilen hadiseyi tekrar irdelemeli ve
gümrük birliği hadisesini tekrar masaya yatırmalıdır; ama, bu tartışma
üslubunda değil, işin tekniğini, esaslarını ve ileriye dönük stratejilerini
ortaya koymak ve alabildiğine tartışmak suretiyle.
Tabiî, genel görüşmenin konusu, sadece Avrupa Birliği değil; özellikle
burada bazı siyasal partiler itiraz ediyor, Türkiye, İslam ülkeleri nezdinde
ciddî bir itibar kaybına uğramıştır ve Sayın Cumhurbaşkanı İslam Konferansını
terk etmek zorunda kalmıştır. İslam Konferansının aldığı kararlar, Türkiye’nin
lehine değildir. Avrupa’dan dışlanırken, İslam ülkeleri dünyasından
dışlanırken, Türkiye, bugün, Amerika hamili ve İsrail eksenli bir politikaya
mahkûm edilmek noktasındadır. (BBP sıralarından alkışlar) Buna mani olmak, bunu
durdurmak zorundayız. Bugün, Türk Deniz Kuvvetlerinin 2 tane savaş gemisi, 1
Amerikan gemisi, 2 tane de İsrail hücumbotu, hangi amaca, hangi askerî gayeye
hizmet ettiğini anlamadığımız bir manevra icra ediyorlar.
Keza, Balkan ülkelerinde Türkiye sınıfta kalıyor. Bakınız,
Makedonya’daki olaylar karşısında Türk dışpolitikası tesirsizdir. Arnavutluk 15
milyon dolar bulamadığı için çıkan olaylarda, Yunan inisiyatifi, Türk
dışpolitikasının önüne geçmiştir ve bugün Türkiye, dışpolitika olarak,
Arnavutluk’a dönük, Balkan politikasına dönük ne üretiyor, ne yapıyor, doğrusu
bunu anlamak mümkün değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ekici, süreniz bitti, size de eksüre veriyorum; lütfen
toparlayın efendim.
MEHMET EKİCİ (Devamla) – Evet, şimdi, Avrupa kötü, kaka, Avrupa bizi
istemiyor. Niçin istemiyor; Müslüman olduğumuz için istemiyor, Türk olduğumuz
için istemiyor. Bunların hepsi doğru; ama, bizim, artık kendimizi de
sorgulamamızın zamanı geldi.
Ben, Batı Çalışma Gruplu bir Avrupa ordusu tanımıyorum; Batı Çalışma
Grubunun faaliyetine devam ettiği bir Avrupa demokratik rejimi yok. (BBP ve RP
sıralarından alkışlar) Hâkimlerinin, savcılarının askerî garnizonlarda brifing
aldığı, tehdit algılaması aldığı bir Avrupa adalet sistemi yok. (BBP ve RP
sıralarından alkışlar) Avrupalı olmayı, kendi gardıroplarındaki elbiselerin ve
giysilerin niteliğine göre sayan ve seçen aydın ve entelektüele sahip bir
Avrupalı topluluğu yok. On yılda bir demokrasisine balans ayarı yapılan bir
Avrupa ülkesi yok. (BBP ve RP sıralarından alkışlar) Onun için, artık,
kendimize gelmeli, demokrasimizi gözden geçirmeli, eksiklerimizi tamamlamalı ve
tam demokrat bir Türkiye’nin arayışı içerisinde olmalıyız.
Sayın Dışişleri Bakanına katıldığım bir nokta var; yediyüz yıllık tarihî
birikimi ve şu andaki kazanımları ve donanımı itibariyle, Türkiye, hiç kimsenin
hamiliğine ve ağabeyliğine muhtaç bir ülke değildir. (BBP ve RP sıralarından
alkışlar) Buna temenni olarak katılıyoruz; ama, aynı Dışişleri Bakanından,
bunun gereğini yapmasını da talep ediyoruz.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BBP, RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ekici.
Sayın milletvekilleri, Avrupa Birliği ve Kıbrıs başta olmak üzere
Hükümetin izlediği dışpolitika konusundaki genel görüşme tamamlanmıştır.
Aslında, bir ülkenin dışpolitikası konusunda uzlaşma olması ve bu
dışpolitika üzerinde, bütün partilerin, bir vatanseverlik duygusu içerisinde,
bir anlayışla, ülkenin politikalarını ortaya koymaları lazım.
Bizim dışpolitikada en büyük çıkmazımız Yunanistan. Bize, her sene,
milyarlarca dolar zarar veriyor; ama, biz, bunun karşısında bir şey yapmıyoruz.
Bence, bu konuda bir tedbir almak lazım. Yunanistan bazen Avrupa’nın arkasına
saklanıyor, bazen Avrupa Yunanistan’ın arkasına saklanıyor ve bizim
uluslararası düzeydeki büyük menfaatlarımız ortadan kayboluyor. Bence, buna
çare bulmak lazım. Gerekirse, Yunanistan’a da bir ders vermek lazım. Senede
milyarlarca dolarlık zarar veren bir ülkenin yaptığı her şey, herhalde yanına
kalmamalıdır. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sana mı düştü yorum yapmak?!.
BAŞKAN – Ben de Meclis Başkanı olarak fikirlerimi söyleyebilirim. Yahu,
siz, iktidar partililiğini nasıl yapacaksınız; her şeye tahammülsüzsünüz...
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sen niye yorum yapıyorsun?!.
BAŞKAN – Olur mu canım... İktidar partisi tahammüllü olacak; çok büyük
bir sinir bunalımı içerisindesiniz...
TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Sayın Başkan, vakit geldi;
sinirlenmeyin; başkanlar sinirlenmez...
BAŞKAN – Hayır, ben sinirlenmiyorum; siz sinirleniyorsunuz... Yani, ben,
şu kürsüde bir laf söylediğim zaman, sanki sizin cinlerinizi ortaya koyuyor; ben, ona hayret ediyorum.
TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Sen Dışişleri Bakanı mısın?!.
BAŞKAN – Böylece, görüşmeler tamamlanmıştır.
Genel görüşmede, memleketin hayrına olan birtakım düşünceler ortaya
konulmuştur ve inşallah, birileri, bundan gerekli dersi alacaktır.
Şimdi, gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.
VI. — SEÇİMLER
A) Radyo Televizyon Üst Kuruluna üye
seçimi
1. – Radyo Televizyon Üst Kurulunda açık
bulunan üyeliğe seçim
BAŞKAN – Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda iktidar partileri kontenjanından
boşalan 1 üyelik için 3984 numaralı Kanunun 6 ncı maddesi gereğince seçim
yapacağız.
İktidar partileri tarafından gösterilen adaylar,
24 Aralık 1997 tarihli Resmî Gazetede ilan edilmiştir.
Adayların isimlerini okuyorum: Mehmet Onur ve Tülay (Çetin) Güleç.
İktidar partileri tarafından gösterilen adayların adları birleşik oy
pusulası şeklinde düzenlenmek suretiyle bastırılmıştır.
Toplantı ve karar yetersayısı mevcut olmak şartıyla, seçimde en çok oy
alan aday kazanacaktır.
Seçim, 3984 numaralı Kanunun 6 ncı maddesine göre gizli oyla
yapılacaktır.
Gizli oylamanın nasıl yapılacağını açıklıyorum:
Başkanlık Divanı kürsüsünün sol tarafında yer alan Kâtip Üye, adı okunan
milletvekiline mühürlü oy pusulası ve zarf verecek ve milletvekilinin yoklama
cetvelindeki yerini işaretleyecektir. Oyunu kullanacak sayın milletvekili,
birleşik oy pusulası ve zarfı aldıktan sonra oy hücresine girecek, birleşik oy
pusulasında adı yazılı adaylardan hangisine oy verecekse, o adayın karşısındaki
kareyi çarpı işaretiyle işaretledikten sonra oy pusulasını hücrede zarfa
koyacak; bilahara, hücreden çıkacak ve Başkanlık Divanı kürsüsü üzerine konulan
oy kutusuna zarfı atacaktır.
Sayın üyeler, oylamada dikkat edilecek hususları açıklıyorum:
Oy kullanırken adaylardan sadece birinin karşısındaki kare
işaretlenecektir; her iki adayın karşısına işaret konulursa, o oy geçersiz
olacaktır.
Hücreye aynı renk tükenmezkalemler konulmuştur; başka bir tükenmezkalem
kullanılması, oy pusulasını hükümsüz kılacaktır.
Ayrıca, oy pusulasında, oyun kime ait olduğunu belirleyecek bir işaret,
imza, karalama veya herhangi bir işaret olursa, oy pusulasını geçersiz
kılacaktır.
Oy pusulaları ve zarflar, Kâtip Üyeye verilmiştir.
Daha önce yaptığımız bir uygulamamız var; parti genel başkanları
isterlerse, öncelikle oylarını kullanabilirler.
Tasnif komisyonunu tespit ediyorum:
Sayın Bülent Ecevit?.. Burada. Tasnif komisyonuna çıktınız; ama, sizi
dahil etmiyoruz efendim.
Sayın Ahmet Güryüz Ketenci?.. Yok.
Sayın Hasan Tekin Enerem?.. Burada.
Sayın Ali Uyar?.. Yok.
Sayın Remzi Çetin?.. Yok.
Sayın Mehmet Moğultay?.. Yok.
Sayın Esat Kıratlıoğlu?.. Yok.
Sayın Bahri Zengin?.. Yok.
Sayın Korkut Özal?.. Yok.
Sayın Ekrem Erdem?.. Burada.
Sayın Nezir Büyükcengiz?.. Yok.
Sayın Doğan Güreş?.. Yok.
Sayın Fikret Ünlü?.. Burada.
Sayın Ali Rıza Bodur?.. Yok.
Sayın Veli Aksoy?.. Yok.
Sayın Necati Çelik?.. Yok.
Sayın Mehmet Ali Şahin?.. Burada.
Sayın Nihat Matkap?.. Yok.
Sayın Ömer Bilgin?.. Yok.
Sayın Cihan Paçacı?.. Yok.
Sayın Bekir Aksoy?.. Yok.
Sayın Hasan Çağlayan?.. Yok.
Sayın Ertuğrul Yalçınbayır?.. Yok.
Sayın Ali Haydar Şahin?.. Burada.
Sayın Hasan Tekin Enerem, Sayın
Fikret Ünlü, Sayın Ekrem Erdem, Sayın Mehmet Ali Şahin ve Sayın Ali Haydar
Şahin, Tasnif Heyetine seçilmişlerdir.
Şimdi, sırayla oylamaya başlıyoruz. İsmi okunmayan arkadaşımız buraya
gelmesin efendim.
(Oyların toplanmasına başlandı.)
Bahattin Şeker...
SAĞLIK BAKANI HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – Sayın Başkan, Sayın İsmet
Sezgin Beyin yerine oy kullanacağım.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
(Oyların toplanmasına devam edildi)
BAŞKAN – Salonda olup da oyunu kullanmayan sayın üye?.. Yok.
Oylama işlemi bitmiştir.
Sayın milletvekilleri, tasnif heyetini okuyorum:
Hasan Tekin Enerem (İstanbul), Ekrem Erdem (İstanbul), Fikret Ünlü
(Karaman), Ali Haydar Şahin (Çorum).
İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin mazeretini beyan etmişti, onun
yerine bir başkasını seçmek için adçekiyorum:
Sayın Bekir Sobacı?.. Burada.
Tasnif Heyeti yerlerini alsın.
(Oyların ayırımı yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bugün,
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu için yapılan seçimle ilgili tutanak gelmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda boş bulunan 1 üyelik
için yapılan oylamaya 385 üye katılmış, kullanılan oyların dağılımı aşağıda
gösterilmiştir. Saygıyla arz olunur.
Hasan Tekin
Enerem Ekrem Erdem Fikret Ünlü
İstanbul İstanbul Karaman
Bekir
Sobacı Ali
Haydar Şahin
Tokat Çorum
Tülay (Çetin) Güleç :
220
Mehmet Onur :
153
Geçersiz :
4
Boş :
8
Toplam : :
385
Yapılan bu seçim sonucuna göre, Sayın Tülay (Çetin)
Güleç 220 oy alarak seçilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum,
başarılar diliyorum.
Sayın milletvekilleri, bugünkü çalışmalarımız sona
ermiştir.
Sözlü sorular ile kanun tasarı ve tekliflerini
sırasıyla görüşmek için, 7 Ocak 1998 Çarşamba günü saat 15.00’te toplanmak
üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati
: 22.22
VII. - SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. - Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır’ın, avukatlık kanununda yapılacak değişikliğe ilişkin sorusu ve
Adalet Bakanı Mahmut Oltan Sungurlu’nun yazılı cevabı (7/3447) (1)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Adalet Bakanı tarafından yazılı olarak
cevaplandırılması hususunu saygılarımla arz ederim.
25.8.1997
Ertuğrul
Yalçınbayır
Bursa
Sorular :
1. 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulu Kanunu’nun 2/a
maddesinin Anayasa Mahkemesince iptali üzerine doğan hukukî boşluğu doldurmak
amacıyla hazırlanan tasarı komisyondan geçip TBMM Genel Kuruluna arz
edilmiştir.
Anayasanın 153/4 maddesi bu tür teklif veya tasarıların
öncelikle görüşülüp karara bağlanmasını emretmektedir. Bu amir hükme rağmen
tasarı TBMM Genel Kurulu Gündeminde çok uzun zamandır beklemektedir.
Tasarının TBMM Genel Kurulunda öncelik ve ivedilikle
görüşülmesi hususunda çalışacak mısınız?
2. Avukatlık Kanununda değişiklik yapılması öteden beri
istenen bir husustur. Bu konudaki çalışmalarınız hangi aşamadadır. Bu konunun
dahi öncelik ve ivedilik taşıyan iş olduğunu düşünüyor musunuz?
3. Baroların gelir kaynakları arasında “İm Özel
İdareleri ve Belediyeler tarafından yapılan yardımlar” da yer almaktadır. Bu
hüküm yeterince uygulanmakta mıdır? Bugüne kadar kaç Baro ne kadar ve nereden
yardım almıştır?
İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünce,
Baroların Gelirlerine dair Avukatlık Kanununun ilgili maddesine ilgi tutularak
bir yazı çıkarıldığında Baroların Belediyeler ve İl Özel İdarelerinden yardım
almaları kolaylaşacaktır. Konu hakkında İçişleri Bakanlığı ile temaslarınız
olabilir mi?
T.C.
Adalet
Bakanlığı 26.12.1997
Bakan
: 4235
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı
ifadeli 10.10.1997 tarihli ve A.01.0.GNS. 0.10.00.02-8782 sayılı yazınız.
b) 6.11.1997 tarihli ve 3986 sayılı yazımız.
İlgi (a) yazı ekinde Bakanlığıma intikal ettirilen
Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın 7/3447 esas nolu soru önergesine
ilgi (b) yazımız ile (1) ve (2) numaralı bölümde yer alan hususlarla ilgili
olarak cevap verilmiş, (3) numaralı bölümde sorulan hususa ilişkin cevapların
derlenmesi için Millet Meclisi İçtüzüğünün 99 uncu maddesinin beşinci fıkrası
uyarınca bir aylık ek süre verilmesi istenilmiştir.
(1) 11.11.1997
tarihli 12 nci birleşim tutanak dergisinde yer alan 7/3447’ye ek cevap.
Bahse konu soru önergesinin (3) numaralı bölümünde
sorulan hususla ilgili olarak verilen cevap örneği iki nüsha halinde ilişikte
sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M.
Oltan Sungurlu
Adalet
Bakanı
T.C.
Adalet
Bakanlığı 26.12.1997
Bakan
: 4236
Sayın
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
Milletvekili TBMM
Bakanlığıma yöneltilen ve yazılı olarak
cevaplandırılması istenilen 7/3447 Esas no’lu soru önergesinin (3) numaralı
bölümünün cevabı aşağıda belirtilmiştir.
Soru önergesinin (3) numaralı bölümüne konu olan
hususla ilgili olarak Türkiye Barolar Birliği Başkanlığından alınan 3.12.1997
tarihli ve IV-1/2012 sayılı yazıdan; son beş yıl içinde 71 barodan sadece 9 baroya
3 162 713 940 TL İl Özel İdaresince ve 3 000 000 TL’sı da belediye tarafından
olmak üzere toplam 3 165 713 940 TL yardım yapıldığı; 47 baronun ise herhangi
bir yardım almadığı anlaşılmıştır.
Bilgilerinize arz ederim.
M.
Oltan Sungurlu
Adalet
Bakanı
2. - Kırıkkale
Milletvekili Kemal Albayrak’ın, kamu kurum ve kuruluşlarında kullanılan makam
ve hizmet araçlarının sayısı ile yakıt miktarlarına ilişkin Başbakandan sorusu
ve Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan ve Devlet Bakanı Metin Gürdere’nin yazılı cevapları
(7/3857)
12.11.1997
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Mesut Yılmaz
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını tensiplerinize arz ederim.
Kemal
Albayrak
Kırıkkale
Soru : 1997 yılı itibariyle Türkiye genelinde tüm kamu
kurum ve kuruluşlarında (Başbakanlık, Genel Kurmay Başkanlığı, Devlet
Bakanlıkları, Millî Savunma Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı,
Dışişleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Bayındırlık ve
İskân Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı,
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Turizm Bakanlığı, Orman
Bakanlığı, Çevre Bakanlığı) kullanılan,
a) Araç sayısı ne kadardır.
b) Kullanılan araçların kaç tanesi makam aracı, kaç
tanesi hizmet aracı olarak kullanılmaktadır.
c) Bir yıl içerisinde toplam resmî araçlarda kullanılan
yakıt miktarı ne kadardır.
T.C.
Devlet
Bakanlığı 26.12.1997
Sayı
: B.02.0.004/901
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Genel
Sekreterliği
Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığına
İlgi : 25.11.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3857-9370/024358 sayılı yazıları.
İlgi yazıda belirtilen Kırıkkale Milletvekili Kemal
Albayrak’ın Sayın Başbakan’a tevcih edilen ve tarafımdan cevaplandırılması
istenilen yazılı soru önergesine verilen cevap ilişiktedir.
Bilgilerinize saygılarımla rica ederim.
H.
Hüsamettin Özkan
Devlet
Bakanı
Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın 7/3857-9370
Sayılı Soru Önergesine Verilen Cevaplar:
Diyanet İşleri Başkanlığının Cevapları :
1. Diyanet İşleri Başkanlığı merkez teşkilâtı il ve
ilçe müftülükleri ve Eğitim Merkezi Müdürlüklerinde toplam 387 adet araç
bulunmaktadır.
2. Kullanılan araçların 1 tanesi makam, 386 tanesi ise
hizmet aracı olarak kullanılmaktadır.
3. Bu araçlar için 1997 yılında (30.11.1997 itibariyle)
32 573 198 400 TL’ lik akaryakıt kullanıldığı tespit edilmiştir.
Halk Bankası Genel Müdürlüğünün Cevapları:
T. Halk Bankasının 119 tanesi resmî ve 240 tanesi
kiralık olmak üzere toplam 359 aracı mevcuttur. Bu araçlardan 11 tanesi Genel
Müdürlük üst personeline makam aracı olarak tahsis edilmiş olup, kalan 348
aracın 104 tanesi zırhlı para taşıma aracı 31 tanesi malzeme, araç-gereçlerin
Şubelere nakliyesinde kullanılan kamyon, kamyonet vb. araçlardır.
Diğer 213 aracın 10 tanesi Başbakanlık, 79 tanesi Genel
Müdürlük ve 10 Bölge Müdürlüğü teşkilâtında, 124 araç ise yurt çapında yaygın
772 şubede kredi istihbarat ve işyeri incelemelerinde yararlanılmak üzere
tahsis edilmiş hizmet araçlarıdır.
Bankada kullanılan tüm araçlarda tüketilen akaryakıtın
300 bin litresi benzin ve 210 litresi de motorindir.
T.C.
Devlet
Bakanlığı 31.12.1997
Sayı
: B.02.0.010/03949
Konu : Soru Önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) 25.11.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02.7/3857-9547/24717 sayılı yazınız.
b) Başbakanlığın 1.12.1997 tarih ve
B.02.0.KKG/106-642/5155 sayılı yazısı.
c) Devlet Bakanlığının (Sn. Yücel Seçkiner) 10.12.1997
tarih ve B.02.0.005/00375 sayılı yazısı.
Kırıkkale Milletvekili Sayın Kemal Bayrak’ın Sayın
Başbakanımıza tevcih ettiği 7/3857-9370 esas nolu yazılı soru önergesi cevabı
ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Metin
Gürdere
Devlet
Bakanı
T.C.
Devlet
Bakanlığı
(Sn.
Metin Gürdere)
Kırıkkale Milletvekili Sayın Kemal Albayrak’ın Sayın
Başbakanımıza Tevcih Ettiği 7/3857-9370 Esas Nolu Yazılı Soru Önergesi
Cevabıdır.
Bağlı kuruluşumuz Vakıflar Genel
Müdürlüğü Merkez ve Taşra Teşkilâtında 89 adet araç bulunmaktadır. Bu araçların
hepsi hizmet aracı olarak kullanılmaktadır. 1997 yılı başından bugüne kadar
toplam Resmî araçlarda kullanılan yakıt miktarı 9 290 360 000 TL’dir.
3. - Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş’ın, personel atamalarına ve
görev yerleri değiştirilenlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Metin Gürdere ve Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan’ın yazılı cevapları (7/3858)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sayın
Başbakan tarafından delaletlerinizle yazılı olarak cevaplandırılması hususunda
gereğini arz ederim.
Kemalettin
Göktaş
Trabzon
55 inci Hükümet’in göreve
başladığı tarihten bu güne kadar;
1. - Kurumlar itibariyle
kararnameli personel dışında kaç personelin görevi ve görev yeri
değiştirilmiştir?
2. - Kurumlar itibariyle yeni
göreve başlatılan memur, sözleşmeli personel ve işçi sayısı nedir?
T.C.
Devlet
Bakanlığı 26.12.1997
Sayı:
B.02.0.010/03801
Konu: Yazılı Soru Önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) 25.11.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02.7/3858-9409/24464 sayılı yazınız.
b) Başbakanlığın 1.12.1997 tarih ve
B.02.0.KKG/106-642-1/5154 sayılı yazısı.
c) Devlet Bakanlığının (Sn. Yücel Seçkiner) 10.12.1997
tarih ve B.02.0.005/00376 sayılı yazısı.
Trabzon Milletvekili Sayın Kemalettin Göktaş’ın Sayın
Başbakanımıza tevcih ettiği 7/3858-9409 esas nolu yazılı soru önergesi cevabı
ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Metin
Gürdere
Devlet
Bakanı
T.C.
Devlet
Bakanlığı
(Sn.
Metin Gürdere)
Trabzon Milletvekili Sayın Kemalettin Göktaş’ın Sayın
Başbakanımıza Tevcih Ettiği
7/3858-9409 Esas Nolu Yazılı Soru Önergesi Cevabıdır.
Vakıflar Genel Müdürlüğünde 1.7.1997-22.12.1997
Tarihleri Arasında Yapılan
Atamalara Ait
Liste
-
Kararnameli personel dışında görevi ve görev yeri değiştirilenler
(Daha
önceki Hükümet tarafından görevden alınanlardan Yargı ka-
rarı
gereğince görevine iadeleri gerekenler için görevinden alınanlar
dahil) :
84
- Yeni
göreve başlatılan Memur :
15
- Yeni
göreve başlatılan Sözleşmeli personel :
2
- Yeni
göreve başlatılan İşçi :
Yok
T.C.
Devlet
Bakanı 26.12.1997
Sayı
: B.02.0.004/902
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Genel
Sekreterliği
Kanunlar ve Kararlar Daire Başkanlığına
İlgi : 25.11.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3858-9409/024464 sayılı yazıları.
İlgi yazılarında belirtilen Trabzon Milletvekili
Kemalettin Göktaş’ın Sayın Başbakan’a tevcih edilen ve tarafınızdan
cevaplandırılması istenilen 7/3858-9409 esas nolu yazılı soru önergesinin
cevabı ilişikte sunulmuştur.
Bilgilerinize saygılarımla rica ederim.
H.
Hüsamettin Özkan
Devlet
Bakanı
Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş’ın 7/3858-9409
sayılı soru önergesine ilgili kuruluşum Türkiye Halk Bankası A.Ş.’yle ilgili
verilen cevaplar:
Cevap 1. - 55 inci Hükümetin göreve başladığı tarihten
itibaren Bankamızda çalışan 510 personelin görev yeri; terfi, sağlık durumu,
evlilik, çocukların eğitimi, Disiplin Kurulu raporları ile yeni hizmete giren
şubelerimizin personel ihtiyacının giderilmesi amacıyla değiştirilmiştir.
Cevap 2. - Bankamızda işçi statüsünde personel
çalışmamakta olup, sözkonusu dönemde 7 sözleşmeli personel göreve başlamıştır.
4. - Kilis
Milletvekili Mustafa Kemal Ateş’in, personel atamalarına ve görev yerleri
değiştirilenlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Metin Gürdere ve
Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan’ın yazılı cevapları (7/3866)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın delaletlerinizle Başbakan Sayın
Mesut Yılmaz tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygıyla arz ederim.
Mustafa
Kemal Ateş
Kilis
55 inci TC Hükümetinin göreve başladığı tarihten bu
yana;
1. Yeni alınan memur, işçi sözleşmeli personel sayısı
kaçtır? (Kurumlar itibariyle)
2. İstekleri dışında unvanları ve görev yerleri
değiştirilen kamu görevlileri kimlerdir? (Kurumlar itibariyle)
T.C.
Devlet
Bakanlığı 26.12.1997
Sayı
: B.02.0.010/03802
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) 25.11.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02.7/3866-9422/24499 sayılı yazınız.
b) Başbakanlığın 1.12.1997 tarih ve
B.02.0.KKG/106-642-9/5152 sayılı yazınız.
c) Devlet Bakanlığının (Sn. Yücel Seçkiner) 10.12.1997
tarih ve B.02.0.005/00378 sayılı yazısı.
Kilis Milletvekili Sayın Mustafa Kemal Ateş’in Sayın
Başbakanımıza tevcih ettiği 7/3866-9422 esas nolu yazılı soru önergesi cevabı
ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Metin
Gürdere
Devlet
Bakanı
T.C.
Devlet
Bakanlığı
(Sn.
Metin Gürdere)
Kilis Milletvekili Sayın Mustafa Kemal Ateş’in Sayın
Başbakanımıza Tevcih Ettiği 7/3866-9422 Esas Nolu Yazılı Soru Önergesi
Cevabıdır.
Vakıflar Genel Müdürlüğünde 1.7.1997-22.12.1997
Tarihleri Arasında
Yapılan Atamalara Ait Liste
- Yeni alınan Memur
(İstifa sonrası) :
15
- Sözleşmeli personel : 2
- İşçi :
Yok
- İstekleri dışında
unvanları ve görev yerleri değiştirilen kamu görevlileri;
- Genel Müdür : 1
- Genel Müdür
Yardımcısı : 2
- Daire Başkanı : 1
- Bölge Müdürü : 2
- Bölge Müdür
Yardımcısı : 3
- Şube Müdürü :21
- Diğerleri :59
(Daha önceki Hükümet tarafından görevden alınanlardan Yargı kararı
gereğince görevine iadeleri gerekenler için görevinden alınanlar dahil)
T.C.
Devlet Bakanlığı 26.12.1997
Sayı : B.02.0.004/897
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Genel
Sekreterliği
Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığına
İlgi : 25.11.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3866-9422/024499 sayılı yazıları.
İlgi yazıda belirtilen Kilis Milletvekili Mustafa Kemal
Ateş’in Sayın Başbakan’a tevcih edilen ve tarafımdan cevaplandırılması
istenilen yazılı soru önergesine verilen cevap ilişiktedir.
Bilgilerinize saygılarımla rica ederim.
H.
Hüsamettin Özkan
Devlet
Bakanı
Kilis Milletvekili Mustafa Kemal Ateş’in 7/3866-9422
Sayılı Soru Önergesine Verilen Cevaplar:
Diyanet İşleri Başkanlığınca Verilen Cevaplar:
Cevap 1-2 : 55 inci Hükümetin kuruluşundan bu yana
Diyanet İşleri Başkanlığınca istek, hizmet gereği ve teftiş raporu sonuçlarına
göre nakil ve atamalarla ilgili bilgiler şu şekildedir:
a) Yurtdışında görev süresini tamamlayanlardan 3
Başkanlık vaizliğine hizmet gereği; 1 şube müdürü, 10 memur, 4 hizmetli olmak
üzere toplam 15 personel, kendi istekleri üzerine nakil ve tayinleri
yapılmıştır.
b) 17 il müftüsü, 1 il müftü yardımcısı, 84 ilçe
müftüsü, 32 vaiz, 6 şube müdürü, 5 eğitim merkezi öğretmeni, 7 murakıp, 153
müftülük memuru olmak üzere toplam 305 personelin kendi istekleri üzerine
naklen tayinleri gerçekleştirilmiştir.
c) Kendi istekleri üzerine; valiliklerce 638 imam hatip
ve müezzin kayyımın illerarası, 2153 imam hatip ve müezzin kayyımın iliçi, 114
Kur’an kursu öğreticisinin illerarası ve 263 Kur’an kursu öğreticisinin de
iliçi olmak üzere toplam 3168 personelin nakilleri gerçekleştirilmiştir.
d) Teftiş ve mahallî soruşturma sonucuna göre ise; 4 il
müftüsü, 4 il müftü yardımcısı, 6 ilçe müftüsü, 3 vaiz, 1 şube müdürü, 2
murakıp, 102 imam hatip, 24 müezzin kayyım, 2 Kur’an kursu öğreticisi, 1 memur
olmak üzere toplam 149 personelin naklen ataması yapılmıştır.
e) Sınavları 1996 yılında yapılan ve bu sınav sonucu
başarılı olan 5594 imam hatip ve 374 müezzin kayyım olmak üzere toplam 5968
personelin açıktan ataması gerçekleştirilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, tüm nakil işlemlerini, kamu
yararı ve hizmetin gereklerini dikkate almak suretiyle yapmaktadır.
Halk Bankasınca Verilen Cevaplar:
Bankamızda işçi statüsünde personel bulunmamakta olup,
55 inci Hükümetin göreve başladığı tarihten bugüne kadar 7 sözleşmeli personel
göreve başlamıştır.
Aynı dönem itibariyle T. Halk Bankası Teftiş Kurulu ile
Disiplin Kurulu raporlarına istinaden, 12 personelin görev yeri ve unvanları
değiştirilmiştir.
5. – Nevşehir
Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, T.H.K.’ca düzenlenen 1 inci Dünya Hava
Olimpiyatlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Yücel Seçkiner’in
yazılı cevabı (7/3877)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan tarafından yazılı olarak
cevaplandırılması için gereğini saygı ile arz ederim.
17.11.1997
Mehmet
Elkatmış
Nevşehir
Sorular :
1. - Türk Hava Kurumunun 1995-1996-1997 Yılı Bütçeleri
ne kadardır?
2. - Söz konusu yıllar itibarıyla Türk Hava Kurumunun
Bütçesinde kurban derilerinin payı ne kadardır?
3. - Türk Hava Kurumunca düzenlenen, 1 inci Dünya Hava
Olimpiyatları Müsabakalarına; hangi ülkelerden kaçar kişi davet edilmiştir?
Hangi ülkelerden kaçar kişi katılmıştır?
4. - 1 inci Dünya Hava Olimpiyatları Müsabakaları için
sporsor firma bulunmuş mudur?
Devletimizin müsabakalar için maddi katkısı olmuş
mudur? Olduysa ne kadardır?
5. - Dünya Hava Olimpiyatları Müsabakaları için Türk
Hava Kurumu (tanıtma, davet, müsabaka, ulaşım, konaklama vs.) ne kadar harcama
yapmıştır?
T.C.
Devlet
Bakanlığı 24.12.1997
Sayı
:B.02.0.005/00568
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 25.11.1997 gün ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3877-9502/024588 sayılı yazınız.
Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın 7/3877-9502
esas nolu yazılı soru önergesine verilen cevap ekte gönderilmektedir.
Bilgilerinize arz ederim.
Yücel
Seçkiner
Devlet
Bakanı
Nevşehir Milletvekili Sayın Mehmet Elkatmış’ın
Cevaplandırılmak Üzere THK’na
Sorduğu Sorularla İlgili Cevaplar
1. – Türk Hava Kurumu’nun 1995,1996 ve 1997 yılı
bütçeleri ne kadardır?
a) THK’nun 1995 yılında gerçekleşen Bütçe Geliri 755
325 000 000 TL’dır. 1995 yılı kurban derisi geliri 272 877 000 000 TL olup
bunun %40’ı olan 109 150 000 000 TL’sı THK hissesidir.
b) THK’nun 1996 yılında gerçekleşen Bütçe Geliri 1 427
895 000 000 TL’dır. 1996 yılı kurban derisi geliri 454 909 000 000 TL olup
bunun % 40’ı olan 181 963 000 000 TL’sı THK hissesidir.
c) THK’nun 1997 yılı bütçesi ise 2 329 000 000 000 TL
olarak öngörülmüştür. 12 Aralık 1997 tarihi itibariyle 1997 yılı Kurban derisi
geliri 966 367 000 000 TL olup bunun % 40’ı olan 386 546 000 000 TL’sı
THKhissesidir.
2. – Söz konusu yıllar itibariyle Türk Hava Kurumunun
bütçesinde kurban derilerinin payı ne kadardır?
Kurban derilerinden elde edilen gelirin % 25’i Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’na, % 15’i Türkiye Kızılay Derneği’ne, % 15’i
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na, % 5’i ise Türkiye Diyanet
Vakfı’na verilmektedir. Kalan % 40’ı ise Türk Hava Kurumu’na aittir.
Bu duruma göre kurban derilerinin THK bütçesindeki
payı; 1995 yılı bütçesinde % 36 (Paydaş kuruluşlar payları dahil), 1996 yılı
bütçesinde % 31 (Paydaş kuruluşlar payları dahil), 1997 yılı bütçesinde 12
Aralık 1997 durumuna göre % 41 (Paydaş kuruluşlar payları dahil)’dir.
3. – Türk Hava Kurumunca düzenlenen 1 inci Dünya Hava
Olimpiyatları müsabakalarına; hangi ülkelerden kaçar kişi davet edilmiştir?
Hangi ülkelerden kaçar kişi katılmıştır?
a) Dünya Hava oyunlarının kısa özgeçmişi:
1 nci Dünya Hava Oyunları (DHO), THK tarafından FAI ile
yapılan anlaşma gereğince Türkiye’de 7 ayrı bölgede (Ankara, Kapadokya,
Antalya, Denizli-Honaz ve Çökelez Dağı, Aydın-Çıldır Havaalanı, İzmir-Efes
Meydanı, Eskişehir-İnönü) 16 ayrı havacılık branşında 13-21 Eylül 1997
tarihleri arasında yapılmıştır.
Dünya’da ilki yapılan DHO’nun, THK’nun önderliğinde
kazanılmış ve gerçekleştirilmiş olması, Türkiye’nin değişik yönleri ile
tanıtımına çok büyük bir katkı sağlanmıştır. 60 ülkeden 2881 sporcu ve 1000’in
üzerinde teknik personel, organizasyon görevlisi katılmıştır.
Bu büyük Organizasyon’a aslında THK tek başına imza
atmış değildir. İlk ve en önemli destek Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman
Demirel’den, ikincisi ise dönemin Başbakanı Sayın Prof. Dr. Tansu Çiller’den
yazılı olarak gelmiştir.Bu desteklerle ilgili yazı metinleri Ek-A ve B’de
gönderilmiştir.
Bu yazıların şemsiyesi altında, Oyunların Türkiye’ye
verilmesiyle çalışmalar hızlanmış ve Devlet desteğiyle ilgili olarak
Başbakanlık tarafından bir genelge yayınlanmıştır. Bu genelge ile Türkiye
Organizasyon Destek Komitesi oluşturulmuştur. Bu genelgenin bir fotokopisi
EK-C’de gönderilmiştir.
Eylül 1995’de oluşturulan Organizasyon Destek Komitesi
çalışmalarına 1997 Ocak ayında, THK Genel Başkanlığının Koordinatör Bakanlık
olan Ulaştırma Bakanlığına yapmış olduğu müracaatla, 15 Ocak 1997’de
başlayabilmiştir. Toplantı, dönemin Müsteşarı Oğuz Tezmen Başkanlığında
gerçekleştirilmiştir. Toplantı sonunda alınan kararlar, Ulaştırma Bakanlığının
7 Şubat 1997 tarihli tamimi ile Devlet Destek Birimini oluşturan tüm Bakanlık,
Kurum ve Kuruluşlara yayınlanmıştır. Bakanlık Tamiminin bir fotokopisi EK-D’de
gönderilmiştir.
Bu tamim çerçevesinde ilgili Bakanlık, Genel Müdürlük,
Kurum ve Kuruluşlarla THK bire bir temaslar kurmak suretiyle Organizasyona
sağlanacak destekler konusunda protokoller hazırlamaya başlamıştır. Temas
kurulan ve protokol hazırlanan Kurum ve Kuruluşlar aşağıya çıkartılmıştır.
– Genelkurmay Başkanlığı : Türk
Silâhlı Kuvvetlerinden alınması planlanan ve onun kontrolünde olan tüm hususlar
başlangıçta Genelkurmay Başkanlığında görüşülmüş ve bir esasa bağlanmıştır.
Kullanılacak meydanlar, hava sahaları, yarışmada ihtiyaç duyulacak ve TSK
bünyesinde olan başta uçak ve helikopterler olmak üzere en büyük destek
Genelkurmay Başkanlığı tarafından verilmiştir. Verilen desteğin maddi
bilançosunun çıkartılması çok zordur. Konunun detayları ise Kuvvet
Komutanlıkları ile yapılan protokollerde belirtilmiştir.
– Kara Kuvvetleri Komutanlığı
(Kara Havacılık Okul K.lığı dahil) : Helikopter, uçak, çadır, dürbün vb.
malzeme desteği konularında protokoller yapılmıştır.
– Hava Kuvvetleri Komutanlığı
(Hava Harp Okul K.lığı dahil) : Uçak, araç, gereç ve malzeme ile havaalanı ve
hava sahalarının kullanılması ile ilgili protokoller yapılmıştır.
– Jandarma Genel Komutanlığı :
Helikopter desteği ve alınması gereken güvenlik önlemleri ile ilgili protokol
hazırlanmıştır.
– Dışişleri Bakanlığı : Protokol
yoktur, sorunlar görüşmeler ve yazışmalarla çözülmüştür.
– Sağlık Bakanlığı : Yarışmalara
sağlanacak ambulans hizmeti ve sunulacak sağlık desteği ile ilgili protokol
yapılmıştır.
– Turizm Bakanlığı : Dünya
çapında tanıtım için çalışmalar yapılmış ve bu maksatla tanıtım broşürleri
alınmıştır.
– Kültür Bakanlığı : Açılış
törenlerinde Hipordom’un kullanılması ile ilgili yazışmalar yapılmış ve
müsaadeler alınmıştır.
– Spordan Sorumlu Devlet
Bakanlığı : Tanıtım faaliyetlerine destek vermiştir.
– Telsiz Genel Müdürlüğü :
Kullanılacak frekansların tahsis ve kullanım müsaadeleri alınmıştır.
– Türk Telekom A.Ş. Genel
Müdürlüğü : İhtiyaç duyulan hatlar ücreti karşılığında kullanılmıştır.
– Türk Deniz Nakliyat A.Ş. : Deniz yolu ile gelecek
olan yarışmacılara, katılımı arttırmak maksadıyla % 50 oranında indirim
yapılmıştır.
– Türk Hava Yolları Genel Müdürlüğü : Hava yolu ile
gelecek olan yarışmacılara, katılımı arttırmak maksadıyla % 50 oranında indirim
yapılmıştır.
– İçişleri Bakanlığı : Jandarma Genel Komutanlığı ve
Emniyet Genel Müdürlüğü de dahil olmak üzere Oyunların Güvenliği ile ilgili
olarak alınması gereken önlemler alınmıştır.
– Gümrük Müsteşarlığı : Protokol imzalanamamıştır.
Alınması gereken önlemler Müsteşarlık ve Genel Müdürlükle görüşme ve yazışmalar
yapılarak mutabakat sağlanmıştır.
Organizasyona Hükümet desteği ile girilmiş olmasına
rağmen 53 üncü ve 54 üncü Hükümetler döneminde hiçbir nakdi destek
alınamamıştır. Ancak Organizasyonun gerçekleştirilmesi için yapılması gereken
altyapı hizmetlerinin bir an önce bitirilmesi gerekmekteydi. Hatta çok büyük
yatırımı gerektiren Akrobasi yarışmalarının yapılacağı Antalya Karain Havaalanı
ile Selçuk-Efes Meydanının pist uzatımı ve apron genişletmesi, yarışmalara 4 ay
gibi kısa bir zaman kala hızlandırılabilmiştir. Bu da özellikle 55 inci
Hükümet’in Kuruluş aşamasında, DHO’nın Hükümet programına alınmasıyla
gerçekleşmiştir.
b) 1 inci Dünya Hava Oyunlarına hangi ülkelerden kaçar
kişi davet edilmiştir. Hangi ülkelerden kaçar kişi katılmıştır?
Uluslararası Havacılık Federasyonu’nun (FAI) 88 aktif
üyesi bulunmaktadır. FAI’ye aktif üye olmayan hiçbir devlet bu yarışmalara
yarışmacı olarak katılamamaktadır. Türkiye’yi FAI nezdinde THK temsil etmekte
olup bu hak, 1929 yılında verilmiştir. O tarihten beri THK, FAI’de Türkiye
Cumhuriyetini temsil etmektedir.
Bu yarışmalar FAI adına THK tarafından Organize
edildiğinden, FAI İçtüzüğü ve Tüzüğü gereğince, Federasyona üye olan tüm
ülkelere, yarışmalara katılmak üzere, bülten adını verdiğimiz katılım
esaslarını içeren davetiye bukleti, 88 üye ülkenin Ulusal Havacılık
Kulüplerinin tamamına gönderilmiştir. Bu ülkelerden 60 ülke katılım için
müracaat etmiştir. Katılan ülkelerin hangi branşlarda kaçar kişi ile
katıldıklarını gösteren genel bir listesi EK-E’de gönderilmiştir.
Müsabakalar için toplam 41 kişi VIP personel davet
edilmiş olup toplam 22 kişi katılmıştır. Bunun dışında yarışmaya katılan tüm
ülke yarışmacı ve katılımcıları, yol, konaklama ve yarışma yerlerindeki
masraflarını kendileri karşılamıştır.
4. – 1 inci Dünya Hava Olimpiyatları müsabakaları için
sponsor firma bulunmuş mudur? Devletimizin müsabakalar için katkısı olmuş
mudur? Olduysa ne kadardır?
DHO 1995 yılında alınmış, 1997 yılında yapılmıştır.
Olimpiyat konseptinde -aynı zaman peryodu içinde aynı ülkede -3 üncü bin yıla
üç kala spora, bugüne kadar mevcut olmayan üçüncü boyutu -hava boyutu-
getirmiştir. Bu nedenle spora destek sağlayacak olan işletmeler, sporun ilki
yapılmasından ve karşılığında ne alacaklarını bilememelerinden dolayı çekimser
davranmışlar ve sonuçta sponsor bulunamamıştır.
Ayrıca çok önemli bir gerçek daha ortaya çıkmıştır.
Hava sporlarının çekimlerinin nasıl yapılacağının bilinememesi gerçeği ortaya
çıkmıştır. Buna rağmen THK’nun büyük ve gayretli çabalarıyla dünya çapında
uluslararası düzeyde tek spor kanalı olan EUROSPORT’ta -bugüne kadar hiç canlı
yayın yapılmamış olan spor branşında canlı yayın gerçekleştirilmiş ve ülkemizde 18 saat canlı
36 saat paket yayın yapılmıştır. Bu yayının gerçekleştirilmesinde en büyük pay
şüphesiz ulusal kanalımız olan TRT ve ATV’dir. TV kanallarının konuyu
bilmemelerinden ve çekimden kaynaklanan diğer bilinmezlikleri nedeniyle TV
kanallarıyla zamanında anlaşmalar yapılamamıştır. Bu kanallarla protokoller
yarışmalara ancak 1,5 ay kala imzalanabilmiştir.
Dolayısıyla gerçek sponsor anlamında, DHO’na sponsorluk
yapacak bir firma bulunamamıştır. Ancak sağduyulu vatandaşlar ile bazı kurum ve
kuruluşlar, Cüz’i de olsa maddi ve aynî yardımlarda bulunmuşlardır. Nakdî
olarak THK’una yapılan yardımların genel toplamı 263 448-USD’dır. Aynî
yardımlar yarışma için zorunlu olan malzemelerin yarışma öncesi alınıp
yarışmalar bitirildikten sonra geri iade edilecek şekilde olan malzemelerdir.
(Masa, sandalye, televizyon, video cihazı, bilgisayar gibi).
DHO’nın gerçekleştirilmesi için Devletimizin doğrudan
doğruya şu ana kadar nakdî bir katkısı olmamıştır.
5. – Dünya Hava Olimpiyatları müsabakaları için Türk
Hava Kurumu (tanıtma, davet, müsabaka, ulaşım, konaklama vs.) ne kadar harcama
yapılmıştır?
DHO’nın giderleri 15 055 220 USD olup bunun 5 912 295
USD’ı yurt içi ve yurt dışı tanıtım ve organizasyon giderleridir. Bütçe ile
ilgili teferruatlı liste EK-F’dedir.
M. Bahattin
Adıgüzel Remzi Çelik
İsmail Özelge
DHO Genel
Koordinatörü Muhasebe Müdürü İşletmeler Müdürü
12.10.1994
Sayın Prof. Dr. Atilla Taçoy
Türk Hava Kurumu Genel Başkanı
Çağımızda gerçekleştirilen
iletişim devrimi kadar ulaşım teknolojisinde kaydedilen ilerlemeler de dünyayı
adeta küresel bir köye dönüştürmüş bulunmaktadır. İnsanlık bu gelişmelerle aynı
coğrafyada yaşadığının bilincine varmıştır. Yeryüzü tüm insanlığın hayat
alanıdır.
Evrensel barış için her
zamankinden daha çok ümitli olmamızı sağlayan bu seviyeye gelinmesinde
havacılık alanındaki gelişmelerin büyük payı vardır.
Sivil havacılık, toplumların
birbirleriyle ilişki ve etkileşim içine girmelerine, birbirlerini tanıyarak
anlamalarına imkân tanıyarak uluslararası anlayış, işbirliği ve barış
çabalarına katkıda bulunmaktadır.
Bu düşüncelerle, kurumunuz tarafından organize edilen
Uluslararası Havacılık Federasyonu’nun 87 nci Büyük Genel Kurulu’nun başarılı
geçmesini diliyorum.
Bu vesile ile, Türkiye olarak Birinci Dünya Hava
Olimpiyatları’na ev sahipliği yapmaktan memnuniyet ve şeref duyacağımızı ifade
etmek isterim. Türkiye Havacılık Olimpiyatları düzenleyebilecek altyapıya ve
maddî imkâna sahiptir.
Çalışmalarıyla Türk havacılığına değerli katkılarda
bulunan Türk Hava Kurumu’nu böyle önemli bir toplantıyı düzenlediği için
şahsında tebrik ediyor, tüm katılımcılara, bu arada Genel Kurula katılmak üzere
ülkemize gelen misafirlerimize, başarılar dileğiyle, selam ve sevgilerimi
iletiyorum.
Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel
T.C.
Başbakanlık 1.6.1995
Türk Hava Kurumu Genel Başkanlığına
1997 yılında dünyada ilk defa ve en az on branşta
düzenlenecek Dünya Hava Oyunları (Hava Olimpiyadı)’na Kurumunuzun ev sahipliği
yapma yönündeki tekliflerini Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti uygun karşılamakla,
her türlü maddî ve manevi desteğin sağlanacağını teyid eder.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, yarışmalara hazırlık
safhasında ve yarışmalar süresince, yarışmacı ve diğer katılımcılara en rahat
ve güvenli ortamın sağlanabilmesi için malî destek dahil, gereken her türlü
tedbirleri alacaktır.
Bilgilerini saygılarımla rica ederim.
Prof.
Dr. Tansu Çiller
Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı
T.C.
Başbakanlık
Personel ve
Prensipler Genel Müdürlüğü 21.9.1995
Sayı :
B.02.0.PPG.0.12-383-13494
Konu : 1. Dünya Hava Oyunları Olimpiyatı
Türk Hava Kurumu Başkanlığına
Yeryüzünün ilk Hava Oyunları (Hava Olimpiyatı) Eylül
1997 yılında Türkiye’de yapılacaktır. Dünyadaki havacılık kuruluşlarının en
yüksek organı olan Uluslararası Havacılık Federasyonu’nun (FAI) bu yılın
Haziran ayında Montreal’de yapılan Başkanlar Konseyi Toplantısında ilk Dünya
Hava Oyunları’nı (Hava Olimpiyat) yapma onuru oybirliğine yakın bir çoğunlukla
(43-2) Türkiye’ye verilmiştir.
Böyle bir kararın çıkmasında, Ekim 1994 yılında,
FAI’nın Antalya’da toplanan Genel Kurulu’nun, düşünülenin üstünde başarıyla
gerçekleştirilmesi sonucu Genel Kurula katılan üyelerin, ülkelerine Türkiye’nin
köklü havacılık geleneğini, azmini, alt ve üst yapısının, coğrafyasının ilk
hava oyunlarını (hava olimpiyatı) yapabilecek nitelikte olduğu inancına, sahip
olmaları ve Sayın Cumhurbaşkanımız ile Sayın Başbakanımızın FAI Genel Kurulu’na
ve Montreal Toplantısına verdikleri güvence en büyük etken olmuştur.
Bu itibarla, 1 inci Dünya Hava Oyunları (Hava
Olimpiyatı) etkinliklerinin memleketimizde yapılması, uygarlaşma yolunda büyük
mücadele veren ve bunu demokrasi bilinciyle, demokratik kurallarla sürdüren
Türkiye’nin küreselleşen dünyaya kendisini çok yönlü biçimde tanıtacağı,
kanıtlayacağı, Türkiye’nin barış-dostluk-sevgi vb. evrensel mesajlarını
olimpiyat ruhu ortamında bütün dünyaya iletebileceği, başarma azmini
kanıtlayacağı çok önemli bir fırsattır.
Yine bu etkinlik Türkiye’nin
tarihi-coğrafyası-kültürü-sanatı-gelenekleri ve konukseverliği ile çağdaş
yüzünü dünyaya gösterebileceği tarihî bir şanstır.
4 000 dolayında
sporcu-hakem-teknik eleman -yönetici-jüri üyesi ve basın çalışanı ile
oyunları izlemek üzere ülkemize gelecek turistler ve bütün dünyaya yönelik TV
yayınları, bu tanıtımda bizlerin en büyük yardımcısı olacaktır.
1 inci Dünya Hava Oyunlarının (Hava Olimpiyatı)
gerçekleştirilmesi maksadıyla, Ulaştırma Bakanı’nın Başkanlığı’nda;
Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarı,
Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı,
Türk Hava Kurumu Genel Başkanı (Ayrıca Türk Hava Kurumu
Organizasyon Komitesi Başkanı’dır.) ve THK’nun belirleyeceği iki kişi ile,
Devlet Bakanlığı (Spordan Sorumlu),
Millî Savunma Bakanlığı,
Genelkurmay Başkanlığı, (Kara, Hava, Deniz Kuvvetleri
Komutanlıkları)
İçişleri Bakanlığı, (Emniyet Genel Müdürlüğü)
Dışişleri Bakanlığı,
Maliye Bakanlığı,
Turizm Bakanlığı,
Gümrük Müsteşarlığı,
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü,
Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü,
Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü,
Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü,
Demiryolları ve Hava Meydanları İnşaatı Genel
Müdürlüğü,
Türk Telekomünikasyon A.Ş. Genel Müdürlüğü,
Tanıtma Fonu Sekreteri,
Türk Hava Yolları A.O. Genel Müdürlüğü,
Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi Başkanlığı,
temsilcilerinden oluşan, Türkiye Organizasyon Destek
Komitesi kurulmuştur.
Türkiye Organizasyon Destek Komitesi başlangıçta üç
ayda bir, 1997 yılında ise ayda bir toplanarak çalışmalarını sürdürecektir.
Komite çalışmalarında eşgüdüm Ulaştırma Bakanlığınca
sağlanacaktır.
1 inci Dünya Hava Oyunları’nın (Hava Olimpiyatı) teknik
organizasyonu Türk Hava Kurumu tarafından yürütülecektir.
Yukarıda belirtilen hususlarla ilgili olarak gereken
hassasiyetin gösterilmesini ve görevli kuruluşlara bütün Kamu Kurum ve
Kuruluşlarının gerekli kolaylığı sağlamalarını önemle rica ederim.
Ali
Naci Tuncer
Başbakan
a.
Müsteşar
DHO GELİRLERİ (EK-F)
1. Yarışmacıların katılım ücretleri 1 705 638. - $
2. Sponsorluk Gelirleri
263 448. - $
3. Hediyelik Eşya Satış Gelirleri 26 976. - $
4. Yayın Gelirleri (Eurosport, Tv.) 113 350. - $
5. DHO Destekleme Gelirleri (Hibe) 556 600. - $
Ara Toplam (1-5) 2
666 012. - $
6. Kurum Özkaynakları 389
208. - $
7. Devlet Desteği 12
000 000. - $ (Kredi ile
karşılanmıştır)
Toplam
Bütçe 15 055 220. -
$
DHO GİDERLERİ
1. Malzeme ve Teçhizat Alımları 787 872. - $
2. Antalya Havaalanı Yapım ve Yatırım 2 155 423. - $
3. Uçak Alımı (2 adet Caravan) 2 400 000. - $
4. Altyapı Geliştirilmesi ve Tevsi Yatırımı 1 852 601. - $
1
947 630. - $
Toplam 9
142 925. - $
Dönüşü olan ve THK’na kazandırılan harcamalar toplamı
DHO’nın 9 142 925. - $
yurtiçi ve yurtdışı tanıtım ve organizasyon giderleri
(PİAR Reklam, 5 912 295. - $
TV, 3 000 yarışmacı ile hakem, idareci vs. iaşe ve
ibate giderleri ile
FAI ve 950 kişilik THK Organizasyon personeli
(harcırah, ulaşım)
giderleri,
açılış, kapanış, tören ve finansman giderleri)
Genel Toplam 15
055 220. - $
M.
Bahattin Adıgüzel
Remzi Çelik
DHOGenel
Koordinatörü Muhasebe
Müdürü
6. - Yozgat
Milletvekili İlyas Arslan’ın, Yozgat-Saraykent Belediye Başkanının görevden
alınmasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı
cevabı (7/3884)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sayın İçişleri Bakanı tarafından
yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
İlyas
Arslan
Yozgat
1. - Yozgat Valiliği 25.8.1997 tarih ve B054VLK
4660700/648 sayılı yazısı ile Saraykent İlçesi Belediye Başkanı Sayın İbrahim
Emir’in Başkanlğının; Danıştay Sekizinci Dairesinin Esas 1997/415, karar
1997/1575 sayılı yazılarına isdinaden düşürüldüğü, bu sebeple Saraykent
Belediye Meclisinin 29.8.1997 Cuma günü saat 14.00 de toplanarak kendi
aralarından birini yerine seçildiği Belediye Başkanının görev süresi kadar
Başkanlık yapmak üzere gizli oyla ve salt çoğunlukla Başkan seçmeleri
istenmiştir. Toplanan Belediye Meclisi tamamı 6 üye olan ve toplantıya katılan
5 üye oybirliği ile Mehmet Çiftçi’yi başkan seçmiştir. Daha sonra Yozgat
Valiliği 3.9.1997 tarih ve B054VLK 4660700/2/B-666 sayılı yazısında ise yapılmış
olan Belediye Meclisi seçimini durdurduğunu bildirmiştir. 29.8.1997 Cuma günü
saat 14.00 de toplanarak karar alan Belediye Meclisi tutanağına geçen kararı
bozma veya iptal etme yetkisi Valilik makamlarına verilmiş midir? Yozgat
Valiliği ve Saraykent Kaymakamlığının bu keyfi yazışma ve uygulamaları doğru
mudur?
2. - Hakkında Danıştay Sekizinci Dairesi ve yine
Danıştay İdarî Dava Daireleri Genel Kurulunun kararları ile kesinleşmiş mahkeme
kararları bulunan Saraykent Jandarma Karakolunda yakalama ve tutuklama emri
bulunan hatta şu anda tutuklanarak mahkumiyet cezasını çekmekte olan İbrahim
Emir’in yerine yapılmış olan seçimin tekrarlanmak istenmesinin altındaki siyasî
ve diğer gerekçeler nelerdir?
T.C.
İçişleri
Bakanlığı
Mahallî
İdareler Genel Müdürlüğü 31.12.1997
Sayı :
B050MAH0650002/81142
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının 28.11.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-9645-7/3884-9446-24515 sayılı yazısı.
İlgi yazı ekinde alınan ve tarafımdan cevaplandırılması
istenilen Yozgat Milletvekili İlyas Arslan’ın “Yozgat-Saraykent Belediye
Başkanının görevden düşürülmesi ve bu Belediyeye meclis üyeleri arasından
başkan seçilmesine” ilişkin yazılı soru önergesi hakkında Yozgat Valiliğinden
alınan bilgilerden;
Saraykent Belediye Başkanı İbrahim Emir hakkında,
Yozgat Asliye Ceza Mahkemesince verilen 21 ay hapis cezasının kesinleşmesi
üzerine adı geçenin belediye başkanlığından düşürülmesine dair Danıştay 8 inci
Dairesinin 13.5.1997 tarih ve Es.No: 1997/415, K.No: 1997/1575 sayılı kararının
16.6.1997 tarihinde valiliklerine intikal ettiği,
Söz konusu Danıştay Kararının ilgiliye 21.8.1997
tarihinde tebliğ edildiği ve başkan seçimi yapılmak üzere meclisin 29.8.1997
günü toplanması için Saraykent Kaymakamlığına talimat verildiği,
Seçim sonucu Valiliğe bildirilmeden önce İbrahim
Emir’in Danıştay’a itirazı nedeniyle bu seçimin yeniden gözden geçirilmesi
hususundaki 3.9.1997 tarihli dilekçesi üzerine, belediye başkanlığının
düşürülme kararının kesinleşmediğinin anlaşıldığı ve Saraykent Kaymakamlığından
başkan seçimine ait işlemlerin 2 nci bir emre kadar durdurulmasının
istenildiği,
İbrahim Emir’in 29.10.1997 tarihinde tutuklanarak
cezaevine konulması ve yapılan itirazın reddine dair Danıştay İdarî Dava
Daireleri Genel Kurulunca 19.9.1997 tarih ve E: 1997/340, K: 1997/437 sayılı
karar verilmesi üzerine, bu kararın 10.11.1997 tarihinde ilgiliye tebliğ
edildiği,
Düşürülme işleminin kesinleşmesiyle ilgili kararın
tebliğ edilmesi üzerine 10.11.1997 tarihinde boşalmış olan belediye başkanlığı
seçimi için belediye meclisinin 19.11.1997 tarihinde toplantıya çağrıldığı ve
belediye başkanı seçiminin yapıldığı,
Bu işlemlerin, 1580 sayılı Belediye Kanununun 93 üncü
maddesine göre yürütüldüğü,
anlaşılmıştır.
Ayrıca, 29.8.1997 tarihli Belediye Meclisi
toplantısında alınan kararla ilgili olarak Belediye Meclis Üyesi Mehmet Çiftçi
tarafından Kayseri İdare Mahkemesi nezdinde dava açıldığı Yozgat Valiliğinin
24.12.1997 tarihli ve 102 sayılı yazısından anlaşılmıştır. Konu, yargıya
intikal ettirildiğinden, yargı mercilerince verilecek karara göre gereği
yapılacaktır.
Bilgilerinize arz ederim.
Murat
Başesgioğlu
İçişleri
Bakanı
7. – Erzurum Milletvekili İsmail
Köse’nin, Türkmenistan-İran doğalgaz boru hattının Erzurum’dan geçip
geçmeyeceğine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur
Ersümer’in yazılı cevabı (7/3905)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Sayın Cumhur Ersümer tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Saygılarımla. 24.11.1997
İsmail
Köse Erzurum
Soru :
1. Türkmenistan-İran doğalgaz boru hattı Erzurum’dan
geçecek mi?
2. Erzurum’a doğalgaz verilmesi planlanmakta mıdır?
3. Erzurum’da doğalgaza dayalı santral yapılacak mı?
T.C. Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 5.1.1998 Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Sayı
: B.15.O.APK.0.23.300-7/00076
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığı’nın 1.12.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02.7/3905-9571/24770 sayılı yazısı.
Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse’nin tarafıma
tevcih ettiği 7/3905 esas no.lu yazılı soru önergesi TBMM İç Tüzüğü’nün 99 uncu
Maddesi gereği cevaplandırılarak ekte gönderilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
M.
Cumhur Ersümer Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse’nin
Yazılı Soru Önergesi ve Cevapları
(7/3905-9571)
Soru 1. Türkmenistan-İran Doğal Gaz Boru Hattı
Erzurumdan geçecek mi?
Cevap1. Türkiye ile İran arasında 12.8.1996 tarihinde
imzalanan “Doğal Gaz Alım Satım Anlaşması”na bağlı olarak, İran doğal gazının
Ülkemiz sınırları içerisinde tüketim noktalarına ulaştırılması amacıyla,
Doğubayazıt’tan başlayıp, Erzurum, Erzincan-Sıvas, Kayseri güzergâhını
izleyerek, Ankara’ya ulaşacak ve toplam uzunluğu yaklaşık 1185 km. olacak bir
boru hattının yapımı planlanmıştır.
Yapılan bu planlamada Doğubayazıt’tan Kayseri’ye kadar
yaklaşık 875 km.lik kısımda boru çapı 40 inç (102 cm.) olarak
projelendirilirken, Kayseri-Ankara kısmında 300 km.lik boru hattının boru çapı
ise 36 inç (91 cm) olarak projelendirilmiştir.
Daha sonra İran gazının, ana hattan alınacak bir
branşmanla, Kayseri üzerinden Konya ve Seydişehir’e de taşınması planlanmıştır.
Bu amaçla ise 140 km.si 30 inç, 145 km.si 24 inç (61 cm) olmak üzere toplam 285
km. boru hattı projelendirilmiştir.
Doğubayazıt-Ankara Doğal Gaz Boru Hattı ile
Kayseri-Konya branşman hattı için yapılan söz konusu teknik çalışmalardan
sonra, inşaat ağırlığını dengeli bir şekilde dağıtmak için 1185 km. uzunluğundaki Doğubayazıt-Ankara Doğal Gaz Boru
Hattı; 300 km. uzunluğunda Doğubayazıt-Erzurum, 410 km. uzunluğunda
Erzurum-Sıvas ve 475 km. uzunluğunda Sıvas-Kayseri-Ankara bölümleri olarak üç
ayrı bölüme ayrılmış ve her bölüm için ayrı ayrı ihale açılmasına karar
verilmiştir.
Bu tespit sonrasında İzmir’e kadar uzanacak branşman
hattının taşıyacağı İran doğalgazı miktarına bağlı olarak, Kayseri-Konya
bölümünün çapının 40 inç (102 cm) olmasının gerektiği görülmüştür.
Projelerin durumları bu çerçevede teknik olarak
netleştirildikten sonra ihaleleri iptal edilmiş olan Erzurum-Ankara arasındaki
Ana Boru Hattının iki bölümü ile, ihalesine ilk defa çıkılacak Kayseri-Konya
branşman hattı için açılacak yeni ihalelere davet edilecek firmaların ön
değerlendirme çalışmaları başlatılmış bulunmaktadır.
Firmalar için yapılacak ön değerlendirme çalışması
sonrasında, söz konusu ana boru hattı bölümleri ve branşman hattı için belirli
bir takvim çerçevesinde derhal ihalelere çıkılarak projelerin hayatiyete
geçirilmesi sağlanacaktır.
Soru 2. Erzurum’a doğalgaz verilmesi planlanmakta
mıdır?
Cevap 2. İran ile Ağustos 1996’da imzalanan Doğal Gaz
Alım Sözleşmesi çerçevesinde İran-Türkiye
Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’nin 2000 yılında tamamlanması
planlanmaktadır. Söz konusu projenin gerçekleştirilmesine paralel olarak
Erzurum İli’nde doğalgaz kullanımına geçiş mümkün olabilecektir.
Öncelikle 300 km. uzunluğundaki Doğubayazıt-Erzurum
bölümünün ihalesine çıkılarak, 29.4.1997 tarihinde yapım sözleşmesi
imzalanmıştır. Bu bölümle ilgili olarak, sahada boru hattı inşaatına yönelik
ölçüm çalışmalarına başlanılmış olup, çalışmalar devam etmektedir.
Bilahare, Türkmenistan’dan alınması muhtemel doğalgazın
da aynı hat vasıtasıyla taşınabilmesinin gündeme gelmesi üzerine, hattın
kapasitesinin arttırılması ihtiyacı doğmuş ve bu ihtiyaca binaen de boru
hattının çapının büyütülmesi gereği ortaya çıkmıştır.
Bu gerekçe çerçevesinde, Erzurum-Sıvas ve
Sıvas-Kayseri-Ankara boru hatları için açılan ihalelerin 25.6.1997 tarihinde
alının teklifleri, daha sonra yapılan değerlendirmelere bağlı olarak,
24.10.1997 tarihinde iptal edilmiştir.
Bu gelişmelerden sonra Botaş’ca, taşınacak doğalgaz
miktarına bağlı olarak tüm projeyi ekonomik kılacak optimum boru çapının ne
olması gerektiği konusunda bir çalışma başlatılmıştır. Bu çalışma sonrasında
ilk ihalede çapı 40 inç (102 cm) olarak düşünülen Doğubayazıt-Kayseri bölümünün
çapının 48 inç’e (122 cm) çıkarılmasının, çapı 36 inç (91 cm) olarak düşünülen
Kayseri-Ankara bölümünün çapının ise 40 inç’e (102 cm) çıkarılmasının gerekli
olduğu görülmüştür.
Aynı teknik çalışma kapsamında, bir bölümünün çapı 30
inç, bir bölümünün çapı da 24 inç olarak planlanmış bulunan Kayseri-Konya
branşmanı da incelenmiş ve söz konusu branşmanın daha sonraki zaman diliminde,
Seydişehir’den sonra Isparta-Denizli üzerinden İzmir’e kadar uzatılmasının, bu
yörelerdeki endüstri bölgelerinin ve konutların ihtiyaç duyduğu doğal gazı
sağlama açısından en uygun proje olacağı tespit edilmiştir.
Soru 3. Erzurum’da doğalgaza dayalı santral yapılacak
mı?
Cevap 3. İleriye dönük planlama çalışmaları
çerçevesinde Erzurum’da doğalgaza dayalı santral yapımı düşünülmemektedir.
8. – Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Ankara Büyükşehir Belediyesine bağlı çocukevlerine
ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3943)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın aracılığınızla İçişleri Bakanı
tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını dilerim.
Saygılarımla.
Yılmaz
Ateş Ankara
1. Ankara Anakent Belediyesi’ne bağlı kaç çocukevi
vardır? Herbirinde kaç öğrenci barındırılmaktadır?
2. Çocukevleri ne zaman kurulmuştur, açık kalma
süreleri ne kadardır, hangi yaş gruplarına hizmet verilmektedir? İlgili
bakanlıklardan izin alınmış mıdır?
3. Öğretmen olarak kimler görevlendirilmektedir,
statüleri nedir, öğretmen formasyonuna sahip midirler?
4. Çocukevlerinin programları nedir, çocuklara hangi
dersler verilmektedir? Buralarda barınan öğrencilere Arapça ders veriliyor mu?
5. Çocukevlerinin finansmanı nereden, hangi koşullarda
sağlanmaktadır?
T.C. İçişleri
Bakanlığı 31.12.1997 Mahallî
İdareler Genel Müdürlüğü Sayı
: B.0.50.MAH.06.50.00.2/81143
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının 11.12.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02.9860-7/3943-9740/25117 sayılı yazısı.
İlgi yazı ekinde alınan ve tarafımdan cevaplandırılması
istenilen Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, “Ankara Büyükşehir Belediyesine
bağlı çocukevlerine” ilişkin soru önergesi hakkında Valilik vasıtasıyla Ankara
Büyükşehir Belediye Başkanlığından alınan 19.12.1997 tarihli ve 2021 sayılı
yazıda;
– Ankara Büyükşehir Belediyesine ait 3 tane çocukevi
olduğu ve buralarda barınma hizmeti verilmediği, Mamak Çocukevinde 366, Şentepe
Çocukevinde 260, Keçiören Çocukevinde 720 kayıtlı öğrenci bulunduğu,
– 1991 yılında Unıcef ile T.C. Hükümeti arasında
imzalanan “Gecekondularda Anne ve Çocuklara Yönelik Hizmetler” programı
dahilinde 14 Mayıs 1993 yılında Toplum Merkezi bünyesinde “Çocuk Kulübü”
kurulduğu, mevsime göre “Yaz Çocukevleri” ve “Kış Çocukevleri” olarak faaliyet
gösteren bu yerlerde okul dışı zamanlarında 7-14 yaş grubu çocuklara hizmet
verildiği,
Bu projenin, “Ankara Valiliği-Yenimahalle
Belediyesi-Yenimahalle Kaymakamlığı” ve “Ankara Valiliği-Ankara Büyükşehir
Belediyesi”nin ilgili birimlerince yürütüldüğü,
– Çocukevlerinde öğretmen görevlendirilmediği,
gecekondu bölgesinde yaşayan ve sosyal desteklerden yoksun olan çocukların ev
ödevlerine yardımcı olmak ve sokağın zararlı etkilerinden korumak niyetiyle
yararlı hobiler ve yetenek kazandırmak amacıyla rehber denetleyici usta
öğreticiler görevlendirdiği, öğreticiler ders vermedikleri için bunlarda
öğretmen formasyonu aranmadığı,
– Çocukevlerindeki faaliyetlere katılan çocuklara
Arapça dahil ders verilmediği, ev ödevlerini yapmada ve okulda gördükleri
dersleri tekrar etmelerinde yardımcı olunduğu, bunun dışında yeteneklerine ve
isteklerine göre bilgisayar, müzik, resim, elişleri, kumaş boyama, çiçekçilik,
cam boyama, tiyatro, sportif faaliyetler gibi konularda yönlendirilmelerinin
sağlandığı,
– Çocukevlerinin finansmanının, Unıcef ve Büyükşehir
Belediyesi tarafından karşılandığı, ifade edilmektedir.
Bilgilerinize arz ederim.
Murat
Başesgioğlu İçişleri
Bakanı
9.– İzmir
Milletvekili Sabri Ergül’ün, lokanta ve okuma salonlarına ilişkin sorusu ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (7/3946)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın TBMM Sayın Başkanı tarafından
yazılı olarak yanıtlanmasını saygıyla dilerim.
Sabri
Ergül İzmir
1. TBMM Üyeler Lokantasının asıl işlevi üyeler ve
onların beraberindeki konuklarına servis sunmak değil midir?
Milletvekillerinin seçim bölgelerinden ve yurdun her
yanından gelmiş konuklarına, TBMM’nin onursal ortamında ve bu amaçla
düzenlenmiş bir mekânda bir yemek ikram etmesinin güzel olduğunu ve bu anlamda
en sade yurttaşın konuk sıfatının bile önem taşıdığını ve önceliği bulunduğunu
kabul etmek gerekmez mi?
Milletvekillerinin kendilerinin ve beraberindeki
konuklarının birlikte yemek yiyebilmeleri amacıyla düzenlenmiş “üyeler ve
konukları lokantası”nın giderek bu işlevini yitirdiği ve “umuma açık aşevi”
haline geldiği görüşüne katılıyor musunuz?
2. Asıl olan, bu lokantada “Milletvekillerinin ve uygun
göreceği beraberindeki konuklarının” yemek yemesi değil midir?
Bunun dışında kamu görevi yapan medya mensuplarının,
Parlamento Muhabirleri Derneği üyesi gazetecilerin üst katta Zemin’de bulunan bu
lokantadan yararlanmalarının mantığını anlamak, bunun milletvekilleri ile medya
mensuplarının tabi olan temaslarına olanak sağladığını kabul etmek mümkün ve
doğrudur.
Ama bunun dışındaki kişilerin, sıfatı ne olursa olsun
milletvekili konuğu olmadıkça ve milletvekili beraberinde bulunmadıkça bu
lokantadan yararlanmalarının doğru olmayacağını kabül gerekmez mi?
3. TBMM Personelinin statülerine göre ayrı ayrı
yerlerde yemek yemeleri gerekiyorsa bunun için, üst düzey personel ayrı,
personel ayrı bölümlerde yemek yiyecek şekilde ayrılmış, bu amaçla düzenlenmiş
mekânlar, lokantalar yok mudur?
Asıl olan düzenleme, seçilmiş milletvekilleri ve
konukları için ayrı lokanta, ve personel için ayrı lokanta olduğuna göre,
üyeler lokantasına bir kısım personelin girmesine izin verilmesi, bu bir kısım
personelin, “personelin üst düzey yöneticileri” adı altında üyeler
lokantasından yararlanmalarına imkân verilmesi ve göz yumulması, uygulamada
sakıncalar, kontrol edilemez durumlar yaratmakta değil midir?
Bir kısım ve nihayeti memur olan personel, “personel
üst düzey yöneticileri, genel sekreter ve yardımcıları ve de daire başkan,
müdür ve müşavirler” konumları, statüleri gereği diğer personelden ayrı yerde
yemek yiyecekler, yemeleri gerekiyor ise, bunlar için personel lokantasında,
lokantalarında ayrı bölümler ayrılamaz mı? Bunların, bu üstdüzey personel denen
memurların, diğer memurlardan ayrı yemek yemeleri için illaki üyeler
lokantasından istifadeleri mi gerekir?
4. Üyeler Lokantasına “milletvekilleri ve beraberindeki
konukları” dışındakilerin “bir kısım personel üst düzey yöneticileri” adı
altında da olsa alınmasının “sadece milletvekilleri ve beraberindeki konukları”
ilkesinden ödün verilmesinin zeminde, üst kattaki bu lokantayı tümüyle personel
ve danışmanlar lokantası haline getirdiğinin, milletvekilleri ve beraberindeki
konuklarının, “TBMM lokantasında yemek yemeği zevkli bir anı olarak
değerlendiren konukların” yemek yemesini imkânsız hale getirdiğini, meclis
personeli ve danışmanlardan oluşan “mutad zevattan ve lokanta müdavimleri”nden
yer bulmanın pek de mümkün olmadığını tespit ettiniz mi? Etmedi iseniz, tespit
etmek, personel ve danışmanlardan oluşan ve lokantayı adeta kaplayan “aşina
simaları” “mutad ve asli zevatı” görmek için, mevcut laubaliliği yaşamak için
lokantaya teşrif eder misiniz?
5. Milletvekillerinin yoğun yakınmalarına ve
tatsızlıklara neden olan bu durumu önlemek için zeminde üst kattaki lokantanın,
her derece ve sıfattaki meclis personeline, milletvekili danışmanlarına,
“karameti kendinden menkul” dışardan ve içerden milletvekili refakatinde
olmaksızın gelen kişilere kapatılması ve servis yapılmaması için ilgililere
gereken direktifleri vermeyi ve uygulamayı sürekli denetlettirmeyi düşünüyor
musunuz?
6. Özellikle alt katta, B 1’de bulunan ve sözümona
sadece milletvekili ve eşlerine servis yapması gereken lokantanın da, hemen
üstündeki lokantaya benzer duruma düştüğünü, milletvekili ve eşleri dışında
herkesin bu lokantadan yararlandığını, benzer kişilerin burada da görüldüğü; bu
lokantanın sadece ve sadece milletvekillerine ve mümkün ise eşlerine servis
yapar hale getirilmesi için ne gibi önlem aldırmayı ve talimat vermeyi
düşünüyorsunuz?
7. Üyelerin yararlanmasına sunulmuş kütüphane gazete ve
dergi okuma salonlarının da üyeler dışındaki kişilerin ve personelin adeta
buraları işgal etme durumlarına son vermeyi, üst düzey personel denen kimi
başmüşavir, müşavir, daire başkanı, müdür ve diğerlerinin laubali tavırlı
işgallerinden buraları ve de üyelere ayrılmış yerleri, örneğin berber ve lostra
salonlarını personelin işgal ve yararlanmasından kurtarmayı, asli fonksiyonları
milletvekillerine servis ve hizmet sunmak olan buraları personelin tasallut ve
işgalinden kurtarmayı TBMM’ni personelin ve ilgisiz kişilerin yararlandığı
konumundan çıkarmayı, yasama organı üyelerinin istifade ve görevine sunmayı
düşünüyor musunuz?
T.C. Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 31.12.1997 Genel Sekreterliği Kanunlar ve Kararlar Dairesi
Başkanlığı Sayı
: KAN.KAR.MD: A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3946-9744/25121
Sayın Sabri Ergül
İzmir Milletvekili
İlgi : 4.12.1997 tarihli yazılı soru önergeniz.
Lokantada ve okuma salonlarına ilişkin ilgi önergenizde
yer alan sorularınız aşağıda cevaplandırılmıştır.
Bilgilerinizi rica ederim.
Saygılarımla.
Hikmet
Çetin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Cevap 1. TBMM’de üyelerimiz ve konukları için üç ayrı
lokanta vardır. Bu lokantalardan kimlerin, hangi koşullarla yararlanacağına
ilişkin düzenleme Başkanlık Divanı kararıyla saptanmaktadır. Son düzenleme,
27.6.1996 gün ve 17 sayılı Divan kararıyla yapılmıştır.
A) Ana bina alt zemindeki lokanta, sadece TBMM
üyelerine hizmet verecektir. Amaç farklı partilere mensup milletvekillerinin
karşılıklı görüş alışverişi içinde yemeklerini rahatlıkla yiyebilecekleri bir
ortam yaratılmasıdır. Bu nedenle, bu bölüme sayın üyelerin hiçbir konuk
getirmemeleri esastır. Ancak bu kural, sayın üyeler tarafından çiğnenmekte,
sonra da şikâyet konusu yapılmaktadır.
Bu lokantamıza kartlı giriş sistemi yapılması
konusundaki çalışmalar sürdürülmektedir. Önümüzdeki dönemde, bu sistemle,
amacına yönelik bir çalışma düzeni getirilecektir.
B) Aynı Divan Kararı uyarınca ana bina üst zemindeki
lokantadan eski ve yeni TBMM üyeleri ile aile bireyleri, TBMM üyeleriyle
birlikte gelen ve sayıları 10’u aşmayan konukları, TBMM’de görev yapan
Parlamento Muhabirleri, TBMM’nin Müdür Yardımcısı ve daha üst makamlarda görev
yapan personeli yararlanmaktadır.
Bu lokantadaki karmaşa büyük ölçüde;
a) Sayın Milletvekillerinin konukları sekreter ya da
danışmanlarıyla bu lokantaya göndermelerinden,
b) Başkanlık Divanı kararı dışındaki TBMM personelinin
de buraya gelmesinden,
c) Dağıtılan 10 000’i aşkın TBMM özel giriş kartı
nedeniyle TBMM’de yemek yeme alışkanlığı kazanan, bir bölümü çevredeki Bakanlık
ve kamu kuruluşlarından gelenlerden,
d) Ama en önemlisi, sayın üyelerin 60-80 hatta 120
kişiyle bu lokantada yemek yeme istemlerinden kaynaklanmaktadır. Bu tür konuk
ağırlamalarının İdare Amirliğine önceden haber verilmek suretiyle, yemek
trafiğinin yoğun olmadığı saat 12.00’de ya da saat 13.45’den sonra karşılanması
yolunda bir düzenleme yapılmıştır. Ancak, bazı sayın üyeler bu kurala uymamakta
ısrarlı görünmektedir.
C) Halkla ilişkiler A bloktaki lokanta, TBMM üyelerinin
kendilerini ziyaret eden seçmenleri ve konuklarını ağırlamak üzere Halkla
İlişkiler A Bloktaki lokantamız hizmete sokulmuştur. Bu lokantada, sayın
milletvekili ile birlikte gelen konukları için garsonlarca servis yapılan ayrı
bir bölüm vardır. Sayın Milletvekilleri katılmadığı takdirde, lokantada herkese
self-servis hizmet vermektedir.
Bir yandan personel lokantalarımızdan tabldot yemek
istemeyen TBMM personelinin akını, öte yandan TBMM’ye giriş için dağıtılan 10
000’i aşkın özel giriş kartı ve ziyaretçi akını nedeniyle burada uzun kuyruklar
oluşmaktadır. Yeni dönemde, bu olumsuzlukları ortadan kaldıracak bir düzenleme
yapılacaktır.
Cevap 2. Ana bina üst kattaki lokanta “Milletvekilleri
ve Konukları Lokantası” değil, “üyeler lokantası”dır. Yukarıda açıklandığı
üzere, ötedenberi alınan Divan kararları ile buralara düzenleme getirilmiştir.
Alt zemindeki lokantanın kartlı sisteme geçişiyle
birlikte bütün lokantalarımız için yeni bir düzenleme getirilecektir. Görev ve
sıfatı ne olursa olsun TBMM personelinin bu lokantadan yararlanmaması gerektiği
hususundaki görüşünüz de dahil olmak üzere, bu lokantadan kimlerin
yararlanacağı Başkanlık Divanında yapılacak müzakereler sonucu saptanacaktır.
Cevap 3. Personelimiz için biri idari binamızda diğeri
Halkla İlişkiler B Blok’ta olmak üzere iki ayrı lokantamız vardır.
Bu lokantalarımızda tabldot usulü ile hizmet
sunulmaktadır. Bir gün sonra çıkarılacak yemek miktarı, personelin bir gün
önceki istemi dikkate alınarak belirlenmektedir.
Yasa gereği burada çıkarılan yemek için TBMM’ce 950
sosyal transferler harcama kaleminden katkı yapıldığından kadrolu personelce
ödenen yemek ücreti daha düşüktür. Ancak, tabldot usulü nedeniyle seçme olanağı
olmadığından, personelin bir bölümü Halkla İlişkiler A Bloktaki lokantaya
gitmekte ve oradaki trafiği daha da sıkıştırmaktadır.
Üst düzey personel için Divanımızca Üyeler Lokantasıyla
ilgili bir ilke kararı alındığı taktirde bu personelimize Halkla İlişkiler B
Bloktaki personel lokantasında ya da A Bloktaki Lokantada özel bir bölüm
ayrılarak hizmet verilmesi ayrıca planlanacaktır.
Cevap (4,5). Daha önce belirtildiği üzere, TBMM üst
zemindeki lokanta, “Milletvekilleri ve Konukları Lokantası” değil, “üyeler
lokantası”dır. Kuşkusuz, milletvekillerinin beraberindeki konuklarını burada
ağırlaması doğaldır. Ve TBMM’nin bir geleneği haline gelmiştir. Ancak takdir
edersiniz ki, konuk üç-beş-on kişi olur. Günde 200 sayın Milletvekilinin
ortalama 5 konuğu olduğunu varsaysak, sadece Milletvekili konuğu olarak 1 000
kişiye yemek vereceğiz demektir. TBMM lokantaları ile ilgili eleştiri yaparken
yaşadığımız gerçekleri dikkate almak, lokantaya 80-100 seçmeni ile gelen
üyelerimizin sayısını ve getirdiği yükü düşünmek zorundayız. Hergün en az 10
üyemizin 50-80 konuğuyla geldiği bir lokantada makûl ölçüde konukla gelen
Milletvekillerini de dikkate alırsak tıkanma kaçınılmazdır. Bir örnek olarak
açıklamak gerekirse aynı sayın üyenin günaşırı 50-60 kişilik seçmen gruplarıyla
yemek yemesi, sanırız konuk ağırlama anlayışının ötesindedir. Kayıtlarımız,
sadece böyle bir sayın üyenin son 15 gün içinde 682 seçmenini bu lokantada
ağırladığını ortaya koymaktadır.
Görülüyor ki, bu lokantamızın Milletvekillerinin
konukları anlayışının ötesinde, İdare Amirliğince konan ve yukarıda açıklanan
saatlerle ilgili kuralların çiğnenmesi suretiyle 80-100 kişilik seçmen yemeği
şölenlerine dönüştürülmesi şikâyetlerin temelinde yatan gerçektir.
Diğer yandan özellikle bu yıl, bütçe görüşmeleri
nedeniyle Bakanlıklar, kurum ve kuruluşlara ait bürokratlara yemek verme
zorunluluğunu fırsat bilerek TBMM üst düzey yöneticilerinin ötesinde, bazı şef,
memur, danışmanlarla, gene bazı sekreterlerin “Milletvekilinin konuklarını
getiriyorum” diye lokantaya geldiği tespit edilmiştir.
Yeni yıldan itibaren yürürlüğe girecek yeni düzenlemede
bu şikâyetler kesinlikle ortadan kaldırılacaktır. Kuşkusuz bu yolda olumlu
sonucu, en yüksek düzeyde alabilmek, herşeyden önce sayın Milletvekillerinin
konulan kurallara uymasına bağlıdır.
Cevap 6. Ana Bina Alt Zemindeki lokanta, yeni dönemde
sadece TBMM üyelerine hizmet veren, farklı partilere mensup üyelerimizin,
rahatlıkla yemeklerini yiyebilecekleri ve bu arada sohbet edebilecekleri,
kahvelerini içebilecekleri bir konumda hizmet verecektir.
Lokantaya yılbaşından sonra ancak teker teker ve özel
elektronik bir kartla girilebilecektir. Milletvekillerinin bu lokantamıza
konukları ve seçmenleriyle girmesi mümkün olmayacağı gibi, sayın üye, kartını
göstermedikçe kapı açılmayacak ve bu lokantadan yararlanması mümkün
olmayacaktır.
Cevap 7. Yapılan incelemelerde, münhasıran TBMM
üyelerine ayrılan gazete ve dergi okuma salonlarını TBMM personelinin işgal
ettiği iddiaları abartılı bulunmuştur. Kuşkusuz, TBMM üyelerine ayrılan bu
salonlardan sadece sayın üyeler yararlanacaktır. Bir kısım milletvekili
yardımcı personeli ve TBMM personelinin zaman zaman okuma salonlarına
araştırma-inceleme yapmak üzere geldikleri tespit edilmiş, bundan böyle bu tür
inceleme-araştırma görevlerini, okuma salonlarına girip orada çalışmak
suretiyle değil, kütüphane ilgilileri aracılığıyla dergi ve gazeteleri
getirterek, genel salonda yapmalarının sağlanması yolunda görevlilere gereken
talimat verilmiştir.
Berber ve lostra salonları ise, başta sayın üyeler
olmak üzere, TBMM’nin tüm personeline hizmet vermektedir. Bu nedenle bu
hizmetlerden, TBMM personelinin yararlandırılmasını “tasallut ve işgal olarak”
nitelemenin anılan salonların kuruluş amaçlarını dikkate alırsak, amacını aşmış
beyanlar olarak gördüğümüzü belirtmek isterim.
10. – Sakarya
Milletevekili Nezir Aydın’ın, Sakarya Ferizli ve Karapürçek ilçelerinde
kurulması planlanan Ziraat Bankası şubelerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Güneş Taner’in yazılı cevabı (7/3951)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Devlet Bakanı Sayın Güneş Taner
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize arz ederim.
Nezir
Aydın Sakarya
Soru : Sakarya İli Ferizli ve Karapürçek ilçelerinde
kurulması düşünülen Ziraat Bankası şubeleri ile ilgili;
a) Yasal Prosedür (Kuruluş çalışmaları) ne zaman
işlemeye başlamıştır?
b) Kuruluş çalışmaları şu anda hangi aşamadadır?
c) Açılışın hangi tarihte yapılması planlanmaktadır?
T.C. Devlet
Bakanlığı 30.12.1997 Sayı
: B.02.0.003.(16)3444
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 11.12.1997 gün ve
KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3951-9749/25129 sayılı yazınız ve eki.
Sakarya Milletvekili Sayın Nezir Aydın’ın tarafımdan
yazılı olarak cevaplandırılmasını istediği Bakanlığım ilgili kuruluşu T.C.
Ziraat Bankası Genel Müdürlüğünün görev alanına giren soru önergesine ait cevap
ilişiktedir.
Bilgilerinizi arz ederim.
Güneş
Taner Devlet
Bakanı
Sakarya Milletvekili Nezir Aydın’ın Bakanlığım İlgili
Kuruluşu T.C. Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü’nün
Görev Alanına Giren Konulara İlişkin 7/3951-9749 Esas
No’lu Yazılı Soru Önergesine Ait Cevab
Sakarya İli Ferizli İlçesi’nde Ziraat Bankası Şubesi
açılmasına ilişkin Hazine Müsteşarlığı’na 30.1.1997 tarihinde başvuruda
bulunulmuştur.
Hazine Müsteşarlığından alınan 26.3.1997 tarihli izin
çerçevesinde, şubenin tescil işlemleri tamamlanmış ve 4.6.1997 tarihinde alınan
kesin açılış izni üzerine de hizmet binası yer temini çalışmaları ile kiralama,
tadilat ve diğer açılış işlemleri sürdürülmektedir. Söz konusu işlemlerin
tamamlanmasını müteakip anılan şube 1998 yılı içerisinde hizmete açılacaktır.
Ayrıca, Karpürçek İlçesinde Bankaca bir şube açılması
ise, Bankanın şube sayısı dondurulmuş bulunduğundan imkânlar doğrultusunda
değerlendirilmek üzere not alınmıştır.
11. – Konya
Milletvekili Lütfi Yalman’ın;
– Ahırlı ve
Yalıhüyük’e bağlı bazı yerleşim birimlerinin,
– Konya
Güneysınır İlçesi Habiller Köyü,
– Güneysınır
İlçesine bağlı bazı yerleşim birimlerinin,
–
Karatay-Şatır, Bakırtolu, Ortakonak, Katrancı, İpekler, Köseali, Obruk-Sürüç
köylerinin,
– Bozkır
İlçesine bağlı bazı yerleşim birimlerinin,
Yollarına ilişkin
soruları ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’ın yazılı cevabı (7/3955, 7/3956,
7/3957, 7/3961, 7/3962)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Mustafa
Yılmaz tarafından ivedilikle yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini
saygılarımla arz ederim.
Lütfi
Yalman Konya
Sorular :
1. Ahırlı İlçesi
Aliçerçi-Büyüköz-Küçüköz ve Bademli Köy yollarına ait tahsisat 54 üncü Hükümet
döneminde Özel İdareye çıkartıldığı halde asfaltlama çalışmaları neden
yapılmadı? Bu yollar ne zaman asfaltlanacak?
2. Yalıhüyük İlçesi,
Balıkova-Saray Köy yollarının 54 üncü Hükümet Döneminde asfaltlanmak üzere
ödenek tahsisatı yapılmıştır. Bu köy yolları niçin asfaltlanma mıştır? Ne zaman
asfaltlanacaktır?
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Mustafa
Yılmaz tarafından ivedilikle yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini
saygılarımla arz ederim.
Lütfi
Yalman Konya
Sorular:
1. Konya Güneysınır İlçesi M. Ali Köyü Köprüsü ile Habiller
Köyü arasındaki ana yoldan yaklaşık 40 köy istifade etmektedir. Ayrıca yol
güzergâhında Yerköprü elektrik santrali tarihi ve doğal güzellikler
bulunmaktadır. 54 üncü Hükümet döneminde asfaltlama yapmak üzere altyapı
çalışmaları yapılmıştır. 55 inci Hükümet döneminde bu çalışmalar
durdurulmuştur. Adı geçen yolda asfaltlama çalışmaları niçin durduruldu?
Asfaltlama çalışmaları yapılmayacak mı? Bu yolda
asfaltlama çalışmaları ne zaman yapılacak?
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Mustafa
Yılmaz tarafından ivedilikle yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini
saygılarımla arz ederim.
Lütfi
Yalman Konya
Sorular :
1. Güneysınır ilçesi Örenboyalı yolu;
Güneysınır-Ağaçoba-Alanözü yolları; Mehmet Ali Köyü yolu; Karagüney yolu;
Kızılçakır-Karagüney yolu; Ağaçoba-Kızılöz-Aladağ yolu Ömeroğlu köyü yolu 54
üncü Hükümet döneminde ihaleleri ilan edildiği halde, bir çok köy yoluna sadece
kum dökülmüş durumdadır. Üstelik bu kumlar dağıtılmamış vaziyettedir. Adı geçen
köylerin yolları ne zaman yapılacaktır? Ne zaman asfaltlanacaktır?
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Mustafa
Yılmaz tarafından ivedilikle yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini
saygılarımla arz ederim.
Lütfi
Yalman Konya
Sorular :
1. Karatay-Şatır, Bakırtolu, Ortakonak,
Katrancı-İpekler, Köseali, Obruk-Sürüç köylerine ait asfalt sathi kaplama
ödenekleri 54 üncü Hükümet döneminde çıkartıldığı halde hâlâ neden
asfaltlanmadı? Ne zaman asfaltlanacak?
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Mustafa
Yılmaz tarafından ivedilikle yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini
saygılarımla arz ederim.
Lütfi
Yalman Konya
Sorular :
1. Bozkır İlçesi Kozağaç; Sarıoğlan Beldesi Kızılçakır
köyü; Kuşça; Hacılar; Boyalı; Kınık; Kildere-Ayvalıca; Koçaş, Karayanya,
Taşbaşı, Yolören; Akçapınar; Kınık; Kayacılar köy yolları ile ilgili ödenekler
54 üncü hükümet döneminde çıkarıldığı halde hâlâ neden asfaltlanmadı? Ne zaman
asfaltlanacaktır?
T.C. Devlet
Bakanlığı 26.12.1997 Sayı
: B.02.0.014/1.03.1057
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığı Genel Sekreterliği Kanunlar ve
Kararlar Dairesinin 12.12.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-9890 sayılı
yazısı.
Konya Milletvekili Sayın Lütfi Yalman’ın Konya İli’nin
yol sorunlarının halledilmesi ile ilgili soru önergesi incelenmiştir.
Konya İli’nin Ahırlı İlçesi Alicerci-By Öz-Kç. Öz ve
Bademli, Bozkır, Kozaağaç köy yolu İl Özel İdaresi tarafından 12.11.1997
tarihinde ihalesi yapılmış asfalt malzemesinin çekilmesi 28.11.1997 tarihinde
bitirilmiştir.
Dy. İlt Saray Güneysınır İlçesi,
Örenboyalı-Ağaçoba-Alanözü-Mehmetali-Karagüney-Kızılgüney-Kızılöz ve Bozkır
İlçesi Akçapınar-Boyalı, Karatay İlçesi, Katrancı-İpekler köy yollarının asfalt
kaplaması için mıcır, temel malzeme temini ve nakli işlerinin ihaleleri
yapılmış ve yukarıda bahsedilen bütün yolların malzemeleri çekilip,
sıkıştırılıp asfalta hazır hale getirilmiştir.
Bozkır İlçesi, Taşbaşı-Yelbeği Köy yolu onarım
gerektiğinden malzemesi satın alınmış, onarımı yapıldıktan sonra asfalta hazır
hale getirilecektir.
Karatay İlçesi, Bakırtolu köy yolu toplulaştırma
çalışmasından dolayı yol güzergâhı değiştirildiğinden Yalıhöyük İlçesi,
Saray-Balıklava köy yolu Bozkır İlçesi
Kuşça-Hacılar-Kınık-Kildere-Ayvalıca-Kocaş-Karayahya, Karatay İlçesi, Satır,
Köseali-Obruk-Sürgüç-Ortakonak köy yolları ödenek yetersizliğinden dolayı
ayrıca Yolören köy yolu asfalt kaplama olduğundan Güneysınır İlçesi Yerköprü
Eletrik Santrali yolu karayolları yol ağında bulunduğu için yapılamamıştır.
Konya Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünce İl Özel İdaresi
tarafından ödenek tahsis edilen ve İl Daimî Encümenliğince asfalt kaplama
yapılması istenilen köy yolları asfalta hazır hale getirilmiştir.
Konya İli’nde 1996 yılı çalışma programında asfatla
hazır hale gelen köy yolları asfalt sathi kaplamalarının 310 km.si 1997 yılında
yapılmış olup, kalan miktarı ise 1997 yılında asfalta hazır hale gelen köy
yolları ile birlikte 1998 yılında imkânlar dahilinde yapılacaktır.
Bilgilerinize arz ederim.
Mustafa
Yılmaz Devlet
Bakanı
12. – Konya
Milletvekili Lütfi Yalman’ın;
– Trafik
kazalarına,
İlişkin
soruları ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3958,
7/3959)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Murat
Başesgioğlu tarafından ivedilikle yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini
saygılarımla arz ederim.
Lütfi
Yalman Konya
Sorular :
1. 1 Temmuz 1996 ve 1Temmuz 1997 tarihleri arasında;
a) Ne kadar
trafik kazası meydana gelmiştir?
b) Bu trafik kazalarında ne kadar can kaybı olmuştur?
c) Bu trafik kazalarında ne kadar maddi zarar meydana
gelmiştir?
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Murat
Başesgioğlu tarafından ivedilikle yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini
saygılarımla arz ederim.
Lütfi
Yılmaz Konya
Soru :
1. 18 Temmuz 1997 ve 4.12.1997 tarihleri arasında;
a) Ne kadar trafik kazası meydana gelmiştir?
b) Bu trafik kazalarında ne kadar can kaybı olmuştur?
c) Bu trafik kazalarında ne kadar maddi zarar meydana
gelmiştir?
T.C. İçişleri
Bakanlığı 5.1.1998 Emniyet Genel Müdürlüğü Sayı
: B.05.1.EGM.0.12.01.01/010526
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) TBMM Başkanlığının 12.12.1997 gün ve
A.01.GNS.0.10.00.02-7/3958-9790/25168 sayılı yazısı.
b) TBMM Başkanlığının 12.12.1997 gün ve
A.01.GNS.0.10.00.02-7/3959-9791/25169 sayılı yazısı.
Konya Milletvekili Lütfi Yalman tarafından TBMM
Başkanlığına sunulan ve tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması istenilen
soru önergelerinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.
1 Temmuz 1996 - 1 Temmuz 1997 tarihleri arasında
meydana gelen 376 643 trafik kazasında; 5 266 kişi ölmüş ve 25 885 307 246 000
TL. maddi zarar meydana gelmiştir.
16 Temmuz 1997 - 4 Aralık 1997 tarihleri arasında
meydana gelen 136 179 trafik kazasında; 2 465 kişi ölmüş ve 18 204 425 463 000
TL. maddi zarar meydana gelmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Murat
Başesgioğlu İçişleri
Bakanı
13. – Elazığ
Milletvekili Ömer Naimi Barım’ın, Elazığ-Baskil İlçesi Karakaya Barajı gölünden
sulanacak arazilere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’ın yazılı
cevabı (7/3968)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
1. Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Mustafa
Yılmaz tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
8.12.1997
Ömer
Naimi Barım Elazığ
1. Elazığ İli Baskil İlçesi Karakaya Barajı gölünden
sulanacak Sahil Köyleri sulamaları ne zaman başlayacak? Bu sulamadan kaç hektar
alan ve köy yararlanacak? Bu sulama ile Millî Ekonomiye ne kadar katkı
sağlanacak?
2. Sahil Köylerinde yapılan montaj çalışmaları
tamamlandı mı? Elektrik Trafoları ne zaman bitirilecek?
T.C. Devlet
Bakanlığı 31.12.1997 Sayı
: B.02.0.014/1.03.1086
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 12.11.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3968-9812/25258 sayılı yazınız.
Elazığ Milletvekili Sayın Ömer Naimi Barım’a ait soru
önergesindeki konular incelenmiştir.
Elazığ İli Baskil İlçesinde H. Mehmetli Gemici,
Kuşsarayı, Kadıköy ve Tabanbükü Bilaluşağı adları altında Karakaya Baraj
gölünden sulama amaçlı üç projenin yapımı devam etmekte olup, 1999 yılında
tamamlanması öngörülmektedir. Söz konusu projelerden H. Mehmetli Gemici
projesiyle 710 Ha. Kuşsarayı Kadıköy projesi ile 1440 Ha. Ve Tabanbükü
Bilaluşağı projesiyle 1088 Ha. tarım arazisi sulamaya açılacaktır.
Adı geçen tesislere ilişkin elektrik projeleri 1993 yılında
ihale edilmiş 1994 yılında tamamlanmıştır. Daha sonra elektrik aksamında bazı
bölümlerin çalınması nedeniyle 1995 yılında onarım projesi hazırlanarak yılı
içerisinde tamamlanmıştır. 1997 yılında ikinci bir hırsızlık olayı nedeniyle
onarım projesi hazırlanarak ihale talimatı verilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Mustafa
Yılmaz Devlet
Bakanı
14. – İstanbul
Milletvekili Ercan Karakaş’ın, Mardin Valisinin süryani manastırında verilen
dinî eğitimi yasakladığı iddiasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat
Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3973)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıda yer alan sorularımın İçişleri Bakanı tarafından
yazılı olarak yanıtlanmasını arz ederim.
Ercan
Karakaş İstanbul
Son günlerde basında Mardin Valisinin süryani
manastırında verilen din eğitiminin yasaklandığına ilişkin çeşitli haberler yer
almıştır.
Sorular :
1. Bu haberler doğru mudur?
2. Doğruysa Mardin Valisi bu işlemi hangi nedenle ve
hangi yasaya dayanarak yapmıştır?
3. Siz, yüzyıllardır Mardin’de yaşayan ve Anadolu
kültürünün bir parçası olan süryani ve kaldanilerin inançlarını yaşamalarını
engellemeye yönelik bu kararı doğru buluyor musunuz?
4. Şu ana kadar verilen karara ilişkin olarak
Bakanlığınızca herhangi bir idarî araştırma ya da soruşturma yapılmış mıdır?
5. Yapıldıysa sonucu nedir?
T.C. İçişleri
Bakanlığı 31.12.1997 Personel
Genel Müdürlüğü Sayı
: B050PGM0710001-Ş/23108
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
(Kanunlar
ve Kararlar Dairesi Başkanlığı)
İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın tarafımdan yazılı olarak
cevaplandırılmasını istediği soru önergesine (7/3973) ait cevaplar aşağıya
çıkarılmıştır.
Arz ederim.
Murat
Başesgioğlu İçişleri
Bakanı
Konu ile ilgili anılan Valilikten alınan 24.12.1997
tarihli cevabî yazıda;
Süryani vatandaşlarımızın din eğitiminin
yasaklanmasının tamamen yanlış ve spekülatif haber olduğu, sekiz vakıf altında
toplanan hırıstiyan dinine mensup kilise cemaatinin dinî ibadetlerini
kısıtlayan veya kaldıran hiçbir müdahale ve kararın söz konusu olmadığı,
Hollanda Metropoliti Sulins Yeshü Çiçek, İstanbul
Metropoliti Filüksinos Yusuf Çetin, Midyat Deyrul Umur Manastırı Metropoliti
Timotheos Samuel Aktaş ve Mardin Deyrul Zafaran Papazı İbrahim Türkel ile
beraberinde bulunan İstanbul ve Mardin Cemaatleri ile, Mardin Valiliği,
Güvenlik Komutanlığı, Belediye Başkanlığı, Jandarma Komutanlığı ve Emniyet
Müdürlüğüne ziyarette bulundukları, beraberlerinde basın danışmanları ile
kilise sorumlularınında bulunduğu ve güvenlik tedbirleri, yurtdışına yansıyan
şikayetler konusunda görüşmeler yapıldığı ve bu konularda hiçbir menfi talep
olmadığı gibi iyi niyet ve hoşgörüden memnun olduklarını dile getirdikleri,
Vakıflar Genel Müdürlüğünce denetlenen ve önerilen
hususlar ile Bakanlığımız emirlerinin vatandaşlarımıza anlatıldığı, özellikle
Belediye hudutları dışında bulunan kiliselerde uzun süreli konaklamaya gelen
yerli ve yabancıların talepte bulunmaları halinde güvenlik tedbirleri ve koruma
önlemlerinin alındığı,
Yasalara uygun olmayan icraatlara müsade etmenin mükün
olmadığı, Süryani vatandaşlarımızın da diğer Türk vatandaşlarımız gibi aynı
kanunlara ve alınan tedbirlere uymalarının gerektiği,
Yüzyıllardan beri iç içe geniş bir kültür oluşturan
dinî cemaatlere üye vatandaşlarımız arasına nifak sokabilecek yalan haberlerin
ülke menfaatine ve yurtdışında yaşayan insanımıza hiçbir yararının olmadığı,
haberlerin ülkemiz aleyhindeki mihrakların kışkırtıcı tavırlarının bir sonucu
olduğu, bu nedenle Mardin Valisi hakkında herhangi bir işlem yapılmasına gerek
bulunmadığı anlaşılmıştır.
15. – Rize
Milletvekili Avni Kabaoğlu’nun, bir şahsın TBMM personeli olup olmadığına
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı
cevabı (7/4015)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başkanlığınız tarafından yazılı
olarak cevaplandırılmasını arz ederim.Saygılarımla. 17.12.1997
Avni
Kabaoğlu Rize
Sorular :
1. TBMM Başkanvekili Sayın Kamer Genç’in oğlu Seçkin
Genç TBMM personeli midir?
2. Personel ise ne zaman işe başlamıştır?
3. Hangi birimde ve ne iş yapmaktadır?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı Genel
Sekreterliği Kanunlar ve 30.12.1997
Kararlar
Dairesi Başkanlığı Sayı
:Kan.Kar.Md.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/4015-10000/25627
Sayın Avni Kabaoğlu
Rize Milletvekili
İlgi : 17.12.1997 tarihli yazılı soru önergeniz.
Bir şahsın TBMM personeli olup olmadığına ilişkin ilgi
önergenizde yer alan sorular aşağıda cevaplandırılmıştır.
Bilgilerinizi rica ederim.
Saygılarımla.
Hikmet
Çetin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Cevap (1,2,3). Önergenize konu edilen, TBMM
Başkanvekili Kamer Genç’in oğluyla ilgili bilgiler aşağıya çıkarılmıştır.
Adı ve Soyadı :
Seçkin Genç
Baba Adı :
Kamer
Görev Yeri :
TBMM Parlamenter Hizmetleri Müdürlüğü
Unvanı :
Memur
Göreve Başlama Tarihi :
10.10.1995
Açıklama :
Adıgeçen, askerlik hizmetini yapmak üzere 21.8.1997 tarihinden geçerli olarak,
657 sayılı Kanunun 81, 83 ve 108 inci maddelerine göre aylıksız izne
ayrılmıştır.
7. – Erzurum Milletvekili İsmail
Köse’nin, Türkmenistan-İran doğalgaz boru hattının Erzurum’dan geçip
geçmeyeceğine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur
Ersümer’in yazılı cevabı (7/3905)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Sayın Cumhur Ersümer tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Saygılarımla. 24.11.1997
İsmail
Köse Erzurum
Soru :
1. Türkmenistan-İran doğalgaz boru hattı Erzurum’dan
geçecek mi?
2. Erzurum’a doğalgaz verilmesi planlanmakta mıdır?
3. Erzurum’da doğalgaza dayalı santral yapılacak mı?
T.C. Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 5.1.1998 Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Sayı
: B.15.O.APK.0.23.300-7/00076
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığı’nın 1.12.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02.7/3905-9571/24770 sayılı yazısı.
Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse’nin tarafıma
tevcih ettiği 7/3905 esas no.lu yazılı soru önergesi TBMM İç Tüzüğü’nün 99 uncu
Maddesi gereği cevaplandırılarak ekte gönderilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
M.
Cumhur Ersümer Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse’nin
Yazılı Soru Önergesi ve Cevapları
(7/3905-9571)
Soru 1. Türkmenistan-İran Doğal Gaz Boru Hattı
Erzurumdan geçecek mi?
Cevap1. Türkiye ile İran arasında 12.8.1996 tarihinde
imzalanan “Doğal Gaz Alım Satım Anlaşması”na bağlı olarak, İran doğal gazının
Ülkemiz sınırları içerisinde tüketim noktalarına ulaştırılması amacıyla,
Doğubayazıt’tan başlayıp, Erzurum, Erzincan-Sıvas, Kayseri güzergâhını
izleyerek, Ankara’ya ulaşacak ve toplam uzunluğu yaklaşık 1185 km. olacak bir
boru hattının yapımı planlanmıştır.
Yapılan bu planlamada Doğubayazıt’tan Kayseri’ye kadar
yaklaşık 875 km.lik kısımda boru çapı 40 inç (102 cm.) olarak
projelendirilirken, Kayseri-Ankara kısmında 300 km.lik boru hattının boru çapı
ise 36 inç (91 cm) olarak projelendirilmiştir.
Daha sonra İran gazının, ana hattan alınacak bir branşmanla,
Kayseri üzerinden Konya ve Seydişehir’e de taşınması planlanmıştır. Bu amaçla
ise 140 km.si 30 inç, 145 km.si 24 inç (61 cm) olmak üzere toplam 285 km. boru
hattı projelendirilmiştir.
Doğubayazıt-Ankara Doğal Gaz Boru Hattı ile
Kayseri-Konya branşman hattı için yapılan söz konusu teknik çalışmalardan
sonra, inşaat ağırlığını dengeli bir şekilde dağıtmak için 1185 km. uzunluğundaki Doğubayazıt-Ankara Doğal Gaz Boru
Hattı; 300 km. uzunluğunda Doğubayazıt-Erzurum, 410 km. uzunluğunda
Erzurum-Sıvas ve 475 km. uzunluğunda Sıvas-Kayseri-Ankara bölümleri olarak üç
ayrı bölüme ayrılmış ve her bölüm için ayrı ayrı ihale açılmasına karar
verilmiştir.
Bu tespit sonrasında İzmir’e kadar uzanacak branşman
hattının taşıyacağı İran doğalgazı miktarına bağlı olarak, Kayseri-Konya
bölümünün çapının 40 inç (102 cm) olmasının gerektiği görülmüştür.
Projelerin durumları bu çerçevede teknik olarak
netleştirildikten sonra ihaleleri iptal edilmiş olan Erzurum-Ankara arasındaki
Ana Boru Hattının iki bölümü ile, ihalesine ilk defa çıkılacak Kayseri-Konya
branşman hattı için açılacak yeni ihalelere davet edilecek firmaların ön
değerlendirme çalışmaları başlatılmış bulunmaktadır.
Firmalar için yapılacak ön değerlendirme çalışması
sonrasında, söz konusu ana boru hattı bölümleri ve branşman hattı için belirli
bir takvim çerçevesinde derhal ihalelere çıkılarak projelerin hayatiyete
geçirilmesi sağlanacaktır.
Soru 2. Erzurum’a doğalgaz verilmesi planlanmakta
mıdır?
Cevap 2. İran ile Ağustos 1996’da imzalanan Doğal Gaz
Alım Sözleşmesi çerçevesinde İran-Türkiye
Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’nin 2000 yılında tamamlanması
planlanmaktadır. Söz konusu projenin gerçekleştirilmesine paralel olarak
Erzurum İli’nde doğalgaz kullanımına geçiş mümkün olabilecektir.
Öncelikle 300 km. uzunluğundaki Doğubayazıt-Erzurum
bölümünün ihalesine çıkılarak, 29.4.1997 tarihinde yapım sözleşmesi
imzalanmıştır. Bu bölümle ilgili olarak, sahada boru hattı inşaatına yönelik
ölçüm çalışmalarına başlanılmış olup, çalışmalar devam etmektedir.
Bilahare, Türkmenistan’dan alınması muhtemel doğalgazın
da aynı hat vasıtasıyla taşınabilmesinin gündeme gelmesi üzerine, hattın
kapasitesinin arttırılması ihtiyacı doğmuş ve bu ihtiyaca binaen de boru
hattının çapının büyütülmesi gereği ortaya çıkmıştır.
Bu gerekçe çerçevesinde, Erzurum-Sıvas ve
Sıvas-Kayseri-Ankara boru hatları için açılan ihalelerin 25.6.1997 tarihinde
alının teklifleri, daha sonra yapılan değerlendirmelere bağlı olarak,
24.10.1997 tarihinde iptal edilmiştir.
Bu gelişmelerden sonra Botaş’ca, taşınacak doğalgaz
miktarına bağlı olarak tüm projeyi ekonomik kılacak optimum boru çapının ne
olması gerektiği konusunda bir çalışma başlatılmıştır. Bu çalışma sonrasında
ilk ihalede çapı 40 inç (102 cm) olarak düşünülen Doğubayazıt-Kayseri bölümünün
çapının 48 inç’e (122 cm) çıkarılmasının, çapı 36 inç (91 cm) olarak düşünülen
Kayseri-Ankara bölümünün çapının ise 40 inç’e (102 cm) çıkarılmasının gerekli
olduğu görülmüştür.
Aynı teknik çalışma kapsamında, bir bölümünün çapı 30
inç, bir bölümünün çapı da 24 inç olarak planlanmış bulunan Kayseri-Konya
branşmanı da incelenmiş ve söz konusu branşmanın daha sonraki zaman diliminde,
Seydişehir’den sonra Isparta-Denizli üzerinden İzmir’e kadar uzatılmasının, bu
yörelerdeki endüstri bölgelerinin ve konutların ihtiyaç duyduğu doğal gazı
sağlama açısından en uygun proje olacağı tespit edilmiştir.
Soru 3. Erzurum’da doğalgaza dayalı santral yapılacak
mı?
Cevap 3. İleriye dönük planlama çalışmaları
çerçevesinde Erzurum’da doğalgaza dayalı santral yapımı düşünülmemektedir.
8. – Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Ankara Büyükşehir Belediyesine bağlı çocukevlerine
ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3943)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın aracılığınızla İçişleri Bakanı
tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını dilerim.
Saygılarımla.
Yılmaz
Ateş Ankara
1. Ankara Anakent Belediyesi’ne bağlı kaç çocukevi
vardır? Herbirinde kaç öğrenci barındırılmaktadır?
2. Çocukevleri ne zaman kurulmuştur, açık kalma
süreleri ne kadardır, hangi yaş gruplarına hizmet verilmektedir? İlgili
bakanlıklardan izin alınmış mıdır?
3. Öğretmen olarak kimler görevlendirilmektedir,
statüleri nedir, öğretmen formasyonuna sahip midirler?
4. Çocukevlerinin programları nedir, çocuklara hangi
dersler verilmektedir? Buralarda barınan öğrencilere Arapça ders veriliyor mu?
5. Çocukevlerinin finansmanı nereden, hangi koşullarda
sağlanmaktadır?
T.C. İçişleri
Bakanlığı 31.12.1997 Mahallî
İdareler Genel Müdürlüğü Sayı
: B.0.50.MAH.06.50.00.2/81143
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının 11.12.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02.9860-7/3943-9740/25117 sayılı yazısı.
İlgi yazı ekinde alınan ve tarafımdan cevaplandırılması
istenilen Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, “Ankara Büyükşehir Belediyesine
bağlı çocukevlerine” ilişkin soru önergesi hakkında Valilik vasıtasıyla Ankara
Büyükşehir Belediye Başkanlığından alınan 19.12.1997 tarihli ve 2021 sayılı
yazıda;
– Ankara Büyükşehir Belediyesine ait 3 tane çocukevi
olduğu ve buralarda barınma hizmeti verilmediği, Mamak Çocukevinde 366, Şentepe
Çocukevinde 260, Keçiören Çocukevinde 720 kayıtlı öğrenci bulunduğu,
– 1991 yılında Unıcef ile T.C. Hükümeti arasında
imzalanan “Gecekondularda Anne ve Çocuklara Yönelik Hizmetler” programı
dahilinde 14 Mayıs 1993 yılında Toplum Merkezi bünyesinde “Çocuk Kulübü”
kurulduğu, mevsime göre “Yaz Çocukevleri” ve “Kış Çocukevleri” olarak faaliyet
gösteren bu yerlerde okul dışı zamanlarında 7-14 yaş grubu çocuklara hizmet
verildiği,
Bu projenin, “Ankara Valiliği-Yenimahalle
Belediyesi-Yenimahalle Kaymakamlığı” ve “Ankara Valiliği-Ankara Büyükşehir
Belediyesi”nin ilgili birimlerince yürütüldüğü,
– Çocukevlerinde öğretmen görevlendirilmediği,
gecekondu bölgesinde yaşayan ve sosyal desteklerden yoksun olan çocukların ev
ödevlerine yardımcı olmak ve sokağın zararlı etkilerinden korumak niyetiyle
yararlı hobiler ve yetenek kazandırmak amacıyla rehber denetleyici usta
öğreticiler görevlendirdiği, öğreticiler ders vermedikleri için bunlarda
öğretmen formasyonu aranmadığı,
– Çocukevlerindeki faaliyetlere katılan çocuklara
Arapça dahil ders verilmediği, ev ödevlerini yapmada ve okulda gördükleri
dersleri tekrar etmelerinde yardımcı olunduğu, bunun dışında yeteneklerine ve
isteklerine göre bilgisayar, müzik, resim, elişleri, kumaş boyama, çiçekçilik,
cam boyama, tiyatro, sportif faaliyetler gibi konularda yönlendirilmelerinin
sağlandığı,
– Çocukevlerinin finansmanının, Unıcef ve Büyükşehir
Belediyesi tarafından karşılandığı, ifade edilmektedir.
Bilgilerinize arz ederim.
Murat
Başesgioğlu İçişleri
Bakanı
9.– İzmir
Milletvekili Sabri Ergül’ün, lokanta ve okuma salonlarına ilişkin sorusu ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (7/3946)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın TBMM Sayın Başkanı tarafından
yazılı olarak yanıtlanmasını saygıyla dilerim.
Sabri
Ergül İzmir
1. TBMM Üyeler Lokantasının asıl işlevi üyeler ve
onların beraberindeki konuklarına servis sunmak değil midir?
Milletvekillerinin seçim bölgelerinden ve yurdun her
yanından gelmiş konuklarına, TBMM’nin onursal ortamında ve bu amaçla
düzenlenmiş bir mekânda bir yemek ikram etmesinin güzel olduğunu ve bu anlamda
en sade yurttaşın konuk sıfatının bile önem taşıdığını ve önceliği bulunduğunu
kabul etmek gerekmez mi?
Milletvekillerinin kendilerinin ve beraberindeki
konuklarının birlikte yemek yiyebilmeleri amacıyla düzenlenmiş “üyeler ve
konukları lokantası”nın giderek bu işlevini yitirdiği ve “umuma açık aşevi”
haline geldiği görüşüne katılıyor musunuz?
2. Asıl olan, bu lokantada “Milletvekillerinin ve uygun
göreceği beraberindeki konuklarının” yemek yemesi değil midir?
Bunun dışında kamu görevi yapan medya mensuplarının,
Parlamento Muhabirleri Derneği üyesi gazetecilerin üst katta Zemin’de bulunan
bu lokantadan yararlanmalarının mantığını anlamak, bunun milletvekilleri ile
medya mensuplarının tabi olan temaslarına olanak sağladığını kabul etmek mümkün
ve doğrudur.
Ama bunun dışındaki kişilerin, sıfatı ne olursa olsun
milletvekili konuğu olmadıkça ve milletvekili beraberinde bulunmadıkça bu
lokantadan yararlanmalarının doğru olmayacağını kabül gerekmez mi?
3. TBMM Personelinin statülerine göre ayrı ayrı
yerlerde yemek yemeleri gerekiyorsa bunun için, üst düzey personel ayrı,
personel ayrı bölümlerde yemek yiyecek şekilde ayrılmış, bu amaçla düzenlenmiş
mekânlar, lokantalar yok mudur?
Asıl olan düzenleme, seçilmiş milletvekilleri ve
konukları için ayrı lokanta, ve personel için ayrı lokanta olduğuna göre,
üyeler lokantasına bir kısım personelin girmesine izin verilmesi, bu bir kısım
personelin, “personelin üst düzey yöneticileri” adı altında üyeler
lokantasından yararlanmalarına imkân verilmesi ve göz yumulması, uygulamada
sakıncalar, kontrol edilemez durumlar yaratmakta değil midir?
Bir kısım ve nihayeti memur olan personel, “personel
üst düzey yöneticileri, genel sekreter ve yardımcıları ve de daire başkan,
müdür ve müşavirler” konumları, statüleri gereği diğer personelden ayrı yerde
yemek yiyecekler, yemeleri gerekiyor ise, bunlar için personel lokantasında,
lokantalarında ayrı bölümler ayrılamaz mı? Bunların, bu üstdüzey personel denen
memurların, diğer memurlardan ayrı yemek yemeleri için illaki üyeler
lokantasından istifadeleri mi gerekir?
4. Üyeler Lokantasına “milletvekilleri ve beraberindeki
konukları” dışındakilerin “bir kısım personel üst düzey yöneticileri” adı
altında da olsa alınmasının “sadece milletvekilleri ve beraberindeki konukları”
ilkesinden ödün verilmesinin zeminde, üst kattaki bu lokantayı tümüyle personel
ve danışmanlar lokantası haline getirdiğinin, milletvekilleri ve beraberindeki
konuklarının, “TBMM lokantasında yemek yemeği zevkli bir anı olarak
değerlendiren konukların” yemek yemesini imkânsız hale getirdiğini, meclis
personeli ve danışmanlardan oluşan “mutad zevattan ve lokanta müdavimleri”nden
yer bulmanın pek de mümkün olmadığını tespit ettiniz mi? Etmedi iseniz, tespit
etmek, personel ve danışmanlardan oluşan ve lokantayı adeta kaplayan “aşina
simaları” “mutad ve asli zevatı” görmek için, mevcut laubaliliği yaşamak için
lokantaya teşrif eder misiniz?
5. Milletvekillerinin yoğun yakınmalarına ve
tatsızlıklara neden olan bu durumu önlemek için zeminde üst kattaki lokantanın,
her derece ve sıfattaki meclis personeline, milletvekili danışmanlarına,
“karameti kendinden menkul” dışardan ve içerden milletvekili refakatinde
olmaksızın gelen kişilere kapatılması ve servis yapılmaması için ilgililere
gereken direktifleri vermeyi ve uygulamayı sürekli denetlettirmeyi düşünüyor
musunuz?
6. Özellikle alt katta, B 1’de bulunan ve sözümona
sadece milletvekili ve eşlerine servis yapması gereken lokantanın da, hemen
üstündeki lokantaya benzer duruma düştüğünü, milletvekili ve eşleri dışında
herkesin bu lokantadan yararlandığını, benzer kişilerin burada da görüldüğü; bu
lokantanın sadece ve sadece milletvekillerine ve mümkün ise eşlerine servis
yapar hale getirilmesi için ne gibi önlem aldırmayı ve talimat vermeyi
düşünüyorsunuz?
7. Üyelerin yararlanmasına sunulmuş kütüphane gazete ve
dergi okuma salonlarının da üyeler dışındaki kişilerin ve personelin adeta
buraları işgal etme durumlarına son vermeyi, üst düzey personel denen kimi
başmüşavir, müşavir, daire başkanı, müdür ve diğerlerinin laubali tavırlı
işgallerinden buraları ve de üyelere ayrılmış yerleri, örneğin berber ve lostra
salonlarını personelin işgal ve yararlanmasından kurtarmayı, asli fonksiyonları
milletvekillerine servis ve hizmet sunmak olan buraları personelin tasallut ve
işgalinden kurtarmayı TBMM’ni personelin ve ilgisiz kişilerin yararlandığı
konumundan çıkarmayı, yasama organı üyelerinin istifade ve görevine sunmayı
düşünüyor musunuz?
T.C. Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 31.12.1997 Genel Sekreterliği Kanunlar ve Kararlar Dairesi
Başkanlığı Sayı
: KAN.KAR.MD: A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3946-9744/25121
Sayın Sabri Ergül
İzmir Milletvekili
İlgi : 4.12.1997 tarihli yazılı soru önergeniz.
Lokantada ve okuma salonlarına ilişkin ilgi önergenizde
yer alan sorularınız aşağıda cevaplandırılmıştır.
Bilgilerinizi rica ederim.
Saygılarımla.
Hikmet
Çetin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Cevap 1. TBMM’de üyelerimiz ve konukları için üç ayrı
lokanta vardır. Bu lokantalardan kimlerin, hangi koşullarla yararlanacağına
ilişkin düzenleme Başkanlık Divanı kararıyla saptanmaktadır. Son düzenleme,
27.6.1996 gün ve 17 sayılı Divan kararıyla yapılmıştır.
A) Ana bina alt zemindeki lokanta, sadece TBMM
üyelerine hizmet verecektir. Amaç farklı partilere mensup milletvekillerinin
karşılıklı görüş alışverişi içinde yemeklerini rahatlıkla yiyebilecekleri bir
ortam yaratılmasıdır. Bu nedenle, bu bölüme sayın üyelerin hiçbir konuk
getirmemeleri esastır. Ancak bu kural, sayın üyeler tarafından çiğnenmekte,
sonra da şikâyet konusu yapılmaktadır.
Bu lokantamıza kartlı giriş sistemi yapılması
konusundaki çalışmalar sürdürülmektedir. Önümüzdeki dönemde, bu sistemle,
amacına yönelik bir çalışma düzeni getirilecektir.
B) Aynı Divan Kararı uyarınca ana bina üst zemindeki
lokantadan eski ve yeni TBMM üyeleri ile aile bireyleri, TBMM üyeleriyle
birlikte gelen ve sayıları 10’u aşmayan konukları, TBMM’de görev yapan
Parlamento Muhabirleri, TBMM’nin Müdür Yardımcısı ve daha üst makamlarda görev
yapan personeli yararlanmaktadır.
Bu lokantadaki karmaşa büyük ölçüde;
a) Sayın Milletvekillerinin konukları sekreter ya da
danışmanlarıyla bu lokantaya göndermelerinden,
b) Başkanlık Divanı kararı dışındaki TBMM personelinin
de buraya gelmesinden,
c) Dağıtılan 10 000’i aşkın TBMM özel giriş kartı
nedeniyle TBMM’de yemek yeme alışkanlığı kazanan, bir bölümü çevredeki Bakanlık
ve kamu kuruluşlarından gelenlerden,
d) Ama en önemlisi, sayın üyelerin 60-80 hatta 120
kişiyle bu lokantada yemek yeme istemlerinden kaynaklanmaktadır. Bu tür konuk
ağırlamalarının İdare Amirliğine önceden haber verilmek suretiyle, yemek
trafiğinin yoğun olmadığı saat 12.00’de ya da saat 13.45’den sonra karşılanması
yolunda bir düzenleme yapılmıştır. Ancak, bazı sayın üyeler bu kurala uymamakta
ısrarlı görünmektedir.
C) Halkla ilişkiler A bloktaki lokanta, TBMM üyelerinin
kendilerini ziyaret eden seçmenleri ve konuklarını ağırlamak üzere Halkla
İlişkiler A Bloktaki lokantamız hizmete sokulmuştur. Bu lokantada, sayın
milletvekili ile birlikte gelen konukları için garsonlarca servis yapılan ayrı
bir bölüm vardır. Sayın Milletvekilleri katılmadığı takdirde, lokantada herkese
self-servis hizmet vermektedir.
Bir yandan personel lokantalarımızdan tabldot yemek
istemeyen TBMM personelinin akını, öte yandan TBMM’ye giriş için dağıtılan 10
000’i aşkın özel giriş kartı ve ziyaretçi akını nedeniyle burada uzun kuyruklar
oluşmaktadır. Yeni dönemde, bu olumsuzlukları ortadan kaldıracak bir düzenleme
yapılacaktır.
Cevap 2. Ana bina üst kattaki lokanta “Milletvekilleri
ve Konukları Lokantası” değil, “üyeler lokantası”dır. Yukarıda açıklandığı
üzere, ötedenberi alınan Divan kararları ile buralara düzenleme getirilmiştir.
Alt zemindeki lokantanın kartlı sisteme geçişiyle
birlikte bütün lokantalarımız için yeni bir düzenleme getirilecektir. Görev ve
sıfatı ne olursa olsun TBMM personelinin bu lokantadan yararlanmaması gerektiği
hususundaki görüşünüz de dahil olmak üzere, bu lokantadan kimlerin
yararlanacağı Başkanlık Divanında yapılacak müzakereler sonucu saptanacaktır.
Cevap 3. Personelimiz için biri idari binamızda diğeri
Halkla İlişkiler B Blok’ta olmak üzere iki ayrı lokantamız vardır.
Bu lokantalarımızda tabldot usulü ile hizmet
sunulmaktadır. Bir gün sonra çıkarılacak yemek miktarı, personelin bir gün
önceki istemi dikkate alınarak belirlenmektedir.
Üst düzey personel içi Divanımızca Üyeler Lokantasıyla
ilgili bir ilke kararı alındığı taktirde bu personelimize Halkla İlişkiler B
Bloktaki personel lokantasında ya da A Bloktaki Lokantada özel bir bölüm
ayrılarak hizmet verilmesi ayrıca planlanacaktır.
Yasa gereği burada çıkarılan yemek için TBMM’ce 950
sosyal transferler harcama kaleminden katkı yapıldığından kadrolu personelce
ödenen yemek ücreti daha düşüktür. Ancak, tabldot usulü nedeniyle seçme olanağı
olmadığından, personelin bir bölümü Halkla İlişkiler A Bloktaki lokantaya
gitmekte ve oradaki trafiği daha da sıkıştırmaktadır.
Cevap (4,5). Daha önce belirtildiği üzere, TBMM üst
zemindeki lokanta, “Milletvekilleri ve Konukları Lokantası” değil, “üyeler
lokantası”dır. Kuşkusuz, milletvekillerinin beraberindeki konuklarını burada
ağırlaması doğaldır. Ve TBMM’nin bir geleneği haline gelmiştir. Ancak takdir
edersiniz ki, konuk üç-beş-on kişi olur. Günde 200 sayın Milletvekilinin
ortalama 5 konuğu olduğunu varsaysak, sadece Milletvekili konuğu olarak 1 000
kişiye yemek vereceğiz demektir. TBMM lokantaları ile ilgili eleştiri yaparken
yaşadığımız gerçekleri dikkate almak, lokantaya 80-100 seçmeni ile gelen
üyelerimizin sayısını ve getirdiği yükü düşünmek zorundayız. Hergün en az 10
üyemizin 50-80 konuğuyla geldiği bir lokantada makûl ölçüde konukla gelen
Milletvekillerini de dikkate alırsak tıkanma kaçınılmazdır. Bir örnek olarak
açıklamak gerekirse aynı sayın üyenin günaşırı 50-60 kişilik seçmen gruplarıyla
yemek yemesi, sanırız konuk ağırlama anlayışının ötesindedir. Kayıtlarımız,
sadece böyle bir sayın üyenin son 15 gün içinde 682 seçmenini bu lokantada
ağırladığını ortaya koymaktadır.
Görülüyor ki, bu lokantamızın Milletvekillerinin
konukları anlayışının ötesinde, İdare Amirliğince konan ve yukarıda açıklanan
saatlerle ilgili kuralların çiğnenmesi suretiyle 80-100 kişilik seçmen yemeği
şölenlerine dönüştürülmesi şikâyetlerin temelinde yatan gerçektir.
Diğer yandan özellikle bu yıl, bütçe görüşmeleri
nedeniyle Bakanlıklar, kurum ve kuruluşlara ait bürokratlara yemek verme
zorunluluğunu fırsat bilerek TBMM üst düzey yöneticilerinin ötesinde, bazı şef,
memur, danışmanlarla, gene bazı sekreterlerin “Milletvekilinin konuklarını
getiriyorum” diye lokantaya geldiği tespit edilmiştir.
Yeni yıldan itibaren yürürlüğe girecek yeni düzenlemede
bu şikâyetler kesinlikle ortadan kaldırılacaktır. Kuşkusuz bu yolda olumlu
sonucu, en yüksek düzeyde alabilmek, herşeyden önce sayın Milletvekillerinin
konulan kurallara uymasına bağlıdır.
Cevap 6. Ana Bina Alt Zemindeki lokanta, yeni dönemde
sadece TBMM üyelerine hizmet veren, farklı partilere mensup üyelerimizin,
rahatlıkla yemeklerini yiyebilecekleri ve bu arada sohbet edebilecekleri,
kahvelerini içebilecekleri bir konumda hizmet verecektir.
Lokantaya yılbaşından sonra ancak teker teker ve özel
elektronik bir kartla girilebilecektir. Milletvekillerinin bu lokantamıza
konukları ve seçmenleriyle girmesi mümkün olmayacağı gibi, sayın üye, kartını
göstermedikçe kapı açılmayacak ve bu lokantadan yararlanması mümkün
olmayacaktır.
Cevap 7. Yapılan incelemelerde, münhasıran TBMM
üyelerine ayrılan gazete ve dergi okuma salonlarını TBMM personelinin işgal
ettiği iddiaları abartılı bulunmuştur. Kuşkusuz, TBMM üyelerine ayrılan bu
salonlardan sadece sayın üyeler yararlanacaktır. Bir kısım milletvekili
yardımcı personeli ve TBMM personelinin zaman zaman okuma salonlarına
araştırma-inceleme yapmak üzere geldikleri tespit edilmiş, bundan böyle bu tür
inceleme-araştırma görevlerini, okuma salonlarına girip orada çalışmak
suretiyle değil, kütüphane ilgilileri aracılığıyla dergi ve gazeteleri
getirterek, genel salonda yapmalarının sağlanması yolunda görevlilere gereken
talimat verilmiştir.
Berber ve lostra salonları ise, başta sayın üyeler
olmak üzere, TBMM’nin tüm personeline hizmet vermektedir. Bu nedenle bu
hizmetlerden, TBMM personelinin yararlandırılmasını “tasallut ve işgal olarak”
nitelemenin anılan salonların kuruluş amaçlarını dikkate alırsak, amacını aşmış
beyanlar olarak gördüğümüzü belirtmek isterim.
10. – Sakarya
Milletevekili Nezir Aydın’ın, Sakarya Ferizli ve Karapürçek ilçelerinde
kurulması planlanan Ziraat Bankası şubelerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Güneş Taner’in yazılı cevabı (7/3951)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Devlet Bakanı Sayın Güneş Taner
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize arz ederim.
Nezir
Aydın Sakarya
Soru : Sakarya İli Ferizli ve Karapürçek ilçelerinde
kurulması düşünülen Ziraat Bankası şubeleri ile ilgili;
a) Yasal Prosedür (Kuruluş çalışmaları) ne zaman
işlemeye başlamıştır?
b) Kuruluş çalışmaları şu anda hangi aşamadadır?
c) Açılışın hangi tarihte yapılması planlanmaktadır?
T.C. Devlet
Bakanlığı 30.12.1997 Sayı
: B.02.0.003.(16)3444
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 11.12.1997 gün ve
KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3951-9749/25129 sayılı yazınız ve eki.
Sakarya Milletvekili Sayın Nezir Aydın’ın tarafımdan
yazılı olarak cevaplandırılmasını istediği Bakanlığım ilgili kuruluşu T.C.
Ziraat Bankası Genel Müdürlüğünün görev alanına giren soru önergesine ait cevap
ilişiktedir.
Bilgilerinizi arz ederim.
Güneş
Taner Devlet
Bakanı
Sakarya Milletvekili Nezir Aydın’ın Bakanlığım İlgili
Kuruluşu T.C. Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü’nün
Görev Alanına Giren Konulara İlişkin 7/3951-9749 Esas
No’lu Yazılı Soru Önergesine Ait Cevab
Sakarya İli Ferizli İlçesi’nde Ziraat Bankası Şubesi
açılmasına ilişkin Hazine Müsteşarlığı’na 30.1.1997 tarihinde başvuruda
bulunulmuştur.
Hazine Müsteşarlığından alınan 26.3.1997 tarihli izin
çerçevesinde, şubenin tescil işlemleri tamamlanmış ve 4.6.1997 tarihinde alınan
kesin açılış izni üzerine de hizmet binası yer temini çalışmaları ile kiralama,
tadilat ve diğer açılış işlemleri sürdürülmektedir. Söz konusu işlemlerin
tamamlanmasını müteakip anılan şube 1998 yılı içerisinde hizmete açılacaktır.
Ayrıca, Karpürçek İlçesinde Bankaca bir şube açılması
ise, Bankanın şube sayısı dondurulmuş bulunduğundan imkânlar doğrultusunda
değerlendirilmek üzere not alınmıştır.
11. – Konya
Milletvekili Lütfi Yalman’ın;
– Ahırlı ve
Yalıhüyük’e bağlı bazı yerleşim birimlerinin,
– Konya
Güneysınır İlçesi Habiller Köyü,
– Güneysınır
İlçesine bağlı bazı yerleşim birimlerinin,
–
Karatay-Şatır, Bakırtolu, Ortakonak, Katrancı, İpekler, Köseali, Obruk-Sürüç
köylerinin,
– Bozkır
İlçesine bağlı bazı yerleşim birimlerinin,
Yollarına
ilişkin soruları ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’ın yazılı cevabı (7/3955,
7/3956, 7/3957, 7/3961, 7/3962)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Mustafa
Yılmaz tarafından ivedilikle yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini
saygılarımla arz ederim.
Lütfi
Yalman Konya
Sorular :
1. Ahırlı İlçesi Aliçerçi-Büyüköz-Küçüköz ve Bademli
Köy yollarına ait tahsisat 54 üncü Hükümet döneminde Özel İdareye çıkartıldığı
halde asfaltlama çalışmaları neden yapılmadı? Bu yollar ne zaman asfaltlanacak?
2. Yalıhüyük İlçesi, Balıkova-Saray Köy yollarının 54
üncü Hükümet Döneminde asfaltlanmak üzere ödenek tahsisatı yapılmıştır. Bu köy
yolları niçin asfaltlanma mıştır? Ne zaman asfaltlanacaktır?
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Mustafa
Yılmaz tarafından ivedilikle yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini
saygılarımla arz ederim.
Lütfi
Yalman Konya
Sorular:
1. Konya Güneysınır İlçesi M. Ali Köyü Köprüsü ile
Habiller Köyü arasındaki ana yoldan yaklaşık 40 köy istifade etmektedir. Ayrıca
yol güzergâhında Yerköprü elektrik santrali tarihi ve doğal güzellikler
bulunmaktadır. 54 üncü Hükümet döneminde asfaltlama yapmak üzere altyapı
çalışmaları yapılmıştır. 55 inci Hükümet döneminde bu çalışmalar
durdurulmuştur. Adı geçen yolda asfaltlama çalışmaları niçin durduruldu?
Asfaltlama çalışmaları yapılmayacak mı? Bu yolda
asfaltlama çalışmaları ne zaman yapılacak?
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Mustafa
Yılmaz tarafından ivedilikle yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini
saygılarımla arz ederim.
Lütfi
Yalman Konya
Sorular :
1. Güneysınır ilçesi Örenboyalı yolu;
Güneysınır-Ağaçoba-Alanözü yolları; Mehmet Ali Köyü yolu; Karagüney yolu;
Kızılçakır-Karagüney yolu; Ağaçoba-Kızılöz-Aladağ yolu Ömeroğlu köyü yolu 54
üncü Hükümet döneminde ihaleleri ilan edildiği halde, bir çok köy yoluna sadece
kum dökülmüş durumdadır. Üstelik bu kumlar dağıtılmamış vaziyettedir. Adı geçen
köylerin yolları ne zaman yapılacaktır? Ne zaman asfaltlanacaktır?
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Mustafa
Yılmaz tarafından ivedilikle yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini
saygılarımla arz ederim.
Lütfi
Yalman Konya
Sorular :
1. Karatay-Şatır, Bakırtolu, Ortakonak,
Katrancı-İpekler, Köseali, Obruk-Sürüç köylerine ait asfalt sathi kaplama
ödenekleri 54 üncü Hükümet döneminde çıkartıldığı halde hâlâ neden
asfaltlanmadı? Ne zaman asfaltlanacak?
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Mustafa
Yılmaz tarafından ivedilikle yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini
saygılarımla arz ederim.
Lütfi
Yalman Konya
Sorular :
1. Bozkır İlçesi Kozağaç; Sarıoğlan Beldesi Kızılçakır
köyü; Kuşça; Hacılar; Boyalı; Kınık; Kildere-Ayvalıca; Koçaş, Karayanya,
Taşbaşı, Yolören; Akçapınar; Kınık; Kayacılar köy yolları ile ilgili ödenekler
54 üncü hükümet döneminde çıkarıldığı halde hâlâ neden asfaltlanmadı? Ne zaman
asfaltlanacaktır?
T.C. Devlet
Bakanlığı 26.12.1997 Sayı
: B.02.0.014/1.03.1057
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığı Genel Sekreterliği Kanunlar ve
Kararlar Dairesinin 12.12.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-9890 sayılı
yazısı.
Konya Milletvekili Sayın Lütfi Yalman’ın Konya İli’nin
yol sorunlarının halledilmesi ile ilgili soru önergesi incelenmiştir.
Konya İli’nin Ahırlı İlçesi Alicerci-By Öz-Kç. Öz ve
Bademli, Bozkır, Kozaağaç köy yolu İl Özel İdaresi tarafından 12.11.1997
tarihinde ihalesi yapılmış asfalt malzemesinin çekilmesi 28.11.1997 tarihinde
bitirilmiştir.
Dy. İlt Saray Güneysınır İlçesi,
Örenboyalı-Ağaçoba-Alanözü-Mehmetali-Karagüney-Kızılgüney-Kızılöz ve Bozkır
İlçesi Akçapınar-Boyalı, Karatay İlçesi, Katrancı-İpekler köy yollarının asfalt
kaplaması için mıcır, temel malzeme temini ve nakli işlerinin ihaleleri
yapılmış ve yukarıda bahsedilen bütün yolların malzemeleri çekilip,
sıkıştırılıp asfalta hazır hale getirilmiştir.
Bozkır İlçesi, Taşbaşı-Yelbeği Köy yolu onarım
gerektiğinden malzemesi satın alınmış, onarımı yapıldıktan sonra asfalta hazır
hale getirilecektir.
Karatay İlçesi, Bakırtolu köy yolu toplulaştırma
çalışmasından dolayı yol güzergâhı değiştirildiğinden Yalıhöyük İlçesi,
Saray-Balıklava köy yolu Bozkır İlçesi
Kuşça-Hacılar-Kınık-Kildere-Ayvalıca-Kocaş-Karayahya, Karatay İlçesi, Satır,
Köseali-Obruk-Sürgüç-Ortakonak köy yolları ödenek yetersizliğinden dolayı ayrıca
Yolören köy yolu asfalt kaplama olduğundan Güneysınır İlçesi Yerköprü Eletrik
Santrali yolu karayolları yol ağında bulunduğu için yapılamamıştır.
Konya Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünce İl Özel İdaresi
tarafından ödenek tahsis edilen ve İl Daimî Encümenliğince asfalt kaplama
yapılması istenilen köy yolları asfalta hazır hale getirilmiştir.
Konya İli’nde 1996 yılı çalışma programında asfatla
hazır hale gelen köy yolları asfalt sathi kaplamalarının 310 km.si 1997 yılında
yapılmış olup, kalan miktarı ise 1997 yılında asfalta hazır hale gelen köy
yolları ile birlikte 1998 yılında imkânlar dahilinde yapılacaktır.
Bilgilerinize arz ederim.
Mustafa
Yılmaz Devlet
Bakanı
12. – Konya
Milletvekili Lütfi Yalman’ın;
– Trafik
kazalarına,
İlişkin
soruları ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3958,
7/3959)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Murat
Başesgioğlu tarafından ivedilikle yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini
saygılarımla arz ederim.
Lütfi
Yalman Konya
Sorular :
1. 1 Temmuz 1996 ve 1Temmuz 1997 tarihleri arasında;
a) Ne kadar
trafik kazası meydana gelmiştir?
b) Bu trafik kazalarında ne kadar can kaybı olmuştur?
c) Bu trafik kazalarında ne kadar maddi zarar meydana
gelmiştir?
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Murat
Başesgioğlu tarafından ivedilikle yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini
saygılarımla arz ederim.
Lütfi
Yılmaz Konya
Soru :
1. 18 Temmuz 1997 ve 4.12.1997 tarihleri arasında;
a) Ne kadar trafik kazası meydana gelmiştir?
b) Bu trafik kazalarında ne kadar can kaybı olmuştur?
c) Bu trafik kazalarında ne kadar maddi zarar meydana
gelmiştir?
T.C. İçişleri
Bakanlığı 5.1.1998 Emniyet Genel Müdürlüğü Sayı
: B.05.1.EGM.0.12.01.01/010526
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) TBMM Başkanlığının 12.12.1997 gün ve
A.01.GNS.0.10.00.02-7/3958-9790/25168 sayılı yazısı.
b) TBMM Başkanlığının 12.12.1997 gün ve
A.01.GNS.0.10.00.02-7/3959-9791/25169 sayılı yazısı.
Konya Milletvekili Lütfi Yalman tarafından TBMM
Başkanlığına sunulan ve tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması istenilen
soru önergelerinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.
1 Temmuz 1996 - 1 Temmuz 1997 tarihleri arasında
meydana gelen 376 643 trafik kazasında; 5 266 kişi ölmüş ve 25 885 307 246 000
TL. maddi zarar meydana gelmiştir.
16 Temmuz 1997 - 4 Aralık 1997 tarihleri arasında
meydana gelen 136 179 trafik kazasında; 2 465 kişi ölmüş ve 18 204 425 463 000
TL. maddi zarar meydana gelmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Murat
Başesgioğlu İçişleri
Bakanı
13. – Elazığ
Milletvekili Ömer Naimi Barım’ın, Elazığ-Baskil İlçesi Karakaya Barajı gölünden
sulanacak arazilere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’ın yazılı
cevabı (7/3968)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
1. Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Mustafa
Yılmaz tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 8.12.1997
Ömer
Naimi Barım Elazığ
1. Elazığ İli Baskil İlçesi Karakaya Barajı gölünden
sulanacak Sahil Köyleri sulamaları ne zaman başlayacak? Bu sulamadan kaç hektar
alan ve köy yararlanacak? Bu sulama ile Millî Ekonomiye ne kadar katkı
sağlanacak?
2. Sahil Köylerinde yapılan montaj çalışmaları
tamamlandı mı? Elektrik Trafoları ne zaman bitirilecek?
T.C. Devlet
Bakanlığı 31.12.1997 Sayı
: B.02.0.014/1.03.1086
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 12.11.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3968-9812/25258 sayılı yazınız.
Elazığ Milletvekili Sayın Ömer Naimi Barım’a ait soru
önergesindeki konular incelenmiştir.
Elazığ İli Baskil İlçesinde H. Mehmetli Gemici,
Kuşsarayı, Kadıköy ve Tabanbükü Bilaluşağı adları altında Karakaya Baraj
gölünden sulama amaçlı üç projenin yapımı devam etmekte olup, 1999 yılında
tamamlanması öngörülmektedir. Söz konusu projelerden H. Mehmetli Gemici
projesiyle 710 Ha. Kuşsarayı Kadıköy projesi ile 1440 Ha. Ve Tabanbükü
Bilaluşağı projesiyle 1088 Ha. tarım arazisi sulamaya açılacaktır.
Adı geçen tesislere ilişkin elektrik projeleri 1993
yılında ihale edilmiş 1994 yılında tamamlanmıştır. Daha sonra elektrik
aksamında bazı bölümlerin çalınması nedeniyle 1995 yılında onarım projesi
hazırlanarak yılı içerisinde tamamlanmıştır. 1997 yılında ikinci bir hırsızlık
olayı nedeniyle onarım projesi hazırlanarak ihale talimatı verilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Mustafa
Yılmaz Devlet
Bakanı
14. – İstanbul
Milletvekili Ercan Karakaş’ın, Mardin Valisinin süryani manastırında verilen
dinî eğitimi yasakladığı iddiasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat
Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3973)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıda yer alan sorularımın İçişleri Bakanı tarafından
yazılı olarak yanıtlanmasını arz ederim.
Ercan
Karakaş İstanbul
Son günlerde basında Mardin Valisinin süryani
manastırında verilen din eğitiminin yasaklandığına ilişkin çeşitli haberler yer
almıştır.
Sorular :
1. Bu haberler doğru mudur?
2. Doğruysa Mardin Valisi bu işlemi hangi nedenle ve
hangi yasaya dayanarak yapmıştır?
3. Siz, yüzyıllardır Mardin’de yaşayan ve Anadolu
kültürünün bir parçası olan süryani ve kaldanilerin inançlarını yaşamalarını
engellemeye yönelik bu kararı doğru buluyor musunuz?
4. Şu ana kadar verilen karara ilişkin olarak
Bakanlığınızca herhangi bir idarî araştırma ya da soruşturma yapılmış mıdır?
5. Yapıldıysa sonucu nedir?
T.C. İçişleri
Bakanlığı 31.12.1997 Personel
Genel Müdürlüğü Sayı
: B050PGM0710001-Ş/23108
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
(Kanunlar
ve Kararlar Dairesi Başkanlığı)
İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın tarafımdan yazılı olarak
cevaplandırılmasını istediği soru önergesine (7/3973) ait cevaplar aşağıya
çıkarılmıştır.
Arz ederim.
Murat
Başesgioğlu İçişleri
Bakanı
Konu ile ilgili anılan Valilikten alınan 24.12.1997
tarihli cevabiı yazıda;
Süryani vatandaşlarımızın din eğitiminin
yasaklanmasının tamamen yanlış ve spekülatif haber olduğu, sekiz vakıf altında
toplanan hırıstiyan dinine mensup kilise cemaatinin dinî ibadetlerini
kısıtlayan veya kaldıran hiçbir müdahale ve kararın söz konusu olmadığı,
Hollanda Metropoliti Sulins Yeshü Çiçek, İstanbul
Metropoliti Filüksinos Yusuf Çetin, Midyat Deyrul Umur Manastırı Metropoliti
Timotheos Samuel Aktaş ve Mardin Deyrul Zafaran Papazı İbrahim Türkel ile
beraberinde bulunan İstanbul ve Mardin Cemaatleri ile, Mardin Valiliği,
Güvenlik Komutanlığı, Belediye Başkanlığı, Jandarma Komutanlığı ve Emniyet
Müdürlüğüne ziyarette bulundukları, beraberlerinde basın danışmanları ile
kilise sorumlularınında bulunduğu ve güvenlik tedbirleri, yurtdışına yansıyan
şikayetler konusunda görüşmeler yapıldığı ve bu konularda hiçbir menfi talep
olmadığı gibi iyi niyet ve hoşgörüden memnun olduklarını dile getirdikleri,
Vakıflar Genel Müdürlüğünce denetlenen ve önerilen
hususlar ile Bakanlığımız emirlerinin vatandaşlarımıza anlatıldığı, özellikle
Belediye hudutları dışında bulunan kiliselerde uzun süreli konaklamaya gelen
yerli ve yabancıların talepte bulunmaları halinde güvenlik tedbirleri ve koruma
önlemlerinin alındığı,
Yasalara uygun olmayan icraatlara müsade etmenin mükün
olmadığı, Süryani vatandaşlarımızın da diğer Türk vatandaşlarımız gibi aynı
kanunlara ve alınan tedbirlere uymalarının gerektiği,
Yüzyıllardan beri iç içe geniş bir kültür oluşturan
dinî cemaatlere üye vatandaşlarımız arasına nifak sokabilecek yalan haberlerin
ülke menfaatine ve yurtdışında yaşayan insanımıza hiçbir yararının olmadığı,
haberlerin ülkemiz aleyhindeki mihrakların kışkırtıcı tavırlarının bir sonucu
olduğu, bu nedenle Mardin Valisi hakkında herhangi bir işlem yapılmasına gerek
bulunmadığı anlaşılmıştır.
15. – Rize
Milletvekili Avni Kabaoğlu’nun, bir şahsın TBMM personeli olup olmadığına
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı
cevabı (7/4015)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başkanlığınız tarafından yazılı
olarak cevaplandırılmasını arz ederim.Saygılarımla. 17.12.1997
Avni
Kabaoğlu Rize
Sorular :
1. TBMM Başkanvekili Sayın Kamer Genç’in oğlu Seçkin
Genç TBMM personeli midir?
2. Personel ise ne zaman işe başlamıştır?
3. Hangi birimde ve ne iş yapmaktadır?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı Genel
Sekreterliği Kanunlar ve 30.12.1997
Kararlar
Dairesi Başkanlığı Sayı
:Kan.Kar.Md.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/4015-10000/25627
Sayın Avni Kabaoğlu
Rize Milletvekili
İlgi : 17.12.1997 tarihli yazılı soru önergeniz.
Bir şahsın TBMM personeli olup olmadığına ilişkin ilgi
önergenizde yer alan sorular aşağıda cevaplandırılmıştır.
Bilgilerinizi rica ederim.
Saygılarımla.
Hikmet
Çetin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Cevap (1,2,3). Önergenize konu edilen, TBMM
Başkanvekili Kamer Genç’in oğluyla ilgili bilgiler aşağıya çıkarılmıştır.
Adı ve Soyadı :
Seçkin Genç
Baba Adı :
Kamer
Görev Yeri :
TBMM Parlamenter Hizmetleri Müdürlüğü
Unvanı :
Memur
Göreve Başlama Tarihi :
10.10.1995
Açıklama :
Adıgeçen, askerlik hizmetini yapmak üzere 21.8.1997 tarihinden geçerli olarak,
657 sayılı Kanunun 81, 83 ve 108 inci maddelerine göre aylıksız izne
ayrılmıştır.
BİRLEŞİM 38’İN SONU